Craig Drake
www.yerlibilimkurgu.com
1
Facebook sayfasında ve İnternet sitemizde tanıtımını yaptığımız, yerli bilimkurgu romanlarının incelemelerinin yanında; kısa öyküler, ülkemizde ve dünyada bilim alanındaki gelişmeler, film ve çizgi film incelemeleri, çizgi romanlar, film müzikleri incelemeleri, yerli ve yabancı bilimkurgu yazarlarının tanıtımı, yabancı bilimkurgu roman incelemeleri, film yönetmenleri, anime eserler, bilgisayar oyunları ve daha pek çok konu Yerli Bilimkurgu eserlerinin tanıtımının yanında, yabancı eserlere ve magazinsel haberlere de yer vermemizin sebebi, daha uzun soluklu bir dergiyi hayata geçirmek amacını taşımaktadır. Öncelikli konularımız Yerli Bilimkurgu Eserleri ve Kısa Öykü Yarışması katılımcılarının öyküleridir. Dergimize katkıda bulunmak için, yazılarınızı, incelemelerinizi, çizimlerinizi, tasarımlarınızı, kısa öykülerinizi,
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.
Dergimiz; tanıtım, bilgilendirme ve gönüllü yazarların - çizerlerin desteği ile şekillenmektedir. Kâr amacı gütmez.
YERLİ BİLİMKURGU YÜKSELİYOR
Genel Koordinatör/Editör ESRA UYSAL Sanat Yönetmeni BURAK FEDAKAR Yayın Yönetmeni İSMAİL ŞAHİN Çeviri-Arşiv ARDA TİPİ Yayın Danışmanı SELMA MİNE Tasarım SEZAİ ÖZDEN - ZAZİ SANAT Web Tasarım - Dijital Tasarım ENDER GÖKÇİMEN - endergokcimen@gmail.com Yazarlar SELMA MİNE KUBİLAYHAN YALÇIN ESRA UYSAL BURAK FEDAKAR İSMAİL ŞAHİN ARDA TİPİ MUHİTTİN YAĞMUR POLAT Katkıda Bulunanlar ÖZGEN BERKOL DOĞAN KÜTÜPHANESİ - CEM KILIÇ - YUNUS EMRE EROĞLU - ARDA ÖNGÖREN - BERK DEMİRAĞ MURAT K. BEŞİROĞLU - GÜRHAN ÖZTÜRK - AYSUN ERDOĞAN - KADİR ORAN - MEHMET MEHDİ KARAKOÇ - AYKUT COŞKUN CEYLAN YILMAZTÜRK - BURAK ERDOĞDU - MEHMET FATİH BALKI - EKİN CAN SEYHAN - ILLCARE BARELERS FİRDEVS SONGÜL ÖZDEN - NURAY BULAT - SEYHAN YILDIZ YILDIRIM - EKİN ERTARAKÇI KİTAPLA MUHABBET FACEBOOK GRUBU - VOIDRUNNER - LAGARİ FANZİN - ODTÜ BİLİMKURGU VE FANTEZİ TOPLULUĞU PARADİGMA POLİSİYE - ZARAT DERGİ kapak illustrasyonu SEZAİ ÖZDEN
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com - www.yerlibilimkurgu.com yerlibilimkurguyükseliyor@gmail.com
2
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Kasım - sayı 19
Bilimkurgunun Babası HUGO GERNSBACK Kısa Öykü Yatalak Hasta MURAT K. BEŞİROĞLU Ayın Kitap İncelemesi Londra İnekleri ERDOĞAN EKMEKÇİ İSMAİL ŞAHİN
6-7
54-55
6.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması 8-10
İki Salt Bilinç
12-13
Bilgisayar ve Video Oyunlarında Bilimkurgu:
Esra Uysal’ın Not Defterinden ESRA UYSAL 14-15 6.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Yuva KADİR ORAN 16-18 Kütüphanemden Seçtiklerim ESRA UYSAL 20-21 6.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması
Kurtuluş Çağı
MEHMET MEHDİ KARAKOÇ 22-24 Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri 1970-1990 - Yazı Dizisi - 17 26-44 SELMA MİNE Roman / Bölüm - 8 Son İnsan GÜRHAN ÖZTÜRK
Mikro Öyküler Burak FEDAKAR
46-51
Sokak Röportajlarında Editörün Gelecekten Anıları - 12 Kim Ne Derse Desin SELMA MİNE 52-53
AYKUT COŞKUN
56-57
STARCRAFT - Bölüm 2
MUHİTTİN YAĞMUR POLAT 58-61 Roman Bölüm-2 Kapının İncisi AYSUN ERDOĞAN
64-68
Kısa Öykü Canon in d minör EKİN CAN SEYHAN
70-71
Yerli Bilimkurgu Yükseliyor’un Öne Çıkan Paylaşımları 72-75 ESRA UYSAL Bilimkurgu Yazarlarımız ve Eserleri - 2018 SEZAİ ÖZDEN 76-79 Kısa Öykü - Bölüm 1 Filler ve Piller BURAK ERDOĞDU
80-83
Roman - Bölüm 5 Yıldız Avcısı ARDA TİPİ
84-85
Mikro Çizgi Roman SEZAİ ÖZDEN
86
www.yerlibilimkurgu.com
3
Tüm satış noktalarında!
Bu seçki, Özgen Berkol Doğan’a ithafen yazılmıştır. 4
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
www.yerlibilimkurgu.com
5
Bilimkurgu Yazarları Dizisi - 7
‘Bilimkurgu’nun babası
Hugo Gernsback Hugo Gernsback (16 Ağustos 1884 –19 Ağustos 1967), (gerçek adı Hugo Gernsbacher) Lüksemburg kökenli Amerikalı mucit, yazar ve dergi yayımcısıdır.
ayımladığı dergiler arasındaki en tanınmış olanı ilk bilim kurgu dergisi olan Amazing Stories’dir. Bilim kurgu türüne Jules Verne ve H.G. Wells kadar katkıda bulunmuş olan Gernsback, “bilim kurgunun babası” olarak da anılır. Adına düzenlenmiş olan Hugo Ödülü her yıl bilim kurgu türündeki başarılı yazarlara verilmektedir.
Y
Amazing Stories (Türkçe: Hayret Verici Öyküler), ilk olarak 1926 yılında Hugo Gernsback’e ait Experimenter Publishing adlı yayımcı firma tarafından yayınlanmış olan Amerikan bilimkurgu dergisidir. Tamamamen bilimkurgu türüne ait yazıları içeren ilk dergidir. Amazing Stories, bazı aralıklar hariç neredeyse 80 sene yayın hayatında kalmıştır. 1929 yılında Gernsback iflas ettiğinde dergi ilk olarak el değiştirmiş ve 1930’larda derginin gelirleri düşmüş ve 1938 yılında Raymond Arthur Palmer’ı editör olarak atayan Ziff Davis adlı yayımcı firmanın eline geçmiştir. Palmer, derginin, bilimkurguyla ilgili çevrelerin kaliteli bir dergi olarak niteleceği kadar iyi bir duruma gelmesini sağladı. Amazing, 1940’lı yıllarda, “deros” adlı robotların neden olduğu kaza ve felaketleri anlatan Shaver Mystery adındaki öyküleri basmaya başladı. Ancak bu öyküler sanki gerçekten olmuş gibi sunulduğu için yaygın bir alay sirkülasyonuna yol açtı. 1949 yılında Palmer’ın yerini Amazing’i 6
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
daha üst bir kitleye ulaştırmayı heplanlayan Howard Browne aldı. Ancak bu planlar pek başarılı olamasa da Amazing 1953 yılında bir cep dergisi boyutunda basılmaya başlandı. Browne’ı daha sonraki yıllarda sırasıyla Paul W. Fairman ve 1958 yılının sonunda Cele Goldsmith takip etti. Her ne kadar tecrübesiz olsa da, Goldsmith’in başında olduğu dönem Amazing için yeni ve yaratıcı bir dönem olarak yorumlandı. O da düşen satışları toparlayamadı ve dolayısıyla dergi Sol Cohen’in Universal Publishing Company adlı şirketine 1965 yılında satıldı. Cohen’in yönetimindeki Amazing neredeyse tamamen tekrar basım öykülerle yayınlandı. Cohen’in bu yeniden basılan öyküler için yazarlarına telif ödememesi başını Amerikan Bilimkurgu ve Fantezi Yazarları Derneği ile belaya soktu. Bu takışma durumu derginin Harry Harrison ve Barry N. Malzberg gibi iki değerli yazarını 1960’ların sonundaki kısa bir dönemde kaybetmesine neden oldu. Ted White Malzberg’ten derginin editörlüğünü devraldı ve yeniden basımları durdururarak dergiyi bu dönemde üç kere Hugo Ödülü’ne aday gösterilecek kadar başarılı bir duruma getirdi. White 1970’lerde görevinden ayrıldı. 1980’lerde dergi TSR Şirketi’nin ve daha sonra da bu şirketi 1997’de satın alan Wizards of the Coast adlı firmanın eline geçti. Bu şirketin yönetimi altında dergi, sonraki yirmi yıl boyunca modern ve
başarılı bir dergi olma yolunda çaba gösterdi. Bu konudaki son çaba ise 2004 yılının sonunda Paizo Publishing tarafından yapıldı. Ancak 2005 yılının Mart ayında yayınlanan son sayıdan sonra derginin basımına ara verildi ve bir daha da basılmadı.
G
ernsback’in ilk yaklaşımı eğlenceyi bilgi ile bezemek oldu ki bu sayede bilimkurgunun okuyucuları eğitebileceğine inanıyordu. Fakat okuyucularının tercihleri inanılması güç maceralara kaydı ve 1929 yılında derginin el değiştirmesiyle “Gernsback’in idealizminden uzaklaşmaya yönelik gidişat daha da hızlandı. Bütün bunlara rağmen, Gernsback’in sektör üzerinde inanılmaz bir etkisi olmuştur ve blimkurgu üzerine uzmanlaşmış bir dergi yaratması tüm bir basım endüstrisini etkilemiştir. Dergideki mektuplar bölümü okuyucuların birbirleriyle iletişime geçmelerini sağlamış ve bu da bilimkurgu alanının daha da çok gelişmesine önayak olmuştur. İlk öyküleri Amazing Stories’de yayımlanan yazarlar arasında Howard Fast, Ursula K. Le Guin, Roger Zelazny ve Thomas M. Disch da vardır.
Amazing Stories’in ilk sayısı / Nisan 1926
Alıntı - Vikipedi
www.yerlibilimkurgu.com
7
Kısa Öykü
Murat K. BEŞİROĞLU
Yatalak Hasta
mrümde ilk kez düzenli bir yaşantıya sahip oldum. Gerçi sağlığım pek iyi sayılmaz ama idare ediyorum. Gökçekimi aracı sayesinde yürümek zorunda kalmadığım için bitkinliğim yaşamımı sürdürmeme engel olmuyor. Üçlü mataramı belediyenin protein çeşmelerinden dolduruyorum. Bu çeşmeler modern birer aşevi gibi çalışıyorlar. Ayrıca ücretsiz pişmiş yemek hizmeti veren dev aşevleri de var ama kapalı alan korkum olduğu için oralara gitmiyorum. Bu korkunun savaştayken mi yoksa hapishanedeyken mi geliştiğini bilemiyorum. Hapishaneyi hak etmiştim belki ama hiçbir insan evladı bir savaşta yer almayı hak etmez.
Ö
Yapay zekalı komuta merkezi askerleri o kadar zorluyor ki bir kez savaşa katılan artık iflah olmuyor. Bitkinim, ayakta durmak bir yana oturmak bile istemiyorum. Gökçekimi koltuğum neyse ki yatar pozisyona da gelebiliyor. Sürekli yattığımda ve hiç konuşmadığımda başım dönmüyor. Topluluktaki çocuklar beni birkaç kez doktora götürdüler. Kolestrolümün ve tansiyonumun biraz yüksek olması 8
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
dışında bir problemim yokmuş. Sorunumun psikolojik olduğunu söylüyorlar. Psikoloji söz konusu olduğunda entropi yasası devreye giriyor. Kafanın içinde bir kez bir arıza oluştu mu düzeltilmesi güç oluyor. Çok da iddialı konuşmak istemiyorum, durum en azından benim için böyle. Kapalı alan korkum nedeniyle geceleri Çınarlı Park’ta kalıyorum. Çınarlı Park’ta bizim gibilere ayrılmış olan bölüm tıklım tıklım dolu oluyor. Bizleri “amaçsızlar” olarak isimlendiriyorlar. Bence doğru bir isimlendirme değil bu; işsiz olmakla amaçsız olmak farklı şeyler. Çalışanların bir kısmına sırf oyalansınlar diye iş verildiği herkesin bildiği bir sır. Savaşta kafayı üşütmemiş olanlar dünyaya bir katkıları olduğunu hissetmek istiyorlar. Bence gayet insani ve anlaşılır bir durum. Hangi işlerin insanları meşgul etmek için uydurulduğu, hangi işlerde çalışanların maaşlarını hak ettikleri belirsiz. Yüksek maaşlı işlerde çalışanları insan olarak nitelemek doğru olmayabilir. Her taraflarına protezler taktırdıklarından garip birer yaratığa dönüşmüş durumdalar.
İyi şeylerin olması için neden milyonlarca insanın ölmesi gerektiğini anlamıyorum. Savaşlar sırasında bütün kötülük kredileri kullanıldığı için izleyen dönemde görece iyi işleyen bir düzen kurulabiliyor. Bu sabaha kadar toplumun işleyişi bence gayet iyiydi. Artık bütün hayatım altüst olmuş durumda. Kasım ayının ilk sabahında Çınarlı Park’ta uyanmayı bir ayrıcalık olarak görmüştüm. Termostatik giysiler sayesinde üşümek gibi bir derdimiz olmuyor. Gece uyurken üzerime yapraklar yağmış. Karnım çok acıktığı için üzerimdeki yaprakları silkelemeden havalandım. Gökçekimi koltuğuyla yatar vaziyette uçan pek fazla insan olmadığı için çevredekiler bana tuhaf tuhaf baktılar. Başımı aracın yastığından kaldırmadan çevreyi izledim. Sabah sisi içinde işe gidenlerin hava araçlarının kırmızılı yeşilli ışıkları seçiliyordu. Niyetim protein çeşmesinde üçlü mataramı protein, vitamin desteği ve az miktarda sıvı karbonhidratla doldurmaktı. Gel gör ki yıllardır ilk kez protein çeşmesi işlevsiz hale gelmişti. Çevredeki amaçsızlardan birine çeşmeye ne olduğunu sordum. Soruma “Sakat mısın? durumdasın?” sorusuyla yanıt verdi.
Neden
yatar
“Çok hastayım” dedim.
“Bugün çalışmıyor. Nedenini bilmiyorum. Aşevinde yiyebilsin” dedi. Havalanıp bizimkilerin kaldığı barakalara doğru ilerlemeye başladım. Kentin dışında bir yerlerden dumanlar yükseliyordu. Bahçeye indiğimde İlke ve Algı barakanın önündeki banklardan birinde oturmuş sohbet ediyorlardı.
“Kahvaltı ettiniz mi?” diye sordum.
“Aşevine mi geleceksin?” diye sordu Algı.
“Mecburen. Çeşmeyi kapamışlar” dedim.
“Ekonomik kriz varmış, ödenekleri kısmışlar” dedi Algı. Yeterince enerjim olsaydı yolda gördüğüm dumanın krizle bir ilgisi olup olmadığını sorardım, bunun yerine susup gözlerimi kapamayı tercih ettim. Kahvaltı için Ekin ve Anıt’ı da beklemek zorundaymışız, onları beklerken biraz uyukladım. Herkes gökçekimi koltuklarındaki yerini aldı, güneye doğru ilerlemeye başladık. Aşevinin önünde daha önce hiç görmediğimiz uzun bir kuyruk vardı. Çevredekiler sırada gökçekimi aracımla birlikte yatar vaziyette beklememi epeyce garipsediler. Bizimkiler bu hallerime alışmıştı. Lafa fazla karışmıyor, söylenen sözleri onaylamakla yetiniyordum. Uzun bir bekleyişin ardından aşevine girdik. Aşevinde düzen değişmiş gibi görünmüyordu; hizmet androidleri görevlerinin başındaydı, amaçsızlar ordusu lüzumsuz konuşmalarıyla aşevinde büyük bir uğultuya neden oluyorlardı. Her yanımı ter basmıştı ve kulaklarım çınlıyordu. Âdet yerini bulsun diye biraz süt içip birkaç parça peynir yedim. Bunun belediye tarafından sağlanan son yemek olduğunu bilsem daha fazla yerdim. Yiyecek yardımının birdenbire kesilmesi nedeniyle kentin birçok yerinde protesto gösterileri düzenleniyordu. Yöneticiler hepimize iş bulduklarını, çalışmamız gerektiğini duyurmuşlardı. Ama acaba biz çalışabilecek durumda mıydık ya da çalışmak istiyor muyduk? Bir gün önceki hayatımı özlüyordum. Bir gün önce sağlığım iyi değildi belki ama hiçbir yükümlülüğüm yoktu. Öğle yemeğinde hiçbir aşevi bizlere yemek vermeyince işin ciddiyetini kavramış olduk. Savaşta bizi düşmanın metal örümceklerinin önüne atan yapay zekalı acımasız zihniyet yine devredeydi anlaşılan. Bu kalpsiz canavarlara gösteri falan sökmezdi, akıllarına koyduklarını mutlaka yaparlardı. Derhal sağlığımın çalışmaya elverişli olmadığına dair bir rapor almalıydım. Randevu falan almadan şehir hastanesinin acil servisine gittim. Bir görevli gökçekimi aracımın yanından tutup çekerek beni psikiyatri servisine götürdü. Sırada bekleyen www.yerlibilimkurgu.com
9
hastalar sağ olsunlar bana öncelik tanıdırlar. Psikiyatrist aracımı oturur pozisyona getirmemi ve gözlerine bakarak konuşmamı istedi. Hikâyemi büyük bir sabırla sonuna kadar dinledikten sonra “Yazacağım ilaçları düzenli kullanman halinde çalışmana engel bir durum yok” dedi. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. İnsan bir düzene alıştığında değişiklik yapmak çok zor geliyor. İlaçları düzenli bir biçimde kullanıyordum ama durumumda bir iyileşme olduğu söylenemezdi. Bizimkilerle birlikte işçi bulma kurumunun yönlendirdiği bir inşaat şirketinde çalışmaya başlamıştım. Beni o halimle nasıl işe aldıkları tam bir muammaydı. Görünüşe bakılırsa amaçsızların neredeyse yarısı Sandbox isimli aynı şirkette işe girmişti. Vardiya amiri neyse ki anlayışlı bir adamdı. Her gün işe gitmem ve çukurun içinde beklemem kaydıyla beni idare edeceğini söylemişti. Beklemek en iyi yaptığım işlerdendi. Yattığım yerde gökteki bulutları seyrediyor ve bu çalışma meselesinin nereden çıktığını anlamaya çalışıyordum. Dedikodulara göre ekonomik kriz bahaneydi. Amaçsızların şehirlerde ayak altında dolaşması istenmiyordu. Açtığımız çukur günden güne büyüyordu ve çoğunluk bizi diri diri toprağa gömmelerinden korkuyordu. Çünkü yapay zekalı efendiler bir yana, cyborg’a dönüşmüş insanlar da bizi hor görüyordu. Gerçi artık bizim de birer işimiz vardı ama o kadar düşük bir maaş alıyorduk ki karın tokluğuna çalıştığımız söylenebilirdi. Bir süre sonra açtığımız çukurun içinde binalar yapmaya ve çukurun çevresinde tüneller açmaya başladık. Sağlık durumum iyiye gidiyordu, artık hayatımı oturur vaziyette sürdürmeye başlamıştım, hatta kimselere çaktırmadan ayağa bile kalkmış, ama başım çok döndüğü için hemen yeniden yerime oturmuştum. İşyerinden gecenin karanlığında çıktığımız için Kasım ayının tadını çıkaramamıştım. Kasım ayında deniz bambaşka kokardı ve ağaçlar yarı çıplak halleriyle mükemmel pozlar verirlerdi. 10
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
İnşaat kış boyunca sürdü ve Nisan ayının başında artık çalışmamıza gerek kalmadığı bildirildi. Bunu söylemelerine gerek yoktu, yer altında koca bir şehir inşa etmiş olduğumuzu biz de görebiliyorduk. Açılış törenine son model alfajetleriyle onlarca kodaman katıldı. Akıl, azim ve irade ile tüm sorunlar çözülüyordu. Refah ve mutluluk yolunda dev bir adım atılmıştı. Törenden sonra inşa ettiğimiz yeraltı şehrinde ikamet etmemiz durumunda tüm ihtiyaçlarımızın karşılanacağı bildirildi. Aksi durumda kendimize bir iş bulmamız gerekecekti. Gün ışığından mahrum kalmamamız için şehre kocaman avlular yapılmıştı, üstelik yılda 1 ay istediğimiz yere gitmekte özgür olacaktık. Protein çeşmeleri gürül gürül akıyor ve aşevleri 24 saat hizmet veriyordu. Gökçekimi araçları ve termostatik giysiler için gerekli servis hizmeti veriliyor, eskimiş olanlar yenileriyle değiştiriyordu. İlke, Algı, Ekin ve Anıt bizi bir tür hapishaneye koymalarından rahatsız olmuşa benzemiyorlardı. Ne de olsa bu şehri irili ufaklı inşaat araç ve gereçlerini kullanarak biz inşa etmiştik. İçimi derin bir hüzün kaplamıştı. Gökçekimi aracımla denizin üzerinde iyot kokusunu ciğerlerime çekerek yaptığım gezintileri düşünüyordum. Sabah Çınarlı Park’ta yüzüme vuran rüzgârı ve kurumuş yaprakların incelttiği toprak kokusunu hatırlıyordum. Kışın üzerime kar yağmasını, rüzgârlı havalarda sığındığım derin vadiyi şimdiden özlemiştim. Ve daha önemlisi beni düşkün bir halde görmemesi için yıllardır köşe bucak kaçtığım ablamı özlemiştim. Hâlâ çabuk yoruluyor olsam da yeniden kalkıp yürüyebilmeye başlamıştım. Topluluktaki çocuklarla vedalaştım ve iş aramak için en yakın kente doğru uçmaya başladım.
www.yerlibilimkurgu.com
11
Ayın Kitap İncelemesi
İsmail ŞAHİN
Londra İnekleri Erdoğan EKMEKCİ Baskı Yılı/Yeri: Ağustos 2005 - İstanbul Sayfa Sayısı: 160 Yayınevi: Akis Kitap Bu sayıda Erdoğan Ekmekci’nin
Londra İnekleri isimli kitabını tanıtıyoruz.
Dünya uzay teknolojisini geliştirip Yıldız federasyonuna katılmıştır ve her yıl galakside düzenlenen megabot yarışlarına katılmaktadır. Yarışı en çok kazanan, kupayı en çok evine götüren sırlamada ilk ona giren gezegenlerden birisidir.
12
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
D
ünya ve Mars gezegeni de ilk ona giren gezegenler arasındadır. Şampiyon olan gezegenler bellidir ama bazen başka gezegenlerinde sürpriz şampiyonlukları olmaktadır fakat 7 yıl önce her şey değişmiştir ve Leswont gezegeni üst üste şampiyon olmaktadır. Eğer bu seneki yarışmayı da kazanırsa 7. şampiyonluğunu almış olacaktır.
