06 2f Magazine / Kasım

Page 1



// EDITÖRDEN Merhaba,

‘Gün geçtikçe teknoloji hızla ilerliyor’… Bu cümleyi uzun zamandır sıkça duyar olduk. Artık ilgili ilgisiz herkesin teknoloji hakkında bir bilgisi var. Ben bunun nedenini akıllı telefonlara ve tabletlere bağlıyorum. Çünkü hemen herkes en az birini kullanır hale gelmiş durumda. Bu cihazları özel kılan ise her geçen gün yeni uygulamalar ve gelişen teknolojileriyle hayatımızı biraz daha kolaylaştırmaları. Artık cebimize ve çantalarımıza kadar giren bu cihazlar sayesinde masaüstü bilgisayarlarımızda yaptığımız birçok işlemi gerçekleştirebiliyoruz. İşletim sistemleri ve uygulamaları da aynı şekilde masaüstü bilgisayarlarımızda olduğu gibi güncelleniyor ve gelişiyor. Bu da bizi biraz daha özgür kılıyor. Çok bunaldığımız anlarda ofis dışında bir kahve eşliğinde e-postalarımızı kontrol edebiliyor, cevaplayabiliyor, ajandamızı düzenleyip, raporlar hazırlayabiliyoruz. Aynı zamanda işe giderken ya da iş çıkışında da yolculuk ederken bu işlemleri gerçekleştirebiliyoruz. Tabi işin bir de eğlence kısmı var, oyun oynamak ve müzik dinlemek gibi. Tüm bu teknolojileri bize sunan telefon ve tablet üreticilerinin dışında uygulama geliştiricileri de unutmamak lazım. Tabiki bunu bir pazar haline getiren ve yakın zamanda aramızdan ayrılan Steve Jobs’u da... Çünkü ilk akıllı telefon hareketi iPhone’la başladı ve ardından diğerleri geldi. Tabi bu durum teknoloji meraklılarını işletim sistemlerine göre böldü :) Herkes kendi kullandığı işletim sisteminin maharetlerini savunur duruma geldi. Ancak ben hala bir takım eleştirilere maruz kalan Jobs’un pazara büyük ölçüde hareket kattığını düşünüyorum. İnternet yaygınlaştığında nasıl ki web tasarımcılar, yazılım uzmanları vs. yetiştiyse günümüzde de uygulama geliştiriciler yetişiyor. Bunun dışında muazzam bir aksesuar pazarı var tabiki bunu da unutmayalım. Ayrıca rekabeti hızlandırması biz son kullanıcılar açsından da oldukça önemli. Çünkü bu sayede her geçen gün daha iyi teknolojiye sahip cihazlara ulaşabileceğiz gibi görünüyor. Telefon ve tabletlerin iyi ya da kötü olması önemli ölçüde kullanıcının ihtiyaçlarına bağlı. Yani üreticiler ellerinden geleni yapıyorlar. Hepsinin artıları ve eksileri muhakkak ki var. Ama en iyi cihaz sizi en iyi anlayan cihaz. Keyifli okumalar... Orçun Peköz Genel Yayın Koordinatörü www.2fmagazine.com // 03


İÇİNDEKİLER www.2fmagazine.com

SAYI 06 15 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

04 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

36

12

16

18

48

66


36 Kapak konusu En İlginç Mobil Uygulamalar Artık her derdimize deva bir uygulama bulmamız mümkün. Fakat bazı uygulamaların varlığı yine de ilginç. Bu sayıda sizler için bazı ilginç mobil uygulamaları derledik.

06 Özel Haberler

Sİnema

* Maserati Ghibli Türkiye’de

48 Cadillac Records

* Retro Aşkı: Nikon Df

52 Pleasantville

* Google Nexus 5 Resmileşti

54 İnceleme 12 Sosyal Sorumluluk

Nokia Lumia 1020

Otistik Minikler Sanat Öğreniyor!

62 Gezİ- Yemek

14 Kİtap Periler Diyarında

66 Tasarım

Şarap Yolculuğu

Japon İşi: Shiro

16 Müzİk

72 Sağlık

Deep Purple

* Kanser Nedir? Genlerimizin kurbanı mıyız?

22 Moda

* Estetik Ameliyatın

* İkifarkı Bulunuz!

Doğruları ve Yanlışları

* Kısa Haberler

28 Spor * Benimle Kahvaltı Yapar mısın?: Yulaf

Röportaj 18 Pamela Spence 30 Ozan Atasoy 86 HP’den Serkan Bayır ve Emre Alaman

Orçun Peköz orcun@2fmagazine.com

Sorumlu Yazı Müdürü Melih Bilgin melih@2fmagazine.com

Yazı İşleri Müdürü Eren Karakaya eren@2fmagazine.com

Editörler

Carluccio’s

* Olivia Palermo Stili

Genel Yayın Koordinatörü

Dr. Deniz Öner Editör deniz@2fmagazine.com Deniz Dokur Agas Editör ddeniz@2fmagazine.com Baturay Tok baturay@2fmagazine.com Aslıhan Karlıdağ asli@2fmagazine.com Turgay Eryiğit turgay@2fmagazine.com Erhan Ünal erhan@2fmagazine.com Sebahat Bağbars sebahat@2fmagazine.com Gamze Biran gamze@2fmagazine.com Miray Korkmaz miray@2fmagazine.com

Tasarım 2f Tasarım Ofisi info@ikifark.com

Reklam Müdürü Nilay Kılıç nilay@2fmagazine.com

Katkıda Bulunanlar Ufuk Kayrak, Nihan Bilgin

INSPRAD MEDIA İdealtepe Mah. Park Sok. No: 1/7 Maltepe / İSTANBUL Tel: 0216 489 12 26 info@2fmagazine.com www.2fmagazine.com // 05


ÖZEL HABER

Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com

Maserati Ghibli Türkİye’de

İtalyan lüks otomobil üreticisi Maserati’nin yeni 4 kapılı spor modeli Ghibli, Türkiye’de satışa sunuluyor.

F

iat çatısı altında faaliyet gösteren Maserati, son yıllarda spor otomobillerden lükse kayan çizgisiyle dikkat çekiyordu. Bu değişimin en önemli adımlarından biri de 4 kapılı Quattroporte modeli olmuştu. Bu modelin yakaladığı başarı, 4 kapılı spor coupe’lere bakış açısını değiştirdi ve Maserati bünyesinde yeni bir modelin yolunu açtı. İşte o model

06 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

olan Ghibli, şimdi Türkiye’de. 4 kapılı spor ve lüks bir coupe olarak tasarlanan Ghibli, agresif sürüş stiliyle uzun yol konforunu tek bir otomobilde buluşturuyor. Önden bakıldığında Quattroporte’den aldığı mirası net biçimde ortaya koyan Ghibli, buna rağmen daha kızgın ön far tasarımı ve çıkıntılarla belirginleştirilmiş ön ızgarasıyla selefinden ayrılıyor. Yandan

bakıldığında ön çamurluğun hemen ardında bulunan 3 küçük hava girişi, artık Maserati’nin imzası haline gelen bir detay. Aracın yan çizgileri de genel olarak Quattroporte’yi andırıyor. Fakat arka çamurluğun üzerinden başlayan agresif çıkıntı Ghibli’yi çok daha sportif ve estetik göstermiş. Arka bölümde de bu çıkıntı farlarla birleşiyor ve aracın tasarımını tamamlıyor.


ÖZEL HABER

İç mekana lüks hakim. Direksiyon simidi ve gösterge tasarımlarında aşırıya kaçılmamış. Ayrıca orta bölümde kullanılan ekran da iç tasarımın sadeleştirilmesinde etkili olmuş. Resimde kırmızı olan bölümlerde farklı renkte döşemeler de tercih edilebiliyor. Vitesin bulunduğu konsol bölümünde de enfes görünen ahşap kaplamalarla birlikte karbon fiber gibi daha modern seçenekler mevcut. Maserati Ghibli’de en dikkat çeken konulardan biri de motor seçenekleri.

Yıllarca Ferrari ile ortak çalışan, benzinli motorlarıyla efsane haline gelen Maserati, Ghibli ile ilk kez dizel motorlara geçiş yapıyor. 3.0 litrelik V6 Turbo dizel motor seçeneği yakıt tasarrufu sağlamak için geliştirilmiş. Bu motor Maserati verilerine göre 100 kilometrede 6 litre yakıt tüketiyor. Buna rağmen 275 beygir güç ve 600nm tork değeriyle saatte 100 kilometre hıza sadece 6.3 saniyede ulaşabiliyor. Bu modelin Türkiye’deki başlangıç fiyatı da 150 bin avro seviyesinde nispeten

”hesaplı”. Diğer motor seçeneği ise daha yüksek devirli spor sürüş seven sürücüler için geliştirilmiş. 3.0 litrelik V6 çift turbolu motor. 450 beygir güç ve 500nm tork üreten bu motor, Ghibli’yi 100km hıza 5.6 saniyede çıkarabiliyor. Bu versiyonun fiyatı ise 200 bin avro civarından başlıyor. Maserati Türkiye distribütörü olan Fer Mas’ın verdiği bilgiye göre Ghibli için Türkiye’den şimdiden 13 sipariş alınmış durumda. // www.2fmagazine.com // 07


ÖZEL HABER

Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com

Retro Aşkı: Nikon Df

Nikon’un bir süredir teaser videolarıyla merak uyandıran modeli Df, bugün resmi olarak tanıtıldı. Retro bir tasarıma sahip olan Df, Full Frame sensör ve direkt manuel kontrolleri bir araya getiriyor

N

ikon’un videoları sayesinde Df’in geldiğini biliyorduk. Fakat firma detayları ve kameranın fiziksel görüntülerini saklamakta başarılı oldu. Df’e ait kapsamlı bilgilere bugün gerçekleştirilen resmi duyuruyla birlikte kavuştuk.

08 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Öncelikle Df, felsefe olarak filmli SLR’ın dijital sensör ile yeniden yorumlanmış hali. Hem görsel açıdan hem de kontroller bakımından Df, Nikon’un eski FM serisine çok benziyor. Özellikle önden ve üst bölümden baktığınızda bunun filmli bir SLR mo-

deli olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat arka taraftan baktığınızda 3.2 inçlik geniş ekran kendini ele veriyor. Yine de Df, direkt kontrolleri özleyenler için üst bölümde ISO, perde hızı, pozlama telafisi ve öncelik modu için fiziksel bir teker barındırıyor. Bu da menüler


ÖZEL HABER

üzerinden yapılan ayarları minimuma indiriyor. Tıpkı eski filmli SLR’larda olduğu gibi. Df’in gövdesi, kardeşi olarak belirtebileceğimiz D4, D800, D610 gibi modellerden oldukça farklı. Her şeyden önce onlara göre oldukça küçük. Bu da neredeyse aynasız makinelere yakın bir boyuta sahip olmasını sağlıyor. Fakat Df, aynalı bir SLR ve optik vizör kullanıyor. Bu da kullanım açısından onu Nikon’un diğer Full Frame SLR modelleriyle benzer kılıyor. Nitekim teknik detaylara baktığımızda Nikon’un yeniden bir donanım geliştirmekle uğraşmadığını anlıyoruz. Df’ün sensörü ve işleme algoritmaları D4 modeliyle birebir aynı. Yani 16MP çözünürlük sunan Full Frame bir sen-

sörü mevcut. Otomatik odaklanma sistemi D610’dan alınırken (39 noktalı), vizör de D800’den (0.7 çarpanlı %100) alınmış. Arka bölümden baktığımızda da tuşların yapısı ve yerleşimi de D800’e çok benziyor. Fakat Df’in retro tasarımı ve boyutları dışında da da avantajları var. Retro tasarım ile uyumlu şekilde Df’te eski lenslerle daha kapsamlı uyumluluk sağlanmış. Non Cpu lenslerle birlikte tam zamanlı ölçüm desteği sunulurken Pre-Ai lensleri takabilmek için de bayonet üzerine küçük değişiklikler yapılmış. Böylece eski lensleri Df üzerinde kullanmak daha verimli hale geliyor. Makinenin üst bölümündeki manuel kontrolleri de hesaba katınca deneyim açısından modern

DSLR’lardan çok farklı olacağını söyleyebiliriz. Nikon, Df için özel bir lens de hazırlamış. Nikon’un çok satan 50mm 1.8 G lensinin eski tasarım çizgileriyle yeniden tasarlanmış versiyonu olan ”Special Edition”, görsel açıdan Df ile uyumlu olmak üzere tasarlanmış. Fakat gelen bilgilere göre lensin optik formülünde bir yenilik yok. Farklılık sadece dış tasarımda. Nikon, Df’in gövde fiyatını 2749 dolar olarak açıkladı. Bu fiyat D800 ve D600 modellerinin arasında kalıyor. Eğer özel 50mm lens ile birlikte satın almak isterseniz kit fiyatı da 2999 dolar. Gri – Siyah ve Siyah olmak üzere iki renk seçeneği bulunuyor. // www.2fmagazine.com // 09


#1 yamaha bolt cafe Yamaha, Tokyo Motor Show’da elektrikli modellerini ön plana çıkarsa da Bolt Cafe enfes görünüşüyle bizi tavladı. Standart Bolt modelinin ‘’kahve tadındaki’’ yorumu olan Bolt Cafe, sadece kozmetik yenilikler içerse de dikkatleri üzerine topluyor.

#6 #5

#2 Canon EOS 100D Beyaz DSLR pazarının iddialı isimlerinden Canon, bu kez farklı bir yeniliğe imza attı ve EOS 100D modelinin beyaz versiyonunu duyurdu. Canon’un ilk beyaz DSLR’ı olan 100D, kendisi gibi beyaz versiyona kavuşan 40mm STM lens ile birlikte satılacak.

#4

#3 Panasonic Toughpad 4K Panasonic’in geçtiğimiz günlerde Türkiye lansmanını gerçekleştirdiği tablet Toughpad modeli, 4K çözünürlüklü 20 inç ekranıyla hayret içinde bırakıyor. Full HD’nin 4 katı fazla çözünürlük sunan bu ekranı, dayanıklı gövdesiyle ve güçlü donanımıyla Toughpad’in hedefi tasarımcılar ve görsel işlerle uğraşan profesyoneller. Fakat 5,999 dolarlık fiyatı da bir o kadar şaşırtıyor.

#1

#4 LG G Flex Kavisli telefon modasına LG de uydu. Geçtiğimiz günlerde ilk kavisli modeli Flex’i duyuran firma, telefonun bu tasarım sayesinde yüze daha iyi uyum sağladığını söylüyor. Zaten bunun dışında da bir faydası yok. Ama güçlü donanımıyla kullanışlı bir telefon ve meraklı bakışları üzerine çekmek isteyen kişiler için kavisli yapı tercih sebebi olabilir. Şimdilik sadece Kore’de satılacak olması ise dezavantaj.

10 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

#8

#3


#5 Fiskars Edge Serİsİ #2

1649 yılında kurulan ve Finlandiya’nın en eski şirketi unvanını taşıyan Fiskars’ın mutfak ürünleri artık Türkiye’de. Markanın fonksiyonel ve ergonomik mutfak aletleri Esse mağazalarında mutfak meraklılarını bekliyor. Özellikle siyah renkli Edge serisi mutfakta daha fazla geçirmenizi istetecek kadar şık görünüyor.

#6 Lacoste Victoria #7

Lacoste Victoria, kasasını süsleyen renkli taşların ışıltısı ile dikkat çeken firmanın yeni saat modeli. Lacoste, bu modelin kadranında Lacoste yazısı ve simgesi olan timsahı gökkuşağı renklerinde konumlandırmış. Timsah logosunun içine yerleştirdiği gökkuşağı renklerindeki taşlar ise modele ayrı bir şıklık katmış. 260 avroluk fiyatı herkese göre değil ama şıklığına önem veren bayanlar için renkli bir seçenek.

#7 Ray- Ban Aviator Solid Gold Önde gelen gözlük üreticilerinden biri olan Ray- Ban, efsanevi Aviator modelini 18 ayar altın ile yeniden yorumlamış. Çerçevesi 18 ayar altın ile kaplanmış olan ‘’Solid Gold’’ adlı bu yeni model, sınırlı sayıda üretiliyor. Özel deri kutusuyla birlikte gelen özel serinin lensleri G15 kristal ve gri renkte. Fiyatı konusunda henüz bir bilgi bulunmuyor.

#8 Raymond Weil Freelancer Lady Urban Black İsviçreli saat üreticisi Raymond Weil, yine şık bir model ile karşımızda. Uzun ve karmaşık ismini tekrar telaffuz etmek istemesek de siyah çelik gövdesi ve özel deri kayışıyla çok güzel görünüyor. Gövdeye ışıltı katmak amacıyla kadranın çevresinde 86 adet pırlanta yerleştirilmiş. Bu güzelliğe sahip olmanın bedeli ise 7.000 TL civarında.

www.2fmagazine.com // 11


Atlı Karınca

S

Sebahat BAĞBARS // sebahat@2fmagazine.com

OTISTIK MINIKLER SANAT ÖĞRENIYOR!

ibel’le (Küçük) arkadaşlığımız yıllar öncesine dayanır. İş arkadaşlığımızı arkadaş olarak sürdürmeyi başardığımız için de hayatında benim dikkatimi çekecek güzel bir girişim olduğunu öğrenince sizlerle de paylaşmak istedim. O da bir çok kadın gibi hobi amaçlı girmiş ahşap boyama işine… Çok sevmiş ve zamanla da vazgeçilmezi haline gelmiş… Hayata geçirdiği ürünleri sosyal mecralarda arkadaşlarıyla paylaşmaya başlamış. Beğenilerin artması, dostlarının, sevdiklerinin hobisinin işi olması konusundaki ısrarlarını dikkate alarak da geçen mayıs ayında atölye12 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

sinin temellerini atmış. Hobi olarak uğraştığı dönemlerde alışveriş yaparken tanıştığı Lady Craft’ın sahibi Ayşin Önal’dan aldığı bayilik teklifi ile de hayalindeki atölyesini daha hızlı açma fırsatı bulmuş.

Küçük ve becerİklİ eller mutlu ve rengarenk! Evet, iş hayatında farklı deneyimleri olan Küçük’ün son atölye kurma fikri başlı başına güzel bir kadın girişimi ancak benim öne çıkarmak istediğim konu çok daha özel… Ayşin Önal ve Sibel Küçük’ün birlikte atölye kapsamında hayata geçirdiği bir sosyal

sorumluluk projesi. Projenin ilk amacı otistik, down sendromlu gibi özel çocukları hobi sahibi yaparak becerilerini artırmak. İkinci amacı ise bu girişimi benzer tüm atölyelerin örnek alması ve uygulanması konusunda da özendirici olmak.

İlk mİsafİrler SporCity Otİzm Uygulama Merkezİ’nden… Sosyal sorumluluk projesi ilk adımda Gürpınar’da bulunan SporCity Otizm Uygulama Merkezi’nde eğitim gören otistik çocuklarla yapılmaya başlanmış. Merkezin sahiplerinden Mustafa Işık’ın destek verdiği proje


KİTAP

15 günde bir hafta içi veya hafta sonu grupları olarak tekrarlanıyor. Boyama yapmanın çocuklar üzerindeki etkisini ise Sibel Küçük şöyle yorumluyor: “Mustafa Bey’le yaptığımız görüşmeler neticesinde öğrendik ki, boyama yapma çocukların dikkatini toplamada, el ve beyin arasındaki koordinasyonu sağlamada çok önemli rol oynuyor. Atölyemize gelen otizmli miniklerimiz ilk etapta çok konuşmuyorlar çünkü alışık olmadıkları bir ortama giriyorlar. Ama adapte olduklarında ne kadar rahatladıklarını ve mutlu olduklarını gözlemleyebiliyorsunuz. Size bir şey itiraf edeyim mi aslında onlara özel ayrılan günlerde biz onlara bir şey öğretmiyoruz çünkü esas onlar bize çok şey öğretiyor. Henüz net değil ama ileride onların ellerinden çıkan tüm çalışmaları bir sergide toplamayı da amaçlıyoruz”. // www.2fmagazine.com // 13


Atlı Karınca

Ş

arap, yüzyıllardır bir çok insanın özel ilgi alanıdır ve üzerine de sayısız araştırmalar yapılmış, kitaplar yazılmıştır. Turasan Şarapçılık tarafından bir kültür hizmeti olarak hazırlanan “PERİLER DİYARINDA ŞARAP YOLCULUĞU” isimli kitap da şarap severlerin ilgisini çekecek çok özel bir kitap. Murat Yankı’nın kaleme aldığı kitapta periler diyarı olarak bilinen Kapadokya’da dünden bugüne şarabın izi sürülüyor. Yankı, amaçlarının bir şarap rehberi hazırlamak olmadığını bu kitabın da rehber olarak algılanmaması gerektiğinin özellikle altını çiziyor. “PERİLER DİYARINDA ŞARAP YOLCULUĞU”nun hayata geçirilme amacını ise; Türkiye’nin en önemli tarihsel bölgelerinden biri 14 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Sebahat BAĞBARS // sebahat@2fmagazine.com

olan Kapadokya’yı ve Kapadokya tarihinde şarapçılık ve bağcılık temasını ele alarak ilk kez bölgenin şarap envanterini çıkarmak olarak yorumluyor. Kapadokya şarabını farklı kılan en önemli şey ise; Kapadokya’nın iklim bakımından dünyanın en zor bağcılık ve şarap üretimi yapılan bölgesi olması.

Kİtapta neler var? Kitabın ilk bölümlerinde Kapadokya şarapçılığının tarihi, Kapadokya’nın iklim koşulları, toprak yapısı ve bağcılığa etkileri, Kapadokya bağcılığı ve üzüm çeşitlerine yer verilmiş. Kapadokya’nın şarap üreticileri ve ürettikleri şarapların konu alındığı bölümde Turasan Şarapçılık, Kocabağ Şarap İşletmesi, Kapadokya Şarapçılık, Si-

nasos Şarapçılık, Vinolus, Kavaklıdere, Doluca, Kayra ve Vinoluş markalarına yer veriliyor. Kitabın orta bölümleri ise anılarda kalan Kapadokya Şaraphaneleri, Kapadokya’daki tarihsel şarap ve üzüm imgeleri, Kapadokya’nın şarap yarışmaları, madalyalı Kapadokyalıları konu alıyor. Kapadokya’nın yaşadığı iyi ve kötü yıların da yer aldığı bu bölümlerde şaraba ve Kapadokya’ya aşık bir Fransıza da yer verilmiş. Edouard Guerin, Fransız şarap uzmanı. Eşiyle birlikte aldığı iş teklifi üzerine geldiği Kapadokya’dan bir daha kopamamış. “PERİLER DİYARINDA ŞARAP YOLCULUĞU” kitabında yer alan diğer başlıklar ise şöyle: “Kapadokya peynirleri ve şarap uyumu, Kapadokya şarabının bir de mutfağı var, Kapa-


KİTAP dokya Yemekleri ve Şarap Uyumu, Kapadokya’da şarap mekanları, mahzenler, Kapadokya’da şarap turizmi ve Kapadokya’da şarabın şiiri”.

Kapadokya yemeklerİ ve şarap… Kitapta her ne kadar Kapadokya yemekleri ile şarap eşleştirilmesi yapılmaya çalışılsa da en güzel şarabın, keyifle içilen şarap olduğunun da altı özellikle çiziliyor. Kitapta şarap uyumu incelenen tariflerden biri de Kapadokya klasiği olan bilinen “Güveçte pastırmalı kuru fasulye”. Şarap uyumu ise şöyle yorumlanmış: “Söz konusu yemeğin içinde bulunan kuru fasulye ve domates salçası asit düzeyi yüksek bir yemekle eşleşirken, pastırma kırmızı bir şarabı gerekli kılar. Dolayısıyla bu şarabın doğal eşlikçileri öküzgözü üzümünden yapılan şaraplar veya bu üzümün boğazkare ile karışımından üretilen şaraplar olabilir”. Not: Piyasada satışı olmayan “PERİLER DİYARINDA ŞARAP YOLCULUĞU” isimli kitaba ulaşmak isteyen şarap severler kitabın yazarı Murat Yankı’ya “muratyanki@ vinotolia.com” adresinden ulaşıp temin edebilirler. Kitapta yer alan Behçet Kemal Çağlar’ın şiirinden alıntıdır…. … Üzümün üstünde kızlar tepinir. Karlı baş içinde yazlar tepinir. Gönlümde göğsümde sızlar tepinir. Meyvan sarhoş olmuş tabağın sarhoş. … Ürgüp tepeleri baca bacadır. Tütüyor derdinle kaç yüz gecedir. Derse ki aşk derdi benden yücedir. Kusuruna bakma çırağın sarhoş. // www.2fmagazine.com // 15


Merallica

MÜZİK

Hanife MERAL AKMAN // meral@2fmagazine.com

DEEP PURPLE ‘NOW WHAT?!’

R

ock müzik tarihinde hard rock ve heavy metal türlerini ilk kimin başlattığı konusunda sayısız teori vardır. Bunların arasında, 1968 yılında ilk kez bir araya gelen Deep Purple çeşitli rakiplerine fark atarak açık ara hard rock’ın kurucuları arasında yerini almıştır. Deep Purple 1968 yılında, İngiltere’nin Hertford şehrinde o günlerin popüler müzik türü olan progressive rock grubu olarak kuruldu. Kuruluş kadrosu, Ritchie Blackmore (gitar), Jon Lord (klavyeli çalgılar), Ian Paice (davul), Rod Evans (vokal) ve Nick Simper (basgitar)’dan oluşuyordu. Grup bu kadro ile 1968 – 69 yılları arasında üç studyo albümü çıkartır. 1969 yılında üçüncü albümleri 16 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Deep Purple’ın piyasaya çıkmasından sonra, grubun tarzını ‘sert’ bulan Rod Evans ve Nick Simper’ın gruptan ayrılması ile Roger Glover ve Ian Gillan gruba katılır ve Deep Purple ‘efsanevi beşli’sini oluşturur. Efsane beşli, 1970 – 73 yılları arasında hard rock müziğin en seçkin örnekleri arasında sayılan In Rock (1970), Fireball (1971) ve Machine Head (1972) albümleri çıkarttıktan sonra grup içinde ortaya çıkan ve özellikle Ritchie Blackmore ve Ian Gillan arasında yaşandığı ileri sürülen gerginlikler sonucunda Ian Gillan ve Roger Glover gruptan ayrılır. Bu ayrılığın ardından gruba bas gitarist ve vokalist olarak Glenn Hughes katılır, Hughes’un gruba katılmasından kısa bir sure sonra David Cover-

dale esas vokalist olarak gruba katılır ve Deep Purple’da yeni bir dönem başlar. Grup bu kadrosuyla 1974 – 75 yılları arasında iki albüm çıkartır, 1975 yılında ise Ritchie Blackmore’un kendi grubu Rainbow’u kurmak için gruptan ayrılması üzerine Tommy Bollin gruba katılır ve birlikte bir albüm daha çıkartırlar. Grubun bitmek bilmeyen kan kaybı sonucunda Deep Purple 15 Mart 1976 yılında Liverpool Empire Theatre’da son konserlerini vererek dağılır. Grup 1984 yılına kadar tekrar bir araya gelmez. 1984 yılında, sürpriz bir kararla ‘efsane beşli’ bir araya gelir ve 1984 – 87 yılları arasında birlikte üç adet albüm yapar. Bu albümlerin arkasından grubun yıllar öncesinden kalma gerginlikeri geri gelir ve önce


MÜZİK Ian Gillan gruptan ayrılır, grup Gillan’ın yerine gelen Joe Lynn Turner ile bir albüm yapar. 1993 yılında Gillan bir kez daha gruba geri döner ve grup bir arada son albümleri ‘The Battle Rages On’u kaydeder. Albümün piyasaya çıkmasından sonra Ritchie Blackmore son kez gruptan ayrılır ve yerine gelen Steve Morse ile kalıcı beraberlikleri başlar. Steve Morse’un kadroya dahil olması ile Deep Purple için yeni bir çağ açılır. Grup, Jon Lord’un emekli olması ve hemen ardından aramızdan ayrılmasından sonra gruba klavyeci olarak katılan Don Airey ile birlikte 1996 – 2013 yılları arasında 5 adet albüm çıkartır. Now What?!, grubun 2013 yılında vokallerde Ian Gillan, gitarda Steve Morse, bas gitarda Roger Glover, klavyeli çalgılarda Don Airey ve davularda Ian Paice ile birlikte çıkarttığı beşinci ve son studyo albümü, Deep Purple’ın ise 19. Stüdyo albümü. Albüm aynı zamanda grubun sekiz yıl aradan sonra çıkarttığı ilk albümdür.

