Bi dergi 7 sayı baskı

Page 1


içindekiler Bir Medya Adına Sahibi T. Atakan AKMAN Genel Yayın Yönetmeni Fatih TURBAY Yazı İşleri Müdürü Ahmet ŞAHİN Hukuk Danışmanı Av. Turan KALIPCI Mali İşler Koordinatörü Safure UMUTLU SMMM

06

Babalar Kızlar ve Anneler Prof. Dr. Mehmet EVKURAN

Görsel Sanat Yönetmeni Selçuk USTA Grafik Tasarım Emine Hacer BİLGİN Fotoğraf İhsan ŞAHİN Redaktör Koray HASIRCI Trafiker Sefa TURBAY Muhabir Kübra ÜNAL Dijital Yayın Zihni ÖNER Reklam ve Halkla İlişkiler Sebiha ÖZDAĞ Yönetim Yeri Yeniyol Mah. Gazi 12. Sok. No:9/13 ÇORUM Tel: 0364 225 66 64 www.birmedya.net bidergi@birmedya.net Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Baskı & Cilt Ankara Okulu Basım Yayın Ltd. Şti. İstanbul Cad. No:48/81 İskitler / ANKARA Tel : 0312 341 06 90 Basım Tarihi Kasım 2015 ISSBN 2148-2780 Yayına sunduğumuz haber ve metinlerin gerekli görülen düzeltmeler yapıldıktan sonra her türlü yayın hakkı yayınlandığı günden itibaren Bidergi’ye ait olup izinsiz olarak çoğaltılması ve yayımlanması yasaktır.

10 18

Talha Bora ÖGE Salih KARSLIOĞLU

KCK Kıskacında Kürt Sorunu

Emrah KEKİLLİ 6- Babalar Kızlar ve Anneler / Prof. Dr. Mehmet EVKURAN 10- Talha Bora ÖĞE/ Sebiha ÖZDAĞ /14- Süper Market Hileleri/ İhsan Süreyya ŞAHİN 16-Ünlü Reklamcıdan Bir Medya’ya Öğütler / Sebiha ÖZDAĞ 18- KCK kıskacında Kürt Sorunu / Emrah KEKİLLİ 20- Evimizin Baş Köşesini Onlar İçin Ayırmıştık Biz Bir Zamanlar / Abdulkerim TİRYAKİ /22- Münzevi Bir Hemşehri Sait Maden/ Çok Adam / Mehmet OKUMUŞ 24- Bi Kere Oluyor / Sebiha ÖZDAĞ 26- Ceviz Ağacının Dibinde Oturmak İnsan Yaşamını Etkiler mi? /Selçuk USTA/28-Güneydoğu Buhranı Bir Küresel Oyun / Hacı Haldun ŞAHİN /


39

54

Kış Kapıya Dayandı Emine Hacer BİLGİN

Çorum’un Her Gününde Her Akşamında Bir Entelektüel Faaliyet Var

24

Bi Kere Oluyor Sebiha ÖZDAĞ

46 Organ Bağışının Önemi

Prof. Dr. Mete DOLAPÇI

61

Beyaz Perde Korku Terapisi

32- Hitit 19. Finans Sempozyuma Ev Sahipliği Yaptı / 34- Bu Ülkede İskilipli Atıf Hocalar ve O’nun Temsil Ettiği Değerler İlelebet Yaşayacaktır / Zekeriya IŞIK / 36- Şimdi Okullu Olduk / Ali KABASAKAL /38- Gümüş Sözler / Fatma UMUTLU /39- Çorum’un Her Gününde Her Akşamında Bir Entelektüel Faaliyet Var / Mustafa ERCAN 42- Tahta Kaşık / ZihniÖNER / 46- Organ Bağışının Önemi ve Ülkemizdeki Güncel Durum / Prof. Dr. Mete DOLAPÇI-Yrd. Doç. Dr. İbrahim Tayfun ŞAHİNER 50- Hitit Rallisi / 52- I. HATTUŞA KÜLTÜR ve GASTRONOMİ FESTİVALİ / 54- Kış Kapıya Dayandı / Emine Hacer BİLGİN /56- Çorumlu Olduğunu Biliyor musunuz? Bilal Kısa / 58- Her Günümüz Özel (mi) Olsun / Kübra ÜNAL /61- Beyaz Perde Korku Terapisi / 62- Kaplıca Turizmi /Emine Hacer BİLGİN 64- Sosyal Medya Günlüğü / 66- İstemiyorum / Ali ÖLÇER AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

3


ANALİZ

4

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


EDİTÖRDEN

AHMET ŞAHİN

Kıymetli Bidergi okuyucularına içten selamlarımı ileterek yazıma başlamak istiyorum. Bidergi sizlerle büyümeye devam ediyor. 7. sayımızda da yeni ve ilginizi çekecek konuları siz sevgili okurlarımızın beğenisine sunuyoruz. Arkadaşlarımızın titizlikle çalışmaları neticesinde sizlere bu sayıda dolu dolu bir dergi hazırladık. 7 Haziran seçimleri sonrası tekrar başlayan terör olaylarını Bidergi okurları için Ortadoğu uzmanı Emrah Kekilli, “KCK kıskacında Kürt sorunu” başlıklı yazısı ile değerlendiriyor. Abdülkerim Tiryaki’nin günümüzde yaşlılara bakış açısında yaşanan değişimi göz önüne serdiği duygusal yazısı, Mehmet Okumuş’un Türkiye’nin ilk grafik sanatçıları arasında yer alan hemşehrimiz Sait Maden’i anlattığı sıradışı yazısı, Sebiha Özdağ’ın evlilik hazırlığı yapan gençler arasında sıkça rastladığımız ve eşleri ekonomik buhrana kadar sürükleyen evlilik alışverişleri ile ilgili yazısı, Osmanlı Arşivleri Uzmanı Hacı Haldun Şahin’in “Güneydoğu Buhranı Bir Küresel Oyun” adlı bir solukta okuyacağınız yazısı, Zekeriya Işık’la yaptığımız söyleşi, Ali Kabasakal’ın minik yavrularımızın ilkokula başlama psikolojilerini anlatan ve ilginizi çekecek “Şimdi Okullu Olduk” adlı yazısı, Çorum Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Mustafa Ercan’la kentin sosyal ve kültürel etkinliklerine yönelik yaptığımız söyleşi, radyo fenomeni Talha Bora ÖGE nam-ı diğer Gölge ile bir solukta okuyacağınız röportajımızı ve daha pek çok konuyu yine bu sayıda sizlerle buluşturuyoruz. Dergimizin yayına hazırlanması için geniş bir kadroyla yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Siz kıymetli okurlarımızın beğenisine sunduğumuz 7. Sayımızla sizleri baş başa bırakıyorum. Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle….

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

5


ANALİZ

BABALAR KIZLAR Ve ANNELER!... Kız babası olmanın erkekleri değiştirdiğine dair bir şehir efsanesi vardır. Acaba bu düşünce gerçekten de doğru mudur? Ya da başka önemli şeyleri örtmek için kullanılan yanıltıcı bir söylem midir?

Göz ardı edilemeyecek gerçek, değişen toplumsal yapı ile birlikte ailenin de değiştiği ve aile bireyleri arasındaki rol dağılımının da dönüştüğüdür. Hiç kuşkusuz hayatımıza giren ya da çıkan her şey bir şekilde bizi etkiler. Ona yüklediğimiz anlama, hayatı algılama tarzımız üzerindeki etkisinin gücüne göre hafif ya da kalıcı izler bırakır üzerimizde. Hayata ve insanlara bakış açımızı belirleyen, bazı inançları daha sempatik bazılarını ise daha korkutucu ve şeytanî bulmamıza neden olan etkenler her zaman yaşadıklarımızla ilgilidir. O nedenle kız ya da erkek olsun bir çocuk sahibi olmak erkeğin ve kadının hayatındaki en yoğun ve en özel

tecrübedir. Her insan bu tecrübeyi farklı yoğunlukta yaşar.

Birisinin direncinin artıran bir olgu, diğerini duygusal ve düşünsel olarak dağıtabilir. Sosyal bilimlerde toplumsal kimlikler ve davranışlar üzerinde yapılan çalışmaların yöneldiği önemli alanlardan biri, “toplumsal cinsiyet” konusudur. Öyle ki bu alan Batı ‘da bağımsız bir disiplin haline gelmiştir. Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkek olma durumlarının toplumsal yapıda nasıl algılandığı ve anlamlandırıldığını anlatır. Dünyaya kız ya da erkek olarak gelmek biyolojik bir olaydır. Ancak toplumsal hayatta kadının ve erkeğin nasıl davranacağı toplumsal, tarihsel ve kültürel bir konudur. Kısaca kadın ve erkek olmak, bir açıdan toplumsal bir


Prof. Dr. Mehmet EVKURAN Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

kimliktir. Dünyaya kız ya da erkek olarak gelmek biyolojik cinsiyetin, zamanla erkek ya da kadın kimliğini kazanmak ise toplumsal cinsiyetin konusudur. Her kimlik gibi kadın ve erkeklik de kurulan, inşâ edilen ve dönüşen birer özelliğe sahiptir. Bu süreçte temel belirleyici etken, toplumsal inançlar, değerler, kültür ve ideolojilerdir. Bunlar arasındaki uyum ya da çatışma doğrudan erkek ya da kadın algılarımıza yansır. Bir dönem “hanım olmak” en yüksek değer olarak yüceltilirken başka bir dönem de böyle olmak alay konusu oluşur ve aşılmak istenir. Pasif bir kadınlı kimliği sorgulanır. Bu algıyı öneren ve destekleyen inançlar, değerler ve kültürel kodlar eleştirilir. Yeni bir kadın kimliği arzulanır. Özgüveni yüksek, bireyliğini önemseyen, rekabetçi, kendi kendine yeterli, güçlü, sorunlarla baş edebilen bir kadın imgesi yükseltilir. Bu çerçevede bastırılmış, pasifize edilmiş bir kadın algısını yeterli görmeyen hatta kadın kimliği için bir tehdit ve tehlike olarak algılayan görüşler kurumsallaşmıştır. Yeni toplumsal hareketler arasında sayılan feminizmin ve versiyonlarının Batı’da ortaya çıkması ve güçlenmesi bu sıkışmanın ve açılım arzusunun sonucudur. Kadın ve erkek rolleri toplumsal olarak belirlendiğinden, bunlardan birinde yaşanan değişim ilişkileri ve bunları ayakta tutan değerleri doğrudan etkiler.

Bu açıdan bakıldığında bir çocuk dünyaya geldiğinde ailenin sosyal anlamı da değişime uğrar. Toplumsal bir kurum olan aile yeni katılan üyesi ile birlikte yeni sorumluluklar, görevler, hedefler ile karşılaşır. Çocukların hangi değerlerle yetiştirileceği adı konulmamış bir sorundur. Anne-baba kendi değerlerini ve inançlarını çocuklarına aktarmak isterler. Ancak dışarıda toplumsal değerler daha farklı çalışıyorsa bir çatışma ve gerilim yaşanır. Aile çocuklarını koruma güdüsüyle genel değerlere uygun davranmak üzere çocuğu yönlendirmeye çalışır. Bu gerilim en çok kız çocukları ile olan ilişkilerde ortaya çıkar. Erkek çocuğu olduğunda erkeğin duruşunda bir “geriye çekilme” gözlemlenir. Bu geriye çekilme, gururdan kaynaklanan memnuniyet olarak anlaşılabileceği gibi, bundan böyle dünyaya kendisini temsil eden bir “halef” armağan etmiş olma duygusunun yansıması şeklinde de yorumlanabilir. Her halde oğlan sahibi olmakla erkek, varlığının “onaylandığını”, “takdis edildiğini”, “teyit edildiğini” hisseder.

Günümüzde kızların babalarına daha düşkün oldukları yaygın bir gerçek. Bu durum, babalık rolünün de değiştiğini gösterir. Neden? Geleneksel toplumlarda baba-kız ilişkisi daha mesafeliydi. Bu mesafe annenin düzenleyici rolünü desteklemekteydi. Her şey önce anneye söylenir, o da otoriteyi kullanan babaya iletirdi. “İletmek” yeterli bir niteleme değildir, “ikna ederdi” demek daha doğrudur. AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

7


ANALİZ

anne “kötü polis” olmanın duygusal yüklerini taşır. Kızın gözünde anne sürekli hır çıkaran, alıngan, çekemeyen, değişimi kabul edemeyen vs. biridir. Anne-kız ilişkilerinin problemli olmasının temel nedeni, babanın kızına karşı kullanmaktan geri durduğu otorite ve denetim görevinin doğurduğu boşluktur.

Otoriteyi temsil eden ve kullanan baba, otoriteyi etkileyen ve yönlendiren ise annedir. Bu rol dağılımı, aile içinde çocuklarla olan ilişkileri belirliyordu. Baba otoritesini az ve öz kullanırdı. Gerekmedikçe olaylara doğrudan müdahil olmazdı. Bu, annenin sorun çözme becerisini geliştiren ve yüksek düzeyde tutan bir dağılımdır. Günümüzde ise baba-kız ilişkisini otorite boyutundan yoksundur. Babalar çocuklarına, özellikle kızlara karşı otorite kullanımından uzak durmaktadır. Kızı babası olan erkek, daha önce hiç yaşamadığı ya da kısmen yaşadığı bazı duyguları bu kez tam olarak ve yoğun biçimde yaşar. Kadınlara bakışı değişir. Önceden bir meta olarak, tahakküm ve kudret nesnesi olarak bakmaya alıştırıldığı kadını, bu kez insan olarak görmeye çalışır. Özellikle maço kültürünün egemen olduğu toplumlarda kız babası olmak sürekli teyakkuzda olmayı gerektiren sıkıntılı bir durum oluşturur. Zira baba, baba olmadan önce bir erkek olarak, erkeklerin kadına nasıl baktıklarını bildiğinden tüm acıma, şefkat, koruyuculuk duyguları tavan yapar. Kızını tanımlanmamış tüm kötülüklerden korumaya çalışan bir şövalye, muhafız rolünü üstlenir. Kızının modern dünyada güçlü bir duruşa sahip olmak için gereken eğitimi alması ve saygın bir meslek sahibi olması için çaba harcar. Eğer geleneksel değerlere aşırı bağlı bir baba ise saygın, güçlü ve zengin bir ailenin çocuğuyla evlendirerek kendi sağladığı korumanın devam etmesini ister.

Yeni durumda rol dağılımından en olumsuz etkilenen tarafların başında anne gelmektedir. Babanın otoritesinden vazgeçmesi ya da kısmen geri çekilmesinin doğurduğu boşluğu anne olarak kadın doldurmak zorunda kalır. Kızının her isteğini yerine getiren şövalye-baba ile biricik prensesi arasındaki bu yeni denge, annenin kimyasını bozar. Kızı terbiye etmek, dizginlemek, mesafeli davranmak, otoriteyi hissettirmek gibi zor, kötü, riskli ancak gerekli işler annenin boynuna kalır. Baba kızın gözünde “dünyanın en iyi kalpli, anlayışlı, sempatik erkeği” olmanın tadını çıkarırken buna karşılık 8

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

Yanlış tanımlanmış ve anlaşılmış bir çocuk eğitimi modelinden dolayı günümüz ailesi “bebe-erkil” olarak nitelenmektedir haklı olarak. Abartılmış bir çocukmerkezlilik algısı, otoritenin çocuklara kaymasına neden olmakta, çocukların anlık arzularına odaklanmış değişken, istikrarsız bir aile kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu modelden en çok zarar gören ise yine çocuklardır. Gereken rehberlikten yoksun olarak büyüyen çocuklar, ihmal edilen tüm değerlerin olumsuz sonuçlarını ergenlik dönemindeki aşırı patlamalarda sergilerler. Aşırı korumacı yaklaşımlar çocukta özgüvenin kontrolsüz bir şekilde gelişmesine neden olmakta, sorumluluk, empati, işbirliği ve fedakarlık duygularından yoksun kalmaları sonucunu doğurmaktadır. Kısacası “bebe-erkil” ailenin tüm zararlarını, hayatla baş etmek ve insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmak için gereken donanımdan yoksun kalan çocuklar çekmektedir. Ana-erkil, ata-erkil derken bu kez de bebe-erkil bir savrulmayı yaşıyoruz. Her varlığın ve her üyenin kendi değerini bulduğu, kendi hak ve sorumluluklarını yaşayarak, paylaşarak öğrendiği ve içselleştirdiği, kimsenin kimseye duygusal ya da kaba yöntemlerle “diş geçirip” tahakküm etmeye çalışmadığı daha güzel ve anlamlı bir dünya inşâ etmek için değerlerimizi ve kimliklerimizi gözden geçirmek zorundayız. Böyle yaparak sahip olduğumuzu iddia ettiğimiz olumlu değerleri yeniden keşfedebiliriz. Güç ve iktidar oyunu oynayarak kendimizi ve dokunduklarımız tüketmekten vazgeçmek ve hayatı yeniden keşfetmek için gereken bilgi ve cesarete sahip olacak mıyız? Son söz filozofun söylediği gibi olsun….

Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez!...


ANALİZ

9

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

9


Talha Bora Oge

10

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

ANALİZ


Radyo serüvenine başladığı 1994’ten bizleri radyoyu sevdiren, duanın ne olduğunu öğreten, radyo dinleyicilerinin yakından tanıdığı bir isim Talha Bora Öğe. Nam-ı diğer Gölge. Bidergi okurları için Çorum halkının da yakından tanıdığı ve her fırsatta Çorumlu dinleyicileri ile buluşmaya gayret eden Gölge, sorularımıza samimi cevaplar verdi. Salih Karslıoğlu’nun yaptığı röportajı bir solukta okuyacağınıza inanıyoruz.

Sizin gibi içi herkese açık bir insanı neden “GÖLGE” olarak tanıyoruz biz? Neyin gölgesi?

Malum ezelden Gölge sizin de bahsettiğiniz gibi daha çok negatif anlamda kullanılır ama ben bu sunuculuğa başlarken ışıktan yola çıkarak bu ismi kullanmaya başladım. Çünkü ışık yoksa gölge olmaz! Madem öyle mikrofondan gönüllere ışık tutan bir gölge olarak gölge’nin iyi anıldığı bir ADAM olabilirdim… Ve 21 yıldır bu işi yaptığıma göre dinleyicilerimin teveccühü başardığımı gösteriyor inşaAllah!