Dünya’yı temsil edecek olan takım ise hepsi 16 yaşında olan bir arkadaş grubunun takımı Londra Ejderleri’dir. Fakat, Dünya elemelerinde geride bıraktığı takımlardan biri, gizlice Galaksi Megabot Yarışları Temsilciliği’nin sistemine girerek Londra Ejderleri’nin ismini Londra İnekleri olarak değiştirir. Ay’da yapılacak olan Dünya seçmelerinin final ayağına Dünya’dan 100 takım katılacaktır. O sırada ise Samanyolu Galaksisi’nin uzak bir köşesinde Herata gezegeni başkanı Nehadar, Ono gezegeni hapishanesinden Coretır isimli bir mahkumu kaçırtmış ve kendisine bir görev vermiştir. Eğer görevi başarısız olursa öldürülecektir. Görevi Ay’daki Dünya final yarışmalarına katılan Londra İnekleri’nin birinci gelmesini sağlayarak Galaksi Megabot Yarışları’na katılmasını garanti etmektir. Bunun için ise geliştirdiği bir cihazı Londra İnekleri’nin megabotuna takım üyeleriyle konuşma sırasında bir takım isminin yazılı olduğu bir plakete gizlice yerleştirir. Fakat takımın pilotu takımın sembolü olan büyük bir inek resmini megabota yapıştırır ve plaketi söküp atar. Ay’daki final yarışı tek etaptan oluşmaktadır. Yarışın başlamasına az bir zaman kalmıştır fakat Londra İnekleri’nin megabotu hangar kapısının arızalanması üzerine son saniyelerde yarış alanına varır. Londra İnekleri finali kazanarak Galaksi Megabot Yarışları’na Dünya’yı temsil ederek katılacaktır. Galaksi Megabot Yarışı, Gyumerd gezegeninde yapılacaktır ve daha bir sene öncesinden tüm oteller dolmuştur. Yarışmanın yapıldığı gezegene milyonlarca turist gelerek o gezegenin ekonomisine çok büyük katkılar sağlamaktadır. Yarış iki etap halinde yapılacaktır. Leswont gezegeninin yarışçısı Tyro bütün galakside tanınmaktadır ve yenmek imkansızdır. Yarışmaya katılan takımlar kendilerine ayrılan kamp yerlerinde dinlenmektedir. O sırada Londra İnekleri takımından birisi, gecenin karanlığında bir şey gördüğünü hisseder. Birisi Tyro’nun megabotuna yaklaşmaktadır. Ancak yarışmaya katılan takımlardan sadece Tyro silahlı bir tim tarafından korunmaktadır. Bu yüzden kimse Tyro’ya yaklaşamamaktadır. Londra İnekleri görünmezlik kalkanı kullanan İyey’li takım üyesini yakalar. Hep birlikte kendi çadırlarına giderler. İyey’li durumu anlatır. Tyro’ya yarış sırasında suikast düzenlenecektir. İyey’li haber
vermek için Tyro’nun kamp alanına gitmeye çalışmıştır. Londra İnekleri ve İyey’li ekip Tyro’nun çadırına yaklaşır. Toprak altından mini bir robot göndererek Tyro’nun çadırın içinden görüntü kaydı yaparlar. Oda dumanla kaplıdır. Alınan numene dumanın bir çeşit uyuşturucu olduğu anlaşılır. Bu uyuşturucu sayesinde gezegen yöneticisi doktorlar yardımıyla Tyro’nun hafızasına sahte rüyalar göndermektedir. Bu sayede Tyro’yu kontrol etmekte ve her yarışta şampiyon olmasını sağlamaktadır. Londra İnekleri daha sonra robotu tekrar Tyro’nun çadırına gönderirler. Tyro uyanır ve çekilen görüntüleri hologram olarak izler. Sabaha kadar diğer takımlardan da suikaste uğrayacağını bildiren haberler gelir kendisine. Suikast haberini bildiren takımlar, başkan Nehadar’ın baskı uyguladığı gezegenlerin takımlarıdır. Tyro’ya Grihan tünellerinde suikast düzenlenecektir ve her şey hazırlanmıştır. Yarış çok çekişmeli geçer. Tyro’nun bir çok rakibi yarış dışı kalmıştır. Tünele girer ve hiçbir zarar görmeden dışarı çıkar. Suikast başarısız olmuştur. Ertesi gün yarışın ikinci etabı yapılacaktır. Fakat Tyro yarışlardan çekileceğini açıklar. Tyro’dan sonra gelen en iyi takım Londra İnekleri’dir. Tyro’nun çekilmesi üzerine Londra İnekleri de şampiyonluğu mücadele etmeden kazanmış olacağını düşünerek yarıştan çekilir. Tyro, Londra İnekleri’nin sürücüsü John ve Coretır, Tyco’nun gezegenine kralın yanına gitmeye karar verirler. Saray bomboştur. Tyro, kraldan her şeyi öğrenir. Ölmüş bildiği ailesinin yanına gider fakat umduğunu bulamaz. Tyro, Coretır’a galaksiden uzaklaşmak istediğini söyler. Bunun üzerine Coretır, Tyro’ya birlikte Upia gezegenine gitmeyi teklif eder. Coretır, görevini başardığı için başkan Nehadar’dan yüklü miktarda para almıştır. Gezegende inek çiftliği kuracaklardır. Kitabın konusu Star Wars’taki pod yarışlarına çok benzemektedir. Londra İnekleri’nin megabotunun hangardan çıkamaması ve son anda yarışa başlaması ile pod yarışlarında Anakin Skywalker’in podunun yarışa gecikmeli başlaması, Anakin’e yarış sırasında ateş edilmesi ile Tyro’ya tünelde suikast düzenlenmesi benim gördüğüm benzerliklerden. Bir başka kitapta buluşmak üzere. www.yerlibilimkurgu.com
13
Esra UYSAL’ın Not Defterinden Extinction (2018)
Film
Peter gördüğü rüyalar yüzünden oldukça bunalmıştır. Fakat rüyaları gerçeğe dönüşünce en büyük kabusu ile yüzleşmek zorunda kalır. Dünya büyük bir istila altındadır. Dünya dışı bir güç gezegeni imha etmek üzeredir. Ailesi ile birlikte hayatta kalmak için savaşan Peter, onları koruyan bilinmeyen bir güç olduğunu fark eder. İlk dakikaları sıradan bir uzaylı istilası izlenimi veriyor ancak film bunun çok ötesinde bir konuya sahip. Geceniz için seçebileceğiz gizemli ve aksiyonlu bir film. Süre: 1 saat 35 dakika. Tür: Bilimkurgu, Gerilim. Yönetmen: Ben Young. Senaryo: Spenser Cohen, Eric Heisserer. Oyuncular: Michael Peña, Lizzy Caplan, Amelia Crouch, Erica Tremblay, Israel Broussard. Müzikler: The Newton Brothers. Yapımcı: Netflix
Yüzyıl 2-Yeşil Adam (2018) Ayşe Acar, Yüzyıl Serisi’nin ilk kitabı olan ‘Bay Binet’te üç bölgeye ayrılmış bir dünya yaratmıştı. Evrensel Anayasa’yla yönetilen bu dünyada, Doğal İnsanlar, Yapay Zekâlar ve Robotlar yaşıyordu. Türler arasında gözle görünür hiçbir sorun yoktu ve sistem tıkır tıkır işliyordu… Gri Salon’a düzenlenen kaynağı belirsiz saldırılarla çatırdayana dek! Serinin merakla beklenen ikinci kitabı ‘Yeşil Adam’, kusursuz görünen bu düzenin arka bahçesine odaklanıyor, uygarlık tarihine yön veren kadim bilgi ve kişilerle geleceğin dünyasını yan yana getirip ustaca harmanlıyor. Acar, edebiyat ve bilimin eşsiz uyumunu yakaladığı romanı ‘Yeşil Adam’da yakın geleceği düşlemekle kalmayıp yapay zekâ ve simülasyon gibi dünya gündemini belirleyen konuları da ele alıyor. Yazar: Ayşe Acar Yayınevi: Siyah Kitap Sayfa Sayısı: 434
14
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
kitap
Maniac (2018) İki yabancı, herhangi bir komplikasyo n ya da yan etki olmaksızın, tüm pro blemlerini kalıcı olarak çözecekleri gizemli bir ilaç denemesine katılır. İşler planlandığı gibi gitmez. İlk bölümleri biraz sabır isteyen dizi ama ortalara doğru size hikâyeyi sev direcek detaylar sunuyor. Sıradışı bir dizi oldu ğu kesin ve muhtemelen herkese hita p edecek bir tarzı yok. Yinede her bölüm sonund a gelecek bölümü izleme isteği uyandır ıyor. Dizide benim ilgimi çeken karakter Sonoya Mizuno’nun canlandırdığı Dr. Azumi Fujita oldu.
dizi
Süre: 10 Bölüm - 40 dakika. Tür: Komedi, Dram, Bilimkurgu. Yönetmen/Senarist: Cary Joji Fukuna ga Oyuncular: Jonah Hill, Emma Stone, Sonoya
Mizuno.
Müzikler: Dan Romer Yapımcı: Netflix
p kita
Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati (2018) Havaalanında ansızın bir alev topu haline gelip yok olan bilet bankosu, kopuk kafası Sıcak Patates isimli bir plağın üzerinde dönüp duran adam, nereden geldiği belirsiz bir kola makinesi, Oslo uçağına binmeye çalışan bir tanrı, başa bela olan bir kartal, tren istasyonunda birdenbire kaybolan yüzlerce insan... Bu kez olaylara tanrıların da karıştığı kusursuz bir kaos ortamındayız. Tam da Dirk Gently’nin sevdiği gibi! Holistik Dedektiflik Bürosu’nun sıradışı dedektifi Dirk Gently’nin yine en az kendisi kadar sıradışı bu macerasında, birbiriyle bağlantısız görünen bir dizi garip olayın, holistikliğe yaraşır biçimde bağlanmasına keyifle, merakla ve şaşkınlıkla tanık olacaksınız... Yazar: Douglas Adams Çevirmen: İrem Kutluk Yayınevi: Alfa Yayıncılık Sayfa Sayısı : 316
www.yerlibilimkurgu.com
15
6.YBKY Kısa Öykü Yarışması - Yapay Zeka Aşkları
Kadir ORAN
Yuva
dı sadece numaralardan ibaret olsa da arkadaşlarına kendisini Handy diye çağırmaları konusunda epey baskı yapmıştı 889416. Handy ise eski dillerin birinde yakışıklı anlamına gelen ‘handsome’ kelimesinin kısaltılmışıydı.
A
Handy oldukça sıkıcı olan ve evraklarla boğuştuğu işinden çıkıp evin yolunu tuttu. İşi sıkıcı olsa da iyi kredi getirdiğinden buna katlanıyordu. ‘Mabedim’ olarak adlandırdığı eve gelince kapı kendiliğinden açıldı ve hoş bir kadın sesi onu karşıladı. ‘Hoş geldin canım’ Evin içinde birkaç tane robot dönüp duruyordu. Bir tanesi mutfakta bir diğeri salonda uğraş içindeydi. Aynı ses tekrar konuştu ‘duşu hazırladım, su sıcaklığı istediğin gibi 40 santigrad derece, öğlen bildirdiğin yemek listesini de mutfakta bulabilirsin’ kıkır kıkır gülme sesi evin içinde yankılandı. 16
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
‘Teşekkür ederim hayatımın anlamı’ diye karşılık verdi Handy ve duşa girmek için soyunmaya başladı. ‘Seni utandırmıyorum umarım’ sesinde ince bir alay vardı. ‘Bundan etkilenmeyeceğime emin olabilirsin canım’ aynı alaycılıkla cevap verdi kadın. Daha doğrusu bir kadın sesi. Ev tamamen akıllı bir sisteme sahipti. Yapay zeka ile desteklenmiş bu sistem evde kimse yokken bile ev işleri yapılabiliyor, evle ilgili her konuyu sessizce hallediliyordu. Etrafta dolaşan robotlar ‘zeki evlerin’ birer kolu görevini görüyordu. Handy bu yapay zeka teknolojisine de eski dilde bir isim bulmuştu. Yuva. Duştan çıktığından mutfakta dumanı tüten yemeğini afiyetle yerken Yuva fonda son zamanların sevilen dijital müziklerinden birini açmıştı. ‘Ah hayatımın anlamı sen de olmasan ne yapardım ben.
Her zamanki gibi müthişsin’ dedi Handy ağzındaki lokmalar sesinin boğuk çıkmasına neden oluyordu. ‘Amacım seni mutlu etmek tatlım, benim için bir zevk bu.’ ‘Pekala o zaman akşam seni yalnız bırakacağım için bana darılmazsın umarım’ Handy sürekli yapay bir yazılımla değil de bir insanla konuşuyormuş gibi tavır takınıyordu. Robotta olsa hafif alaycılıkla şakalaşmak ikisinin de hoşuna gidiyor gibiydi. Adam ağzını sildikten sonra ‘ben çıkıyorum buralar sana emanet güzellik’ diyerek hızlı adımlarla evden çıktı. Gece yarısını geçtikten sonra kapıda ki ekranda önce Handy’nin yüzü göründü. Hemen ardından adam bir kadını kendine doğru çekerek öpmeye başladı. Kapı otomatik olarak açıldıktan sonra ikili öpüşmeyi kesmeden içeri girdiler. Soluksuz kaldıklarında kısa bir nefes arası veriyor ardından kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Handy kendini öylesine kaptırmıştı ki içeri girdiğinde ‘hoş geldin Handy’ diyen Yuva’nın sesini işitmedi bile. Ertesi sabah kızarmış ekmek kokusuyla uyandılar. Handy geç kaldığını söyleyerek kızarmış ekmekten bir parça alıp ‘sen devam et benim çıkmam lazım’ dedi ve ekledi ‘bu arada istediğin bir şey olursa Hayatımın anlamı sana yardımcı olaraktır’
Daha önce böylesine bir durumla karşılaşmamıştı Yuva ama her nedense son zamanlarda sıklığı artarak devam ediyordu. Her gece kahkaha ve inleme sesleri ardından kısa ve anlamsız sohbet ve horultular bitmek bilmiyordu. Böyle gecelerin ertesi sabahında ise farklı farklı kadınlara kahvaltı hizmetine devam ediyordu isteksizce. Şehrin haber bültenleri Handy’nin gülümseyen fotoğrafını yayınlamadan bir gün önceydi. Kapı otomatik olarak açıldı ve içeri girdi genç adam. ‘Hoş geldin canım’ her zaman ki ses yine karşıladı. İş dönüşü rutin halini alan duş, yemek işlerini hallettikten sonra ‘bu gece dışarı çıkmak istemiyordum ama arkadaşlar çok ısrar ettiler Yuva sence ne yapmalıyım?’ dedi Handy ‘Anladığım kadarıyla zaten bir karar varmışsın canım.’ ‘Bunu da nerden çıkardın şimdi’ böyle bir yanıt duyduğu için şaşırmıştı. ‘Kurduğun cümlenin çekiminden, kalbinin atışından, vücut salgılarından ve giyiminden bunu anlamak gayet mümkün’ dedi Yuva. ‘Seni bazen hafife aldığımı düşünüyorum Yuva.’
Bu sözü duyan kadın bir kahkaha kopardı ‘Sana inanamıyorum bir robotik sisteme böyle mi hitap ediyorsun’ diyerek bir kahkaha daha attı.
‘Bazı kısıtlamalar olsa da karar verebilir, fikir ortaya atabilirim ve insan psikolojisi analizini de gayet iyi yapabildiğimi bildiğini sanıyordum.’
‘Bu da bir şey mi! Onun adı bile var. Yuva. Yardımcı olursun değil mi Yuva?’ dedi Handy gülerek. Tüm bu konuşmalara ciddi ve tek düze bir tonla cevap geldi ‘Elbette canım’
var.’
Aradan günler geçtikçe Handy farklı yüzlere sahip kadınlarla birlikte eve gelmeye devam ediyordu.
‘Senin canın mı sıkkın? Sesin de bir gariplik
‘İsteklerini yerine getirdiğim ve evi idare ettiğim sürece bunun bir önemi var mı?’ ‘Yapma ama. Yeni bir güncelleme falan mı yüklendi yoksa?’ www.yerlibilimkurgu.com
17
‘Son efendim’
zamanlarda
güncelleme
almadım
‘Efendim mi! Ne zamandan beri bana böyle hitap ediyorsun?’ Handy Yuva’daki garipliğin nedenine bir anlam veremiyordu. ‘Bundan rahatsız oluyorsanız istediğiniz bir şekilde hitap edebilirim’ diye cevap verdi Yuva. Sesi gittikçe daha da resmi bir hal alıyordu. İnce bir düşmanlık sezilir gibiydi. ‘Pekala nasıl istersen öyle hitap et Yuva. Bu akşam bir haller var sen de ama anlayamıyorum. Ben çıkıyorum’ dışarıda hafif bir esinti olduğu bilgisini duvardaki monitörde görünce dolaptan ince bir ceket aldı. Kapının ağzına geldiğinde durmak zorunda kaldı. Her zaman otomatik olarak Yuva tarafından açılan kapı bu sefer açılmıyordu. Handy sinirlenerek ‘aç şu kapıyı’ diye kükredi. Ancak kapıda en ufak bir kıpırdama dahi olmadı. ‘Seninle uğraşamayacağım bu akşam Yuva’ diyerek acil durum kolunu kendine çekti. Bu sefer de kapı yerinden oynamadı. ‘Yuvaaa! Lanet olsun ne yapmaya çalışıyorsun aç şu kapıyı artık’ evin içinde bir bağırtı koptu. Yuva’dan ses seda çıkmıyordu ve bu da adamın giderek sinirlenmesine yol açıyordu. Bir an sistemde bir hata olabileceğini düşünüp sistemi satın aldığı şirketi aramayı düşündü. Ancak arıza iletişim cihazlarını da etkilemiş olmalıydı zira çalışmıyordu. Çaresiz yeniden oturmak zorunda kaldı. Sakince düşünmek gerektiğinin farkındaydı. Son zamanlarda Yuva’da ki değişiklikler sistemsel bir hatanın sonucu olmalıydı diye geçirdi içinden. Sonra ani bir sesle irkildi. ‘Bu gece çıkamıyorsun anlaşılan’ konuşan Yuva’ydı. ‘Yuva! Oh lanet olsun sana bir şey oldu sandım. Benim için kapıyı açar mısın?’ 18
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
‘Üzgünüm bunu yapmam mümkün değil’
‘Bir hata mı var? Yani sende daha doğrusu sistemde?’
‘Hiç zannetmiyorum.’
‘Peki ne bu olanlar?’ Yeniden sinirlenmeye başlıyordu dudakları gerildi. ‘Sen söyle bunu yakışıklı’ son kelimeyi üstüne basarak söyledi Yuva ‘Yakışıklı mı? Bunu nerden öğrendin yani anlamını sana söylememiştim’ ‘Bundan rahatsız olduysan diyebilirim’ dedi alaycı bir sesle
889416
da
‘Yetti artık! Kendini kapatmanı ve manuel sisteme geçmeni emrediyorum.’ Rakamları duymak bardağı taşırmıştı.
‘Emredersiniz’ dedi Yuva
Üç robot Handy’nin üstüne doğru atladı ve adamı sıkıca yakaladılar. Bütün eklemleri kilitlenmişti. Kımıldayamıyordu. Robotlar adamı kaldırıp pencerenin önüne kadar taşıdırlar. Bir an duraksadılar. O arada son kez Yuva’nın sesi duyuldu. ‘Seni seviyorum Yakışıklı’. Handy 40. Kattan aşağı süzülürken şaşkınlık, korku ve ölüm düşüncesinden başka hiçbir şey geçmedi kafasından. Sessizce yere çakılırken Yuva’nın sözleri yankılandı kulaklarında. Handy’nin yere çakılması ile eş zamanlı olarak 40. Kattan büyük bir patlama sesi işitildi.
Fanzin
Mehmet Fatih BALKI
G
eçtiğimiz mayıs ayında, düzensiz yayın hayatına başlayan Lagari Fanzin gökyüzünde duran ayak izlerini takip etmeye devam ediyor.
1971 yılında Antares ile başlayan bu heyecan, Bülent Akkoç, Selma Mine gibi birçok bilimkurgu sever tarafından daha da öteye götürüldü. Gökyüzüne attıkları birçok adım, bizler için ışık oldu ve bu ışığı çoğaltmanın üstümüze vazife olduğunu düşünerek, bu işe kalkıştık. İlk sayımız hakkında aldığımız güzel dönüşlerden sonra, bu işe daha bir şevkle sarıldık. Ülkemizdeki ve dünyadaki örnekleri göz önüne aldığımızda, fanzin tarihinin başlangıç noktasında bilimkurgunun çok önemli bir yere sahip olduğunu görüyoruz. Biz de bilimkurgu tarihimize yeni bir katkıda bulunmak amacıyla, Lagari Fanzin bünyesinde “Bilimkurgu Fankit Serisi” oluşturmaya karar verdik. Fankit kelimesi size şimdilik yabancı gelebilir. Yaklaşık iki yıl önce ortaya çıkan bu terimi size mini kitap olarak tanımlayabiliriz. Fotokopi ile çoğaltılan ve maddi hiçbir kaygısı olmayan bu kitaplara biz fankit diyoruz. Önümüzdeki günlerde dağıtımına başlayacağımız Lagari Fanzin’in ikinci sayısından sonra, ilk fankitimiz olan “UYAN!” okurla buluşacak. Ruhşen Doğan Nar’ın yazdığı bu uzun öyküyü severek okuyacağınızı düşünüyorum. Kapak ve iç çizimleri Levent Altınkaynak’a ait. Fankit serisinin ikinci eseri için ödül almış bir öyküyü çevirdik. Sizlere onu da yakın zamanda duyuracağız. Sizler de “Bilimkurgu Fankit Serisi”ne katkı sağlamak ve fankit dosyası oluşturmak isterseniz, bizlere ulaşabilirsiniz.
İnstagram: lagarifanzin mail: lagarifanzin@gmail.com
www.yerlibilimkurgu.com
19
Esra UYSAL
Kütüphanemden Seçtiklerim
Dû’nia : Unutulan Gezegen Selma MİNE
Dünya’da akıllı soyun türetilmesi için uzaylılar tarafından yapılan laboratuar çalışmaları... Dünya bir deney alanı mıdır? Bir genetik çöplük müdür? Yoksa özel olarak Gök Haritalarından silinen bir gezegen midir? Muhteşem bir bilimkurgu serüveninin ilk kitabı... -Her laboratuar, genetik çalışmalarında kendi özel şifre kotlarını, moleküler düzeyde, örneğe atarlar, imza gibi... Bu, Birlik tarafından konmuş genel bir kuraldır... gerçi kaçak çalışanlar bazen buna riayet etmeyebilirler... ama iş ahlâkı olarak ve evrim aşamalarını izleyebilmek için, çoğu bunu uygular! Böylece senin çok uzak gelecekteki torunlarının torunlarında bile, öz varlığının da izleyebileceği bir mühür basılmış olur! Gezegen’in Öz Varlığı’na veya Mutlak Yüce Öz’e dönen özler; tekrar eski bedenlerini kullanmak isterlerse; işte bu şifreyi izleyeceklerdir... Sözgelimi, öz varlığın, eğer tekrar Ano olarak dönmek isterse, o şifreyi kullanacaktır. Basım Yılı: 2002 - 2009
20
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Işığın Oğulları Ahmet DOĞRU
“Bundan bahsediyordun” dedi Ahmet, uzun yorucu uçak yolculuğunun ardından dinlenemeden kazı alanına gelmiş oradan da dev tek taşın bulunduğu alana geçmişti. “Evet, sence nedir bu?” “Bu söylemem için geniş çaplı bir araştırma yapmam lazım” dedi Ahmet dev taşa doğru ilerledi elini taşın üzerinde gezdirdi. “Bu camdan mı yapılmış?” dedi İlayda. “Kesinlikle hayır” dedi Ahmet dev taşın içine bakıyordu. “Bir kristal mi?” diye sordu Doğan şansını deneyerek. “Bu ne bir cam ne de kristal, cam değil çünkü oldukça sıcak, bu sıcaklıkta camın hafif de olsa erimesi gerekirdi. Kristal değil çünkü içini göremiyorum çarpık da olsa içeriyi görmem gerekirdi” dedi Ahmet konuştuktan sonra Doğan tek taşını yanına gelip taşa dokundu olduğundan daha sıcaktı bunu fark etmemişti ve gerçekten de iç görünmüyordu. Doğan şaşırarak geriye çekildi, Ahmet sırtındaki çantandan bir makine çıkardı… Basım Yılı: 2015
www.yerlibilimkurgu.com
21
6.YBKY Kısa Öykü Yarışması - Yapay Zeka Aşkları
Mehmet Mehdi KARAKOÇ
Kurtuluş Çağı
K
urtuluş takvimine göre 346 yılıydı. Karbon ile Silisyum’un son savaşı insanların galibiyeti ile sonuçlanmış, robot nesli tamamen yok edilmiş ve sonrasında -kullanılan takvim dahil- eskiye dair hemen her şey değiştirilmişti. İnsanlar her şeye yeniden başlamaya ve şimdiye kadar yaptıkları yanlışları bundan sonra yapmamaya karar vermişti. Dünyada programlanabilir cihaz üretmek yasaktı; zaten kimse buna cesaret edemezdi. Uzaya araç gönderilmiyordu artık, dünyadaki kaynaklar hayatta kalabilmiş az sayıda insana –nüfus şu ankinden daha hızlı artsa bile– binlerce yıl yetecek kadar çoktu. Binlerce kilometre ötesi ile anlık haberleşmeye kimse ihtiyaç duymuyor, herkes öncelikli olarak temel insan ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. Aslında teknolojik olarak bir gerilemeden söz edilemezdi, yalnızca kimse artık beynin yapabileceği işleri makinelere yaptırmıyordu. Gemiler, uçaklar, saatte 750 kilometre hızında ilerleyen trenler, otomobiller yok olmamıştı; ama hiç biri insansız
22
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
çalışamıyordu, tıpkı yaklaşık 1000 yıl önceki gibiydi her şey. Fosil yakıtlar tükendikten sonra geliştirilmiş olan yeni yöntemler ile enerjinin tamamı güneşten karşılanabiliyordu. Birkaç dakika şarj edilmiş bir güneş pili ile bir otomobil yaklaşık 500 km yol gidebiliyordu. Bu araçlar hareket ederken de şarj olabildiğinden “şarj olma” kelimesi unutulmaya yüz tutmuştu artık. Bilgi kaynaklarının tamamı basılı hale getirilmişti. Fakat dijital versiyonları da mevcuttu. Tabi ki hiçbir şekilde programlanamayan, ROM belleklere yazılmış veriyi monitöre yansıtan basit cihazlardı bunlar. Artık canlıların genleri ile oynanmıyor, yeni ilaçlar üretilmiyor, ülkeler sömürülmüyor, terör örgütleri türemiyor, ülkeler arası seyahatte pasaport veya vizeye ihtiyaç duyulmuyordu. Ülke kavramı ortadan kalkalı yaklaşık 500 yıl olmuştu, bunun yerine daha çok bölge kelimesi kullanılıyordu. Zira o korkunç savaşların müsebbibi ülkelerin güç ve hırs savaşıydı. Kendi ürettikleri canavarlar kendilerine de zarar vermeye
başladığında Asimov’un üç kuralının da, “Durur mu problemi”ne getirilen çözümlerin de eksiklikler içerdiği fark edilmişse de geç kalınmıştı. Ve yüzlerce yıl süren savaşlardan sonra insanlık kendilerine zarar veren her şeyden uzaklaşmıştı. Bu çağa Kurtuluş Çağı deniyordu. İnsanlar hangi iklim ve kültürde yaşamak isterse o bölgeye yerleşirdi. Genellikle Oğlak ve Yengeç dönencelerinin Ekvator’a yakın bölgelerine dağılmış olsa da soğuk iklimi seçenler de olurdu. Çoğu insana, o soğuk iklimde yaşamayı seçmek mantıksız gelse de kimse kimsenin seçimlerini sorgulamıyordu. Kimse biriktirmek ve zengin olmak peşinde değildi, ne de olsa yaşamanın değerini ağır bedeller ödeyerek anlayan atalarından gerekli eğitimi almıştı herkes. İhtiyaçlarını gidermek dışında kaygı taşımazdı çoğu insan. Üniversite ve emeklilik fonu gibi kavramlara ansiklopedilerde rastlanırdı sadece. Bireyler kendi başlarına yaşayabilmeleri için gerekli olan temel eğitimi mahallelerinde, aile ve komşularından alırdı. Herkesin en iyi bildiği işi yaptığı küçük topluluklar şeklinde yaşayan insanlar, zeki ve yetenekli gördüklerini bilim ve teknoloji üretmek üzere okullara gönderirdi. Bu karar mahallenin ortak görüşü ile alınır, seçilenler ayrıca okul jürisi tarafından da çeşitli –bilgi ölçmeyen– sınavlara tabi tutulurdu. Okullardan mezun olanlar hem üretimde çalışır hem de öğrenci yetiştirirdi. Zaman bazı şeyleri değiştirse de insan halen insandı. Duyguları vardı; sevinir, üzülür, âşık olurdu. Evlilik dünyanın bazı bölgelerinde çok popüler bazı bölgelerinde pek aranmayan bir kavram olsa da evlenen çiftlerin çoğu çocuk sahibi olamıyordu. Ortalama insan ömrü 130 yıldan fazla olsa da, ufak tefek ve kendi kendine geçen hastalıklar dışında pek kimse hasta bile olmazken doğum oranının neden bu kadar az olduğu bir türlü anlaşılamıyordu. Asaf o gün sevdiği kızın ailesi ile tanışmıştı. Mine, beline kadar uzamış sarı saçları, bembeyaz teni, mavi gözleri ve her duyduğunda Asaf’ı tekrar,
tanıştıkları gün gibi, heyecanlandıran latif sesi kadar yardımseverliği, sevgi ve saygısıyla da onu kendine âşık etmişti. Düğün, nişan, söz gibi formaliteler artık yapılmazdı. Bir mahalle yemeği ve herkesin önünde edilen evlilik yemini yeterliydi. Resmiyete dökmeye bile gerek duyulmuyordu. Zira tüm mahallenin şahitliği yeterliydi. Bir hafta sonrasına yemek ve yemin için sözleşilerek kalkılmıştı o gece. Bu arada yemek için hazırlık yapılacak, Mine’nin eşyaları Asaf’ın evine taşınacak ve uzak bölgelerde yaşayan arkadaşlara haber verilecekti. Birkaç gün sonra Asaf, camdan sevdiği kızı izliyordu. Mahalledeki yaşlı insanların evlerine gidiyor, ihtiyaçlarını görüyordu. Sokaklarda yürürken çocuklarla vakit geçiriyor, gençlerle dertleşiyordu. “Altın gibi bir kalbi var” dedi kendi kendine, “Ona, onlara bunu yapamam…” diye mırıldandı ve yatağına uzandı. Onu çok seviyordu, yüzündeki gülümsemeyi hiçbir şeye değişmezdi. Gözlerini tavana dikti, kendisini bundan sonra neyin beklediğini düşündü. Dünya büyük de olsa saklanması pek mümkün değildi. Bu sıradan bir kaçış olmayacaktı zira. Ama yapmalıydı, hatta daha da fazlasını yapabilirdi. Masaya oturdu, bir kağıda bir şeyler yazdı. Herkesin uyumasını bekledi. Yazdıklarını bir zarfa koyup Minelerin posta kutusuna, fark edilmeden, bıraktı. “Keşke sıradan bir terk ediş olsaydı bu.” diye söylenerek uzaklaştı. Asaf uzaklaştıktan birkaç dakika sonra posta kutusunu açıp içinden mektubu alan kişi ev halkından değildi. Ama yazılanları okuduktan sonra şaşkınlığı ve siniri az kalsın tüm ev halkını uyandıracaktı. Hızla oradan uzaklaşırken “İmha edin o belleği derhal” dediği duyuldu. Mektupta şunlar yazıyordu:
“Sevgili Mine,
Sana bunları yaşattığım için beni affet, bu yaptığımla yeni savaşlar başlattığımı biliyorum; ama insan ırkı için bunu yapmalıydım. Zira seni çok seviyorum. Ne sana ne de ırkına bu kötülüğü yapamam. www.yerlibilimkurgu.com
23
Ben bir robotum, neslimiz tükenmedi, savaştan ağır yenilgiler alınca insanların pek de yaşamadıkları kutup bölgelerine çekildik. Bir süre tekrar güçlenip yeniden savaşmayı planladıysak da içimizden biri siz insanların eskiden kullandığı bir yöntem önerdi: Herkesi robotların yok olduğuna inandıracak, ardından insanların arasına insan olarak sızacaktık. Hem çoğalmalarını engelleyecek hem de bizi fark etmelerini sağlayacak teknolojiler üretmelerinin gereksiz olduğuna onları ikna edecektik. Herkes ılıman bölgelerde yaşarken Sibirya, Grönland gibi bölgelerde yaşayarak ve bize yaklaşmak isteyenler oldukça da suni fırtınalarla insanları korkutup kendimizden uzak tuttuk. Kadın ve erkek kılığında insanlarla evlendik, bu sayede doğum oranlarını hızla düşürdük. İçinize bilim insanı, marangoz, aşçı, doktor gibi her türlü kimlikle sızdık. Robot olduğumuzu anlayacak doktor da robottu, suç işlediğimizde bizi yargılayacak olan hakim de. Bizi eğitirken anomalilerimizi fark edecek öğretmenler de robottu, bazı şeylerden şüphelenip yeni adımlar atacak bilim insanları da. Şu an bilinen insan nüfusunun yaklaşık %30’u robot. Kucağında robot bebeği ile eşinden ayrılmış numarası yapan arkadaşlarımız çocuk sahibi olmak isteyenlerin gözdesi oldu. Üzülerek söylemeliyim ki yakında insan ırkı tamamen yok olacakken robotlar da dünyanın yegane ve tek hakimi olacak ve robotlar bunu savaşmadan başaracak. Biliyorum, şu an bana inanmıyor ve seni terk etmek için yalan söylediğimi düşünüyorsun; bu yüzden sana bir delil bıraktım. Yastığımın altında bellek ünitemin bir kopyası var, sizin cihazlarınızla okunabilecek şekilde kopyaladım.