Albüm 26 Nisan 2013 yılında piyasaya çıktı ve İngiltere albüm listelerinde 19. sıraya yükseldi. Now What?! ilk haftasında Amerika’da 4.000’den fazla sattı. Albüm 11 parçadan oluşuyor. A Simple Song, Weirdistan, Out of Hand, Hell to Pay, Bodyline, Above and Beyond, Blood from a Stone, Uncommon Man, Après Vous, All the Time in the World, Vincent Price. Albümden çıkan ilk singlelar Hell to Pay ve All the Time in the World Mart ayında piyasaya sürüldü. Now What?! albümünde iki şarkı, Uncommon Man ve Above and Beyond 2012 yılında 71 yaşında kaybettiğimiz Jon Lord’a ithaf edilmiş. Above And Jon Lord Beyond parçasında grup Lord’a olan bağlılığını “birbirine dokunan ruhlar, sonsuza

dek bağlanmıştır” dizeleri ile dile getirmişler. Uncommon Man adlı şarkı ise, Don Airey tarafından bestelenmiş. Airey parçayı bestelerken Amerikalı besteci Aaron Copland’ın Fanfare for the Common Man adlı klasik müzik bestesinden etkilenmiş ve bu parçayı Jon Lord’un anısı için uzun klavye sololarla bezemiş. Albümün en ilginç parçalarından biri de ünlü vampir filmleri oyuncusu ile aynı ismi taşıyan Vincent Price. Bu şarkıya çekilen klip ise hayli ilgi çekici. Müzik dünyasında 45 yıllık birikimiyle yıllara meydan okuyan, sık sık kan değiştirse de müzikal bütünlüğünden ve kalitesinden hiç birşey kaybetmeyen Deep Purple, bazı şeylerin hiç değişmemesi gerektiğinin canlı bir kanıtı. Yıllardır değişmeyen çizgisi, buna karşılık içinde bulundukları dönemi yansıtan albümlere imza atması ile Deep Purple, hayranlarını daha uzun süre mutlu edeceğe benziyor. // www.2fmagazine.com // 17


RÖPORTAJ

Orçun PEKÖZ // orcun@2fmagazine.com

Yok Böyle Bir Kız

PAMELA T

ürkiye’ye geldiğinde çocuk yaşlarda olan Pamela, Türkçe bilmemesine rağmen kısa zamanda adapte olup başarılı işlere imza attı. Dizi oyunculuğu, vokalistlik, şarkıcılık, tiyatro oyunculuğu gibi birçok işten alnının akıyla çıktı. Farklı tarzından hiçbir zaman ödün vermedi. Ortalarda görünmese de başarılı işlere imza atmaya devam ediyor. Şu sıralar bir tiyatro oyununda yer alan Pamela, bu sayıda2f Magazine’in konuğu… 18 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Öncelikle Pamela nerelerde? Seni neden eskisi kadar sık göremiyoruz? Aslında orada, burada her yerdeyim.. Sadece magazin ekranlarında rastlamıyorsunuz. Magazinde görmeyince de yokmuş gibi davranılıyor. Böyle bir soyut gerçeklik var ülkemizde. Açıkçası tercih etmiyorum o şekilde ekranda göz önünde olmayı. Yaşıyorum, spor yapıyorum, beste yapıyorum.. Şu sıralar tiyatrodayım mesela. Magazin-Sanat ikilisi bana pek

gerçekçi gelmiyor. Bu nedenle ortalıklarda yokmuşum gibi bir algı var :) Mayıs ayında “Aç” single’ını çıkardın. Peki yeni albüm var mı ufukta? Farklı projeler bekliyor mu bizleri? Bu aralar bir albüm yayınlamayı düşünmüyorum ama yarın ne getirir bilinmez :) Açıkçası single yayınlamak biraz daha mantıklı, ama arşivciler için de albüm yapmak boynumuzun borcu :) Yeni bir albüm farklı bir albüm


RÖPORTAJ olabilir ama tarihi konusunda birşey söylemem mümkün değil. Tiyatro bu sıra epey vaktimi alıyor çünkü. Bildiğiniz gibi Tiyatro Kedi’nin ‘’Yok Böyle Bir Kız’’ oyununda yer alıyorum. Albüm için pek istekli değildim aslında. Yıllardır Türkiye’de oturmayan bir sistem var: “single” mantığı… Çoğulcu komin bir milletiz biz. İnsanlar da single olamaz :D Neden evlenmiyorsun soruları başlar… Müzikte de böyle. Tek şarkı mı olur? - Olmaz. En az 10 tane olması gerek. Son dönemde Türkiye’deki müzik piyasası ve yeni albümler hakkında ne düşünüyorsun? Piyasadaki şarkıcılarla pek ilgilenmiyorum. Şarkıcıyım diye herkesi eleştirmeye ya da dinlemeye haddim olmadığını düşünüyorum. Kendi sevdiğim takip ettiğim müzisyenler var. Onlarla ilgiliyim bir tek. Bu iş böyledir zaten. Herkes kendine bir yol bulur, çizer ya da birilerini takip eder. Çoğulculuğa karşıyım yani. Şu sıralar yeni isimler arasında beğendiklerin var mı? Pamela ne dinler? Lana Del Rey, Florence and The Machine favorilerim arasında. Bizlerden ise Hediye Güven ve Melis Danişmend’i çok severek dinlerim. Türkiye’de ilk çıktığın zamanlarda senin müziğin insanlara farklı gelmişti. Yani alışıldık bir iş yapmadın. Yine de istediğin müziği yapabildiğini, tam olarak tarzını yansıtabildiğini düşünüyor musun? Geçmişte Zeki Müren’den bile parça okumuştun ama “ şu tarz bir

albüm yapmak isterdim” dediğin bir müzik türü var mı? Yaptım aslında istediğim tarzları. Syntic-Pop/Rock yaptım, son dönem albümlerimde dance ve electronic yaptım. Henüz uzay müziği yapılmadı mekanik seslerden oluşan. Gün gelecek onlar da olacak tabii ki. Çok aç gözlü olmamak lazım. Her tarza atlayıp bunu da yapayım, ‘’bakın bunu da söyleyebiliyorum ben çok yönlüyüm’’ demek çok kanallı uydu alıcılar gibi

bence. Binlerce kanal var ama favori listesi 10 tane :) O dönem ne hissediyorsam hayatımda da ona göre şekilleniyor her şey. Çok da uzak değilim çizgimden bence ilk çıktığım günden beri. Biraz kenarından da olsa özel hayatın hakkında da konuşmak isteriz. Gündelik hayatında neler yapıyorsun? Hobilerin, gittiğin yerler, sevdiğin şeyler neler? www.2fmagazine.com // 19


RÖPORTAJ Özel olmayan bir hayatım var. Gözler önüne sermediğim ama saklamadığım da. Köpeğim var onunla vakit geçiriyorum evde. Dolaşmaya, koşuya gidiyoruz. Pilates yapıyorum uzun yıllardır ve çok seviyorum. Az önce de dediğim gibi tiyatroya başladık. Şimdi bu nedenle pek boşa çıkaracağım zamanım da yok aslında. Deli gibi film izlerim ben mesela. Bayılırım. Akşamları evimde oturup bir film takıp izlemek bence günümüz hayatında en büyük lüks bizlere. UFF Butik devam ediyor mu? Nasıl gidiyor? Uff! devam etmiyor, uzun süre oldu kapatalı. Belki yeri yanlıştı belki tarzı. Denedik gördük. Diretmeye de gerek yoktu. 15 yaşında Türkiye’ye geldin ve hiç tanımadığın, dilini bilmediğin bir ülkede belki hayatının en asi döneminde hayatını yeniden şekillendirmek zorunda kaldın. Öncesini ve sonrasını anlatır mısın, nasıl başettin? Yani Türkçe bilmemek tabii ki çok zordu ama ben biraz girişken utanmaz bir çocuktum galiba. O yaşlarda da beyin kolay kavrıyor bazı şeyleri. Bir süre zorluk çektim ama lisandan değil. Almanya’dan gelmiş Punkçı biri olarak zorlandım biraz :D İnsanların bana olan yaklaşımı değil hayata bakışları beni zorladı. O dönemin Türkiyesi ile Avrupası ya da Amerikası arasında inanılmaz uçurumlar vardı. Örf ve adetler şu anki kadar laçka değildi. Mesela Türkiye’de dedikodu kavramını ögrendim ben gariptir ki. Avrupa’da bizler düşündü20 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE


RÖPORTAJ

ğümüzü söylerdik karşımızdakine. Bu patavatsızlık değil yanlış anlaşılmasın. Yani “aa bilmem kimin kızı mini etek giymiş gördün mü?” ya da “Sen benim için böyle böyle demişsin” gibi. Yani bunlar bilmediğim yaşamadığım kavramlardı. Gerek yoktu çünkü bunlara. Bunlarla başetmek zor oldu. Anlamak, Kavramak. Saygı görmek ve saygı duymak tabii ki en başta. Yoksa lisan öğrenmek o yaşta bir çocuk için mucize değil. Ben ki üniversiteyi tiyatro bölümünden bitirdim, diksiyonun düzgün olması gereken bir alan yani :) Ankara Devlet Konservatuarı mezunusun, şarkı söylüyorsun,

oyunculuk yeteneğin var. İngilizce, Almanca ve Rusça biliyorsun. Sence emeğinin karşılığını alabiliyor musun? Ya aslında kimse emeğinin karşığını aldığını düşünmez. Düşünse bir daha birşeyler yapmak için uğraşmaz da zaten, vazgeçer. Yatar, uyur, gezer, tozar. İnsan sanki biraz zorlandıkça, şartlar ağırlaştıkça daha bi azimli oluyor. Hırs dediğimiz şeyi güzel kullanırsak buna başarı eklenir. Tabii ki ben de dönem dönem sövdüm saydım “kahretsin, bi halt olmaz” deyip. Defalarca vazgeçtim. Belki yaş oturdukça daha bir sakin, daha ılıman olmayı öğreniyor insan.

Pamela deyince aklımıza enerjisi yüksek, mutlu bir kadın geliyor? Göründüğün gibi misin? Ne/Neler seni mutlu ya da mutsuz eder? Mutlu eden çok şey var beni. Mutsuzluk bizim çektiğimiz negatif bir enerji bence. İnsan enerjisini en üstlerde toplamalı. Buna gücümüz var. Pozitif bir yaşam her şeyin kaynağı. Bu kaynağı temiz tutup güzel ekip biçmek gerek. Mutsuz eden şeyleri sıralamak da zor aslında. Kişisel olaylardır belki. Birinci dereceden beni etkileyen şeylerde mutsuz olabilirim. Yoksa başka insanların yaptıkları, dedikleri ile vazgeçen biri değilim. Dişliyimdir yani. Dişiyimdir :) // www.2fmagazine.com // 21


MODA

ikifarkı bulunuz! Bu ayki ikifark köşemizde klonlanmış ayakkabıları mercek altına alıyoruz. Saint Laurent’in 495 euro luk siyah beyaz penny loaferlarına karşılık Mango’nun 200 Tl’lik loaferları…

Gamze Biran

gamze@2fmagazine.com

Saint Laurent

ZARA

Jil Sander

ZARA

Jil Sander’ın bilekte biten 695 Euro’luk botlarının çok benzerini ise 300 TL’ye Zara’dan edinebiliyoruz.

22 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE


MODA


MODA GAMZE SARAÇOĞLU’NDAN İNCI’YE ÖZEL KOLEKSIYON İnci Deri için hazırladığı ayakkabı koleksiyonuyla ilk kez ayakkabı tasarlayan ünlü tasarımcı Gamze Saraçoğlu; nikel, antrasit ve gold aksesuarlarla zenginleştirdiği yeni sezon modellerini İnci - Gamze Saraçoğlu Sonbahar-Kış 2013/2014 koleksiyonuyla moda severlerin beğenisine sunuyor… Kendine güvenen, sofistike kadınlar için hazırladığı koleksiyonlarda net çizgilere sahip tasarımlara imza atan Gamze Saraçoğlu, bu sezonda da yalın ve güçlü çizgileri ile moda severlerin karşısına çıkıyor. İnci Deri için farklı hayvan baskılı egzotik deri ve özenle seçilmiş renkleri kullanarak tasarladığı yeni koleksiyonunda yer alan ayakkabı, çanta ve kemerlerin birbirleriyle olan uyumu göze çarpıyor.

KOTON’DAN IÇ ÇAMAŞIRI KOLEKSIYONU… Koton kadın vücudunun gereksinimleri ve farklılıkları konusundaki yaklaşık otuz yıllık uzmanlığını bu kez giyimin ‘başlangıç noktası’na, iç giyime uyguluyor. Destekli-desteksiz modeller, balkonet, bralet, spor sütyenler ve rengârenk külotlardan oluşan 230 parçalık koleksiyon, yaşamın her anında kadın vücudunu rahat ettirmek ve her giysiye uyum sağlayabilmek üzere incelikle tasarlandı. Koton Lingerie Koleksiyonunda krema, pudra, ten rengi, gül yaprağı, şeker pembe renk seçenekleriyle yer alan anahtar parçalar naif ve sıcacık hissettiriyor. Gardıropların temel parçası olmak için tasarlanan, her giysiyle uyumlu jüponlar ve korseler, elbiselere fit bir görünüm kazandırıyor. Ruj kırmızısı, vişne, elektrik mavi, simli ışıltılar, leopar ve siyah gibi renk seçenekleriyle tasarlanan, ipeksi saten ve dantelin zarafetiyle birleşen Koton Lingerie modelleri ise seksi, havalı ve seçkin hissettiriyor. Zarif ve feminen detaylarıyla lüks duygusuna vurgu yapıyor. Konforlu pamuklu dokusuyla hazırlanan Neon tonlar, pötikare, puantiye, kalp ve çiçek desenli Koton Lingerie modelleri enerjik ve genç bir hava sunuyor. Her zevke hitap eden renkli ve dinamik tasarımlarıyla bu koleksiyon kış soğuklarına karşı cıvıl cıvıl bir iç dünya vaat ediyor. 24 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE


MODA FABRİKA’NIN DİNAMİK TASARIMLARI ŞEHRİ ETKİSİ ALTINA ALIYOR! Enerjisini şehrin dinamizminden alan, iş hayatından davetlere, hafta içinden hafta sonu aktivitelerine uzanan çeşitlilikteki koleksiyonlarıyla stil sahibi kadın ve erkeklerin vazgeçilmez markası olan Fabrika, Sonbahar-Kış 2013 sezonunda yeni koleksiyonuyla, kışın cool esintisini tasarımlarına yansıtıyor. Fabrika’nın 2013-2014 Sonbahar Kış Kadın Koleksiyonu’nda; şaşa ve gösteriş, 40’lara geri dönüş, 50’lerin New Look akımına modern yorum, maskülen detaylar, grafik oyunları, 70’lerin geometrik ve retro desenleri, grunge stili ve 90’ların keskin hatları, zamansız detaylarla, modern kulp ve formlarla birleşiyor. Yeni sezonda Fabrika kadınını bir çok yeni stil hikayesi bekliyor… Fabrika 2013-2014 Sonbahar-Kış kadın koleksiyonu, Baroque Nights, Graphic Illusion, Black Magic, Folk Ambition ve Modern Soldiers olmak üzere 5 ana tema çevresinde sezon trendlerini yansıtıyor.

www.2fmagazine.com // 25


MODA

Miray KORKMAZ // miray@2fmagazine.com

OLIVIA PALERMO STİLİ

S

ade şıklığın temsilcisi olarak Olivia Palermo tek başına ayakta durabilmiş, hem kariyerinde hem özel hayatında başarıyı sağlamış, bu sektördeki nadir kişilerden biri, o bir “it girl”. Kariyerine oyunculukla başlayıp, daha sonra moda odaklı bir yol izlemiş. Ünlü modacılarla çalışmak, modellik, tasarımcılık ve moda yazarlığı Olivia’yı şimdiki konumuna ulaştıran basamaklardan sadece birkaçı. Güzel olduğu kadar duyarlı olduğunu da söylemek gerekiyor. Katıldığı ‘Pikolinos’ projesiyle Kenya’daki hayatı gözlemleyen Olivia, diğerlerinin aksine farkındalığı olan ve vizyonu geniş bir blogger. Onu üç farklı konseptte daha yakından tanımaya var mısınız?

İŞ KADINI Son zamanlarla sıklıkla söz edilen üzerinizde sadece tek star olması kuralı onun için boş bir laftan ibaret gibi görünüyor. Çünkü ceketinden tutun takımına, ayakkabısından çantasına giydiği her parça başlı başına star! Neon turuncu, siyah-beyaz, fuşya, mavi, leopar... Okurken bile kombini imkansız görünen bu look Olivia Palermo’nun üzerinde olabileceği en mükemmel hali almış bulunuyor. Moda yönü ağır bastığı için o işe giderken bu tarafını olabildiğince ortaya çıkarmaya çalışıyor.Hem dinamik hem klasik olmayı rezil olmadan başarabilen sayılı kişilerden. :) Olivia’nın bu tarzı iş kadınlarının tabularını yıkmak üzere! 26 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE


MODA SOKAK STİLİ Herhangi birinin şık olup olmadığını sokağa çıktığında markete giderken, arkadaşlarıyla buluşmaya giderken veya köpeğini gezdirirken neler tercih ettiğine bakarak az çok anlayabilirsiniz. Fakat konu bir celebrity olunca işler değişiyor. O boyuttaki şıklık fazlasıyla rekabet kokuyor. Hangi marka, hangi tasarımcı,hangi beden ölçüsü... Onların işi de zor tabi. Varolan tarzları markaların belli kalıplarına sokmak modayı özgürlük kısıtlayıcı ve pahalı bir aktivite haline dönüştürüyor. Olivia’yı farklı kılan şey bu noktada devreye giriyor: orjinallik! Desen üstüne desen, renk üstüne renk, şort üstüne ceket, onun stilinde her şeyi giyebilmek mümkün. Bir gün çiçekler açmış üstünde, diğer gün çizgiler sarmış etrafını, sonraki gün siyahlar içinde...Herkese hitap etmesinin nedenini sorgulamamalı. Olivia Palermo’nun vazgeçilmezlerinden over-size çantalar ve soft renklerdeki babetleri onun kurtarıcı parçaları. Orjinalliğini en çok yansıttığı parça da şüphesiz topuklu ayakkabıları. Pembe ponponlu ayakkabısı ise favorim!

GECE ŞIKLIĞI Düzgün fiziğin ve sade güzelliğin sağladığı özgüven ve cesaret, kendisini en çok davetlerde ve galalarda ortaya çıkarıyor. Olivia’nın, her istediğini giyebilme lüksüne sahip biri olarak bu avatajını sonuna kadar kullanma hakkı var! Leoparın asilliği, vahşiliği, çekiciliği ve asimetrik kesimlerle modernize edilmiş hali onun bütün dişiliğini yansıtıyor. Birbirinden apayrı parçaları kombinlemesiyle ünlü olan Oivia Palermo, geometrik şekilli bej-siyah topuklusuyla büyük fark yaratmış. Diğer bir davette ise daha sade olmayı tercih etmiş. Fakat onun için sadelik kavramı hiçbir zaman sıkıcı olmak anlamına gelmiyor. Detaylardaki sürprizler oldukça çarpıcı. Pembe portföyü tartışmasız üstündeki tek star! // www.2fmagazine.com // 27


Erhan ÜNAL // erhan@2fmagazine.com

@erhangi_biri

Benimle I T L A V H KA ? n ı s ı m r Yapa Herkese tekrar merhaba; Kahvaltı öğününün ne kadar önemli ve gerekli olduğunu artık bilmeyen yoktur sanırım. Ancak, hergün hemen hemen tüm haberlerde, tüm gazetelerde beslenme ile ilgili bir köşe, bir haber olmasına rağmen hala insanların bu konudaki bilgisi çok zayıf. Her sabah kahvaltı yapyorsun belki ama nasıl?? Bal kaymak?? Sucuk ekmek?? Eritme peynir-simit?? Çift kaşarlı tost?? Muhtemelen bunlardan biri ya da benzeri. Geçtiğimiz hafta en az bir kaç kişiyle sohbetimde -ki konu mutlaka egzersiz beslenmeye geliyor bi şekildehayatlarında YULAF’ı duymadıklarına şahit oldum.O yüzden biraz yulaftan bahsetmek istedim.. Yulaf oldukça ucuz, tüm marketlerde kahvaltılık gevreklerin olduğu reyonda bulabileceğiniz, yiyip yiyebileceğiniz -bana göre- 1 NUMARALI BESİN MADDESİ... Sabah kahvaltınızdan eksik etmemeniz gereken bir besin. -”Ya Erhan Hocam sabah erken 28 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

SPOR


SPOR kalkıyorum kahvaltı yapmaya vaktim olmuyor” BAHANENİZ REDDEDİLDİ!!! Çünkü yulafın hazırlaması+yemesi+tabağın yıkanması 3 dakikayı geçmiyor... Damak zevkinize göre yoğurda,süte karıştırıp içinede mevsimine göre bir adet meyve ya da kuru meyve dilimleyip, biraz ceviz badem koyup kaşıklıyorsunuz... Benim kişisel tercihim light yoğurt ve bir meyve çünkü süt içerisinde biraz lapa oluyor ve yemek zorlaşıyor. Üstelik bunu sadece kahvaltıda değil kavanozla yanınızda taşıyıp günün her saatinde tüketebilirsiniz... Daha geniş vakti olanlar için YULAF KEPEĞİ ile yapılabilecek krepler,naturel fıstık ezmesi ve meyvelerle muhteşem bir lezzet şölenine dönüşebilir...Hem de sağlıklı... Peki ne faydası var bu yulafın? En sade ve duymak istediğiniz haliye özet geçeyim. - Kilo verdirir. - Tok tutar. - Sindirimi düzenler, kabızlığı önleyici etkisi vardır. - En iyi karbonhidrat ve enerji kaynaklarından biri, tüm gün sizi dinç tutar. - En az et, tavuk, balık, yumurta kadar önemli bir PROTEİN kaynağıdır. - İçerdiği sayısız minerale, proteine, karbonhidrata, aminoasitlerlerle ve lif ile dar gelirlilerin de ulaşabileceği ve vücudu için gerekli hemen hemen tüm besin ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir üründür. - Spor, egzersiz yapanların

antrenman performanslarını arttırır. - Bağışıklık sistemini geliştiririr. - Kolestrolü düşürücü etkisi var. - Birçok kanser türünü önlemede yardımcıdır. - Kalp sağlığı üzerine olumlu etkileri vardır. Düzenli kullanımda kalp hastalığına yakalanma riskini azaltır. Tansiyonu düzenler. - Kan şekerini düzenler. - Sinir sistemi üzerindeki etkisi ile stress azaltıcı etkisi var. Bence bi’ deneyin, Her sabah bir kase yiyin...

HEP DENIR YA: “SAĞLIKLI ŞEYLER ÇOK LEZZETSIZ YHAAA!!” DIYE.ŞU NE KADAR LEZZETSIZ OLABILIR?

SIKI KALÇANIN YOLU ‘SQUAT’TAN GEÇER...

“Erhan Hocam daha yuvarlak ve sıkı kalçalara sahip olmak istiyorum ama spora vaktim yok” BAHANENİZ REDDEDİLDİ!!! Günde 15 dakika spora vakit ayıramıyorum demek en hafif tabirle YALANDIR. Kalça ve bacaklarınız için SQUAT yapın... ilk hafta sabah akşam 30’ar tane ile başlayın 2. hafta 50’şer tane 3. hafta 75’er tane Toplamda 5 dakikayı geçmeyecektir. BAŞKA BAHANE??

www.2fmagazine.com // 33


RÖPORTAJ

Orçun PEKÖZ// orcun@2fmagazine.com

@orcunpekoz

YÜKSEKLERİ SEVENLERİN SPORU:

TIRMANIŞ Fotoğraflar: Ozan ATASOY

Tırmanma, fotoğrafçılık ve spor eğitmenliğiyle tüm hobilerini meslek edinen Ozan Atasoy ile tırmanış sporu ve projeleri üzerine konuştuk

T

ürkiye’de çok geniş bir kitleye hitap etmeyen tırmanış sporu , aslında spor ve doğayı buluşturan en güzel disiplinlerden biri. Kariyerine bir fotoğrafçı olarak başlayan Ozan Atasoy da bu alanda Türkiye’nin en farklı tırmanıcılarından biri. Hali hazırda tırmanışın yanında fotoğrafçılık ve spor eğitmenliği de yapan Atasoy, Türkiye’de tırmanış sporunu ve bu anlamda sahip olduğumuz doğal güzellikleri tanıtmak amacıyla bir film projesine de imza atmış. Atasoy ile tırmanış sporu üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Seni tanıyabilir miyiz? Ben Ozan Atasoy. 2002 yılında 30 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf bölümünü kazandım. 2010 yılında mezun oldum çünkü okulu baya sindire sindire okudum. Güzel Sanatlara girince okulu hemen 4 senede bitirip gitmek istemiyorsunuz. Ama ben bu süreçte çalışmaya da başladım bir yandan. O sıralar bir arkadaşım müzik dergisi çıkarıyordu. Ben de o dergi için konser ve müzisyen fotoğrafları çekiyordum. Sonra bunu birtakım mimari işler takip etti. Fabrikalar çekmeye başladım. Sonrasında ürün fotoğrafları da çektim. Hala da bu tarz işler yapmaya devam ediyorum. Eskisi kadar konser fotoğrafı çekmiyorum. Çünkü Türkiye’de o işten para kazanmak pek mümkün

değil. Sonra 2011 yılında kız arkadaşımın tırmanış ile ilgili bir broşür göstermesiyle bu alana merak sardım. O sıralar Göztepe’de Marmara Üniversitesi’nin arkasında ufak bir tırmanış duvarı vardı. Oraya gidip antrenman yapıyorduk. İlk başlarda çok yabancılık çektim aslında. Çünkü çok güçlü olmayı gerektiren zor bir spor. Dışarıda kayada tırmanırken bu gücü hem fiziksel hem de mental olarak göstermeniz lazım. Sürekli bu alana olan merakım arttı. Sonraları kız arkadaşım işi sebebiyle tırmanışı bıraktı. Ama benim ilgim artmaya devam etti. Antrenmanlarımı düzenli hale getirdim ve haftada 3-4 gün ant-


RÖPORTAJ renman yapmaya başladım. Tabi bu antrenmanlar sayesinde o ortamdaki insanlarla da tanışmaya başladım. Çok küçük bir camiası var, tırmanışçılar çok kalabalık bir topluluk değil. Ben de onların arasına katıldım. İlk başta beni fotoğrafçı olarak tanıdılar. Daha sonra tırmanışçı yönüm daha belirgin olmaya başladı. Fotoğrafa olan ilgin özel bir ilgi miydi peki? Yoksa hobi olarak gördüğün bir şey, okul ile birlikte mi mesleğe dönüştü? Benim fotoğrafçılığı seçmem bilinçli bir hareketti. Çünkü fotoğraf çekmeyi çok seviyordum. O istekle üniversite tercihlerimi yaparken ilk sıraya fotoğrafı yazmıştım. Peki tırmanış nasıl bir yer kaplıyor hayatında? Fotoğrafçılıktan tırmanışa bir geçiş mi oldu? Aslında ikisi eşit diyebilirim. Şu sıralar spora biraz daha fazla vakit ayırıyorum. Ama genel olarak ikisine de eşit vakit ayırıyorum, fotoğrafçılıkla ilgili işler yapıyorum. Tırmanış da fotoğraftan ayrı değil aslında. İkisini de birbirine kattım. Tırmanışlarımda da fotoğraf çekiyorum. Hatta bununla ilgili bir proje yapmak da istedim. O sıralar yurt dışında insanlar nasıl hazırlanıyor, yarışmalar nasıl oluyor gibi sorulara yanıt bulmak için çok fazla video izlemeye başladım. Sonra aklıma ‘’Bu adamlar bu videoları nasıl çekiyor’’ gibi sorular gelmeye başladı. Bunlara merak salmaya başladım. Tırmanış için tercih ettiğin, sevdiğin yerler nereler? Türkiye’de tırmanış parkuları bir-

çok farklı bölgede mevcut. Adana, Bilecik, Antalya, İzmir gibi birçok ilde güzel alanlar var. Özellikle Antalya - Geyikbayır bölgesi çok geniş ve buraya yurt dışından tırmanışçılar da geliyor. Ama ben daha çok ‘’kısa kaya’’ diye tabir ettiğimiz parkurları seviyorum. Türkiye’de özellikle Bafa bölgesinde çok büyük bir potansiyel var. Kısa kaya tırmanışlarında yanınıza çok az ekipman alıp, alçak kayalar üzerine

tek başınıza bile tırmanabilirsiniz. Ama ‘’Spor Tırmanışı’’ olarak adlandırdığımız büyük kayalarda ip gibi ekipmanların yanında size yardım edebilecek ‘’emniyetçi’’ dediğimiz bir partnerinizin olması gerekiyor. Ayrıca yükseklik arttıkça işin mental tarafı da değişiyor. O yükseklikten düşüşler işin içerisine giriyor. Bu da elbette işi zorlaştırıyor. Her ne kadar bir partneriniz olsa da tırmanış dediğimiz şey temelde yalnız www.2fmagazine.com // 31