Sesinizde bir hüzünlü ton var? Bu hüzün neyin hüznü?

Açıkçası dertsiz olmaz bu hayat ve insan ancak derdini çektiği meselede samimi olur ve samimi olursa başarılı olur. Bu hüzün derinlerdeki din, vatan, toplum meselelerinin derdinin hüznü! Ki son

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

11


2 yıldır çok daha net safların netleştiği bir dönemde hangi safta olduğunuz hayati önemli. Benim safım bu Aziz Milletin ve bu Vatanı teslim edenlerin safı. Hep söylerim hayatımın hiçbir döneminde tarafsız olmadım! Ben haktan hakikatten yana tarafım ölene kadar! Hayat size aşık olduğunuz mesleğinizi yani radyocu olma şansını vermeseydi hangi mesleği tercih ederdiniz? İnsanlar sizi nasıl tanırdı? Tanırdı diyorum çünkü ben radyocu olmasaydınız bile sizin sesinizi bir şekilde duyardık diye düşünüyorum.

Açıkçası Radyo sunucusu olmasaydım sesimin farkında olur muydum emin değilim! Beni yakından tanıyanlar simetri hastası olduğumu estetik kaygılar taşıdığımı düzen tertip düşkünü olduğumu bilirler. Zaten kitap cd sosyal medya afişlerim vesaire tasarımlarında hep müdahalem vardır… Yani ben galiba tasarımcı olurdum özellikle iç mimari alanında olmasını çok isterdim… Belki hala vakit vardır kim bilir? ; )

Radyo programlarınız çok seviliyor, kitaplarınız çok okunuyor, gösterileriniz aynı şekilde ilgiyle takip ediliyor bunun sırrı nedir?

Bu kitabımda bir nevi yalvarıyorum insanlığa

“ Allah Aşkına dua edin ” diye ve aynı zamanda başka her şeyden önce

“ ALLAH AŞKI İÇİN ” dua edin diyorum!

İnsanlar kendilerine sıcak gelen şeyleri benimserler… Yani kendilerinden bir unsur buldukları konuları daha çok sever ve o her neyse onu çok yukarılara taşırlar! Bende bir başarı varsa; kitap radyo tv sahne hangisi olursa olsun muhtemelen takipçilerime, sevenlerime hitap eden bir samimiyetten bulduklarındandır diye düşünürüm… Ama daha önemlisi tesir Allah’tandır! O severse sizi de sevdiriyor!

Bu kadar şey yapıp hepsini iyi yapmayı nasıl başarıyorsunuz?

Evvela teşekkür ederim çünkü sorularınızın hepsinde bana bir muhabbet ve güven var Allah’ım layık etsin… Eğer dediğiniz gibi başarılıysam şu 2 madde yüzündendir; 1 – Birbiriyle bağları iyi yaptıklarımın yani birbirlerinin türevleri… Aynı dünyanın meseleleri

12

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


olduğu için birini iyi yapınca diğerine yardımcı oluyor! 2 – Garip gelecek ama birbirlerine yakın olsa da aynı oranda karıştırmadığım için işin içinden çıkabiliyorum!

2015 yılı Radyo Oskarlarında “Yılın Kültür Sanat Programı” ödülünü aldınız. Ödüllerle ilgili düşünceleriniz?

Evet, özellikle son 2 yıl harika kariyerim adına… Çünkü sektörde ciddiye alınan 3 ayrı kurumdan 3 ödül’e layık görüldüm! 1- 2014 SİHİRLİ MİKROFON ÖDÜLLERİNDE “ EN İYİ ŞİİR PROGRAMI ÖDÜLÜ “ 2- 2014 ULGAYAD MEDYANIN İYİLERİNDE “ YILIN RADYOCUSU ÖDÜLÜ “ 3- 2015 RADYO OSKARLARINDA “ YILIN KÜLTÜR SANAT PROGRAMI ÖDÜLÜ “ Tabii ki her şey değil ama önemi yadsınamaz ödüllerin. Fakat kişinin kendini tanıması yaptığı işi en iyi şekilde yapması en azından gayret göstermesi daha önemli!

biter! Kitaplarım da öyle ve bu son kitabımın ise tamamı dualarımdan oluşuyor… Çünkü dua hayatın özü kulluğun baş şiarıdır! Acizliğin kabulüdür ve beraberinde Rabbin azameti ve büyüklüğünün delillerindendir… Bu nedenle bu kitabımda bir nevi yalvarıyorum insanlığa “ Allah Aşkına dua edin ” diye ve aynı zamanda başka her şeyden önce “ ALLAH AŞKI İÇİN ” dua edin diyorum! Gölge’yi ne kadar süre daha dinlemeye devam edeceğiz? Allah bilir! ; ) Açıkçası ömrümün sonuna kadar hayır konuşan, iyiliği sevdirip özendirip, kötülüklerden sakındıran bir insan olarak tecrübe, bilgi ve sesimi kullanmak istiyorum!

Çorum’u çok sevdiğinizi, Çorum’dan da çok sayıda seveniniz olduğunu biliyoruz. Çorum’a özel bir mesajınız var mı? Bana güvendiğiniz için sevdiğinizi desteklediğinizi biliyorum ve son sözüm; GÖLGE’nize güvenmeye devam edin! Dün gitti, yarın daha gelmedi ANI YAŞAYIN! Eyvallah…

Sizinle bütünleşmiş bir söyleminiz var anı yaşamakla ilgili. Ben dahil bunu yapamayan çok insan var. Geçmişine ve geleceği ile ilgili hayallerinin peşine takılıp kalan.

Ben diyorum ki anı yaşamak bir mecburiyet! Bizim inancımızı hakkıyla yaşayabilmemizin en baş gereklerinden biri bu ama anlayana! İslam’ın özüdür ertelememek… Yoksa bu cümleyi “ gününü gün etmek “ anlamında kullanmadım hiçbir vakit! Yarınlar varsa bunu ancak Allah biliyor ve evet varsa bugünü kaçırmadıysan bir anlamı olacak… Aynen dünün geride kalmasına rağmen, ders alabildiysen şimdiyi şekillendirdiği gibi!

Dua, her insanın hayatında vazgeçilmez bir ritüeldir. Önemini bilsin ya da bilmesin başı sıkıştığında, derde girdiğinde, hastalandığında hemen elini açıp dua eder. Siz de son kitabınızda diyorsunuz ki “Allah Aşkına Dua Et”

Benim radyo ve ya TV programlarım, tek kişilik ve ya orkestramla şiir konserlerim hep dua ile başlar dua ile

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

13


DERLEME

SUPER MARKET Hepimizinbaşınagelmiştir,birtanecikyoğurtalmak için markete girip elimizde poşetlerle çıktığımız. Daha sonra sorarız kendimize “acaba yoğurt aldım mı?” diye. Peki ne oluyor da yoğurt alma işi bu kadar karışıyor? -Süpermarketlerde giriş dışında genelde pencere yoktur. Bunun sebebi dış dünyadan uzaklaşmanızı ve alışverişe odaklanmanızı sağlamaktır. -Yoğurt, süt, ekmek gibi günlük tüketimi yoğun olan ürünler marketin en arka reyonlarındadır. Bunun sebebi ise siz yoğurt almaya giderken diğer reyonları da gezmenizi sağlamaktır. -Siz yoğurt almak için reyonlar arasında dolanırken göz hizanızda renkli bir ahenk vardır. Bu sizin sahip olma/edinme duygunuzu tetikler. -Süpermarketlerin genelinde girişte sağda taze ürün reyonları bulunur. Yapılan araştırmalar insanların ürün gezmeye sağdan başladığını ortaya koymuştur. Girişte, sağda taze ürün (çiçek, sebze, meyve vb) görülmesi diğer ürünler için de taze algısı yaratır.

14

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


-Aynı rafta bulunan iki ürün arasında sağ taraftaki ürün genelde daha pahalıdır. Bunun sebebi de tamamen bizim sağ taraf algımızdan dolayıdır.

karar verilmesini sağlarken, büyük şekillerin karar algısını

-Alışveriş arabaları olması gerekenden büyüktür. Büyük alışveriş arabası bilinç altınıza “daha fazla alışveriş yapabilirim” veya “çok fazla şey almadım” mesajı verir.

-Hiçbir koridor boşluğa açılmaz. Her koridorun

-Etiketlerde küsuratlı ürün fiyatları vardır: “Deterjan sadece 19.90 TL”. Yapılan araştırmalar, küsuratlı ve senkron rakamlı fiyatların daha “uygun fiyatlı” olarak algılandığını göstermiştir. -En karlı ve pahalı ürünler yaklaşık 1.6 metre yüksektedir. 1.6 metre insanlar için göz hizası olarak kabul edilmiş ve alışverişin en çok yapıldığı yükseklik olarak belirlenmiştir. -Erkeklerin tercih ettiği ürünler genelde reyon koridorunun tam ortasındadır. Erkekler sadece almak istedikleri ürüne yönelir ve aldıktan sonra geri dönerler; buna ”bumerang etkisi” denir. Erkeklerin reyonda daha fazla ürün görebilmeleri için o ürünler reyonun ortasında yer alır. -Pahalı ürün reyonu zeminlerinde küçük, diğer reyonlarda ise büyük karo kullanılır. Yapılan araştırmalar, küçük geometrik şekillerin (karoda olduğu gibi) hızlı

yavaşlattığını göstermiş.

sonunda mutlaka bir başka ürün reyonu vardır, ürünlerle olan kontağınızı kesmemek için… -Deterjan reyonundan gelen mis gibi kokan yıkanmış çamaşır kokusu… Sıkı sıkı paketlenmiş ürünlerden gelmiyor maalesef o kokular, sizin algınızı açmak için uygulanan koku spreyleridir. -Et reyonunun yanında veya karşısında baharat reyonu… -Kasanın yanında duran sakız, çikolata ve şeker reyonu… -Bir de 5 TL’lik daha alışveriş yaptığınızda kazanacağınız indirim var. Alışveriş yapmaya doyamadığımız, “5 TL’lik daha alışverişin günahı olmaz” dediğimiz anlar. Derleyen: İhsan Süreyya ŞAHİN

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

15


SÖYLEŞİ

“Çorum yerel basınında rekabet var, kalite yok” Geride bıraktığımız Ağustos ayında memleketi Çorum’a gelen ARTER Ajans’ın sahibi usta reklamcı hemşehrimiz Erol Olçok, Birmedya Reklam Ajansı’na geleceğiyle ilgili bazı önerilerde bulundu. Binevler’deki konutunda ziyaret ettiğimiz Olçok, kendi tecrübelerinden de yola çıkarak Birmedya Reklam Ajansı Reklam ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Sebiha Özdağ’a 9 yıldan beri Çorum ve çevresinde kendini ispatlayan Bir Medya’nın geleceğine ilişkin tavsiyelerde bulundu. Sebiha Özdağ’la oldukça samimi bir havada geçen ropörtajında ünlü reklamcı Erol Olçok, Çorum’un reklamcılık sektörü açısından bakir bir şehir olduğunu, reklamcılık sektörünün son yıllarda önemli gelişmeler gösterse de henüz istenilen seviyeye ulaşamadığını vurguladı. Olçok,

“Bir ayağınız merkezde kalarak, geri kalanını büyüterek devam edebilirsiniz.” 16

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

Çorum’da çok ciddi markalar var aslında. Hem yurt içinde hem Türkiye’yi aşan. Ben ilk başladığımda dedim ki böyle yüz tane firma varsa ben on tanesiyle anlaşsam… Çorum’da 1988 yılından bahsediyorum. Bana dediler ki ‘böyle bir şey olmaz Çorumlular sana iş vermez.’ Ben geldim Çorum’a bir ziyaret yaptım. O zaman bir kiremitçi bana şöyle demişti, -o marka şimdi yok- ‘ne reklamı kardeşim, ben malımı iki kuruş aşağı satarım kapımda kuyruk olur.’ dedi. Ben de ‘Bir sene satarsın sonra yok olursun.’ demiştim. Şimdi medyada bir rekabet var, ama Çorum’da bir kalite sorunu var. Dokuz yıl önemli bir süre. Doğru bir açılım programı yaparsanız iyi olur. Ama bu merkez ne ondurur ne öldürür. Küçük yer biraz parlayan insanı söndürmek için alarma geçiyor. Bence denemek lazım !diye konuştu.


AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

17


GEZİ-YORUM ANALİZ

Emrah Kekilli “HDP’nin Türkiye’deki demokratik sistem içinde kazandığı seçimlerle yönetimi aldıkları belediyeler, libertaryen bakış açısı ile devlete alternatif bir yapılanma olarak kurgulanmak istenmektedir.” Barış sürecinin “buzdolabına kaldırılmasının” ardından Türkiye kamuoyunu en çok meşgul eden konulardan birisi PKK ve PYD bağlamında Türkiye’deki Kürt siyasal hareketidir. Hâlihazırda Türk basında HDP ve Selahattin Demirtaş üzerinden tartışılan silahlı/siyasal Kürt hareketi, Türkiye sınırlarının ve mevcut konjonktürün çok ötesinde birçok farklı unsuru dikkate alarak tartışılması gereken bir olgu niteliği taşımaktadır. Siyasal/silahlı Kürt hareketinin doğru anlaşılması ve bu bağlamda politika üretilmesi, Türkiye’de yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kendini yönetme ve koruma hakkı vermiş halkın selameti ve istikbali için bir hayli önemlidir. Demokratik Konfedaralizm Nedir? Türkiye, İran ve Suriye’de siyasi/silahlı Kürt hareketinin içinde anlam kazandığı KCK bizzat Abdullah Öcalan tarafından geliştirilen Demokratik Konfederalizm ideolojisi üzerine kurulmuştur. Öcalan, Demokratik Konfederalizm teorisini Amerikalı entelektüel Murray Bookchin’in geliştirdiği liberteryan sosyalist bir ideoloji olan

18

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

Komunalizimden hareketle geliştirmiştir. Bu teoriye göre özel mülkiyetin kaldırılmasını ve işletmelerin vatandaşların bizzat veya temsilciliklerle katıldığı konfederal meclisler ile yönetilmesini öngörmektedir. Bookchin’in teorisinde liberal sosyal dönüşüm belediyeler üzerinden gerçekleştirilmelidir. Bu sisteme göre doğrudan demokratik yerel meclisler devlete muhalefet etmeli ve devletin yerini almalıdır. Bu sistemde liberteryan belediyeler ve ulus devlet bir arada yaşayamaz, aslında ancak bu şekilde özgür bir halk yaratılabilir. Belediye konfederasyonlarının ortaya çıkması durumunda devlet ve var olan siyasi durum arasında tansiyon artabilir, bu durumda komunalizm yeni bir siyaset tarzı geliştirmelidir. Bu bakış açısından hareketle HDP yöneticilerin “özerklik” açıklamalarının hangi bağlamda hayat bulduğunu ve neyi hedeflediğini anlamak mümkün olacaktır. Yani KCK bölgede belediyeler üzerinden devletin yerini almak üzere yeni bir siyasal yapılanma mücadelesi vermektedir. HDP’nin Türkiye’deki demokratik sistem içinde kazandığı seçimlerle yönetimi aldıkları belediyeler, libertaryen bakış açısı ile devlete alternatif bir yapılanma olarak kurgulanmak istenmektedir. Ulus devlet yani Türkiye bu yapıya kendi egemenlik haklarını korumak için müdahale ettiğinde ise yeni bir siyaset takip edilir, yani


“demokratik halk savaşına” gidilir. Belediyeler üzerinden kentler düzeyinde istenilen sonuç elde edildikten sonra, “belediye vatandaşlarının” oluşturduğu meclislerce seçilen ve görevi koordinasyon olan delegeler, toplulukları birbirine bağlayarak “Komunalisit” sisteme geçiş yapar. Yani Türkiye, İran ve Suriye’de özerklik ilan eden kantonlar birbiriyle koordineli bir şekilde yeni bir siyasal kimlik inşa eder. İşte KCK’nın Türkiye’de HDP belediyeleri, Suriye’de PYD kontrolündeki kantonlar ve İran’da PJAK üzerinden yürüttüğü mücadele bu zemine oturmaktadır. KCK Nedir? Koma Civaken Kurdistan (KCK) yani Kürdistan Topluluklar Birliği, Abdullah Öcalan’ın Bookchin’den hareketle geliştirdiği “demokratik özerklik” teorisinin siyasal örgütlenme biçimine verilen addır. PKK’nın da bir parası olduğu KCK, Kürt silahlı/siyasal örgütlenmesinin geldiği son noktayı temsil etmektedir. KCK lideri Abdullah Öcalan’dır, ancak Öcalan hapiste olduğu için KCK, KONGRE-GEL yani Kürdistan Halk Kongresi tarafından yönetilmektedir. Türkiye’de faaliyet gösteren PKK, İran’da faaliyet gösteren PJAK, Suriye’de faaliyet gösteren PYD ve Irak’ta faaliyet gösteren PÇDK, KCK’nın siyasi alt birimin kolları olarak faaliyet göstermektedir. KCK’nın ayrıca ideolojik, toplumsal, kadın ve askeri dört alt birimi daha bulunmaktadır. Türkiye’de faaliyet gösteren HPG (Halk Savunma Güçleri), Suriye’de faaliyet gösteren YPG, İran’da faaliyet gösteren YRK ise KCK’nın askeri alt biriminin kolları olarak faaliyet göstermektedir. KCK bölgede İçinde bulundukları ülkelerin etnik ve kültürel yapısına uygun, yukarda belirttiğimiz amaçlar için, yerel meclisler oluşturmuştur. Türkiye ve Bölge Siyaseti Bağlamında Silahlı/Siyasal Kürt Hareketi Bu yapı ile iç içe girmiş, Figen Yüksekdağ’ın ifadesiyle “sırtını yaslamış” bir siyasi parti olan HDP’nin (ya da bir önceki adıyla BDP’nin) birçok yöneticisi KCK soruşturmalarında gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. HDP bir taraftan Türkiye partisi olma mücadelesi verirken, KCK rahminde hayat bulmuş olması nedeniyle derin bölgesel ve ideolojik prangaları HDP’nin siyaset geliştirmesine mani olmaktadır. Bütün bunlar dikkate alındığında HDP’nin Türkiyelileşme çabalarının, KCK kıskacından çıkmadığını, HDP yöneticilerin KCK yöneticilerinin boyunduruğu altında kaldığını görebilmekteyiz. Örneğin HDP’ye bağlı belediyeler HDP Parti Meclisi’nden izin almadan “özerklik” ilan etmiştir. Bir partiye bağlı bir belediyenin o parti meclisinde karar alınmadan bu türden bir kararı vermesi mümkün değildir.

