Kaçınılmaz-Amy A. Bartol || Ön Okuma

Page 1


Kaçınılmaz Özgün Adı | Inescapable Amy. A. Bartol Yayına Koordinatörü | Tuğçe Nida Sevin Yayına Hazırlayan | Merve Süzer Düzelti | Gizem Sert Kapak Uygulama | Şükrü Karakoç Grafik Uygulama | Kübra Tekeli Yayınevi Logosu | Ömer Aydoğdu Kapak Görseli | fotolia.com 1. Baskı, Mart 2015, İstanbul ISBN: 978-605-5016-29-6 Türkçe Çeviri © Merve Özcan, 2015 © Yabancı Yayınları, 2015 © Amy. A. Bartol, 2011 Sertifika No: 11407 Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz. Bu eser Kayı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın alınmıştır. YabancıTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur. Bahariye Cad. Dr. İhsan Ünlüer Sok. Ersoy Apt. A Blok No: 16/15 Kadıköy - İstanbul Tel: (0216) 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34 www.yabanciyayinlari.com – www.ilknokta.com Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97 Sertifika No: 29652


Amy A. Bartol

K A Ç I NI L MAZ Öngörü Serisi 1. Kitap

Çeviren

Merve Özcan


Her zaman iyimser ve hiçbir şeyin, özellikle sevgisinin geçmiş zamanda kalmasına izin vermeyen annem Gloria’ya. Ayrıca Tom’a, her şey için…


BÖLÜM 1

tasınma günü Crestwood Üniversitesi’nin görkemli saat kulesinin durgun cephesinin önünden arabamla geçerken, buranın Merkez Bina diye bahsettikleri yer olduğunu fark ettim. Burası okulun alametifarikasıydı; okulu tanıtan her şeye bu binanın resmini koyuyorlardı. Kabul mektubumun mühründe de kabartması vardı. Sonbaharın kokusu, saat başı olduğunu belirten derin, yankılanan zille beraber açık penceremden içeri sızıyordu. Yüksek, kasvetli ses beni titretti. Bir saat kulesi kadar zararsız bir şeyin hem etkileyici hem de ürkütücü olabilmesi bana komik gelmişti. Arkamdaki arabada bulunan Jim dayım bana iki kısa korna öttürdü. Dikiz aynamdan ona baktım, sonraki dur tabelasından sola dönmem için işaret veriyordu. Yurdumun sokağını kaçıracağım için endişelenmesi beni güldürdü. Kaygısını gidermek için sinyalimi yaktım. Crestwood kampüsünün sadece birkaç sokağı vardı, dönüşü kaçırmam ölümcül sonuçlar doğurmazdı. Eğer burada kaybolursam, zaten verdikleri akademik bursu hak etmiyorum demektir, diye düşündüm. Aynamı kullanarak dudak parlatıcımı tazeledim. Asfaltı bir tünel gibi saran meşe ağaçlarının altında yavaşça arabamı sürdüm. Daha büyük bir okula gideceğimi 9


düşünmüştüm her zaman: New York ya da Chicago gibi büyük bir şehirde. Ancak Crestwood bana koşulsuz tam burs verince, böyle harika bir fırsatı geri çeviremedim. Eğer sürekli meteliğe kurşun atacaksan, daima büyüyen bir şehir ne işe yarardı ki? Ayrıca Crestwood istikrarlı bir şekilde, akademisyenler için en iyi özel okullardan biri olarak derecelendirilirdi. Bir başka artısı da, Michigan’da kalıp Jim dayıyı daha sık ziyaret edebilmemdi. Sadece birkaç saat uzaklıkta olacaktı ve bana ihtiyacı vardı. Onun tek ailesiydim, aynı şekilde o da benim. Yurt görüş alanıma girdiğinde rahatsız hissetmeye başladım, Yeats Hall’da tek bir kişiyi bile tanımıyordum, aynı şekilde Crestwood’da da. Geçen yılki kısa turda bir iki öğrenciyle tanışmıştım. Ama o zaman yalnızca bir öğrenci adayıydım, yani hiçbirimiz arkadaş edinmeye pek yeltenmemiştik. Yeni bir panik dalgası beni sardı, belki de geride bıraktığım tüm tanıdık şeylerin pişmanlığıydı bu. Derin bir nefes alırken kendime, Strese girme, dedim. Bu yer seni baştan yaratacak. Her şey güzel olacak. Bir karaağaç altındaki gölgeli yere park ederek motoru kapatıp dayımın yanımdaki yere park etmesini bekledim. Yanımdaki alana kamyonunu park etti ama motoru kapatmadı. Teybinden Baba O’Reily bangır bangır çalıyordu, dayım ise inleten bas eşliğinde kafasını sallıyor ve hayali gitar çalıyordu. Normalde böyle bir şey beni dehşete düşürürdü, özellikle de diğer ebeveynler arabalarından masa lambalarını ve kutuları taşıyıp ona kaşlarını çatıyorken. Ama bugün öyle bir gün değildi. Bugün, bu ânı zihnime kazıyordum, çünkü karşımdaki, dayımın olup olabilecek en saf haliydi. Aslında dayımla beraber büyüdük sayılırdı. Annem ben doğduktan kısa süre sonra öldüğü için dayım annemin görevini üstlenmiş ve vasim olmuştu. Onun için kolay 10


