İçindekiler:
Giriş:.......................................................................................................3-4 Pentagram Sembolü Hakkında:..............................................................5-6 Yeraltı Yazıtlar:........................................................................................7-8 Gulyabani Yazmaları:............................................................................9-10 Otopsi Raporu:.........................................................................11-12-13-14 Yeraltı Vizyon............................................................................15-16-17-18 İllüstrasyonlu Şiir (Noktürn)...............................................................19-20 Geçmiş Zamanın Korku Anıları:..........................................................21-22 Yazar/Çizer Kadrosu Kapak İllüstrasyonu: “Eren Ersoy“ Gulyabani Yazıtları: “Mehmet Berk Yaltırık a.k.a. Son Gulyabani“ Yeraltı Yazıtları (Kitap İncelemeleri): “Nurullah Karapınar“ Editörden, Otopsi Köşesi, İllüstrasyonlu Şiir: “Yusuf Gürkan“ Nostalji Köşesi: “Rafet Gürkan” Yeraltı Vizyon Köşesi : “Yasin Çevik” Sayfa aralarında ki minik karikatür ve Doodle’lar: Yusuf Gürkan Yeraltı Fanzin tam bağımsız bir kuruluştur. Gönüllülük esasına göre çalışmalarını sürdürür. Siz de yazar olarak katılmak isterseniz: “undergroundfanzine@gmail.com” adresine e-posta yoluyla başvurabilirsiniz. yeraltifanzine.blogspot.com.tr - e-Dergi formatında indirebileceğiniz Blogger adresimizdir.
Sayı:1 Korku ve Yeraltı Kültürü Yayını
Selamlar ve dostça sevgiler pek kıymetli okuyucularımız. Biz 5 kafadar bir fanzin oluşturma fikriyle yola çıktık. Sonra ne mi oldu? Tasarım aşaması, yazım aşaması, çizim aşaması, yazıları toplaması derken bir hayli uzun sürdü. Şu an bunu yazarken önümüzde baskı ve dağıtım gibi birkaç aşama daha var. Sizler okurken keyif aldıysanız ne mutlu bizlere. Öncelikle Yeraltı Fanzin; Korku Kültürü, Metal Müzik ve Yeraltı Müzikleri, filmleri, edebiyatı ve türlü tekinsiz konuda faaliyet gösteren bir yayındır. Yalnızca sanat var içinde. Kitaplar, müzikler, edebiyat, filmler vs. gibi. Tabi ilk başta bu konularla ve Underground mevzularla, korkuyla ilgili bir imajımız olduğu için belki de bizden korkup tırsılabilir. Sorun yok, bu tıpkı bir korku filmine gitmek veya korku romanı okumak gibi. Oluşturulmaya çalışılan hava yalnızca; “Şaşırtmak ve şok etmek” üzerine. Tıpkı Slayer’ dan Tom Araya’ nın dediği gibi. Korku ve Şok. Yani tırsmanıza baygınlıklar geçirmenize gerek yok. Bizler kimler miyiz? Tabi ki daha önce çeşitli platformda birbirleriyle yazmış çizmiş insanlarız. “Mehmet Berk Yaltırık a.k.a. Son Gulyabani” yakın dostum, Hayalet ve Gölge e-Dergi’ de yıllarca beraber yazdık. Tabi kapak illüstrasyonunu çizen “Eren Ersoy” da aynı şekilde. “Yasin” ise kadim dostum. “Can dostum güzel İnsan” dediğim ve “Düşsel Atmosfer” adlı Bloğumuzda birlikte yazdığımız bir dostum. “Nurullah” abi ise “Oyun Lobi” ve “The Pack” zamanlarında birlikte kalem oynattığımızı değerli üstadım. Birde çaycı “Eray abi” var o ise; ofisimizde oturup yazılara, çizimlere dalmışken. Bize çay getiren vefakâr abimiz. Kendisinin surat-ı şerifleri “İçindekiler“kısmının hemen altında İllüstrasyon olarak yer almakta. Evet korkutucu bir tip, saç sakal dağılmış ama biz ona alıştık. Korkunç simasıyla bir “Çaylaar” diye kükreyişi var ki ödümüz kopuyor. Kaç yıllık korku yazarıyız. Hala aniden ortaya çıkıp. “Çaylaar” diye kükremesine alışamadık. Resmen ürpertiyor bizi bu adam. Biz yazıları çizimleri hazırlarken, kendisi Yeşilçam filmlerine dalıyor. Geçen ofiste tek kalmış. Geldiğimizde Emrah filmi izliyordu. Bize bir döndü ki, ağlamaktan gözleri şişmiş. “Abi ne iş?” dedik. “Hisli adamım ben karışmayın bana” dedi. Üstüne üstlük çaylara Bergamot atmış aramızda Bergamotlu çay seven tek kişi Nurullah abi olduğu için koca demliği tek başına içti. Bizde çaysız kaldık iyi mi? :) “Yusuf Gürkan”