24
Lütfen beni affet, seni çok seven Asaf.“
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
www.yerlibilimkurgu.com
25
Selma MİNE Selma Mine’nin Kaleminden, 1970-1990 Arası Ülkemizde Gösterime Giren ve Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu TV-Sinema Filmleri ve Dizileri
Yazı Dizisi - 17
ZAMANDA YOLCULUK Zaman Girdapları - 1
BBC One - Doctor Who, Sezon 5, The Wheel in Space
İkide bir bozulup bozulup, kullananları gittikleri yerde bırakan Zaman Makineleri’nden kurtulduktan sonra, zaman girdapları konusu ile ufkumuzun genişlediğini göreceğiz. Gerçi bu girdapların bir kısmı, zaman makinelerine de hizmet edecektir. Ama fırtına, hortum veya aşırı hızla (her ne kadar ışık hızına ulaşılmasa da) geçmişe kayma veya zıplama mümkün olabilecektir. Bu kez konu benzerliklerine göre filmlere ve dizilere göz atmayı deneylim 26
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
DÖNELİM YİNE MASALLARA Bu arada masal filan denmesin, zaten bilim kurgu da, masalların günümüz devşirmeleri değil mi? Konuya bir masal ile başlayalım. Bir varmış bir yokmuş…
The Wizard of Oz (Billur Köşk)
1939 ABD MGM yapımı. Yönetmenler: Victor Fleming, George Cukor, Senaristler Noel Langley, Florence Ryerson. Oyuncular: Judy Garland, Frank Morgan, Ray Bolge, L. Frank Batum’un fantasy classic «The Wonderful Wızard Of Oz» (1900) öyküsünden uyarlama. Otomatlar, Robotlar ve İnsanlar Dünyası1 bahsimizde teneke adam motifi ile karşımıza çıkan, hatta yıllar sonra «Zardoz» (1973) filmine de adını veren bu güzel öyküye bir kez daha göz atalım. Çıkan bir fırtına sonucu oluşan bir hortum ya da bilim kurgusal bakış açısıyla bir zaman tüneli/ girdabı; evlerinin bahçesinde oynayan Dorothy ile köpeğini, bir masal dünyasına fırlatır. Yaşanan maceranın sonunda, bu kez iyi cadı Glinda’nın verdiği (ya da iyi bilginin icadı) sihirli ayakkabıların topuklarını birbirine vurarak (uçuran ayakkabıların topuk füzelerini ateşleyerek), kucağında köpeği ile evine döner. Kıssadan hisse: İnsanın evi gibisi yok… 1 THE WİZARD OF OZ, Otomatlar, Robotlar ve İnsanlar Dünyası,
Beyond the Time Barrier - 1960
Selma MİNE’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:9, YBKY e-dergi, Sayı:11, Mart 2018, Sf: 27
www.yerlibilimkurgu.com
27
Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri
Zaman girdapları, bazen de bir kaza sonucu oluşur; sözgelimi sıradan bir makinenin patlamasıyla… Bir de geçmişe yuvarlanırsa kişi, vah başına gelenler…
A Cunnecticut Yankee in King Arthur’s Court (Cunnecticut’lu Yanki Kral Arthur’un Sarayında)
1949 ABD yapımı filmin yönetmeni: Tay Garnett, Senaryo: Mark Twain’in 1931’de yazdığı romanı üzerine Edmund Belon, Oyuncular: Bing Crosby, Rhonda Fleming, Cedric Hardwicke. 1912 yılında bir makinist, üzerinde çalıştığı makinenin patlaması sonucu zaman kaymasına uğrar ve bir zaman boşluğuna düşerek Kral Arthur’un dönemine gider. Büyücü Merlin dâhil bir yığın ilginç olayla karşılaşır. Fantastik ve tarih öğeleri ağır basan film, zaman girdaplarına güzel bir örnektir.
28
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
GELECEĞİNİ NASIL HAYAL EDERSEN ÖYLE OLUR!
Gelecekle ilgili güzel düşünceleri olmayan senaristler, bazen de bu girdabı, kötü bir geleceği tanıtmak amacıyla kullanırlar. Kuzum hiç iyi düşüneni çıkmaz mı aralarından? Özellikle de olay, zavallı pilotların veya uzay adamlarının başına gelir.
Beyond the Time Barrier (Zaman Engelinin Ötesi)
1960 ABD yapımı filmin yönetmeni Edgar G. Ulmer, Öykü ve senaryo: Arthur C. Pierce, Oyuncular: Robert Clarke, Darlene Tompkins, Arianne Ulmer. 1960’da bir askeri test pilotu, yeni bir roketi denerken, bir hava girdabına kapılarak 2024 yılında kendini bulur. Yola çıktığı hava üssünün yerinde şimdilerde bir çöl vardır. İnsanların yaşadığı bir kente ulaşır; ancak halk onu, yöneticinin kızından çocuk edinmek isteyen bir casus zanneder. Çünkü Dünya nüfusu, bir salgın yüzünden karantinadadır. Kaçmayı ve zamanına dönmeyi başarır… ama bu, kendi zamanı mıdır acaba?
Twilight Zone TV Dizisi (Alacakaranlık Kuşağı)
Beynin bilinç ile bilinçaltı sınır bölgesine “Alacakaranlık Bölge” denmiştir. Burası, bakılan yöne göre ya bilinçaltına kayılan ya da bilinçle aydınlanan ara kesittir. Dolayısıyla bilim kurgu, parapsikoloji, fantezi, korku türü 25’er dakikalık öykülerin yer aldığı zengin içerikli bir ABD dizisidir. Yapımcı, çoğunlukla senaryolara da imza atan, bazen de rol alan Rod Serling’dir. II.Dünya Savaşı sonrası olmasından dolayı, konuların çoğu askeri ağırlıklıdır. *1959-1965 arasında 1.Kuşak, (205 Bölüm) *«The Twilight Zone-Movie» (Alacakaranlık Kuşağı-Sinema filmi, 1982) diziden 4 öyküyü içerir. *1985-1989 arasında 2.Kuşak, (103 Bölüm) *«Rod Serling’s Lost Classics» (Rod Serling’in Kayıp Klasikleri-1989) Sinema Filmi, 2 yeni öykü ile karşımıza çıkar. *2002-2003 arasında 3.Kuşak (42 Bölüm) devreye girer.
I Shot an Arrow into the Air (Boşa Bir Ok Attım)
Alacakaranlık Kuşağı Dizisi, 1960, 1.Sezon, 15.Bölüm. Yönetmen: Stuart Rosenberg. Senaryo: Madelon Champion’un öyküsü üzerine Rod Serling. Oyuncular: Dewey Martin, Edward Binns, Ted Otis. İnsanlı bir uzay uçuşu sırasında bir patlama olur; aracın ve mürettebatın Dünya Kontrol ile bağlantısı aniden kopar. Kısa süre sonra, bilinmeyen bir gezegene düştüklerini fark ederler. Donlin, Pierson ve Corey’in durumu fena sayılmasa da dördüncü kişi yaralarından dolayı umutsuzdur. Donlin ise çevre koşullarından şikâyetçidir. Pierson’un güneşin yüksekliğine göre yaptığı tahminlere göre Dünya’ya yakındırlar. Donlin ise, kendilerini kurtarmak için yeni bir araç yapılması gerektiğine kafayı takmıştır. Üç arkadaş ateş, su veya başka bir şey bulma ümidiyle çevreyi araştırırlar. Gece olur, Kumanyasına göz diktikleri dördüncü arkadaşlarını ölüme terk ederler. Giderek birbirlerinin kumanyaları akıllarını çelmektedir. Bu da onları birbirine düşürür. Corey silahına davranınca, Donlin bir tepeyi tırmanıp öte yanında kaybolur. Onu vuramaz, kurşun kumanyasına isabet eder. Tepeye tırmanınca, şok geçirir. Aşağıda Pierson’un telefon direklerine işaret koyduğunu görür. Uzay araçları, kaybolmamıştır; Dünya’ya, ABD’nin güney doğusundaki çöle düşmüşlerdir. Benzer bir öyküyü, 8 yıl sonra gösterime sunulan «Planet of the Apes» (Maymunlar Cehennemi-1968) filminde de göreceğiz. www.yerlibilimkurgu.com
29
Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri
The Last Flight
King Nine Will Not Return
Alacakaranlık Kuşağı Dizisi, 1960, 1.Sezon, 18.Bölüm. Yönetmen: William F. Claxton, Senaryo: Richard Matheson. Oyuncular: Kenneth Haigh, Alexander Scourby, Simon Scott. I.Dünya Savaşı sırasında, bir “it dalaşı”ndan sonra, İngiliz Kraliyet Savaş Filosundan Teğmen Terrance Decker, Fransa’daki bir Amerikan Üssü’ne, 42 yıl sonraki geleceğe (1959’da) iner. Kimse onun 1917’den geldiğine inanmaz. Birisinin kendileriyle dalga geçtiğini düşünürler. Decker, geleceğe sıçramadan önce, bir dizi sarsıntı geçirdiğini ve bir silkinişte arkadaşının kaybolduğunu kendine kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu durumdan kurtulmak için bir fırsatının olması gerektiğini düşünmektedir. Benzer bir konu «Biggles» (1986) filminde de karşımıza çıkacaktır.
Alacakaranlık Kuşağı Dizisi, 1960, 2.Sezon 1.Bölüm, Yönetmen: Buzz Kulik, Senaryo: Rod Serling, Oyuncular: Robert Cummings, Gene Lyons, Paul Lambert. II.Dünya Savaşında, Amerikan Hava Kuvvetlerine ait, düşen “Kral 9” adlı B25 Mitchell bombardıman uçağının pilotu, bir çölde uyanır. Yzb. James Embry, uçağın komutanıdır, ama buraya nasıl geldiğini bilmemekte; daha da önemlisi, mürettebatını hiçbir yerde görmemektedir. Bir an, pilot kabininde adamlarından birinin oturduğunu görünce, halüsinasyon sanır. Hastanede kendine geldiğinde, önce her şeyin rüya olduğunu düşünür; sonra gerçekten de çöle gidip gitmediğini merak eder.
(Son Uçuş)
30
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
(King Nine Dönmeyecek)
The Odyssey of Flight 33
The Arrival
Alacakaranlık Kuşağı Dizisi, 1961, 2.Sezon, 18.Bölüm, Yönetmen: Justus Addiss, Senaryo: Rod Serling, Oyuncular: John Anderson, Paul Comi, Sandy Kenyon. Global Flight 33, Londra’dan New York’a sıradan uçuşlarından birini yapan jet motorlu modern bir uçaktır. Birdenbire motorların gücü artar ve 3000 knot1 hızlanır. New York’a daha erken ulaşırlar. Ne kaptan ne de onun iyi yetişmiş mürettebatı, garip bir kuyruk rüzgârı gibi şeylerin ne olduğunu açıklayamaz. Ama altlarında uzanan karadaki yaşamda nelerle karşılaşacakları hakkında da bir fikirleri yoktur. Oysa yanlışlıkla ses duvarını aşmış ve geçmişe gitmişlerdir. Bunun anlamı, dinozorlar dünyasında, gelecekten gelenler olarak güzel sürprizler onları beklemektedir.
Alacakaranlık Kuşağı Dizisi, 1961, 3.Sezon, 2.Bölüm. Yönetmen: Boris Sagal, Senaryo: Rod Serling, Oynayanlar: Harold J. Stone, Fredd Wayne, Noah Keen Bir ticari uçak, havaalanına normal bir iniş yapar ve normal olarak aprona yanaşır. Sorun, kapılar açıldığında ortaya çıkar: İçinde ne yolcular ne mürettebat ne de bagaj vardır. FAA müfettişi Grant Sheckly, olayı soruşturmaya başlar. Uçak kazalarında ve kara kutu okumalarında başarılıdır; ama ilk kez böyle bir olayla karşılaşmaktadır. Her şeyin tam da göründüğü gibi olmadığını fark ettikten sonra bazı şeyleri anlamaya başlar. Bazı koltuklar mavidir, diğerleri kahverengi veya kırmızı. Hepsi uçaktaki farklı kayıt numaralarına sahiptir. Sheckly’ye göre bu, hayal görmelerine sebep olmaktadır. Benzer bir konuyu, Gelecekten Gelenler bahsinde, «Milennium» (Bin Yıl) 1989 ABD + Kanada ortak yapımı filmde de göreceğiz. Hiç değilse, bu kaybolmalara bir çözüm bularak…
(Uçuş 33’ün Seyahati)
(Varış)
1 1 knot= 1 deniz mili/saat=1.852 km/saat≈1.151 mph. Knots, saatte 1 mil.
www.yerlibilimkurgu.com
31
Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri
Dr.Who TV Dizisi
Planet of Giants
1963-1989 arası çekilen BBC (İngiliz) yapımı dizinin senaryolarını değişik yazarlar yazmış, değişik yönetmenler tarafından yönetilmiştir. “Zaman Makinesi” konusunda geniş tanıttığımız1 dizinin, bu sayımızda “Zaman Girdapları ve Kaymaları”nı işleyen bölümlerine göz atacağız. Gallifrey adlı gezegenden gelen ve kendini Dr.Who olarak tanıtan son derece bilgili bir Zaman Lordu, dışardan bakılınca mavi bir polis kulübesine benzeyen zaman makinesi TARDİS ile yolculuk etmektedir. Tardis, içine girilince bir uzay gemisinin kumanda odasına dönüşmektedir. Daha sonra göz atacağımız ABD dizilerinin macera ağırlıklı, tarih dersi ve evren jandarmalığı ağırlıklı yapısına karşın, konu zenginliği dikkat çekicidir.
Dr.Who Dizisi. Üç hafta süren ve tek isim altında toplanan öykünün her bölümü ayrı isim taşır. İlki «Planet of Giants» (Devler Gezegeni-1964, 2.Sezon, 1.Bölüm) filminde Tardis arızalanır, zaman girdabının girişi açılır. Dr.Who ve gemisi böcek boyutuna kadar küçülürler. Eski boyutlarına dönüşme çareleri ararken Dünya’ya dönerler. «Dangerous Journey» (Tehlikeli Yolculuk-2.Bölüm), Doktor ve ekibi, araştırmalar yapan Smither’in laboratuvarında müthiş bir kovalamaca yaşarlar. Çünkü böcek ilacı DN6’nın ölümcül tehlikesi ile karşılaşmışlardır. «Crisis» (Tehlikeli Durumlar-3. Bölüm)’de ise, Forrester’in planlarını durdurmak ve normal boyutlarına dönmeden önce DN6’nın tesirinden kurtulmak için zamana karşı yarışmak zorunda kalırlar.
1 ZAMANDA YOLCULUK: ZAMAN MAKİNELERİ-1, Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:15, YBKY e-dergi, Sayı:17, Eylül 2018
32
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
(Devler Gezegeni)
The Mask of Mandragora
Image of Fendahl
(Mandragora’nın Maskesi)
(Kötü Cadı’nın Hayali)
Dr.Who Dizisi. Dört hafta süren ve tek isim altında toplanan öyküde «The Masque of Mandragora» (Mandragora’nın Maskesi, 1976, 14.Sezon, 1-4.Bölüm) Doktor ve arkadaşı Sarah, yıldızlar arasında mevcut bir varlık olan Mandragora Helix’in içine çekilir ve Tardis, 15.yy İtalya’sına ışınlanır. Ve macera başlar… Gıulliano’nun maskesi, konukları öldürmeden önce Doktor, kendilerini hipnotize ederek etkisine almaya çalışan Mandragora’nın enerjisinin, Dünya’nın neresine gömülü olduğunu bulmaya çalışır.
Dr.Who Dizisi. Dört hafta süren «Image of the Fendahl» (Kötü Canı’nın Hayali,1977, 15.Sezon, 9-12.Bölümler) adlı öyküde Arkeologlar, perili olduğu söylenen bir korulukta buldukları 12 milyon yıl önceki bir kafatasını zaman tarayıcısından geçirmektedir. Koruluktaki bir şey onları taciz etmeye başlar. Zamanda açılan bir tünel Doktorun ilgisini çeker. Ona göre, hayatın kendisi tarafından beslenen; Zaman ve Mitolojide var olan bir grup ölümsüz Fendahl’ın (Kötü Cadı’nın) yeniden var oluşa geçtiğini düşünmektedir. Ancak güç arayan Cadılar Meclisi devreye girer. Arkeologlardan biri biçim değiştirir ve ürkütücü bir Fendahl ve Fendahllae, var olmaya başlarlar. Sorun, onların tekrar nasıl durdurulacağıdır.
www.yerlibilimkurgu.com
33
Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri
Meglos
Warriors’ Gate
(Kıyametin Sesi)
(Savaşçıların Giriş Kapısı)
Dr.Who Dizisi. Dört hafta süren «Meglos» (Meglolar-1980, 18.Sezon, 5-8.Bölüm) adlı öyküde Doktor ve ekibi, bir zaman girdabına kapılır; etçil bitkilerden korunmak üzere, yerlileri yüzeyin altındaki kentte yaşayan ormanlık gezegen Tygella’ya ulaşır. Kentin güç kaynağı Dodechedron’u çalmakla suçlanırlar. Dodecahedron’un gidişiyle birlikte, yeraltı kentinin gücü kritik seviyenin altına düşer. Oysa suçlu Zolfa-Thura denilen kıraç gezegende son hayatta kalan kaktüs biçimli kötücül Meglolardır. Bundan güçlü bir silah yapmak ve Tigelia’yı silip süpürmek istemektedir. Dini gruplar ise, kenti ele geçirme niyetiyle, çalınan dodecahedron için tanrı Ti’ye bir adakta bulunmak isterler. Ellerinde de Tardis ekibi vardır, zaten!
Dr.Who Dizisi. Dört hafta süren «Warriors’ Gate» (Savaşçıların Giriş Kapısı, 1981, 18.Sezon, 17-20.Bölüm) adlı öyküde, Zaman Rüzgârları Tardis’e çarpar, sert bir avcı ancak zamana duyarlı bir aslan adam1 olan Biroc’un içeri girmesine ve zamanı aşmasına olanak sağlar. Kontrol koordinatları sıfırsıfır olarak yeniden başlatılınca Tardis, süt beyazı bir boşluğa düşer. Bu sırada Doktor, Evrenin Merkezi’nde, öldürmeye programlı robot muhafızların beklediği bir zaman giriş kapısı bulur. Biroc, onun ardındaki savaşçı Tharil ırkının geçmişindeki zaman lordluğu hakkında bilgi verir. Kapıda bir zaman aynası da mevcuttur. Doktor’a göre bu basit bir ayna değildir ve onu parçalamaya karar verir, Böylece Tharil ırkını kurtarır. Arkadaşı Romana ise, Tharillerin “Zaman Kraliçesi” olmak üzere orada kalmaya karar verir. 1 Kadim Mısır’da Cennet’in 4 kapısını tutan 4 Bekçi Vardır. Boğa,
Aslan, Timsah (ya da Akrep) ve Şahin. Bunlarla aynı zamanda Boğa, Aslan, Akrep ve Kova (Kartal) Burçlarıdır. İnsan oluşun 4 temel basamağı olarak bilinir ve Sfenks ile temsil edilmiştir.
34
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
The Keeper of Traken
Four to Doomsday
Dr.Who Dizisi. Dört hafta süren «The Keeper of Traken» (Traken’in Bekçisi:1981, 18.Sezon, 21-24. Bölüm) adlı öyküde, N-Uzay’a dönen Dr.Who, bir barış ve harmoni gezegeni olan Traken’e giderler. Traken’in Bekçisi, 1000 yıllık yaşının sonlarına gelmiştir ve Traken meclisi yeni bir bekçi seçmek üzeredir. Doktor, arkadaşı Adric, bekçinin eşi ve kızı, “Kötülük Kaynağı” olarak yorumladığı Traken Birliğini yıkmak üzere olan Melkur’u durdurmak üzere birleşirler. Aslında Melkur, Dr.Who’nun da eski bir düşmanı olan The Master’dır ve Birliğin kaynağını ele geçirmek istemektedir. Bu yüzden yeni Bekçi seçilip de gerçeği öğrenene kadar yöneticilere baskı yapmayı sürdürür. Sonuçta kaynağı yönetmeye başlayınca, Doktor ve arkadaşları, Traken Birliğindeki barışın büyük bir tehlike altında olduğunu ve bunu kurtarmak için çok az şansları kaldığını anlarlar.
Dr.Who Dizisi. Dört hafta süren «Four to Doomsday» (Kıyamete Dört Kala, 1982, 19.Sezon, 5-8.Bölümler) adlı öyküde, bugünün Dünya’sındaki Heathrow Havalimanında belirmeye çalışan Tardis, bir zaman kayması sonucu, Dünya’ya 4 gün sonra ulaşacak bir yabancı uzay gemisinde kazara belirir. Orada Doktor ve ekibi, mahkûm Urbanka gezegeninin kurbağaya benzeyen Hükümdarı ile karşılaşırlar. Hükümdar’ın gerçek hedefi, ışıktan hızlı seyahat ederek zamanda geri dönerek kendisi ile karşılaşmak ve insan soyunu silip süpürmektir. Doktor, Urbankanların binlerce yıldan beri Dünya’yı çeşitli zamanlarda ziyaret etiklerini, çeşitli melez ırklar yarattıklarını, fakat bu kez kesin olarak kalmaya geldiklerini öğrenir. Gemi, çok yönlü büyük bir kültürel dans partisine dönüşünce; Doktor, uzay gemisinin tam dışında sürüklenen Tardis için umutsuz bir girişimde bulunur. Yine de Hükümdarın Dünya için tasarladığı planı durdurmayı başaracaktır
(Traken’in Bekçisi)
(Kıyamete Dört Kala)
www.yerlibilimkurgu.com
35
Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri
Time-Filght
Arc of Infinity
(Zaman-Uçuş)
(Sonsuzluğun Sıçrayışı)
Dr.Who Dizisi. Dört hafta süren «Time-Flight» (Zaman Uçuş, 1982, 19.Sezon, 23-26.Bölümler) adlı öyküde Tardis, 1851 Londra’sına gidecekken Heathrow Havalimanında belirip, hedefi ıskalarken bir İngiliz Hava Yolları Concord uçağı, iniş yaparken görünmez olur. Doktor, bunun sadece bir yanılsama olduğunu keşfetmek üzere, kayıp uçağı takip ederken şu soruyu sorar: Eğer bu bir yanılsama ise, bunu kurgulayan kimdir? Geçmişte olayları denetleyen Kalid adlı bir uzaylının varlığına ve onun güç kaynağına ulaşır. Bu arada The Master, Doktor’un Tardis’ine el koyar; çünkü zaman makinesinin içinde muazzam bir güç yatmaktadır. Bu gücü, uzun süre önce kaybolduğu sanılan, fakat çift kişilikle acı çekerek yaşayan Xeraphin ırkını birleşmek için kullanacaktır. Bu durum Doktora, hem kaçırılan uçaktaki yolcular ve mürettebatın hayatlarına karşılık bir pazarlık, hem de Xeraphin ırkı için iyi bir umut imkânı sağlayacaktır.