olduğunu sanmıyorum; o zamanlar kendisi de bir çocuk sayılırdı, sadece yirmi yaşındaydı. Gözlerim üzerinde dolaştı. Rockçı gibi somurtarak dudaklarını kıvırmış, şarkıya eşlik ederken dudaklarını oynatıyordu. Güldüm, benim için yaptığını biliyordum. Gerilmeyeyim diye beni güldürmeye çalışıyordu. Eski Jeep’imden dışarı çıktığımda, kapıyı kapatırken dökülen ufak paslı parçaları görmemiş gibi davrandım. “Gerçekten iyi bir hayali gitarcısın!” dedim motorunu kapatıp kamyonun açık penceresinden bana sırıttığında. “Bilmez miyim, gerçek mesleğimi kaçırmışım. Rock yapmak için doğmuşum,” diye yanıtladı ve dışarı çıkıp bana katıldı. “Şüphesiz,” diye katıldım. Kolunu omzuma dolayıp bana kısacık sarıldığında koyu kestane rengi saçlarım tutsak kalmıştı. “Giriş yapmaya hazır mısın?” Ellerini koyu kahverengi saçlarından geçirirken bana sordu, ardından hemen saçları alnına geri döküldü. “Hazırım.” Kafamı sallayarak çantamdan ona bir tarak uzattım. Güldü, benden tarağı aldı. “Seninle ilgili en çok neyi seviyorum, biliyor musun Evie?” Kaşlarım kalktı. “Eee, terli olmayışımı mı?” Daha da sırıttı, kafasını sallarken gülümsemesi gözlerine ulaştı. “Eh, o ve her şeyi düşünüyor olman. Senin için daha az endişeleniyorum. Çünkü bir soruna saldırmadan önce her yönünü düşüneceğini biliyorum.” Bu kez de ben, “Seninle ilgili en çok neyi sevdiğimi biliyor musun?” diye sordum. “Müzik yeteneğimi.” Sırıttım, çünkü ikimiz de müzik kulağı olmadığını bili11


yorduk. “O,” diye katıldım, “ve her zaman doğru sözleri söylemeyi beceriyor oluşunu.” “Hoşuna gitti mi?” diye sordu yeni evimin girişine doğru eğimli kaldırımdan tırmanırken. “Güzel, çünkü buraya gelirken arabada tüm yolculuk boyunca buna çalıştım.” “Kulağa oldukça anaç geldi,” diyerek içeri girmem için kapıyı açık tutarken iltifat ettim ona. “Ben de öyle olmasını istemiştim zaten,” diye kabul ederken lobideki geniş maun masaya yaklaştı. “Evie Claremont,” dedim masanın arkasında koltukta oturan neşeli esmer kıza. Listeyi inceledikten sonra yukarı bakıp, “Genevieve Claremont?” diye sordu. “Benim, evet ama herkes beni Evie diye çağırır.” Gözlerini benden ayırıp dayıma baktığında gülümseyişi farklılaştı. Dayımla flört etmeye başlayınca ikimiz de anlamazlıktan gelmeye çalıştık: Ben rahatsız olduğum için, dayım ise yaşıtım kızlarla ilgilenmediği için. Neyse ki buna alışkındım, oldukça sık olurdu. Sanırım bütün kız arkadaşlarım dayıma bir zamanlar âşıktı. Esmer kız, dayım için bütün yurt etkinliklerini saymaya başlayınca, ben de eski binaya bakarak vakit geçirmeye karar verdim. Eskiden zengin Crestwood ailesinin evi olduğunu biliyordum, bir önceki yüzyılın başında okula bağışlamışlardı. İç tasarımı zarifti: ipeksi, buz mavisi duvar kaplamalar, kartonpiyerler, zengin, koyu kahverengi tahta kaplamalar ve kurşun cam pencereler… Dayım yeni anahtarlarımı vermeden önce beni dürttü ve çenesiyle merdivenleri gösterdi. “Arkadaş canlısı bir kız,” diyerek ikinci kata çıkarken ona sataştım. Başıyla onayladı ve anlamamış gibi davrandı. “İyi bir kıza benziyor, evet.” 12