Yusuf Gürkan a.k.a. “Kemankeş”: Kendisi tam bir müzik bağımlısı. Bu yüzden babası ona; “Kemankeş” lakabını taktı. Gece uykuda rüyasında besteler duyacak kadar hatta. “Son of North Anatolian Darkness” mahlasıyla müzik tutkusunu hayata geçirir. “Extreme Metal” ve “Türkçe Rock” bağımlısı. Her gün gerekli dozunu almazsa yaşayamaz. “Düşsel Atmosfer” adlı bloğun kurucusu. Bir yandan fotoğraf çeker, bir yandan çizim yapar, bir yandan yazıları yetiştirmeye çalışır. Yeraltı aleminin kafadan sorunlu Saykopat yazarı. Bu aralar kafayı mitolojiyle bozmuş. Bakalım sonu ne olacak? Aylarca evden çıkmadığı duyulmuştur. Asosyallik ve anti-sosyallik eğilimleri içindedir. Sürekli “Burzum” tişörtü giyer. Geçmişte pek çok sitede yazsa da son durağı; “SineÇizgi” olmuştur. Mehmet Berk Yaltırık a.k.a. “Son Gulyabani”: İnternet aleminin korku babası. Yer aldığı hikâye derleme kitaplarını saymaya kalksak ömür yetmez (Bazıları; Gio Ödülleri 2013, Karanlık Sevgililer Günü Hikayeleri vs. gibi çeşitli kitaplar). Gölge e-Dergi’ de yayınlanan hikayelerini; “Gölgeli Öyküler” adı altında kitaplaştırdı. Yedikuleli Mansur’ un yazarıdır kendisi. Tarihçidir, korku ve tarihin kesiştiği alana hükmeder. Kısa korku hikayeleriyle internetin unutulmuş yerlerinde karşınıza çıkabilir. Korku Meddahlığı yaptığı da duyumlar arasında. Son Gulyabanin Yeri adlı bloğu vardır. Orada ikamet etmekte. Zaman zaman karanlık bloğundan çıkarak çeşitli yayınlarda, e-Dergilerde veya web sitelerinde arz-ı endam etmekte. Yasin Çevik: Bozacının şahidi şıracıdır felsefesiyle, Yusuf’ un yanından ayrılmaz. İnternette pek göremezsiniz. Düşsel Atmosfer’ de Yusuf’la birlikte yazar. Yusuf ona daima; “Can dostum güzel insan” demektedir. Yusuf ile liseden tanışır. Kendi yanına çekip. “Bundan Metalci olur he” diye gaza getirip. Kendisini Metalci etmiştir. Türkçe Rock, Alternatif Metal, Senfoni, Opera-Rock, ve Opera sever. Gerilim Polisiye okumayı, Aksiyon ve Gerilim filmleri izlemeyi sever. Osetya’nın bağrından kopup Anadolu’ya kadar gelmiştir. Kopuğun önde gidenidir. Aylarca evden çıkmamasıyla bilinir. En az Yusuf kadar asosyal ve anti-sosyal eğilimler içindedir. Nurullah Karapınar a.k.a. “Redleon53”: Kendisi derginin abisi, büyüğü konumundadır. Oyun Lobi’ de yazmaktadır. Bu siteden önce ise; “Xoyun, Merlin’in Kazanı, The Pack” vs. gibi milyon tane sitede yazmıştır. Türkiye’nin eski oyun yazarlarından biridir. Koyu konsol fanatiğidir. Ara sıra; “Xbox mı Playstation mu?” diye insanlarla tartışmazsa krize girer. Kimseyi bulamazsa kendisiyle tartışır. Play Station 4 Pro’ sunun ses yaptığını iddia etmektedir. Xbox’ını çok sever hatta profil fotoğrafı yapar. Derginin evli ve çocuklu aile babasıdır. Kendisi Gerilim, Polisiye, Dedektiflik ve Suç hatta Korku okumayı sever. Koyu bir “Stephen King” fanıdır. Saygıya önem verir, dikkatsiz konuşanın ağzının orta yerine çarpar bir tane. Eli ağırdır; en iyisi, ona saygısızlık yapmayın, bizden söylemesi. Eren Ersoy: Müthiş, kapağımızın çizeridir. Fantazya temelli çizimler, çizgi romanlar hazırlamaktadır. Kendisini Gölge e-Dergi ve Hayalet e-Dergi zamanlarından beri tanışırız. Çizgi Roman sayfaları hazırlayıp kişisel Facebook sayfasından yayınlamaktadır. Harika; Bilim Kurgu, Fantazya ve Korku temalı çizimlere imza atmıştır. Genellikle Çizgi Roman tarzında çizer. İleride büyük bir çizer olacağı ve önünün açık olduğu her halinden bellidir. Durmadan Çizgi Roman okur, tam bir “Geek” tir. Yazarak değil çizerek kendini ifade eder. Yer altı ortamlarının bir numaralı İllüstrasyon çizeridir kendisi. Metal müziğe özellikle Power ve Heavy Metal’ e kendini kaptırmıştır. Türk Metal’ ine de kulak kabartmaktadır. İşinin erbabıdır. Rafet Gürkan: Kendisi benim babam olup. Genellikle ona Pederbey derim. Gençlik ve çocukluk yılları kitap başında, kütüphane başında okuyarak geçmiş. Nitelikli bir müzik dinleyicisi. Zaman zaman yazılar kaleme alır. İşte bir tanesi burada sizinle buluşacak. Durmadan şaka ve espri yapar Yazarlar arasında sarkastik alaylı bir bakış açısı olan biridir. İflan olmaz musikişinas iflah olmaz çay bağımlısıdır. İlk yazısını zamanında teslim edip Editör’ün gözüne girebilmiştir.
