Sen gittiginden beri onokuma

Page 1


Sen Gittiğinden Beri Özgün Adı | Since You’ve Been Gone Anouska Knight Yayın Yönetmeni | Tuğçe Nida Sevin Redaksiyon | Yaprak Onur Kapak Uygulama ve Sayfa Düzeni | Aslıhan Kopuz 1. Baskı, Mayıs 2016, İstanbul ISBN: 978-605-5016-87-6 Türkçe Çeviri © Sema Karagür Avcıl, 2016 © Yabancı Yayınları, 2016 © Anouska Knight, 2014 Sertifika No: 11407 Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz. Bu eser Akcalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır.

YabancıTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur. Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy - İstanbul Tel: (0216) 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34 www.yabanciyayinlari.com – www.ilknokta.com Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97 Sertifika No: 29652


Çeviren

Sema Karagür Avcıl


.


bölüm 1

O

gün sözde izin günüydü. Geç kalmayacağına dair bana söz vermişti. Çalışanlarını denetlemek ve onların güvenlik kurallarını ihlal etmediklerinden emin olmak istiyordu; en azından bir süreliğine daha fazla kaza raporu hazırlamak istemiyordu ve bu başlarında durmasını gerektiriyordu. O akşam en sevdiği yemeği, yani limonlu fesleğenli makarna yapacağıma söz vermiştim. O da tam zamanında evde olacaktı. Yoksa soğurdu, bir şeye benzemezdi. Artık pek iştah açıcı görünmüyordu gerçi. Tabağın içinde çatalımla döndüre döndüre mahvettiğim makarnaya bakarken ihmal edildiğimi düşünmemeye çalışıyordum. Otomatik olarak çatalımla bıçağımı tabağın üstüne birbirine paralel şekilde, yani yemeğimin bittiğini gösterir biçimde koyarken ne diye umursuyorum ki diye merak ettim. Çoğu zaman, sofrada dirseklerin masaya dayalı olup olmadığını gerçekten umursamayan insanlarla yemek yiyorsanız, sofra adabı kuralları biraz gereksiz kaçıyordu. 9


Annem Pattie, bu kuralları daha çocukken içimize kazımıştı. Küçük kızının, yemeğini şatafatlı on iki sandalyeli yemek masası yerine mutfak taburesinde alelacele yemesinden pek hoşnut olmazdı. Ne sıklıkla lavabonun üzerine eğilerek yemek yediğimi bilmek bile dudaklarının seğirmeye başlamasına neden olurdu. Bu, onun kınama tikiydi. Birkaç kere görmüştüm. Annem, hayatı boyunca babanım orta halli geliri yüzünden bazı arkadaşlarına ayak uyduramamanın rahatsızlığını yaşamıştı. Hepimiz bunun farkındaydık. Babamı severdi onu da biliyorduk. Nasıl sevmesin ki? Annem bizi bir tür zarafet kursuna kaydolmuşuz gibi yetiştirirken biraz abartmaktan kendini alamamıştı. Bizim hali vakti yerinde olan herhangi bir avukat ya da doktoru tavlama şansımızı artırma hazırlıklarıydı bunlar. Annem genç kızların, hanım hanımcık yetişip kendilerine iyi bir yaşam standardı sağlayabilecek kocalarla evlenerek mutlu mesut bir hayat sürmeyi garantilemeleri gerektiğini düşünürdü. Fakat bu işlerin nasıl olduğunu ben bilirdim. Kardeşimde bu strateji pek tutmamıştı. Martha buna rağmen koca yürekli bir avukat bulacak kadar becerikli çıkmıştı. Ben ise Charlie’yi kendi çekiciliğinden habersiz bir şekilde ormancı ceketinin altındaki bronzlaşmış ve kaslı kollarıyla patronunun kamyonuna kütükleri yüklerken gördüğümde, ânında o sofra adabı kurallarını kimin için öğrendiğimi anlamıştım. Annem Charlie’yi kaba bulurdu. Çok çekici ama hiç yontulmamış derdi. Zaten yirmi beş yaş hele de bir ormancı ile evlenmek söz konusu ise çok erkendi. Sonu hüsran olurdu. Ve sonunda o haklı çıktı. Charlie’nin özür dilemesini gerektiren çok şey olmuştu. 10


