Dergi

Page 1

EKİM SAYISI 1 ALOGİSME


EKİM SAYISI 2 ALOGİSME


EKİM SAYISI 3 ALOGİSME


EKİM SAYISI 4 ALOGİSME

Yunanca "seviyorum", "ardından gidiyorum", "arıyorum" gibi anlamlara gelen "phileo" sözcüğü ve "bilgi", "bilgelik" anlamlarına gelen "sophia" sözcüğünün birleşiminden oluşan felsefenin sözcük anlamı, "bilgelik sevgisi" ya da "bilgi sevgisi"dir. Yani bilgeliğe ve bilgiye değer vermek, onları önemsemek ve hatta en değerli şeyler olarak görmektir. Felsefe (philosophia) terimi ilk kez, İlk Çağ'ın ünlü Yunan matematikçisi ve filozofu Pythagoras (Pisagor), (MÖ 580-500) tarafından kullanılmıştır. Buna göre felsefe kelime anlamı olarak bilgelik sevgisi ya da hikmet arayışı demektir. Bilgelik (hikmet) ise varlık, bilgi ve değer üzerine tam ve bütün bir bilginin ortaya çıkması veya bir insanın böyle bir bilgiye sahip olabilecek ölçüde olgunluğa ermesi hâlidir.


EKİM SAYISI 5 ALOGİSME

Bu arayış içerisinde bilgeliği seven bilgiyi arayan ve ona ulaşmak isteyen kişilere filozof (philosophos) denir. İnsan yaşamını ilgilendiren her şey hakkında akıl yürütüp bunları felsefi problem konusu yapabilen filozof, doğru olduğunu bildiğimiz ya da böyle olduğuna inandığımız her şeyi sorgulayabilir; insanın, Tanrı'nın, dinin, dış dünyanın varoluşuyla, bilginin kaynağı ve sınırlarıyla, bilimle, sanatla ve daha birçok konuyla ilgili sorular sorabilir. Filozof sadece soru sormakla yetinmez; yaratıcı bir düşünüş, eleştirici ve sorgulayıcı bir tavır ve bakış açısıyla bu sorulara yanıtlar arar.

Mitoloji Tanrıları Felsefe ile uğraşan ve fikirlerini tutarlı, temelli, mantıklı bir biçimde ortaya koyabilen ve bunları yaparken de her türlü eleştiriyi ve yargılamayı göze alabilen, bunun yanında fikirlerine karşı oluşabilecek muhalefetleri de mantık çerçevesinde yumuşatabilecek insanlara "filozof" adı verilmiştir. Filozoflar, büyük sorumluluklarla yaşamaya uygun insanlardır; çünkü onlar, hissetmeden önce düşünürler.


EKİM SAYISI 6 ALOGİSME

Felsefe ilk olarak M.Ö. 7.yy’da İyonya uygarlığında önemli bir ticaret merkezi ve liman kenti olan Miletos (Milet) kentinde ortaya çıkmıştır. İyonya’dan önce Mısır, Mezopotamya, Çin, Hindistan ve Türklerde önemli düşünce sistemleri vardı. Fakat bu düşüncelerin yapılarında dini ve mistik (mitolojik) öğeler yer aldığı için felsefe düzeyine erişememişlerdir. İyonya düşünce sisteminin felsefe olarak nitelendirilmesinin temel nedeni, düşünce sisteminin dini ve mitolojik açıklamalar içermeyip akla dayalı olmasıydı. Varlıklarla, insanla alakalı sistemli ve yalnızca akla dayanan ilk düşünce sisteminin İyonya’da ortaya çıkması tesadüf değildi; Mezopotamya, Mısır, İran ve Fenike kültürlerinden etkilenmiş olan Milet kenti tarım ve denizciliğin geliştiği oldukça işlek liman kentidir. Ekonomik yapının ileri düzeyde olması, bilgi birikiminin varlığı ve hoşgörüyü de beraberinde getirmiştir. Yani Milet kentindeki ortam farklı inanç ve düşüncelere izin verecek kadar hoşgörülüydü. Bu elverişli ortam Thales gibi düşünürlerin çıkmasına olanak hazırlamıştır. Thales (MÖ 624-546) ile başlayan bu süreçte, doğal olaylar yine doğal nedenlerle açıklanmaya çalışılarak insan aklının yeterli olduğu inancı sağlanmaya çalışılmıştır. Tüm bunlara göre felsefenin ortaya çıkabilmesi bazı şartlara bağlı olarak gerçekleşmiştir: -Yüksek refah düzeyine ulaşılmış olması gerekir (Boş zamanların olması gerekir). -Kültürel zenginliğin (bilgi birikiminin) olması gerekir. -Farklı inanç ve düşüncelere izin verecek hoşgörü ortamının olması gerekir. -Diğer bir önemli etken ise insan faktörüdür. Bu insan faktörü; kişinin merak duymasıdır. İşte bu şartlar fazlasıyla İyonya’da olduğu için felsefe ilk olarak burada ortaya çıkmıştır. O dönemde bu koşulu ilk gerçekleştiren kişi de Miletli Thales’tir. Thales yunan dini ve


