1 5 Ş U B AT 2 0 1 4 / / S : 9
İ K İ FA R K M A G A Z I N E - AY L I K L I F E S T Y L E D E R G İ
1 5 Ş U B AT 2 0 1 4 / / S : 9
RÖPORTAJ * Onur Altıntaş Microsoft Windows Pazarlama Grup Müdürü
İ K İ FA R K M A G A Z I N E - AY L I K L I F E S T Y L E D E R G İ
* Fatma Şahİn
Konak Belediyespor Kalecisi
DİYET
Bitkisel Destekler
MÜZİK
Uriah Heep
SİNEMA
MODA
* Fil’m Hafızası * 3 İdiots
Gamze Biran
ÖZEL
HABERLER * Mercedes S Coupe
KAPAK KONUSU
REKLAMLARIN TARIHINI
* Porsche Targa Geri Döndü @2fmagazine
/2fmagazine
YAZANLAR /2fmagazine
www.2fmagazine.com
// EDITÖRDEN Merhaba,
Bu ay ki kapak konumuzu hayatımızda önemli bir rolü olan reklamlara ayırdık. Sizler için geçmişten günümüze kadar uzanan reklam tarihinden ilginç ve başarılı olanlardan bir seçki yapmaya çalıştık. Hemen her yerde karşımıza çıkan ve hayatımızda birçok etkiye sahip reklamlar, artık tek düzelikten çıktı ve daha yaratıcı olmaya başladı. Hal böyleyken üreticiler ve reklamcılar da tasarıma, senaryoya ayrı bir özen gösteriyorlar artık. Billboardlarda 3 boyutlu uygulamalara ya da televizyonlarda kısa film tadında reklamlara rastlamak mümkün. Her ne kadar reklam bazen bir kandırmaca da olsa hayatımızda ki önemi yadsınamaz boyutlarda... Öte yandan 8 Mart kadınlar gününe özel Fatma Şahin röportajımızı okuyabilirsiniz. Konak Belediyespor Kadın Futbol Takımının kalesini başarıyla koruyan Fatma Şahin sıradışı mesleğiyle sorularımızı yanıtladı. Bir de güzel haberimiz var! Bu sayıdan itibaren yakından tanıdığınız Fil’m Hafızası ekibinin yazılarını okuma fırsatı bulacaksınız. Erkek egemenliğinde görünen sinema sektöründe kadınların nasıl özgürlüğünü ilan ettiklerinden ve cesur kadın yönetmenlerden bahseden yazılarına göz atmanızı öneririm. Teknoloji meraklıları için dünyanın en büyük yazılım şirketinin değişim hikayesini Microsoft Türkiye Windows Pazarlama Grup Müdürü Onur Altıntaş’tan dinledik. Türkiye’de trafiğe çözüm bulacaklarını iddia eden Mobicar kurucularından Erben Öztürk’le yurtdışında çok popüler olan Araç Paylaşım Sistemi üzerine konuştuk. ...Ve geçen ay misafir ettiğimiz bu sayıyla beraber yazar kadromuza katılan egoİST yazarımız Nilay Aydoğan’ın gözünden İstanbul’u keşfe çıkmaya hazır olun... Sizi yeni eklenen diyet köşemiz ve her zamanki sağlık, spor, sinema, inceleme ve haber sayfalarımızla sizleri başbaşa bırakıyorum...
Keyifli okumalar... Orçun Peköz Genel Yayın Koordinatörü
www.2fmagazine.com // 03
İÇİNDEKİLER www.2fmagazine.com
SAYI 09 15 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
04 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
44
32
36
40
64
76
O 44 Kapak konusu Reklamların Tarihini Yazanlar Her yıl 500 milyar dolar paranın harcandığı reklam sektörü, şirketler ve hatta şahıslar için artık vazgeçilmez şeylerden biri. Sizler için bu sayımızda reklam tarihine yön veren, firmaları dünya çapında üne kavuşturan reklamları seçtik.
6// Haberler 14// Özel Haberler 18// Neler Yenİ? 20// Moda – Gamze Bİran: 2014 İlkbahar / Yaz Erkek Modası 30// Moda – Havada Aşk Kokusu… 32// Röportaj: Gücü Yeteneği, Uğuru Pembe Ojelerİ (Kadın futbolcu Fatma Şahİn) 36// Fİlm Hafızası 40// Sİnema: 3 Idiots 56// Microsoft Windows Pazarlama Grup Müdürü Onur Altıntaş 64// Mavİ oyununun yazarı ve yönetmenİ Aykut Göker 70// Müzİk – Merallica: Uriah Heep 74// EgoİST: İSTanbul’un Sakini Kireçburnu 76// Spor -Ağırlığınızca Spor: TRX 79// Şİrvan Denİzcİ 80// Röportaj: Mobicar Kurucu Ortağı Erben Öztürk 88// Sağlık – Üşütmeyelİm, Çok Yaşayalım 92// Dİyet 94// Farahça Tarİfler: Kırmızı Pancar
Genel Yayın Koordinatörü Orçun Peköz orcun@2fmagazine.com Yazı İşleri Müdürü Melih Bilgin melih@2fmagazine.com Pazarlama Direktörü Batuhan Dalcı batuhan@2fmagazine.com Editör Melih Bilgin melih@2fmagazine.com Yazarlar Dr. Deniz Öner Editör deniz@2fmagazine.com Baturay Tok baturay@2fmagazine.com Aslıhan Karlıdağ asli@2fmagazine.com Turgay Eryiğit turgay@2fmagazine.com Erhan Ünal erhan@2fmagazine.com Sebahat Bağbars sebahat@2fmagazine.com Gamze Biran gamze@2fmagazine.com Miray Korkmaz miray@2fmagazine.com Çiğdem Özcan cigdem@2fmagazine.com Arzum Emiroğlu arzum@2fmagazine.com Tasarım 2f Tasarım Ofisi info@ikifark.com Satış - Rezervasyon Nilay Kılıç nilay@2fmagazine.com Katkıda Bulunanlar Ufuk Kayrak, Nihan Bilgin INSPRAD MEDIA İdealtepe Mah. Park Sok. No: 1/7 Maltepe / İSTANBUL Tel: 0216 489 12 26 info@2fmagazine.com
www.2fmagazine.com // 05
HABERLER
Bang & Olufsen Kablosuz Ses Ürünlerini Tanıttı High-end ses ve görüntü sistemleri üreticisi Bang & Olufsen, kablosuz iletişim özelliğine sahip BeoLab 17, 18 ve 19’un Türkiye lansmanını gerçekleştirdi. Yine Bang & Olufsen tarzı tasarım ve yüksek kaliteli malzeme tercihiyle dikkat çeken ürünler, WISA kablosuz teknolojisi sayesinde yüksek kaliteli ses performansını kablo bağlantısına ihtiyaç duymadan sağlıyor. Bundan böyle Mozaik mağazalarında da satılacak ürünlerin fiyatı 1,900 avro’dan başlıyor.
Panasonic 4K Destekli GH4’ü Duyurdu Panasonic’in aynasız ailesinin en üst modeli olan GH serisine yeni bir üye katılıyor. Video kapasitesiyle ünlü olan GH serisinin yeni üyesi GH4 de 4K desteğiyle dikkat çekiyor. Cinema 4K: 4096×2160 / 24 fps ve QFHD 4K: 3840×2160 / 30 fps çözünürlüğünde video MOV/MP4 formatında kaydedilebilen GH4, profesyonel ses girişlerini kullanabileceğiniz bir grip opsiyonuna da sahip. En çok merak edilen konulardan biri olan fiyatı konusunda ise henüz açıklama yapılmadı. 06 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com
HABERLER
Sony’den Akıllı Raket Sony, tenis raketleri için geliştirdiği yeni sensörü tanıttı. Tenis raketinin sap bölümüne takılmak üzere tasarlanan bu sensör, jiroskop ve titreşim algılayıcı yardımıyla raket hareketlerini takip edebiliyor. Sensör sayesinde topa vuruş hızı, topa raketin hangi bölgesiyle vurulduğu gibi bilgiler elde edilebiliyor. Bu bilgilere ulaşmak için de cihaza bir Bluetooth vericisi eklenmiş. Bu verici ile bilgiler iOS ve Android’li cihazlar için geliştirilen uygulamaya aktarılabiliyor.
Google Glass ve Sex Sex with Glass adı verilen girişim, çiftlerin kendi cinsel ilişkilerini izlemelerine olanak sağlamak üzerine geliştirilmiş. Fikre göre her iki tarafın da Google Glass takıp, kameralarını çalıştırdığı bir ortam söz konusu. Ardından cinsel tecrübe sonrasında bu iki kameradan gelen görüntüler birleştiriliyor ve sonuçta ortaya kendinize ait bir “seks kasedi” çıkıyor. Amaç bu tecrübeye hem kadın hem de erkeğin gözünden bakabilmek. Video, bir mobil uygulama sayesinde birleştiriliyor. Fakat uygulamanın ücretsiz olacağı açıklansa da henüz ne zaman kullanıcılara sunulacağı belli değil.
www.2fmagazine.com // 07
HABERLER
Apple CEO’su Tim Cook, Türkiye’yi Ziyaret Etti Apple’ın CEO’su Tim Cook, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ziyaret etti. Ziyarette eğitim konuları görüşülürken Tim Cook, Zorlu Center’da inşası süren mağazanın açılış tarihini açıkladı. Görüşmesi sonrası yayınlanan açıklamada Abdullah Gül’ün, Apple CEO’sundan Türkiye’ye yatırım konusunu değerlendirmesini istediği belirtildi. Tim Cook ise eğitime verdikleri önem ile Fatih Projesi’ne gönderme yaparken Türkiye’de Apple Store’un da Nisan ayında açılacağını dile getirdi.
Lee 2014 Ilkbahar Yaz Koleksiyonu Lee, 2014 İlkbahar Yaz Koleksiyonunu düzenlediği etkinlik ile tanıttı. Oldukça zengin bir koleksiyon hazırlayan marka, pastel tonlar ve farklı desenler ile dikkat çekmeyi hedefliyor. Geleneksel el işçiliğini, yüksek teknolojiyle buluşturarak modern jeanler üreten marka, sezonun öne çıkan trendlerinden olan pürüzsüz görünümü destekliyor. Maviler, griler ve beyazlar temiz bir erkek siluetini desteklerken, şehir yaşamına uyum sağlayan parçalar yaza hazırlıyor.
08 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
HABERLER
Zyxel’in Ultra Yüksek Hızlı Kablosuz Modemi Türkiye’de Zyxel, kablosuz iletişim alanında en yeni ve hızlı standart olan 802.11ac standardını destekleyen ilk ürününü Türkiye’de satışa sunuyor. Film, video, müzik, resim gibi içerikleri kablosuz ağ üzerinden hızlı ve güvenli bir şekilde aktarmak üzerine geliştirilen 802.11ac standardı, yüksek boyutlu 4K filmlerin bile kablosuz ağ üzerinden oynatılmasına imkan sağlayarak geleceğin standardı haline geliyor. Zyxel’in Türkiye’de satışa sunduğu 802.11ac destekli ilk ürün olan AC1750 (VMG8924-B10A), hem modem hem de router olarak görev yapabiliyor.
Olympus’dan OMD Ailesine Yeni Üye Olympus’un çok popüler OM-D ailesi büyümeye devam ediyor. 2013’ün sonlarında E-M1’i piyasaya süren firma şimdi de E-M10 ile karşımızda. Teknik özellikler bakımından E-M10, abilerinden gelen özellikler taşıyor. E-M1’den alınan 16MP M43 alçak geçirgen filtresiz sensör, Truepic VII işlemci, 1.037 milyon noktalı 3 inç ekran ve Wi-Fi’ın yanında E-M5’ten alınan 1.44 milyon noktalı vizör ve otomatik odaklanma sistemi E-M10’da görev yapıyor. Fakat alt seviye bir model olduğu için bazı özelliklerden kırpılmış. E-M10’da 3 akslı bir görüntü sabitleyici (diğer modellerde 5 akslı) ve çevre koşullarına dayanıklı olmayan bir gövde bulunuyor.
www.2fmagazine.com // 09
HABERLER
Tommy Hilfiger İlkbahar / Yaz Koleksiyonu Tommy Hilfiger’ın son yıllarda koleksiyonunu tanımalamak için kullandığı ”Hilfigers” teması bu yıl da devam ediyor. Hilfiger’lar bu kez ilkbahar / yaz kreasyonu için seyahate çıkıyor. Erkeklerde özellikle renkli kumaşlar ve ”denizci” tarzı dikkat çekerken gömleklerin revaçta olduğu da gözlerden kaçmıyor. Koleksiyonun tüm bölümlerinde birçok gömleğe yer verilmiş. Desenlerde ise yıldızlar, pelikanlar, çiçeklerle canlı bir hava yaratılıyor. Kadınlarda ise lacivert – beyaz ve limon renginin hakimiyeti göze çarpıyor. Özellikle limon rengi Hilfiger’ın bu yılki kadın koleksiyonunda çok önemli bir kazanmış. Yine ”denizci” tarzıyla dikkat çeken koleksiyonda farklı kumaşların birleşimiyle tasarlanan modeller de dikkat çekiyor.
10 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
HABERLER
Bluetooth’lu, Mobil Uygulamayla Yönetilen Amfi Line 6 geliştirdiği yeni amfi modelleri tasarımının yanında sahip olduğu yenilikçi özelliklerle dikkat çekiyor. Şirketin Amplifi 75 ve 150 modelleri, farklı ve şık tasarımının yanında birçok farklı özelliğe sahip. Bunların başında Bluetooth bağlantısına sahip olmaları geliyor. Bu sayede amfinize Android, iOS, Mac ve Windows’lu cihazlardan bağlanarak ayarları kablosuz olarak yapmanız mümkün. Özellikle iOS uygulaması ekstra özelliklerle de dikkat çekiyor. iOS üzerinden amfinize bağlanıp performansınızı kaydetmeniz ve paylaşmanız da mümkün.
Sevgililer Günü’nde 2 Kişilik Ev Partisi 14 Şubat’ın yaklaştığı şu günlerde en çok rahat ettiğiniz yerde yani evinizde sevgilinize bir sürpriz Sevgililer Günü partisi yapmayı hiç düşündünüz mü? Hem de 2 kişilik bir parti… Özel günler için kutlama konsepti geliştirme ve uygulama hizmetlerini www.elcinonat. com üzerinden sunan Elçin Onat, evde yapılacak Sevgililer Günü kutlamanızda size özel tasarlayacağı konseptle bu özel günü unutulmaz kılmayı hedefliyor.
www.2fmagazine.com // 11
ÖZEL HABER
Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com
MERCEDES’TEN “BÜYÜK COUPE”
Mercedes’in amiral gemisi S serisi bu yıl oldukça performanslı bir kimliğe büründü. Sahip olduğu teknolojinin yanında güçlü motorlarıyla dikkat çeken serinin yeni üyesi S-Class Coupe ise “Büyük Coupe” tarzıyla hem geleneği devam ettiriyor hem de BMW 6 Gran Coupe gibi modellere göz dağı veriyor
M
ercedes S-Class, her zaman Alman otomobil devinin en lüks, en oturaklı modeli olarak bilinir. S serisi sedanlar için bu tanımlar elbette yerli yerinde. En yeni S serisi de sahip olduğu teknoloji ve lüks ile yine “patron otomobili” havasını sürdürüyor. Fakat S serisi sadece bu oturaklı, ağır başlı imajdan ibaret değil. Özellikle 2013’te duyurulan S550 ve S63 AMG modelleri S serisinin gerektiğinde ne kadar “serseri” olabildiğini gösteriyor. Elbette biraz “züppe” bir serseri ama gerektiğinde bıçkın olmasını da biliyor.
12 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Bu sportif havanın doruğa ulaştığı nokta ise Cenevre Otomobil Fuarı öncesinde duyurusu yapılan S-Class Coupe. Kardeşlerinin aksine sadece kaputun altında sahip olduğu güç ile değil, tek kapılı tasarımıyla her anlamda sportif bir havaya sahip olan yeni S-Coupe, zerafetiyle büyülüyor. S-Coupe, Mercedes için yeni bir isimlendirme. Daha önce S serisinde hiç bu denli sportif bir modele yer verilmemişti. Fakat S-Coupe aslında Mercedes için yeni bir segment değil. Çünkü firma hali hazırda CL serisi olarak bu segmentte
otomobil satıyordu. Dolayısıyla S-Coupe, CL’nin yerini alıyor. CL modellerden alışık olduğumuz ise oldukça uzun bir gövdeye sahip olan yeni S-Coupe, akıcı çizgilerle oldukça dinamik görünüyor. Daha önce eski tip sürat teknelerini andıran, daha yumuşak çizgilere sahip olan CL serisi, yeni S-Coupe’nin tasarım anlayışıyla çok daha agresif. Bir konsept olarak hayatına başlayan S-Coupe’de, yollara çıkacak modelde de detaylar korunmuş. Dış tasarımda ön bölüme bakarsak Mercedes’in tüm model gamına yayılan ön tasarımı bu modelde de görüyoruz. LED destekli dina-
ÖZEL HABER
www.2fmagazine.com // 13
ÖZEL HABER
mik ön farlar, ortasında Mercedes logosu barındıran öz ızgara ve geniş hava girişleriyle süslenen alt tampon Mercedes’in tasarım dili haline geldi. Fakat arka bölümde işler değişiyor. Bu bölümde bambaşka bir tasarım tercih eden Mercedes, arka çamurluğun üzerinden gelen omuz çizgisini tüm arka bölüme yaymış. Farklı far tasarımıyla birlikte S-Coupe’nin arkadan bakıldığında tüm Mercedes’lerden farklı göründüğünü söylemek mümkün. Bu açıdan aslında bize biraz BMW 6 Gran Coupe’yi andırmadı dersek yalan olur. Yandan bakıldığında da yine S-Coupe’nin agresif halini görüyoruz. Ön çamurluktan başlayıp arka çamurluğa kadar ulaşan çıkıntılı çizgiler, CLA serisini anımsatan güzel bir detay. Fakat C sütunundan itibaren gelen ve arka camı içeri doğru iten geniş omuz çizgisi, belki de S-Coupe’ye 14 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
karakteristik görünümünü kazandıran en önemli detay. İç tasarımda ise S serisinin genel tasarımının korunduğunu görüyoruz. Orta konsoldaki tuş sayısını minimumda tutan Mercedes, tuşları kapı kolunun üzerine taşımış. Orta konsoldaki ekranın eskiden olduğu gibi konsolun içinde olması güzel bir detay. Zira yeni CLA ve C modellerinde bu ekran sanki sonradan takılmış gibi dışarıda duruyor. Orta konsolun haricinde aracın gösterge paneli de aslında bir ekran. Bu sayede bu bölümde kişilleştirme yapılabiliyor. Beklendiği gibi iç bölümde malzeme kalitesi de çok yüksek. Tüm detaylara gösterilen büyük özen S serisinin Mercedes için önemini ortaya koyuyor. Özellikle koltukların konforuna ekstra özen gösterilmiş. Cruise Control, aktif şerit değiştirme
uyarı sistemi, gerektiğinde otomatik fren yapabilen çarpışma önleme sistemi gibi birçok özelliği standart olarak S-Coupe’de ayrıca 4-Matic 4 çeker sisteminin de standart olacağı açıklandı. Fakat bu durum donanım paketlerine göre bazı pazarlarda farklılık gösterebilir. Motor olarak ise şimdilik tek bir seçenek bulunuyor. S550’de de görev yapan 4.7 litrelik çift turbo beslemeli V8 motor, S-Coupe’nin güç kaynağı olarak açıklandı. Bu motor 449 beygir güç üretiyor ve bu sayede S550 Coupe’ye önemli bir atiklik kazandıracağına hiç şüphe yok. Fakat Mercedes henüz bu model için performans verileri açıklamadı. Şimdilik daha güçlü ya da düşük hacimli versiyonların olup olmayacağı belirsiz. Fakat üstü açılabilir bir Cabriolet’nin gelmesine kesin gözle bakılıyor. //
ÖZEL HABER
Fujifilm, başarılı X serisi aynasız fotoğraf makinelerine bir yenisini daha ekledi. X-T1 hem özellikler hem de tasarım bakımından diğer X modellerinden ayrılıyor
R
etro tasarımlı X serisiyle dijital fotoğraf makinesi pazarında bambaşka bir yer edinen Fujifilm, seriye yeni bir model ekledi. X-T1 isimli model hem özellikler hem de tasarım bakımından diğer X modellerinden ayrılıyor. Son dönemde X100S ve X-E2 gibi güncelleme modelleri ve X-A1, X-M1 gibi ucuz – küçük modeller geliştirmeye yoğunlaşan Fujifilm, bu kez yepyeni bir gövde tasarlamış. X-T1’in tasarımı, “Rangefinder” tasarımını benimseyen diğer X modellerinin aksine retro DSLR’ları andıran bir tasarıma sahip. Bunun en büyük etkeni
orta bölüme yerleştirilen prizma şeklindeki vizör çıkıntısı. Bu prizmanın içinde optik değil ama çok başarılı bir dijital vizör görev yapıyor. 2.36 milyon noktalı, 0.77x büyütme oranına sahip olan vizör ayrıca 0,05 saniyelik gecikmesiyle şimdiye kadar üretilmiş en iddialı dijital vizör olarak dikkat çekiyor. X-T1’in bir başka dikkat çekici noktası ise çevre koşullarına dayanıklı bir gövdeye sahip olması. X serisinde ilk kez gördüğümüz bu özellik sayesinde X-T1 yağmur ve toz gibi etkenlere dayanabiliyor. Bunun yanında X-T1’in yanında gelen dikey grip de çevre
koşullarına dayanıklı. Yeni tanıtılan 18135mm f/3.5-5.6, a 16-55mm f/2.8 ve 50-140mm f/2.8 lensleri de yine bu özelliğe sahip olacak. Magnezyum gövdeye sahip olan X-T1’in diğer özellikleri ise X-E2’ye benziyor; 16.3 MP X-Trans CMOS sensör, EXR II işlemci, Kontrast tabanlı odaklama destekleyen otomatik odak sistemi, 3 inç 1.04 milyon noktalı ekran, Wi-Fi, ISO 100 – 51,200, dahili Time Lapse fonksiyonu. Fujifilm X-T1, Şubat ayı içinde 1.300 dolarlık gövde fiyatıyla satışa sunulacak. // www.2fmagazine.com // 15
ÖZEL HABER
Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com
PORSCHE geri dönüyor Porsche’nin ikonik Targa modeli, 2014 model yılıyla birlikte 911 ailesine geri dönüyor
P
orsche’nin Targa adını verdiği farklı tavan sistemine sahip modeli, ilk olarak 1965 yılında yollara çıkmıştı. Arka kapının hemen arkasından başlayarak sürücüler üzerinde bir koruyucu bölge oluşturan geniş bant, bugün tasarım açısından ikonik hale gelmiş durumda. Fakat Porsche mühendisleri bu tasarımı aslında tasarım değil güvenliği ön planda tutarak hayata geçirmişlerdi. Bu yüzden ilk Targa’ların sloganı “ilk güvenli Cabriolet” olarak belirlenmişti. Targa, o yıllarda “roll bar” adı verilen güvenlik önlemi bulunmadığı için oldukça güvensiz olan açılır tavanlı otomobillere alternatif olarak geliştirilmişti. Zira açılır tavanlı otomobiller takla atmaları durumunda araç içindeki kişilerin hayatı büyük risk altında oluyordu. Porsche, güvenliği sağlamak için yarı açılır bir tavan 16 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
sistemi geliştirdi ve güçlü bir çatı direği kullanarak takla durumunda da yolcuların güvende kalmasını sağladı. Ardından bu tasarıma Targa Florio yarışısından esinlenerek Targa ismini verdiler ve tasarımın patentini aldılar. Bugün koltuk arkasına yerleştirilen güçlü borular ile takla güvenliği çok daha küçük bir alanda sağlanabiliyor. Böylece tam açılır tavanlı araçlarda bile kesin bir güvenlik sağlanabiliyor. Fakat Targa’nın görsel güzelliği halen öylesine etkileyici ki, Porshce bu modeli 911 ürün gamında tutmaya devam ediyor. En son 2002 yılında yenilenen Targa, 2014 yılında Targa 4 ve Targa 4S olmak üzere iki farklı model olarak satılacak. Targa 4 modelinde 4 tekerden çekiş sistemine 3.4 litrelik 350 beygir gücünde bir motor eşlik ederken Targa S modelinde 3.8 litrelik 400 beygir gücünde bir motor
yer alıyor. Tasarım açısından bakıldığında ön ve arkada yer alan detaylar standart 911 ile aynı. Fakat arka camın oldukça geniş yapısı Targa’yı farklılaştırıyor. İkonik metal çerçeve ise Targa imajını veren en önemli parça. Aracın orta bölümünde bulunan yumuşak tavan bölümü, gerektiğinde açılıyor ve arka koltukların arkasına gizleniyor. 19 saniye süren bu işlem esnasında arka cam da hareket ediyor. Bu sebeple açılma işlemi sadece araç dururken yapılabiliyor. Açılır tavan mekanizması, arka cam ve metal çerçeveye rağmen Targa’nın ağırlığı standart modelden çok da fazla değil. Mekanizmada hafif parçalar kullanan Porsche, çerçeveyi de magnezyumdan üretmiş. İç mekanında değişiklik bulunmayan 911 Targa modelleri, 2014’ün yaz aylarında piyasada olacak. //
ÖZEL HABER
www.2fmagazine.com // 17
#1 Tommy Hilfiger İle “Westcoasting” Tommy Hilfiger 2014 İlkbahar – Yaz Koleksiyonu “Westcoasting”, keyifli bir yolculuğa çıkan ‘Hilfigers’ailesinden esinleniyor. Ailenin Monterey, Palm Springs ve Santa Barbara ziyaretleri koleksiyondaki renk ve desenlere yansıtılmış. Koleksiyonun Türkiye tanıtımı da geçtiğimiz günlerde gerçekleştirildi.
