Tahir harimi balcıoğlu türk tarihinde mezhep cereyanları (mukaddeme hilmi ziya ülken)

Page 1

ANKARA

KÜTÜPHANESİ

T Ü R K - İ S L Â M

F İ L O Z O F L A R I ;

TAHİR HARİMİ BALCÎÖĞLU

Türk Tarihinde

lEP GEBEYÂIİLÂBI MUKADDEME

HİLMİ ZİYA

&

İ M K A N A A T

K İ T A B E V I


k a n a a t

Ankara

k i t a b e

Caddesi

No.

VI 133

Atunet Sait Matbmts覺



MİÎKABBEME

Tabir îîarimi Bakı Oğlunun «Anadolu Tarihinde Mezhep Hareketleri» adlı eserini bu seri içerisinde taJtdim ediyoruz. Eser, umumun istifadesini te’rain edecek tarzda yanalmış, İslâmiyet ve Türk âleminin münasebetlerini, bilhassa, i’tikad ve fikir tahiri bakınundan kalı eden bir eser olduğu için, doğı-udan doğruya İslâm - Türk filozoflarına veya eserlerine aid olmadığı halde bu seri içerisinde neşrini mu­ vafık gördük. «Medeniyet Tarihinde Kütüphane­ ler» ve «Edremid Tarihi» adh eserlerile fildr haya­ tımıza kıymetli mahsuller vermiş olan dostum Tahir Haliminin bu kitabile de çok müfit ve alakabahş bir mevzua girdiğine kaniim. Balcı Oğlu, Anadoludaki mezhep hareketlerini tetkik ederken belli başlı Şark menbalarındrm istifa­ de ettiği gibi, Garptan nakledilmiş olan eserlerle de mukayese suretile eserin şümulünü arttırmıştır. Bu sırakırda neşredilnıiş olan Fuad Köprülünün Barthold tercemesine haşiye suretile yazdığı, «İslâm Medeni­


6

TÜRK TARİHÎNDE

yeti Tarifli» ile evvelce Edebiyat Fakültesi mecmua­ larında neşrettiği «Anadoluda İslâırnyet» makalele rrni, Mülkiye Mektebinde verdiği «Türk Tarihi Di­ nisi» notlarını, Pariste Şamanilik ve Bekta§iliğe aid verilmiş konferanslarım bu münasebetle hatırlat­ mak isterim. Tahir Harimi Balcı Oğlunun kıymetli malûmatı ihtiva eden eserinde Islâm mezhepleri hakkında eiiki bir tezi müdafaa etmekte olduğu görülüyor. Bu tez Garpte ve bizim matbuatumzda çok defa müda­ faa edihniş olup, gerek mutaassıp İslâm muharrirleri, gerelcse bazı objektif usul takip eden müven-ihleıarasında birçok taraftarlar bulmuş olan «Şiîliğin ma­ hiyeti» mes’elesidir. Bu teze göre ŞiîUlî; ve Bâtın5lİk îslâmm ruhuna mulıâlif olup, «sırf onu içinden baltalamak için İranın, yaprmş olduğu bu* nevi inti^ kam hai'eketidir. Arap ordularına karşı siyasetm muvaffak olamayan İi’an ancak îslâmm vahdetini bozmak ve muhtelif Şiî mezheplerini meydana çılcarmak suretile aksülâmeller yapmakta gecUcmemiştir». Bu tezi daha ilmi bir kisveye yürümek isteyenler ırkçı nazariyeye müracaat ederek, Sami Ruhla ârî rulıun imtizaç edemediğini, ve Sami deliâmn mah­ sulü olan İslâmiyetin İranda kendine göre tefsir edi­ lerek Şiilik şeklini aldığını iddia ediyorlar. Eğer demek caizse, bu nazariye ırkçı telâkkinin babası addedilen Comte de Gobineau taraiından mü­ dafaa edilmiştir. ŞiîHğin tasavvuf perdesi altına bü­ rünerek İslâmiyet içerisine sokulduğunu iddia eden diğer bir müellif de Frederich Delitzsche idi : Onlar­ dan başka Arap istilâsma ârî kavimleriı^, bilhassa, îranhlarm ırkî> lisanı ve millî akaülâmel şekiilcrİn-


ME2ÎIEP CEREYANLA11I

7

den biri olarak gösterenlerden Emest Renan’i, P. de Lagarde’i ve dîilıa yakın zamanlarda Reitzenst-eiıı, Edgard Blochet ve E. B. Bro\vne u bir nazariyenin yayılmasına hizmet edenler arasında zikredebilirizBir zaman; Garpte — görüldüğü gibi — birçok taraftarlar buknuş olan bu fikir memleketimizde de ırzun müddet hüsnü kabul görmüştür. XDC uncu asır sonlarmda doğan ve bir nevi İslâm puritanisme^i diyebileceğimiz bir hareket, kısmen bu Garp cere­ yanlarından mülhem olarak dinin iptidaî ve sâf şek­ line dönmek, «sonradan karıştığı» kabul edilen bü­ tün «Ebatîl ve Eracif» den kurtulmak içm bir nevi dinî reforma teşebbüsüne de girmiş bulunuyordu. Bu meyanda Mısırda Şeyh Mehmed Abdüh, Suriyede Abdülâziz Çaviş, bizde Mehmed Akif, Şehbendeı2acle ve bilhassa son zamanlarda M. Şemseddin gibi müellifleri zikretmeliyiz. «İran: ve Yahudi te’sirlerile sonradan bozulan dini tasfiye etmek için» Bu müellifler örnek olarak Selefiye, yâni «Asrı Saadet» îslâmiyetini görüyorlardı. I-Ianbçlîler ve bilhassa Veh^ hâbiler tarafından şedid rejimlerle tatbik edilen bu teşebbüsün, arzu edildiği gibi, modem bir takım usullere, bir nevi Avrupai rasyonalizme baş vura­ rak ne dereceye kadar tahkiki mümkün olduğunu burada münakaşa edecek değilim. Burada yalnızca hedefim, mes’elenin tarihçesine temas etmektir. M, Şemseddin bu cereyana dahil eserlerinin so­ nuncusu olan «Maziden Atiye» de [1339], «Bir ateşkedenin duvarları dibinde zelilâne beklemek Hind ve İran gibi uyuşukluk ve hülya yağdıran muhitlerde pek tabiî bir şeydi. Türkler, Hind ve Iranda olduğu


3

TÜRK TARİHtNDB

giİDİ hulyaî ve istiğrakı hayattan birşey anlamıyoi", nieskent telkin; eden akidelere yanaşmıyordu... lâm âlemini kavuran bu elim bulıramn menbaı İraiitarafları ve bilhassa Deylem havalisi idi. İlâh...» Fuad Köprülü de ilk neşriyatında bu kanaatte idi. «Türk Târihinde tik Mutasavvıflar» adh eserinde birçok yerlerde, yukarıda zikrettiğimiz tezi kabul et­ mekte idi : Şiîlik, Türklerin ruhuna en muvafık olan mezheptir. Türkler İranın îslânuyete karşı aksülâmeli olan Şiîliğe mukabil daima Sünnîliği müdafaa etmij^ lerdir. Vakıa Selçukîlerin böyle bir rol oynadıkları görülüyor. Fakat İüıanîleri, Anadolu Selçukîleri zamamnda Şiîliğin intişarı, hattâ Osmanlı Devletinin ilk devirlerini hatırlamak şartile. Bununla beraber 1917 de Millî Talim ve Terbiye Cemiyetinde verdiği konferansı ve ayni cemiyetin mecmuasında neşret­ tiği makalesile, — kâfi derecede tevsik edilmiş olma­ makla beraber — Baha Said merhum tamamile aksi tezi müdafaaya başlamıştı. O bilâkis Bektaşilik, kızılbaşhk... gibi Anadoludaki tarikat ve mezhep ha­ reketlerinin sıu-eti kafiyede İran menşeinden gelme diğinirbü cereyanların eski Türk itikatları ile müna's^ e ti olduğunu iddia ediyordu. Uzun tetkikata ha­ reket noktası hizmetini görebilecek olan bu iddia — maalesef — tezi ortaya atan tarafın lâzım geldiği kadar devamh ye zengin tetkiklerle müdafaa edilme­ di. Bununla beraber, bazı ip uçlarına istinat eden bu hadsi görüş, sonradan taraftarlar bulmakta gecik­ medi. Ben de tarihçi olmamakla beraber—onlardan biri idim [1]. Nitekim Fuad Bey ayni fikri inkişaf [1]

Mihrap mecmuaları, 1923, Hilmi Ziya : Anadoluda diriî

ruhiyat, müşahedeleri.


MEZHEP CEREYANUUII

9

ettirmekte, ve Pariste verdiği konferanslarında esas tez olarak müdafaada gecikmedi. Menşei her ne olur­ sa olsun bu mesaînin, ifrata gitmemek şartile — fe^ yizli bir yol olduğuna kaniim. Şiîliğin bir Iran aksülâmeli olduğu fikri hayli zamandanberi tenkit edilmiş bulunuyor [1] L. Massignon bu kanaatte olan eski müelliflerin sathî görüş­ lerini izah ettikten som*a şöyle diyor ; Milâdî XII in­ ci asırda İran nüfusunun ve kültürünün münhasıran «ÂrL> olduğu şeklindeki isbat edilemez fikirden ha­ reket ederek, bu kdbU nazariye bazı hususî halleri ta’mim etmek hatasına düşmüştür. Tahsisan Faris ashndan bir İslâm rafizîhği gibi arzedilen Şiîlik İrana sâf Arab ırkından gelmiş olup, Küfeden Kumm’a muhaceret eden kabileler tarafmdan neşredilmiştir. I^ıf İran ırkından olan Kürtler ve Efganîler daima Şiî aleyhdarı kalmışlardır. Hiç kimse Sibeveyh’in Arab nahvında, İsfahanînin Arap folklorunda, Taberî ve Fahri Hâzinin Kur’an tefsirindeki samimiyetinden i^üphe edemez. İlk İslâmiyetin sâfiyetini ihlâl etmek şöyle dursun, bu İranlı müellifler itikatlarmın külli­ liğini muhafaza için şahsî temayüllerini feda etmek hususımda herkesten ileri gitmişlerdü'. Şimdi Massignon’un bu mütalealaı*ını — şura­ cıkta — bazı delillerle tamamlayahm : Vâkıa İran eski bir medeniyetin merkezi idi. Orada zaman zaman Keyaniyan, Eşkâniyan, Sâsâniyan gibi büyük Devletler teşekkül etmişti. Fakat İranda millî bir vahdet yoktu : ayrı ayrı birçok kavimler vardı. Bu Devletlerden her biri bir kavme istinat e[lü Loııis Massignon, Essai sur la leKİgue^dtf' mystigue musulmane.


10

T ü m TABİirİjNDE

der ek diğerlerini idare etmiştir. Baaan Fars, bazan Deyiem, hazarı iVIazendran (Medya) veya Bakteryana siiclet merkezi olmuş ve memleketi etrafına toplamiştır. 1. ıici İraıı Devleti Medyanın, ikinci Farsın, Aî'saklar Bakteryananın, Sâvsânîler Deylem’in tegallübiidür. Tarihte İran coğrafî bir isim, îranlı ise bir ırk idi. Her tegaUüp diğer kısımlai'da aksülâtnel yapmış ve bu, bazı ihtilâl ve inkılâplara sebep olmuştur. As­ len Deylernli olan Sâsânî medeniyeti ile aslen Fa­ risî olan Keyanî medeniyeti arasında büyük farklar vardır. Eski İramn lisam olan Zend ve Pehlevî lisanİarile Sâsânılerin kullandıkları dil ve islâmdan son­ ra kullanılan Farsça arasında büyük aynhklar var­ dır. İslâmiyet Mezopotamyaya geldiği zaman oradö eski Asur - Keldan bekayasım, Sabiîliği, Süryanî Kürt, Deylemî, Farisî, ilâh... ka.vimlerini buldu. Muhtelif mmtakalarda ayrı ayrı teşekkül eden ve aralarmda yalmz bazı isim iştirakleri olan Şiîlik bunlai'dan hangisinin aksülâmelidir ? Kapah İslâm camiasma karşı bütün dinler «El ■* kiijrü ümmetün vâhidetün» olduğu gibi, Şiîlik de Sünnî camiasma karşı £incak menfi mânada bir vahdet ifade eder. Şa halde ekseriya denildiği üzere, «îranm intikamından» bahsetmek doğru değildir. Ancak bütün beynelmilel dînler yjiyıldıkları vâsi sahalarda muhtelif eski me^ demyetler, dinler ve itikatlara göre bazı hususiyetler ahrlar; ve İslâm mezhepleri bu hususiyetlerden doğmuştur demek icap eder. Iraka, büyük bir Arap kesafeti hemen istilâyı takip eden devirde yerleşmişti : Basra havalisinde Mudarîler, Küfede Yemanîler ekseriyette bulunu­ yordu ; Faris havalisinde Ali Rebia yerle-şmişti. Hari-


MEZÎDSP CEREYANLAHI

I1

cÜik Araplar içerisinde doğdu ve Arabistan dışında Habia kabilelerile Mudardan Temimiler arasında ya­ yıldı. Şiîlik Yemanî kabileler aıasında sü­ ratle yayıldı. Bilhassa Ilemedatij Tay, Müzceh, Hazreç ve Evs, Kende, Ezd kabileleri ara­ sında ziyade idi. Bunun sebebi âşikârdır : Rabia Yesribli (Medineli) değildi; kabile asabiyetine aşiret ru­ huna kuvvetle merbuttu. Halbuki Yesrib, Yemanî idi. Yemanîler (Yemenliler, yâni Himyer medeniyetini kuranlar) esld bir medeniyetin varisi idiler. Bina­ enaleyh — kolaylıkla,— kabile zihniyetini aşmış olan Aliye taraftar oldular. Halbuki Irakta doğan bir Zenç isyanı vardır ki doğrudan doğruya Bedevi­ lere ve, aşiretlere istinat eder. Nitekim yine Irakta Karâmita hareketini Beni Kelb falız inden Benî Ka­ lk kabilesi meydana getirmiştir. Hazreti Ali zulüm görmü§, mağlûp olmuş, isti­ lâ ve îtisafa uğramış olan eski medeniyetlerin, ve cemiyetlerin İslâm âlemi içinde sembolü vazifesini görüyordu. Küçük Yahudi cemaatinin peygamberi Jesus, Roma İmparatorluğu içinde biribirine hiç benzemeyen muhtelif şekillerde tefsire uğrayan birçok kavimlerin İsası, İbniullâhı olduğu gibi; Ali de İslâm âleminde ayni rolü oynamıştır. Bouddiıa, DGmi İsa, ve Demi Hüseyin arasmda çok büyük ben­ zeyişler vardır. Bunları birleştiren İçtimaî şartların müşabehetidh'., Abbasî ve Selçukî devrinin en büyük sünnî âîim ve şari’leri İranı idi : Berrnekîler, Sünnîliğin müessislerinden olan İmam âzâm, en büyük müfessirlerden Kadı Beyzavi, büyük kelâmcı Gazzalî ve lî’ahri Razi, Arab lügatini tedvin eden Firuz Âbâdî


12J

‘rtÎRÎC TAÎÜHİJ^ÎDS

İranî idi. Gasnevüer zamanında şebnameyi te’lif eden Firdevsi de sünnî idi. Selçuldlerın vezir ve hacdbi Nizamuimiilk ile beş oğlu Türk Devletiıiin ida­ recinde büyük bir rol oynamış olan süimî. vetrabî Devlet adamlaritiır. Diğer cihetten, Arap kabileleri arasında doğa­ rak etrafa ya^^lan Şiilik yalnız İranda değü, daha ziyade diğer memleketlerde kendisine müsait bir intis^ muhiti bulmuştur. îranda Büveyhîler Şiî ol­ makla beraber, Mısırda Fatımîler Şiîliğin en koyu .seklini müdafaa ediyorlar ve Abbasî Halifeliğine kargı bir Şiî Halifeliği tesis ediyorlardı. İslâm mez­ heplerine ait risalelerin bazan Yahudi diye zikret­ tiği Hazreti Aliye ülûîiiyet isnat eden ilk Alevîlerden İbni Sebe' Yemenli idi. Şiî mezheplerinin en mühimlerinden biri olan Zeydilik Yemende doğınu| ve teesvsüs etmiş olduğu gibi zamanımıza kadar de­ vam etmektedir. Şiîliği İranda münferid, ve muhteHf küçük mezhepler halinden çıltararak, bir Eglise haline ge­ tiren Safevîler Türktür. Hülâsa ŞİLÜğûı mahiyeti hakkında Comte de Gobineau zamanmda başhyarak, bazı müste.şrikler arasında taraftarlar bulan bu eski kanaat hiç de kabili müdafaa gibi görümniyor. Aziz dostum Taiıir Hariminin şimdi neşretmek­ te oİduğUmuz eserinde müdafaa ettiği teze işth’aİc etmemekle beraber, kitabın îslânı medeniyeti veTürk itikatlar âlemini tetkik etmek isteyenler için kıymetU bir rehber olacağı kanaatindeyim. BiBıassa İslâm fikir ve itikat tarihinin en mühim vak’alan tebarüz ettirilmiş ve umumun ihtiyacını te’min edecek bir ifade ile yazılmıştır. 24/ 3/S 4Ö

Hihtü 2 İya Ülken


pi^ı^Ç söz yşyıjUşlan ve diğer a^vaın ile ihtUat~ ^ y | U ^ l?!Üy^ parça p ^ ça tesadüf ettiğiımz h44iseler^ ve o hâdiseleri^ sebep ve illet­ lerine ait taharrilerimizde bizi hayretlere sevkeden kvıdretler göriM z. mahşeri akvam olaıı koca Asya sekeneşiniıı arasmda, bilhassa Türklerin ungıij.mî itikatlar tarihînde geçirdikleri mühim sırları ye o sirlarm doğurduğu dehşeth âmillerin iç yüzlerime nüfuz ettikçe, bu hayretleıimiz bir kat daha katmjer' leşiyojT. Türkler Rub-u Meskûk’ün dört tarafma akınlar yaptılar. M<?^kezî Asy^dan kopan insan sürü'l^ri, iklin^^rl ye d^yirleri iterek yümdiüer. I^onup ^öçtükl^ri yurtl^da b a ş ^ namlar alarak torihin huzuruna çıktılar. Çin, Türkistan, Avrupa, Maveraünnehir, Toharistan, Horasan, HavaiTizm, î^sır, Kafkasya, ve bütün İdil boylan, l^g^ıuşt^n, Ir^k, Anadolu ye Suriye, hep ))U kavmin ayaklarile çiğnendi.


14

TÜKK TAHÎIIÎNDE

Şu büyiik istilâda birçok kavimlerle karşı karşı­ ya geldiler. Medeniyetler kurdular ve medeniyetler yaptılar. Her uğradıkları yerde ya o ınuhitin medenî bakayasından müteessir oldular veyahut da kendi hususiyetlerini oralara bıralmıalt itibarile miilıteiif mulütlerİ kendilerinden müteessir ettiler. Dünya tariljinuı açılan bütün salıifelerinde Turanîlerin muhalckak izleri göıiiamektedir. Bu ifademiz muasır ikriin neticesidir. Şarkın en derin efsanelerini sinesinde taşıyan koca İranın asırlarca uğraştığı Türkler, Şehnamei Firdevsî’nin en mühim, fasıllarım işgal ediyor. Bin­ lerle senelik bir medeniyetin mirasçısı olan İran, bü­ tün tarihî inkılâbatmm bezendiği noktalarında hep Türkleri gördü. Onlarm oturduğu yurda TuraH, ve kendilerine de Türk ismini verdi [1], Arapîann istiîâsı. — Bilâlmre Arap istilâlant başlar başlamaz, her iki kavim de bu yeni kuvvetin karşısmda mukavemet edecek anasu*! kendilerinde uzun bir zaman muhafaza edemediler. Hazreti ö merin devrei hilâfetinde İran en feci bir hezimetle mahvedildi. ./\rap süvarileri tâ Sasanyanm payitahtı olan^_Medayin e kadar girdiler. İranı filen feth ve bütün kuvvetleri ezilip eritildi [2]. Bu istilâya karşı İranm kini.—^Tarilıin karanhldarı arasmda kendi varhğmm köklerini meçhuli[l‘J Bu kelime hakkında mufassal Tih'k Tarihi, C. 1 S. 59 yo bakıma. [2] Hâlrânî’nin Müdayin Haı-abeleri’n« aid mersiyelerini okuyunuz. Farisî İLsamnın ohenkdar cümlelerine tevdi edilett bu ağlayışlar, cidden haûnâir.


MEZHEP CEREYANLARI

\5

yeüere bağlıyan ve bu vadide binbir efsane devrinde İran, uğradığı bu kahır ve istilâ acılarını bir an ol­ sun unutmadı. Nesillerden nesile bu elim .hatıratt nakletti. îslâmm bütün iman ve akide yollarile her türlü inkişaf sahalarma varmcıya kadar, kin ve hu­ sumet duygularını dökmekten bir dakika hali kal­ madı. Hiçbir îranimın yüzü samimî bir ibtisam ile İslâmm zaferi karşısmda mütehassis olduğu görül­ medi., Azamet ve üıtişam taşıyan topraklarının üze­ rinde mağrur İranın Islâm vahdetinin ve Islâm de­ mokratlığının müsavat prensiplerile uyuştuğu kat’iyyen müşahede edilmedi. (Zerdüşt) ruhajıîlerinin debdebeler içindeki âyinlerine rağmen, İslâmiyetin huzur ve sükûn talep eden ibadet usuUerile hiçbir İranlınm manevî hazzı temin edilemedi. Görünüşte bütün Hıttai İran îslâm olmuştu. Halbuki, bu sırf galiplerin karşısmda hiçbir maddî esbaba malik olamamakhktan mütevellit ıztırarîbir teslimiyetti. Halbuki İranın rulıu değişmedi. O tam bir Zerdüştî idi. Mukaddes ateşin alevleri ve mihriberzin ateşinin Önünde sallanan (selvi) her İranhmn hayalinde devri esatir kahramanlarım pişdadiyan, Kiyaniyan, Eşkâniyan, Sâsaniyan hiikümdarlarmın efsanelerini bütün hararetile yaşatıyordu [1]. îslâmm hiçbir talimatı ve hiçbir telkinâtı onu samimiyetile alâkadar etmiyordu. İranhğı muhafaza için Şiîliğe sarılması.. — İran pür haşmet mazisinde gömülü, maneviyatının bütün [1] Bu ate§gede rihde Edremid Şehri) bafcmız.’

ile Selvi hakkındaki malûmatı ( Tanamındaki eserimizde verdik, oraya


16

Tümı TAnîiîim^ o kadîîA cleyirlerin hatu‘^ıbııı^dj;in smp

iıyordu^ îslâmıu imaa aşküe yarattığı ırıücejie^esişşıâciz kaldı. Düşündü. Buna bir çare aradı. K e i^ jTuhî ^ususiyetiı^in taın bir işareti olau Şiîliği çıkiiif4ı. B u ; îslâmyietia illç asrmda inUa§ edeu başka Ijiı: l^^yıı^ diktW bir fidana agılaıucnaştı, Fj^kat o 4 ^ recjç hassas ve iııtigar kabiliyetim İıâizdi ki her türrauarı? fikirler bunun telkiiijeri arasında banşı-. ypı^du. Miîzlıebı bir formalite halinde İslâ ı:^ girdiği |?üttm iklimlerde kol budak salmadığı bir yer bırdsmadiği gibi, uğradığı bütün muhitlere de intibak et~ n>ekte zerre Icödar mi^külâta mâruz kahnadı. Mâmm karşılaştığı husumetlıDr. — Türklerin İslâmiyet ile münasebata giriştikleri anlar(^ bütün Arabhk ruhu da (haricî) liğm tehdidi karşısm<^ titi'iyordu. İşte Arab fırkaları Maverâünnehir ye Türkiştana sarkmağa başladıkları zanıan, İşlamiyetin b i ­ yesinde açılan bu d^^n buhran kendi ruhuna doğru akıtmakta olduğu ıztırabmı birlikte taşıyordu. fakat bu daha feci bir hâdisenin yaptığı tefsir îj,e tşmamile kabartamş ve köpürttükçe kö,pi^ınuştü. O da (Cmel) ve (Siffin) muharebeleriııirı saçtıkları huşumetlerle bunları takip ede» (Kerbelâ) vak’asımn gönüllerde tiitmekte olan rûhayetsiz ateşi idi. Emevı orduları Turkistana doğru ilerilerkejı bütün bu nefret ve kin duygularüe müceîihez olan bmlerle insanı dci bilmeyerek l^irjikte stirü|d,üyQr^|^ Esasen Irak ile diğer kıt'alardaki Arab milleti-


MEZÎİEP CEREYANLARI

17

liin hâkimiyet ve nüfuzu altında bütün nıillî varlık­ larım eritmeğe icbar edilnüş olan akvamın kin ve husumetleri de bunlara ilâve edilecek olarsa İslâm vahdetinin düştüğü inhilâller her türlü vuzuhile gözlerimizin karşısına dikilmiş olur. İsîâmı saran büyük buhran : BâtıniUk,—İslarni-' yet bu muİıtelif muhasamat karşısmda tir tir titrer­ ken, devrin binbir parçaya ayrıhmg olan manevî varhğı da içinden bir darbe dtüıa yedi. Bu ise Iran rnillî, ruhunun j^arattığı Bâtıaîlik idi. Bu öyle bir intikam idi ki asjrlarca durmadı, dinlenmedi, en kanlı hâdiselerle huıcım çıkarmakta d<îvam etti. Vaktile İngiltere Kırallarmı tebdid ve sûi' hüküm' darlai’inı hançerliyen Bâtiiıîler, bütün Şarkı kar^>ılarında titrettiler. Irak kıt’asmda ilk defa filen harekete geçen Meymun-ül-Kaddcdı’dan itib«\ren zamammızdalâ Hindistan Bâtmîlerinin i'eisi ve birumum İsmaîHlerin mukaddes makammın salıibi âzami olan Ağa Aiımed Han a gelinceye kadar geçen on üç asırhk Bâtmîlik tarihini bir kül hahnde mütalea etmedikçe bu mühim harekâtın meydana getirdiği mezhebi tef­ rikalar ile, İslâm ruhımda açtığı kanlı üıtilâllerin esas­ larına ait hakikî bir fikir elde edilmiş olmaz. Şiiliğin Türk yarlığında açtığı derin buhran.—Biz bu husustaki mufassal malûmatı (Naklî İlimler Ta­ rihi) namile yazdığımız eserin (Kelâm Tarihi) ne dair verüen izalılai'da biitün neferruatına kadar ver­ miş olduğvAnuzdan, okuyuc^^ımıza oraya müracaati tavsiye ederiz. Bu Idtabımızda yalmz millî vai'hğımızla alâkadar olan koca Türk âlemini ruhundan


18

TÜRK TARİHİNDE

yaralayan Şîai Bâtıniye’nin cephesinden baîısettik. Ayni zamanda İranda

bizlere

taallûk

eden

Hükümeti Melâhide yi

kuran meşhur Haşan bin Sabbahm ( Elemut ) un­ dan Suriye Batınîler Reisi

Râşidüddin Sinan

m

ikamet ettiği (Misyaf) kalesinden ve biFumum A f­ rika Bâtmîliği

idare

eden

İbni

Meserre’den ve

koca Hindistan teşkilâtmı viicude getiren

Ahmed

bin Keyyâlden Türkistan Bâtmîliğini kuran Nasır Husrev’den ve bu müthiş dâî âzamların [1] tarih­ teki cihanşümul bâtını hareketlerinin nasıl vücude

getirdiklerine

ait bütün

karıda arzettiğimiz eserde yazdık.

malûmatı

yu­

Burada ancak

asırlarca Orta Asya ile Anadoluda yaşayan Şiy’ai Bâtmiyenin

ve

İran

yolundan

alan

eden

Şi­

îlik cereyanlarile tevhidi harekât ederek Türk ruhu­ nun kudretini eme eme millî varhğımızı tamamile kanncalaştırmak için nasıl' çahştıklarım tetkike uğ-^ raştık. Şunu kat'iyetle anladık ki eski İran ruhu, İran perestişkârhğı ile Arab haricîliği —■ siyasî ihtirasların tatmini için — binlerle efsaneler ve hurafeler düzmüş ve kudsî tüllerle bi­ rer hakikat mahiyetine soktuğu o üstureleri Şiîliğin [1] Bâtıni misyonerlerine (dâî) ve bil’umum bâtınîlerin riyaset

makamını

ihraz etmiş olan

zevata da ( dâî a'zam )

ünvaıu verilir. Şiy’ai bâtmiyenin bütün koUannda kullanılmaktadır.

bu ta’bir


MEZHKP CEREYANL^APJ

19

umumî çatısı altmda kaynaşan tarikat ve mezhepler yolile, Türk camiasını, ruhî bünyesinden vur­ muş, asırlarca tekâmül ve terakldden geri bırakmış ve en nihayet İslâmiyetin hakild ve beırak iman ve itikadından onu usaklaştırmıştır. Tâhir lîîâriım Bala oğlu


TÜRKLER ARASINDA İSLÂMİYETİN İNTİŞARI VE ŞİÎLİK CEREYANLARI

Eshab arasında Türkler. — İslâmiyetin Türkler arasında intişanna dair muhtelif me’hazlar, birtakım izahlarda bulunuyorlar. Fakat verilen bu malûmat hem çok eksik, hem de dağınık ve mahduttur. Emevî ve Abbasî devirlerinde değil, bizzat eshabı kiram arasmda Suheybi rûmî gibi ırkan Türk nesline men­ sup olan zevatm daha birçoklarına rağmen^ bu ihti­ da keyfiyetini daha muahhar devirlerde aramak ta­ rihî bir hatadır. Me§hur muhaddislerden Hafızı Mağrib diye anılan Abdülberi Kurtubî’nin « El’istiâb » isimli eseri ve «İbni Esîr» in çok tamnmış olan «Üsüdülgabe» si (İbni Hacer) in «El’isabe» si, bilhassa (Kâtib Vakidî) diye ilim âleminde şöhret alan (tbni Sa’d) in cTabakât-üs-Sahabe» si [1] gibi mühim eserler ile [1] Bu mühim eser Almanyada tab’edilmiştir. Tafsilât için «Tarihi Medeniyet de Kütübhaneler» nanundaki eserimize bakınız.


&IEZİÎEP CEIİEYANLAIU

21

( Şam ) tarihini seksen cild üzerine yazan (îbni A sâkir) ve (Hafız Meşrık) adile tanılan Huffâzı SebV aıcjaıa (Ebû Bçkr Hatibi Bağdadî) nin zeyillerile bir­ likte seksen cilde baliğ olan (Bağdad) tarilıine ve bununla beyaber (Ebû Zür’at“ür-Râzî) nin rivaye­ tine göre (114.000) insanın tercemei halinden haber .veren ~ bütün bu insanların hep Peygamberimizi görenlerden olmalarına rağmen — İslâm müelliflerinin eserleri birer birer yoldamldığı anda, eminim ki» Suriyenüı en büyük âlinoi olan Heratlı Mekhul gibi İslâm irfanına hizmet etmiş (Eshâb) ve Tabiîn suiıflarına mensup binlerle Türkün kai'şımızda di­ kildiklerini derhal görürüz [1]. Türklerin İslama girişindeki hâdiseler. — Şu münferid hâdiselerden tarihin umumî hareketlerine intikal edersek, Arab ve Acem müverrihlerinin birlilcte verdikleri malûmatı dinlemek mecburiyetinde kalırız. Bu itibarla Türiderin İslâma dalûl olmaları ve bütün Tüi'kistamn bu yeni dinin iman hudutla­ rına girmesine ait izahlarda çok mülıim hâdiselere işaret edilmekte olduğımu görürüz. Bu defalar ise İslâm itikadı bünyesinin teşekkülü esnasmda mağ­ lûp milletlerin oynadıldarı rollerden doğduğiina bûmetice şüphemiz kalmamış olur. İleride bu bahis­ lere her türlü ânatile temas edeceğhnizden verdi[1] Fakihi $am diye meşlıur "olan Mekhûlün en jtıufassal tercemei hâli. Hatibin (Bağdad Tariîıi) iııde tbni Ilallekâıı [C. 2,. S. 16Ü] da Kutbu Şa'râiiî'nin (Tabatat-üs-Sûfiye) sinde mevcuttur. Kendisi tabiinden ve Şamda İbni fıkhın negir ve ta’minıme hizmet edenleiîn başındadır. Tüi’k olınası dolayısile Arabcayı kendi milli şivesile söylermiş, Irak İçtiliâd ve medresesinin râvperi araamdadır. (İbrahim Nehefi) nin tariki revâyâtma dahildir.


22

TÜRK TARİHİNDE

ğinıiz bu izaliattan sonra bunun istilâî safhalarına geçeceğiz. Bidayette Emir Kuteybe ordularının Türkis­ tan ve Maverâünnehire doğru akmlarile başlayan büyük istilâî kuvvetlerin Türkeli üzerine müsta­ killen hareketlerinden evvel bir başlangıç mahiye­ tinde daha birtakım vak’alar olmuştur, İd bunlar büyük bir âlemin gözlerimiz önünde nasıl açıldığı­ na dair bize esash fikirler verirler. İslâm orduları önünde Kisrâ’mn izmihlâU. — Hazreti Ömerin devrei hilâfetinde başlayan İran fetihleri dolayısile bu mühim hâdiselerin uçları be­ lirmeğe başlar. Hicretin on beşinci yıhnda Saad ibni Ebi Vekkas kumandasında hareket eden Arap or­ duları Kadisiye’de İran süvarilerini perişan etti­ ler. (Kayaniyan) m en son hükümdarı (Dârâ) bü­ yük (İskender) in önünden nasıl kaçtı ise, Sâsânîlerin de son hükümdarı olan (Yezdi Kird) de öyle­ ce Arab kumandanının önünden firara mecbur ol­ du* Şark vüâyetlei’inin bütün sahalarım dolaştı. Çin, Belh Türk hâkanlarmdan yardım diledi. Tedarik edebildiği bir ordu ile taliini bir defa daha tecrübe­ ye vurdu. (M. 614 - H. 21). Maalesef, yine acı bir mağlûbiyetle ezildi. İran hükümdanmn ı>eşini bı­ rakmayan Arap serdarı (Ehnef bin Kays) Horasanm merkezi olan Merv Şahcan’a doğru ilerilemeğe başladı. [1]. Kisra orada da duramadı. Mervü Ruz’a kaçtı. [1] Hazreti Peygamberden j 4^ hadisi rivayet edilmiştir.’ [KünÛ2-ül-Hakâyik. Abdüirauf Menâvi, S. 2T]


imZHEP CEREYANÎ.AİII

23

Nihayet (Belh) civarına kadar takip edildi. Fakat orada Araplai’la yeniden bir çarpışma oldu. Çok kanlı bir muharebeye tutuşan İran ordusu, akibet nihaî bir hezimete uğradı. Kisra’nm Tüı*klere ilticası. — Bunun üzerine Kisra, buralarda kalmağı muvafık bulmıyarak, Hic­ retin yirmi ikinci senesinde (Ceyhun) nehrini geçti. Ve Türklere iltica etti. Türkler, bütün yurdu isti­ lâya uğramış olmı bu hükiimdan (Fergane) de mi­ safir ettiler. Ve vaktile îramn aleyhlerine açtığı en elîm harpleri ve bu yüzden uğradıkları felâketleri hep unuttular. Bu zavallı mülteciye hürmet göster­ diler. Arap orduları ise Maveraünnehri geçmemeleri için Hazreti Ömer'den gelen tahmat üzerine bilmecburiye oldukları yerde durdulaı\ İran sefahelinden Kazreti Ömer’in endişesi. — Hazreti Ömer İran fetihleri dolayısile ıstıraptan ıstu'aba düşüyordu. Vaktile hayatuun ilk çağlarmda ticaret ile o muhitleri dolaşmjştı. [1]. Refah içinde yaşıyan İranlılann sefihane hayatlarını yarm takli­ de kalkışacak olan bu galiplerin düşecekleri idbar ve felâketleri onun gözünün önüne geldi. Servet ve varlığm mulıakkak bir sefahet anahtarı olduğunu I-îazreti Ömer pek iyi biliyordu. Medine şehri bin­ lerle deve kervanlarının taşıdığı îran ganaimi ile ağzına kadar doldu. Tepeler gibi yığılan bu servet ve ganimetlerin karşısmda halifenin gözleri yaşla doldu. — Ah ne olurdu. îran ile bizim aramızda ateş­ li] Hazı-fiti Ömer : Meviâna iblî, Ömer Riza tercemesi.


24

Türk ta r İiünde

ten bir dağ olsa idİ de biz oralara varmış olmasa idik, diyordu. Hayretler içinde (Hazreti Ömer) in yüzüne ba­ kan eshabı kiramm ululan, bunun esbabmı sorduk­ ları zaman: — Bütün fitneler işte şu yığm yığm servetlerin içinde gizlidir, cevabmı aldılar. İhtiras ve husumetlerin ve ihtilâflarm baş­ laması. — Hakikaten de öyle oldu. Çölün mahrum evlâdı olan Arap bedevisi, nihayetsiz var­ lıklara ve servetlere kavuştu. Bundan ise bihudut ihtiraslar, husumetler doğdu. İktisadî hareket­ ler neticesi rekabetler parladı. îlk devrin hasbî adamınm yerine bu sefer yeni hayatın hamur ettiği doy­ maz ve haris bir zümre ortaya çıktı. Her türlü imtiyazatı lâğveden İslâmiyetin içinde mağrur ve,hodgâm genç bir zadegân sınıfı peyda oldu. Hazreti Ömerin şehadeti üzerine o büyük adaimn çelik kadar metin seciyesi ve ferağati nefsi karşısmda erimiş olan bütün enaniyetler, yavaş ya­ vaş kıpırdamağa başladılar. Her yerde olduğu gibi (Türkistan) da da bu yeni vaziyetin neticesi olarak I^ ^ la ^ ve ihtilâller başladı. (Hazreti Osman) m ilk devirlerinde kazanılan zaferler, eski hararetlerini kaybettikleri gibi, fethe­ dilmiş. olan memleketlerdeki Arap memm’ları da tardediimeğe başlandılar. Çünkü, istiklâl ve hürri­ yetlerini kurtarmağa uğraşan mahkûm milletler, ye­ niden harekete geçmişlerdi. Türk Tarhanlannın biri­ nin riyaseti altmda toplanan mühim kuvvetlerin yardımlai’ile (Turhan) istiklâlini ilân etti.


MEZHEP CEREYANLARI

25

Arap ordularımn Tiirkistam istilâları. — Hazreti Osman’ın teçhiz ettiği büyük bir ordu İbni Ki­ rayız kumandasile Hicretin otuzuncu yılında Medineden hareket etti. (Horasan) harekâtı harbiye için merkez olarak intihap edilmişti. Arap orduları orada içtima ettiler. Soğut, Fergane Türk hudutlannm zorlamnalanna karar verildi. (Merv), (Belh) şehirlerinden geçen (Oksus) nehrinin cenu­ bundaki eski askerî yolu takip eden Arap orduları (Belh) den şhnale döndüler. (Çarçuy) ve (Termiz) mevkilerinden (Oksus) nehrini geçtiler. Bu nehrin karşısında ise Türk orduları şiddetli bir hücuma ha­ zırlanmışlardı. (Hazreti Osman) Horasana (Abdul> . lah bin Âmir) i vali tayin etmişti. Araplar hiç dur­ maksızın ilerliyorlar ve pek çok memleketleri yeni­ den yeniye fethediyorlardı; Arkadan da mühim as­ kerî kuvvetlerle bu istilâ orduları takviye ediliyor­ du. Ceziretülârap’tan alay ve fırkalar halinde yeni muharipler Türkistana geliyorlardı. Emevîleriiı Türkistana verdikleri ehemmiyet.— Hilâfet Emevîlere intikal etti. Muaviye ibn Ebi Süfyan, Şam şehri merkez ohnak üzere Emeviye hükümetini kurdu. Bütün vilâyetlere emirler verildi. Bu takhbi hükümetin nazarlardaki müphemiyetini izale ve hükümeti âdile halinde meşrûiyetini tasdik ettirmek için dehşetli paralar sarfedil­ meğe başlandı. Muaviye Bin Ebu Süfyan arabın dört dahîsinden birisi idi [1]. Bilhassa siyasî hile ve desiseleri ile bütün gö­ nülleri kendine bağlamağa muvaffak oldu. tu İkdulferit.


ŞÖ

TÜIiK TAEnÖNDE

Bunun üzerine her türlü dikkat ve alâkası ile Tlirldstan ınes’elesile meşgul olmağa başladı. Hora­ san gibi büyük bir kıt’aya civai- olan bir vilâyete iktidarile tamnmış olan Reb’i bin Zeyyâdı Hârsâ yi vali tayin etti. Bu zat Basra ve Küfe ahalisinden elli bin kişilik bir mulıâcir kafilesini, Maveraünnelıir ile Türldstan hudutlarına iskân etmeğe mu­ vaffak oldu. Ai‘ab siyasetinin kudret ve temsil nüfuzunu Lş~ tikrar ettirmek itibarile, bu hareket çok mühim idi. Bir taraftan da fütûhât hudutları tevessü’ ediyordu. (Müslim bin Zeyyad) Havârezim ve Buhârâ gibi iki büyük şehri zapteder etmez, Emevîlerin zaferi Türkistamn âtisi namma ba’demâ gelecek olan teh­ likelere ciddî işaretler veriyordu. O zamana kadar, Türkistan tamamile istilâ edil­ miş olduğundan, Emevî hükümetinin oralara ait tanı bir emniyeti henüz hâsıl olmamıştı. Emevıleri ilgi­ leyen bu çok ehemmiyetli işin arzu edildiği şekilde halledilmesi için, Irak valiliğine tayin edilen meşhur Haccâc bin Yûsüf-üs-Sekafî’ye Türkistan ümurxı_da''KaVale edildi. Horasana yerleşen Aı-ap kuvvetleri, en zengin şehirlerden olan ( Beykend ) i zaptettiler. Vaktile bundan haberdar olan Maverâünnehir Türkleri, bü­ tün sür’atlerile (Beykend) in imdadına koştularsa da hiçbir şeye muktedir olamadılar. İslâmın Arab ruhmıa verdiği canlılık, — Hayatî şartları icabı, şehrilîkten daima uzak ve çadır içmde yaşamağa alışkın olan Türkler, o devirlerde daha


MEZHEP CEREYANLARI

2?

basit, bir hayat dahilinde geçiniyorlardı. Hilkaten cengâver olan Tûranîler, Arablann karşısında se-' viye itibarile de o kadar, bir fark göstermiyorlardı, Arab Bedevisinin bilgisi de (Orhon) lu bir Türkten daha yüksek değildi. Ancak İslâmî talimlerle yakmdan temas eden yüksek bir zümre vardı ki, bunlar (Hânedâm ehli Bey t) i teşkil ediyorlardı. Arablar tarafmdan fethedilen memleketlere vaktile göçebeliği terkederek yerleşmiş olan Türk1er, bu seferki müstevliler tarafmdan tardedilmeğe başlandılar. Semerkand ve Buharâdan çıkarıldılar. Hicretin (85) inci yılmda Haccâc Horasan niyâbetine Kuteybe bin Müslim’i tayin etti. Artık Arablar admı adım ilerileriyorlardı. Türklerin canla ve başla yaptıkları müdafaalar faydasız kalıyordu. İslâmlaştırmak siyaseti. — Arablar, muhiti İsîâmiyetin şerait ve hükümlerine karşı hazırlamak ve yeni dinin talimlerile ünsiyet peyda etmesi için maddî fedakârUklara giriştiler. İslâmlaştırmak siya­ setini bütün hızile takip ediyorlai’dı. Eski dinlerim terkedip, müslüman olanların Cuma namazma ge­ lenlerine Beytülmali Müslimînden «2» şer dirhem veriyorlardı. [1]. îbadâtm farşça ifasına müsaade edildiği gibi namazda Kur'amn herhangi bir lisanla olursa ol­ sun fakat tercemede sadık kalmak şaıüle okunma­ sına ulemâ fetvâ verdiler [2], Türklerin Araplarla anlaşması. — 'Kuteybe bin [1] Medeniyeti îslâmiye Tarihi : Jorji Zeydan. .[2] Fetâvâyi Gıyasiye.


28

Tüme TARİHİNDE

Müslirn Horasana gelir gelmez derhal faaliyete geç­ ti. Ve birçok tedbirler aldı. Buliara ve Semerkantlilerin ellerindeki bütün silâhlar toplandı. Memleke­ tin asayişi namına daha birtakım tedbirler yapıldı. Bu arada yerli halkm sabır ve tahammülünü bitiren dalıa şiddetli icraata girmişti. Arap ordularmda bu­ lunan Suriye Nüsayri’lerini zaptedilen şehirlerin ev­ lerine yerleştii’meğe başladı. Bunun üzerine dehşet­ li ıstıraba düşen Türkler, Araplarla anlaşmağa mec­ bur oldular. Nihayet birtakım şartlarla yapılan bir muhadenet muahedesi her iki tarafça tasdik edildi. Çünkü, Arap kumandanlarının çok şedit hareketle­ rinden Türkler bütün bütün ürktüler. Mecûsî iTıulıaddesatmiii yakılması. — (Soğud) hükümdarı olan (Gorek) ile aktedilen muahedede (Zerdüşt) mabetlerinde ne kadiu' mukaddes eşya varsa teslim edilmesi şaıi: koşulmuştu. Bunun üze^ rine Buhara ve Semerkand mâbetlerinde mevcut eşya Araplara teslim edildi. îslâmiyetm talimatı aleyliine olan ve mukaddes tanılan ne varsa Araplar t;araîından ateşe atıldılar. Afeülâîneller, şiddetli hareketler. — Bunu gö­ ren yerliler, dayanamıyarak birdenbire isyan etti­ ler. Maveraünnehir ve Türkistan şehirleri ihtilâl alevlerile çayu' çayır yanıyordu. Bunu duyan Horasan naibi (Kuteybe) isyanm önüne geçmek için şiddetli tedbirler aldı. Ve kardesmi bu işe memur etti. İslâm dininin haricinde kalanlara ait birtakım şartlar var­ dı. Muahede mücibince gayri müslimlerin şehirler­ de bir maslaiıat için, durabilmelerine mahsus müddet avuçlarmm içindeki çamurun kuruması kadar kısa


MEZHEP CEREYANLARI

29

bir zamana inhisar ettiğinden, bütün yerliler ostırap içinde kıvranıyordu. Hiçbir Mecûsînin silâh taşıma­ ğa salâhiyeti yoktu. İdarî müracaat edilen bu gibi tazyiklerin neti­ cesi olarak Maveraünnehir ve Türkistan şehirleri Emevî hükümetine karşı nihayetsiz bir, kin ve hu­ sumet ile dolup boşanıyordu. Ardı ve arkası hiç kesilmiyen ihtilâllerin verdiği huzursuzluklarla Türk1er, durmalcsızın isyan ediyorlardı. Araplarla Türkler arasında itilâf ve nnıkarenet — (Kuteybe) nin vefatı üzerine buralara daha mü­ sait imtiyazlar verildi. Halkm yansım teşkil eden yeni îslâm mühtedilerine arazi ve emlâk tevzi edil­ diği gibi nısfı da temlik olımdu. İslâmlar, Harzem ve Ferganeden başka Kâşgara kadar sokuldular* Türkistan mütemadiyen Arap serdarları tarafından istilâ edilmekte idi. Vazi­ yetin gittikçe vehamet kesbettiğini anlıyan yerli ümera ile müstevliler arasmda bir itilâfname aktolundu. Ve bir müddet sonra eski hükümdar sülâle­ lerinden olan prenslerle Arap âmilleri müştereken icrayı hükümete başladılar. Kuteybe İslâmiyeti kabul etmeyenleri Cizye ye bağladı. Artık Emevî vahlerinin mezalimi azdık­ ça azdı. Hatır ve hayale gelmeyen zulümlere baş­ ladılar [1] Zaten Haccâc bin Yûsüf’ün mezâlimi sında tahammül ve sabırları biten Türkler, olmağa başladılar.

karşı­ İslâm

[1] İbni Esir, C. 5, S. 24 [2] Hıtaü Makrizi, C. 2, S. 492.


30

TÜRK TAI'tİJİİl'ÎDE

îi':Mî tazyiîdîideiı 'üsanan Tüiicierin İsîâsrijyete ko§5îi2Îarı. — Esasen bu İslâmlaşmak keyfiyeti Arab istilâsı diiha tevessü etmeden mukaddem başgöstermiş, Maveraiinnehir aiıalisi Iran ruhanilerinin ve «Dehkan» adı verilen Fârisî âmillerinin tazyikatmdan usanan halk İslama dahil oluyoi'lardı. îlıtldalann Cizyeyi azaitması. — İlk zamarılard?ı derin bir memnuniyet ve hüsnü nazar ile karşılaşan bu hareketler, bilâlıare kıymetini kaybetti., Çünltü Emevî hâzineleri bu ihtidalar yüzünden iraduu kıçırıyordu. Seneden seneye lıasılat miktarı düşüyordu. Bunun üzerine valiler, artık yeni ihtidalara külafc asmaz oldular. İslâma girenler de gayri müslimler gibi liaraç ve cizye vermekle mükelleftiler. Ancak rüiıban sımfı bu istisnaî vaziyetten istifade haldana mahktiler. Bilâhare Mirinin bu teklifine muktedir alamayanlar da rühban elbisesi giymekle yakayı kur­ tarmak emeline düştüler. Mısır valisi bu hileyi sezdi O devirde, Mısırda Abdülâziz bin Mürad vali bulunuyordu. Bütün ruhanîleri tesbit ettirdi. Elle­ rine vesikalar verildi. Bu da uzun sürmedi. Rühban da vergiye tâbi tutuldu [2]. Ömer bin Abdüîâzizin âdilâne hareketleri. — Emevîlerin en âdil halifesi olan (öm er bin A bdülazız) devrine kadar bütün şiddetile bu mezalim de­ vamından kalmadı. (Ömer bin Abdülâziz) hilâfet makamını işgal eder etmez selefleri zamanındanberî takip edilen o siyaseti zalimaneye nihayet verdi. Bir­ çok fenalıkları ortadan kaldırdı. Bilhassa hanedan Ehli Beyte ve bil’ım^um Alevîlere karşı yapılan ha­ rı] Tarih-ül'Hu]efâ : Celâleddini Süyûti, S. 88.


MEZHEP CEREYANLARI

31

karetleri menetti. Halktan haksız yere toplanan verjgileri sahiplerine reddettirdi [1]. Hutbelerde Hazreti Aliye yapılan lânetleri yasak ve Alevîlerin takibatından vazgeçildi. Halbuki o zamana ka­ dar Türkistanda büyük büyük kütleler irtidat edi­ yorlardı. Birtakım şehirler eski dinlerine avdet edi­ yorlardı. Bu hâdiselerin ise yapılmakta olan teaddî ve zulümlerden ileri gelmekte olduğunu takdir eden (Ömer bin Abdülâziz) etraftaki valilere şiddetli emirler verdi. Hepsine dinin ahkâmına riayeti, Pey­ gamberden rivayet edilen hadislerin toplamimasmı yazdı. Çok faydah neticeler veren bu emirlerin infazını da takipten geri durmayan Halifeden Emevî ha­ nedanı hiç de memnun kalmadılar. Çünkü onların ellerinde ve kadınlarının boyunlarında ne kadar ziy­ net altun ve cevahir varsa, hepsinin hâzineye tesli­ mini talep etti. «Beytülmali Müslimîn» in heder ve israfile alman bu kıymetli şeyler, onların zati mallan olmayıp milletin hâzinesine ait olduğunu söyledi. Emevîler, hiddetten çıldırıyorlardı. Nihayet bu munsıf ve âdil Halifeyi zehirlemeğe muvaffak oldular. Türklerin Şamânîliğe olan merbutiyetleri. — Türkistandaki ihtidalar birçok defalar daha vukubuldu. Esasen Türkler, din ve mezhebe ait alâkalarda çok zayıf idiler. îslâmiyetten evvel Tûrana birçok Nesturi ve Zerdüşt papasları gelmişler ve kendi aki­ delerine ait neşriyatta bulunmuşlardı. Millî an’anelerine, dinî talimlerden daha ziyade bağlı olan Türkler, eski Şâmânî dinine şebih akidelere taraftar olmağı [1] Tarih-ül-Hulefâ : Celâleddini Sûyûti, S. 88.


32

TÜRK TAİIİI-IİNDE

şeviyorlai'dı. İslâmiyet, en kuvvetli bir nüfıtz i],e 'Fürkistan içerilerine doğru yayıldığı htilde esld Şâmânî dininin bakiyeleri sönmedi. Altay dağlarile îrtiş Nehri boylarından Maverâünnehi’e kadar uza­ nan sallaya durmaksızm akm eden Türk göçmen­ lerinin İslâm olmalarına rağmen hayatları kat’iyyen değişmedi. Tüsklerisi mülmn bir ihtid» hareketi. — Hicre­ tin (126) mcı yıhnda Semerkand’de mühim bir din değiştii’me hareketi oldu, İslâmiyet nâairlerindeîi Ebû Sayda isminde bir zatın gayretile birçok Türkler İslama dahil oldular [1], Arap ordusunda Türkler. — Hilâfet Emevîlerden Abbâsîlere iııtikal etmezden evvel (HalikidosKadıköy) ve bütün Marmara Denizi sahillerine İcadar gelen ve Şaıki Roma İmparatorluğunu tehdit eden Arap orduları içinde binlerle Tûranlı mevcuttu. Vaktile İstanbul üzerine sefer açan Koyunlu Tui‘lderi buralarda uzun zamanlar yaşamışlardı. Türİderhı Eusya ve Avrupaya istilâları. — Mi~ lâc^m ikinci asrmdan itibaren Garbe doğru çekilen bu Tüi’kler, Azak ve Hazar Denizlerile üral ve Ya­ yık Nehri kenarlai'indan yürüyerek üçüncü asırda Don nehrini geçtiler ve Rusyaya gn-diler (M. 370). Bomahlar tarafından tamlan b u . kavinin karşısmda o koca imparatorluk telâşa düştü. Garp müverrihlerinin (Hun) adım verdikleri Tüi'k kabileleri (Vu - Sular), Kankhlar), (Yüe [13 İntişarı îslâın Tarihi : Amold, İngilizceden mütercinû Profesör Halil Hâlid.'


^mZHEP CEHEYANLARI

33

Şiler), (Alanlar) ve biı^çok Uygur boyları gibi daiıa birtakım eski Tûranîlerden mürekkep kabileler ile birlikte (Don) nehrini geçer geçmez (Alanlar), (Gotlar), (Ostrogotlar), (Vizigotlar), gibi bir­ çok kavimlerin de kendilerine iltilıak ettiklerim gördüler. Roma împaratorlarmdan (Valânsi) devrinde başlayan bu tecavüzler gittikçe hızım arttırdı. îstİlâ hudutlarını genişlettirdi. Kavimler Geçidinden Tu­ na Nehrine kadai’ uzanan sahayı işgale muvaffak olan Türkler, 2:aman zaman Roma memalikini yağ­ ma etmeğe bfişladılar. Roma İmparatorluğu^ bilmecburiye bunlai'la i’tilâfa yanaştı. Ve bu mualıede ha­ ricinde kalan kabâil için de müttefiklermden ücretli asker yazdı. Muharebeyi bir maişet yolu intihap eden Tûranîler, kendi ırkdaşlarına kılınç çekmeği ve onlarla harbe tutuşmağı bir cürüm telâkki etmi­ yordu. Roma İmparatoru büyük (Teodos) ün veziri (Rüfeyn) tarafından Romanın istilâsına davet edi­ len Türkler, bu fırsattan istifade edeıeic, Gürcistan üzerinden tâ (Urfa) ve Antakyaya kadar geldiler. Orada (Teodos) un generallerinden (RL^mer) tara­ fından mağlûp edildiler. Nihayet Atiilânm büyük istilâlarile bütün Ro­ ma altüst olduğu sıralarda (180) kabilenin ve bir milyon sekiz yüz bm kişiden mürekkep bir ordu ile yapılan muazzam muharebelerin neticesi (Hun) Tüi'klerinden (Hazar), (Öz), (Peçenek), (Bulgar) gibi belli başlı kabileler Şarkî Roma İmparatorluğu tarafından Cenup hudutlarında yeni zuhur eden


34

Tü rk tarihînde

Arap milletinin istilâlarını durdurmak için muhtelif cephelere yerleştirdiler [1]. Müşterek seciyenin çok aşikâr vasıflarını âhenkdar bir insicam ile muhafazada ısrar eden bu Türkleri, Roma hâkimiyetini ezmek için, en ateşli ham­ lelerde bulunan Araplar, karşılarında Yalçın bir kaya gibi görür görmez düşünmeğe mecbur oldular. Çünkü Arap ordularının önünde pişdarlık vazifesile yürüyen kıt’alar hep Tûranî ırktandılar. Askerlik Türkün maişet menbaı. — Askerlik bütün Türklerin bir kazanç ve maişet menbaı idi. Onlar daima hayatlarını hep ayni tarzda geçiriyor­ lardı. Kabile hayatını, göçemenliği, şehirliğe tercih ediyorlardı. Çünkü en serbest hayatı, hürriyet ve istiklâli bir Türk, yaylâların, vahaların arasında ya­ yı omuzunda atının üzerinde yaşamakta buluyorlar­ dı. Seferler başladığı zaman, Türk süvarileri bindi­ ği hayvanın eğerinin altına yerleştirdiği bir parça et ile günlerce gider, hayvanından inmez ve uyku­ sunu da o halde uyurdu. (Büğe Han) m kayin babası onun şehir kuraeâğmı milliyetile birlikte orada yaşayacağını duy­ duğu zaman, müteessir oldu. Ve «Şehirde köyde ya­ şamak bizim işimize gelmez. Şimdiye kadar hür ve müstakil kalmamız, göçebelik sayesindedir. Göçebe olduğumuz için istediğimiz dakikada Çine akın ve çapul yaparız. Çinliler, işten haberdar olup, asker toplayıncaya kadar biz aile ve çadırlarımızla bera­ ber Çinlilerin yetişemiyeceği uzak ülkelere çekil­ miş oluruz. Bu suretle Çinliler isterlerse beş yüz 11] Bizans ve Osmanlı Tarihi

:Müverrih Herçberg.


MEZHEP CSREYANLARÎ

35

binlik ve hattâ bir milyonluk asker ile üzerimize gelsinler, bize hiçbir şey yapamazlar» dedi. Bunun' üzerine (Bilge Han) fikrinden vazgeçti. (Selçukname) müellifi diyor ki ; « Dayım, daima bize nasihat ederdi. Derdi ki : Sakın olmaya ki şe­ hirlerde oturasınız, yerleşesiniz ? Zira şehirlerde oturanların ili ve boyu ohnaz, asalet ve şerafeti kal­ maz ; beylik ve asalet ancak göçebeliktedir. Ve Türkmenliktedir.» Eski Türklerde birçok kavimler, iller, aşiretler akın ve çapullarla zengin olmuşlardı. Bu yol bir ne­ vi İktisadî istihsal menbalarımn en mühimmi idi. Roma ordusunda, Abbasî halifelerinin maiyyetinde çalışan Türkler de, hep ayni maksatlarla bu hizmet­ leri kabul etmişlerdi. Islâmm itikadı tesirlerile şehriliğe inen Türkler, yine resmî askerlik vazifesine girmekle, bu eski hayat tarzlarını kısmen devam et­ tiriyorlardı. Türklerin Şehrîleşmesi. — Büyük şehirlerde birçok yeni yeni Türk kolonileri teşekküle başla­ mıştı. Bilhassa, güzelliklerile şöhret alan (Fergana) Türkleri, umumiyetle hulefâ ve vüzerâ sarayları­ na intisap ediyorlardı. (Hazreti Ömer) in devrinde başlamak şartile Türkler, İslâm şehirlerinin birçok­ larında yerleşmiş bulunuyorlardı. Şehrîliğe ait bu hususun meydana gelmesine de en ziyade esaret yardım ediyordu. Çünkü buralardaki Türkler hep ajaıi yoldan getiriliyorlardı [1] Hulefâ ordularında hizmet eden Tûranîler, a[1] Türk Tarihi : Deguignes Hüseyin Cahid tercemesî.


36

TÜRK TAÜİHİNDE

radan bir asır geçer geçmez en büyük mücahitler arasına girdiler. Ve kıymetli hizmetlerile kendileri­ ne değerli mevkiler hazırladılar. Türklerin ordu ve saraylarda mümtaz mevkii*— Emevî hanedanımn milliyet prensipleri üzerine ta­ kip ettikleri çok mutaassıbane bir siya^tin netice^ olarak îslâma dahil olan gayri Arap bütün kavimJerin kin ve bnğuzları taştıkları zaman, bu harekâtın başında yine Türkler bulunuyordu. Irak ihtilâlile bütün bu mıntakalardan Arap­ ların tartları ve bil’umum Emevî memurlarına yol verilmesi ve en nihayet «hanedanı Ehli Beyt» na­ mına kıyam edip, binnetice Abbâsîlerin hilâfe ma­ kamım isgal etmelerine sebep de yine Türklerdi. Bidayette bu kadirşinaslığı takdir eden Abl^asî halifeleri, Türk milleti hakkmda unutulmaz min­ nettarlık hisleri duydular. Hattâ halife Mansur divandan Arap isminin kaldu'ilmasım ve yerine Türk yazılmasını emretti [1]. Türkleri makamı hilâfete dalıa kuvvetli ve sunsıkı bağlamak için halifeler onlarm îslâmiyetine büyül^ehemmiyet verdiler. Hassaten (Elme’mun) Bununla başlı başına meşgul oldu. (Elmu’teşım Blllâh) m devrine kadar Türkler aarsmda İslâmiyet çok ağır yürüdü. Maişet aramak yolile Bağdad, Kü­ fe, Vâsit şehirlerine dökülen Türklerden Halife bir maiyet alayı teşkil etti. Türkleri tutmak siyaseti. — Bunun sebebi de U] Medeniyeti İslâmiye Tarihi : Jorji Zeydan, Zeki Magamez tercemeai.


MEZIIEP CEREYANLABI

37

çok aşikârdı. Irak ve İran kıt^alarında parlayan ihtilâllerj en ziyade fikir ve idare iübarile fars ze­ kâsının rehberliğinden müstağni kakımıyordu. Za­ ten tarihin intikamı namına kıyam eden İronhlar, Hanedan Ehli Beytin hilâfet kazanmak için fili te­ şebbüslerine müzaherete karar verdiler. Bütün o hâdiselerin cereyanı arasında en samimî hareket edenler de Türklerdi. Diğer milletler ise Arap hâki­ miyeti dolay ı$üe kaybettikleri siyafd varhklarını kurtarmak ve yıkılan saltanatlarını yeniden ihya etmekten başka bir hedef gütmüyorlardı. Türkler^ hak ve adalet namına hanedan Ehli Beyte taratfarİlk ediyorlardı. Abhâsîlerin İî'aııa karşı teveccühkâr siyasetlüri. — Bu itibarla siyasî hasımlıktan daha ziyade Türklerin harekâtında tehlike gören Abbâsîler, hilâfet makamını yaltaladıktan som*a ve o makamın nüfuzunu lâyikile takarrür ettirmeğe muvaffak olduklarma inanır inanmaz, İranhlara teveccühlcâr dav­ ranmağa ba-şladılar. Bermeki hanedarmım kazan­ dığı imtiyazat hemen hemen hulefanm mevkilerini gölgede bırakacak derecede aştı. Devletin büyük menbaları hep İrarJılar tarafmdan zaptedildi. Kmevîlerin takip ettikleri milliyetçilik siyasetinin aksine olarak liberal ve müsavatçı bir siyaset gütmeğe baş­ lanıldı. Abbâsîler, sırf İranhiann hatırı için Arapİ3.ra alenen husumetten çekimniyorlardı, Saray entrikalarüe dalıa kuvvetli bir cereyan alan bu hare­ kâtı devletde pek zi nüfuz zevat idare ediyorlardı. i

Araplar, Emevî devrinin Aristokrasi ve milli­ yetçi himayekâr siyasetini derin bir iştiyakla ara-


38

TÜRK TARİHİNDE

jnağa başladılar. Hükümet merkezi olan Bağdadda Arap milliyetperverliğini neşrederek mülürn bir grup hâli faaliyette idi [1]. İranlıların tegallûbü ve hulefanın üzerindeki yıkılmaz nüfuzları karşısında içleri yanan Arap münevverleri Abbâsîlere karşı nefrçt duygularını saklamıyorlardı. Dahilde alevlenen bu nifak ve bozguncu siya­ setin neticesi olarak hanedan Ehli Beyt namına hi­ lâfetin istihsali için çalışan bir zümre filen müca­ deleye girişti. Afrikada heyecanlı propagandalarm tesirile büyük bir teşkilât başladı. Vaziyetin zekâ kuvvetinden ziyade silâh ve mücadele yolile idare edilebileceğini takdir e^Jen Bağdad hilâfet makamı, İran nüfuzundan

kendini

kurtarmağa ve mukabil bir kuvvet olan Türklere dayanmağa karar verdi. Bu işte Arap münevveranı yine zayıf düştüler: (Harun Reşid) in cezrî bir tedbirile yok edilen İra­ nın manevî

sultası,

Abbâsîlerin

yeniden

iktisap

haysiyet ve nüfuz etmelerini temin etti. Fakat bu nüfuz Araplığa hiç iltifat etmeden Türklere geçti. Hattâ bu hususta kısmen de teveccühkâr bulunu­ yordu. Iran tegallübünün mahvı üzerine Abbâsî siya­ seti tekâmül etmiş bir kudreti askeriye üzerine da­ yanmaktan başka çare ohTcıadığmı anladı. Ve bu ka­ rarını da yeni askerî bir teşkilâtla tatbika başladı. ri] İkdulferid.