EKİM SAYISI 7 ALOGİSME

mitolojisinin açıklamalarıyla yetinmeyip akla dayalı açıklamalar yaparak evrenin ilk ana maddesi (Arkhe) sorununa cevap aramıştır.

Milattan önceki dönemlerden felsefenin doğuşuna kadar olan sürede bütün var olanların, her şeyin nedeni mitolojide aranırdı. Akla ve mantığa pek uygun olmayan, dinsel açıklamalar yapılırdı. Oysa M.Ö.5. yüzyılın 2.yarısında Antik

Not: İyonya, Anadolu'da bugünkü İzmir ve Aydın illerinin sahil şeridine Antik Çağ'da verilen addır. Yunan'da felsefenin doğduğunu görüyoruz. Felsefeyi doğuran en temel nedenlerden biri Antik Yunan'da demokrasinin var olması, demokrasinin farklı düşüncelere özgürlük tanıması, bilim ve felsefenin de gelişmek için burada uygun ortam bulmasıdır. Felsefe her şeyden önce ''ben neyim?'', ''ben kimim?'', ''evren nereden geliyor?'', ''nasıl bu varlıklar oluştu?'' gibi sorulara yanıt arayan insanlar için geçerlidir. Bu tür sorgulamaları yapmayan insanların etkinliği değildir. Örneğin; yağmurun yağmasının Zeus'un kızıp, tükürmesiyle gerçekleştiğinin düşünülmesi. Felsefe etkinliği yapan insan yağmurun yağmasında başka bir neden arar, bu duruma mantıklı bir açıklama getirmeye çalışır.


EKİM SAYISI 8 ALOGİSME

Başlangıçta felsefeyle bilimin iç içe olduğunu, ilk büyük filozofların birçoğunun aynı zamanda bilim adamı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin; Thales (Tales, MÖ 625-545) matematikçi, Archymedes (Arşimed) fizikçidir. İşte felsefe ile bilim arasındaki bu yakın ilişkiden dolayı felsefeyi bilimlerin anası olarak betimleyenler de olmuştur. Bilimlerin felsefeden ayrılışı matematikle başlamıştır. Sonra doğa bilimleri ve en sonunda da sosyal bilimler felsefeden ayrılmıştır. Kendi özgün alanını, yöntemini ve amacını belirleyen disiplinler, sıra sıra felsefeden ayrılmıştır. Bu ayrılığa rağmen bilim ile felsefe arasındaki bu yakınlık aynı düzeyde olmasa da günümüzde de devam etmektedir. Bu iki bilgi alanının yakın ilişkisinden de bilim felsefesi adlı bir disiplin ortaya çıkmıştır. Felsefe ile bilimin benzer ve farklı özellikleri vardır. Benzer özellikleri şöyle belirtebiliriz: Felsefeyle bilim arasında amaç bakımından bir paralellik vardır. Her ikisi de hazır ve basmakalıp bir bilgi ile yetinmeyip doğruları etkin ve eleştirel bir tavırla kendi yöntemleriyle anlama, açıklama ve yorumlama çabası içindedirler. Yine her ikisi de özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü hâlin olanaksızlığı gibi mantık ilkelerini titizlikle kullanırlar. Her ikisinde de amaç dünyayı ve insan yaşamını anlamaktır. Felsefe ile bilim arasında önemli farklılıklar da vardır. Bu farklılıklar konu ve yöntem bakımından olan farklılıklardır. Bilim, genel geçerliliği olan ve gözlenebilir olgulardan hareket eder. Deney yöntemini kullanarak vardığı sonuçları ise yine olgulara dönerek doğrular. Felsefede ise bir çeşit olgu demek olan insan yaşantısından ve varlıklardan hareket edebilir. Fakat felsefe ulaştığı sonuçları temellendirmeye çalışırken, olgulara değil, mantıksal analize yönelir. Filozof deney yapamaz. Filozofun ortaya