Ancak bölgede HDP belediyeleri yukarda anlattığımız çerçevede KCK yapılanmasıyla iç içe geçtiği için Türkiye gerçekliğinden hareketle değil KCK’nın ideolojik saplantılarından hareketle iş tutmaktadır. HDP bölgede KCK boyunduruğunda iken, ulusal bazda Türkiyelilik mesajı vererek ülkenin tamamından destek istemektedir. Burada HDP’ye sorulması gereken soru;

Türkiyelileşmek sizi KCK karşısında daha güçlü kılacak ve KCK’nın karşısında Türkiye’nin çıkarlarını mı savunacaksınız, yoksa Türkiye’nin tamamından aldığınız desteği KCK’yı kollamak için mi kullanacaksınız? KCK halihazırda güçlerinin büyük bir bölümünü Suriye’ye kaydırmış, PKK’ya ve PJAK’a bağlı askeri birlikleri PYD’ya bağlı YPG’ye aktarmış durumdadır. PYD ise IŞİD ile mücadelede Amerika Birleşik Devletleri tarafından müttefik ilan edilmiştir. Burada sorulması gereken soru; Türkiye’nin PKK kamplarını yönelik gerçekleştirdiği saldırılar PKK’yı çökertmeye yeter mi, yoksa PKK’ya bağlı birlikler Suriye’nin kuzeyinde güçlenerek varlıklarını sağlamlaştırıyor mudur? Çünkü yukarda belirttiğimiz üzere muhatabımız PKK değil KCK’dır ve PYD’de tıpkı PKK gibi KCK’nın bir alt koludur. PYD bunu kendi kuruluş beyannamesinde açıkça ifade etmektedir. Bu nedenle PKK konusu KCK ve PYD dikkate alınmadan anlaşılamayacağı gibi, bu bağlamda siyaset geliştirmeden de çözülemez. Bu bağlamda PYD Suriye’nin kuzeyini tamamen ele geçirmeden gerekli önlemler alınmaldır. Gerekli önlemler ise sadece askeri önlemler değildir, çünkü aslında tıpkı Türkiye’de olduğu gibi PYD Suriye Kürtlerini temsil etmemektedir. Uluslararası destek ve silahla duruma vaziyet emektedir. Çünkü Suriye’de 13 partinin katılımıyla oluşan ve Suriye’nin ulusal bütünlüğünü savunan Ulusal Kürt Meclisi, PYD’yi olağanca gücü ile eleştirmektedir. PYD, Suriye’de kontrol altına aldığı bölgelerde Kürt Ulusal Meclisi’ne mensup aktivist ve siyasetçileri hapsetme ve öldürme yoluyla sindirmeye çalışmaktadır. Ayrıca bölgede demografik değişim yaparak, göç etmeye zorladığı unsurların mallarına müsadere yönetimiyle el koymaktadır.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

19


Evimizin basşkösesini onlar için ayırmıstık biz bir zamanlar Eskiden büyükler gelince ayağa kalkılırdı, selamı alınır, oturacağı yer gösterilirdi. Hatırı sorulur, karnı aç ise sofra kurulur, bütün aile bireyleri toplanır, yemek yenilirdi. Sofra duasını yapmakta hep büyüklere düşerdi. Yaşlı olmaları hasebiyle onlara hürmet edilir, kendi asli ihtiyaçları varsa eğer hemen giderilirdi. Onlara evin huzuru, olmazsa olmaz bir parçası ve evin bereketi gözüyle bakılırdı. Kısacası, evin yükü değil, tadı tuzuydu onlar. Küçüklerimizin masallarını anlatan kahramanlardı onlar. Eskileri, daha eskileri anlatırlardı ama bize hep masal gibi gelirdi ve merakla dinlerdik. Onların o küçülmüş gözlerinde büyürdük biz. Ellerimizi ellerine alıp sıkıca tutardı dedemiz/ninemiz… Evimizin baş köşesini onlar için ayırmıştık biz bir zamanlar. Ve böylece bir olmuştuk, birlik olmuştuk. Bir olmakla diriydik, ayrılıklar, küskünlükler, kırgınlıklar uzamaz, hep birlikte muhabbete uzanırdık.. Böylesine bir bağlılığın temel taşlarını, büyüklerimizin varlığıyla oluşturuyorduk biz. Toparlanmaya muhtaç dağınık zihinlerimiz yoktu. Şeffaftık, bir o kadarda ağır.

20

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


Doğruyla doğrulan, doğrulukla yoğrulan yanlarımız vardı bizim. Hafifleşmemiştik, fırtınalar vursa da yüreğimizi asla savrulmuyor, her bir vuruşta yeni bir duruş kazanıyor ve dağ gibi duruyorduk dağlanmış yüreklerimizle, bütün sıkıntılar un ufak oluyordu. Nifak tohumlarını yetiştirmeyi bilmiyorduk biz bahçemizde, öylesine acemiydik. Şimdilerde evlerimiz nifak ve fitnenin yuvaları haline gelmeye başladı. Evlerimizin baş köşelerinde, hayatını yazmaya ve bir film yapmaya kalksak, gişe rekorları kıracak büyüklerimizin hikâyeleri değil, alelâde yapımlarla zaman israfının membaı televizyonlar var. Toplumumuz parçalanıyor, aileler dağılıyor. Büyüklerimiz, büyük olmaktan çok bir yük olmaya doğru ilerliyor. Artık odalardan sevgi sözcükleri ve merhamet fısıltıları değil, - ‘Evimizin bütün odalarını yenileriz’, ‘duvarı beyaza boyarız ‘, şimdi nasıl boyayalım ki, nasıl yapalım ki, hiç rahat değiliz, her tarafa elleri değiyor, kirletir! Onu gönderince bak her şey nasılda güzelleşecek, nasılda rahata ereceğiz! gibi fısıldaşmalar duyuluyor. Ve insan aldandı, mutlu etmeden, asla mutlu olamayacağını unuttu.. Sofralarımızda gereksiz bir şatafat, lisanımızda yapmacık yeni kelime merakı, hâl ve hareketlerimizde Avrupai özenti hâlleri, ahlâktan bî haber yaşantılar derken kafası karışıyor, aklı almıyor artık hiçbirini dedemizin/ninemizin. Artık evlerimiz bomboş !İhtiyarlarımız yok gibiler, çoğu ise terkedilmişler.. Susturulmuşlar adeta. Konuşacak olsalar hepsinin birikmiş ahları duyulacak..

Huzur… Evlerimizi bırakıp ellere gitmiş, huzur evleri çoğalıyor.. Huzuru, evlerini bırakıp ellere teslim olanlar mı buluyor? Onları bir tek camiler kucaklıyor. Peki Ya biz.! Hep böyle genç mi kalacağız? Oysa her biri nasılda umutla bakıyor yüzlerimize, nasılda muhtaçlar her biri bize. Tıpkı bir bebeğin annesine duyduğu ihtiyaç hissi gibi.. İlgiye sevgiye açlar, ‘’başımın çaresine bakarım’’ diyerek uğurlarken bizi eminim ki, kalbi gitme diye haykırıyor, gitme! Koyma beni bir başıma.! Cam kenarlarında oturup yolumuzu gözlemektedirler, ha geldi ha gelecek diye dakikaları sayıyordur her biri. Oysa yaşananlar gerçekte böyle mi? Bırakın hal hatır sormayı, görmeye bile tahammülümüz yok artık. Sanki onlar bizim için birer yabancı. Yanımızda olmaları bizi öylesine rahatsız ediyor ki aynı evin içinde ayrı dünyalardayız. Sesimizi öyle yükselttik ki, vicdanımızın sesini duyamaz olduk. Merhamet duygumuz bizi çoktan terketti..

Abdulkerim TİRYAKİ

Heyhât.. Vurdum d uymaz biz e Hiç ölme yecekmiş .. gibi yaşay Yarın ne o an bize.. lacağımız dan gâfil Sevgisiz b b ize.. ize.. Huzuru y anlış yerle rde araya Moderniz n bize.. min çarkın a düşmüş Büyükler le büyüm bize.. ek yerine Ölümü h , k ü atırlatan g eleceğim çülmeyi seçen biz e.. izi görem eyen bize .. Bize düşe n yanlışa düşmem ektir. Yarınımız ı düşünm ektir. Yarınımız için bugü nümüzü tamîr etm Duamız; ektir. Rabbim Y anlışa dü şmekten koru, yan lıştan düş ür bizi..

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

21


SÖYLEŞİ

Mehmet OKUMUŞ

“zaman ve mekan feleğin toprağıdır hangi köşesine ev kurulsa çökecek taşın çatladığı yerden”

bazıları kendi açtığı yolda ve şemsiyesinin altında tek başına sessiz sedasız yürür. peşinden gelenlerin nereye gideceğini sorma gereksinimi duymaz. yürürken o kadar sessizdir ki, tek bir ayak tıkırtısı çıkmaz. yolun sonuna da bir şehir inşa eder, derviş yavaşlığında. sonra o şehirden gider, yeniden bir yol daha açar, bir şehir daha kurar, bir yol daha, bir şehir daha… o kişiler eliyle, diliyle emek verdiği o coğrafyaların hiç birini terk etmez. hepsinde meskundur. sait maden de öyle insanlardan biridir. o, öncelikle bir şairdir elbette, sonrasında iyi bir çevirmen, yayıncı, ressam, fotoğrafçı, grafik tasarımcısı ve mütevazıdir. tevazuun, insanda yaptığı işlerden biri gibi durduğu ender şair adamlardan bir tanesidir, sait maden. derviş meşrepliği, şiire yansıtmak şiirin yapısı gereği çok eziyetli bir şey değildir. şair, bu konuda çok zorlanmaz. ama çekilen bir fotoğrafa, yapılan bir resme, tasarlanan bir kitap kapağına yahut grafiğe, derviş meşrepliği yansıtmak zahmetli bir şeydir. yeni yetme sanatlara, kadim geleneğin kokusunu vurmak her adamın kolay kolay yapabileceği şey değilken, maden bunu yapmıştır. hangi sanata elini dokunduysa içindeki madeniyle süsleyen bu “atlas adam”, fikrindeki şıklığı da yaşamındaki sükunetle gösterir. hülasa; said hoca, haydar ergülen’in ifadesiyle ”çok adam”dır.

uçurtma şiirinden… “göğün ipini tutmuş koşuyor çocuk savura savura denizi, al yeşil mor, kıyı boyunca. kapılardan içeri yaz doluyor döne döne keskin bir adaçayı, reçine, kekik kokusuyla, başdöndürücü bir çingene çergisi çığrışmasıyla, gün günden uzun, gün günden deli. dilimizde zaman av etleri tadında.” sesi sedası hırıltılı çıkmaz. ondan kulağımıza gelen ses, pürüzsüzdür ve asla bir gürültü değildir. Şiiri, sekinete ve sükunete çağırır bizi. İmgelerinden bazıları; çocuklar, nebatın envai çeşidi, ay, kök ve gök, gölge, yük vs şairin kalbini açık eder. orada herkese ve her şeye, serili bir ev vardır. gösterişsiz fakat gayet derin, gayetle latif bir ev… 22

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

maden’in mütevazi ama vakur nefesi, tutumu ve


logo olarak karşımıza çıkar. birbiriyle çeliştiği izlenimi veren bir sanatla bir öğreti, onun eserlerinde yan yana gelebilmektedir.

çevirmendir. hem de has bir çevirmen… saint-john perse, octavio paz, pablo neruda, federico garcia lorca, louis aragon, paul eluard, vladimir mayakovski, charles baudelaire gibi batı şiirinin mihenk taşlarını dilimize kazandırdı. “kardeş ruh” dediği edgar allan poe’yu çevirme nedeni olarak sunduğu gerekçe müthiş bir samimiyetin ve özenin örneğidir; “bana benziyordu da onun için çevirdim” der.

şair, yazar, çevirmen, grafiker, ressam yani seciyesi yaptığı kitap kapağı tasarımlarına, çevirmenliğine ve diğer uğraşılarına da yansır ve çekinmeden söyler bunu. herkesin burun kıvırdığı ot’u varlığının bir parçası olarak ilan ederek şöyle der kimlik şiirinde… “ben de var oldum bütün bu nesneler arasında su gibi, ağaç gibi, ot gibi gerçek. “

yaşamından biraz: 1932 yılında çorum’da dünyaya gelen sait maden ilk ve orta öğrenimini çorum’da tamamladı. İstanbul devlet güzel sanatlar akademisi, resim bölümünü bitirdi. akademi yıllarından başlayarak duvar resimleri, tiyatro dekorları, sinema afişleri, sergi ve fuar panoları hazırladı. özellikle kitap ve dergi kapağı tasarımlarına yeni bir soluk getirdi. çok sayıda afiş, kitap resimleri, süreli yayınlar için sayfa düzeni, özgün yazı karakterleri tasarladı. türkiye grafik sanatçıları derneğinin kuruluşuna katıldı. Şiir, yazmaya 13 yaşında başlar. hem de aruzla… İmge ve sembollere dayalı gerçeküstücü biçemle şiir yazan bir şairdir. şiiri iki tarafı bahçe olan bir koridordur. basiretli bir şiirdir.

“çokadam” sait maden, 19 haziran 2013 çarşamba günü saat 9:00’da hayatını kaybetti. eserleriyle; sessiz – sedasız yaşamaya devam ediyor… yol yazıları, hiçlenmeler, şiirin dip sularında, yeryüzü destanları, çağdaş ispanyol şiiri, simgeler ve grafik ürünlerinden seçmeler, açıl ey gizem ve daha bir çok önemli eserleri var.

(çorum’un böyle bir değeri daha var, sahiplenebilirsek..)

uçurtma şiirinden; “akşamları kıyıda, demlenirken altında salkım söğütün, başı dizimizde uyuyor deniz, yorgun, güleryüzlü, güvenli.”

o’nun yazısından bir kesit(tadımlık); “yavru bir serçe gibi gece tıklattı camı. düşünekaldı çocuk: açsa mı, açmasa mı? ya apansız büyüyüp serçe olursa kartal? soru gibi kıvrıldı camın ardındaki dal.

şiir çeviri ödülleri aldı. şiirlerini adama sanat, gösteri, istanbul, somut, soyut, şiir odası, türkçe, varlık, yazko edebiyat gibi dergilerde yayımladı. çekirdek yayınlarını kurdu. 8000 kadar kitap ve dergi kapağı çizdi. 500 ün üzerinde logo tasarımı yaptı. şöyle buyurur kendi tasarımları hakkında;

“benim grafiğimi biçimlendiren, alttan alta etkileyen ve destekleyen, besleyen tek kaynak benim şair tarafımdır. edebiyatım, benim resmimi çok besledi”. önemli yazarların kitaplarına hazırladığı tasarımlar da şairliği ve şiiri gibi tertiplidir. onun eserlerinde tasavvufun gizemciliği bazen bir kitaba kapak olurken, bazen bir AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

23


Bİ KERE OLUYOR... Sebiha ÖZDAĞ

Her anne babanın hayalidir evladının yuvasını kurmak. Ve her insanın rüyasıdır bir gün ruh eşini bulmak. Ancak günümüzde rüyalar yerini strese bırakıyor. Çünkü yüzüklerin takılmasıyla heyecanlı bir o kadar da masraflı bir süreç başlıyor. Yüzüğünü takarken ilk anda kesmeyen bir makasla karşılaşıyor damat adayı.

Milletçe gelenek ve göreneklerimize çok bağlıyızdır biz. 24

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

Fakat düğünler söz konusu olunca işin tadı da kaçıyor. Kesmeyen makaslar, bağlanmayan kuşaklar, açılmayan kapılar, gitmeyen gelin arabası, saklanan damat ayakkabısı, çalmayan orkestra, kesilemeyen pasta. Daha sayamadığım kimden, nerden kaldığı belli olmayan birçok adetimiz var. Damadın ve ailesinin maddi imkânları düşünülmeden herkes bir taraftan asılıyor bahşiş koparabilmek için. Oysa eskiden düğün yapana yardım edilirdi bizim toplumumuzda, şimdi olduğu gibi işi zorlaştırılmazdı.


Adetler düğün masraflarının küçük bir kısmını oluştursa da çok can yakıyor. Ama, asıl süreç o malum cümleyle başlıyor.

“Aman canım bir daha mı evleneceğiz sanki? Bir kere oluyor en iyisi olsun.”

borçlanarak evlenenlerin oranı yüzde 33 iken ülkemizde bu oran yüzde 76 civarında. Ve ilgili çekici olan diğer bir ayrıntı ise ankete katılanların düğünlerini çevreden etkilenerek yaptıklarını belirtmeleri. Düğünün amacı iki insanın kurduğu yuvayı sevenlerinin huzurunda ilan etmeleridir. Fakat artık düğünler amacından büyük oranda sapmış durumda. Adeta aileler arasındaki gösteriş yarışına dönmekte, yarışın sonunda da çileyi evlenen çiftler çekmektedir.

Ekonomik açıdan yaşanan sıkıntılara, borçların verdiği stresle birlikte eşler arasında yaşanan anlaşmazlıklar da eklenince şiddetli geçimsizlik modasının yaşanması kaçınılmaz oluyor. Yapılan araştırmalara göre boşanmaların büyük bir kısmı ilk beş yılda gerçekleşiyor. Ve sanılanın aksine boşanma sebeplerinde ilk sırayı fiziksel şiddet değil maddi sıkıntılara bağlı geçimsizlikler alıyor.

Bu cümleyle birlikte hummalı bir süreç başlıyor. En lüks düğün mekanı, gösterişli bir yemek menüsü, davetiyeler, düğün pastası, fotoğrafçısı… Sayamadığım daha bir çok şey. Aylarca süren koşuşturmalar, alışveriş, yorgunluk, gerginlik ve nihayet düğün günü geliyor.

Herkes hayatının bu özel gününde her şeyin en iyisi ve en güzeli olsun ister. Fakat şunu da akılda tutmak gerekir. İnsanoğlu için istemenin sınırı yok. Önemli olan hayatımızın her anını paylaşabileceğimiz, zorluklara birlikte göğüs gerebileceğimiz bir eşe ve içinde huzurla yaşayabileceğimiz bir yuvaya sahip olmaktır.