MEZHEP CEREYANI.ARI

39

(Elme’mûn) dan sonra hilâfete geçen (Harun Keşid) in üçüncü oğlu (Elııju’tasim Billâİ-ı) m ana­ sı Türktü. Bu kadın devrin mücadeleci hisleri ara­ sında oğluna çok kuvvetli bir inilliyet duygusu aşı­ ladı. Türklerin doğruluğu ve fedakârlığı, temiz yü­ rekliliği bütün Araplarca i’tiraf edilmişti [1]. Bu çok kuvvetli seciyenin en tehlikeli ve mübim işlerde yaratacağı varlığı yalandan takdir eden Halife Elmu’tasim Billâh, Türklerden bir fırka teşkil etti. Yüksek maaşlarla onları terfih etti. Ar­ tık Bağdad hilâfet makamının istinat merkezi ola­ rak bu kuvvet tanılıyordu. İslama manevî cepîıeden hücum. — îranİilar, Abbâsîlerin yanlarında kaybettikleri nüfuzlarını is­ tirdat! için, Türklerle mücadeleye cesaret edemiyor­ lardı. Nihayet bu cidal başka bir sahada intihap edildi, Sami Ruhu mağlûp eden ve manevî bir bün­ yenin inhina noktalarım birer birer karıncalaştırıriak suretile İslâm vahdetinin bütün, o safiyet iman ve itikadâtın altüst olduğunu görebilmek için, uzun samanlar intizar etmeğe bile lüzum kahnadı. Hâdisât, çok yakından biribirini takip etti. Bundan yal­ nız Araplık değil, îslâmiyetin iman bağları da en şiddetli bir sarsıntıya uğradı. Dalıa mukaddemki fikir hareketlerile alâkadar ohnak, akvamın yeni din ile münasebete giriştik­ leri anda eski akidelerile karşı karşıya gelen Islâmın şeriat ve hükümleri, muhakkak teVil ve tefsir yollarile çığırından çıkarılıyordu. m Kitâb

Fezâil-ül-Etrak

: CâJıiz.


40

TÜBK TABİHİNDE

Türklerin sakin ve temlcinlî seciyeleıi, — Hu­ susî maksatları takip eden bu harekâtın müvaicehesinde her türlü süi iikir ve fitnekâr gayelerden uzak kalmış arada yegâne unsur Türklerdi. Onlar; ka­ bul edilen bir akide ve inanışın inceliklerile alâka­ dar olmazlardı. Hattâ muhtelif itikatların bir vah­ det halinde muârızasız yaşadığı kafaları Türk ak­ vamının tarihi itikadmda öğrenilmek daima mümkün olan bir hakikatti. Maverâünnehir ve Şimalî Hindistanda uzun bir zaman hükümet süren Çinlilerin tabirince (Yue - Tchi) lerin ve Tûranda asıl isim^ lerinin (Yuşi) olan Tûranîlerin hicretleri esnasında (Tjatan) havzasının cenubuna yerleşmişlerdi. Ve bu­ rada Milâttan dört asır mukaddem birçok hüküm­ darların idarelerinde yaşamışlardı. O muhitlerde hükümran olan (Budi) ve (Zerdüşt) dinlerinin hejr ilpsi hakkında da ayni teveccühü gösteren (Yuşi) ateşkede mihi’abı hallettirmekten çekinmemişlerdi. Bu harekâtın son asırlarda daha vazıh şekilleri­ ne tesadüf edihnişti. Meselâ Hmdistanın kudretli hükümdarlarından (Şahı Ekberi) de bir mabed da­ hilinde birçok dinlerin mihraplarını birlikte inşa

Binaenaleyh muhteris birtakım akvamın mü­ cadeleci rulıu karşısında Türklerin sükûn ve temkin ifade eden seciyeleri onlara hulefâ saraylarında büyüle itimat kazandırdı. Ve bu yüzden yüksek hay­ siyet saliibi oldular. İslâmiyetin istilâî nüfuzuna alâkakırı, Milâdın ancak onuncu aanmn sonlarına doğru [1] İslâm mütefekkirleri : Baron Carra de Vaux.


MEZHEP CEREYANLARI

41

kuvvetlendi ve bu kaynaşmalar gittikçe ehemmiyeti­ ni arttırdı.

Tasavvuf mesleğinin zuhur ve intişarı. — İlk fü­ tuhat devirlerinde İslâm ölülerinin, bilhassa, sahabe vekayiinden pek meşhur zevatın cıhad kasdile Mekke ve Medine gibi iki mukaddes şehirden uzaklaştıkları görüldü.' Bunların nesilleri hicret ettikleri muhitle­ rin manevî nüfuzunu tenısil eden birer mevki sahibi oldular. İkinci asrı liicrîde zuhur eden tasavvuf mesleği o zamana kadar, İslâm akideleri üzerinde doğan muh­ telif kanaatlerin ifade ettiği kelâm mezhepleri arasmda ayrı bir çığır olarak tanmdı. Bidayette Küfeden Basraya intikal edön kelâm münakaşaları Bağdadın inşasından, ve bilhassa, Hayarezim ve Horasan şehirlerinin istilâsından sonra daha ziyade inkişaf gösteren bir cereyan aldı. (Haris Muiıasibi “ 243) (Ahmed bin Hanbel) - 241), (Haşan Basri - İIO), (Vâsıl bin Ata 131), (Ahmed bin Dâyud), (Nezzam - 221) gibi devrin akideler üzerinde tetkiklerile şöhret kazanmış âlimleri bu vâdide mü­ him eserler yazıyorlardı. Tasavvuf mesleği ise ilk defa Filistin şehirlerin­ den başlayarak, intişar sahasım gittikçe genişleti­ yordu [1]. Benî İsrail Peygamberlerinin en ziyade bais buyurdukları coğrafî muhitin vâris olduğu muh­ telif telkînattan bilhassa Yahudiliğin (Kabala) felsefesile hâli temaşa geldiğine şüphe olmayan tasav11] Nefehât-ül-Üns tercemesî.


42

TÜIîK TARİHİNDE

vufî talimler, oradan Mısıra geçti. (Zevalnon) gibi zevatın mübeşşirliğini kazandı. Tarıkütlerin Ehli Beyte ittisali. — Bu yolun it­ tisal merkezinde oturtın Ali bin Ebû Tâlib vasıtasile Peygamberin evlâd ve ensabı hakkında mukaddes bir telkin çatısı kuruldu. Hanedanı Ehli Beyt namına takdis edilen bu zevatın manevî nüfuzlarını intikal ettirmek suretile hususî bir âlemin irtibat yollarım da amelî bir sülük usulünü talim eden tarikatler temsil etmeğe başladılar. Tasavvufun felsefî talimatından ziyade teşkilâtçı ve âfâkî bir cephesi üzerinde işleyen fikir sahipleri, bütün faaliyetlerini maddeye, şahsiyete ve biUıassa şe’niyete istinat ettiriyorlardı. Bu harekâtı idare eden fikriyat yollarında da (te’vil), nâzım bir kuvvet vazife.sini görüyordu. Müteakip asırlarda dördüncü ye beşinci kurunda yaşayan büyük mutasavvıfların ori­ jinal telkinlerini analize eden ilmin, tarassudatından durmayıp firar eden karıncalı fikirler, hep Ehli Beyte isnat edilen rivayetler arasında kaynaşıyordu. Îîmi Cifirin icads. — (Ebülhattâb Mehmed bin ZeynebX namında benî Esed havalisinden zeki bir Icofe Arap ruhunu içinden yaralamağa muvaffak ol­ du. Ve bu bapta yüksek ve mühim bir projenin tat­ bikine ait büyük bir rol ile ortaya atıldı. Muhit ise herhangi esrarlı ve müphem fikirler üzerinde alâka itibarile çok müsaitti. (EbüUıattâb) müstakbel hâdi­ selere dair emniyet ve itmi'nan bahşedici bir ilmin miftahma malik olduğunu ilan ediyordu. B\ı iddia­ nın, muayyen bir hedefe doğru harekete geçilmek is­ tenilen herhangi bir sahada muvaffakiyet te’mini için


MEZHEP CEREYANLARI

43

nekadar eksirli bir nokta olduğunu izaha bile lüzum yoktur. (Ebülhattâb Mehmed bin Zeyneb) elinde bu­ lundurduğu bir kuzu derisine yazılı bazı işaretler ve harfler vasıtasile gizli bir ilmin keşf ve istihracından istifade ettiğini anlatıyor ve bu kadar mühim bir ha­ kikatin kendisine Cafer Sâdık tarafından talim edil­ diğini de ilâve ediyordu. Şarkın tarilı hurafatı arasında esrarlı bilgilerin başında bulunan İlmi Cifir bidayette işte bu kuzu derisine yazılı şeylerden ibaretti. Yalan ve hurafe. — Menfur ve yalancının alda­ tıcı vasıtalarında hileli bir yol olarak intihap edilen bu karmakarışık ilimden kimse de birşey anlamıyor­ du. (Cafer Sâdık) hâdiseden haberdar edildi. Hane­ dan Ehli Beytin riyasetini ihraz eden (Cafer) der­ hal (Ebülhattâb) ile hiçbir alâkası olmadığım ve omm tarafından ortaya sürülen bu hareketlerden tamamile beri bulunduğunu ilân etti. Alevi misyonerlerin alanları ve zehirli tesirleri.— Fakat Ehli Beyite izafe edilen bu neşriyatın dahil ol­ duğu hudutlar, tamamile genişlemiş olduğundan ar­ tık gönüllerde yeniden yeniye bir ümit havası es­ meğe başladı. Bunlar, hep gaye ve maksadın istihsali uğrunda tasnî edilmiş olduklarından Islâmiyetin öz ve safiyetini bulandırmak için tasavvufun sırrânî ve senbol telkinleri içinden akmak suretile akidelere yerleşiyordu. Emevîlerin millî taassuplarile tazyika uğrayan ve Abbâsîlerin hilâfet makamına karşı Alevîlerin bir hak iddiasile müthiş mücadelelere girişmelerinden


44

Türk TAIİİHÎNDE

dog£uı ezici siyasetlerinden. Irak ve havalisinde tutuııamayan Alevî dâıieri (misyonerler) Tfırana ve Havai’ezme ve bütün Maverâüunehir ile îıana doğru akın etmeğe başladılar. Bunların o dumanlı ve müp­ hem telİdnIeri, hep tasavvuf kanallarından geçmek suretile neşrediliyordu. İsiâmiyetin akidelerini ilk kökte ve menbalai'mdan tahkika hiçbir salâhiyet kazanamayan ve yaşa­ dıkları hayatın şartlan itibarile bu derin sahada ufak bir bilgiye bile malik olmayan Türkler; ulu or^ diıcı namma ne sürülürse hep halî;ikat zannile inanıyorlar­ dı. Sihrî bir cephesi olan esld Türk dininin nirengi hatlarile kaynaşan bu neşirlerin yaptığı bulandırıcı tesirler, bilâhare teşekkül eden mezheplerin irtibat esaslarını hazırladı. Tûranlı kavimler, Arap ordularile kargılaştıklai'i zaman, bu tehlikeli fikirlerin dönüp dolaşıp aktarma olduğvı muhitler, artık Ceziret-ül-Arabın tamamiie haricine taşmış bulunuyordu. Türklerin İslâııiiyetle temaslarını temin eden, Errievîlerden sonra Hicretin ikinci asrında üç yüz biîa kişilik bil’ Türk kütlesi Araplarla dövüştüler. Bunlar ise hep Oğuz Türkleriydi. Oğuz Türkleriiiin İslâm muMtleriııe mulıacçretİ. Esasen Türk tarihinin îslâmiyete ait devirlermdeld geçen bütün hâdiselerin önünde hemen hemen Oğuz­ lar bulunmaktadırlar. Garneviîerin, Samânîlerin, Karalıanlılarm yaptıkları muharebelerde Oğuz Türkleri mühim bir yekûna baUğ olduldarı gibi o devitlerin de yegâne harpçi sınıfını yine Tûranîler teşkil


MEZHEP CEHEYANLARI

45

etmekte idiler. Dördüncü asrı hicrî Oğuzların İslâm muhitlerine hicretlerinin en kesif bulunduğu zamanı göstermektedir. Çünkü Oğuzlar Türkmenlerden ay­ rılmıştır ; Maverâünnehir ile Horasan ııuntakalanna yerleşmişlerdi., Kapçak, Don, Volga, Ural cihetlerin­ deki bilûmum Kanıkh Türkleri de eskiden Türk­ menlerle birlikte yaşayorlardır. Bilâhare Türkmen1er her tarafa yayılmağa başladılar. Bunun üzerine Kanıklılar da ba§ka muhitlere göçmeğe mecbur oldu­ lar. Ve (Isık Gölü) ile (Çovtla§) kenarlarına yerleş­ tiler [1], Türklerm Abbâsîlere müzahereti. — Abbâsılerin ilk devirlerinde büyük biı* hürmet ve itibar kcizanan Türkler, (Hadi), (Mehdi), (Harun) gibi hulefâmn zamanlarında fi’len Devlette henüz bir rol sahibi de­ ğildiler. Iran nüfuzu her türlü kudretile muhiti ken­ edine bağlamış, Bermeki hanedamnın sij^asî mevkileri (İbni Mukaffa’) gibi ilim ve iktidar sahibi zekî İranîılarm tesirleri bu sultamn bir derece daha ehemmi­ yetini arttırmıştı. (Harun Reşid) in biı* Türk cariyesinden doğan oğlu Elme’mun, kardeşi El’emin ile aralarmda çıkan münazaalar da Türklerin müzahe­ retlerine dayandı. Ve Horasan valüiği esnasında ora­ lara göç eden Türkmen boylarile birçok Oğuz ve Ka­ nıklı Türklerini maiyetine almıştı. Kardeşi (Eil’emin) in makamı hilâfete hiç de yakışmayan fenahklaruu teşhir için hutbelerde saydırdı. Ve bundan öfkelenen Efkârı umumiye (El’memun) a taraftar oldular [2]. Türkler arasında müslümanlığın sür’atle intişarı. [1] Şecerei Evşali Türkiye ; Riza Nur tab’ı. 12] İkdulferid hâşiyesi ; Haşiri,


46

TÜRK TARİHİNDE

— (Me’mun) makamı hilâfete geçer geçmez Horasandalci Türklerin arasında İslâmiyetin yayılmasmı teşvik için alâkadar valilere şiddetli emirler verdi. BiUıassa Horasan valisi bu işe müstsikillen memur edildi. Yine Türklerin İslâmiyete girmeleri hakkmda Hükümetin arzularını ifade eden mühim bir hâdise de Türk dostluğu ile meşhur olan (Esed bin Saman) in oğullan Maverâünnehir ve Herat âmilliklerine ta­ yin edilmeleri oldu. Bu teşvikkâr faaliyetlerin çok samimî bir seme­ resi olmak üzere Oğuz Türkleri arasında İslâmiyet sür’atle intişar etmeğe başladı. (Merv) şehri civarın­ da oturan Oğuzlar, hep müslüman oldular. Daha evvel (aş) lılarla birlikte oralardaki Türkler de esa­ sen İslâmiyete girmişlerdi. Günden güne intişar hu­ dutlarını tevsi’ eden bu hareketin neticesi (İspicap) şehrinin şimalindeki dört orduluk cihetlerine de müs~ lümanlık sokulmağa muvaffak olmuştu. Tam bu sıralarda Karloklarla Oğuzlardan ve Garp Türkleri bakiyelerinden pek çok kabileler ya­ vaş yavaş (Şaş), (Fârab) in beri taraflarındaki münb^t-ve rnaİ^suldar ovalara doğru iniyorlardı [1], Artık İslâmiyet feyizli bir yürüyüş ile hareketini sür’atlendirdi. Kâşgarda oturan (İlk Han) hanedanının mü­ essesi olan (Sâtuk Buğra Han’ın maiyetinden tam iki yüz bin çadır halkı İslâm olmuşlardı [2J. (M. 960, H. 346) tarihinde (Tibet) yaylasında yaşayan Şâmânî l'l] Medhal Osmanlı Tarihi ; Encümen neşriyatı, [2] İntişarı İslâm Tarüıi ; Arnold, İngilizceden. MütercimiVProfesör Halil Hâlid.


MEZHEP CEREYANLARI

47

Türkler de (Arslan bin Kâdir Han) m adaletine il­ tica ettiler. (Arslan) onlara Islâmiyeti kabul etmele­ rini teklif etti. Ve bu yüzden çıkan ihtilâf da halledil­ miş oldu. Ve on bin çadır halkı derhal müslüman ol­ dular. Artık İslâmiyet ile Türkler beyninde devam eden zıddiyet duyguları bu suretle kalkmış, ve muh­ telif Türk aşiretleri biribirlerini görerek İslâmiyete girmişlerdi. İslâm inkişafmda Türklerin hizmetleri. — Abbâsîlerin inhilâle doğru gitmeğe başladıkları sıralar­ da teşekkül eden hükümetlerin, eskerisi Türk sülâ­ leleri tarafından teşkil ediliyordu. Ayni zamanda bu inkılâplar da Türk zekâsı Islâmiyetin inkişafına çok derin hizmetler ediyordu. Gaznevilerin saraylarında hörmet gören İbni Sînâ, İbni Misküveyh, Ebû Rey­ han Ahmed Birûni gibi asırlara ün salan âlim ve filozoflar, İslâm kültürü üzerinde lâyemut eserler ve­ riyordu. Selçukîlerin zuhuru Şiîliği sarstı. — Dördüncü, asrın ortalarında başlayan bu cereyan, dolayısile çok mühim ve şayanı dikkat birtakım tarihî hâdiselerin uçları çıkmağa başladı. Bu ise Selçukılerin tarihili huzurunda muazzam bir İmparatorluk kurmaları de­ mekti. Yüzlerle aşâirin başına geçmiş olan bu Türk­ men eri, Hicretin 345 senesinde birçok serseri oy­ maklarla Maverâünnehre geldi. Bütün Türk boyları­ nın başbuğu olarak intihap edilmiş olan, Selçuk bin Bukak, Buhâraya yerleşmek mecburiyeti duydu. Ve buradan civar memleketlere doğru akın ve çapul­ lara koyuldu. İlk zamanlarda ateşperest olan Selçukîler, İslâm olmazdan evvel birkaç defa daha din de-


4S

TÜRK TARİHİNDE

ğigtirdiler. Ve bilhassa, İVIahmud Gaznevî’nin hâkim olduğu vilâyetlere karşı durmaksızın tecavüze ban­ ladılar. Ga2îie\âler ise, Kaynaklı aşiretinden olan bu Türkmenlerin nihayet îranda müstakil bir hükümet kurmağa muvaffak olduklarını gördüler. O devirlerin bu siyasî hareketlerinin arkasında bir takım itilcadî cereyanlarla çalkalanan İslâm dini müntesipleri, büyük bir teşkilât ile çahşan, Şiai Bâ­ tıniye dâîlerinin ellerile avlanmakta idiler. Bilhassa, Abbâsîlerin üzerine tegallüp eden Büveyh oğulları Şianm en harai’etli müdafii idiler, İlim yollarından ziyade ihtilâl ve isyanlar vasıtasile muhaceme eden Şiîler, Bağdadın âsayişini daima bozmaicla tehdit eden bir unsur ihtilâldiler. İşte Selçukîler tarihin huzuruna bir Devlet ha­ linde çıktıldarı zaman Sünnîlerin müdafaasız bir va­ ziyette kalmış olduklarım gördüler. Ken(M.erî jııezhepte Sünnî idiler. Esasen bütün 'Fürk Devletleri İs­ lâm da hep Sünnîliğe müntesip olduklarından Şiai Bâtmiye’nin kazandığı muvaffakiyet geçici bir sel ha­ linde oluyordu. Toloniler, Ahşidller, Gaznevîler Sün­ ni oldukları gibi Selçukîler de ayni yoldan yürüdülef. '^BuUhı bu hükümetler, Abbâsîlerin resmî mezhebi olan Sümiiliğe muarız bir cephe tutmaktan çekin­ diler. İşte §u mühim esbabm neticesi idi ki, Bağdad divamndan kendilerine gönderilen menşur ve fer­ manlarda pek tantanah ünvanlar yazıhnakta idi. Es-Sultan-ül-Galib, En-Nâsıreddin, Es'-Sultan-ül-Kâhir gibi lâkaplar alıyorlardı. İran ve Konya Selçuld


MEZHEP CEIîEYANLARI

49

hükümdarlarının birçoklan, hep bu gibi unvan ilo tesmiye edilmekte idiler [1], Âbbâsîlerle Fâhmîler arasındaki Hilâfet iddia­ ları. — O asırlarda, Şark İslâm âlemi, iki büyük mer­ kezin etrafında toplanmıştı. Bunun birisi, Afrika(İa türeyen ve bilâhare Mısıra nakledilen Fâtımîler, di­ ğeri de Bağdaddaki Abbâsîlerdi. Garpte de Suriye EVnevîlerinin inkırazından sonra yeni bir hükümet kurmağa muvaffak olan Endülüs Emevıleri vardı. Bu merkezler, dinî bir sıfatı resmiye olan Hi­ lâfet makamını kendilerine maletmek için, diğer mu-, hâsımlarının aleyhinde en şedit hareketlerden çekin­ medikleri gibi her hrsatta da ei'meğe hazır idiler. Abbâsîlerin hanedanı ehli beyte nisbetlerine rağmen Fâtımîler de kendilerinin bu makama vâris olduk­ larını ileri sürüyorlardi. Ve hanedanı aleviyeye müntesip bulunduklarını bir vesile ad ile- Abbâsîlerin Sünnî mezhebini red ve bütün Şiai Bâtıniye’nin mer­ kezi olarak kendilerini tanıyorlardı. Resmen Sümıîliğe aykırı mezheplere intisap etmiş olan hükümet­ lerden, Büveyhîler, Rüstemdarlar, Bavendîler, ve bü­ tün Taberistan alevîleri Fâtımîleri Halife kabul et­ tikleri gibi Sarnanîler, Gaznevîler, Selçukîler de Abbâsîleri tamyorlardı. Ve bu münasebetledir ki, Bağdad Hilâfet makamından menşurlarla hükümetlerinin meşruiyetini tasdik ettiriyorlardı.

tu Subh-ül-Asa,


ALEVÎLEKİN MÜHİM FAALİYETE GEÇMEUERİ VE TÜRKİSTANA ALEVÎ DÂÎLERİNİN YAYILMALARI

Türkistaııa yayılan Alevîler. — Emevî mezalimi esnasında hassaten Alevî haîiedanma karşı gösterilen takibattan firara mecbur olan Alevîler, Irak kıt’asile Türkistan ve İran yaylâlai’ina yayıldılar. Taberistan, Azerbaycan, Bahri Hazar sahillerindeki memle­ ketlerde birçok Alevî mensuplarmm gittikçe adetleri çoğaldı. Yezid bin Mühelleb, Hicretin 98 inci yılmda Tal^ristaRN ve C urcan ve civar şehirlerini fethettikten sonra Abbâ'sîlerden El-Mensux devrine kadar kırk sene durmadan bu muhitin Alevîlik propagandaları yapıldi138 senesinde Sünbad isminde bir Mecûsî yeni bir mezhep çıkardı. İslâm akideleri üzerine bozgun­ cu tesirler yaptı. Pek çok insanlar onun telkinleri al­ tına düştüler.


MEZHEP CEREYANILARI

Bundan otuz sene sonra Taberistan, Hâşan bin Zeyd-ül-Alevî’nin davetleri başladı. Hattâ Benî Bâdüsiyân denilen ve Rüstemdad hâkimi Abdullah da Haşan bin Zeyd-ül-Alevî'ye tâbi olanlardandı. Deylem, Âmel ve bütün Taberistan şehirlerinde dehşetli Alevîlik propagandaları devam ettiği gibi Rüstemdai'lardan Feridun’un oğlu Bâdüsyan hükümdar raakamma geçince, Haşan bin Zeyd-ül-Alevîye büyük yardımlarda bulundu. Abbâsîlerin aleyhine hareket eden bu ihtilâlcilere askerle ve para ile yardım etti. 250 senesinde yine Taberistanda Nâsır-ül-Hak Alevî’nin hurucu işitildi. Ve bunu müteakip Dâi’ Hayfer Haşan Kâsım Alevî, Seyyid Cafer, Seyyid Geylân, gibi çok mühim hâdiselere yol açan dâîlerin propagandalarile bu mu­ hitlerde Abbâsîler artık her türlü nüfuz ve ehem­ miyetlerini kaybettiler. Arayerde ufak tefek bir talam hükümetler de teşekkül etti. Fakat bu hükü­ metleri kuran sülâleler, kısa zamanlar içinde tarihin arasından biribirlerini takiben çekilip gittiler. Bağdad Hilâfet makamimn hâkimiyeti yemden teessüs etti. Şiîlik için Ehli Beyt bir siperdir. — İlk defa ha­ nedanı Ehli Beyt namma istihsal Hilâfet uğruna baş­ layan ihtilâller, neticede bir sülâlenin muvaffakıyetile bağlanır bağlanmaz umumî gaye ve hedef ber­ taraf edilerek yeni bir ailenin hâkimiyeti yürüyordu. İşte bu Alevî zümrelerinden tesisi hükümete muvaf­ fak olan Bâvendîler en uzım bir ömre nâil oldular. Ve 372 sene hükümet sürdüler. Bu aileden 25 tane hükümdar geldi. Alevîlerden başta Mısır Fatımîleri


52

TÜRK TARİHİNDE

olduğu *1131(16 Bâvendîler kadar dört asra yakın bir müddet istıklâUerini muhafazaya muktedir olanlar pek nâdirdir. Mağribi aksadaki Beni İdris Alevî siilâlesinin bir buçuk asırlık devam eden hükümraniyetleri ile daha kısa yaşayan diğer Alevî hükümet­ leri de bu meyanda münkariz olanlardandır. Alevîlerin yerleştikleri mahaller. — Alevîler, en ziyade Deylem, Mazendran, Taberistan ve îramn di­ ğer yüksek yaylalarla ihata olunmuş ve sevkulceyş noktai nazarından askerî harekâta müsait olmayan sarp dağlardaki nehirlerde yaşayorlardı. Bağdad merkezi ile siyasî irtibatları zayıf olan bu muhitlerde halifelerin nüfuzlarına mukabil Alevîlerin mevkileri kuvvetliydi. Dâîi Kebir ve Dâîi Sagir namile istiklâl kazanan sahibi zuhurlar, hep bu muhitlerden erişi­ yordu. Alevîleı*in Abbâsi ordularile çarpışmaları. — Abbâsî halifesi Müstain Billâh zamamnda Duâtü Aleviyeden Yahya bin Ömer Kûfî huruç ettiği zaman Irakta bulunan Ehli Beyte mensup ne kadar Alevî­ ler varsa hep onun maiyetine girdiler. Abbâsî ordu­ larile Alevîler arasında kanh bir muharebe oldu. Yalıya bu şiddetli harpte katledildi. Başı Bağdadda teşhir^^lundu. Bunun üzerine Alevîler son derece korktular. Derhal uzak memleketlere dağıldılar [IJ. Alevîlerin Taberistanda faaliyetleri, — İşte bu arada sekizinci Hicrette Hazreti Aliye bağlanan ha­ nedanı Alevîyenin en ileri gelenlerinden yukarıda anlattığımız Haşan bin Zeyd-ül-Alevî de Taberistana firar etti. O sıralarda bu kıt’a Abdullah bin Tahir’in ri] Sahayif-Ül-İhbar, C. 2, S, 410.


MEZHEP CEREYANLARI

53

oğlu Muhammed’in dirliği idi. Onun namına kâtibi Câbir bin Hârun nanunda bir lııristiyan idare edi­ yordu. Bu adamın yaptığı mezalim karşısında köpü­ ren Taberistanlılar, Alevîlerden birinin ba§ına top­ landılar. Fakat bu adam kendisinden dalıa ehliyetli ve bu işin eri olan Haşan bin Zeyyid’i tavsiye etti. Haşan bin Zeyyid ise Curcanda bulunuyordu. Baş­ layan bu harekâtı idare etmek için davet olundu. Bü­ tün ahali, Eldâî Kebir Halife ve İmam BiUıak ünvanı ile Hicretin 250 inci senesinin ramazanmda Âmül şehrinde kendisine biat ettiler. Abbâsîlerin Taberistan valisi Süleyman bin Tâhir firara mecbur oldu. Haşan bin Zeyyid etrafa mektuplar yazdı. Ve halkı biate davet etti. Mülûk Bavendiyeden Şehriyar bu davete icabet edenlerin başında idi. Artık bu mıntakalarda hımımah bir Alevîlik propagandası çalkalan­ mağa başladı. Yine bu zama:nlarda Ahmed Hücistanî namında bir sahibi huruç Curcan ve Taberistanda ihtilâl bay­ rağını kaldırdı. Diğer tarafta da (301) meşhur HaScm bin Ali El-Utrusun isyanı duyuldu. Sare ve  mül şehirlerini zaptetti. 17 sene devam eden ihtilâl reisliği esnasında Abbâsîlerin isimlerini tamamile silmeğe muvaffak oldu. Irakta hükümetin şiddetlenen takipleri yüzünden Alevîlik taraftarljğile tahtı ittihama düşen binlerce insan buralarda hicrete mecbur olmuşlardı. Bağdad halifelerine karşı derin bir kin ve husumet fırtına­ ları savıfran dâîlerin tesirile Abbâsîlerin her türlü haysiyetleri kaybolmuştu. Haşan bin Ütrusun vefatı üzerine ümerasından


54

TÜRK TARİHÎNDE

Lfeylâ bin Numan, En-Nâsirüddin Allalı ünvanile hu­ ruç etti. Ve Ni§apur, Tûs şehirlerini işgal eyledi. Alevîlerin mevkileri kuvvetlenmişti. Alevîleriu Bağdaddaki taraftarlanna el altındeoı paralar göndermeleri — Bütün bu hâdiselerin cereyam esnasında Irakta oturan hanedanı Ehli Beyt ma­ işetlerine yardım için binlerce altun gönderiliyordu. Halk da bu paraları büyük bir hürmet ile dinî bir vazife telâkki ederek veriyordu. Muhammed bin Zeyyid-El-Alevî nin tahsü ettiği paralardan otuz bin al­ tun Iraktaki sâdâta dağıtılmak üzere Bağdadda otu­ ran Muhamnıed bin Ver d Attara gönderildiği Ab­ basî halifesi Ehnu’tezid Billâha ihbar olundu. Halife ise bu paraların tevziine ses çıkarmadı. Bundan çok derin bir memnuniyet duyan Alevilerin vahdet ve imanları kuvvetlendi. Gittikçe ehemmiyetini yüksel­ ten Alevîlik propagandaları Abbâsîlerin endişelerini arttırdı. Bağdadı Büveyhîlerin zaptlarına kadar Şiî ve Sünnî mücadeleleri en har bir şiddetle devamın­ dan geri kalmadı. Alevî propagandaları. •— Hicretin üçüncü asrın­ da Afrikada devam eden propagandalar mühim ve müessir neticeler verdi. Artık taazzîye başlayan Fâtımîlefih ilk adımları daha geniş ve süratle ilerileyordu. O vakte kadar Şarktan Garbe doğru durma­ yıp akın eden Alevîler, Ehli Beytin uğTadığı zulüm ve haksızlıkları en feci bir levha halinde tasvir edi­ yorlar ve muhtelif vesüeler ile efkârı umumiyeyi tehyiç ederek istismara yol buluyorlardı. İşte ^şu faahyetlerin ahnan çok ehemmiyetli ne­ ticelerinden şimdiye kadar müteferrik bir halde de-


jVİEZHEP

CEREYAm^AKI

55

varn eden hareketler, daha kuvvetli bir merkezin etrafında toplanmak zaruretini meydana koydu. Artık Afrika halkı ateşîn bir Alevîlik tarafhğile Abbâsîlere karşı en nefretli hislerini döküyorlardı. Tam bu sırada Mehdi bin Abdullalı Rekkade şeh­ rinde ilânı hilâfet etti. Benî Medrar, Benî Rüstem, B^&nî İdris hükümetlerine nihayet verdi. Alevîlerin Mısın zaptı. — Gittikçe tevessü eden bu çalışmaların istilâ hudutları tâ Delta kıt’asma ka­ dar dayandı. Nihayet Muizzeddin Allalun Mısırı jMiptı üzerine Fâtımîler, bütün kuvvetlerile Abbâsîlerin önüne dikildiler. Dördüncü asrın ortalarmda (H. 358) tarihinde Kahire .şehri tesis olundu. Ve ŞiîlerLn tedrisatına mahsus olmak üzere Ezher medresesi inşa edildi. Bilumum Sünnî âlimler tedrisattan menolundukları gibi Kahire şehri de payitaht olarak intihap edildi. <H. 567) senesine kadar devam eden Fâtımîler, iki asırlık hükümraniyetleri esnasında Alevî zümrele­ rinin müteferrik hareketleri eksik olmamakla bera­ ber en mühim çalışma merkezini Mısır teşkil edi yordu. Hâkim Biemrillâh, Elmüstensir BiUâh gibi hali­ felerin Şiaı Bâtmiyeyi neşir hususundald faaliyet­ leri tâ Turandan batı Anadoluya kadar ve oradan •da Ganj nehri kenarlarından Mezejx)tamyaya tesir etti. Ve bütün mezahip ve itikatları altüst ettti.


SELÇUKÎLER DEVRİNDE (ŞİAİ BÂTINİYE) NİN MÜHİM FAALİYETLERİ

Sünuî mezhepler. — Selçukıler, Bağdad halifele­ rinin resmî mezhebi olan Sünnîliği iltizam ve AbbâsLİer taraîmdan müzaheret gören Hanefî mezhebin­

de idiler. Esasen bu mezhebin sahibi olan Numan bin Sâbit Türk soyundan gelmişti. İlk cetleri Hazreti Ömer devrindeki fetihler esnasmda Kabül şehrinden esir edilerek Medineye getirilmişti [1]. Abbâsîler, Hicaza karşı kanmaz bir kin ile bakıyoflârdı. Çünkü hanedanı Ehli Beytin yatağı olan. Medine şehri bu husumete maruz kalmak itibarile Abbâsî halifeleri tarafından âdeta aforoz edilmişti. Mâliki mezhebinin reisi olan İmam Malik bin Üns orada oturuyordu. Ve mezhebi bütün Hicazlılarla birlikte Afrikadaki en büyük merkezce de taklit edil­ mekte idi [2]. Buna mukabil İraklılar Ebu Hanifenin fetvalatl] NaJcIÎ İlimler Tarihi. L2] Mukaddimei İbni Haldûn.


MEZHEP CEREYANLARI

57

rile amel ediyorlar ve onun mezhebini en hararetli bir tarafgirlikle iltizam etmekte idiler. Haç dolayısile Hicaza gelen Afrikahlar ve bütün Ceziret-ül-Arab ahalisi İmam Malikin mezihebini kabul etmiş oldukları gibi Abbâsîlerle siyasî müca­ delede olan Hazreti Ali ahfadı da hemen bilumum Mahkî idiler. Irak, İran, Hindistan kıt’alarile Türkistan ve Asyamn batı ucuna kadar yerleşen bütün Türkler de Hanefî idiler. Hüküm ve fetvada yalnız Hanefî k^zılarile müftülerine inhisar etmiş gibiydi. Abbâsîlerin siyasî müzaheretlerile kuvvetlenen Hanefiye, bu kıt’alarda hükümet kuran sülâleler tara­ fından resmî mezhep olarak kabul edilmişti. Her iki mezhebin kısmen farklı içtihadatına rağmen, ara­ daki vahdeti nazar bozulmamış ve çıkan ihtilâflar itikad hudutlarım sarsmamıştı. Şiî mezhepler. — İslâmiyetin içinde hususî nanazariye ve akideler vazetmek itibarile ayrılan diğer mezhepler daha vardı ki bunlar umumen Şia namı al­ tında toplanıyorlardı. Ve en büyük tehlikeli vazifeyi de Şiai Bâtıniye deruhde etmişti. Bu mühim ve siya­ sî mezhebin neşir ve tamimini gaye telâkki eden Mı­ sır Fâtımîleri de yorulmaz bir gayretle Şiîliği işaa için her türlü fedakârlığı ihtiyardan geri durmuyor­ lardı. Süımîlerle Şiîlerin kanlı mücadeleleri. — Bağdad ve Mısır gibi iki muhâsım merkezin asırlarca de­ vam eden rakibane mesaileri’ arada o kadar derin ih­ tiras uçurumları açtı ki çaylar gibi insan kam aktığı


58

TÜÎÎK TjyaİHİNDE

halde hâlâ o seylâbın arkası kesilmedi. Şiîliğin ona siper tuttuğu Ehli Beyt taraftarlığı efkârı umumiye üzerinde şayanı hönnet bir tesir yapıyordu. Abbâsîleriıı filen yardımlarma nazaran zaman zaman Sün­ nîlik eziliyor ve zâfa uğrayordu. Öyle bir devre gel­ di ki Bağdadın Sünnî halifeleri Muizzüddevle, Adududdevle, Müveyyidüddevle gibi Şiîliği en ate­ şin bir hararetle neşre uğraşan Büveyhî hükümdar­ larının nüfuzları altında bütün salâhiyet ve iktidar­ larından mahrum edildiler. Şiilik için büyük bir darbe : Selçukîlerin zııhıım. — Vaziyetin bu derece SünnîHk âleminin aleyhine ■döndüğ'ü bir sırada Selçuldler, tarihin huzuruna bir­ denbire çıkıverdiler. Esasen Türklerin bu doğuş an­ lan Araplarca bir sahibi zuhur gibi bekleniyordu. Bu tulûdan bütün Sünnılüt âlemine karşı yeni bir hayat güneşi parladı. Çünkü Selçııkîlerin daha sal­ tanat kurmalarına takaddüm eden zamanlarda en bü­ yük askerî bir kuvvet olarak varlıklarmı gösi:eren Türklerin bir halâskâr gibi telâkki edildikleri malûm idi. Bağdadda halifelerin maiyet alaylarım teşkil eden Tûrânîlerin askerUkten ve cenkçilikten başka bîr san’atieri yoktu. Bu itibarla Abbâsîlerin üzerine hâkim oldukır. Ve Hulefâyi kendi nüfuzları altma aîdîlar. A Seîçukîlerle makamı Hilâi'ct arasında irtibat ve sarsiimiyet. — Selçukîler hükümet kuraı* kurmaz tamaniile Bağdad Hilâfet makamma müessir oldular. Şiîlik mühim bir darbe yedi. Artık Büveyhîler Bağ­ dad üzeîinden çekilmeğe mecbur kaldılar. Sultan Tuğrulun, Alp Arisanın makamı hilâfetine karşı gös­


MEZHEP CEREYANLARI

59

terdikleri hörmetler, Abbasî halifelerini kendilerine medyun bırakmıştı. (429) Hicret yılında Sultan Tup*ul Nişapurda tahta çıktı. Ebu îshak Km:aî seiaretle halife Elkâim Billâha gönderildi. Bağdad Di­ vanı Sultan Tuğrula meıişur gönderdiği gibi müşa­ viri saltanat olarak da meşhur HibetüUâh Muhammed Me’mûnî tayin olundu [1]. Hicretin (447) inci yılında Sultanı Selçukînin merkezi hilâfete geleceği resmen halifeye bildirildi. Bütün Irak camilerinde Sultan Tuğrul için ulema duaya memur oldular. Bu ziyaretin ikinci defa vu­ kuunda Halife taraifmdan Sultana Melik-ül-Kaşrık vel Mağrib ünvam tevcih edildi. Ve Halifenin kızile de nikâlılandı. Düğün hakkında müverrihler pek çok tafsilât vermektedirler [2]. Selçukîlerin sayesinde bütün Abbâsî memleket­ leri âdeta yeniden fethedildi. Çünkü hulefanm nü­ fuzları Bağdad surlarmm haricine geçmiyordu. Bu yeni vaziyet üzerine hilâfet makamı vekar ve haysiyesini kazanmağa muvaffak oldu. Aynı zamanda Selçukîlerin fütuhat hudutları o î'Cadar genişledi ki bir başı Efganistana diğeri de Ak­ deniz sahillerine indi. Mezhep, ihiUâf ve mücadeleleri. — O asırda İs­ lâm dünyası en muazzam İmparatorluk olarak Şarkta Selçukîleri, Mısırda Fâtımıleri, Garpte de Endülüs Emevîlerini tamyordu. Şu siyasî manzaranm arka­ sında yaşayan milyonlarla insanlarm aralarmda o ka­ fi] El-ıraJce t‘i hikâyetisselçukiye. [2] Zübdetünnusre. Umadeddini Kâtibi İsfehanî,


60

TÜRK TARİHİNDE

dar akide ve mezhep ihtilâfları vardı ki, hiçbir mu­ hitte hakikî bir vahdeti mezhebiye görühuıüyordıiHattâ Eağdad gibi büyük, şehirlerde din ve mezhep münazaaları yüzünden çıkan kanlı hâdiselerin arkaları kesilmiyordu. Bilhassa Irakta Sünnî ve Şiî dâvalanmn nihayet bir muharebei umumiyeye mün­ cer olduğu da vâkidi. İiîtilâfm menşei : îmamct mes’elesi. — Bu hâdi­ selere yegâne sebep ise dinin aslî hükümleri arasın­ daki imamet mes’elesinin bir mevzuu münakaşa ola­ rak ortada halledilmemiş olmasıydı. Hükümetin kud­ retini ve memleketin siyasî vahdetini bozan bu dâva idi, İmametin bir hak olarak hanedanı Alevîyeye aidiyeti hususunda Şianm asırlarca takipten vazgeç­ mediği bu büyük iddianın tehditkâr isyanlarla orta­ lığı altüst etmesi Abbasî halifeleri için önü ahnmaz çok tehlikeli bir ıztıraptı. Bunun karşısında müdafi bir kuvvet olarak Sün­ nîliği iltizam eden Selçukî hükümdarlarına Bağdad halifeleri daima minnettarlık hislerile bağlı idilef. Devrin ise itikat ve mezhepler hakkında hiç dur­ maksızın yeni birtakım siyası hareketler doğurması Devle^ej^dişeye ve bu bapta, daha si Iq murakabele"fe^^vkediyordu. Bütün bu muârız ve muhâlif cep­ heler karşısında SünnîUk âlemini müdafaa vazifesi hep Selçukılere ait kalıyordu. «Sıffîn» i müteakip İslâmiyetin düştüğü ıne2ihep ihtilâfları geçen beş asırlık şûriş ve ilıtilâller ile Şar­ kın bütün teressübatı itikadiyesi hep ayni imanın içi­ ne dökülmüştü. Selçukîler, bir Devlet kudretile ta­ rihin huzuruna çıkar çıkmaz, karşılarında bu halUai itikadiye ile ma’lûl bir İslâm âlemi buldular.


MEZHEP CEREYANLARI

61

Selçukîlerin Sünnîliğe büyük hizmetleri. — Sul­ tan Tuği'ul ve Alp Arslan en mutaassıp birer Sünnî idiler. Melik Şah, ve Sultan Sencer de ayni mejıJıebi taklit ediyorlardı. Selçukîler hükümran oldukları memelketlerde medreseler, darülhadisler, muazzam kütüphaneler açmak suretile Sünnîlerin neşriyatına büyük yardımda bulundular. Fâtımîlerin Şiîliği neşr­ etmek hususunda kazandıkları muvaffakiyetlere ra,kip olarak Selçukîlerin müzaheret ve gayretleri yük­ seldi. Alp Arslan Şiîlik namına Mısır Fâtımîlerini me­ sailerinden mahrum etmek için yorulmaz bir mesaî sarfediyordu. Mekke şerifinin, Abbâsîler namına hutbe okuttuğunu duyduğu zaman fevkal’âde memnuniyet gösterdi. Şerif, Meklıeye büyük ihsan­ larda bulundu. Ve Medine Emirine de (H. 462) ayni vaidleri yaptı. Alp Arslanın mezhep hususımda gös­ terdiği taassup karşısında mezheben Şiî olan Halepliler korkularından Sünnî görümnek mecburiyetini duydular. Sultan Tuğı*ul, mezhep taassoıbımu o kadar şid­ detle ileriletti ki bu ifrat neticesi Ehli Sünnet arasın­ da Eş’ariler .bile ittihamdan yakalarını kurtarama­ dılar, Şiîlerin faaliyetleri ve taraftarları. — O asırlar mezhep münakaşalarile taşıp köpürüyordu. Irak, İran ve Harzem şehirlerindeki birçok Sünnîliğe ha­ sım mezheplerin propagandacıları ortalığı altüst ediyorlardı. Bilhassa Selçukîlerin orta göbeğinde mühim ve tehlikeli bir kuvvei siyasiye olarak etrafa şiddetler


TÜRK TARİHİNDE

'62

yağdıran Fâtımileri n en büyük dâîsi Haşan bin Sabbahm reklâm ettiği Şiai Bâtıniye mezhebi tehditkâr bir vaziyet aidi. Sultan Tuğrulıın veziri Amidiilmülk, itikaden mutezileden olduğu gibi Muhammed bin Kerrâmın mezhebine müntesipti [1]. Bu itibarla Sünnîleri sev­ mez ve bütün Ehli Süimete husumet beslerdi. Birçok mezheplerin kaynayıp ve muhtelif akide­ lerin menşei tanılan İranın Isfahan şehri, devrin en şöhretli bir merkezini teşkil ediyordu. Sünnî âlimlerin riyasetinde bulunan Eş’arîlerim büyüklerinin Ebu Süheyl Muvaffalcuddinin cereyan eden münakaşalarda kazandığı galibiyetten müteessir olan vezir Amidülnıelik, tam bir Şiai Bâtıniye sâliki Ebû Bekir, Ömer, Osmanın aleyhdan ve birçok eshabı kiramın düşmam olduğu gibi itikaden de mücessimedendi. Mezhebi bu dalâletlere rağmen ah~ lâkan Sünnî, kesesi açık, lûtfu kerem sahibi idi. ri] Muhaırımed bin Kerram, Hicreti Nebeviyenin (190) ıncı senesinde Sicistan’dald

( Rezenç ) şehrinde

pur, Belh şeKirlerinde tahsil gördü.

doğmugtur. Nişa-

(230) senesinde Mekkede

beş sene mücavir kakh. Bütün mal Ve mülkünü satarak fakir­ lik mesleğini ihtiyar etti. Sırtında

bir post, başında Jceçeden

imal ^ilıru ş bir kültih olduğu halde, müridlerile birlilcte do­ laşır, her yerde vaizlerde bulunurdu. Meıhebini neşre çalışıyor­ du. Vardığı §elıirde bir cami insa ettirir, îıâdis okuturdu. Türkistanda vaziyeti tehlikejT. davet etti. Bağına toplanan kırk bin müridile birLiltte Herattan kovuldu. Ömrünün bir kısmını mahbeslerde geçirdi. Yirmi sene kadar Kudüste oturdu, nihayet orada irtihal etti. Allahı cisim itikat eder, nusıısta kat’iyyeıı te­ vili kabul etmezdi. Vefatından sonra müntesipleri mezhebini ne§re çalıştılar. [Profesör Şerafeddin Yaltıkan’m Mülga Üâhiyaİ Fakültesi mecmuasında Kerramîlere dair bir tetebbünâmesi in­ tişar etmiştir.]


MEZHEP CEREYANLARI

63

Mezhep mücadelelerinin şiddetlenmesi. — Sultan, Tuğrul ise, okur yazar tahsil görmüş bir adam olmadığındarı, bu mezhep miinakaşalarmdan birşey anla­ mazdı. Vezirin teşvikile bütün bid’atçiler aleyhine minberlerde lanet okunması için etrafa emirler verBunlara Eş’arıler de karıştırıldı. Hanefî olan mutezile ile bütün Kerrâmîler vezire yardım ettiler. Eş’arîler vaiz ve tedristen menolundular [1], Bu yüzden kopan ihtilâl : Ulemâmn uğradığı tazyikat .— Bunun üzerine müthiş bir ihtilâl patladı. Horasan, Irak, Şam, Hicaz kıt’alarına sirayet etti. Şafiîlerden Ebühnaâli Çüveynî, Fevratî, Ebülkâsım ; Abdülkerim Kuşeyrî, Ebû Süheyl Muvaffakaddin gibi meşhur Şafiî âlimleri ilim meclislerinden mene­ dildiler. Kuşeyrî ile Furanî hapse konuldular. İbni Muvaffakaddin bidayette yakayı kurtardı ise de bi­ lâhare o da ele geçti. Bir müddet sonra Ebülmaaü Cuveyni salıverildiler, O da Isfahandan Hicaza hic­ rete mecbur oldu. ,(450) senesinde Mekkeye muvasa­ lat etti. Orada dört sene tedris ve fetva ile meşgul oldu. Artık vezirin husumetine kurban olan bilûmum âlimler, Selçukî hudutlarından tardedildiler. Dört yüz âlim nefye

mahkûm oldu.

Bu menfilerin

içinde

itikaden Eş’arî olan birçok da Hanefî uleması vardı. Bir lusmı Bağdada ve mühim bir ekseriyet de Hica­ za hareket ettiler. Orada ilim neşrine

başladılar.

Abdülkerim Kuşeyrî, Muvaffakaddin, meşhur Sünen [11

tbni

Esîr, C. 10, S. 11.


■o4

TÜKK TARÎKİNDE

müellifi muhaddis Hafız Ebû Bekir Beyhekî ve Ebülmaalî Çuveynî Hicaza hicret edenlerdendi [1]. Nizamüîmüik’ün vezaretî ve Sünnîliğin yeniden hayat buluşu, — (455) senesinde Sultan Tuğrul ve­ fat etti. Yerine Alp Arslan geçti. (465) de vezir Aınidülmelik azledilerek hapse konuldu. Yerine hoca Nizamüddin Tûsi, Nizamülmülk ünvanile vezir oldu. Bir sene sonra ise Amidülmülk idam olundu. Bu meyanda iclâyi vatana mahkûm olan bütün âlimler de affa jîiazhar oldular. Vatanlarma avdet için her tarafa emirler gönderildi. Yurtlarma dönen ulemaya malısus muhteşem medreseler in.şa edildi. Bilhassa Ni­ zamülmülk birçok paralar sarfederek Bağdadda Diclenin kenarmda Nizamiye adile muazzam bir DarülfünCm yaptu'dı [2]. Selçukîler bu medreselerde Şiai Eâtmiye hareketlerine kargı müdafaada bulunacak muktedir kelâm ve felsefeci ve her türlü cedel ve münakaşalara muktedir âlimler araştırmak istiyor­ lardı. Bâümlerin sâf Türk muhitlerini iğfal hareketleri. — Hicretin beşinci asrında Ortaasya şehirlerinde bil­ hassa İslâm kültürile eski dinlerin teressül>atı araşmda jç^alkanan halk, muhtelif zümrelerin itikad ağ­ larına düşüyordu. Ve bu yüzden eski kanaatleıin kaynajap çekildiği görülüyordu. ”Ayni zamanda bu hareketler, ilrnî münaka^şalardan- ziyade tehditkâr neticeler veriyor, Şiai Bâtıniye mensuplarının zehir­ li hançerleri durmayıp cinayetler saçıyordu. Büyük [11 Tabakatı Sübki, C. 2, S. 270. [2]

Mehas-ül-Beldiin. Ebu Zekeriyya Muhanııned Kazvinî,

Bursa, Ovhan. kütüphanesindeki yaznıa nüsha.


MEZHEP CEREYANLARI

65

medeniyet merkezleri tanılan şehirlerde Sünnî âlim­ lerin îslâın akidelerini Şianin tesirlerinden korumak için giriştilderi mücadeleler ile Sünnîliğin tıüıkimine sarfedilen gayretler karşısında râfizî naşirleri henüz şehrîliğe inmemiş olan Türk kabilelerin aralarında telldnatta bulunuyorlardı. Islâmm şerayi ve hüküm­ leri meyanında bulunan ve her biri dinî birer mü­ kellefiyet olan namaz, oruç ve daha bunlara müma­ sil ibadet şekillerinin göçebelerce ifası imkânsızdı. Fukalıanın bu talimleri, bedeviyet hayatının icabatı olan yaşayış tarzlarile bir türlü itilâf edemiyordu. Bilhassa bir müslümanm itikada mecbur olduğu bir takım mes’eleler vardı ki bunları Türkmen zümre­ lerinin hiç birisinin aklı alımyordu. Onlai', esk;i din­ leri olan Şamâniliğin iptidaî akideleri içinde İslâm dinî reislerinin yerine Kam — Ozanların tesirleri altında yaşayordu [1].

f.ll Esld .Tiirkiei' din reislerine CTuyuk), iilürba^lara ela (Kam) derlerdi. Avruptıklarsa, Kam kelimesini

(Şaman)

diye

ûkvırlar. Şaman ise, silm'baz demektir. (Türk - Moğol Tarihi, C. 2, S. 19 döicini terceme). Türkler, dinî kitapUırma (Nom) Tüyuıılara da (Nomilsr) derler. İslâjniyetten sonra Oğuzlar KaırJanna (Ozan) admı ve­ rirler. Şamanlar sihirbaz, tabip, kâhin imler.

(Nom) kelime.'îi

aslen Sanskrit dilinde (Allah) kelimesinin mukabilidir. Aı-aî>çada ise (namus) ve (ennevami.'u İlâhiye) diye istimal olunur. Y u nancaya (Nuınus - Havus) diye geçmiştir.


ŞİAİ BÂTINİ¥ENİN MOĞOL VE TÜRK AŞİ­ RETLERİ ARASINDAKİ TELKİNLERİ

Türkler, Maverâünnehir ve İrana hicretlerinden evvel ve sonra, Budist [1], Mezdek [2], Mâni [3] dinlerile Zerdüşt ve Hıristiyanlığın naşirleri tarafla­ rından yapılan müessir telkinleri altında kaldılar. Bâtıl aiddelerin İslama hüctuu ve hululleri. — Bütün bu dinlere intisap etnüş insanların mabedleri ve mabudları vardı. Bilhassa bu edyanı muhtelifenin hususî itikat sahalarmda biribirlerine benzeyişleri ile en son İslâmiyetin intişarı üzerine müteaddit ka-nallardah boşanan bu akideler halitası olduğu gibi İslâmın içine döküldü. [IJ Budizm hakkında pek çok eserler neşredilmiştir. Bu hususta bibliyografi malûmat için (Dinler Tarihi, Ömer Hilmi) ye bakuuz. [2] Menşeen İranı olan bu din hakkında (Mileli Nihal) Şehristanîye bakınız. Arapça. [3] Maniheizm için (îran Edebiyat Tarihi : Bravn) ne bakımz. İngilizce.


MEZHEP CEREYANLARI

67

Budizm'in tefekkürü Tasavvuf yolundan bir mez­ hebi müstakil haline kalbedilen mezahibe ve İran ate§kedeleriniri tantanalı ibadetleri Mânı ve [1] Mezdek gibi ahlâkî her türlü inzibatı silkip atmış olan din­ lerin tamim ettiği itikadı manzumeler İbâhiyyun ta­ rafmdan iktibas edüdiği gibi lııristiyanhğın telkin et­ tiği Allahın insana benzeyişi ve tecessüdü îsaya hu­ lulü faraziyesi gibi merdümperesüiği ve iptidaî zi­ hinlere en uygun gelen kısımları da Şiai Bâtıniyenin Alâllah kullan tarafından temsil edihşi, Türk dinjnin itikadı nazariyatı içinde olan Gok Tanrı [2] ile Hazreti /\li bin Ebû Talib’in mekânı semâvisi biribirlerine tam bir mutabakat göstermekte idi [3], [1] Mani imaiTiicheisme)

dini eski mavrdeist,

hıristiyan itikatlarına dayanan syncretiste

babylonien,

ahlâkî ve düalist bir

mezheptir.

— H, Z. —

[2] Altay Türkleri semayı on yedi tabaka ve en üst ta­ bakada bütün Allahların babası olan (Tanrı Han) uı sakin ol­ duğuna

inanırlardı.

Bu mabuttan tecelli

suretile üç

mabut

meydana geldi. Bu mabutların birincisi ve göğün on altıncı tabakasmda bir altın taht üzermde oturan (Bay Ülken) di, İkinci dokuzvmcu katta (Kızagan), üçüncüde

(Elvanire)

admı alan

(Mergen Tann) dı ki, bu mabut yedinci katta ikctmet etmekte idi. Bu l'::atta yeri ve göğü aydınlatan (Gün Ana), yani A y Tan­ rısı vardı. Beşinci katla yaradımlar yaradanı (Koday Yayuci) sûkindi. Türk kozmogoni.sine gÖre Kara Hana atfedilen birtakım yaradılış keyfiyetlerile gökyüzünü var ettikten sonra, on yedin­ ci katı da bizi'at kendilerine mesken ittihaz etti. [3]

Milelü Niharcie ( Abdülkerim

Şehristanî )

Ali ilâ-

lûleri anlatırken, göğün gürlemesini onun sesi, yıldırımlarsa onun kamçısı olduğuna itikat edildiğini nakleder. (Hazreti Ali) de ülûhiyet bulunduğuna ait delâillerdcn birisi de Hayber kapıla­ rını başkasının ianesine muhtaç olmadan koı>anp atmasıdır ki, bu beşerî ktıvvetin fevkinde bir hâdise kabul edilmekteydi. (Hazreti Ali) hakkında müridleri muhaddislerce birçok teııkit-


68

Tü r k TARİHİNDE

Bâtmüerin ahkâmı diniyeyi kaldırmak için teVU yollarına sapmak. — Bâtıniye tarafından neşredilen bu akidelerin en ziyade Türkmen boyları arasında rağbet gördüğü anlaşılmaktadır. Sünni âlim ve fakih.lerinin dinî hükümlerde çok ağır ve cezalı birtakım neticeler ile tabilerini mükellef tutmalaıı medrese­ nin haşin ve askın bir çehre altında daima azaptan ve ateşten bahsetmesi, Bâtmîler için tasavvursuz mu­ vaffakiyetler bahşediyordu. Çünkü onlar, bütün saliklerini yalancı cennetlerle aldatıp okşayorlardı. Di­ nin zâhirile onun te’vil ve tefsirine taallûk eden hü­ kümlerinde çok derin farklar çıktı. Esasen İslâmiyetin sinesinde yer tutmak isteyen muhtelif din ve akideler, hep bu yoldan girdiler. Onun için dinî ne­ siller kadîm itikadı an’anelere mutabık bir şekilde teVil edildiği gibi bu yolda muayyen sistemler ku­ ran daha birtakım mezhepler de çıktı. İslâmiyet; vâzun emrile bu te’vil kapusunu biz­ zat kendi açmıştı. Resulü Ekrem bilhassa Hazretİ lere uğrıyan hadisler rivayet edilmiştir. Meselâ (Aliye muhab­ bet, insanı ateşten kurtaru’), (Aliye muJıabbet, bir hüsne dair olursa, günah zarar veiTtıez, bir de «Aliyi anmak ibadettir» hadisi vardır. Bu hadis «Caıni-üs-Sagir» in ikinci cildinin on altıncı sahifesinde «Mısır tab’ı» Hazreti Ayşeden rivayet olunmaktadır. «Cami-i^Sagir» şarihi «Azizî» bu hadis zayıftır, diyor. Ajmi zarnanda «Tuhfei İsna ageriye» müellifi ÎHindiştan, Bombay tab’ı, S. 6 3.

Abdullah

ibni Seba’

tarafından

çıkarılmış

olan bir

fırkanın itikadı içinde Alinin tam ülûliiyetle beraber Şehristanînin nakillerinden başka göğün gürlediği anda bunlar «ve aleyküsselâm ya eyyühel’emîr» dedikleri kaydedilmektedir. Alinin ülûhiyeti muhtelif yollarla bütün Şia'nin kollarında vardır. <Re§ehatı Ayuül’hayat)a bakınız.


MEZHEP CEREYANLARI

()9

Abdullah bin Abbasa bu bapta dua buyurdular [1], Şu müsaadeden kuvvet alan süi fikir sahipleri bütün eski dinlerdeki akide korkularını İslâm dininin içi­ ne dökmeğe muvaffak oldular. Bütün jurakı dalle de­ nilen mezhepler birer tarikle hep buraya dayanır­ lar. Bâtmîlikte .bu akidenin umumî ismini alır. Şîanin muhteîîf koUarı. — Şianın pek çok kol­ ları vardır. En meşhurları İsmailiye, Seb’iye, îsnâ aşeriye, Melâhidei Bâtmiye, Hamriye,

Mübeyyize

gibi muhtelif muhitlerde ayni mezhebin başka başka isimler aldığı görülür. Garplılar ise Şarkta Melâhi­ dei Bâtmiye denile kısma Haşşaşiyon namını verir­ ler. Bu tabiri bizim kitaplarda zilcre'der. Buna sebep ise esrarlı bir mayiin ilk intisap eden kimseye içiril* meşinden kinayedir. Bâtınîler bütün dinî kayitleri ve hattâ İçtimaî mükellefiyetleri bile bilâ tereddüt çözüp atmışlardır. Bu bapta bir Batını hiçbir mâni tanımaz. Kur’anda anlaşılan mâna zahirî değil, ba­ timdir. Hükmü, bu mezhebin kavaidi külliyesindendir [2]. Bâtıl itikatlamı tezahiimü. — İslâmiyet ise mü­ teakip asırlardaki ihtidalar yüzünden ve birçok mil­ letleri kendi itikadı hududuna sokması itibarile bu rij Âli Ümran sûresinin (7) inci âyetinde bu tevilâta dair beyanat Vcirdır [Tefsiri Keşşaf, C. 1, S, 13!J]. 12]

Erâsaı-'ül-bakiye : Ebu Reyhan AluTied Birûnî. Ba-

yezit Unrurnî kütüphane, yazma nüsha.


70

TÜRK TARİHİNDE

bapta daha zenğin, daha mebzul nakillere malik oldu. Üstureler, efsaneler tarihin bir kıymet ifade etmeyen bu hayal zincirlerinin en son halkasım teşkil eden bütün hurafeler, o kadar tezahüm gösterdiler ki cid­ dî ve mevsuk eserler bile onlarla uğraşamayacak bir hale geldiler. Müslümanhğm her cephesine bin bir tereddüt ve şüphe sokuldu. Müslümanlıkta hiç kapalı bir şey yoktur. — İslâmın nebisi olan Hazreti Muhammed'in hayatı ve bütün varlığı tarihin huzurunda şahsiyet ve seciye­ leri güç seçilebilen Peygamberlere nazaran çok âşikâr ve çok vazıhtı. Kur’anı ise diğer âdi kitaplara nazaran açık ve Arab lisanının ifade ve beyan itibarile en selis bir nümunesi idi. Kur’an üzerinde salâ­ hiyetle bahseden

Şarklı ve Garplı birçok âlimler,

bu husustaki reylerini hep söylediğimiz şekilde be­ yan ediyorlar. Süikastçiler Hilâfet yollarını

nasıl

açtılar. —

Buna rağmen Kur’andaki bazı surelerin başında bu­ lunan tek harflerin ve birtalam teVilâtı davet eden âyetleri^ mevcudiyeti bu baptaki çok geniş bir sahamn açümasmı icap ettirdi. Dinin dayandığı iki esaslı noktadan birincisi Kur’an, diğerini de Hazreti Pey­ gamberden rivayet edilen hadisler teşkil etmektedir. Halbuki Resulü Ekremden hadis rivayet

edenlerin

bilerek, bilmeyerek bu gölgeli ceplıeyi bir derece da­ ha muzlimleştirdiler.


MEZHEP CEREYANLARI

71

Binaenaleyh bunun İslâmın ruhu dmisi üzerinde ne kadar muzır tesirler uyandn^dığını yine muhaddişlerinin yüksek hassasiyet ve tetkikleri anlatmak­ tadır. Sahih Müslim sahibi kitabınm başında din vaz’ına istinaden yalan söylemenin memnuiyeti hak kında bizzat yine Resulü Ekremden rivayet edilen meşhur ve mütevatir salih hadisleri birer birer nakl­ etmek mecburiyetini duymuştur [1]. İslâmda dünya milletlerinin hiç birinde olmayan mühim bir ilmin vazedilmig olduğunu ve buna da (Nekdü-r-ricâl) ve (Cerh vet-ta’dil) ilmi denildiği (usulü hadis) âlimleri tasrih ettikleri Sprenger gibi salâhiyettar Garp alimlerinin de itiraf ve tasdikleri altındiidır [2]. Asıl bu, dini sahih mevzuların haricinde kalan i'esadatın girişmiş kapıları ve yığmak sahaları, sırranî ve bâtmî işaretleri tevsiile eski dinlerin içinden in­ tihap edilmiş olan itikatların birleşmesinden mey­ dana gelen tasavvuf hudutlarıydı. Ve bütün bu ha­ rekâtı sevk ve idare edecek derecede bir tahavvül ve ihata gösteren de yine ayni yolların sistemleşmiş olan neticeleriydi. Şiai Bâtıniye ile Kerrâmiye fırkalarımn vazet­ tikleri hadisler ile siyasî emeller istihdaf eden daha diğer mesleklerin liderleri de bu yalancılarm hemen birincilerinden addolunurlar. Millî kudretlerini yeni galebe eden fikirler karşısında müdafaa edemeyecek derecede zayıf ve acze düşen bütün zümreler, hep bu karanlık buçaklara sindüer. Oralarda ise hiç durma[1] Sahihi Müslim, C. 1, S. G, İstanbul tab’ı. t2] Naklî İlimler Tarihi ; Tahir Harimî.