EKİM SAYISI 9 ALOGİSME

koyduğu bilginin güvenirliği deneyle değil iç tutarlılığa bakılarak denetlenir. Felsefe ile bilimin benzer yönleri şunlardır: - Her ikisi de akla ve düşünme yasalarına dayanarak kendilerini haklı kılmaya çalışır. - Her ikisi de evreni, insanı ve yaşamı bilinçli, yöntemli ve sistemli olarak araştırır. - Her ikisinde de eleştiri süzgecinden geçirilmeyen bilgi güvenli bulunmaz. - Her ikisi de eleştiri sonrası kavramlar ve soyutlamalarla bazı ilke ve yasalara ulaşarak genellemeler yapar. -Bilimde ve felsefede elde edilen ve kullanılan bilgiye sürekli eleştirel bir gözle bakılır

Felsefe ile bilimin farklı ve ayrılan yönleri şunlardır: - Felsefe; evreni, insanı ve yaşamı sorgularken; bilim kendini olgular ile sınırlar. Evreni kendi inceleme alanına göre parçalara ayırır. - Felsefe olgu ve olayların ardındaki gerçekliği açıklamaya çalışır. Bilim, doğa olayları arsında nedensellik bağları kurarak doğa ile ilgili yasalara ulaşmayı hedefler. - Felsefede kurgusal (spekülatif) ve rasyonel düşünüş gibi yöntemler kullanır. Bilimler ise tümevarım ve tümdengelim yöntemlerini kullanırlar. -Bilim gerçeği parçalara ayırarak incelerken felsefe gerçeği bir bütün olarak ele alıp inceler -Bilimsel önermeler genellikle sentetiktir; ancak felsefi önermeler genellikle analitik ve bazen de metafiziktir.


EKİM SAYISI 10 ALOGİSME

-BAKIŞ AÇISI-


EKİM SAYISI 11 ALOGİSME


EKİM SAYISI 12 ALOGİSME


EKİM SAYISI 13 ALOGİSME


EKİM SAYISI 14 ALOGİSME

Agnostisizm, Tanrı’nın var olduğunun bilinmesinin ya da kanıtlanmasının imkânsız olduğu görüşüdür. “Agnostik” sözcüğü, özde “bilgisi olmayan” anlamına gelir. Agnostisizm, ateizmin entelektüel bakımdan daha dürüst bir biçimidir. Ateizm, kanıtlanamaz bir düşünce olan Tanrı’nın var olmadığını iddia eder. Agnostisizm, Tanrı’nın varlığının ya da yokluğunun kanıtlanamayacağını, Tanrı’nın var olup olmadığını bilmenin imkânsız olduğunu savunur. Agnostisizm bu bakımdan doğrudur. Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu deneysel olarak kanıtlanamaz. ALEXANDER PUŞKİN

Agnostikler, Tanrı’nın var ya da yok olduğu konusunda bir karar vermeyi istemezler. Agnostisizm, nihai kararsızlık konumudur. Teistler Tanrı’nın varlığına inanırlar. Ateistler Tanrı’nın var olmadığına inanırlar. Agnostikler Tanrı’nın varlığı ya da yokluğunu bilmek imkânsız olduğundan O’nun varlığına ya da yokluğuna inanmamamız gerektiğine inanırlar. MAXİM GORKİ

İnsanın şüpheleri olması normaldir. Dünyada anlamadığımız bir sürü şey vardır. İnsanlar Tanrı’nın yaptığı ya da izin verdiği şeyleri anlamadıklarından ya da kabul etmediklerinden sık sık Tanrı’nın varlığından şüphe ederler. Ancak, ölümlü insanlar olarak, sonsuz bir Tanrı’yı anlayabilmeyi beklememeliyiz. Romalılar 11:33-34, NİCOLA TESLA “Tanrı’nın zenginliği ne büyük, bilgeliği ve bilgisi ne derindir! O’nun yargıları ne denli akıl ermez, yolları ne denli anlaşılmazdır! Rab’bin düşüncesini kim bilebildi? Ya da kim O’nun öğütçüsü olabildi?” der.