Tabağıma yapışan fesleğen yapraklarına dalmış bunları düşünürken annemleri arama ihtiyacı duydum. Neredeyse üç haftadır görüşmemiştik. Martha’nın ayak bileklerinin son durumu hakkında rapor vermem gerekiyordu. Yirmi yedi yaşında olmam annemin haklılığıyla başa çıkmama yetmiyordu. Ancak şükürler olsun ki emekli olup yerleştikleri evlerinin İngiltere’den uçakla üç saatlik mesafede bulunan Minorca’da olması bu durumu telafi ediyordu. Tabureden sendeleyerek inip kahvaltı sehpasının yanından dolaşarak bulaşıkları ikili Belfast lavabosunun sol tarafına boca ettim. Bay Jefferson ve ben lavaboları böyle ayırmıştık. Onunki ve benimki diye. Aslında Charlie kucak dolusu çamurlu sebzeyle mutfağı doldurduğu için ikili lavaboyu daha çok ben istemiştim. Bir sebebi de evin en güzel manzarasına bakan yerde ikili lavabonun şık durmasıydı. Aşk sarhoşu iken böyle alışılmadık kararlar verebiliyordunuz. Henüz gözyaşlarına boğulmadan önceki mutlu zamanlarda yani. Lavaboya attığım bulaşıkların üzerine su akıtıp tezgâhta kirli bulaşık kalmış mı diye etrafı kolaçan ederken saate baktım. Yediye çeyrek vardı. Nerede kalmıştı? Kaynar suya bulaşık deterjanından dalgın dalgın bolca dökerken bir yandan da merak etmeye başlamıştım. Akşam yemeği için zaten bir kez aramıştım. Bulaşığa giriştim. Ellerim sıcak sudan ve köpükten bayağı bir kızarmıştı ama ondan hâlâ bir ses yoktu. Bir eldiven alsam belki de iyi olurdu şu Marigold’lardan.* Ancak Pasta Evi’nde ellerim zaten hep su içinde olduğundan evde eldiven kullanmamın pek bir anlamı yoktu. * İngiltere’deki bir plastik bulaşık eldiveni markası. –yhn 11


Martha’nın tanıdığı, elde bulaşık yıkamayı makineye tercih eden tek kişiymişim. Martha ise sekiz aylık hamile olduğundan ayak bilekleri dizleri genişliğinde de olsa, yüksek topuklu ayakkabılar üzerinde sendelemeyi tercih eden tanıdığım tek insandı. Yüksek topuklu giymenin faydaları ona göre bitmek bilmezdi. Bacaklarını uzun, duruşunu düzgün gösterdiğini ve daha kadınsı durduğunu söyleyip beni ikna etmeye çalışırdı; ben de ona eve misafir gelmediği zaman bulaşık makinesi ancak bir haftada doluyor diye sürekli açıklama yapmaya çalışırdım. Üstelik vadinin manzarasını seyretmek ellerimin bozulmasına değiyordu doğrusu. Yan komşumuz Bayan Hedley’den çiftliğimizin bir kısmını satın aldığımızda mutfak penceremizi bu nedenle genişletmiştik. Baraj gölünün mavi siyah sularına inen çim alana bakan kır evinin yan tarafından boylu boyunca uzanan bu müthiş manzaradan dolayı yani. Doğanın sunduğu her türlü rengi bu pencereden görebilirdiniz. Charlie bulduğu her çiçeği, fidanı ve çiçek soğanını ekmişti. Kır evini yeniden dekore etmeye başladığımızda biz odaların rengi üzerinde tartışırken ektikleri büyüsün diye ilk bahçe ile ilgilenmişti. Bahçe Marketi’nin çalışma saatleri boyunca cüzdanını saklamak zorunda kalırdım. Şimdi şifoniyerin çekmecesinde, diğer önemli sayılan ama bana göre gereksiz bir sürü şeyin arasında duruyor. Şu an fark ettim de, ne çok başının etini yemiştim. Ellerimi bu kadar acıyacaklarını tahmin etmeden kaynar sudan çıkardım ve pencereden bakmaya devam ettim. Çimleri biçmek gerekliydi. Uzamış ve paslanmış bahçe mobilyasının ayaklarına yaslanmışlardı. Nerede kaldı acaba, diye kendi kendime bir kez daha sordum. 12