#2 #3
#2 Adidas Porsche Design P5000 Adidas’ın Porsche’nin tasarım şirketiyle birlikte hayata geçirdiği Porsche Design serisi farklı çizgileriyle dikkat çekiyor. Seride ayakkabılardan biri olan bu model bal peteği desenleri ve adeta bir şişme botu andıran tabanıyla farkını gösteriyor.
#3 Victorinox VT İsviçre çakılarıyla ünlü Victorinox, bu kez fonksiyonelliğiyle ön planda olmayan bir model üretmiş. Victorinox VT yine birçok İsviçre çakısında gördüğümüz özelliklere sahip. Fakat bu modeli diğlerinden ayıran özelliğinde üzerinde 1 gramlık altın bir plaka bulunuyor olması.
#6
#9
#4 Burberry 2014 Güneş Koleksİyonu Yeni sezon Burberry gözlük koleksiyonu ilhamını markanın işçilik ve tasarım mirasından alıyor. Kare, kedigözü ve yuvarlak modellerin yer aldığı koleksiyonda el işçiliği ile sap bölümüne yerleştirilen ahşap parçalar ve hayvan desenli tasarımlar dikkat çekiyor.
#5
#5 Google Lens Google, Glass’ın ardından şimdi de “akıllı lens” ürünüyle karşımızda. Göze takılan bir kontakt lens olarak tasarlanan ürün, üzerindeki elektronik devre sayesinde gözyaşından glikoz miktarını ölçelebiliyor. Böylece kandaki şeker oranı yükseldiğinde uyarı veriyor.
18 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
#4
#6 Dockers İlkbahar/Yaz Koleksİyonu Dockers’ta sonbahar/kış koleksiyonlarında zıtlıklar, bariz çizgiler, temel renkler ve kalın kumaşlar ön plana çıkıyordu. Havalar ısınırken ise, erkek modasının parlak renklere ve hafif kumaşlara doğru keskin bir geçiş yaptığını görüyoruz.
#7 Logitech X100 Özgün tasarımı ile dikkat çeken, küçük boyutlarına rağmen yüksek kalite ses sunan Logitech X100 Mobile Speaker, Bluetooth bağlantısı, beş saat pil ömrü ve telefon görüşmeleri için tasarlanan dahili mikrofonuyla tüm ihtiyaçları karşılıyor.
#1
#8 Toshiba Satellite P50t 2014 yılında teknoloji dünyasında en önemli trendlerden biri olması 4K – ultra yüksek çözünürlük, öncelik televizyonlarla birlikte hayatımıza girmişti. Toshiba’nın CES 2014’te tanıttığı yeni dizüstü modelleri ise 15.6 inç boyutundaki ekranlarında 3840 x 2160 piksel gibi muazzam bir çözünürlük ve inç başına 282 piksel gibi yüksek bir değer sunuyor.
#9 KORG RK-100S KORG RK-100’ün 1984 yılında piyasaya sürüldükten sonra üzerine hiç yeni model gelmemişti. Ta ki bugüne kadar. KORG, bu klasiği yeni teknolojilerle yeniden hayata döndürmeye karar vermiş ve ismini de RK-100S koymuş.
#8 #7
www.2fmagazine.com // 19
MODA
2014 İLKBAHAR - YAZ ERKEK MODASI Gamze Biran
gamze@2fmagazine.com
Bu ayki moda sayfamızı erkeklere ayırdık. Biliyoruz ki kadınların kalbi hep moda ve alışveriş için atsa da erkeklerin de bizden aşağı kalır yanı yok. Hazır erkek moda haftalarını geride bırakmışken ve yeni sezona giriş yaparken 2014 ilkbahar - yaz erkek koleksiyonlarında bolca neler göreceğiz hep beraber inceleyelim. Gördüklerinizin birer şov olduğunu, önemli olan ana temayı alıp kendi tarzınıza uygulamak olduğunu da unutmayalım.
ezonda a yeni s m a , iz iliriz. bilirsin iyor ola ini vereb r m e v ll e a s y ı y in k alma a sıkça inizin s ize çiçe leyeceğ karşımız k a e d a m ız Sevgilin u t, ın y bir tişör ası pod rı dolab li la m n a ıl e ç n s r a a e ll d p Çiçek likte ku çiçekli aşlayın. rinin bir b le la n y e a s ç e r bir pa la… Çiçek d i mi tek la mese r is la iy r iz fe s a lo çıksa da jean ve
İnde
İç Çİçekler
20 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
MODA
SPORTİF
orcu umuz sp ğ u ld o lışkın ketbol rmeye a bol, bas ö t g u f a d iz ın r im ol’ ksiyonla aizse ‘co tık bildiğ r c le i A o ir k r. b k o a e t iy Erk değiş y gibi var. r f, kayka on biraz z ö s e s , t önelim u y le b a ik ı s is lc a b o , m b t te rında il krike ksiyonla lara değ r le o o k p s n i o ez gib re yeni s aktivitele
www.2fmagazine.com // 21
MODA
MAVİNİN H
ER TONU
mavisin Sezonu e kadar n rengi dilediğin mavi! La yeter ki iz mavi to civertte üzeriniz n n, bebe unu seç de mav istersen k i m p e a kte serb rçalar o iz de m lsun. İst estsiniz avinin fa e , r aynı to rklı tonla nları ku rıyla deg llanın, rade gö rünüm karar siz oluşturu in. n,
22 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
MODA
Parlak k umaşlar, ipek kra biraz ro vatlar, ş mantik, ık şallar, b ir az elega evet şim mendille n ve bo di oldu, r, kısa p lca da k artık siz açalar; endini b de bir ‘D eğenmiş andy M tavır; an’siniz. her daim Çokça a şık… rzulana n,
www.2fmagazine.com // 23
MODA
en, dizilerden asa da filmlerd tm tu ız m şı Ya ! ü d ar; amıyla geri dön lonlar, bol paçal to an p li ile p r, 50’ler tüm ihtiş ’lere . Geniş yakala darıyla aşinayız m. Ama eğer 50 ka ru z ü yo ili m b ü ğ ya ü la rd ö an g madığınızı n filmlerden an çok da hoşlan d ız rın la ış rsanız emin olu ak rla b ya u evet re ö g e iz in ze ceket, kısa m getirip kend lon askısı, kruva to n modern bir yoru Pa r. ili b re yif ve ntü oldukça ke eye değer… çıkmış bir görü mesela; denem sü lü 3’ n lo to an paça p
50’LER
YUMUŞAK DOKU
24 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
50’s
Türk erkekleri nin çanta taşı mayla ilgili so de bu kolayc runları olduğ a kavranabile unu düşüns n çantaları ku diye ümit ed lla n an modaseve iyorum. Bir do rler çıkacak sya, gazete, d ceplerinizi do ergi gibi yuva ldurmaktan, cü rlayın ve kulla zdanınızı tele nı tan, ya da elin fonunuzu kız izde sigara pa a rk a d a şı nızın ç keti, cüzdan, telefon, araba anahtarı ve b la dolaşmakt ilu an vazgeçers iniz. İmza: Bir dost
nu düşünsem rler çıkacaktır n ve kullanın . Böylelikle be lki daşınızın çan tasına koyma ktarı ve bilumu m aksesuarla rdost
MODA
BERMUDA ŞORTLşoARrtlar bu sezon diz altına iniyor. Geniş kesisomkali ğa inecek bermuda
lan a da Geçen yaz kısa a karşımıza çıks rd la m yu d o p a farklı Milano, Paris’te rtlarından çok d şo l o tb ke as şortlar Londra, b ız akarsan erecek. Aslına b mi zaman göst sayılmaz.
www.2fmagazine.com // 25
MODA
Stil
GiZLiDiR Şeytan ayrıntıda gizlidir sözünü müsadenizle değiştirip stil ayrıntıdadır diyorum. Önemsiz gibi gözüken detaylar kimi zaman kıyafetinize bambaşka bir görünüm kazandırabilir, nasıl mı? İşte birkaç ipucu!
ÇORAP DEYİP GEÇMEYİN Yoksa siz hala siyah ayakkabıyla siyah, kahverengi ayakkabıyla kahverengi çorap mı giyiyorsunuz? Mümkünse bunu kimsenin yanında dile getirmeyin, dalga konusu olmanızı istemeyiz. Artık çorabınız ne kadar renkliyse, kıyafetiniz o derece ilgi çekici… Paçalar kısalsın, çoraplar gözüksün! Ve hayır, kıyafetinizdeki bir parçayla aynı renkte çorap da giymeyin, ne kadar aykırı o kadar stil sahibi. Puantiyeli ve çizgili olanlar favorimiz. 26 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
MODA
AKSESUARSIZ ASLA Hep erkeklerin aksesuarı olmamasından, sadece saat takmaktan bahsedip durdunuz; en büyük yanlışı da orada yaptınız. Kravatlar, mendiller, yaka iğneleri, şallar, bileklikler, papyonlar, şapkalar… O kadar çok erkek aksesuarı var ki! Tek yapmanız gereken aksesuar sevmek ve biraz aksesuar yatırımı yapmak. Gerisi oldukça kolay. Emin olun aksesuarınızı beğenen bir kadınla sohbet konusu bulmak o kadar da zor olmayacaktır. KURALLARI UNUTUN Chambray gömlekle kravat takılmaz, ceketin üstüne yelek giyilmez, kareli gömleğe puantiyeli kravat takılmaz… Kim uyduruyor bunları! Kuralları unutun, çünkü hiç varolmadılar. Neyi nasıl giymek istiyorsanız giyin, denemekten korkmayın. Yanlış yapmadan doğruyu öğrenemezsiniz ama öncesinde giyip birilerinden onay almayı deneyebilirsiniz. En uyumsuz parçalar bile kimi zaman bir uyum yakalayabilirler ama eğer başaramadığınızı düşünüyorsanız ufak yardımlar almaktan çekinmeyin. www.2fmagazine.com // 27
MODA
Centilmenler Kulübü
MUJJO - 65 TL
H&M - 59,95 TL
GIVENCHY GENTLEMEN ONLY INTENSE 50 ml -195 TL
KOTON - 129,99 TL
HAPPY SOCKS / BEYMEN - 13 TL
MUDO - 59,95 TL
BURBERRY HARVEY NICHOLS
SANTONI / VAKKO 28 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
DIESEL - 320 TL TONY&GUY - 32 TL
MODA
HAFTA SONU KAÇAMAĞI
POP.SEE.CUL / VAKKORAMA
H&M - 69,95 TL
LACOSTE - 220 TL MUDO - 39,95 TL
MUDO - 59,95 TL
PUMA FUTURE LITE 138,75 TL KOTON - 59,99 TL
www.2fmagazine.com // 29
MODA
Miray KORKMAZ // miray@2fmagazine.com
HAVADA AŞK KOKUSU... Var mı yok mu bilinmez, fakat Şubat ayının gelmesiyle birlıkte şahit olacağımız çoklu sevgi gösterilerinin kokusunu ş i m d i - den almaya başladık. Bekar olabilirsiniz, belki ilişkiniz yeni bitmiştir ya da platonik bir aşıksınızdır, Sevgililer Günü’ne hazır değilsinizdir. Hatta bu sevgi selinden kaçmak için çeşitli planlar yapıyor bile olabilirsiniz. Kaçmanın çözüm olmadığının içten içe hepimiz farkındayız. Bu yüzden aşktan kaçmak yerine onu kovalayın. Çünkü şimdi aşkı kucaklamanın tam zamanı! 2013’ün güzel nimetlerinden biri olan nail art modası, kovalamacanın başlangıç noktası olmaya oldukça müsait. Ellerimizdeki değişimin kalbinizin kapılarını aralamaya yeticek güçte olduğuna inanıyorum. :) Yani gittikçe ustalaştığımız bu sanatla birlikte Sevgililer Günü tufanından sağlam çıkabilirsiniz. Modayı sevgiyle harmanladığınızda sadece kendinizle ilgili iyimser
30 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
düşünmekle kalmayıp bunu çevrenizdekilere de yansıtabiliyorsunuz. Minik kalpler dağılıyor her tarafa. En güzel yanı da biri iltifat ettiğinde o minik kalpler içinde gülen güzel yüzünüz. :) Sevgililer Günü gibi sembolik bir güne çok da anlam yüklememek gerekir. Asıl rahatsızlık veren şey “single”
statünüzün yüzünüze çarpıldığı gün olması olabilir. Bundan kaçmanın bir yolu malesef ki yok. Ama aşktan kaçmanız için bir sebep de yok. Moda gibi uçsuz bucaksız, bir o kadar da eğlenceli bir yolla bedeninizi minik kalplerle donatmak varken neden onu çikolatalara boğup ağırlaştırasınız? //
Yazı Dört Gözle Bekliyoruz!
MODA
Zeldam Ilkbahar / Yaz koleksiyonu çok yakında geliyor! www.zeldam.com @zeldamtr
/zeldamtr
www.2fmagazine.com // 31
RÖPORTAJ
Aslıhan KARLIDAĞ // aslihan@2fmagazine.com
@aslihankarlidag
GÜCÜ YETENEĞİ, UĞURU PEMBE OJELERİ
T
ürkiye’de kadın olmak ne kadar zorsa, kadın futbolcu olmak bir o kadar zor ve meşakkatli bir iş. Önyargının boyutları, futbolla ilgilenen kadınların ya akli dengesi ya da hormonal dengesi bozuktur noktasına kadar varmış durumda. Bırakın kadınların futbol oynamasını, izlemesine yorum yapmasına dahi katlanamayan insanların ülkesinde yaşıyoruz. 2f Magazine ekibinde; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla sıra dışı bir kadınla röportaj yapma fikri doğduğunda, aklıma ilk gelen isim Konak Belediyespor kadın futbol takımının başarılı kalecisi Fatma 32 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Şahin oldu. Başka bir ülkede doğmuş olsaydı, bugün bambaşka bir kariyeri olacakken, karşısına çıkarılan zorluklara rağmen futboldan asla vazgeçmemiş bir isim. Dünyanın en tanınmış kadın kalecilerinden biri olan Hope Solo’dan söz ederken, aynı şartlarda olsaydık ben de O’nun gibi olabilirdim diyecek kadar yeteneklerinin ve potansiyelinin farkında bir oyuncu. Gelin, bu cıvıl cıvıl genç kadınla gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbetimize siz de katılın.
bilir misin? Fatma Şahin kimdir? Ben 23 yaşındayım, Ege Üniversitesi Spor Akademisi’nde futbol antrenörlüğü okuyorum. 2007 yılından bu yana Konak Belediyespor’un kalesini koruyorum.
Fatma bize biraz kendinden söz ede-
Futbola ne zaman başladın?
Kaç kardeşiniz? Ailen de İzmir’de mi? 3 kız kardeşiz. Ben ortancayım, yani en az sevilen benim (gülüyor). Kardeşim lisede okuyor, ablam Anadolu Üniversitesi Fizik bölümü son sınıf öğrencisi. Ailem de İzmir’de yaşıyor.