EKİM SAYISI 15 ALOGİSME

Tanrı’ya imanla inanmalı ve O’nun yollarına imanla güvenmeliyiz. Tanrı, Kendisine inananlara Kendisini harika şekillerde göstermeye hazır ve isteklidir. Yasa’nın Tekrarı 4:29 şöyle der: “Ama Tanrınız RAB’bi arayacaksınız. Bütün yüreğinizle, bütün canınızla ararsanız, O’nu bulacaksınız.”

FRANZ KAFKA

Bu akımın takipçilerine agnostik veya bilinemezci denir. Agnostisizmin iki türü vardır. Zayıf

agnostisizme göre hiç kimsenin Tanrı hakkında bir bilgisi yoktur; ancak bu belki bilinebilir; güçlü agnostisizme göre ise Tanrı hiçbir şekilde bilinemez. Agnostisizm genel olarak olaylara kuşkucu yaklaşır, kuşkucu sorular sorar ve yanıtları kuşku ile bulmaya çalışır. Agnostik sözcüğünü ilk olarak İngiliz biyolog Thomas Henry Huxley 1869 yılında kullanmıştır. Buna rağmen daha erken düşünür ve yazarların da bu düşünceye sahip olduğu bilinir. Örneğin Eski Yunan düşünür Protagoras da agnostik olarak anılır.

MARIE CURIE

Agnostisizm, ateizm ile aynı şey değildir.Ateizm, tanrının var olmadığını veya var olamayacağını savunur. Buna rağmen, agnostisizm tanrının var olup olmadığının bilinmediğini veya asla bilinemeyeceğini savunur. Demografik araştırmalar için ise ateizm ve agnostisizm diğer tüm dinsiz felsefeler ile aynı kategoridedir.

GRAHAM BELL


EKİM SAYISI 16 ALOGİSME

-İbrahim Ethem Dirvanaİbrahim Ethem Dirvana ya da İbrahim Ethem Mesut Bey (d. 1864- ö. 29 Nisan 1959) filozof yazar ve Osmanlı Devleti'nin son yıllarında yüksek kademelerde görev yapmış bir devlet adamıdır.İbrahim Ethem Bey 1864 yılında İstanbul'da doğdu. Gülhane askeri Rüşdiyesi ve Mekteb-i Mülkiye'yi bitirdikten sonra Paris'e gitti ve Sorbonne Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nden mezun oldu.Paris'te bulunduğu sırada Fransız filozofu RenéDescartes'ınDiscourse de la Méthode (Metod Üzerine Konuşma) adında eserini Hüsn- i İdare- i Akl ve Taharr- i Hakikate Dair Usul Hakkında Nutuk adları altında 1895 yılında Türkçeye çevirdi. Bu kitap 2005 yılında tekrar latin alfabesiyle yayınlanmıştır. İbrahim Edhem Bey Dec 1908 - May 1910 tarihleri arasında Beyrut Valiliği yaptı. Ayrıca mütareke yıllarında (1918 yılındaki Mondros Ateşkes Antlaşması'yla 1923 yılındaki Cumhuriyet'in İlanı arasındaki dönem) 15 ay kadar bir süreyle Şura-yı Devlet (günümüzdeki Danıştay) başkanlığı yaptı (15 Haziran 1920-31 Temmuz 1920). İbrahim EdhemDirvana 29 Nisan 1959 tarihinde İstanbul'da vefat etti ve Küçüksu Mezarlığı'nda defnedildi.