Pencereden baraj gölünün bir bölümünü görebiliyordum. Diğer yanı ise Charlie’nin son kavgamızdan sonra budadığı ağaçlardan kalan ölü dal ve çalı yığınının gerisinde kalıyordu. Gerginliğini azaltmak için elektrikli testere kullanmak biraz sıradışı bir yol olsa da ona iyi geliyordu. Ağaçlar da hemen hemen aynı boya gelmişlerdi bile. Benim kaçak artık yakınlarda bir yerdeydi; bahse girebilirdim. Uzakta olamazdı ama benim yaptığım tavuk ve makarnadan daha ilginç bir şey bulmuştu kesin. Belki de bana kızmıştı. Sabah biraz bağırmıştım ona. Bu hafta ikinci kez yemekte beni yalnız bırakıyordu. Ben de balıkçı karıları gibi onu kapı önünde bekleyerek yemeğimi soğutacak değildim. Geç yiyecekse yerdi ama böyle yapmaya devam ederse tencerenin dibini yalayacaktı. Bulaşığı yıkamak üç dakikamı bile almamıştı. Bizim birbirimizden ne kadar farklı olduğumuza ablam Martha asla ikna olmayacaktı. Lavabonun üzerindeki pencerenin pervazında duran resim bunu kanıtlıyordu. Fotoğraf çekildiği sırada saçım daha uzundu. O uzun dalgaları kesip attığımda sanki panik ataklarım da daha bir başa çıkılabilir hale gelmişti. Gecenin bir vakti yatakta nefesinle mücadele ederken uzun saç gereksiz bir ayak bağı oluyordu.

Mutfağın diğer kısmına gündüz güneş vurduğu için orası daha ılıktı. Charlie oturulabilir genişlikteki pencere pervazına dikey kurduğu iki krem rengi kitaplıkla evde iyi güneş alan bir bölüm yaratmıştı. Her sabah ayağının ucunda köpeği ve sırtına vuran güneşi ile burada kahvaltı etmek isterdi. 13


Charlie’nin annesi, mutfaktan bahçenin 180 derecelik bir açıyla görünmesinin torunları olduğu zaman çok yardımı olacağını söylemişti. Bir de babaları kadar yaramaz olurlarsa. Yaramaz olmaları burada sorun olmazdı. Yan kapıyı açıp bahçeye çıktım ve köpeğe, “Dave? Dave? Bak son defa çağırıyorum seni kocaman,” diye seslendim. Charlie’nin budadığı ağaçların üzerindeki kuşlar havalandılar. Geliyordu. Tepeden aşağı dörtnala koştuğunu görebiliyordum, şimdi. Çirkince bir şeydi, bu köpek. Karşı kaldırımdan bana doğru koşarak gelirken yüzünün sarkık derisi adeta yerçekimine inat bir o yana bir bu yana savrulan, sarsak, açık kahverengi bir tüy yumağıydı. Önüme gelip kuyruğunu yere vura vura kıçının üzerine oturdu. “Selam Dave.” Cevap verircesine homurdandı. “Yemeğe geciktin,” diye azarladım. Eve girerken hiç de pişman gözükmüyordu. O tavuk kokularını içine çekip dururken ben de holde botlarımı çıkardım. Üst kata çıkarken aşağıdaki telefon çalmaya başladı. Eminim Martha’ydı, bu. Pazar günü bizim için hangi yemeği yapsın diye soracaktı. Yemeğe kalmak istemiyordum da, ne mazeret uyduracağımı henüz bulamamıştım. Telefon, vicdanımı deler gibi çalmaya devam ediyordu. Belki de yemekle ilgili değildi. Bebekle ilgiliydi. Elim telefona uzandığında telesekreter devreye girdi. “Selam, Jeffersonların para tuzağını aradınız. Şu an telefona gelemiyoruz. Ben büyük olasılıkla seyyar merdivenin tepesinde mahsur kalmışımdır, Holly de komşulardan yardım dileniyordur. Mesaj bırakın.” 14