RÖPORTAJ niyet kemerine bağlayarak tırmanışa başlamanız gerekiyor. Tırmanışlarda belli rotalar belirleniyor ve bu rotaları belirleyen kişiler ‘’bold’’ dediğimiz ekipmanları bu rota üzerindeki kayalara çakıyor. Daha sonra siz buradan geçeceğiniz zaman ‘’Express’’ adını verdiğiniz klipsi takıp, ipi içerisinden geçirerek yükselmeye devam edebiliyorsunuz. Tırmanışın sonunda istasyona geliyoruz ve ardından bizi emniyetçimiz aşağı indiriyor. Eğer yol üzerinde bir express atlamazsınız, rotadan sapmazsanız güvenlik sorunu yaşamazsınız. Çünkü düşseniz bile bold’lar sizi tutuyor.

yapılan bir şey. Evet yakınınızda biri var ama sonuçta bir ipe bağlısınız ve her hareketi tek başınıza yapıyorsunuz. Senin de söylediğin gibi yüksek bir kayaya tırmanırken bu korkutucu sonuçları akla getiriyor. Bu konuda ne gibi önlemler alıyorsunuz, nelere dikkat ediyorsunuz? Bu işin bazı temel kuralları var. Bunlara sadık kaldıktan sonra aslında çok fazla dikkat edilecek bir şey kalmıyor. Kurallara uymazsanız, onları ciddiye almazsanız ölümcül sonuçları olabilir. 32 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Ama kurallara uyduğunuz sürece çok fazla risk faktörü kalmıyor işin içinde. Ayakkabı olarak daha küçük, ayağı saran bir ayakkabı giyiyoruz. Bunlar duvara daha iyi basabilminizi sağlıyor. Tabanı daha az kayıyor ve ayağınızı sardığı için küçük çıkıntılarda kolaylık sağlıyor. Belki normal ayakkabı numaranıza göre 1-2 numara küçük almanız gerekebilir bu ayakkabıları ki ayağınızı iyice sarsın. Bu sebeple biraz acı da verir giymesi. Bunun yanında emniyet kemerlerimiz var. Güvenlik iplerini bu em-

Türkiye’de tırmanışçıların küçük bir camia olduğundan bahsettin. Türkiye’de bu sporun zorlukları neler? Daha popüler olmalı mı sence? Bu sporun en büyük zorluğu bence henüz yeterince tanınmıyor olması. Mesela Türkiye’nin en büyük parkurlarından olan Geyikbayırı’na bölge açılmaya gidildiğinde orada köylüler çok şüpheyle yaklaşmış. Tırmanışçılara ‘’Siz define mi arıyorsunuz, hırsız mısınız?“ şeklinde sorular sormuşlar. Ama şimdi o bölgede tırmanış kültürü yerleşti ve artık oranın yerel halkı da bundan gelir elde eder hale geldi. Oraya birçok insan geliyor ve köylülerden alışveriş yapıyorlar, konaklıyorlar. Turizm açısından da tırmanış, o bölge için çok faydalı bir şey oldu aslında. Dolayısıyla bu işin daha iyi tanıtılması gerekiyor. Daha fazla bütçe ayırılması şart. Türkiye’de Dağcılık Federasyonu var ama biraz pasif. Biri bu spora başlamak istediğinde ekipmanlara erişimi kolay mı? Ne


RÖPORTAJ

gibi bütçeler gerekiyor? Ekipmanlar çok pahalı değil. Zaten bu işe başlarken bir üniversite kulübünden başlamak en mantıklısı. Dağcılık kulüpleri var. Onlarla başladığınız zaman bir süre kendi ekipmanlarınızı almadan, kulübün malzemelerini kullanarak antrenman yapabilirsiniz. Sadece ayakkabı, emniyet kemeri ve magnezyum tozu almak gerekeblir o kadar. Bu arada o herkesin pudra sandığı şey aslında magnezyum tozu. Haltercilerin de kullandığı, ellerinizin terleyip kaymasını önleyen bir toz. Dolayısıyla küçük bir bütçe spora başlamak mümkün. Tabi bu işin ekipman tarafı. Kayaya çıkmak için bir eğitim de almak gerekiyor. Bu da genelde iç mekanda verilir. İç mekanda bir duvara tırmanmakla gerçek kayaya tırmanmak çok fark-

lı. Duvarda her şey plastik. Ama kaya gerçek ve kayaya tırmandığınız zaman bazı şeyleri gerçekten hissetmeye başlıyorsunuz. Tutma yerleri önceden belli değil. Tırmandıkça görüyorsunuz tutunabileceğiniz yerleri. İç mekanda belli bir yüksekliği aştıktan sonra her yer tutamaklarla dolu, illa ki birine tutunuyorsunuz. Şimdi senin bu söylediklerinden aklıma şu geldi; Biz aslında sporu hep bir fayda için yapıyoruz. Yani akşam eve gelip ‘’hadi biraz fitness’a ineyim bari’’ diyip çıkabiliyoruz. Kilo verme ve formda kalma düşüncesi oluyor akılda. Ama ‘’hadi ben tırmanmaya gidiyorum’’ demek pek mümkün değil. Belki insanlar bu spordan bir fayda elde edemeyeceklerini düşünüyorlar. İşin içinde o spora olan sevgi olmayınca gerisi gelmiyor”.

Sen tırmanmakla nasıl bir fayda elde ediyorsun? Sana fiziksel ya da mental anlamda neler katıyor? Yani bir kere sizi fiziksel olarak geliştiriyor. İster istemez kollarınız, bacaklarınız gelişiyor çünkü çok ciddi bir efor sarfediyorsunuz. Ama bence daha önemlisi orada kayanın üzerindeyken önünüzde bir hedef var ve çabalayıp sonunda o hedefe ulaştığınızda bu gerçekten çok büyük bir haz oluyor. Bu hedefe giderken sizi zorlayan birçok şey oluyor; Kayanın yapısı, havanın durumu (yağmurlu olabilir, çok soğuk olabilir, çok sıcak olabilir), yorulmak ve elbette ister istemez bir korku hissi sizi zorluyor. Dolayısıyla burda gerçekten kendinle yaptığın bir mücadele var ve tepeye çıktığında çok farklı hissediyorsun. Onu yaşamadan bilemezsiniz. Ben bu sporun zorluğundan çok www.2fmagazine.com // 33


RÖPORTAJ gidip oralarda belirli sürelerle kalıp Zorbey’in rota açarken, tırmanırken, gündelik hayatından kesitler içeren videolar çektim. Oralarda tırmanan diğer arkadaşların da görüntülerini ekledim. Sonuçta ortaya Türkiye’nin bu tırmanışa elverişli bölgelerini tanıtacak bir proje çıktı. Çekimler bitti, montajı devam ediyor. Tamamlandıktan sonra 2014’ün Nisan ayında düzenlenecek olan Dağ Filmleri Festivali’ne göndermeyi istiyorum. Umarım ilk gösterimini de orada yapacağız. Bunun yanında tırmanışla ilgili birçok fotoğraf da çektim. Hem Zorbey’in hem başkalarının tırmanış ile ilgili fotoğrafları var elimde. Yurt dışında dergiler için bu tarz fotoğraflar çekip, geçimini bu işten karşılayan insanlar var. Keşke Türkiye’de de olsa ama malesef burada bu işten para kazanmak mümkün olmuyor. - Film hakkında dergi üzerinden bilgi veriyor olmak bizim adımıza da sevindirici oldu. Bize bir ön gösterim yaparsın artık :)

bilinmediğinden yapılmadığını düşünüyorum. İnsanlar pek bilmiyorlar ve karşılarına da çıkmıyor. İstanbul gibi bir şehirde özel işletme olarak sadece iki kapalı salon var tırmanış yapabileceğiniz. Biri Kadıköy’de, diğeri de Seyrantepe taraflarında. Dolayısıyla insanların çok fazla görüp, ilgi duyabilecekleri ortamlar yok. Az önce video projenden bahsetmiştin. Ben senin tırmanış esnasında birçok video ve fotoğraf çektiğini biliyorum. O taraf nasıl gidiyor? 34 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Ben yurt dışındaki video örneklerini izledikten sonra kafamda bir şeyler canlanmaya başlamıştı. Sonra Türkiye’de de bu alanda yapılmış çalışmaları izledim. Kendi kafamdaki gibi bir şeyin henüz Türkiye’de yapılmadığını gördüm. Nasıl başlasam diye düşünürken Türkiye’nin başarılı tırmanışçılarından Zorbey Aktuyun kendisi aynı zamanda arkadaşım - ile paylaştım bu fikri. O da seve seve yardımcı olacağını söyledi. Onunla birlikte biz bir süre İstanbul’dan uzaklaşıp İzmir’e, Bursa’ya, Manisa’ya, Bafa’ya

- Ayarlarız bir şeyler :) Filmin adı da Zone olacak bu arada. Teaser videosunu yaklaşık 1 ay önce yayınladım. Güzel tepkiler alıyorum, yurt dışından bile takip edenler var. Tekrar tırmanışa dönersek; Hava koşullarından bahsettin, her koşulda tırmanıyor musunuz yoksa ideal şartların oluşması için beklemek mi gerekiyor? Genelde kaya direkt olarak yağmur almıyorsa tırmanılır. Tabi ki çok dondurucu soğukta tırmanmak istemezsiniz, çünkü hareketleriniz yavaşlıyor. Ama ilk olarak baktığımız nokta kaya yüze-


RÖPORTAJ

yinin kuru olmasıdır. Şu an en ideal dönemler diyebilirim. Çok fazla yağış yok ve sıcaklıklar ideal seviyede. Bu sebeple bayram tatili esnasında Antalya ve İzmir bölgesine tırmanışa gidenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Ama mesela yazın da Antalya’da tırmanamazsınız çünkü çok sıcak oluyor. Hem sıcaklık fiziken sizi zorluyor hem de kaya yüzeyi çok nemli oluyor. Peki acil bir durum olursa neler yapmak gerekir? Mesela bir şeker ya da tansiyon hastası, tam tırmanışın ortasında rahatsızlansa, böyle bir durumda ne yapılır? Sadece şeker ya da tansiyon değil, birçok farklı sebepten tırmanış yarıda kalabilir. Mesela kaya çürük çıkar ve elinizi attığınızda kopar. Ya da yukarıdan bir taş düşebilir. Bu gibi durumlarda güvenceniz emniyetçiniz oluyor. İşte bu yüzden emniyetçi ile birlikte tırmanmak çok önemli. Çünkü siz düşseniz bile ipte asılı kalıyorsunuz ve emniyetçiniz sizi aşağı indiriyor. Bay-

gın olsanız bile emniyetçiniz sizi aşağı indirebilir. Tabi bu düşük yükseklikli tırmanışlarda mümkün. Çok yüksek irtifalı tırmanışlarda iş bambaşka boyutlara taşınıyor. Konaklama nasıl oluyor? Konaklama bölgeye göre değişiyor. Mesela Gebze’ye gidiyorsanız günübirlik gidip dönebilirsiniz. Ama daha uzak bir bölgeye gidiyorsanız kamp kurabiliyorsunuz, orada kurulmuş bungalow evlerde de kalabilirsiniz. Tırmanış konusunda püf noktalar neler? Nasıl antrenmanlar yapmak lazım, tırmanmadan önce yemek yememek mi lazım, çok yağlı beslenmemek mi lazım? Bir kere çok yememek lazım :) Bunun dışında ben pilates de yapıyorum. Aynı zamanda spor eğitmenliği tarafım da var, pilates dersleri veriyorum. Pilates genelde kadın sporu olarak anılır. Ama erkeklere de çok faydalı

ve aslında yapan birçok erkek var. Tırmanışta en büyük sorunlardan biri gittikçe kamburlaşmak. Tırmanış esnasında insan sürekli kambur durduğu için bir süre sonra duruşu bozuluyor. Pilates’in bunu düzelten bir etkisi var. Duruşu, omurganın pozisyonunu düzeltmeye başlıyor Pilates. Pilates sayesinde aynı zamanda karın kasları da çok gelişiyor. Ben tırmanış esnasında kol ve bacak kaslarımı çalıştırma fırsatı buluyordum ama genelde karın bölgesi tembel kalıyordu. Bu sebeple karın bölgesine yoğunlaştım ve etkisini de gördüm. Pilates haricinde TRX ile de ilgileniyorum. O da Türkiye’de yeni yaygınlaşmaya başlayan bir disiplin. Temel olarak tavanda asılan bir ip ile farklı hareketler yapma üzerine. Kendi vücut ağırlığınızla yerçekimine karşı koyuyorsunuz. Sadece tek bir kası değil, tüm kas gruplarını çalıştıran bir spor. //

www.ozanatasoy.com www.2fmagazine.com // 35


KAPAK KONUSU

Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com

En İlginç Mobil Uygulamalar Akıllı telefonların popüler hale gelmesiyle hayatımıza giren mobil uygulamalar, artık birçok işi halletmek için güvendiğimiz öncelikli araçlar halini aldı. Üstelik bu uygulamara her gün farklı işlevleri olan, farklı sorunları çözen yenileri ekleniyor. Ancak uygulamalar her zaman düşündüğümüz kadar faydalı amaçlara hizmet etmiyor.

36 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE


KAPAK KONUSU

www.2fmagazine.com //37


KAPAK KONUSU

‘U

ygulama’dediğimiz kavram, günümüzde herkesin aşina olduğu, sıklıkla kullandığı ve genellikle mobil cihazlar için sunulan yazılımlara verilen genel ad. İlk ortaya çıkış tarihini net biçimde söylemek zor. Çünkü aslında bilgisayarlar var olduğundan beri uygulamalar da bir şekilde (Belki akıllı telefonlarımızda olduğu şekilde değil ama) var. Fakat mobil cihazların – özellikle de akıllı telefonların – popüler olmaya başlamasıyla birlikte uygulamalar çok önem arzeder hale geldi. Dilerseniz öncelikle bunun sebeplerine biraz bakalım;

Masaüstünden mobİle geçİş Yukarıda da belirttiğimiz gibi aslında uygulamalar kişisel bilgisayarların doğuşundan bu yana hayatımızda var olan bir kavram. Bugün Microsoft Word’ü akıllı telefonumuza yüklediğimiz bunu ‘’Word uygulaması’’ olarak adlandırıyoruz. Aynı programı bilgisayarımıza yüklediğimizde ise adı ‘’Program’’ ya da ‘’Yazılım’’ oluyor. Dolayısıyla temel haliyle bugün ‘’uygulama’’ kelimesi aslında mobil cihazlar için özelleştirilmiş yazılımları nitelemek için kullanılıyor. Yani uygulamalar olmadan önce de aslında aynı şeyleri bilgisayarımızda yapabiliyorduk. Fakat mobil cihazların küçük ekranlı, dokunmatik ekrana bağımlı ve donanım açısından bir bilgisayara göre çok güçsüz olması yazılımların özelleştirilmesini zorunlu kıldı. Çünkü bilgisayarımızdan bir bankanın web sitesine girip, kolayca yaptığımız işlemleri akıllı telefon ile yapmaya kalktığımızda ekranın küçük olması sebebiyle çok zorlanıyoruz ya da uyumsuzluklar sebebiyle site olması gerektiği şekilde çalışmıyor. İşte tüm bu uygulama sektörünün başladığı nokta aslında burası. Yani her şeyi parmak dostu, akıllı telefon dostu yapmak. 38 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Ancak zaman içerisinde uygulama sektörü büyümeye başladıkça uygulama geliştiriciler de yaratıcı fikirlerle ortaya çıkmaya başladılar. Çünkü akıllı telefon ve tabletler mobil cihazlardı ve masaüstünde tüm gün yatmıyorlardı. Onları sürekli yanımızda dolaştırdığımıza göre her işimizde de onlardan faydalanabilirdik. Bu noktada uygulama mantığı, sadece bilgisayar yazılımlarını telefonlara uyumlu hale getirmekten çıkıp başlı başına bir inovasyon alanı haline geldi. Bugün trafik durumunu öğrenmek, gideceğiniz adresi bulmak, borsayı takip etmek, bankacılık işlemleri yapmak, dinlediğiniz şarkının

adını öğrenmek, alışveriş listesi yapmak, bulunduğumuz yeri insanlara duyurmak, eğlenmek, öğrenmek, kitap-gazete-dergi okumak, toplantılar organize etmek, takvim oluşturmak için sürekli mobil uygulamaları kullanıyoruz. Öyle ki bu uygulamaları sadece akıllı telefonlarda değil gözümüzdeki gözlükte ve kolumuzdaki saatlerde bile kullanmak istiyoruz. Uygulama dünyası, milyonlarca çeşit ile hayatımızın her alanına temas ediyor ve ne kadar fazlasını kullanırsak kullanalım her zaman bize ekstra fayda sunacağını düşündüğümüz bir tanesi karşımıza çıkıveriyor.


KAPAK KONUSU

En popüler mobİl uygumalar Bu başlığa son zamanlarda çok sık rastladığınıza eminiz. Birçok dergi ve web sitesi sürekli bu konu üzerine yazılar, listeler hazırlayıp duruyor. Fakat bizce böyle listeler hazırlamak çok mantıklı değil, zira zaten bir şey popüler ise onu insanlar kullanıyor demektir. Yani insanlara yeniden duyurmakla bir katkı sağlamıyorsunuz. Halen duymamış olanlar var ise onlar da akıllı telefonlarından uygulama mağazalarına girdiklerinde zaten aynı listeyle karşı karşıya kalacaklar. Bu sebeple yazımızın ana fikrini bu nokta üzerine kurgulamadık. Bizim buradaki amacımız sizleri akla az gelebilecek, eğlenceli ya da ‘’garip’’ niteliklere sahip ve yine de size katkı sağlayabileceğine inandığımız uygulamalarla tanıştırmak. Fakat öncelikle mobil alışkanlıklarımızı irdelemek için en çok kullanılan mobil uygulamaları listelemek istiyoruz. Çünkü bu

halen akıllı telefonları ve tabletleri hangi amaçlarla kullanmak istediğimizi gösterecek en önemli kaynaklardan biri. Dünya çapında en çok kullanılan 16 uygulamadan 9’u sosyal ağ uygulamaları. Neredeyse artık onları indirmeye bile ihtiyacımız yok çünkü birçok telefonda zaten yüklü olarak geliyor. Facebook, Facebook Messenger, Twitter, Vine, Google+, Instagram, Foursqure, Flickr, YouTube, Yelp. Tüm bu uygulamaların amacı sizi diğer insanlarla iletişim halinde tutmak, onlara kendiniz hakkında bilgiler ulaştırmak için dizayn edilmiş. Bu noktada ‘’İşimiz gücümüz Facebook olmuş’’ diye düşünenler olabilir elbette. Fakat cep telefonunun ortaya çıkışındaki amaç da buydu zaten: daha fazla iletişim kurmak, iletişim olanağını her an yanında taşımak. Dolayısıyla aslında mantık açısından bakarsak akıllı telefonları amacına uygun olarak iletişim için kullanıyoruz.

İşin toplumsal ve psikolojik tarafları ise bambaşka bir konu başlığı elbette. Merak edenler için belirtelim; bu 9 uygulama dışında kalan diğer uygulamalar arasında Whatsapp, WeChat, Shazam, Google Maps gibi uygulamalar kullanılıyor. Yani sadece Google Maps ve Shazam temel olarak iletişim kurmak için düşünülmeyen uygulamalar. Yüzdelerle ilk 3 sırayı belirtmek gerekirse: Birinci sırada akıllı telefonların %54’ünde yer alan Google Maps kullanıyor. %44’lük bir kesimde Facebook uygulaması yer alırken yine %35’lik bir kısım ise YouTube’u kullanıyor. Burada kabaca bir hesap yaparsak; 1 milyar civarında Android’li cihaz, 500 milyon civarında iOS’lu cihaz kullanıcısı ve Windows Phone, Symbian gibi işletim sistemleriyle birlikte toplamda 2 milyar kullanıcıya yaklaşan bir kitleden bahsediyoruz. www.2fmagazine.com // 39


KAPAK KONUSU

Kahnoodle Listemizin en ilginç uygulamalarından biri olan Kahnoodle, temel olarak bir ilişki koçu olmayı hedefliyor. Aslında bu fikir garip değil. Çünkü piyasada birçok fitness koçu vs. uygulaması mevcut. Ancak Kahnoodle’ın olaya yaklaşımı ve uyguladığı yöntem işleri ilginçleştiriyor. Öncelikle Kahnoodle, birey tarafından tek başına kullanılamıyor. Uygulamayı kullanmak için partnerinizle birlikte kayıt olmanız gerekiyor. Daha sonra uygulama sizin ve partnerinizin hesaplarını ilişkilendiriyor ve ilişkinizi değerlendirmeye başlıyor. Kahnoodle’ın faydalı olarak belirtilebilecek yanlarının başında kişilerin ilgi alanlarını sıralamaları geliyor. Yani bir kadın bir futbol maçı, akşam yemeği, sahilde yürüyüş gibi seçenekler arasından en çok ilgisini çekenleri sıralayabiliyor. Bu da karşı tarafa bir tüyo verme amacı taşıyor. Ardından bu

eylemleri gerçekleştirdikçe partnerler birbirlerine puan veriyor. Bu puanlar da sizin partneriz için karşılamanız gereken ‘’aşk kotanızı’’ dolduruyor. Böylece sevgilinizi mutlu ettiğinizi biliyorsunuz ve üstelik indirimlerden ve çeşitli hediyelerden faydalanabiliyorsunuz. Elbette bu nokta işin biraz da ticari tarafı. Kahnoodle’ı kaç kişi kullanıyor bilemiyoruz. Fakat işin psikolojik tarafı ko-

My Magic 8 Ball Bir şeye karar vermekte zorlanıyor musunuz? Alice’in Harikalar Diyarı’nda Tavşan’ın dediği gibi ‘’Eğer ne istediğini bilmiyorsan, neyi seçtiğinin pek önemi yok’’. O zaman bırakın telefonunuz karar vermek konusunda size yardımcı olsun. My Magic 8 Ball uygulaması, size kararsız kaldığınız noktada rastgele yanıtlar sunuyor. Yeni bir yanıt için telefonunuzu sallayıp siyah 8 topundan bir yanıt alabiliyorsunuz. Tabi sallamak istemezseniz ekrana dokunmanız da yeterli. Her zaman isabetli olmasa da uygulama İngilizce olarak ‘’Evet’’, ‘’Hayır’’, ‘’Bence anlatmasan daha iyi’’ şeklinde yanıtlar veriyor. Google Play Store - Ücretsiz

40 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

nusunda sıkça eleştiri alıyor. Uzmanlar bu uygulamanın bireyler arasında çıkarlara dayalı bir ilişki yaratacağını ve duyguyu öldüreceğini iddia ediyor. Yine de kadınları ‘’anlamak’’ isteyen erkeklere tavsiye edebiliriz. Denemekten zarar gelmez…


KAPAK KONUSU

Gym Shamer Bu uygulama temel olarak motivasyon uygulamaları kategorisinde yer alıyor. İsminden de anlaşılabileceği gibi fiziksel gelişim ve kilo kaybetme üzerine yoğunlaşıyor. Popüler örneklerini gördüğümüz yaşam koçu uygulamaları, motivasyon için genellikle basit tüyolar sunar, kullanıcıların çalışmalar sonucunda neler elde edeceğini belirtir. ‘’Şu koşuyu yaparsan bugün şu kadar kalori yakmış olacaksın’’ şeklindeki mesajların motive edici olduğu kesin. Üstelik artık ayakkabılara ve cihazların içine yerleştirilen adımsayarlar sayesinde katedilen mesafe ve kalori takibi de oldukça isabetli şekilde yapılabiliyor. Fakat Gym Shamer, motivasyon için bambaşka bir yöntem seçmiş. Bu uygulama sizi arkadaş ortamınız içerisinde rencide ediyor. Uygulama bir web sitesi üzerinden çalışıyor ve kurduğunuzda sizin sosyal sitelerdeki hesaplarınızla entegre hale geliyor ve size çeşitli hedefler sunuyor. Ör-

neğin; haftada 3 kez spor salonuna gitmenizi istiyor ve Foursquare checkin’lerinizden sizi takip ediyor. Eğer bu hedefi yerine getirmezseniz derhal Twitter hesabınıza giriyor ve sizin adınıza ‘’Bu hafta salona gitmedim, yine duba gibi oldum’’ türünden mesajlar paylaşıyor. Elbette uygulama İngilizce olduğu için bizim yukarıda verdiğimiz örneği birebir paylaşmıyor. Fakat spor

yapmak için farklı bir motivasyon arayanlara tavsiyemiz olabilir. Kurulum web arayüzü üzerinden yapılıyor ve ardından Foursquare üzerinden sizi takip ediyor. App Store – Ücretsiz (Android yakında) *Uygulama ücretsiz fakat sürpriz etkinlikler için aylık ücretler talep ediliyor.