EKİM SAYISI 17 ALOGİSME

-Nermi UygurProf. Dr. Nermi Uygur (d. 15 Ocak 1925 İstanbul - ö. 21 Şubat 2005 İstanbul) felsefe profesörü yazar. Galatasaray Lisesi'nin Latince Bölümü'nü bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Felsefe Bölümü'nden ve Köln Üniversitesi'nden mezun olan Profesör Nermi Uygur 1950 yılının Ocak ayında İstanbul Üniversitesi'nde asistan olarak göreve başladı. 1952'de Kültür Bilimlerinin Varlık Yapısı teziyle doktor oldu. Almanya Fransa Belçika'ya görevli olarak gönderilerek bisikletle dolaştığı bu ülkelerde fenomenoloji üzerine araştırmalar yaptı. Türkiye'ye dönüşte ‘Husserl'de Başkasının Ben'i' teziyle doçent oldu. ‘Filozof denemeci gibi çalışırsa başarıya ulaşır' düşüncesiyle edebiyata yöneldi. 1962'de ‘Dilin Gücü'yle başlayıp dünyayı felsefeyi kültürü sorgulama serüvenini denemeler şeklinde kitaplaşırdı. 1960'lardan itibaren yazıları yurt dışında yayımlanarak tanınmaya başladı. 1966'da bursla Almanya 1970'te Fransa ve İngiltere üniversitelerinde çalıştı. 1979 - 1981 arasında Almanya'da Wuppertal Üniversitesi'ne konuk profesörlük yaptı. Almanya'nın Wuppertal Üniversitesi'nde Mantık Dil Sanat Kültür Felsefesi ağırlıklı dersler verdi. 1992 yılındaki emekliliğinin ardından Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Felsefe tarihi dersleri vermeye başladı. 2002 yılında YÖK tarafından yeniden üniversiteyle ilişiği kesildi. PEN (Dünya Yazarlar Birliği) Türk Dil Kurumu ve Türk Fizik Derneği'nin üyeliklerinde de bulunmuş olan Nermi Uygur Dağcılık Kulübünün ilk üyelerinden olup felsefede denemeci anlayışın öncüsü sayılmaktaydı.Nermi Uygur'un Türkçe dışında Almanca İngilizce ve Fransızca yapıtları da bulunmaktadır.


EKİM SAYISI 18 ALOGİSME

-Celal YalınızCelal Yalınız (ölüm 6 Haziran 1962) düşünür ve filozoftur. Sakallı Celal olarak bilinir; yazılı bir eser bırakmamış ama her biri birer eser olan insanlar bırakmıştır arkasında. Yakın arkadaşları arasında Yusuf Ziya Ortaç Ahmet Haşim "öğrencim" de dediği Nazım Hikmet Ordinaryüs Matematik Profesörü Ali Yar Haldun Taner ve Ali Sami Yen; çevresindekiler arasında Nurullah Ataç Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Kazım Taşkent gibi çeşitli isimler ile Melih Cevdet Anday Orhan Veli gibi pek çok şair ve yazar yer alır. Bugün dilimizde yer etmiş kaynağını bilmeden kullandığımız pek çok deyiş de onundur. Birkaç Sakallı Celal deyişi örneği: "Bir kızın tıraşlı bir erkeği güzel zannetmesi hazindir..." "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur." "Bu ülkede ilgililer bilgisiz bilgililer de ilgisizdir." "Türkiye'de aydın geçinenler Doğu'ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar." "Evinde yapılan arama esnasında polis duvarda duran Karl Marx portresini sorunca "Rahmetli Babam" diye cevaplamıştır".' "Meşrutiyeti getirdik olmadı cumhuriyeti kurduk olmadı. Biraz ciddiyete ne dersiniz?" Sakallı Celal'den günümüze kalan ne kadar bilgi belge ve tanıklık varsa a'dan z'ye bulunabilecek " tek kaynak " ; gazeteci - yazar Orhan Karaveli tarafından yazılmış olan " Sakallı Celal - Bir 'Bilinmeyen Ünlü'nün Yaşam Öyküsü " adlı belgesel - ve harika fotoğraflarla bezeli - 230 sayfalık değerli kitaptır.( Pergamon 1.baskı Mayıs 2004 4.baskı Haziran 2004 )


EKİM SAYISI 19 ALOGİSME


EKİM SAYISI 20 ALOGİSME


EKİM SAYISI 21 ALOGİSME

Osmanlı Felsefesi, kulağa garip gelse de vardır böylesi. Her ne kadar Osmanlı Devleti uç noktaları yok edip ortaklıkları öne çıkarmaya çalışsa da farklı görüşler oluşabilmiştir. Öncü hareketler Tanzimat(1839) ile ortaya çıkar. Felsefe denilebilecek düşünceler ancak 1. Meşrutiyet’te görülür. 2. meşrutiyet ile felsefe adına çabalardan söz edilecektir. Anadolu Türklerinde felsefe, Selçuklulardan 1. Mesut’a kadar dayanır. Osmanlı tarihinde de ferdi çabalar görülür. Ancak bunlar Osmanlı felsefesi denebilecek yoğunlukta değildir. Burada genel bir felsefe eğilimi oluşan Meşrutiyet sonrası döneme ağırlık vereceğiz. Ne zaman felsefe yapıldığı, ne amaçlandığı, göreli ve güvenilirliği şüpheli konulardır. Neye felsefe denip denmeyeceği de ayrı bir sorundur. Bu yazıda “felsefe terimini kullanmak” ölçütü vardır. Klasik edebiyatımızın şairlerini ve mutasavvıfları başka bir yazıya bırakarak “felsefe” terminolojisine odaklanacağız.