Pentagram Sembolü Hakkında Bildiğimiz manada Pentagram sembolünün ismi Latincedir. Kelime kökeni olarak; Yunanca da kullanılan, Pentagrammon kelimesinden gelmiştir. Ayrıca; Latince “Penta” beş anlamına gelmektedir. Pentagram; kelimesini de kabaca 5 Köşeli yıldız/simge olarak çevirebiliriz. İlk medeniyetlerden beri kullanılagelmiştir. Çok eski ve antik bir semboldür. Yüzyıllar öncesinden beri kullanımı hala sürmektedir. Spiritüalizm de de kullanılan bir simgedir. Bazı spritüal dinlerde kullanılmıştır. Bazen kutsal kitapların süslenmesinde kullanıldığını görüyoruz. (İncil, Kur’an-ı Kerim vs. gibi) Selçuklular; Kur’an-ı Kerim ve Mescitleri süslerken Octagram sembolünü kullandıklarını görürüz. Octagram sekiz köşeli yıldızdır. İslam’ın 8 öğretisinin simgesi olarak kabul edilmiştir. Selçuklular tarafından benimsenmiştir. Pentagram’ ın beş köşesi; doğada ki beş etmeni simgeler. Üst köşe; ruh, diğer dört köşe ise; doğada ki dört elementi simgelemektedir. Pentagram; Asur, Mezopotamya ve diğer pek çok antik uygarlıkta farklı anlamlarda karşımıza çıkmaktadır. Örneğin; Ters Pentagram Paganizm’ de dişi, boynuzlu tanrıçaları simgelemek için kullanılmıştır. Wicca uygulamaların da ise büyü yaparken Pentagram’ ı insanı simgelemesi için, göz önünde bulundurduklarını biliyoruz. Pentagram; aynı zamanda, insanın beş uzvunu gösterir. İnsan vücudunun altın oranını da simgelediği düşünülmektedir. Üst kısmı baş, sağ ve soldaki uçlar; yana açılmış kollar ve alt kısımları ise açılmış bacakları simgeler. Leonardo Da Vinci’ nin de bu simgeyi kullandığını görürüz. Düz çizilen Pentagram; arınma. Ters çizileni ise; davettir. Constantine filminde; Pentagram kolyesini boynundan çıkarıp, kötücül ruhların saldırısına uğrayan karakterin hikayesi gibi de düşünebilirsiniz. Pentagram sanılanın aksine şeytani bir simge değildir. Şeytani amaçlı olması için bazı
farklılıklar gerekir. Bunları yazının devamında sizlere anlatacağım. Çeşitli kültürlerde Pentagram taşımanın, kolye veya takı olarak takmanın şans, bereket, huzur getirildiğine inanılır. Ters Pentagram: Ters Pentagram simgesinde ise; ruhu, insanın kafasını simgeleyen köşenin, aşağı eğildiğini görürüz. En alttaki iki açık köşe ise en tepededir, boynuzlar gibi dikilirler. Bu durumda ise; Kutsal olan ruh ve değerler baş aşağı edilmiştir. Kısaca; kutsallığı, insanlık değerlerinin karşıtı bir semboldür. Ters Pentagram’ ın, çift daire içine alındığı da görülmüştür. Çok eski medeniyetlerde de kullanıldığı görülmüştür. Antik dinlerde de rastlanmaktadır. Paganizm gibi eski dinlerde de yer almaktadır. Kimi dini inanç taşımayan çevrelerce ters Pentagram; Kutsal olanı aşağılamak içinde kullanılmıştır. Baphomet: 90’ lı yıllarda, Şeytani Kilise, Baphomet’ i simgesi olarak belirlemiştir. Ters Pentagram’ a ek olarak, bu sembolün ortasına bir de keçi kafatası eklenmiştir. Kesinlikle yanınızda bulundurmak istemeyeceğiniz bir semboldür. Uğursuzluk getirdiğine inanılır. Bu sembolü ise; çift daire içinde Pentagram, ortasında keçi kafatası ve dairenin köşelerine yerleştirilmiş belirli İbranice harfler ile bu simgeyi tanıyabilirsiniz. Yusuf Gürkan
Baphomet Sembolü Pentagram Sembolü
Ters Pentagram Sembolü
Scott Sigler – “Uyanış” İnceleme Uyanış Amerikalı yazar Scott SIGLER’ın üç romandan oluşan serinin ilk kitabıdır. Romanı bitirince yazar sayfanın arkasına şöyle bir not düşmüş, Sevgili Okur: Zamanınızı ayırıp romanımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Ön yargılı davranmak istemem ama sizden bir iyilik isteyeceğim: Lütfen kitabı sizden sonra okuyacak, hikâyedeki ters köşeleri ve sürprizleri kendi kendilerine keşfetmek isteyecek olan insanları düşünün. Başka bir deyişle şunu rica ediyorum: Başkalarına olay örgüsüne dair, sürprizi kaçıracak ipucu vermeyin. Gelelim romanda ki hikâyeye: Bilinmeyen bir yerde tabutun içinde hapsolmuş bir kız, kendi çabalarıyla tabutun içinden çıkar. Etraf karanlık ve garip bir şekilde tozlarla kaplıdır. Tabuttan çıkan kız etrafında daha başka tabutlarda olduğunu görür ve bu tabutları araştırmaya başlar. Tabutlardan çürümüş çocuk ve kendisinin yaşlarında insanların cesetleri ile karşılaşır. Diğer tabutlarda canlı insanların olduğunu görürü ve onları kurtarır. Hiç birisi isimlerini ve geçmişlerini hatırlamamaktadır. Sadece geçmişlerine ait küçük kırıntılarını hatırlamaktadırlar. Artık bir grup insan olmuşlardır ve diğer canlı kalanları kurtarmak için araştırmalara başlarlar. Bu kişilerin alınlarında tuhaf şekiller bulunmaktadır. Bunlar; boş daire, daire içinde daire, diş daire ve daire içinde yıldız gibi şekillerdir. Aynı zamanda bu esrarengiz yapıdan kurtulmak ve nerede olduklarına dair cevabı bulmak zorundadırlar. Bu kişiler, içinde bulundukları labirentten çıkmaya uğraşırken, daha birçok cesetle karşılaşırlar. Bu zaman zarfında acıkıp susamışlardır. Garip yapının içinde sesler duyarlar ve kendileri gibi kurtulmuş insanlarla karşılaşırlar. Aralarında tartışmalar geçer ve bir kişinin ölümüne neden olacak olaylar örgüsüne girerler. Başıboşluk ve kargaşayı engellemek için oy birliği ile bir lider seçerler.