72

TÜRK TARİHÎNDE

yıp dinlenıneksizin gizli gizli teşkilâtlar vasıtasile yeni fikir hareketlerini boğmağa, karıncalı sofist akideler yoÜle Islâmın resmî imanından doğan sahih ve salim kanaatleri birer birer bulandırmağa uğraş­ tılar. Eshabı Sıffa ile mutasavvıfa arasında münase^ bet yoktur. — İslâmın ilk devirleri ile asrı saadette yaşayan ve kendilerine münhasıran verilen bir nam ve ünvan olarak tanılan Eshabı Sıffa ile bilâhare ta­ rihin müteakip devirleri arasında müthiş hâdiseler ören mutasavvıfa akidelerinin hiç bir veçhi münasebeti yoktur. Mesleki tasavvufu eshabı Sıffa ile birleş­ tirmek hareketi mualıhar devirlerin mahsul fikriydi. Bu, bid’at ve dalâlet mezheplerüe bilhassa Şia ve rafızîler üzerine çevrilmiş olan husumetlerden ko­ runmak maksadile Sünnî sufîlerin eseri icadı veyahut da İslâmiyetin resmî ve m\ıayyen akidelerini tanıma­ yan diğer mezheplerin bir meşruiyet rengine biirümnek sevdası ile ortaya attıkları rivayetleriydi. İran zerdüştileri, hıristiyan keşişleri ve o asırlarda İslâmiyetin d:oğum yerine civar olan diğer muhitlerden akın eden kültürler ile bu dinlerin^^aynaşması, daha Emevî devirlerinde îslâmın mezbut itikadatı içinde dönüp dolaşıyordu, Kinnesrin ve Nusaybin gibi Suriyedeki ilim ve tefekkür ocağı olan medreseler, Cündu Şabur kili­ sesini sinesinde taşıyan büyük şehirlerin eski sakin­ leri Samdaki Halife saraylarında kendilerine hâs yüksek birer mevki temin etmişlerdi. Ehtal gibi hı­


MEZHEP CEREYANLARI

73

ristiyan şairlerden başka İskenderiyenin sönmüş olan medreselerinden Emevî prenslerinden F eyle sof-ül-Arab adını alan Hâlid, birtakım müderrisleri Suriye saraylarına davet etmişti [1]. Tam bu sıralarda İslâmlar, fetihler dolayısile bir çok dinlerin ve felsefî birer mezhep taşıyan muhtelif muhitlere doğru durmaksızın ilerileyorlardı. Abbâsî halifelerinin çok hararetli terceme ve te’lif faaliyetle­ rini teşvik ettikleri devirlerde ise Yunan, Lâtin, Sür­ yânî, Hind, Kibt, Nebtî lisanlarından yığın yığın âsarın Arapçaya nakli dolayısile o akvamın ilmî ve harsî varlıkları İslâmın der ununa dökülüyordu. Vel­ hasıl bu kadar muhtelif ve mütenevvi tesirlerile meydana çıkan mutasavvıfa sâlikleri bidayette hep Araptan gayri olan ırklara mensupdular [2]. Tasavvııfî mezheplerin inkişafı. — Uzun bir dar­ be yemekle ezilmiş olan Ümemi dahîle — Arabdan gayri olan ırkların duçar oldukları yeis ve füturun tevakkuf ettiği huzur ve sükûn ocağı, yâni tasavvuf, bilâhare daha müsait zeminlerde inkişaf yolunu bul­ du. Abbâsîler, askerî satvetlerini İranlılar ve onları müteakip Türkler vasıtasile temine muvaffak olduk­ tan sonra., bu gibi mezhepler ve tarikatler de mesai istiS:ametlerini değiştirdiler. Artık sahibi huruçlar çıkarmak, ihtilâller kuran siyasî hareketlere pişdarlık yapmak ve mehdiler salıvermek gibi biribirlerini takip eden isyankârlar teşebbüsleri kısmen terke ti] Tarih-ül-Hükema :

İbni Kıftî,

Ra^ıp

Paşa kütüp­

hanesi, yazma nüsha. Güneydi Bağdadî, Habibi Acemî, Yusufü Henıedanî gi­ bi gayri Arap zevat bu meyandadnIar. (Reşehatı Aynil’hayat) a bakınız.,

(Nefehat-ül-Üns)

ve


74

TÜRK TARİHİNDE

mecbur oldular. Ruh ve akideler üzerinde yürümek suretile ayrı birer iman yolu intihap ederek faaliyet­ lerine devam ettiler. Bütün bu uzun inkılâplar arasmda tasavvufî mezheplerde birçok anâsırı ecnebiyeden gı dalanmak suretile hızlarım bir derece daha arttırıyorlar, Türkistandan Efgan, Hind, İran ve bü­ tün Anadoluyu ihata etmek şartile batı uçlarına ka­ dar yayıUyorlardı.

Sûîiyye tai'ikatleri nasıl teessüs etti? — İslâmiyetln ilk asırlai’mda yaşayan bir zühd ve tekva yolu vardı. Hayatlanm dinî zühdün içinde eritmeği gaye «dinen bir sınıf yaşıyordu. Fakat onlarda ne mu­ ahhar ttiusavvufun vazettiği nazariyeler, ne de muay­ yen usullere raptedilmiş âyin şekilleri mos?cuttu. Eımlar tasavvuftan ziyade sırf harice ve âfaka bağlı olan tarikatler tarafından tesis edildi. Ve ille sufî adı­ nı alan Ebû Hâşim-üs-Sûfî’den sonra Hicretin üçün­ cü ve dördüncü asırlarında bu sistemlerden doğmuş daha birtakım tarikatler peyda oldu. Ve müteakip asırlarda ise bu nevi tarikatler icat eden tarihi ta­ savvufta tanınmış birçok şahsiyetler eriştiklerini gö­ rüyoruz [1]. _TarikatIerin Edyaııı kadinıeden topladıkları aki­ deler. — Bütün bu tarikatler intişar ettikleri sahamn vâris olduğu eski akideleri de kendi bünyelerine ilâve etmek suretile muhite intibakı esas prensip ka­ bul ettiler. Gerek Iranda, gerek Hind ve Tûran gibi müteaddit tesirlerin altında asırlarca yaşamış olan [l'ı Ayni menbolara b&kmız.


MEZHEP CEREYANLARC

75

muhitlerde zuhur eden tarikatler, hep ayni simayı göstermektedirler. Hayat ve maişet akvam ile müterafik olarak Suriyeden tâ Türkistana kadar dairei sirayetini tevsi eden bu hareketler, hızmı kaybetmeden devam etti­ ler. Hicretin ikinci asrmdan başlayarak Mısır, Suri­ ye, Irak, İran, Hind, Maverâünnehir, Türkistam iha­ ta etmek şartile bu cereyan zerdüşt, maniheizm, mazdeizm gibi İran dinî tarihinin muhtelif safhalarından atlamış olan akidelerin teressübatı ve Hind panteiz­ minin dolgun nazariyeleri bu tarikatlerin en ziyade kıymet verdikleri esaslardan sayıldı. Bâtınî zümreler arasmda Bektâşilik gibi Türk İçtimaî hayâtında nâfiz bir rol oynayan muahhar tarikatlere gelinceye kadar bilûmum tarikatler bu ma­ hiyettedir. Mülga dergâhlarda gördüğümüz çifte Ali levha­ ları ve hurûfiliğin yaşattığı dâvanın mahiyatına aid bütün izahatı dinlediğimiz zaman bu husustaki [1] te’villerden muhakkak derin bir hayret duyarız. [1]

Tezkirei

Eflâld’de

(Evhadeddin Kirmanı) ile (Şeha-

beddin Sülıreverdî) arasında cereyan eden bir hâdisederı bah­ sedilmektedir. Mecazî Aşk namı verilen ve tasavvufta (El’meca2i mukantarat-ül-Hakika )

diye bir

tekâmül

merhalesine

işaret telâkki edilen ve sevdaya tutulmuş, bu meyanda genç­ lerin yüzünde Allahın cemalini seyrettilderini iddia eden züm­ renin arasmdcı (Evhadeddini Kirmanı) de tanınmış simalardandı. O (ben mehtabı havuzunda seyrederim) der imiş. Bunu duyan <Şehabeddin) Kirmanîyi levm etmiş maJıbupperestliği Harreti


76

TÜRK TARİHİNDE

Tarikatleriii Türk aşiretleri arasına yayıhnasL— İptidaî ve basit hayat şaıiıları içinde ya§ayan Türk aşiretleri arasına giren ekser tarilcatler ise, hep ayni iddiayi ileri sürdüler. Bilhassa, göçebeler arasında taammüm eden Şiai Bâtıniye tesirleri bu kütlelerin mukadderatı mezhebiyelerini ve Küçük Asyada te­ şekkül eden muhtelif Tüıic hükümetlerinin siyasî vaziyetlerini kaç bin defa altüst etti. Selçukîlerin da­ ha bidayeti saltanatlarında Tuğrul tarafından Anado­ lu fetihlerine memur edilen Selçukî emirlerinden İbrahim İnal ve Afşin gibi- muktedir harp erlerinin sevk ve idare ettikleri o devirlerde resmî ehli sün­ net itikadının haricinde kalan pek çok kimseler mevcuttu. Mısır Fatımî dâîleri İran, Tuharistan, Türldstan mıntakalarında Alevî propagandalaırı ile tamamile Sünnîlikten kaymış olan kütlelerin artık mezhebi bir teşekkül haline geldikleri görülmekte idi. Esasen Tuğrul zamanında Azerbaycan ve İran taraflarına gönderilen Süleyman bin Kutulmuş ora­ larda ne kadar Türkmen boyları varsa kendi sancağı altına topladı. Büyük küvetlerle Kafkasya ve Ana­ dolu şarkîye doğru akmlara başladı. Gittikçe nüfu­ zunu arttıran Süleyman Tuğrulun evahiri saltanatına doğrü~ısî^n etti. Maiyetinde bulunan Türklerle İra­ na çekildi. Bâtınî müntesiplerinin en ziyade faaliyet devrelerile umum Türkmenler arasındaki hummalı muMevlâna’nın da reddettiğini ifade eden şiirlerinden birkaç paryaj'i Eflâkî

kaydetmektedir,

Burak.' babanın Tanrı

çocuklara secde ettiğini mehazlar yazıyor.

diye genç


MEZHEP CEREYANLARI

77

vaffakıyetleri, Türklerin Iranda bulundukları (M. 1063 H. 456 senelerine tesadüf ediyor, Selçukîlerin istilâlaları esnasında pişdarlık va­ zifesinde kullanılan Türkmenler ve yine bu boydan ayrıirfıış olan diğer oymaklar.dan mühim bir kısmı da Elcezireye ve oradan Suriyeye gelip yayıldılar. Malezkirt harbinden sonda Azerbaycan ile di­ ğer mahallerde oturan Türkmenlere Şarktan birçok kabileler daha gelip iltihak ettiler. Bizans hudutlarına yerleşen bu kabüeler, Kızıl Irmak nehrini geçip Galatya kıt’asını yağma etmeğe başladılar. Süleyman bin Kutuhnuş Kızdırmakla Karadeniz arasındaki memleketleri fethe Sultan Melikşah Selkuçî tarafından memur olduğu zaman bu yeni fethedilecek olan yurtlara iskân olunmak üze­ re yüz bini mütecaviz bir Türkmen ordusu maiye­ tine verilmişti (M:"i 074, H. 467) [1]. Türkleriiı yüksek mevkileri. —- Esasen Bağdadın Selçukî padişahlarının nüfuzu altına girmesi ve Abbâsîlerle Selçukîler arasmda bir sıhriyet teessüs et­ mesi üzerine Türklerin manevî mevkileri bir kat daha yükseldi. Ve pek mühim makamlara tayinleri esba­ bını temin etti. Tuğrul, Alp Arslan, Melikşah devir­ lerinde ardı ve arkası kesilmeyen Türk muhacirle­ rinin Bağdad pazarlarında esir olarak satılmaları ve bu üseranm pek çok kısmınm da Halifeler tarafın­ dan iştira edildikleri görülmekte idi [2] ri] Osnaanh Tarihi, Medlıal : Encümen neşriyatı. [2]

Türk ve Moğol Tarihi ; Deguignes, Hüseyin Cahid terce-

mesi, C. 3, S. 209.


78

TÜRIC TARtl-JİNDE

Bilhassa Elme’mun ve Elmutasmı devii’lerinde 'rürk asilleri Abbâsî halifelerince hörmet ve itibar ile karşılanıyorlardı. Türideri avlamak içiiî çevrilen entrikalar. — Hulefanm muhtelif itikadı ve siyasî telkinlerle mütema­ diyen çıkan ihtilâllerde mühim bir istinat telâkimi et­ tikleri Türk kuvvetlerinin artık muhâsım partilerce avlanmaları zarureti hâsıl olmuştu. Eski Türk dini­ nin bir takım inanışlarile Şiai Bâtıniye fırkalarmm arasındaki müşabehetlerden büyük istifade köprü­ leri kuruldu. Bu hususta en ziyade Hazreti Ali bin Kba Tâlib’in şahsiyeti ilâhlaştırıldığı gibi ona Türk ilâhlarının en büyüğü olan ve göğün en üst katında oturan Karahan’a mukabil bir makam verildi. Bu kadar hallan içlerinde çöllilerden ziyade mu­ hakkak ki, Irakın, Mısırın, Suriyenin vuzuhsuz alâdeler taşıyan ve kendilerine mezhebi bir istikamet cizemeyen muhtelif unsurların da mevcudiyetleri anlatılmaktadır. Diğer taraftan hanedanı Ehli Beyte mulıabbet taraftai’hğile ortada dönen samimî telkinler, bir fikri mahsus ile bulandıkça bulandırılıyordu. Nihc^yet birçok hâdisatın yardrmlarile tamaınile karanlık bir cephe alan bu fikir manzumeleri daha ziyade muahhar de^virlerde dallanıp budaklandı. Mis^ tik ve felsefî nazariyat vasıflarile tarikatlerin reklârü ettücleri efkârm mümessili mevkiinde bulunan Rind, Kalendei’ ve babaların Türk göçebeleri üzerinde tesüleri günden güne ehemmiyetini arttırıyordu. Bağdadın binbir renge boyanan muhiti itikadı ile te-


MEZHEP CEREYANLARI

7Q

maşmı arttıran Tûranîler, hiç şüphesiz bu telkinlerin cazibelerine tutuluyorlardı. Hurrem ve Babek gibi din ve mezhep kuran müddeilerin karşısında Bağdad hilâfet makamı bir kuvvei tenkiliye olarak hep Türkleri kullandı. Ayni 2:amanda yeni bir dâva ile ortaya atılan partiler de kendi itikad hudutlarına aşırmağa muvaffak olduk­ ları birçok Türk boylarını daima ellerinden tutuyor­ lardı. BâtınîîeriK\ jîiiiessir propagandaları. ~ Biz öyle düşünüyoruz kİ Cengiz hâdiseleri dolayısile Celâleddin: Harzem Şah Menkübertiye yardım için îtil boy­ larmdan başİ93.'/^Ti Türk akınlarma takaddüm eden zamanlardan itibaren Mezepotamya kıt’asına daha .•iyak basmadan [1] bu propagandaların tesirlerini de beraber taşıyorlardı. Abbâsîlerin hâkim oldukları muhitlere gelir gelmez bu tesirlerden âzamî istifadeyi kaçımaayan Şiai Bâtıniye dâîleri daha faal bir mevki kazandılar. Büveyhîler gibi Abbâsîlere hasım olan Kutbüddin Muhammed Harzem Şah’ın hilâfeti Hazreti Ali evlâdma tahvili için filen teşebbüslere giı-işmesi Türk1er üzerinde çok kuvvetli tesirler yaptı [2]. tll Türkler, büyük hanlıklar zamanında lıü § nehri boyile Altay dağlannda oturuyorlardı. Kendileri garp akvamı im­ paratorluklar ma tâbidiler. Fütuhat, hudutları Romaya dayandı. Vaktile mek

Volga

üzere

nehri

ayrıca

civarmdaki bir

Türklere

kumandanlık

tesis

nezaret

et­

ettiler,

İşte

bir taraftan cenuba inenler ile birlikte, diğer taraftan Bosfor luyılanna kadar gelen Türkler buralardan geliyorlardı. Türk ve Moğol Tarihi, C. 2, S. 487. [2] Kutbüddin Mehmed Harezmşah Abbasi halifesi yerine-


'80

TÜRK l ’ARİHİMDE

Şiîliğin büyük mü<iafii olan Büveytülerin. askeriie Harzem Şahların oi'dusunu teşkil eden Orta Asyalı Türkmen boyların,ın daha bvvralara hicretlerin­ den evvel Islâm olanları da pek çoktu. Fakat İslâmiyetin hakikî bir vuzuh ile muayyen olan itikatları­ nı bilmiyorlardı. Moğol istilâsında Bâtıııîleriıı ı^'olîeri.-— Moğol istilâlarile başlayan hercümerçler neticesi daha bir­ takım kıt’alar altüst oldu. Bu hâdiselerin cereyanı esnalarında Şiai Bâtmiyenin tahri5i%.ı’.Üe Moğol me­ zalimi daha ziyade genişledi, g'Nişabur şehir­ leri tahrip edildikten sonra Mazeı^dar^iı ülkesine doğ­ ru ilerileyen Moğollar şehirdeki Şi^?«srin teşviklerile bütün Sünnîleri öldürdüler. Ve bu mefsedetkârane harekâtın ne kadar ahlâkî bir düşkünlüğe delâlet et­ tiğini ihtimal anlatmak için bu sefer dönüp bilûmuuı Şiîleri katlettiler [1]. O sıralarda Şiai Bâtmiyenin dâîi a’zamlık mer­ kezinde Nûreddin Muhammed Sâni oturuyordu. Bağdaddaki mühim Şiî teşkilâtı Elemut’un propagandası ile bütün Bâtınî âlemini idare eden bu büyük mer­ keze iltihak etti. Süiini mutasavvıflar ve tarikatler. — Beşmci asi'in-soîîlaı^ında Yûsiif Hemedani halifeleri Sünnî birer Sâdattan iSeyj'id Abdülınelik Tirn>izî) yi geçirmek üzere iken Moğolların taarruza başladıkiannı

duydu. Halife ( Ennâturül-

lah. ) bi.tn.dan son derece men-üiım oldu.

Kutbüddin,

memle­

keti müdafaa etmek için geri döndü, Şeyh (Şehabeddini Süherverdi) iîavarezmşalnn huzurımda Abbasilerin l‘ezailini t»dat eden

u z lu x

bir nutuk ix*at ettiği zaman, Kutbüddin’in pek şid­

detli mukabelesine maruz kalmiştı. tl] Sahaifül’ahbar, C. 2, S. 675.


MEZiîlSP CB21BYANLARI

81

inübeşçir sıfatile İslâm dünyasının muhtelif sahalcirında birer birer faaliyete geçtiler. Ve en başlı hulefadan Hoca Ahmed Yesevî Türkistanın ekser şehir­ lerinde zaviyeler açmak suretile kendi namına aynca bir tarikat kurdu. Altıncı asrın iptidasında Yesevîlik Siriderya, Suğut, Ms^veraünnehir hudutlarmda taraamile yerlemig bulunuyordu- Tarikatin müessesi ûlan Ahmed Yesevînin şiirlerinden mürekkep olan Divanı hikmefi ellerde bir nüshai mukaddese gibi dönüyordu, Vaktile Bağdad Alevî mübessirlerile Mısır Fatımî dâUerinin yaptıkları telkinlerin önüne bir set olarak dikilen Sünnî Yesevîhk, diğer tarikatlere nazaran saf ve tereddütsüz bir iman yolu açı­ yordu. Halbuki Cenuba doğru hareket eden Türk boy­ ları yeni muiiitlerde karanhk akidelerin buğu altmda kalıyorlardı. Şiai Bâtıniyenin nüfuz ettiği diğer taTikatlerin neşriyatı ise Yesevîliğin şeriatperest telkinatını daima zâfa düşürüyordu. Bunun neticesi ola­ rak Yesevîlikten ayrılan ve yedinci asırda Maveraünnehir ve Suğud ülkelerinde yerleşmeğe uğraşan Nakşiîlik de ayni hararetle Şiai Bâtıniye dâîlerinin peşini bırakmıyordu. Ve adırn adım Garbe inmeğe_ devam ediyordu. Sünniliğin dinî asıllar halckındaki hükümlerine sadık kalan bu iki tarikat, Ehli Beyte muhabbet ve hanedanı Aievîyeye taıaftarlık itibarUe diğer Şiai Bâtıniye kolları ile bir aynlık göstermiyorsa da bü­ tün itikat ve inanış yollarmda îslâmm resmî akide nizamnamesinin haricine de taşmıyordu. Sünnî tarikatlerîn intişarı. — Siyasî ihtiraslarla


82

TÜRK TARİHİNDE

medresenin husumetinden kendisini korumuş olan bu tarikatler, intişar sahalarını şayanı hayret bir de­ recede tevsia muvaffak oldular. Hattâ bu hudutlar iç Anadoluyu içine aldı. Yesevî ve Nakşî dervişleri Maveraünnehirden Konya Selçukılerinin hâkim ol­ dukları memleketlere kadar yayıldılar. Esasen Semerkandin Moğol kuvvetlerinin istilâ­ sına uğramasına takaddüm eden zamanlar zarfında meşhur Necmeddin Kübrâ halifeleri Garbe inmiş bulunuyorlardı. Kutbüddin Harzem Şahın ülkesin­ den hicrete mecbur edilen Sultan-ülUlemâ Behaeddini Veled’in Bağdad yolıle Malatyaya gelmesi ve bu hareketlerin daha sürekli olduklarına ehemmiyetli bir işaret veriyordu [1]. Tarikatlere karşı hallun temayülü. — Abbâsı ha­ lifelerinin yanında itibar ve mevki sahibi olan büyük şeyhlerden Şehabeddin Sühreverdi gibi diğer zinüfuz mutasavvıfların halk üzerinde yaşattıkları ehem­ miyeti sulta neticesi tarikatlere karşı daha derin temayül hisleri yükseldi. Orta Asyamn uğradığı fe­ laketler karşısında ye’ese ve ıztıraba düşen bu mu­ hitler halkı, tasavvufun sükûn ve rahat verici havası içm<^ kısmen kendilerini avutuyorlardı, Anadolu ise bu felâketleri görmedi. Konya Selçukî'Sultanı Alâeddini Keykubad’m Moğol hâkâmndan Ahtacı ünvanını alması üzerine bir hükümeti tâbia mahiyetile Moğol istilâlarmdan bu ülkeyi kurtardı [2]. [1] Tez]cireî Eflâkî. [2] Konya Selçuldlerinin sukut başlangıcı olan (Giyaseddini Keyhüsrevi Sani) nin Köse dağı mağlûbiyeti (H. 640) üze­ rine,: Moğolların nüfuzu

Anadoluyu kapladı.

Ve bir Moğol


MEZHEP CEREYAIVTLA.RI

83

Aııadoladakl tarikatleıin bağlı oldukları merkez­ ler. — Anadoluda intişar eden tarikatler esas ve kök iti'barile İran ve Horasan, Irak mıntakalarına bağlı idiler. Menşei İranı olanlar âyin ve usul itibauraunıî valisi suJh ahkâmı- olmak üzere Alctaıay şehrinde otu­ ruyordu. Memleketin siyasî vaziyeti iamamile değişti. Bu iitrat devrinde

(Celâleddini Hareznışah)

orduları ile Orta Asyadan

gelen Şia’i Batıniye dervişleri artık Anadoluda devletin takiba­ tından tamamile kurtulmuşlardı. Selçukilerin memleketlerinde yerleşen Sünnî şeyhlere mukabil, Şiî ve Batınîülmezhep babalar tarafmdan

biribiri

ardı

zaviyeler açılıyordu.

(Sultan Mes’ud

Evvel) in Amasyadaki meşhur tekkesine (Baba İlyas Horasanı) gibi Şia’i Batıniyenin en namlı bîr dâisi post nişin oldu. Vaktile İlhanilerin saraylarında mevki sakibi olan Şiî âlimleri Kon­ ya Selçukilerinin Moğollara bir hükümeti tâbia halinde mer­ but olmalanndan bil’istifade buralara yayıldılar. Bilâhare Selçuldlerin inkırazile

Anadoluda başlıyan

(Tavaifi

Mülûk)

ün

bir istinat mahiyetile bu şeyhlere ehemmiyet verdikleri görüldü. Osmanhlarm bidayetinde (Osman Gazi) nin kayınpederi (Şeyh Adebali) ile (Yıldırım Bayezid) in eniştesi (Emîr Şemseddini Buharı) ve meşlıur (Geyildi Baba), Abdal Musa), (Kum­ ral Baba), daha birçok Şia’i Batıniye dâileri namına zaviyeler yaptırıldı. Buralara büyük vakıflar bağlandı. Kaz dağı yamaçlarmda oturan bilumum Yürüklerin haraç rüsumları (Emîri Bu­ harı) zaviyesine tahsis edildi. [Edremit kazasmın Mülga M ehakimi Şer’iye Sicilleri], Kirmastıda

(Geyikli Baba) için ya­

pılan zaviyenin vakfiyesinde padişahın küple rakı kaydettirdiği görüldü. [Amasya Tarihi], İkinci Muradın ise her şehirde mu­ hakkak bir tekke inşa ettirdiğini tarihler kaydetmektedir. Üçüncü Muradm tasavvufî şiirlerile Osmanlı padişahlannm ara­ sında bir hususiyet göstermekte olduğunu biliyoruz. (Fatih) in ulema ile şeyhlere verdiği ehemnuyet o kadar yüksekti ki, Maveraünnehir meşayihine pek çok ihsanlarda bulunduğunu Mevlâna (Câmî) ye gönderdiği paralardan anlıyoruz. (Hoca Übeydullahı Ahrâr) halifelerinden (Şeyh-ül-İlâhii Semavî) yi Edremidden alıp İstanbula getirdi. Türk mutasavvıflannm ulularmdan (Sadreddini Kunevî) nin meşhur eseri olan (Cem -ül-


84

TÜRK TARÖÖNDE

rile eski ateşkedelerin ve bütün Farsın hurafe ve üsturelerbıi taşıyorlardı. Horasan ise Anadolu düıi tarihindeki âşıklar, Kalenderi, Hayderî, Edhemî, Şemsi, Bektaşî, Hurûfî, Noktavî gibi muhtelif kaynak­ ları temsil eden ve Horasan erleri namı altında top­ lanan zümreleri sinesinde toplamıştı. Nasıl ki Har­ bem de İslâm kelâm mezheplerinin o devirlerde en başlıca kaynaklarmdandı. Tarikatleri tesis eden yabancı unsurlar. — Ye­ dinci asır İslâm âleminin tasavvuf cereyamna en zi­ yade maruz kaldığı bir devreyi gösterir. Ed. Blochet gibi maruf müsteşriklerin fikirlerine bu hare<ket ârî ruhun samî ruha karşı tam bir galebesi de­ mekti. Fakat Arab zekâsı da bu cereyanm karşısın­ da sükût etmedi. Ve mukabele bilmisile kalktı. Ahmed Bedevi, Ebülhams-ül-Şazelı, Ahmed Hufâî gibi irken Arap ve Afrikalı tarikat müessisleri çıkardı. Bu cereyanlar, gerek İslâmm dini ruhundan doğmuş bir yol olsun, ve gerekse başı Hindistana bağh olan panteizmin bii' seyri olarak İranın siyasî idealinden sızmış uyuşturucu bir telkin telâkki edilsin, tasav­ vufu doğuran ecnebi unsurlai'a mensup gayri Arap İslâmlardı. [IJ. Gayb) isinıli eserim şerhettirdi. İstanbulda Zeyrek yokuşıuıda namına bir de zaviye inşa ettirdi. (Vilâyetnamei Hacı Bektasv VeliyyülHorasanî) ye nazaran nasip alanlar ara.smdadır.

(Osınan Gazi) de

Hünkârdan

Yine ayni menba’ Garbi Anadolu

fütuliatı Hacı Bektaş halifelerinin ellerile olmuştur, diyoz*. CBu bapta Vilâyetnameye Mevlâna Câmî’nin (Neüehat-ültîns) iercemesine ve «Tarihte Edremit şehri» namile yazdıs'ımız «sere, «Siret Celâleddiııi Menkubemî» ye, «Amasya Tarihi* ne, Kecip Asım Beyin «Türk Tarihi* ne bakınız ]. [1 ] Bu bapta daha esasü tetkiklerimiz (Naklî İlimler Ta-


MEZîIEl^ CEREYANLARI

85

Bu itibar iledir ki birçok tarikatler yerleştikleri muhitlerde millî rulıım en bariz alâmetlerini il’ade eden âyinler ile ibadet ediyorlardı. Türkistandald Yesevîler Eski Tiirk Şamânîlerinin hareketlerini taklit ettikleri gibi aslen İranlı olan tarikatler de hep Acem mûbitlerinin âyinlerini ihya ediyorlardı [1], Başıboş Tüırk kabilelerinin karışık akideleri.— Tiirklerin Şark ve Garp hükümetlerinin inhilâlinden sonrâ Maverâünnehri ve Soğut havalisinde başı­ boş dolaşan Türk kabileleri Arap hariciliğinden tu­ tunuz da (Mânî) ve (Mezdek) gibi İranda doğmuş dinlerin her türlü tezahüratından nişan verecek bir İcanşıklığa düştüler. Küfeden nakledilmiş olan elli bin hane Irak Nebtileri ve Suriye Nuseyrîleri gibi muhtelif anâsırın itikadı tortuları eski Nesturi ve Yakubî hıristiyanlarile Şâmânîlerin ihtilâtatı hep bu Tûrânîlerin manevî âlemlerinin havasını tevskil ediyor­ du. Bilâhare Türkler arasında görülen türlü inanış yollarının muhtelif anâsırı buralardan toplanımstiBundan dolayı ki Oğuz göçebelerinin itikatları ara­ sında çeşit tezatlar görülüyordu. Bu akidelerin menbaları. — (Sâmânî) (Gaznevî) ierin hâkim oldukları muhitler ile bilâhare İran Selrihi) naiiundaki mufassal eserimizin kelâm tarihinde Mu’tezile mezhebini izah ederken yazılmi-stır. Oraya bakınız. [1] Anadoluda intişar eden tarikatlerin arasında bulunan. Mevleviliğin beyaz

tennareli âyinlerile

alesiıerestanın beyaz

>iiinrıamyeli ibadetlerinin şebabeti sayanı nazardır. Anadoluda Acem edebiyatını en ziyade tanıimde Mevleviğin büyk tesiri vardır. (İran Edebiyatının Edebiyatmııza Tesirleri) namı altm<Ja münteşir (Süleyman Nazif) in makalelerine bakmız. [Ede­ biyatı Umumiye Mecmuası.!.


86

TÜRK TARİHÎNDE

çukîlerinin teşekkülleri esnasında bu muhtelif itikat­ lar bütün hararetile devam ederken bunlarm menbalarından Sultan Mahmud Gaznevî’nin Hint sefer­ leri dolayısile haberdar olundu : Budizm, Brahma­ nizm, ilâh... gibi Hint dinlerinin mahiyetleri öğ­ renildi. Ebû Reyhan Ahmed Birunî gibi Budist ma­ betlerinde senelerce yaşamış ve tetkikler yapmış elıliyetli âlimlerin eserleri çıktı [1], Selçukîler, hükümet kurdukları zaman Bağdad hilâfetine düşmüş olan Mısır Fâtunîlerile esasen Şianin Nezariye şubesi mensuplarından ve hükümeti Melâhade reisi ve bütün Bâtınîlerin sahibi âzami Ha­ şan bin Sabbah’ı önlerinde gördüler. Bâtınîlerin Moğollar arasına karışmaları. — Bi­ lâhare Moğol istilâları başlar başlamaz bu kadar ka­ rışık itikatların teressüplerile vicdanî teşekküllerini kaybetmiş olan mühim kütleler, Moğol ordularının arasına karıştılar. Bâtıtıîlcrin Harzem Türklerine musallat olmaları. — Konya Selçuk sultanlarından Birinci Alâeddin Keykubad zamanında Halaç ve Kapçak gibi Türkmen kabilelerinden pek kesif kütleler de Garbı Anadoluya doğru yerleşiyorlardı. Celâleddin Harzem Şahm bazı hareketlerinden memnun olmayan diğer kabilelerle Harzem Türkmenleri Selçukîlerinden gördük­ leri riayelle memleketin müdafaa kuvvetlerini teşkil r.l] Alıvalürhind ; Bu mühim eser, İstanbulda Köprülü Mehmet Paşa kütüphanesindedir. Yazma. [ Bu eser Sachau) tarafmdan İngilizceye terceme ve neş­ redilmiş olduğu gibi, türkçeye de Kıvamüddin Efendi tarafın­ dan terceme edilmişse de, henüz basıLmamıştır.'J. H. Z,


MEZHEP CEREYANLARI

87

ediyorlardı. Ve bu maksatla Selçukîler, onlara yurd verdiler. İkinci Gıyaseddin devrinde ise Amasya Bâtınî merkezinin içten içe yaptığı tesirler ile bu Harzem Türkleri, Selçukî memleketlerinden tardedildiler. Halep, Suriye, Elcezire semtlerine dağıldılar. Konya sarayının hasmane bakışlarından kuşkunlanan Şiai Bâtıniye dâîlerinden büyük bir parti de bu Türkmen boylarile hicret ettiler. Harzem kıt’asmın mezhep münakaşalarile pek çok hâdiselere sahne olmuş bir muhit bulunduğunu takdir eden Bâtınî dâîleri, Har2 emlilerin Konya Selçukîleri tarafından kovuhnalanm tam bir fırsat telâkki ederek bütün kuvvetlerile kendi akide ve dâvalarını tasavvufun derunundan geçirmek suretile neşre koyuldular. Babaların avam üzerindeki telkinleri. — O asır­ larda bu muhitlerde haylice taammüm eden tarikatlerin başında Melâmîler, Haydarîler, Kalenderîler bu­ lunuyordu. Vaktile Al Danişmendin Bizans üzerine yaptıkları taarruzla Garbî Anadoluya doğru yayıl­ mış olan İslâmiyet, Mısır Fâtımî dâîleri tarafından is­ tismar edilmiş ve Suriye Bâtınîlerinin telkinleri yü­ zünden halkın itikadı üzerinde karıncalı inhinalar başgösteriyordu. En ziyade avama hitap eden Babalar, şehirler­ den ziyade göçebeler arasında ve yurdun ölmelerinde barımyorlardı. Münevver muhitlerden oldukça uzak kalmak dolayısile asırlardanberi yığılan hurafelerle yıpranmış nakilleri bir veli tipi ile anlatıyorlardı. Ve her vuzuhsuz hâdiseyi, bir hârika ve keramet olarak tasvir etmeklik bıı zümrenin mebzul menbalarmdandı. Bedevi ruhunun hoşlandığı koşmalar, rubailer.


88

TÜKK TARİHİNDE

destanlar hep bunlarm ağzından dökülüyordu. Türk­ men babalan Oğuz boylarına anlayacakları bir lisan ile efsane ve masalları ilahı bir renge boyayarak an­ latmakta derin bir zevk alıyorlardı. Cengiz hâdiseleri neticesi Anadoluya doğru bü­ yük mikyasta derviş kafileleri hicrete başladıkları zaman Necmeddin Kübrâ, müridlerinden mühim bir kol da Osmanlı Devletinin teşekkül ettiği uç Anadoluyo kadar geldiler. Allmcı asırdaki mcşahiri mutasavvıfa. — Altın­ cı asırda Bağdadda Abdülkadir Geylânî, Şeyh Şehâbeddin Sühreverdî, Konyada Mevlâna Celâleddin Rumî, Endülüslü Muhiddin Arabî, Lem’ât müellifi Fahreddin Irakî, Evhadiddin Kermânî, Sadreddin Konevî gibi adetleri sayılamayacak kadar çok olan tarikat pirlerinin neşriyat ile meşgul oldukları görül­ mektedir. İslâm muhitlerinde tasavvufun en revaçta olduğunu bize anlatan bu meşahirin arasında bilhas­ sa Save’deki Kutbeddin Haydar zaviyesi o asırda tamnmış olan merkezlerin başında bulunuyorduAnadoludaki Bâtınî tarikatleri. — Anadoluda Alevî, Bektaşî, Kızılbaş, Dazalak, Hurufî, Rum abdalr lan, Kalenderîler, Melâmiye, Haydariye, Camiye, Şemsiye, Edhemiye gibi Bâtınî kolları biribirlerini müteakip zuhur ettikleri gibi bütün bu muhtelif yol­ ların dinî hükümlerdeki ihtilâflarına rağmen hepsi de Şiai Bâtınîyede müttehit bir cephe göstermekte idiler. Salâhaddin Eyyûbîniiı tazyUdle Bâtınîlerin etrafa dağıbııası. — (H. 566) yılında Fâtımîlerin en son ha­ lifesi olan Azıd Billahin vefatı üzerine Salâhaddin


MEZHEP CEREYANLARI

89

Ebûbî Mısıra müstevli oldu. Eyyubî hükümeti de bu münasebetle temel taşını atmış bulunuyordu. Mez­ hebi Şafiî olan Salâhaddin Eyyûbî, bütün Şiî âlim­ lerini tedrisattan menetti. Bunun üzerine Sünni mez­ heplerin haricinde kalan nekadar Batınî mensupları varsa Mısırdan ayrıldılar. Ve muhtelif memleketlere dağıldılar. Merkezî bir vaziyette olan Mısır Şiai Bâtıniyesi artık başka başka muhitlere yerleştiler. (H. 553, - M. 1157) tarihinde îran Selçukîlerinin sonu addedilebilen Sultan Sencer evlât bırakmadan öldü. O koca İmparatorluk param parça oldu. Horasan, Irakı Acem, Kerman, Haleb, Şam, Konya Selçukî şubeleri teşekkül ettiği gibi Benî Artıklar, Elgarzîler, Musul ve Haleb Atabeğleri, Erbil, Faris, Sencar ve Azerbaycan Atabeğlikleri namı al­ tında Selçukî valilerinin istiklâli ilân ettikleri gö­ rüldü, İşte Sultan Şalâhiddin Eyyûbînin şiddetine dayanamayan Şiî dâîleri buralara gelmişlerdi. Bâtmîlerin kanlı faaliyetleri.— O devirde Bağdad’da Ebülmuzaffer Elmüstencit Billâh Hilâfet ma­ kamında oturuyordu. Bâtmîlerin daha ziyade faali­ yetlerini arttırdığı bu esnalarda zuhur eden birtakım, hâdiselerde efkârı uniumiyeyi bütün bütün tethiş et­ mişti. Bilhassa Elemut şeyhülcebelleri Şianin en az­ gın bir kolu olan Nezzariyeye mensuptular. İslâm memleketlerinde namlı birçok adamların yatakların­ da hançerlendiği duyulduğu gibi günün birinde de Halifei Abbasî olan Elmüstencid Billâh ın da hançer­ lendiği işitildi. Bunun üzerine Bâtmîlerin aleyhine ve onların küfr ve ilhadma ulemânın fetvaları neş­ redilmeğe başlandı. Ve ille fetvayı da Rüstem darı âlimlerinden ve meşhur fukahadan İmam Fahrülislâm.


90

TÜRK TARİHİNDE

l^ûyânî verdi. Bundan sonderece müteessir olan Bâtınîler, Fahrülislâmı hançerlemeğe muvaffak olduJar [1]. Hilâfet makamında Bâünîlere mümaşat. — Bağdad hilâfet makamı bu adamlara karşı mümaşata mecbur oldu. Elmüstencid Billâhm torunu Er-Nasırüddin Allah halife olunca Şiai Bâtmiyeye teveccilhkâr hareket etti. Onlarm propagandalarına ses çı­ karmadı. Hattâ teşvik edici hareketlerde bulundu. O asırlarda Hulefayi Abbâsîyenin bazıları mezhebeiı Şiî idiler [2]. Sünnîler ile Şiîler arasında eksik olmayan kanlı münazaalar Ennâsırüddin Allah devrinde hafifledi. Şiîler oldukça bir kuvvet ve itibar kazanmışlardı. Fâtımîlerin inkırazından sonra bir asrı mütecaviz du­ rup dinlenmeden devam eden bu çalışmalar, İlhanılerin tarihin huzuruna kuvvetli bir Devlet olarak çıkmaları üzerine bir kat daha ehemmiyetini arttırdı.

i;i] Sahaif-ül-alıbar, C. 2, S. 391, [33 Haymllah Efencli Tai'ihi, C. 1, S. 422.


İLHÂNÎLER DEVRİNDE StAİ BÂTINİYE

Moğolların İslâmlara karşı mezalimi. — Moğol devrinin bidayetlerinde Karakurum saraylarında nü­ fuz sahibi olan Budist ve hıristiyan nâşirlerile karşı karşıya gelen İslâmiyet mensupları çok tehlikeli an­ lara maruz kaldılar. İlhânîlerin daha bir nam ve un­ van almadıkları o devirlerde Cengizin kurduğu bü­ yük İmparatorluk parçalanmamış ve onun yerine Ha­ kan intihap olunan Oktay ise Cengiz yasasının tatbi­ kinde ufak bir ihmale bile cevaz göstermemişti [IJ. Moğol âdetlerinden doğan yasa ahkâmı en zi­ yade müslümanları eziyordu. Ve istilâlaı* genişledik­ çe en büyük tahribat, İslâm memleketlerine ait kahyordu. Bilhassa Kayuk Han devrinde (M. 1246 - H. 646) Müslümanlara çok feci işkenceler yapılıyordu. [1] Moğol Tarihi : Muradja d’Ohosson (bu tarihin birinci cildi Mustafa Rahmi tarafından lisanımıza terceme edilmiştir. Farsça bu mevzuda yazılmış olan eserlerin daha geniş izahlarına rağmen bu muhtasar eserle .şayanı istifadedir.


92

TÜRK TARİHÎNDE

Argon Han (M, 1291 - H. 691) zamanında ise İslâm1ar bİnbir türlü mezalime uğradılar. Moğoliaraı müsUiman oluşîan. — Müslüman nânirlerinin bütün hararetlerile Moğolların Islâm olmalarma ait yaptıkları propagandalar Hulâgû saraylarnıda çok ağır yürüyordu. Ve İrandaki Moğollar arasında da İslâmiyet güç intişar ediyordu. İlhânîlerin dördüncüsü olan Mahmud Gazan (M. 1295 - H. 690) tarihinde İlhânîler tahtına oturdu. O da aynile eslâfının yürüdüğü yolu takip ediyordu. Nihayet Emir Nevruz delâletile İslâmiyet! kabul etti [1]. Bahri Âbadda oturan Necmeddin Kübrâ, halife­ lerinden Sadeddin Hamevînin oğlu meşhur muhaddislerden Sadreddin İbrahim,' Gazanın sarayına da­ vet edildi.' Hakan bu âlimin huzurunda müslüman oldu. Ve dolayısile de tasavvufa intisap etti [2]. Hakanın Islâmiyeti kabulü için en mühim tesiri Kutbeddin Şirazi' ile kardeşi Kemaleddin Şirazi yapmışlardı. Diğer bir müellif bu zatın Sadreddin İbrahim »'de­ ğil, Şeyh Nureddin Keyli halifelerinden Hoca Sadeddin Kutlu Halid Kazvini olduğunu söylüyor. Ayni zamanda Gazan]n yahıız kendisi değil bütün ordu ve maiyetile İslama girdiği nakledilmekteMahmud Gazanın neşri İslâm hakkındaki hik­ metleri. — Ebüleazi Bahâdir Han « Tûli nesünden [1]

Tai'ihi Vassaf ilo Namık Kemal Bey merhumun (, V'’-

mîv Nevruz) isimli eserine bakmız. 121 Tezkirei Devletşah Semerkandî, S. 213. 13] Habibüssiyer, C. 3, S. 125.


MEZHEP CEREYANLARI

93

İranda evvelâ müslüman olan Gazandır. Bu zattır ki îslâmiyetin oralara intişarına pek çok gayretlerde bu­ lundu, Bunun sayesinde İrandaki bütün Moğollar di­ nine girdiler. Gazan dokuz yıl saltanat sürdükten .sonra hicretin 701 inci yılında vefat etti.» diyor [ l } . Gazan hayatında Tebrizin garbinde kendine mahsus muazzam'bir türbe ile Şafiî ve Hanefî mezheplerine mensup fukaha için medreseler, sofilere ait zaviyeler ve bunların imarı ile oturanların iaşeleri için mühim vakıflar bağladı [2]. Meşhur ICutbeddin Şirazî [3] Humam Tebrizî [4] Hoca Reşideddin [5] Burak [1] Şecerei Evşali Türkiye, S. 170, İstanbul, Rıza Nûr tab’ı. t?] Tarihi Vesşaf, C. 3, S. 382. [3J Konya Selçukîler devrinde şöhret kazanmış hikmet ve felsefe âlinüerindendi. Muineddin Pervane’nin sesinde

müderrislik

yaptı.

İbni Hacer’in

Kayseri medre­

( Dürerül’kâmine -

yazma nüshasmı îstanbuida Veliyüddin Efendi kütüphanesin­ de) isimli eseri ilo me§hur (Eflâkî) nin {Menakibül’ârifin - yaz­ ma nüshası Hâlet Efendi kütüphanesinde ve müsteşrik Clement Huart'da

metinle birlikte bir tetebbünâme ne.5i*etti) nammdaki

Mevlevi tarihinde mufassal malûmat verilmiştii’. İlmi kelâma dair eserleri vardır. (H. 716) tarihinde Tebriz’de vefat etmiştir. [4]

Nasîreddin Tûsî şokirdlerinden ve

Kutbüddin

Şirazî

akranındandır. Kendisi çok zengin vüzera ve ulema yanlarında hürmetli şuaradandı. Şa’di Şirazî ile aralarmda hirtalum latifeler geçmiştir. (H. 713) te vefat ederek, Tebriz’de yiaptırdığı İLankahine defnedilmigtir. Tezkerei Devletşah’ta mufassal tercemei hâli vardır. (51 Meşhur Camiüttevarih müellifidir. Doktorluk hanilerin sarayına inti.s^p etmiş olup,

ile İl-

lisan â.^nâ bir âlûm idi.

Elli sene İlhanilere vezirlik yaptı. Bütün seı-vetini ilim müesseselerine vakfetti. Muazzam kütüphaneler yaptırdı. Gazan Han ve Olcaytu deviı-lerinde şeref veren işler vücude getirdi. (H. 718) de gadren katlolundu. Daha ziyade tafsilât için §u esere ba­ kınız ; Leclerc,

Hiatoire de la medecine arabe

133 ve

T 2 P.


94

TÜRK TARİHİNDE

Baba [1] Mevlâııa Celâleddinin torunu Ulu Arif Çelebi [2] gibi büyük âlim ve mutasavvıflara pek çok in’am ve ihsanlarda bulundu. Olcaytuııun Şia mezhebini kabıılü. — Gazanın kardeşi olan Olcaytu Şianın meşhur âlimlerinden Taceddin Saveciriin telkini ile Şianın Isna Aşeriye mezhebine girdi. Bu devirde birtakmı İbahiye. Hulûliye, tenasüh akideleri taşıyan garip kıyafetli Ortaasyadan Garp şehirlerine doğru durmayıp akın eden Bâtınî derviş­ lerinin en ziyade faaliyete giriştiklerini gören Sünnî1er, çok müşkül vaziyete düştüler. Taceddin Savecinin gayretile birtakım' Şiî âlim­ leri Moğol hükümdarının sarayına dolmağa ve 01~ caytunun dört tarafını sarmağa başladılar. Kelâm ve felsefe meşelerine pek merakh olan bu hükümdarın yamnda Horasandan gelen Hanefî kelâmcıları Vezir Hoca Reşideddinin riyasetinde bulunan Şafiî eş’aıî^ leri ve birçok da muhtelif mezheplere mensup olan Şiai Bâtıniye âlimleri vardı. [1] Bu zat hakkında (İkdülcüınman) ile (Dürerüilcâmine) ye bakınız. Mihrap mecınvıasında yegâiie nüshası İstanbulda mülga Unlcapanı dergâîıındakî kütüphaneden istinsah ederek, Hilmi Ziya'nm Aeşrettiği Burak Baba risaleleri vardır, ki, bu risale­ den bix nüsha da İngiltere müzeümünde mevcuttui’. (853) ta­ rihinde ftU’sça yazılmıgtır. Mihrap, C. 2, S. 441. [2] Hicretin (670) inci Kenesinde doğan (Ukı Arif Çelebi) Mevlâna Celâleddin' Rûmî’nin oğlu (Sultan Veled) in üç ev­ lâdından ancak hayatta kalanıdır.

(Gazan Han) Irak - Acem

seyahatinde (Çelebi) nin bizzat ziyaretlerine gitmişlerdir. (Ef.lâkî) merhumun bu hususta mufassal malûmat verdiğini gö­ rüyoruz. Kırk dokuz yaşmda (H. 719) tarihinde vefat etmiştir.


MEZHEP CEREYANLARI

Q5

Kadı-ül-Kudât Hoca Abdülıriblik Şâfiî ile Buhârâdan gelen Hanefiyenin büyüklerinden Sadri Cihan arasında cereyan eden şiddetli bir kelâm münakaşası üzerine Olcaytu Şianın Imamiyei îsna Aşeriye mez­ hebini tercih etti [1]. (H. 707 de vukubulan bu hâ­ dise üzerine Seyyid Taceddin Saveci riyasetinde mü­ him bir Şiî grupu teşekkül ederek Şia mezhebinin intişarma büyük ehemmiyet verildi. Olcaytunun sarayında dönen enlriltalar. — O asırda Olcaytunun sarayı birçok da ihtirasların kayna­ ğı idi. Bu hareketlerin başlarında ise İlhânîlerin ilti­ zam ettikleri kanaati mezhebiye sahiplerinin pek de­ rin rolleri vardı. Vezir Hoca Reşideddin ile Taceddin Şah arala­ rında çıkan siyasî rekabetler yüzünden Olcaytu sa­ rayı nezahetini tamamile kaybetmiş bir vaziyete düştü. Çünkü orada hakikatten uzaklaşmış ne kadar müdahinler varsa hep onlar hörmet ve itibar görü­ yorlardı. Hükümdarın mizaç ve meyillerine yelpaze sallayan bu seciye düşkünü insanlar arasında itiraf edelim ki ilmen, ahlâkan yüksek ve değerli zatlar da şüphesiz mevcuttu [2]. Şiîliğin neşri için sarfedilen emekler. — Seyyid Taceddin Savecinin tavsiyesi ile Moğol hükümdarı­ nın saraymda en ziyade iltifatlara gark olan İbni Mutahharül hillî nin Şiî akidelerini müdafaa için yazdığı kitaplar, devrin bütün alâkasını celbe muvaffak olL'l] Habibüssiyer :

Giyaseddin Handmir

[ Nuru Osma­

niye kütüphanesindeki yazma nüshadan! farsça. [2]

Olcaytu Tarihi. Ebürkasun Abdullah Kaşanî LAyasofya

kütüphanesindeki yazma nüslıadanl.


96

TÜRK TAKİİÎİÎ^TDE

muş eserlerden addedilmekte idi. Olcaytu Şii meziıebini neşr için çok ciddi fedakârlıkkıra katlandı [1], Bilhassa İlhanın esaslı bir tahsil görmemiş olması Şiî âlimlerinin maksatlarına pek uygun düştü. İbni Mutahharın «Nehcülbıak» ve «Minhâcülistikame fî isbat ülîmamiye» gibi te’lifatı İlhan île bütün saray erkânı üzerinde çok derin tesirler yaptı [2]. Olcaytu Şiîliğe karşı muhabbet ve meyil­ lerini bastırdığı sikkelerin üzerine «Lâilâhe illallah Muhanınied resûlullalı Ali veliyullah » gibi ibareler yazdıracak derecede ilerletmişti. Sikkelerin diğer ta­ ralına da İmâman Ma'sumanın adlarını hakket tirdi [3]. O devirler hakkında malûmat veren müellifler Olcaytunun Şiîlik gayretile yaptığı birtakım zulüm­ lerden bahsediyorlar.

-------------- A--

îl]

ibni MutahliarülhUlî (H. 726) yılında vefat etmiştir

CKcîşfüzEÜnıın) müeîlifi eşerleıû hakkınîia malûmat veriyor. C. 2, S. 352, (Habibüssiyer) ia mütaleaama göv'e ( OlcayUı > nun Şiîliğe intisabı

(İbni Mutalıhar)

ın te’siriledii'.

(Tııhfei

îsru*

-aşeriye) ise bilakis (Seyyid Taceddin Saveci) nin te'sirile oldu­ ğunu kaydediyor. f.S. 21], [2] Habibissiyer, C. 3, S. 112. [3]

Ravzatüs’safa. C, 5, S. XS9. iVlir’atüzzaman. Sibti ibni

Cevzî [Köprülü Mehmet pa§û kütüphajıesi, yazma].


ŞtANIN İLtM Ş A H S IN D A D A GİBİŞMESİ ;^liıı4^mı^bbp^Ü(ş^lıe mücadel^eKİ. r-f E-, m eyîjerin sukutu? üzerine^.^^ Bey tip hilâfet makaınmdan mahrum edilmesi’ bütün Şiayi o derece me’* yus etmişti ki büyük ıstıraplara dü şen Alevîler, Al>bâsîlerin aleji^hine bütün şiddetlerile hücuma hazır­ lanmışlardı. Bol paralar vermek suretile gönülleri alman Alevîler Abdullah bin Süffah’dan Abbasî ha­ lifelerinden daima gadr ve zulüm gördüler. Bu harekâtı tadil ile tamir etmeğe teşebbüs eden Elme’mun hulefâyi Abbasiyenin pek azında bulunan serliestî ve hürriyet efkâr ile filozoflara ve Şiîlere karşı nihayetsiz iltifatlarda bulundu. Al Büveyhin resmen Şiîliği iltizamı ve hanedam Alevîyenin hilâ­ fet makamına getirilmesi için Abbâsîlerin arzulan hi­ lâfına Elme’munun hareketleri Abbâsîleri yerinden oynattı. Alevîlerin yüreklerine ise yeniden ümit su­ lan serpildi. %te bu devrin malisulü olarak birçok mezlıep7


98

TİTRK TARİHÎNDE

lerle kelâm münakaşaları aldı yürüdü. Mutezile gibi siyasî hareketlerden duyduğu muvaffakıyetsizliği kuvvetli bir hamle ve darbe telâkki edebileceğimiz kelâm mezheplerinin başında gelen bir mezhep müntesiplerile bizzat siyasî hüviyeti malûm olan Şiî fır­ kaları badema İlmî bahislerde kıymet ve ehemmiyet kazanmış âlimleri kendi içtihat ve kanaati hudutla­ rında mücahede ve münakaşalara davet ediyordu. Alevîlerin Abbasî halifelerim elde etmeleri. — Bunun neticesi olarak Ekne’mun devrinden itiba­ ren daha geniş mücadelelere girişen Şiî âlimleri Ab­ basî halifelerinden bazılarını İmamiyeye meylettir­ diler. İlmî nüfuzu ile büyük şöhret kazanan Şianm en mütebalıhir allâmesi olan Ebû Cafer Tûsînin ki­ tapları elden ele dolaşıyordu. Bunun üzerine Sünnî âlimlerini endişe aldı. Ortaya pek kıyvaetli telifler çık­ mağa başladı. Şiî âlimlerm mühim neşriyatı. — Ebû Cafer Tusî fıkıh ve tefsirde bilhassa mukaddes metinleri te’vilde muasır, ulema arasında büyük bir iktidar , ile. tanmdı. Usulü dinde, ilmi kelâm da Şia mezhebinin ilti­ zam ettiği itikadı esaslara dair çok yeni ve değerli tetkiklerde bulundu, Kur’anı kerime yirmi ciltlik Mecmuulbeyan namile mühim bir tefsir yazdı [1]. İlmi fıkıhtan Tehzibülkelâm, Ennihâye, Elmuhit, Risalei Ckferiye gibi ayni kıymette eserleri de bu meyanda idi. Ebû Caferin şöhreti her tarafa yayıldı. (460) senei hicriyesinde vefat ettiği zaman Şiîlik âle­ mi onun muadili diğer bir âlim daha tammıyordu. Bağdad, Basradaki iki mühim merkezdeki büyük. ri] Bu tefsir beş cilt üzerine tabedilmiştir.


MEZHEP CElîEYAIvîLARI

99

Şii âlimleri kelâın meseleleri üzerine çıkan her ttii'-; İÜ miirıakçişaları derin bir dikkat He takip ediyorlar•• . dı. Esasen imamet meselesi dolayısile büyük bir ehemıniyet kesbeden ve dinin iltinci istinatgahı olan ilini hadiste bu dâvayı tensis edecek senetler vazedil­ mesi çok ciddî münakaşalara kapı açtı, Aılık Sünnîler ile Şiîler arasında doldurulması mümkün ola­ mayacak derecede derin uçurumlar açıldı, Ebû Cafer Tusîden sonra dalıa birtakım değerU âlimlerin Şia mezhebine müzaheret malvsadile yaz­ dıkları eserlere şahit oluyoruz. Muhammed bin Ali bin Hilâl. Ebülkâsım Necmeddin bin Said Muhak­ kik, Fahrülmuhakldkîn Ali Tarraz, İbni Cüneyd gibi müellifler bu arada idiler. Ancak siyasî hâdiselerin bi­ riktirdiği inkılâbat ve bu inkılâplarm neticelerinde taazzu eden yeni yeni zümreler, ya kadım itikatlara yahut da onları yıkıcı bir kuvvet olarak meydanda duruyorlardı. îşte Selçukîler , sahnei tarilıe çıktıkları zaman Sünnîler derin bir nefes aldılar. Selçukî hükümdar­ larının, Ehli sünnete filen müzaheretleri diğer mez­ heplerin pnikıe durdu. Sünm lüenıanırı Şiîliğe karşı yüksek neşriyatı. — Beşinci asırda Ebülmaali Cüveynî ve onun eriştir­ diği Ebû Hâmid Gazali gibi ilmi kudretleri yaşadık­ ları devri dolduran .salahiyetli âlimlerin Şiai Bâtmiyeye karşı müttelıit bir cephe almaları ve Ebû Hâmid Gazalinin bu dinî fırkalar ınüvacehesinde Sünnî akidelerini müdafaa için bizzat Bağdad hilâfet maka­ mı tarafından memur edilmesi [1] asrın mezhepler [1] Elmünkiz

mineddalâl : Ebu Hâmid Gazalî.


10 0

TÜRK TARİHÎNDE

Üzerindeki derin hassasiyetini ifadeye kâfidir. Gazali bu hususta birçok eserler yazdı [1], Bâtımlerin itikat­ larını evvelâ izah ederken kullandığı edebî ve İlmî lisan dolayısile muasırı olan âlimlerin tenkidine uğ­ radı. O diyordu ki hasmın dâvasım bütün inceliğile kavramayan ve yazdığı delilleri o mezhebin iktidarlı bir âlimi kadar bilmeyen bir adam iddiasını isbat edemez [1]. Bağdadın ümî merkezi olan nizanüye medresesi reisliğine tayin edildiği zaman maiyetinde dörtyüzden fazla müderris, muhtelif ilimler tedris ediyor­ lardı [2]. Müteaddit kütüphaneleri ve birçok mütehassıs âlimlerile o devirlerde semamn altmda bir eşi bulun­ mayan Bağdadın Ali Büveyh gibi Şiî hükümdarlarm nüfuzundan Selçukıler vasıtasile kurtulması üzerine Sünnî ulemânın mesaileri biı* kat daha yükseldi. Sünnîlerin MoğoDara hululü ve nüfuzu. — Bilâ­ hare Selçukîlerin inhilâlile çıkan siyasî buhranlarda ve mezhebî mücadelelerde maalesef hızmı kaybetme­ mişti. Abbâsî hilâfet makamma geçen Ennâsırüddin Allah Kutbüddin Harzem Şahtan mtikam almak için Moğol hâkâm Cengizi tahrik etti ve bundan is­ tifadeyi düşünen Şiîler de Moğol içine karıştılar. OkJtay-kaan, Geyük Han, Mengü kaan gibi en meşhur Moğol hükümdarlarının saraylarına nüfuza muvaffak olan Şiîler, İslâmiyetle hiç alâkaları olmayan bu adamları kendi siyaseti mezhebiyelerine âlet yaptılar. Hûlâgû’nun Bağdad üzerine yürümesini tahrik [11 Ayni eser. [2] Mehasinürbüldan : Ebu Zekeriyya Mehmet KaTvinî.


M]ü:zîîap

.101

€<len Nasiriiddin Tûşî ile vezir Îbiîi Alkâîii Şianin en zi nüfaz iki gahsiyeii idi,

Şbnm ademi muvaffakiyeti. — Abbasî halifeleri­ nin en sonu olan Eknüsta’sım Billâh’ın şehâdeti ne­ ticesi Şiîler, yine Alevîlere tebdili hilâfete muvaffak olamadılar. MoğoUarm bir şubesi olan İüıânîlerin bir Devlet olarak teşelîkulleri üzerine asırlardanberi ayni he­ defi gözleyen Şiîler, bu baptaki muvaffakiyet mifta^ jfunj (Moğol hiikiimd^rl?^ etmekte buldular. İlhânî hükümdarı Han vezir îîmir Neyrvız*u|i şphâdetinderi sonra çok yaşamadı ve İslâmiyetin niy| lâyilrile ^ o ğ g l saraylarına yerleşem.eden Olcay^ tu ^ İlhanlık ^ai^tma ^ e v ı niifuzu altında kalan MoğoUara İMbsır Jıii> kıııt|darıııııı îîanm sf^ayma hur-^

lûl eden Şiîlerin Alevîleri hilâfet makamına getirmek hususundaki propagandalai'inı yakından gören Mı­ sır hükümdarı Melik ün - Nâsır Sultan Muhammed bin Klavon altı yüz doksan dokuzda Moğollarla kanlı bir harbe tutuştu. Halbuki M ısır; Fâtımî halifeleri­ nin asırlarca ektikleri Şiîlik tohumlarile şöhret al­ mış bir kıt’a idi. Fâtımîlerin sonu olan El’âzıd Billâh’ın (H. 567) tarihinde vefatı üzerine iki yüz yetmiş sekiz sene devam eden Mısır Şiası artık tarihe kanşraı§tı. Halbuki bütün bu muhitler mezheben Şiî idiler. Alevıierin Moğollara teveccühleri. — (H. 656) da Bağdad Abbâsîlerinin inkırazı neticesi Mısıra fi­ rara muvaffak olan ayni aileden Müstensir Bülâh Alımed bin Zâlıir Mısır hükümdarı Melik Zâhir ta-


102

TÜSK TARİHİNDE

rafından hilâfete geçirildi. Abbâsîlerin hilâfetindeki mevkilerini gftsp telâkki eden Şiiler, bu vaziyet kar­ şısında ikinci bir mağlûbiyete uğradılar. Fatımî ha-' lifelerinin yeniden canlanmaları ve Mısırın müstak­ bel siyasî emniyetini tarsin maksadile şiddetli bir ted­ bir maliiyetinde olan bu hareketten yeni Mısır Ab­ basî halifesinin mevkii, Mısır hükümdai'inın yamnda bir tekke şeyhinden fazla bir nüfuza malik olamıyor­ du, Bunu çok iyi anlayan Şiîler bütün gayretlerini Moğol kaanlarımn üzerlerine tevcih ettiler. O büyük istilâların başladığı tarihlerde ekser Şü fırkaları Mısır, Şam, Irak Arap ve Acem, Azer­ baycan, Fâris, Horasan taraflarına yayılmışlardı. Cengiz orduları Harzem üzerine doğru harekete bağladıkları zaman, bu mezhebe mensup birçok iıvsanlar da Garbe Ortaasyadan hicrete mecbur oldular. Bâtıniye, Zeydiye, îmamiye, îsna Aşeriye ve Gulâti şiy’adan mühim fırkalar hep ayni yolu takip edi­ yorlardı. Bilhassa Ilhânîlerden Olcaytu devrinde en hararetli propagandaların kesildiğini görüyoruz. Şiîler, bii’takım siyasî cereyanların yardımlarüe muvaffakiyetlerini bir derece daha arttırdılar. Bu muvaffakiyetler ise itikaden ŞiîHği bir mezhebi müs-takil—olarak intihap eden Moğol hükümdarlarile si­ yasî mevkileri yüksek olan zevatın ayni mezhebe intisaplarile hâsıl oluyordu. Sünnî ulemâsmıu ilini huzurunda Şiîlere karşi zaferi. — Sünnîlerin ilim sahasmda çetin bir mücadele ile usulü Şiayi çürütmeğe uğraşmaları ve dinin istinat ettiği nususda en büyük kuvveti bul­


103

MEZI-IEP CERSYANLAIU

maları, Şiî âlimlerini intibaha getirdi. Artık itikat ve kelâm meseleleri siyaset zemininden ilim sahasına intikal etti. Şia büyük hamlelerle Sünnîliğe yükleni­ yordu, Hicreti nebeviyenin altıncı asrında bu mev­ zuda çok kıymetli eserler te’lif edildi. Sekizinci asır­ da berhayat olan zamanın en büyük nıüçtehidi meş­ hur Selef ilerden îbni Teymiyet-ül-Harrânî Şiai İmamiyenin başına geçerek ilmi münakaşaları karşıla­ yan Cemaleddin ibni Mutahhar-ül-hiUînin te’lif ettiği (Minhac-ül-İstikame) sine karşı, ( Minhâc-üs-Sünne) yi yazmakla mukabele etti. İbni Teymiyye de o asırda Sünnîlik âleminin riyasetinde bulunuyor­ du [11 LU İbni Teymiyye’ilin, ilmî şahsiyeti hakkında muasır ol­ duğu âlimlerin leh ve aleyhte pek çolc sözleri vardır. İki yüz­ den ziyade âlimden tahsil gören bu dâhi adam, on yedi yaşm,da fetvaya çıktı. Devi'inin bütün şöhretini kendi üzerine davete muvaffak oldu. İbni Şakir Kütbî ( Fevatülvel’eyat, C. 1, S. 44 ) mda di­ yor ki : «Ben hocam Hafız Ebülhac’dan duydum. Allahm ki­ tabına ve Peygamberin sünnetine ondan ziyade âlini görmedim.-. Bütün Hanbeli imamları (İbni Teymiyye) yi muktedıa bih tanırlar. (Alîâme Kemaleddin Ziemlikânî) en yüksek sözlerle medhediyor. Şeyh Şemseddin Ebi Ömer, Şeyh Taceddin Ferazî, İbni Münci, İbni Abdül’kavî, Kadı Cevnî, İbni Dakik, Hüccetürarap, îbni Nahhas gibi büyük âlimler senasmda bulunuyorlar, Scfiyımun

ileri gelenlerinden

(Şeyh Umadedin Vasıtî) :

'<0 üsırda Hulefayı Raşidine bir numune göstermek icap etse idi, İbni

Teymiyye

gösterilebilirdi.