Llama Özellikle sık toplantı yapan kişilere ya da her gün derse giren öğrencilere tavsiye edebileceğimiz bu uygulama, konumunuzu takip eden bir asistan gibi çalışıyor. Uygulamayı kurup, farklı uyarı profilleri oluşturmanız mümkün. Bu profillerde telefonu sessiz, sesli, titreşimde, tüm bildirimler kapalı şeklinde düzenlemeniz mümkün ardından da çeşitli lokasyonlarla bu profilleri eşleştiriyorsunuz. Bu sayede telefonunuz işyerinizi, evinizi ya da spor salonunuzu tanıyabiliyor ve oraya gittiğinizde tercih ettiğiniz ayarları otomatik olarak devreye alıyor. Böylece telefonunuz toplantı salonunda sessiz, evde titreşimde ve spor salonunda Bluetooth kulaklık ile eşleşmeye hazır hale geliyor. www.2fmagazine.com // 41


KAPAK KONUSU

Songkick Concerts Akıllı telefonunuz vasıtasıyla çevrenizdeki yeme – içme ya da kültür – sanat mekanlarına ulaşabileceğiniz birçok uygulama mevcut. Bunlar GPS yardımıyla sizin konumuzu belirler ve daha sonra haritalardan sizin yakınlarınızda yer alan restoranları listeler. Fakat SongKick Concerts’in yaklaşımı biraz daha kişiye özel. Bu uygulamayı akıllı telefonunuza indirdiğiniz anda müzik listenizi tarıyor ve sevdiğiniz sanatçılar – gruplar hakkında bilgi sahibi oluyor. Ardından GPS ile bulunduğunuz konumu saptıyor ve sevdiğiniz sanatçı ve grupların takvimlerine göz atıyor. Otomatik olarak gerçekleştirilen tüm bu işlemlerin sonunda da size favori sanatçı ve gruplarınızın ne zaman bulunduğunuz bölgede bir konser vereceğini söylüyor. Bu uygulamayı etkin biçimde kullanabilmek için şarkı ve sanatçı isimlerinin düzgün girilmiş olması gerekiyor. Yine de Türkiye’de çok iyi çalışmadığını söyleyebiliriz. Google Play Store ve App Store- Ücretsiz

Koubachi Modern dünyada şehirlerde yaşayan insanlar olarak bitki yetiştirmemiz pek kolay değil. Evlerimizin yapısı, günlük koşuşturmacalar derken cam önünde çiçek yetiştirmek bile zor bir iş haline geliyor. Koubachi, bu konuda kullanıcılara yardımcı olmak isteyen bir mobil uygulama. Uygulamanın kendi veritabanında bitki türleriyle ilgili kapsamlı bilgiler bulunuyor. Ayrıca her bitkinin yapısı, nasıl bakılması gerektiği konusunda da tüyolar bulunuyor. Yetiştirdiğiniz bitkinin türünü uygulamaya kaydettikten sonra Koubachi size hatırlatmalar yapıyor. Böylece bitkinizi ne zaman sulamanız gerektiğini biliyorsunuz. Koubachi ayrıca harici olarak satılan bir sensöre de sahip. Bu sensör bitkinin içinde bulunduğu toprağın su seviyesini ölçerek en doğru sulama zamanını daha keskin şekilde belirleyebiliyor. Eğer sensörü satın alırsanız uygulama hava durumu tahminleri ve bitkinizin daha önceki davranışlarını takip ederek size yapacağınız bakımlar konusunda daha net tarihler sunuyor. App Store – Ücretsiz 42 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE


KAPAK KONUSU

Bowel Mover Listemizdeki en ilginç uygulamalardan biri de Bowel Mover uygulaması. Aslında işlev açısından çok garip değil zira her gün yaptığımız bazı işleri düzenlemeyi amaçlıyor. Ama kültürümüzdeki birtakım tabular onu ilginç kılıyor. Bowel Mover, bağırsak hareketlerinizi takip etmenizi sağlayan bir uygulama. Yani tuvalete ne kadar sıklıkla çıktığınızı takip ederek size sağlık önerilerinde bulunuyor. Uygulamanın takip ettiği birkaç konu başlığı var. Beslenme şeklini yani yedikleriniz, günlük içtiğiniz su miktarı, stres seviyeniz ve dışkı türünüz bunlar arasında yer alıyor. Tüm bu konularda disiplinli şekilde uygulamaya verileri girerseniz bir süre sonra sağlık durumunuz hakkında daha net bir tablo ortaya çıkıyor. Yediklerinizin – içtiklerinizin ve stresin vücudunuzu nasıl etkilediği, daha sağlıklı olabilmek için neler yapabileceğiniz gibi öneriler mevcut. Uygulamanın hedefi sizi mümkün olduğunca az tuvalete çıkarmak, doğru beslenmenizi ve yeterli miktarda su tüketmenizi sağlamak. App Store - Ücretsiz

Games for Cats Tüm uygulamalar insanlar için yazılacak değil ya. Evdeki evcil hayvanlarımızın da durumlarını göz önünde bulundurmak lazım. İşte Games for Cats’in mantalitesi de bu; kediniz için bir tablet oyunu. Ücretsiz olarak sunulan uygulama ile kediniz, ekran üzerinde takip edebileceği bir ışık, fare, kelebek ya da balık görüyor. Bu objeyi yakalamak için patilerini kullanmak zorunda. Objeyi yakaladığında ise bir sonraki seviyeye geçebiliyor. Uygulamada tüm seviyeler ücretsiz değil. Fare ve Kelebek bölümleri için ekstra ücret talep ediliyor. Ayrıca kaç kişi narin tablet ekranını kedilerin keskin patilerine emanet etmek ister bilemiyoruz. Ama bu uygulama App Store’da yerini almış durumda ve kedisini çocuğu gibi sevenlerin ilgisini bekliyor. App Store - Ücretsiz www.2fmagazine.com // 43


Didem CINDIK // didem@2fmagazine.com

@di_didem

/di-didem cındık

TARİHTE KADIN DÖVMECİLER

M

alezya’da Rejang nehrine yakın bir bölge de yaşayan Sihan’larda kadınlar dövme sanatçısıydı. Dövmeler genellikle evlenmeden önce yapılırdı ve erkekler, Sihan kadınıyla dövmesi olmadan evlenmezdi. Dövmeler dikenle yapılırdı. Dövmecilik anneden kıza geçen bir meslekti. Ölümü halinde dövme aletleri de beraberinde gömülürdü. Sihan’lara komşu olan bir başka topluluk Lahanan’larda da dövmeciler kadınlardı ve bu meslek kadınlar arasında anneden gelen köklü bir sanat dalıydı. Yine bu toplumda da dövme yapılmadan evlenilmezdi (eski yöntemle bu dövmelerin yapılışı günlerce acılı bir süreç geçtikten sonra biterdi. 10 – 15 gün bacaklar ve kollar için). Yine aynı coğrafyada yaşamış olan Kayan topluluğunda da dövmeyi kadınlar yapardı. Dövmenin kalitesindeki tek uzman kadınlardı. Erkekler sadece ahşap boyamacılığı yapardı. Dövme desenlerinin ölen kişileri ölüm sonrası hayata, atalarının yaşadığı eve yönlendirdiğine inanırlardı. Bir kayan kızına dövme yapılması sadece acılı bir süreç değil, aynı zamanda uzun bir tören demekti. Dövme işlemi yıllarca sürebilirdi. Çünkü her seferinde küçük bir bölüm yapılırdı, iyileşmesi için uzun bir zaman geçmesi gerekirdi. Bir kız on yaşına geldiğinde parmaklarına ve ayaklarının üst kısmına dövme yapılır, bir yıl sonra kolun ön tarafı, sonraki yıl uyluğun bir kısmı, dayanabilirse sonraki yıllar 44 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

deride kalan yerlerin tamamı yapılırdı. Adet dönemlerinde yapılmazdı, çünkü akan kanın şeytani güçleri hareketlendirdiğine inanılırdı. Dövme boyası, is (metal bir kabın altında oluşan is en iyi isti), su ve şeker kamışı suyundan oluşur, bir tahtanın ucundaki reçineye saplanmış dikenli iğnelerle boyaya batırıp deriye bu iğneler bastırılarak desen ortaya çıkarılırdı. Tabi öncesinde dövme desenini deriye çizmek için desenin oyularak bir baskı aleti görevi gören tahta kalıplara mürekkep

sürülüp deriye bastırılır, model deriye geçirilmiş olurdu. Yine Borneo’da İban kültüründe (bu topluluk kafatası avcılıklarıyla diğer topluluklara korku salmıştır) erkekler savaşçılıkları karşısında kendilerini kanıtlamışlarsa dövme sahibi olurken, kadınlar dokumadaki başarılarına göre dövmelenirdi. Dokudukları battaniyenin kan kırmızı olması en iyi beceriyi gerektiriyordu. Ancak bu rengi elde etmek oldukça riskli ve tehlikeliydi onlara göre. Çünkü bu rengi (kan kırmızı) kullanan kişiye ve ailesine


YAŞAYAN DESEN

Kayan Kadını bela getirebilir, ölüme davetiye çıkarabilirdi. Erkek savaşçılar kadar risk alıyorlardı. Bu rengi yapıp dokuyan istisna kadın özel dövmelere sahip olabilirdi. Bu kadınlara sosyal durumları ve ruhani güçler için başparmağın tamamına, diğer parmaklara ise küçük işaretler yapılır, böylece yüksek güce erişirlerdi. Bu dövmeler yine anneden kıza aktarılırdı. Endonezya, Papua Yeni Gine ve Filipinlerde de yaygın olan eski geleneksel totem dövmelerinin koruyucu sembolleri olduğu düşünülür. İbanlarda dövmeyi yapan erkeklerdir. Ama bir başka komşu kabile olan Orang Ulu’ da dövme sanatçısı kadınlardan oluşur. Dövme malzemeleri tahta, diken, çimen lifi ve çeşitli boyalardan oluşuyor elle vurma tekniğiyle uygulanıyordu (tahtanın ucundaki dikenleri, tahtaya tempolu, seri biçimde elle vurarak dikenlerin deriyi delmesiyle boyanın deriye işletilmesi yöntemi). Çin’in Hanian adası yerlileri Li topluluğunda bileklere halka şeklinde yapılan dövmeler kadınlarda daha yaygındı.

Kadınların ellerine evlenmeden önce dövme yapılmazdı. Bir Li kızı ergenliğe girmeye başladığında yakın çevresinden yaşlı bir kadın tarafından elleri dışında ensesine, yüzüne ve boğazına dövme yapılırdı. Li kadınlarındaki dövmeler evlenecek yaşa gelindiğini gösterirken, aynı zamanda öldükten sonra atalarının kendilerini tanımalarını sağlayan işaretlerdir. Bu dövmeler, deri dikenle yarıldıktan sonra isli su ile ovularak işlenirdi. Mozambik’te Bantu dilini konuşan Makondeler de genellikle erkekler erkek çocuklarına, kadınlar kız çocuklarına dövme yapardı. Dövmecilik profesyonelce yapılır ve ebeveynlerden öğrenilerek bir sonraki kuşağa geçerdi. Efsane anlatımlarında öldükten sonra yarı tanrı gibi görülen dövmeli kadınların üzerlerinde, hayattayken yaptıkları işleri, başarıları, üstün özellikleri belirten dövmeler vardı. Bu dövmeler öldükten sonraki yaşamda onlara yol gösterecekti. Dövme modelleri yüze ve vücuda işlenen mevkii işaretleri, açılar, zikzaklar, halka, düz çizgi, baklava, nokta ve hayvan figürleriydi.

Tabiki kabilenin ortak desenleriydi. Dövmenin uygulanışı şu şekildeydi; üçgen bir geleneksel dövme bıçağı ile kesikler yapıldıktan sonra yaranın içine sebze karbonu sürülürdü. Sonuçta mavi renkli bir dövme olurdu. Tabii bu dövme seansları bir defa da bitmez, oldukça acılı ve uzun bir sürece yayılırdı. İlk yıl dövme yapılacak yer kesilip boyandıktan sonra güneşte kurutulup yaranın kabuklanması sağlanır, 2-3 gün sonra yıkanıp dövme rengi ortaya çıktıktan sonra bir altı ay geçmesi beklenir, aynı işlem tekrarlanırdı. Dövme belirgin olarak ortaya çıktıktan sonra bir üçüncü işlemle noktalanırdı. Bazen küçük kızlar ikinci ve üçüncü işlemde korkar kaçarlardı, bu durum da onlarla dalga geçilip, tanrı anaları tarafından korkutulurlardı. Şeytani ruhlardan koruyan ‘’sihirli’’ kertenkele dövmesinin kadınlarda doğurganlığı erkeklerde cinsel gücü arttırdığına inanılırdı. Bugün Yunanistan’da dövme modelleri genelde Tribal stillidir. Tribal stiller, Yunanistan’daki uzun dövme tarihinden dolayı popülerdir. Eski tarihlerde www.2fmagazine.com // 45


RÖPORTAJ

Yunanistan’da yaşayan Sythian savaşçılarının bütün vücutlarının dövme ile kaplı olduğu biliniyor. Eski kabile insanlarının Sythian savaşçıları gibi bugünkünden daha koyu renge sahip olduğundan bu rengin üzerine yapılan dövmelerde daha belirgin oluyormuş. Bugünkü yunanlıların ten rengi daha açılmış ve derileri(alışkın oldukları yiyeceklerden kaynaklı) daha kalın olduğundan dövme uygulamasının diğer Avrupalılara göre daha zor olduğu söyleniyor. Bugün hala Yunanistan’ın en eski dövmeleri Pindhos dağlarında yaşayan yerel halkta bulunduğu biliniyor. Buradaki kadınlar iki gözleri arasına ve başka yerlerine Haç dövmesi yaptırırlarmış. 15.yy’ın başlarına kadar Bulgaristan ve Yunanistan’ın bir kısmına yayılan bugün Arnavutluk’ta bulunan Vlaklar bir zamanlar güçlü ve bağımsız bir krallıktı. Vlak kadınlarının alınlarında da haç dövmesi yaygındı. Bu dövmeler onların Ortodoks Hıristiyanı olduğunu göster46 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Iban Erkeği mekle kalmıyor, aynı zamanda şanssızlıklara ve nazara karşı ciddi bir koruma, dini kalkan görevi yapıyordu. Ayrıca bir dönem (600 yıl boyunca) Türklerin egemenliğindeki bölgede kadınlar bu dövmeler aracılığıyla Türk haremine götürülmekten kurtuluyorlardı. Çünkü Türkler alınlarında haç işaretli kadın-

ları uğursuz, kötürüm sayıyorlardı. Bu toplumda da yine birçok toplumda olduğu gibi dövme yapanlar yaşlı bilge kadınlardı. Dövme yapan kadınlar hatırlarsınız ki ülkemizde Güneydoğu Anadolu bölgesinde de oldukça yayındır. Bol dövmeli güzel günler dilerim. //


RÖPORTAJ

www.2fmagazine.com // 23


KAPAK KONUSU FİL

SİNE

Turgay ERYİĞİT // turgay@2fmagazine.com

@huapsukh

CADILLAC RECORDS Nereden Geldiğime Bakmayın, Karım Cadillac’la gezecek... Ben Willie Dixon Bu ses kaydını Chess Müzik Stüdyolarını ziyaret ettiğinizde, geçmişini öğrenin diye yapıyorum. Hatunların sahneye iç çamaşır atması Blues söyleyen bir adam yüzünden başlamıştır. Beyaz kızlar da çamaşır atmaya başlayınca adı Rock And Roll oldu. Dünyayı değiştiren müzik tek kişinin eseri değildir. Her şey iki adamla başladı. Biri Chicago’lu beyaz bir delikanlıydı. Diğeri ise Missisipi’li bir ortakçı. 48 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Filmin açılışında bahsedilen bu iki işe yaramaz, bugün dinlediğimiz bir çok türün ateşini yakanlardı. Leonard Chess – ki aslen onun biyografisi üzerinden kendisine saygı duruşudur film – Polonya’dan göçmüş, Yahudi bir ailenin çocuğudur. Sıkıntılı ve zor geçirdiği gençlik yıllarının verdiği hırsla, önce zenci mahallesinde açtığı dandik barı, sonrasında kaderin onu Muddy Waters ile karşılaştırmasının ardından kurduğu plak şirketi ile birlikte Blues’dan Rock müziğe geçişe kadar müzik piyasasına katkı sağlar hale gelecektir. Bir diğer ana karakter Muddy Waters –ki kendisi Blues müziğin temelini oluşturan kişidir- Missisippi’de tarlada çalışırken şarkılar söyleyen yoksul bir

köleden (o dönem zenci halkının ikinci sınıf insan sıfatına dayanarak) başka bir şey değilken, bir üniversite için folk müzik kayıtları toplayan adamın sesini kaydetmesi ve ona dinletmesi üzerine karar vererek her şeyi bırakıp Chicago’ya yola çıkar. Kaderin bu iki insanı bir araya getirmesi ise biz müzik severler için muhteşem bir tarihin yazılacağı anlamına gelmektedir. Filmin tamamı, bir belgesel kıvamında, tüm Blues, Rock and Roll ve Rock tarihini keyifle gözlerimizin önüne seriyor. Bu tarzla aşağı yukarı ilgili hemen herkesin bildiği tüm isimler, Muddy Waters başta olmak üzere, Willie Dixon, Little Walter, Jimmy Rogers,


İL

SİNEF

KAPAK KONUSU SİNEMA Howlin Wolf, Etta James, Chuck Berry ve Rolling Stones’a kadar kronolojik olarak sıralanıyor. Len kurduğu plak şirketi ile, tüm dönemlerde Muddy Waters’tan başlayarak yaptığı nerdeyse tüm albümlerde listelerde 1 numarayı görür. Bu başarıların ödülü olarakta, müthiş bir zenginlik ve bu zenginliğin belirtisi “Cadillac” marka arabalarla gezmeye başlar tüm sanatçıları. Chess plakçılık bu yüzden “Cadillac Records” olarak anılmaya başlar herkes tarafından. Ancak müzikten başka hiç bir yeteneği olmayan tüm bu grup, maalesef ki para yönetimi konusunda aynı derecede başarılı değildir. Kazançların neredeyse tümü, arabalar, mücevherler, kadınlar ve şaşaaya harcanmaktadır. Böylece imparatorluğun, kuruluş, yükselme ve çöküş dönemleri resmedilir filmde. Filmle alakalı iki önemli olduğunu düşündüğüm bölüm açmak isterim ; Bunlardan ilki Chuck Berry. Muddy Waters ve Little Walter ile başlayan yükseliş sonrası, ikisinin de yanlış seçimleri, bu şaşaa içinde kendilerini kaybedişleri sırasında şirketin imdadına Chuck Berry yetişir. Siyah çocuk Blues’un aksine Country müzik yapmaktadır. Len tarzını değiştirmeden, onu bu haliyle piyasaya sokacaktır. Değiştirdiği tek şey, Chuck Berry’nin “Ida May” olan şarkı ismi olur. Maybellene tüm ülkede büyük olay yaratır. 1 Milyondan fazla satar. Sadece tüm listeleri değil, ülkede ilk kez “siyah-beyaz” ayrımını da altüst www.2fmagazine.com // 49


KAPAKFKONUSU İL

SİNE

eder. Böylece Rock and Roll müziği doğmuştur. Kendisi, zenci olduğu için restoranlara giremez otellerde kalamaz, ancak yaptığı müzikle konserlerinde tüm zenci ve beyazları bir araya getirmeyi başarır. Sonrasında bugün adı kendisinden daha popüler olan iki isme göndermede bulunur film. Beach Boys ve Elvis’in kendi müziğini kullanarak nasıl meşhur olduğunu hayretle izler. Jerry Lee Levis’in 13 yaşındaki bir kızla evlendiği dönemde, reşit olmayan bir kızla ilişkiye girdiği gerekçesiyle, kariyerinin en parlak döneminde, lakin hiç plak yapamadan hapse atılır. Filmin bu kısmı, her ne olursa olsun 50 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

SİNEMA

zenci-beyaz çatışmasında güdülen politikayı göstermesi açısından önemlidir. İkinci kısım ise Beyonce; 90’ların sonunda showgirl olarak hayatımıza giren, seksapalitesi sesinin her zaman üzerinde lanse edilen bu genç kadın –tamamen kendi kurmaca senaryoma dayandırarak söylüyorum- kuvvetle muhtemel kendi tercihi olan değil, müzik piyasasının gereklerine göre olması gerekeni, önüne sunulanı kabul etmiştir. Öyle ki “Cadillac Records” gibi bir filme prodüktör olması tamamen o döneme karşı göstermesi gerektiğini düşündüğü bir saygı duruşudur. Film de Etta James rolünün altın-

dan hiçte azımsanmayacak bir performansla kalkmış olması bir yana, söylediği tüm şarkılarında –büyük bir Etta James fanı olarak haksızlık etmek istemem- en az James kadar başarılıdır zannımca. Filmi ilk seyrettiğinizde olmayabilir ancak ikinci kez konuya hakim olarak izlediğinizde Beyonce’nin ilk kez mikrofonu alıp “All I Could Do Is Cry” söylediği sahnede tüylerinizin diken diken olacağına iddiaya girebilirim. Bu kısa Beyonce varsayımım ile filmin ortak bağlantısı ise; Sanatın değeri hiç bir zaman maddiyata dayalı olmamalıdır ki özgür, özgün ve güzel eserler çıkabilsin. Mümkün müdür? Maalesef değil. Sadece; umut fakirin ekmeğidir. //


EVDE SİNEMA KEYFİ

Django Unchained - Zincirsiz Yönetmen : Quantin Tarantino Başrol: Jamie Foxx, Leonardo DiCaprio Tiglon / Sony Pictures Home Entertainment /

No Yönetmen: Pablo Larrain Başrol: Alfredo Castro, Gael Garcia Bernal, Luis Gnecco Tiglon / Diğer Yapımcılar / Calinos

2 Dalda Altın Küre© Ödüllü

Tarihin En Sıradışı Seçim Kampanyasının Hikayesi!

Quentin Tarantino tarafından yazıp yönetilen filmde Jamie Foxx, özgürlüğünü almak karşılığında, kafa avcısı Dr. King Schultz (Christoph Waltz) ile işbirliği yaparak, Güney’in en aranılan suçlularını yakalamaya çalışan köle Django olarak karşımıza çıkıyor. Django, avcılık yeteneğini kullanarak, uzun zaman önce köle pazarında kaybettiği eşini (Kerry Washington) bulmaya çalışmaktadır.

1988’de Şili’nin başındaki diktatör Augusto Pinochet, başkanlık sürecine dair bir halk oylamasına gider. Ülke, Pinochet’nin iktidarını sekiz yıl daha uzatmasına Evet veya Hayır oyu verecektir. Muhalefet liderleri kampanyaları için genç ve başarılı bir reklamcı René Saavedra’yı (Gael García Bernal) işe alır.

Yabancı Yönetmen: Filiz Alpgezmen Başrol: Caner Cindoruk, Sezin Akbaşoğulları Tiglon / Diğer Yapımcılar / Filmoda

Flight - Uçuş Yönetmen : Robert Zemeckis Başrol: Denzel Washington, Don Cheadle Tiglon / Paramount Pictures /

“Şimdiyse bir başkasıyım ama yine de aynı kişiyim.” Ulysses / James Joyce

En İyi Erkek Oyuncu ve Senaryo Dallarında Oscar Adayı!

Özgür, devrimci mücadele sonrası, 80 darbesiyle Fransa’ya iltica etmiş bir anne babanın kızıdır. Annesi o çok küçükken ölen ve babasıyla büyüyen Özgür’ün hayatla bağları oldukça kopuk, her şeye ama en çok da kendine ‘yabancı’ genç bir kadındır. Özgür, Paris’te babası Hüseyin’in ölüm haberini alır. Babasının evinde bulduğu vasiyet niteliğindeki bir mektup, Özgür’ü çok etkiler ve genç kadın babasının cenazesini alarak İstanbul’a gelir.

Özel Seçenekler: İşitme Engelliler için Özel Türkçe Altyazı

Havayolu pilotu Whip Whitaker (Washington) bir hava felaketi sonrasında yolcu uçağını mucize eseri sağ salim indirmeyi başarır. Akabinde kahraman ilan edilir ancak çok geçmeden kazaya kimin sebep olduğu soruları gündeme gelmeye başlar. Aksiyon yüklü, sürükleyici filmde Washington üzerinde yıllarca konuşulacak performansıyla En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar’a aday oldu.

www.2fmagazine.com // 51


KAPAK İL EFKONUSU

SİN

SİNEMA

Pleasantville

Siyah Beyaz, düzenli, hiç sorunun olmadığı, herkesin belli bir ezberde ve düzende yaşadığı bir dünya düşünün. Her akşam işinizden çıkıp eve geldiğinizi “Tatlım, Ben Geldim” dediğinizi, eşinizin ve çocuklarınızın sıcak karşılaması, mükellef bir sofra ve bu monotonlukta geçen bir ömür hayal edin. Kanıksadığınız bu hayat, statükonun size verdiği özgürlükler! ve yaşam! ile örülü “mutlu bir dünya” demektir. Yollar onların çizdiği yerde başlar ve biter, yemeniz ve içmeniz gerekenleri belirlerler, kitapların kabı vardır ama içleri boştur, dinleyeceğiniz müzikleri bile onlar seçerler. Ve sizler, düzene şükreder nefes aldığınız için mutlu olursunuz. Sonra birileri çıkagelir, hayatınızın 52 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

bir yerinde bazı yerlere dokunmaya, siyah beyaz olan resmi boyamaya başlarlar. Cinsel devrimle başlar her şey. “Kızlı Erkekli” eğlenmeye, kitapların içini doldurmaya, tablolar yapmaya, müziğin sesini açmaya başlarlar. Önce gençler, sonra duvarlar, yollar, hayat renklenmeye başlar. Değişim, gelişim ve bu renk arttıkça, sistem bu durumdan rahatsız olur. Önce karşıt görüşü ayaklandırır, sonrasında yeni ve daha sert kanunlar getirir. Boyadığınız merdivenleri kaldırım taşlarını tekrar griye boyayarak başlar. Gençlerin takıldığı park ve bahçeleri kapatır sistem. Dinlediği müziği yasaklar, sadece listesi verilen, muktedirin emrettiği

şarkılar dinlenebilir der. Resim yapmak yasaktır artık, ahlakı bozuyordur çünkü. Seni beni ötekileştirir, korkutup sindirmek adına. Umutsuzluğun içinde ne yapacağını bilemezken birileri baş kaldırır yine. Bu zorbalığı kabul etmeyecek ve onlara gününü gösterecektir. Bu hikaye çok güncel ve tanıdık mı geldi ? Hadi canım. Sadece film anlatıyorum... Filmimizin kahramanları, David ve Jennifer 90’lı yıllarda annesi ile birlikte yaşayan iki kardeştir. Jennifer okulda popüler olmaya çalışan, fazla derinliği olmayan popüler kültürü temsil eden bir kızdır.


İL

KAPAKSİNEMA KONUSU

SİNEF

David ise kız kardeşinin aksine, asosyal, kendi halinde, sessiz sedasız bir gençtir. En büyük zevki 50’li yılların popüler sitcom dizisi “Pleasantville”i izlemektir. Oradaki mükemmel düzenli ve mutlu hayata özlem duyar. Bir akşam eve çağırmadıkları halde gelen yaşlı TV tamircisinin kendilerine verdiği kumanda için kavga eden iki kardeşin hayatı, kendilerini 1950’ler de “Pleasantville” dizisinin içinde bularak, fantastik bir şekilde değişecektir. David dizinin fanatiği olduğu için düzene ayak uydurması daha kolaydır,

ancak Jennifer için çıkıp geldiği dünya ile bu soğuk, tekdüze, devamlı güneşli, ne yağmurun ne yangının olduğu, restoranlarında ve okullarında tuvaletin dahi olmadığı tuhaf dünya arasındaki fark katlanılmazdır. David’in tüm uyarılarına rağmen, Jennifer kendi tarzı ile sistemli yürüyen bu hayata dokunuşlar yapmaya başlar. Bu dokunuşlarla da karşılıklı etkileşimler doğaldır tabii ki. İki karakterin virüs gibi! olaya müdahil olmaları ve yaptıkları hamlelerle, Pleasantville halkının hayatında deği-

şimler başlar. Düşünmeye, özgürleşmeye, duygular yaşamaya ve bu duygulardan haz almaya başlayan kasabalı renklendikçe, karşıt görüşteki halkın ve politikacıların tutumu sertleşecektir. Düzenlerinin bozulmasından memnun olmayan kısım, önce rengi, sanatı ve duyguları engellemeye çalışacak, sonrasında ise buna karşı çıkanları yargılayıp ötekileştirecektir. Filmin devrimci yapısı, fazlaca barındırdığı göndermeler ve eleştiriler, nerdeyse tüm Dinler tarihine, Amerikan devlet yapısına ve kısıtlamacı tüm sistemlere başkaldırarak, fantastik komedi gibi görünen künyesinin dışına çıkarak bir başyapıta dönüşüyor. Özellikle David ve Bill’in işledikleri suç! un 1 Mayıs tarihinde gerçekleşmiş olması, Amerikan tarihinde yasaklanmış tüm kitaplara incelikle saygı duruşu, yasak elmayı yemesi gibi detaylar kimileri için önemsiz olsa da, dikkatli izleyicilerin gözden kaçırmayacağı detaylardı. Filmin benim için enteresan tarafı ise, 1999 senesinde izleyip çok beğendiğim filmi uzun zaman sonra tekrar izlediğimde bundan 15 sene öncesinde bugünü ne kadar güzel resmedebildiği oldu. Bize dayatılan hayata nasıl direneceğini bilmeyen herkese “Pleasantville”i tavsiye ederim. Dünyanın en güzel seslerinden Fiona Apple’ın finalde ki “Accross The Universe” i de cabası. - Peki şimdi ne olacak ? - Bilmiyorum.... Sen şimdi ne olacağını biliyormusun ? - Hayır.... Bilmiyorum .... - Sanırım bende bilmiyorum. . . // www.2fmagazine.com // 53


İNCELEME

Melih BİLGİN //melih@2fmagazine.com

Nokia Lumia 1020

Nokia’nın 808 PureView modeliyle başlattığı fotoğraf atılımında ikinci adım olan Lumia 1020, 41 megapikseli bu kez daha kullanışlı bir işletim sistemiyle birlikte sunuyor. Üstelik Pro Camera, kamera tutucu gibi yeniliklerle yeteneklerini bir adım öteye taşıyor

F

otoğrafçılık, 2000’li yılların başlarında dijital teknolojiye geçiş yaptığında pahalı makinelere herkes imrenerek bakıyordu. Çünkü bu makineler çok pahalıydı ve boyutları çok büyüktü. Ardından teknoloji hızla gelişti ve eskiden filmli makinelerde olduğu gibi küçük boyutlu, çok uygun fiyatlı modeller karşımıza çıkmaya başladı. Bu modeller geçmişteki giriş modellerine nazaran çok daha küçük olabiliyordu. Çünkü eskiden filmli makinelerde film boyutu küçültülemediği için makine belli bir boyutun altına inemiyordu. Dijital ma54 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

kineler ise mercimek tanesi kadar bir sensörü küçük bir lens ve ekranla birleştirerek doğum günlerinizi fotoğraflamayı sağlayabiliyor. Bu sayede neredeyse kredi kartı boyutlarında fotoğraf makineleri mevcut. Aradan geçen zaman içerisinde bu küçülme, önemli bir gelişmenin daha yaşanmasını sağladı; Kameralı cep telefonları. 2002 yılında Nokia’nın başlattığı bu akım, kısa sürede çok popüler hale geldi ve cep telefonlarında adeta kamera çılgınlığı başladı. Kamera özelliği neredeyse tüm telefonlarda standart hale gelince de megapiksel değerleri

konuşulmaya başlandı. İlk kameralı cep telefonu olan Nokia 7650’nin 0.3 MP bir kamerası bulunuyordu. Çözünürlük bir yana o dönemdeki işleme teknikleri ve lensler ile birlikte fotoğraflar feci şekilde bulanıktı. Fotoğraftaki kişilerin kim olduğunu anlamak bile zor olabiliyordu. Fakat insanlar, fotoğraf çekme özelliğinin cep telefonlarına girmesini çok sevecekti. Özellikle 2007 yılında piyasaya sürülen iPhone’dan sonra akıllı telefon akımı da başlayınca kameralı telefonlar ve kompakt fotoğraf makineleri arasındaki fark kapanmaya başladı. Apple’ın


İNCELEME ilk iPhone’unda 2MP bir kamera bulunuyordu. Bu kamera da çok iyi fotoğraflar çekemiyordu ama 3G ve Wi-Fi desteği sayesinde internete bağlanıp onları anında başkalarıyla paylaşabiliyordu. Tam da bu yıllarda Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlar da dünya çapında patlama yapmıştı ve insanlar artık daha fazla fotoğraf çekiyordu. Dolayısıyla kullanışlı özelliklere sahip bir telefon, 2MP kamera ve 3G internetin gücüyle iPhone, Nokia’nın ardından piyasayı değiştiren telefon olmuştu. Üstelik iPhone, kompakt kamera satışlarına da darbe vurdu. Kameralı akıllı telefonların Samsung, BlackBerry gibi üreticiler tarafından da piyasaya sürülmesiyle birlikte artık kimsenin kompakt fotoğraf makinelerine ihtiyacı kalmamıştı… Kompakt fotoğraf makinelerine Wi-Fi özelliği eklemek de durumu düzeltemedi.