Yolculukları devam ederken onları yiyecek bulma ihtimalleri ortaya çıkar. Ancak bu yiyecek kaynağı onlar için tehlike demektir. Bu tehlike karşısında ne yazık ki bedel öderler. Lideri sorgulamaya başlarlar bir yandan da verdiği isabetli kararlar nedeniyle ona destek olurlar. Lider tek bir amaca odaklanmıştır, bu lanet yerden kurtulmak. Roman yazarın dediği gibi bir kez daha bizi ters köşe yapıyor, büyüyü bozmak için bunu elbette açıklamayacağım. Bundan sonrası, insanın doğasında olan yaşama içgüdüsü nedeniyle mantıklı kararlar alıp ilerlemekle geçecek. Yazar kişisel ihtirasları ve insanların çaresizlik karşısında neler yapabileceklerini etkileyici bir kurguyla anlatmaktadır. Romanı okurken yazar sizi bu esrarengiz yerde hissettiriyor, olaydaki kişilerin yerine kendinizi koydurup size empati yaptırıyor. Baştan sona sizi bu üst düzey bir gerilim hattında dolaştırıyor. Yazarın kurgu dili çok etkileyici, romanın içinde geçen terimler, tanımlar ve farklı bir evreni anlatımı mükemmel. Öyle bir atmosfer yaratmış ki, adeta sizi oraya bırakıp “hadi bakalım çıkın işin içinden” deyip merakınızı katlıyor. Hikâyede rol alan kişiler tabutlarında yazan isimlerini öğreniyorlar ve bu yarım kimlik tanımlaması sonrasında, gerçek kimliklerini bulabilmek için uğraşıyorlar. Hepsinin bir sembolleri var ve bu sembollerin cevabı ne yazık ki bu romanda öğrenilemeyecek. Eğer serinin ikinci kitabı “Kaçış’ı” alıp okursanız cevabını göreceksiniz. Evet, bilinmez bir yerde 100’ün üzerinde insan hem kurtulmak, hem de açlık ve susuzluklarını giderebilmek için maceraya atılıyorlar. Bu yolculuklarında onları derinden sarsan olayları görüyorlar. Yaşama içgüdüleri tetikleniyor ve hayati kararlar alıyorlar. Ben romanın üçleme olduğunu bilmeden “Kaçış” romanından başlamıştım. Daha sonra gördüm ki, roman üçlü seri olarak piyasaya çıkmış. Bunu unutmadan “Uyanıştan” başlayın. Nurullah Karapınar a.k.a. Redleon53
Okültizm, “gizli ve saklı olanın bilgisi” olarak ifade edilebilir. Latincedir. Gizlemek, saklamak anlamına gelen “occulere” kelimesinden gelen ve “gizli, saklı” demek olan “occultus” tabirinden gelir. “Okült” ise “okültizmle bağlantılı” manasına gelmektedir. Maji (büyü), simya, astroloji, numeroloji, falcılık, kehanet, medyumluk ve benzeri uygulamalar “okültizm”in sahasını oluşturmakta, herkes tarafından bilinen yöntemlerden başka yollarla elde edilen bilgiler olarak tabir edilmektedir. 19. yüzyılın sonundan itibaren ağırlıklı olarak kullanılmış, gizli öğretilerle olan ilişkileri vurgulamıştır. Rönesans dönemine kadar doğaüstünün bilgisine ulaşmadan ziyade, kilise hukukuna ait teknik bir terimken, 18. yüzyılda Latince’den Almanca’ya geçerek “karanlık-esrarengiz” anlamını almış, 19. yüzyılın sonlarına doğru ise bilinen manada Okültizm kavramı oluşturulmuştur. Ayrıca günümüzde okul, kolej yahut üniversitelerde öğretilmeyen konuları genel olarak bu terim altında gruplandırılmaktadır. Bunlar teozofi, antropozofi, Kabala, Gnostik, Gül-Haç Örgütü, I-Ching Öğretisi, Tarot, simya, astroloji, spiritüalizm veya ruhçuluk, rüya yorumlamaları, rabdomansi, radyestezi, kehanet, falcılık, Orakl, kırtasiye ilmi, ebced, cifr, vefk, Havvas ilmi, demonoloji, büyücülük, numeroloji, yoga, fizyonomi, el falı (şiromansi) freneloji, grafoloji gibi kavramlar ve konulardır.
Türkçe’de ise bu kavramı “Gizlicilik” karşılar. Buna göre bütün nesneler (şeyler) tek bir bütünün parçalarıdır ve bu bütünün öteki nesneleriyle gerekli, yönelimsel, zaman-mekândan bağımsız bir ilişki içerisindedir. Gizliciliğe ya da okültizme ait kuramlar, bunu araştırma yolları, bu öğretiyi taşıyan geleneğin asıl konusunu oluşturur. Uygulamalar ise kehanet, büyü ve simya, teozofi bir anlamda Gizlicilik-Okültizm etrafında kümelenir. Gizlicilik, doğanın bilgisine büyüsel işlemlerle varmayı amaçlayan bir inanç olarak da nitelendirilmiştir. Çeşitli alanlarda halktan gizlenmiş bilgileri içeren geniş kapsamlı bir deyim olmakla beraber bilhassa 15. yüzyıl Avrupa’sının bilim arayışından doğmuştur. Geniş anlamında Pitagorasçılık’tan (Filozof Pitagoras’ın evreni sayılarla ifade eden öğretisi) ve Yeni Platonculuğa (Antik Yunan felsefesinin son aşaması sayılan mistik-dinsel öğreti) Yahudi Kabala’sından İslam Tasavvufuna kadar halktan gizlenmiş bütün bir bilgileri kapsamaktadır. Buna göre doğanın bilgisi gizlenmiştir ve büyüsel formüllerle bu bilgi açığa çıkarılmaya çalışılmaktadır. Doğanın bilgisine doğayla değil duayla, inançla, metafizik işlemlerle varılmak istenir. Mini Kaynakça: - Annette von Heinz – Frieder Kur, Gizli Bilimle Ansiklopedisi, Omega Yayınları, İstanbul 2004. -W. B. Crow, Büyünün, Cadılığın ve Okültizmin Tarihi, Dharma Yayınları, İstanbul 2006. - Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975.