Yemin

ile

söylerim

ki

semanın altında ilimde ve amelde ona muadil kimse yoktur.» diyor. «Mu’cemi Şüyulı» müellifi (Alemüddin) müctehid olduğunu naklediyor. Yazdığı eserler beş yüzden ziyadedir. îbni Teymiyye’nin el yazısile yazılmış (Şehıi Zurî) nln icazetnamesinin altma (Hafız Şemseddin Zehebî) kendi elile hocası İbni Teymiyye


]04

TÜHK TARİHİNDE

Moğol hüi£üuıdarlanmn Şiilikten yüz çevirme­ leri. — Hicîetin (710) tarihlerine doğru Moğol hü­ kümdarlarının Şiîliğe karşı derin temayülleri görül­ meğe başlandı. Olcaytu Muhammed Hudabendenin oğulları Şia mezhebini terkettiler. Bunun üzerine bü­ tün râfizî âlimleri İlhânîlerin saraylarından dağılma­ ğa mecbur oldular, İbni Mutahlıar da Hilleye çekildi.

için zamanının ilim deryası diye yıızmig olduğunu (Kûtbî) görmüijtür. İbni Teymiyye aleyhtarları da mühivn bir yekûna baliğ olmakîadıv. ŞaVısiyeti pek çok dedikodulara kapı açtığından, ha­ pisten hapise ^iı-ükleıamiştir. Dinde ıslahat taraftan

olan bu,

iillâme, luırafelere sonradan ilâve edilmiş .şeylere şiddetle aleyh­ tardı. Ömrünce hep bu dava üzerinde yürüdü. Birçok eserler yazdı. İbni Teymiyye hakkında (Fahreddin

bin Ziyaeddin) is­

mindeki Rusynlı bir âlim çok mühim bir eser te’lif etti. İbni Hecevüraskilânî (Dürerürkâmine) de Hafız Şemsed-din_,Zehebî iDüvelirislâm) ında mufassal malûmat veriyorlar. Profesör Şerafeddin Yaltkaya’nın (Mihrap) mecmuası, C. 1, S. 66 uda muhta-Siir bir makalesi, (İslâm Dünyası) mecmuasında <ia Fahreddin Ziyaeddin’in yine birçok makaleleri vardır. (îbni Teymiyye) hakkında derin ve taJılilî bir esere kaı-ffi ihtiyacımız bakidir. Bundan be.5 sene mükaddem

(İbni Teymiyye) aleyhmde

Takiyyüddin Dımışkî) nîn yazdığı (Reddü Şübihe men Şebehe) nammdaki Tair eseri j'akinda (Halep) te basılmı.stır.


ORTAASYA ŞİAİ BÂTINİYESİ. ŞAMANİM

Örtaasyanın dinî vaziyeti ve bu vaziyetin zaman zaman gösterdiği tarihî değişiklikleri tammadan Pamir ve Ortaasya İsmailîlerinin oralara nasıl ve ne suretle dahil olduklarma dair açık bir fikir elde et­ miş olmayız. İsmaîliye mezhebi hakkmdaki menabi. — Comte de Gobineau, Asyayi Vusta felsefe ve edyam isimli kıjTnetli eseri ile « Şarkî Türkistan Mâzisi » ne dair diğer mühim eserler ve Klaprote^m Şark akvamına dair tetkikatı Vi­ yana Darülfünunu profesörlerinden Wolf’un Moğollar ile Ortaasya akvamı hakkmdaki derin izahatı ve daha birtakım salâhiyetli GariD ulemâsının âsarile birlikte Ebû Reyhan Ahmed Birûnî, İbni Esir, Nerşahi, İbni Nedim, Tabakat-ül-Ümem müellifi Kadı Sâid-ül-Endülüsî, Yakut Hamevî, İbni Fakih, Makdisî müverrihi meşliLir.Mes’udî, Şehristânî, İbni Batuta gibi değerli Şark müelliflerinin topladıkları malûmat


106

TÜÎÜC TARİHİNDE

İle bilhassa İslâm. Ansiklopedisinde zikredilen diğer me'hazları da tetkikten sonra Asya Şiîleri ve Bâtınîliğin en faal bir uzvu olan İsmailîler hakkında esaslı bii' bilgi kazanılmış olunur. İslâm mezhepler tarihine ait mualıhar devirlerde yazıhnış olan eserlerden biUıassa «Ate§kede», «Tuhfei İsna Aşeriye », «Dibistâm mezahip » gibi Farsça eserlerle Alâeddin Cüveynînin «Tarihi Cihankü§â> sim ve Fadlullah Reşidinin «Câmî-üt-Tevârih» ini, Şehâbeddin Nesevinin Siyreti Celâleddin Menkübertî sini Arap Ansiklopedisile Suriye İsmailîleri hakkında malûmat veren Cebeli Lübnan» reisi ruhanisinin yaz­ dığı «Muhtasar-ül-Beyan» ı ve Osman Temimînin «Tarih-ül-Lübnan-üş-Şimahye V eddiy anet-ül-Aleviye» namındaki eserini okumak lâzımdır.

Muhitlerin akideler üzeriiideki tesirleri. — Da­ ha bu mevzuda yazılmış birçok âsarı gözden geçir­ dikten sonra şuna kani olduk ki her din ve akide ilk kaynakların döküldüğü muhitlerde kendinden evvel yaşamış olan akidelerle perçinlenmek suretile ancak hayatiyetini muhafazaya muktedir oluyor. Muhit ve iklimin'-ahi^k ve seciye üzerindeki çok derin tesirleri neticesidir ki herhangi bir inanış manzumesi masdarındaki vahdet ve insicamı hıtişan ânlarında kat’iyen .muhafaza edememiştir. Dinler böyle olduğu gibi onun tezahüratı adde­ debileceğimiz medeniyetler de böyledir. Çünkü tari­ hin huzuruna çıkan muasır medeniyetten başka bü-


MEZHEP CEREYANLARI

107

tün devirlerin hep ayni yolun yolcuları olduğunu gö­ rüyoruz. Kadîm akvamın mabed ve mabutlarile orta dev­ rin din muharebeleri arasında hiçbir fark yoktur. Bugünkü tekâmüle uğramış dimağlarımızla eski devir insanlarının zihniyetini muhakeme etmek, muâsır tesirler ile onları ölçmeğe kalkışmak halckile isa­ bet etmeyen bir hareket olur. O asırlarda inanmak ve inanışta erimek asırlarıydı. Ve erimeklikte mııhtelif itikatların yolları üzerine dökülmüştür. Bu­ nu esas bilen dâhî şahsiyetler, faaliyet sahalarmda evvelâ inandırmak, sonra da dediğini yaptırmak prensipini takip etmişlerdir. Bu itibarladır ki İran ve Suriye Bâtınîliği ile Ortaasya ve Pamir yaylâlarmda ve hattâ Hindistanda yaşayan Şiai Bâtıniye aralarında mühim farklar göze çarpmaktadır. Bu mühim noktaya diğer dinler de ayni akıbetle temas etmişlerdir. Hindin budizmi ile Tibet, Çin, Jaix)n budistleri arasında daha derin farklar vardır. İslâmiyetin amelî hükümlere taallûk eden kısım­ larında bile birçok tehalüfler mevcuttur. Bunlara ait sebeplerin neticeleri olarak, münkariz olmuş mez­ heplerde bu gün yaşayan Hanefî, Mâliki, Şafiî, Hanbelî mezhepleri meydana gelmişlerdir [1]. Daha ge­ niş bir bakıştan tetkike koyulursak görürüz ki Irak­ taki İslâmiyet ile İran ve Aksayi Şarktaki İslâmiyet bir değildir. Her muhitin itikadatı kendi hüviyeti ile kaynaşmıştır, [1] Nakli İlimler Tai'ihi ; Tahir Har imi.


l OS

'rtîEK TAÎ^İHÎNDE

Eğ‘.:"r b\ı c:ihet diJıa s€ii'best cereyanlara maruz ]r.alrnal:. gibi tarihin rolleri altına dügmüş ise gide gi­ de lamlarDaj^acak birtakıın manzumeler lıaîine geljııiştir. Çünkü akvamın bağh oldağıı an’anelerin, öî^ ve teamüllerin ve bütün bü’ tarihin en açık müdahaleieriİe bu, bir hakikati riyaziye gibi dinler tariliinin her safhasında müşahede edilmiştir. Şâmâîîîliğin halitai edyan halini alması. — Me­ selâ Ortaasyada yaşayan ve Türklerin dini olşırak bi­ linen «Şamanizm» Pamire kadar vâsıl olan Îsmaüî d^erinin telldnIerile pek çabuk uyuşabilecek birta^ akideleri taşıyordu. ( Şanıanizm) in sâlikleri bu­ gün Altay dağlarile Sirideryanın Şarkışimalî kışını ve Bahrimuhit adalarmda kalmıştır. Şâmânilik vaktile İran hükümdar siilâlelerind'pıı Sâsânîler devrinde Şark hudutlarile temasa gelinceye lîadar umumî bir şekilde devam ediyordu. Bu çlin bidayette kısmen izah edilebiliyor birtakım akideleri taşırken sonraları vuzuhunu tamamile kaybetti. «Fisagores» fe.lsefesile Hindin tenasüh akidelerinden pek çok şeyler ilâve edilmek suretile karma karışık bir hale geldi. Türklerin asıl dinleri. — Esasen Şâman bir si­ hirbaz demekti [1]. Eski Türkler kendi dinlerine «Nom» iâmini verdikleri gibi, Cihan Küşa’da Alâeddin Cüveynı’nin ifadesine göre Türkler ruhanîle­ rine «Tuyovi» namını veriyorlardî. Kâhinlere, silıirbazlara da «Kam» derlerdi. «Şâman» kelimesi Avrupahlar tarafmdan bunun tahrif edilmiş bir şeklidii-. Şamanlar, hem doktor, hem sihirbaz ve kâhindiler, [1] Türk ve Moğol Tarihi, C. 2, S. 470.


MEZHEP CEREYANLARI

109

AvrupalIlar Şâmânîliği Türk inanışlarma ait dinî sis­

temin adı olarak kabul ediyorlar. Büyük Türk müte­ fekkiri Ziya Gök Alp ise, bunun yanlış bir fikir ol­ duğunu* iddia ediyor [1]. Türklerın dinine «Tuyonizm» demek lâzımdır, diyor. Yine onun ifadesine göre Türklerin dini bida­ yette «Naturizms- olarak görünüyorsa da hakikatte bu birtakım rümuzattan ibaret olan «Senbolizm» de­ mekti, Din tarihleri insaniyet itikadımn bu devirleri­ ni, istifa ve tahavvüUerini izah ederlerken, <rTotemizm», «Naturizm», «Politeizm» gibi muhtelif istiha­ lelere işaret ediyorlar. Eski milletlerden bilhassa Türklerin birtakım timsallere taptıklarını anlatıyor­ lar. «Nom» kelimesi ise Arabçada kuUamlan «Na­ mus» kelimesinin ilk köküdür. «Kavânîn» in asb olan «Kanun» kelimesini izah ederken Arap lûgatçiları «Nevâmisi İlâhiye» tabirini kullanırlar. Yunancaya bu kelime «Namus» olaı-ak değil, «Havus» halin­ de geçmiştir. Ki iradei ezeliye, mukaddesat mâna­ sında isti’mal ediHyordu. Bu hususta Yunan Esatir tarihinde mufassal malûmat verilmektedir. Sanscrit iisanmda «Allah» kelimesi mukabili olarak kullanıl­ dığını itimat edüir bir eserde gördüm [2]. Hindistandaki «Fakirizm» denilen meslek müntesipleri tarafından yapıUan ibadetler de bu kelime­ nin hususî bir vaziyette telâffuz edildiği de naklolunmaktadır. Sünaiyet. — Türklerin asıl dini «Sünaiyet» üze­ rine istinat etmekte olduğundan göğün asıl yüksek [1] Türk Medeniyeti Tarihi, S. 25.

[21 HaV2:ülhûjj;at.


no

TÜRK TABİİIİNDE

katında mukadderatı âlemi idare edeii en büyük, Karahan, ve yerlerin altındaki cehennemi mafcutlann reisi «Yağzız» han namında — Oğuzlarca Krayir denilen — birer mabuda itikat ediliyordu. Dünya yüzünün nizamma ve bütün Türk aşiretleri­ nin idarelerine bakan (Yer - Su) ilâhları adile daha birtakım mabutlara inanılıyordu. Güneşe taprnak. — Yakut Türkleri ise gökler­ deki ilâlıların reisi olarak «Art Tüyon Ağa» namile bir mabuda tapıyorlardı. Bu ilâhın timsali güneşti, yıldırma sesile konuşurdu. Bütün Altaylılai'da Karahan’ın timsali olarak güneşi tanıyorlardı. Bu mabut hayatın menbaı varhğm yegâne sahibiydi, «Çin» mü­ ellifleri Moğol ve Türklerin güneşe taptıkları ve ça­ dırlarının kai3iları daima güneşe müteveccih olarak açıldığmı yazıyorlar [ 1 ], Gökleri AUahııı vatanı itiliLat. — Eski Türkler, gökleri AUahm vatam itikat ederlerdi. Diğer akvam da biUıassa Kadîm Yunanda olduğu gibi birçok ma­ butların varlığına inanıyorlardı. Ve mabutların her birisinin de ayrı, ayrı birer hizmet ve nüfuzu vardı. Bu çeşit akideler esasen çok eski devirlerde Türk­ lerin Ölmüş olan büjâlk medeniyetlerinin bütün be.Şerî kütlelere ve muhtelif muhaceretlerin tesirlerile yaptıkları rehberlik devirlerinden bakiye kalmış ina-nriş-y-ollaı;ıydı. Tûrânı akidelerinin bilâhare yeniden zuhuru. — Türk dini hakkında tetldlder yapan müelliflerin ifaLl] Eski Türk kitabelerinin eherrmüyeti tariliiyeid ; Bartold» bu mülıim makalenin terceraesi (Orhun <63» üncü sahifesindedir.

âbideleri) ni»


MEZtIEP CEREYANLARI

1I I

delerine göre bütün Aksayi Şarktan Maverâyi Hinde kadar uzanan ve diğer bir hicret yolu olarak intihap edilmiş olan Kafkasyadan tâ Şattülâraba kadar daya­ nan bu geniş yollar üzerinden geçen Tûrânî akvamın serptikleri itikatlar, Sâmî ve Ârî kavimlerin manevî havalarma müessir olmuş ve asırlarm mürurile bü­ tün bu itikadı halitalar muhtelif menbalardan akmak suretile İslâmiyetin zuhuru üzerine Hicretin ikinci, ve üçüncü asırlarında yeniden yeniye çıkan mezhep­ lerin içerilerine yerleştiler. Her dinî tahavvülde olduğu gibi « Şamanizm » de birtakım istifalardan sonra Avrupa ve Asyanın taşıdığı dinî inanış yollarından pek çok şeyler ikti­ bas etti. Bir ruhu ulvî tasavvuru gibi nisbeten te­ kâmül etmiş-devirlere işaret veren akideler başgösterdi. Bu ulvî ruhun gök gürlemeleri sadası şimşek­ ler ise ayaklarından çıkan alevler telâkki olundu. Şâmâni âyinleri. — Şâmânî âyinleri ise izahı ga­ yetle müşkül bazı kaidelere tâbi’di. Mündericat itibarile de bizzat, Şâmânîlere bile pek az malûmdur. Şâmânîler, sihirbaz, kâhin oldukları gibi alelûmum hastalıkları tedavi eden birer de tabibdiler. Bunlar­ dan başka dolayısile maddî tedavi usullerile hasta­ larım iyi etmeğe uğraşan diğer bir sınıfa da Türkler «Otacı», «Atasagon» admı verirlerdi. Şâman şiir ve musiki ile rakseder,. Ve Şamanlığa mahsus bir elbise giyer. Ve birtakım çıngırdaklar takınır. Âyin esnasmda elinde tuttuğu defe kamçı ile vurur. Bu âyinler ekseriya «Hoş ağacı» ile dolu bir ormanlıkta kurul­ muş olan yurtta yapılır. Kadınlar âyine sokulmaz. Hususî evlerde yapılan âyinlere girebiÜyorlar. Şa-


i 12

TOiUC TARİHÎNDE

İI5anlık hazan irsî ve bazan da kisbîdir. Nevrozlu-

1ar yâni aslen sinir lıastalıklarına müptelâ olan adaııı1ar vehbî Şâmânlığa çok mütaid ve kabiliyetlidirler. Buiîlar bİ2İm tarikatlerdç «Üveysî» dediğimiz şeyh­ lere benzerler. Hâlâ Uçak tabir edilen bazı aileler de • ve bütün o aile efradına şâmil olan bir tedavi hassasasına ait itikatlarımız da Şâmânîliğin vehbı hışmına tam benzerler [ 1 ]. Âyinlerde dualar. — Âyinlerde yapıl^^n 4uaları anpalç Ktunlârd^ başka hiçbir kimse anljamaz., ICar ççun §iir ve edebiyat kabiliyetile muvazi olan bu mür il^ bu bapta ne kadar iktidarir bir Şâr^ mânî papası t^ayyur ekliyorsa çdilsin biriniı^ pku4' duğunu diğeri kat’iyen anlayamaz. Dualar hep istiğhalinde edilı^ğinden zaptolunabilecek derecede vâzılı değildirler [ 2].

mtAMa^Lt£aMJUuıs.rımustivı

[1]

Hilmi Ziya,

Anadoluda Dinî Ruhiyat Müşahedeleri.

-i'Mihrap mecmuaîaıı). [2] Türkiyat îtiecmufiaı, C. 2, S. 529.


ŞAMANİZM HARİCİNDE KALAN DİNIuEKİN KAIlŞlSrNDA TÜBKLEE

İranlılaıcıiî Avrupaya geçişleri. — Sâsanîler dev­ rinde Ortaasyada Hindin tesirleri azaldı. Bunun ye­ rine İran medeniyeti hâkim olmağa başladı. O devir­ lerde Karadeniz ticaret yollan İramn elinde idi. Serhas ve Keyhusrev gibi İran hükümdarları Batı Asya ucundan Darvanos boğazından Avrupaya geçtiler, îranhiann önünden çekilen Sitler Tuna memsabmdan geriye doğru gidiyorlardı. Iranlılar bu uzun yolu ta­ kipten vazgeçerek geri döndüler. Zerdiişt mezhebİBİiı Anadoluda tamnınası. --- Anadoluda vaktile yaşayan Cybele dininin bütün ma­ betlerini yıkan, Serhas, onlarm yerlerine ateşkedeler yaptırdı. Zerdüşt dinini bu sebeple tamyan Anado­ lulular, bir taraftan da İranlılarla ticarî münasebet­ lere giriştiler. Lidya mamulâtından olan Âvânî ve di^ger işlemeli şeyler Asteliir ve bütün Faristanda zen­ gin müşteriler buluyordu. Ana dolunun sanayi ve ti­ caretteki mevkii o devirlerde mücavir olduğu ak­


I i4

TÜRK TARİHİNDE

vama nisbetle çok yükseldi. Firikya mozaikleri ve Asus maden ocaklarından çıkarılan süslü taşlarla pek mükemmel salon heykelleri işleniyordu. Bilhassa Edremid havzasının demir ocakları ise bol ihracat ya­ pıyorlardı [ l ‘J. Zerdüşt dinînin Türkler arasında yerleşmesi. — Sâsânîler, Garpte uğraşırlarken Şark hudutlarım mu­ hafaza edemediler. Buralar nihayet Türklerin elle­ rine düştü. Netice itibarile kazanılan şu zafer maale- sef Türklerin aleyhine çıktı. Çünkü uzun zamanlardanberi Mubidan’m faal propagandalarile İran millî ruhunun ve nihayet Zerdüşt dininin Türkler arasın­ da yerleşmesine sebep oldu. En şiddetli muharebe­ lerle mağlûp edilemeyen Türkler, hırs ve medeniyet yolile mağlup oldular. Iranın manevî nüfuzu altma düştüler [ 2]. Türkisiana sokulan diğer dinler. — Ayni zaman­ da Hind yolile Türkistana dahil olan «Budizm» ile birlikte iki din daha Türklere doğru geliyordu. Bu­ nun birisi Süryânî rahipleri vasıtasile Maverâünnehiı*den gelen hıristiyanlık, diğeri de «Maniheizm» di­ ni idi. «Şamanizm» ise bu dinlerden birçok şeyler al­ makla beraber birtakım da ilâvelerde bulundu. Manitıeizm. ~ «Maniheizm» dini, Romaya dahil olduğu zaman şiddetle takibata uğradı. Hattâ menşei olan İranda da ayni akıbetle karşılandı. Oralardan Milâdın üçüncü asrında yavaş yavaş Maverâünnehre doğru çekildi. Bir taraftan çift prensipli olan din­ lerden «D^sânı» 1er Çin ile Horasana dahil oldular. [1] Tarihte Edremid şehri : Tahir Harimî Balcıoğlu.

[2] Orta Asya Tarihi: Profesör Bartold.


M E Z H K r CEKEYAÎ^L^iiU

] 15

<s:Maniheizm.» dinini çıkaran «Mani» aslen İranlı idi. Dinini Milâdın ikinci asrında tesis etti. Bütün zorluklarile beraber o zamandanberi çalı.şan Manüıeistler, ancak Milâdın altıncı, yedinci asırlarında Şarkî Türkistanda inkişaf edebildiler. Şimalî Moğolistanda bu­ lunan Uygurlar arasında yerleştiler. 763 tarüıinde Uugur Han tarafından resmen ka­ bul edildi. Vaktile Bahrisefit sahiUerile Romaya ve Yunanistana girmeğe muvaffak olan Maniheizm dini pek az zaman sonra bütün oralardan da tardedildi. Mani; heistler de Zerdüştler gibi ayni yoldan geliyorlardı. Ebülfettah Abdülkerim Şehristânî’nin ifadesine göre Semerkand, -Şas, Aylak muhitlerindeki Mezdekiler de Manüıeistler karşısında ayni hararetle çahşmağa mecbur oldular. Akıbet bu iki dinin nâ.şirleri ara.smda pek hiddetli rekabetler başladı. Mezdek mezhebi. — «Mezdek» ise, o da «Mani» gibi İrandan çıkmış bir din vâzıı idi. Altıncı asırda İran bu mezhebin tesirile bütün bütün tereddiye uğ­ radı. Vatandışlık duyguları çok gevşedi. Millî varlığı hezimete uğralan bu manevî hastahğın tedavisi için Sâsânî hükümdarlarının her türlü gayret ve himmet­ leri -hiçbir fayda vermedi. Bu mezhebin intişar saha­ ları hakkmda malûmat veren «Şehristânî», birçok İran memleketlerile birlikte bu meyanda Ehvaz, Fâris, Şehrizur, Soğut, Semerkand beldeleri gibi Tür­ kistan ve Maverâünnehir şehirlerinin de bu mezhebin nüfuzu altına düştüğünü ilâve ediyor [ 1 ]. ri] Milelü Nihal, S. 1, S. 147, Hind tab’).


I 16

TÜBK TARİHİNDE

Bidayette Mezdek dini nâşirleri Siri Derya ile Hoy arasındaki sahada ilk hars âmilleri olarak gözük­ tüler. Fakat arkalarında dalına takip ile uğraşan Maniheistlerin nüfuzlarından yakalarını kurtaramıyorlardı. îbni Nedün, bunlarda mezhebi nazariyeler itibarile Mezdeküerden farklı değildiler, diyor [1]. Mezdek millî kahramanlığa, harbe, ihtirasın cidalci meyillerine şiddetle hücum etti, Vatanpervö'liği söndürdü. Yanan ateş, akan su. esen hava da bü­ tün insanlar farksız olarak nasıl müştereken menfaatkâr olurlarsa mal da, kadın da hayatın İçtimaî bü­ tün şekillerinde ayni kanuna tâbi olmaları lâzımdır, onlar da tabiatin mahsulüdürler, iddiasım ortaya f:ürüyordu. İran Mezdekilerinin en hararetli faaliyete giriş­ tiği mezhebi mücadelelerde önlerinde Mani'lerin bü­ yük bir engel olduldarmı görüyorlardı. Nihayet Mani misyonerleri Türklerin arasına daldılar. Buralarda oldukça muvaffakiyetler kazandılar. Fakat o sıralar­ da Ebû Reyhan Alımed Birunî’nin ifadesine göı*e Çin ve Tibetlilerden Türklerin mühim bir kısmı Ma­ nisiler idiler. Zerdüştliğin mtişar sahası. — Zerdüştlült ise en ziyade Sâsânüer devrinde parladı. Hazar denizine 'âkan Giirkân nehri sahilleri Türklerin ellerine geç­ tiği zaman, İramn yaptığı tesir ile Zerdüştlük mühim bir terakki devresi geçirdi. Türk kütleleri bu dini kabul ediyorlardı [ 2]. Dördüncü asırda Şarkî Türkistana hıristiyanlık [1] Fihristi îbni Nedim. [2] Orta Asya Tarihi ; Profesör Bortald.


MEZHEP CEREYANLARI

U7

kesif kütleler halinde girmeğe başladı. Maahaza <cDüalist» dinlerin hücumlarile intişarına genişlik verenıedi. Deyseınî, Mani, ve Mezdekiler, Sâsânîlerin taz­ yiki karşısında kaldılar. Hicrete icbar edilmeğe ve bu sahalardan tardolımmağa başlandılar. Çünkü Sâsânîler Zerdüşt dinine yeni bir kuvvet vermek için filen yardımda bulunuyorlardı [ 1 ]. Maverâünnehirde Buhara şehri ayni zamanda Iran zerdüstlerinin dinî bir merkezi ve mulcaddes bir kâbesi idi. Çünlcü, bu şehir vaktile Zerdüşt ruhânîlermin içtima’ ettikleri mukadde.-^ bir mahalle inşa olunmuştu. İslâm müverrihleri Buhârâ kelimesinin Mecûsî lisanında âbid ve zâhidlerin toplandıkları mu­ kaddes yer mânasında olduğunu kaydediyorlar [ 2]. Zerdüştler ile diğer din sâlikleri arasında çıkan ihtilâflar ; bütün Maverâünnehri Arap istilâlarından mukaddem dalıi ateşlere boğmuştu. Çünkü Sâsânîlerden Zerdüştlük resmen yardım görüyordu [3]. Bu hareketlerden .şiddetle sarsılan halk, Türkistanda «Pe-lu» hudutlarına firara mecbur oldular. Ve Türklerden yardım istediler. «Bigo-Boğa» adın,dald Türk ba.şbuğunun yaptığı yardımla Maverâünnehirden tardedilmiş olan birçok muhacirlerin avdet­ leri temin edildi. Şu hâdisenin sevkile Zerdüşt mez­ hebinin en mukaddes telâkki ettiği şehirlere inen Türkler, İran harsile doğrudan doğruya temasa gel­ diler. Hicretin 86 mcı yılında Emir Kuteybe Beykendi Ll] Ayni eser. [21 Türk Tarihi : Necip Asım, C. 1, S. 147. 13] Ruhül’islâm ; İngilizceden mütercimi Ömer Rıza, S. 24.


l 18

TÜRK TARİHİNDE

muhasara ettiği esnada ordusunda pek çok Türldei’ vardı. 89 da, Buhârâ ve Semerkand şehirlerinin zap­ tında ise Türk ve Acemlerin Arap ordusundaki ye­ kûnları hayrete değer derecede yükseldi [1]. Ayni ordu ile Suriyeden gelen Nusayriler bu şehirlere is­ kân edildiler. Türkler ise esasen Zerdüştlükten hiç de hoşlan­ mıyorlardı. Bu itibarla Türkistanın içerilerine doğru intişara pek muvaffak olamayan bu din, şehirlerde oturan Türkler arasında kabul yüzü . gördü. Fakat îslâmiyetin buralara doğru tevessüü üzerine zayıfladı. îslânıiyetin Zerdüştlükle mücadelesi. — Iran mubidlerin zulmünden kurtulmak için hiç dur­ maksızın İslâm oluyorlardı. Emir Kuteybe 94 tari­ hinde Buhârâ Zerdüşt ateşkedesinin yerine büyük bir cami yaptırdı. İbadet Fars lisanile yapılıyordu. Çünkü ahali Arapça bilmiyordu. Ezan Farsça okun­ duğu gibi namazda bir adamın «Niktaniknet - Nikünya Niküni» kumandasile kılmıyordu [2]. Bilâ­ hare Irak içtihat medresesi, Kur’amn yanlışsız ve tam tercemesile her lisanda ibadetin caiz olduğuna dair fetvayi verdi [3]. Burada ise İslâmiyetin tekâmül ve intişar hudutlaı-ına geniş bir işaret verilmekte idi. Ancak ille de­ virlerde derunî bir fütuhata nail olamayan İslâmlar, örf ve teamüllere kıymet vermek ve bilhassa ahkâm­ da kolaylık göstermek mecburiyeti duydular. [1 ]

V

[2] Ner-şahî, [S;i

Fetvayı Giyasiye.

â*

Buliadisin


IvtEZHEP CEREYANLAM

1 [9

Arapların Türkler üzerine hücumları vuku bul­ dukça derhal İran ruhanîleri ateşkedeleri, uyandırır­ lar ve Buhârâlılar İslâm âyini üzere ibadete başlaılardı. Arapların tecavüzleri nihayet bulur bulmaz yi­ ne eski dinlerine dönerlerdi. Yukarı sahifelerde arzettiğimiz veçhile Emevîlerden İkinci Muâviye (64) Müslümanlığı buralarda tamamile yerleştirmek için Horasan valiliğine tayin edilmiş olan Rebi* bin Rebbadı Harisî’ye Basra ve Kü­ fe ahalisinden elli bin aileyi terfik ederek buralara iskânını emretti. Toharistan, Kûhistan fetihlerinde bulunan birçok Araplar da koloni suretile bu mıntal^ıalara yerleştirildiler. Türkistana- giren Araplar, muhtelif fikir ve ka­ naat yolcularının propagandacılarının nüfuzlarını muhitin fikrî haraseti üzerine tahrik ettiler. Misyo­ nerler, eski Şâmâniliğin inanışlarile İslâm akideleri­ nin sui tefsire uğradılmış olan muharref eşkâlini mezcederek yeni iman sahaları açtılar. îrdnuı gayri kabili mukavemet tesirleri. — Bu'çok Iranlılar da Ortaasyaya doğru açılan bu seferlere iştirak ediyorlardı. Tâ İskender! Kebir ile Selefkeli1er devrinden beri buralarda yaşayan İranîler, İslâm istilâları dolajasile yeniden yeniye gelen ırkdaşlarımn büyük yardımlarını gördüler. Ve dolayısile muhiti harsen tazyike başladılar. Artık Türkçe lisanı bile bu tesire mukavemet edemeyecek bir hale geldi. Süley­ man Bin Abdülmelik devrinde Ceyhun nehrinin şi­ malinden İran içerilerine doğru uzanan Türkler, Cürcana kadar ilerilediler. Cürcan ise tam bir İran şehri idi.


İ9()

TÜZIK TABÎHİNDE

Türkistan, yavaş yava§ İram dinin ilâve ettiği birçok şeylerle kendi benliğini karmcalaştırıyordu. Türiderin arasına giren İslâmiyet de İran millî ruhu­ nun nüfuzile kadîm hurafelerin açık kanallarmdajı akan nihayetsiz Üsturelerin içinde boğuldu. Esasen Zerdüştlük ve Mazdeizm dinleri Yunan ve Sami me­ deniyetlerden istiare edilmiş anâsır ile daha eski İran ve Hint fikirlerinin imtizacmdan hâsıl olmuş­ lardır. İslâmiyetin yayıldığı her sahada ve her zaman da İranın tesiri daima kendini göstermekten hâli kal­ madı [ 1 ]. Türkistan içerilerine doği'u başlayan büyük ha­ reketlerde İraI^^ din de muhitten topladığı yeni ilâ­ veler ile bu hattı takip ediyordu. Bilhassa Emevîler devrinde Türkistan üzerine açılan mühim* seferlerin ilcaatile Türk isyan ve ih­ tilâllerinde bu tesirler bir âmili muharrik olarak mey­ dana çıkıyor. Abbâsîler, iktidar mevkiine gelince Türklerdeki millî kıyamların adedi nisbeten azaldı. Val^tile Ho­ rasana sevkedilen Arap kolonileri ile yerh Türkler. den erişen yeni bir nesil meydana geldi. Fakat Türk ruhunun ezilmez kudreti karşısmda 'hassasiyetini muhafaza eden İran, buna çare aramak ve belki de en kudretsiz kaldığı bir günde tamamüe mahvolmak gibi tehlikelere düştü. Türkistanda de­ vam eden harpler dolayısile pek çok İran fırkaları fl] Mazdeiznn’in Türk kavimlei'i üzerindeki te'siıi : Ergard Blochet, <‘1838» tariliinde «Tarihi Edyan» mecmuasında intişar edea bu müh-im makalenin tercerneci «Millî Tetebbüler» mecmuasınunıara 1, S. 123 sıudadu', bakınız.


MEZHEP CEREYANLARI

121

celbedildi. O zaman ihtilâl çıkaran nuntakalara sevkolundular. Oralara bırakılmış olan bu ırkan İranlı askerlerden tertip edilmiş bir alayı Horasana Harun Beşid tarafından Fadıl bin Yahya Bermekî vali tayin olunduğu, sırada maiyetinden ayırmıyordu. İrana karşı Abbâsilerle Türklcr arasındaki tesantid. — Emin ve Me’mun hâdiselerinde Me’mun^a yardım eden bu fırkanm takındığı mağrur ve isyan­ kâr tavrı Elme'mun’u çok endişeli bir mevkie düşür­ dü. Me’mun Bağdad hilâfet makamına oturduktan sonra yerini takviye etmek lüzumunu duydu. Ve ilk teşebbüs ohnak üzere de Fergane, Şaş, Buhâi‘â Türk gençlerinden mürekkep kuvvetli bir fırka teşkil etti. Me’mun ırkan Türk olan bir anadan doğmuştu. O asırda Bağiiâd âlimleri arasında hürriyeti efkâr ile temayüz eden ve mutezilenin reislerinden sayılan meşhur Ahmed bin Davud’dan kuvvetli ilhamlar al­ mıştı [ 1 ]. Türklerle Araplar arasmda gittikçe kuvvetlenen şu münasebetlerden Türklere karşı gösterdikleri em~ niyet ve itimat bir kat daha arttı. İranlılarla Türkler arasında derhal bir rekabet başladı. , £i5ki akidelerin İşlâm üzerindeki tesirleri. — Me’mun devrinin fikir hareketleri hakkındaki ser­ bestliği ye birçok milletlerin hars ve irfan menbalarınm Arap lisanına dökülmesi, binnetice İslâmî aki­ deleri az ve çok müteessir etti. Bu bapta birtakım da dhıî ve siyasî tahrikat yapıldı. Yeni bir hürriyet ha­ vası içinde yüzen ruh ve fikirler birer yol ile döne dolağa eski akidelerin hudutlarına dökülüyorlardı., II] İbni Hallikân.


TÜRK TARİHİNDE

Hattâ denebiliyor ki, Zerdüştlük, Marıiheistlik, Mazdeklik, Şâraânîlik itikatkırından aşınimış parçalar bile bütün maniaları yırtarak İslâmm tariki itikadîsine girmeğe muvaffak oldular. İslâm mezhepler tarihinde gördüğümüz o binbir türlü inanış tarikatleri bize bu kanaati verdi. Meselâ çok aşikâr olarak karşımıza çıkan Elmükanna’ ve Haddaş, Selmülharaç gibi hep İran millî ruhunun uğradığı hezimet namına kıyam eden ihtilâlcilerin [ 1 ] döktükleri teressübat tâ Ortaasya Şiai Bâtıniyesinin içinde kaynadı.

-11.1 İbui Hazm, C. 2, S. 115.


ŞİAÎ BÂTINİYE DÂÎLEEİ KARŞISINDA TÜRKLER Türkistanın her türlü telküıata müsaid seviyesi. — Arap putperestliği ve İran Mecusîliği budist ve hıristiyan misyonerlerinin telkinlerile mütemadiyen bu­ landırılan Türkistan, muhitin müstait olduğu ruhî temayülâtı intihapta büyük bir dirayet eseri gösteren şahsiyetlerin arkalarında asırlarca durup dinlenme­ den koştu ve kendi varlığmı yıprattı. Son devirlere gelinceye kadar hususî maksatlara dayanarak ya bir tarikat veya bir mezhep icat edenlerin dağıttıkları pürüzlü fikirleri, en az tenevvür etmiş kafalar taşı­ yordu. Gerek Emevî ve gerek Abbasî dâîleri de faa­ liyet sahası olarak daima bu çorak muhitleri intihap ediyorlardı. Türkler, Maveraünnehir yolile Irana ve ayni yoldan gelen yeni birtakım itikadatın müşevveş ve muğlak nazariyelerinden ziyade avamî telkinlerin tesirleri altına düştüler. Çünkü Türk kabileleri dinî ve felsefî nazariyelerin kurdukları itikadî münakaşa­ ları idareye salâhiyettar şahsiyetlere henüz malik de­ ğildiler. Bu gibi şeylerden de bir.şey anlamıyorlardı*


124

Tüme TABİKÎNDE

İslâmiyetin itiltadî bünyesine iltihak ettikleri zaman da muJ'itelif dinî tesirlerin bvılantılan altında vuzuh­ suz bir kanaat taşıyorlardı. Bâtmîîerm Tiirkistanda istedikleri gibi at oynatmalai’i. — Her devrin yaşattığı akidelerin serpintile­ rine tesadüf dai^Taa mümkün olan bu muhitlerde Şiai Bâtıniye propagandaları başlar başlamaz, o kadai müsait bir faaliyet havası içinde ktüdılar ki iUt ham­ lede binlerle insan kazandılar. Siyasî hâdiselerin sevk ve tahrikile Emevî valilerinin mezaliminden bizar okvTak nihayet isyana mecbur olan Türkler, Şiai Bâ­ tıniye dâîleri tarafmdan büyük bir meserretle kar­ şılandılar. Said bin Amrulheırşi’nin Horasan valiliği zamanında çıkan bir ihtilâl hâdisesi, Şiî misyonerlei'i için emsalsiz bir fırsat telâkki edildi. Emevî hâzine­ lerini dolduran haraçların tahsiline iı*tikâp edilen mezalim dolayısile Said bin Abdülâziz’in Horasan mütesellimliğinden çok acı şikâyetlerde bulunan Türkler, Artık isyandan başka çare bulamadılar. Bu­ nun üzerine Horasana dolan Şiîler, Ehli Beyt namına halki davete başladılar. Bâtınîierin Emevîlerle Türkler arasına soktuk­ ları lıusıuîîct. — Emevî valisi bundan haberdar olur olmaz, şiddetli takibata koyuldu. Türklerin Emevîlere karşı kin ve husumetlerle meşbu’ olduğunu ve ^apHaîı—dafete bütün ruh ve samimiyetlerile sâdık kalacaklarına ait de yeminlerini öğrendi. Hükümet, en mütej'^akkızane nazarlarla bu harekâtı takip edi­ yordu. «H- 106». Horasana vali tayin edilen Esad bin Abdullah Kisri bu dâîleri ele geçirdi. Ve derhal idam et“ti. Tam bir asırdan ziyade Türklerin ihtilâl ve is-


MEZHEP CEREYANLARI

1"^5

yanlarile uği'aşan Emevüer, bu millete karşı bütün gayuzlarile şişkin bulunuyorlardı. Emevi saltanatının yıkılmasmda Türklerin hiz­ metleri. — Abbâsîler namına hilâfeti kurtarmağa uğ­ raşan komitenin reisi bulunan Muhammed bin Ali Horasana meşhur deÛerden Süleyman bin Kesir’i davet etti. Türkistan ye maverâünnehir Türkleri ta­ rafmdan derin bir hararetle kabul edilen Süleyman bin Kesir, Fergane, Buhârâ, Hazar hükümdarile Buğ­ ra Han’dan Ehli Beyt namına biat aldı. «H. 129» de Ebû Müslim Horasâni bütün bu kıt’alar ile Irak dâîlerinin filen İmam İbrahim tarafından riyasetine ta­ yin edilir edilmez, vaziyetin rengi birdenbire değişti. Ebû Selemrnetülhilâl ise ihtüâlcilerin malî ihtiyaç­ larım temin için bu uğurda bütün servetini sarftcin çekimrdyordu. Artık Türkistan Şia namma tamamile hazırlanmşı bulunuyordu. Emevîler aleyhine hareke­ te başlayan ihtilâl fu'kalarım Türkler teşkil ettikleri gibi Abbâsîlerin kazandıkları muvaffalayetin en bü­ yük âmili de yine Türkler oldu. Bu inkılâpta Şianin hedefine vâsd olamayışı. — Hilâfet, Abbâsîler tarafından istihsal edildi. Fakat hedefe ulaşılamadı. Şiamn feda ettiği bu kadar can­ lar ve EhH Beyt namma yapılan büyük fedakârlıklar bü* fayda temin etmedi. Alevîler yine hilâfetten mah­ rum kalddar. Bundan son derece münfail olan Şiîler, istirdadı hak için yeniden mücadeleye atıldılar. İlk Abbâsî halifesi olan Süffah’ın huzuruna giren Hâşımîler, kendilerini tutamadılar. Yeni halifeye Abbâsîlerin, haklanm gasbettiklerini söylediler [ 1 ], lT]“ ü^mSridrcr27s.~9.


126

TtİHK TARİKİNDE

Bu işten ise Türkler çok müteessir oldular, O zamana kadar hanedanı Ehli Beyte aidiyeti namma ya­ pılan vuzuhsuz propagandalardan istifadeyi pek iyi hi­ len Abhâsîler, Irak ihtilâllerinde ve bütün Şiî isyanlarmda hep ayni gayeye kendilerini hadim gösterdiler. İhtilâlciler, bu kelimeden ve bu cümleden Hazreti Ali-evlâdını anlayor1ardı. Küfede yapılan biatde o kadar heyecan ve asabiyet esmiş idi ki Alevî dâîleri Efkârı umumiyeye vaziyeti izaha muktedir olamadı­ lar. Birdenbire Abbâsîler, hilâfet makamına geldiler. Emevîler devrinde Mühelleb bin Ebâ Sufra’nın Horasan valiliği zamanında (H. 65) Necdetülharurî ve Süleyman bin Sârit’in İmam Hüseyin bin Ali İbnl Ebâ Tâlib’in kanı namına huruçları ve «H. 76» da Şebibülharicî’nin «H. 123» te bilumum Sufriye fır> kalarmm isyanları hiçbir fayda vermedi ve bu ka­ dar kanların Ehli Beyte ait bir hakkın istirdadı için nehirler gibi akmasma rağmen neticede Alevîlerin mahrum kalmaları gönüllerde kapanmaz yara­ lar açtı. Bu mühim hâdiseler arasmda Türkler de mühim roller oynayorlardı. Şianin yeni bir fırka teşkili. — Abbâsîlerin İkin­ cisi Mansur’un hasmane hareketleri dışarıya vurımca l^lhassa Ebû Müslim Horasanî’nin katli üzeri­ ne derhal ihtilâlciler de faaliyete geçtiler. Bunun ne­ ticesi «Mübeyyize» fırkası teşekkül etti. Maverâünnehir ve Türkistan şehirlerinde pek geniş mikyasta tahrikler başladı [ 1 ].

11] Ebürfida, C. 2, S. 9.


ABBÂSÎLER DEVKİNDE ALEVÎLER

Türiderin asırlarca İran harsinin tesiri altında kal­ ması. — Hazreti Ömer bin Hattâb zamanında Said bin Ebâ Vekkas’m hamlelerile Medayin’in sukutu üzçrine tamamile göçtüğüne hükmedilen İran, yavaş yavaş kendine gekneğe başladı. Ve Abbâsîlerin hilâ­ feti istihsal etmelerile kendi ekmeklerine yağ sürül­ müş ölduğuna inandılar. İran ve Irak ihtilâllerinde Bermeki hanedanmm oynadıkları rollerden dolayı Süffahı Abbâsfnin nazarında İranlılar, sanki bir ha­ laskar gibi telâkki edildiler. Devletin memuriyetleri birer birer onlara verildi. Halbuki bütün inkılâbı filen idare ve kılıçla miidafaaya uğraşan Türkler bu arada bir mevki kazanamadılar. Fergane ve Şa.5 Türklerinden mürekkep Alevî dâîleri aldıkları tesir­ ler ile Fars millî harsinin bilmiyerek içine düştüler. Iranlılarla Türklerin mütekabil medenî münase­ betlerinin başlangıcı hakkında yerilen malûmata gö­ re İskender ve Selefkiyan devirlerine kadar uzanmak lâzımgelen birtakım hâdiselerin arasında Türk Kam-


I9 g

TÜRK TARİHİNDE

larile îraıı mubidleriııiii— hattâ İsİâıniyetin haylice iİerile-diği zam-mlarda bile — Maverâürmehir topraklarmda ayni kudsiyet ve tel<;rim ile karşılanmakta o l­ dukları görünmekte idi. Hicretin altıncı asrında bile hâlâ o yerlerde ategkedeler mevcuttu. Türklerle IranLlann Arap mezalimi karşısında Alevî propagandalarına ihtiyaç messettirecek derece­ de ihtilâl fikirlerile hâli işbaa geldikleri anlaşılmakta idi. Yiiz seneden ziyade devam eden muharebelerin uyandırdığı husumet ve kin en müfrit Arap asabi­ yeti ile hareket eden Emevîlere karşı her iki mağlûp ve mustarip milleti birleştirdi. İi’an ve 'fûran alcvaımmn çok haklı bir dâva üzerinde yürüdüklerini gö­ ren siyasî ve mezhebi fikir sahipleri yaptıkları tel­ kinlerle bu harekâtı kendi lehlerine çevirmeğe mu­ vaffak oldular. İrâiîîlerin Abbâsîlere karşı çılvardikları ilıtîlâi. Tam bu esnalai'da birdenbire Abbâsîleri tetkik eden Kiş, Nesef taraflarında yeni bir Mütenebbi’nin çıktığı işitildi. Abbasî halifesi «Mehdi — H. 169» bundan fevkalâde ürktü. Oğuz Türklerinden mürekkep kuv­ vetli bir ordu ile isyanı bastırmağa çşalıgtı. Bu yakın­ cı Peygamber Elmukaıma adında Merv şehirli bir bo­ yacı icü [1]. Fosforlu maddeler ile yüzünü parlatan bu ads^, nihayet ülûhiyet dâvasma kalkıştı.' Halka, Allalım da insan suretinde olduğunu söylüyordu. Ebû Müslim Horasanî’nin gaddarane bir şekilde katledilmesi, Emevîler aleyhine ihtilâle iştirak eden Horasanhları ile bilumum Maverâünnehir lıalkmı son derece müteessir etmişti. İşte bu müttlj EbiU’fida, C. 2, S. 9.


MIÎZIÎISİP CîÖREYANLARl

1 29

his İnkılâbı meydana getiren bu Horasanlı TLii'ke Abbâsîlerin reva gördükleri şu şeni’ cinayet karşı­ sında ölçüsüz nefret duyanlar, bö^de ilâhı bir kudreti kendinde toplamış olduğuna inanılan bir başbuğa muhtaçtılar. Elmukanna kendisinde gördüğü niha­ yetsiz bir kuvvetle ortaya atıldı. « Hazreti Muhammedden Ebû Müslim Horasanı . efdaldir» diyordu. Bu fikirde çok hararetli bir milli­ yet duygusu hâkimdi. Arap varhğmı sarsmak ve Abbâsılerin «Hazreti Muhammed» namına haksız ola­ rak taşıdıkları hilâfet tacmın kıymetini düşürmek ve onun hiçliğini ifade etmek için bu hareket o devrin zilıinlerine en uygun bir yol demekti. Elmukanna ih­ timal İran tarihinde bunun emsalini bulmuştu. Arap müverrihlerinin yanında Dahlıâk Marî adını alan hasta Iran hükümdarıhın taç ve tahtını altüst eden kendi gibi bir demirci değihniydi ? İhtiHlci fırkasının mağlûbiyeti. — Irakta ihtilâl ba.şladı. Bütün Ebû Müslim Horasanı taraftarların­ dan mürekkep olan Mübeyyeza fırkaları Elmukannaın emri altında toplandılar. Hattâ Buhârâ hükümda­ rı da mühim kvıvvetlerle bu işe yardım etti. Halife Mehdi’nin sevkettiği fırka «Kiş» kalesini muhasara etti. Tazyik şiddetlendi. Mahsûrlar çaresiz kaldılar. Nihayet kalenin içinde ne kadar Ebû Müslim taraf­ tarları varsa hepsi intihar edip, bir ferdi de teslim ohnadı. ELnukanna ise, katledilmişti. Fakat onun nakipleri efkârı umumiyeyi elde tutmak için başka bir çare buldular. Elmukanna öl­ medi, göğe çekildi, diyorlai'dı. Bu fikir İsadan intihal edilmişti. Tarihin muhtelif hâdiselerini birer örnek


1 30

TÜl^K TARİHİNDE

olarak kullanan sergüzeştcû şahsiyetler, her mağlû­ biyeti daha başka bir esrar ile örtmeğe muvaffak oluyorlardı. Bu mülıim ihtilâlden yardımlarile Abbâsîleri te­ lâşa düşüren Buhara hükümdarı da ele geçirilerek idam edildi. Beyazlar fırkası faaliyetinin gizli salıaya intikali. — Beyazlar fırkası aleyhine hükümetin çok şiddetli taldbatı başladı [1]. Bunun üzerine hamlelerini kıs­ men tatil etmeğe mecbur kalan Beyazlar, gizliden gizliye jâne faaliyetlerini devam ettirmekten hâli kalmıyorlardı. Mübeyyeze akideleri sönmüyor, ayni fücir ve maksatları doğuran yeni mezhebi teşekkül­ lere de bu itikatlar intikal ediyordu. Beyazların komünizm esasları. — Elmukanna görünüşte tam bir Mezdekî idi. O da her şeyde işti­ raki kabul ettiği gibi bu iştirakte kadınlar da dahildi. İranın bu eski dini yeni bir renk altında parlamıştı. Esasen bu akideleri takip edenler müslüman olma dıkları halde kendilerini müslüman tanıttılar. Halbu­ ki ne ibadâtı ve ne de İslâmiyetin itikadat ve ahkâmmı kabul ^ediyorlardı. Bütün hayatî şeraite aid ^ yarsa umumun onda hisse iştiraki vardı. Ferdin varlığı bir kıymet ifade etmiyordu. Her kudreti ce­ maatte ve onun ruhu ise ancak ferdin gaye ve mak­ sudu telâkki edilmekte idi. Bu itikatlar o devrin muhtelif meslekleri arasında kabul görmüş bir dâve olarak ileri sürülmekte idi. [1] Bu fırka hakkında daha ziyade tafsilât için «Tarihi Ebru» ya bakınız.


MÎİ17JÎFP CEREYANLARI

131

Haikm utırabuıı istismar siyaseti.— Yedmci as­ rın yeni bii’ doğuşla eski inanışları bozması ve kadîm iki Devletin — yâni İran ve Romanın — hegemonyasmı eritmesi bu mağlûp milletler üzerinde çok sarsmtıh tesirler yaptı. Her türlü bozgunluğun sebep ve illeti aranıldıkça derhal ortaya ittihad ve millî vah­ detin ehemmiyetle takip edilmemesi çıkıyordu. Bina­ enaleyh şu itibarla cemiyetin merkezî bağını teşkil eden gerek nzk ve ihtiyaç cephesinden ve gerekse daha incizap ve insicamh hareket noktalarmdan bu nazariyenin faydası büyüktü. İran İdarî sistemi asırlardanberi Dehkan’ların elinde ve Araplar da âmille­ rin büyük arazi sahibi ohnaları itibarile onlarm me­ zalimi altmd^a idiler. ElıU Seva’d denilen Kara Halk yâni . köylü, hayatî bütün haklardan mahrum edilmiştiBu esnada Elmukanna’ın ortaya attığı bu mü­ savat dâvası ahalinin üzerinde bir yıldırım tesirini yaptı. Binlerle Esafil bu bayrağın altında bir hürriyet havası duyacaklarına inandılar. İhtilâlciler, hep be­ yaz giymişler ve beyaz bayrak altında toplanmışlar­ dı. Bu renk ise, hürriyete, nura, hayata işaret olduğu gibi İran ruhanîlerinin de elbiseleri hep beyazdılar. Abbâsîlerin bayraldan siyah ve siyah elbise onlara göre efendilik nişanesi ve hâkimiyetin alâmeti idi. İslâm müellifleri «Beyazlar» ın dâva itibarile Mezdekîlerden ayırt edilecek bir yerleri olmadığından bunîarı Zındik tanımakta tereddüt etmediler [1]. ri] o

devirlerin, tarihin nihayetsizlüderi arasına karışıp

kaybolmalarına rağmen, hâlâ bugünkü seyyahların naklettik­ leri Efganistanjn gimalinde ve Anıu Derya menbalarma doğru yerlerde oturmakta olan kavimlerde görünen birtakım alûde-


J3 2

TÜRK TARİHİNDE

Horasanlılanıı Abbâsîlere lıusumeti, — Abbâsî1er, hilâfeti ihraz etmeden evvel Horasan Şiîleri ve onlara iltihak eden Taberistan, Deylem ahalisi Ebû Müslim Horasanî’nin nüfuzundan korktukları için Abbâsîlere mümâşat ediyorlardı. Halbuki bilâhare Ebû Müslim’in katli üzerine kıyam eden Ravendîler, Abbâsîler tarafından perişan edildiler. Bunu duyan Taberistan ve Deylemlilerle birlikte bütün Horasan­ lılar, intikam için Abbâsîlere en kavi düşman kesil­ diler. Hicaza karşı Bağdadın hasniane hareketleri. — Bağdadın tesisi esnasında Alevîler halckında takibat bütün şiddetile aldı yürüdü. Hicaza karşı da Bağda­ dın yeni takındığı hasmane hareketlerden dolayı ef­ kârı umumiye üzerinde fena tesirler yapıyordu. Medineliler, hükümeti nazannca şaibedar telâltki edil­ mekte idiler. Mansur tarafından Kâbenin bir nazirî olarak Bağdadda Kubbetüladrâ namile muazzam bir kale inşa olundu. Ahali Haçdan menedildi. İmam Darülhicre namile anılan îmam Mâlik’in fetvâsile hilâfetin vaktile Nefs-üz-Zekiyye namile Alevîler arasında şöhret bulan Muhammed bin Abdullah’a aid olduğuna bütün Abbâsî aleyhdarı olan fırkalar ha-berdar-B'di,lmişlerdi. Bunun üzerine Emevîlerin son günlerinde Medine içtimamda hazır bulunan bütün Ehli Beytin ve hattâ Abbâsîlerin biatlerile hilafeti lerin hep o eslci kanaatlerden bakiye olarak yaşamakta olduk­ ları müşalıede edilmektedir. Bu zindik kelimesi hakkmda da «Clement Huart» ın «İslâm Hukukumda Zindikler» ine ve bu kelime hakkmda yine «Keg:§afı Istılahatı Füııun» ile «Baron Reze» nin tetkikatına ve »Ebu Heyhan Birunî» nin ■<Erâsarülbakiyye» sine bakmız.


]\'IEZHBP CERIİİYANLARI

133

mün’akidolan Muhaxnmed bin Abdullah’ın lehine İmamı A ’zam Ebû Hanife Nu’man İbni Sâbit’te fetva verdi. Bu vaziyet üzerine Abbâsîler bütün şiddetleTİle Aleviler aleyhine harekete geçtiler. Hicretin 145 inci yılında Muhammed bin Abdullah Medinede Ha­ life Mansur’un amucası İsa tarafından katledildi [1]. Alevîlerin huruç hareketi. — Hâdisatın kanlı 5?ollar takip ietmesi ve Abbâsîlerin gittikçe ilerileyen zalimane hareketleri Alevîleri köpürttü. Derhal Nefsüzzekiye’nin kardeşi İbrahim bin Abdullah Ehli Beyt namına hilâfeti istirdat için İmamı A ’zam’ın fetvasile Abbâsîlerin aleyhine huruç etti [2], Fakat tali yardım etmedi, akıbet başını verdi. Alevîîerîîi TürMstan tarafına çekilmeleri. — Bu hâdiseden sonra berhayat Alevîler, hilâfet merkezin­ den uzak olan Mağrıb, Horasan, Türkistan gibi yer­ lere firar ettiler. Bütün bu muhitlerde en hararetli bir hız ile Alevî propagandaları yükseldi. Horasan, Şiîlik ve Alevîlik teşkilâtının ve Ortaasya ile bütün İran ve Efganistanm merkezî bir mahallini işgal et­ mekte idi. Alevî zümrelerinin en serbest faaliyetler­ de bulımdukları mmtakalarm başında Türkistan şe­ hirleri birinciliği teşkil etmekte idi. İslâm Sünnîliğini müdafaa eden Abbâsîlerin aleyhine ne kadar fırkalar teessüs ettiyse bütün bunların salikleri için en müsait muhitler, Maverâümıehirden ortada bulunuyordu. Bu geniş ımntalcölarm hududu ise tâ Hazar denizine kadar iniyordu. Alevîlerin çıkardıkları yeni ihtilâl. — İkmci as­ li] İbni Esîr, C. 5, S. 251. [2] Meriyüttevarih, C, 1, S. 212.


I 34

TÜRK TARİHİ1WE

rın ortasında Deylem’de yeni bir müddeinin parladı­ ğı duyuldu. Bu adam, Alevîlerin en zî nüfuzu Nefsüz-Zekiyye’nİR diğer kardeşi Yahya bin AbdxıUah idi. <i:H. 176» senesinde hilâfetini ilân etti. Abbâsileari dehşetli bir telâş kapladı. Harun Reşid Bermekilerden Fazl’ı bunun üzerine yolladı. Halbuki ilıtilâl sahası gittikçe genişliyordu. Bermekiler ise, Alevîlere fevkalâde muhip ve Hai'un Reşid'in bunlar hakkmdaki kahr ve tedmir siyasetine şiddetle muhaliftiler [1]. Bilâhare Bermeki hanedanının uğradığı nekbet ve felâketin başbca sebebi de onların Alevîler baklandaki müsamahakâr ve hattâ iltizamkâr hareketleri oldu. Şu hissiyat ile hareket eden Fazi Harun Reşid ile Yahyayı barış­ tırdı. Ve bütün Hâşimî hanedanınm imzalarını taşı­ yan bir imanname ile Yahya bin Abdullah serbest bu’akıldı. Halbuki, Harun Reşid sözünde durmadı. Sırf siyasî bir fikir ve mülâhaza üzerine yaptığı bu hareketten döndü. Bizzat imzasını taşıdığı Imannameyi tammadı. Yahyayı Öldürttü [2], Alevîlerin müthiş faaliyetleri ve inkişafları. — Abbâsılerin şiddetlenen bu mezalimi karşısmda Ale­ vîler, âdeta Emevîleri arayacak bir dereceye geldiler. Âli Büveyh’in hâkim olduğu Deylem kıt’asmın en meşhur dâısi olan Haşan bin Etruş Şiî, Abbâsılerin aleyhine bütün kuvvetile efkârı umumiyeyi tehyiç ederken Deylem’lilerin de husumetlerini hergün bir derece daha arttırıyordu. Halk fevç fevç Şiîliğe da­ hil oluyorlardı. Ehli Beyt hakkında yapılmakta olan [1] tbm Esîr, C. 6, S. 47. t2J îbni Esir, C. 6, S. 50 ve ?0.


MEZHEP CERFIYANLAEI

] 35

bu tethiş siyaseti bilâkis menfi neticeler vermekte, bütün İnsanî duygulara hörmet edenleri bile kin ve gayız ile köpürtüyordu. EFemin’in. mağlûbiyetile neticelenen kavgadan sonra Abbâsîler tahtma oturan Me’mun hür bir ter­ biye! fikriye ile erişmiş idi. İran ruhunun doğurduğu itizale intisabile mezhebi kanaatlerinde dalıa serbest olan, bu halifenin Alevîlere karşı müsamahakâr hare­ ketlerinden kuvvet alan propagandistler, karış karış Tüi'kistanı dolaşıyorlardı. Mezhebin neşri gayesile Türk kabileleri içinde her türlü temayüllere müsait vaziyetler ihdas edildi. Türk ve Moğol müşrikliğile Şiai Bâtmiye arasında sıkı münasebetler tesis olun­ du. Hattâ Râfi bin Leys isyamnda bütün bu fırkalar* ile Şaş, Hocend,’ Buhârâ, Harzemdeki dokuz Oğuz­ lar, Karluklar, Tibetliler müştereken kıyam ettÜer. Bu hareketler ise Oğuz göçebeleri arasında EhH Sün­ net akidelerini yıkan Bâtmî zümrelerin inkişafına büyük yardımlarda bulundu [ 1 ]. Fâtunîlerin Mısırdan sevkettikleri Alevî misyonterîeri. — Fâtunîlerin Afrikada hükümet kurmaları üzerine Mısır dâîleri de buralara gelmeğe başladılar. Horasanda oturan büyük dâî, Maverâünnehre ve ora­ dan daha esaslı teşkilât yanabilmek için Nesef ve Buhârâja^. geçmişti. Bâtmîler, artık Abbâsîlere karşı en mühim dâîlerini Kahire saraylarından alıyorlardı. Fâtımîler, Afrikadaki geniş teşkilâtlarını tâ uç Anadoluya kadar uzatmağa muvaffak olmuşlardı. Suriye 3^ûllarile inen Dâîler, diğer taraftan da Türkistanı. boylayorlardı. tu Türk Tarihi Dinîsi ; Proîesör Mehmet Fuad Köprülü.


J36

TÜRK TARİHİNDE

Hakim BiemriUâh, ve Müstansır Billâh gibi Bâtmîlik dâî a’zamlık mertebesini ihraz etmiş olan ha­ lifeler, bu harçkâtı bütün hassasiyetlerile ellerinde tutuyorlardı. Çünkü daima ehliyetli misyonerler Türkistana tayin olunuyorlardı. Deylem’de Ebâ Hatim Nişaburda Ahmed Nesefî, Ebû Yakup Siczî Maverâünnehirde Bendanî gibi çok iktidarlı dâîler bu meyanda bulunuyorlardı. Bilhassa Hindistana Ahmed bin Keyyal (270) gibi yüksek şahsiyetler tayin olunmuş idiler. «İbni Meserret - 310» Endülüse memur edil­ mişti. Hindistan Bâtınîler teşkilâtmı vücude getiren Ibni Keyyal’e tâbi olanlar her türlü hücum ve saısıntılara rağmen mevcudiyetlerini muhafazaya muk­ tedir olabildiler. Yemendeki İsmailîler de ayni kud­ reti gösterdiler. Bugün Hindistan^ Bedehşan ve Türkistana doğru uzanan o g^niş hat üzerinde yaşamak­ ta olan Bâtnıîlerin ilk kökleri arzettiğimiz zamanla­ ra bağlıdırlar.


ftlISIK FÂTIMÎLERİ VE ALEVÎLERİN PAMİR TEŞKİLÂTI

Ortaasyada müthiş Şiilik teşkilâtı. — Abbâsîlerin hilâfet makamına karşı çok derin bir husumetle mütehassis olan Mısır Fâtunî dâîleri, Maverâünnehir ve Türkistan valilerinin saraylarına hulûle muvaffak oldular. O asırlarda Buhârâya hâkim olan Sâmânîlerin en yakmları arasına sokuldular. Fâtımi halife­ leri namına halkı davete başladılar. Maverâünnehre memur olan dâîlerden Muhammed Nesefînin gayretUe Sâmânîlerin İkincisi olan Nasr Şiai Bâtıniyeye intisap ettirildi. Ayni zamanda Âli Saffâr’m müessisi olan Yakub bin Leys de Bâtmîliği kabul etmişti. Bundan sonra Ortaasyada müthiş surette Şiîlik teş­ kilâtı başladı. Nasr bin Ahmed bin Saman devrinde Türkistanı dolaşan bir seyyah buranın hükümdarının Alevî olduğunu ve Hazreti Aliye İlâh-el-Arab namı verildiğini naklediyor. Mısır Fâtımîlerinin Türkleri iltizamı. — Abbâsîler, maiyet ordularını Türklerden teşkil ettikleri


138

TÜRK TARİLIİMDE

^ibi bilâhare Türklerin üzerinde i^alirnane bir hare­ ketin imkânsızlığını idrak ettiler. Onlara adil ve ih­ san ile muameleden başka çare olmadığım da anla­ dılar. Bundan sonra Horasan, Yemen, Mısır, Suriye vilâyetlerine hep Türk valiler tayin ettiler. Bu mem­ leketler ise, Şiîliğin en ziyade revaç bulduğu mmtakalai'i teşkil ediyorlardı. Afrikada tevsii hükümete muvaffak olan Fatımîlerin Mısır kıt’asına yerleş­ meleri üzerine bu ailenin yanında Türkler, Abbâsîlerden gördükleri imtiyazattan ziyade mazhan ilti­ zam oldular. Hicretin (465) tarihlerine doğru Fâtımî halifelerinin en mühim memuriyetlerini Türkler iş­ gal ediyordu. Ortaasya ile daimî münasebetlerden hâli kalmıyan bu Tûrânîlerin yardımlarile birçok Şiî dâîleri, vazife olarak o uzak mıntakalara gidip gehyorlardı. Dâîi a’zam ; Haşan bin Sabbah. — Şiai Bâtıniye tarihinde çok ehemmiyetli sahifeler işgal eden iki büyük dâîden birisi Müstensır Billâh (487 - 427) den telâl-ıki ettiği mühim bir talimat ile Elemut’a diğeri de Horasana doğru yola çıktılar. İlk hareket eden Haşan bin Sabbah idi, Vaktile Selçukîlerin takibatın­ dan yakayı kurtarmak için bir tacir kıyafetile Rey şehrmden firar etmişti. Doğruca Mısıra geldi. Ve J^lüştensir- Billâh’a intisap etti. [1]. Buradan Dâîi a’zamlık vazifesi ile Elemut’a memur edildi. İkincisi, Muineddin Nâsir Hüsrev idi. O da va­ tanı olan Horasana gönderildi. Haşan bin Sabbah İran Selçukî İmparatorluğu11] Ravzatüs’safa ile Kelâm tarihimizin «İran Batmîleri» fiisima bakıni2..