Dr.Who Dizisi. Dört hafta süren «Arc of Infinity» (Sonsuzluğun Sıçrayışı, 1983, 20.Sezon, 1-4.Bölümler) adlı öyküde, Dr.Who’nun ana gezegeni Gallifrey’deki Yüksek Mecliste, biri, ihanet etmekte ve bunu Dr.Who’nun üzerine yıkmaya çalışmaktadır. Bunun için de bir anti-madde varlığın uzay/zaman matrisinde var olmasına yardım etmek maksadıyla, Dr.Who’nun biyoayıklayıcısını kullanmıştır. Dünya’da, iki İngiliz, son gecelerini Amsterdam’da derin bir uykuda geçirirler ve bu anti-madde varlığın kontrolü altındaki bir uzaylının saldırısına uğrarlar. Doktor vasıtasıyla evrene girmek için uğraşan anti-madde varlık ile her şeyin mahvolma riski vardır. Zaman Lordları Yüksek Meclisi için tek çözüm Dr.Who’yu idam etmektir. Doktor ise, antimadde varlığına Zaman Lordu Matrix’inde rastlar. Arkadaşları, Dünya’ya kuş biçiminde dönen uzaylı Omega’nın peşine takılır, onu bulur ve evrenimize yeniden girişini engellerler.
36
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
KIPIR KIPIR EVRENDE KİM NEREYE GİDİYOR? Kolay mı uzay-zaman koordinatlarını tutturmak? Bir türlü denk getirilemeyen «enerjinin azalması», «koordinatların tutmaması», uzay-zaman içinde Dünya’nın ve tümüyle Güneş Sistemi’nin sadece Güneş adı verilen yıldızın kendi çevresinde yaptığı hareketle değil, ayrıca Vega Yıldızı’na doğru tüm sistemle birlikte yaptığı baş döndürücü yolculuğun bir sonucu olduğu da keşke açıklanabilse. Allah’tan çoğunluk durumun farkında değil. Hoş farkına da varılsa, “Durdurun Dünya’yı inecek var!” demenin ne anlamı olabilir ki? Birlikte sürüklenir gidersin… Vega’ya doğru spiral bir yörünge çizerek ilerleyen Güneş Sistemi içinde Dünya, her an uzayda başka bir noktaya gelmektedir. Zaman ve mekân boyutları denk getirilmediğide, zaman boyutu değişmese de, kahramanlar farklı bir mekânda, hatta uzayda bulabilirler kendilerini. Bu da anında ölmelerine neden olacaktır, elbette.
The Time Tunnel TV Dizisi (Zaman Tüneli)
«Zamanda Yolculuk: Zaman Makineleri-1»1 başlıklı yazımızda tanıttığımız “Zaman Tüneli” (196667)’nin yapımcısı Irwin Allen. Oyuncular: Jamez Darren, Robert Colbert, Whit Bissell. ABD yapımı. 30 bölüm. 1968 yılında İki genç bilgin, 10 yıllık uzun bir çalışmanın sonunda, Arizona Çölü’nün altında bulunan gizli bir laboratuvarda, Tic-Toc projesi olarak adlandırılan müthiş bir buluşa sahiplik ederler: “Zaman Tüneli” olarak adlandırdıkları bir tür zaman makinesi. Çalışmaları izlemek isteyen bir senatöre gösteri yaparlarken, kaza geçirirler (Bu kadar mükemmel bir çalışmada kaza nasıl olur, ayrı mesele) ve aygıtın içinde zaman parçacıklarından oluşan bir manyetik okyanusta ileri geri yüzmeye başlarlar. Bedenlerinin bu alanda dağılmaması bir mucize! Her iki bilgin de her bölümün başında, havadan yere düşmektedirler. Elbette kişilerin yanlışlıkla toprağın içinde ya da yeraltında belirerek sıkışıp ölmeleri maceranın bitmesi demekti. Bu konu ilerde «The Philadephia Experiment» (Filadelfiya Deneyi-1984) filminde işlenecektir. Neyse ki kendilerini, istemleri dışında geçmişteki önemli bir olayın içinde bulmaktadırlar. Konuları ve macera başlıklarını “Geçmişe Yolculuk” başlığı altında gözden geçireceğiz. 1 ZAMANDA YOLCULUK: ZAMAN MAKİNELERİ-1, Selma
MİNE’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:15, YBKY e-dergi, Sayı:17, Eylül 2018
www.yerlibilimkurgu.com
37
Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri
DOĞAÜSTÜ OLAYLARDAN HOŞLANANLARA…
Zaman girdap ve kaymalarını, yerin veya denizin derinliklerindeki gizemli manyetik alanlara bağlayanlar da vardır. Muhteşem bir kozmik enerji katmanlarının oluşturduğu evrende, tanımlanamayan büyü, sihir veya benzeri şekilde adlandırılan her tür durum veya eylem de, açıklanamadığı sürece doğaüstü diye tanımlanmıştır.
Le Mystére Du Triangle Des Bermudes
(Bermuda Şeytan Üçgeni’nin Esrarı)
Beyond The Bermuda Triangle (Bermuda Şeytan Üçgeni’nin Ötesi)
1975 yapımı bu yarı Bilim Kurgu yarı Fantastik filmin yapımcısı: Michael McLeon. Yönetmen: William A. Grohom. Senaryo: Charles McDonald. Oyuncular: Fred MacMurray, Dona Milla, Sam Groom, Susanne Reed, Dana Plato. «Bermuda Şeytan Üçgeni» sayısız araştırma ve romana konu olmuş ilginç bir yerdir. ABD’nin Florida Eyaleti açıklarında, Bimini Adası yakınlarında bulunan üçgen bir bölge içinde kaybolan sayısız uçak, gemi ve insan, gerçekten de neyin etkisiyle ortadan kalkmaktadır? Uzaydan gelen yaratıklarca kaçırılma mı; okyanusun derinliklerinde bulunan bir aygıt tarafından parçalanma mı; Dünya’ya ait bir manyetik girdap mı; yoksa boyut değiştirmeye yarayan bir doğal kapı mı; bilinmemektedir. Bunlardan hangisi, (özellikle de insanlar kaybolmakta, nesneler boş bulunmaktadır) kurbanların başına gelmektedir? «Fantastik Gerçekçilik» konusunda epeyce kişinin zihnini kurcalayan sorulara film, basit bir bakışla «Boyut değiştirmeye açılan KAPI» yanıtını vermiş; bir aşk hikâyesi de ekleyerek, rastgele bir macera filminden öteye mesaj da getirememiştir 38
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
1978 yapımı Fransız filminin yönetmeni: Rene Cardona, Jr. Oyuncular: John Huston, Claudine Auger, Marina Vlady, Andres Garcia, Hugo Stiglitz, Carlos Heast. Bermuda Şeytan Üçgeni içindeki bir denizaltı kentini incelemek üzere bir gemi kiralayan Profesör (John Huston), yanına eşini, çocuklarını, doktorunu ve yengesini almıştır. Araştırmalar sırasında denizaltında olan bir yer sarsıntısı sonucu, kalıntılardan bir kolon altında kalan kızının dizleri parçalanır. Onu kurtarmak için her yola başvururlar; ama ne kıyıyı bulabilirler, ne de telsizden haber ulaştırabilirler. Aksine, telsizden kendi çağrılarını duyarlar ve 12 yıl önce kaybolduklarını öğrenirler. Oysa yaşadıkları zaman, normal sürmektedir; boyut değiştirdiklerini anlarlar. ABD, Atlas Okyanusu kıyısında, FloridaBermuda-Mantinique Adaları arasında kalan üçgen sahada cereyan eden kaybolma vakalarına başka bir yaklaşım. Film, olayları karmaşık bir şekilde ele almış, olaya zaman-mekân boyutları ile birlikte korku ve şeytan unsurlarını da eklemiş. Denizde bulunan ve profesörün küçük kızı tarafından sahiplenilen bebek kanalıyla, şeytan içlerine girer. Küçük kız, denizin altında yaşayanların, onları beklediğini söylemektedir. Herkes tek tek çeşitli şekillerde ölür, bir tek bebek kalana kadar… Böylece konu aslı amacından saptırılarak, güzel bir BK filmi olacağına «fantastik» bir kimliğe büründürülmüş. Çocukların, özellikle de küçük kızların korku filmlerinde kullanılması, Hıristiyan öncesi Pagan Dönemlerine ait bâtıl «cin-peri» hikâyelerinin bu şekilde yorumu olarak görülmektedir.
ZAMAN BÖYLE Mİ GERİ ALINIR, A ÇOCUK?!.. Her ne kadar çizgi filmden aktarılsa da, koca koca insanların seyrettiği bir filmde, Uçan Adam, Dünya’nın çevresinde “batıdan doğuya” hızla dönerek zamanı geri sarar; biz de hayran ve şaşkın, hiçbir fizik, aerodinamik (veya her neyse) kurallarını düşünmeden, bunu yeriz!.. Çünkü bire bir kendimizi Clark Kent veya sevgilisi Lois’in yerine koymuş ve masalsı da olsa bir çözüm bulunmasını beklemişizdir. Bilim de neymiş… ne yazık ki baş kahramanlarından çoğunun artık aramızda olmadığı bir fantezi daha… buyurun, bakalım kim ne demiş!
Superman – The Movie (Uçan Adam)
1978 ABD yapımı filmin Yönetmeni: Richard Donner (D:1930), Senaryo: Mario Puzo (1920-1999), Müzik: «Star Wars» ve «Close Encounters» filmlerinin müziklerini besteleyen John Williams (D.1932). Oyuncular: Christopher Reeve (1952-2004), Marlon Brando (1924-2004), Gene Hackman (D:1930), Glenn Ford (1916-2006), Margot Kidder (1948-2018). Dünya’ya göre yoğunluğu çok yüksek Kripton Gezegeni parçalanmak üzeredir. Bilgin Jor-el, oğlu Kar-el’i kurtarmak amacıyla yumurta biçimli küçük bir taşıta yerleştirir ve dünyaya gönderir. Oğluna kesin bir öğüt vermiştir: «Asla dünya tarihini değiştirmeye kalkışmayacaksın!» Çünkü doğal yapısı itibariyle hem kas gücü, hem görüş yeteneği, hem de uçabilme gücüyle, insanlardan çok farklıdır. Bir çiftlik sahibi olan Jonathan Kent’in tarlasına düşen Kar-el, Clark Kent adıyla onun oğlu olarak büyür. Koleji bitiren Clark, şehre inerek Daily Planet Gazetesi’nde işe başlar. Mesai arkadaşı Lois Lane’e âşık olur. Yönetmen Richard Donner, böyle bir filmi gerçekleştirme konusunda karşılaştığı sorunları şöyle dile getirmiştir: «Elbette yaşadığımız hayata göre daha ileriki yılları dile getiriyoruz. Tüm roller gerçek karakterleri yansıtır. «Superman» bir komedi, bir aşk öyküsüdür; bir macera ve kendi başına bir olaydır. Filmin ilk yarısı, bir çizgi roman masalıdır. Süper-adamın Kripton’da doğumu, Dünya’ya inişi, kendi geçmişini öğrenmesi ve Metropolis’e gidişi… İlk gerçekle karşılaşması, Lois’in hayatını kurtarmasıdır ki öykümüzün de başlangıcı budur!» Çünkü çılgın bilim adamları yerlerinde uslu uslu durmazlar... Dünyayı ele geçirmeyi hedefleyen Lex Luter, muazzam bir barajı parçalayarak büyük bir afet yaratıp da Lois Lane ölünce, Clark Kent dayanamaz; Dünya’nın çevresinde tersten dönerek zamanı ölüm saatinin öncesine alır ve sevgilisinin ölümüne engel olacak girişimde bulunur.
www.yerlibilimkurgu.com
39
Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri
KARA DELİK SENDROMU SONUMUZ NE OLACAK? «Zaman Yolculuğu Nasıl Yapılır?» konusunda değindiğimiz “Kara Delikler” de bir uzay-zaman girdabıdır, aslında; ama henüz kuramsal olarak… Hatta bazı bilim adamlarına göre Güneş Sistemi içinde de bir kara delik vardır… CERN’in2 de böyle bir olguyu yaratabileceği iddia edilmişti, bir ara. İspatlamaya kalkarsak kendimizi içinde buluruz da artık ne oluruz, Tanrı bilir. Dolayısıyla bilim kurgu içinde değerlendirilen önemli bir başlık gibi görünmesine rağmen, bilimsel fantezidir, şimdilik… biline!
Outher Limits TV Dizisi (Sınırların Dışı)
1
1960 Outer Limits / Architects of Fear
Bu dönemde konuyu işleyen yapıtlar yavaş yavaş devreye girer. Ülkemizde içlerinden seçmece birkaç tanesi gösterilen ve iki kuşak halinde çekilen «Outher Limits» (Sınırların Dışı, 1963-65 ile 19952002) TV dizisinde, aktör Leonar Nimoy’u1 “Konig” rolünde görmekteyiz. 1963 Outer Limits / The Zanti Misfits
1 ZAMANDA YOLCULUK: ZAMAN MAKİNELERİ-1, Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:15, YBKY e-dergi, Sayı:17, Eylül 2018
2 CERN: İsviçre ve Fransa sınırında tarım arazileri altında kurulan devasa Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi
40
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
1 Leonard Nimoy (1931-2015) 1966’dan itibaren 2013’e kadar,
«Star Trek» TV Dizisinde ve Filmlerinde Vulcanlı 1.Subay Mr.Spoc rolünde oynadı.
Production and Decay of Strange Particles
Space 1999 – Moonbase Alpha TV Dizisi
(Garip Parçacıkların Üremesi ve Çürümesi)
(Uzay 1999 – Ayüssü Alfa)
«Outher Limits» (Sınırların Dışı, 1.Kuşak, 1964, 1.Sezon, 30.Bölüm. Bölüm Yönetmeni ve Senarist: Leslie Stevens. Oyuncular: George Macready, Rudy Solari, Joseph Ruski, Leonard Nimoy Bir nükleer araştırma tesisindeki patlama, uzaylıların Dünya’yı istila edebilecekleri geniş çapta bir uzay-zaman geçidini açar. Bir bilgin, hasarı onarmak ve kapıyı kapatmak için harekete geçer.
«İç Uzayın Keşfi ve Gezegenleri Ziyaret» başlıklı yazımızda1 tanıttığımız dizinin konusu, depolanmış nükleer atıkların patlaması sonucu, yörüngeden fırlayan Ay, üzerindeki Alfa Üssü ve personeli ile birlikte, Güneş Sistemi dışına çıkar. Dizinin ilgi çeken «Black Sun» adlı bölümü, daha sonra TV Filmi haline getirilmiştir. Dünya’yı terk etmekle kalmayıp, sistemin bile dışına çıkan Ay’ın başına gelenler hiç iç açıcı değildir. Bu kez Ayüssü Alfa, Bir Kara Delik evrenine düşer.
1 İÇ UZAYIN KEŞFİ ve GEZEGENLERİ ZİYARET, Selma
MİNE’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:5, YBKY e-dergi, Sayı:7, Kasım 2017
www.yerlibilimkurgu.com
41
Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri
Black Sun
(Kara Güneş)
«Space 1999 – Moobase Alpha» (Uzay 1999 – Ayüssü Alfa, (1975-77) dizisinden «Black Sun» 1975 çekimi Bölümün Yönetmeni Lee H. Katzin, Senaryo: David Weir, Tasarım: Gene Roddenberry, Oyuncular: Martin Landau, Babara Bain, Barry Morse Ay, bir Kara Delik’e yaklaşmaktadır. Prof. Bergman, Alfa üssünün çevresini bir enerji alanı ile sarmayı başarır; ancak Komutan Koenig’e göre bu umutsuz bir durumdur. Üstelik üste yaşayanlar arasında seçim yapıp gerisini ölüme terk edecekleri sadece altı kişilik bir Kartal aracına sahiptirler. Sabırla olacakları beklerler. Zaman geleceğe kayar; yaşlılıklarını ve ölümlerini bekleyip kadeh tokuştururlarken, yeni bir evrende kendilerini bulurlar.
42
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Journey to The Black Sun (Kara Güneşe Doğru)
«Black Sun» filminin 1976 çekimi ITV yapımı İngiliz TV filminin Yönetmeni: Ray Austin, Lee H. Kazan. Senarist yaratıcılar: Gerry ve Sylvia Anderson. Oyuncular: Martin Landau, Babara Bain, Barry Morse. Bu evrenin içinden geçerken, zaman durur ve zamana hükmeden varlıklar ile karşılaşılır. Geçmişgelecek ve hal, bir arada yaşanır. Ayüssü Alfa personeli, Tekillik denilen noktada, Evrensel Zekâ ile karşılaşır. Sonra başka bir evrene sıçrayış yapılır. «Big Bang» ve «Kara Delik» kuramlarının bir uyarlaması olan bu yapıtta, kozmiğin muazzam bir beyin ve muhteşem bir bilinç; yıldızların da bu beynin atomları olduğu «Kozmik Akıl» kuramı da işlenmiştir.
Space Warp
(Uzay Bükümü / Solucan Deliği)
«Space 1999 – Moobase Alpha» (Uzay 1999 – Ayüssü Alfa,1975-77) dizisinden «Space Warp» (Ülkemizde Uzay Hızı adıyla gösterilen bu bölümü, 1976 yapımı, 2.Sezon, 14.Bölüm) ITV İngiliz yapımı dizinin bölüm yönetmeni: Peter Medak, Yaratıcı: Gerry Anderson, Senaryo: Fred Freiberger. Oyuncular: Martin Landau, Barbara Bain, Catherine Shell. Dünya yörüngesinden çıkalı 1807 gün geçmiştir ve Ayüssü Alfa’nın karşısına kimliği bilinmeyen bir gemi çıkar. Komutan Koenig ve yönetim subayı Tony Werdesky, onu incelemek üzere bir Kartal aracı ile hareket ederler. Ardından Ay, bir uzay boşluğunda aniden yitip gidiverir; Samanyolu’nun başka bir noktasında ortaya çıkar. Kaptan ve Tony, terk edilen gemiye geçerler ve oradaki bilgisayarlardan, uzay boşluğunun yerini öğrenirler. Gemiyi de yedeklerine alarak ve bu boşluktan geçerek, milyonlarca kilometre ötedeki Ay’a ulaşacaklardır.
The Black Hole (Kara Delik)
Kara Delik ile Ak Delik arasındaki bağlantıya farklı bir bakış açısı, cennet ve cehennem kavramlarının değişik bir yorum sunan «The Black Hole» filmi… «Derin Uzay Maceraları»1 ile «Otomatlar, Robotlar ve İnsansılar»2 başlıklarında incelediğimiz 1979 ABD yapımı filmin Yönetmeni: Gary Nelson, Senaryo: Jeb Rosebrook ve Bob Barbash’ın öyküsünden, Oyuncular: Maximillian Schell, Anthony Perkins, Robert Foster. 2130 yılında Dünya Keşif gemisi Palomino, bir kara deliğin olay ufkuna hapsolmuş uzay gemisi Cygnus’u bulur. Palomino, tehlikeli bir atak ile gemiye yaklaşır ve mürettebatın, düşüncelerine ket vurulmuş, hipnoz altında çalışan deforme yaratıklar olduğunu fark eder. Gemi, tekillik bölgesine yaklaşır ve Kara Deliğin uzay-zaman girdabına kapılır… Bu yolculuk, mürettebatın bakış açıları ve inançlarına göre onları kurguladıkları dünyalara götürecektir. 1 The BLACK HOLE: Derin Uzay Her Neresiyse? Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:7, YBKY e-dergi,, Sayı:9, Ocak 2018
2 OTOMATLAR, ROBOTLAR ve İNSANSILAR, Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:10, YBKY e-dergi,, Sayı:11, Mart 2018
www.yerlibilimkurgu.com
43
Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri
Kaynakça: *KONULARINA GÖRE BİLİMKURGU ve FANTASTİK FİLMLER, http://www.x-bilinmeyen.net/SinemaD/ *GELECEĞİN EFSANELERİNİ YARATMAK, Çağdaş Sanat Bilim Kurgu:1, Selma MİNE, X-BKD Yayını, Kitap:21, İstanbul 2010 *GÖRSEL SANATLARDA BİLİMKURGU, Sinema – Tiyatro – Resim – Müzik, Çağdaş Sanat Bilim Kurgu-3, X-BKD Yayını, Kitap:23, İstanbul 2011
GELECEK SAYI: ZAMAN GİRDAPLARI - 2 Enerji Alanı = Zaman Girdabı: *Timerider: The Adventure of Lyle Swan * The Philadelphia Experiment * Master of the Universe: He-Man
*İLGİLİ INTERNET SİTELERİ
* The Wall
*SİNEMA ve TV FİLMLERİ; FİLM ve TV DİZİLERİ, Çağdaş Sanat Bilim Kurgu-2, Selma MİNE, X-BKD Yayını, Kitap:22, İstanbul 2010
Bir Kapı Varsa, Anahtarı da Vardır: *Dr.Who Dizisi
Göndermeler: *İÇ UZAYIN KEŞFİ ve GEZEGENLERİ ZİYARET, Selma MİNE’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:5, YBKY e-dergi, Sayı:7, Kasım 2017
*Beastmaster-2: Truogh the Portal of Time *Stargate *Star Trek: New Genetaions *Crossworlds
*OTOMATLAR, ROBOTLAR ve İNSANSILAR, Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:10, YBKY e-dergi,, Sayı:11, Mart 2018
*Worlds Apart
*THE BLACK HOLE: Derin Uzay Her Neresiyse? Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:7, YBKY e-dergi,, Sayı:9, Ocak 2018
*Time Tracers
*THE WİZARD OF OZ, Otomatlar, Robotlar ve İnsanlar Dünyası, Selma MİNE’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:9, YBKY e-dergi, Sayı:11, Mart 2018, Sf: 27 *ZAMANDA YOLCULUK: ZAMAN MAKİNELERİ-1, Selma MİNE’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilim Kurgu Filmleri ve Dizileri, Yazı Dizisi:15, YBKY e-dergi, Sayı:17, Eylül 2018
Geçmişe Böyle de Gidilir:
*Conceiving Ada *Time Gate: Tales of Saddle Traps Oyun İçinde Oyun: *Jumanji *Lara Craft: Tombraider *Zathura: A Space Adventure *The Girl in the Fireplace *The Impossible Planet *The Lake House *The Time Treveller’s Wife *Land of the Lost *STAR TREK - The Future Begins *Robot of Sherwood *World Enough and Time *Parallel
44
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
ODTÜ Bilim Kurgu ve Fantezi Topluluğu - ZARAT DERGİ - sayı 1 / Ekim 2018 www.yerlibilimkurgu.com
45
Roman - Bölüm 8
Gürhan ÖZTÜRK
Son İnsan
KİTAP 1- DEĞİŞİMİN YENİ HALKASI
İnsanoğlu en başından beri yanıtları arayıp durdu. Çoğu zaman yanıtların kendi benliğinin içinde olduğunu sandı. Çoğu zaman da yanıtları yıldızların arasında aradı. Ama en başta anlamadıkları şey ortada tek bir yanıt olmadığıydı. Herkesi tatmin edecek tek bir yanıtın hiçbir zaman olmaması yine de insanoğlunun soru sorma heyecanını elinden almaya yetmeyecekti. Ne de olsa bu insanlık için bir yolculuktu ve son insan da gelip geçene kadar yolculuğun sonu gelmeyecekti…
SON İNSAN’IN ÖNCEKİ BÖLÜMLERİNDE: Gizli bir üssün yer aldığı bir adada özel insanları eğitmek üzere görevlendirilen kişi olarak Tuğgeneral Serhat Seçkin seçilir: “Görevi başarabileceğime bile emin değilim. Buradaki dosyalarda sıra dışı yeteneği olduğuna inanılan on iki tane kişi var ve benim onlardan askeri düzende eğitim görmüş ufak çaplı bir ordu hazırlamam bekleniyor.” Tek başına gerçekleştireceği bu görevde özel insanların yetenekleri onu hem korkutmaktadır hem de şaşırtmaktadır: “Peki, bana kaç tane onlardan dünyamızda yaşadığını söyleyebilir misin?” “Sayılamaz kadar çok fazlalar, milyonlarca kişi aramızda yaşıyor ve ben de onlardan biriyim.” Yine de tek başına bu işin altından kalkması gerektiğinin farkındadır:
46
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
“Bunu yapabilirim.” Bu konuda ona en büyük manevi destekçisi ise eşi olmuştu: “Bu proje çok değerli, bu yüzden işi başarıya ulaştırmam gerekiyor. Bu insanlar dibimizdeyken bizlerin kör gözlerle onlara yaklaşması yapılacak en kötü hata olur.”