Odamı bulduk ve kapısını açtık. Girdiğimizde kapının yanındaki alçak masaya çantamı bıraktım. Oda tek kişilik yatak, çalışma masası, şifoniyer, komodin ve küçük bir lambayla döşenmişti. Banyo tarzı bir lavabo ve gardırop diğer eşyalardı. “Evie,” dedi dayım umutla bana bakarak. Zihnimdeki karanlık çelişkiyi okumuş olmalı ki hemen ekledi. “Endişelenme, eşyalarını buraya getirince kendini bu kadar garip hissetmezsin.” “Endişelenmiyorum,” dedim sahte bir şekilde gülümseyerek. “Hadi,” diyerek kolunu etrafıma doladı ve beni kapıya doğru çekti. “Gidip eşyalarını alalım.” Kamyonetinden eşyalarımı indirmeye başladık. Birkaç kutuyu hızlıca odaya çıkardıktan sonra odamda kalıp yerleşmeye başladım. “Bu kutuyu nereye koymamı istersin?” diye sordu dayım. Hızla nefes alıp veriyor ve kapı aralığında sallanıyordu. “İçinde ne var?” İnleyip, “Ağırlığına bakarsak, eski erkek arkadaşının ceset parçaları ya da kitaplar…” dedi. Kutunun ön tarafını duvara dayadı, düşürmemeye çabalıyordu. “Ah, kitaplar o zaman. Bütün eski erkek arkadaşlarım evdeki arka bahçede gömülü. Bu akşam geri döndüğünde güzel rüyalar görmen dileğiyle!” Çalar saatimi yatağımın yanındaki komodine koyarken sırıtarak cevap vermiştim. “Masanın yanına bırakabilirsin, teşekkürler.” Odada yürürken ayaklarını sürüdü ve zorlanarak kutuyu kocaman bir güm ile bıraktı. “Son sevgiline ne olduğunu merak ediyordum. Hani sinemaya götürdüğün…” Ramones tişörtünün koluyla alnının terini sildi. Öndeki zavallı Dee Dee Ramone ıslanmıştı. 13


“Adı Greg’di ve dediğim gibi kendisi arka bahçede.” “Güzel, ondan hiç hoşlanmamıştım. Bunları yerleştirmek için yardım ister misin?” diye sordu odaya gelişigüzel konmuş kutuları göstererek. “Henüz neyi nereye koyacağımdan pek emin değilim. Belki de tek başıma yapmalıyım.” Neredeyse soru soruyor gibiydim. “İnternet bağlantısını kuracağım, böylece e-posta gönderebilir, internette gezinebilirsin,” dedi ve dizüstü bilgisayarımı bulup masaya yerleştirdi. “Teşekkürler. Yarın derslere kayıt olacağım, yani nasıl gittiğini sana mail atarım,” diye söz verdim. Yurdun ağ bağlantısını kesip bana kendi internet ağımı ve güvenlik duvarımı yarattı. Böylece mahremiyetimi koruyabilecektim. Büyük ihtimalle bunu kendim de yapabilirdim, bana nasıl yapılacağını öğretmişti. Ama ilgilendiği için minnettardım. Kurmayı bitirip gri-mavi gözlerini bana çevirdi, zaferle gülümsüyordu. Sanırım annemin de gözleri dayımın ve benimkilerle aynı renkti, ancak görmek için eski ve kalitesiz resimlere güvenmek zorundaydım. Geri kalan fiziksel özelliklerim ise; kestane rengi saçlarım ve uzun ince yapım baba tarafımdan geliyor olmalıydı, ikimiz de kim olduğunu bilmediğimiz için bu teoriyi kanıtlamak oldukça zordu. Dayım etrafa bakıp artık yapacak pek bir şeyi kalmadığını fark edince gülümsemesi soldu. “Bakalım, cep telefonun var,” sanki kafasındaki anaç kontrol listesinin üzerinden geçer gibi belirtti. “Eğer bir şeye ihtiyacın olursa beni arayabilirsin. Paraya ihtiyacın var mı?” “Zaten bana para verdin,” dedim cüzdanı için cebine uzandığını gördüğümde. Onu durdurmak için elimi koluna koydum. “Planladığım bütün bira ve uyuşturucu de14