MEZHEP CEREYANLARI

13Q

jıu senelerce işgal etti ve Asya Bâtınîlerinin en faal yuvasını tesis etti. Kendisine Seyyidina Şeyhülcebel namı veriliyordu, Vaktile arkadaşı olan ve Selçukîlerin en büyük veziri meşhur Nizamülmelik’i han­ çerletti. Zamanın dehşetli katilleri âdeta bir ordu halinde Haşan bin Sabbah’m maiyetinde idiler.. Dâîi a’zam : Nasır Hüsrev. — Nâsır Hüsrev ise, din ve felsefe ilimlerinde büyük bir şöhret kazandı. Tuğrul Selçukî’nin kardeşi Çağrı Bey’in Horasan valiliği esnasında hükümet tarafmdan mühim me­ muriyetlerde bulundu. «437» hicret yılmda Hicaza gitti. Avdette Kudüs tariki ile Mısıra geldi. «440» da Fâtımî halifesi Müstensır Billâh Alevîye intisap etti. İmamı Zaman tarafından Horasan Dâîi a’zamhğma tayin olundu. Tehame, Yemen, Lehsa Karmetileri ile temasa geldi. Ve oralarda haylice neşriyatta bu­ lunduktan sonra Basra ve Isfahan şehirlerine uğradı. Biraderi Ebû Said ile Belha geldi. Hücceti Müstansır, Hücceti Horasan, Sahibi Cezire Unvanlarım aldı. Ve en hararetli faaliyetlere girişti. Ve bütün seyahat et­ tiği ülkelerde neşriyatına devam etti. Nasırı Hüsrev’in harekâtmdan şüphelenen hü­ kümet, onu Horasandan nefyetti. Vaziyetin aleyhin­ de çıkan bu neticesinden hiç de memnun olmayan Nasırı Flüsrev, uzun seyahatlerden sonra Belh’a gel­ di. Oradan Mazenderan’a kadar uzanan bir yol kat’ etti. Vardığı yerlerde daima Bedmezhep’lik ile itihsun ediliyordu. Hüviyetini gizlemek ve derulıde ettiği va­ zifeyi tehlikesiz ifa edebilmek için kâh bir tarikat sâliki gibi Sıffiyenin büyüklerinden Haşan Harkanî


140

TÜRK TARİHİNDE

zaviyesiiıde miiıızevi [1], kâh Isfahan, Geylân, Rüstemdar âlimlerile Iıikmet ve felsefeye dair münaka­ şalara giren bir halcim tanılıyordu. Fakat akidesi hakkındaki şüpheler çoğaldığı gibi vaziyeti de endi­ şeleri davet etmekten hâli değildi. Nihayet, Kadıyülkuzât Ebû Sehl Seylûkî’ye müracaat ettiler. Bu he­ rifin pek hayırlı bir adam olmadığma dair şikâyetlere başladılar. Bundan haberdar olan Nasır Belh, Bedehşan, Kûhistan cihetlerine firara mecbur oldu. Tezkere sahibi Devletşahı Semerkandî;, Nasırı Hüsrev için pek mebzul medihlerde bulunuyor. Hal­ kın bâtnı ilimlerine dair bilgileri olmadığından onun hakkında çok fena ittihamlarda bulundular, diyor. Ve Bedehşan köylerinde Yemlekân’da menfiyyen ikameti esnasında öldüğünü naklediyor. Nâsiri Hüsrevin neşriyatı ve akideleri, — Nâsın Hüsrev devrinde hakikaten çok mühim tesirler yap­ tı. Ve bütün hayatı baştan başa felâket ve yılmaz bir mezhep cehdi ile doludur. Birçok eserler yaz­ dı. Zadülmisafirin,, veçhi din, Havânülilıvan divan, Rüşenâîname, Saadetname, Sefername, adındaki kifl] Ebu Hasai"! Hırkanî’nin asıl adı «Ali bin Ca’fer» dir. Eayezid Eestamvye müntesıptif. Nefehatın tasrihine gore ruistifade etmişlerdir. «0S7» senesinde vezir Mus­ tafa Paşanın niemvır olduğu Actm seferlerine iştirak etmek üze­ re ürdu ve Erzm'innda içtima etti. Aruidolu ve Rumeli Beyles:beyleri maiyetlerile bu sefere iştirak ettiler. Kars önüne ge­ lindiği zanıan, ihtiyar bir yc-nigeri rüyasında: «Bana Ebu Hasiin. Haricanî» derler, mezarunm ayak kı.smjnda bir kapı vardır, di­ yeti bir zat görür. Bu rüya Paşaya akseder. Yapılan taharriyntta, o malıalde bir kapı ile mezar meydana çıkar. Orası derhal bir i:iyaretgâh olui'. Tarihi Peçevı, C. 2, S. 56.


MEZHEP CEHEYANLARI

]41

taplanndan başka daha teUifatı v^rsa da bize kad^* gelmemiştir. Bu âsardan bazılanm Berlindeki Şir­ keti Kâdiyan basmıştır. Vechi dinin birinci babı Ortaasya jbarülfünunu Şark Fakültesi profesörlerinden A. Semenof tarafmdan terceme edildi. Havanülihvan’ın yegâne nüshası İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi profesörlerinden M. Şerefeddin tarafından Ayasofya kütüphanesinde bulundu. Nasırı Hüsrev’in hayat ve şahsiyeti hakkında ya­ pılan tetkiklerden anlaşıldığına göre o, Bâtınîliğe şahsî bazı kanaatler ilâve etmek suretile bir hususi­ yet vermeğe çahştı. Bilûmum Bâtmîlerce esas olan te’vil yolunu daha ziyade tevsi’ etti. Hattâ o zama­ na kadar- gidilen yoldan daha başka bir çığır açtı. Yeni yeni izahlarda bulundu. Şark Hurufiliğinin bir atlama taşı, mertebesinde olan hurufun mânaları Nasır’in vazettiği esaslarda mühim mevki almakta­ dır. Şiai Bâtıniyenin Kur’an üzerindeki hükümlerile Hurufu mukattaa’nm izahına ait teVil ve tevcihle­ ri de hep ayni yoldan gitmekte olduklarmı kaydet­ mekle beraber Nasırı Hüsrev’in zekâi amelîsi di­ ğer Âbai Bâtıniye içinde ona bir husumet vermek­ tedir. Nâsu-’a göre «Lâilâhe illâhilah» cümlesinin ihtiva ettiği harfler hızfedildikten sonra «İ— —H» den ibaret olan üç harf kalır. Bu üç harf din âlemin­ de «Ced—^Feth—Hayal» ifade ile eb’adı selâseyi iş’ar eder. Diğer hurufîler de daha açık gördüğümüz muhtelif taklib şekilleri «Nasırı Hüsrev’de gittikçe inceleşmektedir. «Vechi Din» bir fıkıh kitabına benzer. Bu ki­ tapta «Her zaman Allahın insanlara karşı hücceti


14 2

TÜPiK TARİHİNDE

olan iman mevcuttur. Cinnet aklidan ibarettir [1], Resuller, Hüdavendi tenzil, onların vasileri olan imaını zaman da hüdavendi teVildir. Cehennem cehl ve hamakat demektir. Allah insanlara altı Pey­ gamber gönderdi. İnsanda altı cihet vardır. İnsan­ lar sünâi-ül-hilkattir, Şeriatin zâlıiri olduğu gibi Bâtıni de vardır. Dinî teklifler, birer mahiyeti teVil ile örtülüdür. Abdest bâtmen hüdavendi zamanın ah­ dini iltizam , ve düşmanlarından inkıta’dır. Namazm hakikati ise hüdavendin dostlarına ittisaldir. Rama­ zan Bayramı esasın dilidir. Çünkü bu bayramda insanlar, yememek ve içmemekten kurtulurlar. M ü ­ minler de esas sayesinde iHm zaafından sıyrılıp otuz gün sükûnun dili olan oruçtan sonra ilim ile tekem­ mül ederler. Yedi nâtık olan Adem, Nuh, İbra­ him, Musa, İsa, Muhammed, İsmail gibi Yeddi esas. Yedi İmam bir babı hüccet, Dâî, Me’zun beş haddi ulvî olan akıl, nefis, vecd, feth, hayal — ki hepsi otuz eder — i anlayıp müevvelâtı hakkında malûmat edindikten sonra bayram ederler. Ramazan bayramnun te’vili esasın ilmile anlaşıldığından onun de­ lili de «Fıtır» gibi esasın ismi olan Ali’nin üç har­ finden mürekkeb olmasıdır. «Zekât» da esasa de­ lildir. Çünkü Zekât Arabcada taharet mânasına geLl] Dürzi mezhebi hakkında yapılan iıınî tetkiklerin neÜcelerme göre Nâsır Hüsrev’iıı

te’villerine derin

müşabehet

gösteren bu akidelerin rncnbaları hep müîjterek olduğu anlii'-şümaktadır. Mezhepler tarihinin mıüitelif fasıUarmda tesadiif ed^ejdiğimiz ayni itikatların ufalc farklarla birbirlerinden in­ tikal ettilderi meydana çıkmaktadır. Dürzilerde « Ukkal » ve *CühhaİJ- diye bir novi taksimler yaıjarlar. Kelâm talihimizde Dürzi mcTİıebi haklcmda malûmat verirken yaptığm^ız tafsilâta bakmız.


MEZHEP CEREYANLARI

]4 3

lir. Şek ve şüpheden temizlenmekte «Esas» m ilmi olan teVil ile husule gelir. «Haç» da namaz gibi hüdanm dostlarma yakmlaşmaktadır. Nasır Hüsrev’in felsefî nazariyelerini ihtiva etmek itibarile en kıymetli eseri «Zad-ül-misafirîn» idir. Bu kitapta Yunan feylesoflarmm meslekleri ve İslâm hükemâsmın bilhassa Muhammed bin Zekeriyya.nın nazariyelerile şiddetli münakaşaları mevcuttur. Felsefî meselelerile Kur’an âyetlerinin aralarmda birer münasebet te’sis etmek hususunda Nasırın iktidarı şayanı hayrettir, Bâtınîlerin mezhebi düsturlarım ihtiva eden mühim bir tefsiri ile «Kitabı musbah», «Botan-ülUkul», Eksiri a’zam, Kanunu a’zam, El-müstevfî, Düsturu a’zam, Kenzülhakayik isimlerindeki eserle­ rini tercemei halini yazan tezkireciler kaydetmekte­ dirler [ 1 ], Nâsırı Hüsrev’in neşir ve telkin ettiği bâtınî akidelerile Suriye ve Elemut Bâtmîlerinin arasmda bazı nazariyat farkları vardır. Nâsınn bu kadar t e VLİâta rağmen nassın zahir hükümlerini ihmal et­ mek hususunda aleyhdardır. Şer’in amelî teklifle­ rini tanıyor. Yalnız Bâtının tekgöz ve yalnız zahi­ rin de tekgöz olduğunu söylüyor. «Zad-ül-Müsafirîn» in mukaddimesinde bu baptaki fikirlerini an­ latıyor. Umum Ortaasya ile Pamir ismailîleri arasında en muteber eser «Vechi Din» dir. Bütün Bâtmîler bu kitabı mezhepte düsturu amel biliyorlar. Nasıl [^] Nâjsıi'i Hijsrev : Profesör Şerafeddin [İlâhiyat Fakül­ tesi mecmuası, sene 1927, sayı 5 ye 6].


144

TÜRK TARİHİNDE

kİ umum Anadolu Bektâşîleri ye hurufîler Fadlul-r lahî Ester Âbâî’nin meghur Câvidan’ı ile «Firişte oğlu2> ııun eserlerini «Maltalât Hacı Bektaşi Velî» gi^ bi kitaplar verdikleri ehemmiyet ne ise Pamir IsmaiHleri için de «Veçhi Din» odvır. Pirler, halifeler^ ve Bâtınî sâlikleri. için yegâne amel bu kitabm bil­ hassa On birinci babını öğrenmektedir. Okuma yazr ma bilen her İsmailî bu kitabın bilhassa On birinci babım öğrenmek zaruretindedir. Çünkü bu fasılda mezhebin bütün esasatı tesbit edilmiş olup kavanîn ve Peygamberlere aid hükümler de buradadır. Nasırı Hüsrev’in Ortaasya Alevîleri üzerinde pek derin tesirleri vardır. Bugün mezai'i bütün Rus­ ya, İran, Hindistan, Efganistan, Çin Îsnıailîlerinden akm eden ziyaretçilerle takdis edilmektedir [ 1 ].

[1]

Pamir İsmaililei-i ; Proi'esör A. Semenof, terceme eden

Abdülkadir [İlîıl-iiyat Fakültesi mecmuası, sene 1928, sayx 7j.


SELÇUKÎLEE DEVEİNDE ŞİÎLİK ANADOLUYA HANGİ YOLLARDAN GELDİ

Anadolunun diııî tarihi hakkında bildiğimiz bir­ çok şeylerin menşe’ itibarile bağlı olduğu üç esash yolu gözden kaybetmemek lâzımdır. Bu yollardan bi­ rincisi Mısırdn*. Buradan dinî ilimler geldi. İkincisi Ortaasyadan hicret edip Iran tarikile Anadoluya dö­ külen mutasavvıflardır. Üçüncü yol da Suriyeden geçip Garbı Anadoluya kadar uzanan Şiai Bâtmiye dâîlerinin hiç durmadan devam eden akınlarıdır. Seîçııkî ordularına karışan Şiîler. — Türklerin, Anadolu istilâları, Beşinci asrın yaşadığı dinî karı­ şıklıklar itibarile bütün İslâm âleminin en ziyade Şiî hareketlerile meşgul olduğu bir devrejT^e tesadüf eder. Hulefayi Fatımiye dâîleri Abbâsîlerin hüküm­ ran oldukları memleketlerde kuvvetli propaganda teşkilâtı yaptıkları sıralarda Şiiliğin muhafazası na­ mına çok hassas davranan Selçukî hükümdarları da Amidülmülk gibi Şiîliğin en mühim bir dâîsi elile istenildiği bir şekilde sevk ve -idare olunuyordu. A1*


146

TÜRK TARİJJÎNDE

nadoluya doğru başlayan tevsii hudut hareketlerile daha yeni muhitlere atlayan Şiai Bâtıniye misyoner­ leri Selçukî ordularile birlikte yürümeğe devam edi­ yorlardı. Bu çalışmalar, Beşinci asırdan daha mukaddem devirleri de kucaklamak şartile Anadolu üzerinde tâ Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve İran gibi iki asırdide bâtını merkezini tazyika başladığı dokuzuncu asi'a kadar hiç kuvvetini zayi etmeden devam etti. Moğoilar diyarmdan gelen Şiî)er. — İran Selçukîlerinin parçalanması üzerine teşekkül eden hükü­ metlerle birlikte İlhânîlerin Ortaasya ve Anadoluya doğru uzanan nüfuzları altında Şiai Bâtıniye en bü­ yük inkişafa nail oldu. İrandan geçen Ortaasya yolu­ nun müntehayi garbisindeki Halebi Şehba kapıların­ dan Anadoluya indiler. Bu yolun müşterek noktasmda, Ortaasya ve İran Bâtınîlerinin bütün hâtırat ve akidelerini yüklenmiş olan mutasavvıflar ile Suriye ve Mısırdan inen Şiî dâîleri birleştiler. Ortaasya Şiai Bâtıniyesi hakkında yukarı fasıl­ larda izahat verirken en ziyade Moğol hükümdarla­ rının hâkimiyetleri altında yaşayan memleketlerde Şiî propagandalarının revaç bulduğunu bütün açıkhğile anlatmış idik. İşte Anadolu Şiîliğini tesise mu­ vaffak ölan mutasavvıflarla Bâtmî misyonerleri, Mo­ ğol hudutlarından geçerek Suriye yolile geliyorlardı. Alevîliğin o devirlerde Anadolu halkının İtikadı bün­ yesinde pek mühim bir inkişaf bulduğunu görüyoruz. Harzemşalı ordusunda Alevîler. — Cingiz ve Ok­ tay ordularile çarpıca çarpışa en son kuvvetini hare-


MEZHEP CEREYAr^LARI

J4-7

çden Celâlecldln Harzem Şah Sint nehrinden Hindistana atladıktan sonra tedarik ettiği kuvvetlerle Har­ zem üzerinden Moğolları ricate mecbur etti. Bu orduların içinde tâ Gaznevîlerden beri bü­ yük Şiî teşkilâtına bağlanmış ve Hindistanın mıüıteli£ mıntakalarında vaktile yapılmış olan davetlerle Şiai Bâtmiyenin büyük bir kuvvet olarak yaşadığı görülmekte idi. Hattâ Gelâleddin Harzem Şah’m ve­ ziri Şerefülînülk’ü K^nce önünde hançerlemek için çadırına dalan Bâtınîleri halk taşlarla öldürmüştü [1]. Bu hâdiselerden anlağilıyordu ki Moğollarm kar­ şısında canla başla uğraşan Celâleddini Harzemgalı’ın maiyetinde pek çok Ismairîler vardı. Bu insanlar, dolayışile Anadoluya doğru gelmekte idiler. Türlmıen l>abalarımn taşıdıkları karışık akideler.

— Ayni zamanda Ortaasya Şâmânîliği, İran dini, hıristiyanlığm ve Şarkın daha başka başka yaşadığı bütün itikatların bir halitası mahiyetini gösteren Bâ­ tıniye akideleri Şiîliğin büyük kanalından geçerek ve daha karışık bir halde Türkmen babalarımn ellerUe Anadoluya yayılıyordu. Konya Selçukîlerinin hü­ kümran olduğu muhitlerde Moğol tahribatından fi­ rar ede;n birçok şeyhlerin zaviyeler açmağa başladık­ ları görüldü. Tasavvufun tarilcat halile âyin ve menasiki arâlarmda bu eski dinlerden birçok şeyler karıştırdilar. Alevîlerin İİhânî saraylarına hululü ve nüfuzu.

^ İlhanîlerin îslâma dahil ohnaları üzerine Mahmud Gazan’ın tasavvufa intisabı [2] Şiîler için mühim bir [1] Siyret Gelâleddin

T^Tenkvıbertî ; Şehabeddin

[2] Tezkerei Devletşalı, S. 213 ve 214.

Nevesî.


148

TÜRK TARİHİNDE

fırsat telâkki edildi. Bu nispet onda dervişlere ve bilûmum mııtasavvıflara karşı derin bir muhabbet uyandırdı. Bilâhare ayni tahta oturan Olcaytu o de­ virlerde şöhret alan Taceddin Saveci ve Şerefeddin Muhammed Telâvi gibi Şianm en zî nüfuz âlimlerini büyük iltifatlara garketti. Onların teşvikatile Şiamn Imamiye mezhebini tercih etti. Olcaytu’nun sarayın­ da mevkii yüksek olan vezir Sadeddin Alevinin hi­ mayesinde bulunan Taceddin Savecinin telkinlerile İlham memleketlerine pek çok babalar ve mutasav­ vıflar hicrete başladılar. Olcaytu Muhammed Hüdabende’nin günden gü­ ne tahrik edilen mezhebi taassubu Ebû Bekir Ömer’­ in Peygamberimizin yanında olan mezarlarmı tahrip ■f ve kemiklerini yakmağa kadar onu şevketti. Bu te­ cavüzü duyan Melik Nasırüddin derhal işin önüne geçti [ 1 ]. Iran İsmailüerinin yurtları ve bilûmum Bâtıniye kalelerinin Hulâgû tarafından tahrip edilmesi üzerine Îsmailîler için yegâne melce’ İUıânîlerin hâkim ol­ dukları mıntakalara hicret etmekten başka çare kal­ madı. Bu hâdiselerin önlerinden firar eden Bâtmîler ayni zamanda gittikleri yerlerde mezheplerini de neşre uğraşıyorlardı [ 2]. Burak babanm Suriye civarmdaki telkinleri. — Yine Olcaytu Muhammed Hüdabende’nin sarayma devam eden Bâtmîler arasında mühim bir şahsiyetin Suriye hudutlarında oturan Türkmen aşiretleri ara­ sında gezdiği görülüyordu. İtikaden hulûliyeden ve 11] Tarihi Güzide, S. 597, Hayrullah Efendi, C. 3, S. 6. [2] Tuhfei Esnai Aşeriye, S. 19.


MEZHEP CEREYANLARI

149

garip kıyafetlerile Ortaasya Şâmânîliğini andıran bu adamlar, o devirde Anadolu şehirlerinde pek mebzul görülmeğe başlamaşlardı. Bunlardan tanınmış ve şölıret alrmş olan Burak Baba birtakmı müridlerile Suriye kıt’asmda ve Haleb civarmda oturan Türkmen aşiretlerini Şiai Bâtıniyeye davet ediyordu. Hicretin 705 senesinde Şama geldi. Sünnî âlimlerin nazarı dikkatini celbetmekle beraber neşrettiği akideler ile büsbütün haldandaki şüpheyi arttırdı. Nihayet kendisine Haddi Şeri vu­ ruldu. Yediği daj^ağm tesirile H. 706 senesinde ora­ da öldü. İbâhiyyunun en azılarmdan olan Burak Baba, harama helâl der, ve güzel çocuklara Tanrı diye sec­ de ederdi. Burak Baba mensupları, Elemut şeyhülcebellerinin misyonları idiler. Şamda Meşhur Şair, Siraceddin Haccar’ın şid­ detli hicviyelerile sarsılan bu Bâtınî babası, Türkmenlerin üzerinde çok büyük tesirler bıraktı. Ayni zamanda İlhanı saraylarmda da Evliyaların en kibarı tanındı. Sünnî uiemânın uğradığı tazyikat. — İlhanı hü­ kümdarlarım avuçlarının içerisine alan Şiîleriu teşviklerile birçok Sünnî âlimlerin vazifelerine nihayet verildi. Bu esnalarda Anadoluda siyasî pek mülıim hâ­ diseler cereyan etmekte idi. Konya Selçuldlerinin nü­ fuz ve hâkimiyetleri bütün bütün Moğollara intikal etmiş idi. Birçok şelürlerde Îlhânîlerin himayeleri altında Şiîliği neşreden Babaların açtıkları zaviyele­ rin adetleri gittikçe çoğalmakta idi.


15 0

TÜRK TARİHİNDE

Sultan Mes’ud evvel, Selçukînin yaptırdığı Mes’udiye hankahı şeyhi ve Medresei Mes’udiye müderri­ si Sünnî âlimlerden Şeyh Mecdeddin İsa azlolundu. Yerine Şiai Bâtıniyenin sayılı dâîlerinden Şemseddin Ahmed Balja tayin edildi. Olcaytu, Horasanlılara ceb­ ren İmamiye mezhebini kabul ettirdi. Fetva Şiîler tarafmdan idare edildiği gibi medreseler de Sünnî mez­ hebine aid tedrisatta şiddetle yasak edildi. Imamiye’nin cümlei itikadiyesinden olan Salüp Zaman’m gelişini bekliyen beyaz bir at hergün sa­ bah namazmdan sonra hazırlanıyor ve intizarda bulu­ nuluyordu [1]. Artık Anadolu Şiîliğinin en mühim propaganda merkezini Mes’udiye tekkesi temsil edi1.1]

Bugün İranda en har bir samimiyetle şianm bu itikadı

bütün İranlIların üzerindii ayni tesiri

mı,ü-ıafaza etmektedir,

Şiamr. ı-usulü din-, i arasında olan imamet en büyük mevkii lîjgajı eder.

Vîihdaniyet,

risalet, imamet, miad, adilden ibaret

olan bu beş rüknün üçüncüsü imamettir. İmam Peygamberin vekilidir. Ve onun nesliıidendir. Mucize sahibi âdili mutlakta-. Masumdur. Buna iti\at hsr müslümana farzdır. Ve İslâmın esas şartıdır. İmamet nübüvvetten yüksektir. Eimmei Mutahharenln adedi on ikidir. İmamı Ali, Haşan, Hüseyin, Zeynel’abidin, Ba­ kır, Caferi Sadık, Musa Kâzım, Rıza, Taki, Naki, Kasanı As­ kerî, Mehdi on ikinci imim Mehdidir. Ahır zamanda zuhur ve _Jıuruç edecek ehli imana şefi' olacaktır, « Sciliibi zaman » dır. Bu on iki imamdan on tanesi hep Arap memleketlerinde - î'fecef, Kerbelâ, Samra, Kâzımıye - medîun olup, yalnız biri îranm Meşhed şehrindedir. Sekizinci imam olan Rıza Horasan’dadır. Bu kasaba Horasanın merkezleridir. Bütün alıalisi

hep Türktür.

İranda hanedan ehli be3't 2 karşı gösterilen taveccüh ve hürmet­ ler dolayısile bu türbeler en zikıyıhet şeylerle süslenmiştir. Bir İranlI yemin edeceği zaman sahibi zaman namına and içer, çün­

kü sahibi zarnsa hor yerde hazırda-. Huruca müheyyadır.


MEZHEP CEREYANLARI

15 1

yordu. Buraya ise Moğolların nüfuzile en değerli bİr Bâtınî tayin olundu. Mes’udiye tekltesinde karargâh kuran Alevîler : Baba İlyas. — Melik Dânişmendiye devrinde bütün Anadoluda şöhret alan Horasanlı Baba İlyas Tacüdclün, İbrahim Bey oğlu Yağ Basan Bey zamanında Kayseriye kadı tayin edildi. «H. 61,6» tarihinde, İz2;eddin Keykâvus Selçukî’nin vefatile Konya Selçukî tahtına oturan Birinci Alâeddin Keykubâd fütuhat maksadile «H. 625» Erzincan üzerine taarruz etti. Kemah ve Erzurum şehirlerini mülküne ilâve ettik­ ten sonra oralarda dağınık bir halde yaşayan Selçukî Tuğrul Bey’in evlâd ve ahfadına tamamile nihayet verdi. Ayni zamanda İdarî birtakım tebdillerde bu­ lunda. Amasya kadılığına Takyeddin’i, Mes’udiye müderrisliğine Taceddin Yûsüf Tebrizî’yi, Hankah Mes’udiye şeyhliğine de Taceddin Ebül-Vefa Harzenasbetti [ 1 [. Ebül-Vefanın vefatı üzerine onun halifelerinden Kaj^seriye kadısı ve Şiîlerin en ileri gelenlerinden Babaîler piri Şücaaddin Ebül-Beka Ba­ ba İlyas Horasanî’yi tayin eyledi. Baba İshak. — Ve yine bu arada Birinci Alâed­ din Keykubâd, Muhiddin Muharnm^d bin Ali bin Ah[1] Bd zatın la.'iavvvıfî şiirleri bilhuEsa vahdeti vücut na2.ariye;:ini ifade ede^n manzumeleri j>.?k me?;burdı.ı.

<.Çün bazı zuhurat hakkı sinedi bâiıl ; Pes münkiri bâtılvıe südî cüz bâtıL> «Der külli vücudî her keçiz hakkî bîned : Başde/. hakikatüüıakayık

gafil»

rubaisi gibi daha tannan rübailcri v;,ırdır. «-Mevlana Cânıî» nin -N efehat-üI-Ü ns» üne bakiniz.


1 5'2

TÜRK TARİHÎNDE

med tahinii adında İrandan hicret etmiş azgın bir Şiîyi Siva'3 kiadısı nasbetti. Felsefe ve gizli ilimlerle şöhret kazanan bu Bâtınî misyoneri, hem güzel söz söyler ve hem de iktidarı yüksek bir âlimdi, Vaktile Şirazda mühim bir mevkii olan bu adamdan Baba Ishak Kefersudî namında Binaz hanedanma mensup bir rum dönmesi [ 1 [ dersler görmüştü. Muhiddin’in Sivas kadılığına tayini üzerine Baba İshak’da Sivasa geldi. Hocasının himayesinde kendisini hükümetin teveccüh ve emniyetine tamamile bağladıktan sonra bütün hararetile Şiîlik propagandasına başladı. «H. 621» de Muhiddin’in vefatı neticesi, Baba İshak’m yaptığı tahrikat hükümetin kulağına değdi. Bundan kuşkulanan Baba îshak hayli bir zaman gizlendi. Ba­ ba İlyas Horasanî’nin Amasya tekkesine şeyh oldu­ ğunu duyar duymaz derhal gelip Baba İlyas’a mürid oldu [ 2]. «H. 627» Amasya valisi olan Hacı Toğrak Bey de Baba İlyasa intisap edenler arasında idi. Bundan is­ tifadeye kalkışan Baba İshak, en faal bir Bâtınî dâîsi sıfatile halkı Baba îlyası Horasanî namına davete başladı. Vaktile İranda Muhiddin Tahimi’nin ders­ lerine devam ederken Elemuttaki hükümeti Melâhidei Bâtmiye reisi, Alâeddin bin Muhammed bin Haşan sânî tarafından Anadolu dâiliğine tayin l>luıımtaştu. Muhiddin’in Sivas kadılığına tayini ise Baba İshak’ın vazifesini çok kalaylaştırdı. Şimşat civarmda Kefersud nahiyesinde oturarak halkı Şiî­ liğe davet ve hükümet aleyhine tahrikâta başladı. Baba İlyas tekkesine intisap ve bilhassa vali Toğrak [1] İbni Bîbî. L21 Amasya Tarihi, C. 2, S. 35S.


MEZHEP CEREYANLARI

153

Bey ile pîrdaş olması bu mühtedinin fevkalâde işine yaradı. Halkın üzerinde hergün bir derece daha art­ tırılan telkinler neticesi Mes’udiye tekkesi binlerle ziyaretçilerle dolup boşanıyordu. Baba İlyas’m şöh­ reti afaki tuttu. Selçukî şarayına gönderilen Sadeddin Köpek, — Baba İshak ise Sadeddin Köpek isminde bir müridi­ ni Selçukî saraylarına hulûl etmek üzere memuren Konyaya gönderdi. Birmçi Alâeddin Keykubâd’ın şehzadesi Gıyaseddin Keyhüsreve çatmağa muvaffak olan bu Bâtını dervişi, yaptığı tesirler ile Şiai Bâtı­ niye nüfuzunu Konya sarayına sokmağa ve birtakım bendegân bulmağa muvaffak oldu. Esasen İran har­ sının galebesile acem hükümdarlarının mukallitliğine başlayan Selçukî sultanlar ve ayni debdebeyi yaşat­ mağa uğraşan Selçukî sarayları bu gibi akidelerin yer bulmasına pek müsait bir hava içinde dönüyordu. Sadeddinin sarayda çevirdiği entrikalar. — Mo­ ğol istilâları dolayısile Ortaasya ve Maverâünnehirden kopup gelen ve Suriye yolundan geçen Şiîler için en şayanı tercih vatan, Selçukîlerin hükümran ol­ dukları memleketlerdi. Sahib olduğu Sahte vatanper­ verlik duygularile zihni şişirilen şehzade MoğoUara itaatinden dolayı babası Sultan Alâeddin Geykabad'ı zehirledi [1] ve «H. 634» senesinde Gıyaseddin Keyhüsrev Sâni hükümdar oldu. Köpek de Emir Saded­ din ünvanile veziri a’zam nasbedildi. Müridinin bu yüksek makamından kuvvet alan Baba İshak Kefersudî teşkilâtı büyütüldü. Tokad, Canik, Çorum, Sivas, Karahisar Şarkî vilâyetlerin[1] Hayrullah Efendi Tarihi, C, 1, S. 29.


I54

TÜRK TARİHİNDE

de Baba İlyas için davetlerine önem verdi. Bu teşebİDÜsatın tesirleri ile binlerce insan, Selçukî düşmanı olarak Bâtınî oluj/orlardı. Baba İshakm halifelik ilâm. — Baba îshak ka­ zandığı muvaffakiyetten derin bir memnuniyet du­ yarak o zamana kadar Baba İlyası Horasanı namma yaptığı davetlerden birdenbire vazgeçerek kendisini ileriye sürmeğe başladı. Yirmi bin ihtilâlciden mü­ rekkep bir kuvvet ile «H. 632» de huruç etti, Şimşat, Urfa, Keıersud, Mara.ş, Ayintap ile bütün Suriye kıt’asındaki Haleb Bâtınî merkezine bağlı daha bin­ lerle fedainin iltihakile elli bini tecavüz eden Şiai Bâ­ tıniye fırkaları Amasya, Tokad, Sivas, Çorumdan Garbe doğru inmeğe ve bütün bu civarlardaki şehir­ lere hücum etmeğe başladılar. Anadolu tarihinde Babaîler kıyamı diye kaydedilen bu müthiş ihtilâl dervişleri ortalığa o kadar müthiş bir velvele saldılar ki çoluk ve çocuk zehirli Bâtınî harçerlerinden ya­ kalarını kurtaramıyorlardı. Baba İshak da, Em,ir-ül-Mü’minîn Sadr-üd-dünya veddin Baba îshak ve Resûlûllah ünvanile halifeli­ ğini ilân etti. Hazreti Muhammed’in ruhunun Hazreti Aliye, Aliden de kendine hulûl ettiğini iddia ,e^yordu. Selçukîlerin Eabaîl«r layamınî tenkili. — İbni Bîbî’nin ifadesine göre Emir Sadeddin Kopek de Konya Selçukî saraylarında birtakım roller oynayordil. Ve ayni zamanda iğfalkâr hareketlerle hüküm­ darı oyalayordu. Babaîlerin tecavüzlerine uğrayan memleketlerin ileri gelenlerile ulemâ ve eşrafı Mısıra ve Uç Anadoluya ve payitaht olan Konyaya firar


MEZHEP CEREYANLARI

15 5

ediyorlardı. Nihayet hükümdare ihtilâlin ne kadar geniş bir sahaya sardığı anlatıldı. Artık önlerinde bir maniaya tesadüf etmeyen Babaîler, Konyaya doğru geliyorlardı. Bu harekâtın müsebbibleri arasında ol­ duğu anlaşılan Emir Sadeddin Köpek derhal idam edildi. Bir koldan Sivasa diğer koldan Kayseriyeye doğru ilerileyen ihtilâlciler, hükümeti süratle hcirekete mecbur ettiler. Selçukî ordusu muhtelif cephe­ lerde Babaîlerle çarpıştı. Amasya kalesinde sıkıştı­ rılan Baba İshak, nihayet ele geçti. «H. 637» de bü­ tün tâbi’lerile birlikte idam edildi. Anadoluya dağılan Şiî babaları. — Fakat Babaîlerin arkası kesilmedi. Anadoluda çıkan bu kanlı ihtilâlden fevkalâde memnvın olan Şiai Bâtmiye dâîleri Olcaytunun sarayından dört tarafa dağılmağa başladılar. Artık bu feci hâdiselerden ürken ve îlhânîlerin tazyiklerinden usanan Sünnî âlimler de Uç Beylerine ilticaya mecbur oldular. Sabık Mes’udiye müderrisi Mecdeddin İsa, Ertuğrul Gaziye, Cemaleddm Aksarayi de Mısıra iltica etmişlerdi, Şiîliğin uğradığı bu felâketten fırsat bulan bir­ takım Acem müttesidleri de Şiai Bâtmiye dâîsi sıfatile Garbı Anadoluya kadar tevsii nüfuz ediyorlardı. En ziyade kaba ve cahil Türkmen, boylarında hür­ met ve kabul gören bu Şiî Babalan Anadoluda tam teşkilâtlı büyük bir Alevîlik cereyanı uyandırdılar. Şiîlere karsı Moğol ordularının harekâtı. — «H. 710» Selçukî boy Beyleri bu vaziyet karşısında Sün­ nîliği müdafaa için harekete geçtiler. Hattâ Babaîler


156

TÜRK TARİÎIİNDE

İhtilâli ile Anadolunun uğradığı manevî hezimetten son derece müteessir olan Mısır hükümeti daİıi filen Sünnîlere yardım etti. Bu yardımdan öfkelenen IIhânî hükümdarı Olcaytu veziri Sadeddin Kazvinî Alevî’nin tahrikâtile Mısır ve Suriye üzerine büyük bir ordu sevkederek bütün buraları tahrip ve haşa­ rata uğrattı. Sünnî Anadolu Beylerinin ittUıadı ve Moğolları hezimete uğratmaları. — Moğolların tecavüzleri ile sarsılan Anadolu Sünnîliği, Şiîlerin karşısında çok muztarip bir vaziyete düştü. Bundan endişenâk olan Uç Beyleri, bilhassa, Karamanlı Nureddin Muhammed Bey [1] tekeli Türkmenlerinin reisi ve Antalya Emiri Seyfeddin Mahmud Bin Sarimeddin Teke Kosünoğlu Nureddin Altun Bey gibi kuv vetli Uçbeylerinin topladıkları büyük bir ordu, Moğollara hücum etti. Ve bütün Konya ve havalisinde ne kadar Moğol varsa hepsini tardettiler. Anadolu Beylerinin hami­ yet ve cesaretleri karşısında Moğolların uğradığı bu hezimetten son derece müteessir olan vezir Sadeddin Alevî Kazvinî de kederinden vefat etti. Olcaytu da bunun üzerine Şia mezhebini terkederek Sünnî mez­ hebine girdi [ 2]. Bâtmîierin yeis bihneyen faaliyetleri. — Moğol­ ların uğradıkları bu hezimetten sonra Anadoludaki >mf^ları da adamakıllı sarsıldı. Fakat Şiî dâîleri bundan hiç de müteessir oîmadılr. Bütün hırlariie [1] Karamanlılar, Cengiz viAk’ası üzei'ine birtakım Hora­ sanlılarla hicret etnı'uslerdir. Bidayette Selçukilerin hizmetinde idiler ; Hayrullah Efendi Tarihi, C. 3, S. 15. [2] Amasya Tarihi, C. 2, S. 469.


MEZHEP CEREYANLARI

157

neşriyata devam ettiler. Nezari, Kuhistanı gibi mez;heben Şiai Bâtıniye şairleri hep ayni hararetle ef­ kârı umurniyeyi tehyiç etmekten biran hâli kalmıyor­ lardı. Kııhistan ve Kom vilâyetleri en koyu Bâtmî merkezleri arasında idiler [1]. Faris vilâyeti ahalisi Şia mezhebini kabul etmşilerdi. Şirazh Kadı-ül-Kazat, Muhabbeddin Ebû İbrahim Temimî’nin bütün teşebbüsleri hiçbir fayda vermemişti [ 2]. İlhânî hükümdarı, Olcaytu’nun vefatı üzerme tahta oturan Ebû Said Bahâdir Han Şiîlere selefleri kadar iltifat etmedi. O bilâkis Sünnîleri himaye etti, İlhânî saraylarmda o vakte kadar iği’az edilen Şia âlimleri yüz bulamamak dolayısile dağılmağa mec­ bur oldular. Sünnîliği derin bİ3r samimiyet ile müda­ faa eden devrin meşhur sofilerinden Alâeddevle Semnanî ve Abd-ür-Razzak Kâşı’nin zviyeleri dolup boşalmağa başladı [3]. Bu devrin mezhebi coğrafyası. — Hamdullah Müstevfı bu devrin coğrafyayi mezhebisi hakkında malûmat verirken diyor ki «Rey, Rabin, Eşk, Deyleman, Tavaş, Harfan, Haşan Can, Eve, Rudbad, Pe§gel, Dere, Kum, Kâşan, Tefriş, Zevare, Frahan, Nihavend, Gürcan şehirleri hep Şiî idiler. Kazvin, Ebher, Zencan, Save, Tarin, Kâğıt Günan, Mezdekan, Tebrük, Cürdebadkan, Dergüzin, Tumanyezid, Tebriz, Ohan, Erdebil, Ehregilinir, Dahharlcan, Nahcıvan, Küştapf, Şiraz, Küvar, Pişaver, [IJ Tezkirei Devletşah, S. 64. [2] Tabakatı Süpkî «Kütüphanei Umumî, yazma, numara &56. 13] Nefehat-ül-Üns ; Mevlâna Câmî


l 58

TÜKK T/VRİHİNDE

Cebeli Ceylule, Dilbend, Hoşah, Errulvârzi, İsfra7£ ahalisi ise rnezheben Şafiî idiler. Sülıreverd, Merağa, Huzistaıı, Hân şehir­ leri Hanefî oldukları gibi Selmas, Urmiye, Eşnoveylı, Sarat, Heratiılann da hangi mezhepde olduk­ ları malûm değildi. Elem ut Bâtmîlerinin en ziyade mensupları Rudbad, Save, Talkan kasabalarında idiler. Hemdan mutezileden ve bilhassa miicessimcden, Şiraz ile Tebrizliler de her türlü mezhep mevcuttu. Olcaytu tarafından tesis edilen Sultaniye şehri ise binbir türlü mezhebe m.ensup insanlarla dolu idi [ 1 ]. Yeni ieseltkül eden hükümetlerde Şiîlik nüfuzu. — «Ebû Said Balıâdir Han - H. 736 » in vefatı üzerhıe A.sya tarihinde pek mebzul olan küçük küçük birtakım hükümetler teşekkül etti. Bu Emaretler arasında en ziyade göze çarpan iki hükümetti. Bun­ lardan birisi Emir Çoban, diğeri de İlkâniyan namı­ nı alan Celâyireden Emir Haşan ailesi idi. Muzafferîler, Serbedarlar da siyasî birer teşekkül yarattık­ tan sonra Timurun zuhuru üzerine diğer hanlar gi­ bi bunlar da ortadan çekilip gittiler [ 2]. Bidayette Serbedar’lar tarafından şiddetle ilti­ zam edileh Şiai Bâtıniye mezhebi bu hamlesile ye­ niden canlanmağa uğraşıyordu. Bu hükümet ise Ho­ rasanın birçok köyleri arasında meşhur Ebû Bekir Beyhakî’nin mensup olduğu Beyhak kasabasımn bir [11 Nüzhet-ül-Kiîlüb [21 DüvclirislâîTîiyc, S. 356.


MEZHEP ÇÇaiEYANLARI

l|g

köyünden türeyen Abdürrazzak isminde bir zat ta­ rafından kuruldu [ 1 ]. Horasanda hiç eksik olmayan isyanlar, o muhit halkımn damarlarmda şiddetli bir asabiyet uyandır­ mıştı. Bütün bu hareketlerin başında mutlak bir şeyh veyahut Bâtmiyenin elile idare olunan bir zaviye vardı. «H. 737» de yine büyük bir ihtilâl patladı. Ho­ rasanlıların önünde ilk bayrak açan Haşan Cevrî müritleri idi. Şiai Bâtmiyenin en çok bulunduğu yer Abdurrazak’ın doğduğu Paştin köyüdü [2]. Serbedar hükümetinin müessisi bulunan Abdürrazzak’m kardeşi Vecdeddin de Şeyh Cevrî’nin en mümtaz müridleri arasında idi. Cevherinin halifesi Emir Seyyid İzzeddin Suğundî’nin nakibi olan Seyyid Kıvameddin Mazendran ve Sari havalisinde daha İlhânîler devrinden itibaren Şiî propagandalarına baş­ lamıştı. Imamiyenin ülularmdan olan Seyyid Kıvameddin Mer’aşî’nin Horasan kıtasının merkezi adde­ dilen Âmül şehrindeki tekkesi binlerce insanın ziyaretgâhı idi. Alevî tekkelerinin hükümet üzerindeki nüfuz­ ları. — Hattâ o sıralarda Horasan valisi olanEfrasi-

yab da Seyyide intisap edenlerdendi. Derviş elbisesi giydi. Fakat gittikçe semalara çıkan Kıvameddin’in. .şöhreti karşısında endişeye düştü. Amül âlimlerile bu işin bir çaresine bakılmak üzere müzakereye mec­ bur oldu. Nihayet nefyetmek için Seyyidi hapsetti. O gece Efrasiyab’m veliahdi olan Seyfeddin ve­ fat etti. Bu hâdise halkın şeyh hakkındaki itikatlarını [1] Sahaif-ül İhbar, C. 3, S. ]6. t2] Ravzatül’saffaç, C. 5, S. 24^.


160

TÜRK TARİHİNDE

kuvvetlendirdi. Gene ve koca bütün ahaü zindana -hücum ettiler. Seyyid Kıvameddin’i kurtarıp baş üze­ rinde ikametgâhı olan Rabo köjmndeki tekkesine getirdiler. «H. 730» tarihinde Seyyidin üzenine sevkedilen kuvayi te’dibiye mağlûp oldu. Hattâ ilk taarruzda Efrasiyap öldü. Seyyid Kıvameddin üç yüz dervişile Mazendran dağlarmın en sarp yerlerine çekildi. Bu müsademede valinin üç oğlu da katlolundu. Artık şöhreti bütün afaka yayılan Seyyid Kıvameddin o muhitlerin hâkimi müstiikili oldu [ 1 ]. Ve yine Haşan Çevri müridlerinden derviş Aziz de mühim kuvvetlerle Tus şehri üzerine yüklendi, Türkistan, Belh, Tirmiz, Herat, Hâf, Kûhistan, Kerman, Meşhed, Nişabur gibi büyük şehirler, hep Çev­ rinin nüfuzu altmda idi. Dokuzuncu asra kadar devam eden Şiî teşkilâtı Tinıurun zuhuru üzerine kısmen hızını kaybetti. Çünkü hükümeti Gürgâniye Sünnî idi. O zamana ka­ dar devam eden Cingiz yasası lâğvedildi [2].

1,1]

«Seyyid Zahireddin» in Taberistan

tarihinden naklon

HayruUah Efendi Tarihi, C. 4, S. 22, 12]

Cengiz Yasası, Tiımn- Tezükâtı, Kâçgar, Selçuk, ü s-

maah, Akkoyuıılu, Rama2 an oğullan ile Aİçar ve Kaçar dev­ letlerinin vaz’ettikleri kanunnanr\elerin hemen hepsi birer yol İle Gök IHii'k ve Oğuz Türklerine ulaşu- ; Türle Tarihi Medeıniyeti : Ziya Gökalp, S. 15.


YEDİNCİ VE SEKİZİNCİ HİCRET ASIKLA EINDA ANADOLUDA ŞİÎLİK

Hulâgû lıücumu üzerine etrafa dağılan Şiîler. — Cengiz ve Hulâgû ordularının takibatından firfa* eden Şiî fırkalai'i Mısır, Şam, Iralc, îran, Azerbaycan, FâTis, Horasan kıt’alanna yayıldılar, İranda mevcut İsmaiU kaleleri işgal edildi. Hattâ Abbasi halifesi Elemutlulara yardım için asker bile şevketti. Bunu Kaana Kadı Ahmed Kâ§*ii Kazvinî haber verdi. Niha­ yet Hulâgû İran İsmailîlerini yerlerinden oynatmağa muvaffak oldu. Hattâ bu istilâlarda Hulâgû ile bir­ likte meşhur müverrilı Alâeddin Cüveynî de bulun­ du. Elemut kütüphanesini tetkik için Hulâgû'dan mü­ saade aldı. Şiîliği kalnıl eden Türk dâîieri. — Bu hâdisele­ rin cereyam esnalarında Şiîliğti intisap etmiş pek çok Türkmen dâîleri Gar be doğru Oğuz Türklerile birliliite geliyorlardı. Selçukîlere karşı hudut bekçi­ liği yapmak için bu Türkmenler İlhânîler tarafından iskân olundular;. 11


I 62

TÜRK TARİHİNDE

Mengu Kaamn Anadolu umum valiliğine tayin et­ tiği Sâmuk Noyin vazifei memuriyetine gelirken Şeyh Şeliabeddin Sühreverdi halifelerinden Şeyh Takyeddin Esen bin Satuk Şirvânî’yi de beraber ge­ tirdi. Türkler arasında Batmî nüfuzu. — Horasan Er­ leri adile Oğuz boylan arasına yerleşen Şiai Bâtmiye mensupları, derin bir nüfuz kazandılar. Millî lisan ile konuşan, halk ruhiyatına uygun telldnlerde bu­ lunan babalar, iptidaî bir şerait içinde yaşayan Türk özleri yanında birer veli gibi taamdılar. Bu aşiret­ ler, şehriliğin ince hayatmı bilmiyorlardı. Süslü nazm lisanından birşey anlamıyorlardı. Sazlı ve şaraplı meclislerde mazinin bütün hurafelerini nakletmek jşuretile gönüllerde İlâhî bir duygu yaratıyorlardı. Selçukî saraylarmın Auadoluda İran harsiui ne^ şirdeki hizmetleri. — Yedinci asırda Konyada Mevlâna Celâleddin Rumî’nin tesirile Selçukî saraylarmda yaşayan şairler; Anadoluda İranîliğe doği'u derin bir meftuniyet uyandırdılar. Nasıl ki Sâmânîler dev­ ri İranı biı* sima gösteriyor ve Abbâsîler de İran perestLşkârı olarak bidayette tarihin huzuruna çıkıyor­ larsa Konya Selçukî hükümdarları da ayni his ve duygu içinde yetiştiler. Bu taklitçilik o kadar ifrata vârdıVıldı ki İranın tantanah hükümdar isimlerine varmcaya kadar alındı. Selçukî şehzadeleri hep Keyaniyan, Sâsâniyan hükümdarlanmn adlarile çağırılmağa başlandı. Devletin resmî dili ise Farsça idi. Bu harsın altmda büyüyen kibar sınıflan, âlim­ leri, şairler, şeyhler bütün hi2İarile ayni kültürün


MEZHEP CEREYANLARI

] 63

teralvkisme hizmet ederlerken diğer tarafı da asıl itikadî unsurları taşıyan ve bütün Tüi’k ve Türkmen boylarını da millî ruh ile kaynaşmağa uğraşan Şiî ba­ balar teşkil etmekte irliîer. Şianm çılıardığı yeni taıikatler ve mezhepler. Garbı İran ile Anadoluda yedinci asırdanberi dur­ maksızın devam eden dinî karışıklıldar yüzünden ortaya daha birtakım zümre ve tarikatler çılttı. Şu hal ise tam dört asır devam etti. Bu esnalarda yeni yeni tarikatler ve muhtelif mezhepler şayi oluyordu. Melâmiye’nin ilk müessesi olan ve üçüncü asır­ dan itibaren birçok mutasavvıflarm vatanı tanılan Nişaburda Hamdım-l-kassar’dan sonra daha birtaknn hulûle mut.ekit ve dinin zahi.rî ahkâmile istihfaf eden Şiai Bâtıniye, hemen ekseriyetle Melâmiyenin içine dahil oldular. Şeyh Cemaleddin Sadi «463 - 382» den itibaren Suriye, Mısır, Iı*ak, İran. Hindistan, Ortaasya hudutlarına kadar genişleyen ve birçok mübalâtsızhklarile daima tenkid ve muahazeye uğrayan Kalenderîler [ 1 ] ile eski müellifler tarafından Tâifei Abdalan [2] ve Cevalika adlarile amlan zümrelerin [1]

MoUa Câmî «Nefehat-ül-Üns» te

Kalenderjler hak-

kBKİa aşol taife ki zamarumıtzda Kalenderlik adile malûm ol■atü^rdır. Ve tsl&m rûi)kâs»u boyunlarından çıkanmslardır. Ve bu addolunan evsaftan hâlidirler. Ve bu isim onlara âriyettir. Artlara •«Ileseviye» derlerse muvafıktu*. Melârniye için da’vayı ihlâs ederler ve izharı fısk ve fücurda mübalâğa kıharlar» diyor. Nefehat tercemesi.

r.2J Abdal içir* «İbni Asakir» de ve Celâleddm Süyutî’nin «Camiüssagir» inde birtakm^ hadisler mevcuttur. Bu hadislerin hı'iklunda birçok münakaşalar olmuştur. Hattâ, me§hur Hanefî fakihlerindcn «îbni Aljidin» in de matbu bir kitabı vardu-. 3i2xJe mülga İlahiyat Fakültesi reisi «İzmirli İsmail Hakkı» ile mülga


164

Tü r k

t a r î h İn d e

ve Osmanlı müelliflerince abdal, âşık, torlak, şeyyad, Haydarı, Edhemî, Câmî, Şemsî gibi ayni mânayı ifa­ de eden kelimelerle zikredildikleri görülmektedii’. Ve bunlarm hepsi de müşterek kanallardan geçen itikatlarm muhtelif parçalarını taşımakta idiler [ 1}. Haydarîler Kutbeddin Haydar’a mensup olduk­ ları gibi meşhur Pendname müellifi Feridüddin Attar da onun başlıca halifelerindendi. Hattâ Haydarname ismile şeyhinin namma bir de eseri vardır. Altmcı asrın son msfında büyük şöhreti ile pek çok Türkleri dairei intisabına almağa muvaffak olan Kutbeddin Haydar da kendisi ırkan Türktü. Kalenderîler, en müfrit Alevî olmaları dolayıslle Suriye, Haleb Bâtınî merkezinden aldıkları kuvvet ile Anadoluda daha mukaddem yaşayan Bâtınîleri takviye ettiler. Kalenderi, Haydarî ünvanmı taşıyan ve zahiren tasavvuf kisvesile Türkmen boyları arası­ na yerleşen babalar, Şiai Bâtıniyeyi bütün faaliyetlerile takviye ettiler, Konyada, Mevlâna’mn şöhreti her tai’afta dalgalandığı sıralarda bile Kutbeddin Haydar halifelei’i müstakil zaviyelere maliktiler. Mevlânanm yamnda Hacı mübarek Haydarî adile maruf bir Haydarî halifesinin pek büyük haysiyet ve itibar sahibi olduğunu Eflâki yazıyor [2],

Meclisi Meşayilî reisi Uıl'alı «Saffet» arasında yapılan nıünakalan ihtiva eden iki eser vardır. « Tasavvufun Zaferleri » ve «Hakkuı Zaferleri» bu kitaplara bakınız. [1] Nürülhüda. [2] Te7,kirei Eflâkî ÎÜsküdarda Selim Ağa kütüphanesi, yazma nüsha, farşça].


TİMURÎLEU, AKKOYUNLULAR, OSMANI.ILAB DEVRİNDK ŞİÎLİK

Siyasî iğtişaşiarda Şiî dâîleri. — Sultan Ebû Said «H. 737 - M. 1335» in vefatı üzerine Hulâgû’nun er­ kek evlâdından sülâlesi tarnamile söndü [ 1 ]. Hâfjz Ebru, bu devirler hakkında malûmat ve­ rirken Sultan Ebû Said’in idaredeki iktidarsızbğı ile açtığı huzursuzluklardan derin şikâyetlerde bulunu­ yor. Bir asırdan ziyade Maverâünnehir ile diğer İlhânîlere bağlı memleketlerde çıkan siyasî iğtişaşlan izah ederken bunların sebepleri arasında Şiî dâîlerinin önde olduklarını ifade ediyor [ 2]. Sü-imî Timur hükümetinin zuhuru. — Hükümeti Gürgâniyenin müessisi olan Timur’un sahnei tarihe çıkması üzerine hâdisatın devam ettiği yollar'birden­ bire değişti. 6 ve 7 ve 8 inci asırların yüzmekte ol[11 Düveli!’islâmiye ; Halil Edhem tercemesi, İngilizceden. [2] Züladetüttevarih.


î 66

TÜRK TARİHİNDE

duğu binbir vak’alar arasında bilhassa Şiî propagan­ daları resmî himayeler ile daha faal sahalara intikal ederlerken, Timur’un Maverâünnehre kurduğu bu yeni hükümeti, bilâkis Sünnîlere yardımcı oldu. Babaîler kıyamını müteakip Anadoluda zuhur eden herhangi siyasî hareketler, muvaffak olabilme­ leri için ya bir hankah sakfma veyahut da dinî mer­ kezlerden bir makama intisabı zarurî idi. Asu'lardanberi arkası kesilmeden devam eden Şiîlik propagandalarına rağmen Türklerin bir siyasî hükümet mahiyetile kurdukları her teşekkül Sünnî­ likten ayrılmamıştı. Abbâsîler devrinden itibaren muhtelif Türk Devletleri îslâın itikatları arasında da­ ima Sünnîliği tercih etmişlerdir, Thnunın tasavvufî meyilleri — Timur hüküme­ ti resmen Sünnî idi. Ancak bu kadar zamandır Şiî tesirleri altında yaşayan bu muhitler, ayni akidelerin tezahürlerinden yakayı kurtaramıyorlardı. Bizzat Timur bile tasavvufî meyillerüe tanınmıştı. Bilhas­ sa devrin büyük sofuları arasında başları birer kudsiyet halesüe parıldayan Semerkand şeyhlerinden Şeyh Üryan ve Şeyh Zekeriyya namındaki zatların ayaklarına kadar gidip onlardan himmet istemişti. Hattâ büj^ük Tataristan hanı Toktamş, Timura hücum ettiği izaman şaşalamış ve Timur bu vaziyet üzerine akıbet büyük Gobi çölünün aşmak zaruretini düşünmüştü. Han ordularmı geri çekti. Moğolistanm fethinden sonra Semerkande dönen Thnur, bir müd­ det sonra Kıpçak fethine teşebbüs etti. Bunun ülse­ rine Toktamış'a korku geldi. Araya vasıtalar koydu.


MEZHEP CEREYANLARI

] 67

Barışmağa yol aradı. Fakat hiçbirisine muvaffak olaiîiadı. Bütün ricaları reddedildi,. Firara mecbur olan han,' çölün bi nihaye derinliklerine çekildi. Ti­ mur ise arkasından tam bir buçuk ay takip etti. Fa­ kat vaziyetin kendi lehine inkişaf ettiğini ve Timur ordusunun tamaınile bitap kaldığına inanan Han, ar­ tık vuruşmak için durdu. İki ordu karşılaştı. Timur âtından indi. Dua etti. Yanmda sâdattan İmam Berke vardı. Bu zat ona hükümdar olacağını da haber ver­ mişti. İmam Berke başından külahını çıkardı. Elle­ rini göğe kaldırdı. Timurun muzafferiyetine dua etti. Ve yerden bir avuç toprak alıp düşman tarafına attı. Timuı*a da «Yürü, ileri, zafer şenindir! » dedi. Haki­ katen Timur galip oldu. Ve büyük Tataristan feth­ edildi. Bu esnada Ermenistan Kıralı Gorkin’i de sul­ ha bağladıktan sonra «H. 406» tarihinde Karabağa döndü. Timurun oğlu Mirza Mehmed Sultanim AnadoUuda vefatı üzerine taziyete gelen İmam Berke onu teselli etti. Fakat Seyyidin de pek az zaman sonra irtihal ettiği duyuldu. Timurun ise kederleri biribiri üstüne yığıldı. îki sene sonra Çin üzerine açtığı büyük sefere başladığı sıralarda Seyhun nehrini geçip tam Çin hu­ duduna yaklaştığı ve Otrar’a geldiği anda vefatı vukubuldu. «H. 807-M, 1405» cesedi mumyalanarak va­ siyeti üzerine Semerkande nakledildi Ve orada İmam Berke için yaptırdığı türbeye defnolundu. Timu)', h^ıyatmda « Rûzümahşere gideceğim gün mezarımdan kalkarken, ben, yammda alıfadı Mulıammedden bu zatın eteklerine yapışırım» derdi [ 1]. [1] TÜT-Ükâtı T im u r.


1 bö

TÜRK t a r İh İn d :;:

Sâdata, manevî mevkileri yüksek olduğuna ina­ nılan meşhur zevata teveccühlerde bulunmak o dev­ rin bütün hükümdarlarmda hâkim bir itikaddı. Hat­ tâ Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine giderken Şamda camii emevîde ihtiyarı inziva eden Şeyh Muhammed Bedahsî’yi kadiasker Cafer Çelebi ile bizzat zi­ yaret ederek himmet dualarını niyaz etmişlerdi [1]. Fatih’in İstanbul seferinde Hacı Bayram Veli halifelerinden Ak Şemseddin’e gösterdiği hörmet ve iltifatı tarihlerimiz bütün tafsilâtile kaydetmekte­ dirler. Timurda Alevîlik duygusu. — Acâib-ül-Makdurda İbni Arabşah’m ifadesine göre bilûmum tarikatlerde yaşayan Alevîlik duygusu Timur’da da bütün kuvvetile yaşıyordu. Haleb’e geldiği zaman huzuruna giren âlimlere Hazreti Ali ve Muâviye’den hangisi­ nin hakh olduğuna dair birtakım sualler sormuş­ tu [2]. Şamı zapteder etmez bütün âlimler kendim istikbal ettiler. Aralarında müverrih îbni Haldun da bulunuyordu. Timur ahaliye karşı çok haşin bulundu. Ve Şamlılar, Âli Muhammede ve Hazreti Aliye zulm eden Emevî halifelerini tuttular. İnsan ; Âli Muham­ mede nasıl düşman olabiliyor ? Bunların o zamanki cinayetlerini Hak Tealâ bugün cezalandırıyor » dedi-[3\]. Tüzükât’ın çok mühim bir fashnda «Ahfadı resûl, fukahâ, ihtiyarlar, ulemâ, dervişler, kûşeneşîn fi] 12]

T acüttevarih, R av zatü l'm en a zır :

yazm a, n u m a ra 2311.

[3] Tüzükât.

İbni

Şahn e ;

Em îrî

kütüphanesi


MEZHEP CEREYANLARI

I 69

sofular, benim tahtı idaremdeki ikamete gelirlerse serveti olmayanlara maaş ve tahsisat başlarım. Evliyaiillah ve Üimmei din mezarlarmı muhafaza için paralar sarfederdim. Ali bin Ebâ Tâlib Merkedînin bulunduğu havaliye çok itina ederdim. Kerbelâ, Bağdad taraflarmı İmam Hüseyin, Abdulkadiri Geylânî, Ebû Hanife ve diğer din adamları hatırı için çok severdim. Ve her merkade tahsis edilen para orada yatanın liyakatine göre idi. Sazi' arazisini ve diğer bazı .şehirlerin varidatı îmam Mûsâ, İmam Kâzım. İmam Muhammed Nakıy, Selman Fâriî mezarlarma mahsustur. Tûs havalisi varidatı İmam Ali bin Mûsa mezarına aiddi. İranda^ Tûranda bulunan her evliya mezarı için de böyle yaptım» diyor. , Timurun Bâtmüere karşı şiddetli hareketleri. —> Timurun hanedanı Ehli Beyte karşı derin muhabbet­ lerini ifade eden bü hareketleri maamafih yine Sün­ nîlik hudutlarını aşmıyordu. Şiflerin siyasî faaliyet­ leri müvacehesinde en ufak bir ihmale bile imkân vermedi. «H. 794» senesinde Mazendran vilâyetinde­ ki Şiai Bâtıniye hareketlerini sevk ve idare eden Seyyid Kıvameddin oğullan Timur tarafından tardedildiler* Sığındıkları bütün kaleler tahrip ve bilûmum dervişleri Harzem, Taşkent’e nefyolundular. Mahan, Âmül, Sari havalisinde ele geçen Bâtınîler de idam edildiler. Ertesi sene Isfahan civarındaki Şiai Bâtı­ niye hakkında da ayni cezalar tatbik olundu. Fakat; bu kadar şiddetli takiplere nazaran Şiîler yılmaz bir gayretle çalışmaktan hiç de geri durmuyorlardı. En. feci’ işkencelere tahammül ederek neşriyatlarından; geri kalmıyorlardı. Anadüluda Şiîlik cereyan ve nüfuzu. — Doku­


I70

TtmK TARİHİNDE

zuncu asırda birçok Şiai Bâtıniye mensupları Isfalıan ve İıavalisinde bütün şiddetlerile mesaîlerine devam ediyoricirdı [i] . Anadolunun aldığı siyasî manzaralar dolayısile Şiîler, en ziyade faaliyet salıalarını buralarda değil, Anadolu Türk aşiretleri aravSinda bulunuyorlardı. Birtakım Babaî dervişleri bu akideleri neşr için Türk boyları arasında dolasıyorİ£\rdı. Biüıassa avamın sade gürler karşısmda aldık­ ları heyecanlı meyillerden kuvvet bulan Babaîler, bu cephnin inltişafına bütün gayretlerile eliemnüyet verdiler. Şeyh Kûceci Tebrizî gibi tasavvufa bürü­ nen şairler [2] ve Baba Kemal Hucendî’nin yardmılarile kuvvetlenen Şiîler Şeyh Safyeddin Ei'debilî’nin büyük nüfuzile bütün Anadoluyu sarsmağa muvaf­ fak oldular. Ali bin Şehabeddin Hemdanî ve Lütfullah Nişiiburî ile hurûfîliğin müessisi bulunan FadluUah Ester Âbâdı Anadolu rafizîÜğini her tarafa yaydılar. Şiaîiıa resmî mahiyet aiması. — Timur hüküme­ tine varis olan Şahrûh en şiddetli tedbirlere müra­ caat ettiği halde bu cereyanın önüne duramadı. Ni­ hayet «H. 857» yılında îran bilûınum Şia mezhebini kabul etti. Bilhassa Keyumers’in te-^ebbüsile, Rüstevar’lann hâkim oldukları mınlakalarda mezhebi -.Şia-^-esmî ^bir mahiyet kesbetti [3]. Şiî propagaiidasmıu tesiratı. — Seyyid Kâsmı Envar’in neşriyat sahasındaki kuvvetli propaganda­ ları ve bütün müridlerile yaptığı tesirler Hükümeti Ll] Ravzatüasafn, C. 6, S. 99 [21 Teikirei Devletşah, S. 31. [31 Âtor-gcKİe, S, 3-tt,


MEZHEP CEREYANLARI-

17

\

Gürgâniyeyi müşkül vaziyetlere düşürdü. Şahrûh’a süikasd eden Ahmed Lûr ile FadluUah Ester Âbâdînin hemşirezadesi Hoca Adudeddin de bunun müridlerinden idi. Şiîliğin doğurduğu mezhepler arasmda olan hurûfîlik de yine bunlarm gayretlerile inti(jara başladı [1] Gürgâni ile Seyyid Ali Hemedanî müridleri bu akideleri neşrede ^ e Anadoluya geçiyorlardı. Bilhassa Azerbaycan ve ^ran yolu üzerinden akın eden bu adamlar, Anadoluda rağbet gÖriiyorlardı. Seyyid Ali Hemedard’nin Kutbeddin Haydar hakkmdaki medhiyeleri bütün dillerde dönüyordu [ 2].