“Hol benim. Pazar günü kuzu mu istersin, tavuk mu? Sanırım tavuğumuz da var. Yani eğer onu tercih edersen. Niye hâlâ evde değilsin? Gelince ara beni, tamam mı? Sevgiler, hoşça kal.” Dave merdivenlerin başında yanıma geldi. “Şimdi mi yoldaşlık yapacaksın, bana? Yemekte ektin, yıkanmamı mı seyredeceksin?” dedim. Cevap yoktu, tabii. Çıplak ahşap basamaklar biraz sertti belki ama halı ya da duvar kâğıdı olmadığından doksan kiloluk bir çoban köpeğinin evde gezinmesi endişe yaratmıyordu. Ben duşa girerken Dave yerde rahatça kıvrılıp yattı. Neredeyse tepeden tırnağa pudra şekeri tozu kaplıydım. Şeker dişe yapıştığı gibi tene de yapışıyordu. Kahretsin. Bugün yeni diş fırçası almayı unutmuştum. Benimkinin kılları yanında durana göre lime lime olmuştu. Kız kardeşime, “bu yedek” demiştim. Neyse sabah işten önce alırdım ya da hafta sonu Martha’dan benimkini getirirdim. Hatırlarsam tabii. Son zamanlarda çok yorulmuştum. Bu gidişle kasım ayı gelmeden yine uyurgezer bir halde olacaktım. Duştan çıktığımda Dave uyuklamaya başlamıştı. Yatak odasına geçerken ıslak omuzlarıma hava biraz serin geldi. Hemen kurulanıp üzerime en sevdiğim beyzbol tişörtümü ve süveterimi geçirdim. Yatmak için daha erkendi. Yatağa baktığımda yaşadığım sıkıntılar aklıma gelmişti. Doğru kelime bu muydu onu da tam olarak bilemiyordum. Şimdi farkına varıyordum, zamanla artmıştı. Bir zamanlar, yorgun hissetmezken, dört gözle onunla ikinci kez birlikte olmayı beklerdim. Gidişatı bozmamak adına bulduğum formül, yani saat onda yatağa girip uyumak son günlerde işe yarıyor gibiydi. 15


Vakit öldürmek zorunlu hale gelmişti. Dakikalar, haftalar ve de yıllar. Kendimi birkaç saat idare edecek uğraşlar buluyordum. Dolapta birikmiş ütü yığını gibi. Askıları çıkarıp yeni ütüleneceklere yer açmalıydım. İkinci bir gardırop edinelim diye hiç düşünmemiştik. Dağıttığım giysileri düzeltirken gözüm Charlie’nin mükemmel görünen derli toplu tarafına takıldı. Toz, kapalı bir dolaba nasıl girerdi ki? Yerel bir olgu muydu bu? Birkaç giysiyi çıkarıp dikkatle inceledim. Charlie’nin yazlık ceketi, kışlık ceketi, gömleği, gömleği, gömleği. Sevmediği bu eşyaların üzerindeki tozları üfleyip tam yatacakken içime kızgınlığın yerleşmesini önlemeye çalıştım. Ancak hep oradaydı; bir yandan yok olmayı beklerken diğer yandan pusuya yatmıştı. Evet, Charlie Jefferson, özür dilemeni gerektiren çok şey oldu.

16


bölüm 2

B

itmesini hiç istemiyordum. Harikaydı. Benimkiyle örtüşen bir arzuyla istekli vücudumu ezişi mükemmel bir koreografiyle oluyordu. Ne kadar özlemiştim. Böyle sevişmeyi çok özlemiştim. Geçmişteki günlerden birinde, birbirimize zıt yaradılışta kişiler olduğumuzu anlamış ancak göz ardı etmiştim. Bugüne kadar gelmiştik; önemli olan da buydu. Boşalacaktı. İçimde ne var ne yoksa, umutsuzca dokunuşunu arzulayan sinir uçlarımla, her şeyimle onu hissedebiliyordum. Oysa yeterli olmuyordu. Bu eşsiz mutluluğun çok daha fazlasına ihtiyacım vardı. Nefesi hafifçe terlemiş cildimi ürpertirken onun kendine has tatlı kokusu içime her girişinde tüm vücudumu kaplıyor ve tüylerimi diken diken edip bende boynundan akan tuzlu terinin tadına tekrar bakma isteği uyandırıyordu. Her damlasını tatmak, kendimi bana verebildiği her şeyiyle doldurmak istedim. 17