RÖPORTAJ Sokakta erkeklerle oynayarak başladım. Ve bu benim kaderimi değiştirdi. Ortaokul son sınıftayken bir arkadaşım mahallede kadın takımı kurulacağını haber verdi. Ben de takıma girdim. Bir turnuvaya katıldık, turnuvadaki rakibimiz Elit Çimenspor’un (Elit Çimenspor lisanslı bir kulüp ve kadınlar liginde oynuyorlar) sorumlusu beni ve takımdan 2 kişiyi daha kendi takımlarına aldı. Böylece lisanslı futbolculuk hayatım başlamış oldu. 8 yıldır lisanslı futbolcuyum. Futbolcu olmana ailen ve arkadaşların nasıl yaklaştılar? Ben ailemden çok destek gördüm. Anneme ve babama özellikle teşekkür etmek istiyorum. Çünkü Elit Çimenspor’da oynarken tatsız bir olay yaşadım. Bir yıl boyunca hiç maça çıkamadım. Babam lisansımı çıkarmam için Ankara’ya kadar gidip bizzat kendi ilgilendi. Bu konuyu biraz açar mısın? Bir yıl futbol oynamanı engelleyen neydi? Elit Çimenspor’dan Konak Belediyespor’a transferim sırasında eski kulübüm beni bırakmak istemedi. 10 bin lira gibi kadın futbolunda çok yüksek olan bir yetiştirme bedeli talep ettiler. Anlaşma bir türlü sağlanamıyordu. Ben Konak’la sadece antrenmanlara çıkıyordum, lisansım olmadığı için maçlara çıkamıyordum. Bu sürede hem babam hem Konak Belediyespor yöneticileri yoğun bir çaba harcadılar. Sonunda iki kulüp 4 bin liraya anlaştı ve lisansım çıktı. Bu problemler Milli Takım kariyerimi de olumsuz etkiledi. Üç defa takımım olmamasına rağmen milli takıma çağrıldım. Fakat daha sonra Metin Hoca artık
beni kampa çağıramayacağını söyledi. Milli takım kariyerin nasıl başladı? Elit Çimenspor’da oynarken Milli Takım seçmelerine de katıldım. Almanya’dan karma bir takım da seçmelere gelmişti, ben seçilemedim. Benimle beraber Elitspor’a alınan 2 mahalle arkadaşım seçilmişlerdi. Çok üzülmüştüm ama yılmadım, bir yıl geçtikten sonra tekrar seçmelere katıldım. Bu defa başardım. Futbola kaleci olarak mı başladın? Kaledeki yeteneğin nasıl keşfedildi? Mahalle takımında oynarken takım bir turnuvaya katılma hazırlığı yapıyordu. Fakat bir problem vardı, takımda kaleci yoktu. Benim boyum uzun olduğu için bunun bir avantaj olacağını düşünerek ben kaleye geçmek istedim. Bir daha da kaleyi bırakmadım. Kale kadınlar futbolunun en zor mevkisi. Ama sen kalede çok rahat görünüyorsun ve inanılmaz kurtarışlar yapıyorsun. Bunu neye borçlusun? Elit Çimenspor’da oynarken iyi bir
kaleci değildim aslında. Çok ciddi zamanlama hataları yapardım ve bu yüzden benimle dalga geçerlerdi. Şimdiki performasımın çok altındaydım. Eskiye oranla daha fit olmamın önemli bir avantajı var. Ama en büyük pay kaleci antrenörlerimin. Özellikle milli takımdaki kaleci antrenörümüz Metin Akçevre, Göztepespor kaleci antrenörü Suat Hoca’nın (Arıcan) ve Saim Hoca’nın (Soybayraktar) bana çok büyük faydası oldu. Bir kaleci için kaleci antrenörü çok önemli. Maalesef biz sadece milli takımda kalecilere özel antrenman yapabiliyoruz. Metin Hoca çok iyi idman yaptırıyordu. İdmanları çok eğlenceli geçiyordu. Daha sonra Eser Hoca (Özaltıntere) geldi. O’nun idmanları daha teknik ve daha sert geçiyordu. Eser Hoca da çok iyi bir insan ve çok iyi bir antrenör. Kulüplerde kaleciler antrenörsüz çalışıyor. Ben Handan’la (Konak Beldiyespor’un ikinci kalecisi) çalışıyorum fakat O İzmir dışında okuduğu için haftada bir defa antrenmanlara katılabiliyor. Bu da gelişimim için yeterli olmuyor. Bu arada Konak Belediyespor’da www.2fmagazine.com // 33
RÖPORTAJ tük, bunun imkansız olduğunu düşünüyorduk. Başkanımız bizden daha çok inanmıştı diyebilirim. Şampiyonlar Ligi maçlarına hazır çıkabilmek için hazırlık maçı yapmak üzere Romanya’ya gittik. Başkanımız da bizimle geldi. Ardından, yine hazırlık maçı için tüm masraflarını cebinden ödeyerek Yunanistan’dan bir takım getirdi. Sonra grup maçlarını oynamak için Bosna’ya gittik. Hocamız bizi çok iyi motive etti. Biz de üç maçımızı kazanarak gruptan çıktık. Gruptan çıktıktan sonra bizler de başkanımız ve teknik direktörümüz gibi inanmıştık artık.
güzel bir gelişme yaşandı. Kulüp Saim Hoca ile anlaştı. Artık bizim de bir kaleci antrenörümüz oldu. Futbola Elitspor’da başladın. Konak Belediyespor’a transaferin nasıl gerçekleşti? Elitspor’dan, yaşadığım bazı problemler sebebiyle ayrıldım. Hem antrenörle yaşadığım problemler hem de kulübün oyunculardan malzeme, yol vs için sürekli para talep etmesi beni ayrılma noktasına getirdi. Bir süre Bucaspor’la antrenmanlara çıktım fakat transfer ücretinde anlaşamadık. Daha sonra Konak Belediyespor’la görüşmelere başladım. Söz ettiğim o bir yıllık aranın ardından 2007 yılında Konak Belediyespor’la ilk maçıma çıktım. Konak Belediyespor’la çok önemli 34 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
başarılara imza attınız. Çok yeni bir kulüp olmasına rağmen birinci lige Şampiyonluk gördü ve ardından şampiyonlar liginde tarih yazdınız. Bu başarıları neye bağlıyorsun? Öncelikle başkanımız Hakan Tartan’ın takıma olan katkısı ve teknik direktörümüz Hüseyin Tavur’un sayesinde başarı geldi. İyi transferler de yapıldı. Lüleburgaz’dan Handan’ı aldılar. Esra Erol’u aldılar. Ayrıca yabancı oyuncularımız da takıma güç kattı. Şampiyonlar Ligi’nde başlangıçtaki hedefiniz neydi? Son 16’ya kalacağınızı bekliyor muydunuz? Son 16’ya kalacağımızı biz de beklemiyorduk. Geçen yıl şampiyon olduktan sonra başkan bizimle bir toplantı yaptı ve Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final istediğini söyledi. O gün hepimiz gülmüş-
Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale yükselmek için karşılaştığınız Neulengbach maçında İzmir’de çok önemli bir seyirci desteği vardı. Bu sizi nasıl etkiledi? Taraftar oyuncuları kesinlikle etkiliyor. Takım olarak bir şey söylemek zor, her oyuncudaki etkisi farklı oluyor. Beni olumlu etkilemişti ama çok heyecanlanan ve eli ayağı dolaşan arkadaşlarım da olmuştı. Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kaldığınızda TFF’den size bir tebrik mesajı geldi mi? Tebrik mesajı gelmedi diye biliyorum. Gruplardan çıkınca Spor Bakanlığı 100 bin lira prim verdi. Onun dışında federasyondan maddi manevi bir destek görmüyoruz. Genel olarak TFF’nin kadın futboluna olan yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsun? Bu Federasyon kadın futbolunun bütün problemlerini biliyor aslında. Buna rağmen şampiyonluk ödülü bile
RÖPORTAJ ğil diyor. Biz aynı koşullarda oynayarak eşit olduğumuzu ispat etmiş oluyoruz. En azından, kadınlar ancak daha küçük sahada daha küçük topla oynayabiliyorlar denmesini engellemiş oluyoruz.
çok komik bir rakam (30 bin lira Aslıhan). TFF kulüplere ilgi göstermiyor diyorsun. Milli Takım söz konusu oluca durum değişiyor mu? Maalesef pek değişmiyor. Önceki yıllarda milli maçlardan 6 gün önce kampa girerdik. Şimdi kampa giriyoruz ve tek idmanla maça çıkıyoruz. Milli maçlarda fark yemekten çok bunaldım. Fakat bu yaklaşımla milli takım bazında başarılı olmamız hiç de kolay değil. Erkek futbolcuların milyon dolarlar mertebesinde kazandığını biliyoruz. Kadın futbolcular ne kadar kazanıyor? Kadınlarda en iyi kazanan Konak Belediyespor. Burada başkanımız Hakan Tartan’a ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Kulübü çok önemli yerlere getirdi, hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı. Bizim gibi bir de Ataşehirsporlu oyuncular iyi kazanıyorlar. Tabi iyi kazanıyorlar derken erkeklerle kıyaslanamaz bile. En yüksek meblağ yıllık 20 bin lira civarı. Bunun yanında ligde hiç para almadan oynayan futbolcular da var. Basın ve
sponsor desteğinin olmaması kadın futbolunun belini büken en önemli faktör. Futbol hayatın boyunca hiç cinsiyetçi yaklaşımlara maruz kaldın mı? Kadınlar evde otursunlar diyorlar ve bunlar çok moralimi bozuyor. Ailem çok destek oluyor bana. Antrenmanlar akşam 20:30’da başlıyor. Akrabalarım bu geç saatlerde neden yolluyorsunuz kızı idmana diyorlardı. Ama tabi başarı geldikçe onlar da bu serzenişlerden vazgeçti. Futbolcu olduğunu söylediğinde nasıl tepkiler alıyorsun? İnsanlar inanmıyorlar. Nasıl futbol, hentbol mü diye soruyorlar. Futbol tamamen erkeklere göre dizayn edilmiş bir oyun. Sahanın eni boyu, kalenin boyutları hatta topun ağırlığı bile erkek fizyolojisine göre ayarlanmış. Aynı sahada, aynı topla kadınların futbol oynaması hakkında ne düşünüyorsun? Bu bir haksızlık mı yoksa eşitlik mi? Bence böyle olması gayet normal. Zaten bazı insanlar kadınla erkek eşit de-
Voleybolda, teniste kadınlar ve erkekler farklı formalar giyiyorlarken futbolda kadınlar erkeklerin vücut tipine göre tasarlanmış formalar giyiyorlar. Sahaya kadınlar için tasarlanmış daha şık formalarla çıkmak istemez miydin? Ben kadın kesim formayı tercih ederim. Normal hayatımızda erkeklerden farklı kesimde farklı tarzda giyiniyoruz. Sahada da böyle olmalı. Bizim kulüpte tüm formalar ve eşofmanlar kadın kesim. Fakat milli takımda erkeklerle aynı eşofman ve formaları giyiyoruz. Bir röportajında senin takımın en süslü oyuncusu olduğunu okumuştum. Öyle mi gerçekten? Önceden öyleydi. Şimdi yeni transferler geldi, benimle yarışıyorlar (gülüyor). Maçlardan önce pembe oje sürerim, benim uğurumdur bu. Eldivenden gözükmese de yaparım. Aynaya bakıp kendimi beğeniyorsam kendimi iyi hissederim. Bu da maça yansır. Son olarak bizlere söylemek istediğin bir şey var mı? Kadın futboluna destek verilmesini ve artık kadın futbolunun Türkiye’de ilerlemesini istiyorum. Bu kadar oyuncunun aktif futbolculuk hayatı bittikten sonra da ekmek parası kadın futboluna bağlı, çünkü biz futboldan para kazanıyoruz. Şu anda futboldan iyi paralar kazanamıyorum ama ileride teknik direktör olarak iyi paralar kazanmak istiyorum. // www.2fmagazine.com // 35
Yasemin Kartal SAĞLIK
SİNEMADA ÖZGÜR KADIN
E
rkek egemen ideolojinin hakim olduğu toplum düzeninde, kadın ve erkeğin nasıl davranmaları gerektiği ve rolleri doğumlarından itibaren belli kalıplar içinde öğretilerek, sıkı bir toplumsal denetim sağlanmaktadır. Bu toplumsal düzen içinde kadının rolü aile, eş, çocuk ekseninde ideal eş ve anne olmak, erkeğin rolüyse gücü ve iktidarı temsil eden olarak çalışmak ve evin geçimini sağlamaktır. Kadın ve erkek arasındaki bu ayrım eril iktidarlarca ve akımlarca çeşitli kanallar aracılığıyla güçlendirilmiştir; erkek egemen bakışın hakim olduğu sinema da bunlardan biridir. Değişen siyasi ve toplumsal iklime bağlı olarak sinemada kadın temsilinin de şekillenmiş olduğunu görürüz. İkinci dünya savaşı sonrası dönemde kadınların çalışma hayatının içinde aktif olarak yer alması, erkeğin iktidarını ve egemen ideolojiyi tehdit eden bir unsur olarak görülmüş ve bu durum sinemada femme fatale imgesini doğurmuştur. Double Indemnity (1944),The Big Sleep (1946), The Postman Always Rings Twice (1946), Gilda(1946) bu dönemde çekilen femme fatale/ölümcül kadın figürlü filmler arasında ilk akla gelenlerdir. 68 hareketinin temellerinin atıldığı 60’lı yıllarda sivil haklar, savaş karşıtlığı, feminizm, tüketimcilik, eşcinsellerin özgürlüğü, hippie karşı kültürü gibi döne36 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Double Indemnity (1944)
SİNEMA Real Women Have Curves (2002)
A Woman Under The Influence (1974)
Thelma and Louise (1991)
min özgürlükçü ve toplumsal hareketleri sinemada da eleştirel anlamda bir bakışı gerekli kılmıştır. Bu dönemde sinemada erkek dilinin hakimiyeti ve melodram kalıpları içinde idealize edilen kadın imgesi sorgulanmaya başlanmıştır. 70’ler ve 80’lerde diğer bütün sanat disiplinlerinde olduğu gibi sinemada da kadınların toplum içindeki konumları ve geleneksel cinsiyetçi rolleri tartışılmıştır. 1974’te John Cassavetes A Woman Under The Influence filmiyle patriarkal toplum düzenin kendisine biçtiği anne ve eş rolünün altında ezilen ve rolüne uyum sağlamakta zorlanan Mabel’in içsel bunalımını anlatarak kadın sorunları-
na eleştirel bir bakış atar. 90’lara gelindiğinde özne olmak isteyen, özgürleşmek isteyen kadının artık harekete geçtiğini ve özgürlüğünü ilan ettiğini görürüz. 1991’de büyük tartışmalara vesile olan Thelma and Louise bunlardan biridir. Filmde iki kadın yaşadıkları erkek egemen toplumdan bunalmış ve bir kaçış olarak kısa bir yolculuğa çıkmışlardır. Ancak yolda başlarına gelen çeşitli olaylar yolculuğun seyrinde ve ikili üzerinde değişimlere neden olmuştur. Sinemanın son yirmi yılına bakıldığındaysa erkek egemen toplum baskısı yüzünden zarar gören kadının birey olma mücadelesinin bitmediği, kimlik ve öz-
gürlük arayışının sürdüğü görülmektedir. Fakat bu defa kadının, tıpkı 2002 yapımı Real Women Have Curves’da olduğu gibi ataerkil düzenin dayattığı kadın kimliğine başkaldırdığı ve kendisinden beklenenler doğrultusunda değil kendi istekleri doğrultusunda hareket ettiği ya da 2013 yapımı Gloria’da olduğu gibi 58 yaşında bir kadının, kadınlığının bittiği yönündeki toplumsal yargıyı yerle bir ettiği görülebilir. Toplumsal değişimlerin yaşandığı her dönemde kadının toplumsal yapı içindeki konumu sinemayla ortaya konulmuş ancak çoğu zaman anlatılan mesele ile kullanılan dil aynı olmamıştır. Sinema, kimi zaman ideolojinin aktarıcısı ya da üreticisi konumunda ataerkil düzenin idealize ettiği kadını ve onun toplumsal konumunu onaylayarak kimi zaman da bu durumu eleştirerek kitleler üzerindeki etkinliğini sürdürmüştür. Toplumların kadına olan bakışının değişip şekillenmesi için, patriarkal düzeni aşabilen ve toplumsal cinsiyetten sıyrılarak özne olabilen kadın karakterlerin sinemada daha çok yer bulması ve sinemada erkek dilinin yanında kadın dilinin de varlık bulabilmesi şarttır. // www.2fmagazine.com // 37
Soner Yıldırım SAĞLIK
D
ünya üzerindeki birçok ilimde ve sanatta kadınlar sayılarıyla birlikte seslerini de yükseltiyor. Duruma sinema özelinde bakıldığında kadın yönetmenlerin her geçen gün beyazperdede daha kuvvetli bir etkiye mazhar oldukları ortada. Bu atılımın ilk etkilerinin, kadının toplumsal olaylardaki ve aile ilişkilerindeki yerini sorgulayan filmlerin içerden bir bakış açısıyla bambaşka bir sahiciliğe ve derinliğe erişmesi şeklinde kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. 2000’li yıllarda çektikleri filmlerle sinema dünyasında tam da bahsettiğimiz türden bir etki yaratan 4 kadın yönetmenin başarı kapılarını araladıkları ilk filmlerine göz atalım şimdi birlikte.
La cienaga (Yönetmen: Lucrecia Martel, Yapım Yılı: 2001) Reha Erdem çok sevdiği bu film için, “bir kadından başkasının çekemeyeceği, o şekilde anlatamayacağı bir film” demiş vakti zamanında. Ne doğru söylemiş. İsmini yönetmenin doğup büyüdüğü şehrin yakınlarında küçük bir kasabadan alan La Cienega, taşradaki yazlık evlerinde tatil yapan kalabalık bir ailenin çöküşünü ve bu çöküş 38 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Wadjda
karşısındaki kayıtsızlıklarını odağına alıyor. Karanlık anlatısında anne ve ev olgusunu ön plana taşıyan yönetmen, karakterlerin yaratımında ve öyküye yedirişlerinde muazzam bir iş çıkarırken kamerasındaki dişil melankoli, sorumsuz ebeveynlerinin yanı başında kendi kendilerine büyümeye çalışan yaklaşık bir düzine çocuğun her birine ayrı ayrı musallat oluyor. Bu ilk filmiyle sinemaya kuvvetli bir giriş yapan Lucrecia Martel, bugün yeni Arjantin sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olarak kabul ediliyor.
La Cienaga
La Cienaga
SİNEMA olduğu ülkesinde binbir zorlukla tamamladığı Wadjda, yapım hikayesiyle olduğu kadar elde ettiği önemli ödüllerle de ilgi uyandırdı. Hep erkek çocuklarına yakıştırılan bisiklet hayalini Riyad’ta yaşayan 10 yaşındaki bir Arap kızının rüyalarına taşıyan yönetmen, kurallarla arası iyi olmayan küçük kızın bisiklete ulaşmak için dinin ve cinsiyetçiliğin kadın haklarına düşürdüğü gölgelerle verdiği çocuksu mücadeleyi sürükleyici bir anlatımla peliküle aktarıyordu. Yaşadığı coğrafyasının kabul edilmesi zor kurallarını koyu bir drama ya da didaktik bir belgesele boca etmeye gerek duymadan, yer yer mizahtan da faydalanan güçlü ve meydan okuyan bir kadın filmine imza atması Al-Monsour’un en büyük başarısıydı.
Since Otar Left
Köksüz (Yönetmen: Deniz Akçay, Yapım Yılı: 2013)
Köksüz
Since Otar Left (Yönetmen: Julie Bertuccelli, Yapım Yılı: 2003) Aynı ailenin farklı kuşaklarını oluşturan üç kadın, hayatlarını, onlar için bir oğul, kardeş ve dayı olan Otar’ın kaçak bir inşaat işçisi olarak çalıştığı Paris’ten gönderdiği mektuplar üzerinden yaşamaktadır. Otar önce farklı bir şehre giderek bu üç kadını erkeksiz bir dünyayla sınamıştır; ancak asıl imtihan genç adamın bir inşaat kazasında ölmesiyle başlayacak; bu durum her birinin hayatını geri dönüşü olmayan sonuçlara bağlayacaktır. Zira Otar’ın yok oluşu üç kuşak için de farklı bir anlam taşımaktadır. Tıpkı bir büyük, bir
lider, bir katil ve hiç kimse olan Stalin’in yok oluşu gibi… Uzun yıllar Sovyet rejime maruz kalan bir ülkenin kimliksizliğini arka plana alarak akıllardan çıkmayacak bir ilk filme imza atan Gürcistan asıllı Julie Bertuccelli, günümüz sinemasının en dikkat çekici kadın yönetmenlerinden.