Anadolmıun Şiî siması ve Akkoyunlu Şiî hükü­ meti, — Sekizinci asırda Anadolu hemen hemen Şiî bir sima almıştı. Harzemden dönen aşiretler, asırlar­ ca muhtelif mezhep mücadelelerile yorgun düşmüş bir muhitin her türlü itikad rüsuplarmı da birlikte getii'mişlerdi. İlhânîlerin inkırazı ve Moğol saraylarmda Şiî âlimlerinin tardlarından sonra Diyarbekir Türkmen beyliğinin teşekkülüne kadar bunlar himayesiz yaşadılar. Bilâhare bu Beyliğin Akkoyunlu aşireti tarafından teşekkülü üzerine Şiî âlimleri bu­ raya koştular. Çünkü Akkoyunlu hükümeti resmen Şiîliği kabul etmişti. «H. 837» tarihinden sonra Şiîlik^ bütün hızı ile intişarına devam ediyordu. «H. 892» de Kara Koyunlular, Akkoyunlular ta­ rafından mağlûp edildiler. Ve memleketleri ellerinLl] Ravzatüssafa. [2] Ravzatüssafa, C. 6, S. 324.


İT İ

TÜRK TARÎHİiNDE

den çıktı. Altkoyımlar da Şeyh Safyeddin Erdebilî ahfadindaıı İsmail Saîevî ile «H. 907» tariliinde Naİıcıvaıı civarında yaptıkları muharebede mahvoldular. Hükümetleri tamamile göçtü. Şiîlerin Safevî büJkûmeti ve büyük Şiî misyoneifieri. — Akkoyunluların inkırazile İsmail Safevî Tebrizi kendine ptıyitaht yaptı [1]. Buradan bütün İranm fethine başladı. Dokuzuncu asrın Şiî-ül-Mezhep mutasavvıfları arasında mümtaz bir mevki sahibi olan Hoca Ahmed Hitlânî ve onun baş müridi Seyyid Muhammed Nûrbahş’ın gayretleri Safevîleri do ğurdu. NCırbalış’ın mehdiliğini ilân etmekle büyük bir ihtilâl çıkaran Hoca îshak Hitlânî, Şahrûhun enTrile idam edilmişti. Fakat o sıralarda henüz baliğ olmamış bir çocuk bulunan Nûrbahş’m idamından vazgeçil­ mişti. Şehriyar köylerinden Sulfanda oturan Nûrbahş sekiz yüz sel?:sen dokuz tariliine kadar durup dinlen­ meden Şiîlik propagandalarile meşgul oldu. «H. 871» de Hindistana Mevlâna İmadeddin adında bir dâî yolladı. Nûrbahş’m vefatı üzerine Şemseddin Muham» med Ceylânı Lâhcı yerine geçti. Bu da ayni yolda bütün yûi'inı yoğunu sarfetti. Hattâ İsmail Safevî, [1] Karakoyunıu ve Akkoyunlu aşiretleri Cengiz hâdise­ leri üzerine gai'ba iltica eden Türkınenlerdeııdile);. Karakoyvınlu hüİLÛraetini <-Kara Yuauf Bey» kurdu. Emıenistan, Kürdüstan, Azerbaycan kalelerini istilâ etti. Nihayet Timur tarafından mağlûp edildi. Sultan Beyazide iltica etti, buradan da Mısıra kaçtı. Akkoyunluları ise «Uzun Haşan Bey» tesis ve ilk beyleri de «Kara Bölük Osman Bey» di. Onun ölüınünden sonra «Tur Ali Bey» oldu.


MEZHEP CEREYANLARI

173

Şirazı zaptettiği zaman Şeyhi ziyaret ederek himmet dualanıjı diledi. Bunun oğlu Seyyid Kâsmı Feyiz Bahş da İranda Nûrbahşiye tarikatini tesis etti. Ve mezhebi Şiîyi ta­ mim etmekle şöhret buldu. Dokuzuncu asırda Hindistana kadar tevsii nüfuz eden bu tarikat, tamamile Bâtmî bir sima gösteriyordu. Bunun müridlerinden Kişmir taraflarına memur edilen Mîr Şemseddin Irakî de tam bir Bâtınî mensubiydi. Horasan, Azerbay­ can, İran, Irak hudutlarından Anadoluya giren bu dervişlerin yardımlarile Sofiler, hükümetlerinin teıneltaşını atmağa muvaffak oldular. Ve yine o devrin en açık Bâtm-ül-Mezhep şair­ lerinden Emîr Şahı, Sebnervari ile İmamiyeden Ha­ şan Sebzvarı - H. 854 nin İmam Rıza hakkında inşad ettiği medhiyelerile şöhretlenen Şiîlerden Fahreddin Evhadi Müştevfî, İbni Hüssam, Baba Sevdâî, Kâtibi, Nerşizî, Seyyid Nesimi müridleri Şiî zümre­ lerin en faal mübeşşirleı^iydiler. Anadoludald

Türk aşiretlerinin

Şiîleşmesi. —

Asyayı altüst eden Cengiz hâdiseleri üzerine Garbe gelen Oğuz boyları bir müddet Îlhânîlerin devam eden hükümetleri zamanmda Selçukî hudutlarmda iskân edildiklerini yukarıda yazmıştık. Sultan Ebû Said «H. 736» in vefatından sonra bu Türkler elli iki aşirete ayrıldılar. Her yüz haneye bir bey seçildi. Anadolu Selçukîleri tarafmdan Bizans hudutlarma yerleştirildiler, Malatya, Sivas, Kayseri, Amasya ci­ hetlerinde yurt tuttular [1]. Bu kabüeler bilâhare Selçukîlerin inkırazları üzerine mezhebi iştirakleri [1] Zafemame : Serafeddini Yezdî.


I 74-

TÜRK TARİHİNDE

dolayısile ve Şiî Babaların teşviklerile Irana tâbi oldular. Selc'ukîlerle mezhebi ihtilâfta bulxman bu Türk aşiretleri [1], Sultan Alâedcün Keykubad, Gıyasedcîiiî [1] Türklerde aşiret teşldlâtı Türit tarihinin muhtelif de­ virlerinde bagka bagka nam ve ünvanlar altında daima yaşa­ mağa devam etmiştir. Çin, Arap, Acem müverrihleri Türkter hakkında malûmat verirlerken, Orta Asyanın. merkezini teşkil eden Gobi çölü, Moğolistan ila Baykal gölü ve Altın dağlarile çevrihiTİs olan bu mühim mıntaJcada a.sırlarca Türk muhaceret­ leri devam etti. Konup ve göçtükleri valıa ve ırmakların isâm ve ş^retlerile kendilei'ini damgaladılar. Veyahut da kendiîeri o adlan aldılar [ 'I'uranî kavimlerin mulıacereti Büyük Tıu-anî kavimlerden olan « Alanlar » dan itibaren tâ Osmanh Türlılerine kadar bu aşiret teşkilâtı boy ve ojrmak b ö­ lümleri devanxmdan kalmamıştır. Efiasen iptidaî medeniyetlei’ den bu teşicilât önemini kaybetmediği gibi, bilâhare de medcKii, h;amleîer yültseldikçe bu gibi iptidaî varlıklar da kıymetlerini kaybetmeğe mecbur oldular. Yunanlılarda ve Romahlarda da ayni taşkilât vardı. Ai'aplarda ise bütün ehenımiyetile yaşayan bir müessese demekti. Mahmut Kâşgarî «Divanı Lûgatüttürk^ de Bahadir Han “Şecerei Evgali Türk» de bu bapta mufassal malûmat veriyorlar. «Divanı Lügat» lisanalrı yazarîcen, Türklerm bidayette «24» boy­ dan aynldıldarmı kaydeder. Oğuzlarm hesapsız aşiretlerile Uygurlarm «120» boya ayrıldıkları ve Türklerin Asyadan harekete . ba.^ladıkîarı zaman dört bin boya bölündükleri naldedilmekte^ir._0ğıi2İann bu yirmi dört boy teşicilâü bütün Türk devletle­ rinin e?^^slan arasmda daima görülmektedir. Selçukiler, Eyyubîler, Kölemenler, Akkoyunlular, Harezmşahlar, Anadolu Tiirlanen.k;ıi lıep ayni teşkilâtı mulıafaza etmişlerdir. Oğuzlar aşirete admı verirler. Her aşiret bir il ile birlegm lsveo ilin bir paıçası olaralc kendine yer ayırmıştır. Aşiretin mÜ9takU hayatı yoktur. «İl« işe tam tefrckkül demektir. Tatarlaı-da ise aşiret müstakildir. «Camiüttevarih» müellifi «Fazlullah Keşidîı dıj'or ki: Tatar kavmi birçok şubelerden mürekkeptir. Her agiret bir sahai mahsusaya maliktir. Çerkeslerdeki te.skilâtı da.


MEZHEP CEREYATALARI

175

Keyhüsrev gibi hükümdarların mutasavvıflara me­ yillerini gördükçe ai'adaki her türlü ihtilâfı bertaraf ediyorlardı. Fakat Babaîler kıyamı üzerine Devletin şüphe ve tereddüdlerini bir türlü üzerlerinden atajnayan bu aşiretler, Uç Beylerinin idare etmekte ol­ duğu vilâyetlere dağddılar. Şiî Türk aşiretleıinin Osmanh tâbiiyetine girme­ leri. — Selçukîlerin inkırazından sonra diğer Üç beylerile birlikte istiklâl ilân eden Osmanlılann hâkim oldukları muhitlere Şiî dâîlerinden pek çokları hic­ ret etmişlerdi. Ayni zam ^da Irana tâbi olan aşiret­ ler de kendilerine tarhedilen vergilerin ağırhkları altında eziliyorlardı. Osman Gazi’den tâ Yıldırmı devrine kadar Osmanlı Devletinin ilk teşekkülü an-' lannda birkaç defa sarsıntılar yapan Şiî cereyanları, en ziyade tasavvüfî mesleklerin içerisine sığınmak suretile tehlikeli telâkki edilmekHkten masun kaldı­ lar. Aşağıda anlatacağımız muahhar devirlerdie çıkar­ dıkları ihtilâller de bazan hükümetin çok kanh sad­ melerine uğramalarma rağmen çabşmalarmdan geri kalmamışlardır. îramn tarhettiği vergilerin ağır­ lığı karşısında mecalsiz kalan Türk aşiretleri Yıldı­ rım Bayezid tarafından taltif edildiler. Kadı Bürhaneddin’in hâkim olduğu memleketleri Yıldınm’m zaptı üzerine buralarda yurd tutan bütün aşiretler de Osmanlı İmparatorluğunu metbu tanıdılar [ 1]. Tiiîiunm bu aşiretleri Tûrana tehciri. — Ankara «Evliya Çelebi» uzuıı boylu anlatıyor. Bu bapta mufassal malû­ mat içine Tavilıte Edremid Şdıri» adındald eserimizin « Tüi’k Aşiretleri» faslına bakınız.

[1] İbni Haceı^’in «Düreınilkâmiııe) sine, Aziz bin Ardeşir Esterâbadî’nin (Beam Rezm) ine bakınız.


} 76

TÜRK TARİHİNDE

muharebesinde Timur un Osıntmlı ordusunu mağlûp etmesi neticesi buralara iskân edilmiş olan bu aşiret­ ler Tiır^urun oğlu Mirza Cihan Muhammed ve üm e­ radan Şeyh Nureddin vasıtasile geniş bir kordon al­ tına alındılar. Ve bunlai'a Timur : « Sizin asıl vata­ nınız Tûrandır. Sizi yine oraya götüreceğim ! » dedi. Bunun üzerine Germeyanlı, Afşar, Çavdir, Sarnağar, Varsak, Ulus, îbramyialı, Kılaz, ve Kubaş gibi da­ ha birçok kabileleri endişe aldı. Mahan hicreti esna­ sında Ca’ber de Kayı Han’lılarla birlikte Yurger, Koson, Kış Timur, Varsak, Kaı*a İsa, Arez, . Gündüz adlı aşû-et beyleri Ertuğrul’dan ayrılmışlarda Bam­ lar Çukurovada yurd tuttular. Ve Selçukîlerin ilk Anadolu istilâlarile yürüyen daha birçok aşiretler de 200 jâiz seneden ziyade buralarda oturmakta idiler. Timurun bu teklifini kabul etmeyen aşiretler, cebren hicrete mecbur edildiler. Ve bunlardan mü­ him bir lasım da Tûrana naklolundu [2], Bu teh­ cirden firara muvaffak olanlar Uç Anadoluya doğru uzandılar. Ve Tirumun Kütalıyadan otağım kaldırıp da Gürcistana geçinceye kadar buralardaki yerleri­ ni değiştirmediler. Bilahare avdetleri.— «H. 807» yılmda 'l'iımnrmı. 3^efatı\ürerine Tûrana nakledilen aşiretler de Har-

zem^e geldiler. îki seneden ziyade oralarda kaldılar. Döne dolaşa Osmanh mülküne yeniden döndüler. Fakat oralaı*da konup göçerlerken binbir akide­ nin tesh'leri altında kaldılar. Selçukîlerin devrindenberi devam eden Şiîlik telkinlerile pürüzleşen akîde1-lJ Müneccim başı, C. 3, t>. 314.


MEZHEP CEREYANLARI

177

leri son Harzemde bulundukları zanıanİarda ise tamamiîe bu mezhebin nüfuzu altına girmişlerdi. Seki­ zinci asırda Harzemden avdet eden bu agairin ya­ yıldıkları muhitlerde Şiî Babaları en büyük nüfuza ssıhip bulunuyorlardı. Anadoluda kırk bin Şiînin idamı. — Dokuzuncu asrın sonlarında İsmail Safevî resmen İmamiye mez­ hebini kabul ettikten sonra Anadolunun mezhebi \^aziyeti çok karıştı. Bu devirlerde Şiîlik parlak bümevkide idi. Yavuz Sultan Selim ile Sofiler arasın­ da vukubulan Çaldıran muharebesine takaddüm eden zamanlar zarfında Yavuzun emrile Anadoluda lark bin Şiî idam edildi [1]. Bu hareketle kararla§tırılnn§ olan Iran seferinin Anadolu üzerinde mezhebi birlik­ ten doğmak ihtimali olan isyan ve ihtilâllerin önü alınmış demekti. Yavuzun müracaata mecbur kaldı­ ğı bu siyasî tedbir, o devirlerde Anadolunun Şiîlik itibarile nekadar salgın bir tesir altında yaşadığını bize anlatmağa kâfidir.

Nâdir Şahm Şiîliği ilgası. — İran tarihinin muh­ telif safhalar gösteren değişikliklerinden sonra niha­ yet Nâdir Şah Safevîler tahtına oturdu. V q birçok fetihlerle İran hudutlarını genişletti. Bağdad muha­ sara edildi. Osmanh hükümetine Kâbede Şia mezlıebine mahsus diğer mezhepler gibi bir makamın ayrıl­ masını teklif etti. Ayni zamanda Maverâünnehır, Efgan> Bedehşan ve bütün İran tamamile Nâdir Şah’m hükümraniyeti altında idi. Memlekette mezhebî ihLll Solakzacle Tarihi, S. 3Ü1. 12


I?8

TÜRK TARİHİNDE

tilâflardan doğan isyanları durdurmak ve umumî âsayişin teminine muvaffak olmak için Necef’de biıbüyük mezhep kongresi açtırdı. Bağdaddan ve Sünnî âlimlerin büyüklerinden Abdullah Abbâsî Süveyda bu kongreye reis tayin, edildi. Neticede Sünnîler ga­ lebe ettiler. Bunun üzerine Nâdir Şalı İranda Ca­ feri mezhebinin ilga olunduğunu ilân ettise de bu emre kimse kulak asmadı. İranın resmî mezhebi yi­ ne Şia olarak devam etti [1].

[1] Hücoci Kat’iyye: Abdullah Abbas, Mısır tab'ı.


ANADOLU ŞİÎLİĞİNİN ÇOK MÜHİM İKİ CEPHESİ

Bektaşilik, Hıtrûiîlik. — Anadolunun din ve tarilcatler itibarile gösterdiği tarihî tahavvüller ara­ sında şayanı dikkat olan birçok cephelerinden en zi­ yade bizi işgal eden iki mühinı cephesi vardır ki bu­ nun biri Bektaşîlik, diğeri de Hurûfîliktir. Yukarıda saydığımız daha birtalam kollar içinde bu iki tarikin ehemmiyeti diğerlerinin fevkındedir. Hacı Bektaş Velî.— Hacı Bektaş Veli, Anadolu Şiîliğini temsil eden şahsiyetler arasmda millî ben­ liğimizle alâkası çok büyük olan bir tarikat müessisidir. Bu zatın hakkmda Şarkta olduğu kadar Garp­ ta da haylice tetkikler neşredilmiştir. Eldeki vesika­ lara göre bilhassa meşhur Vilâyetname onu Lokman Perende vasıtasile Hoca Ahmed Yesevî’ye ittisal et­ tirir. Lokman Perende ise, Şiîliğin ünvan mezhebini taşıyan Cafer Sadık'tan hırka giymiş ve bu hırkayi da Bayezid Bestami getirmiştir [ 1]. [i] Tasavvufta hususî bir m'alıiyetle nakledilen bu hırka mes’elesi içm birçok münakaşalar ölmüştür.


180

TÜRIC TARİHİNDE

Lokınan Perende bidayette bir meczub olarak dağlarda dolaşırken Hoca Musaya tesadüf etti. On­ dan erkân gördü. Nihayet Nişabur şehrinde irşada memur oldu. Hacı Bektaş’ın tarikati silsilesi ve Vilâyetname üzerinde derinden tetkikler yapan müel­ liflerin ifadelerine göre bu silsile evvelâ Kutbüddin Haydar’a, ondan da Lokman Serhasi’ye ve oradan Baba İlyas Horasanı vasıtasile Hoca Ahmed Yesevîye bağlanmaktadır. Âşık Paşa tarihinde « Hacı Bektaş Horasandan Menteş adındaki kardeşi ile birlikte Sivasa geldiler. Baba İlyas Horasanî’ye intisap etti­ ler. Hacı Bektaş bu intisaptan sonra Kayseriye ve oradan da Kırşehrine geldi. Buradan Karacahöyüğe nakli mekân etti» diyor. Şuna nazaran Ahmed Yesevî müridlerinden olduğuna aid rivayetüı sahih olma­ dığı anlaşılıyor [ 1]. (H. 675) senesinde Caca oğlu Nureddin Bey Kırşehrinde bir idarei müstakile tesisinden sonra Hacı Bektaş’m tarihî hüviyeti meydana çıkıyor. Eflâkî tezkiresinde bunun doğrudan doğruya « Baba Resul — Baba İshak Kefer Sudi’nin müridi or-* duğu zikjfe dilmektedir. Eflâkî’nin nakline göre Hacı Bektaş Rum da Baba Resul derler bir Erin halifesi idi. Bektaş o asırlarda Mesnevileri, gazelleri bütün -tasavvuf âlemini dolduran Mevlâna Celâleddin’e ba­ zı sualler sormak için müridi Şeyh İshakı Konyaya gönderdi. Şeyh İshak, Konyada Mevlânanın yanına girdiği zaman onu zikrü sema’la meşgul buldu. Ve bir kenara oturdu. Mevlâna ise keşf ve keramât yolile bu işe vâkıf olduğundan şu kıt’ayı okumağa başladı : ri] Türk Edebiyaünda İlk Mutasavvıfla!', S. 75.


MEZHE’P CEREYANLARI

L>^ j - u - j j'S"

I8İ

j

- - J"* l_jA 4 S ^^_CJ (3

Bu mısraları dinliyen Şeyh İshak, sualinin ve zamirinde olan maksadın cevabını almış addile dön­ dü. Ve keyfiyeti Hacı Beştaş’a anlattı. Hacı Bektaşm Şiî olup olmadığı. — Binaenaleyh Sultan Alâeddin Keykubad’ın oğlu Gıyasüddin Keyhüsrev Sâni devirlerinde yaşadığı bu ifadeden an­ laşılan Hacı Bektaşm, o zamanda Anadolu üzerinde hâkim bir nüfuz sahibi olan Şiî dâîlerinden birisi ol­ duğu meydana çıkmaktadır. Gerek Selçukî sultan­ larının ve gerek onların iltifatlarına garkolan Mcvlânanın Sünnîliğe aykırı bir itikat taşıdıklarına dair hiçbir nakil yoktur. Selçukî sultanlarından Süleymandan başka bu hususta bir ittihama uğramış ola­ nını me’hazlarımız kaydetmiyor. Ancak diğer bir ri­ vayete göre bu Şiîlik hareketleri Hacı Bektaşm şah­ siyetine değil, ona tâbi olanlara ait bulunduğu anla­ tılmaktadır. Şekayik’m ifadesine göre, Hacı Bektaşm müridleri arasında itikatları bozuk birçok kimseler vardı. Bektaşi nüfuzunmii. hâkim oUKîğu yerler. — O, başına doksan bin Horasan erlerile kırk bin f,um er­ lerini topladı. Hacı Bektaşm yur(, tuttuğu Kırşehir yolu ise Dulgadır Türkmenlerinin içinden geçi riyordu. Bu münasebetle Haleb, Adana ve bütün o havalide yaşayan Türkmenler arasında onun namı ehemmiyet ile söyleniyordu.


182

TÜRK TARtîTtNDE

Akşehirdeki Mahmud Hayranı, Sivrihisarda Yunus Emre şeyhe ahid verdikleri gibi Kırşehrindeki Ahilerin reisi bulunan Ahi Evran ile de dost­ lukları vardı fi] . Sivastaki Ahilerin çok geniş bir teşkilâtları ol­ duğu gibi Babaîler de sıkı münasebetlerde bulunu­ yorlardı, Bayburt’taki Ahilerin riyasetine Ahi Emir Ahmed Bayburdî geçmişti. Ahlatta da meşhur Hoylu Burak Baba müridlerinden Baba Emirci bulunuyor­ du. O devirlerde Anadoludaki Bektaşi nüfuzunun en hâkim bulunduğu yerler'Ankara, Sivas, Konya, Kay­ seri, Kırşehir ve Cenuba doğru yayılmış olan bilûmum Türkmen aşiretlerinin yurt tuttukları vilâyet­ lerdi. Harzem Türkleri arasında Bektaşîler. — Celâleddin Harzemşah’ın harekâtından memnun olmıyan aşiretler ondan ayrılarak Konya Sultanı Birinci Alâeddin Keykubad'a iltica etmişler ve Selçukî mem­ leketlerine gelen bu aşiretlere de Sivas, Çorum, Engürüye kadar olan bu muhitlerde i^^aylak ve kışlaklar verilmişti. Bunların Celâleddin Harzemşah’ın maiye­ tinden ayrılmalarına tekaddüm eden zamanlar zaffında Hacı Bektaş halifelerinden bazıları onların iç­ lerine girmişlerdi. Şiai Bâtıniye misyoneri sıfatile bu aşair üzerinde mühim bir nüfuz kazanmışlardı [ 2], Harzem ve Azerbaycandan gelen bü kabilelere Anadolu ahâlisi tatar ve Moğol bekayası nazarile ba­ kıyorlardı. Bektaşi babalarından Ahlat, Diyarbakır vilâyetlerinden mühim bir grupla beraber Harzemli111 Vilâyetnamei Hacı Bektaş Veliyülhorasanî. T2] Ayni eser.


MEZHEP CEREYAN1.AR1

] 83

1er arasında da Burak Baba müridlerinden yine ayn bir piU’ti ayni propagandalarda bulunuyorlardı. Bu­ rak Babanın Anadolu üzerinde salgın bir şöhreti vardı [ 1]. Anadolıifla Bektaşi mifuztı. — Muhtelif Türk ka­ bileleri Aııadoluya hicrete başladıkları zaman bilhas­ sa Selçukîlerin en şa’şaalı devirlerini gösteren bü­ yük Alâeddin Keykubadm saltanatında. . Şiîlik hay­ lice ilerilemiş ve Gıyasüddin Keyhüsrevin îşü nûş ile saltanat umurunu başından attığı ilk zamanlarda Babaîler ihtilâli patlamış ve Hacı Bektaş da bu es­ nalarda çok mühim bir nüfuz kazanmıştı, Garbı Anadoîunun fethinde Bektaşîlerin ma­ nevî himmeti. — Vilâyetnameye gÖre Sultan Alâed­ din bile, Şâmânî Türklerin İslâmiyete girmelerine sebep olan Hacı Bektaşm halifesi Kara Tonlu Can Baba dolayısile hünkâra derin bir hörmet beslermiş, hattâ onun manevî himmetile Garbî Anadolu fethe­ dilmişti. Gei'meyan Bey'in kumanda ettiği ordu Kü­ tahya, Tavşanlı, Altuntaş, Kerine5’’an kalesi diye hâlâ meşhur olan kaleyi Denizli, Uşak, Sandıkh, Işıklıyı aldı. O memleketlere Bey oldu. Akdeniz sahillerine de bir bölük başı ile mühim bir kıt/ai askeriye şevk­ etti. Birkaç beylerin dahi etrafa perakende eyledi. Balıkesir, Edremit ve bütün o diyarları fethetti [2].:» Beklaşiiiğiîi Garbî Anadohıda intişarı. — Bura[l] Burak Babanın Baba liyas Ilorasanî’nin dört halife­ sinden biri olan (AyDek^ Baba), nın müridi olduğunu «Beclreddîn Makmud Ajnıî» «İkdülcümman' namile yar.dığı muazzam' ta­ rihinde nakletmektedir. Gayri matbu olan bu eser yinni üç cilttir. Veliyüddin Efendi kütüpiiTinesindc tekmili vardır. 1.2] Vilâychıj'.me.


.184

Tü r k t a r î h i n û b

larda ise Bektaşîliğin neşri için Hacı Bektaşm halife­ lerinin üçüncüsü olan Hacim Sultan memur oldu. Bunu Şeyhî Kulu açıkça Hacim Sultan diye yadederdi. O da Kermeyan vilâyetine gönderildi. Kermeyan Beyi Uşak tevabiinden Susuz köyü yurt olarak Ha­ cim Sultana tayin etti [1], Bektaşîliğin Garbı Anadoludâ intişarı daha Hacı Bektaşm hayatında geniş bir sahayı işgal etmişti. Keremyân vilâyetinde kışlak ve yaylak tutan Akkoyunlu aşireti baştanbaşa HaCı Bektaşm halifesi olan Hacim Sultâna intisap etmişlerdi [ 2]. Osman Gaziye Hacı Bektaşm kılıç kuşatması. — Yine Vilâyetnameye göre Osman Gaziye bizzat Hacı Bektaş elifi taç giydirdi. Ve ona himmet nazar etti. Birinci Sultan Alâeddin Keykubad’ın iradesile Kayı cemaatinden başına Bey dikilen Osman Bey, Rum tekfurlar ile harbe başladı. Kazandığı zaferler ile dört tarafa ün saldı. Nihayet Sultan önü sancağında kendi otağında iken Konya Selçukî Sultanı Üçüncü Alâeddin Keykubad tarafından Altunbaşlı Sancak ve tabel gönderildi ( H. 687 ). Bunlar emaret alâ­ meti idi. Osman Gazinin beline kendi belindeki kıİmci çıkarıp bizzat Hacı Bektaş taktı. Ve önünden sonun görmeğe : Ugmden Sugm Gurgele ! diye dua etti. Hacı Bektaş 36 bin halife yetiştirdi. — Hacı Bektaş Horasandan Anadoluya geldikten sonra Su­ luca Karahöyükte otuz altı sene neşir ile meşgul ol­ du. Ve birçok halifeler yetiştirdi. Bunları muhtelif 1.11 Hacim Sultan Vilâyetnaınesi, Elimizdeki yazma nüsha. [2] Ayni epcr.


MEZHEP CEREYANLARI

185

memleketlere gönderdi. Bu otuz altı yıl içinde üç yüz altmış bin halife çu'ağ etti. Hacı Bektaşın maiyetinde üç yüz altmış halife vardı. Ölümünün yaklaştığım îüsseder etmez bunların her birini bir memlekete gönderdi. Bü halifelerin en meşhurları ise Cemal Seyyid, Sarı İsmail, Kolu açık Hacim Sultan, Baba Resul, Birap Sultan, Receb Seyyid Sarı Kadı, Ali Baba, Burak Baba, Yahya Paşa, Sultan Bahaeddin^ Atlaspuş, Dost Hûda Hazreti Sâmet idiler. Bu zevatın bazılarının tercemei halini Vilâyetname kaydediyor. Fakat, ne de olsa bunların Hacı Bektaşa sureti nisbetlerine ait daha mevsuk eser­ lerde izahlar çok noksandır. Eflâkinin Baba Resulü Hacı Bektaşın şeyhi ola­ rak göstermesine rağmen Vilâyetname aksini iddia etmektedir. Burak Babanın da Tokatlı olduğuna ait rivayetle Hoylu olduğu arasındaki ihtilâf da buna müşabihtir. Velhasıl daha birçok noktalardan Vilâyetnamenin nakilleri tenkitten kurtulamamaktadır1ar. Bektaşîliğin neşri hususunda Hacı Bektaşın bü­ yük faaliyetlerini şüphesiz birçok cihetlerde şayanı hayret derecede görmekle beraber bu baptaki teşki­ lâtın esas merkezini Baba Ilyas Horasanı teşkil et­ mekte idi. Ancak Ertuğrul ve Osman Gazi devirlerile bilhassa Selçukîlerin inhilâli üzerine Şiai Bütmiye dâîleri Uç Beylerinin memleketlerine dolmuşlardı. Bektaşîlerin şayanı hayret mesaileri. —

Hacı

Bektaşın halifelerinden Tavvas, Uşak, Söğüd, Bahkesir, Edremide kadar uzanan ve Akdeniz ile irtibat


I 3(l

TÜRK TARÎHTJTOE

tesis eden mıntakalarda neşriyatla meşgul olanların adetleri tasavvarun fevkında idi. Cenup hudutların­ da ise Burak Baba gibi daha birçok dâîlerle birlikte Osman Gazinin yurdımda Söğüt kasabaslle Sakaırya nehri kenarlarında ve yüksek Türkmen ve Yörük yaylalarında dolaşan Kumral Baba ayarında birçok Şiai Bâtıniye dâîleri Kocaeli kıt’asmda yerleşen Türklerin arasında Bâtmîliği neşrediyorlardı [1], Bektaşilerin halk lisanile neşriyatı. — Selçukîlerin sukutundan sonra Karaman oğlu Malımud Bey’in Konyaya hâkini olması üzerine, o devre kadar Devletin resmî dili olan farsçayı yasak etti. Onun yerine öz dilimiz olan Türkçenin kullanılmasını emreyledi. Bu tedbir ise en ziyade Şiî babaların maksat­ larına uygun düştü. Şehrîliğe inmiyen Obalılar ve yaylalarda yaşayan Türk aşiretleri ve bütün Türkmenler öz dillerile kendilerine İıitap eden Babsılara candan gönül verdiler. Orhan Gazi de Rumeli fethedilir edihnez derhal Devletin resmî dilinin Türkçe olduğunu ve bütün muamelâtın Türkçe olarak kayit ve zaptedilmesini fer­ manlarla her tarafa ilân etti [ 2].»Türkçenin açık ve selis ifadelerine sarılan rubaî, nefes, destan gibi şiiılerin muhtelif ahenk ölçülerine tevdi edilen bilhassa koşma, deyiş, semaî tarzında söylenen şiirlerin bağla n ^ bozuk, kopuzlarla terennüm edilen şekil­ leri ; Türl^ ruhunun millî benliğine o kadar uygun geldi ki şehirlinin ağdah nazm lisanından hiçbir şey anlamadıklarından dolaja ona hasnu bile olmuşlardı. II] Hayrullah Efendi Tarihi, C, 2. S. 36. [2] Haja’ullah Efendi Tarihi, C. 2, S. 95. ■


MEZHEP CEREYArTI^AIU

\ S7

İşte bundan büyük istifade çaresi düşünen ka­ rışık akide sahipleri ve Keyalu Baba, Abdal Musa, Tuğlu Baba, Karaca Ahmed, ils Baba İlyas Horasanî Baba İshak Kefersudî, Ebülvefai Harzemî tekke­ lerine mensup Babalar, Anadolunun her köşesinde müteaddit zaviyeler açmağa başladılar. OsmanlıIar üexrinde Bektaşî nüfuzu. — «H. 691» de .Hacı Bektasın vefatından sonra Orhan Gazinin cülusuna kadar geçen zamanlar içinde mutasavvıf geçinen birtakım Babaların nüfuzları ehemmiyet al­ dı. Hattâ Osmanlı İmparatorluğunun bidayeti tees­ süsünde bunların rehberliği bile kabul edilmişti. Yu­ karıda anlattığımız gibi Osman Gaziye elifi taç giy­ diren Hacı Bektaş ile Orhan Gazinin kardeşi Alâeddin Paşanın Şeyh Edebali hankalıma mensup bir derviş olduğunu düşünmek kâfidir. Şu nisbet bilâhare Osmanlı memleketlerinde Bektaşîlik, Melâmîlik, Hurufîlik gibi Şiai Bâtıniye şubelerinin yayılmalarına yardımlar etti. Orhan Ga­ zi tarafından bir veli tanılan Key’alû Baba Bursanın fethinde bulundu. Halbuki Osmanlı Devleti bidayeti teşekkülündenberi Sünnî bir hükümet olarak yaşa­ makta idi. Buna rağmen Hoylu veyahut Tokatlı Bu­ rak Babanın tam bir eşi olan bu Şiî dervişin Keremyan Emiri ile Turgut Alp’in ve daha bu gibi Türk ümerasının şeyhi olduğunu görüyoruz. Orhan Gazi İnegöl kazasını şeyha dirlik olarak tayin ettiği gibi vefatında da üzerine koca bir türbe inşa ettirdi [ 1]. Sultan Höyüğü vakfına aid cüz’ün kenarında Geyik­ li Babaya vakfedilmiş emlâkin arasındaki hediye­ ni

Şekayık: C. 1, S. 74, İbni Halltkân Kenart.


1S8

TÜRK TARİHİNDE

1er ile birlikte iki küp de rakı kaydedilmekte olduğu­ nu Amasya Tai’ihi müellifi yazmaktadır.

Daha Selçukîlerin sarayında itibar kazanan Aze­ rî bir Şiî dervişi olan Baba Merendinin de Sultan Alâeddini kendine bağladığını ve bütün o muhitlerde teveccühünü celbettiğini biliyoruz. Bilâhare bu Azerî babası Sulucahöyüğe yerleşerek Kırşehir hâ­ kimi Nureddin Beyi de nüfuzu altma almağa muvaf­ fak olduğunu Ak Şemseddin Vilâyetnamesi yazıyor. Hacı Bektaş Veli, hankahmın kurulduğu mulıitte bunun gibi daha birtakım Şiai Bâtıniye akideleri neşreden dâîler pek çoktu. Tekkelerin teftişi, dervişlerin nefyi. — Osmanİi İmparatorluğunun ilk teşekkülü ânında henüz daha şüphe ve endişe nazarlarını davet etmeyen bu ■dâîlerin çoğalması ve müteaddit Türk aşiretleri arasmda durmayıp yaptıkları propagandalar arzu edilen ne­ ticeleri vermeğe başladı. Her yerde ayni menbalanıl tesirlerile birtakım gaileler belirmekle biran evvel hükümetin harekete geçmesini davet etti. Bımtııı üzerine Baba îlyas Horasanî bendegânmdan azmış­ lar, onların içlerinden Hind ve Çinden gelmiş birtalom arif geçinen nâdan veçhile ve seelenin hallerini teftiş etmek üzere memurlar tayin edildi. Kisvetlerinin aslı ve bid'atlerinin faslı soruldu, Cevabındaıx_âciz-ol^n torlakların çırağları söndürüldü. Ken­ dileri Osmanlı memleketlerinden harice gönderilip sü­ rüldüğü halde mazannai hüsnühal olanlara vezaif ve nafalî;a tayin kılındı. Yine Baba İlyas Horasanı hulefasmdan Geyikli Babajî^a İnegöl mirlivası ve sahip tımarı Turgut Alp mürid olduğundan dervişlerin


MEZHEP CEREYANLARI

189

teftişi zamanında Geyikli Babanın lehinde hüsnü şehadçti üzerine Sultan Orhanın iltifatlarına uğradı» [1] Türkmen aşiretlerinin Kümeliye nakli. — Orhan ve Murad Hüdavendigâr devirlerinde Osmanh ül­ kesinde yurt tutan ve Moğol istilâlarına tekaddüm eden zamanlarda dahi buralarda varlıklarına şüphe edilmeyen aşairden Keremyanlı, Afşarlı, Çavdırh, Şamagarlı, Varsak, Ulus, Beramyah aşiretleri hükü­ metin zaptu raptını dinlemez ve durmadan gaileler çıkarırlardı. Çelebi Sultan Mehmed Kilis civarında^ geçerken konar ye göçer yirmi bin çadır halkının oralarda dolaştıklarım gördü ve onlara Moğol bekayası denmekte idi. Perhal bu aşiretler Rumeliye ge­ çirildi. Filibe civarında Tatar Pazarcığı havalisinde iskân olundular. İkinci Murad devrinde de Ragozft Cümhuriyeti ile aktedilen mualıede üzerine Sadrâ­ zam Halil Paşanın aldığı altmış bin esir Anadoluya nakledildikleri gibi Anadoludaki Türkmen aşiretleri­ ni de Rumeliye yerleştirdiler [2]. Babaların telkinlerile aşılanmış olan bu kabilelerin nakli dolayısile Rumeli Şiai Bâtıniyesini temsil eden muhtelif tarikatlerin intişarı bundan dolayı daha kolay oldu. Kürdistanda Alevîlik Anadoludaki Alevîlik, Bektaşîlik, Kızılbaşlık, tlurufîlik gibi biribirlerine mütedahil Bâtınî şubelerinin yayıldıkları muhitler­ den Harput, Erzurum, Kürdistan vilâyetlerile ve daha buralara bağlı olan vilâyetler hakkındaki bil­ gilerde kalın bir perde altında kalmaktadır. Binbir Hadis müellifi. Dersim Kızılbaşlarına dair [1] Hayrullah Efendi Tarihi, C. 3, S. 80. L2] Ayni eser, C. 7, S. 82.


190

TÜÎÎK TARİHİNDE

malîınıat verirken Bektaşîliğe ve oralarda bu tarikatin merasim ve âyinlerine aid birtakım tafsilât da vermektedir [ 1]. . Bektaşiiikie Iııristiyanlık arasmdaki münasebet. — Bu izahat arasında hıristiyan Ortodokslarile Bektaşîlerin ayni ekânimi selâseye inandıklarmı da söy­ lüyor. Avrupa kıt’asmdaki Bektaşi tarikatinin ora­ lardaki Iııristiyanlık üzerine aşılanmış olduğu an­ laşılmaktadır. Çünkü Bektaşîlik hiçbir ırk ve mille­ tin muayyen itikadı hudutlarmı tecaviAz etmemek itibarile tâ Iraktan Arnavutluğa kadar eski İmpa­ ratorluğun her tarafını sarmıştı. Bu intişarı kolaylaştu'an âmillerin birisi de Bektaşi tahrnatının bütün zihin ve mizaçlara cevap verebilecek bir şekilde ter­ tip edilmiş olmasındadır. Bektaşilik meratıbi ve itikadî hüviyeti. — Bütün Şiai Batmiye şubelerinde olduğu gibi Bektaşîler de birtakım meratip ve makamlara ayrılmışlardır. Mürid, Baba, Dede Baba gibi ayrı ayrı rütbelere mah­ sus merasim ve talimat vardır. Bilûmum Şiai Bâtıniye kollarında müttehit olan esaslar Bektaşîlikte aynidir. Binaenaleyh Şiai Bâtıniyeyi teşkilâtlandıran meşhur Meymun-ül~Kaddahdaır-it-ibaren Fatımî halifelerinden Müstansır Billâh’a oradan Elernuttaîd Haşan bin Sabbah’a ve Suriye Bâtmıler reisi Raşideddin Sinan’a ve bütün Bâtmîlerce üstadı a’zam mertebesini ihraz etmiş olan Seyyid Nesiınî, Hacı Bektaş Ebulvefa-ül-Horasani, Baba İlyas Horasanı, Fadlullah Ester Âbâdi’ye kadar devam eden bu uzun yolun son asırlarda üzerinde yürüyenllj Binbir .Hadis, S. 'İ06, Mısır tab'ı.


MEZHEP CEREYANLARI

I9

[

lerden Mehmed Ali Babı Şirazî ve İsa BahauUah gibi birer Sahibi zuhur rolile ortaya atılmış olanların muasır medeniyetin derunundan geçerek Şiai Bâtıniyenin âlemşümul tarihini seyrederlerken uğradıklai'i bütün muhitlerde itikadî hüviyete aid arada de­ vanı eden vahdeti hiç de kaybetmediler. Her ırk ve muhitin hususî temayüllerine uymağı nazarlardan biran ayırmayan büyük dâîler, mesai hudutlarında yaşayan kanaatlerin içlerine sinmeği yeni yeni isim ve Unvanlar altında ayni nizamı ko­ rumağa muvaffak oldular. Hattâ Aizze perestişkârlığınm biiyük rol oynadığı kaba ve amiyane din ve mez­ heplerle pek serbest ve bazı hususatta münevverane felsefelerile basambaklar yapmağı temin ettiler. Bek­ taşilik ilahiyatı vahdeti vücudün neffi vücude kadar vardığı gibi hırigtiyanhk ile de müteaddit irtibat nok­ taları taşır [*]. Bütün tarikatlerde olduğu gibi Bektaşilikde rahim ve şefkat hususunda en ziyade talimat verir ve bu hükümlere riayeti son dereced.e emr­ eder. Muhtelif din ve akidelerin serpilmiş tohumlarmdan bir çok nümuneler taşıdığı gibi bir ucu Hind fel­ sefesine dayanan tenasüh ve hulule inanmak ile can­ lı mahlûkata karşı derin bir taabbüd duyğularını bü­ tün bektaşiler takdis ederler. İslâmiyetin ruhbaniyet ve keşişliğe ait şiddetli memnuniyetlerine rağmen Bektaşîlerde bilâkis evlenmenin ve alâmet tecrit olarak da Balm Sultan türbesinin eşiğinde kulakları­ nı doldurarak Menkûş takmak en yüksek Tevellâ ve Teberrayi ifade eder. [1] Bektaşilik ile hıristiyanlıJc arasındaki münasebata dair bazı essriei’ vardır.


1() >

TÜRK TARİHİNDE

Bektaşi kapısı bütün dia ve mezîiejıilere açıktır. — Bektaşilik kendi hususiyetine ait verdiği ahdü peyınandan sonra bütün din ve mezheplere kapısını açmıştır. îslâraiyetin resmî itikadını tanımamakhğı iübarile muhtelif din ve itikadata salik insanları da kendi itikadı hudutlarına almakta hiçbir mahzur .görmemiştir, Türkiye Bektaşileri arasında Katolik ve Ortodoksluk gibi hıristiyan dininin müteaddit mezheplerine inanmış birtakım rum ve ermeni mil^ letlerine mensup can. baba, dede babalara ve bilhas­ sa zaviye idare eden hıristiyan Bektaşilere daima te­ sadüf edebilmek pek mümkündü, Anadolunun vaktile İslâm dinine girmemiş olan sekenesinin mühim bir kısmını teşkil eden Türk hıristiyanların birçok Bektaşileri vardı. Arnavutlukta Bektaşilik. — Avrupa Bektaşîli­ ğinin münteşir olduğu en geniş mıntakayı Arnavut­ luk teşkil etmektedir. Bilhassa Osmanh İmparator­ luğu zamanında Yanyaya bilâhare Manastır vilâye­ tine tâbi olan Avlonya kasabası Anadoluda Hacı Bektaş ocağımn hemen ekser dede babalarını eriştirirdi. Avrupadaki Bektaşîliğin en ziyade intişar ettiği mu­ hitlerde İslâmiyet duyguları çok zayıf ve gevşek ol­ duğu gibi hıristiyan memleketlerinin yaşadığı bâtıl itikatlardım da hemen ekserisine iştirak ederler. Toska Arnavutlarının mühim bir kısmı mezheben Caferi ve tarikaten de Bektaşidirler [1]. Bektaşiliğ'i ÎJumelide ııeşredenler. — Rumeli Bektaşiliğ'inin yayılmasına hizmet edenlerin başında m Bektaşi Tetkikleri: Prol;£SÖr Haslı.ık, İngilizceden mülerciıni Ragıp Hıılûsi, S. 53


MizK&p

193

Anadolu Şiai Bâtımye hareketleriude meghur bir şahsiyet olarak Baba İîyas Horasanı «H, vefatı 657> niıı dört halifesi — ki bunlara Çariyaı* denilınektedir — nden birisi olan San Saltık Babadır [1]. Hacı Bektaş ise rivayete göre bunun pîrdaşı olan Lokman Babanın müi'ididir. Evliya Çelebiye göre ise Sarı Saltık, Ahmed Yesevî müridlerindendir (H. 662) tariliinde birçok müridlerile Avrupaya geçti. Dobrıca, Kırım, Mos­ kova, Lehistan kıt’alarını dolaştıktan ve oralarda îslâmiyeti neşrettikten ve daha birtakım vekayia şa­ hit olduktan sonra Karesi oğullarından İsa Bey zartıanında Geliboludan Çardağa döndüler. Kazdağı iizerindç Edremit körfezinin şark ve şimalişarkîye doğru uzanan silsilesini takip ederek oralarda otu­ ran Türkmenlerin arasında hayli bir yıllarC ikamet ettiler. «Vilâyetname» bu dönüşün Hacı Bektaşi zi­ yaret kasdile olduğunu kaydeder. Fakat o tarihte Hacı Bektaş irtihal etmiş bulunuyordu. Kaxdağmıii kudsiyet ve elıeiMîiiyeti. — Kazdağuıın bütün Alevî tahtacı âleminde yaşamakta olan kudsiyeti ve onun Sarı Kız’ı ile Sarı Saltık’ın sarılığı arasındaki müşabehetler nazai'i dikkate alınır ve bilûmum Tahtacı âleminde bir kâbe gibi takdis edil­ mesi teemmül edilirse, Garbî Anadolunun en münteha ucundaki Edremit havzasının bütün Şiai Bâtı­ niye mensuplarınca ne kadar ehemmiyetle telâkki edilmekte olduğu anlaşılmış olur [ 2 ]. [2] Çeharyanıı diğerleri Behlül Baba, Aybek Baba, L ok­ man ' Baba’duiar. [11 Tarihte Edremid §ehri..

İS


104

TÜRK TARİHÎNDE

Bektaşi babası San Saltık. — Rumeli kıt’asının San Saltık’a ait pek çok ziyaretgâhlar vardır. Her memlekette başka bir menkıbe ile baştanbaşa Bek­ taşi an’anesinde büyük bir mevki kazanmış olan bu Şiî babamn, Babaeski,de de medfun olduğu ve tür­ besinin Aya Nikola kilisesinin yerinde bulunduğu bütün Hıristiyanlarca kabul edilmektedir. Hacı Bektaşm hakkındaki küfr ve ilhada ait rivayetler ile onun adını taşıyan tarikatin itikatlarile hiçbir alâ­ kası olmadığını ve ona intisap etmiş bazı melâhidenin neşriyatı onu bu töhmet altma düşürmüş oldu­ ğunu Şekayik müellifinin zikrettiğini bilmünasebe anlatmıştık. Hıırûfîliği tesis edenler. — Profesör Haslok, Bek­ taşîliğin hakikî müessisi Hurufîliği tesis eden FadluUah îster Abadı nammdaki İranlı Şiî bir muta­ savvıftır, diyor. Halbuki tarihin ifadesine göre ilk defa Seyyid Nesimînin tesis kerdesi olan Hurufîlik bilâhare Fadlullah Ester Âbadı tarafından inkişaf et­ tirildi. Haleb hudutlarından Garbı Anadoluya doğ­ ru seyir ve hareket eden Hurufîler Seyyid Imadeddin Nesimi (H. 820) nin Halebde idamından sonra [1] Iraktan tâ Azerbaycan ve oradan da bü­ tün Şarkî Anadoluya kadar uzanan bu mıihitlerde Hurıifîliği neşir ve tamün ettiler. Seyyid Nesimînin divanı ve menakıbi birçok mutasavvıflara sermayei makla oldu. Hulûl ve ilhad ile ayni akıbete uğrayan HaUâc Mensur’un muikibi telâkki edildi. Çünkü Bektaşilerce Fadlullah Yezdanî’nin pîri ve tarikatlerin pişdarı addedilen Hallaç Mensur da Seyyid NeCn Ke^füzzünun, C. 1, S. 401.


M5î5!:HEP CEREYANLARI

195

simî ile müşterek bir akidenin kurbanı olmak dolayısile takdis edilmektedir. Hallâc MerâSiir. — Bektaşi an’aııesine göre Hallâc zindıklıktan idam edildi. Dördüncü hicret asrın­ da vukubulan bu hâdise bütün mutasavvıflarc^ bir figan ve ıztırap mevzuu olarak terennüm olundu. Şark asarı sıifiyesinin gerek şiir ve edebiyat âlemin­ de ve gerek onun (ji-ı i l sözünden kasdettiği valîdeti vücut dâvasına ait misaller arasmda mut­ lak Hallâem adı zikredilir [ 2 ], Ve bunun keşif ve kerametlerinden uzun uzadıya bahseden tasavvuf kitaplarına mukabil diğer taraftan da tarihi etserler onun bu vadideld şöhretinin tamamile aksine nakil­ lerle doludur. Tarihi Fahrî müellifi eserinde hulefayi Abbâsiyed«în Elmuktedir Billâh devrini anlatırken Hallâc hakkında §u malûmatı veriyor : « Ebülgays Hüsejoı bin Mensur-ül-Hallâc, İran ahalisinden aslen Mecusî bir adamdı, tik defa Vasıtta yahut Toster şehrinde zuhur etti. Sufîlerle düşüp kalktı. Sehl ibn Tüsterî’den telemmüz etti. Bilâhare Bağdada geldi. Ebülkasım Cüneyd üe mülakat ede­ rek bazı hususiyetler gösterdi. Hıdlâc çok garip bir adiundı. Bazan sof giyer, bazan da yırtık çuvallara bürünür. Ar^sıra da rengârenlc elbiseler giyerdi. Za­ man zamem ba§mda kocaman bir sank, sırtında ya firace yahut da laftan görüldüğü gibi afjker kıyafe­ tine girer, köy köy dolaşırdı. Nüıayet Bağdadda bir ev yaptırdı. Artık buraya yerleşti. Birçok kim£>eler [2] Atmıed Rufaî « Bûrhanülmüeyyecl * adlı eserinde Hsıllac’j müı^ıeze etmiştir. Ve onun küfriyata ait sözleririi şid­ detle r|&ddederek, evliyalığı bile şüpheli gürnuıçtür.


196

TÜRK TARtHİNpK

kendisine inabe ettikleri halde müjıim bir kışını halk da onun hallerini ve sözlerini intikade başladı1;^. Ahalinin bu adam üzerindeki dedikodusu aldı yürüdü. Hattâ şehirde kanşıkhidar çıktı. Mezhep değiştirmeler oldu. HaUâc, avamı iğfal ve ıdlal ,yollarmı pek iyi biliyordu. Gizlice yol başlarma çukur­ lar kazar, bazılarına su ve bazılarına da yiyecek şey­ ler doldurur ; üzerlerini güzelce örterdi. Sonra müridlerini arkasına takar, bu havalide dolaşır. Abdest veyahut su ihtiyacı oldu mu yolunu o taraflara çevi­ rir, su ve erzak gömülü yerlere gelince, « Şurayı ka­ zında su içiniz, burayı kazın da kamınızı doyurun!» derdi. Onlar da netice karşısmda hayret duyarlar» bunları Hallâcın kerametlerine atfederlerdi. Hallaç, yazın meyvaları samanların içinde veyahut başka bir mahalle gömer, kışın vakitsiz olarak bunları müridlerine tevzi ederdi. Bu gibi meharetli işleri avamı kendilerine sımsıkı bağladı. Mutasavvıfane sözleri ise eficârı taklit ettiği gibi hulûlü mahza dair her havsalamn kabul etmediği sözleri söylerdi. Müridlerine ; «Sizler Musa, İsa, Âdem, Muhammedsiniz. Onların ruhları size intikal e t t i g i b i , sözler ile her birini çjıldırtıyordu. Bu gibi lâkırdıları ve onun hulûle ait mezhebi duyuldu. Muktedir BiUâh, veziri Hâmid bin Abbâsa Hallâcın ihzarile münazara edilmesini emr­ etti. Hâmid, Hallacı celbettirdi. Bütün âlimler ile Kadı da davet olundular. Huzurda Hallâc ile müna­ zara ve mübahase eden ulemâ, HaÜâcın katlini icap edecek sözleri karşısında sustular. Vezir âmid bin Abbâs, ölünciye kadar bin kamçı vurulmasını emretti. Hallâc ise bu dayaktan ölmedi. Bunun üze­ rine el ve ayakları kesildi. Başı koparıldı. Cesedi de


m Z iiE P CEEEYAİ^LARI

197

ateşte yakıldı. Külleri Dicle nehrine savruldu. Ölece­ ği anda etrafına toplanan müridlerine : « Bu macera kuvyei maneviyenizi salon sarsmasın, ! ben bir ay sonra yine smn yanınıza döneceğim» dedi ve şu be­ yitleri okudu : \jh^ \j>^ wiXi

j,)\

: J»j\ ♦ LS'

jr*^*

Hallacın katli hadisesi Hicretin 309 uncu sene­ sinde vukubuldu. Kabri Bağdadm garp cilietinde MaVuf Kerhi’nin meşhedi yanmdadır [1]. Hallâc Mansur, hakkında Paris Üniversitesi pro­ fesörlerinden müsteşrik meşhıu* Louis Massignon’da çok mühim bir tetebbuname neşretti. Hallâcm Kitâbüt-Tavâsin i.simli eserini Farsça terceme şerhini ya­ pan ^ızbahan Bakli’nin eserile birlikte tabettiıdiği zaman hemen maruf lisanlarda Hallâc baklanda ne yazılmış ise bütün bunlara ait malûmatı da üâve et­ mek suretile çok mükemmel bir eser vücude getirdi. Seyyid Nesimî.— Halebde idam edilen Seyyid Nesimîye gelince o da Hallâcm sebebi katli olan soz:lerin belki daha ziyade şiddetlilerini söylemekle üzerine nazarlai'i celbetti. Çünkü Şiai Bâtıniye te'vil kax>ısında daima önünde yürüttüğü huruf nazariyelerini bütün hararetile müdafaaya başladı. Onun ta’mim ettiği bu mezhebin müntesipleıi tâ Horasan ve Maverâüımehire kadar yayıldılar. «H. 904» sene­ sinde, Sultan Hüseyin Baykara tp*afmdan vezirliğe getirilen Emir Kemaleddin Hüseynî te’lif ettiği Me'

Fil Kjtabü^fahrl : [İbni Tikteka, S. 234, Mısır tab’ıl.


198

TÜRK TARİHİNDE

calis-ül-Uşşâk isimli eserinin bir babuıı da Nesimî’ye tahsis etti. Hurûfîlik - Bektaşîlik.— Cereyanın müessisi olan Fadlullah Ester Âbâdî’nin de «H. 896» da idamın­ dan sonra Hurûfîler, Anadoludaki Bekta§ dervişleri araşma sokuldular. Ve Hurûfîliği Kırşehi’inde Hacı Bektaş tekkesinin yoldaşları içinde bizzat Hacı Bektaşm gizli talimatı diye neşrettikleri gibi Ehli Sün­ net tarafından da Zindilt; olarak tanındılar. Bektaşîliğin Bâtınî mezheplerle müttehid hesi. — Bedriye, Kalenderiye, ve diğer Şiai Bâtmî mezheplerile Bektaşîliğin bütün an’anesi, müttehid bir cephe gösterir. Fadlullah Hurûfî’nin Bektaşi telkinatı içine yerleştirdiği akaidin intişar ettiği mu­ hitlerde vaktile Şeyh HaHfe ve Haşan Cevrî müridlerile diğer Şiî Babalar tarafmdan ekilmiş birçok to­ humlar vardı. Hurûfîliğin akide ve nazariyeleri hakkmdaki esasatı ihtiva eden Fadh Yezdânî’nin Câvidan’ı Şeyh Sâfî’nin Hakikatname’si, Ali-ül-A,lâ’nin Mahşemame'si, Emir Gıyaseddin’in Üstüvaname’si, Firişte Oğlunun Ahiretname’si, ve yine bu mevzudaki Âşıkna£ner;ffidayetname, Mukaddemetülhakayik, Viran Abdal gibi eserleri bütün Bektaşi canlarmm olmuş­ ları büyük bir hörmetle ellerinden düşürmezler. Hurûfîliğin esas akaidi. — Hurûfîler aslen İbahiyy undur. Hur uf hakkmdaki tefsiratı bâtıniyeye göre insan vücudündeki bir ıızuv bir lıarfia muka-< bilidir. Ve kâinatta bir tecellînin misalidir. Nübüvvet yirmi sekiz hurufu câmi’dir. Bundan dolayı ümmidir.


MEZHSP CEREYAKLAHI

199

Nübüvvet vilâyetin dûnundadır. Veli ise tanı otuz iki hurufa mazhardır. Kur’an nübüvvete hâs olar£^^ yinni sekiz hııruf ile nazil olmuştur. İki ki-sımdır. Birincisi esrar ve mânayı ihtiva eden muhkemâttır. İkinci de dört huruftan ibaret olan vilâyette onun içme dahildir. Mahkemât, sûrelerin başmda mâna­ ları umum için meçhul olan (Tâhâ), (Yâsîn), (Eliflâmmîm) gibi harfler ile sair müteşabih âyetlerd.en ibarettir. Hurufîler burada anlaşılması müşkül olan birtakım hesaplar yaparlar. Neticede her şeyin mâna ve ıstüahını tebdil ederek başka bir şekle sokarlar. Hurufîler, Kur’an üzerinde çok uğraşmışlardır. İslâmın zahiren hududunu terketmemiş olmak için mulıkematı mUteşabilıâtın yerine müteşâbihâtı da muhkemâtm yerine koymak suretile birçok huruf ve hesabat ile muhtelif te’vil suretleri buldular. Feraize aid nususun hükümleri onlann nazarlaı-mda hiçbir, laymet ve mâna ifade etmezler. Bütün Şiai Bâtıniye kolları bu hususta ayni hat üzerinde yürür­ ler. Yukarıda Nasır Hüsrevin te’vilâtmı izah ederken onun mulitelif teVillerini yazmıştık. Irak Nebti ve Karmetîlerile İran Şiai Bâtıniyesi ve Suriye Nusayrîleri ve bilûmum Dürziler de hep bu noktada ınüttehid bir cephe gösterirler. Hurufîlerce ibadet hükümleri ve bütün İslâmî mevzualar lâğvedilmiştir. Bu, bilûmum Bâtıniye kollarmda bir hâdisei tarUiiye ile tesbit edilmiştir [ 1]. [1] İı*an baünîleri riyasetine geçen (H. 579) tarihinde kı­ yamı kıyamet adile anılan ( Hâııd Haşan ), ayni senenin Raıtuizajunm on yedinci günü «Elemeut - Beldetiirikbal» de yapı-


âOO

TÜHK TARİHİNDE

Hurufİlerin ta’dilen kabul ettikleri ibadet hü­ kümlerinde ancak haftada iki rek’at Cuma namazı farzı kabul edildikten sonra diğerlerini reddederler. İnsamn yüzündeki hatlar ile hurufatm eşkâli arasında birtakım münasebetlerin mevcudiyetine inanıldığı gibi bu hatlarm her birisinin de mutlaka bir huruf mukabiH olduğu iddia edilmektedir. Bunun için de birtakım hesaplar ve te’viller yapılıyor. Hurufîliğe müntesip olan şairlerin sözlerinde bu hususa aid bir­ çok rümuzât vardır. Hurufîliğin ta’limi nazariyatına göre insan gö­ zünün biri Cebrail diğeri de Ajzraildir. Cebrâil Hazreti Aliyi, Azrail de Hazreti Muhammedi temsil et­ mektedir. Arg zekâ ve ruhun makam olan cephedir. Kabı Kavseyn ise iki kaştır. Cennet, cehennem, sırat, arafat, yer gök, cin, melek, velhâsıl ümuru meade taallûk eden her şey de bir harftir. Cesetsiz ruh olmadığı gibi harfsiz de mâna yoktur. Hurufat ma­ naların cesedidir. lan büyük merasimde bütün dinî tekliflerin tamamile ilga edil­ diğini ilân etti.

j

A-P ^U|

j\

y

1)

* JL«l

jjj j l j

»

J

>^»3j

J\l.* _r-«-

j\

^ jL j

Yani ben imamı zamanmı emir ve nehye dair ne kadar tekâlif varsa hepsini lâğvettim. Bugün kıyamı kıyamet zama mdır. Halk batmen Hüdaya merbut kalmalıdır. Zahirde her istediğini yapabilir. [Nakli İlimler Tarihi : İran Batınîleri Faslı].


MEZHEP CEREYAmJVRI

201

Hurufîlerce mehdi Fazlı Yezdanîdir. Kurbanda ne kadar FazluUah ve fazıl kelimeleri varsa hepsi de Fazh Yezdânîye işarettir. Hurufîler, Âdemin yüzüne vech-uliah dedikleri ^ b i zümrei nâciyenin de esrarı hur uf a vâkıf olanlardan ibaret bulunduğunu, diğeri­ nin ise hüsranda kaldıklarım söylerler, Hurufî mezhebine aid birtakım ıstılahat, muta­ savvıf geçinen şairlerin hemen kısmı mühimmi ta­ rafından iktibas edilmiş olduğundan yazdıkları eser­ ler, bu gibi rümuzatla doludur. Hattâ edebiyatı su-' fiyenin tanınmış ve hurufîliğe intisap etmiyenlerin bile huruf ve kelimatın rümuz ve işareti mânalarını kasteden birçok şiirlerini görüyoruz. EUmizde mevcut mutasavvıfadan olan zevatm divanları tetkik edildiği takdirde, bu neviden hayli şiirleri vardır. Gerek İranda ve gerek Anadoluda mezh.eben hurufî olan Refiî, ve muahhar devirlerde gelen Üs­ küdarlı Hâşım Baba gibi şairlerin asan bu mezhe­ bin neşir ve ta’mimine de haylice hizmet etmiştir. Ekser sufîlerin hurufun şekillerine atfettikleri sırlara daira tefsirleri bu gibi karanlık itikatlara pek geniş yollar açmıştır. Hattâ Muhiddin Arabi’nin Şecere! Nu’maniye’si ve Şerefeddin Ahmed Buni’nin Esrarı Huruf’u ye bu mevzuda daha birçok âlimlerin tasniflerinden anlayoruz ki itikaden tahtı şüpheye düşmeyen mutasavvıfların bile huruia karşı birtakım esrar atfetmekten kendilerini alamadıkları görülüyor. Humfîler, Bâtınîliğin esas umdesi olan hulûle kani’ olduklarından Cenabı Hakkın Fadlullah Hurufî şeklinde tecellî ettiğine itikat ederler [ 1]. [1] Enbaürgumur : îbni Hacer. [Köprülü Mehmet Paşa kütüptıanesi, numara 10C5 - 1009].


202

T im i: TAEtHÎNDE

Hiiiufîiilde Yahudilik arasmdalû müımseb^et. — Bil me^slek Yalıudilerin Kabal ve Neveflâtunî cikidelerile şerh ve imalarına istinat etmek üzere terkip edilmiş bir halita demekti. Yahudilerin Kabala mez­ hebi ile iştirak gösteren hurufî talimatının en mühim esası Hazreti İbrahim’e ait bir muhavere­ de bu nokta izah edilmektedir. Sifr’ia nakline göre kâinat kelâmullahın suret ve timsalidir. Kelâm ise birtakım harflerden ibarettir. Bu harfler İbranî alfabesinde yirmi iki tanedir. Ve munzam olan on kadar adadı asliye ile mecmuu otuz iki eder. AUah bütün âlemleri >bu otuz iki harf ve adetten yeırattı. Binaenaleyh hilkatin esraz'mı anlamak için bu harf ve adetlerin esrar ve havassına nazar etmek lâzımdır. Ve yine bu harflere verilen ehemmiyeti anlamak için :§u sözlere dikkat etmek kâfidir: «Cenabı Hak, Cenabı Rabb-ül-cüyu§, İbranilerin Tanrısı Hayyü kaji^yum ve Sultan Cihan olan Allaliürralımanürrahim. AUahü Tealâ lem yezel. Allahü celle celâle nâmı ihtişamım bu harfler ve adetler ile teşkil buyurmuştur.» [ 1], Hurufîliği Anadöluda neşredenler. — Dokuzuncu asırda Fazlullalı Hurufî müridleri bütün Anadoluya yerleştiler. Bunlardan Ali-ül-A’lâ bir Bektaşi tek­ kesine kapandı. Hurufîliğin akaidim Bektaşi tarikati ' içinde neşretti. «H. 822» yılında vefat eden bu hurufî bal:>asmın bütün tahmatı Bektaşi inanışlaılle -tam ~bir-ittü^at gösterdi. Ayni zamanda bu tarikatin intişarına Âşık admı taşıyan ellerinde saz ve koltuklarmda şarap tulumbaları ile getiren şahsiyetlerdir. Ali-ül-A’lâ kendim Hacı Bektaşın halifesi diye tanıttı. [11 Tasavvuf Tarihi : Profesör Melınıet Ali S. 133.