Bir insanın hayatında yaşayabileceği en özel anlardan birisi olan düğün merasimi üç, bilemediniz dört saat sürüyor ve bitiyor. Aylarca hazırlığı yapılan o muhteşem düğün, maalesef son bulmasıyla herkesin hafızasından silinip gidiyor.

O andan itibaren geriye kalan mutlu bir çift ve uzun süre ödenecek olan düğün borcu. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir habere göre Türkiye borçlu düğün yapma konusunda başı çekiyor. Yapılan bir ankette Avrupa’da AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

25


DERLEME

Ceviz Ağacının Dibinde Oturmak İnsan Yaşamını

Etkiler mi

?

esinde g l ö g e inde v b i d n ı n ürür acı d l ğ ö a n z i e v k Ce mı er a d a , z a oturulm

Halk arasında da çok kullanılır bu söz, bu yüzden de ceviz gölgesinde oturmak makbul değildir... Peki,

bunun neden söylenildiğini düşündünüz mü?

hiç

Ceviz ağacı sülfür gazı salgılar. Havadaki diğer gazlardan daha ağır olduğu için dibe çöker ve cevizin altında oturanı sersemletir. İşte Toroslar’a has bu söz oradan geliyor. Halkta yanlış bir kanaat olarak yerleşmiş. Sülfür gazının ozon tabakasını tamir etme özelliği var. Sırf bu sebepten dolayı dünyadaki ceviz ağacının sayısının artırılması gerekiyor. Cevizin insan

26

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


Beyne benzeyen ceviz, kavrama ve anlamayı geliştiriyor. Asya’da ceviz hala beyin gıdası olarak kabul ediliyor, bu ülkelerde öğrenciler, sınavlardan önce ceviz yiyerek notlarını yükseltebileceklerine inanıyor.

vücuduna sağladığı faydaları saymakla bitmez. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) Ziraat Fakültesi öğretim üyeleri Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sütyemez ve Yrd. Doç. Dr. Muharrem Ergun’un hazırladığı raporda, cevizin insan sağlığına faydalarını bakın nasıl anlatıyor.

Omega-3 yağ oranı düşük çocuklarda daha yüksek hiperaktif olma özelliği, daha fazla öğrenim ve davranış bozuklukları, daha fazla huysuzluk ve uyku düzensizlikleri gözlemleniyor. Ceviz, bu sorunları önleyen omega-3 bakımından çok zengin.

Cevizdeki yüksek orandaki omega-3 yağ asitleri kalp hastalıklarını, inmeyi, diyabeti, yüksek kan basıncını ve klinik depresyonu azaltıyor. Ceviz tüketimi kandaki kolesterol seviyesini düşürüyor, kalp atışlarında düzensizliği önlüyor. Cevizdeki fitosteroller, kalın bağırsak, göğüs ve prostat kanseri gibi kanser türlerinden korunma sağlıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Ceviz, damarlarda daha az pıhtılaşma özelliği olan kan tipinin üretimine ve iyi kolesterol oranının kötü kolesterol oranına göre artmasına yardım ediyor, kolesterolün damarları tıkama aşamasında önemli bir adım olan şişme ve kızarıklığı azaltabiliyor. Cevizdeki l-arginin kan damarlarının iç tarafının pürüzsüz ve düzgün olmasını sağlayarak kan-damar sisteminin rahatlamasını sağlıyor. Cevizdeki yağ asitlerinin kalp hastalıklarını önleme etkileri var.

Cevizdeki yağ profili, fitosteroller ve magnezyum, safra taşı oluşumunun önüne geçiyor.

Cevizdeki yüksek orandaki omega-3 yağ asitleri kalp hastalıklarını, inmeyi, diyabeti, yüksek kan basıncını ve klinik depresyonu azaltıyor.

Cevizdeki melatonin, beyin bezesi tarafından salgılanan melatoninin insan vücudunun kullanıma hazır formunu içeriyor. Melatonin, gece çalışan ve zaman farkından dolayı uyku düzensizliği çeken kişilerde uyuma rahatsızlıklarını ortadan kaldırabiliyor. Cevizin, antioksidan özelliği dolayısıyla kardiyovasküler ve sinir sistemine zarar veren parkinson ve alzheimer gibi çok kuvvetli hastalıkların gelişimini erteleyebileceği veya azaltabileceği ileri sürülüyor.

Derleyen: Selçuk USTA Ceviz, antioksidan savunmada önemli olan birtakım enzimlerde zorunlu kofaktörler olarak görev yapan manganez ve bakır içeriyor.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

27


ANALİZ

GÜNEYDOĞU BUHRANI BİR KÜRESEL OYUN Hacı Haldun ŞAHİN Osmanlı Arşivi Uzmanı-Araştırmacı

Söz, dinleyene göre söylenir; terzi elbiseyi adamın boyuna göre diker. Hz. Pîr İngiliz tarihçi Arnold Toynbee “Bir Devletin Yeniden Doğuşu”, (Milliyet yayınları, İstanbul 1971) adlı eserinde şöyle der. “İngilizler Musul’u işgal ettikleri andan itibaren, Kürtleri isyana teşvike koyulmuşlardır. Nedeni de Kürtleri sevmelerinden değil, Türk hükümetine karşı kışkırtıcı bir üs olarak kullanmak istemelerindendir.”

devletlerini kurma imkanına kavuşturulması fikri ve bu fikrin İngiliz delegasyonu Lord Kurzon tarafından sıkça dile getirilmiş olması, Osmanlı sınırları içerisindeki vatandaşlarımızı ve kurdukları cemiyetleri harekete geçirmiş ve bunun neticesinde Umûm Kürt Amele ve Esnaf Cemiyeti Reisi Salih Kâhya namına, Erzurumlu

Lozan Barış Anlaşması görüşmeleri esnasında

İsazâde Ahmet ve İstanbul’da Umûm Kürtler namına

İngiltere Delegasyonu Başkanı Lord Curson ülkemizin

Lolan Aşireti Reisi ve sabık Kürt Gençler Cemiyeti

güneyinde bir paravan Kürt devletçiği kurmak için

Reisi [Düzer]zâde Dersimli Mehmet Sabri imzasıyla,

hummalı bir çalışma başlatır. Durum Türkiye’deki basın

24 Ocak 1923 bir deklarasyon kaleme alınarak Lozan’a

tarafından gündeme getirilir ve büyük bir tepki fırtınası

gönderilmiştir. Bu deklarasyonda Kurmanca ve Zaza

kopar. O günün sağduyulu vatan evlatları bir araya

konuşan aşiretlerin Türk milletinin bir parçası olduğu

gelerek bir bildirge yayınlarlar.

hassaten vurgulanmıştır.

Nitekim Osmanlı Arşivi’nde tarafımızdan tespit edilerek ilk defa, 2008 yılının Ocak ayında Ufuk Ötesi Gazetesi’nde; şahsımla yapılan bir röportajla birlikte yayınlanan bir belgede (B.O.A HR. İM. 60/3, 24 Ks. [1]339), kürt aşiretleri kendi kimliklerini kendi ifadeleriyle ortaya koymuşlardır. Lozan görüşmelerinin sürdüğü sıralarda, basında çıkan Kürtlerin müstakil bir millet olarak kendi 28

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

(“Biz Kürtler, [Tûrâniyyü’n-nesl] akvâm-ı Türkiyye’den bir Türk kavmiyiz. An‘ane-i milliyemizden ve ecdâd-ı mu‘azzam ve mükerremimizden mevrûs kalan bahâdırlık ve kahramanlık ve evsâf-ı husûsiyye bu kavm-i necîbin başlıca mezâyâsını teşkîl ettiğini gören akvâm-ı Türkiyye bu Türk kardeşlerine yiğit ve cesûr ma‘nâsına olan “Kürt” nâm-ı bülendini izâfe ve tevsîm etmişlerdir.”)


Bu ilginç ve hepimizi bir kez daha düşündürecek

Yukarıda yapılan değerlendirmelerden sonra,

olan belgeyi ehl-i insafın sağduyusuna ve yüce Türk

İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon’a sorarız

Milletinin maşer-i vicdanına bir kez daha sunuyorum.

ki; İranlıların dilini konuşmakla, o millete mensup

[Başbakanlık Osmanlı Arşivi, HR. İM, 60/3] Metnin Sadeleştirilmişi

olunduğu kabul edilirse İngilizler de dahil her milletin

Bugünlerde (Lozan Konferansı görüşmelerinde) İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon’un Kürtlere bağımsızlık verilmesi fikrini ortaya atarak, Kürtler’in hamisi tavrını takınmasını hayret ve şaşkınlıkla karşıladık. Biz Kürtler, Turan neslinden bir kavimiz. Milli an’anelerimiz ve özelliklerimizden (yiğitlik, kahramanlık vb.) dolayı Türkler bize “yiğit ve cesur “ manasına gelen Kürt ismini vermişlerdir. Kürt adıyla anılan ve büyük hizmetleri geçen kahramanların isimlerinin yaşaması amacıyla Deminan, Haydaran, Kureyşan ve Lolan gibi isimler kabile ve aşiretlere verilmiştir. Bu aşiretler, bugün anavatanın Doğu Türkleri’ni oluşturmaktadırlar. Kürtlerin 1876 tarihinden önceki ve sonraki durumları araştırılacak olursa, İranlı misyonerlerin aşiretler üzerinde yaptıkları çalışmaların sonucunda

durumu tartışılır. Doğu

ülkelerini

istila

eden

ve

genellikle

dünyayı kendi toprakları içerisinde olmasını hayal eden İngilizlerin, diğer milletlerin kabullenemediği “müstemleke” kelimesinin yerine kulağa hoş gelmeyen ve aynı manayı taşıyan “manda” kelimesinin de aslında aynı şey olduğunu Kürtler anlamıştır. Dünyadaki zenginlik kaynaklarına sahip olmak isteyen İngilizlerin 12/10’u Türk olan Musul’u ve petrol kaynaklarını biz Türklere çok görmesini hayretle karşılıyoruz. Lozan

Konferansı’nda

İngiltere

Delegasyonu

Reisi Lord Curzon’un Dersim ve Bitlis olaylarından bahsederek tek millet olan Türk ve Kürt arasına ayrılık fikirleri sokma gayretini biz Kürtler anladık.İşte bu gün bütün Kürtler Lozan’daki Avrupa ve bilhassa İngiliz diplomatlarına aynı cevabı veriyoruz.

Kürtler kendi öz lisanları olan Türkçe lehçesini ve öz

Biz Kürtler, Avrupa ve İngiliz diplomatlarının parlak

kültürlerini yavaş yavaş kaybettiler. Bundan dolayı

vaatlerinin altında kendi menfaatlerinin olduğunu biliyoruz.

Erzurum, Van, Bitlis ve Musul taraflarındaki aşiretler

Ve bundan dolayı kendi direniş kuvvetlerimizi oluşturduk. 1917

Farsçadan başka bir şey olmayan Kırmanç adı verilen Farisi lehçeyi konuşmaya başladılar. Bu misyoner faaliyetlerinden az etkilenen Harput ve Diyarbakır taraflarındaki aşiretler ise ana dilleri olan Türk lehçesi ile karışık Zaza lehçesini konuşmaya

yılında İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon gibi bağımsızlık vaatlerinde bulunan Ruslara biz Kürtler:”Biz Türküz, bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata kavuşmamız sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır.” dediler.

başladılar. Bu öz Türk oğlu Türkleri Yavuz Sultan Selim Han

Kürtler bağımsızlıklarını kendilerini yok edecek

Kürtlerin Hanı Şeyh İdris-i Bitlisi’ye gönderdiği fermanla

yabancılara değil kendi ailelerinden olan Türklere ve

kendi ülkesine dahil etti. O günden bu güne kadar Türk

onları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne

akrabalarının şefkat ve himayelerinde huzurlu ve rahat

emanet etmişlerdir.

yaşamakta ve Türk lehçesi ile de konuşmaktadırlar. Sonuç olarak biz Kürtler, İngiltere Delegasyonu

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

29


EKONOMİ

24 Kânûn-ı Sânî [1]339 [24 Ocak 1923] Reisi Lord Curzon’un bizler için fikirler üretmemesini

üzerindeki nüfuzunu ortaya koymaktadır. Türk milleti

rica eder ve Lozan’daki Temsil Heyeti’ne ve Reisi sevgili

ve coğrafyası üzerinde yüz yıl önce düşünülen ve

hemşehrimiz İsmet Paşa Hazretlerine başarılar dileriz.

emperyalist batı tarafından eyleme konulan stratejik planın, günümüzde de tatbik edildiğini görmek şaşırtıcı

Umûm Kürt Amele ve Esnâf Cem‘iyyeti Reisi Salih Kahyâ nâmına Erzurumlu İsa-zâde Ahmet İstanbul’da Umûm Kürtler nâmına Lolan Aşîreti Reisi ve sâbık

olmasa gerek. Lozan

Konferansı’nda

ülkemizin

Doğu

ve

Güneydoğusundaki vatandaşlarımızın sözde haklarının

Kürt Gençler Cem‘iyeti Reisi [Düzer]-zâde Dersimli

sözcülüğüne soyunan (bugün Avrupa Birliği ülkeleri

Mehmet Sabri

temsilcilerinin yaptığı gibi) İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon’a yine en güzel cevabı bu asil milletin kendini evladı gayet kibar bir şekilde “Lord Curzon’un

İşte bu tarihi belge batılı devletlerin ve onlar

bizler için fikirler üretmemesini rica ederiz” diyerek vermiştir.

adına faaliyet gösteren Amerikan, İngiliz, Alman ve Fransız misyonerler ile komşumuz İran’ın aşiretler

Bu ülke hiç kuşkusuz milletiyle bölünmez bir bütündür. Ülkenin ve devletin en zayıf zamanlarında bile bölmeyi başaramayan iç ve dış güçler bu günde başaramayacaklardır. Günümüzde ayrılıkçı şarkılar söyleyen, bölgeye kin ve nefret tohumları aşılayan DTP, Güneydoğu bölgesindeki vatandaşlarımızın asla ve asla temsilcisi olamaz. Onlar, olsa olsa ancak küresel güçlerin Türkiye’deki

taşörenleri

olurlar.

Brüksel

veya

Pentegon’dan ellerine hangi metin verilmişse onu okurlar, hangi kelime ve kavramlar ezberletilmiş ise her gazete ve televizyon kanalında aynı ifadeleri kullanırlar.

Osmanlı Arşivi’nde bulunan belgenin tarihi ve referansı B.O.A HR. İM. 60/3, 24 Ks. [1]339 30

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


Bu süreç bilenler için elbette ki yeni başlatılmış bir süreç değildir. Kökleri bir hayli eski olup Osmanlının son dönemlerine kadar gider. 1839 Tanzimat Fermanı ve onu müteakiben 1856 Kırım Savaşı sonunda ilan edilen Islahat Fermanı din özgürlüğü, vergi eşitliği, sivil kamu makamlarına gelebilme hakkı ve askerlik hizmetini öngörüyor, her türlü şiddeti yasaklıyor, yabancıların mülk edinebilme hakkını kabul ediyordu. Protestan ve Katolik misyonerler bu durumu

şiddetle bu ilkeleri savunuyorlardı.

büyük coşkuyla karşıladılar. Zaten onlar için 19. yüzyıl adeta bir Misyon Asrıydı. Yüzyılın başlarından

1920–21 deki Koçgiri İsyanıyla Sivas ve Dersim

itibaren tüm dünyaya yayılmış işbirliği ve rekabet

bölgelerinde başlayan olaylarda bu kışkırtma ve

içerisinde sistemli olarak insanlığı bu arada Anadolu

kandırmanın bir sonucudur.

Müslümanlığını

Hıristiyanlaştırma

projesi,

batılı

misyonerlerin iştahını kabartıyordu. Onlara göre Kürdistan tam bir İncil coğrafyasıydı.

Asya’nın yumuşak karnı kabul edilen Anadolu her dönemde, Avrupa coğrafyasının emperyalist

1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda alınan yenilginin ardından, imparatorluk içerisinde bir inkılâp havasının oluşturulmak istenmesi, başta Ermeniler

devletlerinin

hâkimiyetleri

altında

bulundurmak

istedikleri bir coğrafya olurken, bu topraklar üzerindeki

olmak üzere birçok zümre üzerinde etkili olmuş adeta

Türk milleti de onları rahatsız eden en temel unsur

isyanları ateşlemiştir. Hemen akabinde Protestan

olmuştur. Bundan dolayıdır ki, sözde Ermeni soy kırım

Enternasyonali tarafından bir Ermeni-Kürt Sorunu,

iddiaları, Kıbrıs meselesi hep sıcak tutulduğu gibi buna

Ermeni-Kürt İttifakı düşüncesi işlenmiş, Anadolu halkının zihinleri bulandırılmaya çalışılmıştır.

son dönemlerde birde güneydoğu meselesi eklenmek istenmektedir.

Türklerin

Anadolu

topraklarından

atılması,

sistemli olarak Müslüman ahalinin Hıristiyanlaştırılması, batının misyonerler vasıtasıyla yürüttüğü önemli bir dış siyasetti. Bu siyasi projenin hayata geçirilmesi hiç kuşkusuz Anadolu topraklarında yüzyıllardan beri birlik ve kardeşlik içerisinde yaşamış değerlerin

Oysaki Türkü diğer milletlerden seçkin ve hâkim kılan sır, hâkimiyeti altındaki milletleri; hangi ırk ve

birbirleriyle olan çatışmasına veya birbiriyle ittifakına,

dinden olursa olsun onların örf, adet ve inançlarına

ya da devlete baş kaldırmasına bağlı idi.

son derece saygılı olması adaleti her kesime eşit

Başkan Wilson’un, halkların kendi kaderlerini

tatbik etmesidir. Emperyalist batı gibi bünyesindeki

tayin hakkındaki ilkeleri misyonerler vasıtasıyla,

azınlıklara asimilasyon metot ve usullerini tatbik

Doğu

etmemiş bilakis, onları aslî unsur saymış değişik

vilayetlerinde

yaşayan

birçok

Kürt

ve

Alevi vatandaşımızın politik ve ayrılıkçı ümitlerini canlandırmıştı. Nitekim 1918 sonlarında İstanbul’da kurulmuş olan Kürt Teali Cemiyeti ve cemiyetin önde gelen isimlerinden Kamuran Bedir Han açıkça ve

görev ve makamlara getirerek de taltif etmiştir. Bir an olsun aksini düşünün, diğer diller ve kimlikler bugün tartışılıyor olur muydu?