nemeleri için yeterince param var. Tüm paramı internette kumar oynarken kaybettiğimde seni ararım.” Bana gülümserken göz kenarlarının kırışmasını izledim. Bunu seviyordum. Gözlerinin kenarlarındaki gülümseme kırışıklıklarının nedeninin ben olduğumu düşünmekten zevk alıyordum. “Sana seninle ne kadar gurur duyduğumu söyledim mi, Evie?” dedi, sesi hissettiği duygularla yumuşamıştı. Yanaklarımın kızardığını hissettim. “Ah, bir ya da iki kere,” diye yanıtladım. “Her neyse, artık evde ben de olmadığıma göre, ertelediğin bütün o şeylere odaklanabilirsin. Belki internetteki randevu sitelerine bakarsın. Ama randevulaştığın kişilerin geçmişlerine bakma, işin tüm gizemi kaçıyor.” Son sevgilisinin adını bile hatırlamıyor oluşum gerçekten üzücüydü. Dayım uzun zamandır biriyle beraber olmamıştı ve bunun mesleğiyle ilgili olduğunu düşünüyordum. Bir çeşit bilgisayar uzmanıydı. Öncelikli olarak özel dedektifler için çalışıyordu ve genellikle boşanma davalarına bakıyordu, özellikle de aldatan eşlerle ilgili davalara. Aldattığı iddia edilen eşin bilgisayarına giriyor ve hard diskini klonluyordu; şüphelenen eşin iznini almak yeterliydi, çünkü bilgisayar genellikle ortak mal sayılırdı. Sonra kendine uygun bir zamanda, e-postalara ve banka hesaplarına bakardı. Yani ailemizin geçimini sadakatsizliğin sağladığı söylenebilirdi. Randevuya çıkmamasının gerçek nedeninin bu olduğunu düşünmekten hoşlanıyordum, beni büyütmek için kendini sahalardan çektiğini değil. “Sadece o iğrenç espri yüzünden, odanı spor salonuna çevireceğim. Eve ziyarete geldiğinde ağırlık sehpasında yatmak zorunda kalacaksın.” “Bu ne cüret!” Sahte bir öfkeyle cevapladım, gerginliğimi saklamaya çalışıyordum. Biraz sonra gidecekti ve ben 15


de burada kalacaktım. Hep ikimiz olmuştuk. Her zaman ona güvenebilmiştim. Artık işlerin farklı olduğunu anladığımda hemen gözlerim doldu. “Seni şimdiden özledim,” dedi Jim dayım gözyaşlarımı görünce. Sözleri yüzünden paniklemeye başladım, bu nedenle ben de kendi listemin üzerinden geçtim. “Dün yemek için alışveriş yaptım, yani en azından bir hafta yetecek kadar yiyeceğin olmalı. Yeni tıraş bıçakları aldım ve banyodaki çekmeceye koydum. Ah, bir de takım elbiseni kuru temizlemeye götürmüştüm. Çarşamba günü almayı unutma, çünkü cuma günü Henderson’ın boşanma davası için mahkemeye gideceksin.” “Unutmam,” dedi anlayışla gülümseyerek. Gözyaşlarımı tutabilmek için derin bir nefes aldım ve fısıldadım. “Seni seviyorum.” “Ben de seni seviyorum.” Gözlerindeki endişe belirtisini görmüştüm. “Beni aramanı istiyorum, yani o kâbusları görmeye tekrar başlarsan,” diye de ekledi. Yere baktım. “Artık buradayım ya, bu yüzden geri geleceklerini sanmıyorum,” diye geveledim. “Eğer geri gelirlerse beni aramanı istiyorum,” dedi yanağıma dokunurken. “Peki,” diye kısık bir sesle yanıtladım ve elini indirdi. “Artık yola çıkmalıyım. Ann Arbor tarafındaki yoğun trafiğe yakalanmak istemiyorum,” dedi sesinde zorlama bir neşeyle. “Burada her şey harika olacak. Crestwood’a bayılacaksın, Evie” dedi güven veren bir gülümseme ile. “Öyle, haklısın. Mükemmel olacak,” dedim zorlama bir heyecanla. “Her neyse, trafiğe yakalanmamak için artık gitmelisin. Seni geçireyim,” dedim avazım çıktığı kadar ağlayacakmış gibi hissettiğimi ona fark ettirmemeye çalışarak. 16