Wadjda (Yönetmen: Haifaa Al Mansour, Yapım Yılı: 2012) Hiç kuşkusuz son dönemin en çok konuşulan filmlerinden biriydi Wadjda. Suudi Arabistan’ın ilk kadın yönetmeni olma unvanına sahip Haifaa Al-Mansour‘un, film çekmenin yasak
Senaristliğini yaptığı dizilerden tanıdığımız Deniz Akçay Katıksız’ın ilk filmi Köksüz, izleyicisini, aile reisinin ölümünden sonra çatırdamaya başlayan orta-alt sınıf bir aileyle aynı çatı altına sokuyor. Şaşırtıcı bir şekilde sinemamızda çok sayıda örneğine rastlamadığımız türden bir anne-kız çocuk çatışmasıyla izleyen herkesi etkisi altına alacak kuvvette bir dramatik yapı kuran yönetmen, irili ufaklı rollerdeki bütün oyuncularından iyi bir performans alıyor ki filmin oyunculuk kategorilerinde edindiği ödüller de bu başarıyı meşrulaştırıyor. Hikayenin anlatılma istencinin kendini her sahnede belli ettiği, duyguların dışavurumunun katışıksız bir gerçeklik barındırdığı bir film Köksüz. Önümüzdeki aylarda sinema salonlarını ziyaret edecek filmi sakın ola kaçırmayın. // www.2fmagazine.com // 39
KAPAK KONUSU FİL
SİNE
H
emen hepimiz, eskiden TV öğle kuşağında moda olan eski “Bollywood” filmlerinden dolayı önyargılıyızdır herhalde Hint Sinemasına... Son bir kaç yıldır, hem edebiyat hem sinema alanında çıkan yapıtlara bakarsak, Dünya Hindistan’ı yeniden keşfediyor gibi. Bugün bahsetmek istediğim film “3 Idiots” benim için Hint Sineması’nın başyapıtı dersem diğerlerine haksızlık etmiş olmam sanırım. Daha önceki yazılarımda da bah-
40 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Turgay ERYİĞİT // turgay@2fmagazine.com
@huapsukh
setmiştim, umutsuzluğa kapıldığım, kendimi iyi hissetmediğim zamanlarda, tedavi amaçlı kullandığım filmler vardır, defalarca izlemekten, tekrar tekrar göz yaşı dökmekten sıkılmayacağım. 3 Idiots, iki saat kırk dakikalık süresine rağmen, bu filmlerin başında geliyor diyebilirim. Her seferinde huzurla kalkarım oturduğum koltuktan, burnumda bir deniz kokusu ve güneşin verdiği mayışmışlık hissi ile.
Ol is vel Hayatımızı başkalarının isteğine göre yaşamak, ailelerimizin kendi yapamadıkları hayallerin başrolü olmak, başarı diye nitelendirilen kariyer hırsı üzerine kurulu bir eğitim sisteminde yarış atı olmak, günümüz şartlarında çok olağandır hepimiz için. Öyle ki, iş yemeklerinde ki yapay samimiyet, yaptığınız görüşmelerde giydiğiniz takımın markası, arkadaşlarınızla yemeğe gittiğiniz restoranlar statü belirler günümüzde. Çok zamandır, sevdiği-istediği işi
KAPAK KONUSU SİNEMA yapan ve bu işi yapıyor olmaktan haz duyan insanlar görmüyoruz etrafımızda. Çocuklarımızı 3 yaşında İngilizce eğitim veren anaokullarına gönderiyoruz, sonrasında adı herkesçe bilinen kolejler, üniversitelerin mühendislik bölümleri. Bunlara paralel tenis, piyano, dans dersleri. Eğitim sisteminde boşluklar birileri tarafından özellikle çoğaltıldıkça, başka birileri o boşlukları kendi tarzlarıyla doldurmaya çalışıyor. Doğduğu günden itibaren yarış atı muamelesi görüyor çocuklar ailelerince. Bu anlattıklarım tabii ki bir de şanslı kesimde olanlar. Bununla birlikte, okulu olmayan köylerde çocuklarımızın ne şartlarla bu yarışın uzağından köşesinden geçemez halde oldukları da malunumuz. Ben size mühendisliği öğretmiyorum, nasıl öğretileceğini öğretiyorum Hindistanın prestijli üniversitelerinden ICE, ülkenin en başarılı öğrencilerini yetiştirir. Üniversite dekanı Viru (öğrencilerin değimi ile Virus) despot tarzı, tamamen sistematik ve ezbere dayalı yöntemleri ile başarısızlığı! kendince sıfıra indirger. Filmin başrolü Rancho ise henüz ortaya çıktığı ilk sahneden itibaren seyirciyi kendine çekiyor, sisteme ve tekdüzeliğe karşı duruşu ile. Okulun ilk gününde yapılan merasimde kendini ve farklılığını gösteren Rancho, filmin diğer iki karakteri Raju ve Farhan ile zaman içerisinde sıkı dostluklar kurar. Adından da anlaşılacağı üzre film,
bu 3 (Avanak) Arkadaşın ekseninde, eğitim sistemine karşı derin bir eleştiriyi, dostluk ve bağların gücünü, muzip, şirin ve bir o kadar duygusal şekilde anlatıyor. Arkadaşınız başarısız oluyor, üzülüyorsunuz. Arkadaşınız birinci oluyor daha çok üzülüyorsunuz Filmde dostluk teması o kadar yalın işleniyor ki, bir çok karede mutluluk gözyaşları dökmeniz işten bile değil. Zaman içerisinde yaşadıkları ile, aralarında oluşan bağa sadakatlerini hiç yitirmeyen üç arkadaş, hiç ayrılmayacaklarmış gibi görünse de, filmin büyük kısmı Raju ve Farhan’ın Rancho’nun izini bulma çabası üzerine dayalı. Filmin uzun süresine rağmen, devamlı muziplikler ve karşılıklı jestlerle ilerleyen dostluk ve bunlara ilaveten Hint Sineması’nın olmazsa olmazı dans ve müzik de eklenince, bu uzun sayılabilecek sürenin nasıl geçtiğini hiç anlamıyorsunuz.
Onu gördüğünde rüzgar şarkı söylüyor mu? Şalın ağır çekimde uçuşuyor mu? Ay gözlerinde büyüyor mu?
Ve tabİİ kİ Aşk, Ailelerinden yedikleri fırçalar ve fakat bir türlü doyuramadıkları aç karınlarını doyurma bahanesi ile girdikleri bir düğünde, “paralel” Hindistan’da devam eden, şaşalı yaşama, birbirlerine lüks hediyelerle verdikleri değeri gösteren insanların hayatına bulaşacaktır üç kafadar. Rancho, nişanlısı ile yaptığı tartışmada görür Pia’yı ilk kez. Ve onu hayatının hatasını yapmaktan kurtarır kendi yöntemlerince. Lakin Pia’nın da en az onun kadar alışılmadık tarzının yanında, kendisinden delice nefret eden müdür Viru’nun kızı olduğunu öğrenmesi hikayeye ayrı bir haraket getireceğinin sinyalidir. Kısacası, içerisinde kendinizden, etrafınızda olanlardan, fazlaca bir şeyler bulabileceğiniz müthiş bir film sizi bekliyor. Henüz izlemediyseniz, daha fazla geç kalmayın derim. // www.2fmagazine.com // 41
İL
SİNEF
Yasak Aşk (Adore)
Vizyon Tarihi : 21 Şubat 2014 Yapımı : 2013 - Fransa , Avustralya Tür : Dram Süre : 100 Dak. Yönetmen : Anne Fontaine Oyuncular : Robin Wright , Naomi Watts , Xavier Samuel , James Frecheville , Ben Mendelsohn Senaryo : Christopher Hampton Yapımcı : Philippe Carcassonne , Michel Feller Diğer Adı : Two Mothers
42 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
VİZYONDAKİLER
Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol (Mandela: Long Walk to Freedom)
Vizyon Tarihi : 28 Şubat 2014 Yapımı : 2013 - ABD , GüneyAfrika Tür : Biyografi , Dram , Tarih Süre : 146 Dak. Yönetmen : Justin Chadwick Oyuncular : Idris Elba , Naomie Harris , Mark Elderkin , Robert Hobbs , Theo Landey Senaryo : William Nicholson Yapımcı : Anant Singh , David M. Thompson
Kapital (Le Capital)
Vizyon Tarihi : 28 Şubat 2014 Yapımı : 2012 - Fransa Tür : Dram Yönetmen : Costa-Gavras Oyuncular : Gabriel Byrne , Gad Elmaleh , Celine Sallette , MarieChristine Adam , Liya Kebede Senaryo : Costa-Gavras , Romain Gavras , Jean-Claude Grumberg , Karim Boukercha Yapımcı : Michèle Ray-gavras
İL
SİNEF
Aşk (Her)
Vizyon Tarihi : 14 Şubat 2014 Yapımı : 2013 - ABD Tür : Dram, Komedi, Romantik Süre : 126 Dak. Yönetmen : Spike Jonze Oyuncular : Amy Adams, Olivia Wilde, Joaquin Phoenix, Rooney Mara, Bill Hader Seslendirenler : Scarlett Johansson, Kristen Wiig, Spike Jonze Senaryo : Spike Jonze Yapımcı : Daniel Lupi, Chelsea Barnard
Muhteşem Güzellik (La Grande Bellezza)
Vizyon Tarihi : 07 Şubat 2014 Yapımı : 2013 - İtalya, Fransa Tür : Dram, Komedi Süre : 142 Dak. Yönetmen : Paolo Sorrentino Oyuncular : Toni Servillo, Carlo Verdone, Sabrina Ferilli, Carlo Buccirosso, Lorenzo Gioielli Senaryo : Paolo Sorrentino Yapımcı : Francesca Cima Diğer Adı : The Great Beauty
VİZYONDAKİLER
Vampir Akademisi (Vampire Academy)
Sadece Aşıklar Hayatta Kalır (Only Lovers Left Alive)
Para Avcısı (The Wolf Of Wall Street)
Mr. Banks (Saving Mr. Banks)
Vizyon Tarihi : 14 Şubat 2014 Yapımı : 2014 - ABD Tür : Aksiyon, Fantastik, Gizem, Komedi, Korku Yönetmen : Mark Waters Oyuncular : Zoey Deutch, Danila Kozlovsky , Joely Richardson, Sarah Hyland, Lucy Fry Seslendirenler : Rodrig Andrisan Senaryo : Daniel Waters Yapımcı : Don Murphy, Susan Montford
Vizyon Tarihi : 07 Şubat 2014 Yapımı : 2013 - ABD, İngiltere Tür : Macera, Suç Süre : 180 Dak. Yönetmen : Martin Scorsese Oyuncular : Leonardo DiCaprio, Matthew McConaughey, Jonah Hill, Jean Dujardin, Ethan Suplee Senaryo : Terence Winter Yapımcı : Leonardo DiCaprio, Martin Scorsese
Vizyon Tarihi : 14 Şubat 2014 Yapımı : 2013 - ABD, İngiltere Tür : Dram, Korku, Romantik Süre : 123 Dak. Yönetmen : Jim Jarmusch Oyuncular : John Hurt, Tilda Swinton, Mia Wasikowska, Anton Yelchin, Tom Hiddleston Senaryo : Jim Jarmusch Yapımcı : Zakaria Alaoui, Reinhard Brundig
Vizyon Tarihi : 07 Şubat 2014 Yapımı : 2013 - ABD Tür : Biyografi, Dram, Komedi Süre : 118 Dak. Yönetmen : John Lee Hancock Oyuncular : Emma Thompson, Tom Hanks, Ruth Wilson, Paul Giamatti, Colin Farrell Senaryo : Sue Smith, Kelly Marcel Yapımcı : Alison Owen, Philip Steuer
www.2fmagazine.com // 43
KAPAK KONUSU
44 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com Çiğdem ÖZCAN //
@cigdemozcan
KAPAK KONUSU
Her yıl 500 milyar dolar paranın harcandığı reklam sektörü, şirketler ve hatta şahıslar için artık vazgeçilmez şeylerden biri. Sizler için bu sayımızda reklam tarihine yön veren, firmaları dünya çapında üne kavuşturan reklamları seçtik
www.2fmagazine.com // 45
KAPAK KONUSU
R
eklam; bir topluluğu ikna etmek, özendirmek, manipule etmek için yapılan iletişimdir. Kısacası reklamın tek amacı o ürünü, hizmeti ya da markayı daha albenili hale getirmek ve bunun sonucunda da ticareti artırmaktır. Fakat yıllar içerisinde reklam öylesine önemli bir araç haline geldi ki artık reklamcılığın merkezine yaratıcılık ve tasarım oturdu. Günümüzde en önde gelen reklam ajanslarının yarattığı dahice fikirler, artık reklamın bir sanat olarak görülmesini bile sağlayabiliyor. Elbette günümüzde reklam için kullanılan mecralar geçmişe göre oldukça farklılaştı. Duvar ilanları, el broşürleri artık etkili reklam araçları olarak görülmüyor. TV, radyo ve reklam panolarında ise yaratıcılık çok ön planda. Bununla birlikte
46 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
online platformların da reklamcılık açısından önemi artık yadsınamaz. Belki toplumun bütününe ulaşmakta TV, gazete gibi mecralar halen daha etkin olsa da sosyal medya gibi platformlarda kişileri etkilemek için daha fazla imkâna sahipsiniz. Nitekim bu, günümüzde en popüler konulardan biri olan “viral” etkiyi ortaya çıkarıyor. İnsanlar bir reklamı (bunun reklam olduğunu bilerek ya da bilmeden) öylesine seviyorlar ki, artık onlar da reklamın yayılması için birer aracı haline geliyorlar ve sevdikleriyle paylaşıyorlar. Günümüzde her mecradan bombardıman haline gelen reklamları bazen “bu ne biçim reklam, çok saçma” gibi cümlelerle eleştirilebiliyoruz. Fakat reklamcılık her zaman karmaşık hedef kitle araştırmaları ve bu kitleyi etkilemek için kulla-
nılan alt mesajlarla, konseptlerle ortaya çıkıyor. Yani bir reklam çok saçma olsa da bazen bilinç altınızda o ürünü merak etmenizi sağlayabiliyor. Bunlar akıllıca kurgulanmış düşüncelerin birer neticesi. Elbette bazen de reklamın hedef kitlesi siz olmuyorsunuz. Örneğin kadın pedi reklamları erkekleri hedef almıyor. Ya da bazı zamanlar reklam gerçekten hem itici hem de amaca hizmet etmeyecek nitelikte olabiliyor. Reklam sektörünün gelişimine bakmak için biraz tarihe göz atmak gerekiyor. Şaşırtıcı şekilde bugün anladığımız anlamda reklam sektörü çok eskilere dayanmıyor. Fakat en başından itibaren reklamlar o kadar iyi kurgulanmış ve hazırlanmış ki, bu da reklam sektörünü ilginç kılan detaylardan biri.
KAPAK KONUSU Reklamların Tarİhİ Reklam elbette, insanlarla iletişim kurmaya başladığından beri insan doğasının bir parçası. Dolayısıyla ilk reklamın ne zaman ortaya çıktığını söylemek pek mümkün değil. Fakat bugün bildiğimiz anlamda reklamcılık, 1920’lerin başında başlayan bir akımdı. O dönemde sanayileşmenin de etkisiyle bazı şirketler yüksek kapasitelerde üretim yapabilir hale gelmişti. Bu sebeple de ürünlerini daha geniş kitlelere ulaştırmak için farklı çalışmalar yapmaya karar verdi. Bu dönemde reklamcılığın lokomotifi hiç şüphesiz tütünlü mamüller üreten firmalardı. Geniş kitlelerce tüketilen ve bağımlılık yaratan bir ürün olduğu için sigara reklamı yapmak mantıklıydı. Çünkü hem bu iş için harcayacak paraları vardı, hem de reklamlar neticesinde etkileyici ekonomik geri dönüşler alıyorlardı. Tütün sektörünün en sevdiği reklam yöntemi sponsorluktu. Birçok eğlenceye etkinliğine sponsor oldular ve sigara içen ünlüleri desteklediler. Bu durum yıllarca bu şekilde devam etti fakat bir süre sonra tütün ürünlerinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri ortaya çıkmaya başlayınca bu alanda reklam yapılması yasaklanmaya başladı. Ülkemizde de tütün ürünlerinin reklamının yapılması yıllar önce yasaklanmıştı. Tütün ürünlerinin açtığı yoldan giden firmalar, 1920’lerde en güçlü kitle iletişim aracı olan radyoyu kullanıyordu. Yüksek bütçeli firmalar, reklamlarını radyo üzerinden yayınlayarak milyonlarca insana ulaşıyordu. Elbette bu dönemde reklamlar çoğunlukla işitseldi. Görsel reklamlar sadece gazete
ve sokak ilanlarında kullanılıyordu. İkinci Dünya Savaşı döneminde birçok sektör gibi reklamcılık da iktidarların kölesi haline getirildi. Reklam şirketlerinin kaynakları, propaganda çalışmaları için kullanıldı. Diktatörler tarafından yönetilmeyen ülkelerde ise reklamlar çoğunlukla hastalıklarla ilgili bilgilendirmeler, enerji kullanımı ve çevrenin korunmasıyla ilgili konularda yapılıyordu. Savaş sonrasında hem özgürlük hareketinin yükselişi hem de televizyonun evlere giriş yapması reklamcılığı yeniden hareketlendirdi. 1940 ve 1950’lerde televizyon, reklamcılığın ana mecrası olmuştu ve sektör ekonomik açıdan çok büyük hale geldi. Bu yükselişte en büyük sebeplerden biri de görselliğin, reklamcılığın hizmetine girmesiydi. Artık şirketler ürünleri için reklam filmleri çekebiliyordu. 1960’larda ise TV popülaritesini korurken toplu tanıtım çalışmaları öne çıkmaya başladı. Firmalar, kendi markalarıyla ilgili bir slogan yaratma-
ya, bir maskot seçmeye büyük önem veriyorlardı. Ardından da bu sloganı ya da maskotu mümkün olan her yere yerleştirip markalarının akıllarda yer etmesini sağladılar. 1990’lara gelindiğinde televizyon yine tartışmasız liderdi ama internet yavaş yavaş devreye girmeye başlıyordu. Elbette o zamanlar internet çok fazla kullanıcıya ulaşmıyordu fakat etkileşimli reklamların potansiyeli o zamandan farkedilmişti. Nitekim 2000’li yıllarla birlikte internet reklamcılığı çok ciddi hale gelmeye başladı. Özellikle sosyal medya platformlarının da adeta patlama yapması, online tarafa yapılan yapılan reklam harcamalarını artırdı. Bugün hâlâ televizyon en değerli reklam mecralardan biri olsa da internetin gücü yadsınamaz. Üstelik artık televizyon ve internet birleşimi de gerçekleşmeye başladı.
Tarİhte Dİkkat Çeken Reklamlar Volkswagen “Think Small” www.2fmagazine.com // 47
KAPAK KONUSU Bugün sadelik, minimalist düşünce tarzı oldukça popüler. Fakat 1959’da işler böyle değildi. Yeni parlayan otomotiv sektörü büyük Mercedes’ler, Rolls Royce’lar, gürültülü Amerikan “muscle” modelleri... Herkes daha güçlü ve daha büyüğün peşindeydi. Fakat Nazi döneminde güçlenen Almanlar, sadece zenginlerin değil herkesin otomobil sahibi olabilmesi için Ferdinand Porsche’nin kapısını çaldılar. O da birkaç yıl içerisinde tüm dünyaya Beetle’ı hediye etti. Beetle, dünya tarihinin en çok satılan otomobili oldu, dünyanın birçok köşesinde üretildi, birçok kişinin hayatını değiştirdi ve adeta bir ikon oldu. Fakat Beetle, bu büyük başarılara rağmen aslında çok basit bir otomobildi. Motoru basitti, performanslı değildi, küçüktü. Yani küçük düşünülerek tasarlanmıştı. 1959’da yayınlanan “Think Small” reklam kampanyası da otomobil ile mükemmel bir uyum sağladı. Bugün bile yayınlanmış olsa halen çok modern, çok minimalist görünecek bir reklamdı. Kısacası Beetle, tüm dünyaya küçük düşünmenin bazen büyük düşünmek olduğunu gösterdi. Ajans: Doyle Dane Bernbach Yıl:1959 Nike “Just Do It” Nike hakkında en çok anlatılan hikaye logosunun ilginç hikayesidir. Bugün, o üniversite öğrencisinin tasarladığı logo milyonlarca kişinin tanıdığı bir markanın simgesi. Fakat Nike hakkındaki en önemli başarı hikayelerinen biri de “Just Do It” reklamıdır. Yine çok sade ve basit bir fikirden yola çıkılarak hazırlanan bu reklam, Nike’ın sloganı olmaya devam ediyor. Ajans: Wieden & Kennedy Yıl: 1988 48 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
KAPAK KONUSU DeBerrs “A Diamond is Forever” Ünlü Hollandalı elmas üreticisi DeBeers, Afrika’da sebep olduğu iç karışıklıklar, köle olarak çalıştırılan siyahilerle anılmıyorsa bunun sebebi reklam ajansıdır. 1948 yılında yayınlanan “A diamond is forever” reklamı, bugün halen pırlanta markalarının en çok kullandığı sloganlardan birini yaratmıştır. Elmasları kadın - erkek ilişkilerinin değişmez bir parçası haline getiren reklam, aynı zamanda DeBeers’ın dünya elmas piyasasını yönetmesini sağlıyor. Ajans: N.W. Ayer & Son Yıl:1948 Absolut Bu reklamın tam bir sloganı yok. Öyle ki her zaman değişiklik gösteriyor. Alkollü bir içecek olan Absolut’u bazen bir disko topu, bazen bir melek bazen de bir şehrin simgesi olarak görüyoruz. Bu reklam sadece Absolut’un her ortama göre kabuk değiştirmesini sağlamıyor, aynı zamanda Absolut şişesini bir efsane haline getiriyor. Bugün bu şişenin silüetini bile görseniz onun ismini hemen hatırlarsınız.