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

31


GEZİ-YORUM

Hitit Üniversitesi tarafından Finans Sempozyumlarının 19.su bu yıl Çorum’da düzenlendi. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Bankacılık ve Finans Bölümü ile Finans Bilim Platformu tarafından organize edilen sempozyum 21-24 Ekim 2015 tarihlerinde Anitta Otel’de yapıldı. 18 yıldan beri düzenli olarak her yıl bir üniversite ile birlikte düzenlenen Finans Sempozyumları finans alanında çalışan ve araştırma yapan tüm akademisyenler ile uygulamacılar, finans sektörü ile ilgili kurum ve kuruluşlar ile özel sektör temsilcilerinin ilgi gösterdikleri, alanındaki en önemli sempozyumlardan birisi olma özelliğini taşıyor. Kurulduğu günden itibaren bünyesine kattığı akademisyen ve düzenlediği etkinliklerle bir dünya üniversitesi olma yolunda hızla ilerleyen Hitit Üniversitesi, ulusal ve uluslararası etkinlikleri öğrencileriyle buluşturmaya devam ediyor. Rektör Prof. Dr. Reha Metin Alkan’ın da üzerinde önemle durduğu etkinlikler içerisinde yer alan 19. Finans Sempozyumu aynı zamanda Çorum’un il plaka kodu ile aynı olması da şehrimiz açısından ayrı bir öneme sahip. Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan, 2 yıl öncesinde teslim alınan bu sempozyum düzenleme kararı ile yoğun bir çalışma içerisine girdiklerini ve tüm misafirlerini en iyi şekilde ağırlamaya çalıştıklarını söyledi. Rektör Alkan, sempozyumun düzenlenmesinde büyük emeği olan Yrd. Doç. Dr. Eşref Savaş BAŞCI ve emeği geçenlere teşekkür etti.

32

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

33


BU ÜLKEDE İSKİLİPLİ ATIF HOCALAR ve O’nun TEMSİL ETTİĞİ DEĞERLER

İLELEBET YAŞAYACAKTIR Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Müdürü ve Hitit Akademi Derneği Başkanı Yrd. Doç Dr. Zekeriya IŞIK ile son günlerde bir kez daha gündeme oturan İskilipli Atıf Hoca ile ilgili kısa bir sohbet gerçekleştirdik. Işık, tarihi konulara yaklaşımı ve ele alış biçimi ile sıra dışı bir tarihçi portresi çiziyor bizlere. İskilipli Atıf Hoca, bu şehirde yaşayan insanlar olarak bizleri yakından ilgilendiriyor. Belli dönemlerde birileri çıkıp merhum İskilipli Atıf Hoca hakkında konuşuyor. Zekeriya Işık hocanın da bu konuda söyleyecekleri var elbette.

Onlar İskilipli Atıf Hoca’nın şahsında kimi idam etmek istediklerini, neyi yok etmenin peşinde olduklarını çok iyi biliyorlar. Ben Merhum İskilipli Atıf Hoca’ya yapılan hakaretlerin şahsına değil, onun şahsında temsil edilen değerlere yapıldığını düşünüyorum. Burada mesele ölümünün üzerinden nerede ise bir asır geçmiş olan bir insanı hedef almak değildir. Onlar İskilipli Atıf Hoca’nın şahsında kimi idam etmek istediklerini, neyi yok etmenin peşinde olduklarını çok iyi biliyorlar. Peki, bugün niçin yeniden gündeme taşıyorlar, çünkü etraflarına baktıkça memleketi Adana, Yozgat, Rize, Konya, Çorum, Diyarbakır, Aydın olan yeni Atıf Hocalar görüyorlar. Diyorlar ki nasıl olur? Biz bu adamı ve onun taşıdığı iman, inanç ve zihin dünyasını, değerleri idam etmemiş miydik? Şimdi nerden çıktı bu insanlar. Ama bilmiyorlar ki İbrahim yoksa İsmail, o da yoksa Rabbim Hz. Muhammed’i gönderir ve arş ile yer durdukça Allah’ın muradı devam eder ve yeryüzünden inananlar hiç eksilmez. Şimdi onlara göre bazı siyasiler, aydınlar, akademisyenler vs. isimleri farklı olsalar da İskilipli Atıf Hoca’nın namını alınlarında taşıyorlar. O zaman doğrudan bu insanları ve kurumları hedef alma cesareti gösteremeyeceklerine göre biz yine merhum Atıf Hoca’ya ne diyecek ve ne hakaretler edeceksek edelim kız gelin misali birileri de anlarlar ve kendilerine çeki düzen verirler diyorlar, işte bütün mesele budur. Benim kanaatime göre Cumhuriyet tarihi boyunca II. Abdülhamit Han’ın düşürülmesi, Menderes’in idamı muhafazakâr tabandan gelen siyasi geleneğe; İskilipli Atıf Hoca’nın idamı ise aynı tabanın sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik diriliş reflekslerine balans ayarı yapmak maksadıyla sürekli zihinlerde canlı tutulmaya çalışılıyor. Yani torunlarına dedelerinin idamını her gün hatırlatarak ayağınızı denk alın, yoksa sonunuz dedenizinki ile aynı olur demek istiyorlar. Ama Elhamdülillah öyle


bir nesil geldi ki, o nesil artık dedesinin mirasına sahip çıkıyor. Akif’in Asım’ın nesli olarak ifade ettiği o nesil çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecektir. Bu ülkede İskilipli Atıf Hocalar ve O’nun temsil ettiği değerler ilelebet yaşayacaktır. Yeter ki biz değerlerimizin farkında olmaya ve onlara sahip çıkmaya devam edelim. Peki, Atıf Hoca’nın bir sembol olduğunu, asıl düşmanlıklarının O’nun şahsında taşıdığı değerlere olduğunu belirtiyorsunuz. O zaman, Atıf Hocaların ve onların taşıdığı değerlerin karşısında olan bu insanların derdi ne, bu insanlardan ne isteniyor sizce? Ne istiyorlardan ziyade ne istemedikleri üzerinden gidelim: Zengin oğlan fakir kız filmindeki rollerin değişmesini istemiyorlar. Ekranlarda bir tüketim toplumu oluşturmanın temel yollarından birisi haline gelen şatafatlı diziler yerine; milli, manevi ve nostaljik hikâyeleri işleyen yapımları görmek istemiyorlar. Necip Fazıl da Orhan Veli gibi yazsaydı diye iç geçirip yeni Necip Fazıllar yetişsin istemiyorlar. Pijama ile karşıladıkları siyasilerin, manşetlerle devirdikleri hükümetlerin, sokağa davet ettikleri askerlerin, her an emre ve eyleme hazır cübbelilerin hayalini kurup bu yollarla yön verdikleri siyaset ve toplumun özlemi içerisinde mevcut düzenin daha fazla devam etmesini istemiyorlar. Dünyanın en lüks lokantalarında etini yemedik hayvan bırakmayan bu insanlar Kurban bayramında zavallı hayvanların (!) kesilmesini istemiyorlar. Tiyatro, sinema, spor salonları ile ibadet yerlerini kıyaslama, toplumu medeni ve yobaz olarak sınıflandırma faşizanlığını gösteren bu zavallılar, dedeleri gibi ibadet eden torunlar istemiyorlar. İsterse dünyanın en müreffeh ülkesi Türkiye olsun, dün Abdulhamid’i istemeyenler bugün bu müreffeh ülkenin mimarını istemiyorlar. Kısaca bu mustazaf milletin yeniden ayakları üzerine dikilmesini ve İslam dünyasının sancaktarlığını yapmasını istemiyorlar… Ama çırpınışları boşuna… Allah’ın vaadi var… Biz layık olmaya devam edersek Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. Bu millet, bu ülke asırlardır dili, dini, ırkı ne olursa olsun mazlumların sığınağı olmuş elhamdülillah! XV. Yüzyıl sonlarında İspanyol zulmünden kaçan Yahudi de, 1848’lerde Rus zulmünden kaçan Macar da dedelerimize sığınmış. Hocam, sizi oldukça yorduk ancak Suriyeli mülteciler konusunu da sormadan edemeyeceğim. Gitsinlerkalsınlar polemikleri havada uçuşuyor, bir sürü sosyolojik ve ekonomik problemden bahsediliyor. Bir akademisyen, sivil toplumcu gözüyle baktığınızda siz olayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Hadisenin siyasi, toplumsal, ekonomik bir sürü yönü var ancak tarihi ve insani bir yönü de var. Anadolu tarih boyunca gelenlerin, gidenlerin ve kalanların bir

birine karıştığı bir coğrafya olmuştur. Bu coğrafyada safi kalmış bir etnisiteden bahsetmek mümkün değildir ve bu coğrafyada birileri tarihin bir deminde mutlaka muhacirdir ya da mültecidir. Şimdi tarihi gerçekler böyle iken bugün savaştan kaçıp ülkemize sığınanlara gitsinler diyenler hangi ülkenin ve milletin tarihinden besleniyorlar anlaşılır gibi değil. Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi Allah bizi hem af hem adam etsin. Daha elli ya da bir, bir buçuk asır önce oradan oraya savrulan dedelerin torunları yarın onların yüzüne nasıl bakacaklar. Mesela, benim babamın dedesi I. Cihan harbinde Gümüşhane’den göç ederek Çorum’a gelip yerleşmek durumunda kalmış. Ülkemizdeki Çerkez kardeşlerimizin büyük bir çoğunluğu Rusların başlattıkları Batıya doğru işgal ve asimilasyon politikalarından kaçarak ülkemize gelmiş. Arnavut, Boşnak, Bulgar, vs. Balkanların kaybedilmesiyle yüzbinleri bulan insan Anadolu’ya sığınmış. I. Dünya savaşı yıllarında o ya da bu şekilde Türkiye’ye sığınan göçmen sayısının 17 milyon küsür nüfuslu bir imparatorlukta 3 milyonu aştığı ifade edilmektedir. Evet, bu millet, bu ülke asırlardır dili, dini, ırkı ne olursa olsun mazlumların sığınağı olmuş elhamdülillah! XV. Yüzyıl sonlarında İspanyol zulmünden kaçan Yahudi de, 1848’lerde Rus zulmünden kaçan Macar da dedelerimize sığınmış. 1990’larda Bulgar zulmünden kaçan soydaşlarımız, yine aynı dönemlerde Körfez savaşında Saddam’ın katliamlarından kaçan peşmerge, bugün de Esed ve Işid zulmünden kaçan Araplar, Ezidiler, Kobanili Kürtler de olduğu gibi. Efendim devletimiz şu kadar para harcadı, zarara girdi falan. İnsanların çocukların, kadınların, yaşlıların en temel ihtiyaçları için var olamayan bir devleti, ekonomik imkânları millet, insanlık ne etsin. Yine üstadın dediği gibi ağlayabilmek için ille yılanlı kuyuya düşmek mi lazım? Bu konuda yaşanan ve yaşanması muhtemel olan sosyal, toplumsal ve ekonomik problemler anlaşılır olmakla birlikte bu insanlar bizim misafirlerimizdir. Bizim tarihe, insanlığa her şeyden önemlisi Hak’ka karşı sorumluluklarımız bunu gerektirmektedir. Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Röportajımızı bitirirken son olarak neler söylemek istersiniz. Bugün İslam beldelerindeki kaos, karmaşa ve savaşları doğum sancıları olarak görmek istiyorum. Karanlığın en koyu olduğu noktada aydınlık başlarmış. Allah’ın izniyle bu aziz millet ve bu milletin öncülüğünde mazlum ümmet tekrar tarihteki o şanlı yerini alacaktır. Yeter ki biz birbirimize, milli ve manevi mirasımıza, tarihimize sahip çıkmaya ve değerlerimizi savunanları savunmaya ve desteklemeye devam edelim. Sözlerimi Necip Fazıl’ın şu dizeleriyle bitiriyorum: Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

35


ANALİZ

Her Şey Onlar İçin Okul öncesi dönemde zamanının tamamını evde ailesi ile birlikte geçiren çocuğumuz artık okullu oldu. Çocukların birçoğu okula başlama dönemini sıkıntısız atlatmaktadır. Ancak bazı öğrencilerimizde birçok sebepten ötürü bu dönem çok sıkıntılı geçmektedir.

36

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

Bu sıkıntıyı sadece bir sebebe bağlamak hata olur. Daha önce ailesinden hiç ayrılmamış kuzucuklar günün yarısını hiç tanımadığı bir ortamda, hiç tanımadığı insanlarla geçirecek! Onlarla birlikte oynayacak, birlikte yemek yiyecek, lavaboyu ortak kullanacak, oyuncak paylaşacak.


Ali KABASAKAL Evde ailesinin tek gözdesi iken burada 20-25 çocuğun arasında sıradan bir öğrenci olacak. Çocuğumuzun yaşayacağı bu stresi basite almayın. Unutmayın ki bu stresin sebeplerinin birçoğunu aile olarak biz yarattık. Çocuğumuza kendine güvenmeyi öğretmedik, bize güvenmesini öğretmedik, topluma güvenmeyi öğretmedik. Bu güvensizliklere rağmen çocuğumuzu bir güven havuzuna attık. Kendine güvenecek çünkü daha önce yapmadığı bütün işlerini kendisi yapacak, ailesine güvenecek çünkü en sevdikleri evlatlarını bir anda terk ettiler, daha önce hiç karşılaşmadığı insanlara güvenecek çünkü ebeveynleri ‘’burası senin okulun, artık burada kalacaksın’’ dedi. Çoook zor… Herkes kendi üzerine düşen görevi yapacak, hem de hep birlikte. Öncelikle içine girdiği yeni ortama güvenmesini sağlayacağız. Bunu da gerekirse aşırı bir sevgi gösterisi ile yapacağız. Güler yüzlü olacağız, sevecen olacağız, tüm ilginin onların üzerinde olduğunu hissettireceğiz. Ailesine güvenmesini sağlayacağız. Gerektiğinde tüm işimizi bir tarafa bırakıp onunla birlikte günümüzün tamamını geçireceğiz, her zaman yanında olacağımızı hissettireceğiz.

gülücük, bir öpücük, bir sarılma. İnanın bu ödüller alacağınız pahalı bir hediyeden daha tesirlidir ve daha kalıcıdır. Özellikle okul öncesi eğitim kurumlarının merkezinde her zaman çocuklar vardır. Diğer tüm unsurlar onun etrafında sarmal oluşturmaktadır. Her şey onlar için vardır ve onların birey olarak gelişimini desteklemek için bir araya gelmiştir. Öncelikle kurumu kendimiz benimseyip, kendimiz güveneceğiz. Çocuğumuza da bu güveni hissettireceğiz. Örgün eğitime geçişin ilk basamağı olan okul öncesi eğitim kurumları çocukların yeni ailesi olmaya aday mekânlardır. Unutmayın ki artık çocuğunuz toplumun içinde bir birey oldu. Büyüdü ve artık okullu oldu. Bizler onlara var olduklarını ve büyüdüklerini hissettiren kurumlarız. Her zaman sizinle beraberiz çünkü biz bir aileyiz.

Kendine güveninin gelişmesi için okulla işbirliği içinde olacağız ve orda öğrendiklerini günlük yaşamında da uygulamasını sağlayacağız. Attığı her güzel adımda küçük ödüller vereceğiz. Bu ödüllerin birçoğu maddi ödül olmayacak. Bir AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

37


Fatma UMUTLU Sükutun altın eşiğinden sıyırdığım gümüş sözlerle kağıda hükmümü geçirip gönlümden sızanları bir bir yazyorum. Hani sözler ki; sese mana kılan, hayaller kuran, umutlar yıkan, savşlara kurşun, barışlara tebessüm olan, bir ‘’Evet’’le hayatları buluşturan sevenleri kavuşturan sözler... Bebeğin ağlaması onun sözüdür, kuş cıvıltıları huzurun, çiçekler baharın, şiirler aşkın sözüdür. Aşk demişken ne de yakışıyor seviyorumlar dudaklara, özledimler satırlara, dualar avuçlara, sabırlar göz yaşına... Neler neler değişiyor o harf yığınlarıyla, ne hayatlar yüzünü güne dönüyor kimini bir eylül telaşıyla sarartıyor kimine bir nisanla çiçekler sunuyor... Peki bizim hayatımızın dönüm noktalarında ki o sözler neydi? İşe alındın, okulu kazandın, baba oluyorsun ya da anne, ya askere gidiyorsun ya da kim bilir bir sözle kimden ayrılıorsun ? Zaten her şeyi değiştiren sözler değil mi? Kim bilir senin dudaklarının ucundaki kıvılcım kimi yakıp kavurdu, kime ışık kime cehennem oldu? Dilinide ki bakla yada dişlerinle çevrilmiş bir kafeste ki asi kanarya. Ağızdan çıktı mı artık hükmeden sözlerindir sana. Güvende tuğun sözlerle gelen bir cevherdir aslında. Gönül almayı bilmeyene ömür emanet edilmez diyor ya H.z Mevlana, kalbinin kırılmasından çok kalbini kimin kırdığıda mühimdir aslında, sen sen ol da bir sözünle buna sebep olma. Mesela kalbimden önce sözlerim kırılır benim, saklanır dudaklarımın ardına, gözlerimden dökülür sustuklarım damla damla, ki susmakta bir söz değil mi halden anlayana? Bir sanattır söz söylemek. Ben en güzel sanatçıdan bir hadise sığınıp ‘’Ya güzel söyle ya da sus’’ derim. Çünkü; söz var incidir, söz var incitir...

38

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


ÇORUM’un

HER GÜNÜNDE HER AKŞAMINDA BİR ENTELEKTÜEL FAALİYET VAR Çorum Belediyesi’nin kültürel, sosyal ve sportif faaliyetleri üzerine konuşmak için Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Mustafa Ercan’ın kapısını çaldık. Zaman darlığı nedeniyle belediye faaliyetlerini detaylıca konuşamasak da Mustafa Bey, her zamanki gibi güler yüzüyle bizleri karşılıyor. Tez canlılığını bildiğimizi Mustafa beyi fazla bekletmeden hemen söyleşimize başladık.

Son yıllarda Çorum’un kültürel etkinlikler anlamında bir hayli ivmelendiğini görüyoruz. Belediyeyi buna motive eden etkenlerden bahseder misiniz?

