GECE İLE ŞAFAK FATMA ERDEK
Birinci Bölüm Koyu kırmızı rujla boyanmış dudakları, menekşe rengi gözleri, gözlerinin çevresine çektiği koyu renkli sürme ve simsiyah kirpikleriyle muhteşem bir tablo gibiydi. Boyu, bir kadın için oldukça uzun olmasına rağmen, yüksek topuklu ayakkabılar giymişti. Kırmızı, mini deri eteğinin altında biçimli bacaklarını ortaya seren siyah dantel çorap, üzerindeyse yine deri kumaştan siyah bir büstiyer vardı. Barın loş ışıkları altında, masada oturuyordu. İkram edilen çayı karıştırırken, manikürlü, kırmızı ojeli parmakları dikkat çekiyordu. Çok kadın gelip giderdi o mekânlara. Oralarda ekmek, kadının sırtından, dişiliğinden kazanılırdı. Buna rağmen Gece, fark yaratıyor, diğerlerinden ayırt ediliyordu. Gelen geçen, onu gösteriyordu birbirine. “Ayhan Abi ‘Buyursun,’ dedi, Gece Hanım.” Garson gelince, henüz bir yudum aldığı çayını bırakarak, ayağa kalktı. Deri montunu, çantasını alarak, adamın işaret ettiği koridordan geçti. Odayı sarmış olan sigara dumanı ve alkol kokusu, girer girmez genzini yakmıştı. Buna rağmen, yüzündeki gülümsemeyi bozmadı. “Hayırlı işler, Ayhan Abi,” dedi, işveli bir tavırla. “Oo, kimleri görüyorum? Buyursunlar, buyursunlar. Beklettik seni Gece, kusurumuza bakma.” “Ne kusuru, abi! Estağfurullah.” “Gel, otur şöyle.” Adam koltuklardan birini gösterdi Gece’ye, ardından masadaki viski şişesini işaret etti. “İçer misin?” “İçmem, sağ ol. Gece boyu içiyoruz zaten. Sana yarasın.” Ceketini oturduğu koltuğun kolçağına yerleştirip, arkasına yaslandı. Uzun bacaklarını üst üste attıktan sonra, saçlarını afili bir yosma gibi savurdu. Çakır, onun hareketlerini izliyor, ona bu kez daha dikkatle bakıyordu. Yanılmamıştı, bu kızda iş vardı.
“Sana dün gece de dediğim gibi, gel, bende çalış. Orada kazandığının üç katını vereceğim.” Başını olumlu anlamda salladı, Gece. “Aslında bu benim de işime gelir, Ayhan Abi. Kazandığım her kuruş değerli benim için. Malûm, bizim sermayemiz sesimizden çok gençliğimizde, güzelliğimizde. O da kalıcı değil. Çarçabuk geçip gidecek bir şey.” “Seni şöyle bir soruşturdum, Gece. Bursa’dan gelmişsin. Şarkıcılığın eski değil ama sesin güzel. Ne yapıyordun önceden?” “Ne olacak, Ayhan Abi? İtin birine takıldım. Evleneceğiz diye beklerken, bir anda toz oldu. Ben de, ufak ufak sahneye çıkmaya başladım. Kira parası, ekmek parası derken, şarkıcı olup çıktım.” “O itin yerine yenisini bulamadın mı? Sen de bu güzellik varken, anasını satarsın dünyanın.” “Bak abi, işlettiğin mekânlar ne olursa olsun, sen bu âlemde itibarlı birisin. Bu yüzden açık konuşacağım seninle. Ben, erkeğin sırtından hayat yaşayacak, para yiyecek kadın değilim. Söylerim şarkımı, yaparım sahnemi, alır giderim paramı, helâlinden. Eğer aksi bir şey olursa, tersimdir. Sözüne sadıktır dediler senin için. Şimdi, diğer taraftan kazandığımın üç değil, iki katını versen, yeter. Kalan üçte bir yerine, senden bazı isteklerim olacak. Kabul edersen, oldu bu iş. Kabul etmezsen de, sana şarkıcı çok, bana da patron.” Çakır ilgiyle onun hararetli konuşmasını dinliyordu. Ağzı laf yapan bir kadındı Gece. Hatta korkusuzdu. Biraz da densizdi anlaşılan. Yoksa Çakır gibi bir adamın karşısında böylesine rahat olur muydu? Belli ki pek yol yordam bilmiyordu. Ama bu sorun değildi, ne de olsa Çakır, onu yola getirmesini bilirdi. “De bakalım, nedir istediğin?” “Sahneye çıkarım, şarkılarımı söylerim, programım bitince masalara da inerim. Ancak ondan ötesi yazmaz defterimde. Müşteriyle çıkmak, bana ters.” Adamın kıvırcık, gür kaşları kalkarken, ince dudakları hafifçe bir yana kaydı. Altmışlı yaşlarda, buğday tenli, kahverengi saçlıydı. Geniş yüzünde, küçük ela gözleriyle tezat duran hayli irice burnu vardı. Sinekkaydı tıraşı, geriye yatırılarak taranmış düzgün kesimli saçları, temiz ve şık takım elbisesiyle, bakımlı biriydi. Adamın fiziksel görüntüsündeki tek kusur, yüzünde taşıdığı yara iziydi. “Bak hele!” dedi, yüzündeki gülümsemeyle uyum içinde, tekinsiz bir sakinlikle. “Ben böyle çalışıyorum, abi. Sor, soruştur. Birbirimizi üzmeyelim.” Adam arkasına yaslandı. Elindeki kadehi hafifçe çevirdi. Gözlerini Gece’ye dikti. Ayakucundan saçının teline kadar… Uzun uzun, cüretle, alıcı kuşlar gibi süzdü onu. “Bak, kızım. Ben, bu âlemin kralıyım. Bana şart koşacak karı, anasından doğmadı daha.” Yutkundu Gece. Adamın gözlerine dosdoğru bakıyordu. Korktuğunu belli ederse, durumu kurtarması daha zordu. Bu âlemin tavrına, yine onların dilinden yanıt vermesi gerekiyordu.