C. 1,


MEZHEP CEREYANLARI

203

Hurufîler aleyhinde takibat. — Hurufîler, doku­ zuncu asu-da şiddetli takibata uğradılar. Osmanlı hü­ kümeti dahiline dökülen İranlı, Tûranh, Hindli bir­ takım garip akideler ile yüklü dervişlerin hareketleri üzerinde hükümetin dikkati açıldı. Çelebi Sultan Mehmed, Murad Sâni devirlerinde devam eden telkinlerin süzüntüleri bu asırlarda yeni­ den faaliyete geçtiler. Hurufîlerin ele geçenlerinden bazıları Edii’nede ateşe atıldı. O asrm âlimlerinden Fahreddin Acemi küfr ve iUıad ile mahkûm olan bu adamların ateşlerini üfürürken sakalını dağladığım Şakayik müellifi yazıyor. Noktacılıli. — Esasen hep ayni zümreden fakat bazı hususî nazariyat ile farklar gösteren FazluUalı Yezdanmin müridi UbeyduUah da nokta mezhebini çıkardı. Ubeydt(llah’a göre harfler, mânâsız birer göl­ gedir. Esas olan noktadır. Zaten harfler birçok nok­ taların tevhidinden meydana gelmişlerdir. Vücutları mutlaka nokta ile kaimdir. İmam Alinin En-noktatü ihnün sözü buna işarettir. Fazlullah Hurufîniru vefatından sonra UbeyduUah tarafından neşre başlamlan bu mezhep de aynen Bâ­ tıniye gibi İbâhiyyundur. Hattâ İbranîlerin Kabalâ’smın ikinci kitabı olan Zohar’da Tevratta nakledil­ mek üzere İbrani alfabesinin en küçük harfi olan «Yu - Jode» yani lâfz ile tabir edilmektedir. Bımunla vücudü mutlak mertebesine işaret edilmek iste­ nilmişti [Ij. [1] Hurufilik iğin

Clement Huart ile

Gibb Külliyatının

uncu cildine tslâm Ansiklopedisine ve Hoca tshak Efendi­ nin «Kâşifüresrar» ma ve «Nurül’hüda» ya bakmız. > 5»


204

TÜÎIK TABİHİHDE

Seyyid Ali-ül-Hemedanî de viicudü ınutİakı nok­ ta tabiriîe zikretraektedir [ 1]. Bektaşilik ve Yeisi çeri ocağı. — VeÜıâsıl bütün Şiai Bâtıniye fırkaları mulitelif vasıtalarla intigarlarma devam ederler iken On altıncı asrın nihayetle­ rine doğru OsmanlIlarda Yeniçeri Ocağının tesisi üzerine Şiîlik Devletin resmen bir tarikat kisvesile ordusuna dahil olmağa muvaffak oldu.

[IJ Tarihi Hikmette Sofiyûıı : Tahir Harimî.


OSMANLI İMPARATORLUĞU DEVRİNDE ŞİÎLİĞİN TAHRİRÂTI İLE ÇIKAN İSYAN VE İHT İLÂLLER

OsmanlIların istiklâl ilân etmelerinden evvel SelÇiıkîlerin nüfuz ve hâkimiyetlerinin fevkalâde kuv­ vetli olduğu zamanlarmda Şiî teşkilâtmm ehemmi­ yeti ve intişar sahaları hakkında yukarı fasıllarda lâzımgelen izahatı verebildiğimize kaniiz. Binaen­ aleyh artık nazarlarımızda tamamile sabit olan çok kuvvetli bir hakikat, Şiîlik propaganları hicretin ye­ dinci asrında tâ Garbî Anadolu ve Akdeniz sahilleri­ ne inmiş olduğunu görmekliğimizdir,

Moğol ordularile harap olan Ortaasya. — Osmanh Devletinin teşekkülü ânında umumî itikatların tamamile mağşuş cereyanlarla yayıldığı müşahede edilmekte idi. Sünnîlik âlemi ise devam eden müca­ delelerden yorgun bir hale gelmişti. Ortaasya şehir­ lerinin mamur ve ihtişamlı yaşayışları Moğol ordu­ larının tahribatile hemen sönmüş, Semerkand, Taşkend, Belh, Harzem, Beyhak, Nişabur, Amül, Merv-


206

TÜBK TARİHÎNDE

şahcan Taberistan, Bedehşana kadar uzayan bu beldelerin fey.İ2; ve irfan kaynakları olan medrese­ ler, kütüphaneler, muazzam saraylar, muntazam ki­ liseler hep yikilıp harap olmuştu. O devirler haklmıda bize en esash malûmat veren Yalmt Hamevî’nin Mu’cem-ül-Büldan’ı, Kazvinî’mn Mehâsin-ül-Büldan’ı gibi adetleri i3ek mahdut olan eserler ile o hercümerçlere takaddüm eden zamanlar zarfmda kaleme alman Bağdad tarihleri ve mualıhar eserlerden R-avzat-üs-Safa, Tarihi Kâmil, Tariln Beykahî’nin kıymetli izahatlarile Gürcü ve Ermeni müverrihle­ rinin tarihlerine müracaat ettiğimiz zaman bizi hay­ retler ihata eder. Bizzat hâdiseleri gözlerile gören Şehabeddin Nesevî gibi âlim ve müttefekkir zevatın ifadeleri karşısında hayret etmemek kabil değildir. Moğol lalıribatımıı Selçuklierden kurtulması. — Bütün bu fecayiden kısmen yalcasmı kurtaran ortada ancak Konya Selçukîleri kahnı§tır, denebihr. Be­ şinci ve altıncı hicret asırlarında ilmî kültür ve ka­ zanç itibarile yine ortada Selçukîler görünmektedir. Çünltü Asyayi vustâ tamamile tahrip edilmiş, artık yeniden imar ve inldştıf için beklenecek devirlfr sön­ müştü. ---- Birinci Aîâeddin Keykubad zamamna kadar de­ vam eden teralddler sayesinde Anadolu filcriyat haj^eketlerinin olgunlanmış bir raddeye geldiği görülü­ yor, Çüiikii, Bağdad lııpJifelerinin idarcj; ettikleri memleketler ile Harzemşahlarm ellerinde olan yilâyetlerdeld inkişaftan Anadolu Selçukîleri de azamî derecede istifade ettiler. Altıncı asrın sonlarında baş­ layan kanşıklıklar gittikçe büyüdü. Karalaınımdan


MEZHEP CEREYANLARI

207

çıkan ateş, alevlendikçe alevlendi. Nihayet pek feci felâketler yüz gösterdi. Konya Selçukî Sultanının hakimane bir tedbiri Anadolunun müstakbel vaziye­ tini tamamile kurtardı. Selçııkîleri İlhad hareketleri yıktı. — Fakat bu maddî kazanç karşısmda manevî sukut pek müthiş oldu. O zamana kadar zindeliğini ve mukavemetini muhafazaya muktedir olan Selçukî Devleti, Ortaasyanm uğradığı bozgunluk üzerine Anadoluya yığı­ nak eden karışık itikatlarm propagandistleri yü­ zünden yıkılmağa mahkûm oldu. Bağdad A bbâsîlerinin ve daha birçok yaşamağa muvaffak ola­ mayan diğer hükümetlerin sukutuna âıAü olan ma­ nevî darbeler, nihayet Anadoluyu da ayni tehdit altma aldı, millî kudreti ezdi ve ahlâkî metanetini ta­ mamen yıprattı. Müteaddit telkinler üe koca bir ce­ miyeti felce, sukuta uğrattı. Bektaşilik Osmanlı ordusuna nasıl girdi ? — Şiîliğin en mühim kölu olan Bektaşîlik ile diğer bü­ tün İlhad tarikatlerinin hangi yollardan Anadoluya döküldüklerini bütün teferruatile biliyoruz. Ancak bu hareketin Osmanlı Saltanatında en büyük istinat noktası olan askerî kuvveti teşkil eden Yeniçeriliğe ne suretle hulûle muvaffak olduğunu mevsukan ta­ yin ve tasrih etmek zannedildiğinden daha zor ve da­ ha müşküldür. Bu bapta vesika mahiyetinde telâkki edilen Şiîlerin rivayetlerine inanmak sıhhatleri ol­ dukça şüpheH menkıbelere itimat etmek demektir. Meselâ Vilâyetname’nin ifadesine göre bunım baş­ langıcı Osman Gazi ile başlar. Halbuki Vilâyetnamenin bu rivayeti çok zayıitır., O devirlerin fikrî mah»


208

TÜRK TAEİrîlî^-DE

illiler itibarile en gemg sahasını Babaî, Kaiendşîrl, > zaviyelerile beraber daha birtalam tarikat naşirleri-r nin yuvalan tenkil etmekte idi. Rum abdallan, rasan pirleri, Gtîziyan Rum veîîıâşıl bu gibi tabirlerin pek mebzul kullamidığı eserlerden istidlal edildiğine göre Şiai Bâtıniye hareketlerinin tekasüf ettiği mer­ kezin başında muhakkak cenlvçi vi silâlışur kuvvet­ lerin elde bulunmasile ikinci bir Babaî katiiâmma meydan vermemek gayesi görüldüğü anlaşılmak­ tadır. İslâm muhitlerinde Bâtınî harekâtını hasmane karşılayan Devlet siyaseti en ziyade ordu kuvvetile bu ihtilâlleri ezdirdiğini müteaddit tecrübeler ile Öğrene Şiai Bâtıniye Selçuldlerm inhilâli üzerine yeni teşekkül eden bütün hükümetlerin istinat ede* ceği kuvvetlere teşallutu vazife bilir. Osmanh Dev­ leti henüz kökleşmeğe yüz tutarken bu noktayı bü­ tün ehemmiyetile gözönünden kaçırmayan Bâtmîler, evvelâ askerî kuvveti ele getirmeği, ondan sonra di­ ğer İdarî şubeleri avlamağı düşündüler. Bektaşilere hâdisatın yardım etmesi. — Bu dü­ şüncenin faydah neticeler veımesine âmil olan biraz da hâdisatın uygun gitmesi olmuştur. Osman Gazinin vefatı üzerine yerine Bey intihap olunan Orhan Ga­ zinin devri, Osmanlı Devletinin temel atılmasını haarlayan birçok hareketleri, hususiyetleri gösteriyor­ du. İlk d^fa fütuhat ile başlayan ve civarı Bizans hükümetini tehdit eden Türk Alplerinin muvaffaki­ yetleri daha Osman Gazi zamamnda alâkalar uyan­ dırmıştı. Kocaelinin bazı şehirleri alındı, Kete, Etranüs, Kestel tekfurları mağlûp edildi. Osman Gazi


MEZHEP CEREYANLARI

2 09

kendine itaat eden Lefle, Çadırlı, Yenice tekfurlarım memleketlerinde ipka etti. İstanbul İmparatoru Andronikos, Moğolları Osrnanlılarm üzerine saldırtiTiak için teşebbüslere giı*i§ti. Osmanlı ordusunun ba­ sında bulunan Orîaan, Saîtuk Alp, Mihal Bey, Sam­ sa Çavuş, Abdurrahman Gazi, gibi değerli arkadaşlarile İstanbul İmparatorunu Yalak Âbad ova­ sında fena halde bozdular. Ak Timur, Belbanmak gi­ bi harp Alplerile Bursayı da muhasara ettiler. <k1||6726» senesinde Gazi Mihal Bey tavassutu ile Biirsahlar, şehri teslim etmeğe mecbur oldular. Osman Ga­ zi devrindeki bu muvafi'akıyetleri kazanan Türk kuv­ veti ilk Esdevî hayatmm alanlarım ve Tûran göç­ lerindeki ayni şeraiti taşıyorlardı. Orhan Gazinin Bey intihabı üzerine yine bu yeni hükümete bir çelddüzen vermek icap etti. İlic teşkilât da üç madde üzerinde oldu. Orhanm kardeşi Alâeddin Paşanın tavsiyesile Osmanlılar istüdâl ve hâldmiyetlerme ait alâmeti bu suretle tesbit etmi§ oluyorlardı. Kümelinin fetlıine başlandığı sırada çok mülıim bir hâdise müstakbel Osmanlı Devletinin as­ kerî teşkilâtına ait bir ipucu verdi. Rumeliye geçen gaziler Ayaslonya kalesini fethettiler. Ve bütün aha­ lisini de Balıkesir vilâyetine naklettiler. <cH. 758î> de vultubulan bu fütuhatın açtığı mühim istilâ devrinin başlangıcmda Humlarm yeni Osmanh mülküne is­ kân edilmeleri Şiî misyonerleri için Uç Anadoluda kazamlacak muvaffakiyetlerin miftahı demekti. Ayni zamanda ve çok yerinde bir faaliyet salıası da Yeniçeri teşkilâtında Rum delütanhlarmın Ocağm mayasım tegkil etmeleri idi. Oz‘han Gazi devrinin bi14


210

Tü r k

t a r îh în d e

dayetinde Sünnî âlimlerden bazıları tekke zihniyeti ile aşılanmış ve mutasavvıfa nazariyelerini kabul et­ mişlerdi. O vakitlerde Osmanlı mülkünde medrese ile tekkenin zıt İlci cereyan temsil edecek şahsiyetleri henüz daha ortada mevcut değildi. «H. 731» sene­ sinde İznik fethedildiği zaman oradaki kiliselerden birkaçı camiye döndürüldü. Ve bir de medrese yapıldı. Buraya meşhur Kadı Ürmevi tilmizlerinden ve Şeyh Sadreddin Konevî müntesiplerinden Davud Kayseri müderris tayin edildi. Bu zat şeyhî gibi zâhir ve bâ­ tın ilimlerinde birinci idi. Halk ona medrese ilmin­ den ziyade bâtın ilimlerindeki ihtisasından dolayı bü­ yük teveccüh gösteriyordu. Bu mevzuda da birtakım kitapları vardı. Tekkenin saçtığı keramet propagandaları. — Anadolu da yerleşmeğe uğraşan fikir hareketleri medreseden ziyade tekkenin nüfuzu ile yürüyordu. Muhtelif tiplerdeki şahsiyetler, Türkistan ve Maverâünnehirden, İrandan, Harzemden, Azerbaycandan yeni Osmanlı hükümetinin hükümran olduğu nuntakalara doğru birer siyadet tomarile akmağa başladı­ lar. Selçukîlerin hâkimiyetleri esnasında zaten lâyıkile sulanmış olan bu muhitlerde Osmanlı Türkleri­ nin hükümet kurmaları üzerine başlayan fetihlerin, önünde geyiklerine binerek küffarı ürküterek ve ye­ şil elbisşler e bürünmüş ve beyaz atlara binmiş erenrenlerin birdenbire düşmanın gözlerine görünmeleri gibi düşmanm sayhasına ait uydurulan çeşit hurafe­ ler, iptidaî zihinlere birer keramet ile takdim ediliyordu. Bunları nakleden Babaların adetleri ise gimden güne çoğalmakta idi. Yeni Hıristiyan teşkilâtında Bektaşîlik alâkası.—


MEZHEP CEHEYANLARI

211

Vezir Alâedcün Paşa, ordu tanzimi için Bilecik Ka­ dısı olan Mevlâna Kara Halil ile meşveret ettiği zaman Türk deb'kanlılarırıdan orduya asker yazılması hususu takarrür etmişti. Ve bu işe Kara Halil me­ mur edildi. Yazılan askere günde bir akçe talısişat verilecek ve bu tahsisat muhaberenin nihayetinde kesilecek ve herkes işine gücüne dönecekti. Onbagı, yüzbaşı, binbaşılar tayin edilmek suretile ordunun tanzim şekli tesbit edildi. Ve bunlara da Baba namı verildi. Seferde ve hazarda bu yeni askerin zaptu raptı imkânsız olduğundan Orhan Gazi, erkânı hükümetle görüştü. Hıristiyan gen<^îlerirvden ayrılacalîi bir sınıf­ la ordunun esasını kurmak ve bu suretle de İslâm kuvvetlerinin, ziyadeleşmesine ait faydalar öne sü­ rüldü. Kadılardan bazıları bu işe memur edildiler. Bii'kaç sene içinde binden ziyade asker alındı. Ve İslârn nüfuzu yükseldi. Kabiliyetlerine göre tahsis edilen akçe miktarı da arttırıldı. Artüt bu asker Ye­ niçeri namını aldı. Devletin nazarmda terakki gÖren hıristiyanlar kendileri talip olarak evlâtlarını Yeni­ çeri kaydettiriyorlardı. Sırf Türklerden ibaret olmak üzere süvari fır­ kaları teşkil edildi. Bunlara da Müslim adı verildi. Eölükbaşılar, Sancak Beyleri tayin olundu [1], Bu teşkilât esnasında Hacı Bektaşın da şahsiyeti çüoyor. Osmanlı müverrihleri arasmda aslı olmayan bir rivayet nakledihnektedir. Gûya Orhan Gazi Ye­ niçeriyi teşicil ettikten sonra bunlardan bir kaçmı alarak o zamanlarda Amasya taraflarında Zühd ve [1] Tacüttevarih, C. 1, S. 41,


212

TÜBK TARİHİNDE

T ^ v a İle meşhur Hacı Bektaş Velinia Suluca Karahöyüğü nam mahaldeki ikametgâhma giderek bütün asker hakkında hayır ve dualarım iltimas etmişler* O da elinin birisini bunlardan bir neferin başma ko­ yarak : — « Bunlarm ismi Yeniçeri olsun. Cenabı Hak yüzlerini ak, bazularım kuvvetli, kılmçlarım keskin, oklarım mühlik, kendilerini daima galip etsin.» diye dua buyurmuşlar. Bundan dolayı Yeniçeriler, aziz müşarileyhi manevî hâmi tanımışlar ve bu sebeple de Bektaşiyan ağalarına da Ağayi Bektaşiyan namı verihniştir [ 1]. Tetkücata göre bu hâdisenin doğruluğu tamamüe şüphelidir. Çünkü Orhan devrine kadar Hacı Bektaşm sağ kaldığını isbat eden elde şayam ihticac hiç­ bir vesika yoktur. Osmanh müverrihlerinden bazdan Hacı Bektaşm ölüm tarihini ( 1357 - 709 ) olarak kaydedŞmektedirler. Halbuki Hacı Bektaş bu tarih­ ten çok evvel irtihal etmiştir. Kuyudatı Vakfiyye ise «691» hicret yıhnı gösteriyor. Vilâyetnameye itimat edildiği takdirde yine Hacı Bektaşm çok evvel göç­ tüğü ve Osman Gaziye himmet duasmı nazarı dik­ kate aldığımızda bu tarihin gerilerde olduğu meydama çıkmaktadır. Fakat tevatür derecesinde dönen bu rivayetin uydurulmasmda da çok mühim bir sır vardır. Ana­ dolu ihtilâllerinin dinî ve mezhebi cereyanlar dolayısüe ifade ettikleri mânayı ve Şiai Bâtıniye propagandalarımn tahrik ve tesirini de bize izah eden en [1] Resimli ve Haritah Osmanlı Tarihi : Alımet Rasim, C. 1, S. 53.


Mİ5SIÎEP C E R E y A m ^ lI

213

şinnuliû ihtirak noktası da bu Hacı Bektaşa nesebi keyfiyetidir. Bektaşi talimatının hıristiyanlık esaslarile müna­ sebet gösteren bütün hususiyatı Yeniçeri Ocağına intisapla îslâm addedilen devşirme m m delikanlılarmm eski itikatlarmdan pek mühim bLrşey kaybetmiş olmadıkları da meydandadır. Bilâhare Osmanh Devletinin istilâ devirlerinde bn Ocağın yüksek hizmetlerine mukabil medrese ile candan barışamadıklarmı görüyoruz. En son Yeniçe­ ri Ocağımn ilgasma sebep te yine ulemâ ile Yeni­ çeriler araiîînda çıkan bir hâdiserân gittikçe büyü­ mesinden ileri geldiğim tarihlerimiz kaydetmekte­ dirler [ 1]. Yeniçeri Ocağmnı Bektaşi ocağı haline sokul­ ması. — İsİâmm esas itikadmdan Hasb-ed-tarik hiç­ birisine inanmayan Şiai' Bâtıniyenin Ajıadoludaki kollan muhtelif vasıtalarla Bektaşiliğ'in bu intişar kabiliyetmden büyük istifadelerde bulundu. Bilhas­ sa Osmanlı ordusunu teşkil eden anasırm hıristiyan dönmelerinden mürekkep olması, bu husustaki kolayhğı daha zij^^ade tevsi etti. Orhan devrinde Anadolu dinî ruhiyatım ı>aralayan Şiî Babaların nazarlara çarpan hareketleri dola30sile büyük bir tasfiyesi amehye yapılmıştı [ 2 ]. Falcat Türk Alplarının bunlara intisapları ve haltlarmda iyi şehadetleri mülıiın bir kısmın bilâkis da­ ha ziyade teveccülılere garkolrnalarmı temin etti. [1] Tarihi Cevdel. t2J HUıni Ziya, iVnadolu tarihinde dinî rulıiyat müşahede­ leri (Milırap mecmuasi) 1923.


2 14

TÜRK TAUtHİNDE

Bilâhare hükümetin intibah ve tarassudatı kar­ şısında endi*‘^eye düşen Şiai Bâtıniye Babaları bütün nüfuzlarüe askerî kuvvetin içine sinmeği zarurî gör­ düler. Yeniçeri ocağı daha dumanı üstünde iken Ha­ cı Bektaş ocağına intisap ettirilmek suretile tamamile ele gü'mişti- Yeni islânı edilen bu devşirmeler ise itikadiyatta medreseden ziyade Babaların telkinlerini dinliyordu. Yeni teşekkül eden Osmanlı Devletinin bütün üıtiyacatına cevap veren medrese, halk zümresinin manevî bünyesile meşgul olmaktan ziyade hukuk ve askerlik ve nizamı işlerle uğraşıyordu. İçtimaî teşe^külâtın kaynağı addedilen şer’in fetva ve hüküm cihetlerile en ziyade alâkadar olmağı vazife biliyordu. Yürük ve Türkmenler hayatları icabı bu nizamî bağ­ lara ait hükümlerin tatbikinde hemen istisnaî bir vasdyette kalıyorlardı. Dinî mükellefiyetler bu suretle terkedildiğinden itikat hususları da Şiai Bâtıniye telkinlerile İslâmın resmî inanış yollarından tamamile kayarak onun yerine birçok dinlerin halitasmdan ibaret olan bir nevi hurafeler kaim oluyordu. Yeniçeri ocağının Babalara karşı gösterdiği iti­ bar ve kudsî hürmetin gittikçe ehemmiyeti büyüdü. Yıldırım, Çelebi Mehmed, İkinci murad devirlerinde Rumeli ftituhatile uğraşıldığından Osmanlı mülkün­ de Babaîlerin nüfuzu ve BektaşUiğin mevkileri sağ­ lamlaştı. Bektaşiliğin Anadolu Beyliklerindeki nüfuz ve tahrilvâlı .— Osmanh Devletinin hemcivar olduğu Dulgadırlı, Germiyan, İsfendiyar, Menteşe, Kara­ man Beyliklerinin hâkim oldukları mıntakalarda yer


MEZHEP CEREYANLARI

2 15

yurt tutmuş pek çok aşiretlerin dinî vaziyetleri he­ men Şiî ruhlu Babaların ellerinde idi. Osmanlı oğullarının tam bir Devlet teşekküliİe meydanda rakipsiz inkişafa mazhar olmalarından en­ dişe duyan Anadolu Beylikleri, siyasî birer husu­ metle bu hareketlerin âdeta birer müşevviki olduk­ ları gibi, Osmanlı mülkünde çıkarılacak olan isyan ve ihtilâllerde de en büyük istifadeyi elde edecek­ lerine kani oldular. Osman Gazinin ceddi ile birlik­ te ruma gelen aşiretlerden birçokları bu, yeni muhit­ lerde müteaddit hâdiselere karışacak bir ehemmi­ yet kazandılar. Dimağlarında isyan tadını taşıyan kabilelerin üzerlerinde hâkimiyetlerini yaşatan öz ve boy birliği gibi rabıtalarım kuvvetlendiren Ana­ dolu Beylikleri Osman oğullarile aralarmda çıkan l^ütün ihtilâf ve muharebelerde öne bu aşiretler sü­ rülüyordu. Bu'tahrikâta karşı ahnan tedbirler.— İşte bunu pek yakından sezen Çelebi Sultan Mehmed Kilis civa­ rında gördüğü Salur ve Çavdır aşiretlerinin RumeEye nakillerini irade etti. Germeyanlılar, Karamanlılar gibi civar Beyliklerin daimî tahrikâtile istenilen yo­ la sevkedilen bu aşairin isyanlarından kurtulmak için yeni fetbolunan Rumeliye iskânlan muvafık gö­ rüldü. İkinci Murad devrinde de Anadoludaıı birtakım aşiretler daha Rumeliye geçirildiler. Esasen o asır­ larda kalabalık aşiretlerden Kermiyanlı, Afşarlı, Çavdırlı, Samagarlı, Varsak kabilelerinin hemen hepsi Karaman Beyi Alâeddin Beyin idaresinde idi­ ler. Osmanlılara karşı sevk ve idare edilen bu kabi­


216

TÜRK TABÎHtNDE

leler, Karamanblar gibi diğer Anadolu Beyliklerinin dahi tâbiiyetlerinde yaşayan mühim bir kısmı ayni hareketlere iştirak etmekten geri kalmıyorlardı. Osmanlılanu tarikatlere karşı mümaşatı. — Osmanblar, bir taraftan bu gibi Şiî tahrikâtm önüne geçecek tedbh'ler ahrlar iken diğer taraftan da tari­ kat mensuplarının karşısmda mümaşattan fâriğ ola­ mıyorlardı. Yıldırım Bayezid Rumeli fütuhatmdan elde ettiği ganimetleri Bursamn imarına sarfederken Şeyh Ebû İshak fukarasına da zaviyeler yaptırıyor­ du. O devrin en büyük şeyhlerinden Maverâünnehirli Emir Buharı ye kızkardeşini verdiği gibi Edremit ve civarında konar ve göçer bilûmum Yürükân taife­ sinin rüsumu haraciyelerini Bursadaki Emir Buhari tekkesine valvfediyordu [ 1], Timur ordularile gelen Şiîler ise Anadoludaki dinî hareketler üzerinde daha mühim tesirler uyan­ dırdılar., Hattâ Ankara vak’asmda Yıldırım ordusunu terkederek Timur tarafına iltihak eden ne kadar aşi­ retler varsa hep mezheben Şiî idiler. Fatihin mutasavvıflara karşı ne kadar düşkün olduğunu o devirler hakkında malûmat veren müven-ihler kaydetmektedirler. Hattâ Türkistanda ilerileyen t^savA'^uf cereyanlarile alâkadar olmaktan da geri kalmıyorlardı. Taşkendin en büyük şeyhi olan Hoca Abdullah Ahrar ile ai'alarmda muhabereler ce­ reyan ettiği gibi Şeyhin torunlarından Hoca Mehmed kasım bin Hoca Abdulhâdi Fatihi ziyaret için İstanbula geldiler. Müverrih İdris Bitlisi babası Şeyh Hü[1] Mülga Mehakimi Şer’iye Sicilleri, Edremid.


MEZHEP CEREYANLARI

217

meddinden naklen devrin en büyük kuvvetli hüküm­ darlığı Fatiha nasiptir. Sözünü pederinin şeyhi olan. Emir Mehmed Nûrbahş’tan rivayet ediyor. Hattâ bu büyük Şeyhin Fatiha arzı tazimat için birader zadesi ve damadı Seyyid Sultan Ali ile halifelerinden Şeyh Mehmed Semerkandî’yi Kümeliye gönderdikle­ rini H«şt Bihişt’e îdris Bitlisi söylüyor. Fatihin İs­ tanbul fethinde Hacı Bayram Veli halifelerinden AlcŞemseddin ile daha birçok kalenderler ve dervişler­ den mürekkep alaylar vardı [ 1]. Şiî dâîlerin Osmanlılara karşı h^ekctleri—Ortaasyadan ve Maverâünnehirden gelip de Osmanh fe­ tihlerinde Gaziyam Rum ve Horasan Erleri adile bulunan Şiî- dâîleri Türk aşiretleri arasmda Osmanhlann aleyhine tahrikât ile meşgul oldular, İkinci Bayezid devrinde Mısır seferine gönderilen Sadrâ­ zam Davud Paşa sekiz yüz doksan bir hicret sene­ sinde Adana hudutlarına geldiği zaman Dulgadır oğlu Alâeddin Beyin tavsiyesile Mısırlılarla elbirliği yapan Türkmen aşiretlerinin evvelâ terbiye edilme­ leri lüzumunu îstanbula yazdı. Mısırlılar tarafmı iltizam.eden Varsak, Turgutlu takunları Bulgar da­ ğında mağlûp edildiler. Boğa Oğlu, Akbaş Oğlu, Elvanoğlu, Sümüklüoğlu, Uluoğlu, Turgutluoğlu, Şeytanoğlu aşiretlerile bütün Boy Beylikleri Sadrâzama dehalet ettiler. Afşarlı, Hacılı, Acemli, Horzum aşi­ retlerile Çukurova etraflarına firara mecbur oldular. «H. 908» senesinde Şah İsmail Safevî'nin teşvikatile Teke, Hamideli, İçel taraflarmda otm'an Türkmenler de İran hudutlarına çekildiler. Mezhep­ ti!

Fethi Celili Kostantiniyye : Ferik Ahmet Muhtar,


2 i8

Tü r k t a r i h î n d e

birliği dolayısile İrandan iltifat gören bu aşiretler, hu­ dutların muhafazası maksadile oralara iskân edildi­ ler. Bundan haberdar olan Padişah, şehzade Sultan Korkud’u Teke ve Hamideli valisi tayin etti. Ora­ larda kalan Türkmenler de yeni fethedilmiş olan Mora yarımadasına nakledildiler. Ayni zamanda bu esnalarda ahvali meçhûl bir ­ takım dervişler de Osmanlı

memleketlerinden def’

ve tardolundular [ 1 ]. Şiîlerin talırikâtile çıkarılan ihtilâller. — Sul­ tan Korkudun mutasarrıf olduğu vilâyetlerdeki ko­ nup göçer Türkmen aşiretlerinden geri kalanları Şah İsmail Safevî taraftarları mütemadiyen hükümet aleyhine talırik ediliyorlardı. Artık inzibat ve asayişi temin edememesinden dolayı müteessir olan Şelızade, dairesi halkile Manisaya geldi. Bunu duyan Türkmenler ve Emıeniler bu ayrılmanın Padişalıın vefatı dolayısile olduğunu halka ilân ettiler. Derhal vaziyeti müsait gören Şah Kulu adındaki bir Şiînin yüz elli bin kişilik bir kuvvetle isyanı duyuldu. An­ kara civarında Sadrâzam Ali Paşayı bozdular. Sultan Bayezid Rumeli hudut kmnandanlarına şiddetli tenbihler gönderdi. Mutasavvıf namile hiçbir kimsenin ı^nadoluya-geçmesine kat’iyyen müsaade edilmeme­ sini yazdı. Kümeliye iskân edilmiş olan aşiretler, ve oralarda yerleşmiş ne kadar Şiîler varsa Şah İsmail Safevî ile kat’iyyen münasebetleri olmadıklarına dan* Devlete sadakatnameler gönderdiler. Ancak ecdat­ larının yurtları olan Acem ülkesine geçmeleri halv[1] Hayrullalı Efendi Tarihi, C. 9, S. 138.


MEZHEP CEREYANLARI

2 19

kında müsaade istediler. Fakat bu arzuları hükûmet-çe reddedildi [ 1 ]. Yine Şah İsmail taraftarlarımn tahrikâtile Anadoluda büyük bir ihtilâlin patladığı duyuldu. Nurülmal adında bir Şiînin yirmi binden ziyade bir kuvvet­ le Karahisar, Niksar taraflarını vurduğu haberi gel­ di. Konya valisi olan Şehzade Sultan Ahmed, üme­ radan Sinan Beyi üzerlerine gönderdi. Neticede âsiİşr galebe ettiler. Ve Tokad hududuna kadar sokul­ mağa muvaffak oldular. Bundan derin bir memnu­ niyet duyan bilûmum Anadolu Şiîleri harekete gel­ diler, Memleketler yağma edilmeğe başlandı. Şah İsmailin büyük zaferi. — «H. 914» te Şah İsmail Safevî’nin Bağdadı zaptı üzerine artık Şiai Bâtıniye faaliyetlerinin Anad oludaki tehlikesi büyü­ dü. Safevî ordusunun Bağdada dahil olduğunun ilk cumasında minberlerde îmamiye mezhebi üzere hutbe okundu. «H. 916» senesinde Horasan istilâ edildi. Esterâbad alındığı zaman halkm mezhebce İmamiyeden ohnaları dolayısile mal ve canlarına ta­ arruz edilmemesi için emirler verildi. Safevî ordu­ ları Merv ve Herata doğru ileriliyorlardı. Bundan haberdar olan Mervliler telâşa düştüler. Şeyfeddin Ahmed Teftazanî ile şehrin âlimleri Şiî ümerayi memnun etmek için topladıkları hediyeleri Şaha tak­ dim ettiler, ehri teslim alan memurlar, şiî mezhebi üzerine hutbe okuttular. Fakat namazdan sonra Aizzei kirâm’a lânet olunmadı diye birtakım gürültüler çıktı. Halkı heyecan kapladı. Şal^, İsmail Safevî namına te’lif edilmiş olan [1] Solakzade, 317.


220

TtîRİİ TAKİIİİNDE

Ceyb-iis-Siyer’in üçüncü cildüıde müellif Hanciiîür; «Eimmei ma’smnenin mezhebi Horasanda şayi ol­ du. Mezlıebi delâleti Sünııiyan mensuh olarak fetva Şijlere teslim edildi. Diğer mezhepler kamilen orta­ dan kaldırıldr» diyor. Anadoluda Şiî teldikesinin büyümesine «Kukabil alman tedbirler—Safevîierin bu muzafferiyetleri ne­ ticesi Anadoluda Şiîlerin adedi çoğaldı, Sünnîlik Devletin resmî mezlıebi olmak.tan başka bir nüfuza sahip değildi. «H. 918» de Osmanlı tahtma oturan Yavuz Sultan Selim, memleketin manevî bünyesini tamamile ezen bu cereyanları bütün vuzuhile takip ediyordu. îrarun resmî tahrikatı ile Anadolu baştan başa hemen Şiî olmuş gibiydi. Hükümetin mevkü daima bir tehlike karşısmda idi. Sultan Selim bütün Anadolu hükkâmına gönderdiği emri .şerifte Kızdbaglar teftiş olunup yedi yaşından yukarı Şia mez­ hebinde olanların defterleri emrolunup kıi'k bin kişi te.sbit olunmuş ve bunların kimi kati ve kimi de hapsedilmişti» [ 1 ]. Sümuîliğin çikardîğı Celâli isyanı. — Sultan S>elimin Anadoluda Şiîleri tespit ettirdiği esnada Bozoktan Tokada firar eden ve kendini meczubu İlâhî suretinde gösteren Celâlî isminde birisi, raehdilik dâvasina kalkıştı. Ve başına binlerle lıalk topladı. O civarda bir mağarayı işaret ederek : « Mehdi bu ma­ ğaradan çıkacaktır. Ben ona intizar ediyorum» diye ilân etti. Yhırni bin kişiHk bir derviş kafilesile etrafa taarruza başladı. Padişah hâdiseden haberdar oldu. Ferhad Paşaya vezaret tevcihile mehdi kuvvetlerinin [il Solakzade Tarihi, S. 3G1.


, MEZHEP CEREYANLARI

2 ‘2 I

tenkiline memur edildi. Şiîler, bu vaziyet karşısmda firara mecbur oldular. Sivasa doğru ilerlerken Dulgadır vilâyeti ve Elbistan hâkimi Şehsüvar oğlu Ali Bey serdarm gelmesini beklemeyerek âsilerin İrana geçmelerine imkân burakmadı. Akşehir civarmda âsilerle şiddetli bir harbe tutuştu. Mehdi kuvvetleri bozuldu. Anadolu kaynamağa başladı. Çünkü her tarafa dökülen Şiîlik tohumları bütün hızılarile harlamıştı. Sultan Selimin İrana açtığı seferde kazandığı zaferi hiçe indirmek için dahilî fitneler uyandırmağa uğra­ şan Şiîler, hükümetin şiddetli takibatı yüzünden kıpırdıyamıyorlardı. Sultan Selimin vefatına kadar pusuda kaldılar. Hattâ İran üzerine giderlerken Yeniçeriler bile şiddetli bir isyan uyandırmağa uğ­ raşmışlardı. Çünkü OsmanU ordusunda Zümrei Bektaşiyan diye tanılan Yeniçeri Safevîlerle ayni mez­ hepte idi. Kanunî Süleyman zamanmda Şiî ihtilâli . — Kanunî Sultan Süleymanın Osmanlı tahtma geçmesi üzerine Sultan Selimin şiddetli siyaseti ve mezhepler üzerine hasmane hareketleri artık nihayet bulmuş telâkki edildi. Anadolu Kızılbaşhğmın kaynağı olan Hacı Bektaş tekkesi civarı ve bilumum Antalya, Adana, Elbistan, Maraş vilâyetlerindeki Türkmen Boyları Şiî propagandistler tarafından hükümet aley­ hine tahrik olunmakta idiler. Hacı Bektaşın ICadmcık anadan burnu kanı damlasile torunu Kalender Sultan idaresinde, ve kırk elli bin kişiden mürek­ kep bir isyan ordusile mehdii zaman oldu ğımu ilân etti. Alemler kaldırıldı. Tabel ve nakkareler


222

Tüme TARÎHİHDE

Çalchrdı. Borniler, Abdallar, Torlaklardan mürekkep tam otuz bm kişilik bir kuvvetle isyan etti. Sultan Süleyman Kanunî vezir İbrahim Pasa kumandasüe büyük bir kuvvet şevketti. Behram Paşa ve Beylerbeyi Malnnud Paşalar da mai^^etlerile iltihak ettiler. Mahmud Paşa Sahife sahrasmda harbe tutuştu. Birçok ümera şehid oldu. Şiîler ve bütün Bektaşiler gunu* içinde idiler. Dulgadır Türlcrnenleri de bu vaziyet üzerine âsilere iltihak ettiler. Ayni zarnanda Pe§atlu Kraçalu aşiretleri de bunlarla birlikte idiler. Başsan, mevkiinde yeniden yapılan bir muharebede kat’î he­ zimete uğratıldılar. Şialcrîîi İstasîbul ulemasını mübahaseye davet­ leri. — Ardı arkası kesilmeyen bütün bu ihtilâller, Anadolu şiîüği merkezini işgal eden Hacı Bektaş ocağından idare edilmekte idi. İşin daha hayretli bir cephesi de İstanbulda açılmıştı. Kâbız adında bir Şiî, İstanbukla ulemayi bahse davet etti. Sadrâzam İbra­ him Paşa huzurunda Kadiaskerlerden Muhiddin Çe­ lebi ve Kadir Efendi münakaşaya memur edildiler. Fakat Şiî âlimini iskâta muvaffak olamadılar. Bizzat münakaşayı dinleyen Kanunî Sultan Süleyman çok müteessir oldu. Sadrâzam da neticeden şaşırdı. Bir guh âonra Şeyhülislâm îbni Kemal Paşazade ile İstanbul Kadısı Molla Sadeddin ve meşhur âlimlerr* den Sadi Efendi Kabız ile bahse memur oldular. İl­ mî bir ciddiyetle devam eden 'münakaşada Sünnî âlimler dâvayı kazandılar. Kâbızın idamına fetva çıktı. Şiilerin Bozok isyanı. —

Artık

Şiai

Bâtıniye


MEZHEP CEREYANLARI

*223

muhtelif taarruzlarda mağlûp olduğunu görür gör­ mez Devletin haricî düşmcinlarla uğraştığı bir sırayı gözlemeğe mecbur oldu. Osmanlı ordusu Muhaç seferine çütmıştı. Bozok Sancağında Baba Zünnun namında birisi birçok Türk­ men ve Kızılbaşlarla isyan bayrağını kaldır­ dı, «H. 933» mirliva Mustafa Beyi ve Kadı Muslihiddin Efendiyi öldürdüler, İskender Paşazade Hurrem Paşa âsilerin tenkiline memur edildi. Kayseri başın­ da Kurşunlu Beli denilen mevkide şiddetli bir çar­ pışma oldu. Burada Kayseriye ve İçel Beylerile Hur­ rem Paşa şehid düştüler. Şu kazancın neticesi Kızılbaşlar her tarafta müthiş haşarata başladılar. Artık Âbad, Kazâbad’a geldiler. Sivas Beyi Hüseyin Paşa Malatya Beyi İskender Bey üzerlerine gönderildi. Kızılbaşların pususuna düşen bu fırkalar hep mahv­ oldular, Hüseyin Paşa, büyük bir kuvvetle yetişti. Honili mevkiinde Şiîleri bozdu. Baba Zünnun ele ge­ çip idam olundu. Fakat dört taraftan saran Şiîler hiç durmayıp hâdiseler çıkarıyorlardı. Şiîlerin çıkardıkları diğer ihtilâller. — Yine o sene içinde Debre sancağında Dokuz Oğlan, Tarsus sancağında Yenice Bey adındaki Şiî dâîleri bütün maiyetlerile isyan ettiler. Adanada Kıyalu oymağın­ dan Veli halife namile meşhur bir Şiî Babasının da binlerle müridden mürekkep bir fırka ile Tartus üzerine doğru yürümekte olduğu duyuldu. Artık Anadolu dinî galeyanlar içinde taşıp dökülüyordu. Artık tekke ile medresenin arası tamamile açıl­ mıştı. Ulemai Rüsum adı verilen sınıfın tekke yanın­ da hiç itibarı olmadığı gibi tekke mensupları da hu-


224,^

TÖEK TABİÎÎİNDE

lûl^ ilhad, raf iz ve şiî itikatlarının yuvaları telakki edilmekte idi. Kadızade Si.vasİi Şeyh Abdülınecid Efendi hâdiseleri hükümetin müdahalesini davet ede­ cek kadar alevlenmişti. <r.H. 1(104» tarihinden itiba­ ren Anadoluda Karaman, Sivas, Maraş, Haleb, Şam, Urfa, Diyarbakır, Erzurum, Van, Musul eyaletlerin­ de olan karye ve kasabaları garet ve yağma edip nice memleketler harap oldu. Hattâ devletin eski payi­ tahtı Bıu'sa dalıi yağmalanıp mahalleleri yandı [ 1 ]. Kuyacu Mıırad Faşamn ie’dibleri — Bütün bun­ lar Celâli denilen Anadolu Şiai Bâtıniyesi taraflanndan yapılıyordu. Şakileri te’dibe memur edilen Kuyucu Murad Paşa Ankara taraflarındaki Kalenderoğlunu, Mankaracıoğlunu otuz binden ziyade kuvveti olan Sarracoğlunu kuyulara attırdı. Oruç -ovasında Canboladoğlu ile yaptığı çarpışmada yirmi altı bin âsi katledikli. Nihayet Kilisten Halebe firara mecbur olan Canboladoğlu Müinoğlunu da be­ raber alarak Şakif kalesine iltica etti. Murad Paşa Halebde kışladı. Kalenderoğlu bundan bilistifade Bursayı vurdu. Kınalıoğlu ile birleşti. Mihahç taraflarma kaçtı. Üzerme gönderilen Dal Kılmç Alnned Paşayı mağlûp edereic Saruhan, Haınideli, Karaman vilâyetlerine saldırdı. O sıralarda aynî vaziyette olan Ağaçtan Firi adında bir Şiî ile birleşerek Antalyaya geçti^jCalenderoğlu, Kara Said, Konikli Halil, Kör Hüseyin, feenç Mehmed, Ağaçtan Piri, Köse Ahrned, Gedüslü Akdarmi, Laz Hüseyin, Gâvur Murad, Şaltloz Ahmed, Dağlar Velisi, Tam*ı Bilınez, Baldın îCısa, Kör Mahmud gibi yoldaşlaıile meşveret ve itti­ fak ederek Murad Paşanın üzerine hücuma karar [1] Koçu Bey Risalesi.


CMEEYANLAPJ

^'25

verdiler. Küksün.'Derbendi ağcında Paşanın kuvvetlerile karşılaşükr Kanb bir harpten sonra bo­ zuldular, Şiîlerin İrana ilticası. — Kalenderoğlu. maiyetiîe kınla doküle Tarvan hududuna kadar firar ede­ bildi. Oradan Irana Şah Abbas serdarlarından Emir Gün Han’a iltica ettiler. Saç ve sakallarını tıraş edip Eshabı Kirama seb ve şetme başladılar. Mezheb biıliği dolayısile İran hükümeti bu eşkıyaya bir yurt verdi. Muhtelif memleketlere yüz ve ikişer yüz kişi olmak üzere taksim edildiler. Şiîlerin çıkardıkları bu ihtilâl dolayısile fevkalhad memnun olan hükümeti Safeviye Anadoluda kuvvetli bir nüfuz sahibi oldu. A.nadolu Ş^ai Bâtıniyesi Rafizî dâîlerin tahrika­ tı ile yeniden yemye geniş mikyasta yine bir isyan ve ihtilâl için hazırlanıyordu. Yeniçe:rilerin fitne unsuru haline gelmesi. — Bütün bu hareketlerde Devletin en büyük askerî kuvveti olan Yeniçeriler ise isyancılara yardım eden bir fitne unsuru idi. Nihayet Devletin başma en bü­ yüle gaileyi ocak çıkardı. Şayanı esef olan cihet ise memleketin varlığmı temsil eden ve nüfusu azüneyi teşkil eden Türkler, bu iğfalkâr hareketlere önayak olmaları itibarile kendi kudretlerini bitiyorlardı. Yeniçerileriıı ilgasında Bektaşileıin faaliyetleri. — Artık Yeniçeri Ocağı tefessüh etmiş eski askerî kudreti kaybederek fesad kaynağı olmuştu. İkinci Sultan, Mahmud, Ocağın lağvına tamavnile kararmı veı-miçti. Halet Efendinin muhaleftlerile yaşayan bu fitne yuvasımn daha ziyade temadisine inakân


226

TÜRK TARİHİNDE

yoktu. Sarayda yapılan büyük bir müşaverede ule­ manın şiddetli hücumlarile şaşıran Ocaklılar, eski âdetleri olan Haydi Kazanı Şerif başına diye bağır­ mağa başladılar. Buna mukabil ulema da müslüman olan Sancakı Şerif altına diye dellâllar koyuverdiler. Yeniçeri Ocağının kat’î inhizamını hisseden Bektaşi Babaları ellerinde teberler, başlarında elifi taçlar ile Yeniçeri ortaları arasında durmayıp efradı teşvik ve tehyiç ediyorlardı [ 1 ] . Şiîliğin son hareketleri ve ebedî inlıizamı. — Şi­ îliğin ortaya sürdüğü imamet bahsi ile siyasî hare­ ketlere önem veren ihtilâlci ruhlar, zaman zaman öy­ le kanlar akıttılar ki neticede bu kadar nüfusun ölü­ mü ve harap edilen memleketlerin hazin manzara­ larına rağmen yine mağlûp ve münhezim oldular. Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal ettikten sonra bu yolun üzerinde yürüyenler ayni hareketleri bir defa daha tecrübe etmek istediler. Binaenaleyh bütün hurafat ve kadîm üsturelerin kaynakları olan o celıil yuvalarının tamamile silindiğini derin bir haz ile gö­ ren Türk milleti, tarihin bu vekayi ve hâdiselerine muttali olduktan sonra artık müstakbel nesline sa­ hih ve salim fikirler vermekle mükellef olduğunu kat’iyy^^en unutmamahdır.

tl] Yeniçeri ocağının lâğvı esnasında geçen hâdisatı (Üssü Zafer) adile kaleme alan Vak’anüvls Es’ad Efendi bu hususta en mufassal malûmatı veriyor.


ŞİAİ ÜLÂ

ŞİAİ M U m JsÎN

EHLİ SÜNNET ve CEMAAT IVIuhacirm ve ensardan Hazreti Alinin hilâfeti devrinde ona tâbi olan bilûmum esbaba Şiai Ulâ, Şiai Mulılisîn derlerdi. Hasb-ül-îçtibad arade çıkan ih­ tilâf bazı şahıslar arasında geçen ve te­ ferruat halinde değildi. Bundan dolayı Hazreti A liye karşı lanet veyahut seb gibi bir hâdise ortada yoktu. Ve Ali tarafdarlarının arasında Biat - ürRıdvan’da bulunmuş üç yüz salıabe mevcuttu. Ba’z» 1ar ise bu ihtilâfların karşısında zühd’leri yü­ zünden bitaraf kaldılar. Ömer bin Hattabın oğlu Ab­ dullah gibi İÜ ömrünün sonuna kadar buna müteesfüf olmuştur. Sıffîn’de Ali ile birlikte bulunan eshat)in büyükleri arasında Biat-iir>Rıdvan gibi asrı sa­ adetin mühim hâdiselerinden olan bir vak’ada isbatı mevcudiyet eden zevattan başka daha birtakım meşahir de Aliyi iltizam ediyorlardı. Yine garibeden­ dir ki Alinin kendi oğlu Mehmed bin Hanife bu har­ be iştirak etmemiş babasından uzalcta kalmıştı. îşte


298

TÜRE TARİfflKDE

bu zevata Şiai Muhlisin deniliyordu. Hicretin otuz üçüncü yılında bu unvan her tarafta anılmakta idi. Bir de Tafdiliye vardı. Aliye muhalif olanlara karşı bir kin ve tecavüze kalkışmamakla beraber Aliyi diğer eshaba ter­ cih ediyorlardı. Peygamberimizin Aü hakkındaki « Ene Medine - tül - ilm ve Ali bâbuhâ » hadi­ sini senet tutuyorlardı. Bu hadisi meşhur muhaddislerden Abdürrazzak rivayet etmektedir. Eh­ li Beyte muhabbeti dinde esas telâkki eden ve buna ait Kur’am Kerimdeki Ehli Kurbâ’ya meveddeti emreden âyetlerle beraber muhaddislerden Ebu Bekir Beyhakî ile Firdevs Deylemî’ye müs­ teniden zikrettiği [ Bir kimse bana ve benim evlâ­ dıma kendi nefsinden ziyade muhabbet etmeyince mü’min olmaz ] hadisi ile diğer hadisleri esas tuttu­ lar. Cemel ve sıffîn harplerinden sonra birtakım fır­ kalar çıktı. Şiai Muhlisîn’in tamamile hilâfına hareke­ te başladılar. Aliye muhalif bulunanları küfrle, irtidadla itham ettiler. Onlara laneti, sebbî kariza kabul ettiler. Bütün eshaba söğliyorlardı. Selman Farisî, Ebu Zer Gıfarî, Mıkdad bin Esved, Ammer bin Yasin gibi pek azı istisna edildi. Aliye biatleri zaruridi diyor­ lardı. Abdullah bin Sebe’ hâdisesi üzerine Şiai Muh­ lisin ürktüler. Bu gibi süi itikaddan berî olduklarım anlatmak ve arade iltibasa mahal bırakmamak için şia tabirini terkettiler. Kendilerine «Ehli Sünnet vel Cemaat» namını verdiler [l].

[1] Tutıfei îsna aşeriye ; [Bombay tab’ı, S. 9].


ŞÎAİ BATINİYEKİN MENŞE’ ve AltİDEI.ERİ

Bu mühim yolun ne suretle başladığı ve İslâmın büîîyesİBe.nasıl girdiği hakkındaki tetkiklerde vâsıl olunan netice şudur : Münhezim ıııilletierin intikamı. — Bidayette bu doğrudan doğruya İran millî ruhunun uğradığı bü­ yük hezimetin intikamı mahiyetinde meydana çık­ mıştır. İslâmiyet henüz doğmazdan evvel uzun ve tarihî bir devir içinde pek çok Peygamberlere vatan, olan Asyanm bilhassa Cezire-tül-Arab ile Mezepotamya, Suriye kıt’alarmda yaşayan Benî İsrail, Itomanın esareti altında inliyordu. Eeasen Yahudâ ve Benî İsrail hükümetlerinin inkırazı üzerine Yahudilerin hâkimler devrini müteakip hayatları çok feci ve elemli devreler gösterir. Cezire-tül-Arabda oturan Yalıudiler, Arablann hâkimiyet ve gururlan neticesi intikamcı bir nazarla istikbalde kendilerine mev’ud semavî olan halaskarın pek yakında zuhur edeceği­ ni ümit ediyorlardı. Yahudilerin bekledikleri nıesih. — Bu intizar


239

TÜRK TARİHİNDE

Hazreti İsanın doğumile de tahakkuk etmedi. Bida­ yette ona verilen «mesih» ünvanı bu eski kanaatin bir neticesi idi. Çünkü mesih halâskâr demekti. Nehr-üş-Şeria kenarlarında çaniaşırlarmı yıkayan Yahudi kızları bile bu nasralı Peygamberin Yahudilerin bekledikleri halâskâr olmadığını, bunun bir va’zdan öte geçemediğini söylüyorlardı. Roma İmpa­ ratorluğunun azametini yıkacak ve Benî İsraile kar­ şı yapılan mezalimin intikamım almak için bütün cihana hükmedecek kudreti haiz dünyevî bir salta­ nat lâzımdır. Davudlar, Süleymanlar gibi hükümdar­ lara ihtiyaç vardı. Binaenaleyh Yahudiler bekledikleri halâskârın bu suretle gelişinden çok müteessir oldular. Fakat ayni hulûsla inanıyorlardı ki bu kurtarıcınm zuhuru muhakkak çok yakındı. Hattâ ken­ dilerinin zillet ve sefaletlerile istihza eden Arablara karşı cevap mahiyetinde bu vaktin hemen girmekte t)lduğunu söylüyorlardı. Bâtınüerin ortaya attığı îmaını muhtafî akidesi. — Ortaya bir de İmam Muhtafî itikadı atıldı. Bu iti­ kat ise mezhebin en mühim ve yüksek bir rüknünü taşıyordu : « Dünya hiçbir vakit de İmamdan hâli olamaz. Ve olmayacaktır. İmamet Aliye ve ondan İsmaile ge­ lince hep aşikâr iken ondan sonra gizlendi». Bu fikirde doğrudan doğruya İran kisralarınm makamı ihtişamı gizliydi. Fakat bir remiz halinde mezhebin içine gömülen bu dâva bütün telkinlerin başında bulunuyordu. İran hükümdarlarile ana ci­ hetinden bir sıhriyet taşıyan Hazreti Alinin torunu İmam Zeyn-el-Abidin’den gelen nesil, İraniliğin mad­ dî merkezine de bir işaret vermekte idi.


MEZHEP CEREYANLARI

231

El alimdan Ehli Beyti imha. — tik zamanlarda bu münasebattan çok istifadeler de edildi. Bütün Alevîlei’, hep ayni kudsiyetle tekrim olunuyorlar ve daima elde tutuluyorlardı. Bilâhare teşkilâtm kuv­ vetlenmesi üzerine ' Abdullah Ibni Meymun bütün Arablara kargı nefretlerini saklamağa artık lüzum görmedi. Verdiği gizli'^ emirlerde evvelâ Ehli Beyti ve bütün Haşimîleri Öne sürüyor ve ilk harekette onları öldürüyordu. Bu ciheti bütün şiddetile takip ediyordu. Teşkilâtm tevessüü. — Artık Şiai Bâtıniye ge­ nişledikçe birçok muhitleri kendi nüfuzu altına al­ mağa muvaffak oldu. Zerdüştîler, Manistler, Harran sabiîleri, Yunan felsefesini takip edenler, bütün Keldan ve Asur bakiyeleri Irak Nebtîleri hep Bâtınîliğin itikadı hudutlarına dahil olmuş bulunuyorlardı. Teşkilâtm derecatı ve esran. — Mezhebin telkin usullerine ait sistemler çok gizli tutuluyordu. Görü­ len gaye ile asıl maksat, yüksek makamlar ihraz etnüş olan dâîlere malûmdu. Avam mezhebin taşıdığı siyasî akidelerin birisinden haberdar değildi. Ve bu sınıfta kalanlara Eshabı Şek adı verilmekte idi. Davetler dokuz mertebeye ayrılmı.ş ve misyoner­ ler de bu taksimata göre harekete mecburdular. Birinci mertebede bulunan bir adam tam zâlüd ve müttekî rolünü alırdı. Kendini tecessüs üe takip edenlere karşı onların meraklarını tEihrik edecek süsler ile ibadette son derece bir makam sahibi oldu­ ğunu gösterirdi. Gözler yaşlarla dolu bir Bâtınîye sorulan sualler, hep şüpheyi davet edecek cevaplar-


232

TÜRK TARİHİNDE

lia mukabele görürdü. Ancak İslâmiyetm ihraz etti­ ği derin ruhu anlamak ve dinin esrarına vâkıf olmak zannedildiği kadar kolay olmayıp bu sırrın hâlis m ü ­ minlere keşfolunabileceği anlatılıyordu. Bir sürü şek ve şüphe veren sualler ile muhatap şaşırılıyordu. Meselâ haç esnasında şeytan taşlamanın ve bir katre meniden guslün icabının sebepleri ülûhiyetin bü­ yük kudretine rağmen kâinatın altı günde halk edil­ mesinin illeti gibi dalıa birtakım sualler biribirini ta’ kip eder. Bütün bunlar şüpheli bir eda ile sorulur. Müddeti hayatında zihninden böyle suallerden bir tanesinin bile geçmediğini hatırlayan bir adam, he­ yecanlı meraklarile bunların mâna ve sebeplerini anlamak arzusunu gösterirse bunun evvelâ verilecek bir ahid ve misaktan sonra kabil olacağı kendisine söylenir. Eğer mufakat ederse derhal mezhebin mukaddematı telkin edilmekle beraber bu yeni salikten bir miktar da para taleb olunur. Eğer dâî muha­ tabında alâka hislerini zayıf ,görürse aşıladığı şüpheli fikir arasında soranı terkeder. İkinci derecede bir iktidar gösterenlere daha ba.şka bir cepheden hitap ediliyor. Buna eski âlimle­ rin akidelerini kabul etmekle insaniyetin önü alın­ maz bir dalâlete düştüğünü ve İlâhî hakikatin keşfi ise ancak imamlara bahşedilmiş bir imtiyaz olduğu ;nir.A Üçüncü, dördüncü derecede bulunanlara Şianın diğer fırkalarının kabul ettikleri gibi imamların adedi on iki olmayıp yedi olduğu, semavât ve arzın yedi velhâsıl yedi adedinin kudsiyeti ile bütün rümuzatın yedinci imama münkeşif olduğu gibi Bâtın


MEZHEP CEREYANLARI

233

dinini de onun tesis etmiş olduğu ifade ediliyor. Ka­ dim dinlerin kamilen ilga edildiği ilâve edilmekle beraber bu yedi imamm birer de muavini bulunduğu ve bunlarm ise neşir ve tamim ile muvazzaf oldukları anlatılır. Muavinlere Samet ve Peygamberlere Nâtık unvanı verildiği söylenir. Her yedi Samet silsile­ sinin nihayetinde bir nâtıkın gönderildiği ve bu va­ sıta ile dinin teceddüd ettiği izah edilir. Hazreti Âdemden ve oğlu Şitten itibaren altı nefer Sametten sonra Nuh, Sam, İbrahim, İsmail, Musa, Harun, îsâ, Muhammed bin Ali, Muhammed bin İsmail, Ab­ dullah bin Meymun ile hitam bulan nâtıklar silsile­ si devam eder. Görülen eşyanın tasavvufî mânalarım kaldıran îbni Meymundur, herkes ona itaatle mükel­ leftir. Muhammed’den sonra bir Peygamber daha ge­ lecektir. Bu itikatları tamamile taşıyan ve bu derece­ lere irtika eden bir Bâtınî İslâmiyetle alâkasmı ke­ sip atmıştır. Beşinci mertebeliler, Semavî nasların izahı ve şerayün ikinci istinatgahı olan hadislerin hep yalan olduğuna itikatla mükelleftirler. Bir İsmailînin bu­ radaki ruhî teşekkülâtı milliyetine göre de değişir. İranlı ise Ar abın çok cahil bir çöllü olduğunu, bina­ enaleyh İranın kudsî mihrabına karşı bir Araba ita­ at affedilmez bir ihanet olduğu fikri ona aşılamr. Eğer bu müntesip irken Arab milletine mensup ise ona karşı da başka bir cepheden yürünür. Arab mil­ letinin en hassas ve mağrur damarları gıcıklanmak suretile tahrik edilir. Bütün idaresinde bulu­ nan kavimlerin hepsinin üstünde kendinin bir efendi olduğu ifade olunur. Altıncı dereceliler dinî tekliflerin kamilen refe-


234

TÜRK TARİHİNDE

dilmiş olmakla beraber sırf milletlerin an’anelerine hürmeten bunlara kıymet verildiği, yoksa aklı muay­ yen ve mahdud gayelere ulaştırmak kasdile vazedi­ len bu şerayiin Vjütiin ehemmiyet ve kıymetleri sı­ fırdan ibaret olduğu izah edilir. Bakiye kalan üç derece mensuplar ise pek az­ dı ı*lar. Hele dokuzuncu derecede bulunanlar ancak dâî a’zamlardır. Bu rütbe Fâtımîlerden El-Mü$tansır Billâh hükümeti melâhidenin bânisi olan Haşan bin Sabbah ve Raşidüddin Sinan, İbni Meserret, Attaş, Nasırı Hüsrev gibi Şiai Bâtıniye tarihinde nam kazanmış zevata münlıasır gibidir. Hattâ Ismailîler arasında büyük şöhretler kazanmış olanların ekserisi aşağı derecelerde kalmışlardır.