Elinden tutarak onu kamyonuna götürdüm. Binmeden önce bana sıkıca sarıldı. Pencereden başını çıkarıp, “Okula dönüş toplantısına gelirim, tamam mı?” diye sordu. “Sabırsızlanıyorum,” dedim belli belirsiz gülümseyerek. Dayım motoru çalıştırırken, titrememesi için alt dudağımı ısırdım. Camdan bana gülümsediğini görünce kalbim korku içinde hızla atmaya başladı. Dayım hafifçe elini salladı ve ben de aynısını yaptım, ancak benim elim birazcık titriyordu. Arabası gözden kaybolunca yavaşça yukarı çıktım. Tek kişilik odamın kilidinde anahtarı çevirdim ve ittirip kapıyı açtım. Kapı aralığından geçmek üzereyken, duvarda bir gölgenin hızla hareket ettiğini görünce dondum. Beni korkutmuştu. “Merhaba?” diye sordum, ancak kimse cevap vermedi. Kapıyı kapamadan önce gözlerimi ovup bir iki kez kırptım. En uzak duvardaki pencereye hızla gittim ve yangın merdiveninde biri var mı diye bakındım. Boştu. Merdiven sahanlığındaki ağır demir ızgara kullanılmadığı için yer yer paslanmıştı, uzun süredir kimse orada bulunmamış gibi görünüyordu. İç çekip pencereye sırtımı döndüm ve odayı taradım. Çıplak duvarları ve boş rafları inceledim. Burası herhangi birine ait olabilirdi. Boş bir tuvale bakıyor gibiydim. Sanki içinde bulunduğum şu ana kadar olduğum kişinin ve tuvalinde canlı renkler, detaylı şekiller ve desenler bulunan hayatımın burada hiçbir manası, hiçbir geleceği yoktu. Sadece eşyalarımı yerleştirmem gerekiyor, böylece normal hissedebilirim, diye düşündüm kendi kendime. Lavabonun yakınında duran bir kutuyu seçtim ve boşaltmaya başladım. Jim dayım ile benim olduğum fotoğrafı yatağın yanındaki komodine yerleştirirken, Merkez 17


Bina’nın saat kulesinin saatinin vurması beni korkuttu. Dong… Dong… Dong… Saat üçtü. Zilin derin tınlaması havayı uğursuzca çalkaladı. Bunu tüm gece yapmıyordur umarım, çünkü gerçekten sinir bozucu olabilir, diye düşündükten sonra saat kulesinin bildirisini saatimle eşleştirmeye çalıştım. Derken kıyafetlerimden bazılarını boşaltmaya başladım, çekmecelere yerleştirmeyi bitirdim. Sage Center’a yürümeden önce öldürecek biraz daha vaktim vardı. Birinci sınıfların oryantasyonları saat dörtte başlayacaktı. Planım oraya tam vaktinde gidip toplantı salonunun en arkasında bir koltuk bulmaktı. Oryantasyondan önce lobide yalnız başına dolanma düşüncesi oldukça rahatsız edici ve sevimsiz geliyordu. Yatağımı yaptıktan sonra yumuşak yatak örtüsünün üzerinde yatarken kendimi biraz daha iyi hissettim; battaniyeye sinen ev kokusunu içime çektim. Yorgunluktan esnedim ve gözlerim kapandı, çünkü son zamanlarda pekiyi uyuyamıyor, uyumaktan kaçınıyordum. Uyuduğumda rüya görüyordum ve rüyalar sanki boğuluyormuşum gibi hissettiriyordu. Tekrar esnedim ve kendimi yataktan kaldırdım. Yerleştirilecek bir kutu daha aradım, böylece sızmayacaktım. Uyumadan önce tamamen yorgun olmak istiyordum, bu şekilde kâbusu hatırlama olasılığım daha düşük olacaktı. Lavabonun yanında ufak bir kutu buldum. Kaldırıp yapış yapış koli bandıyla güreştim, koparmaya çalışıyordum. Masama taşırken bant elime yapıştı, kutuyu lambanın yanına indirdim. Maket bıçağını kot eteğimin cebinden aldım ve bıçağı açığa çıkardım. Pencerenin önünden bir gölge geçerek bir anlığına günışığını kesti. Dikkatimi dağıttığı için kafamı kaldırdım. 18