Cenotaph Hakkında
Türkiye’den çıkma gerçekten kaliteli Death Metal sounduna sahip güzel bir grup mu arıyorsun? O zaman cevap belli. Aslında Türkiye Death Metal tarzında başarılı ve marka olmuş isimlere sahip. Eskilerden; Suicide, Death Oath vs. gibi hala aktif veya dağılmış gruplardan tut da. Yenilerden Old School Death Metal bayrağını eskilerden devralmış yeni gruplar; “Hellsodomy, Diabolizer ve Engulfed vs.” gibi gruplar sayabiliriz. Pek çok kaset ve CD ortamlara düşüp Metal alemini şenlendirdiler. Yalnız bugün size bahsedeceğim grup baya eski, kokuşmuş ve leş tadında müzik yapan bir grup. Tabi ki başlıktan da anlaşılacağı üzere Cenotaph (Tükçe anlamı “Anıt Mezar” demek). 94 yılında Batu Çetin tarafından Ankara’ da kuruluyor güzide başarılı grubumuz. 95’ te Immortal Life ile yeraltı ağında adından söz ettiriyor. Daha sonra 96’ da çıkan yeri göğü inleten efsane albüm; “Voluptopsy Minced” kulaklarımızın pasını siliyor. Death Metal seven açlık yaşayan bünyeler hemen albüme alışıyor. Lakin bir durum var. Bu albüm Türkiye’ de yapılan ilk Brutal Death Metal Albümü… İstanbul Yeşilkart Stüdyolarında kaydediliyor albüm. O kadar başarılı oluyor ki; Venezuela, Brezilya, Kuzey Avrupa’ dan albüme; incelemeler, kritikler, olumlu tepkiler yağıyor. 25 Farklı ülkede albümün dağıtımı yapılıyor. Bunu yıllar sonra Batu Çetin’ in bir röportajında öğreniyoruz. Yani bu eser sınırlar ötesini aşıp. Dünyanın çeşitli yerlerinden övgü alıyor. Hatta bu “Voluptopsy Minced” kasediyle ilgili espriler dönüyor. “Bana verdiğin “Cenotaph” kasedi bozuk çıktı abi değiştir şunu” diye makaraları yapılıyor. Tabi bu espri pek çok “Grindcore” ve “Death Metal” tabanlı grubunda komedi kaynaklarından biri. Lakin bizim ülkemizde böylede bir komik anı olarak kalıyor. Ayrıca Cenotaph, yurt dışında bir sürü webzine, dergi, e-dergi de yer alıyor. Grubun yaşadığı başka bir olay da Sürekli yaşadığı kadro sıkıntısı. Grubun Metal Archives-
sayfasına bakarsanız. Çok fazla eleman değiştirdiğini görürsünüz. 1998 yılında ise; başka bir efsane statüsüne erişen albüm geliyor. “Puked Genital Purulency” rafları süslüyor. Kişisel NOT: “Ankara’ da grubun kendi kurulduğu yerde. Bir arkadaş ile bu albümü edinmiştim.” Albüm tabi ki önceki albüm gibi. Yurt içinde ve yurt dışında olumlu tepkiler alıyor. Yine yurt dışında da adından söz ettiriyor. Gururla albümün başarısını konuşup izliyoruz. Ayrıca bu albümde bolca tıp ve patolojik terim bulunuyor. CD’nin kitapçığından şarkı isimlerine baktığımda nasıl şaşırdığımı hala hatırlıyorum. Hatta albümün içine İngilizce olarak; “Bu yalnızca Müzik burada ki sözleri ciddiye alıyorsanız, kendinize akıl hastanesinden bir oda ayırın” diye bir not düşülmüştü. Gerçekten başarılı ve dinlemesi heyecan veren harika bir işti. 2003’ e gelindiğinde ise; “Pseudo Verminal Cadaverium” raflarda ki yerini aldı. Kayıtları; “Ankara Zoo” Stüdyosunda tamamlandı. Yine hasta ruhlu saykopat bir Cenotaph albümüne kavuşmuş olduk böylece. 2007’ ye gelindiğinde ise “Reincarnation in Goreextasy” ortamlara bomba gibi düştü daha çok “Core” öğelerinin kullanıldığı bir albüm olarak hafızalara yer etti. Daha sonra 2010 yılında; “Putrescent Infections Rapidity” geldi. 2017 yılında ise grubun son işi; “Perverse Dehumanized Dysfunctions” başarıyı sürdürdü. Yurtdışında yine Cenotaph birbirinden özel festivallere katıldı. 2002 yılında “Rock the Nation”, 2005 yılında Almanya’ da gerçekleşen; “Fuck the Commerce”, Ukrayna’ da düzenlenen Metal Head’s Mission’ da ise ön grup olarak yer aldı. Yurt dışında pek çok sahne ve Ekstrem Metal Festivalinde ülkemizi gururla temsil etti. Albümlerinin başarılarıyla isminden bolca söz ettirdi. Cenotaph şarkı sözleri; enfeksiyon, metamorfoz, patoloji gibi karanlık konulardan oluşmaktadır. Genellikle Fantezi temalı korkunç hikayeler anlatmaktadırlar. Grubun başarılarının ve çalışmalarının devamını diliyorum. Yusuf Gürkan - Kasım 2018
King Diamond: Korkunun Kralı