Sorunuzu cevaplamaya bir anektotla başlayım. 2009 yerel seçimlerinden hemen sonra, nisan ayının ilk haftası olsa gerek, Muzaffer Bey makamına çağırdı, “bu dönemde Çorum’u kültürel ve sosyal alanda da hak ettiği konuma getireceğiz, çok çalışmamız gerekiyor, artık mesai kavramımız yok, hayırlı olsun” dedi. Çorum Belediyesi’nin son 6 yıldır yaptığı tüm çalışmaların motivesi bu anlayıştadır aslında. Muzaffer Bey bu konuşmayı sadece benle değil, tüm müdür arkadaşlarımızla yaptı ve

her bir arkadaşımız da bunu müdürlüklerindeki çalışma arkadaşlarına anlattı. Ben 25 yıldır mahalli idarelerde çalışıyorum, bunun neredeyse 21 yılı Çorum Belediyesinde geçti. Belediyecilik kamunun diğer kurumlarındaki hizmetlerden çok daha farklıdır. Belediyelerde başkanından tutun da memuruna kadar herkesin hayatının tam merkezine belediye vardır. Bu başka bürokratlar için ya da memurlar için böyle değildir. Benim de çok sevdiğim bir söz vardır; “hayatınızdan işinizi çıkartın, geriye ne kalıyorsa o’sunuzdur” der kadimler. Belediyecinin hayatından işini çıkartın geriye yine belediye kalır; bir kere tattıktan sonra bırakamazsınız. Biz bu tadı ve anlayışı çalışma arkadaşlarımıza güzel hissettirdiğimizi düşünüyoruz; bizim müdürlüğün tarihinde ilk kez kesintisiz altı yıldır müdür değişmemiş. Bu motivemizin hiç eksilmediğinin ve artarak devam ettiğinin göstergesidir. Kültürel ve sosyal alan halkla direk temas kurabildiğimiz bir alan, yaptığımız işlerin yansımasını anında görebiliyoruz. Bir ikramda bulunurken bir hemşehrimizin gözlerimize bakarak gülümsemesi, bir konferanstan sonra bir talebenin gelip notlarını gösterip teşekkür etmesi, bir sempozyum kitabımıza dünyanın başka bir ülkesinde atıf yapılması, bir konserde ailelerinin hep birlikte alkış tutması bizim motivemizdir. Biz arkadaşlarımızla bunları görebildiğimiz için yorulmadan çalışıyoruz diye düşünüyorum. •

Motivasyonunuzdan bahsederken yaptığınız etkinliklerin bazılarından bahsettiniz. Kültür müdürlüğü ne iş yapar, yaptığı işleri nasıl tasnif edebilirsiniz?

Önce şunu belirtmeliyim, kültür müdürlüğü ya da kültür bakanlığı çok iddialı isimler aslında. Kültür müdürlüğü kültürü yönetmez ya da yönlendirmez; kültürü korumak için çaba sarf eder. Bizim müdürlüğümüzün tam ismi kültür ve sosyal işler. Böylelikle temel faaliyet alanlarımızı ikiye ayırabiliriz. AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

39


RÖPORTAJ

Kültürel faaliyetlerimiz ve sosyal faaliyetlerimiz. Kültürel çalışmalarımızı da iki başlık altında topluyoruz. Sempozyum, panel, konferans, yayın ve yayım faaliyetleri gibi ilmi çalışmalar; fuar, turizm, basın faaliyetleri gibi tanıtım çalışmaları. Sosyal faaliyetlerimiz ise, spor faaliyetlerimiz, gezilerimiz, ikramlarımız, kurslarımız gibi faaliyetlerden oluşuyor. Biliyorsunuz, kadın kültür merkezlerimiz ve gençlik merkezlerimizde eğitim çalışmalarımız da büyüyerek devam ediyor. Bu faaliyetler de müdürlüğümüz bünyesindeydi; artık Tesisler Müdürlüğümüz bünyesinde hizmet veriyoruz. Yine geçtiğimiz yıllarda Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü kuruldu; şimdi bu müdürlüğümüzün bünyesinde hizmet sunduğumuz, gıda yardımları, giysi yardımları, evde bakım hizmetleri, engelli hizmetlerimi ve yardımlarımız da kültür müdürlüğü bünyesindeydi. Bunun yanı sıra spor faaliyetlerimiz de müdürlüğümüz bünyesindeyken artık Spor Müdürlüğümüz ve Belediye Spor Kulübü ile birlikte yürütüyoruz. Bizim faaliyet önceliklerimizden biri de sivil toplum kuruluşlarıyla ya da diğer kamu kurumlarıyla ortak yaptığımız işler. Bu anlamda bu güne kadar neredeyse hiçbir STKmızı, imkanlar ölçüsünde, eli boş göndermedik. Biz bunu çok önemsiyoruz, Muzaffer Başkanımızın bize olan talimatı da bu yöndedir, şehri halkla birlikte yönetmeliyiz. Sivil toplum kuruluşları bu anlamda şehir yönetiminde çok önemlidir. Yeri gelmişken Kent Konseyi sekretaryası da müdürlüğümüzce yürütülmektedir.

40

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

Sivil toplum kuruluşlarıyla ortak projeler yaptığınızı söylediniz. Parantez açıp bu konu üzerinde biraz durmak istiyorum. Sivil toplum nedir, ne olmalıdır ve ilimizde STKlar bunda ne kadar başarılıdır?

Sivil toplum hem felsefeyle hem siyaset bilimiyle hem hukukla hem de sosyolojiyle bağıntılı bir olgudur. Aslında bir hedeftir, amaçtır. Ülkemiz açısından baktığımızda son 30 yıldır gündemimize sokulmuş olan bir kavramdır. Belki 80lerden sonra sivil kavramının vurgulanma arzusundan böyle bir çaba oldu. Sivil toplum, askeri olandan arındırılmış olan anlamından kullanılmak istendi. Bizim camiamız açısından da durum çok farklı değil. İslamcılar da 90larda sivil toplumu kullanmaya başladı; devlete karşı bir birlik olma amacıyla. Bilhassa 28 Şubat sonrasında sivil toplum sığınağımız oldu. Durum böyle olsa da sivil toplum bizim için masum bir kavram değildir, oryantalist bir kavramdır. Evvelden sivil toplum yerine vakıf ya da dernek kullanılırdı, doğrusu bizim medeniyetimiz de bir vakıf medeniyetidir. Fakat biz artık ne yazık ki bunu unutup STKlar inşa etmeye başladık. Vakıfken verirdik, STK olduk almaya başladık. Neye niyet neye kısmet! (gülüyor) Ama tabii ki bu tespit bizi sivil toplum kuruluşlarına küstürmemeli, ne de olsa bu kavram vahiyle gelmedi. Varlık kazanırken kendini böyle mânâlandırmış olması bizim bu mânâyı değiştiremeyeceğimiz anlamına gelmez. Yasin Aktay hoca sivil toplum kavramından kaçamıyoruz, bari ödünç alalım


da işimize geldiği gibi kullanalım demişti; doğrusunu söylemek gerekirse ben de Yasin Bey gibi düşünüyorum. İşin bu açıdan realitesini ortaya koymaya çalıştım. Bir başka yönü daha var ki, bu beni daha çok üzüyor. Madem böyle bir kavramı ödünç aldık ve kullanıyoruz bari amacına uygun kullanalım. Bizim ülke olarak yapamadığımız şeylerden biri de bu; batıdan kimi kavramları alıp kendi değerlerimize ikame ediyoruz, sonra da aldığımızı da doğru kullanamıyoruz. STK da bu kavramlardan biri. •

Biraz daha açabilir misiniz, STKların amacı batıda nedir, biz ne amaçla kullanıyoruz?

Türkiye pratiğinde STKlar her dönemde iktidardan pay almanın aracı olarak kullanılmıştır. STK batıda karar alma süreçlerini etkilemeyi amaçlarken biz de karar alan olmayı amaçlamakta. Bu çok tehlikeli bir durum. Dünyanın başka yerinde görülemeyecek kadar garip. Bir cemaat ya da sivil toplum kuruluşu devlete sen biraz bekle, artık ben devletim derse artık orda sivil bir olgu kalmamış olur. Bunun adı terördür. Aslında temel mesele çok net, değerlerimize başkalarının kavramlarını monte etmeye çalıştığımızda böyle tehlikelerle karşılaşıyoruz. 300 sene öncesinin bir vakfını tahayyül edin, hiç düşünebiliyor musunuz devletine gidip artık ben devlet olmak istiyorum diyebilmesini. Böyle bir arzusu olmaz ki. Çünkü vakıf sivildi, STK sadece sivil görünümlü. İsminde sivil olmasından da belli değil mi zaten, milli eğitim gibi. (gülüyor) Amaç böyle olunca haliyle STKcılık da bir amaç değil araç oluyor. Bakıyoruz, sivil toplum kuruluşunun yöneticisini birkaç ay sonra başka mecralarda yarışıyor. Neyse, konuyu çok dağıttım galiba; parantezi kapatsak iyi olacak. (gülüyor) •

Peki, yeniden belediyeye dönelim. Sivil toplum kuruluşlarıyla ortak projeler yaptığınızı, onları desteklemeye çalıştığınızı söylediniz. Ne tür destekler bunlar?

Çorum, Anadolu’nun diğer illerine göre bu işlerde çok çalışkan ve çok profesyonel. İlimizdeki sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerini bir takvimde toplasak her güne not düşecek bir şey çıkar. Salon konusunda, basılı malzeme konusunda, kimi zaman konuşmacı konusunda yardımcı olmaya çalışıyoruz bu kuruluşlara. Bazen de bize gelip bizi şu programı yapmayı düşündük ama imkanımız yok diyorlar, biz belediye olarak programın tamamını üstleniyoruz. Bunu şu açından önemli buluyorum, bir dernekle program yaptığınızda o derneğin her ferdi yapılan işi sahipleniyor, aslında şehrin yönetiminde söz sahibi olabildiğini hissediyor, demokrasiyi hissediyor. Bir öğrenci kulübü gelip biz şu hocayı dinlemek istiyoruz ama ne paramız ve ne mekânımız var dediğinde biz o kardeşlerimizi geri çeviremeyiz ya da tamam biz getirelim siz de gelin dinleyin diyeme-

yiz. Onlara hocayı davet edin, tarihi belirleyin bize de sizden şunu istiyoruz deyin diyoruz. Böyle yaptığımızda onlar da bu işin bir parçası olduklarını hissediyorlar. •

Biraz da diğer faaliyetlerinizden bahsedelim istiyorum. Kent arşivi biriminiz var, kent arşivini bize anlatabilir misiniz?

Kent arşivi Çorum’un hafızası. Belki de karşılığını hemen hissedemediğimiz ama en önemli faaliyetimiz. Biz kent arşivinde Çorum’un geçmişine ve bugününe dair ne varsa muhafaza ediyoruz. Aynı zamanda geçmişte ne olduğu araştırıyoruz. Adeta bir üniversite enstitüsü gibi üretiyor. Onlarca kitap yayınladık, bunların hepsi Çorum’un tarihle, kültürüyle ilgili. Kent arşivimizin ihtiyar dostları var; sürekli gelirler, İrfan beye Çorum’a dair bildiklerini anlatırlar. O sohbetlerden onlarca kitap, onlarca makale başlığı çıktı. Burada temel olarak iki yol izliyoruz. Bir, Çorum tarihine dair çalışması gereken bir konu varsa, o konuyu kimin çalışabileceğini tespit edip ilgili hocalarımıza teşvik ediyoruz ve çalışmalarını yayınlıyoruz. İkinci yol ise, çalışıp bize yayınlamamız için teklif getiren hocalarımızın teliflerini değerlendiriyoruz. Böylelikle Çorum Belediyesi Kültür Yayınlarından bu güne kadar ortalama bir yayınevinin bastığı kitaptan daha fazla kitap basıldı. •

Sayın Müdürüm, sohbetinize doyum olmuyor. Anladım ki, müdürlüğünüzün faaliyet alanlarını bir röportaja sığdıramayacağız. Birçok faaliyetinizden bahsetme fırsatımız olmadı. Vakit ayırıp çalışmalarınızdan bahsettiğiniz için çok teşekkür ederim. Çorumun kültür hayatına dair son sözleriniz nelerdir?

Bu sorunuzu da oğlumla aramda geçen bir diyalog ile cevaplayım. Oğlum yıllardır İstanbul’da yaşıyor, ilk gittiği yıllarda bana sürekli İstanbul’daki kültürel etkinliklerden bahsederdi, belediyelerin ve vakıfların düzenlediği etkinliklerden. İstanbul’u bırakıp gelemem, her akşam beslenecek bir şey buluyorum burada, İstanbul’u yaşayabiliyorum derdi. Son iki üç yıldır artık Çorum hem yaşanılabilir hem de yaşanabilir bir şehir oldu diyor. Yol, su gibi hizmetleriyle nahiyeden ilçe merkezine; üst yapı, dinlenme alanları, kültürel ve sosyal hizmetlerde de köyden kente dönüştü diyor. Artık Çorum’un her mahallesinde ahbablarla sohbet edip kültürün paylaşılabileceği mükellef parklar var; artık Çorum’un her mahallesinde hanımların, gençlerin, çocukların gidip hem eğlenecekleri hem de öğrenecekleri merkezler var; artık Çorum’un her gününde her akşamında bir entelektüel faaliyet var. Son sözüm bir rica olsun; Benim hemşehrilerimizden iki ricam var, bir Çorum’u yaşayınız; iki Çorum’u yaşanabilecek bir yer haline getiren ufkun mimarı olan Muzaffer Külcü’ye daha fazlası yapabilmesi için dua ediniz. AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

41


ANALİZ

Tahta Röportaj:Zihni ÖNER

Bir çırak usta olmak istiyorsa, ustasından daha iyi işler çıkarması gerekir. Bidergi, geleneksel el sanatlarını tanıtmaya ve ustalarla konuşmaya devam ediyor. Bu sayımızda da tahta kaşık ustası Şevki amca ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Babasının yaptığı tahta kaşıkları pazarda satarak mesleğe başladığını söyleyen Şevki Kilkaya, 1954 yılında İskilip-Hallı Köyü’nde doğmuş.

42

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


“Rahmetli babam kaşıkları yapıyor, ben de el arabası ile pazarlarda satıyordum. Evimizin sebze meyve ihtiyacını karşılıyor hem de harçlığımı çıkartıyordum. Bir gün pazara babamla birlikte gittik. Babam bu iş bitti artık, gözlerim görmüyor, yapamıyorum” dediği gün ben de kendimi tahta kaşık yaparken buldum diyor Şevki Amca.

adeta gözleri parlıyor. İşine aşık bir usta. Yılların getirdiği tecrübe ile odunların nasıl tahta kaşık halini aldığını anlatırken sanki o kadar kolay yapılıyormuş gibi anlatıyor bize tahta kaşık yapmayı.

Odunların başına geçtim, babamın yaptığı gibi odunları yarmaya başladım. Tahta kaşık ve kepçeler yavaş yavaş elimde oluşmaya başladı. Babam geldi, baktı. “Evlat, benden daha iyi usta olmuşsun. Sağlığın elverdiği sürece sen bu işi yap, dedi. Babam bana bu mesleğin devam etmesi için vasiyette bulundu. Ben de babamdan öğrendiğim bu mesleği ölene kadar devam ettireceğim.

“Ellerim artık hangi hareketi ne zaman nasıl yapacağını ezberledi. Kaşıklar şekil alıveriyor. İnsanoğlu o kadar güçlü ki her şeyin üstesinden geliyor. Babamın bana hem manevi hem maddi çok büyük destekleri oldu. Mekanı cennet olsun. Her şeyden önce sizlere teşekkür ederim. Bu mesleği araştırarak beni burada yalnız bırakmadığınız için. Bu benim için bir şereftir. Rahmetli babamın bir sözü vardı “1’i bilmeyen 5’i bilmez”, Azı bilmeyen çoğu da bulamaz” İnsanların birbirlerine hep maddi çıkarları için değil de maneviyatı ön planda tutarak ilişkilerini geliştirmeleri gerekir. Çiçek bile büyüyor, tomurcuk oluyor açıyor ve soluyor. Ölümü bilerek yaşamak gerekir.”

Günümüzde çıraklıktan yetişen geleneksel el sanatlarımız pek kalmadı ama eğer bir çıkar iyi bir usta olmak istiyorsa, ustasından daha iyi işler çıkarmak zorunda. Ustasını geçmek durumunda. Üç beş kuruş harçlığın çıkar.

Yongalarından ocağın yanar. Babam, tahta kaşık yapmamı en çok isteyen kişiydi. Belki de bendeki bu yeteneği gördüğü için ısrarcı oldu. Nur içinde yatsın, rahmetli bana dedi ki; “Üç beş kuruş harçlığın çıkar. Yongalarından ocağın yanar. Emeklisin, kahvehane köşelerinde kalmazsın. Paranın bereketi olur.” Burada geçirdiğim zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamıyorum. Akşamın olmasını istemiyorum. Yıllardır şeker hastasıyım. Ramazan aylarında orucumu hiç aksatmam. Şeker hastası oruç tutar mı diyorlar? Çalışırken zamanın nasıl geçtiğini ve acıktığımı hiç hissetmem. İnşallah tuttuğum orucun sevabı da fazla olur.

Ellerim artık hangi hareketi ne zaman nasıl yapacağını ezberledi. Kaşıklar kendiliğinden şekil alıveriyor. Şevki Amca, bize kaşık yapımını anlatırken

Çırağınız var mı? Bu işe merak yok. Yapanlarda hobi olarak yapıyor. Bizle bu meslek ölene kadar ölene devam edecek. Ondan sonra inşallah yok olmaz. Eşiniz yardımcı oluyor mu? Eşim benim hayatımın her zaman destekçisi. AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

43


RÖPORTAJ

Evde her zaman destek olduğu gibi tahta kaşık yaparken de yaptığım kaşıkların zımparalarını yaparak bana destek veriyor. Yemeğinizi tahta kaşıkla mı yersiniz? 1966 yılında İskilip ilçesine geldikten sonra demir kaşık kullanmaya başladık. Yemek yerken demir kaşık kullanıyorum. Fotograf : Ahmet YAZICI Sağlık açısından siz hangi kaşığı öneriyorsunuz? Tahta kaşığı öneriyorum. Çünkü demir diş açısından çok zararlı. Rahmetli babam bunun en büyük örneklerinden idi. Tahta kaşık kullanırdı dişlerinin hepsi sağlamdı. Hem maddi yönden hem de sağlık yönünden tahta kaşık faydalıdır. İyi kaşık hangi ağaçtan olur? Bölgemizde yetişen ağaçlara göre Akçaağaç, alıç, ayva, erik, ceviz gibi ağaçlardan en güzel tahta kaşık, çatal yapılmaktadır.