Sonra bir anda, beynim keskin bir acıyı algılarken kan kutunun üzerine dökülmeye başladı. Acıyla tısladıktan sonra salak maket bıçağını gürültüyle masaya attım. Parmağımı inceledim, derin bir kesikten kan akıyordu. Lavaboya yürüyüp soğuk suyun altına tuttum. Çok derin değildi, belki de kanamasını durdurduğumda üzerine bir bant yapıştırarak halledebilirdim. Etrafına sarmak için ufak bir havlu buldum ve önceden doldurduğum lavabonun üzerindeki ilk yardım dolabını açtım. Bir kutu yara bandıyla uğraşırken kesiğe baskı uyguladım. Sanki bir atardamarı kesmişim gibi sızlıyordu. Kemik rengi havluda kırmızı lekeler belirmişti. Sızlayan acıyı göz ardı edip tekrar pencereye, orada biri var mı diye kontrol etmeye gittim. Yangın merdivenini bir daha inceledim; ikinci kattaydım ve ızgara en azından altı metre yükseklikteydi. Merdivenin çekilmesi gerekiyordu, yani kimse direkt ona zıplayamazdı. Kafamı pencereden uzatıp yukarıya baktım. Ama oradan da birinin girmesine imkân yoktu. Şüpheyle pencereleri kapatıp kilitledim. O kadar yorgunum ki hayali şeyler görüyorum, diye düşünerek sağlam elimle gözlerimi ovaladım. Geri yatağıma döndüm, uzanıp yeni boyanmış beyaz tavana baktım. Esnedim, kafamı çevirip saate baktım. Gözlerim bir saniyeliğine kapandı ve sanki bir an uçuyormuşum gibi hissettim. Yastıklarımdan birini rahatlamak için kendime çekmeden önce gözlerimi aniden açtım. Önümdeki saati tekrar izledim. Uyanık kalmaya çalıştım. Odam neden bu kadar soğuktu? Yan tarafıma dönerken merak ettim. Donuyordum… Gözlerimi açıp odaklanamadan nemli yanağımın altındaki vinil fayanslara baktım. Soluk bej ve boz kahverengi dama tahtası biçiminde, ıssız sonsuzluğa uzanıyorlardı. Ağrıyan çeneme parmak uçlarımla dokundum, yüzümü yerdeki yapış yapış havuzdan kaldırdım. Yoğun kırmızı kan izleri 19


boynumdan akıp zarif kıyafetime yağmur damlaları gibi akmıştı. Çok tatlı bir müziğin tınıları etrafımda dalgalanıyordu, ancak başımı döndüren, kulağı tırmalayan, vızıldayan ses tarafından parçalanıyordu. Kafam karışmış, başım dönüyor halde müziğin geldiği yere doğru baktım. Gözlerim şimdiye dek gördüğüm en güzel yüze rastladı, ancak güzel hatları kanla kaplanmıştı. Geniş kan izleri ağzının iki tarafında yoğunlaşmış, dehşete düşüren çizgiler halinde yüzünden akıyordu. Onu izlediğimi gördüğünde yavaş, şehvetli bir gülümseme dudaklarının kenarlarında belirdi. Korku sanki idam ilmeği gibi ciğerlerimden nefesimi çaldı, kafamı çevirmemi yasakladı. Nazikçe elimi kaldırıp parmaklarımı açtı. Avucumdaki kahverengi eski deri parçasından ufak, gümüş kolye uçları sallanıyordu. Güzel canavar onları benden alırken ışık üzerlerinde parladı. Kendi sesim gibi gelen bir ses fısıldadı. “Yaşam gücünü ortaya çıkar ve bir askeri, bir âşığı ve bir arkadaşı kaybet. Her zaman oradaydı. Her zaman orada…” Dong…“Gelmesine engel olamazsın…” Dong… “Durduramazsın…”

20



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.