Havanın bir kapanıp bir açıldığı şu günlerde sizlere şu aralar hâkim olan hava gibi bir müzisyen tanıtacağım. Onun ismi King Diamond… Kendisi bir Heavy Metal müzisyeni “King Diamond” onun solo projesi, kendisinin adını tanıtan ve ününün yayılmasını sağlayan ise Mercyful Fate grubunun şöhretiyle oluşmuştur. Kendisi Danimarka doğumludur. Gerçek ismi Kim Bendix Peterson’ dır. Öncelikli olarak gençlik yıllarında Danimarka ikinci liginde futbol oynamıştır. Daha sonra Heavy Metal’ e ilgisi artmış ve “Mercyful Fate” grubuna vokalist olmuştur. Bu gruptayken hemen kendisini fark ettirmiş, diğer Heavy Metal gruplarının arasından vokaliyle sıyrılmıştır. Başarısının sırrını ise; teatral vokali ve şarkı söyleme tekniğine borçludur. Onu diğerlerinden farklı kılan özelliği; en tiz ve bas seslere rahatlıkla çıkabilmesi, sesiyle oyunlar oynayabilmesidir, falsetto tekniğini kullanır. O şarkı söylerken adeta bir tiyatro izliyor gibi ve bir kısa film gösteriminde gibi hissettirir. Sadece şarkı söylemez nefesiyle, çıkardığı garip sesler ve ilginç tiz çığlıklarıyla veya bas seslerle size şarkıyı yaşatır. Kendisi Heavy Metal’ e Teatral hava ile şarkı söylemeyi getirmiştir. Elbette ondan önce de yapıldı ama kendisi bunu üst seviyeye taşıdı. Kendi alametifarikası oldu. Halloween bayramlarında kostümü giyilecek kadar bir korku ikonu haline geldi. Aslında o sadece bir müzisyen değil aynı zamanda bir korku ikonudur. Burger King Halloween bayramında bir adet “King Diamond” oyuncağı yaptırmıştır. Bir müzisyen olarak kendisi korku kültürüne mal olmuştur. Şarkı sözlerinde ise; Terk edilmiş şatolar, izbe ve metruk yıkıntılar, mezarlıklar, perili evler, cadı büyükanneler, Voodoo büyüleri, karanlık büyüler, eskinin unutulmuş ve kadim bilgileri ve benzeri korku temaları oluşturur. Genellikle korku ve okült temalarda konsept albümler ve hikayesi güçlü şarklılar yapmaktadır. Şarkı-
sözleri ustaca yazılmış korku hikayeleri gibidir, orijinal dilinden, diğer dillere çevirilince bile anlamını korur. Başka bir konu ise albüm kapaklarıdır bundan ayrı bir konuşma konusu olur. Çok iyi korku İllüstrasyonlarından oluşur. Bazen bir cadı, bazen korkunç bir örümcek, bazen terk edilmiş karanlık bir kasaba kısacası; logosu, albüm kapağı albüm içi çizimleri ile her şeyiyle uyum içindedir. King Diamond yaptığı neredeyse her albüm Konsept albümdür. Yalnızca tek bir albümü konsept değildir. Konsept albüm ise; Şarkıların hikayelerinin birbiriyle bağlantısı olması ve bir bütünlüğü ortaya çıkaran albümlere denilmektedir. Bunu yapmak takdir edersiniz ki zor bir şeydir. Şarkı yazmak başlı başına zor ve herkesin başarmadığı bir şeyken, şarkıların birbirini tamamladığı, ortak genel bir hikâyeyi anlattığı konsept albüm yapmak kim bilir ne kadar beceri ve yetenek isteyen bir şeydir? İşte sırf bu yüzden her geçen gün King Diamond ve ekibine duyduğum saygı gittikçe artıyor. Dinleyin dinlettirin dostlar. Açın müziği ve korku dolu, gerilimli atmosferin keyfini çıkarın. Zaten Heavy Metal korkunun müziğidir bu yüzden dinleyin.
Yusuf GÜRKAN - 2017
John Wick Serisi Hakkında Kısa Notlar
Chad Stahelski, aslen bir dövüş sanatları uzmanıdır. The Crow filminde Brandon Lee’nin dublörlüğünü ve birkaç filmde de aktörlük yapan yönetmen. Daha sonra ilk filmi olan; ‘’John Wick ‘’, özellikle Keanu Reeves ve Willem Dafoe gibi tanıdık isimlerle dikkat çekti. İlk yönetmenlik denemesi olmasına karşın Stahelski’nin dövüş sanatları uzmanı olarak kariyeriyse oldukça parlak. Öyle ki çalışmaları arasında “Matrix” serisi, “300 Spartalı”, “V For Vandetta” ve “X-Men” gibi filmler var. Chapter 1: Emekliye ayrılmış tetikçinin amansız bir hastalıktan kaybettiği karısına yas tutar John Wick. Karısından bir araba ve bir köpek kalmıştır. Eskiden çalıştığı rus mafyası Tasarov’un oğlu tarafından köpeği öldürülür ve arabasıda çalınır. Bunu yapan Tasarov’un oğlu ve arkadaşları bilmeden yer altı dünyasının en acımasız süikastçısını tekrar uyandırırlar. John Wick; acımasızca, düşmanların peşine düşer, aksiyon tam da burada başlar. Chapter 2: Tekrardan emekliliğe ayrılmaya çalışan John Wick’in, bu emeklilik hayali çok uzun sürmez. Santino d’Antonio , John Wick’in karanlık yer altı dünyasından kurtulabilmesi için kan mührünü devreye sokup Wick’i kendisine bir ömür boyu borçlu bırakmıştır. Santino, bu borca karşılık Wick’ten bir hedefi öldürmesini ister. John Wick, tekrardan amansız bir aksiyonun içine atılır. Mensubu olduğu; “Continental” adlı oluşumun, ne denli güçlü olduğunu, tam olarak nasıl kurallara sahip olduğunu ve amacının ne olduğu da bizlere gösteriliyor. Film, bir klişe üzerinde ilerliyor izlenimi verebilir birçok insana fakat klişeden ayırılan bazı noktalar var. ‘’ İnsani duygular ’’ filmin başlangıcı ve aksiyonun fitilini ateşleyen bir unsur ki izleyici ile kurulan bir bağ noktası. Bu duygu durumunu aksiyon ile basit, gerçekliğe yakın bir dil ile ve tam tadında harmanlamışlar. Filmin yapımcılarından “Basil-