Nokia’nın gerİ dönüşü Telefon dünyasına kamera özelliğini getiren Nokia, iPhone’un karşısında biraz gölgede kalsa da kendini geliştirmeye devam etti. 12MP kameraya sahip N8 modeli, bir cep telefonu kamerasından alınabilecek en iyi görüntüleri sunuyordu. Öyle ki bu telefonla moda çekimleri yapılıp dergilerde bile kullanıldı. Nokia N8’in ardından ise devrimsel 808 PureView modeli geldi. Kameralı cep telefonu anlayışını tümüyle değiştiren bu telefon, neredeyse 1 inçlik sensörüyle çok yüksek fotoğraf kalitesi sunuyordu. Üstelik kompakt fotoğraf makinelerindekinden bile büyük olan sensör, 41 megapiksel ile donatılmıştı. Böylece ortaya çok iyi bir fotoğraf makinesi çıktı(!). Fotoğraf makinesi diyoruz çünkü Nokia 808 PureView satın almayı tercih edenlerin büyük bir çoğunluğu onu fo-

toğraf çekmek için alıyordu. Bunun dışında sunduğu özellikler çok sınırlıydı çünkü artık çok yaşlanmış olan Symbian işletim sistemini kullanıyordu. Çok yavaş çalışan, arayüzü eskimiş, uygulama desteğinden mahrum kalmış Symbian işletim sistemi, 808 PureView’ın en zayıf yanıydı. Bu sebeple kamerası devrimsel olsa da büyük bir etki yaratamadı.

Lumia 1020

Nokia’nın Microsoft ile anlaşıp Windows Phone işletim sistemine geçiş yapması sonrası, hepimizin beklentisi 808 PureView’ın kamerasını kullanan Windows Phone işletim sistemli bir akıllı telefondu. Bunun için bir süre beklememiz gerekti fakat sonunda Nokia, Lumia 1020 ile karşımıza çıktı. Lumia 1020, Windows Phone 8 işletim sistemiyle birlikte 4.5 inç HD ekran, 1.5 GHz çift çekirdekli Snapdragon işlemwww.2fmagazine.com // 55


İNCELEME

ci ve en önemlisi 41MP kamerayı bir araya getiren, belki de piyasadaki en iyi fotoğraf çeken akıllı telefon. Peki bu formül ne kadar başarılı olmuş, bu incelememizde bu sorunun yanıtını arayacağız.

Tasarım İncelememize tasarım özellikleriyle başlıyoruz. Nokia’nın Lumia serisinde kullandığı çizgiler (Daha önce N9 modelinde ilk kez karşımıza çıkmıştı) artık alışıldık hale gedi. Canlı renkleri dayanıklı polikarbon gövdeler üzerine uygulayan Nokia, köşelerdeki güzel kıvrımlarla birlikte hoş görünen telefonlar üretiyor. Bu üretim mantalitesi aynı zamanda telefonun gövdesinin yekpare, yani birleşme noktaları olmayan tek bir parçadan üretilmesini 56 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

sağlıyor. Lumia 720’de bu özellikler çok hoşumuza gitmişti. Ardından gelen 820, 920 gibi modellerde de benzer tasarımlar gördük. 1020’de de değişen fazla bir şey yok. Özellikle 920 modeliyle neredeyse aynı olduklarını söyleyebiliriz. Bazen parlak bazen mat yüzeyli gövde kullanmayı tercih eden Nokia, 1020’de mat polikarbon yüzey kullanıyor. Telefonu elinize aldığınızda verdiği kalite hissi oldukça güzel. Yüksek işçilik kalitesi sayesinde telefonun hiçbir yerinde en ufak bir kusura ya da kalite kontrol zaafına rastlamadık. Sağlam ve gerektiğinde esnek olabilen Polikarbon gövde aynı zamanda çok da sağlam. Elbette bu pahalı telefona kıyıp, sert darbelere maruz bırakmadık. Fakat yanlışlıkla el hizasından yere düş-

tüğünde bu darbeden çizik bile almadı. Aynı şey bir iPhone 5’in başına gelseydi üzücü sonuçları olurdu diye tahmin ediyorum. Fakat tasarımın eleştirilecek noktaları da var. Bunların başında kalınlık geliyor. Eğer Galaxy S4 ya da iPhone 5 kullanıcısıysanız Lumia 1020’yi elinize aldığınızda ağırlığı ve kalınlığı hemen dikkat çekiyor. 158 gr ağırlık ve 10.4 mm’lik kalınlık bugün bir üst düzey telefona yakışmayan değerler. Fakat Lumia 1020’de kalınlığın önemli bir kısmı da arka bölümdeki kameradan kaynaklanıyor. Dolayısıyla 41MP’i seven dikenine katlanır gibi bir durum var ortada. Bu kamerayı istiyorsanız bu gövdeye mecbursunuz. Kamera konusuna ayrı bir bölümde daha detaylı değineceğiz. Tasarımın ikinci eleştirilecek noktası ise özgün olmaması. Nokia’nın tüm Lumia modelleri renkler ve tasarım açısından birbirine benziyor. Hatta son çıkan Lumia 1520 de diğerlerinden farklı değil. Dolayısıyla telefonları birbirinden ayıran sadece ekran boyutu ya da kamerası oluyor. Bence Nokia, daha özgün tasarımlı modeller üzerinde de çalışmalı. Mutlaka onlar da bunun farkındadır ama kullanıcılar Lumia’ların görüntüsünden sıkılmadan önce bir adım atmalılar. Zira pazar çok hızlı değişiyor.

Windows Phone İşletİm Sİstemİ ve Performans Nokia’nın bir başka eleştirilecek noktası da işletim sistemi. Windows Phone işletim sistemi sabit bir arayüze sahip olduğu için tüm modellerde aynı. Üreticiler bu arayüz üzerinde değişiklik yapamadığı gibi sizin de yapabilecekleriniz uygulama simgesini büyütmek ya da yerini değiştirmekten ibaret. Bu sebeple sadece Nokia’da değil tüm Windows Phone eko-


İNCELEME

sisteminde telefonların kullanımı aynı. Evet, Apple’da da bu böyle ama sonuçta Apple ‘’Tek üretici - Tek model’’ mantığını kullandığı için yılda bir kez model yeniliyor ve fazla farklılaşmaya ihtiyaç duymuyor. Windows Phone ekosisteminde ise Nokia’nın haricinde Samsung, HTC, LG, Dell ve diğerleri var. Hepsinin aynı donanım ve aynı işletim sistemini sunuyor olması burada işlerin yürümeyeceğini gösteriyor. Nitekim Samsung, HTC ve LG artık yüzünü tümüyle Android’e çevirmiş durumda. Microsoft’un Nokia’yı satın almasından sonra Windows Phone eko-

sistemi de tek üretici - tek işletim sistemi mantığına dönecek gibi görünüyor. Yani Apple’ın iOS - iPhone modeli gibi Windows Phone işletim sisteminin sadece Nokia modellerinde çalışacağı bir model. Neyse ki Lumia 1020’de Windows Phone işletim sistemi içerisinde bahsedebilecek birkaç farklı özellik var. Bunların başında bence Nokia Pro Camera geliyor. 41MP kameraya yakışacak manuel ayarları bu uygulama içerisinde sunan Nokia, fazlasıyla takdirimi kazandı. Pro Camera uygulaması sayesinde Lumia 1020’yi adeta bir DSLR gibi yönetebili-

yorsunuz. Perde hızı, ISO değeri, pozlama telafisi, beyaz dengesi gibi ayarları tümüyle manuel olarak yönetmeniz mümkün. Yani siz nasıl isterseniz Lumia 1020 o şekilde fotoğraf çekiyor. Böylece uzun pozlama ya da hareketli bir sahneyi dondurma gibi diğer akıllı telefonlardan elde edemeyeceğiniz türde fotoğrafları Lumia 1020’de elde etmek mümkün oluyor. Elbette otomatik kullanım için tüm ayarlar otomatiğe alınabiliyor ya da Nokia Smart Camera uygulaması kullanılabiliyor. Nokia’nın Here Maps uygulaması da çok başarılı. Şuan piyasada bulunan en iyi harita uygulamalarından biri diyebilirim. Özellikle Türkiye sınırları içerisinde adres bulma becerisi yüksek ve navigasyon için de yol tarifleri sunabiliyor. Lumia 1020 bu uygulama için ücret talep edilmiyor. Bunlar Nokia’nın Lumia 1020 ile birlikte sunduğu kayda değer yenilikler. Bunların haricinde Windows Phone işletim sistemi oldukça akıcı çalışıyor. Uygulama geçişleri, tarayıcı performansı ve genel performans tatmin edici. 1.5 GHz’lik çift çekirdekli işlemci de kafalarda soru işareti yaratmamalı. Android’in donanım çılgınlığı kendi performans açlığıyla ilgili. Lumia 1020’de ise çift çekirdekli işlemci gayet tatminkar bir performans sunuyor. Windows Phone ekosisteminde tek çekirdekli modelleri bile almaktan çekinmeyin. Akıcı çalışarak sizi üzmeyecektir. Windows Phone işletim sisteminde Office uygulamalarının yüklü olarak gelmesi güzel. Bu uygulamalar Microsoft’a ait olduğu için Windows Phone’a en iyi şekilde entegre olması sağlanmış. Windows Phone’lu modeller şimdilik iş telefonu olarak algılanmasa da Office yazılımlarını sık kullananlar için ideal. Son olarak hoşuma giden birkaç dewww.2fmagazine.com // 57


İNCELEME

taydan bahsedip eleştirilecek yönlere geçeceğim. Windows Phone işletim sistemi, telefonu cebinizden çıkarttığınızda ekranda otomatik olarak saati gösteriyor. Yakınlık sensörü sayesinde telefon, ön yüzü açıkta kaldığında saati açıyor. Bu özellik telefon masa üzerinde dururken ya da cebinizden çıkarttığınızda anda saati görebilmenizi sağlıyor. Eğer fazla pil tüketmesin derseniz telefonu yüz üstü çevirebilir ya da telefonu cebinize koyabilirsiniz. Klavyenin ışığa göre renk değiştirmesi de güzel. Karanlık ortamda çalışırken daha koyu gri renkte olan klavye, çok ışıklı (mesela direk güneş ışığı altında) ortamda kullanıldığında ise açık gri renge dönüyor. Böylece görülmesi kolaylaşıyor. Belki çok kritik bir özellik değil ama böyle ince düşünülmüş detaylar deneyim açısından önemli. Windows Phone işletim sisteminin en büyük eleştiri aldığı nokta ise uygulamalar. Windows Phone Marketplace’deki uygulama sayısı her geçen gün artsa da halen birçok faydalı uygulamadan mahrum kalıyorsunuz. Örneğin Facebook’un standart uygulaması Windows Phone’da mevcut ama Messenger uygulaması 58 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

bulunmuyor. Facebook’u mesajlaşmak için sık sık kullandığımdan bu durum benim canımı çok sıktı. Whatsapp’ın uygulamalar arasında yer alması derin bir oh çektiriyor. Ayrıca yakın zamanda Instagram da duyuruldu. Fakat biz telefonu test ederken henüz Instagram uygulaması da yer almıyordu. Bu kadar iyi kameralı bir telefon için önemli bir eksiklikti. Mevcut uygulamaların yanında gelecek adına da bir üvey evlat durumu söz konusu Windows Phone’da. Birçok geliştirici uygulamalarını öncelikle Android ve iOS için hazırlıyor. Windows Phone versiyonu ise ya aylar sonra geliyor ya da hiç gelmiyor. Bunun yanında yukarıda bahsettiğim her telefonda aynı deneyimin sunulması, kişiselleştirmenin az oluşu Windows Phone’un Android karşısında güçsüz kalmasına sebep oluyor. Ama en önemlisi uygulama desteği.

Pİl Ömrü Pil ömrüne kısa bir şekilde değineceğiz ama çok önemli bir konu olduğu için ara başlık açmak istedik. Şu günlerde neredeyse sonsuz yeteneklere sahip olan akıllı telefonlar, çalışma süresi bakımından

hayal kırıklığı yaratıyor. Ne yazık ki Lumia 1020 de onlardan biri. 2000 mAh’lik pil 4.5 inçlik büyük ekran ve çift çekirdekli işlemciyi çok uzun süre besleyemiyor. Lumia 1020 beni test süreci boyunca birkaç kez telefonsuz bıraktı. Eğer şarjı %100 doldurmazsanız 1 günü çıkartması imkansız oluyor. Eve dönemeden telefon kapanıyor. Üstelik bol bol fotoğraf çeken biriyseniz bu süre daha da kısalıyor. Üstelik bu bahsettiğim pil ömrü otomatik ekran parlaklığı ve güç tasarrufu modu açıkken gerçekleşiyor. Yani 3G’yi kapatmadığınız sürece bu pil ile telefonun daha fazlasını yapması mümkün değil. Pil ömrü adına bir başka eleştiri noktası da pilin dolma süresi. iPhone’a göre iki kat daha uzun sürede dolduğunu söyleyebilirim. Üstelik bu kendi şarj aletini kullandığınız durumda geçerli. Eğer USB kablosuyla bilgisayar üzerinden şarj ederseniz neredeyse hiçbir zaman %100’e ulaşmayacak gibi hissettiriyor. Nokia, bu soruna en azından fotoğraf meraklıları için bir çözüm sunuyor. ‘’Kamera Tutucu’’aksesuarı hem Lumia 1020 ile fotoğraf çekmeyi daha rahat hale getiriyor hem de içerisindeki pil sayesinde telefonun pilini şarj ediyor. Fakat bu aksesuar herkese göre değil çünkü telefonu cebe sığmaz hale getiriyor.

Kamera Ve işte geldik kamera bölümüne… Nokia Lumia 1020’nin belki de üretilmesindeki tek neden bu 41MP kamera. Aksi halde zaten Lumia 920 ve 925 aynı işi yapıyordu. Dolayısıyla 41MP kameranın sundukları, Lumia 1020’nin kaderini de belirliyor. Lumia 1020, 41MP kamera kullanan ilk Windows Phone işletim sistemli telefon. Bence aynı zamanda bir akıllı telefonda bu denli bir kamera sunan ilk mo-


İNCELEME

del. Ben 808 PureView’u bir akıllı telefon olarak görmedim hiçbir zaman. Açık ara en yüksek çözünürlüğe sahip olmasının yanında sensörün boyutu da diğer akıllı telefonlardaki ve kompakt kamera modellerindekinden daha büyük. Böylece ortaya potansiyeli yüksek bir kamera çıkıyor. Kağıt üzerinde aynı gibi görünseler de Lumia 1020 ve 808 PureView’un kamerası aynı değil. Nokia, muhtemelen telefonun arkasındaki kamburu bir nebze olsun azaltabilmek için sensör yüzeyinden biraz kırpmış. Yani 1020’nin sensörü 808’den küçük. Fakat aradaki fark çok fazla değil. Bu sebeple iki modelin fotoğraf çıktıları arasında gözle görülür bir fark bulunmuyor. Popüler bir telefon olan iPhone 5 ile kıyasladığımızda ise Lumia 1020’nin sensörü neredeyse iki kat daha büyük. Sensördeki bu küçülme Nokia’nın

daha az yer kaplayan bir lens kullanabilmesini sağlamış. Üstelik f/2.2 değerine inerek. Lens yine Zeiss tarafından geliştirilmiş ve 6 elementten oluşuyor. Bu sayede Lumia 1020, 808 PureView’dan 3mm kadar daha ince. Bu arada lensin 25mm geniş açı değerine sahip olduğunu da belirtelim. Yani giriş seviyesi bir DSLR’ın 18-55mm lensinden daha geniş açı sunuyor. Çünkü DSLR’da 1.5 çarpanıyla 18mm oluyor size 28mm. Telefonun kamerası 41MP olarak lanse edilse de aslında 38MP fotoğraflar çekiyor. Bunun sebebi fotoğraf oranları ve lens yapısı. Lens, sensörün köşelerini aydınlatamadığı için bu noktalar verimsiz kalıyor. Bu sebeple 16:9 formatında 33.6, 4:3 formatında ise maksimum 38.2 MP fotoğraflar çekebiliyorsunuz. Yine de bu değerler oldukça yeterli. 38.2 MP’lik fotoğraflar, detay açısın-

dan şaşırtıcı sonuçlar sonuyor. Fotoğrafı çektikten sonra seçtiğiniz küçük bir noktaya zoom yapıyorsunuz ve o nokta ekranı dolduracak kadar büyük ve detaylı oluyor. Bu etkileyici olsa da herkesin işine yaramayabilir. Zira bu çözünürlükte bir fotoğraf 11 megabayt civarında oluyor ve bu haliyle Facebook’ta paylaşmak için biraz fazla büyük. Bu sebeple Lumia 1020, her fotoğrafın bir de 5MP versiyonunu kaydediyor. Böylece Facebook’a yüklemek istediğinizde elinizde daha küçük, internet uyumlu versiyonlarda oluyor. Tüm fotoğrafları tek tek küçültmek zorunda değilsiniz. Peki 41MP nerede işe yarıyor? - Elbette Lumia 1020 alıyorsak bu yüksek çözünürlüğe kandığımız için alıyoruz. Dolayısıyla onu kullanmak da istiyoruz. 41 milyon piksel, henüz fotoğrafı çekmeden bile avantajını gösteriyor. Sizden uzakta www.2fmagazine.com // 59


İNCELEME

olan bir şeyin fotoğrafını çekmek için ekran üzerinden zoom yaptığınızda objenin yakınlaştığını ama detayın kaybolmadığını görüyorsunuz. Bunu Lumia 1020 dışında başka bir telefonla yaparsanız sonuçları pek iyi olmaz. Ama Lumia 1020, çok fazla piksele sahip olduğu için dijital zoom yapsa bile detayları korumayı başarıyor. Bu avantaj fotoğrafı çektikten sonra da geçerli. Uzakta kalan ya da fotoğrafa dahil olmasını istemediğiniz detaylar var ise 38.2MP görüntüleri kırpıp yine çok detaylı görüntüler elde edebiliyorsunuz. Bir örnek vermek gerekirse bir fotoğrafın beğenmediğiniz yarısını kesip atsanız bile elinizde 16MP’lik bir fotoğraf oluyor. Bu da bir iPhone 5’in çektiği fotoğrafın iki katı çözünürlüğe sahip olmak demek. Nokia bu özelliği kayıpsız zoom olarak adlandırıyor ve 41MP kameranın sunduğu en büyük avantaj da bu. Yüksek çözünürlüğün işe yaradığı bir nokta da düzenleme. Yukarıda da belirttiğim gibi 38.2 MP’lik bir fotoğrafı dilediğiniz gibi kırpabiliyorsunuz. Böylece kadrajı daha agresif şekilde dü60 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

zenleme şansınız var. Bununla birlikte yüksek ISO değerlerinde görünen greni de ortadan kaldırma şansına sahipsiniz. 38.2 MP’de çok grenli (yani kirli) görünen bir fotoğrafı gürültü giderme işleminden geçirip 8MP gibi bir çözünürlüğe küçültürseniz ortaya çok daha temiz bir sonuç çıkıyor. Biz Lumia’yı test ederken kamera sadece JPEG formatında fotoğraflar çekebiliyordu. Fakat Nokia yakında RAW yani ham fotoğraf desteğinin de geleceğini açıkladı. Bu sayede Lumia 1020, çekim sonrası düzenleme konusunda çok daha gelişmiş olacak. Tabi RAW fotoğrafların boyutları da tane başına 20 megabayt seviyesine çıkacak ama olsun, sonuçlar için heyecanlıyız. Lumia 1020’nin ISO performansına da değinmeden geçmeyelim. Sensörü diğer akıllı telefonlara göre büyük olsa da halen bir DSLR’a göre çok küçük. Bu sebeple Lumia 1020’den yüksek ISO’da başarı beklemek haksızlık olur. Buna rağmen elde ettiğimiz sonuçlar fena değil. En yüksek değer olan ISO 3200’de bile sonuçlar kullanabilir seviyede. JPEG çe-

kim yapıldığı için telefon standart olarak gürültü giderme uyguluyor. Bu da bir miktar detayı kaybetmeniz anlamına geliyor. Bu noktada da 41MP imdada yetişip detayın bir kısmının daha sizinle kalmasını sağlıyor. Yine de Lumia 1020 ile iyi çekimler yapmak için ISO 800’ün üzerine pek çıkmamak gerek. Nitekim otomatik modda da makine ISO yerine perde hızını agresif şekilde kullanıyor. Lumia 1020’de beni 41MP çözünürlükten daha fazla etkileyen Nokia Pro Camera uygulaması oldu. Sonuçta bu kadar yüksek potansiyelli bir kamera sahip olsanız da ayarları yönetemedikten sonra pek bir işe yaramazdı. İşte Pro Camera size bu imkanı tanıyor. Bu uygulama üzerinden kamerayı açtığınızda ISO, perde hızı, odaklanma ve pozlama telafisi gibi ayarların hepsine direkt müdahele şansına sahip oluyorsunuz. Bu da size tam olarak istediğiniz gibi bir fotoğraf çekme imkanı sağlıyor. Üstelik bu uygulama fotoğraçılığa yeni başlayanlar için de faydalı olabilir. Hangi ayarın nasıl bir sonuç verdiğini görmek, fotoğrafı etkileyen koşulları daha iyi anlamanızı sağlayacaktır. Kamera Tutucu aksesuarı da Lumia 1020 ile birlikte gelen cesur yeniliklerden biri. Bu aksesuar Lumia 1020’yi tam bir fotoğraf makinesine çeviriyor. Önde bulunan çıkıntı sayesinde telefonu tutmak kolaylaştığı gibi fotoğrafı da bu bölümdeki tuşa basarak çekebiliyorsunuz. Ayrıca aksesuarın alt bölümüne tripod yuvası konulmuş olması da önemli bir avantaj. Uzun pozlamalar için küçük bir tripod çok faydalı. Keşke ayarlara direkt olarak etki edebilecek bir teker de bu tutucu üzerinde yer alsaymış. Kim bilir belki ilerleyen modellerde bunu da görürüz.


İNCELEME

Kamera konusunda Lumia 1020’nin en hayal kırıklığı yarattığı nokta ise otomatik odaklanma. Özellikle gündelik çekimlerde kullanıldığı için hızlı ve isabetli bir odaklanma önemli oluyor. Işığın iyi olduğu ortamlarda Lumia 1020 bu konuda iyi. Fakat ışık azaldıkça odaklanma yavaşlıyor ve bir noktadan sonra hiç odaklanmamaya başlıyor. Bu konuda teknik bir test yapmadım. Fakat bana hem Lumia 925 hem de iPhone 5’ten daha yavaş gibi geldi. Ayrıca fotoğraftan fotoğrafa çekim süresi de oldukça uzun. Bir fotoğraf çektikten sonra 38.2 milyon pikselin işlenmesi biraz zaman alıyor. Bu anlaşılabilir bir durum ama bazı koşullarda hız daha öncelikli oluyor ve Lumia 1020 bu hızı sunamıyor. İkinci bir fotoğraf çekmek için 3 saniye kadar beklemeniz gerekebiliyor.

Sonuç Lumia 1020, kamerası dışında Lumia 920 ile neredeyse aynı özelliklere sahip. Fakat kamera büyük bir fark yaratıyor

(eğer fotoğraf kalitesi sizin için önemliyse). 41MP kamera ve Nokia Pro Camera uygulaması sayesinde başka hiçbir akıllı telefonunun çekemeyeceği fotoğraflar çekebilirsiniz. Hem amatör hem de profesyonel fotoğrafçılar için Lumia 1020 kullanmak oldukça keyifli bir deneyim. Kamera dışındaki özellikler diğer Lumia modellerinden farksız. İşçilik ve malzeme kalitesi yine çok iyi fakat tasarım açısından farklılaştırma tercih edilmemiş. Bu durum Lumia 1020’nin kendine özgü görünmemesine sebep oluyor. Windows Phone işletim sistemi de kişiselleştirme imkanı sunmadığı için diğer Lumia modellerinde ne söylediysek buraya da aynısını kopyala- yapıştır yapabiliriz. Eğer en iyi fotoğraf kalitesini istiyorsanız bence 808’i hiç düşünmeyin ve Lumia 1020 alın. Çünkü her açıdan daha üstün bir telefon ve kamerası aynı kaliteyi sunuyor. Pro Camera uygulaması da çok iyi. Fakat fotoğraf konusunda ‘’Facebook’a atayım yeter’’ düşüncesine

sahipseniz Lumia 1020 size çok fazla şey sunmayabilir. Zira Lumia 920 ve 925 modelleri de çok iyi kameraya sahip ve 7MP çözünürlüğe sahip olsalar da gayet iyi fotoğraf çekiyorlar. Dolayısıyla eğer kamera için yanıp tutuşmuyorsanız, 41MP’nin dosya boyutlarıyla uğraşmak istemezseniz bence Lumia 925 daha güzel bir telefon olmuş. Bu, Lumia 1020’yi beğenmediğimiz anlamına gelmiyor. Sadece fotoğrafçılıkla çok yakından ilgilenmeyen kişiler için fazla şey sunuyor. Daha azıyla da mutlu olabilirler. Son olarak Windows Phone kararı konusunda da birkaç şey söylemek gerek. Nokia ve Windows Phone’un işbirliği sadece uygulama konusunda yeterince iyi değil. Bunun dışındaki her alanda rakiplerine kafa tutabilir. Dolayısıyla beni Windows Phone ekosisteminden alıkoyan tek nokta uygulama desteği. Gelecekte bu durum gelişirse, Windows Phone’u tercih etmek için aklımda daha net düşünceler belirecek. // www.2fmagazine.com // 61


KAPAK KONUSU

ZEVK-İ

SEFA

Aslıhan KARLIDAĞ // aslihan@2fmagazine.com

@aslihankarlidag

Carluccio’s Artık Türkiye’de

İ

talya’nın nesini seversin diye sorsanız; futbolu, arabaları, erkeklerinden önce yemekleri ilk sırayı alır. İtalyanlar hem estetiğe hem de keyife düşkün insanlar. Bu ister istemez ürettikleri her şeye yansıyor. Bir Alfa Romeo sahibi olarak İtalyan arabalarının sürüş keyfinin bir benzerini İtalyan yemeklerini yerken aldığımı söylesem hiç de abartmış 62 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

olmam. Ben de zevk-i sefaya düşkünüm diyorsanız Eylül ayında Kanyon’da açılan Türkiye’deki ilk Carluccio’s restaurantına uğramanızı tavsiye ederim. Carluccio’sun kurucu ünlü İtalya şef Antonio Carluccio. İlk restorantınını eşiyle birlikte 1991 yılında İngiltere’de açmış ve bugün İngiltere’deki Carlicco’s sayısı 70’in üzerine çıkmış. İngiltere’nin yanı

sıra İrlanda, Amerika ve Ortadoğu’da şubeleri bulunuyor. İngiltere şubelerini denemiş olanlar maalesef Türkiye’dekine tam not vermediler. Ben sadece Türkiye şubesinde yediğim için kıyas yapamayacağım ama İtalyan mutfağını sevenlerin çok uçuk fiyatlar ödemeden lezzetli yemekler yiyeceği bir mekan olduğunu söyleyebilirim. Carluccio’s Kanyon’da ye-


ZEVK-İ

SEFA

mekler Sicilya doğumlu İtalyan mutfak şefi Salvatore Bruni tarafından hazırlanıyor. Özel malzemelerin tamamı İtalya’dan geliyor. Restaurant İngiltere’de, sabaha kadar eğlenen insanların sabahları kahvaltı için tercih ettikleri bir mekan olarak biliniyor. Kahvaltı geleneğini türkiye şubesinde de sürdüren restaurant civarda çalışan beyaz

yakalıları güne İtalyan kahvesi ile başlamayı öneriyor. El yapımı focaccia ekmeğinde hazırlanan sandviçleri güne mutlu başlamınızı sağlacak kadar leziz. Mekan kahvaltıya uygun olarak hafta içi sabah 07:30’da haftasonu 09:00’da açılıyor.