Hiç şüphesiz dünyada Absolut’tan daha iyi içkiler var, ama şişelerini Absolut kadar iyi kullananlar çok nadir. Ajans: TBWA Yıl: 1981 Apple “1984” Apple, küçük bir firma olmasının yanında o zamanlar “zenginlerin oyuncağı” olarak görülen bir alanda faaliyet gösteriyordu. Yani çok geniş kitlelere ulaşmaları pek anlamlı değil gibiydi. Fakat Macintosh, ilk grafik arayüze sahip uygun fiyatlı bilgisayar olarak tüm dünyanın dikkatini çekmeye hazırdı. Senaryo hazırlandı ve kamera arkasına Ridley Scott geçti. Apple’ın 1984 reklamı yayınlanır yayınlanmaz artık herkes Apple’ı tanıyordu. Oldukça basit görünen bu reklam filmi için tam
1 milyon dolar harcanmıştı ama sonuçlarına değdiği kesin. Ajans: Chiat / Day Yıl:1984 Energizer “Bunny” Energizer, pil üreticisi olarak en büyük rakibi Duracell’in stratejisine cevap vermek istiyordu. Duracell, reklamlarında pilli bir tavşan kullanıyor ve bu tavşanın tüm oyuncaklardan daha uzun süre dayandığını belirtiyordu. Fakat Energizer’ın itiraz ettiği nokta, Duracell’in kendisini eski teknoloji pillerle kıyasladığıydı. Bu yüzden Duracell’in tavşanıyla dalga geçen pembe, mavi gözlüklü, ayağında parmak ararası terlik olan ve davul çalan bir tavşan yarattılar. Bu tavşan, Duracell’in reklamına gönderme yaparcasına ekrana giriyordu ve pilinin bitmediğini gösteriyordu. Reklam öylesine başarılı oldu ki www.2fmagazine.com // 49
KAPAK KONUSU Energizer tavşanı Disney’lerde düzenlenen turlarda kullanılan karakterlerden biri oldu. Ajans: Chiat / Day Yıl: 1989 7UP “The Uncola” 7UP bir dönemin en popüler içeceklerinden biriydi. Bugün bile piyasada 7UP’a benzeyen birçok içecek bulmak mümkün. Ancak bu yeri edinmeleri başlarda kolay olmamıştı. Çünkü Pepsi ve Coca Cola’nın müthiş egemenlikleri diğer markalara pek şans tanımıyordu. Bu sebeple 7UP, kola terimini kullanmak istiyordu. Ama bunu kendilerini diğer kolalardan ayıracak şekilde kullanmaları gerekiyordu. Sonunda da ortaya “Uncola” terimi çıktı. “Kola olmayan” şeklinde çevirebileceğimiz bu slogan sayesinde farklarını anlatmayı çok iyi başardılar.
50 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Ajans: J. Walter Thompson Yıl: 1970 Levi’s 501 Blues Dünyada en çok bilinen pantolon modeli hangisidir diye sorarsanız hiç şüphesiz Levi’s 501’dir. 1984 yılında yayınlanan Bruce Willis’in rol aldığı reklam filmi de bu bilinirlikte önemli pay sahibidir. Reklamın amacı aslında koyu mavi renkli, gençliğe hitap eden bu kotları anlatmaktı. Fakat 501, sağlamlığı, pratikliği ve elbette imaj etkisiyle bir dönemin ikonu haline gelmişti. Ajans: Foote, Cone & Belding Yıl: 1984 Volvo “An Average of a car in Sweeden” İsveçli bir otomobil üreticisi olan Volvo, dünya çapındaki ününü sağlamlığına borçlu. Yıllarca güvenlik testlerine büyük yatırımlar yapan firma,
reklam kampanyalarını bu yönde değerlendirdi. Bununla birlikte bir İskandinav olmanın zorluklarını da kullanmak istiyorlardı. Bu sebeple “İsveç’te bir arabanın hayatı” şeklinde bir reklam kampanyası başlattılar. Bu reklamda Volvo’ların İsveç’in koşullarıyla nasıl başa çıktığı ve konforu anlatılıyordu. Bugün bile Volvo “taş gibi otomobil” olarak anılıyorsa hep bu reklamların sayesinde. Ajans: Scali, McCabe, Sloves Yıl:1960 Elbette tarihte dikkat çeken birçok farklı reklam filmi aklınıza geliyordur. Fakat tüm bunları sayfalarımıza sığdırmamız pek mümkün değildi. Bu sebeple bizim açımızdan iz bırakmış, markaları farklı noktalara taşımış reklam kampanyalarına burada yer vermeye çalıştık.
KAPAK KONUSU
Bu listede dikkatinizi çekebilecek bir başka konu da 2000’li yıllarda yayınlanmış reklamların yer almıyor oluşu. Elbette onları da göz ardı etmiyoruz. Devam eden sayfalarda marka iletişimi üzerine konular işleyen yazarımız Çiğdem Özcan son yılların en dikkat çekici reklamlarına sizler için göz atacak.
Reklam Reklam Bacaksız… 2000 yılına girdiğimiz zamanı hatırlıyorum, milenyum çılgınlığı! Her sene evde çekirdek çitleyip tombala oynayan hanım ablalarımız ağabeylerimiz bile bu yılın asla evde oturularak geçirilmemesi gerektiğinden çok emindi. Zira ben de aynı şekilde, Merveler’e gidiyoruz benzeri bir bahaneyle arkadaşları toplayıp Bodrum’a kaçmıştık. Çılgınlar gibi sabahlara kadar dans etmiştik… Desem de bu aslında hayalimizdeki paralel evrende olandı, evet Bodrum’a gitmiştik ama milenyumdan dolayı eğlence katsayımızın bambaşka doruklara fırlayacağı beklentimiz, yüksek dozda alınan alkol ve klasik sabah baş ağrısıyla sonuçlanmıştı. Yine de fena sayılmazdı…
Aslında reklam sektöründe de 2000’li yıllarla birlikte beklenti yükselmeye başladı. Bu reklam filmlerine de fena halde yansıdı, adeta dünya bizim evimiz ve global markalar her birimize hitap edebilen güncel konular üzerinden, ürün tanıtmaktan ziyade vaatleriyle havalarda uçuyorlar, paralel evrenleri evimizin içine itiyorlardı. Havalarda uçan sektörlerden başı çeken havayolları sektörüne biraz bakalım istiyorum, son dönemlerde birbirinden ilginç reklam filmleri yapılıyor. Teknolojik, ünlüsü bol, kalitesiz, ucuz, kaliteli,
doğaüstü ve daha neler neler… Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ulusal havayolu şirketi Etihad Havayolları, yeni reklam filminde bu sektörün klasiği olan “Dünya evimiz, siz de bizim misafirimizsiniz” temasını ısrarla kullanmaya devam ediyor. Film aynı anda Avustralya, Çin, Almanya, Hindistan, Japonya, Büyük Britanya, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Arap Emirlikleri ve Nijerya’daki TV kanallarında gösterime girdi. Abu Dabi, Bangkok, Prag ve Sidney’de 2012 yılının Aralık ayından, 2013 yılının Ocak
www.2fmagazine.com // 51
KAPAK KONUSU ayına kadar süren bir dönemde çekimleri gerçekleştirilen reklam filminin müziği olarak 1967 yılından bir Bobby Darin klasiği olan “Beautiful Things” kullanıldı. Keyifli bir reklam… Rus havayolu şirketi Avianova’nın ucuz uçak bileti reklamına yakışan şekilde ucuz bir bütçeyle hazırlattığı erotik reklam ise akıllara durgunluk verecek cinsten! İki dakikalık reklam videosunda hostes kıyafetleri giymiş modeller uçaktan inip ARFF memurlarının gözleri önünde üniformalarını çıkartarak bikinileriyle kalıyor. Ellerinde kovalarla gelen hostesler, müzik eşliğinde ve seksi bir şekilde uçağı yıkamaya başlıyorlar, ama daha çok kendilerini yıkıyorlar. Geçen yıl uçuşlarına başlayan havayolu şirketinin biletleri 250 Ruble’ye (12 Türk Lirası) kadar düşebiliyor. Sanırım ucuzluğa vurgu için en uygun reklam. Westjet Havayolu şirketinin filmi benim favorilerim arasında. Aslında son derece klişe bir olay, hatta “Bu yılbaşında ne yapsak da dilden dile dolaşacak bir viralimiz olsa” diye düşünüldüğünde akla ilk gelecek olan müşterilerine Noel Baba vesilesiyle hediye vermek olsa gerek. Ne güzel, uçağa binerken Noel Baba’ya “Ben tablet bilgisayar istiyorum. Ben büyük ekranlı bir televizyon istiyorum” diyorsunuz ve indiğiniz yere hostesler sizin için bu hediyeleri hazırlamış oluyor. İnsanların yüzlerindeki o heyecana tanıklık etmek gerçekten mutluluk verici. Verilen hediyelerden yola çıkarak bütçeyi göz önünde bulunduracak olursak, böyle bir olaya yatırım yapmak televizyonlara donuk donuk 52 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
KAPAK KONUSU
reklamlar vermekten çok daha mantıklı görünüyor. Birinde hizmetini pazarlamaya çalışan sıradan bir kurum oluyorsunuz, diğerinde ise insanların hayallerini gerçekleştiren, sıcak, sempatik bir marka. Tüm bu havayolu şirketlerinin reklamlarından bahsederken şüphesiz THY’nin Kobe Bryant ve Messi’li yeni reklam filmine değinmeden geçemeyiz. Filmde Kobe ve Messi Moskova’nın Kızıl Meydan’ı, Çin Seddi, Maldiv Adaları gibi THY’nin uçuş sağladığı birçok egzotik lokasyonda fotoğraflarını çekerek birbiriyle rekabet ediyor. Aralarındaki yarış İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda son buluyor. Sloganını da değiştiren THY, ‘Globally Yours’ sloganı yerine artık ‘Widen Your World’ kullanıyor. ‘Kobe vs. Messi: Shootout’ filmi geçen sene Youtube üzerinde tüm zamanların en çok izlenen ‘Kobe vs. Messi: Legends on Board’ filminin devamı olarak çekildi. Çekimlerinde
yaklaşık 200 kişinin görev aldığı ve Youtube’da yakalanan 105 milyonluk izlenme rekorunu aşması planlanıyor. Film, 20’nin üzerinde farklı dil ve 170’in üzerinde farklı ülkede yayınlanmakta. Markanın geniş uçuş ağına vurgu yapan reklam filminde, ünlü kahramanlar filmin popülerliğini sağlayan en önemli unsur. Havayolu reklam filmleri arasında ikinci favorim de Yeni Zelandalı hava yolu şirketi Air New Zealand’ın reklam filmi. Efsanevi Hobbit filminden
esinlenerek harmanlanan reklam, özel figürler ve hayal gücü sayesinde muhteşem bir çalışma olmuş. Kendilerini o kadar kaptırmışlar ki yolculara dağıtılan ikramlar ve küçük hediyeler dahi filmde kullanılanlardan. Çok farklı, özgün bir hava yolu şirketi olduğunu net bir şekilde ortaya koyan Air New Zealand eğer yolum bir gün Zelanda’ya düşerse kesinlikle ilk tercihim olacak. Uçuşlarda hakikaten keyifle izlediğim bir diğer çalışma da Pegasus’un çocuklu güvenlik filmi. Pegasus, uçuş-
www.2fmagazine.com // 53
KAPAK KONUSU
ta uyulması gereken güvenlik bilgilerini miniklerin rol aldığı demo ile sevimli ve eğlenceli hale getirdi. 3 ile 8 yaşları arasındaki 21 çocuğun rol aldığı güvenlik demosu, oldukça eğlenceli ve izleyenlerin yüzünde bir gülümseme bırakıyor. Havayolu şirketlerinden yüzümüzü biraz da müzik sektörüne çevirelim istiyorum. Hızlı tüketim kültürümüz artık her gün yüzlerce ünlü yaratıyor ve aynı şekilde yüzlercesini de öldürüyor. Peki nasıl oluyor da arada hakikaten her birimizin hayatına temas edebilen ve aynı anda milyonlarca kitlenin hayat ritmi haline gelen parçalar çıkıyor? Get Lucky ( Random Access Memories) – Daft Punk Grammy’de yılın albümü dahil on54 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
larca ödül! Kimle feat yapsam diyenin aklına Pharrell Williams’ın gelmesi rastlantı değil. Şarkının düzenlemesini-ritmini kime bıraksam diyenin Nile Rodgers’ın kapısını çalması da boşa değil. Müzikalitesini garanti alıp Random Access Memories’in tanıtımına başlayan Daft Punk’la müzik tarihinin
en başarılı pazarlama süreçlerinden birini 2013 boyunca yaşadık. Daft Punk’ın iki üyesinin yüzünü hiç görmememizle başlayan gizem, albümdeki isimlerin tek tek duyurulması, Get Lucky’den minik kesitler duyduğumuz o bahar günleri. Hepsi bir araya geldi ve hem tüm yaz kendini dinleten bir
KAPAK KONUSU
hit ortaya çıkardı, hem de 10 milyonu aşan satışla ticari olarak da 2013 için zaferini ilan etti. Just a Reflektor – Arcade Fire (teşvik ödülü)
Hiçbir şarkı kaydedildiği gibi durmuyor, kısa filmler yalnız kalmıyor, web siteleri linkten ibaret değil! Reflektor single olarak yayınlanmadan önce justareflektor.com üzerinden, albüm ve çıkış şarkısının imgelediklerini ‘yansıtan’ bir sanal iş yayınlandı. Siteye giriyorsunuz, kısa film başlamadan önce mobil cihazınızdan bağlanmak için bir link görüyorsunuz. İşlemlerle tamamlandığında Arcade Fire’ın Reflektor’üyle Vincent Morrisset’in kısa filminin içine dalıyorsunuz. Mobil cihazınızla triplerine yön verdiğiniz Haitili bir kadınla siz de yansımaların detaylarına odaklanıyorsunuz. Müzik hayatın içindeyken, böyle işlerle takipte kalmak çok daha keyifli olacak gibi görünüyor. Müziğe doyum olmaz, ancak şimdi
yönümüzü yine biraz değiştirelim istiyorum; Red Bull Stratos - Dünya’ya dön Felix! (Bunu RedBull’a yazıyorum?) Felix! Adrenalinin ete kemiğe bürünmüş hali. Ekim 2012’de 39 km yükseklikten serbest atlayıp 1340 km hıza ulaşan ve hala tek parça olan kişi. Hangi marka onunla görünmek istemez ki? RedBull fazlasını yaptı. Bu sansasyonel proje için 2010 yılında Felix’in çalışabileceği bilim adamlarını işin içine katıp, Red Bull Stratos ekibini kurdular. Felix’in kafasında bu yöntemle ses hızını geçen ilk insan olmak vardı. Bu ekibin 2 yıllık çalışmasının ardından büyük atlama gerçekleşti. O esnada canlı yayını en az 7 milyon kişi izliyordu. İşte başarı bu olsa gerek…// www.2fmagazine.com // 55
RÖPORTAJ
Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com
Microsoft Kabuk Değiştiriyor
@orcunpekoz
Dünyanın en büyük yazılım şirketi Microsoft, son dönemde ciddi bir değişim içerisinde. PC satışlarının düşmesiyle birlikte Microsoft da artık sadece Windows üzerinden tüketicilere ulaşan bir firma olmaktan çıkıyor. Surface, Xbox One gibi cihazlar, Nokia satın alması, bulut hizmetleriyle birlikte Microsoft’un yaşadığı bu değişimi Microsoft Türkiye Windows Pazarlama Grup Müdürü Onur Altıntaş ile konuştuk Microsoft’un özellikle son kullanıcı tarafında bir değişim içerisinde olduğunu görüyoruz. Bu değişim ışığında önümüzdeki dönem stratejilerinizden bahsedebilir misiniz? Microsoft global anlamda çok ciddi bir değişim içerisinde. Yeniden yapılanma sürecindeyiz, CEO’muz değişiyor ve çok ciddi bir kabuk değişimi yaşıyoruz. 2012 yılında dev ürün lansmanlarına imza atmıştık. Şirket tarihin en büyük ürün lansmanı serisini gerçekleştirmiştik. Neydi bunlar; Windows’un yeni sürümü büyük yeniliklerle geldi, Office’in yeni sürümü çıktı, sunucu ailesinin yeni sürümü çıktı, bulut çözümlerinin yeni çözümleri çıktı. 2013 ise bunların entegrasyon sürecini her yerde anlattığımız bir yıl oldu. Microsoft, dünyanın en büyük yazılım şirketinden cihazlar ve hizmetler şirketine dönüşüyor. Cihazlardan kastımız hem kendi cihazlarımız, hem de iş ortaklarımızla birlikte geliştirdiğimiz cihazlar. Hizmetler olarak kastımız ise daha önce şirketlere sunduğumuz 56 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
RÖPORTAJ hazırlayabilen, çok keyifli bir uygulama. Elbette tüm bunları yaparken Windows’un her zaman geçmişe dönük uyumluluk ilkesinden de ödün vermedik. Dolayısıyla hem geçmişle uyumlu, hem bugünü yakalayan tüketici ve kurumsal hizmetlerle dolu bir vizyona doğru gidiyoruz.
yazılımları artık bulut üzerinden hizmet olarak sunabiliyoruz. Örneğin bir sunucu lazım olduğunda bunu satın almak yerine bulut üzerinden kiralamanız mümkün oluyor. Dolayısıyla bir cihazlar ve hizmetler şirketine dönüşüyoruz. Bunun son tüketici tarafındaki yansıması nasıl olacak derseniz; en başta çok çeşitli cihazlar hayatımıza giriyor. Bundan birkaç yıl öncesine baktığımızda akıllı cihaz dediğimiz şey bir dizüstü ve masaüstü bilgisayardan ibaretti. Şimdi bunların arasında akıllı telefonlar ve tabletler de girdi. Microsoft bugün tüm bu cihazları, yani; 4 inçlik bir akıllı telefon, 6,5 inçlik bir tablet, 10 inçlik bir tablet ya da 13 inçlik bir dizüstü gibi sıralayabileceğimiz cihazların hepsini sağlayabiliyor. Bulut hizmetleri olarak da son tüketiciler için birçok ürünü hayata geçirdik. Örneğin iletişimde Skype, dünyadaki uluslararası ses trafiğinin üçte birini sağlıyor. Benzer şekilde veri depolama alanında SkyDrive, dünyadaki en hesaplı, en yaygın kullanılan bulut depolama hizmetlerinden biri. Yine eski adıyla Hotmail, yeni adıyla Outlook kullanı-
cılarımıza sunduğumuz bulut hizmetleri arasında. Bütün bu sağladığımız hizmetler Microsoft’un son dönemde geçirmekte olduğu değişimin sonucu. Örneğin eskiden Windows 7’li bir bilgisayar aldığınızda açıyordunuz ve karşınıza boş bir masaüstü geliyordu. Şimdi ise Windows 8’de durum böyle değil. Bilgisayarınızı ilk açtığınız anda bile içinde onlarca farklı içerik bulmanız mümkün. Örneğin Yeme-İçme uygulamamız var. Türkçe olarak, yerel tariflerle desteklenen bir uygulama ve çok kapsamlı bir içeriği var. Bunun yanında örneğin yemek yaparken elleriniz una, yumurtaya bulansa da el hareketlerinizle tarifte bir sonraki sayfaya geçmeniz mümkün oluyor. Bunun için webcam’e sahip herhangi bir cihaz kullanmanız yeterli. Yine benzer şekilde Fitness uygulamamız da size spor ve beslenme programları
Aslında genel olarak bu durum Surface ile gündeme gelmiş olsa da çok önceden beri Xbox ve klavye – fare gibi ürün aileleri Microsoft’un kendi piyasaya sunduğu ürünler. Şimdi bunlara Nokia da katılıyor diyebiliriz. Microsoft olarak kendi markanızla kullanıcılara sunduğunuz ürünler konusunda nasıl bir strateji izliyorsunuz? Evet, klavye - fare uzun zamandır vardı ama biz donanım işine Xbox ile giriş yaptık. İlk başlarda çok da bocaladık aslında. Fakat Xbox, son dönemde 27 ay üst üste ABD’de pazar lideri oldu. Bu kolay bir iş değil, çok ciddi yatırımlar gerektiriyor. Biz de bunları kararlılıkla yaptık ve sonuçlarını elde ediyoruz. Aynısı diğer cihazlar için de geçerli.