Iwanyk” güzelce şöyle özetliyor: “Senaryonun tonu aksiyon dolu ve oldukça eğlenceli. Çok net bir duygu filmi var ve bu aksiyon filmi için çok rahat. John Wick karısı kaybetmiş, evi yağmalanmış, arabası çalınmış ve köpeği öldürülmüş bir adamı canlandırıyor. Büyük bir aksiyon filmi için geniş bir duygusal geçmişi barındırıyor. Herkesin başına gelebilecek bir şey. Bana göre aksiyon türünün tüm mantığı, olağanüstü bir stille basit ve erişilebilir bir ortam yaratmak. Biz de bu filmde bunu yaptık.” Dövüş sanatını iyi bilen bir yönetmen ile istenileni iyi uygulayan, bir video oyunu tadında silah kullanımı ile filmi hareketlendiriyor Keanu Reeves. Adeta performansıyla damakta hoş bir tat bırakıyor. Kendisine has melankolik havasını oynadığı karakter ile birleştirmeyi başarabilen Keanu Reeves. John Wick karakteri ile hem kendisine yapışan, yeni bir kimlik hem de sinema dünyasına yeni bir suikastçi karakteri kazandırmış oldu. Bir şey daha var ki, “John Wick: Chapter I ve II” aksiyonu bol filmler olarak akılda kaldı. Birinci filmde; senaryonun giriş bölümü ve gelişme bölümünün tamamı aktarılmamış. Yarım kalan bir şeyler var deniliyordu. İkinci filmde ise; senaryonun gelişme bölümü tamamlanmış. Konudan ziyade aksiyonu ağır basan Continental adlı oluşumu tarif eden bir bölüm. Üçüncü film için köprü ya da geçiş filmi niteliğinde olmuş. Hikâye nasıl bir sonuca bağlanacak? Merak konusu olmayı sürdürüyor. Yasin ÇEVİK – 15.112018
“Korku Seansı” Serisi Hakkında Notlar Merhabalar kıymetli okuyucular. Bu yazıda sizlere kısa notlar tutarak, “Korku Seansı” film serisi hakkında bilgilendireceğim. Film incelemelerimle bundan sonra “Yeraltı Vizyon” köşesinde Yeraltı Fanzin’ de olacağım. Umarım yazdıklarımdan keyif alırsınız. Dilerseniz yavaş yavaş filmimize geçelim. Başrollerde; Akademi Ödülü adayı, Vera Farmiga, Patrick Wilson, Ron Livingston ve Lili Taylor yer alıyor. Yönetmen koltuğunda ise Saw ve Insidious’tan tanıdığımız “James Wan” oturuyor. Bölüm I: Konusunu gerçek bir hikâyeden alan Korku Seansı, Ed ve Lorraine Warren; paranormal olayları inceleyip, çözmeye çalışan, ünlü bir çifttir. Ed ve Lorraine Warren çifti, bir gün Perron ailesinden bir telefon aldıklarında, hayatlarının en korkutucu görevine atıldıklarının farkında değildir. Perron ailesinin gözlerden uzak çiftlik evi nedeni bilinmeyen karanlık bir varlık tarafından kuşatılmıştır. Bundan sonra hayatları tam bir kabusa dönüşmüştür. Bu vakayı çözebileceklerine inanan deneyimli Warren çifti işe koyulur. Ne kadar şeytani bir varlıkla karşı karşıya olduklarını çok geç fark edeceklerdir... Bölüö II: 1977’de İngiltere’de yaşanan bir olaydan esinlenerek çekilen film. Paranormal olayları incelemeye devam eden Lorraine ve Ed çifti, bu sefer Londra’nın kuzeyindeki Enfield bölgesine araştırmaya gidiyor. Eşinden boşanmış Peggy Hodgson, 4 çocuğuyla birlikte büyük bir eve taşınır. Bir süre sonra çocuklar geceleri hareket eden eşyalardan şikayet etmeye başlarlar. Anne önce durumu ciddiye almasa da çocuklarından özellikle Janet’a musallat olur. Gözle görünmez güçler, görmezden gelinemeyecek ölçüde hayatlarına kâbus gibi çökecektir. Son dönemlerde korku ve gerilim filmlerinde başarılı yapımlar daha nadir
görülüyor. Filmlerde konu kısırlaşması ve tekrara düşmesi üzücü bir durum. Paranormal olaylar veya doğaüstü olaylar insanlara ilgi çekici geliyor. Görmediğimz, dokunamadığımız, duyamadığımız şeyler merak uyandırıyor. Bu durum da izlediğimiz filmlere, okuduğumuz kitaplara yansıyor elbette. Bunu güzel örneği ‘’Korku Seansı’’ Film, Türk korku filmleriyle ortak bir konuyu ele almış. Farkı ise; “Türk filmlerindeki gibi baştan sona yoğunlaştırılmış şekilde konuyu gözümüze sokmamışlar.” İzleyiciyi, filmin her dakikasında aksiyonu yüksek tutup korkutmamışlar. Konu basit ve yumuşak bir dille sürdülrümüş. Aksiyonu tadında ve yerinde verilmiş. Makyaj ve efektler gayet başarılı etkileyici olmuş. Sesler ve müzikler ise gayet yerinde diyebiliriz. Yapımda belki ilk eleştiri noktası iki filmde de benzer vakalar incelenmiş. Perili ev veya evde yaşanan doğaüstü olaylardı. Serinin üçüncü filmi için harekete geçilmiş. Güzel bir haber ise yapımcı Peter Safran tarafından verildi. ilk iki seride olduğu gibi perili ev hikayesi olmayacağını açıklamış. Başarılı yapımın seyircileri için; üçüncü film merak konusu olmakta. Yasin ÇEVİK- 17.11.2018