Charlie ritmini bulup vücuduma kilitlendi. Kendimi akışa bıraktım. Birbirimize karşılıklı terimizi bağışlıyorduk sanki. Bu derin, çılgınca ihtirası ancak bu şekilde dindirebiliyorduk. Umurumda değildi. Beni bir çırpıda yiyip bitiren doymaz bir yaratık gibi vücuduma sahip oluşunun, sonunda sanki vücutlarımız birbirine karışmış ve aramızda hiçbir fark kalmamış gibi bir oluşumuzun hissini tatmak istedim. O tekrar tekrar içimde gidip geldikçe arkamdaki duvardan destek bulup onun bitmek bilmez gücüne karşılık verdim. Duyarlı bedenimin arzuladığının tersine başımı yüzünden uzak tutmaya çabaladım ki dünyamı değiştiren bu yüzü daha rahat görebileyim. Ancak uzun süre yapamadım bunu. Ellerimi kısa, dalgalı saçlarını tutmak için uzatıp bir tutamını kavradım ve beni esir alan mavi gözlerini görebilmek için yüzünü kendimden uzaklaştırdım. Öyle yakışıklıydı ki hem aydınlık hem karanlık her vasfın mükemmel bir karışımıydı. Karakterinden, diğer özelliklerine kadar her şeyiyle yaratılmış tezatların en iyisiydi. Kopkoyu, neredeyse siyaha çalan saçlarıyla ve duygu durumuna göre ya ılık bir Bahama göleti rengine ya da donmuş bir gölün ürperten soğukluğuna bürünen açık mavi gözleri şaşırtıcı bir zıtlık oluşturuyordu. Başını kaldırmış o buz parçası mavi gözleriyle yana yana doyumsuz bir halde bana bakıyordu. Nefesim sanki hiç alamıyormuşum gibi boğazımda tıkanır; yüzüme değil de içime, ona yaşatacağım hazza bakıyormuş gibi gelirdi. Onu tanıdığım kadarıyla kafasına esrarlı düşüncelerin hakim olduğunu görüyordum ve bu beni acayip heyecanlandırıyordu. İçimi derinden gelen ve yavaşça yayılan bir sıcaklık dalgası kaplamaya başladı. Birlikte yakaladığımız uyu18


mun arasına girdiği için göz kontağımı keserek onda bana tattıracağı bir sonraki zevk ânının belirtilerini aramaya başladım. Nefesimi ve bedenimdeki değişimi fark edip ona göre hareket etmeye başladı. İçimde giderek yükselip beni çepeçevre sarmalayan başka bir haz dalgası Charlie’nin elleri eşliğinde bacaklarımın arasından karnımın ortasına, göğüslerime ve oradan boynuma kadar çıktı. Beni ele geçiriyordu. Hazdan kendimden geçercesine aldığım bu zevk beni teslim alıp neredeyse bayıltacaktı. Onun ritmine karşılık vermeye çabalıyordum. Aramızdaki uyumlu koreografi yerini gittikçe artan hızımızın son perdesine, neredeyse ikimizin birden patlayacağı o tatlı âna bırakıyordu. O ânı onunla paylaşmak istiyordum; gözlerimde bana ne yaptığını görsün istiyordum. Ancak Charlie kendinden geçmiş bir halde omuzları kasılmış biçimde daha hızlı ve derine hareket etmeye başladı. Saçını bırakıp vücudumu, beni saran zevk okyanusuna bıraktım. Yavaş yavaş kendimi bütünüyle hazza bırakmak istiyordum ama onsuz olmazdı. O da boşalmalıydı! Ellerimi yavaşça sırtından aşağılara doğru, ormanda çalışa çalışa iyice sertleşmiş kalçalarına indirip kendime çektim. Ciğerlerimize deli gibi girip çıkan soluklarımız arasında duyduğum son sözcük dudaklarının arasında mırıldandığı ismimdi. Holly...

Gerçeğe dönüş. Sabah günün en zalim zamanıdır. Sabah beş ile sekiz arası ıstırap ve hatıralar yaşar. 19


Sadece o saatlerde kalsa iyidir. Keşke uyku düzenimi bu çileyi atlatabilecek şekilde oluşturabilseydim. Ancak gerçek şu ki, günün hangi saatinde uyanırsam uyanayım kendimi rüya ile gerçeğin buluştuğu çizgide ve ne yazık ki yanlış tarafta buluyorum. Başucumdaki saate bakmadan önce gözlerimi sımsıkı yumup yorganın altına iyice sokularak kendimi, gördüğüm rüyanın yarattığı etkinin tadını çıkarmaya bırakıyordum. Uyu, Holly... Onunla olmaya devam et. Böyle düşündükçe hayali daha da uzaklaşıyordu. Charlie yirmi yedinci yaş gününden iki gün sonra ölmüştü. Dokunuşunu hissedeli yirmi iki ay, son kez sesini duyalı ise henüz beş dakika olmuştu.

20


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.