www.2fmagazine.com // 57
RÖPORTAJ
Örneğin Surface öncelikle ABD ve Kanada’da satışa çıkarılmıştı. Şimdi 23 ülkede tüketicilerle buluşuyor. Orada da yine stratejimiz OEM iş ortaklarımıza referans bir tasarım oluşturmak ve aynı zamanda tüketicilere Microsoft markasıyla bir ürün sunmak. Tüketiciler bizden bunu bekliyordu ve Surface buna bir cevap oldu. Surface 2’ de çıktı ve bu konuda yol haritamız devam ediyor. Hem Intel hem de ARM tarafında yeni Surface’ler gelmeye devam edeceğini söyleyebiliriz. Tabi bunların üzerine bir de Nokia geldi. Nokia bugüne kadar yaptığımız en büyük satın almalardan birisi. 30 bin kişilik bir organizasyon, 100 bin kişilik Microsoft’a dahil olacak. Henüz bu birleşmesinin nasıl bir yapısı olacağını bilmiyoruz. Benim kişisel tahmi58 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
nim 2014 yılı ortalarında netleşeceği yönünde. Ama kesinlikle Microsoft tarihindeki en büyük gelişmelerden biri olacak. Peki Nokia’nın Türkiye operasyonu da Microsoft Türkiye ile birleşecek mi? Açıkçası bilemiyorum, bu konuda bir şey söylemem doğru olmaz. Bize bu konuda yurt dışından gelmiş bir bilgi yok. Dediğim gibi muhtelemen 2014’ün ortalarında bu konuda daha net bilgilere sahip oluruz. Örneğin ben Nokia’nın tableti 2520’nin Türkiye’ye ne zaman geleceğini merak ediyorum. Çünkü Microsoft açısından da önemli bir ürün olacak. Ama bu konuda henüz Nokia Türkiye’nin de pek fazla bilgisi yok. Birleşme gerçekleştik-
ten sonra biz onların adına, onlar bizim adımıza konuşmaya başlayacaktır. O zamana kadar Lumia 1020 kullanmaya devam edeceğim :) Biz de deneme fırsatı bulduk, güzel bir telefon Lumia 1020. Türkiye’de özellikle Android ve iOS karşısında neler yapacağını da merak ediyoruz. Windows Phone şimdiden çok kabul görmüş durumda. Pazar payımız şimdiden %10.6 civarına geldi. iPhone’un payı ise %15’ler civarında. Dolayısıyla yakında pazar payı anlamında iPhone’u geride bırakacağız gibi görünüyor. Dünyada 6 pazarda iPhone’u geçmiş durumdayız. Bu tabi uygun fiyatlı modellere sahip olmakla da alakalı. Belki bu
RÖPORTAJ
anlamda asıl rekabet Windows Phone ile Android arasında olacak. Çünkü iPhone o segmente hiç girmiyor. Dolayısıyla Android’in serbest donanım anlayışıyla Windows Phone’un en uygun fiyatlı telefonda bile belirli bir seviyenin üzerindeki donanımları sunma anlayışı çarpışacak. Bu bizim yola çıkarken verdiğimiz bir karardı. En giriş seviyesi telefonda bile mağazadan indireceğiniz en talepkar uygulama çalışacak diyerek yola çıktık. Android bu konuda çok çeşitli donanımları serbest bırakarak yazılımı ölçeklendirme yoluna gidiyor. Fakat sonuçta en üstteki donanım ile en alttaki donanım arasında çok fark olunca yazılım geliştirici bir tercih yapmak zorunda kalıyor. Biz bu tercihi
yazılım geliştiricilere bırakmadık. Aslında bu anlamda Apple ile benzer bir strateji uyguluyoruz. Fakat biz tek bir cihaza sınırlı kalmadık, çok farklı ekran boyutları, çok farklı fiyat seviyelerinde ürünler olması gerektiğine inandık ve bu sebeple de cihaz çeşitliliğini her geçen gün artırıyoruz. Hem kendi cihazlarımız, hem de OEM iş ortaklarımızın cihazları. Her yıl çok hızlı büyümeye devam ediyoruz. Bu gidişle global anlamda ikinciliği alacağımıza inanıyorum. Ama birinciliği konuşmak için şimdilik erken sanırım. Nokia’nın Microsoft ailesine katılıyor olması, Windows Phone ekosistemi için nasıl bir anlam ifade ediyor? Diğer firmalar bu durum-
dan dolayı biraz küstüler mi yoksa kendi verdikleri ticari kararlar mı söz konusu? Aslında bu biraz diğer firmaların ticari kararlarıydı diyebiliriz. Onlar kendileri böyle tercih ettiler. Yoksa biz Nokia ile yakın iletişimde olup, diğer iş ortaklarımıza farklı yaklaşma gibi bir yolu hiçbir zaman izlemedik. Nitekim LG ve HTC tarafında Windows Phone’a doğru yine bir istek mevcut. Örneğin HTC Türkiye’de Windows Phone 8S ve 8X modelleriyle iyi satış rakamları yakalamıştı. Tabi bunu sürdürmedikleri için şu sıralar Türkiye pazarında en çok satılan Windows Phone’lu telefonlar Nokia olmuş durumda. Biz Nokia’nın katılımıyla Windows Phone’un önümüzdeki dönemde daha da hızlı büyüyeceğine inanıyowww.2fmagazine.com // 59
RÖPORTAJ
ruz. Çünkü birleşme sonrasında artık aynı dili konuşuyor olacağız ve birçok faaliyet tek bir elden yürüyecek. Önümüzdeki yıllarda akıllı cihazlar arasına kol saatleri, TV’ler ve hatta otomobiller de katılıyor olacak. Hatta bu süreç çoktan başladı bile. Microsoft’un bu yeni ortaya çıkan ürün aileleri konusuna bakış açısı nedir? İşletim sistemini biz her yıl daha da hafif hale getirmek için çalışıyoruz. Aslında bunun en güzel örneği de Windows 8.1. 2013’te piyasaya çıkan Windows 8.1, 2009’da piyasaya çıkan Windows 7 ile aynı donanım gereksinimlerine sahip. Ama sunduğu özellikler açısından dağlar kadar fark 60 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
var. Yol haritamızda daha da kompakt hale gelmek var. Hem işletim sisteminin kapladığı alan, hem de donanım gereksinimleri bakımından. Dolayısıyla her cihazda yüksek performanslı çalışacak bir işletim sistemine doğru ilerliyoruz. Cihaz bakımından da bu konuda Ar-Ge yatırımlarımız çok ciddi seviyede. Henüz bize ulaşmış, somut hale gelmiş bir proje olmasa da 10 milyar doların üzerinde Ar-Ge yatırımımız var. Bu alanda dünya lideri konumundayız. Microsoft’un merkezi Redmond’da çalışan 30 bin mühendis sürekli yeni ürünler geliştiriyor. Elbette giyilebilir ürünlere de çok ilgi duyuyoruz ama bunun dışında birçok farklı teknoloji üzerinde çalışıyoruz.
Bunlardan bazıları zaman zaman kullanıcılara da açılıyor. Örneğin Ar-Ge ekibimizin yeni duyurduğu Office Remote uygulaması var. Office uygulamalarını Windows Phone cihazlardan kontrol etmeye yarayan bir uygulama. Bu Ar-Ge’den çıkmış, son tüketiciye ulaşmış ürünlerden biri. Dediğim gibi böyle herkesin hoşuna gidebilecek şeyleri zaman zaman yayınlıyoruz. Ama bunun haricinde çok derinlemesine çalışmalarımız da var. - Türkiye’nin kullanıcı kitlesini değerlendirmek gerekirse; - Hangi ürünler daha çok ilgi görüyor? - Belli ürünlerde yeniliklere karşı bir direnç oluşuyor mu?
RÖPORTAJ Türkiye sosyal medya kullanımı, elektronik cihaz penetrasyonu gibi konularda dünyada çok ön sıralarda gelen bir ülke. PC açısından baktığımız zaman halen en çok talep edilen ürün 15.6 inçlik dizüstü bilgisayarlar. Klavyesinde nümerik ped özelliğine sahip cihazlar da yine çok tercih ediliyor. Tablet tarafında Android, iPad’i geçmiş durumda. Windows’un payı ise zamanla artacak. Çünkü biz hem PC hem de tablet tarafında bir firma olarak tüketicileri hibrit, ikisi bir arada ürünlere yönlendiriyoruz ve bu anlamda dönüşümü sağlıyoruz. Bu zaman alacak bir süreç. Bahsettiğiniz gibi belirli konularda bazen bir direnç olabiliyor. Windows 8’in arayüzünde bunu gördük. İnsanlar 17 yıldır kullandıkları arayüz yerine yeni bir şey geldiğinde buna başlarda biraz temkinli yaklaştılar. Elbette biz geri bildirimleri de dinliyoruz. Örneğin Windows 8.1’de Başlat tuşu geri geldi. Bu çok dile getirilen bir konuydu. Yenilikler bazen riskli elbette ama yüzünüzü eskitmeye başlarsanız bu sefer insanlar yeniliği başka taraflarda aramaya başlayacaktır. Bu sebeple biz bundan sonra da modern arayüzlere yatırım yapmaya, tüketicilere yenilikler sunmaya devam edeceğiz. Türkiye’deki ilgi birçok pazardan yüksek. Birkaç örnek vereyim; biz Windows 8’in mağazasını ilk açtığımızda Garanti Bankası mağazası ilk banka uygulamasıydı. Ardından TAV ilk havacılık uygulamasını, Doğuş Otomotiv de ilk otomotiv uygulamasını koydu. Türkiye’de yazılım geliştiriciler çok bilinçli ve çok atik davranıyorlar. İkinci bir farkımız ise uygulama kalitesi. Belki mağazaya uygulama gön-
deren ülkeler arasında birinci sırada değiliz ama çok kaliteli uygulamalarımız var. Artık birçok firma da yerini almış durumda ve uygulama açısından Türkiye’deki geliştiricilerden çok memnunuz. Windows 8 ve Windows RT konusunda Pazar nasıl bir dağılıma sahip? Türkiye’ye gelen Windows RT’li ürünler oldu. Önde gelen birçok marka ürünlerini Türkiye’ye getirdiler. Fakat şimdilerde onlar Windows RT ürün geliştirmeyi bırakmış durumdalar. Surface RT ve Nokia 2520 yoluna devam ediyor. Windows RT konusundaki bu gelişme aslında biraz teknolojinin gelişme hızıyla ilgili. 5 yıl öncesine bakmaya gerek yok, daha 1 yıl önce Windows RT, ARM işlemcilerle daha hafif, daha uzun pil ömrü sunan, daha ucuz ürünler olarak pazar girmişti. Intel çok re-
kabetçi bir firma olarak geliştirdiği işlemcilerle bir yıl içerisinde bu dezavantajları ortadan kaldırdı. Dolayısıyla talep artık daha fazla Windows 8.1’li cihazlara dönmüş durumda. Ama tabi ki ARM’nin de bu konuya verecek cevapları olacaktır. Daha hafif, daha ince cihazlar gelmesi mümkün olabilir. Biz de Surface yatırımlarımıza devam ediyoruz. Kurumsal anlamda Blackberry’nin düşüşüyle birlikte Windows Phone’a bir fırsat doğabileceğini düşünüyor musunuz? Kurumsal tarafa geçtiğimizde Windows halen çok tercih edilen bir işletim sistemi. Üretkenlik anlamında, güvenilirlik anlamında kurumsal tarafta zaten sağlam olan konumumuzu korumaya devam ediyoruz. Windows Phone tarafından da elbette değişim gündeme geldiğinde ihtimalleri en iyi şekilde değerlendireceğiz. Blackwww.2fmagazine.com // 61
RÖPORTAJ lar var bu olayların arkasında. Biz her fırsatta Türkiye’de konsol penetrasyonunu artırmak için çalışıyoruz. Çünkü diğer ülkelere kıyasla Türkiye’de gidilecek çok yol var. Bu arttığı zaman, Xbox’ın Türkiye’ye geliş süresi de daha erkene çekilecektir. Surface tarafında da Microsoft, şuan yayılmayı dondurup mevcut pazarlarda daha derinlemesine yayılmayı tercih etti. Böyle bir karar aldı merkez, sonuçta harcanarak bir bütçe var ve bunu yaymak yerine mevcut pazarlara konsantre etmeyi seçtiler. Sadece Türkiye değil birçok ülkede çıkmadı Surface. Yani bu da ticari bir karardı. Ama bahsettiğim gibi her üründe böyle olmuyor. Office 365 ve Azure gibi ürünlerimize dünya ile aynı anda geldi. Bununla birlikte Windows içindeki dil paketlerinde de Türkçe her zaman ilk andan itibaren yer alıyor. Berry birçok kurumda yaygın olarak kullanılıyor, ama gelecekte ne olacağı belli değil. Eğer böyle bir değişim ortamı olursa Windows Phone Bitlocker, politikalarla merkezden yönetilebilme gibi özellikleriyle çok kolay uyum sağlamak için bekliyor olacak. Windows Phone’un birçok özelliğini IT yöneticileri tek bir panel üzerinde kontrol edebiliyor. Yani tek bir panelde tablet, akıllı telefon, PC’lerin hepsini yönetmek mümkün. Kullanmayı bildiği teknolojileri kullanacak olması büyük bir avantaj. Bu konuda son dönemde Denizbank, Windows Phone’a geçti. Windows Phone 8X’ler aldılar ve kurumsal yazılımları bu cihazlarda çalıştırıyorlar. Yaklaşık 1400 adet cihaz aldılar. Gerek Surface gerek Xbox gibi 62 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
ürünler olsun, Türkiye’ye çok erken gelmiyor. Bazen bu konuda Microsoft tarafından net açıklamalar da gelmiyor. Bunun sebebi nedir? Microsoft Türkiye olarak bazı konularda çok öncelik alabiliyoruz. Örneğin geçtiğimiz yıl yapılan Windows 8 lansmanı, dünyada 19 ülkede yapıldı ve Türkiye bunlardan biriydi. Aynı şekilde reklam kampanyamız 38 ülkede yayınlandı ve Türkiye bunlar arasındaydı. Fakat Xbox konusuna geldiğimiz zaman bu biraz Türkiye’nin pazar dinamikleriyle alakalı bir durum. Türkiye’de oyun konsolu penetrasyonu %4’ler civarında. Dünyada %20’nin üzerine çıkan birçok ülke var. Dolayısıyla Microsoft, lokalizyon yapmak için penetrasyonu daha yüksek olan ülkelere öncelik verdi ve öncelikle o pazarlara giriş yaptı. Yani bunun gibi ticari karar-
Bu yıl Türkiye’de kullanıcılarla buluşacak olan yenilikleriniz neler? Cihaz tarafında önemli yenilikler var. Birincisi 8 inçlik cihazların çok arttığını göreceğiz. Bununla birlikte fiyatlar daha hesaplı hale gelecek. 1099 TL civarında ASUS T100 benzeri ikisi bir arada ürünleri almak mümkün olabilecek. İkincisi Windows 8.1 geldi. Bu alanda yeni işletim sisteminin kullanım oranlarının arttığını göreceğiz. Office tarafında ise Office 365 ürününe yoğunlaşmış durumdayız. 2014’te de bu şekilde devam edeceğiz. Eskiden Windows ve Office ürünlerini 3 yılda 1 yeniliyorduk. Windows 8.1, Windows 8’den 1 yıl sonra çıktı. Bundan sonra da böyle sık güncellemeler yayınlamaya devam edeceğiz. //
BİZİM “Her”
B
u yıl beyaz perdenin en dikkat çekici filmlerinden biri hiç şüphesiz “Her”. Sadece sinemaseverlerin değil teknoloji meraklılarının da ilgisini çeken film, yapay zeka ile gerçek bir insan arasında başlayan “aşk” ilişkisini işliyor. Öncelikle film hakkında spoiler verme niyetim olmadığını belirteyim. Yani buradan sonrasını
okumaktan çekinmeyin. Ben sadece filmin konsepti ve bunun beyaz perdeye yansımasından duyduğum memnuniyeti dile getirmek istiyorum. ‘Her’, oldukça gerçekçi bir vizyonla kaleme alınmış. Belki bugün teknoloji henüz bu seviyede değil ama sonuçta gelecekte olmasını beklediğimiz türden konular işleniyor. Yani konu sadece duygusal bir hikaye anlatmak değil, insan ve teknoloji arasındaki ilişkinin sınırlarını da izleyenlere sorgulatmak. Bu açıdan filmin oldukça detaylı olduğunu ve bu sebeple süresinin biraz uzun olduğunu söylemek gerek.
f - stop
Filmde elbette yapay zekanın gelişmesiyle birlikte insan – makine ilişkilerinin “biraz” korkutucu halini görüyoruz. Bununla birlikte bir ilişkiden beklentilerimizin de makine tarafından karşılanıp karşılanmadığını da içimizden sorguluyoruz. Ama ilginç olan “acaba” diye düşündüklerimizin bazılarının bugün gerçekleşmiş olması. Tele-seks, bunlara bir örnek… Siri’nin yaratıcısı, “Her” filmindeki yapay kadın olan Samantha’nın şimdilik gerçekleşmesinin mümkün olmadığını söylüyor. Belki de en gelişmiş sesli yanıt sistemi olan Siri bile henüz çok basit algoritmalara dayanıyor. Samantha gibi kompleks bir yapıyı oluşturmak belki de 100 yıl sürecek, belki de hiç gerçekleşmeyecek. Ama “Her” bir gün “makinelerin düşünceleri ne kadar değerli?” diye soracağımızı düşündürdü bana. ‘Her’de beni etkileyen bir vizyonun, bir konseptin film haline getirilmiş olması. Elbette filmi çekenler de olaya kendi toplumlarında olduğu gibi bakıyor. Peki böyle filmi biz Türkiye’ye uyarlasak ne olurdu? Herhalde Samantha gibi bir yazılımın devlet tarafından “kontrol altına” alınacağını söyleyebiliriz. Yani sansür değil ama biz nasıl istersek öyle davransın. Özel yetkili Samantha’lar olsun, sonra kaldırılsın. Samantha’lar marjinal olsun, Gezi olaylarını gerçekleştirsin. Çok güzel Samantha’larımız da olsun, dezenformansyonlarımız da olsun. Samantha’nın tapeleri çıksın, ama montaj olsun. Samantha soru sorsun “patronu belli” olsun. Dolar 5 lira olsun sebebi dış Samantha’lar olsun. Devlet içerisinde paralel Samantha’lar olsun. Samantha’ya hamdolsun. Eğer böyle bir film çekmeyi düşünenen var ise benim senaryo için önerilerim bunlar… Melih Bilgin Yazı İşleri Müdürü
www.2fmagazine.com // 63
RÖPORTAJ
Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com
İ V MA
TİYATRODA GERİLİM: Tiyatro sahnesinin tozunu yeni yutmaya başlamış bir ekibin hayata geçirdiği Mavi, farklı konusuyla tiyatro sahnesinde pek alışkın olmadığımız tarzda bir oyunun, Mavi’nin yazarı ve aynı zamanda yönetmeni olan Aykut Göker ile hem hikayesi üzerine hem de Türkiye’de tiyatro yapmanın zorlukları üzerine konuştuk
Seni biraz tanıyabilir miyiz? Ben Aykut Göker. 1984 yılında İstanbul’da doğdum. 20’li yaşlarımdan itibaren 9 yıl boyunca basında, birçok dergi ve web sitesinde önce editör, ardından da yazı işleri müdürü olarak görev yaptım. Fakat 9 yıllık bu basın maceram esnasında her zaman ikinci bir işim daha vardı. Akşamları tiyatro eğitimi alıyordum. Dolayısıyla uzun yıllar bir yandan çalışırken bir yandan da tiyatro eğitimimi sürdürdüm. Birçok farklı tiyatroda farklı hocaların derslerine girdim. Son 4 yıldır da Gösteri Sanatları Merkezi’nde oyunculuk bölümünde asistanlık yapıyorum. Geride kalan yıllarda 5 kısa oyun yazıp, yönetme deneyimi yaşadım. Ustam, Şehir Tiyatroları oyuncusu Aziz Sarvan, bana artık uzun oyunlar yazmanın vaktinin geldiğini söyledi ve beni bu yönde teşvik etti. Böylelikle ilk uzun oyun çalışmamı hazırladım ve ortaya “Mavi” çıktı. Mavi’yi, kendi kur64 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
@aslihankarlidag
duğum Olağan Masallar Tiyatrosu çatısı altında sergiliyorum… Tiyatroya olan ilgin nasıl başladı? İlkokuldayken sınıfça hazırladığımız bir oyunda küçük bir rol almıştım. Sanırım oyunculuk fikri o zamanlarda zihnime yerleşti ve gelişti. Yaşım bir hayli küçük olmasına karşın o dönemlerde uzun bir bilimkurgu hikayesi yazmıştım. Lise yıllarıma geldiğimde
ise öyküler ve şiirler yazmaya başlamıştım. Oyunculuk yapmak isteği geri plana itemeyeceğim kadar güçlendiğinde 20’li yaşlarımın en başındaydım. Bir gün şansımı denemeye karar verdim ve Sadri Alışık Tiyatrosu’na başvurdum. Seçmeler yapıldı, ben de seçildim ve oranın ilk öğrencilerinden biri olarak oyunculuk eğitimi almaya başladım. Burada bir süre eğitim aldıktan sonra Bakırköy’de AFEM adındaki
RÖPORTAJ
başka bir tiyatroya geçtim. Buradaki eğitimi tamamladıktan sonra Gösteri Sanatları Merkezi’nde 2 yıl süren eğitimim boyunca Aziz Sarvan, Dilek Tekintaş, Nadir Sarıbacak ve Hilmi Zafer Şahin gibi ustaların derslerine girme şansı elde ettim. Gösteri Sanatları Merkezi’nde aldığım eğitim sonrasında oradan ayrılmadım ve kısa oyunlar yazıp yöneterek, öğrencilerle birlikte sahnelemeye başladım. Bu süreçte aslında işin hem oyunculuk, hem yönetmenlik, hem de yazarlık tarafını görme şansı buldum. Ama başından beri bir numaram yazarlıktı. Buna karşın ilk uzun oyunumu yazmam 2012 yılını buldu. Bu tarihe kadar bir çocuk oyununda ve bir yetişkin oyununda rol aldım. Yönetmenliğe ve oyunculuğa nazaran yazarlığı daha çok seviyorum.