Ne Yenİr? Menüdeki tüm yiyeceklerin ve içe-

GEZİ SAĞLIK

ceklerin ismi İtalyanca olarak yer alıyor. Öyle ki Türk kahvesinin ismi dahi Caffe Turco olarak geçiyor. Her şeyin bu denli İtalyanca olduğu restaurantta garsonlardan latte istediğinizde süt yerine sütlü kahve getirmeleri bana biraz tuhaf geldi açıkçası. Başlangıç eğitiminde çalışanlara latte’nin İtalyanca süt demek olduğunu, cafe latte’nin ise sütlü kahve anlamına www.2fmagazine.com // 63


GEZİ

geldiğini bilecek kadar İtalyanca öğretilmesini faydalı buluyorum. Menüde İtalyanca isimlerinin altında Türkçe açıklamalar da mevcut. Ne yiyeceğinize karar vermeden önce menüyü iyice “çalışmak” gerekiyor. Sizi bu uzun çalışmadan kurtarmak için birkaç öneride bulunmak istiyorum. 64 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

ZEVK-İ

SEFA

Başlangıç olarak bruschetta yemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Kendi yaptıkları ekmek ve İtalya’dan getirdikleri zeytinyağı ile hazrılanıyor. Bir porsiyonu üç kişi rahatlıkla yiyebiliyor.Türkiye’de benim şimdiye kadar yediklerimin içerisinde en iyisiydi. Ana yemeklere gelince tabi ki seçeneklerin başında pizza geliyor. Ben

domuz eti ayrımı yapmayan biri olarak Parma jambon, roka yaprakları ve parmesan dilimleri içeren Parma Pizza’yı çok beğendim. Tek kişiyi tıka basa doyuran büyüklükteki pizza bir çırpıda bitirilecek kadar lezzetli. Makarnalardan kalamar, karides ve kum midyesi ile hazırlanan Linguine Al Frutti Di Mare oldukça başarılı.


ZEVK-İ

SEFA

Özellikle midye seviyorsanz denemeden geçmeyin derim. İtalyan mutfağının klasiklerinden lazanyayı da gayet lezzetli yapıyorlar. Risotto tercih edecekseniz mekanın standard bir risotto menüsü olmadığını belirteyim. Ben malzeme çeşitliliği olan risottoları pek sevmiyorum. O yüzden Porcini mantarlı risottoyu de-

nedim. Sonuç muhteşem! Anti pasta olarak çorba, salata, steak, balık ve tavuk çeşitleri de mevcut. Tagliata Di Manzo olarak geçen bonfile enfes bir lezzete sahip. Roka yaprakları ve sote patates ile son derece şık bir şekilde servis ediliyor. İtalyan yemeğinin yanında şarap içmemek, balığın yanında rakı içmemek

GEZİ gibi bir şey. Benim önerim kırmızı Bolla Valpolicella olacak. İçimi oldukça rahat, pizza ve makarnanın yanına çok yakışan bir şarap. Gelelim yemeğin en güzel kısmına yani tatlılara... Kapının hemen girişinde kocaman muffinleri görüp de özenmemek elde değil. Ben büyük bir iştahla muffin sipairş etmiştim ama maalesef bir hayal kırıklığı oldu. Hem taze değildi hem de lezzeti iyi değildi. Ama mekan tiramisu ile gönlümü almayı bildi. Gerçekten çok iyi tiramisu yapıyorlar. Mutlaka yemelisiniz. Türk yemek kültüründe karşılığı olmayan ama İtalyanların vazgeçilmezi Aperitivo da tabi ki Carluccio’s da mevcut. Aperitivo içimi rahat kokteyl çeşitlerini içeriyor. İtalyanlar iş çıkışı akşam yemeği öncesinde aperitivolarını ücretsiz servis edilen kanepeler eşliğinde içiyorlar. Türkiye’de akşam yemeği erken saatlerde yendiği için bizde beklediği ilgiyi bulması zor diye düşünüyorum. Denemek isterseniz ben Campari’yi öneririm. Mekanda kapalı bir bölüm ve sigara içilebilen başka bir bölüm var. Sigara içilen kısma açık alan demek istemiyorum çünkü cam bölmeler ile kapatılmış ve ısıtıcılarla da desteklenmiş. Sigara içmiyorsanız dahi burayı tercih edebilirsiniz, iç kısımdan daha ferah. Kanyon Carllucio’sda tıpkı diğer Carluccio’slar gibi bir market bölümü de var. Burada İtalya’dan getirilen soslar, zeytinyağı, makarna, balzemikler ve kahvelerden alabiliyorsunuz. Aynı zamanda Antonio Carluccio’nun kitaplarının satıldığı bir stand da mevcut. İtalyan şıklığına yakışır şekilde dekore edilmiş restauranta bir haftasonu kendinizi şımartmak için veya civarda çalışıyorsanız günü stresini lezzetli bir yemekle atmanız için ideal bir mekan. // www.2fmagazine.com // 65


TASARIM

Baturay TOK // baturay@2fmagazine.com

@negoey

JAPON ISI

Shiro Kuramata, dönemdaşı olduğu yönetmen Akira Kurosawa, moda tasarımcısı Issey Miyake ve mimar Tadao Ando ile beraber, dünyanın Japonya’ya bakışını değiştiren yetenekli kuşağın önde gelen isimlerinden 66 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE


1

934’te Tokyo’da doğan Shiro Kuramata, 2.Dünya Savaşı sonrasında Amerikan etkisindeki Japonya’da büyüdü. Teknik bir lisede ahşap oymacılığı konusunda eğitim aldıktan sonra Kuwasawa Enstitüsü’nde tasarım okuyup, batı dünyasının iç mimarisi konusunda birikim edindi. Kariyerine 1957’de ufak bir perakende mağazasının vitrin tasarımları yaparak başladı. Bu konuda uzmanlaşıp, freelance olarak perakende devi Matsuy için tasarımlar yaptıktan sonra, 1965 yılında Tokyo’da kendi tasarım ofisini kurdu. 70’ler ve 80’lerde, yeni teknolojileri ve endüstriyel malzemeleri tasarımlarında kullanmak konusuna yoğunlaştı. Daha önce çok kullanılmayan, akrilik cam (perspex) ve gözenekli (mesh) metal levha gibi malzemelere hem iç tasarım, hem de mobilya tasarımlarında uygulama alanları yarattı. 1981 yılında, İngiltere’de tasarım mobilyalar satan bir mağazanın sahibi olan Zeev Aram tarafından düzenlenen sergi sayesinde Avrupa’da tanınmaya başlandı. Özellikle kontraplak kullanarak S harfi şeklini verdiği “Drawer in Irregular Form” isimli, çekmecelerden oluşan tasarımı çok sükse yaptı. 80’li yılların başında İtalya’da, Bauhaus’un dogmatik

Kyoto Masası (1983)

TASARIM

Shiro Kuramata ve “Drawer in Irregular Form” tasarımı (1970)

fonksiyonalist yaklaşımına tepki olarak, duayen tasarımcı Ettore Sottass’ın etrafında toplanan Memphis isimli bir hareket, daha dışa vurumcu, renkli ve insan merkezli bir tasarım dili geliştirme çabasındaydı. Kuramata’nın farklı materyaller kullanarak tasarladığı, rasyonel olduğu kadar gizemli ve eğlenceli objeler, Sottass’ın ilgisini çekti ve kendisini de post-modernist Memphis hareketine davet etti. Kuramata bir süre Memphis grubu bünyesinde çalışmalarına devam ederek “Kyoto” ve “Naga” masalarını tasarladı. Bu tasarımlarını, Japonya’da daha önceki deneysel çalışmaları sırasında geliştirdiği bir yöntemle, cam ve metal parçalarının beton içine karıştırılmasından oluşan “Yıldız Parçası (Star Piece)” olarak adlandırdığı farklı bir malzeme kullanarak yapmıştır. Kuramata’nın tasarımları her ne kadar post-modernizm izleri taşısa da, Memphis hareketine dahil diğer tasarımcıların bu döneme ait çalışmalarının yanında çok iddiasız ve sessiz kalıyordu. Zira kendi motivasyonu Memphis hareketinde olduğu gibi, modernizmin katı prensiplerini yıkmak değildi. Kuramata estetiğin, düzensizlikte ve kusurda olduğuna inanıyordu. Ancak bu bakış açısı farklılığına rağmen, Sottass’ın Kuramata’nın çalışmalarına olan hayranlığı ve Kuramata’nın da “maestrom” diye konumladığı İtalyan ustaya derin saygısı, o dönem Memphis hareketi içinde olanlar tarafından vurgulanır. Kuramata, Avrupa’yla artan ilişkilerine paralel olarak 1988’de Paris’e taşınarak burada bir stüdyo kurdu. 1990 yılında ise, Fransız devleti tarafından sanat ve tasarıma olan üstün katkılarından dolayı “Ordre des Arts et des Lettres” nişanına layık görüldü. 1991 yılında, henüz 56 yaşında hayata gözlerini yuman www.2fmagazine.com // 67


TASARIM ile 35 tane fotoğraf ve eskizini barındıran bir koleksiyon ise, 19 Ocak 2014 tarihine kadar Almanya’daki Vitra Design Müzesi’nde ziyaret edilebilir.

MISS BLANCHE

How High The Moon (1986)

Kuramata, arkasında 300’ün üzerinde iç mekan tasarımı ile 180 civarında mobilya ve obje tasarımı bırakmıştır. Birçok prestijli tasarım ödülü kazanan Kuramata’nın eserleri, New York Modern Sanatlar Müzesi (MoMA), Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi ve Metropolitan Müzesi gibi saygıdeğer

F.1.86 Şemsiye Tutacağı (1987) 68 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

kurumların daimi koleksiyonlarında yer almaktadır. Kuramata’nın bazı tasarımları, halen İtalyan Capellini firması tarafından üretilmekte olup, tasarımcının kendi ürettiği orijinal eserleri ise, müzayedelerde 75 bin Amerikan doları’na kadar alıcı buluyor. 2013 yılında Londra Tasarım Müzesi direktörü Deyan Sudjic, Kuramata’nın hikayesini ve tüm eserlerini 416 sayfalık bir çalışmayla derledi. Kuramata’nın tasarımlarına ait daha önce yayınlanmamış fotoğraflar ve eskizleri de içeren iki ciltlik kitap, ustanın çalışmalarına da gönderme yapacak şekilde, akrilik bir kılıf içinde satılıyor. Amazon’dan bu kitabı 100 dolar karşılığında edinmek mümkün. Geçtiğimiz yaz kitabın lansmanı şerefine, Kuramata’nın Avrupa’da ünlenmesine önemli katkısı olan Zeev Aram’a ait Londra’daki Aram galeride, usta ismin birçok tasarımı kısa bir süreyle sergilendi. Kuramata’nın 20 tane tasarımı

Shiro Kuramata’nın şüphesiz en dikkat çekici çalışması, 1988 yılında tasarladığı Miss Blanche sandalyesidir. Bu tasarım adını, Amerikalı oyun yazarı Tennessee Williams’ın Pulitzer ödüllü A Streetcar Named Desire isimli yapıtındaki Blanche DuBois karakterinden almaktadır. Oturma ve sırt kısmı neredeyse belli olmayacak kadar transparan akrilikten yapılan ve ağırlıksız gibi gözüken sandalyenin üzerindeki gül motifleri ise yerçekimsiz bir ortamda uçuyorlar hissi yaratmaktadır. Bu tasarımın Kuramata’nın hayalindekine uygun şekilde hayata geçirilmesi uzun uğraşlar sonucunda gerçekleşmiştir. Kuramata’nın ekibi öncelikle sıvı formda bulunan akriliği, katı forma çevirmek için bir kalıp hazırladılar. Ancak karşılaşılan ilk zorluk, kalıba dökülen kısmı sıvı akriliğe doğru miktarda katkı maddesi ekleyerek, cam kadar şeffaf bir sonuç elde etmekti. Eğer fazla katkı maddesi eklenirse katılaşan akrilik transparan olmuyordu. Zaman içinde deneme-yanılma yöntemiyle doğru miktar tespit edildi. Aşılması gereken diğer bir zorluk, akrilik içindeki çiçek motiflerinin proses sonrasında gerçek gibi gözükmesiydi. Ancak ilk olarak denenen gerçek çiçekler, akriliğin kimyasal etkisi sebebiyle zarar gördüler. Daha sonra pahalı yapay çiçeklerle deneme yapıldı ancak bu defa da yapay çiçeklerin renklerinin akrilik içinde dağıldığı gözlemlendi. Son olarak, ucuz yapay çiçekler ile yapılan denemede


TASARIM

Ko-ko Sandalyesi (1986)

istenen sonuca ulaşıldı. Son aşamada ise, çiçeklerin akrilik içinde Kuramata’nın istediği uçuşuyor etkisinin yaratılabilmesiydi. Bunun için, kalıpların yarısı akrilik ile doldurduktan sonra üzerine yapay çiçekler atıldı, katılaşma için 8 saatlik bir bekleme sonrası kalan akrilik de eklenerek istenen sonuca ulaşıldı. Projenin diğer adımlara göre teknik olarak en kolay ancak estetik olarak önemli tarafı ise doğru çiçeğin seçilmesiydi. Kuramata, birçok çiçek ile deneme yapmasına karşın, nihayetinde sandalyede kullanılacak motifin gül olmasına karar verdi. İlk yapılan çalışmalar sonucunda sadece bir fire verildi ve istenen kalitede sekiz tane Miss Blanche sandalyesi üretilebildi. Sınırlı sayıda üretilen bu tasarım, Kuramata’nın ölümü sonrasında, tasarımcının öldüğü yaşa gönderme olması açısından 56’ya tamamlandı.

“ŞİİRSEL” TASARIMLAR Kuramata’nın 1986 yılında tasarladığı “How High The Moon” koltuğu bir diğer önemli tasarımıdır. Klasik bir forma sahip olan ancak gözenekli (mesh) metal levhadan üretilmiş olan tasarım, ışık vurduğunda solgun bir ay ışığı etkisi yarattığı için, ismini Duke Ellington’un 1940’lara ait bir jazz eserinden almaktadır. Bu tasarımın iki kişilik versiyonu, 98 yılında bir müzayedede 20 bin dolara alıcı bulmuştur. 1920’li yıllardan itibaren tasarımcılar, düşük maliyetli ve seri üretime uygun olduğu için metal tüplerden faydalan-

maktaydırlar. Ancak 1986 yılında Kuramata bu malzemeyi, daha şiirsel ve heykelvari bir çalışma olan Ko-ko sandalyesini tasarlamak için kullandı. Üretiminde yüksek teknoloji gerektirmeyen sade sandalye, geleneksel Japon estetiğinin karakteristiklerini de taşımaktadır. Kuramata, Kubrick’in 1968 yapımı “2001: A Space Odyssey” adlı filminde, gelecekteki mobilyalar olarak sunulan parçalar karşısında yaşadığı hayal kırıklığına istinaden, “Glass Chair” isimli sadece camdan oluşan bir tasarım yapmıştır. Kullandığı yapıştırıcı sayesinde bağlantı noktaları belli olmayan sandalyenin günümüz için bile futuristik bir tasarıma sahip olduğu söylenebilir. Kuramata, bu ikonik ve şiirsel tasarımlarının yanısıra, Memphis döneminde tasarladığı sürreal şemsiye tutacağı “F.1.86”, optik illüzyon efektli akrilik vazo, 45 yıl önce tasarladığı içinde ışıklandırma olan akrilik masa ve sandalyeler, iki kişinin uç uca yatabileceği iki kişilik karyola ve bir giyim mağazasında ürünlerin ilk defa askıda değil, yatay şekilde raflarda sergilenmesi gibi dönemi için oldukça innovatif fikirleri ve tasarımları ile hala ardından gelen tasarımcılar için ilham kaynağı olmaktadır. Nitekim Muji’nin sanat direktörü Naoto Fukasawa ile Kartell ve Moroso gibi firmalar için tasarımlar yapan Tokujin Yoshioka, günümüzde usta ismin çizgisinden giden ünlü tasarımcılar olarak öne çıkmaktadırlar. Kuramata’nın tasarımlarının, geleneksel Japon estetiwww.2fmagazine.com // 69


TASARIM

Çiçek Vazosu #2 (1989)

ğine ve kimliğine dayansa da, savaş sonrası Japonya’sının dinamizmini ve yaratıcılığını yansıttığı söylenir. Dönemdaşları gibi, askeri diktatörlük yönetimindeki bir ülkede doğan, savaş sonrası dönemde ise dış dünya ile etkileşim neticesinde kendini ifade edebilme olgunluğundaki ilk jenerasyon olmanın da verdiği avantajı, yeteneği ile birleştirerek

kendi lehine kullanabilmiştir. Bu jenerasyon, Japonya’nın o dönemde, günümüz Çin örneğine benzer şekilde, ucuz üretim ve kopyalama üzerine kurulmuş olan üretiminin belli bir noktada yaratıcılığa dönüşebileceğinin, Batı dünyası tarafından farkedilmesini de sağlamıştır. Kuramata’nın, Japon sanatı ve minimalizmini, çağdaş Batı kültürü ve endüstriyel estetiği ile harmanlayıp, yeni bir tasarım dili yarattığını söylemek mümkündür. Her ne kadar sanat, tasarımdan farklı olarak, tek, eşsiz ve seri üretilebilir olmayan bir konsept olsa da, tasarımcı olarak değerlendirilen Kuramata’nın çalışmalarının sanatsal bir yanı olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim, Kuramata’nın tasarımları için en çok kullanılan tanımlamanın “şiirsel” olduğuna da vurgu yapmak lazım. Kuramata sürrealizme ve minimalizme kendi bakış açısından yaklaşarak gündelik objeleri, aralarındaki form ve fonksiyonalite ilişkisini yeniden tanımlayarak tasarlamıştır. Nitekim 60-70 sene önce geleneksel gündelik hayatında sandalye diye bir objeye yabancı bir kültürün içinden çıkan Kuramata’nın da, tasarımları ile bizi sandalyeye yabancılaştırmasını çok da yadırgamamak lazım sanırım. //

Laputa (1989) 70 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE


TASARIM Japonya’da Mobİlya Geleneğİ Japonya deprem bölgesi olması sebebiyle, geleneksel evler tek katlı ve hafif ahşap malzemeler kullanarak yapılırdı. Evlerin odaları, ahşap çıtalar ve kağıttan oluşturulan paneller ile ayrılırdı. Benzer şekilde olan kapılar da, kayar kapı şeklinde işlev görmekteydi . Bu kağıttan panellerin üzerinde genelde dekoratif motifler veya Japon edebiyatına ait sahneler resmedilirdi. Paneller açılıp kapatılmak suretiyle evin odalarının şekli ve büyüklüğü misafir durumuna göre değiştirilebilirdi. Yerler pirinç sapından yapılan, ölçüleri standart olan “tatami” denen hasırlar ile kaplı olurdu ve eve ayakkabı ile girilmezdi. Çin ve Hindistan’dan farklı olarak, Japonya’da geleneksel ev hayatında sandalyenin yeri yoktu. Japonya’nın Çin’in etkisinde olunduğu bir dönem, sandalye kullanmışsa da, Ortaçağ’da tekrar yerde oturma geleneğine dönülmüştü. Yerdeki hasır, hem evdeki nemin bir miktarını alırken, hem de yerde oturan kişi için alttan hava sirkülasyonu olanağı sağlardı. Yemek, yerden 25-30cm yüksekliğinde yer sofralarında yenilmekte ve yer şilteleri üzerinde uyunmaktaydı, dolayısıyla çok az mobilya ihtiyacı bulunuyordu. Japon evlerinde en çok bulunan mobilya, evdeki öte beriyi depolamaya da yarayan “tansu” adı verilen, çeşitli ebatlarda çekmeceli veya kapaklı dolaplar ve sandıklardı. “Tansu”ların ayrıca , paneller aracılığıyla evin kullanım alanlarının değiştirilmesi durumunda, eşyaların kolayca yer değiştirilmesini sağlamak gibi bir işlevi de vardı. Yer sofrası dışındaki mobilyaların ayakları yoktu ve mobilyalar oturanların görüşünü kesmesin diye alçak olurdu. Japon mobilyaları genelde masif ahşaptan yapılmakta olup, kimi zaman lake yöntemiyle renklendirildiği de olurdu. Mobilyalar genelde sade tasarımda olup, sadece bazılarının köşelerinde bakır ve pirinç dekoratif süslemeler bulunurdu. Mobilyaların düz hatlara sahip ve standardize olması, evin kullanım alanındaki değişikliklere göre mobilyalarında yer değiştiriyor olmasının da bir sonucudur. Ancak düz hatlar ve sade tasarımdaki sıkıcılığı gidermek üzere, mobilya detaylarında Japon kültüründe olan asimetri öğesi kullanılırdı. Japon mobilyaları, Avrupa’da 19.yüzyılda uluslararası fuarlar aracılığıyla tanınmaya başlanmış ve minimalist tasarımları ile ilgi toplamıştı. O dönemde, Avrupalı ustalar ve mimarlar, Japon ürünlerin yapım tekniğinden ve kalitesinden oldukça etkilenmişlerdi.

Geleneksel bir Japon evi iç tasarımı www.2fmagazine.com // 71


SAĞLIK

Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com

ESTETİK AMELİYATIN DOĞRULARI ve YANLIŞLARI

Estetik yaptırmak, birkaç yıl öncesine kadar toplum için bir tabuydu. Fakat bugün geldiğimiz noktada hem ameliyat sonrası hasarların kapatmak, hem doğuştan gelen bazı kusurları ortadan kaldırmak hem de yaşlılığın izlerini silmek için estetik yaptırmak fiziksel ve psikolojik sağlık için faydalı olarak anılıyor. Yine de estetik hakkında halen birçok doğru bilinen yanlış mevcut. Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Dr. Ali Duman ile estetik dünyasının doğruları ve yanlışları üzerine konuştuk

E

stetik operasyon ile gençleşmek ve güzelleşmek artık sadece kadınların tekelinde değil. Her ne kadar oran; yüzde 75 yüzde 25 şeklinde olsa da , erkekler de artık daha dinamik görünmek için cerrahların kapılarını çalıyor. Üstelik CEO, banka müdürü, pazar-

72 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

lama uzmanı, gazeteci ve esnaf gibi her iş kolundan beyler, estetik cerrahinin nimetlerinden faydalanıyor. Dr. Ali Duman, yıllardan beri düşünülüp planlanan operasyon ile kendisini ziyarete gelen hastaların olduğu gibi, duygusal olarak fırtınalı bir dönem sonrası çok hızlı alınan bir kararla estetik ameliyat

olmak isteyen kişilerin olduğunu belirtiyor. Özetle boşanma, aldatılma, yeni bir iş arayışı, erkeklerin daha dinamik, kadınların ise daha çekici görünme talebi operasyon sebebi olabiliyor. Duman, gençlerin çoğunun burnundaki şekil bozukluğundan, ileri yaştaki bayanların ise doğum sonrası de-


SAĞLIK formasyondan şikayet ettiğini söylüyor. Estetik operasyonlar konusunda kulaktan dolma bilgilerin yanlış olduğuna da dikkat çeken Duman’dan kafamızdaki soru işaretlerine açıklık getirmesini istedik. Ali Duman estetikte doğru bilinen yanlışları şöyle açıkladı:

YANLIŞ! Botox yılan zehİrİdİr. Botox yüzdeki, boyundaki kırışıklıkları ve çizgileri gidermek için uygulanan bir tıp yöntemidir. Özelikle estetik ameliyattan bıçak altına yatmaktan çekinen bayanların ilgi ile rağbet ettiği bir uygulamadır. Botoks, Clostridium Botulinum adlı bakteriden laboratuvar ortamında elde edilen bir ilaçtır. Bu madde sinirlerden kaslara uyarının iletimini bloke ederek kasların gevşemesini sağlar. Özellikle yüzdeki mimik çizgilerinde etkili olan Botoks uygulaması, aynı zamanda birçok hastalığın tedavisinde de farklı branştaki hekimler tarafından güvenle kullanılır. Yılan zehiri değildir.

YANLIŞ! Botox felce zemİn hazırlar! Botox sadece enjekte edilen kasa sinirler aracılığıyla gelen kasılma emri iletisini bloke ederek kasın geçici süre kasılmasını engeller. Yani felç eder bilgisi yanlıştır.

YANLIŞ: Uzun sürelİ botox uygulaması zararlıdır. Botox uygulanan bölge eskİsİnden kötü bİr görünüme kavuşur Estetik operasyon yaptıran hastalar ameliyat, botoks ya da yağ dolgusu gibi uygulamaların öncesindeki görüntülerini zamanla unuturlar. Bu nedenle botox’un etkisi bittiğinde kişi o bölgenin daha kötü bir hale geldiğini düşünebilir. Bu nedenle uygulanacak işlemler öncesi ve sonrası fotoğraflar

çekilip her hasta için arşiv çalışması yapılmasını öneririz. Zira kötü bir görüme kavuşması söz konusu değildir.

YANLIŞ! Benlerİn Alınması Kanser Oluşumunu Tetİkler! Risk faktörü yaratan benin tecrübeli ve uzman bir cerrah tarafından alınması kişiyi ileride yaşayabileceği pek çok problemden kurtarır.

YANLIŞ! Erkeklerde estetİk burun amelİyatı doğal durmaz Erkeklerin estetik burun ameliyatlarına yaklaşımı kadınlardan farklıdır. Ameliyat olduğunu bir bayan sorun etmez iken, bir erkek için bu durum ciddi bir stres kaynağı olabilir. Öte yandan erkek ideal burun yapısı kadın ideal burun yapısından farklıdır. Bu kurallar çerçevesinde burun şekli bilgisayarda hasta ile beraber tespit edilebilir. İsteni-

len hatlarda mutabık kalındıktan sonra hastanın da ek bir sağlık problemi yok ise rutin testler uygulanarak ameliyata hazırlanır.

YANLIŞ! Estetİk burun amelİyatından sonra burun düşebİlİr Gelişen teknolojilerle beraber son yıllarda burnu oluşturan her yapıyı ayrı ayrı ele alan çeşitli ameliyat yöntemleri gelişti. Bunlar başarıyla uygulandığında hastada burun düşmesi problemi yaşanmaz. Ancak burun ucu hareketli bir yapı olduğu için burun ameliyatı sırasında doğru teknikler uygulanmazsa, zamanla yerçekiminin etkisiyle aşağı doğru düşme görülebilir.

YANLIŞ: Burun amelİyatı sonrası denİze gİrmek rİsklİdİr Deniz suyu, özellikle burun ameliyatlarından sonra burun içi kabukların www.2fmagazine.com // 73


SAĞLIK

düşmesini hızlandırarak fayda sağlamaktadır. Hastalar burun ameliyatlarından bir hafta sonra günlük yaşantılarına rahatlıkla devam edip, bir ay sonra ise denize girip güneşlenebilirler. Geliştirilen yeni ameliyat teknikleri ile morlukların iyileşme süresi de çoğunlukla 1 haftayı geçmez. İyileşme sürecinde deniz suyu spreyleri ilaç olarak, burnun daha kolay iyileşmesi için kullanılır. Bu sebeple biz özellikle estetik burun ameliyatından 10 gün sonra hastalara denize girmelerini öneririz. Deniz suyunun ödem çözücü etkisi vardır. Sprey kullanmadan, doğal yollarla iyileşmeye katkı bile sağlayabilir. Böylece iyileşme süresi kısalır.

YANLIŞ! Göğüs büyütme operasyonunda kullanılan sİlİkon protezler İle meme kanserİ rİskİ artar. Operasyon Sonrası bebek emzİremeyİz. Meme protezinin, kansere neden olmadığı birçok bilimsel araştırmacının yaptığı araştırmalar sonucunda belir74 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

lenmiştir. Göğüs büyütme operasyonu sonrasında süt bezleri ve süt kanalları zarar görmez. Böylelikle, olası bir emzirme süreci de olumsuz etkilemez. Operasyon sonrası anneler bebeklerini rahatlıkla emzirebilir.

YANLIŞ: Göğüs protezi ameliyatından sonra göğüsler sarkmaz Operasyon sonrası, fazla kilo alındığı taktirde veya vücuda oranla çok büyük protez kullanılmışsa göğüste sarkma görülebilir.

YANLIŞ! Kİlo Vermek İçİn Liposuction ve Lazer LIpoliz İdeal bİr yöntemdİr Liposuction ve Lazer Lipoliz yaşa, cinsiyete, ve çeşitli dış faktörlere bağlı olarak vücudun belli bölgelerinde öbekleşmiş yağ birikimlerinin alınması ve vücüt hatların düzeltilmesine yönelik bir operasyondur. Liposuction ve Lazer Lipoliz operasyonu kilo verme amacıyla uygulanmaz. Bu operasyonda alınabilecek yağ miktarının bir sınırı vardır.

YANLIŞ! Kış ayları soğuk olduğundan, yaz ayları İle güneş faktörü nedenİyle estetİk amelİyat olunmaz! Estetik cerrahi alanındaki teknolojik gelişmeler sayesinde her mevsim aynı konforda estetik operasyon geçirmek mümkün hale gelmiştir. Bu operasyon şu mevsimde yapılabilir ve ya yapılamaz ibaresi doğru bir tanımlama olmaz. Genelde operasyonlar kışın tercih edilir. Ancak yazın da operasyon yapılması mümkündür. Özel bir mevsim tercihi söz konusu değildir.

YANLIŞ: Sezaryen doğum İle karın germe operasyonu bİrlİkte yapılabİlİr Bir doktor olarak bu iki operasyonun aynı anda yapılmasını uygun bulmuyorum. Karın bölgesinin kendini toparlaması ve son halini alması için en az 6 ay beklemek daha doğru bir seçim olacaktır.