1470’lerde Fatih tarafından kurulan Sahn- ı Seman Medreselerinde felsefe dersleri verildiği biliniyor. Adı felsefe olmasa da o devirde felsefi meselelere eğilen eğitim mevcuttu. Bu, 2. Mehmet’in ileri görüşlülüğünden kaynaklanan bir istisnaydı. Klasik dönemde, 1600’lerin ortalarında bu dersler yerine tefsir, hadis ve fıkha ağırlık verildi. Yunus Emre ve Mevlana okumak zındıklık sayıldı.(şeyhlülislam tarafından)


EKİM SAYISI 22 ALOGİSME

Yenilikçi, sorgulayan düşünceler susturuldu ve düşünürler idam edildi. Matematik, astronomi ve felsefe dersleri ihmal edildi. Koçi Bey bu gerilemeleri 4. Murat’a sunduğu İslahat Layihası(1640)’nda izah etti. Ona göre: bilgin insanlarla cahil insanlar ayrılsa ve bilge kişilere imkanlar sağlansa bilim eskisi gibi iyi gelişebilirdi. Katip Çelebi de bu eksikliği fark etmişti. Mizanu’l-Hak(1656) adlı eserinde felsefe ilimlerine cahil insanların dolduğunu belirtti. İbrahim Müteferrika, Usulü’l- Hikem fiNizam’ül- Umem(1731) eserinde din adamlarının topluma müdahalesinin geri kalıştaki etkisinden bahsederek, batı toplumlarındaki nesnel yasal düzeni anlattı.

-TANZİMATTA FELSEFE-

RIZA TEVFİK

Osmanlı’da felsefenin rağbet görmesi 2. Meşrutiyet’e rastlar. Bunun öncülü ise Tanzimat dönemidir. Bu dönemde bilimin önemi kavranmış ve zorla da olsa yeni düşüncelere imkan tanınmıştı. Meşrutiyetin ilanıyla devletin birey üzerindeki diktesinin mutlak olmadığı izlenimi

oluştu. Her ne kadar batı güdümünde ve devlete epey zararlı olsa da eşitlik, demokrasi, hürriyet fikirleri diğer başka fikirlere yol açtı.Şinasi, Nâmık Kemâl ve Ziya Paşa gibi yazarlar hürriyet, eşitlik, adalet konularında hikemi ve çoğunlukla felsefi denebilecek düşünceler sergilediler. Felsefe terimini çok kullanmadan “hikmet” ve “tefekkür” yoğunluklu eserler verildi. Çeviriler telif eserlere taban oluşturmaya başladı. -1. MEŞRUTİYET SONRASIFelsefe maddesi, Kamus-ı Türki, 1317(1901), “İlm-i hikmet el hayat ve tabiiyat ve riyaziyat ve ahlak ve mantık ve sair şuabatı olan ulum-ı aliyye-i mecmui. 1 Meşrutiyet(1876) kısa süreli bir farkındalık yarattı. İlk defa bir meclis açıldı ancak ertesi yıl Osmanlı- Rus Savaşı nedeniyle kapatıldı. 2. Meşrutiyette(1906) felsefe üç eksende gelişir. Bunlar Osmanlı’da fikir