Bunun sebebi kendi dünyamı yaratabiliyor olmam. Kurallarını benim koyduğum, köşelerini benim belirlediğim bir dünya… Oyuncu olduğunuz zaman yazarın dünyasına girip, oradan bir karakteri canlandırıyorsunuz. Yazar olduğunuzda ise sahneye kendi dünyanızı yansıtma şansınız var. İşin yönetmenlik tarafına el atmamın sebeplerinden biri de bu. Çünkü kendi dünyamı en iyi ben kurgularım diye düşünüyorum. Yani aslında her şey yazarken hayalini kurduğum dünyaya hizmet ediyor.
met ya da Cemal Süreya yazarlık eğitimi mi aldı? Hayır. O yüzden bence yazarlığın eğitimi varsa, bu olsa olsa yaşamaktır, başka bir şey değil. Fakat oyunculuk eğitimi almış olmak benim için bir avantajdı. Yurt dışında yönetmenlere oyunculuk eğitimi de verilir. Bu, yönetmenlerin oyuncuları daha iyi anlamasını sağlar. Ben işe oyunculuk eğitimiyle başladığım için hem yazarken hem de yönetirken oyuncuları daha iyi anlıyor ve yakaladığımı düşünüyorum. Bu da onlarla iletişimimi güçlendiriyor.
Peki eğitim açısından doğru adımları izledin mi? Yani oyunculuk eğitimiyle başlayıp sonra yazar olmak senin için zor muydu? Öncelikle ben yazarlığın eğitimi olacağına inanmıyorum. Nazım Hik-
Mavi ilk oyunun, artık provalar bitti ve düzenli olarak sahneleniyor. Bize biraz Mavi’nin hikayesinden bahsedebilir misin? Mavi, ustam Aziz Sarvan’ın beni teşvik etmesiyle ortaya çıktı. Yazdığım www.2fmagazine.com // 65
RÖPORTAJ kısa oyunları beğeniyordu. Benden iki kişilik uzun bir oyun yazmamı istedi. Sonunda da ortaya gurur duyacağım bir metin olan, Mavi çıktı. Aziz Hoca’nın bana katkısı ve desteği çok büyüktür. Asla yol göstermez ama yolu nasıl bulacağıma dair ipuçları verir. Bana “Doğru budur” demeyip, doğruyu kendimin bulmasını sağladığı için ona gerçekten büyük bir minnet borcum var... Metni tamamladıktan sonra iş metnin 3 boyutlu hale gelmesine geldi. Artık metin canlanmalıydı. Çok şanslıyım, iki genç ve çok yetenekli oyuncu ile çalışıyorum. Mavi’de hastayı oynayan Can Yaman ve doktoru oynayan Şahin Sancak. Her ikisi de hem çok disiplinli hem potansiyelleri çok yüksek. Üstelik benim için en büyük avantajları da birbirimize çok iyi uyum sağlamamız oldu. Onlarla çok iyi anlaşıyoruz. Bu, ilk uzun oyununu yapan bir yönetmen için büyük şans olsa gerek. Mavi, iki kişilik bir oyun ama arka tarafta 4 kişi daha var. Onlardan ilki yönetmen yardımcılığımı yapan Derya Şahan. Ekip olarak kendisinin deneyiminden çok faydalandık. Işık ve seste Mustafa Uhud Çoban ve Umut Çeşitli ile işe başladık. Ardından ise ekibe kısa zaman önce Furkan İnik eklendi. Böylelikle hem çok güvenilir hem de deneyimli bir teknik ekip kurmuş olduk. Müşterek yapılan işlerde birbiriyle uyum içinde çalışan bir ekip kurmak çok önemli. Biz bunu çok iyi başardık, öyle gözüküyor… Herkes birbirine yardımcı oluyor ama ben bunu tiyatro bazında bir iş disiplini olarak açıklamıyorum. “Dostluk” daha doğru bir kelime sanırım…
66 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Peki Mavi ne tür bir oyun? Bize biraz hikayesinden bahsedebilir misin? Oyun bir psikiyatrın ofisinde, hasta ve doktor arasında geçiyor. Konu hastanın geldiği 4 seansta işleniyor. Her seansta heyecan ve gerilim biraz daha artıyor. Aslında tiyatro sahnesinde çok fazla rastlanmayan şekilde gerilim türünde bir hikaye Mavi. Oyunda doktorunun hayatını fazlasıyla yakından takip eden bir hasta izliyoruz. Doktor da zamanla hastasından şüphelenmeye başlıyor ve hikaye bu noktadan sonra sürprizlerle dolu gerilimli bir hale geliyor. Seyirciler 70 dakika süren bu öyküde görünenin ötesinde yaşanan farklı gerçeğe tanık olacak. Bu kadar
yeterli sanırım, daha fazla detay vermeyeyim :) Mavi’nin programı aydan aya değişiklik gösterebiliyor. Farklı sahnelerde oynuyoruz. Oyun programımız ile bilgi almak isteyenler Facebook.com/ OyunMavi sayfasını takip ederek tarihleri öğrenebilir. Mavi projesi sadece bu 7 kişiden oluşmuyor bildiğimiz kadarıyla… Mavi için birlikte çalıştığımız bir yapım şirketi var. KarArt Kültür Sanat bize bu projede destek veriyor. Özellikle prova süreçlerinde projeye güvenip bize epey imkan sağladılar. Bize destekleri çok büyük. Mavi için çalıştığımız bir diğer partnerimiz de
RÖPORTAJ F5 İletişim Danışmanlığı. Projenin PR’ını üstlenen F5 İletişim Danışmanlığı, basınla ilişkilerimizi yönetiyor… Gelecek planların neler? Mavi’yi 1,5 yıllık bir oyun olarak düşündük. Dolayısıyla bu sezonu tamamlayacağız. Önümüzdeki sezonda da oynayacağız. Aslında ben Mavi’yi bir üçleme olarak düşündüm. Şuan yazmakta olduğum başka bir oyun var. Belki önümüzdeki yıl o da sahnelenmeye başlanacak ve kendi kurduğum Olağan Masallar Tiyatrosu’nun ikinci oyunu olmuş olacak. Kısa zamanda kadromuz genişledi. Yeni projelerle daha da büyüyeceğiz gibi görünüyor. Planlarımız arasında sadece tiyatro oyunları yok. Kamerayı da işin içine dahil etmeyi planlıyorum. Somut içerikler için biraz daha zamana ihtiyaç var… Genç bir tiyatro sevdalısı olarak Türkiye’de tiyatro dünyasını nasıl görüyorsun? Ne tür zorluklar dikkatini çekiyor? Ben bu konuya kendi karşılaştığım taraftan yaklaşayım. Çünkü Türkiye’de tiyatroyu birçok insan yorumluyor zaten. Kendi karşılaştığım şeyleri dile getirmem daha sağlıklı ve aktüel olacaktır diye düşünüyorum. Benim gibi tiyatroya gönül vermiş, kendi oyununu sahnelemek isteyen birçok kişi olduğunu biliyorum. Eğer böyle bir hayaliniz var ise öncelikle bir metin bulmanız gerekiyor. Kendiniz de yazabilirsiniz, hazır bir metin de bulabilirsiniz. Fakat ben yazılmasından yanayım. Günümüz İngilteresi’nde bile sahnelenen oyunların %20 ila 30’u yeni metinlerden oluşuyor. Eski www.2fmagazine.com // 67
RÖPORTAJ
metinler artık git gide daha az sahneleniyor. Yeni şeyler yaratmak, seyirciye yeni bir şeyler sunmak önemli. Artık insanlar Amerika’da yayınlanan bir diziyi anında Türkiye’den de takip ediyor. Bu, modern, yeni şeyler sunan senaryolara olan ilgiyi artırıyor. İzleyici farklı bakış açıları görmek istiyor. Bu sebeple ben modern yazarların çok desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu işin başka bir tarafı tabii... Metin oluşturduktan sonra oyuncu bulma aşamasına geliyor sıra. Bu oldukça zor çünkü ciddi düşünüyorsanız o oyuncularla uzun süreler birlikte çalışacaksınız. Bu yüzden uyumlu olduğunuz oyuncular yakalayıp, iyi bir ekip yaratmak gerekiyor. Bunun ardından provalar için sahne bulmak gerek ki bu da pek kolay bir süreç değil. Bir sahne mi kiralayacaksınız, yoksa tanıdığınız mı var, evde mi çalışa68 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
caksınız bu noktada bir karar vermeniz gerekiyor. Prova sürecinin en azından bir ay süreceğini düşünürseniz mutlaka öncesinden hazırlıklı olmanız lazım. Yoksa oyunu sahnelemek için yeterli prova yapmanız pek mümkün olmuyor. Bu konuda zamanlama da önemli. Ben Mavi’yi sezon esnasında hazırladığım için sahneler çoğunlukla dolu oluyordu. Yani sezonun kapalı olduğu tarihlerde prova yapmak daha kolay olabilir. Provalar da tamamlandıktan sonra artık oyunu sahneleyeceğiniz bir sahne bulmanız gerekiyor. Bu noktada kira ya da gelir paylaşımı anlaşmaları vs. işin daha önce hiç bilmediğiniz ticari boyutları karşınıza çıkmaya başlıyor. Sahne ile yapılan anlaşma, oyuncularla anlaşmalarınız, teknik ekip ile yapacağınız anlaşmalar, salonun büyüklüğü, seyirci sayısı, bilet fiyatları, tanıtım çalışmaları derken kendinizi hiç beklemediğiniz kadar karmaşık bir sürecin içerisinde buluyor-
sunuz. Belki siz sadece tiyatro yapmak istiyorsunuz ama maalesef işin bu boyutlarını da düşünmeniz gerekiyor. Ben de en başta işin bu denli karmaşık bir hal alacağını bilmiyordum. Ama zamanla bu boyutlarını da öğrenip, üstesinden gelmeye başladım. Bu noktada önemli olan hayalleriniz ve hedefleriniz. Eğer nereye varmak istediğinizi biliyorsanız bu tür zorluklar sizi yıldırmayacaktır. Aksi halde bir gün bir yerde sıkılıp bırakırsınız… Peki tiyatro seyircisi oyunların pahalı olduğunu düşünüyor mu? Oyunlar, ekonomik anlamda bir yandan ucuz olmaya ama bir yandan da para kazanıp yaşamaya çalışıyor gibi bir ortam var. İngiltere’de Royal Shakespeare adında bir tiyatro var. Türkiye’ye geldiklerinde ben de workshop’larına katılma fırsatı buldum. Benzer sorular onlara da
RÖPORTAJ yaşama şansları yok. Bu bilet fiyatlarıyla bile yok. Bu sebepledir ki Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda sergilenen büyük prodüksiyonlar, özel tiyatrolar tarafından hayata geçirilemiyor. Özel tiyatrolar küçük sahnelere, düşük bütçeli yapımlara yönelmek zorunda kalıyor. Tabii çuvaldızı bir de kendimize batırmamız lazım. Yeni oyunlar yazmak, izleyiciye yeni ve sürükleyici öyküler sunmak gerek. Son 10 yılda Hollywood’da bile sık sık yeniden çevrilen filmler görüyoruz. Eğer yeni metinler, heyecan verici yeni oyunlar yaratırsak, seyirci de buna kayıtsız kalmayacaktır diye düşünüyorum.
soruldu ve bizimkine çok benzer sorunlardan bahsettiler. Yani İngiltere’de de gençler bütçe bulamıyor, sahne bulamıyor, seyirci çekmekte sıkıntı yaşıyor. İşe başlarken biraz gönüllü başlamak gerekiyor. Siz direkt bu işten para kazanma arzusuyla harekete geçerseniz hayal kırıklığına uğrama olasılığınız çok yüksek. Seyircilerin bakış açısından baktığımızda tabii tiyatro en çok sinema ile kıyaslanıyor. İkisi elbette ayrı dallar ama seyirci sonuçta bir şey izlemek istiyor ve bir tercih yapıyor. Bu konuda
sinema ve tiyatroyu birbirinden ayıran en büyük nokta; sinema filmlerinin bir kez çekilip aylarca, binlerce salonda yayınlanması, tiyatronun ise her gün canlı insanlar tarafından yeniden sahneleniyor olması. Evet, özel tiyatroların biletleri sinema biletlerinden pahalı. Ama sahnede yapılan işin maliyetini düşündüğünüzde bu normal bir durum. Sahne kiraları, ekibe verilen ücretler vs. birçok maliyet var. 7-8 kişilik oyuncu kadrosuyla sahnelenen oyunlar var, bunlar kapalı gişe oynamadıkça
Senin takip ettiğin yeni gruplar ya da böyle sürekli yeni oyunların çıktığı sahneler var mı? Aslında yeni grupları sürekli takip edemiyorum çünkü bir çoğunun oynadıkları sahne değişiyor. Ama yeni oyunculara, gençlere destek veren sahneleri takip etmeye çalışıyorum ve oralarda oyun izlemeye çalışıyorum. Biz de genç bir ekibiz, buna ihtiyaç olduğunu da iyi biliyoruz. Yeni ve alternatif sahneler de açılıyor İstanbul’da. Bunların da desteklenmesi gerekiyor. Son 2 yılda birkaç tane daha açıldı. Şuan aklıma gelen İkinciKat, D22, Sahne Cihangir gibi sahneler var. Burada bizim gibi yepyeni gruplar da sahne alıyor. Buralarda yepyeni gruplar, oyuncular, yönetmenler tanımak mümkün oluyor. Bence bu tür sahneleri takip edin, genç ekipleri izleyin ve destekleyin. Özellikle genç ekipler için bu hassas bir süreç ve desteklenmeye ihtiyaçları var… // www.2fmagazine.com // 69
Merallica
Hanife MERAL AKMAN // meral@2fmagazine.com
URIAH HEEP S
eksenli yılların başlarında, rock müzikteki gelişmeleri takip etmek, sevdiğiniz grupların albümlerine bir tıkla ulaşmak pek mümkün değildi. Bunun için, tek kanallı radyoda, rock müzik programlarının saatlerini bilmek, saati geldiğinde radyo başında olmak ve programı kaydetmek için boş kasetlere sahip olmak gerekirdi. Ancak o zaman dünyada neler olduğundan haberdar olabiliyordunuz. Uriah Heep’den de bu şekilde haberimiz oldu. Bir gün radyoda ‘Easy Livin’’ çaldı ve rock müzik seven 17 yaşındaki gençlerin efsane hard rock grupları listesine Uriah Heep eklendi.
70 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Uriah Heep, 1969 yılında Londra’da kuruldu. Grubun kuruluş kadrosunda guitarist Mick Box, solist David Byron, klavyeci Ken Hensley ve davulcu Alex Napier yer alıyordu. İlk albümleri ‘...Very ‘Eavy ...Very ‘Umble’ 1970 yılında piyasaya çıktı. Albümde yer alan ‘July Morning’, grubun ilk hiti oldu ve tam 45 yıldır rock müzik severlerin ilk on şarkı listelerinde yerini aldı. Grup adını, Charles Dickens’ın David Copperfield eserinde yer alan tefeciden alıyor. Grubun bu ismi aldığı 1969 yılı Charles Dickens’ın 100’üncü
ölüm yıldönümü imiş ve bütün Londra Dickens’dan bahsediyormuş, grup bu durumdan etkilenmiş olsa gerek. Uriah Heep, dahi müzisyen Ken Hensley’in de etkisiyle klavyeli çalgıları (mellotron, Hammond) baskın olarak kullanmaları nedeniyle zaman zaman Deep Purple’a benzetilse de, sağlam alt yapılı akılda kalıcı parçaları ile Led Zeppelin, Deep Purple ve Black Sabbath ile birlikte hard rock müziğin “The Big 4”’u içinde yer alır. 70’li yıllarda yaygın bir inanış da, Uriah Heep dinlerken faydalanacağınız bazı
MÜZİK ‘zihin açıcı’ların müziği bambaşka hissetmenize ve ‘Uriah Heep Bağımlısı’ olmanıza yol açabileceğiymiş. Uriah Heep’in üçüncü kez İstanbul’a geleceğini öğrendiğimde, biletimi üç ay öncesinden alıp, son konserlerinde çaldıkları parçaları araştırıp müzikçalarıma yükleyerek kendimi konsere hazırlamaya başladım. Konser günü geldiğinde, Beyoğlu kalabalığında en sevdiğim şarkıları dinleyerek konser yerine geldim. Konser mekanı bilindik rock barlarından biriydi ancak o gün içerde bu barın bilindik genç nesil müdavimlerini görmek pek mümkün değildi. Mekan, grubu benim gibi ilk kez 17 – 18 yaşlarında dinlemiş, hayran olmuş ve yıllarını onlarla geçirmiş olgun rock müzikseverlerle (ve bazılarının çocukları ile) tıka basa doluydu. Birçok insanın elinde imzalatmak üzere plaklar da bulunuyordu. Grubun her konserinde sahneye çıkarken kullandıkları parçanın ilk notaları ile birlikte safların sıklaştığı heyecanlı bir hareketlenme yaşandı ve ardından efsane sahnede beliriverdi. Gitarda Mick Box, vokalde Bernie Shaw, bass gitarda Davey Rimmer (geçen yıl aynı yerde verdikleri konserde bas gitarda Trevor Bolder’ı dinleme fırsatı bulmuştuk, ancak Bolder’ı geçen yıl kaybettik), klavyede Phil
Lanzon, davulda Russell Gilbrook ile Uriah Heep karşımızdaydı. Konser, grubun 90’lı yıllarda çıkarttığı ‘Sea Of Light’ albümünden ‘Against the Odds’ ile başladı. Başlangıç için sade bir şarkı olsa da, ‘iyi akşamlar İstanbul’ diye girişini yaptıkları Overload ile kalabalığı iyice konserin içine çektiler. Uriah Heep gibi genç yaşlarımızda tanıştığımız grupları sahnede seyrederken ister istemez ‘acaba eski parçaları ne zaman çalacaklar’ diye düşünmeden edemiyorsunuz. Büyük ihtimalle bir çok kişinin aklından bunlar geçerken Bernie Shaw ‘eskilerden birşeyler dinlemek ister misiniz?’ diye bizimle aynı şeyleri hissettiğini belli etti. Hemen arkasından 1972 tarihli ‘Demons And Wizards’ albümünden ‘Traveller in Time’ ile hep birlikte surrealist bir gezintiye gittik. Daha kendimize gelememişken hız kesmeden ‘The Magician’s Birthday’ albümünden ‘Sunrise’ muhteşem vokal girişiyle kulaklarımızı doldurmaya başladı. Şarkı boyunca gözlerimizi Mick Box ve ellerinden alamadık. Box, gitardan sihir yayar ve parmak hareketleriyle bütün salona büyü yapmaya çalışır gibiydi. Klavyeci Phil Lanzon’un Hammond tınılarıyla başlayan girişle birlikte, herkesin beklediği anlardan biri başla-
dı ve güçlü vokalleri, klavye ve gitar soloları ile grubun müzikal kimliğini çok net özetleyen 1973 tarihli ‘Sweet Freedom’ albümünden ‘Stealin’ başladı. Şarkının en sevdiğimiz nakaratını gurubun teşvikiyle bütün salon hep bir ağızdan söyledik. Kısa bir nefes almamıza bile izin vermeden Bernie Shaw, ‘hazır mısın İstanbul, çünkü ben sallanıp yuvarlanmaya hazırım’ diyerek 2011 tarihli ‘Into The Wild’ albümünden ‘I’m Ready’ ile bütün salonu çığlıklarla doldurdu. Şarkı başlamadan önce davulcu Russell Gilbrook’un davullarıyla yaşadığı küçük sorun grup üyelerini çok eğlendirdi. Konser boyunca, sahnede en çok dikkatimi çeken şeylerden biri Mick Box’ın hiç bitmeyen enerjisi oldu. Kurulduğu günden bugüne kadar grubun değişmeyen tek elemanı olan Mick Box, sahnede olmaktan büyük bir keyif alıyordu. Şarkılara seyirciler gibi eşlik ediyor, grup arkadaşlarıyla şakalaşıyor ve hiç durmadan gülümsüyordu. Aynı şekilde, klavyeci Phil Lanzon’da çaldığı her notanın hakkını kocaman bir gülümseme ile veriyordu. ‘I’m Ready’ bittikten sonra Shaw, konsere bir süre daha yeni nesil albümlerle devam edeceklerini söyledi ve müjdeyi verdi ‘şu anda stüdyodayız, tabi burada değil Londra’da,
www.2fmagazine.com // 71
MÜZİK
2014’de yeni bir Uriah Heep albümü dinleyeceksiniz’. Arka arkaya ‘Between Two Worlds’, ‘Nail on the Head’ ve ‘Into the Wild’ çaldıktan sonra, nefesimizi tutarak beklediğimiz an geldi ve ‘Gypsy’nin ilk notaları duyulmaya başladı. Sanırım benim gibi Uriah Heep hayranları bu anın hiç bitmemesini dileyerek şarkıya eşlik ettiler. Hemen arkasından başlayan ‘Look At Yourself’, marş haline gelmiş gitar solosu ve uzunluğuna rağmen bitmesini hiç istemediğiniz lezzeti ile salonu kasıp kavurdu. Enerji bu kadar yükselmişken, ‘şimdi sırada ne var acaba’ diye düşünmeye bile fırsat kalmadan Hammond’dan yükselen tanıdık melodi herkesin kanının akışının biraz hızlanmasına sebep oldu. Yaklaşık on dakikalık ‘July Morning’ başladı ve 72 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
grubun her elemanının yetenekleri, yaptıkları sololarla adeta resmi geçit yaptı. Bu ayin gibi parça bittikten sonra Mick Box’ın akustik gitarını kuşanması ile ‘Lady In Black’in başlayacağını anlayan biz seyirciler, gruptan once şarkıyı söylemeye başladık. Şarkı sırasında, Shaw’ın her fırsatta seyircilere çevirdiği mikrofon, bu seferde boş dönmedi. Lady In Black fırtınası dinene kadar grup minik bir ara verdi, tabi biz seyirciler boş durmadık, ‘size doyamadık’ diye salonu inletirken Uriah Heep geri geldi. Seyirciden küçük bir talepleri oldu, müzik tarihinin ilk heavy metal parçalarından biri kabul edilen ’Free’n Easy’ çalarken bir heavy metal klasiği olarak ‘headbang’ yapmaları için seyircileri sahneye davet etti. Biraz çekingen bir millet olarak sahneye çıkan
cesur insanları takdir ederek bu sert parçaya hep beraber kafa sallayarak eşilk ettik. Sonunda, hem beklenen an hem de konserin sonunu haber verdiği için kalbimizi sıkıştıran an geldi. Bitmek bilmeyen enerjileri ile Uriah Heep, ‘Easy Livin’ çalıp söylemeye başladı. Bütün salonun sesi kısılmışken konser tamamlandı. Bernie Shaw ‘teşekkürler İstanbul, tekrar görüeşeceğiz’ dediğinde keşke herşey baştan başlasa diye düşünmedim değil. Müzik tarihinde 45 yıl geçirmiş ve yaptıkları müzikten, seyirci karşısında olmaktan büyük keyif alan, yaş ortalamaları oldukça yüksek olsa da enerjilerinden hiç birşey kaybetmeyen ve bu enerjiyi sahneden seyircilerine yansıtan sevgili Uriah Heep, asıl ‘biz’ size teşekkür ederiz. //
DOSYA
www.2fmagazine.com // 63
Nilay AYDOĞAN // deniz@2fmagazine.com SAĞLIK @nilayaydogann
. egoIST
İ S Ta n b u l ’ u n s a k i n i KİREÇBURNU
G
eçen ay misafiri olduğum bu güzel yerde o kadar mutlu oldum ki, kendime bir koltuk buldum ve hemen kıvrıldım :) Şimdi o sıcacık atmosferden size ilk yazımı yazıyorum; benim kelimelerimle sizin gördüklerinizi anlatan kelimelerin renkli dünyasına hoş geldiniz! … Evet sayfamın adı gibi egoİST’im ben! Herkes egosit! Düşündüğünüz gibi bir egoistlik değil bu… Tüyoyu kelimenin yazımında verdim aslında! Ben burada İstanbul’dan bahsediyorum. Herkesin İstanbul’undan, bu şehirde hissettikleri, yaşanmışlıkları ve yalnızlıklarından… Her hafta sonu İstanbul’u yeniden
74 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
tanıyorum ve daha iyi tanımak için farklı yerlerde buluşuyorum onunla. Sizinle de bu gizli buluşmaları paylaşmak istedim ki, birçok pencereden görünen İstanbul’u beraber yaşayalım. Son buluşmamızda Kireçburnu’ndaydık onunla. Bu sefer sakin ve yalnızdı İstanbul! Kireçburnu’na giderken Notting Hill filmindeki Hugh Grant’ın çarşıda yürürken mevsimlerin değişme sahnesi ve fondaki Ain’t No Sunshine parçası geldi aklıma... Yolda bir ara görünen deniz sonra denizle aramıza giren metruk evler! Yolun sonu ise başka bir dünyaya açılıyor. İnsanların güler yüzlülüğü, sıcaklığı ve huzuru şaşırtır cinsten.