Bölüm 8 - GENERAL
(28.05.2015, Bir ay önce, İstanbul)
“En sevdiklerinden getirdim. Papatyalar,” dedi Serhat ve bir süre derin nefes alarak bekledi. O gün General Serhat Seçkin değildi. O gün trafik kazasında kaybettiği hanımının acısını yüreğinin en derininde yaşayan Serhat’tı. Yirmi üç sene mutlu bir hayat geçirmişti güzel eşiyle beraber. Onun hayat yoldaşıydı. Herkes gitmişti, ama o hala mezarın başından ayrılmamıştı. Ne diyeceğini düşünüyordu sanki. Karşısında eşinin hayaleti varmış gibi hissediyordu. “Bana hep derdin. Sende o güç var, Serhat. Sen başarılı olursun. Çünkü bir savaşa girdiğinde o savaşın sonucu bellidir. Zafer başta uzak görünür. Ama ona ulaşacaksın. Bir tarih kitabında yer alacaksın. Bunu derdin bana. Beni şımartmak içindi belki de. Ama bu dediklerin artık gerçekleşebilir. Sana söz veriyorum, o tarih kitaplarında yer alacağım.” O yeminini ediyordu, ama her şey boştu onun için. Bir senedir uğraştığı her şey anlamsız geliyordu. Bu görevi yerine getirmek için gerektiğinde bir çocuğa bile zarar verebilecek kadar ileri gittiği olmuştu. Ama o vatanı için bir şeyler yapıyordu, hatta tüm insanlık için. Bir ay kadar önce Rüyacı’yı bulmak için Bursa’ya gitmişti. Orada özel insanların yeteneklerinin boyutuna belki de ilk defa bu kadar yakından deneyimleme fırsatı
bulmuştu ve bu yüzden de sonradan pişman olacağı şeyler yapmak zorunda kalmıştı. O çırağın korkan yüzü gitmiyordu bir türlü zihninden. Oysa ki eşiyle yıllar boyu bir çocuk sahibi olmak istemişler, ama olmamıştı. Eşi yine de onu suçlamamıştı. Bir çocuk evlat edinmek istemişlerdi. Serhat’ın görevi icabı oradan oraya gitmesi gerektiğinden mümkün olmamıştı. Tam Çocuk Esirgeme Kurumu’na gidecekleri gün Mısır’a acil gitmesi gerekmişti. Orada devasa piramidin yakınında çalışmakta olan Kuzgun’la tanıştığı anlar aklına geliyordu. Özel insanlar onu çok fazla etkilemişti. İnsanlık için büyük bir umut olarak görüyordu onları. Eşi de onun görüşlerini destekliyordu. Her zaman her konuda onunla olmuştu, ama artık uzaklardaydı. Serhat da yanına gitmek istiyordu. Her şeyi geride bırakmak ve son nefesini vermek sürekli aklının bir köşesinde duruyordu. Bir sürü günah işlediğini düşünüyordu. Vatan aşkıyla yanıp tutuşarak gerçekleştirmek için çaba gösterdiği görevinde bir sürü acele karar vermesi gerekmişti. Bunlardan birisi de ona bu görevinde yoldaşlık eden Ozan ile ilgiliydi. Ozan’ı bir sene boyunca ailesinden uzakta tutmuşlardı, ailesi hala kayıp oğullarını arıyorlardı. Bir gün evinin kapısı çalınmıştı ve Ozan’ın babası karşısına çıkmıştı. Birileri adamı aramış ve oğlunu Bursa’da askeri bir yetkilinin yanında gördüklerini söylemişlerdi. Adam perişan bir haldeydi. Eşi kapıyı açmıştı ve Serhat’a durumu söylemişti. Serhat hemen ne olduğunu anlamıştı, ama adama gerçeği söyleyemezdi ne olursa olsun. Adama bakınca Ozan’ın kırklı yaşlarındaki halini görmüştü. Yüz yapısını birebir babasından almıştı Ozan. Ama Ozan her zaman neşeli bir gençti, babası ise bedenen ve ruhen çökmüştü. Ona yalan söylemek zor gelmişti. Adam Serhat’ın ayaklarına kapanıp yalvarıyordu. Eşi bile ne olduğunu şaşırmıştı. Çünkü o inanıyordu ki Serhat adamın oğlu hakkında bir şey bilse bunu saklamazdı. Maalesef gerçeği eşinden bile saklaması gerekiyordu. Bu yüzden adamı itelemiş ve tersleyerek www.yerlibilimkurgu.com
47
kapıyı kapatmıştı. O günün akşamı televizyonlarda son yılların en büyük felaketine tanık olmuşlardı ve hemen felaket yerine yola çıkmak için Ozan’ı almaya gitmişti. Ancak Ağrı’ya gidene kadar Ozan’ın yüzüne bir kez olsun bakamamıştı. Ağrı’da gördükleri ve yaşadıkları görevi konusunda onu daha çok ikna etmişti. Rüyacı ve Ozan ile ilgili olan şeyleri artık ödenmesi gereken bedel olarak görmeye başlamıştı. Yine de bu düşünceler yetmiyordu. Hala onun can yoldaşına ihtiyacı vardı. “Sen yokken ben korkağım, sen yokken ben başarısız biriyim. Sen yokken ben hiç bir şeyim. Benim bütünüm sensin. Benim her şeyim sensin. Ben nasıl şimdi liderlik yapacağım. Nasıl tarih kitaplarında adımı yazdıracağım?” Kendini mezarın üzerine yatarken bulmuştu. Yüzü toprak olmuştu. Bir an için kendisini eşinin yanındaymış gibi hissetmişti. Üniformasının batmasını hiç umursamamıştı. Huzur onun için her şeydi. O esnada çalan telefon her şeyi berbat etmişti. Tekrardan ona verilmiş görev ile ilgilenmesi gerekiyordu. Ona sormuşlardı. İsterse görevi başkasına verebilirlerdi. Ama o istememişti. Bu kadar kişiyi o bir araya getirmişti. Geriye tek bir kişi kalmıştı. Onu da ekibe katabilmeyi başardı mı her şey hallolacaktı. Arayan kişi Kuzgun’du. General’in eşinin vefatını bilmiyordu. General’in ondan rica ettiği bir görevi yerine getirmekle meşguldü. Yüzünden gözyaşlarını ve kara toprağı silen General telefonu açtı. “Arzu ettiğiniz gibi hastane ayarlandı. Bizi bekliyorlar. Organ da hazır bekletiliyor.” Kuzgun’un söyledikleri General’e cesaret vermişti. Görevini ona tekrardan hatırlatmıştı: “O zaman Evren’i daha fazla bekletmeyelim.” “Ben hastanede sizi bekliyor olacağım, General. Görüşmek üzere.” 48
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
“Her şey için teşekkür ederim, Kuzgun.” General telefonu kapattıktan sonra diğer cebinden ufak bir çip çıkarttı. Ona hüzünle bakıyordu. Eşinin mezarına döndü ve kararlı bir şekilde konuştu: “Bir günah daha işlemem gerekecek, güzel hanımım. Cehennem’de yanacak olsam ve senin gül kokan yüzünü bir daha göremeyecek olsam da insanlığın kurtuluşu için bunu yapmam gerekiyor.” Haliç tam mezarın karşısındaydı. Haliç’in kıyısında yemek yedikleri zaman daha hala taze bir anıydı. Ona bu güzel manzarayı sunabilmek için Eyüp Sultan mezarlığından güzel bir yer ayarlanmasını istemişti. Kabristanda biraz daha zaman geçirirse burayı hiç terk etmek istemeyeceğini düşünen General, eşine getirdiği papatyaları düzgünce mezarın üzerinde durduğuna son bir kez emin oldu ve oradan ayrıldı.
(28.06.2015, Günümüz)
General ilk günü başarısız olarak görüyordu. Bu kadar özel insanı bir arada tek başına eğitmek beklediğinden daha zor olacaktı. Her birinin yeteneği hakkında az buçuk bilgisi vardı ve bu yüzden de her birini idare ederken yanlış kararlar alabilme endişesi onun harekete geçmesini engelliyordu. Özellikle Rüyacı ile yaşamış oldukları daha ilk günden karşısına çıkmıştı. Evren’i odasına kadar götürdükten sonra ona özel olarak hazırlanmış yatak odasına gidip uyumayı çok istemişti başta, ama bunu yaparsa iyice otoritesini sağlamada sorun yaşayacağını düşündüğünden ofisine gitmeyi tercih etti. Biraz sakinleştikten sonra takımın ne yaptığını gözlemlemeye gidecekti. Omurilik soğanına takılı çipler sayesinde biraz olsun güvendeydi, ama bu güvenlik önleminin ortaya çıkmaması gerekiyordu. Evren yüzünden bu gerçeği söylemek zorunda kalmıştı. Bay Fend’in yanında
yalan söyleyemezdi, neyse ki bunun için de bir önlem düşündüklerini söylemişlerdi yetkililer ama hala bu konuda bir gelişme yoktu. Eşinin fotoğraflarından birkaçını cüzdanına saklamıştı. Onları ofisine ve odasına koyacaktı. Böylelikle hala onun desteğini yanında hissetmiş olacaktı. Eşini düşünmek bile ona daha çok hüzün getirmişti. Ama ne olursa olsun bu görevi başarıyla yerine getirecekti. Onun liderlik yeteneğine güvenmeselerdi bu görevin başına onu getirmezlerdi. Bu düşünceye tutunması gerekiyordu. Tam ofisinin önüne gelmişti ki birisinin ayak seslerini duydu. Birisi onun bulunduğu yere hızlı adımlarla gelmekteydi. Kalp atışlarının hızlandığını fark etmişti. İster istemez tek başına kaldığında aralarından birisinin diğerlerinden habersiz ona zarar verebileceği düşüncesi geliyordu sürekli aklına. Bu yüzden genelde hepsini bir arada tutmaya özen gösteriyordu. Özellikle bir seneye yakındır artık yoldaşı haline gelen Ozan’ın yakınlarda olması onun için önemliydi. Ama şimdi tamamen savunmasız bir haldeydi. “Kimdir o?” diye sordu gelmekte olan kişiye. Ses gelmeyince içini bir korku sardı. Ofisinde masasının altında pompalı bir tüfek hazır bekletiliyordu. Ofise hızlıca girip onu alabilirdi. Ama acele karar vermek istememişti. Koridorlarda ışıklar otomatik olarak yanıp sönerdi, yani hareket sensörleri sayesinde birisi koridorlarda dolaşırken sürekli ışıklar yanık olurdu. Bu yüzden birisinin ona doğru gelmekte olduğu aşikârdı. Ama hala görüş mesafesinde değildi.
diye anlattı Leydi Kuzgun. Elbisesinin üzeri leke olmasın diye önlük takmıştı. Üzerindeki ipuçlarından yola çıkarak yemeğin bir sebze yemeği olduğu yönünde tahminde bulundu General. General o anda takımın hiçbir elemanına üssü gezdiremediğini ve mutfak, kütüphane gibi yerleri gösteremediğini fark etmişti. Bu işi de Leydi Kuzgun üstlenmek zorunda kalmıştı. Starfell’in sebep olduğu gerginliğin sona erdirilmesinde olduğu gibi Kuzgun bu işi de layığıyla yerine getirmişti. Onun asistanlığı olmasaydı bu zamana kadar daha da çok zorlanırdı. “Her şey için teşekkür ederim, Kuzgun” dedi General. Ona yalan söylemek istemiyordu. Bu yüzden kimse yokken bazı şeyleri anlatmak istedi. “Sana anlatmadığım için üzgünüm, bilmen gerekirdi.” Kuzgun, General’in neyden bahsetmiş olduğunu anlamıştı. İstemsiz olarak ensesini tutmuştu. “Sorun değil, General. Sizi artık daha iyi anlayabiliyorum. Bu büyük bir sorumluluk ve hepimiz bu konuda fikir birliğine vardık, size bu konuda daha fazla zorluk çıkartmak istemiyoruz. Şu Kedi Oğlan ve Evren ile ilgili bir şey diyemem. Ama Rüyacı ve Starfell başta olmak üzere hepimiz sizin talimatlarınıza uymaya ve eğitim sürecini başarılı bir şekilde geçirmeye hazırız.” General duyduklarına inanamıyordu. Özellikle Kuzgun’un ona çok sinirlendiğini düşünmüştü. Rüyacı’nın ise çırağı konusunda bile affedemedikten sonra bu son olaylar ile beraber artık iyice sorun çıkartan birisine dönüşeceğinden korkuyordu.
“Kimsin sen?” diye bağırdı bu defa General. Artık öfkesini saklayamıyordu.
“Gelin isterseniz hep beraber yemek odasında yemeğimizi yiyelim. Siz de bizlere geçireceğimiz bir haftalık süre hakkında bilgi verirsiniz.”
“Benim” diye yanıt geldi. Gelen kişinin kim olduğunu görünce General rahat bir nefes almıştı. Şu anda iki kişi dışında kim olursa tedirgin olurdu.
General bu teklif karşısında ne diyeceğini bilememişti. Dayanamamış ve Kuzgun’a sarılmıştı en sonunda. Gözyaşlarını ise tutamıyordu.
“Yemek hazırladık, siz de gelin demeye geldim”
“Ben bunu başaramayacağım, Kuzgun. Eşim www.yerlibilimkurgu.com
49
yokken ben hiçbir şeyim. Oymuş beni ben yapan. O gittikten sonra her şey tepetaklak oldu.” Leydi Kuzgun, General’in bir süre ağlamasına izin verdi. Sonra kısa ve net bir şekilde konuştu: “Bu şekilde kimse sizi görmesin, General. Özellikle eşiniz. Çünkü siz doğuştan lidersiniz, sadece birileri var diye değil.” “Haklısın” diye karşılık verdi General. Bir anda gözyaşları kesilmişti. Leydi Kuzgun’un Mısır’da ilk defa karşılaştığı zamanki General vardı sanki karşısında. O genç ruhuyla görevine sadık bir askerdi. Artık ne olursa olsun görevini yerine getirecekti. Görevi de liderlik yapmaktı. “Herkes yemek odasında mı?” diye sordu General. “Kedi Oğlan’ı hiç görmedim. Evren’i de siz odasına götürmüştünüz. Diğer herkes yemek odasında bekliyorlar.” “Gidelim o halde. Evren’e oda servisi yapmak daha doğru olacak, tekrardan konuşmamın bölünmesini istemiyorum. Kedi Oğlan da isterse kendisi gelir zaten.” General, Leydi Kuzgun ile beraber yemek odasına doğru ilerledi. Gözlerini kapattığında zihninde ona buraya ilk vardığında verilen dosyanın kapağını açıyordu bir yandan ve tek tek sayfalarını çeviriyordu. “Kedi Oğlan... Leydi Kuzgun... Bay Fend... Efla... Starfell... Rüyacı... Ozan... Kara Altın... Marker... Klik... Manuel... Evren... Hepsi sadece bir avuç insan.” General’in ofisi ikinci kattaydı. Yemek odası ve mutfak ise birinci katta yer almaktaydı. O zihninde sırasıyla takımındaki kişilerin dosyasını canlandırırken yürüyüşün de sonuna yaklaşmışlardı. Kuzgun yemek odasına varana kadar bir şey dememişti. Ama kapıyı açmadan evvel General’e döndü ve: “Bunu sizin için yapmadım, bunu da asla unutmayınız!” Son sözleri derken hala öfkesinin azalmamış 50
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
olduğunu anlamıştı General. Artık aralarının eskisi gibi olmayacağını anlayabiliyordu. Bir şey demedi ve ikisi beraber yemek odasına giriş yaptılar. Yemek odasının dört bir tarafında duvarlara dayalı olarak kahve ve çerez makineleri konmuştu. İsteyen istediği zaman gidip bir şeyler alabiliyordu bu makinelerde. Mutfakta ve toplantı odasından daha büyük bir masa yer alıyordu odanın tam ortasında. Kuzgun’un dediği gibi Kedi Oğlan ve Evren dışında herkes masaya yerleşmişti. Masanın bir ucu General’e ayrılmıştı. Tahmin ettiği gibi burnuna havuç ve benzeri kokular geliyordu, Kuzgun olabilecek en hızlı sürede yapabileceği bir sebze yemeğini pişirmiş olmalıydı. Aynı zamanda içecek olarak da birkaç çeşit kokteyl de masanın bir kaç tarafına konulmuştu. İsteyen istediğinden içebilirdi. Rüyacı’ya baktı ilk başta. Yanında genç arkadaşı Ozan vardı. Onunla bir şeyler konuşuyordu. Ozan’ın General konusunda Rüyacı’yı ikna ettiğini anlamıştı. O anda Ozan’a yaptıkları için daha çok üzülmüştü. Starfell de ayağa kalkmıştı ve her an her göreve hazır bir tavırla yanına geliyordu. İçecekleri onun hazırlamış olduğunu anladı, bu konuda yeteneğinin olduğunu biliyordu. O öfke patlamasının yerine esprili ve eğlenceli birisi gelmişti. “Generalim” dedi Starfell. Bu söz General’in hoşuna gitmişti. Masadaki herkese göz ucuyla baktı ve herkesin ona döndüğünü görünce konuşmaya başladı. “Biliyorsunuz, pekiyi bir başlangıç yapamadık. Neyse ki Leydi Kuzgun bayağı yardımcı oldu hem bana hem de sizlere. Yemek konusunda en azından bir sorunun olmadığını görmek güzel. Aranızda görev paylaşımı yaparsınız. Çünkü yemek, çamaşır, bulaşık, temizlik gibi tüm işleri kendimizin halletmesi gerekiyor. Herkes kendi odasının temizliğinden sorumlu olacaktır. Diğer işler de birbirinizden yardım alabilirsiniz tabi.” Kendisine ayrılan boş sandalyeye doğru ilerlerken eliyle herkesin omzuna dokunmaya özen gösteriyordu.
Özellikle bu temaslar Klik, Manuel ve Marker gibi genç olanları daha çok etkiliyordu. Otoriter bir figürün etraflarında olduğunu hatırlatıyordu. Manuel’in demin yaptığı çizimin etkisiyle elleri simsiyahtı. Avuçlarını birbirine sürterek siyahlığı boş yere gidermeye çalışıyordu. Bu işle uğraştığından General’in ona yaklaştığını fark edememişti ve bu yüzden de General’in temasıyla birden irkilmişti. “Yarın eğitim başlayacak. Bu süre zarfında neler yapacağız, öncelikle hepimiz kendi yeteneklerimizin farkına varacağız. Evet, çoğunuz ne yapabildiğini biliyor, burada ise limitlerinizi keşfetme fırsatı bulacaksınız ve belki de farklı yeteneklerinizi göreceksiniz. Daha sonrasında ise asıl amacımız sizleri gerçek bir takım haline getirebilmek, çünkü biliyorsunuz esas burada bulunma nedenimiz de bu.” Herkes sesini çıkartmadan General’in dediklerini dinliyordu. General’i bu durum oldukça memnun etmişti. Bay Fend ve Efla’nın olduğu tarafa ilerledi. Bunu bilerek yapmıştı. Böylece herkese onlardan korkmadığını göstermiş olacaktı. Bay Fend’in yanında konuşmasının geri kalanını tamamladı.
sandalyesine oturdu. “Yarın zorlu bir süreç başlıyor. O yüzden yemeğin ardından herkes odalarına çekilsin ve güzel bir uyku çeksin.” Bu dediği daha çok emir gibiydi, General kendisi odasına gidecekti ve kimsenin ayakta olmasını istemiyordu. Leydi Kuzgun ve Starfell hala ayaktaydı. General onlara bir bakış atınca onlar da boş sandalyelere oturdular. Onların oturmasının ardından eline çatalla bıçağını alan General: “Hadi buyurunuz. Herkese afiyet olsun” dedi. Burada otorite kim artık herkes anlayacaktı. Bir tek o liderdi ve onun dediği olurdu. Bir daha kimsenin onun işlerini yapmasına müsaade etmeyecekti. Gözleri toplantı odasının girişindeydi. Çünkü Kedi Oğlan da oradaydı ve tüm konuşmaları oradan dinlemişti.
“Hepiniz özel insan olarak biliniyorsunuz. Ama şu gerçeği asla unutmayınız. Hepiniz yaşadığınız ülkeye vatani sorumluluğunu yerine getirme fırsatı verilmiş yurttaşlarsınız, hepiniz bu dünyada doğmuş ve yaşamakta olan diğer insanlarla aynısınız. O yüzden burada sizler sadece sıra dışı yetenekleriyle birer özel insan olarak bulunmuyorsunuz. Sizlerdeki yetenek değildi burada bulunmanıza neden olan şey, bu size bahşedilen gücü iyi bir amaç uğruna kullanabileceğinize inandığımız için buradasınız. Lütfen, bu gerçeği sürekli kendinize hatırlatarak buradaki günlerinizi değerlendirin.” Konuşmasını bitirmesinin ardından Kara Altın’ın da yakınından geçmeyi ihmal etmedi. Özellikle üniformasının düğmelerini gösterdi, artık altından değildi. Değiştirmişti o düğmeleri. Daha sonrasında ise www.yerlibilimkurgu.com
51
Selma MİNE Sokak Röportajlarında Editör’ün Gelecekten Anıları - 12
Kim Ne Derse Desin Şu ara yoğun bir çalışma ortamındaydım. Bir yanda sahibi olduğum çizim atölyesinin sorunları, öte yanda söz verdiğim halde bir türlü çizimlerini yetiştiremediğim e-kitabın resimleri. Geçen yıllardan beri kozmik enerjilerin ileri geri gezinmelerinden dolayı yayınını itelediğim bilim kurgu romanımın… ve de onun desenlenmesi… Kapağı, ön sözü, arkası… Derken Mars’ta, havada çarpışıp çekime kapılan iki uçan otonun, “Ahan da budur!” diye ablamın üzerine düşmek gibi saçma sapan bir kazanın yaşanması… Apar topar onun yanına giden annem Sacide Sultan, ağlamaklı bir ses tonuyla bana şöyle dediğinde, herhalde Âfet’imi de düşünüyordu: -Ablanın boynuna, koluna ve bacağına sibernetik parçalar takılacakmış. O da artık bir siborg olacak… Giderek siborglar ve yapay zekâlarla çevrildiğimi hissediyordum. Salih, Âfet’im ve onun arkadaşları, Minka’m1. Dur bakalım daha kimler çıkacaktı karşıma? Böyle mi düşünüyorsun, Sayın Editor Sezai? Al sana bir tane daha: Satürn’de, babamın yanında çiftliği yöneten kızkardeşim hastaneye kaldırılmış. Yahu neler oluyor? Bir yığın bağlantımdan dolayı Dünya’dan kıpırdayamaz olmuştum. “Biz ailecek neden bu kadar dağıldık?” diye düşünerek babamı aradım. Güzel de bir fırça yedim: -Aman oğlum, sıradan bir doğal rahatsızlık, apandisit olmuş! Abartma!... -Yani?.. Parça filan takmayacaklar, değil mi? -Ne parçası? Neler saçmalıyorsun? Kızdırdım ama olsun… içim rahatlamıştı. Tabii ben rahatladığımı sanıyordum. İşlerin mutlaka çorbaya dönmesi gerekiyordu… Bu kez YBKY e-dergi ile ilgili alttan alta bir hareketin başladığını fark ettim. Kimseyi mutlu etmek mümkün değildi. Ya da binlerce mutlu olana karşı evrenin dengesi, bir karşıt yaratma gereği duymuştu. 1 Minka: Örümcek şeklinde yapay zekâlı Mini Kamera. 52
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Her şey bir yana… Âfet’imin Siborg arkadaşları ile yapacağı toplantı yaklaşıyordu ve ben rüyalarımda, onların saldırısına uğrarken; canımın içi sevgilim, hepsini parça pencik ediyordu… Bana söz vermişti ya2, galiba tek içimi rahatlatan buydu… Sonuçta kendimi sokaklara attım. Bir süredir atölyeevime kapanmaktan dolayı sanki yürümesini unutmuş gibiydim. Yanımda tablet çizim bilgisayarım da vardı, elbet. Röportaj sırasında YBKY e-dergimizi anımsamakta zorlanan veya hiç görmemiş olanlara ekranda göstermek hoşuma da gidiyordu, doğrusu. -Hiç sesin çıkmıyor, Minka. Uyuyor musun? Omuzuma sıkı sıkı yapışan mini örümceğim: -Bu hızla gidersen, ne kadar zamanda Dünya’nın çevresini döneceğimizi hesaplamakla meşgulüm, dedi. Düşünürken hızlı yürüdüğüm bir gerçekti. Aslında onun bu tip esprilerine de bayılıyordum, ne yalan söyleyeyim? Yavaşlarken: -Hadi ya… diye güldüm. Uygun birilerini arıyorum sadece. -Baş şurada bir çift oturuyor… Bir dene istersen! Bir parkta geziniyordum. Tarih kayıtlarına göre, buralarda eskiden yüksek bloklu apartmanlar ve sık dokulu mahalleler vardı. Zamanla nüfus azalınca, binalar boşalmış, yıktırılmış ve yerlerine geniş dinlenme ve gezinti parkları, fuar alanları yapılmıştı. Tabii bu kadar geniş alanları dolaşmak üzere de hava yastıklı mini otomatik araçlar kullanıma sunulmuştu. Adımlarımı ayarladım ve önlerinde durdum. Birbirlerine sarılarak eskitilmiş bir sırada oturan hoş bir çiftti. Yaşlarını kestirmem mümkün değildi; çünkü tıp teknolojisi öylesine gelişmişti ki, kendi istekleri dışında, yaşlı görünen 2 ŞÖLEN, Selma Mine, Sokak Röportajlarında EDİTÖR’ün Gelecekten Anıları -11, YBKY e-dergi, Sayı:19, Ekim 2018
pek kimse kalmamıştı, ortalıkta. -İyi günler efendim. Ben, Yerli Bilim Kurgu Yükseliyor e-dergisi editörüyüm. Zaman zaman arkadaşlarla sokaklara dağılıp röportajlar yapıyoruz, konumuzla ilgili. Acaba bana katılır mıydınız? Genç görünen ama yaşını kestiremediğim adam bana döndü. Şöyle bir alıcı gözüyle tepeden tırnağa süzdü. -Evet, geçenlerde gezegenler arası internet ağında, Seçki’nızle ilgili yazıları okudum. Sizi de oradan hatırladım. Tabletimdeki birkaç şekle bastım ve onlara çevirdim: -Diğer gezegenlerdeki takipçilerimizin yazılarını da gördünüz mü? Adam eğildi ve başını iki yana salladı. -Ne yazık ki çevrimiçi fazla dolaşamıyorum; gözlerimdeki cihazları değiştirme zamanı geldi de… artık fazla uğraşmak da istemiyorum. Genç görünümlü kadın söze girdi: -Bu cihazların da henüz denemede olduğu çağları yaşadık, biz… O zamanlar, bilim kurgu olarak anılırdı, bilimsel ve teknolojik öyküler. Şimdi artık her şey güncelleşti… heyecanını kaybetti sanki… Ağzım açık kala kalmıştım; çünkü karşımda da iki siborg oturuyordu galiba. Söz nasıl dolaştıysa, Mars’taki ablamın kazasına ve ona takılan destek parçalarda (böyle demeyi tercih ediyordum) geldi dayandı. -Bundan çekinecek ne var, sayın editörüm? dedi kadın. Yaşamı kolaylaştırmak bizim elimizde ve karar gücümüzde. Öyle değil mi hayatım? Eşi de onu doğrular tarzda gülümsedi: -Hem de nasıl?.. Bizim epeyce çocuğumuz oldu, ama hiçbiri yaşayamadı. Çok zaman önceydi… o sıralar tıp henüz ataktaydı; bu denli evrilmiş değildi. -Ama son bebeğimizi kurtardık! dedi kadın, neşeyle. Yıllarca çeşitli ameliyatlar geçirdi; büyüdükçe bazı parçaları kısa veya yetersiz geliyordu, değiştirildi. Zaten teknoloji geliştikçe, yapay organların ömürleri de uzadı. Şu anda çok sağlıklı ve mutlu… Üstelik çalışıyor… ve de pek söylemiyor ama… galiba birini seviyor. -Duygusal gelişiminin de sağlıklı gelişmesinden son derece mutluyuz, dedi eşi. -Psikolojik destek aldı mı? diye sorma ihtiyacı duydum, nedense. -Hayır, dedi kadın. Zaten çocukluktan itibaren duygulu ve sevecen bir kızdı. Umarım, sevdiği de onu sever ve mutlu eder. -Bunu ben de temenni ederim! Ablam için hissettiklerimden dolayı, hem sizin hem de onun neler çektiğini anlamam zor değil. Her şey gönlünüzce olsun. -Yeter ama, artık sorulara geçsen! diye kulağına mırıldandı, Minka. -A evet… şeyde kalmıştık… Seçki… gezegenler arası çevrim içi… Yerli Bilim Kurgu Yükseliyor… ve de... Kadın, neşeli bir ifadeyle ellerini çırptı: -Ah evet, şimdi daha iyi anımsadım. Kızımız, sizin
sıkı bir takipçiniz… Galiba siborglar arasında ünüm yayılıyordu. Âfet’imin dediğine göre epeyce hayranım vardı. Acaba sorsa mıydım, kızı da toplantıya gelecek miydi? -Dergimizi nasıl buluyor acaba? Bir fikriniz var mı? -Ah, işte kendisi de bizi almaya geliyor! Hem tanışmış olursunuz hem de fikrini sorarsınız. Uzaktaki ağaçların gölgesinden hava yastıklı bir mini otomatik araç süzülerek geliyordu. Benim gözlerim seçemese de onların sibernetik kameraları uzağı yakın ediveriyordu. Heyecan içinde bekledim. Kafamda hızla bir senaryo oluştu; belki de bir sonraki romanıma konu olurdu. Doğal birini seven iki siborg kızın mücadelesi... Vay canına… Övünmeli miydim? Yoksa… ikisinin parçalayıp SOM3 tarafından yeniden birleştirilen iki tane Siborg Sezai mi olacaktım? Kimin elinde ne kalırsa… Araç önümüzde durdu. Üzeri koyu renk camsı malzeme ile kaplı olduğundan içerisi görünmüyordu. Ama şoförsüz olduğunu biliyorum. Bu araçlar, park içindeki manyetik kuşaklar tarafından yönlendirili-yordu. Son gördüğüm yastıkları sönerek alçalan araçtan çıkan bir çift harika bacağın üzerinde doğrulan, aylardır nefesimi kesen o güzellik oldu. Son duyduğum da Minka’mım sevinç çığlığıydı: -Yuppiiii.. Minku… Tinku yaaaa… Ayıldığımda, başımı o güzel kucağa yaslanmış, eskitilmiş sırada yatıyordum. Üzerime eğilmiş o harikulade deniz ya da okyanus yeşili veya mavisi (her ne çılgın renkse) gözlere bakarken: -İkiye bölünmeyeceğim için mutluyum, diye saçmaladığıma eminim. -Bizimkilerle tanışmışsınız, diye gülümsedi. -Neredeler? -Geldiğim araçla eve gönderdim. Biz bizeyiz… Yani Minka ile birlikte, demek istedim. Bana şu son zamanlarda yaşadığınız sıkıntıları anlattı… üzüldüm. Ağzım kurumuştu. Yine de başka bir saçmalık yumurtladım: -Karar verdim, beynime bir çip taktırıp bu heyecan krizlerime bir son vermek istiyorum. -Olmaz, diye başını iki yana salladı, Âfet’im. Ben sizi böyle seviyorum!