EKİM SAYISI 23 ALOGİSME

hareketleri olarak bilinir. İslamcılık, batıcılık ve Türkçülük görüşleri etrafında felsefe çevirileri ve tahlilleri yapılmıştır. 2. Meşrutiyette yazarlar bu konuların en az birinde fikir beyan etmiştir. Genel sorun toplumu kalkındırmak, kültürü ve devleti ileri götürmektir. Temel yanlış batıyı olduğu gibi almak ve taklit etmektir. 2. Meşrutiyette felsefe yapanlar öğrendikleri fikirlerin köküne inmemiş, kavramları ikincil kaynaklardan tanımışlardır. Bu döneme Osmanlı felsefesi demek yanlış olmaz. Çünkü felsefi terimler genellikle devleti ve kültürü ilerletme çözümlerinde kullanılmıştır. ALİ SUAVİ -FİKİR AKIMLARIİslamcılık: Babanzade Naim, Bursalı Tahir, Aksekili Hamdi, Mehmet Âkif, Şemsettin Günaltay gibi yazarlar müslümanlığı halkçı bir din olarak düşlüyordu. İslamcılar batı tekniğinin alınmasını ancak manevi alanda etkilenilmemesini savunuyorlardı. Onlara göre batı manevi olarak bitmişti.İslam ittihadını bozdukları için kalan tüm siyasi fikirleri reddettiler. Muhammed Abduh cinlerin mikroskobik canlılar olduğunu iddia ediyor, Said-i Nursi bilimin getirdiği her şeyin Kur’an’da belirtilmiş olduğunu söylüyordu.İzmirli İsmail Hakkı(1868-1946) çağdaş İslam görüşünde kayda değer çalışmalarını yapmıştır. İslam hukukunu, Darwin’i incelemiş, mantık ve felsefe kitapları yazmıştır. Şehbenderzade Ahmet Hilmi (1865-1913) materyalizmi eleştirerek ilk materyalistlerden beri yenilik olmadığını söyler. Ona göre her şey enerjidir ve ne zaman, ne de mekan maddeden ibaret değildir. Felsefesiz bir toplumun kalkınamayacağını söyledi. Baha Tevfik ve Celal Nuri gibi maddecileri eleştirdi. İsmail Fenni Ertuğrul (1855-1946) Lugatçe-i Felsefe adlı sözlüğü hazırladı. Tümtanrıcılığı savundu. Mehmet Ali Ayni tasavvufa çağdaş bir yorum getirdi. Batıcılık: Maddeci ya da pozitivist görüşlere sahip insanlar batıcılık altında genellenir. Batı uygarlığının tümüyle benimsenmesini savundular. Dini kaygılar , kadın hakları, özel teşebbüs, yaratıcılık konularında yazdılar. Servet-i Fünun, Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye gibi dergiler batıcı yazılar paylaşmaktaydı. Kılıçzade Hakkı “Pek Uyanık Bir Uyku” adlı makalesinde batıcı görüşleri derlemiştir. İslamcılara topluca karşıydılar ve Türkçü tezleri de eleştirdiler. Çoğunlukla Osmanlı’nın birliğini


EKİM SAYISI 24 ALOGİSME

savundular. Ancak toplum hayatı değişmeliydi. Abdullah Cevdet, Celal Nuri gibi yazarlar materyalizm anlayışlarını yazdılar. Türkçülük: Mustafa Celaleddin Paşa(Kont Borzecky) ile Ali Suavi (18381878) Türklerin liderlik vasfına atıf yaparak Türkçülüğün öncüleri olmuştur. Yusuf Akçura ve çevresindekiler Türk Derneği’ni kurdu. Ömer Seyfettin ve arkadaşları da Genç Kalemler dergisini çıkardı. 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti kuruldu ve Türk Ocağı ile birleşti. Ziya Gökalp, Hüseyinzade Ali, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Fuat Köprülü gibi aydınlar Türk Yurdu dergisinde yazıyorlardı. Çeşitli felsefi ve sosyal kuramları inceleyerek bunları Türkçülüğe adapte etmeye çalıştılar. Ziya Gökalp sosyolojik tahlillerde bulunarak cumhuriyet bürokrasisinin düşüncelerini etkiledi. AHMET ŞUAYİP

-2. MEŞRUTİYET SONRASI-

Servet-i Fünun Osmanlı’da radikal düşünceleri toplayan bir dergiydi. Siyaseti sanat ile yansıttılar. Bu çevre genellikle batıcı idi. Hüseyin Cahit (1874-1957) Durkheim, S. Mili, Vilfredo Pareto gibi düşünürlerin eserlerini çevirdi. Hippolyte Taine’in sanat felsefesini benimsedi. Ona göre toplum ve kültür olaylarının sıkı bir nedensellik bağıyla ve çevresiyle etkileşimine bakılarak açıklamak gerekir. Bilimdeki, gerçekçi görüşteki ve olguculuktaki ilerlemeler, sanat yapıtlarını da geliştirir. Hegel’in düşüncelerini irdeleyen ilk yazardır.


EKİM SAYISI 25 ALOGİSME


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.