YANLIŞ: Şeker hastası liposuction


SAĞLIK Aksine birçok hastada görülen ileri yaşa bağlı göz kapağı kaynaklı görme zorluğunu önler.

YANLIŞ! Kepçe kulak operasyonları sadece yetİşkİnlere yapılır Estetik kaideler açısından bakarsak kulağın kafatasına belli bir açıda ve yakınlıkta olması gerekir. Özellikle ilköğretim ve ergenlik döneminde bu durum çok ciddi sorunlara yol açar. Oluşan psikolojik travma okul başarısını, bireyin sosyalleşmesini negatif olarak etkiler. Bu sıkıntıları önlemenin en doğru yolu biran önce sorunu ortadan kaldırmaktan geçmektedir. Kepçe kulaklar birçok çocukta psikolojik ve ruhsal sorunlara yol açar. Ayrıca sosyal hayattaki yansımaları çocukların karakterini olumsuz yönde etkiler. Kepçe kulak ameliyatları okula başlamadan 5-6 yaşından itibaren yapılabilir.

YANLIŞ! Plastİk cerrahlar sadece estetİk amelİyat yapar

yaptıramaz Bilinenin aksine diyabet hastaları, bu ameliyatlardan en çok faydalanan gruptur. Hatta Amerika’da şeker hastalığı tedavisinde tedavide liposuction kullanıldığını biliyoruz. Kiloya bağlı tansiyon hastalarına da liposuction yaptırabilir.

YANLIŞ! Göz kapağı amelİyatları hastanın görme yetİsİnde sorun yaratabİlİr Göz kapağı estetiği (blefaroplasty)

alt ve üst göz kapaklarındaki fazla kas ve deri dokusunun çıkarılmasıyla bu dokulara destek olan göz çevresi bölümleri gerginleştirilmesi işlemidir. Uygulama ile sarkmış üst ve alt göz kapakları, fazla yağ toplanmasına bağlı torbalanmalar, göz çevresi kırışıklıkları düzeltilerek kişinin yaşlı, yorgun görünümü daha genç ve dinamik bir görünüme dönüştürülür. Yaşlanmanın etkisiyle düşen göz kapaklarına yapılan operasyonlar, göze zarar vermez.

Günümüzde estetik ameliyatlar, plastik cerrahların yaptığı operasyonların yalnızca yüzde 20- 30’unu kapsamaktadır. El cerrahisi, yüz yaralanmaları, doğumsal anomaliler, açık yaralar, cilt kanserleri, yanığın erken ve ileri dönem bozuklukları gibi birçok alanda ameliyatlar gerçekleştirilmektedir.

YANLIŞ! Plastik cerrahlar dİkİş attığında cİltte kesİnlİkle hİçbİr İz kalmaz Cildin herhangi bir bölgesi darbe aldıysa, yaralandıysa ya da kesilip dikildiyse mutlaka iz kalır. Plastik cerrahlar ameliyatlarda izi saklamak ve daha az belirgin hale getirmek için gerekli donanıma sahiptir; günümüz teknolojisiyle izleri tamamen yok etmek mümkün değildir. // www.2fmagazine.com // 75


Dr. Deniz ÖNER // deniz@2fmagazine.com SAĞLIK

KANSER NEDİR?

GENLERİMİZİN KURBANI MIYIZ?

Ç

ok hoşuma giden bir fıkra ile başlamak isterim. “Dünyanın en ünlü kalp doktoru Michael De Bakey’ın arabası bozulmuş, arabasını tamire götürmüş. Tamirci arabasının kaputunu açmış ve Dr. Michael DeBakey’e dönerek:- Size bir şey soracağım, neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım bir bakışta problemin nerede olduğunu anlayacağım, kapakçıkları temizleye-

76 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

ceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım! Söylesenize nasıl oluyorda siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz ama ben meteliğe kurşun atıyorum? Bunun üzerine Dr. DeBakey tamircinin kulağına eğilmiş ve şöyle demiş:- Bunların Hepsini Araba Çalışıyorken Yapmayı Denesene!” Ehliyet alabilmek için araba kullanmayı öğrenmiş biri olarak, bu örnekle başlamak ve araba üzerinden örnekle-

meye devam etmek ironik bir durum olsa da; teşbihde hata olmaz deyip devam edeyim. Bedenimizi içinde yaşam yolculuğunu sürdürdüğümüz bir araç diye düşünebiliriz. Üstelik de eskiyince, arıza yapınca yenisiyle değiştirme şansımız da olmayan bir araç... Onunla ilk ve son nefesimiz arasındaki süreyi birlikte geçirmek zorundayız. Belki bazı parçalarını yenilemek mümkün ama onu da kalanı kabul ederse, yani uyum sağlarsa yapabiliyoruz.


SAĞLIK

Kanser nedİr? Gene araba örneğimizden hareket edersek; iyi araba kullanabilmek için onun yürümesini sağlayan mekanizmaların detayını bilmemiz gerekmiyor. Yine de kullandığımız aracın kapasitesini, limitlerini bilmek; uzun yıllar güvenle bizimle birlikte olmasını sağlamak için birkaç göstergenin farkında olmamız; gerekli bakım ve kontrollerini yaptırmamız, olağan olmayan belirtiler olduğunda görmezden gelmek yerine, nedenini bulmaya çalışmamız yolda kalmamak adına önemli görünüyor.

Kanser aslında 100 den fazla hastalığın ortak adı Hücreler vücudumuzun en küçük

yapıtaşlarıdır ve ancak mikroskopla görülebilirler. Erişkin canlıya ulaşıncaya kadar hücreler bölünerek çoğalırlar ve başlangıçta embriyonik karakterde dediğimiz kök ya da ana hücreler; hangi doku ve organa ait olacaksa ona ait farklılıklarla donanmaya başlar. Erişkin canlıda ise bazı hücrelerin çoğalması durur; ancak gerek bireysel gerekse ait olduğu dokuya özel faaliyetlerini sürdürmeye devam eder. Sağlıklı vücut hücreleri (kas ve sinir hücreleri hariç) bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ölen hücrelerin yenilenmesi ve yaralanan dokuların (vücut içi ve dışındaki) onarılması amacıyla bu yeteneklerini kullanırlar. Sağlıklı bir hücre gerektiği yerde ve gerektiği kadar bölüneceğini bilir.

Bİr hücre nasıl kanserli hücre halİne gelİr? Kanserin sebebi henüz kesin olarak bilinmemektedir. Üstelik hücre içinde doğrudan sorumlu tutulabilecek tek bir gen bölgesi yok. Kanser DNA hasarı sonucu, genlerin değişimi (mutasyonu) ve hücrelerin kontrolsuz ve aşırı büyümesi olarak tanımlıyor. Kanserin hücre içindeki gelişimi hemen tamamlanmıyor. Kanserli hücreye dönüşmeden önce o hücrenin genetik bilgisinde (DNA’da) pek çok değişiklik olması gerekiyor. Hücrelerin anormal büyüme süreci adım adım gelişiyor. Örnegin, 1 cm büyüklüğündeki kanserli tümör kitlesi yaklaşık 1 trilyon kanserli hücreden olusuyor. www.2fmagazine.com // 77


SAĞLIK

24 saat icinde vücudumuzda (DNA’da) yaklaşık 10.000 bozulma mutasyon olmasına rağmen bağışıklık sistemimiz her milisaniye vücudumuzu tarıyor ve kanserli hücreleri yok ediyor. Sağlıklı bir insan vücudunda bulunan DNA onarım enzimleri ve diğer gen koruyucu mekanizmaları oluşan hasarın %90’ını temizliyor. Bazı kanser türlerinin farkedilir duruma gelmesi için 15-20 yıl geçebilmektedir. Hücre içinde kademe kademe devreden çıkan kontrol süreçleri sonucunda; ya metabolik faaliyetlerde anormallikler ya da bir kontrol sırasında tesadüfi olarak saptanabilmektedir.

78 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Kanser vakaları artıyor mu? Günümüzde kanser kalp ve solunum hastalıklarından sonra en çok ölüme yol açan hastalık ve yüzden fazla farklı hastalığa verilen ortak bir isim. Kanserli hücrelerin köken aldığı organa ya da yerine göre adlandırılmakta. Örneğin akciğer, meme, prostat, pankreas gibi organ kanserleri, kan-lösemi, lenf-lenfoma ve ciltmelanoma kanserleri gibi. Tüm dünyada ve Türkiye’de kanser vakaları artmaya devam ediyor. Üstelik sadece yaşlı nüfusun artışıyla açıklanamayacak bir oranda. Yaş ile beraber, yukarıda anlatttığımız gen mutasyonlarinın oluşma riski artıyor ve hücrelerin kendini onarabilme ozelliği yavaşlıyor. Ancak kanser artış oranı yaşlı nüfusun

artış oranından cok daha fazla.

Kanserdekİ hızlı artışın sebebİ kalıtsal mı, çevresel faktörler mİ? Son yıllarda yapılan araştırmalara göre kanserin hızlı artışında kalıtsal faktörlerin rolü fazla değil. Çok az kanser türünde, (örneğin meme, yumurtalık, kolon) kalıtsal genler rol oynuyor (en fazla %15 gibi bir oranda). Kanser coğrafi bölgelere göre de farklılık gösteriyor. Az gelismiş ülkelerde çok daha az kanser vakası var. Fakat burada yaşayan insanlar gelişmiş ülkelere göç ettikten bir iki kuşak sonra kanser sıklığı artıyor. Evlat edinilen çocukların biyolojik ebeveynlerinin değil evlat edinen ebeveynin kanser risk


SAĞLIK

oranlarina sahip olduğunu gösteren çalışmalar mevcut. Bu durum kanserin genetik nedenlerden çok çevresel nedenlere bağlı olduğunu ve bunun önlenebileceğini düşündürüyor.

Kanser tedavİ yöntemlerİ ve başarıları nedİr? Uzmanların ifadelerine göre cerrahi, radyasyonla (radyoterapi) veya ilaçla (kemoterapi) yöntemlerinin başarıları çok tartışmalı. Çünkü aynı görünen iki hastaya, aynı hastanede aynı tedaviler uygulandığı halde farklı sonuçlar alınabiliyor. Bilimsel araştırmalarda denediğiniz her yöntem için bir de kontrol grubunuz olmalıyken bu grup için böyle bir olanak yok. Hedefli tedavilerle kanser sonrası yaşam süreleri uzatılmış olmasına rağmen gene de tarama yöntemleri ile erken evrede tanı konması önemini koruyor. Son yıllarda bir de artık önemi yadsınamayan tamamlayıcı tedaviler söz

konusu. Her bir hastanın kanseri kendine özel olduğu için tedavi de; sadece fiziksel değil, zihinsel ve duygusal iyileşmesini de kapsamalı esasına dayanmakta. Kanser mademki vücudun bağışıklık sisteminin yetersiz kalması nedeniyle kendini gösteren bir hastalık; ondan korunmak veya iyileşmek için de gene vücudun kendi iç gücünü kullanmak mantıklı olmaz mı? Kanserden korunma amaçlı yapabileceklerimiz; 1-Uzak durulması gerekenler: Kesinlikle şekeri azaltmak – şeker kanser hücrelerinin gelişimini besler. Özellikle rafine şeker, beyaz un glisemik endeksi ve insulin salgısını arttırarak vücudumuza şekere eş değer zarar veriyor. Yine kola ve gazlı içecekler hem içindeki şeker hem de asit yükleri nedeniyle son derece zararlı 2. Özellikle tüketilmesi gereken besinler: Yeşil çay, hardal, zencefil, nane, fesleğen, omega 3 içeren gıda-

lar (sardinya, ceviz, yesil sebze), sarımsak, soğan vs… Tüm lahana ve turpgiller (Brokoli, Brüksel lahanası, kara ve kırmızı lahanalar) Narın, tohum yağı, suyu, fermente edilmiş su ve kabuk ekstresi 3. Fiziksel aktivite: Yürüyüş, bahçe işleri, açık havada zaman geçirmek 4. Ruhsal güçlenme: Stresi tamamen kaldırmak mümkün olmasa da nasıl başa çıkılabilir öğrenebiliriz. Nefes alma teknikleri, yoga, meditasyon, egzersiz ve aile/arkadas destegi, moral çok önemli. 5. Kimyasallardan kacınmak: Sigara, alkol tüketimini sınırlandırmak, tüketim ürünlerindeki her türlü kimyasal zehirden uzak durmak. İşlenmiş hazır gıdalardan, kızartmalardan uzak durmak, mevsiminde taze sebze ve meyve tüketmek. Bu seçimler kanser tanısı konmuş bir kişide tedavinin yerine geçmese de; vücudun bağışıklık sistemini güçlendirerek iyileşme sürecine büyük katkılar sağlayabilir. Kanser hücresi nasıl ki vücuda dışardan gelen bir mikrop değil kendi hücresi ise; vücutta onunla kendi dinamiklerini harekete geçirerek etkisiz hale getirebilme gücüne sahiptir. Onunla savaşmaya kalktığınızda ayağınıza kurşun sıkmış gibi olabilirsiniz... Ortada dışardan gelen bir düşman yok çünkü... Kanser tedavi uzmanlarından birinin de dediği gibi “Bu hastalıkta ve de hayatta ne kadar rahat ve teslimiyetçiysen işler o kadar iyi gidiyor, ne kadar detaycı, kontrolcü ve kötümsersen de o kadar kötü gidiyor” . Sağlıkla kalın... // www.2fmagazine.com // 79


KADIN

Deniz DOKUR AGAS // ddeniz@2fmagazine.com

EVDE KALMAK YA DA KALMAMAK; İŞTE BÜTÜN MESELE BU!

E

vli sözcüğünün zıt anlamlısı sanırım tüm dillerde bekâr sözcüğüdür. Bizim dilimizde ise evli sözcüğünün karşıtı cinsiyete göre değişiyor. Erkekseniz bekâr, kadınsanız EVDE KALMIŞ… Yüzyıllar önce monarşi ile yönetilen toplumlarda - tahtın varisinin bir an önce tahta hazır hale gelmesi için olsa gerek - evlilikler çocuk denecek yaşta gerçekleştiriliyordu. İnsan ömrünün o dönemlerde şimdikine göre daha kısa olduğu düşünülürse bunda belirli bir mantık olduğu söylenebilir elbette. Me80 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

deniyetin gelişmesi, kadının eğitim ve iş yaşamına atılması, tıptaki ilerlemeler sonucu insan ömrünün uzaması vb. nedenlerle evlilik yaşı yükseldi. Gelişmemiş bölgeler hariç hemen hemen hiçbir yerde artık 20’li yaşların sonlarından önce evlenen kadın ya da erkeğe pek rastlanmıyor. Fakat ne yazık ki bu durum annelerimiz, ninelerimiz ve komşu teyzelerin zihniyetini değiştiremedi. Onlar için varsa yoksa gelenek, görenek, örf, anane vesaire vesaire… Bunun cefasını çekmek de maalesef biz kadınlara düşüyor. Artık geçmişten

farklı olarak büyük şehirlerde yaşayan hemen her kadın üniversite eğitimi alıyor ve ardından da iş yaşamına atılıyor. Yani en erken 20-21 yaşlarında kadınların eli ekmek tutar hale geliyor. Ama tüm bu kendini geliştirme, kendi kendine yetebilme çabalarının büyüklerimiz için pek bir anlamı yok. Üniversitenin son sınıflarına geldiğinizde uzun süredir birlikte olduğunuz bir erkek arkadaşınız varsa aileniz sizi dürtmeye başlar ve “Ne zaman evleneceksiniz?” tacizleri mezuniyet tarihi yaklaştıkça sıklaşır. Erkek arkadaşınız yoksa durum daha da vahimdir.


KADIN Başta anneniz olmak üzere ailenin pek çok kadın üyesi sizin için uygun talip arayışına girer. “Nazife hanımın oğlu bu sene mühendis çıkmış”, “Şükriye teyzenler Cuma akşamı bize gelecek, oğulları Nuri de geliyor, o da harp okulunu bitiriyormuş bu yıl” gibi cümlelerle boğuşmak zorunda kalırsınız. Bu mücadeleden sağ çıkmayı başarırsanız bir süre sizi rahat bırakırlar, siz de bu arada kariyerinize odaklanıp zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız. Bir de bakmışsınız ki yaş olmuş 30! Aileniz artık sizden umudu kesmiştir. “Zamanında ne doktorlar, mühendisler istemiş” olmasına rağmen artık aday adaylığında bile kıtlık yaşanmaktadır. Sizin aşk evliliği yapmak, doğru adamı beklemek gibi annenizin safça bulduğu hayallerin peşinde koşmuş olmanız saygı uyandıracağına hayretle karşılanır. Ya da evliliği asla düşünmemiş, bir seçenek gibi görmemiş, çalışmayı ve iş hayatını seven, yalnız yaşamaktan hoşlanan bir tip de olabilirsiniz. Her iki durumda da medeni durumunuzun tek bir açıklaması vardır: Siz artık EVDE KALMIŞSINIZDIR! Ne yaparsak yapalım bir türlü kurtulamadığımız, üstümüzden atamadığımız bir sıfat bu biz kadınların. Ailesi anlayışlı, modern görüşlü olan şanslı azınlıktan olsanız bile mahalle baskısı hayatınız boyunca peşinizi bırakmaz bu ülkede. Oturduğunuz apartmanda arkanızdan konuşan bir Melahat Hanım, size uzaktan acıyan bir bakkal amca, yirmili yaşlarının başında evlenip üç çocuğu ve alkolik kocasıyla mutsuz bir hayat sürdüğü halde sırf evlen-e-mediğiniz için onu kıskandığınızı zanneden bir Büşra ya da Esra vardır. Bazıları daha dürüstçe yaklaşıp sizi her gördüklerinde sorarlar.

“Ne oldu? Yok mu kimse?”, “Eee müdür olacağım diyordun, kaç sene oldu müdür olalı, ufukta evlilik yok mu artık?”, “Kızım yaşın geçiyor, bu gidişle çocuk da doğuramayacaksın artık!”... Türkiye’nin aynı coğrafyası gibi zihniyetiyle de hep Doğu ve Batı arasında kaldığına inanmışımdır. Bazı açılardan bu mükemmel bir özellik olabilir; kültürümüzü zenginleştiren, çeşitlilik kazandıran bir özellik. Ama madalyonun bir

de öteki yüzü var. Ben daha çok o yüze takılıyorum. Doğu ile Batı arasında gidip gelen, ne Batılı ne de Doğulu olabilen bir toplumuz. Kendimizle durmadan çelişiyoruz. Bir yanımızla kahve dükkânı ve fast food zincirleri, en son teknoloji ürünleri, sosyal medya ve tasarımcı imzalı çantaların bağımlısı olmuş haldeyiz. İnternet’ten sansürsüz HBO dizilerini takip ediyoruz, bekârete önem vermiyoruz ve kadın-erkek eşitliğini savunuwww.2fmagazine.com // 81


KADIN

yoruz. Kısacası küçük bir Amerika gibi yaşıyoruz. Diğer yanda kan davalarının yaşandığı, kız çocuklarının dedeleri olacak yaşta erkeklerle evlendirildiği, hemen hemen tüm yerli dizilerde her tür ahlaksızlık yaşanırken sigara ve içki kadehlerinin buzlanarak sansürlendiği bir ülkenin insanlarıyız. Gördüğümüz, şahit olduğumuz ve var olduğunu sandığımız modernlik ve çağdaşlık çoğu zaman bir maske. Büyük kentlerde birer Batılı gibi yaşadığımızı zannederek kendimizi avutuyoruz ya da avutmak istiyoruz. Oysa İstanbul gibi bir metropolde bile doğudaki en gelişmemiş köydeki yaşam standardına sahip mahalleler var. Bağcılar’da okuyan ilkokul öğrencileri okul gezilerinde Bakırköy’e götürülüyor ve çoğu hayatında ilk kez denizi görmüş oluyor! Bağcılar’da evlenen çiftler balayı için Taksim’deki otellere gidiyor ve tüm bunlar sözde medeniyete (Bakırköy’e) beş kala yaşanıyor. Kısacası bu ülkenin neresinde yaşarsak yaşayalım hep ikilemler içinde yaşıyoruz. Magazin programlarında gördüğümüz ünlü isimlerin yıllardır “hayat 82 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

arkadaşlığı” adı altında evlilik dışı yaşadığı beraberliklere alkış tutarken komşumuzun kızı Zeynep’in erkek arkadaşıyla birlikte yaşama fikrini ayıplıyoruz. Bir yanımızla geleneksel, hatta çoğu kez cahil ve eğitimsiz kalmaya; bir yanımızla da henüz Batılı olmayı sindiremediğimizden yalnızca Batılı özentisi olarak kalmaya devam ediyoruz. Batı toplumlarında ise evde kalmak gibi bir kavram yok. Zaten evlenmek gibi bir kural ya da bir beklenti de yok. Bu, herhangi bir baskı yaşamayan kişilerin seçimlerine bağlı. Çiftler ayrı ya da birlikte yaşamayı evliliğe tercih edebiliyor veya evlenmeden çocuk sahibi olabiliyorlar. Evlenmenin şart olmadığı toplumlarda kadın-erkek ilişkileri daha sağlıklı gelişebiliyor, evlilik için eş seçimleri hem mantık hem de duyguları tatmin edebiliyor. Namus cinayetleri yaşanmıyor, çocukluğunu yaşayamadan çocuk sahibi olan çocuk anneler olmuyor ve elbette kimse EVDE KALMIYOR! Peki bu damgadan kurtulmak için neler yapabiliriz biraz da onu düşüne-

lim… Artık klişeleşmiş olan cümle sanırım buraya da cuk oturacak: “EĞİTİM ŞART!” Eğitim şart ama benim bahsettiğim en az lise mezunu olmayı gerektiren bir eğitim değil. Kimse trigonometri ya da akışkanlar mekaniği öğrenerek adam olmuyor. Benim kastettiğim eğitim mantığını kullanmayı, sorgulamayı öğreten bir eğitim; okullarda öğretilen cinsten değil yani. Belki de artık çok geç diye düşünmekten vazgeçip büyüklerimizi eğitmeye başlamalıyız. 81 yaşındaki anneanneme neler öğretebildiğime ve bu yaştan sonra bile davranış ve tutumlarında nasıl bir değişiklik olduğuna inanamazsınız. Bunu hepimiz yapabiliriz. Bizden sonra gelecek nesillerin de bizim çektiklerimizi çekmemesi için çocuklarımıza da aynı düşünce biçimini aşılamalıyız. Kadınların evde kalmış, kız kurusu, çocuklu dul vb. gibi sıfatlarla yaftalanmaması için öncelikle genç ya da yaşlı demeden “kadınlarımızı” eğitmeliyiz. Ancak bu sayede bizi damgalamayacak erkekleri yetiştirecek kadınlar yetiştirebiliriz. //


RÖPORTAJ

www.2fmagazine.com // 41


Farah’ça Tarifler

Farah ÖZÇELİKEL // farah@2fmagazine.com

Merhaba, Uzun bir bayram tatilini geride bıraktık.Bayramların vazgeçilmezlerinden olan tatlılar tüm karşı koymalarımıza rağmen bazılarımız için çokça, bazılarımız içinse az da olsa damaklarımıza hitap etti... Sağlık açısından sıkça zararları anlatılmasına rağmen, tatlıları tüketmeye devam ediyoruz. Madem ki bu alışkanlığımızdan vazgeçemiyoruz o halde mümkün olduğunca en hafif tatlıları ‘’AZI KARAR,ÇOĞU ZARAR’’ sözünü unutmadan arada bir özellikle kendi yaptığımız, içinde neler olduğunu bildiğimiz şekliyle keyifle yiyebiliriz. Şimdi sizlere vereceğim tarif hem tatlı hemde dondurma ihtiyacımızı karşılayacak ve damaklarımızda güzel bir tad bırakacak... Yaz, kış arada bir yapıp tatlı isteğinizi karşılıyabilirsiniz... Şimdiden afiyet olsun.. Sevgiyle kalın..

LİMONLU TATLI MALZEMELER 1 PAKET BEBE BİSKÜVİ 2 PAKET ÇİĞ KREMA 3 YUMURTA AKI 2 LİMON SUYU 1 LİMON KABUĞU RENDESİ 1 SU BARDAĞI TOZŞEKER YAPILIŞI Öncelikle bir paket bebe bisküvimizi blendırdan geçirip toz haline getiriyoruz,3 adet yumurta akını kar haline gelinceye kadar çırptıktan sonra tozşekerimizi ilave edip çırpmaya devam ediyoruz.Daha sonra kremamızı,limon suyumuzu.limon kabuğumuzu da ilave edip tüm malzemeler birbiriyle iyice karışana kadar çırpmaya devam ediyoruz. Toz haine getirdiğimiz bebe bisküvilerimizin yarısını bir borcamın dibine güzelce yayıyoruz ve üstüne hazırladığımız kremamızı döküyoruz,kalan bisküvimizide en üstüne yerleştiriyoruz..ortasına bir limon dilimi ve arzuya bağlı olarak tarçın yada kakao serpip donduruyoruz.. Serviz yapmadan 10 dakika önce dondurucudan çıkarıp dilimliyerek tabaklara koyuyoruz... Çok seveceksiniz.. 84 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE


KİTAP

www.2fmagazine.com // 27


RÖPORTAJ

Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com

@orcunpekoz

HP, TÜRKİYE PAZARINDA LİDERLİĞİ BIRAKMIYOR

Türkiye pazarında yıllardır birçok farklı ürün kategorisinde lider olan HP, değişen Pazar dinamiklerine uyum sağlamak için stratejilerini de değiştiriyor. Son dönemde Türkiye pazarına bir fabrika da dahil olmak üzere önemli yatırımlar yapan HP’de Baskı Sistemleri Direktörü Serkan Bayır ve PC Sistemleri Direktörü Emre Alaman ile gelecek stratejileri ve Pazar üzerine konuştuk Merhabalar Emre Bey. Dilerseniz önce sizinle başlayalım. Dünyadaki trendlere baktığımız zaman, masaüstü – tablet – laptop ürünlerinde önemli değişimler söz konusu. Masaüstü pazarının daraldığını biliyoruz. Laptop ve tablet ise kıyasıya yarış içinde. HP olarak bu trendlere bakış açınız nasıl? Dünyada tablet ürünlerinin yükselen bir trend olduğunu görüyoruz. 86 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Bunun yanında masaüstü ve dizüstü pazarlarında da daralma söz konusu. Türkiye’de de Pazar benzer şekilde ilerliyor. Bu üreticiler için sürpriz bir gelişme değil. Tablet segmentinin yükselmesi zaten beklenen bir durumdu. Masaüstü pazarı genel olarak daralıyor olsa da aslında orada da bir değişim söz konusu. Çünkü masaüstü ürünleri arasında All In One segmenti çok hızlı büyüyor. Yani resmin genelin-

de düşüş olsa da alt segmentlerin bazılarında büyüme var. HP olarak biz de All In One segmentinde çok geniş bir ürün yelpazesine sahip olduğumuz için pazar payımızı korumayı başarıyoruz. Dizüstü ürünlerine baktığımız zaman aslında tabletlerin gelişiyle en çok kaybedenin bu segment olduğunu görüyoruz. Kullanıcıların bir kısmı dizüstü yerine tablet almayı tercih


RÖPORTAJ ediyor. Tabi bu son kullanıcı tarafındaki tablo. Kurumsal pazara baktığımızda resmin böyle olmadığını görüyoruz. Firmalar hem dizüstü hem de mabaüstü kullanmaya devam ediyor ve bu sayede kurumsal alanda bu segmentler büyüme kaydediyor. Tablet pazarındaki yükselişe paralel olarak HP de piyasaya birçok farklı tablet modeli sundu. Bunlar farklı ekran boyutlarına, farklı işletim sistemlerine ve farklı işlemcilere sahip. Bu ürünlerden bazıları satışa sunuldu. Diğerleri de yakında piyasada olacak. Türkiye pazarı içinde getirmeyi düşündüğümüz bazı modeller var. Belki bazı modelleri erteleyebiliriz ama kesinlikle yeni ürünlerden birkaçını Türkiye’ye getireceğiz. Bunlar haricinde bir de dizüstü segmentine dahil olan 2’si bir arada ürünlerimiz var. Bizim Türkiye’ye ilk getirdiğimiz 2’si bir arada ürünlerimiz tahminimizden çok daha hızlı sattı. Bu kadar iyi gideceğini beklemediğimiz için de biraz stoksuz kaldık açıkçası. Belli ki bu ürünler kullanıcı gözünde net bir ihtiyaca cevap veriyor. Hem tablet, hem de dizüstü olarak kullanılabildiği için çok daha verimli oluyorlar. Tablet pazarındaki büyüme bizi umutlandırıyor. Çünkü çok iyi ürünlerle giriyoruz pazara. Bunun yanında dizüstü ve masaüstü pazarlarında da büyüme alanlarını gördük ve bu alanlara yatırım yaparak Türkiye pazarında liderliğimizi korumayı hedefliyoruz. Türkiye pazarında tablet- dizüstümasaüstü dağılımı nasıl? Son dönemde baktığımızda tab-

let ürünleri pazarın %40’ına yaklaştı. %30-35 civarında dizüstü payı var. Masaüstü ise %10-15 aralığında seyrediyor. Masaüstü konusunda bizim bir fabrika yatırımımız da var Türkiye’de. Bunun karşılığını da görüyoruz. Türkiye’de yerli bir marka olarak anılmaya başladı artık HP. Ayrıca Türkiye’de üretilen ürünlerin büyük bir kısmını da ihraç ediyoruz. Büyük bir üretim kapasitesi var ve sadece %10’u Türkiye’de kullanılıyor, geri kalanı ihraç ediliyor. Dolayısıyla bu noktada ihracata da bir katkı sağlıyoruz. Biz masaüstü pazarında her zaman varolacağız. Sonuçta masaüstü pazarı daralsa da tümüyle ortadan kalkmayacak. Yıllardır bu ürünleri kullanmış olan firmalar var ve gelecekte de bu ürünleri kullanmaya devam edecekler.