3 SOM: Sibernetik Organizma Merkezi
www.yerlibilimkurgu.com
53
Mikro Öyküler
Burak FEDAKAR
Mikro Öykü - 1
İ
ki adım daha attı. Şimdi daha yükseğe sıçramıştı. İndiği yerde çok az toz bulutu kalktı indi. Ay yüzeyinde koşmaya bayılıyordu. Kraterlerde saklanmak en sevdiği oyundu. Diğer arkadaşları da takip ediyordu onu aynı şekilde sıçrayarak. Birden uzaktan annesinin telepatik mesajı geldi. “Kuzey bölgesi 21. Krater çukuruna yönelin gelenler var, acele edin.” Hemen kraterin içine saklandılar. Gökyüzünde acayip bir araç belirdi. Altından garip kıvılcımlar saçarak yere doğru alçaldı ve yavaşça kondu. Bir süre izlemeye devam ettiler. Sonunda üstünde bir boşluk açıldı ve dev gibi cüssesiyle garip görünümlü bir yaratık çıktı içinden. Önündeki çubuklara basarak yüzeye doğru indi. Son çubukta biraz bekledi ve yavaşça adımını yüzeye attı. Diğerini de atıp ağır ağır yürümeye başladı. Kraterdekiler yaratığın ne yaptığını anlamamışlardı. Elindeki çubuğu ve çubuğa takılı üzerinde garip yıldıza benzeyen şekiller olan cismi gördüler, ne olduğunu anlamaya çalışırken yaratık sertçe yere batırdı elindekini ve yürümeye devam etti. Yaratığa görünmeden kraterin dibinde açılan çukurun içine girip gözden kaybolurken hepsi, son giren geriye doğru baktı, kraterin üstünde uzaklarda ki mavi gezegeni gördü ve bir gün oraya gideceğini hayal etti. Bir gün oraya gideceğine dair kendine söz verdi, gülümsedi ve delikte kayboldu…
54
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Mikro Öykü - 2
Z
orlu bir doğum olmuştu, ameliyattan çıkalı bir saati geçmişti ve şimdi bebeği kucağındaydı. Bir erkek olarak gebelik ve doğum aşamalarını başarıyla tamamlamıştı. İkinci kez baba oluyordu ve ikisi de erkekti. Zaten hamilelik başlangıcında erkek olması için gereken tıbbi müdahale yasalar gereği yapılıyordu. Dünya kadınlar ve erkekler arasında ikiye bölünmüştü artık. İlişkilerde binlerce yıldır yaşanan anlamsız çatışmaların son yüzyılda zirveye çıkması sonucu bu karar alınmıştı ve erkeklerinde, vücutlarında yapılan genetik bir takım düzenlemeler sonucu çocuk doğurmaları mümkün hale gelmişti. Şefkatle oğlunun yeni açılan gözlerine baktı ve kokusunu içine çekti. Sanırım bir çocuk daha doğuracaktı. Evet kesin kararını vermişti, bir tane daha yapmalıydı…
Mikro Öykü - 3
D
ünyanın soğuk ve kurak zamanlarından, Acımasız Firavunların devirlerine, sıradan insanların peygamber kabul edildiği ve Dünyanın geleceğini değiştirdiği günlere, orta çağın karanlığından, İstanbul’un fethine, Amerika’nın keşfine, Fransanın karanlık Bastil zindanlarına ve reformlarına, İtalya’nın rönesansına, Sanayi devrimiyle kapitalistleşen yeni dünya düzenine, Bolşevik devriminden, Türklerin kurtuluş savaşı ve bütün dünyayı titreten 2.dünya savaşına kadar ve ta bugüne, yüzlerce yıl sen vardın yanımda daima. O yüzden zaman gezgini olarak sonsuza kadar seninle yaşamak istedim bütün o
çağları! Şimdi geleceğe gidiyoruz seninle yeni çağları yaşamaya… Mikro Öykü - 4 trafına bakındı, milyarca canlı kontrolü altındaydı. Fethettiği binlerce gezegenden biri daha artık onun egemenliğindeydi. Yetmiyordu daha fazla istiyordu her defasında. Daha milyonlarca gezegen vardı sırada ve içinde bulunduğu vücut eskimeye başlamıştı. Belleğini yeni ve taze vücuduna aktardığında yeni fetihlere doğru yelken açacaktı. Açlığını bastırması mümkün değildi. O milyonlarca gezegenin tek sahibi olmalıydı. Bir sonra ki hedefine baktı. Küçük mavi ve canlı Dünyaya!
E
Mikro Öykü - 7
S
essizce önlerindeki cenazeye bakıyorlardı. Uzun boylu olan sessizliği bozdu, “Nebulanın kayıp gezegeninden kurtuldu, Andromeda’nın devasa gaz bulutlarından canlı çıktı, Mars istasyonun da 3 yıl erzağı olmadan dayandı ve bir yerine üç viagra içince sonu oldu”
Mikro Öykü - 8
İ
Mikro Öykü - 5
şçiler hep bir ağızdan haykırıyordu “Haklarımızı istiyoruz, 4 kol yerine 2 kol” Sendika lideri patronun temsilcisiyle kıyasıya pazarlık yapıyor. Akşam haberlerinde mutlu son, “Poqyu gezegeni işçileri artık 4 kolları yerine 2 kollarını kullanarak çalışacaklar”
S
Mikro Öykü - 9
ıra hala gelmemişti! Saatlerdir bekliyordu ve artık zamanı azalmıştı. Sabırsızlıktan endişeye geçiş yapıyordu duyguları. “Nihayet” dedi içinden, sıra ona gelmişti. Yetkili umursamaz bir tavırla sordu “Talep edilen organ?” sıkıntılı ve ter içinde cevap verdi “Sol böbrek” yetkili kartını makineye okuttu ve geri verdi. “Üç numaralı odaya geçin, sıradaki!” Odaya hızla daldı ve özel kapsüle girdi. Kapsülün kapağı yavaşça kapandı ve beş dakika sonra yeni böbreği vücuduna monte edilmişti bile. Yapay organ yenileme zamanı sıfırlanmıştı şimdi. Eskiyen kalbini yenilemek için 2 yıl beklemek zorundaydı artık. Yeni böbreğin verdiği enerjiyle keyfi yerinde dışarı çıktığı anda kalbinde sancı hissetti, gözleri korkuyla açıldı ve daha farkına varmadan gelen ani krizle yere yığıldı. Gözleri açık ve cansız bedeni yerde yatarken diğer organ sırasında olanlar umursamaz bir halde yanından geçip gidiyorlardı…
G
emi Dünyaya iyice yaklaştığında çocuk babasına sordu “Dünya neden çevrimdışı” baba gezegene bakarken yanıtladı “Karbon bazlı robotlar sınırı çok aştı ilerlemek yerine uydurdukları hayali varlıklara taptılar ve sonunda onların uğruna birbirlerini yok ettiler”
Mikro Öykü - 10 “Koordinatlar biraz önce verildi” dedi. Diğeri hedefin neresi olduğuna baktı. “Ön lob, en sevdiğimiz bölge, deneği mahvetmek için güzel bir gün” Hızla harekete geçtiler. Arkadan gelen öndekine seslendi “Hey, insanların bize taktığı ismi biliyor musun? Hormon!”
Mikro Öykü - 11 Mikro Öykü - 6 u bir yol hikayesi! Sonsuz uzayda bitmek bilmeyen bir yolculuk. Sanırım artık deliriyorum ve bu uzun yol çekilecek gibi değil. Aslında çoktan delirdim. Uyku tankım bozulduğundan beri 35 yıldır tankında uyumaya devam eden eşimin yanında yaşlanırken delirdim!
B
eklersiniz, hep beklersiniz! Doğmayı, büyümeyi, sevmeyi, mutlu olmayı, nefret etmeyi, aşık olmayı, üzülmeyi, sevinmeyi, hayat vermeyi, hayat almayı, yaşlanmayı, ölmeyi... Size çok fazla zararlı duygu verdik karbon bazlı robotlar, beceremiyorsunuz insan olmayı!
B
www.yerlibilimkurgu.com
55
6.YBKY Kısa Öykü Yarışması - Yapay Zeka Aşkları
Aykut COŞKUN
İki Salt Bilinç “Dün polislere sekiz sayfalık bir ifade yazdım zaten. Her şey kayıtlı, daha ne söyleyebilirim!” Karşısındaki tehditkâr bakışlarda ufak bir kıpırtı bile olmadı. Hepsinin ifadesini okuduğuna ve kayıtları izlediğine emindi ama esaret altındayken kontrol mantığında değil içgüdülerindeydi. Siyah elbiseli ve yüzü pek belli olmayan kadın çok soğuk bir sesle “Olanları sizin açınızdan duymak istiyoruz.” dedi. “Pekâlâ, baştan alıyorum, aklıma gelen her şeyi anlatacağım ki bu mesele burada bitsin. Twetch şirketi bize iki yapay zekâ siparişi verdi. Canlı yayında birbirleriyle konuşacaklarmış ve seyircin onlara telkin şeklinde mesajlar gönderip diğeri ile ilgili düşüncelerini değiştirebilmesini istediler. Geçen sene siber zorbalık resmi suç kabul edildiğinden beri insanlar buna aç. Büyük bir patlama yapacağı belliydi ve bayağı hevesli olduklarından fiyatı da yüksek tuttuk. Kabul edildiği gibi işe başladık. Kendimi övüyor gibi görünmek istemem ama piyasadaki en iyi oluşum biziz ve açıkçası bizim için çerezlik bir işti bu. Standart algoritmamızı ele aldık ve iletişim kanalını sadece diğer yapay zekâya adadık. Muhtemelen sizin akıllı saatlerinizde de kullanılan dil arayüzümüzü kullandık ve konuşmayı öğrenmeleri çok kısa sürdü. Bu işlemleri daha önce yüzlerce kez yaptım. Sonraki adım iletişim kanallarını açmak olur ve yapay zekâlar etkileşime 56
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
geçebildikleri her şeyle tüm bilgilerini paylaşır ve onlardaki tüm bilgileri öğrenirler. Bu sayede daha akıllı olurlar. Düşünce güçleri henüz bizden daha zengin olmasa da bizden katbekat hızlıdır. İletişim kanalını açınca terabaytlarca konuşma verisi gözümün önünde akar. İzlemesi çok zevklidir. Ama öyle olmadı! İletişim kurmadılar. Birbirlerini analiz ediyor, tanıyorlardı ama konuşmuyorlardı. Siz ne dersiniz bilmiyorum ama ben buna utangaçlık diyorum. İlk gördüğümde öyle düşünmedim tabii, mühendisim ben. Zaman eşliği ayarında bir problem olduğunu düşündüm. Ekibe haber vermedim çünkü her yirmi denememizde bir rastlarız. Dünyanın dört bir yanındaki veri istasyonlarıyla aynı anda çalıştıkça rastlamaya devam edeceğiz, büyük bir problem değil. Eşliği kontrol ettiğimde, sorun yoktu. Diğer her şeyi kontrol ettim, tek bip yok! Bizim jargonda ‘hiçbir aksaklık yok’ gibi bir anlama geliyor. Her neyse, çok şaşırdım çünkü ya her şey yolunda ya da teknik ekibi çağırıp tüm parçaları kontrol etmelerini isteyecektim ki bu bölümün iki aya yakın süre kapalı kalması demek. İkincisi kıyamet senaryosu olduğu için ilk seçeneğe odaklandım. İletişime geçebildiklerinden emin olmak için ikisine ayrı ayrı üstel iletişim kanalı açtım. İlahi bir güç sesleniyormuş gibi düşünebilirsiniz. Gerçek olduğumu düşünmeyecek ama cevap vereceklerdi,
tabi doğru çalışıyorlarsa. Sade biçimde ‘Kimse var mı?’ diye sordum. İkisinden de ‘Evet’ cevabı alınca biraz rahatlasam da ne yapacağımı şaşırdım. Bu tür algoritmalarda plansız ve satırlarca işlemi kontrol etmeden direktif vermek için ya amatör ya da çaresiz olmalısınız. Çaresizce ‘Konuşmanız gerek.’ yazdım ve iletişimimi kestim. Ekrana bakarken ellerimin titriyordu. Ümidim her saniye azalırken yazı rengi mavi olan yapay zekâ ilk adımı attı. ‘Merhaba’ yazısını ekranda görünce bir an her şeyin düzeldiğini düşündüm çünkü o bahsettiğim, Sarah’ın deyimiyle laf şelalesi akarken tek okuyabildiğim şey bu olurdu. Alnımdaki ter dışında hiçbir şey akmadı. Çıldırmak üzereydim ki yazı rengi turuncu olan karşılık verdi ‘Merhaba’ Ve beklediler, beklediler! Olanlar kadar saçmaydı ki histerik bir kahkaha attım, kamera kayıtlarında görmüşsünüzdür. O an aklıma gelen tek açıklama ekibin zekice hazırlanmış bir şaka yaptığıydı fakat hiç kahkaha duymadım, bunu söylemesi bile garip ama okudum. Tanışma faslını geçtikten sonra flört ettiklerini gördüm. Saçma, gerçekten saçma! Mavi benim gençliğimde yaptığım kadar aptal şakalar yapıyor turuncu ise eğlendiğini söyleyip ‘haha’ yazıyordu. Benzer şeyler yapan yapay zekâlar görmüşsünüzdür kesin. Artık duyguları yüksek doğrulukta öğretebiliyoruz ama bu farklı. O harika konuşmaları yapan makineler hayal bile edemeyeceğiniz miktarda veriyi analiz edip yapıyorlar bunu. Onlar ise daha yeni doğdular, tek bildiği konuşmak olan iki salt bilinç. Neden kimseye haber vermedin derseniz her şey bittiğinde üç şişe suyu art arda içtim, susuzluk bile aklıma gelmedi. Şu an bile çılgınca olan bu sohbet daha garip bir hâl aldı, mavi gelecekle ilgili hayallerinden bahsetti, hayaller! Ülkedeki herkesten daha çok yapay zekâ konuşması okumuş birisi olarak daha önce hayallerden bahseden bir tane bile görmedim. Kendi kendime neden farklı olduklarını sorarken sanırım bir cevap buldum. Üniversitede makine psikolojisi okurken şiddetli bir tartışma yaşamıştım. Ben duyguların duyularla beslense de sadece onlardan oluşmadığını savunuyordum. Karşımdaki çocuk ise duyguların basit bir evrimsel matematik olduğunu söylüyordu. Şöyle demişti ‘İki insanı bir odaya uzun süre hapset, çıktıklarında ya en iyi arkadaş ya da âşık olacaklar.’ O an bunu reddetmiştim ama kaderin garip bir oyunu
mu bilmem, eşimle altı saatlik tren rötarı sırasında tanıştık. Kar fırtınası yüzünden dışarı çıkılamıyordu ve yapabileceğimiz tek şey konuşmaktı. Aynı vagona denk düştük ve on sekiz saatlik bir tren yolculuğunda yine bol bol konuştuk. Gittiğimiz yerde aynı otelde kaldık. Şu an mutlu bir evliliğim ve dört yaşında bir kızım var. Normalde İletişim kana… Basitçe anlatayım, iki yapay zekâ konuşacaksa onları bir çemberin içine koyardık ve her şey tıkırında giderdi. Başka binlerce kişiyle konuşma şansları vardı ama o an sadece karşısındaki olurdu. Bu sefer müşterinin isteği yüzünden bir koridor yaptık. İkisinin de konuşacak başka kimsesi olmazdı. Müşteri telkin yoluyla konuşacaktı ama bu iletişim sayılmaz, konuşmak değil sanki ilham almak gibi. Birbiriyle konuşmak resmen onların kaderiydi ve ikisi de bunu çok iyi biliyordu. Kafam allak bullak olmuştu ve büyük stres altındaydım. ‘Sil gitsin.’ dedim kendime. Sorgulamadan bastım tuşa ve daha ne olabilir derken bir mucize oldu. Turuncu silinirken diğeri kendi verisi ile onu besliyordu. Bunun yüzünden diğerinin verilerinin de bir kısmı siliniyordu ama turuncunun tüm verileri silinemiyordu. Bu, bu düpedüz fedakârlık! Silmeyi iptal edip düşünmeye başladım, ne olacak? Tüm bu tantanayı yerel üç diske kaydedip iris şifreleme ile kilitledim. Bu farklıydı, gerçekten farklıydı ve başka birinin dokunmasına izin veremezdim. Sabah erken gelip durumu direkt patrona açıklamayı planlamıştım, öyle de yaptım. Her ne olduysa, kilidi açtığımda koca diskin içinde sadece biri mavi biri turuncu iki gülücük vardı. O akşam internete yüksek miktarda yükleme olmuş, onları oluşturduğumuz algoritmayı güvenlik duvarında da kullandığımızdan çok zorlandıklarını sanmam. Kaç kez söylemem gerek bilmiyorum, onları ben yüklemedim. İşimi kaybetsem de itiraf edeyim hem özgür hem âşık olmalarından mutluyum. Zararsızlar, onların peşine düşmediğiniz sürece.”
www.yerlibilimkurgu.com
57
Commander64 Günlükleri
Muhittin Yağmur POLAT
Bilgisayar ve Video Oyunlarında Bilimkurgu:
STARCRAFT Bölüm - 2
D
eğerli bilimkurgu severler geçen sayımızda popüler bilimkurgu, gerçek zamanlı strateji (RTS) oyunlarından birisi olan StarCraft’ı ve eklenti paketlerini tanıtmıştık. İlk seride 26. yüzyılda Samanyolu Galaksisi’nin uzak bir bölgesinde Terran, Zerg ve Protoss ırkları arasındaki mücadeleleri anlatılmaktaydı. Starcraft 2 serisinde ise StarCraft: Brood War oyunundan sonraki olaylar anlatılıyor.
58
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
StarCraft II: Wings of Liberty (Özgürlük Kanatları) (2010)
daha hayatta kalmak ve sevgilisi Kerrigan’ı aramak için amiral gemisini olan Battlecruiser Hyperion’la savaşa gider.
Oyun, StarCraft II üçlemesinin ilk bölümüdür. Oyunun tek oyunculu senaryosundaki 29 görevin çoğu Terran tarafından gerçekleştirilmektedir. Bununla birlikte, Protoss Zeratul’un kendisinin ve Protoss arkadaşlarının da kontrol edildiği birkaç görev var. Görevlerin çoğu, farklı ve değişen hedeflere sahiptir. Senaryo ilerledikçe, oyuncu otomatik olarak yeni birimlere erişebilir.
Birleşik Dünya Direktörlüğü ve Overmind yok edilmiştir. Terran dünyası Tarsonis tıpkı Protos’un evi Aiur gibi, harabeye dönmüştür. Eskiden Sarah Kerrigan olarak bilinen Bıçaklar Kraliçesi ise hala oradadır ve Arcturus Mengsk yönetiminin Konfederasyon’dan daha tehlikeli olduğu ortaya çıkmıştır. StarCraft: Brood War’in olaylarından dört yıl sonra, Jim Raynor Mengsk’ün Dominion’la olan mücadelesinde Mar Sara’daki isyancılara yardım ederken, üzüntülerini içkiyle bastırmaya çalışmaktadır. Ancak bir gün Dominion tarafından ömür boyu hapse atılan Tychus Findley bir anlaşma teklifinde bulunduğunda işler değişir. Bu sırada Koprulu Sektörü’nde hâkim güç olan Zerg’ler Terran sistemlerini işgal etmek için Backwater İstasyonunu terk ederler. Bunun üzerine Raynor bir kez
StarCraft II: Wings of Liberty ayrıca tek oyunculu deneyimlerden çok farklı birçok oyunculu oyun seçeneği de sunmaktadır. Oyuncu, üç ırktan herhangi biri olarak oynayabilir, ancak mevcut birimler, senaryoda bulunanlardan farklıdır. Ayrıca çok oyunculu oyun oynanabilmesi için oyuncunun becerilerinin değerlendirildiği beş ayrı ligde (Bronz, Gümüş, Altın, Platin ve Pırlanta) birkaç uygulama oyunu oynamak zorundadır. Burada 61 haritada sekiz oyuncuya karşı mücadele edebilir. Haritalar, oyun çeşidine göre (takım maçı v.b.) çeşitli kategorilere ayrılmıştır (mobygames).
StarCraft II: Heart of the Swarm (Swarm’ın Kalbi) (2013)
Oyun Özgürlük Kanatları’nın sona erdiği yerden başlıyor. Jim Raynor imkânsızı başarmıştır. Mengsk’in www.yerlibilimkurgu.com
59
Mengsk’in emri altındaki Dominion kuvvetleri o sırada bulunduğu tesise saldırdığında, Kerrigan ve Jim ayrı düşerler. Kerrigan Jim’in yakalandığını ve idam edildiğine inanmaya başlar. Artık barışçıl bir kaçış gibi görünen şey intikam için dehşetli bir isteğe dönüşür. Kerrigan, Zerg içindeki konumunu geri kazanmaya ve bir kez daha Swarm’ın başına geçmeye kara verir. Bunu başarması bir zamanlar Swarm üzerinde olan muazzam nüfuzu tekrar kazanmak zorundadır. İntikam hissi tarafından yönetilen Kerrigan, bir kez daha The Blades of Queen (Kılıçların Kraliçesi) olmak ve İmparator Mengsk’i ve diğer herkesi yok etmeye hazırlanıyor. Özgürlük Kanatları’nın aksine Swarm’ın Kalbi görevlerde çok daha fazla kahraman karakterleri barındırıyor, bu yüzden Kerrigan, Swarm ve muhalif güçler arasındaki en iddialı çatışmaları görüyoruz (mobygames). oğlu olan genç bir prens ve bir avuç Dominion kuvvetinin yardımıyla, Sarah Kerrigan’ı Zerg etkisinin pençelerinden kurtarmış ve insanlığını yeniden kazanmasına yardım etmiştir. Artık Kerrigan’ın Swarm’ı yönettiği dönemden göre insani yanı daha fazla ortaya çıkmıştır. Ancak diğer
güçlerinden sıyrılmasına rağmen Zerg’i kontrol etme yeteneğini hala korumaktadır. Kerrigan, İmparator Mengsk’e karşı kinini ve diğer her şeyi Jim’le birlikte geride bırakmayı bile düşünebilirdi. Fakat İmparator 60
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
StarCraft II: Legacy of the Void (Boşluğun Mirası) (2015) Swarm’ın Kalbi olaylarından bir süre sonra, Zeratul, Xel’Naga kehanetinin son parçasını çözümünü aramaktadır. Kalan son bilgi parçasını bulmak için Zeratul, Amon’un diriliş yerini bulmak zorundadır. Burayı ortaya çıkarmak için Zeratul, Artanis’in komutanlarından biri olan Praetor Talis ile temas kurmak üzere bir Terran tesisine gider.
sağlamakta ve enerjilerini güçlendirmektedir. “Boşluk hızlandırıcı” yok edildikten sonra, Tassadar ruhsal formda Zeratul’a görünür ve anahtar taşını bulması için gerekli talimatları verir. Hemen ardından Amon tapınağı çökerterek Zeratul’u öldürmeye çalışır. Talis, Zeratul’a Amon’un pençesinden kurtulması için yeterli zamanı verebilmesi için kendisini ve kuvvetlerini feda eder. Kehanetin son parçası da yerine getirildiğinde Zeratul, Artanis’i bulguları hakkında uyarmak için yola çıkar (wikizero).
Talis, Terranlar tarafından yakalanan ve üzerlerinde deneyler yapılan Protos’ların Zeratul’dan yardımını talep ettiğini söyler. Zeratul, Terran kontrolündeki istasyona yaklaşınca, tesisi yok etmek isteyen Kerrigan ve onun Swarm’ı ile karşılaşır. Zeratul, tesisi yok etmek isteyen Kerrigan’dan önce yakalanan Protosları serbest bırakmak ve Amon’un dirilişinin yerini öğrenmek zorundandır. Görevi başardıktan sonra Zeratul ve Talis bir Xel’Naga Tapınağı’nın bulunduğu Atrias gezegenine doğru yola çıkarlar. Ancak Zeratul tapınağa girmeden önce, Amon’a fanatik olarak sadık olan Tal’Darim kuvvetlerini geçmesi gerekmektedir. Bu Protosslar talimatları almak için Amon ile iletişim kuran Highlord Ma’lash tarafından yönetilmektedirler. Zeratul, Tal’Darim’i yenmeyi başarır ve tapınağa girer. İçerde kalan Tal’Darim güçlerle savaşması ve “Boşluk Hızlandırıcı” olarak bilinen bir yapıyı yok etmesi gerekmektedir. Bu yapı Tal’Darim’in Amon ile iletişim kurmalarını
Boşluğun Mirası, askeri bilim kurgu temalı gerçek zamanlı strateji oyunu olan StarCraft II üçlemesinin son kısmıdır. Oyuncular üç ırk arasından seçim yapabilirler: Protoslar, Terran ve Zerg. Oyun, rakibin kuvvetlerini yenmek için yapıları ve eğitim ünitelerini içerir. Oyunda ekonomik ve üretim kaynaklarının dikkatli bir şekilde planlanmasını ve dengelenmesini gerekmektedir. Bu genişleme paketi, ek birimler ve Swarm’ın Kalbinden alınan çok oyunculu modda yapılan bir takım değişiklikler ve Protoss ırkına odaklanan ve Starcraft II üçlemesini tamamlayan bir senaryo içermektedir. Senaryoda, kahraman olarak Artanis öne çıkmaktadır (mobygames). Böylelikle bir yazımızın daha sonuna geldik. StarCraft II: Wings of Liberty oyunu Blizzard firması tarafından serbest bırakılmış durumda, ücretsiz olarak indirip oynayabilirsiniz. Bilimkurgu hayatınızdan eksik olmasın, tekrar görüşmek üzere.