“Güçlü olduğunu biliyorum. Ne yapıp, ne yapamayacağını da… Sen bana iş teklif ettin, ben de sana isteklerimi söyledim. Ben sadece şarkıcıyım, başka bir şey değil. Ekmeğimi böyle kazanıyorum. Aksi olsaydı, masalardan topladığım zamparalarla çıkmak yerine, doğruca bu işin başındaki adamın aklını alırdım. Yani senin, ama sana ‘abi’ dedik, ‘patron’ dedik, ‘büyük’ dedik.” Yine bir sürü süslü ve yerinde cümle kuruyordu Gece. Çakır belli etmese de, onun mertliğinden hoşlanmıştı. Daha fazla uzatacak değildi. Gece gibi biri, böyle mekânlar için bir lütuf, bir hediyeydi. “Neyse, neyse,” dedi elini kaldırarak. “Konuyu dağıtmayalım. Tamamdır. Yarın gece gel ve başla.” “Eyvallah,” dedi Gece. Sehpanın üzerine bıraktığı çantasına uzanırken kapı açıldı. Kapıdan neredeyse eğilerek giren bir adam, ellerini birbirinin üzerinde birleştirerek masaya yaklaştı. Gece onu tanıyordu. Ayhan Çakır’ın sağ kolu ve korumasıydı. Adı, Baran’dı. Bir gölge gibi her yerde yanındaydı Çakır’ın. Baran patronunun kulağına eğildi. Çarçabuk birkaç cümle fısıldadı. Gece dikkat kesilmiş olmasına rağmen, dudaklarını okuyamıyordu. Temkinliydi dev adam. Konuşurken, bir eliyle de ağzını kapatıyordu. “Gelsin!” dedi Çakır. Ardından Gece’ye baktı ve başıyla çıkmasını işaret etti. Özellikle ağırdan aldı Gece. Ayağa kalkmadan önce çantasını açtı. Küçük aynasını ve rujunu çıkardı. Umursamaz bir tavırla rujunu yeniledi. Açık kapıda yeniden Baran belirdi bu sırada. Hemen arkasında, ondan biraz daha kısa ancak kesinlikle çok uzun boylu başka bir erkek daha vardı. “Sen git artık, Gece,” dedi Çakır, masadan kalkarken. “Gidiyorum, abi. Haydi hayırlı işler.” Çantasını kapatarak yerinden kalktı Gece. Baran biraz kenara çekilince, arkasından gelen adamı gördü. Karşılıklı duruyor, birbirlerine bakıyorlardı. Birkaç saniye boyunca, adamın onu incelemesine izin verdi. Alışmıştı erkeklerin bu türden bakışlarına. Göze çarpan bir kadındı. Üzerindeki çarpıcı kıyafetlerle, her erkeğin dikkatinin menzili oluyordu. İçinde bulunduğu mekânlarda, yaşamını sürdürdüğü bu yerlerde, başka türlüsüyle karşılaşması imkânsızdı. Kaideler net ve açıktı. Bu hayatı yaşayan kadına bakılırdı. Buralarda kadın, bir madde, bir tür alışveriş aracıydı. “Karşımda dikilme de, çıkayım şuradan!” dedi ters bir şekilde. Adam belli belirsiz gülümsedi Gece’ye. Yana çekildi. Eliyle boş alanı işaret etti. “Buyurun, hanımefendi.” Gece de ona gülümsedi karşılık olarak. Alaycıydı sesi ve edası… “Hanımefendi mi? Allah iyiliğini versin senin, emi!” Henüz bir adım atmıştı ki, Ayhan’ın adama seslendiğini duydu.
“Hoş geldin, Şafak.” Ne yani? Adamın adı Şafak mıydı? Gece ile Şafak… Ne kadar da garip bir tesadüftü bu.