44

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

45


ANALİZ

ORGAN BAGISININ ÖNEMI ve ÜLKEMIZDEKI GÜNCEL DURUM Yrd. Doç. Dr. İbrahim Tayfun ŞAHİNER Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete DOLAPÇI Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı

Organ nakli, insan vücudunda çeşitli nedenlerden dolayı görevini yerine getiremeyen bir organın, uygun şartları barındıran canlı veya kadavra vericiden sağlanan işlevselliği bozulmamış sağlam dokuyla cerrahi olarak değiştirilme işlemine verilen isimdir. İyileşmesi mümkün olmayan son dönem hastalıklarda organ bağışı son tıbbi tedavi olarak karşımıza çıkmaktadır. Böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, kalp yetmezliği gibi kronik ve ilerleyici hastalıklarda mevcut organın işlevi tamamen kaybolduğunda veya hayati fonksiyonları yerine getiremeyecek düzeyde azaldığında bu hastalar için son umut organ nakli olmaktadır. Organ nakli bekleyen bireyler mevcut hastalıkları nedeni ile hem sosyal hem de ekonomik olarak oldukça yıpratıcı süreçlerden geçmek zorunda kalmışlardır. Nakil bekleyen bireyler çoğu zaman işgücü kaybına uğramakta, bunun neticesinde ekonomik olarak zor durumda kalmakla beraber neredeyse sosyal yaşamdan tamamen uzaklaşmışlardır. Kronik böbrek yetmezliği gibi rahatsızlıklarda diyaliz ile organ nakli bekleme süresi nispeten kazanılabilirken siroz nedeni ile karaciğer yetmezliği gelişen veya kalp yetmezliği nedeni ile tıbbi tedavinin artık cevap veremeyecek son aşamasına girmiş bireylerde nakil için maalesef çok fazla kaybedilecek zaman bulunmamaktadır. 46

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

Sağlıklı her organ bağışlanabilir. Ülkemizde kalp, akciğer, böbrek, karaciğer ve pankreas gibi organlar; kalp kapağı, gözün kornea tabakası, kas ve kemik iliği gibi dokular başarıyla nakledilebilmektedirler. Bir kişi organlarını bağışlayarak birçok insana yaşama şansı verebilir. Ülkemizdeki tıbbi açıdan organ bağışı ve nakli için gerekli donanıma sahip birçok merkez bulunmaktadır. Güncel verilere bakıldığında 2015 yılında organ nakli bekleyen 22227 böbrek, 610 kalp, 2233 karaciğer, 48 akciğer, 2 ince barsak, 4 kalp kapağı, 254 pankreas ve 3068 kornea hastası bulunmaktadır. Bu bilgiler ışında neredeyse her 11 dakikada bir bu listeye yeni bir alıcı eklenirken maalesef gün içinde 18 nakil bekleyen hasta ise hayatını kaybetmektedir. Oysaki bu bireylerin büyük kısmı ihtiyacı olan organa nakil sayesinde kavuşabilse hayatta kalma şansını elde edebileceklerdir. Organ nakli için öncelikle, nakle uygun bağış yapılması gerekmektedir. Organ bağışı iki şekilde olur. Bunlardan birincisi canlı verici diğeri ise kadavra vericidir. Canlı


sürdürebilirler. Beyin ölümü tanısı konmuş bir hasta tıbben “ölü” olarak kabul edilir ve bu durumun değişmesi mümkün değildir. Tıbbi desteğe rağmen genellikle 48-72 saat içerisinde bu hastaların kalbi dâhil diğer tüm organları da çalışamaz duruma gelir. Halk arasında bilinenin aksine beyin ölümü bitkisel hayat değildir. Bitkisel hayat denilen durumda hastanın azda olsa beyin işlevleri çalışır durumda olabilir ve makine desteğine ihtiyaç duymayabilir. Beyin ölümü tanısı konulurken hasta, dört kişilik bir uzmanlar heyeti tarafından (Kardiyolog, nörolog, beyin cerrahı ve anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanı ) ayrıntılı bir şekilde değerlendirilerek klinik ve laboratuvar incelemeler yapılır. Bu kurul, organ naklini gerçekleştirecek olan ekipten tamamen bağımsızdır. Bu incelemelerin sonunda beyin ölümü tanısı oy birliği ile konur, ancak en ufak bir tereddüt var ise tanıdan kaçınılır. Organ bağışlayan kişinin organlarının kullanılması, ancak o kişiye tıbben yapılacak tüm tedaviler uygulandıktan ve bu tedavilerin başarısız olduğu ispatlandıktan sonra beyin ölümünün gerçekleşmesiyle gündeme gelir. Prof. Dr. Mete DOLAPÇI Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı

vericide organ nakli gereken hastanın eşi veya yakın akrabaları doku, kan gurubu vb. uyum söz konusu ise organ bağışında bulunabilmektedir. Bunlar canlı verici olarak tanımlanmaktadır. Bu tür nakillerde vericinin hayati fonksiyonları bozulmaz, yaşamına aynı standartlarda devam edebilir. Böbrek ve karaciğer nakli canlıdan yapılabilmektedir. Kadavra vericide ise trafik kazası, kurşunlanma, beyin kanaması vb. nedenlerle yoğun bakımda tedavisi devam ederken beyin ölümü denilen geri dönüşümsüz beyin hasarı gelişmiş hastaların organları kullanılmaktadır. Hayatta iken, tıbben yaşamı sona erdikten sonra organlarının kullanılmasına izin vermiş veya beyin ölümü gerçekleştikten sonra ailesi tarafından izin verilmiş kişi kadavra verici olarak tanımlanır. Beyin ölümü, kişinin solunum dahil tüm beyin işlevlerini geri dönüşümsüz olarak kaybetmesi durumudur. Bu kişiler mevcut durumlarını ancak solunum m a k i n e s i desteği ile A n c a k Tü r k i y e ’ d e organ bağışının istenilen

Esam Kh Baker

Organ nakli ile ilgili ülkemizde kanunlar tarafından çok net çerçeveler çizilmiştir. Bir kişinin hayatta iken serbest iradesi ile tıbben yaşamı sona erdikten sonra doku ve organlarının başka hastaların tedavisi için kullanılmasına izin vermesi ve bunu belgelendirmesi 2238 sayılı Organ Ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkındaki Kanun ile belirlenmiştir. Bir kimse sağlığında organlarının tamamını veya organ ve dokularını bağışladığını resmi ve yazılı olarak belirtmemiş ve bu konudaki isteğini iki tanık huzurunda açıklamamış ise sırasıyla ölüm anında yanında bulunan eşi, reşit çocukları, anne-baba veya kardeşlerinden birisinin, bunlar yoksa yanında bulunan herhangi bir yakınının izniyle ölüden organ ve doku alınabilir (2238 sayılı Organ Ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkındaki Kanun ). 18 yaşını dolduran ve karar vermesine yetisine sahip olan herkes tıbben yaşamı sona erdikten sonra organlarının tamamını ya da bir kısmını bağışlayabilir.

Bağışlanan her organ yapılan her nakil aslında kurtarılan bir hayatı ifade eder.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

47


ANALİZ

YILLARA AİT YAPILAN NAKİL SAYISI Dönem

Böbrek Kalp Karaciğer Akciğer İnce Barsak

Kalp Kapağı

Pankreas

Kornea

2015

1,902

49

707

17

3

0

4

1,783

2014

2,925

78

1,211

33

5

2

10

3,602

2013 2012 2011 TOPLAM:

2,945 2,909 2,99 13,673

63 61 96 347

1,249 1,002 906 5,075

32 25 5 112

2 5 2 17

1 5 1 9

4 6 27 51

2,977 1,893 6 10,261

Tablo 1. Türkiye’de son beş yılda yapılan nakil sayısı

düzeye ulaşmamasında ve toplumda yeterli duyarlılığın oluşmamasında bilgi eksikliği, önyargılar ve yanlış inanışlar önemli rol oynamaktadır. Organ bağışı ve naklinde doğru zannedilip inanılan yanlışlar ile yıllarca diyalize bağlı kalan ya da organ bağışında bulunmayan birçok insan bulunmaktadır. Bu güncel veriler ışığında ülkemizdeki nakil oranlarına baktığımızda oldukça başarılı nakillerin yapıldığını fakat bu nakillerin çok büyük bir kısmının (%7580’i ) sadece canlı vericiden yapıldığını görmekteyiz. (TabloTablo 1. Türkiye’de son beş yılda yapılan nakil sayısı Dönem

Beyin Ölüm Sayısı

Aile İzin Sayısı

2015

1.292

295

2014

1.817

407

2013 2012 2011

1.709 1.478 1.291

379 345 333

TOPLAM:

7.587

1.759

Ülkemizdeki beyin ölümü gerçekleşen ve kadavra verici olarak izin verilen birey sayısına baktığımızda durum hiç iç açıcı değildir. (Tablo 2) Tablo 2. Son 5 yılda tespit edilen beyin ölümü ve organ bağışı için alınan izin sayısı Türkiye gibi insan sevgisinin çok üst düzeyde olduğu, duyarlı bir toplumda organ bağışı gibi hayati öneme sahip bir konuda oldukça yetersiz kaldığımız açıkça görülmektedir. Yeterli bilinçlenmenin sağlanmaması ve doğru bilinen başı yanlışlar nedeni ile organ bağışında yetersiz kalmaktayız. Yukarıdaki tablo incelendiğinde aslında nakil bekleyen hastalarımızın büyük bir çoğunluğunun ihtiyacını karşılayacak düzeyde beyin ölümü tespiti yapılmış verici adayı görülmektedir. Ama ne yazık ki tespit edilen bireylerin sadece %25’i kadarının kendisi veya ailesinin izni bulunmaktadır.

sadece nakilleri

Peki, Türk insanı neden organ bağışını istemiyor? Bunun nedenleri araştırıldığında çok çeşitli sebepler görülmektedir. Öncelikle halkımız beyin ölümü kavramını tam olarak anlayamamaktadır. Beyin ölümü gerçekleşmiş bireyin hayata geri dönebileceğini veya uzun süreler hayatta kalabileceğini sanmaktadır. Oysa bu mümkün değildir. Beyin ölümü kararı oldukça zor verilebilen bir karardır. Bu karar alınmadan önce detaylı birçok test, muayene ve incelemeler yapıldıktan sonra bir heyet tarafından ancak tespit edilebilen bir durumdur. Beyin ölümü gerçekleşen bir birey asla yaşamsal fonksiyonlarını kendi idare edemez ve tüm tıbbi destek verildiği halde çok kısa bir zaman aralığında hayata veda edecektir.

Oysa kadavra vericiden uygun olan tüm diğer

Organ bağışlamada bireyin aklına takılan bir başka soru ise vericinin görünüşünün ve vücut bütünlüğünün tamamen kaybolacağı endişesidir. Beyin ölümü tespit

Gelişmiş diğer ülkeler incelendiğinde ABD, Avrupa ve Asya’da kadavra nakillerinin canlı vericiden yapılan nakillere kıyasla çok daha fazla olduğunu görmekteyiz. Canlı vericiden alınan organlarda yapılacak nakil sayısı ve çeşidi sınırlıdır.

Canlı vericiden karaciğer ve böbrek yapılabilmektedir. 48

organlarında nakli gerçekleştirilebilir. Bunun yanı sıra canlı verici sadece bir hastaya umut olabilirken kadavra verici sayesinde aynı anda organ bekleyen birçok kişinin nakil sayesinde hayatı kurtulup yaşan standardı yükseltilebilir.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


doku karşılığında hiçbir şekilde ücret alınmaması, tedavisi yapılacak hastanın da kendisine yapılacak olan bu nakle razı olması gerektiği belirtilmektedir. Yine aynı kararda “organınızı vereceğiniz kişi yaptığı iyilik ve fenalıklardan kendisi sorumludur” denilmektedir. Organ nakli yapılabilmesi için kişinin hastane ortamında yoğun bakımda beyin ölümü kararı verilen, kendisinin ve/veya ailesinin rızası olan bir birey olması gerekmektedir. Kişinin organ bağışı izni olsa bile hastane dışında gerçekleşen ölümlerde veya beyin ölümü tespiti yapılmamış bireylerden organ nakli yapılması söz konusu değildir. Bağışlanan organların kime nasıl nakil edileceği de merak edilen bir konudur. Bağışlanan Organlar, bu Konu İle İlgilenen Ulusal Koordinasyon Sistemi Tarafından Tıbben Acilliği Ve Doku Uyumuna Göre En Uygun Alıcıya Nakil Edilir. Bu Belirlemede Zengin, Fakir, Irk, Cinsiyet vb. Ayrımlar Kesinlikle Yapılmaz. Tüm alıcılar aciliyet durumları, bekleme süreleri ve uygunlukları Sağlık Bakanlığının belirlediği koordinasyon merkezinde tüm verileri ile izlenmektedir.

edilen ve kadavra verici olarak organ bağışlayan bireylerin dış görünümünde herhangi bir bozukluk olmaz. Bu bireyler nakil esnasında aynı canlıda yapılan ameliyat gibi steril ortamda ameliyathaneye alınırlar ve bağışlanacak organ bölgesine yapılan ameliyat neticesinde vücutlarında sadece ameliyat kesisine bağlı iz ve dikiş olacaktır. Bunun dışında vücutlarında başka bir iz veya bütünlüğünde bozulma olmaz. Bir başka yanlış inanış ise bağış yapacak hastaya organlarını alabilmek için iyi bakılmadığı endişesidir. Ülkemizde tüm hastalara ister bağış yapsın ister yapmasın aynı titizlikte ve önemde bakım verilmektedir. Organ bağışı konusunda diğer endişe ise dini inançlardır. Oysa hem İslam dininde hem de diğer dinlerde insan hayatını kurtarmak çok kutsal bir iştir. Diyanet işleri başkanlığının konu ile ilgili birçok açıklaması mevcuttur. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu; 03.03.1980 Tarih 396/13 Sayılı Kararı İle Organ Naklinin Caiz Olduğunu Bildirmiştir. Bu kararda zaruret halinin bulunması, yani hastanın hayatını veya hayati bir organını kurtarmak için bundan başka çarenin olmadığının mesleki ehliyet edilmesi, hastalığın bu yolla tedavi edileceğine ilişkin doktor kararının olması, doku ve organı alınacak kişinin bu işlemin yapılmış olduğu sırada ölmüş olması, organ veya dokusu alınacak kişinin sağlığında buna izin vermiş olması veya hayatta iken aksine bir beyanı olmamak şartıyla yakınlarının rızasının sağlanması, alınacak organ veya

Her yıl binlerce insanımız organ nakli olamadığında hayatını kaybetmektedir. Her gün nakil bekleyen hasta sırasına onlarcası eklenmektedir. Bu bireyler gönüllerince su içemeyip, istedikleri kadar yemek yiyememektedir. Nakil bekleyen birçok çocuk hastalıkları yüzünden okula gidememekte ve yaşıtları ile doyasıya oyun oynayamamaktadır. Birçok genç içinde bulundukları hastalık nedeni ile evlenemeyip mutlu bir yuva kuramamaktadır. Organ nakli olamadığından birçok aile ekonomik olarak zor durumda kalmakta aynı zamanda hastalıkları yüzünden almış oldukları tedavi ülke ekonomisine milyonlarca TL yük getirmektedir. Organ bağışı sayesinde bu problemlerin çoğu ortadan kalkabilir. Sizde bu konuda duyarlı olarak organ bağışında bulunabilirsiniz. Tek yapmanız gereken İl Sağlık Müdürlüklerine, Organ nakli yapan merkezlere veya en yakınınızdaki hastaneye bu talebinizi iletmek olacaktır. Unutmayalım ki yarın bir gün nakil bekleyen hasta listesinde kendimiz veya çok sevdiğimiz bir yakınımız olabilir. Kaynaklar: Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun (3.6.1979 tarih ve 16655 sayılı Resmi Gazete) Organ Ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliği (1.6.2000 tarih ve 24066 sayılı Resmi Gazete) Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (7.3.2005 tarih ve 25748 sayılı Resmi Gazete). Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu; 03.03.1980 Tarih 396/13 Sayılı Kararı AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

49


DERLEME

Ankara Otomobil Sporları Kulübü (ANOK) tarafından 41 yıldır Ankara’da düzenlenen Türkiye’nin en prestijli rallilerinden Hitit Rallisi, Çorum Belediyesi’nin daveti üzerine ilk kez Çorum’a alındı. 19-20 Eylül tarihlerinde Çorum’da yapılan yarışlar Çorumluların adeta nefesini kesti. Hitit Medeniyeti’nin başkenti olan Çorum, 41 yıldan sonra Hitit Rallisi’ne ev sahipliği yaptı. Belediye Başkanı Muzaffer Külcü, Çorum’da ilk kez düzenlenen Çorum Belediyesi Hitit Rallisi’ne, çok sayıda takımın katıldığını

50

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

ve otomobil yarışlarının kalbinin Çorum’da attığını söyledi. 19 Eylül Cumartesi günü Fuar Alanı’nda yapılan gösteri sürüşü ile başlayan yarışlara Belediye Başkanı Muzaffer Külcü, AK Parti Milletvekili adayı Ahmet Sami Ceylan, Çorum Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Çetin Başaranhıncal ve çok sayıda otomobil sever de katıldı. Çocukların ve kadınların da hayli ilgi gösterdiği yarışların ikinci gününde ise Çatak ve Kırkdilim etaplarında sürücüler zorlu parkuru en önde tamamlayama çalıştı.


rının tamamlanacağını ve ödül Yarışın ikinci günü olan 20 Eylül Pazar günü, Kırkdilim ve Çatak etapla Belediyesi önünde kurulacak finish töreninin Gazi Caddesi’nde yapılacağını belirten Külcü, “Yarış sonu Çorum töreniyle madalyalarına kavuşacak. noktasına 17.03’te gelecek olan pilotlar, burada düzenlenecek kupa hrilerimizi bu önemli otomobil Gazi Caddesi, büyük bir görselliğe ev sahipliği yapmış olacak. Tüm hemşe bil severlerin yarışına davet ediyoruz. İnşallah hafta sonu yapılacak olan yarışların otomo beklentilerine cevap verecektir” dedi.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