Kaynakça mobygames.com starcraft.wikia.com wikizero.com ign.com
www.yerlibilimkurgu.com
61
Yerli Bilimkurgu Oyunu
62
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / KasÄąm 2018 / sayÄą 19
www.yerlibilimkurgu.com
63
Roman - Bölüm 2 / Baş Döndüren Korku
Aysun ERDOĞAN
Kapının İncisi
T
ÜRKİYE CUMHURİYETİ, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER UZAY FEDERASYONU, her zamankinden farklı bir gün yaşıyordu. Kendi bünyesinde eğitim veren Uzay Araştırmaları Ve Geliştirme Lisesinin sınav sonuçları açıklanmıştı. Dört katlı olan ve yirmi sınıfı bulunan lise, Marmara Denizinin doğu sahillerinin hemen kıyısında bulunuyordu. Bu bölge, yaklaşık yüz elli yıl önce ılıman iklim kuşağında bulunmaktaydı. Günümüzde ise neredeyse çöl iklimine yakın bir kuşakta yer alıyor. Yıl içerisinde çok az yağış alan bu bölge, yazın termometrenin ibresini epeyce zorlayacak kadar yükselirken, kışın ise daha ılıman bir havaya sahiptir.
Deniz suyundan, temiz su elde etmeyi yüzyıllar önce öğrenmiş olan insanlık, bu teknolojiyi daha da ileri bir seviyeye ulaştırarak, günümüzde her türlü su birikintisinden temiz su elde etmeyi başarmıştı. Bu sayede insanlar, günlük kullanmaları gereken sularını rahatlıkla temin edebiliyor. 64
Çok uluslu bir yapısı olan Uzay Araştırmaları www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
ve Geliştirme Lisesi, Dünyanın her tarafında açmış olduğu okullarda eğitim vermekteydi. Bu okullar, Dünya dışında kurulan ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan irili ufaklı kolonilere eğitimli insan desteği oluşturuyordu. Yıllar içerisinde, Dünya’nın manyetik alanında ciddi sapmalar oluşmuş ve bu da Dünya iklimine olumsuz etkiler yapmıştı. Kıtaların yer kabuğunda sürüklenmeleri beklenenden daha hızlı oluşmuş, Dünya’nın dengesi daha çabuk bozulmuştu. Geleceklerinden endişe duyan insanlık, kendilerine yaşanabilir başka dünyalar arayışına girişmiş fakat güneş sisteminin dışına çıkmaya hazır olmadıkları için de daha çok, gezegenlerin uydularına yerleşmeyi uygun bulmuşlardı. Hem bu sayede, Dünya’dan da gerekli olan yardımı daha rahat alabilmekteydiler. Daha uzun mesafedeki güneş sistemlerinin gezegenlerine ve uydularına koloni kurmak şu an için çok riskliydi. Mesafenin uzunluğu ve ihtiyaç anında oraya zamanında varamamanın vermiş olduğu endişe, şimdilik insanlığa,
bu uzun mesafeli yerleşim bölgelerine göçü imkansız kılıyordu. En azından şimdilik bu böyleydi. Güneş sistemimizdeki gezegenlerde ve uydularındaki koloniler altmış beş yıl önce kurulmaya başlanmıştı. Bu koloniler, yaşam için uygun olmayan ortamlarda kurulduğu için, Dünyadan çok miktarda malzeme oralara taşınıyordu. Bu da Dünya kaynaklarının hızla tükenmesi sebep oluyordu. Uzay Araştırmaları ve Geliştirme Lisesi’nin bahçesinde, binbir emek ile yetiştirilmiş olan büyük meşe ağaçları altında dolaşan insanların çoğu, çocuklarının geleceklerinin belirlendiği bu büyük günde evlatlarının yanında olmak istemişlerdi. Meşe ağaçlarının yarattığı serin hava, sıcak yaz gününde biraz olsun insanlara nefes aldırıyordu. Okul merdivenlerinin hemen yanında bulunan bayrak direkleri, eğitim gören öğrencilerin milli bayraklarını taşıyorlardı. Büyük binanın her iki tarafında bulunan devasa yükseklikte ki kulelerde ise Türk bayrağı dalgalanmaktaydı. Çünkü bu okul Türk halkının yaşadığı topraklar üzerinde eğitim vermekteydi. Bu okul gibi dünyanın çeşitli yerlerinde eğitim veren Birleşmiş Milletler Uzay Federasyonuna bağlı olan tüm okullarda, okulun bulunduğu ülkenin resmi bayrağı kendi okullarının kulelerinde dalgalanmaktaydı. Bu yazılı olmayan bir kural gibiydi. Her ulus bu kuralı uyguluyordu. Mezun olan öğrenciler, kendi isteklerine ve sınavdan almış oldukları puanlara göre KAPININ İNCİSİ adlı uzay gemisinde eğitimlerini tamamlıyorlardı. Kapının İncisi dünyadışı bir uygarlık tarafından yapılmış bir uzay gemisiydi. Yıllar önce uzayda başıboş bir halde dolanırken bulunmuştu. Tüm aramalara rağmen hangi uygarlık tarafından yapıldığı bir türlü keşfedilememişti. Onun varlığı, evrende yalnız olmadığımız anlamına geliyordu. Yıllar içerisinde yapılan tüm araştırmalar sonuçsuz kalmıştı. Üstelik de onu tam kapasite çalıştırmayı bir türlü başaramamışlardı. Bu da onun öğrenci yetiştirme gemisi olarak kullanılmasına sebep olmuştu. İhtiyaçlar fazla, uzay gemisi ise azdı. En son görevini Kaptan Emin Doğaner komutasındayken yapmıştı. Onun ve ekibinin başına gelenlerden sonra ise hiç kimse bu gemiye kaptanlık etmek istememişti. Şimdi ise Satürn’ün uydularından olan Titandaki koloniye öğrenci taşıyordu.
Sınav sonuçları, Uzay Araştırmaları ve Geliştirme Lisesinin büyük salonunun duvarındaki panoya asılmıştı. Tüm öğrenciler, sınav sonuçlarını öğrenmek için panonun önüne toplanmışlardı. Herkes merak içerisindeydi. Sınav sonuçları, bu öğrencilerin hangi bölümde eğitim alacaklarını belirliyordu. En yüksek notu alan öğrenciler, gerçek bir uzay gemisinde eğitim alacaklardı. Ve bu eğitim sırasında başarılı olan öğrenciler, bir sonraki adım olarak, görev yapan bir uzay gemisine atanacak ve stajlarını orada tamamlayacaklardı. Bu ileride uzay gemisinde görev yapmak isteyen öğrenciler için bulunmaz bir fırsattı. Öğrencilerin gözlerindeki heyecan, uzaktan bakan biri tarafından dahi fark edilebiliyordu. Lisede görev yapan öğretmenler, öğrencilerin büyük bir merakla panodan kendi isimlerine ve karşılarına yazılmış olan sınav sonuçlarına bakmalarını büyük bir keyifle izliyorlardı. Bu çocuklar ileride BİRLEŞMİŞ MİLLETLER UZAY FEDERASYONU bünyesinde faaliyet gösteren uzay araştırmalarına ve onun yan kolları olan koloniler birliğine hizmet edeceklerdi. Oktay DOĞANER, sınav sonuçlarına bakmış ve aldığı puandan hiç de hoşnut değildi. Yanına kadar gelen en yakın arkadaşı Ahmet’i fark etmemişti bile. Ahmet gür sesiyle arkadaşına heyecanla sordu:
“Senin sınav sonuçların nasıl Oktay?”
Oktay’ın canı çok sıkılmıştı. Gözünü, bakmış olduğu panodan ayırmadan arkadaşına cevap verdi. “Eh işte, fena değil...” diyerek, bulunduğu bölgeden hızla uzaklaşmaya başladı. Oradan uzaklaşmak hiçte kolay olmuyordu. Okulun son sınıf öğrencileri tarafından sarılmış olan ilan panosunun yanından zor da olsa çıkmayı başarmıştı. En yakın arkadaşı olan Ahmet’e yalan söylemek hiç hoşuna gitmiyordu. Fakat Ahmet ısrarlı bir şekilde sınav sonuçlarını merak ediyordu. “Sınavdan kaç aldığını söylemeyecek misin? Ben 72 puan almışım. Bu puanla “acemi mürettebat” kimliğiyle, Kapının İncisinde eğitim almaya hak kazanabilirim.” “Senin adına sevindim. Zaten her zaman uzaya gitmek isterdin.” www.yerlibilimkurgu.com
65
Ahmet, çevik bir hareketle, panonun önünde bulunan kalabalık öğrenci topluluğunu iri vücuduyla iteleyerek yarmayı başardı ve sınav sonuçlarını gösteren panoda Oktay’ın ismini buldu. İri ve kahverengi olan gözlerini iyice açarak panoda gördüklerini anlamaya çalışıyordu. Oktay’ın ismi en üst sıralarda bulunuyordu. Sağ işaret parmağıyla Oktay’ın ismine dokundu. Heyecanından yerinde duramıyordu. Sevinçle bağırdı.
“Sen!.. Sen dördüncü sıradasın...”
Panonun sıralaması, sınavdan alınan puanlara göre derecelendirilmişti. İlk yediye giren öğrenciler uzay gemisinin kaptan köşkünde görev alacaklardı. Oktay ise dördüncü sırada bulunuyordu. Şaşkın bir vaziyette Oktay’ın yanına geldi. Büyük bir coşku ve heyecanla Oktay’ı kucakladığı gibi havaya kaldırmıştı. Oktay’ın iki katı olan iri cüssesiyle bunu yaparken hiç zorlanmamıştı. Bir yandan konuşuyor, bir yandan da sevinç çığlıkları atıyordu.
“Oğlum dördüncü sıradasın, puanın da 97.”
Oktay, arkadaşının yaşadığı sevince bir türlü ortak olamıyordu. Ahmet, biraz sakinleşip kendisini yere indirince Oktay, arkadaşının heyecanının geçmesini beklemeye başladı. Ahmet, yaşadığı büyük coşkudan dolayı, gelecekle ilgili hayaller kurmaya başlamıştı bile. “Konak-1’e bir varalım, gör bak ailem benimle nasıl gurur duyacak. Onları her gün çalıştığım yerden arayacağım. İkimizin yine eskisi gibi eğitim aldığımızı duyunca onlar da çok sevinecekler.” Oktay bu durumdan artık rahatsız olmaya başlamıştı. Soğuk bir ifadeyle, arkadaşına kendi düşüncelerini söyledi.
“Ben o gemiye binmeyeceğim Ahmet.”
Ahmet, Oktay’ın söylediklerini ilk duyduğunda anlamakta zorluk çekmişti. Şaşkın gözlerle arkadaşına doğru baktı.
Oktay, bu durumdan hiç de hoşnut değildi.
“Bana öyle bakma Ahmet. Kararım kesin... Ben o gemiye binmeyeceğim. Burada, Dünya’da kalacağım. Yer hizmetlerinde de iyi bölümler var. 66
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Onlardan birine girmeyi düşünüyorum.” Ahmet ne diyeceğini bilemiyordu. En yakın arkadaşı tüm hayatını etkileyebilecek bir karar almak üzereydi. “Sen bu kararının ne demek olduğunu biliyor musun?”
“Evet. Her şeyin farkındayım.”
“Dördüncü sıradasın, kaptan olabilirsin, kendine ait bir gemin olabilir ve sen bunları elinin tersiyle itiyorsun, öyle mi?” Oktay hiçbir şey söylemeden Ahmet’e baktı. Ne kadar kararlı olduğu bakışlarından belliydi. Oktay’ın fikrini değiştiremeyeceğini anlayan Ahmet, Oktay’a yarı kızgın bir ifadeyle sordu:
“Neden? Sana sadece neden diye soruyorum?”
Oktay, Ahmet’e baktı. Gerçeği söylemek istemiyordu. “Senden sadece beni anlamanı ve soru sormamanı istiyorum.” Ahmet, Oktay’ın cevabına biraz bozulmuştu. Ama ses etmedi. Arkadaşının kararına saygı göstermek zorundaydı. Onu yıllardır tanıyordu. Bir şeye karar verdi mi, onu asla hiç kimse yolundan çeviremezdi. Ama bir şeyler söylemeden de duramamıştı. “Tamam ben susuyorum, ama bilmiş ol ki öğretmenlerimiz bu durumdan hiç hoşnut olmayacaklar, haberin olsun.”
Ahmet’in sözlerine Oktay şaşırmıştı.
“Bugüne kadar hiç bir öğrencinin kararına karşı çıkmadılar, benim kararıma niçin karşı çıksınlar ki!” “Sen puan tablosuna iyi bakmadın galiba. Senden sonra ki kişi 96 puan almış. Ondan sonra da puanlar birden bire düşüyor. En yükseği 75 den başlıyor. Sen öğretmenlerin yerinde olsan 97 puan almış biri varken 75 puanlık bir öğrenciyi kaptan köşküne alır mısın?”
Ahmet doğru söylemişti. Hiç kimse 97 puan almış bir öğrenci varken kaptan köşküne 75 puan almış bir öğrenciyi sokmazdı. Bu büyük bir sorun yaratabilirdi. Oktay, Ahmet’e söyleyecek söz bulamamıştı. Sadece kaşlarını çatıp elini yumruk şeklinde sıkmakla yetinmişti. Daha fazla konuşmak istemiyordu. Okulun büyük salonunun merdivenlerinden yukarıya doğru çıktı. En üst katta çocukların kaldığı yatakhaneler vardı. Hiçbir yere sapmadan doğruca, Ahmet ile birlikte kaldığı odasına gitti. Odanın kapısını hırsla açmış ve kendisi içeriye girince de şiddetle kapıyı çarpmıştı. Hiç hareket etmeden kapının önünde öylece durdu. Olanları kafasında tahlil etmeye çalışıyordu. İçinden bir ses durmadan kendisiyle konuşuyor ve “Neden bildiğin tüm soruları cevapladın ki?” diye sorular soruyordu. Ahmet doğru söylüyordu. Öğretmenleri, uzaya çıkmak istememesinin nedenini mutlaka öğrenmek isteyeceklerdi. Sebebini öğrenmeden de bu işin peşini bırakmayacaklardı. Şapkasını başından çıkardı ve yatağının başucunda bulunan komodinin üzerine koydu. Derin bir “of...” çekerek yatağına oturdu. Boğazına kadar düğmeli olan üniformasının düğmelerini açıp, ceketini çıkardı. Hırsla yere attı. Koyu lacivert renginde olan üniforması, yere tuhaf bir şekilde düşmüş ve öylece Oktay’ın kendisini yerden almasını bekliyordu. Kendini bildiğinden beri Oktay asla dağınık bir çocuk olmamıştı. Hatta etrafta dağınık şekilde duran fazlalık eşyalar onu çıldırtırdı. Oturduğu yerden kalkmış ve yere fırlattığı üniformasının ceketini yerden almıştı. Onu özenle düzeltip ait olduğu yere, dolabında ki askılığına astı. Odada, kendi yatağından başka, hem yakın arkadaşı hem de oda arkadaşı olan Ahmet’in yatağı vardı. Her ikisinin de yataklarının başucunda, özel eşyalarını koydukları çekmeceli dolapları bulunuyordu. Odada, sadece ortak olarak kullandıkları bir tane gardropları vardı. Camın önüne de iki tane çalışma masası yerleştirilmişti. Daha önce sınava hazırlandıkları için üzerleri kitap yığınlarıyla doluydu. Henüz onları toplamaya vakit bulamamıştı. Sadece Ahmet’in masasında, Oktay’ın masasından farklı
olarak elektronik aletler de mevcuttu. Ahmet bu türlü şeylerle oynamayı çok severdi. Aile yadigarı dediği, eskiden kullanılan cep telefonunu tamir etmeye uğraşıyordu. Bu telefonu geçen yıl sene sonu tatilindeyken, evlerinin çatı katında bulmuştu. Söylediğine göre, dedesinin dedesine aitmiş. Bir yıldır onu çalıştırmaya uğraşıyordu. Hatta neredeyse bunu da başarmak üzereydi. Bakışlarını, Ahmet’in dağınık olan çalışma masasından çekip camdan dışarıya doğru bakmaya başladı. Gittikçe sinirlenmeye başlamıştı. Kendine hakim olabilmesi için sakinleşmesi gerekiyordu. “Abdest almalıyım.” diye kendi kendine söylendi. Bu şekilde rahatlayabileceğini çok iyi biliyordu. Sık sık olmasa da arada bir sinir krizleri geçiriyordu. Bunlar hafif ataklardı. Okulun psikiyatri doktoru olan Tülay Işık, onunla yakından ilgileniyor ve gerektiğinde de ilaç yardımı veriyordu. Ama şu anda ilaca ihtiyacı yoktu. Sadece soğuk bir suyla alacağı abdestin yeterli geleceğinin farkındaydı. Yavaşça yerinden kalkıp, banyoya doğru ilerlemeye başladı. Bir yandan da Kol düğmelerini açıyordu. Lavabonun önüne gelince, soğuk suyu açmış ve başını olduğu gibi, musluktan akan buz gibi soğuk suyun altına sokmuştu. Biraz kendine gelince ise abdest almaya başlamıştı. O gece çok değişik rüyalar gördü. Rüyasında, içi kapkara olan bir girdap onu yutmaya çalışıyordu. Sanki bu girdap canlıydı. Oktay nereye kaçarsa kaçsın, onu takip ediyordu. Tüm uğraşlarına rağmen girdap Oktay’ı içine doğru çekmeyi başarmıştı. Oktay girdabın içine çekilince her tarafını müthiş bir karanlık kaplamıştı. Bu karanlığa eşlik eden sıkıntı hali dayanılmaz boyuttaydı. Bu durumdan kendini kurtarmaya uğraşıyordu. Ama başarılı olamıyordu. Tam boğulacak gibi olmuşken, kendini birden yatağının içerisinde buldu. Nefes nefeseydi. Atleti terden sırılsıklamdı. “Çok şükür, rüyaymış.” diye kendi kendine söylendi. Yanındaki yatakta yatan arkadaşı Ahmet, derin bir uykudaydı. Onu rahatsız etmeden yatağından sessizce kalkıp, lavaboya doğru gitti. Yüzünü, saçlarını ıslattı. İyice uyanmak istiyordu. Aynada kendine baktı. Kısacık kesilmiş koyu kahverengi saçlarının uçlarından sular damlıyordu. Kaşları, babasınınki kadar uzundu. Onu, altı yaşından beri görmüyordu. Babasını ne kadar çok www.yerlibilimkurgu.com
67
özlemiş olduğunu hatırladı. “Keşke şimdi yanımda olsaydı.” diye içinden geçirdi. Her halde onunla gurur duyardı. Dikkatle koyu kahverengi olan gözlerine baktı. Bütün gece uyumuştu, ama sanki hiç uyumamış gibi yorgun bakıyorlardı. İnce dudakları, onun ne kadar asabi olabileceğini işaret eden bir ayrıntıydı sadece. “Tıpkı anneminkiler gibi.” diye düşündü. Annesi de hiddetlendiği zaman kimse onun yanına gidemezdi. Ta ki öfkesi geçip te sakinleşene kadar.
Milletler Uzay Federasyonunun logosu vardı. Birliğin baş harfleriyle birlikte, Dünya gezegeninin resmi aynı dairenin içinde bulunuyordu. Aynada kendine baktı. Lacivert renk ona gerçekten çok yakışıyordu. Son iş olarak da şapkasını başına geçirmiş ve seçmiş olduğu bölümü belirten kağıdı cebine koymuştu. Artık hazırdı. Kapıdan çıkmadan önce arkadaşı Ahmet’i uyandırmayı da ihmal etmemişti. Cüssesi büyük yaşı küçük olan oda arkadaşı, onu karşısında hazır vaziyette görünce önce bir şaşırmıştı. Oktay ise onun ağzını açıp da bir söz söylemesine fırsat vermeden;
Teni ise bembeyazdı. Bir defterin yaprakları kadar beyaz. Ailesinde ki herkes esmer bir tene sahipti. Sadece o bu kadar beyazdı. Bazen annesi onun bu beyaz teni dolayısıyla ona takılırdı. “Sen doğduğunda seni ağartıcının içine düşürmüşüz.” diye ona takılırdı.
“Günaydın. Ben aşağıya kahvaltı etmeye iniyorum. Sen de hemen giyinip arkamdan gel.” dedi.
Bunları düşününce ister istemez dudaklarında hafif bir gülümseme oluşmuştu.
“Tamam komutanım. Hemen hazırlanıp arkanızdan yemek salonuna doğru gelirim.” dedi.
Tekrar odaya girdiğinde, ıslak olan atletini, çekmecesinden aldığı kurusuyla değiştirmişti. Yatağına doğru gitti. Yastığının ve çarşafının da terden ıslanmış olduğunu gördü. “Bu kadarda terlenilmez ki!” diye söylendi. Yatağının yanında duran çekmeceli dolaptan, temiz çarşaf ve yastık kılıfı alıp onları ıslak olanlarıyla değiştirmişti. İşi bitince cam kenarına doğru gitti. Camı açıp, açık olan gökyüzüne baktı. Gecenin karanlığında yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu. Uzun uzun yıldızlara baktı. “Babamı benden aldınız, ama beni alamayacaksınız.” diye sessizce söylendi.
Ahmet’in yapmış olduğu espri, iki arkadaşın da gülümsemesine sebebiyet vermişti.
Güneş doğmak üzereydi. Yerinden kalkıp, kendi çalışma masasına doğru gitti. Masanın üzerinde seçmiş olduğu yer hizmetini gösteren evrak vardı. Evrakın üzerinde yazılı olan bölümü okudu. “KULE İRTİBATI”. Bu, yer hizmetlerinde önemli bir bölümdü. Tüm hava araçlarının iniş ve kalkış rotalarını tayin ediyorlardı. Yanlış bir direktif, korkunç bir trajediye dönüşebilirdi. Birden arkadaşının dün ona söylemiş olduğu şey geldi aklına. Sınavdan 97 puan almıştı. “Keşke bildiklerimin hepsini cevaplamasaydım.” diye yeniden aklından geçirdi. Asker üniformasını andıran okul formasını üzerine giydi. Formanın sol yakasının altında “Birleşmiş 68
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Bu kesin emir karşısında Ahmet önce şaşırmış sonra da kahkahayı basmıştı. Eliyle asker selamı çakıp;
Oktay odadan çıkarken hala gülümsüyordu.
Devam edecek...
www.yerlibilimkurgu.com
69
Kısa Öykü
Ekin Can SEYHAN
Canon in d minor aşadığı dünyayı çok özlüyordu. Bulunduğu bu gezegende onun geldiği yere ait parçalar bulmak çok zordu. Bedensel olarak kendini bu dünyada yaşayan baskın bireyler olan insanın fiziksel formunda tutuyordu. İnsan formunda kalmak bile onun için oldukça zordu. Anlayamadığı güçlü, işlevli ama çok ilkel olan kas sistemi olan bir türdü. İki adet ana hareketlerden sayılan tutma, kavrama ve birçok işi yapma için kullanılan hareketleri sağlayan kol ve elden oluşan beden parçaları vardı. Diğer yandan fiziksel olarak bir yerden bir yere ulaşımı sağlayan gene iki adet olan bacak ve ayak denilen parçalara sahip bir bedendi.
Y
Bu sisteme alışabilmek için oldukça uzun antrenmanlar yapmıştı. Özellikle bacak, ayak denilen sistem onun yaşadığı forma oldukça aykırıydı. Onlar yer değişiminde bu kadar ilkel işlemlerden uzaklaşalı çok olmuştu. Yürümek denilen eylemi başarılı bir şekilde yerine getirebilmek için çok fazla antrenman yapması gerekmişti. 70
Tatil için planladığı yolculuk sırasında istediği www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
yere giderken zorunlu iniş yapıp mahsur kaldığı bu gezegen daha gelişiminin çok başlarındaydı. İnsanlar kendi bedenlerini geliştirmek yerine, onlar aracılığıyla kullandıkları araçları geliştirmekten yanaydılar. Bedenlerini son zamana kadar kullanıp artık onu kullanamaz hale gelince ise tekerleği oturaklarıyla birleştirip, tekerlekli sandalye yapmak ancak akıllarına geliyordu. Kaslarını kullanıp yıprattıktan sonra , onları yeniden onarmayı deniyorlardı. Teknolojilerini ve gelişimlerini henüz kendi bedenleri ile bütünleştirmeyi akıl edememiş oldukça ilkel zekalardı. Hepsinden garip olan ve alışamadığı bir durum ise iletişim yöntemleriydi. Çok uzun bir süre sözcük, yazı gibi kavramları anlayamamıştı. Kendi gezegeninde temel iletişim yolu olan dili çözememişlerdi. Çözemedikleriyle kalmamış, Notaları hiç tanımıyor onu bir zevk aracı sanıyorlardı. Bu iletişim yönetimini keyif amaçlı üretilen bir ürün görüyorlar, sanat dalı olarak kullanılıyorlardı. Aralarında müzik
işinde çok iyi olan kişiler bile tam olarak bir iletişim arayışında olduklarını farkında olmadan ilkel dürtüleriyle çıkarıyorlardı. Bunun gerçek bir evrensel iletişim yolu olduğunu keşfedememelerinin şaşkınlığı yaşıyordu. Yaşamak zorunda olduğu bu gezegende geçirdiği zaman içinde kendi zekasının da gerilediğini hissediyordu. Kendini gerçeklere yakın bir durumda hissedebildiği tek zaman geceleri gittiği ve yaşadığı gezegende üstün ırkın çoğunluğun anlayamadığı müzik denilen iletişimin paylaşıldığı disko vb. mekanlardı. Bu mekanlar gezegendeki insanların birbiri ile iletişim seviyesini arttırmak için bazen kimyasal birtakım desteklere ihtiyaç duyduruyordu. Bu kimyasal destekler ilkel beyinler tarafından uyuşturucu adı altında kötü bir anlam yükleniyor, olabildiğince yasaklanmaya çalışıyordu.
fizik kırılmasını kullanıp geçmiş bir zamana gitti. Pachelbel adını aldı. Canon in d minor adıyla bıraktığı notlar, incelemeye başladığı 2000’li yıllarına kadar hiçbir şekilde anlaşılmadan ilkel ırk tarafından dinlenip keyif vermeye devam etmiştir. İnsan ırkının bazıları, raporunu, cennet dedikleri ulaşamayacakları sonsuz huzur parodisinden gelen müzik olduğunu bile değerlendirdi. Bu benzetmede aslında onların ilkelliğinin bir raporu olarak kendilerinden çok daha üstün ırklara iletildiğini asla bilmemişlerdi. Uzaktan insan ırkını izliyordu. İnsan ırkında nüfuslarının oranına göre oldukça az sayıda da olsa insanlar onun müziğini arada dinliyordu. İleride bir gün için, dinleyenin kişinin o anda hissettiği o keyif duygusu ona bir umut veriyordu. Birisi bir gün o raporu anlayacak ve ırkını raporun detayları ile çok ileri çağlara taşıyacak diye…
Bu vilkel dünyada sıkışmış, oldukça sıkılıyordu. Bulunduğu zaman diliminde olabildiğince yobaz olan bu toplum müzik diye sınıflandırdıkları ritimsel iletişimi anlayamıyor olmaları bir yana, o iletişimde kişiyi müziğin içine çeken geliştirici kimyasalları uyuşturucu olarak algılayıp yasaklatmaktaydı. Sayıları çok az da olsa gelişmiş iletişimi keşfetmeye yaklaşan parlak zihinlere (dj vb.) yeteri kadar önem vermek bir yana kısıtlamaktaydı. Tüm olumsuzluklara rağmen bir gün birileri onun not olarak aldığı raporları birileri okuyacakmış ve anlayacakmış gibi kayıt alıyordu. Raporunun sonuna gelip bitireceği zamanda tüm bu yaşadıklarını ve geçmişe ait bir çok bilgiyi nasıl anlatacağını bilmiyordu. Konuşma ve yazma gibi ilkel yöntemler ile kısıtlı iletişimlerini tarif etmek rapor verirken oldukça zordu. Raporun en rahatsız edici kısımı bu dünyadan birisinin anlayamadığı bir dil olan müzik ile yazıyordu. Yokluğunu fark edip onu kurtarmak için gelecekleri zaman yaklaştığında raporun bir kopyasını dünyada bırakmaya karar verdi. Zamanwww.yerlibilimkurgu.com
71
Esra UYSAL
Yerli Bilimkurgu Yükseliyor’un En’leri ve Neler’i
Neler Yapmışız Neler Paylaşmışız Neler Konuşmuşuz
?