Noktürn Keşke gündüzleri uyanık olmasam Yalnızca kırgın geceye ait olsam Gündüzleri ölürdü kalbim Geceleri çiçek açan bir güzellik olsam Bir eski zamanın izinde kaybolsam Bilinmeyen yollara sapsam Kimsenin görmediği göremeyeceği Rüzgarda uçuşan bir hayalet olsam Bilinmez tenhalarda dolaşsam Yaşayanlar gibi adım atmadan Rüzgarda uçuşsam Kimsenin görmediği bir ruh gibi Geçmişe meftunum nasıl olsa Bir eski zaman hayaleti olsam Dalsam gecenin esrarlı uykusuna Sonsuza dek uyandırılmasam Düşlerim karışsa karanlıklara Ölümle içimi tok tutsam Farklı iklimlerin bilinmezliklerin çocuğu Gecenin üzgün ve vahşi bulutları gibi Bir o enginliğe bir bu sarhoşluğa Uçsam devrilerek giden bulutlar gibi Gecenin mavisinde hapsolsam Gecenin karanlık göğünde ki yıldızlar gibi Ölüm solusam bir daha uyanmasam Sonsuz ebedi bir uyku sarhoşluğundan Bir daha asla uyanmasam Geceye özgü ruhani gökyüzü şatosunda Karanlık bir lord olsam Bir daha uyanmasam bu esrarengiz uykudan Bir daha asla yeniden başlamasam Yusuf Gürkan - 28 Mart 2018
İllüstrasyon: Yusuf Gürkan “Noktürn“ - 2012
Geçmiş Zamanların Korku Anıları Merhabalar, değerli okuyucular. Bugün sizlere çocukluğumu yaşadığım Sakarya / Akyazı yöresinde eski zamanlarda, ben bir çocukken yaşadığım ve duyduğum korku anlatıları ile ilgili yazacağım. O zamanları ne kadar anlatılarak günümüz genç kuşağı anlamayacak olsa da. Biraz sizlere bahsedeceğim. Zihninizde canlanmasına, geçmişin korku dolu anılarının sizi sarmasına izin verin. Dilerseniz başlayalım. İlk olarak söyleyebileceğim; benim çocukluğum da, yani “1960-1970”ler arasında ki yıllarda, korku barındıran masallar anlatılırdı. Ayrıca Hayatta yaşananlardan alınıp iyice abartılarak anlatılan esnanteneler olurdu. Cinler, Periler padişahlarının halka yaptıkları işkenceler, zulümler dilden dile dolaşırdı. Gecenin karanlığından, mezarlıklardan geçerken korkutucu hikayleri adeta yaşardık. Uzun gecelerde, bahçede kocaman bir ateş yakılırdı. Etrafında halka olurduk, yaşlı ninelere, dedelere yalvarıp masal anlattırırdık. Bunların çoğu korkutucu masallardı. Evler genelde çamurdan dört duvar şeklinde olurdu. Bu dört duvarın üstünde hartamadan çatı yapılırdı. Duvarların üstüne konan ağaçların üzerine yapılan çatı ile, duvar arasında boşluk olurdu. Tek göz kocaman odanın ortasında tavandan sarkan halata çok büyük bir bakırdan kazan asılırdı. Kazanın altına büyükçe bir ateş yakılırdı. Ateşin içine de büyük kütükler atılırdı. Ateşin etrafına dizilmiş ağaç iskemlelerde oturup masallar, hikayeler dinleyerek geç saatlere kadar kalırdık. Rahmetli Babannem; cinler padişahından, kötücül cinlerin insanlara yaptıkları işkencelerden bahsederdi. Ne kadar gerçek, ne kadar hayal ürünü olduğunu kestiremezdik. Sabahlara kadar Mihman Canavarından, uyuyan insanların ruhlarına korku
salan ve kabus görmelerine sebep olan Çardaklardan bahsederdi. En çok da Gulyabani’ de olduğu gibi, ecinnilere benzemek için bembeyaz elbiseler giyip uyuyanların odasına girip, çığlıklarla ve korkularla uyandırılmalar yapılırdı. O kadar korkarlardı ki, anlatılır gibi değil. Korkutanlar bunu günlerce anlatıp eğlenmeye çalışması çok kötü olurdu. Bir diğer anlatmak istediğim ise; yaşadığımız çevrede ki korku dolu anılar. Vahşi köpekler olurdu yaşadığımız köy yerinde, ısırılmadık insan yok denecek kadar azdı. Çife atıp sakatlayan, yaralayan eşekler, insanları boynuzlarıyla vuran iri öküzler, nereden geldiği bilinmeyen büyük büyük yılanlar, velhasılı yaşadığımız her tarafta korku hakimdi. Gerçeğimiz de korkuydu, hikayemizde. İnsanlar da çok daha vahşiydi. Silahlı vurgunlar, çeteler, gece yarısı baskınları, yaşadığımız yerlerin yakınlarında çıkan silahlı çatışmalar çok sık duyduğumuz şeylerdi. Korkuyla büyüdük, öyle bir kuşaktan geliyoruz. Şimdi o yaşanan durumları anlatsam da, günümüz genç nesli anlamayacaktır. Çünkü şartlar tamamen değişti. Şimdi o şartları anlatacak, sanat eserleri, skeçler, tiyatro eserleri ve çizimlerle sunabilsek. Anlatıları çok daha etkili olur diye düşünmekteyim. Rafet Gürkan- Kasım 2018