51


Türkiye’nin Tematik İlk Festivali: Hattuşa Türkiye’nin tematik konulu ilk festivali, tarihi 5000 yıl öncesine dayanan ve bilinen ilk barış antlaşmasının (KADEŞ) yapıldığı Boğazkale’de başarıyla tamamlandı. 2-4 Ekim 2015 tarihleri arasında düzenlenen 1. Hattuşa Kültür ve Gastronomi Festivali fikrinin nasıl ortaya çıktığını ve uygulaması ile ilgili değerlendirmelerde bulunduk. Özel bir firmada girişimcilik ve iş geliştirme koordinatörü olarak çalışan Murat Köysüren, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kültürel miraslarımızın tanıtımının sağlanması ile ilgili proje görüşmeleri sırasında kurumdaki yöneticilerden düşük bütçelerle gerçekleştirilen ve yapıldığı bölgenin potansiyelinin görülmesini sağlayabilecek desteklerden haberi olunca bunun Çorum’da da uygulanabileceğini düşünmüş. Doğru bir model kurgusu ve yerelde sağlanacak geniş katılımlı destekle girişimciliğin teşvik edileceğini hatta ihracata kadar gidecek bir vizyon kazandırılacağından hareketle tematik festival için en uygun yer araştırmasıyla işe başlanmış. Anadolu Medeniyetlerine başkentlik yapmış yerler belirlenmiş. Boğazkale’de (Hattuşa) karar kılınmış. 2-4 Ekim tarihleri ise ilki düzenlenecek festival için katılımın yüksek olacağı en uygun günler olarak belirlenmiş. 3-4 Ekimin Dünya Yürüyüş Günü

52

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


olması yürüyüş gruplarının ilgisini çekmiş ve festival programı içerisine daha önceden büyük emekler verilerek oluşturulan Hitit Yolu parkurlarında yürüyüş eklenmiş. Çorum Belediyesi Engelliler Eğitim Merkezi ve Hitit Üniversitesi İskilip Meslek Yüksek Okulu’ndaki öğrencilerle festivalde yola döşenecek seramik malzemeleri üretilmiş. Duygusal anların yaşandığı çalışmaya herkes büyük keyif alarak dahil olmuş. Etkinlik sırasında destek olmak için birçok ziyaretçileri de olmuş. Çocukları ülkemizin yaşadığı gergin ortamdan uzak tutmak ve barış vurgusu yapmak için ana temaya uygun olarak (Çocuk ve Barış) etkinlikler oluşturulmuş. Festivalin ilk gününden kapanışın yapıldığı son güne kadar festivali doyasıya yaşayan ve ne fazla keyif alanlar da yine çocuklar olmuş. Düzenlenen festivalin Çorum Valiliği, Boğazkale Kaymakamlığı, Boğazkale Belediyesi, Çorum Belediyesi, Hitit Üniversitesi gibi kurumların ortak çalışması sonucu ortaya çıktığını ve barış, sanat, tarih, kültür ve doğa adına tüm güzelliklerin bu festival ile paylaşıldığını söyleyen Murat Köysüren, “Festival Çorum’un ve Hattuşa’nın tanıtımına önemli katkılar sağlayacaktır. Bundan sonraki yıllarda da içeriği iyi hazırlanmış festivaller Hattuşa’nın tanıtımı için çok önemli olacaktır.” diye konuştu.

Festivalin son gün etkinliklerinde Türkiye Aşçılar Federasyonu’nu ile birlikte gerçekleştirilen etkinlikler ile çocuklara oldukça eğlenceli anlar yaşattı. Etkinlik boyunca stant açarak ilçelerine ait yöresel ürünleri konuklarla paylaşan Boğazkale halkı da sattıklarıyla etkinlik ihtiyaçlarını büyük ölçüde karşılaması da festivalin ekonomik çıktılarından biri olarak başarı hanesine eklendi.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

53


ANALİZ

r BİLGİN Derleyen: Emine Hace

Sonbaharı yarıladık. Uzun kış ayları bizi bekliyor. Soğuğun iyice kendini gösterdiği kış günlerinde sağlığımızı korumak için dengeli bir beslenme modeli oluşturmak ve bu aylarda yavaşlayan metobolizmanın yol açtığı kilo artışına dikkat etmek gerekiyor. Kış aylarında vücut ve metabolizma kendini koruma altına almıştır ve daha yavaş çalışmaya başlar. Kışın yeme ihtiyacı artan kişi çok fazla karbonhidratlı yiyecekler yeme ihtiyacı duyar. Terleme de çok az olduğundan dolayı metabolizma 54

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

hızı minimumdur. Bu yüzden bu dönemde dikkat edilmezse kilo artışı kaçınılmaz hale gelir. Soğuk havalara karşı bağışıklık sistemi, hastalıklara (grip, soğuk algınlığı, bronşit gibi) karşı kendini korumak için yağ yakımını engeller. Bu durumda kış mevsimini sağlıklı geçirmek için bağışıklık sistemini biraz daha güçlendirmek gerekmektedir. Güçlü bir savunma mekanizmasının temelinde ise yeterli ve dengeli beslenme yer almaktadır.


Kış günlerinde hastalıklardan korunmak için güne güçlü bir kahvaltıyla başlamak gerekmektedir. Sıkı bir kahvaltı, aynı zamanda metabolizmayı da iyi çalışır duruma getirir.

Greyfurt, lahana ve maydanoz sizi kış hastalıklarından korur Kış hastalıklarından korunmak, savunma mekanizmamızı güçlendirmek için de A ve C vitamininden yeterli beslenmek gerekir. Kış sebzeleri ve meyveleri de bu konuda bize yeterli oranda A ve C vitamini sağlayacaktır. Narenciye (portakal, mandalina, greyfurt), havuç, kivi, lahanagiller (karnabahar, lahana, brokoli, Brüksel lahanası), yeşil yapraklı sebzeler (maydanoz, tere, ıspanak), A ve C vitamininden zengin besinlerdir. Gerek günlerin kısalması gerekse havaların soğumasıyla birlikte fiziksel aktiviteler azalmaktadır. Lifli besinlerin tüketiminin de azalması sonucu kabızlık sorunu kendini göstermektedir. Bu nedenle kış mevsiminin vazgeçilmez yiyeceklerinden kuru baklagillerin, kepekli tahılların (esmer ekmek, bulgur, kepekli makarna/pirinç/erişte/un) ve özellikle C vitamininden zengin sebze ve meyvelerin tüketimine ağırlık verilmelidir.

İyi bir kahvaltıyla güne başlamak, hem soğuk havalarda direncinizi koruyacak hem kilo kontrolünde size yardımcı olacak hem de metabolizma hızınızın yavaşlamasını engelleyecektir.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

55


ANALİZ

1983 yılında Çorum’un Osmancık ilçesinde dünyaya gelen Bilal KISA futbola Osmancık Gücü Spor altyapısında başladı ve daha sonra Yüce Spor altyapısında oynadıktan sonra Fenerbahçe altyapısına transfer oldu. Fenerbahçe’de dikkatleri çeken Bilal, Türkiye Genç Millî Takımlar için keşfedildi ve kısa bir zaman içerisinde Türkiye Genç Millî Takımlarda düzenli oynamaya başladı. 17 yaşında Sarı-Lacivertli formayla kendini gösterme fırsatı bulan Bilal, 2002 yılında profesyonelliğe geçiş mukavelesi imzaladı. Fenerbahçe’nin genç ve A2 takımında şans bulan Bilal, profesyonel sözleşme imzaladıktan sonra Genç milli takımlara çağrılmaya başladı. 10 Haziran 2015 tarihine kadar sırasıyla İzmirspor, Malatyaspor, Ankaraspor, Ankaragücü, Karşıyaka, Karabükspor ve Akhisar Belediyespor’da oynayan başarılı oyuncu, 17 Haziran 2015 tarihinde yapılan açıklamaya göre yıllık 2.4 milyon tl karşılığında Galatasaray’la anlaşma imzaladı.

56

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

57


ANALİZ

Kübra ÜNAL

Toplumlarda özel günler insanları birbirine yakınlaştırır, kaynaştırır muhabbeti, sevgiyi artırır. Nerden geldiğini, sebebini, çıkışını manevi boyutunu bilerek idrak ettiğimiz bu günler millet olarak değer vermemiz gereken günlerdir. Taşıdığımız inancın dini gün ve geceleri, bayramları, bayrağı altında yaşadığımız vatanımızın millet olarak gurur 58

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

ve kurtuluş günlerine atfedilen bayramlarımız vardır. Bir de ne dinî ne de millî kaynaklı olan, başka kültürlerin etkisi ile kutlamaya çalıştığımız özel günler, geceler ve haftalar vardır. Özel gün ve gecelerin kutlanmasının ne sakıncası olabilir? Bir sakıncası elbette yoktur.


Bunun

karşısında

özellikle

Hristiyanlık

gibi

başka dinler kaynaklı günler ve figürler hayatımıza girmeye başladı. Önceleri masum bir şekilde kutlanır gibi görülen bu günler kapitalist sermayenin de orantısız güç ve rüzgârıyla içinden çıkılmaz bir israf mekanizması halini aldı. O da yetmiyor gibi bu israf bize ait bayramlarımıza, örf ve adet kapsamında kutladığımız günlerimize de bulaştı. Öyle ki “ başkalarının canı çekmesin” diye çocuğunu diğer çocuklardan farklı giydirmeyen, elinde yiyecekle çocuğunu sokağa göndermeyen bir anlayışın mensubu olan bizler bugün başka birisiyle aynı kıyafeti üzerinde gördüğünde üzülen ve bunu sorun haline getirecek kadar acınası bir hale geldik. Ancak; başka kültürlerden alınan özel günleri günlük yaşantımızda uygularken toplum olarak dikkat etmemiz gereken hususlar da var. Birincisi o gün veya gecenin aldığımız kültürdeki anlam ve amacı. İkincisi de bunları kutlarken nasıl kutlayacağımızdır.

Diğer

kültürlerden

aldığımız

günler

sözde

insanları birbirine bağlayacak, onları mutlu edecek

Bunlara dikkat ettikten sonra bir problem yoktur. Kültürler arası alış-veriş kaçınılmazdır. Az ya da çok her kültür birbirinden etkilenebilir. Görünen o ki günümüzde her şey karmakarışık bir hal almış durumda. Önce kaynağı kendi örf ve ananelerimizden gelen değerlerimizin içi boşaltıldı. Donuklaştırıldı. Yeni yetişen neslin hoşlanacağı bir şekilde kutlamalardan uzaklaştırıldı ve yeni nesle bu günlerin önemi, güzelliği anlatılamadı, yaşattırılamadı. Bu günler sıradan bazı davranışların zorunlu olarak yapıldığı günler ve geceler gibi sunuldu.

idi. Ne var ki bağlamak bir yana bizzat bağları koparan, insanları birbirinden uzaklaştıran, aileleri yıkan mutsuzluğun kaynağı oldular. Sevgililer gününde pahalı hediye almağı için kocasıyla arası açılan, evlilik yıldönümünü unuttuğu için tartışma yaşayan çiftleri görmek normal hale geldi. Elimizdekilerin

kıymetini

bilip

özümüze

dönmediğimiz sürece bu ve benzeri toplumsal saçmalıkların daha da vahimleriyle karşılaşacağımız hiç de uzak görünmemektedir.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

59


A N K A R A O K U L U YAY I N L A R I

ANALİZ

148

.

9

789944 162494

ANKARA OKULU

ANKARA OKULU YAYINLARI

ANKARA OKULU

A N K A R A O K U L U YAY I N L A R I İstanbul Cad. İstanbul Çarş. 48/81 İskitler/ANKARA Tel: 0312 341 06 90 Fax: 0312 341 06 95 151

. .

.

.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

.

. Kadın

Abdulcelil Bilgin . K. Meal. Anlatım Bozuklukarı

60


Korku Terapisi (Regression) Özet & detaylar 90’larda Minnesota’da geçen hikayede bir baba, kızına cinsel tacizde bulunmakla suçlanır. Baba ne olup bittiğine dair hiçbir şey hatırlayamasa da suçlamaları kabul eder. Bir psikoloğun yardımıyla hafızasındaki boşlukları doldurmaya çalışan adam parçaları yavaş yavaş birleştirmeye başlar ve olayların içerisinde bir polisin de yer aldığını hatırlar. Yine de olaylar tartışmaya açık değildir ve yerel medya, soru işaretlerinin arkasında satanik bir tarikatın yer alma ihtimalini sorgulamaya başlamıştır. Şili doğumlu ünlü yönetmen Alejandro Amenábar’ın yazıp yönettiği filmin başrollerini Emma Watson ve Ethan Hawke paylaşırken kadroda ikiliye David Thewlis, Aaron Ashmore ve Devon Bostick eşlik ediyor.

Ethan Green Hawke (d. 6 Kasım 1970, Austin, Tek-

sas) Oscar adaylığı olan Amerikan sinema oyuncusu, yönetmen ve senarist. 2004 yılında senarist olarak Before Sunset filmi ile En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar’a aday gösterilmiştir.2001 yılında ise Training Day filmi ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar’a aday olmuştur.

Vizyon Tarihi Yönetmen Oyuncular

9 Ekim 2015 (1s 47dk) Alejandro Amenábar Emma Watson, Ethan Hawke, David Thewlis devamı...

Tür

Gerilim

Ülke

İspanya , Kanada

Emma Charlotte Duerre Watson (d. 15 Nisan 1990, Paris), İngiliz oyuncu, mode Watson Harry Potter film serisinde canlandırdığı Hermione Granger karakteriyle yükseldi. Watson, Hermione olarak kadroya dahil olduğunda dokuz yaşındaydı ve daha önce yalnızca okul gösterilerinde oynamıştı. [1] 2001’den 2011’e kadar Daniel Radcliffe ve Rupert Grint’le beraber sekiz Harry Potter filminde rol aldı. [2] Watson Harry Potter serisindeki çalışmalarından çok sayıda ödül ve 10.000.000 sterlinin üzerinde para kazandı.[3] İlk mankenlik deneyimini ise 2009’da Burberry’nin Sonbahar/Kış sezonunda yaptı. 2013 yılının Ekim ayında Empire dergisi tarafından dünya çapında yapılan anketinde En Seksi Film Yıldızı seçildi.[4] AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

61


ANALİZ

Hem Şifa Bulmak Hem de Gezmek İsteyenler İçin

KAPLICA TURİZMİ Derleyen: Emine Hacer BİLGİN

62

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


Sağlık, insanın en vazgeçilmez hakkı ve ihtiyacıdır. Turizm cenneti ülkemizde kaplıca turizmi, giderek yaygınlaşıyor. Ilıca olarak da bilinen, maden sularından yararlanmak amacıyla kurulan kaplıcaların tarihinin Yunan ve Romalılara kadar uzandığı bilinen bir gerçektir. İnsanoğlu, var olduğu günden beri şifa arayıp, derdine derman bulmak için sürekli araştırmalar yapmaktadır. Günümüzde doktorlar artık tıbbi olarak kaplıca tedavisini raporla belirtmektedirler. Bu da kaplıcaların önemini daha da artırmıştır. Kaplıcalar da bu çerçevede sağlık arayanlar için bir alternatif tedavi yöntemi haline gelmiştir. Araştırmalar sonucunda çeşitli hastalıkların tedavisine yardımcı olduğu anlaşılan mineral iyonlarıyla yüklü maden sularının oluşumuna ilişkin değişik görüşler vardır. Bu görüşlerden biri, çatlaklardan sızan yerüstü sularının, yolu üzerindeki mineralleri eriterek derinlerdeki ısınmış katmanlara ulaştığı ve buradaki sıcaklığın etkisiyle buharlaşıp yoğunlaşarak yeryüzüne geri döndüğü biçimindedir. Magmaya yakın katmanlarda bazı mineralleri eritmiş durumda bulunan suların buharlaşıp yoğunlaşarak tektonik olaylarla yeryüzüne çıktığı görüşü ise başka bir yaklaşımdır. Maden suları fiziksel özellikleri bakımından çok sıcak, sıcak ve soğuk sular olarak sınıflandırılır. Kimyasal özellikleri bakımından ise bikarbonatlı, sülfatlı, tuzlu, kükürtlü, karbondioksitli, demirli, arsenikli, iyotlu, karışık ve radyoaktif madensuları vardır. Kaplıcalar sağlık açısından olduğu kadar turizm açısından da önem taşır. İnsanlığın eski çağlardan beri sağlık amacıyla şifalı sulardan yararlandıkları bilinmektedir. Anadolu’nun çeşitli yörelerindeki kaplıcaların Yunan ve Roma dönemlerinden beri işletildiğini gösteren yapı kalıntılarına rastlanmaktadır.

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi

63




İstemiyorum İstemiyorum soğuk beton kaldırımlar Çıplak ayaklarımla daha güzel çayır, çimen Sizin olsun sizin loş sokak lambaları Dere kenarına yaktığım ateşse benim Ruhsuz beton bloklar, cam avizeler Sizin olsun istemiyorum sizin Mehtap bana yeter, yıldızlar fazla bile Bıkmadınız mı merdiven inip çıkmaktan? Araba kornaları, egzoz gazları Hiçbiri zorla değil ya istemiyorum Ne doğuşundan güneşin ne batışından Yok hiçbirinizin haberi yalan mı sanki? Karışmayın benim bozkırlarda gezdiğime Klorlu su içtiğinize karışıyor muyum ben? Dokunmayın dallarından toplayım kirazı Sofranıza aldığınız köpeklere itirazım mı var Ben kuşları söğüt dallarında seviyorum Sizin gibi yapmacık kafeslerde değil Size ne odun toplayarak yaktığım ateşten İtirazım mı var soba gazından zehirlenmenize? Mecbur muyum karşıdan karşıya geçmeye? Sizin gün be gün yaptığınız gibi Kırmızıda durmaya yeşilde geçmeye Sabah akşam duraklarda otobüs beklemeye Siz nağmeleri radyolardan dinleyin bana ne? Karışmayın benim çekirgelerden dinlediğime Bırakın bahçeden toplayım domatesi Kendim ekeyim sarımsağı, soğanı bırakın

ALİ ÖLÇER


1940’lı yıllar Çorum Saat Kulesi, Prof.Dr. Alaaddin Karaca Arşivi-Çorum Belediyesi Kent 67 Arşivi AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


ANALİZ

68

AKTÜEL MAGAZiN HABER DERGiSi


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.