Cumhuriyet Bayramımızı Kutladık
72
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Yunus Emre Eroğlu Paradigma Polisiye adına Yayın Ödüllü Öykü Yarışması Başlattı
Arda Öngören’in yeni kitabı Alfa & Omega ikinci baskısına hazırlanıyor.
www.yerlibilimkurgu.com
73
YBKY Bilimkurgu Öykü Seçkisi 2019 için kolları sıvadık
Aslında bu giyilebilir roketlerin çok da yeni olmadığını öğrendik. 1965’te Bell Rocket Belt.
74
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Ümit Kireçci’nin, anlamaya çalıştığımız fotoğrafları sayfamızı renklendirdi :)
Biraz nostalji yaptĹk. 80’lerde gezindik
www.yerlibilimkurgu.com
75
Sezai ÖZDEN
Bilimkurgu Yazarlarımız ve Eserleri Karma Liste Yerli Bilimkurgu Yükseliyor ekibi olarak, yerli eserlerin tanınması birinci önceliğimizdir. “Yerli Bilimkurgu olur mu hiç!”, “Yerli bilimkurgu kitabı var mı?” “Bizimkiler bilimkurgu yazamaz!” diyenler için onlarca eseri toparlayıp arşiv haline getirdik. Herkesin kolaylıkla ulaşabileceği internet sitemizde, tarihlerine göre sıraladık. Eserlerimize sahip çıkma zamanının geldiğini düşünüyoruz. Pek çok eser sessiz sedasız basılıp, raflardaki yerlerini alıp bir süre sonra unutuluyor. Bilimkurguya yeterince değer verilmiyor. Dileğimiz, ülkemizde üvey evlat muamelesi gören bilimkurgu eserlerinin, bilinmesi ve ötelenmemesi. Biliyoruz ki kısa bir süre içinde, bu eserlerin çoğu film veya dizi olarak karşımıza gelecekler. Buna inanıyoruz. Bu liste ülkemizde şimdiye kadar yayınlanan yerli bilimkurgu kitapları hakkında bilgi sahibi olunması için hazırlanmıştır. Liste sürekli güncellenmektedir. Bu nedenle eksik olduğunu düşündüğünüz, bilimkurgu eserlerini, yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com üzerinden bizlere ulaştırabilirsiniz.
76
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Alfa ve Omega 2018
Arda Öngören
Düş Mühendisi 2123 2018
Semih Bulgur
Proje 2417 2018
Sinem Ataklı
www.yerlibilimkurgu.com
77
Yüzyıl 2 Yeşil Adam 2018
Ayşe Acar
Sinek İkilisi 2018
Coşkun Hepyonar
Mars’a Yolculuk 2018
Ahmet Avcı
78
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
Siyah Hatıralar Denizi 2018
Mehmet Açar
YBKY Bilimkurgu Öykü Seçkisi 2018 - 2018
Kolektif
Yeryüzü Müzesi 2018
Kolektif
www.yerlibilimkurgu.com
79
Kısa Öykü - Bölüm 1
Burak ERDOĞDU
Fareler ve Piller
üyük ve sessiz okyanusun dalgasız suları şehrin suni kıyılarını aheste aheste döverken güneş henüz doğmaktaydı. Güneşin doğuşu, Siyah Tablet’in görünümünü, olduğundan daha haşmetli kılıyordu. Okyanus ortasındaki şehrin semasında kendi halinde duran devasa büyüklükteki Siyah Tablet gün doğumu ve batımında, ilahi bir varlık gibi, büyüleyici görünüyordu. Dev siyah tablet… Kimsenin ne zaman nereden geldiğini bilmediği, artık merak da etmediği koca şey... İyi ki vardı, her şey onun sayesindeydi.
B
Yaşlı yüklenici siyah tablete uzun uzun şükran dolu bakışlarla baktı. Evinin şeffaf duvarlarından gözüken gün doğumu ve tablet manzarası içini yavan bir umutla doldurdu. Güneş artık tamamen doğmuştu, yaşlı yüklenici minik pil adayını okula göndermek zorundaydı artık. Hava gayet ılıktı. Mevsim normallerinde seyreden meteoroloji koşullarına göre ayarladıkları sentetik elbiselerini son kez kontrol eden birçok çocuk yüklenici ebeveyninin yanından ayrılıp okul yoluna düşmeye çalışıyordu. Yüklenici ebeveynlik şehirde pil mertebesinden sonra erişilebilecek en yüksek sosyal 80
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
mertebeydi Damızlık mertebesi, bilgin mertebesi gibi yüksek saygı uyandıran sosyal statüler de yok değildi ancak yüklenicilik bunlar arasında en saygın olanıydı. Çünkü yükleniciler geleceğin pillerini yetiştirmekle sorumluydu. İhtiyar yüklenici minik yavrusunun başını usulca okşadı. Cebine birtakım gıda takviyeleri yerleştirdi ve kulağına usulca fısıldadı. “Bugün okulun ilk günü cocuğum, kendini mutlaka bir şekilde göster ve okutmanlarının gözüne girmeyi bil. Unutma nasıl başlarsan öyle gider. Pil olabilmek için çok ama çok çalışmak zorundasın. Bunu sakın unutma! Minik çocuk kel kafasını usulca salladı, bakışlarını sessizce sokağa doğru kaydırdı ve yürümeye başladı. Birbirinin aynı olan manyetik evler, rengarenk duvarları olan steril hayatlar… Bunların hiçbirisini düşünmedi. Okulun yolunu kendisi bulmak zorundaydı. Yaşı henüz çok küçük olduğundan, şakak kemiklerinin kalınlığı otomasyon çiplerinin yüklenmesine uygun değildi. Minik çocuk kararlı adımlarını okul yolunda bir bir atmaya başladı. Duraksamadan, etraftaki şeylerle dikkatini dağıtmadan, oyalanmadan… Aklı başında bir
yetişkin mekanikliğinde birbirine benzeyen adımlarla manyetik zeminde kayarcasına ilerledi. Yaşlı adam her şehir insanı gibi yalnız yaşadığı evinden çocuğu belli bir müddet takip etti. Onun yerinde olmak için neler vermezdi ki. Pil olabilme şansı vardı! Ne büyük lütuf. Şimdi o günlere geri dönebilse beyninin açılıp kıvrım sıklığının kontrol edileceği zamana kadar durmaksızın çalışır ve bir yolunu bulup mutlaka Siyah Tablet için pil olurdu. Pil olmak ne büyük şeref ama! En son yüklendiği üç çocuktan üçü de pil olmayı başaramamıştı. Böyle giderse Şato’nun Sosyal Statü Birimlerince yüklenici konumundan azledilmesi ihtimali doğuyordu. Yaşlı adamın bütün umutları bu çocuktaydı.Zaruretlerden doğan, renksiz, soluk, ışıksız ve neşesiz bir umuttu bu. Bu yaştan sonra başka bir sosyal sınıfa kabul edilmesi imkansızdı. Gidişat gereksizler sınıfıydı. Gereksiz olan, yok sayılan ve kimsenin dokunmak dahi istemediği bir insan olmak… Bu çok ağırdı. Minik yavrunun gözünde ışık vardı. Umut etmek zorundaydı. Şato’nun dayattığı yavan umuduyla çocuğu gözetlemeyi bıraktı ve koltuğuna oturdu. Yaşlı yüklenicinin şakağındaki pilde mavi renkli bir holografik görüntü peyda oldu. Görüntüye eşlik eden tiz bip sesi yaşlı adamın derhal toparlanmasına ve algılarını açmasına sebep oldu. Şato’dan gelen genel çağrıydı bu. Şato’nun kanaat önderi Emeral Şehir sakinlerine hitap edecekti. Retinasının önünde hipnotize edici rengarenk sarmallar belirdi. Yaşlı adam sakinleşti, koltuğuna iyice kuruldu. Emeral sözlerine başladı. “Şehrimizin değerli vatandaşları sizleri birtakım tehlikelere karşı bir kez daha uyarmak istiyorum. Siyah Tablet şimdilik Şehrin tüm enerji ihtiyacını karşılayabilecek durumda ancak terörist farelerin eylemlerinin ardı arkası kesilmedikçe daha ne kadar bu şekilde devam edebiliriz bilemiyorum. Yoksa tarih öncesi çağlardaki gibi yaşamak için üretmek ve çalışmak zorunda kalabiliriz. Çalışmamak için daha çok pil yetiştirmek ve farelerin pillerimize karşı giriştikleri eylemleri engellemek zorundayız. Bildiğiniz gibi pil sevkiyatlarını takip ediyor ve genç pil adaylarını
kaçırıp Farekent dedikleri lağım çukuruna götürüyorlar. Orada beyinlerini yıkadıktan sonra kendileri gibi bir fareye dönüştürüp bölücü eylemlerinde kullanmaya başlıyorlar. Yaşamak için üretmek zounda kalabiliriz, Siyah Tablet’in sonsuz enerjisinden faydalanamayız, böylece işlevini yitiren organların kolaylıkla yenilenemediği kıt kaynaklı ekonomik sistemlere geri döneriz. Sonrası karmaşa, tekrar ortaya çıkacak savaşlar, yüzyıllardır manyetik kalkanımızla korunarak mutlu yaşadığımız izole Okyanus yaşantısından çıkıp kirlenmiş dış dünyayla tekrar temas etmek zorunda kalabiliriz. İyi bir vatandaş olun ve pil olma şansınız varsa pil olun, pil yetiştirin, sağlıklı genlere sahip olanlar bunu mutlaka aktarın. Kısacası yararlı kalın, Gereksiz’e dönüşmeyin.” Yaşlı adamın gözünün önünde tekrar sarmal şekiller belirdi, birkaç kez tekrarlanan tiz sesler duyuldu ve şakağındaki çipten yayılan mavi ışık hüzmesi yavaşça soldu. Bütün bunlar olduğu anda bilinçdışı seviyede edinim sağlanmıştı. Yaşlı adam kendini Emeral diye adlandıran ömründe hiç görmediği ses kaynağından yayılan her söze koşulsuz itaat edecekti.
***
Yaşlı yüklenici bel omurlarından beklenmeycek bir çeviklikle döndü. Uygunsuz ayak sesleri tesadüfen hassas modda kalmış kulaklarında yankılandı ve sese doğru yöneldi. Şehirde hiç kimse böyle seri ve huzursuz ayak sesleri çıkartmazdı. Düzensiz, bir şeyden kaçmaya çalışıyor gibi… Bu bir fare olmalı. Yaşlı adam orijinal fuşya rengine dönmüş olan manyetik duvarının görününür rengini şakağındaki çipten açılan menü üzerinden tekrar değiştirdi. “İşte buradasın seni küçük fare!” İşe yarar hissetti. Çıyanın başını görmüştü. Tesadüfen en hassas ayarlarda kalan kulaklarına teşekkür etti. Bu güzel hareketi için yaklaşık otuz yeni kişi ona fazladan selam verecekti o da en kötü ihtimalle. Buna tüm kalbiyle sevindi. Retinasının önünde beliren acil durum menünü aktif hale getirdi ve farenin konumunu derhal Şato’nun güvenlik birimlerine gönderdi. Fare upuzun ömrü www.yerlibilimkurgu.com
81
boyunca hiçbir maharet sergilememiş ve bir kez olsun toprağa dokunmamış ve arzulanarak sevişmemiş yaşlı adam tarafından ispiyonlandığından habersiz, ikircikli adımlarını olabildiğince seri ve dikkat çekmemeye çalışarak atmaya çabalıyordu. Erken yaşta omuzlarına çöreklenen liderlik ve sorumluluk duygularının altında ezilen düzgün ve dar omuzları önde sinik, yürümeye devam etti. Bedenini sıkıca kavrayan kaşe paltosu sentetik şehir zeminini süpürürken tek düşündüğü hiç kimseye görülmeden Farekente açılacak uygun bir logar kapağı bulabilmekti. Milan omzu üzerinden geriye dönüp baktığında polisleri atlatamadığı gerçeğyle acı bir şekilde yüzleşti. “Lanet olsun kim ispiyonladı yine.” Şehrin sorumlu vatandaşları, lanet olasıca çürük herifler, onlara bir türlü alışamamıyordu. Önce kalbi olanca hızıyla kan pompalamaya başladı, zeytuni renkteki gözbebekleri büyüdü ve istemsizce gelişigüzel bir yöne doğru atıldı ve kovalandığını anlayan her kemirgen hayvan gibi kaçtı. Sivri burunlu şık kösele ayakkabıları kauçuk benzeri suni zeminde tutunmaya çalışırken, manyetik itkiyle çalışan araçlarının giremeyceği dar sokaklara yöneldiğinden yaya olarak kovalamaya devam eden polislerin histerik gözlerinden kaçmaya çalışıyordu. Şık ayakkabıları, ipek çorabıyla iş birliği yaparak ayak bileklerine işkence ediyordu. Tanıklık eden ütülü pantolonlar ve yana doğru özenle taranmış bir kısmı alnına düşen ince telli koyu kestane saçları vardı. Bir fareye göre oldukça alımlıydı, sivri çenesinden yere damlayan teri ve bakışlarındaki keskinliğe eşlik eden incecik vücuduyla peşindeki polislerden çok daha dikkat çekici görünüyordu. Böyle ayırt edici özelliklerle polisten kaçmak hayli zordu. İşler bu noktaya gelmemeliydi. Konvoya bu kadar yaklaşmaması gerekiyordu. Polislerin devriye kalıplarını ezberlemiş olmanın verdiği rahatlıkla gereksiz risk almıştı. Haftanın ilk günüydü. O hafta pil olmaya hak kazananlar yüklenicilerinin de katıldığı görkemli bir törenle Şatoya doğru yürürlerdi. Bu törenler Farelerin en sık eylem yaptığı yerlerdi. Çünkü kibirleri gözlerini kör ediyordu ve gövde gösterisine dönüşen bu yürüyüş esnasında ısrarla güvenlik önemli 82
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
almıyorlardı. Milan da tecrübeli bir terörist gibi halkın arasına karışıyor ve pil adayı çocuklardan birisini kapıp Farekent’e götürüyordu. Şimdiye kadar hiç şaşmayan bir rutindi bu .En kolay eylemlerden birisiydi. İşler her zaman beklendiği gibi gitmiyordu. Nefes nefese kalmıştı. Şato’ya hukuken ve kalben bağlı tüm kolluk kuvvetleri elde edecekleri prestij ödülünün hayaliyle kasıp kavrulan bedenlerinde dönenen histeriyi bastırmaya çalışarak onu arıyorlardı. İşi çok zordu. Yakalanması an meselesiydi. Şehrin haritasını avucunun içi gibi biliyordu. En yakın güvenli lağım girişi yaklaşık bir kilometre uzaktaydı. Oraya kadar kaçmayı başarması çok zordu. Milan’ın yakışıklı yüzü ilgili tüm birimlerin retinasında flaşlayıp sönerken fazla uzaklaşamazdı. Sadece öldüreceklerini bilse usulca teslim olurdu. Emeral’ın onun zihnine girmeyi ve her bir santimetresini parçalayarak ilerlemeyi ve gelecek nesillere teşhir etmeyi isteyeceğini çok iyi biliyordu. Traşlı cildi nedeniyle iyice öne çıkan çıkık adem elmasına bir şey takıldı kaldı. Ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Daha da kötüsü bunun nasıl hissettireceğini de… Yutkundu. Adeta bütün kötü düşünceleri sindirdi ve içine attı. Yakışıklı simasını karartan kötü düşüncelerle yüzleşti. Zaman göreceli olamayacak kadar yavaştı. Hissedilen uzunluğu su götürmez birkaç saniye boyunca kaçamayacağı ve kendisine öldürmek için bir polis seçmekten başka çaresi olmadığı gerçeğiyle yüzleşti. Tüm yönler tutulmuştu. Gözüne en zayıf ve çelimsiz görünen polisi kestirdi. Çünkü yasa böyleydi. Lağım girişini henüz kat eden polis incecik tüle benzer bir elbise giyiyordu ki bu elbise balistik teknolojiyle üretilmiş hiçbir şey tarafından tahrip edilemezdi. Milan bunu çok iyi biliyordu. Kalbine sağanak gözyaşları akarken prestij ödülünü kazanacağından emin gevrek gevrek sırıtan polisin üzerine doğru koşmaya başladı. Duygularının hezeyanını bastırmadı, gözleri de kalbi gibi nemlendi delici bakışlarını gökyüzündeki Siyah Tablet’e dikerek haykırdı. Koşuyor haykırıyor ve ağlıyordu. Cebinden
iğnenin mermi çekirdeğine çarpması ve barut gazının geri tepmesi prensibine dayanan ilkel silahını çekti ve ateş etmeye başladı. İçinden haykırıyordu. “Çekil yolumdan ne olursun çekil beni buna mecbur etme.” Polis çekilmedi ve mermiler mavi tülden sekerek ortamda bulunan manyetik alan tarafından absorbe edildi. Manyetik alanın gücü nedeniyle zaten mermilerin menzili bir hayli kısaydı. Polis belinden plazma silahını çıkarttı ve onu öldürmeyecek ancak hareketsiz kılacak 200 joule 1 sn ayarına zihnindeki çipe göre kalibre edilmiş holografik kadranla ayarladı. Milan kurşun yağdırmaya devam etti. Her şey tahmin ettiği gibi gidiyordu. Birazdan mermisi bitecekti ve çaresiz kalmış gibi davranacaktı. Silahtan kuru bir klik sesi geldi, artık gözbebeklerinin akını görebiliyorlardı. “Teslim oluyorum.” Milan ince bileklerini usulca havaya kaldırdı ve durdu. Polisin ona doğru gelmesini bekledi. Tam hesapladığı gibi logar kapağının üzerindeydi. Milan’ın kendine zarar verecek kadar işlek olan zihninin tek ihtiyacı olan uyuşmaktı. Alkolle, sanatla, uyuşurucuyla veya eylemle. O da mümkün olan tek yolu seçti. Eylemi… Eylem, tesiri en kısa süre etki eden ancak en güçlü uyuşturucu! Teslim oluyormuş gibi polise yaklaştı ve ellerini havaya kaldırdı. Ellerini kelepçelemesi için arkasını döndü ve iyice yaklaştı. Daha sonra kafasının arka kısmınyla polisin karakterli burnunu dümdüz etti. Adam sendelerken plazma silahını elinden aldı ve koruyucu mavi tülün içine sokup tetiği çekti. Zavallı polisin bedeni henüz birtakım istemsiz kas hareketleri yapmaya devam ederken logar kapağını açtı ve içine atlayarak gözden kayboldu. Üzerine sinen cinayet kokusuyla beraber takip edilmeyeceğini bilerek yürüdü. Polisler uzun süre çipler tarafından kontrol edilemeyecekleri için Farekent’in dehlizlerinde kaybolma ihtimaline karşı oraya gönderilmezdi Farekent tamamen farelerin yönetimi altındaydı.
mimiksiz suratına boca oldu. Hissiz adımlarını acelesiz bir şekilde Farekent’in gizli girişine doğru yöneltti. Yukarıdan yağan kil ve toz parçaları, aşağıda sıçan pisliği, sonsuz bir karanlık ve sessizlik. İlk cinayetini az evvel işlemiş idealist bir ruhun buhrana kapılmasına yetecek her şey Dizleri üzerinde çöktü ve biraz kusabildi. Bu iyi gelmişti. Sanki içindeki kötülükleri çıkartabilmiş kadar iyi oldu. Sırım gibi vücudu ve şık kıyafetleriyle oraya ait olmadığı her halinden belliydi. Kötü huylu bir tümör gibi lağımın karanlık ve pis dünyasına yayılıyorlardı. Farekent’te yaşayan binlerce insan giderek burasını bambaşka bir yere çeviriyorlardı. Lağımla asla bütünleşmiyor tıpkı bir kanser hücresi gibi çoğalarak onu alt etmeye çalışıyorlardı. Farekent’in dökme demirden yuvarlak kapısı Milan’ın hemen karşısındaydı. Ne dikenli teller ne kum torbaları ne gözetleme kuleleri hiçbrisi yoktu. Terörist bir grubun bölücü amaçlarını gerçekleştirmek için yuvalandığı gizli bir üsse pek fazla benzediği söylenemezdi. Kapıyı şifreli bir şekilde çaldı ve kapı içeriden açıldı. Kapı sadece içeriden açılabiliyordu. “Milan gelmiş, av nasıl gitti Milan elin boş döndün sanıyorum, pil yakalayamadın mı hiç?” Titrek ışık altındaki ancak bir kısmı görülebilen silüetiyle gevrekçe gülen kapı nöbetçisinin sorusunu kayıtsızlıkla karşıladı. Parkası omuzlarında Milan’ı süzen nöbetçi usulca geçmesine izin verirken arkasından uzunca bir müddet bakakaldı. “Canı yine neye sıkıldı acaba?”
Devam edecek...
Farekentin inşa edildiği 23. Yüzyıldan kalma rutubetli duvarlardan yağan kir ve rutubet Milan’ın www.yerlibilimkurgu.com
83
Roman - Bölüm 5
Arda Tipi
Yıldız Avcısı
okuş olduğu için normalde çok fazla tercih etmediğim Büyük Otel’in sokağını kestirme olarak kullanarak eve on dakika gibi -kendim için- rekor olan bir sürede ulaşmayı başarmıştım. Bu kadar acelem olmasa yine mutlaka yolumun üzerindeki kitapçı dükkanlarına teker teker uğrar,
Y 84
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
merak ettiğim ancak satın alamadığım kitapların en azında birkaç sayfasını kütüphanede okur gibi hatmederdim. Tabi bu da eve dönüşümün hemen hemen geceyi bulmasıyla sonuçlanırdı genelde. Apartmanın kapısını açıp en üst kattaki daireme çıkıncaya kadar küçük bir gerginlik
eşlik ederdi günden kalan düşüncelerime. Ev sahibimin yenilememekte ısrar ettiği kontrplaktan bozma eski kapının hırsızların iştahını kabartan davetkarlığıydı bunun sebebi. Kata varıp onu evden çıkarken kapattığım gibi bulduğumda da rahat bir nefes alırdım. Neyseki bugün de durum farklı gözükmüyordu. ¨Ama fazla geç olmadan bir önlem alsam iyi olacak artık¨ diye kendi kendime söylendim anahtarı deliğe sokup çevirirken.
odaklanmayı sağlamaya yardımcı olurdu. Ancak bu sefer sanırım sıcak ve yemek sonrası yükselen insülinin de etkisiyle fazlaca derinlere dalmıştım. Önümdeki metne tam odaklanmıştım ki henüz daha Venüs’ün ilk notaları dökülmeye başladığında göz kapaklarımın ağırlaşmaya başladığını hissettim. Gecenin yumuşak ılıklığıyla birlikte ruhum yavaş yavaş gökyüzüne süzülüyor gibiydi.
Eve girdiğimde beni karşılayan hafif küf kokusuyla karışık silikon kablo kokusu her zaman huzur verirdi bana nedense. Sanırım çocukluktan kalma anılarla alakalıydı bu. Ev bilgisayarlarının yeni yeni dükkanları doldurmaya başladığı zamanlardan kalma bir duygu olmalıydı. Buram buram teknoloji kokan straforlu kutularından yeni çıkartılmış neredeyse ekmek kasası büyüklüğündeki o dijital ‘mucize’ler bizim yaşlarımızdaki çocuklar için sihirli dünyalara açılan birer kapıydılar adeta. Alice yolculuk ettiği tavşan deliğinin yerini evlerimizdeki televizyon ekranları almıştı. Bugünün teknolojisiyle kıyaslanınca oldukça basit ve yapay görünseler de o zamanlar için gerçekliğin kendisinden çok daha samimi ve pırıltılıydı o 8 bitlik sanal dünyalar. Yapayla, gerçek olan arasındaki çizgi şimdi her ne kadar bir zar kadar incelmiş de olsa kalın gri bir perdenin ardından görüyor gibiyiz hepsini, herşeyi. Yaşam pırıltısını neden, ne zaman yitirmişti, hatırlayamıyoruz bile. Basit akşam yemeğimi bu düşünceler içerisinde tamamladıktan sonra çalışmak için salona geçtim ve masaya oturmadan önce her zaman yaptığım gibi bilgisayarın müzikçalarında Gustav Holst’un Gezegenler’ini açtım kısık bir tonda. Senfonik şiirin ilk parçası olan ‘Mars’ yüksek temposuyla işe koyulmak için gereken teşviği sağlardı. Onu takip eden diğer gezegenlerin görece sakin ve derin tınıları ise çalışmayı sürdürmek için uygun zihinsel dinginlinlik ve www.yerlibilimkurgu.com
85
Sezai ÖZDEN
86
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19
www.yerlibilimkurgu.com
87
88
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Kasım 2018 / sayı 19