Ayni teşldlâtm muhtelif namlar alması. — İs­ lâm mezhepler tarihindeki bütün akideler üzerine eser yazan müelliflerin ifadelerine göre Şianın, muh­ telif muhitlerde başka başka isim ve unvanlar altmda ayni faaliyeti yaşattıkları anlaşılmaktadır. Karamita, îsmailiye, Sâbia, Muharnmeriye, Bâtıniye gibi da­ ha birtakım isimler de bunların aldıkları namlar arasındadır, Avrupalılar ise bu mezhep müntesiplering^ssassins adını verirler. Bu isim en ziyade Elernut dâî a-zamlık makamına geçen Haşan bin Sabbahttan şöhret almıştır. Herhangi bir İsmailî mühim bir cinayete memur edildiği zaman ona verilen es­ rarlı bir şeriat ile kendisinden geçer ve cennet gibi bezenmiş bağçelerde her türlü ihtirasatı tatmin edi­ liyor. Artık diğer bir âlem de bulunduğuna inanan


MEZHEP CEREYANLARI

235

bu Bâtıniye verilen vazifeyi muvaffakiyetle netice­ lendirdiği takdirde yaşadığı bu âlemin tamamile ken­ disine ait olacağı söylenir. Fâtımîlerin zuhurundan pek az sonra Şiai Bâtı­ niye teşkilâtı İslâm muhitlerini tamamile sarmış ol­ duğu gibi diğer ecnebi memleketlere de taşmıştır. Her tarafa kol ve budak saldı. Şiai Bâtıniyenin bugün yaşadığı muhitler. — Bugün Hindistan, Efganistan, îran, Türkistan, Ara­ bistan, Yemen, Suriye, Irak, Anadolu da yaşamakta olan Şiai Bâtıniyenin Sahibi A ’zamlık makammı Hindistandaki Ağa Ahmed Han işgal etmektedir. Bu za­ tın hayatına ait muhitimizde haylice neşriyat yapıl­ mıştır. Türkiyede tarikatleriu, gizli cemiyetlerin şeddi. — Muasır Avrupada Şarkın bu mezhebine benzeyen cemyietler vardır. Bugün Türkiye Cümhuriyeti hudutlarından sü­ rülüp çıkarılmış olan gizli tarikat ve mezheplerin müntesipleri diğer muhitlere çekilmişlerdir. Meselâ Hacı Bektaş ocağı canları Arnavutluğa göç ettikleri gibi diğer gizli cemiyetler de seddolunmuşlardır. Biz bu eserimizde alel’ıtlak gizli bir cephe taşı­ yan bütün bu İslâm itikatları arasında tarihen ve halâ yaşamakta devam eden bilûmum mezhepleri Şiai Bâtıniye namı altınma zikrettik. Halbuki birçok hususiyetlerle biribirlerinden ayrıldıklarını iddia eden bu mezheplerin dönüp dolaşıp ayni yolda birleş­ tiklerini görüyoruz. İlk defa Şiîliğin geniş hudutla­ rından birer birer fırlayıp çıkan bu kadar itikatların


236

Tü r k îvarîh ^k d e

siyasî meyillerile beslenerek muhtelif veçheler gös­ termekte olduğunu anlayorus. Bu mezheplerin ilim ve fikir sahalarına ait olanlarını Kelâm Tarihi zaptet­ miş bulunuyor. Siyasî mücadelelerle birçok teşekkül­ lerin derunî hayatları hep birer suretle Şiai Bâtmiyeden gıda almakla beslenmişlerdir. Türkler arasın­ da asırlarca sönmeden devam eden bu akidelerin ilk kaynaklan da Şiîliğin çok şümullü merkezine bağ­ lıydı. Asırların verdiği kuvvet hareketlerinin derece­ lerine göre bu sığınak yatakları da durmadan adla­ rını değiştirdiler. Türklerija bu tarikat ve cemiyetler yüzünden ma­ ruz İcaldığı suikastler. — Türk tarihinin İslâmiyetle bağlayan son devirleri içinde onun hayat ve manevî bünj^esi üzerinde şayanı hayret tesirler yapan bu inanış, bazan onu faaliyetlere, bazan da varlığını teh­ likelere düşürmüştür. İslâmiyetin kaç defa uğradığı tehlikeleri karşılayan ve Bağdad halifelerine haysiyet ve nüfuz kazandıran Türkler, bilâhare kendilerine hücum eden bu mezhebi fitnelerin derununa düştü­ ler. Bundan istifade yolunu arayanlar ise onun inan­ dığına dayanmak suretile kuvvet alan başka millet­ lerdi. Türk benliğinin bu karıncalı itikatlar yüzün­ den uğradığı tarihî süikastleri biz burada bütün açıklığile_izai^ edebildikse kendimizi bahtiyar addeder. İşte o zamandır ki müstakbel neslin nazarı intiba­ hında bu sahifeler birer kıy^net ifade edebiliyorlar. SON


N

O

T

L

A

R

Dostum Tahir Harimî Balcıoğlunun «Türk Tari­ hinde Mezhep Cereyanları» na dair yazmış ve neşre­ dilmek üzere bana göndermiş olduğu bu eseri okur­ ken, bu mesele etrafında eskidenberi çalıştığım ve düşündüğüm bazı noktalar üzerinde durdum. Mev­ zuun nekarar ehemmiyetli olduğu meydandadır. Bun­ dan dolayı sırası düştükçe hatırmia gelen bazı not­ ları ' kaydetmeden geçemedim. Bilhassa son zaman­ larda Gulâm Hüseyin Sadıgî’nin neşretmiş olduğu «2 ve 3 üncü Hicret asırlarında İranda dinî hareket­ ler» adlı eserile, Celâl Âbdoh’un ( L’element psychologique dans les contrats suivant la conception Iranienne, 1937) adlı kitabı içerisinde rastladığını ve ayrıca tasavvuf tarihi, Bektaşîlik, Hu­ rufîlik ve Şamanîlik münasebetile evvelce kaydetmiş olduğum bazı notları işaret ettim. Bu mevzu etrafında daha pek çok notlar toplamak, ve muhtelif tedailerle birçok mevzuları derinleştir­ mek mümkünse de, bu suretle kitabın hacmini bir­


238

TÜHK TAÎIİHÎKDE

kaç misline çıkarmak mecburiyeti hâsıl olacağından bu .serinin tahammül edebildiği en büyük hacim içe­ risinde kendikendimi tahdit etmeğe mecbur oldum. Bu vesile ile hatırıma gelen ve buraya kaydına imkân olmıyan diğer notlan başka bir kitap halinde neşretmek tasavvurundayım, H. Ziya üücen


1) îşlâmın Horasanda intişarı sn’asında dikhân]ar pek çoktu. Ekseri şehirler ve kasabalarda ate§gâhlar (pyrees) bulunuyordu. Halifelerin sarayına bile kabul edilen mobadhlar Pehlevî diline dinî eserler yazıyorlardı. Ancak tesamuhsuzluk sonradan başlamıştır. İkinci ve üçüncü asnn mobadh’larımn faaliyeti pek iyi malûm değildir. Me’mun Horasana geldiği zaman Mubid Mubidan, halifenin veziri Fazi İbni Sehl’in yanmda bulunuyordu. Me’mun Zmdıklal-a ve Mubidlere karşı müsamahakârdı. Mütevekkil zamanında Mubidlerin reisi ha­ lifeye hediyeler getirdi. Halife diğer bir Mubid’den. Sasamlerin vergi cibayeti hakkında izahat aldı. Ha­ lifeler müslüman olmıyanlardan yalmz vergi almak­ la iktifa ediyorlardı, 2) Üçüncü Hicrî asırda Mazdeizmin edebî faa­ liyeti çok mühimdi. Birçok Pehlevî eserleri bu sırada telif edilmişti. Başlıca şunlardır: a)

Dîn

Kart,

^

Mubid

reislerinden Azür


240

TÜIUC TABİHîNDE

Ferbegû (Ferruh Zâd’ın oğlu) tarafından yazılmış, ve Azür Pad tarafından ikmal edilmiştir. b) DâdasH’ti'-i'-iyînîk. — Diıu meselelere dair yirmi dört sualin cevabıdır. Azür Mîhan’m oğlu Mihrü Hursit tarafından yazjbnıştır, c) Zââh - Sj)cıram. — Müellifi Menuçebrin kar­ deşidir. Eserin birçok kısımları 267 - 68 (881) de ya­ zılmıştır. d) Mâdîguân-i-^Abâlîck. — Bu, Abâlîch’in halife .M'e’raun huzurunda münakaşasını ihtiva etmektedir. Bunlardan başka, daha birçok eserler vardı. Arab istilâsından iki asır sonra Zerdüştîlik, Iranda çok kuvvetli idi. Avestânın birçok nüshaları ve bugün kaybohnuş olan Sâsânî devrine ait Pelılevî eserleri bu devirde ellerde dolaşıyordu. Şiraz, Sirguân, Rey, Serahs gibi şehirler eski itikadın büyük merkezlerini teşkil. ediyorlardı, Şiraz Mubidlerinin Cenubî İranda dinî meseleler üzerinde kontrol salâhiyetleri vardı. Bu şehirde oturan reis Fars ve Kirman’ın yüksek ruhbanı üzerinde otorite sahibi idi ve bu mıntakada en büyük reis diye tanılıyordu. 3 üncü asırda İranda vâsi bir dinî edebiyatın mevcudiyeti, buıılarm ziyamdan doğrudan doğruya Arabların mes’ul olmadıklarını gösterir. îraııîlerin mühim bir kısmı Mazdeizme salik oldukça İran edebiyatı asırlarca mahfuz kalmıştır. Fakat ihtidalar arttıktan ve tesamülısüzlük başladıktan sonra, (ki ekseriya yine Iranlilar tarafımdan izlıaı* edilmiş^U') mazdeistler akalliyette kaldılar, Türkler ve Tatarlar tatafmdan idare edildiler ve bu edebiyat da kaybolmağa başla­ dı, Bu ziyam bir sebebi de muahhar asırlarda el yaz­ maların istinsah edilmemesidir.


MEZHEP CEREYANLARI

24 I

3) Zerdüşt eserleri haricinde, Pehlevî eserleri­ nin arabcaya tercümesi de millî hisse kuvvet ver­ miştir. Daha ilk asırlarda başlıyan bu tercümeler som'adan îranlı bir âlim Dâd Küsnasb’in oğlu Dâd ' Bih veya Ebû Muhammed Abdullah bin El- Mukaffa’ târafmdan millî bir tarzda devam ettirilmiştir. îrânî eserlerin tercümesi Şuûbiye harel^etine j^abancı de­ ğildi. Arabcaya tecüme edilen bu eserler eski- İran hükiimdarlarmm şeref ve azametini gösteriyordu. Bu tercümeler saysinde Arablar eski İran edebiyat ve tefekkürünü öğrendiler. Bunlarm. tesiri Arab ne­ sir. ve nazmında hissedilmeğe başladı. Bazı Arab' şairleri, orijinal olmak için, bu İran membalarından mülhem oluyorlardı. Bu tercünie eserlerden en mühimmi Khotaynâmeh veya Hükümdarlar Kitabıdır, Arablar arasın­ da Siyer-ül-mülûk adile meşhurdur. Onu ilk defa îbn El-Mukaffa’ tercürne etti. Bu zat arabcaya daha birçok mühim eserler tercüme etti ki başlıcaları şunlardır : Kitab Sagissarân, .Kitab al-Biykâr

K. Kelile ve Dimne, K. Mervek, K. Kârnâme fi Siret-i Anusirevan, K. at-Tâc. Bunlardan başka : Cebele bin Sâlim’in tercüme, ettiği (Behrâm-ı Çûpîn) ile (Rüstem-ü-îsfendiyar) kitablarını/ Ali bin Übeyd-ür-Reyhanî’nin tercüme ettiği K .. Lohrâsp’ı, ilâh... zikredebiliriz. lÖ


242

Tü r k t a r i h î n d e

Arab istilâsından sonra âdet ve âyinleri tama­ men kaybolmadı. Asırlarca hayatiyetini muhafaza etti. Bayramlar, bilhassa Nevruz ve Mihrguân bay­ ramları bunların başında gelir. Hattâ Nevruz bayra­ mı İslâm an’anesine girdi. Mihrguân (yani Mithra) bayramı, Mİhr ayının başında tâ Moğol istilâsına kadar tes’id edilirdi. İranın bütün eyaletlerinde ateşgedeler bulunu­ yordu. Bunlardan en meşhurları Azür Ferhegû, Azür Güşnasb ve Azür Bürzin Mİhr idi. Arabların bun­ ları tahrib etmediği yine Arab müverrüıleri, meselâ Mesûdi’nin bu ateşgedeler hakkında verdiği izahattan anlaşılmaktadır. 4) İran, Arab istilâsından evvel, dinî bir vahdete sahip bulunmıyordu. Mazdeizmden müstakil olan Budizm, Hıristiyanlık gibi dinlerin yanı başmda, ayrıca manicheisme ve mazdakisme, ilâh... gibi bir­ çok mezhepler bulunuyordu. Zerdüşt rühbanmın vâsi; salâhiyeti Sâsânîler zamanında, bu diğer dinler ve mezheplerin yayılmasına mâni olamıyordu. Resmî din olan zerdüştîliğin şiddetU takiplerine rağmen,, bu mezhepler gizli veya aşikâr olarak yaşamakta devam etmişlerdir. Mazdeizm İranın ortodoks dini olduğu halde, heterodoxe bütün itikatlar onunla islâmdan evvel,, hattâ sonra çarpışmış ve devam etmiştir. Sâsânılerin mağlûbiyetinden sonra Mâniler, bir dereceye kadar hürriyet kazandılar, çünkü yeni din (yani İslâmiyet) diğerinden daha müsamahakârdı. Manîler

(mani-cheens),

Sâsânîler

zamanında


İHEZHEP CEREYANLARI

243

Zandik adım alıyorlardı. Bunun, sebebini en iyi izah eden Mes’udîdir : Ona göre ZandUder aslen Avestadan ayrılarak, onun tefsiri olan Zend kitabına bağ­ lananlardı. Yani tefsiri tercih ederek metni redde­ denler mânasına bunlara Zandik denilmişti. îslâm devrinde evvelâ mânîler, sonra Mezdekîler de ayni su­ retle Zandik (zindik) adım aldılar. [Zindik - cemi — Zenadike], maamaîilı bazan bir düaiist’i, bazan her­ hangi bir müşriki, bazan da hür düşünceli bir adamı veya dinsizi ifade ediyordu. Bu tamim 2 -3 üncü asırlardaki Zin diklerden hangisinin asıl manicheen olub hangisinin olmadığını tayin etmeyi çok güçleş­ tirmiştir. «Zenadika» ismi bir zaman o kadar umumî ve hududu belirsiz bir tâbir oldu ki, maddeci, ve tabiatçi feylesoflara veya münkirlere bu ismi vermeğe banladılar. Meselâ Dehrîlerin reisi olan îbni Ravendi de Zindik diye tamimıştır. Bu suretle şöhretine sebeb, Kitab-ei~Mücevher adlı eseridir ki, Burada «Mahârlk-ül“Enbiiya» dan bahsetmiyor. Mehârîk^e peygamberlerin görterdikleri mucizelerin ve harika­ ların adî gözboyacıhğı ve şarlatanlık olduğunu iddia etmekte ; bundan başka Kur’anda tenakuzlar, tezadlar, fikir ihtilâfları bulmaktadır. Bu suretle yal­ nız İslâmiyetin değil, bütün dinlerin esasına ait olan bu tenkidi fikirlerin Manî akidesi demek olan a.sıl Zindiklikle bir alâkası ohnadığı meydandadır. Mâni dini vâsi bir edebiyata malikti. Bizzat Mâni, eserlerinden ekserisini Şiryanı dilinde yazmış, ve derhal Pehlevî diline tercüme edilmişti. Daha sonra 2 inci asır başlarında arabca tercümeleri Mâniliğin intişarını kolaylaştırdı. Hisam îbni Abdülmelik zamanında Mânilerin


244

TÜRK TARİHİNDE

reisine^MTîı^ deniyordu. Zâd Hiirmüzd ayrı bir Mâni tarikatı tesis etti. Bu maksatla Medain’e gitti ve ora­ da Haccacın kâtibine rastladı. Denaveryan denilen bir tarikatin başına Miklası getirdi. Miklas’ın ölü­ münden sonra, yerine Afrikiyeden gelen Ebû Hilâlüd-Deyhûri geçti. Me’mun ve Mu’tasım zamanında reisleri Ebû Ali Said ve ondan sonra Nasır bin Hürmüz-üs-Semerkandî idi. Me’mun zamanında R ey’de oturan Yezdan-ı Baht Mani mezhebinden ayrıldı ve ayrı bi.r mezhep teşkil etti. Emevîler zamanında Zindik adı verilenler nisbeten azdı. Fakat hangilerinin Mani olduğu malûm değildir. Meselâ İkinci Mervan’ın valisi Cead Derhem Zindiklikle ittiham edilmişti. En eski mutezile­ den olan Caad, Ma’bed bin Abdullah-ül-Cühenî gibi hür düşünceli idi. Onun asıl mânasile manicheen olması ihtimali çok azdır. Abbasîlerin başlangıcında da Maniliğe müsa­ maha devam etti. Fakat gittikçe onlara karşı şiddet gcsteriimiye başladı. Bu şiddet de bizzat Zerdüştî Mûbidlerinin de rolü olduğu görülüyor. Abbasî halifeleri Emevîlerin dinî tesamühünü terkettiler. Eski İran hükümdarlarının tahtına oturdular ; onların rolünü aldılar ve mezheplere karşı eski Zerdüştüiğin ayni şiddetini göstermeğe başladılar. Abbasîlikte en mühim vasıflardan biri Devlet ile Eglise’in birleşmesi ve tam ortodoksluğun teşek- ■ külü idi. «Ehl-i-Sünnet ve El-Cemaat» adml alan bu Ortodokslukta Arablardan ziyade, bizzat îranîlerin rolü olmuştur. Maamafih Zindiklere karşı yapılan i’tisaflarda din ve siyaset yegâne şaik değildi. Bunda


MEZHSE CEREYANLARI

245

şahsî tesirler de rol oynıyor.clu. «Zeııadika» rıııı it•ühamı rejim aleyhtarlarına karşı Devletin en mü­ kemmel silâhını teşkil ediyordu. İbn-ül-Mukaffa’ Süfyan bin Muaviye tarafından Zindiklik bahanesile idam edildi. Halbuki asıl sebebi şahsi husumetti. Şair Beşşar Ibni Bürd Mehdi’nin sarayında güzel se­ neler geçirdikten sonra, veziri yakup İbni Davud’un aleyhinde hicviyeler yazmağa başladıktan sonra kır. baçianarak öldürüldü. ’ Şair Ebû Nüvas Zindiklik bahanesile ze|ıirlenti. Fakat bunun asıl sebebi Halife .Emin’e telmihan bazı şiirler yazması idi. Kalife Ebû Cafer zamanında Maniler iyi mua­ mele gördüler. Emin bir rivayete göre Halifenin ta­ bibi Bîasib kendisinin açıkça hıristiyan olduğunu söyliyenbir Zindik idi. Ayni halifenin kâtibi Yezid bin E l-F eyz de Mani idi. Manilere karşı i’tisaf ancak Mehdi zamanında başladj. Dehrîler adı verilen feylesoflar - ki hür dü­ şünceli ve materyalist idiler - Zendiklik töhmetile bu devirde idama, hapse ve i’tisafa uğradılar, İbni Ravendinin mensuplarından Salih bin Abd-ül-Kuddus Mehdi’nin emrile 166 da idam edildi. 5) Manilerin tedrisatı islâmiyetin dinî akideleri üzerine tesir yapmıştır. Bazı İslâm mezhepleri Mani­ lerle kaynaşarak veya onlarla mücadele ederek, doğrudan doğruya veya dplayısile, mani'cheisrne’in tesirine tâbi oldular. İslâm âleminde bu dinin terak­ ki devri aşağı yukarı mutezilenin ve daha az bir de­ recede Şiîlerin kudret devirlerine tekabül eder. Birçok Mutezile reisleri

Manilerle

mücadele


246

TÜRK TARİHİNDE

ediyorlardı. Onlarla dinî ve metafizik meselelere dair cedel ve münazaralar yaptılar, Mani itikatlarının Şi­ îlik üzerine mühim tesirleri oldu. Şayanı kayıttır ki Zindik adı verilenlerden büyük bir kısmı Şiîlerle devamlı temasta idiler. İslâm mezheplerinin bu tesire ne dereceye kadar maruz kaldığını araştırmak ayrı bir tetkikin mevzuudur. Burada yalnızca İslâm âlim ve kelâmcılarmm Maniler ve âkideleri aleyhine yaz­ mış oldukları bazı kitapların ünvanlarını kaydede­ ceğiz. Mehdi zamanında bu mücadil âlimler eserle­ rinde heterodoxe ve hususile Mani mezheplerini red­ detmeğe başladılar, ilk eserler hakkında pek az ma­ lûmatımız vardır. Başlıca eserler şunlardır :

Müellifi : Ebû Muhammed Hişam bin -El-Hakem (199).

M üellifi: Ebû Ali Muhammed İbni Abd-ül-Vahhab El-Cübbaî (303 - 235).

M üellifi: Ebû Muhammed Haşan bin Musa ElNevbahtî, — : Müellifi <îjI*3ÎIJe. Bu zat Yahya bin Halid’in kâtibi olup Bermekîlerin teveccühünü kazanmıştı. Kendisi Zindiklikle ittiham edildiği için bu eseri yazmış olması muhtemeldir.

M üellifi: Ahmed bin Muhammed bin Hanbel.


MEZHEP CEftEYANLARI

247

Ebû Muharamed bin Zekeriya Er-Râzî de bunla­ ra dair bir eser yazmıştı. Me’udî sinde Mani mezhebini akideleri şiddetle tenkit ediyordu.

J

» ve

diğer sünaî

Müellifi: â. ^ (246). İbrahim Nazzamın tilmizlerinden Ebû Affan Er-Rakî kâfirlere ve manilere karşı bazı risaleler yazmıştı. Büyük mutezelî âlimi Ibrahim~ün-Nazzam’ın Manilere karşı hiçbir eserini bilmiyoruz. Fakat onlarla birçok münakaşaları olduğu muhakkaktır.

6)

Mani akidelerini müdafaa eden eserlere ge­ lince ; onlar da pek çoktur. îbni Nedim (Fihrist) in­ de bunlardan birçoklarım zikrediyor ; îbni Talût, Ebû Şaldr-üd-Deysânı, İbn-jl-iA’dia El-Harizî, Nbmin, Abd-ül Kerim bin Ebî-l-Evca ve Salih bin A bd“ül“Kuddus bunlardandır. Mes’udî bu listeye Hammad-ı Acered, Yahya bin Ziyad ve Muti bin îyas’ı ilâve ediyor. Bu talî manicheen mezhebinin reisi olan Yezdan-ı Baht, hıristiyanlar aleyhinde bir risale yaz­ mış ve bu eser Cebrail bin Nuh’ün-Nasranî tarafın­ dan reddedilmiştir. Manilerin Zerdüşîlerle de mücadele ve münaza ralan vardı. Fakat bu eserler elimize geçmemiştir. Üçüncü asrın Zerdüştîliğe ait kitaplarında Mani ta­ raftarları işaret ediliyor. Bu münasebetle, elimizde bulunan en mühim Zerdüştî eseri Chikand Guomânîgu Vîgıâr’dır ki bunun bir faslı Mani mezhebini red ve eerhetmektedir.


248

TÜBK TARpİNpE

7) Mezdekî itikatları, daha Mezdekin hayatında Uv^îi-İraıı ;haricine yayıhnıştı,'İbni Kuteybe islâmdan evvelki Arab dinleri arasında bunu da sayıyor. Temimîler arasında Zerdüşt mü’minleri vardı. Z\i~ râre bin Udes-üt-Temimî, oğlu Hacib ve daha bir(^okları bu mezhepte idiler. Zindiklik ( 3^ani Manilik ve Mezdekilik ) KureyşIiler arasnıda birçok taraftarlar bulmuştu. Yakubî’nin rivayetine, göre, bir kısım Arablar, Zindikliği kabul etmişlerdi. Arab fütuhatından sonra ve Emevî hanedanının sonuna kadar, Mezdekîler kâfi derecede hürriyete malik oldukları için, İranın muhtelif mıntakalarında propağandaya devam ettiler. İslâm müellifleri on­ lara muhtelif isimler yeriyorlardı : Mezdekî, Hürremî, Muhammere, Sürhi aleman, vesaire... Bu mez­ heplere ait kitaplara gelince, Sâsânî devrinden hiçbir ?;ey kalmamıştır. Ebû îsa Harun-ül-Verrak (247), bu düalist mezhep ve itikatları uzunuzadıya izah etmişti. Bun­ ların Maniliğe ve Mezdekîliğe ait kısımları, Şehristânı’nin Milel ve Nihari vasıtasile bize kadar kalmıştır. Müstakil bir münekkit olan Verrak, İra­ nın dinlerini çok iyi biliyordu ve kendisi de aslen — Zerdüştî idi. ; bu itibarla rivayetlerinin çok kıymeti vardır. Şehristânî’nin Mezdek hakkında verdiği izahat birçok parçadan ibarettir. Birincisi Verrak’a istinat ediyor. Diğerlerinde ise ınenba zikredilmemektedir. Onlar ihtimal bu âlimin Kitah~ül~Mekalât adlı bir


MEZHEP CERF.YANLARI

240

risalesinden İktibas edilmiştir. Üçüncü parça Islâmr ;4an evyel M e ^ mevcudiyetini kabul ediyor. Hürfemîler yani yeni Mezdekılerin de şüphe­ siz dinî kitapları vardı,

8) Gulâm Hüseyin Sadıkî bunu takip eden fa­ sıllarda İranda 2 - 3 üncü asırlardaki mühim dinî ha­ reketleri izah etmektedir. Bunun için de Biha Ferid, Sonpâdh, İshak, Ostadhsîs, Mukanna’, Hürrem Dinak, Babek hareketleri için birer fasıl ayırmıştır. Selçukî hükümdarı Tuğrul Bey tarafından Babeki tenkile memur olan ve Zindiklik töhmetile sonradan idam edilen Türk Beylerinden Afşin hakkında da etraflı bir bahis vardır. Müellif son ve en küçük fas­ lında Taberî ve Makdisî’ye istinat ederek aslen Nişaburlu olan Mahmud isminde bir yalancı peygam­ berden bahsediyor. 9) îran mezhepleri ve dinî hareketleri hakkında malûmatı Şark membalarından en ziyade şu eser­ lerde buluyoruz: Khârezmî (Mehmed bin Ahmed) : Mefatîh-ülUlûm. El-Birûnî (Ebu Reyhan, Mehmed bin Ahmed) : Asâr-ül-bâkiye an kurun-il-hâliye. ■Saalibı, (Abdülmalik) : Kitab-ül-Gurer. Şehristanî (Muhammed) : Kitab-ül-Milel ve-nNihâl. Avfî (Muhammed) : Cevami’-ül-hikâyât. Mecd’üd-din Hâfî : Ravdai huld (Hâristan). Suver-ül-Ekalîm (îbni Nedim) : Fihrist.


:250

TÜRK TARİKİNDE

Tuhfei İsnâ Aşeriye (Mulısin Fam, Mûbid) : Dibistanı Mezahib, Bombay 1267. Hişam ibrı Mehemmed-ül-Kelbî: Kitab-üi~Asnam, Kahire, 1924. Bağdadi (Abd-ül-Kâhir) : K. ül Fark beyn-ülfirak. Belâzürî (Ahmed) : Ensab-ül-Eşraf. Abu-l-Farac (Ali-ül-Is£ahanî) : Kitab-ül--Egânî. Ebu-l-Maalî Tahran, 1312.

(Mubammed) :

Beyan-üİ-Edyan,

Eş’arî (Ali) : Makalât-ül-İslâmiyyin ve îhtilâfül MudiUîn, 1929. İstanbul. Afif-ül-Din: Mir’a-ül-Cenân. Ahmed Emin ; Fecr-ül-tslâm, Kahire, 1935. Esferâinî (Tâhir) : Kitab-üd-Tebşlr fid-Din. İbni Ebî Usay’iba : Uyun-ül-Enta’ fi Tabakat-ilEtibba, İbni Haldun ; Mukaddime. Cahiz r K. -ül-Eeyan ve-t-Tebyin. Muhammed Malati: Kitab-lit-Tenbih ver Red alâ ehli Ahvâi vel Bid’a. Ali Mes’udî : Müruc-üz-Zeheb. — Kitab-üt-Tenbih vel İsraf. ---- '■\ Haşan Nevbahtî; Kitab Firak-üş-Şi’a, İstanbul, 1931. M. Nerşahî: Tarihi Buhara. Abdülkerim Sem’a n î: Kitab-ül-Ensab. Sıbt ibn ül C evzî: Mir’at-üz-Zaman.


MEZHEP CEREYANLARI

25 [

Yakut-ül-Hamavî (Ebu Abdullalı) : Mu’cem-ülBüldan. Mazdek mezhebinin îslâmdan evvel kuruluşu ve mücadeleleri hakkında bilhassa şu esere bakın: Arthur Christensen: Le regne du roi Kawadh I et le communisme mazdakite, 1925. 10) Yahudi Cabbalisme’i hakkında tafsalât için Zohar tercümesine, ve Paul Vulliand’nın bu tercü­ meye yazdığı tetkike bakınız. Cabbalisme Mukaddes Kitabın biri zahirî ve diğeri batım iki mânası olduğu esasından hareket eder. Batınî mânası kelimeler ve harflerin derunı mânasıdır ki, bunu herkes anlıyamaz; Harufîlikte kullanılan kelâmı mahfuz (logos endiathetos) ve ke­ lâmı metfun (logos prophorikos) tefriki bu usulden gelmektedir. Kabalizm tesirleri tasavvufa ilk defa Hakim Tirmizî zamanında girmiştir. Sabiî cereyanı ve Harraf mektebi vasıtasile Farabî bunlardan ha­ berdardı. İhvan-üS'Safa üzerinde tesiri olmuştur. Fakat Batınîler, Hurufüer, Noktavîler ve bu Vcisıta ile Bektaşîler üzerinde tesiri daha büyüktür. Bektaşî tarikati Harufî tesirlerine maruz kaldık­ tan sonra, Fazlullâh Esterabâdî’nin «Cavidan-ı Kebil*» i, Firiştenâme ve diğer risaleler, doğrudan doğ­ ruya Bektaşî nefesleri üzerinde kuvvetle tesirini göstermeğe başladı. Bu risalelerden bellibaşlıları şunlardır; Cavidan, Hakikatnâme, Mahşernâme, Üstüvanâme, Hidfcıyetnâme, Mukaddimet-ül-Hakayik, Viran Abdal risalesi, Ahiretnâme, Risalei Fazlullah, Tuhfet-ül-Uşşak, Risale-i-Nokta, Risale-i-Huruf,


2 52

TÜRK TARİHİNDE

Türabnâme, Muharreınnâme-i-Seyyid İshak, Nihayetnâme, Miftah-ül-Gayb, ilâh...

[Bu risalelerden mühim bir kısmı Gibb kolleksiyonunda Cl. Huart tarafından neşredilmiş ve Riza Tevfik tarafından bir mukaddime yazılmıştır]. 11) Fazi, 28 Arab harfine dört harf ilâve etti : g) j) Ç, P- Yirmi sekiz harfe Harufıler Kelimei M uhammedî derler. Otuz iki harfe ise Kelimei  dem iye derler. Ebced hesabından başka bir de hesabı cüraelî vardır. Bu hesapta her harf yalnız bir adede tekabül eder. Bunun mufassalı hesabı tafsili veya cümeli ke­ birdir. Burada kelimelerin kıraati esnasındaki adet nazarı itibara alınır. Yalnız çift olan harfler bir telâkki edilir. Fara­ za lâ lam elif — 6, çift elif lamları çıkarınca 4 ka­ lır. Bu muameleye bast denir. Fisagor şibi kâinatm mücerret adetler arasında ezelden mevcut olan mü­ nasebetlerin neticesi olduğunu kabul ediyorlar. Cavidan ve diğer harufî metinlerini anlıyabilmek için mutlaka onların mijtahmı bilmek lâzımdır. Hu~ rufî, Noktavî, Bektaşî, Kalenderi, ilâh... edebiyatla­ rını anlamıya yaraması için bu garip miftahı öğren­ mek lâzımdır : Zahir — -t

İzzet ~

”Zuh ur'ü'tîd ern = İsmi âzam ~

^

w:*

İsa — JFiil

A li, ilim == ^ Kabe ==

Saat —

Felekilburuç — Dakika — J


MEZHEP CEREYANLARI

253

Allemelâdem-el* esmai

Hattı istiva =

külleha =

Muhammed

Levh — J

Kelime

J

Kerded

Hızır

p ^

— ^

Hâhed —

Hat “

Sücud ~

Hak -

Zat =

^

Vecih

A rş =

uT

Faddal --- ^

^ o

Heft =

28 ==

Sıbteyn (Haşan ve Hü­

Huruf —

seyin) rr

i A dem

v*

Südretülmünteha r ı

j Havva

Kürsi ~

i Şeytan -—■

^

Arşname = Seysad

cr

ve şast —

Salât —

I

i Emred Taalâ rr:- ^

I Sırat

Mushaf =

j

=-

I Enbiya,Hatem,Huda = ^ ^

Suret =

Cebrail

Radiyallahüanh —

Hazret —

Tavaf

Harf “

Hutut Miraç =

Hill^at J

J-^

J-

Cuma

Didar ~

Halâka-AUahü ademe alâ

32 =

suretihi.—

Kuran =

Derece

‘*->-

15 =

Olûhiyet —

17 ==-' 14 =

Büved“ - ' Üaşed = \


254

TÜRK TAEİKİNDE

Behükm

Melâike ==

Bihükra =

Muhammed,

Biadedî ~

m evzi =:= (*

Paazde =

w

makam v e

Mukattaa =

Celi e Î2zehü "

N okta ™ j

C avîdanı iİâhi

İnsan =

tj-j

Levhi mahfuz — Ay

V ecih =

»J <j

Kalem

V esselam =

İlâhi =

f ^

Yezdan =

r j ^s

Şu on dört mücerret kelime Kur’amn yirmi do­ kuz suresinin başmda geçiyor. Harufîliğe gÖre, bu kelimeler kelâmı mahfuz nev’inden olup, onların ba­ tını mânaları vardır; Eliflâmmim (II, III),

(V III), Elr ,X , X I, X II,

X IV , X V ) , T a h a (X X ), T .S .M .(X X V ), T.S. (X X V I I), Elem ( X X I X , X X X ) , Yâsin ( X X X I X ) , Sa ( X X X V I ) , Hamim (X L , X L I ), HM. A ’SK . (X IJ I), S. M . X III— X L V I).

12 ) Osraanlı İmparatorluğunun teşekkülü meselesi son zamanlarda gerek müsteşrikleri, gerek tarihçil^m izi^iddetle alâkadar etmektedir. Nâmık Kemal'­ in «Cihangirâne bir Devlet çıkardık bir aşirettem mısraı, İmparatorluğun kuruluşu hakkındaki eski telâkkiyi hulâsa ediyordu. Her ne kadar bunu ten­ kit edenler olmuşsa da yakm zamanlara kadar bu zihniyetten büsbütün çıkılmış değildir. Murad Beyin «Tarih Ebül-Faruk» u, Ahmed Râsimin «Osmanlı Tarihi», hattâ Necib Âsim ve Mehmed Arif Beylerin


MEZHEP CEREYANLARI

255

OsmanlI Tarihleri bu eski zihniyetin tesirleri altında yazılmış eserlerdir. İmparatorluğun teşekkülündeki karanlık nok­ talar, yeni Devletin Selçukılerle münasebeti, Bizansla ve Türk olmayan unsurlarla münasebeti, yeni Dev­ letin kuruluşu üzerinde tarikatler, ahilik vesairenin tesirleri nazarı dikkati celbetmekte idi. Gibbon’^niL ve Krelitz’in Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu hakkındaki eserleri bu karanlık noktaları aydınlat­ mak için yapılan ilk teşebbüsler telâkki edilebüir. Devletin kuruluşunda tarikatlerin, ahiliğin ve diğer teşekküllerin rolünü aydınlatması, itibarile Fuad Köprülünün bu meseleye aid tetkiki dikkate şayan­ dır. Mükrimin Halil’in «Osmanlı Tarihi Kncümeni Mecmuaları» nda neşrettiği makaleler bilhassa Osmanlılara Selçoıkîler tarafından alem, tabel, ve nekkare ile istiklâl beratı verildiği hakkında eskidenberi mevcut kanaati sarsması bakımından çok kıy­ metlidir. Mükrimin Halil bu makalelerinde, esaslı merhuz addedilen Feridun B e y Münşeattım tenkit ediyor, ve bu menşein îlhânilerle Selçukîler arasın­ daki siyasî muhaberatı kopya edilmiş olduğunu kuv­ vetli delillerle gösteriyor. Osmanlı tarihile Selçuk tarihinin münasebeti meselesini Mükrimin Halil «Anadolunun Fethi» adlı Tarih Cemiyetinde neşrettiği broşürde de izah etmiştir. Ahmet Refikin neşretmiş olduğu «ilk vakfiyedir» le, Son zamanlarda Ömer Barkanın « Osmanlı İmparatorluğunda Toprak Rejimi» ne ait birçok ma­ kaleleri ve ayni mevzua dair tezi bu mevzuu gün­


256

TÜRK TARİHİNDE

den güne aydınlatmaktadır. Bu henüz kemalini bul­ muş olmamakla beraber bütün bu neşriyat

ailık

vak’anüvis tarihlerinin ve onlardan aynen kopya edilmek üzere vücude getirilmiş olan meşrutiyet devrine ait Osmanlı tarihlerinde menşe hcikkmdaki izahların kıymetini hemen hemen, sıfıra indirmiştir. Bundan dolayı, Tahir Harim^’nin Mezhepler Tarihi’ni de bu noktai nazardan tadil ve ikmal edilmeye muh­ taç telâkki ediyoruz. 13)

Şiî

hukukuna dair Garp şe Şarkta birçok

neşriyata tesadüf ediyoruz. Bu eser mevzuunun ala^kası nisbetinde onlardan bir kısmına temas etmiş ve Şiî fakihlerile Sünnî fakihleri arasındaki şiddetli mü­ nakaşaları izah etmiştir. Bunlardan bilhassa son de­ virlere ait bazı eserleri zikredelim : Mehmed Abdod : Medenî Hukuk Dersleri (farisî) 1936. Şeyh Abdol-Kerim : İslâm Hukukunun Prensipleri (arabca). Adle : İran Medenî Hiîkuku (farisî, Tahran), -Ahun^ Molla Mehmed ; Teşrihi Usul (farisî). Alem Ahbaba, Ghavaed, Fegh : İslâm Hukukunuıt Prensipleri (farisî). A li Ghazvinî, Siahge Oghoud : Mukavele Düsturlar (arabca). Amirian ; Dans quelle mesure le droit civil iranif;^.; s’est-il inspire du Code civil francais ? (fransı?cja)


MEZHEP CîiiPaiîYAm.ARI

Amirian : Le rnouyement mariage (fansızca). Emir Süleymanî

257

legislatif en İran et le

Ija formation et ,les

effets

des

contrats en, droit iranien (fransızca). Ansari Şeyh Murtaza, Matâdj er : Ticaret (arabca). .Ansari Şeyh Murtaza, Mekâşih : (Mukaveleler). Arthur Clıristensen :

L ’emph'e des sassanides, le

peuı>le, rsitat la Cour (fransızca). Dari, Ziyiaeddin : Felsefe (farisî). Eghbal - Abbas : Hanedanı Nevbaiıtî (farisî). İsfahanı, Muhammed Taghi : Ahd (mukavele) (arabca). Habib Ollah Rachty : Bidaye (îslâm Hukuku Hak­ kında Eser) (aralica). Hüseyn Tahranı : Le Stat\.ıt de la femme mariee en droit chiite (en français). Kâzım Yezdî, : Haşiye (İslâm Hukuku Hakkında Eser) (arabca). Mir Feth ; Kavâid (Şiî Hukukunun Dair Eser) (arabca).

Prensiplerine

Mohagegh : Şerâyi' (Şiî Hukukuna Dair Eser) (arab­ ca) . Mosaddegh ; Testanıent en droit musulman. M. Haşan Necefî : Cevahir (Şerâyi’in Şerhi) (arabca). Şangaladji, M, — Delaili S^dad (İslâm Hukuk PrenŞama4 Talaghanî ; Manatı-Ahkâm (İslâm Hukuku) (arabea), 17


258

TÜRK TARİHİNDE

Hadi Tahranî : L ’institution du droit d’option (en arabe). 14)

Orlaasyada ilk Mistisizm.—Türk mistisizminin

köklerini Ortaasya samanlığında aramak

lâzımdır.

Bununla beraber Avustralyamn totemciliği gibi ora­ da, eşya ile canlı mevcutlar ve insan arasında cevheri bir birlik ve bütünlük fikrile karşılaşmıyoruz [ 1 ]. Cevheri birlik fikrinin yalnızca Levy-Brühl tarafın­ dan iddia edildiği gibi iptidaî insana mahsus olan mantıktan evvelki bir nevi zihniyetten ileri gelmedi­ ğinin; onun daha umumî ve beşerî bir esası olduğu­ nun en büyük delili buna yakın bir (ittihat) fikrinin orta zaman büyük feylesoflarında, hattâ yirminci as(1) Şamanizm hakkında (Sierozewski) Dinler Tarihi Mec­ muasında fransızca iki makle neşrettikten sonra (1900 - 1901), bunları tashih ederek genişletti ve almanca kitap olarak çıkar­ dı. Bu birinci tetkik, Annee sociologiquete (cilt 7) Marcel Mauss tarafından tahlil ve tenkit edildi. Radloff, (Aus Siberien) in ikinci cildinde (S. 1 - 68) Altaylılarda Şamanizmi tetkik etti. De Saussay’m almanca 1926 tabmda Şamanizme ait zengin bir fasıl ilâve edilmiştir. J. Hasting’in Dinler Ansiklopedisinde Şa­ manizm hakkındaki fasıl bunlara yeni malûmat ilâve etmekte­ dir. Bütün ırkların mitolojisi adlı seri içerisinde (Uno Holmberg) in (Finno - Ugrig Şiberian, Boston 1926) adlı eserinin yirmi birinci fash Şamanizm ve Totemizm’e aittir (S. 496 - 523). Rusça-Şamanizme dair (Kuznitsov) ve (Chachkov) ve ilâh... nm birçok eserleri varsa da şimdiki halde onlardan istifade edile­ memektedir. Macar âlimlerinden (Meysaroş) un Çovaşlar ve Çermişlere ait eserlerinin içerisinde ve diğer etnoğraflarm eser­ lerinde Şamanizme ait malûmat bulunuyor. Ziya Gök Alp bu eski Türk dininde Totemcilik görmekte ve bu fikrini Hubert ve Grenard’a istinat ettirmekte idi. (Eski Türklerin dini. Darül­ fünun Edebiyat Mecmuası, Sayı 5). Fakat çok tereddütle mü­ dafaa edilen bu fikrin bütün delilleri Totemizmi değil, yalnız bir nevi Zoolatrie izlerini göstermeğe yararlar.


MEZHEP CKREYANLATII

259

rın bazı büyük mütefekkirlerinde [ 1 ] mevcut oluşu; eşya ile aslî bh' (beraberlik) hissinin çocuk rulıiyatında görülüşü [ 2]); nihayet «eşya ile bir olma» hissini doğuran (kendinden geçme) halinin umumîliği (3) dir. Binaenaleyh Türk mistisizminin bu ilk şeklini tetkike başladığımız zaman onu içtimaiyatçılar gibi geriye kalmış bir cemiyet devri müstahasesi olarak değil; fakat muayyen tarihî bir teşekkülün içerisinde kendine mahsus vasıflar kazanmış olan insanı bir tecrübenin izleri olarak göreceğiz [4]. Şamanizm Grönlandtan Siberya şarkına kadar uzayan geniş bir saha üzerinde birçok Türk - Moğol kavimleri, hattâ Laponlar ve Eskimo’lar arasında müşterek olan bir sihri din sLstemidir (5). İslâmlık ve hıristiyanliğm tamamile sokulamadığı yerlerde mevkiini muhafaza eden bu din, onların girdiği yer­ lerde bile ikinci plânda devam etmektedir ( 6). Seldzinci asırdanberi Türkler arasında yayılmağa başlıyan Bouddhisrne, Manicheisme, İ.dâmiyet, nüıayet Rusya vasıtasile sokulan hıristiyanlık tesirlerine rağmen bu (1) Bergson ve Janmes’ten çok kuvvetli mistisizm tema­ yülü Rııdolph Steiner'de göııilınektedir. (2) Piaget, «Çocukta âlem tasavvuru», «Çocukta hüküm* ilâh.... adlı birkaç eserde çocuklardaki animisme’i ve iptidaî ile ItKJnzeyİslerini anlnatrr»a)î.tadır. (3) Maraziyatçilardan bagka normal ruhiyatçılar, bediiyatçılar da bu kendinden, geçme, istiğrak ve vect hallerini mütalea etmektedirler. Meselâ (IClagçs : Carakterologie). (4) Birçok etnoğraflar ve bilhas.sa Prazer bu izah tarzına daha fazla temayül etmiş, fakat iptidaî ile çocuk arasında yap­ tığı tehlikeli yaklaştırmalarla hataya düşmüştür. (5) J. A. Mc, CuUoch ; Shamanism (Ancyclopedia of Religion and Ethic. James Haçtings). (6) Ziya Gök Alp : Eski Türklerde din (Darülfünun Jkîebiyat Mecmuası, sayı 5).


260

Tü r k t a r ih in d e

din kuvvetini kaybetmemiştir. Çünkü Şamanizm bütün bir Pantheon’a malik olan dinler gibi yabancı itikatları tophyan geniş bir kayıtsızlık hali göster­ mektedir. Bu itibarla ona Türk Paganisme’i deni­ lebilir. Orada en vazıh olarak görünen vasıf gök taba­ kaları, ahret ve mabutlar âlemi ile zengin bir «çok ilâhçılık» yamnda, yine aynı zenginlikte bir (Natürizm) in devam etmesidir (1). Bmıdan dolayıdır ki şamanizmi ,evelce gördüğümüz gibi kozmogonisi, üsture ve lejandlarile beraber tamamen eski Hint, Yunan ve Roma dinlerile mukayese edebiliriz. İşte eski Türk mistisizmini bu mudil ve oldukça mütekâ­ mil dinî sitemin içerisinde aramak lâzımdır. Şamanlar Magico-Medical vazifelere malik olan din adamlarıdır ( 2). Samoyetler ve Ostyaklarda irsî, hususî bir kabiUyete tâbi olan bu vazife Tunguzlar> Yakutlar ve Altaylarda yarı irsî, yarı kazanılmış bir vasıftır 3) Şaman, umumî kurbanlar ve aile kurban­ larında hazır bulunur. Fakat tabiî âlemle teması sa­ yesinde diğer insanlardan farklı ve yüksek bir ru­ ha maliktir. Bu ruh ona fevkalâde bir kuvvet verir. Diğer insanlar üzerinde hâkimiyetini temin eder. O, bınm, çok yorucu ve uzun bir dinî minsek sayesinde (J)^Ziya Gök Alp : Eski Türklerde İçtimaî teşkilât. Bea Ziya Beyin filerinden ayrılarak Türk ıiatürizmini onların çift­ çilik üzerine müesses devletçi ve teşkilâtçı olmalarında görü­ yorum. (Es. Maarif Nazırı Raşit : Türk âlemi). (2) J. H. Mac Culloch ; Shamanism maddesi (ayni kitap). (3) Şaman tâbiri muhtelif yerlerde deği§ir ; Siberya Türk­ lerinde (Soyok), Eskimolarda (Angekok), Laponlarda (Noide), Samoy etlerde (Tadibca), diğer bazı Türk kavimleri arasmda <Kam) ismini alır. Fakat vazifeleri az çok birbirinin ayııtdir.


MeZHEP CSREYANL.^1

■ 261

ktUtannııştır. Bunlar, Şamanın vect ayinleridir. Şa­ man, kendi kendisini delı§\^t içine koyan ve çok glirüîtiüü; yorucu olan bu âyin esnasında bir nevi is­ tiğrak haline girer, kendinden geçer. Eşya ve mah­ sûs âlemle bütün temasları kaybolur ( 1 ). Bu âyinler esnasmda taşkmhğımn fazlahğından bazan gamanların öldükleri hile vâkidir. O artık ha­ kikî manasile bir extatique’tir. Telo'ar kendine geldiği zaman diğer insanlara bu manevî yükselişin ve yu­ karı âlemle yaptığı bu (ittihat) ın safhalarını hikâye eder. Vect âyinleri Şamanlar için birer (Miraç) tır. O sırada Şamanları taşıyan bazı mevhum hayvanlar ye sandallar farzedilir ( 2). Âyin esnasında taşkmhğz arttıran en mühim vasıta davuldur. Davul bu istiğ­ rak âyinlerinin esaslı ve Şamanlann başlıca rüknü­ dür. Davullarm üzerine mabudun timsalleri, Ştimam göğe götüren hayvanlar ve sandalların resimleri ya­ pılmıştır (3). Şamanlann vect ve istiğrak içinde yu­ karı âlemle birleşmeleri tamamen eski Yunandaki (Eleusis) misterlerini hatırlatmaktadır (4). Akde(1) Profesör Dumezil ; Dinler tarihi notları (Darülfünun) 1928 : Şaman ihtilâç içinde köpürerek yüzü siyalılanıp ihtilâç halinde bitap düşünceye kadar döner, ilâlî...» (S. 239^). (2) Şamanlann (Barak) denilen bu mi-ihayyel hayvanı iie İslâmiyetteki miraç hayvanı olan (Burcilt) arasındaki ayniyet üzerine Ziya GÖk Alp na:-uırı dilîkati celbetmigti. Kanatlı arslaıı demek olan (Sphinx) i de burada zikredebiliriz. (3) Profesör Dumezil : Ayni eser (S. 238 - 24Û) İsLâmiyetten sonra Türkler miraca ait bazı eserlerde ayni resimleri yapfrüiğa devam ettiler. Meselâ (malizeni esrar) resimlerinde bu görülüyor, (Pavet de, Courteille tei'cüme tab’ı) eski Yunanda aliireti geçen Serbere’in sandalı meşhurdur. (4) Victor Magnien : Les mysteres d’Eleusis-Pocyat, 192ü. Bu mevzu h^ltkmdş Goblet d’Alviella, Loisy’nin eserlerinden


262

TÜRK TARİHÎNDE

niz mistisizmine temel olarak gösterilen bu eski Yu­ nan misterlerî gibi, Şamanlann bu Miraç âyinleri de Ortaasya mistisizmnin inkişafında temel vazifesini görmüştür. Etnografların iddiasına göre Samanlık Yukai'i Asiya, Yukarı Avrupa ve Amerikanın birçok kavinıleri arasında müşterektir. Suz’da Medyalıların hattı mihi mahkûkeleri arasında Şaman sihirbazlığına ait kelimeler bulunmuştur (1). Eskimolarda Samanlık (tun-gha-lık), merkezi Eskimolarda ( Angakok ) (cemi ; Angakut) isimlerini alıyor. Angakok’lar Grönland Eskimolarına kadar uzanıyor (2). Vambery Türkler arasındaki eski Bizans Sefiri Zemark dan naklen Sak - Uygurlarda tambur oyunları, ateş dansları gibi ameli Şaman âyinlerine ait uzun bir seri kaydediyor (3). Budizmin kabulünden evel Şamanısonra yazılmış olvıp en terkibi kitaptır. Eski Yımanda bu Eleusis’ten başka ikinci ehemmiyette daha pek çok misterler vardı. Tenasüh fikri, ruhların muhacereti, yukarı âleme yükseliş, tekrar iniş, Inltiation merasimi, sırrı lisan ve semboller, ilâiı... gibi bütün tsferrüatmı Şamanizmin misterlerinde de bulmak kabildir : Alaska’ da Şamanlar bir Korporasyon teşkil ederler. Hususî, gizli bir lisanları vardır. Bunlarm mistik lisanını Rus âlimlerinden Bogoroz tetkik etmiştir. Ortaasyada 8 - 9 uncu asırda Maniheİ2miıı yayılmasına karşı Şamanlann mücadele yaptıkları malûmdur. Fakat birçok yerlerde hâkim .mitolojiler­ den bazı mabû-t isimleri almak suretile Şamanhk devam etmiştir: İskandinavyada olduğu gibi. (1) Sierozevski : Yakutlarda Şamanizm (Revue d'histoire des Religions - 1900 - 1901). (2) J. H. Mac Cullo.ch : Evvelce ziki'edilen makale, (Shamanism). (3) Vambei-y : Türkische Völker.


MEZHEP CEREYANLARI

263

lik Cengiz sarayının resmî dini idi. Orada (Kmn) 1ar İ3üyük bir nüfuza sahiptiler (1). Ziya Gök Alp’a nazaran, pek farklı şartlar içe­ risindeki zümreler arasında yayılmış olan, bu itikat sisteminde (din) ile (sihir) i ayıracak olursak, bir tarafta bir nevi animizm den ibaret olan Şamanhğı, diğer tarafta mabutlar ve kâinat sistemine malik olan (toyonizm) i görüyoruz. (2). Gerek sihir, gerek din şeklindeki bütün itikatlar ve minsekleri - - mis­ tisizm izlerini bulabilmek üzere - gözden geçirelim . Yakutlar, insanın ölümünden sonraki kaderi hak­ kında pek müphem bir fikre maliktirler. Böyle bir sual onları kuvvetle alâkadar etmez. Cennet ye ce­ hennem hakkında esaslı mefhumları yoktur. Öbür âlem hakkındaki telâkkileri Yunan veya Arap mito­ lojisinde olduğu gibi şeni (reel) ve mahsûs unsurlar­ dan yapılmıştır (3). Aralarından çoğu, hattâ gele(1) Sierozevski ; Ayni makaleler. - Hovvorth’un ve M. D ’Ohosson’un Moğollar tarilünde tafsilâtım görüyoruz. (Birin­ cisinin ilk iki cildi AbdürAhed Davut Efendi tarafından ter­ cüme ve Devlet matbaasında tabedilmişür 133'L Leon Cahun, Gök Bayrak ismindeki tarihî romanmda Cengiz ile Gökçenin münasebetini anlatırken bu malûmata istinat ediyor. (2) Ziya Gök Alp : Eski Türkirde Din ; (Darülfünun Ede­ biyat Fakültesi mecmuaları. Sayı 5, 1332). (3) Sierozevski : Ayni makale, Radlof : Aus Siberien (Cilt : 2). Yunanîlerde ateşten bir nehri geçen sandal, Serbere, öteki âlemin menkibeleıû sembolden âri ve tamamile reel'dir, Kur’andaki cennet tasvirleri de ayni mahiyettedir. İslâm mu­ tasavvıfları cebrî tefsirlerle ona sembol mânası vermeğe çalış­ makta iseler de, tefsii'leri bir tarafa bırakarak, Kur’anm metni okuı^ıacak olursa vaziyet anlaşıhr. Bedreddin Simavî, «Varidat» mm baş titrafmda şöyle söylüyor : «Umuru ahiret cühelânın zu’mettikleri gibi değildir ; âlefni emr, âlemi gayb, yani âlemi melekûttur. Cennet hur, kusûr, enhar,... ve emsali şeyler maa-


264

TÜRK. TARİHİNDE

cek hayatı bile düşünmezler. Bütün animistler gibi tekrar eski yaşadığı toprakları etrafında dolaştığına ve insanları rahatsız edeceğine kanidirler (1). Ruh hakkmdaki tasavvurları tamamile maddî ve mahsus eşya tasavvuruna bağlıdır. O, insandan ayrı, ağırlığa ve mekâna maUk olan bir mevcuttur. Fakat, bu fer­ dî ruhların üstünde yukarı ve aşağı göklerde büyük cetlerin mahutlaşmış olan ruhları vardır. Onlar da diğerleri gibi her şeyden evvel maddî bir varlığa ma­ liktirler. Yerler, içerler, kızarlar, bütün beşerî ihti­ raslara sahiptirler (2). Onlarla insanlar arasında ha­ zan dostça, bazan düşmanca birçok münasebetler vardır. Fakat bütün bu münasebetler beşerî mahiyet­ tedir. Tıpkı eski Yunan veya Romada olduğu gibi bu münasebetleri tanzim eden aşağı ve yukarı âlemler arasmda elçilik yapan kâhinler, illumine adamlar, yani Şamanlardır. Şaman inziva halinde mağaralar ve gizli höcerelerde yaşar. Bu yalnızlık içinde de­ vam eden vect ve istiğrak temrinlerile kendisindeki extatique hassaları kuvvetlendirir. Şenî ve mahsûs bir hayat yaşıyan bütün insanların yerine o, görül­ meyen âlemle teması temin edebilecek vaziyeti ka­ bul etmiştir. Şamanlar, titreme, bayıhna, kendinden geçme şekillerinde tezahür eden bu hyperemotivite nii zahiresine münhasır, değildir, ilâh...

(Musa Kâzım Efendi

^erctimesi-)^^ (1) Bu rulılarm muhacereti fikrinden başka, Şamaniznıde tenasüh fikri de vardır ki, bu suretle onu birçok Arya dinle­ rindeki misterlere benzetmek, mümkün olur. (2) îlyada da. Hindin (Mahabarata) lannda veya Cermenlerin (Valkiri) ve (Nibelungen) lerinde mabutlai'in ihtiraslarile insanların ihtirasları nasıl muvazi iki âlem tegkil ediyor; ve zaman zaman temasa geliyorsa, eski Türk dininde de mabutla­ rın hayata ayni surette tasavvur edilmekte idi.


MEZHEP C0REYANLARI

265

istidaları sayesinde sihrî ve sırrı kudretlerini elde ederler. 15) Şark membalarına göre şamanizm.—Bu membaları ilk defa Ziya ve Fuat Beyler tetkik ettiler. Zi­ ya Beyin umumî tahminlerinden sonra Fuat Bey, Şa~ manlığm İslâmî tarikatler üzerindeki tesirini araştır­ dı (1). O zamana kadar Alman etnograflarının eski Karya, Likya, Paflagonya itikatlarının bakiyesi diye gördükleri ( 2) tahtacılık, kızılbaşLk itikatlarile Türk şamanizmi arasında münasebet aramak yoluna bu suretle girilmiş oldu (3). Fuat Bey bilhassa Yesevîlik üzerinde Şamanlık tesirim araştırdı. «Zehebî» tarihinden naklettiği bazı malûmata dayanarak Rufaiye (Ahmediye) tarikati üzerinde tesiri meselesine temas etti. Fakat, gerek İslâm tarikatleri, gerekse Anadoludaki bazı kapalı mezhepler üzerindeki tesir meselesi henüz tamamile aydınlanmış değildir. Islâm membalarmda şamanizm dini, (Şemeniye), (semeniye) şeklinde geçer (4). (İbni Nedim), «Filırist» inde Maverâünnehir halkından çoğunun (Se­ meniye) dininde olduğunu yazıyor (5). «Mevakıf» şehrinde bu isim hakkında garip malûmat görülü(1) Köprülüzade M. Fuat : İnfluence du chamanisme turco - mongol sur les ordves mystiques musulmans, 1929. (2) Ltıschan. (3) Yusuf Ziya : Hayat ve İlahiyat fakültesi mecmuala­ rında makaleler. (4) Bu kelime islâm membalarmda (semeniye), (şemeni­ ye) ve (semenniye) şekillerinde görülmektedir. (5) Fihi’isti İbni Nedim (Köprülü Kütüphanesi, No. 1134). BarÜıold bu kelimeyi budizm zannetmiştir. Fakat Elbirunî’nin metni bunun hatasmı gösterir : (Barthold : Ortaasyada Hıris­ tiyanlık, Türkiyat Mecmuası, Cilt I., Slı, 56).


266

TÜRK TARİHİNDE

yor (1). Daha esaslı haberlere Elbirunî’nin (Kitabı maliF Hind) inde raslıyoruz. Ona göre Türk memle-* ketlerindeki budizm Iiintten çıkmış olup, ondan evvelki din (Şemanîlik) idi (2). Kazvinîye göre «Cem» âyininin menşei iptidaî Şamanlık ve Kam merasimidir (3). Bu mukayese bizim Eleusis misterleri ve Cemşid ile yaptığımız mukayeseleri hatırlatır. Samanlıkta gördüğümüz bu iptidaî ve mevziî mistisizm ile Anadolunun kapalı mezheplerinde raslanan iptidaî mistisizme ait te bazı mukayeseler ya­ pabiliriz. Yus\îf Ziya Beye göre kızılbaşlardaki (Sa' hip ve Musahip) âyini, iptidaî cemiyetlerdeki dühûi (întiation) merasiminin devamıdır (4). (İmam Cafer menakibi) ne nazaran ; «Tâlip günahını saklarsa ta^ rikati âliyede kezzaptır. Yol haini, iman uğrusu olur. ^ Aman kardeş, günalıını saklamayıp derdini söyle. Karanlık kabi‘e koma, burada söyle» (5). Şu kadar var ki mistisizmin en umumî karakter­ lerinden olan bu 'melâmet (humailiation) telâkki­ sinin Anadolu mezheplerinde olduğu gibi eski Şamanlılıkta da aynen bulunduğuna dair bir malûınatunız yoktur. Aleviler kendilerinde üç nevi ruhun bulundu(1) ^Şerhi Mevakif, (Matbaai Âmire, Sh. 49). (2) Ebu Reyhatı-el-Birıınî : (Kitabü-malil~Hixıd). Elbirunî burada budizmi (Buciasef) olarak zikrediyor, Şamanizm içia de «Horasanlalar buna Şemenan derler» diyor. (3) Kazvinî : Asarül-Bilâd (H. 394). (4) Yusuf Ziya : îlâhiyat fakültesi mecmuaları. (5) İmam Cafer menakibi. (Ankara Umumî Kütüphanesi 'Tasavvuf. No. 86). Yv»suf Ziya Beyden naklen.


MEZHEP CEREYANLARI

267

ğunu kabul ederler. Bunlar Yakutların (İşşir=;eş), (Çor) ve (Kut) dedikleri ruhların karşılığı olabilir. Alevîlere göre yatırların (^evliyanın) bulunduğu dağ, tepe ve ormanlar mukaddestir. Başkırtlar nazarında da eskiden rüzgâr, ağaç, dağ, nehir, v. s. birer Tanrı idi (1). Başkırtlarm bir kısmı balıklara, turna kuş­ larına, bir kısmı da odun parçalarma toparlardı (2). Bugünkü Siberya şamanizminde ayının mukaddes hayvan addedildiği görülüyor. Nitekim Anadolu Alevîlerinde ağaç ve ayının mukaddesliği görnknektedir. Bütün bu neviden mukayeseler, eski Türk di­ ninin içinde ancak mevziî bir rolü olan iptidaî mis­ tisizmin islâmdan sonra da gizli mezhepler halinde devam ettiğini göstermekten başka bir şeye yaramaz­ lar (3). Şamanlar ( = Kamlar) la Alevî babaları arasın­ da daha yakından bazı mukayeseler yapılabilir : Aybek baba, Burak baba, Geyikli baba, ilâh... gibi bazı babalar hakkında Selçukî tarihlerile Mahmud-ülAynînin (İkd-ül-Cümman) ında etraflı malûmata Taşlanmaktadır (4). 16) Tasavvufun Şiîlikle münasebeti olduğu ve bazı mutasavvıfların «mütcşeyyi’» oldukları görülü­ yor. Fakat bu vakıayı tamim ederek tasavvuf Şiîlik(1) Ahmed İbni Fadlan) seyahatnamesi. (2) Yakutu Hamevî : Mu’cem-ül-Büldan. Cilt 2, S. 38, (3) Anadolu alevîliği çok mudil tesirlerin mahsulüdür. O rada eski Anadolu akvamı, İslâm, Acem, v.s, tesirlei'ini hesaba katmalıdır, (Pir divanı), (Cem âyini) ve (Erenler meydanı) bu mudil rnystique tesirlerin neticesi olup, doğrudan doğruya (ŞaTnanizm) le mukayese kabil değildir. (4) Bu eserden ilk defa Hüseyin Hüsamettin Efendi «A masya tarihi» nde mvıfassal olarak bahsetti.


0(38

TÜRK TARİHİNDE

ten çıkmıştır ve her ikisi de İran tesirinin mahsulü­ dür demek doğru olmaz. «Ehli Sıffe» ve ilk safîlerle mutasavvıfları kat’î hudutla ayırmak da kabil değil­ dir. Tasavvuf hareketi oldukça eski zamanlara kadar iniyor. lîenüz yeni eflâtunculuk. Yunan felsefesi^ kabalizm ve İran tesirleri kendini göstermeden evvel de tasavvuf hareektini görüyoruz. Bu ilk mistiklerin eserlerinden ziyade rivayetleri ve menkıbeleri kalmış­ tır. Haşan Basri (111 - 121) Medinede doğdu, Basraya muhâceret etti. Sonradan Kaderîlerin reisi Ma’bed Cühenî ile teşriki mesaî etti. Mevaig> Teîsb% Kesâil gibi eserleri vardır. Zürmûn Mısrî (2 ^ - 180) Mısırlıdır. Hayatı tamamen malûiTi değildir. Rivayete göre Rüknü ekber ve Sika adlı eserlerin sahibidir. Ilâris Muhasibi Aneze kabilesindendir ve Arabdu'. (165 - 243) İmam âzamla beraber çalıştı, Eîaye, Elmekâsip, Vesaya vesaire gibi birçok tasavvufî risa­ leleri vardu’. Tasavvufa helenistik tesirler ancak li.akim Tirmizî’den sonra girmeye başlamış ve bu hususta Fârâbinin büyük rolü olmuştur. Şiî veya müteşeyyi’ sufiİerle Sünnî mutasavvıfları ayırmak lâzımdır. Hattâ bu bakımdan İslâm Ortodoksluğundan az çok ayrılan Kef~fiJ^ir hareketine Şiî veya Şiîlik ve Bâtınîlikle alâkalı demek hiç doğru olmaz. Çünkü bizzat İslâm felsefe cereyanlarından bir kısmı asla Bâtınî olmadık-, lan halde bu inlıirafı göstermektedirler.


ÎÇİNDEKİLEK S alılfe

Mukaddeme Birkaç sÖz Türkler arasında Islâmiyetin intişarı ve Şiîlik cereyanları Alevîlerin mühim faaliyete geçmeleri ve Türkis­ tan Alevî dâîlerinin yayılmaları Selçukîler devrinde ( Şiai Bâtıniye ) nin mühim faaliyetleri Şiai Bâtıniyenin Moğol ve Türk aşiretleri arasın­ daki telkinleri İlhânîler devrinde Şiai Bâtmiye Şianm ilim sahasında da mücadeleye girişmesi Ortaasya Şiai Bâtmiyesi : Şamanizm Şamanizm haricinde kalan dinlerin karşısında Türkler Şiai Bâtmiye dâîleri karşısında Türkler Abbâsîler devrinde Alevîler

5 13

20 50 56 66 91 97

1Û>4 113 123 12T


270

Tü r k , t a r îi -iîn d e Sahife

Mısır Fatımîleri ye Aleviİerin Panıir teşkilâtı Selçukîler devrinde Şiîlik Anadoluya hangi yol­ lardan geldi Yedinci ve sekizinci hicret asırlarında Anadoluda Şiîlik Timurîler, Akkoyunlular, Osmanhlar devrinde Şiîlik Anadolu Şiîliğinin çok mühim iki cephesi Osmanh İmparatorluğu devrinde Şiîliğin tahri­ katı ile çıkan isyan ve ihtilâller Yeniçeri ocağının Bektaşi ocağı haline sokul ması Şiî dâîleriniıı Osmanlılara karşı tahrikatı Kanunî Süleyman zamanında Şiî ihtilâli Şiai Ula — Şiai Muhlisin (Ehli sünnet ve ce" maat) Şiai Bâtmiyenin menşe ve akideleri Notlar 1) îsUiînm Horasanda intişarı sırasında Muhitler 2) Mazdeizmin edebî faaliyeti 3) Pehlevî eserlerinde tercümeler 4) Arab istilâsından evvel İranda dinî mezhepler 5) Manilerin İslâmiyetten sonraki tesirleri ve aleyhlerindeid neşriyat' 6) Manileri müdafaa eden eserler 7) Mezdek ve Mani dinlerinin İslâmdan evvel Arablar arasında intişarı 8) İranda mezhep hareketleri 9) İran mezhep hareketleri baklanda başlıca Şark menbaları 10) Kabalizm ve hurufî edebiyatı

136 144 161 165 179 205 213 217 221 227 220 237 239 239 241 242 245 247 24S 249 249 231


MEZHEP CEREYANLARI

271 Sahiffc-

11) Hurufî ıniftahı 252 12) Osmanlı İmparatorluğunun teşekkülü mes’elesi 254 13) Şiî hukukuna dair yeni Garp ve Şark men- • baları 255 14) Ortaasj^ada ilk mistisizm (Şamanilik) 258 15) Şark menbalanna göre Şamanizm 265 16) Tasavvufun Şiîlikle münasebeti 267 Fihrist 269

Ahmet Sâit Matbaası


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.