Dolayısıyla biz de onlar için masaüstü ürünleri geliştirmeye devam edeceğiz. Bu segmentteki hedefimiz Pazar payımızı artırmak. Biz Pazar payımızı artırdığımız sürece Pazar daralsa da hedeflerimize ulaşmış oluyoruz. Tablet pazarı konusunda ise biraz bekleyip görmek lazım. Bazıları tabletlerin %80 Pazar payı elde edeceğini söylüyor, bazıları ise %50-60 seviyesinde kalacağını düşünüyor. Dolayısıyla diğer segmentlerdeki daralma da bu beklentilere paralel olacak. Tablet – dizüstü kıyaslamasında şunu da belirtmek gerek; 2’si bir arada ürünler eğer dizüstü olarak sayılmaya devam ederse tabletin payı bu seviyelerde kalabilir. Ama bu ürünleri tabletletlere dahil edersek o zaman tabletin Pazar payı artacaktır. Gelecekte masaüstü pazarının arwww.2fmagazine.com // 87


RÖPORTAJ olarak düşük. Bunlar Chromebook için ciddi dezavantajlar. Ama bu konudaki eksiklikler giderilirse çok ucuz alternatifler olarak Chromebook’ların ilgi göreceğini tahmin ediyorum. HP, mobil pazara WebOS işletim sistemiyle girmişti. WebOS’lu ilk ürünleri şahsen ben çok sevmiştim. Ama sonra WebOS rafa kalktı ve Android’e dönüldü.

tık küçüleceğini, niş ürünler olarak kalacağını tahmin ediyoruz. Masaüstü pazarının %50’si All In One oldu neredeyse. Bunun yanında özel oyun bilgisayarları ve ilk bilgisayar olarak alınan uygun fiyatlı ürünler satılıyor. Onların da bu şekilde devam edeceğini düşünüyoruz. Yani masaüstü pazarı bu ürünler üzerinde yaşamaya devam edecek. Dizüstü tarafında ise Windows’un yeni sürümlerinin kabülüne göre artışlar yaşanabilir. Peki işletim sistemleri bakımından Türkiye pazarının nasıl bir yapısı var? Windows 8 + dokunmatik ekran işbirliği çok ilgi gördü mü? Şuan Android’li mobil ürünlerimizi saymazsak sattığımız ürünlerin tamamı Windows 8 kullanıyor. 8.1 sürümünün çıkışından da memnunuz. Kullanıcılardan güzel bildirimler alıyoruz. Kurumsal tarafta doğal olarak Win88 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

dows 8’e geçiş biraz yavaş. Bilinen sebepleren dolayı kurumlar her zaman geriden takip eder bu geçişleri. Android çok hızlı büyüyen, çok ilgi gören bir işletim sistemi. Orada da yeni ürünlerimizle varız. Yakında Android işletim sistemli masaüstü modelimiz de Türkiye’de olacak. Bunun haricinde Chrome işletim sistemli bir ürünü lanse ettik. Yani seçenekler bir hayli fazla ve hepsi de ilgi görüyor. Peki Chromebook’unuzu Türkiye’ye getirmeyi düşünüyor musunuz? Henüz bu konuda net bir gelişme yok. Bizim haricimizde diğer markalardan da Türkiye’ye Chrome işletim sistemli bir ürün getiren olmadı. Ama ben ciddi biçimde Chromebook’ların Türkiye’de başarılı olacağına inanıyorum. Bunun için bazı altyapı gelişmeleri olması lazım. Örneğin limitli internet kullanımı halen çok yaygın Türkiye’de. Ayrıca hızımız da genel

Sanırım artık kendi işletim sisteminizi geliştirmeyi düşünmüyorsunuz. Peki Android tarafında tabletler nasıl bir yol haritası izleyecek, akıllı telefonlar gelecek mi? CEO’muzun açıklamalarında WebOS’a yatırım yapılacağına dair bir bilgi bulunmuyor. Bizim HP içerisinde de üzerinde çalıştığımız bir işletim sistemi yok. Tablet alanında Android ile yolumuza devam ediyoruz. 7 inçlik 3 adet ürünü lanse ettik. Hepsi Android işletim sistemli fakat işlemcileri ve ekran teknolojileri farklı. Bu sayede farklı fiyat seviyelerine hitap ediyor. Türkiye pazarında satışa sunduğumuz Slate 7 modelimiz de çok ilgi gördü. O ürün de beklediğimizden hızlı sattı. Android’li 8 ve 10 inçlik modellerimiz var. Onları da yakında piyasaya sürmeyi düşünüyoruz. Bunun yanında ElitePad modelimizi Windows 8’li ilk tabletlerden biri olarak Türkiye’ye getirmiştik. O ürün de kurumsal müşterilerimizden büyük ilgi gördü. Bu konuda CEO’muz Meg Whitman şöyle bir açıklama yapmıştı; “Bir müşterilerin ihtiyacı olan her ürün formuna bakarız. Akıllı telefon da bir ürün formu ve gelecekte bir akıllı telefon üretebiliriz”. Bu açıklamadan yola


RÖPORTAJ çıkarak akıllı telefon pazarına kapıyı kapatmadığımızı söyleyebilirim. Ama şimdilik ‘’şöyle bir ürün olur, şu tarihte satışa çıkar” gibi bilgiler vermemiz mümkün değil. İnşallah bir akıllı telefon üretiriz. Microsoft da çok yakın bir iş ortağınız ve Windows 8 konusunda yakın bir işbirliği içerisindesiniz. Bu işbirliği Windows Phone işletim sistemli, HP markalı bir akıllı telefona yol açabilir mi? Belki de olur böyle bir telefon, gelecekte neler olacak çok bilemeyiz. Ama şuan bu konuyla ilgili bir bilgi yok. Bu konuda bir çalışma varsa bile çok gizli tutuyorlardır, bana da bu yönde hiç bilgi ulaşmadı. Son olarak önümüzdeki aylarda Türk kullanıcıları bekleyen yenilikler neler, bu konuda bilgi almak isteriz. Tablet pazarıyla başlayayım; 8 inçten 10 inçe kadar ürünlerimizi Türkiye pazarına getireceğiz. Hem Windows hem Android işletim sistemleri, hem ARM hem de Intel işlemcili modeller için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bununla birlikte 2’si bir arada ürünlerimizde de ürün gamını genişletmeyi hedefliyoruz. 4-5 yeni ürün ile birlikte çok daha güçlü bir ürün gamına sahip olacağız. Dizüstü tarafında ince Ultrabook tarzı ürünleri getirmeye devam edeceğiz. Masaüstü pazarında All In One tarafına yoğunlaşmış durumdayız. Orada Recline adını verdiğimiz yeni bir ürün var. Türkiye’ye de geliyor, ben deneme fırsatı buldum. Çok özel bir menteşesi var ve gerçekten çok

beğendim. Henüz donanıma karar vermedik. Ama orta ve üst seviye bir ürün olacağını düşünüyorum donanıma bağlı olarak. Giriş seviyesi bir ürün değil. İş istasyonları tarafında yeni 14 inçlik bir modelimiz var. Çok ince bir ürün ama bir iş istasyonu gücünde. Bazı iş ortaklarımıza bu modeli gösterdik, çok beğenildi. Dolayısıyla yakın dönemde bu ürünü de Türkiye’ye getirmeyi düşünüyoruz. Son dönemde aksesuarlara bir hayli yatırım yaptık. Çok hızlı bir şekil-

de büyüyoruz bu alanda. Her çeyrekte %100’e yakın bir büyüme kaydediyoruz. Fare, klavye, kulaklık vs. gibi ürünlerle de bundan böyle kullanıcıların karşısındayız. Servis anlamında ise şuan Avrupa’da denenen bir model var. Bu modelde kullanıcı bir tableti satın alıyor ve anında 3G bağlantısına da sahip oluyor. Yani tableti aldıktan sonra operatöre başvurup hat almasına gerek kalmıyor. Sadece tableti alıyor ve ardından sözleşmeye göre 1 yıl ya da 2 yıl kullanabiliyor. Ben bu modelin tutawww.2fmagazine.com // 89


RÖPORTAJ cağına inanıyorum. Bence Türkiye’de de başarılı olabilir. Bu sebeple belki önümüzdeki yıl içerisinde bu konuda da çalışmalar yapmayı düşünüyoruz. Bir de son olarak Leap Motion teknolojimiz var. Bunu en sona sakladım :) Bu gerçekten çok güvendiğimiz bir teknoloji. On parmağınızı da algılıyor ve ne klavye ne de fare kullanmadan bilgisayarınızı parmaklarınızla yönetmenizi sağlıyor. Gerçekten çok başarılı, çalışırken görmeniz lazım. HP olarak şimdilik bu teknolojiyi sadece kendi ürünlerimizde kullanacağız. Önümüzdeki yıl içerisinde 17 inçlik bir dizüstü modelinde ilk kez yer vereceğiz Leap Motion’a. O ürünü de yüksek bir donanım paketiyle Türkiye’ye getireceğiz. Açıkçası çok özeniyoruz o ürüne ve her şeyin en iyisini eklemeye çalışıyoruz.

90 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

Teşekkürler Emre Bey. Şimdi Serkan Bey’e yazıcılarla ilgili birkaç sorum olacak. Birkaç yıl önce baskı pazarının internet kullanımı sebebiyle ciddi biçimde daralacağı konuşuluyordu. Ama görünen o ki baskı sektörü kendine farklı yollar bularak büyümeye devam ediyor. Türkiye’de ve dünyada baskı pazarı ne durumda? Öncelikle Türkiye, Pazar durumu bakımından dünyadaki trendlerin gerisinde değil. Elbette baskı alışkanlıkları değişiyor. Artık eskisi kadar fotoğraf basmıyoruz. Halen fotoğraf baskısı yapan kullanıcılar var ama sayısı azaldı. Fakat buna karşılık öğrencilerin ev kullanımı arttı. Artık daha fazla öğrenci, evlerinde ödevleri ve dersleri için baskı alıyor. Bunun yanında kurumsal anlamda baktığımız zaman firmalar baskı işleri de artış gösteriyor. Dolayısıyla baskı sektöründe gelişen birçok segment var.

Biz HP olarak Türkiye’de baskı pazarına lider konumdayız. IDC’nin rakamlarını ele alırsak son 11 yıldır bu böyle. Bu anlamda pazara yön veren firmalar arasında en güçlülerden biri olduğumuzu söyleyebilirim. Türkiye’de de baktığımız zaman gelişen iki segment olduğunu görüyoruz. Bunlardan biri eğitim, diğeri ise kurumsal kullanım. Biz de bu alanlara yatırımlarımızı sürdürüyoruz. Bu yatırımlardan bahsetmek gerekirse; ilk olarak Türkiye’ye özel ürünler geliştirdiğimizi söyleyebilirim. 3 yıl önce piyasaya sunduğumuz Avantajlı Mürekkep olarak adlandırılan ürün ailemiz, Türkiye pazarı düşünülerek geliştirilmiş bir ürün ailesiydi ve ilk olarak Türkiye’de bu ürünler tüketicilerin beğenisine sunuldu. Burada sadece yazıcı donanımından bahsetmiyoruz. Avantajlı Mürekkep ailesi yazıcı, sarf malzemesi ve kağıttan oluşan bir ürün platformu aslında. Bu ürün platformu Türkiye’de satışa sunulup çok başarılı olunca Polonya’da da satışa sunulmasına karar verildi. Polonya’da da çok iyi başarılar elde etti. Geçtiğimiz aylarda bu ürün ailesine yeni ürünler ekledik. Şimdilerde ‘’Ink Advantage’’ adıyla 40’tan fazla ülkede bu ürünler kullanıcılara sunuluyor. Bu kadar yaygın bir ürün olması Türkiye’de elde ettiği başarıdan kaynaklanıyor. Dolayısıyla biz yenilikçi bir ürün ailesini Türkiye’de deneyip başarılı olarak bir anlamda bunu diğer ülkelere ihraç etmiş olduk. Bu da bizim için ayrı bir gurur kaynağı. HP’nin bu ürünü geliştirmesindeki en önemli neden, Türkiye’de kullanıcıların bu yöndeki talebiydi. Kullanıcıla-


RÖPORTAJ

rımızdan biz hep ‘’Ben kaliteli basmak istiyorum ama aynı zamanda ucuz olsun istiyorum’’ şeklinde talepler alıyorduk. Dolayısıyla Ink Advantage serisi hem ilk maliyet ve sarf malzemelerine ulaşım açısından benzerlerinden daha hesaplı, hem de kaliteli baskı alabilen bir ürün. Türkiye’de Pazar büyümeye devam ediyor. Birçok farklı segmentte potansiyel var. Biz bu alanlara HP olarak yatırımlarımızı sürdüreceğiz. Peki sarf malzemelerine değinmişken; Türkiye’de orijinal sarf malzemesi satışları ne durumda? Bu çok önemli bir konu, teşekkür ederim. Ink Advantage ile bağlantılı olarak bu konuyu da dile getirmek lazım. Türkiye’de son dönemde orijinal kartuş satışlarında bir artış olduğu görülüyor. Bu, Ink Advantage serisinin başarısının bir sonucu. Çünkü çok

daha uygun fiyatlı kartuşlardan bahsediyoruz. Bu da insanların doluma gitme ihtiyacını ortadan kaldırmaya başladı. Sizinle şöyle bir veri paylaşayım: Geçen her dakika HP 1 adet yazıcı satarken 5 adet de sarf malzemesi satıyor. Yıllık ortalamaya baktığımız zaman ortaya bu denli büyük rakamlar çıkıyor. Bunun yanında Türkiye’de satılan her iki yazıcıdan biri de HP. Bu da bize büyük bir Pazar liderliği kazandırıyor. Ink Advantage serisi de bir anlamda bu liderliğin bize verdiği sorumluluğun bir sonucu. Türkiye’de daha ulaşılabilir, orijinal sarf malzemelerinin satılmasını sağladığı için bu ürün ailesinden çok mutluyuz. Çok fonksiyonlu ürünler açısından baktığımızda pazarın durumu nasıl? Türkiye’de çok fonksiyonlu ürünle-

re olan ilgi artıyor. Geçtiğimiz yıllarda da Pazar trendi bu şekildeydi. Kullanıcılar hem baskı almak, hem faks çekmek hem de gerektiğinde tarama yapmak istiyorlar. Bu sebeple genel olarak baktığımızda çok fonkisyonlu ürünlerin daha çok tercih edildiğini söyleyebilirim. Bununla ilgili önümüzdeki günlerde sürprizimiz olacak. Yeni Officejet Pro X ürünümüzü tanıtacağız. Bu ürün Guiness rekoruna sahip bir ürün. Mürekkep püskürtmeli olmasına rağmen dakikada 70 sayfa baskı alabiliyor. Bu da onu dünyanın en hızlı masaüstü yazıcısı yapıyor. Bu ürün ailesi mürekkep püskürtmeli olduğu için çok kaliteli baskılar alabiliyor hem de hızıyla kurumsal kullanıcıların ihtiyaçlarına da cevap veriyor. İşin biraz teknoloji tarafına değinmek gerekirse; Yıllardır mürekkep ve lazer tabanlı olmak üzere iki temel teknolojiyi görüyoruz. Bunlar kendi içinde gelişiyor mu? Yakında bunlara yeni bir teknoloji daha eklenir mi? Evet, yazıcı sektöründe mürekkep ve lazer olmak üzere iki temel teknoloji var. Bunlar aslında birbirini tamamlayan teknolojiler. Kullanıcılar arasında bazen biri diğerine göre daha iyi gibi algılar olabiliyor. Fakat iki teknolojinin de farklı avantajları ve kullanım alanları var. Bu yüzden önemli olan doğru ihtiyaca doğru ürünü tavsiye etmek gerek. Mesela mürekkep püskürtmeli ürünleri ele alırsak, ayda 3000 – 4000 sayfa baskı alan bir kullanıcıya biz Officejet Pro serisini öneriyoruz. Çünkü bu ürün ile çok daha uygun maliyetli baskı almak mümkün oluyor. Ama baskı adetleri bu rakamların üzerine www.2fmagazine.com // 91


RÖPORTAJ basılabilmesi için şifreyi bilen kişinin yazıcıya giderek şifreyi girmesi gerekiyor. Doküman ancak bundan sonra basılıyor. Bunun benzeri şekilde kartla çalışan çözümlerimiz de mevcut. Bu alanda en önemli gelişmelerin sunduğumuz bu yazılımlar olduğunu söyleyebiliriz. Yazıcı alanında ortaya çıkmasını beklediğiniz yeni alanlar, bu konuda hayata geçmiş – geçecek projeleriniz var mı? Bildiğim kadarıyla bir kola markası kutuların üzerine isim yazdığı kampanyasında, bu isim baskıları için HP çözümleri kullanıyor. Bunun yanında 3D yazıcılar da yükselişte olan bir trend. HP yeni teknolojilere nasıl bir gözle bakıyor? Biz sadece Pazar payımızla değil, teknoloji anlamında da liderliğimizi korumak için çalışıyoruz. Bu konuda kullanıcılardan aldığımız bildirimlerle de yeni ürünler konusunda geliştirici ekiplerimizi yönlendiriyoruz. Dolayısıyla piyasada yeni bir teknoloji gündeme geliyorsa, HP bunun öncülüğünü yapan bir firma olmayı hedefler. 3 boyutlu yazıcılar konusunda son olarak CEO’muz bazı açıklamalar yapmıştı. Benim şimdilik bunlara

çıktığında biz lazer ürünleri öneriyoruz. Çünkü yüksek hacimli işlerde çok daha hızlı ve uygun maliyet avantajı sunmaları mümkün oluyor. Sizin sorunuza gelecek olursak: Teknoloji açısından baktığımızda özellikle kurumsal ürünlerimizde birçok farklı yenilik bulunuyor. Burada hız ve ekonomik baskı avantajlarının yanında yazılımsal yeniliklere değinmek gerek. Örneğin HP’nin kurumlara sunduğu yazılım çözümleri sayesinde, farklı şehirlerde ve hatta ülkelerde operasyonu olan bir şirket, herhangi bir ope92 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

rasyonundaki yazıcının kartuş seviyesini, kağıt kullanımını, hangi çalışanın ne kadar baskıya ihtiyaç duyduğunu tek bir merkezden görebiliyor ve buna göre siparişleri yönetiyor. Bunun yanı sıra yine güvenli baskı için geliştirdiğimiz yazılımlarımız var. Kalabalık bir ofis ortamında, ortak kullanılan bir yazıcıya gönderdiğiniz baskıyı sizin ya da istediğiniz başka bir kişinin almasını istiyorsunuz. HP’nin geliştirdiği sistem sayesinde gönderdiğiniz baskıya şifre atayabiliyorsunuz. Dolayısıyla o baskının yazıcı tarafından

ekleyebileceğim başka bir bilgi yok, çünkü olmayan ürünler üzerinden konuşmam doğru olmaz.

Yakın dönemde Türkiye pazarında HP’den ne gibi yenilikler göreceğiz? Kurumsal lazer tabanlı ürünlerimizi ve departman yazıcılarımızı kısa bir süre önce kullanıcılarla buluşturmuştuk. Kasım ayında dünyanın en hızlı masaüstü yazıcısını da kullanıcılarımız buluşturacağız. Bu üründen sonra 2014 yılında yine farklı yeniliklerle kullanıcıların karşısına çıkmayı hedefliyoruz. Teşekkür ederiz Serkan Bey. -Ben de teşekkür ederim. //


Android İstİlası

G

eçtiğimiz günlerde Android ile ilgili iki önemli istatistiğe denk geldim. Biri Android’in hızlı yükselişini anlatıyordu. Diğeri ise Android’in akıllı telefon pazarında %81’lik kullanıcı payına ulaştığını gösteriyordu. Android’in yükselişinin elbette haklı sebepleri var. Fakat bunlar Android’li cihazların birçoğunun kötü olduğunu gerçeğini değiştirmiyor.

Apple, 1980’lerde kişisel bilgisayarlar üretmeye başladığında herkesin zihnindeki bilgisayar

f - stop

yaklaşımını değiştirmişti. Kısa bir süre sonra yılların firması IBM de Apple’ın yaklaşımını kullanarak PC’yi yarattı. Ardından da Microsoft, Apple’ın geliştirdiği arayüzü kopyaladı (Tamam, Apple da bunu Xerox’tan görmüştü) ve bugün dünya bilgisayar pazarının mutlak hakimi olan Windows gerçek anlamda sahneye çıktı. Bugün geldiğimiz noktada Windows’lu bilgisayarların hali bence içler acısı. Evet, uygun fiyatlılar ve temel görevlerini yerine getiriyorlar. Ama gerçekten güzel bir bilgisayar istediğinizde Windows’lu modeller de karşınıza birer Apple klonu olarak çıkıyor. Yani Apple belki dominant olmak konusunda çok başarılı değil. Ama inovasyonu sağlıyor ve gerçekten başarılı ürünler üretiyor. Aynı tablonun akıllı telefon pazarında yaşanması da ilginç değil. Zira Apple, güzel ürünler üretmesini sağlayan tutucu yapısını halen koruyor ve bir anlamda Android’in geçişine müsade ediyor. Bugün dünya akıllı telefon pazarında Android’in payı %81’e ulaşmış durumda. Tıpkı Windows gibi, Android de Apple’ın açtığı yolda ilerledi ve artık bugün Apple’ın önünde anılıyor. Fakat aslında baktığınızda Android dünyasında güzel ürünlerin sayısı gerçekten çok sınırlı. Elbette zevkler tartışılmaz ama bugün Android dendiğinde akla gelen telefonlar Galaxy S4, LG G2, HTC One gibi modeller ise ucuzluk iddiasının sadece akıllı telefon özelliklerini çok umursamayan kişiler için olduğunu görüyoruz. Gerçekten iyi ama pahalı modeller üretmek söz konusu olduğunda ise her marka en fazla 1 bilemediniz 2 model ile bunu başarabiliyor. Gerisi çöp… Bunun en yeni örneği de Samsung Galaxy Gear. Yaklaşım belki ileride başarılı olacak ama bu ürün şuan tümüyle bir çöp ve Samsung da bunun farkında. Yeni nesil Galaxy Gear modeli geldiğinde ya o da kötü olacak ya da ilk modeli tümüyle demode edecek. Yani bu ürün alanın elinde kalacak. O pil ömrüyle, telefon bağlantılı uygulamalarıyla neler yapmak ister bilemiyorum… Dolayısıyla aslında temelde Apple’dan farklı bir şeyler başarabilenler yok. Ama dünya böyle. Günün sonunda herkes haticeye değil, neticeye bakıyor… Nasıl ki bizler Mac’ten, Linux’tan yoksun Windows esirleri olarak büyüdüysek gelecekte de Android istilasının kurbanı bir nesil olacak. Burada suçlu Android değil. Sonuçta Android olmasa bir başkası mutlaka bu şekilde pazara girip her yere yayılan bir ekosistem geliştirecekti. Ama beni asıl kızdıran ‘’Apple, Android’i taklit ediyor’’ şeklindeki yorumlar oluyor. Samsung’un, LG’nin, Nokia’nın Apple ilk iPhone’u üretirken nasıl telefonlar üretmekte olduğuna bir bakmak lazım… Melih Bilgin Genel Yayın Yönetmeni www.2fmagazine.com // 31


SATIŞÇININ ÇANTASI

İ

yi bir satışçı yaratmayı hedefleyen veya satışçının performansını arttırmayı hedefleyen binlerce yerli/ yabancı yazı, içerik ve eğitim programı var. Bu kapsamda müşteri ilişkileri, müzakere teknikleri ve yaratıcı satış yöntemleri gibi temel başlıklarda birçok içerik işleniyor. Özgün ve pratik olmasını hedefleyerek, bir satışçının çantasında bulunması gerekenleri düşündüm ve kaleme aldım. Buna benzer bir

çalışma görmedim dilerim satışçı arkadaşlara faydası dokunur… Satışçı tam donanımlı olmalı. Her zaman ve her yerde… Toplantı için ofisinizden ayrıldınız ve dönecek vakit yok. İyi hazırlanmış bir çanta hayat kurtarabilir.

Satışçının çantasında neler bulunmalı? Not Defteri: Not defterinin yerini dizüstüler, tabletler ve telefonlar alıyor belki ama ben hala kağıt kalem sevenlerdenim. Satışçının not alacağı bir aracı her zaman yanında taşıması gerekiyor. Unutulmaması gereken güzel fikirler, terminler ve talepler kayda geçmeli. Kartvizit: Kartvizit sizin iş dünyasındaki kimliğiniz. Cep telefonuna gösterdiğiniz aynı hassasiyeti ona da gösterin ve yanınızdan ayırmayın. Katılacağınız toplantıda kartvizit çok işinize yaramayabilir. Ancak dışarıda hangi fırsatları kaçırdığınızı bilemezsiniz. Bir davettesiniz ve aylardır satış yapmayı arzuladığınız şirketin bir türlü toplantı alamadığınız ticari direktörü yanı başınızda. Etkileyici bir girişi kartvizitinizle süslemelisiniz. Ancak dağıtmaya kıyamayacağınız kadar pahalı ve süslü kartvizitler de bastırmayın. Kartvizit dağıtmak konusunda cömert olun, adınız duyulsun. Otobüste yanınızda oturan adamın tam da sattığınız şeye ihtiyacı olabilir. Sadece iş için de düşünmeyin tabi... Malzeme seçimini de iyi yapmışsanız, buruşturup, sizi aramasını istediğiniz kızın balkonuna bile atabilirsiniz! Belki tatildeki son dakikalarınız ve tanışmak için son fırsatınızdır! Parfüm: Gün yorucu geçmiş olabilir. Aynı gün içerisinde 3. toplantınıza giriyor ve o ana kadar tazelenecek bir zaman bulamamış olabilirsiniz. Çantanızdaki parfüm size bu tazeliği getirecek. En azından bir süreliğine... Keçi peyniri gibi kokmaktansa size yük olmayacak ufak bir şişeyi yanınızda taşımanızı öneririm. Diş Fırçası: Size gülüşünüzün ne kadar güzel olduğunu söyleyen birisi hiç oldu mu? Peki dişinizin arasındaki maydanozla aynı güzellikte gülümseyebilecek misiniz? Diş fırçası reklamı gibi oldu... Maydanozun müşterinizin tüm dikkatini alıp götürmesini istemiyorsanız yanınızda bir diş fırçası bulundurun. Öğle yemeğinden sonraki toplantıyı garantiye alın. Naneli Sakız: Keşke sarımsak ve soğan her yemeğe lezzet katmaya devam etse ama kokmayan şeyler olsalardı. Çevrenizdekilere rahatsızlık vermeyin ve naneli sakız edinin. Sakın çiğnerken de rahatsızlık verebileceğinizi hatırlatmak isterim. Bu ince çizgiye dikkat etmenizi öneririm. Makyaj Seti: Ben bir kadının bunu ihmal edip dışarı çıktığını zaten düşünmüyorum ancak kusursuz çantayı yazıyorsak bunu da atlamamalıyız. Konu ile ilgili çok derin bilgim yok ama gerekenler bir kalem kutusundan daha küçük bir alana sığabilecek ölçüde diye tahmin ediyorum. Islak Mendil: Toplantıdan hemen önce otoparkta bastığınız kedi kakası sizin için bir sorun olmaktan çıkmalı. Akan burun, arabanın kapısından ele bulaşan çamur ve yağlı ciltler için de birebir. Ayakkabı Parlatıcı: Başlığın satışçının bavuluna doğru evirildiğinin farkındayım ama hedefimiz kusursuz çantayı yaratmak. Temiz ve parlak ayakkabılar için çantada parlatıcıya da yer olmalı. Tozlu yolların sizi bakımsız göstermesine izin vermeyin. Her zaman tam donanımlı olun. Fırsatlara açık, risklere karşı da tedbirli olun. Bol satışlı günler diliyorum… A. Batuhan Dalcı Köşe Yazarı 94 KASIM 2013 // 2f MAGAZINE

son sayfa


www.2fmagazine.com // 95



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.