Balık restoranları ile tanınan bu minik semtte kahvaltı zevki bile bir başka oluyor. Semtin en eski sakini Kireçburnu Fırını’na konuk oluyorum. Enfes bir kahvaltı ve samimi insanlarla dolu bir mekân karşılıyor beni. Artık bu samimi insanların huzurunu keşfetme vakti, hemen kendimi sahile atıyorum. İstanbul yalnız! İnsanın kendisiyle kalıp mutlu olduğu bir yalnızlık bu. O zaman anlıyorum huzurun nedenini; herkes denizin yalnızlığı ile yolculuk ettiği iç dünyasında mutlu. Bu yüzden Kireçburnu’nda sakin İstanbul. Mevsimlerin değişmesine tanık olmak istiyor ve boş gözlerle denizi izleyerek huzuru arıyorsanız İstanbul’umdaki Kireçburnu’na beklerim… //
EGOİST
www.2fmagazine.com // 75
SPOR
@PekiBerk Berk PEKİ // erhan@2fmagazine.com
Ağırlığınızca Spor: TRX!
B
u ay size son günlerin en popüler spor tekniği olan TRX(Total Resistance Exercise)’den bahsetmek istedim. Her yaştan ve her fitness seviyesinde kişinin kolaylıkla uygulayabileceği bu egzersiz sistemi sayesinde, kısa sürede forma girebilir ve daha sağlıklı, fit bir görünüm elde edebilirsiniz.
TRX nedİr? TRX, size vücut ağırlığınızı direnç olarak kullanmanızı sağlayarak yüzlerce egzersizi uygulamanıza olanak sunar. Bu ekipman haricinde başka hiçbir şeye gerek yok, çünkü, egzersiz esnasında vücut pozisyonunuzu değiştirerek direnci arttırabilir ve şiddeti kendinize göre ayarlayabilirsiniz. 76 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Dünya da TRX… TRX çılgınlığı çığ gibi büyümeye devam ediyor. Günlük kullanım için bu ekipmanı tercih edenlerden, profesyonel antrenman yapan atletlere kadar her seviyedeki sporcu TRX’i tercih ediyor. Amerikan beyzbol takımları, UFC dövüşçüleri, olimpik seviye yüzücüler ve koşucular... bir çok sporcunun dolabın da TRX bulmak mümkün. Sporcuların yanı sıra amerikanın ve dünyanın en ünlü personal trainerlarının tercihi ve benim de favori ekipmanlarımdandır.
TRX İle nerede çalışabİlİrİm? Evet, muhteşem bir ekipman olmasının en büyük sebeplerinden birisi de bu. İnce donanım ayarları sayesinde her yere bağlanıp sabitlenebilir. Ve işte bu
sayede TRX’i her yerde kullanabilirsiniz. . Evde, işte, sokakta, piknikte bile :)
TRX İle bütün vücudumu çalıştırabİlİr mİyİm? Eğer ki, bir TRX egzersiz ekipmanınız var ise, artık spor salonuna gitmenize, boşu boşuna binlerce lira harcamanıza gerek yok. Çünkü bu muhteşem icat sayesinde bütün vücudunuzu ayrı ayrı çalıştırabilir ve kısa sürede farkı görerek, daha fit bir görünüm elde edebiliŕsiniz. TRX ile sadece fiziki olarak forma girmezsiniz. Bu ekipman sıkılaşma ve kas gelişiminin yanı sıra vücudumuzda bulunan ve spor salonlarında özel dersler harici pek fazla çalıştıramadığımız denge kaslarını da devreye sokar, kas içi koordinasyonunuzu arttırır ve fonksiyonel gücü maksimum seviyeye ulaştırır.
SPOR Ve tabi ki esneklik! Kaslarınız gelişip sıkılaşır, kuvvetiniz artar. Bir de esnekliğiniz artar ki, bu postürünüz ve sağlığınız için çok çok önemlidir.
Ne yapmalıyım? Öncelikle yapmanız gereken elbette ki bir TRX egzersiz ekipmanına sahip olmak. Spor mağazalarından veya internetten kolayca bulabilir vr satın alabilirsiniz. Ve şimdi sizler için özel olarak hazırladığım sıralı TRX egzersizlerini açıklamalı olarak göreceksiniz. Egzersizleri açıklamalara uygun bir şekilde yapmalı ve sakatlık riskini en aza indirmelisiniz. Not: Her hangi bir eklem probleminiz varsa, egzersizleri uygulamadan önce doktorunuza danışınız.
Egzersİzler Isınma: Varsa, koşu bandı, bisiklet veya cross ile 10 dakika ısınabilirsiniz. Yoksa 3 dakikalık bir oryantal işinizi görecektir, erkekler 3 dakikadan bir şey olmaz :) Back Row: Sırt bölgesini çalıştırır. Vücudunuz yere 45 derecelik bir açıda ve kollar gergin olacak, dirsekler vücuda yakın bir şekil de kendinizi yukarı çekin ve yavaşça bırakın. Deltoid Fly: Omuz bölgesini çalıştırır. Vücudunuzun 45 dereceden daha dik bir açıda olacak, dirsekler hafif bükülmüş ve sabit pozisyonda kollarınızi yanlara doğru açın parmak ucunuza yükselin ve yavaşça geri bırakın. Biceps Curl: Kolun ön kısmını çalıştırır.
Vücudunuz 45 derecelik bir açıda ve kollar gergin olacak, dirsek pozisyonunu bozmadan kendinizi yukarı doğru çekin ve yavaşça bırakın. Triceps Press: Kolun arka kısmını çalıştırır. Dizlerinizin üstünde durun ve vücut dik pozisyonda kalsın. Kollar gergin durumdayken dirseklerinizi yavaşça bükün, dirsekler 90 dereceye geldiğinde başlangıç pozisyonu için kendinizi geri ittirin. Squat: Bacak ve kalça bölgesini çalıştırır. Vücudunuzun düz pozisyonda kalsın, yavaşça oturun. Dizleriniz parmak ucunuzu gecmesin ve dizler 90 derece olduğunda tekrar yükselin. Hamstring
Curl:
Bacağınızın
arka bölgesini çalıştırır. Sırt üstü yatın, topuklarınızı ayak bölmesine yerleştirin. Kalçanızı havaya kaldırın, pozisyonu bozmadan topuklarınızı kendinize doğru çekin, kalçanızı yukarı kaldırın ve yavaşça bırakın. Kalça daima hava da olmalıdır. Crunch: Karın bölgesini çalıştırır. Şınav pozisyonuna geçip ayaklarınızı ayak bölmesine yerleştirin, dizlerinizi göğsünüze doğru çekin ve yavaşça geri uzatın. Cardio: Hafta da 3-4 gün 25-45 dakika arası hızlı tempo yürüyüş. Not: Egzersizleri seviyenize göre 2-4 set, 8-12 tekrar arası uygulayabilirsiniz. İyi çalışmalar // www.2fmagazine.com // 77
SPOR
Back Row
Deltoid Fly
Triceps Press
Squat
Hamstring Curl
78 ĹžUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Crunch
SPOR
Şirvan DENİZCİ// deniz@2fmagazine.com www.focusstudiotr.com
Pilates ve Masa Başı Çalışanlar Pilates, sağlık üzerinde de çok olumlu etkilere sahip olan bir disiplin. Bunun en önemli örneği ise masa başı işlerde çalışan kişilerin bel ve sırt bölgesinde oluşan problemlere şifa olması. Pilates sayesinde ağrılardan, kireçlenmelerden kurtulmak mümkün olabiliyor
P
ek çok fizik tedavi uzmanı, hekim ve pilates eğitmeninin görüşlerinin birleştiği ortak nokta; Masa başı iş yapanların, öğrencilerin, bilgisayar başında uzun süre çalışan kişilerin kas ve iskelet sistemi rahatsızlıklarından diğer insanlara oranla daha fazla etkilendikleridir. Çalışırken veya günlük yaşamda hissedilen ağrlılar, kronikleşerek iş verimimizi ve sıradan hayatımızı olumsuz yönde etkiliyor. Özellikle masa başında çalışanlar iş saatlerinin başladığı andan itibaren çok az yerlerinden kalkıyorlar ve malesef uzun süreler aynı pozisyonda kalıyorlar. Bu durumun yarattığı duruş bozukluklarını, boyun ve sırt ağrılarını, performans düşüklüğünü gidermede yine pilates egzersizlerinin faydaları karşımıza çıkıyor. Pilates klavye başında uzun süre kal-
maktan kaynaklanan ağılara, boyun ve sırtta oluşan problemlere, hareketsizliğe bağlı oluşan kireçlenme veya başka sıkıntılara çok ciddi çözümler sunarken, aynı zamanda günün stresinden de uzaklaşmanıza olanak sağlıyor. Bilgisayar başında uzun süre oturanların en büyük düşmanları olan, bel-boyun fıtıkları, eklemlerde kireçlenme, aşırı mouse kullamının bilek ve ellerde sebep olduğu karpal tünel sendromu gibi rahatsızlıklar, boyun düzleşmeleri, hareketsizliğe bağlı kilo artışı , dolaşım bozuklukları gibi tüm rahatsızlıklar pilates yaparak en aza indirgenebiliyor, hatta giderilebiliyor. Tüm bu saydıklarımızın yanında bir de bunlara bağlı oluşan stres faktörünü de eklersek Pilates esnasında (matwork pilates dersleri veya pilates reformer dersleri) kişi diğer her şeyden soyutlanarak kendine odaklanmaya başlıyor. Sırf bu
yönüyle bile pilates egzersizleri denenmeye değer bana göre. Bu sebeple pilatesi sadece bir formda kalma egzersizi olarak görmeyip, sağlık üzerine etkilerini de değerlendirmenizi öneririm. Günümüzde birçok insan için uzun çalışma saatlerini masa başında oturarak geçirirken ortaya çıkan sağlık sorunları, tüm hayata etki eden bir sorun haline geliyor. Bu belki de gelecekte en çok muzdarip olunan rahatsızlıklardan biri olacak. Bu anlamda ben pilatesin sağlık için de bir gereklilik olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bilgisayar ekranını hayatımızın bir parçası yaptığımız kadar aynı ölçüde pilates egzersizlerini de vazgeçilmeziniz haline getirmenizi tavsiye ederim. Göreceksiniz ki katkısı büyük olacak. İyi bir hafta dilerim, Hayata ve kendinize Focus’lanın :) // www.2fmagazine.com // 79
RÖPORTAJ
Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com
@orcunpekoz
TRAFİĞE ÇÖZÜM ARAÇ PAYLAŞIMI Yurt dışında çok popüler olan Araç Paylaşım Sistemi’ni Türkiye’de hayata geçiren ilk şirketlerden biri olan Mobicar, İstanbul’un yüksek potansiyelini kullanmayı planlıyor. Şuan 41 araçlık bir filoya sahip olan şirketin hedefi 2 bin – 3 bin civarında araca ulaşması beklenen bu pazarda pay sahibi olmak. Mobicar’ı ve Araç Paylaşım Sistemi’ni şirketin kurucularından Erben Öztürk’ten dinledik
Mobicar nasıl kuruldu, 2013 yılından bu yana neler yaptı? Şuan ortağım olan Emir, Hollanda’da okuduğu dönemde bir araç paylaşım şirketini görmüş ve bu sistemi çok mantıklı bulmuş. Sonrasında eğitimini tamamlayıp Türkiye’ye taşındığında da bu sistemi burada kurmaya karar vermiş. Ben de onun bu projeyi hayata geçirmek için arayışta olduğu süreçte bankadaki işimden ayrılmıştım ve kendi başıma neler yapabilirim diye düşünüp, farklı projelere bakıyordum. O süreçte Emir’le tanıştık, hem kimyamız hem de fikirleri80 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
RÖPORTAJ
miz uyuştu ve araç paylaşım sistemini birlikte hayata geçirmeye karar verdik. Bir ön hazırlık sürecinden sonra sistemi hayata geçirdik ve 2013 Şubat’ında ilk aracımız kiralandı. Mobicar olarak ilk etapta 5 noktada 12 araç ile başlamıştık. Şimdi ise 21 noktada 41 araca ulaşmış durumdayız. Giderek büyümeye de devam ediyoruz, 2014’te hedefimiz daha fazla noktada daha fazla araçla müşterilerimize hizmet vermek. Şirketin iki ortağı ben ve Emir. Bizimle birlikte bir de Danışman- Ortak olan David Brook var. David ile Emir, Mobicar’ın kurulma aşamasında tanışmışlardı. Kendisi araç paylaşım sistemini Amerika’da hayata geçiren ilk isimlerden biri olduğu için önemli bir tecrübeye sahip. O da bize bu konudaki tecrübeleriyle katkı sağlıyor ve aynı zamanda ortaklarımızdan biri. Bu üç kişilik yönetim ekibimiz, tamamen kendi sermayemizle Mobicar’ı hayata geçirdik. Yani şirketin yönetim kadrosu dışında herhangi bir yatırımcısı olmadı. Araç kiralama ülkemizde uzun yıl-
lardır sunulan bir hizmet. Fakat Mobicar’ın sistemi bildiğimiz araç kiralamadan farklı. Bize bu sistemin işleyişinden ve sunduğu avantajlardan bahsedebilir misiniz? Aslında bizim de yaptığımız iş temelde araç kiralamak. Fakat farklı ve avantajlı olduğumuz birçok nokta var. Bunlardan biri saatlik ve günlük araç kiralama seçenekleri. Yani gün içerisinde araca 3 saatliğine ihtiyacınız varsa tüm gün kiralama yapmak zorunda kalmıyorsunuz. Bunun dışında 7 gün 24 saat araç kiralama imkanını sahipsiniz. Standart kiralama hizmeti veren şirketler sadece mesai saatlerinde araç kiralar, tatil günlerinde araç kiralamazlar, bir sürü form doldurmanız, depozito ödemeniz gerekir. Bizde ise en alakasız saatte, örneğin bayram tatilinde sabaha karşı 3’te araç kiralamanız mümkün. Sisteme üye olup kartınızı aldıktan sonra 7 gün 24 saat Mobicar’ın araçları hizmetinizde. Avantajlarımızdan biri bu. İkincisi ise genelde araç kiralama şirketleri şehrin birkaç noktasına konumlanıyor. Bunlar çok merkezi yerler değil,
aracı almak ve bırakmak bazen sorun olabiliyor. Bizde ise araçlar merkezi noktalarda, AVM’lerde ya da bazı sitelerin garajlarında bulunuyor. Bu sayede şehrin en merkezi yerinden aracı alıp, daha sonra yine buraya bırakmanız mümkün oluyor. Fiyat konusuna bakarsak bizim fiyatlandırmamız biraz farklı. Bizde yakıt ücreti de ödediğiniz meblağa dahil oluyor. Yakıta ayrıca para ödemiyorsunuz. Bir kilometre, bir de araçlara göre değişen saat ücretlerimiz var. Kullandığınız saat ile kat ettiğiniz kilometre ücretini toplayıp rakamı belirliyoruz. Günlük kiralama olarak kıyaslarsak standart araç kiralama ile aynı olduğumuzu söyleyebilirim. Ama tabi uzun vadeli kiralamalarda diğer şirketler farklı fiyatlar sunuyor. Biz daha pratik, günlük-saatlik kiralama konusuna odaklandığımız için sistemimiz uzun vadeli kiralama için çok uygun değil. 3 güne kadar kiralamada biz daha mantıklıyız, 3 günden sonra diğer kiralama yöntemleri daha iyi denilebilir. Ücretlerimizden de şöyle bahsedeyim; Senede bir kez ödediğiniz üyelik ücreti var. Bu ücret yıllık 60 TL ama CardFinans kartınız var ise 5 TL oluyor. Bu üyeliği aldığınız zaman biz size bir kart gönderiyoruz, bu kart sizin kiraladığınız aracın kapılarını açabilmenizi sağlıyor. Tabi ki her an her aracın kapılarını açmanız mümkün değil. Rezerve ettiğiniz aracın kapıları, rezerve ettiğiniz saatler içerisinde sizin kartınızla açılıyor. İkinci kalem süre ücreti. Araç modellerine göre değişiyor. Örneğin pratik dediğimiz VW Polo, Ford Fiesta gibi araçların saat ücreti 9 TL. 5 saat kullanırsanız 9x5: 45 TL saat ücretiniz oluyor. Üçüncü kalem ise kilometre ücreti. Her aracımız için sabit 0,55 kuruş alıyoruz. Diyelim ki 5 saatte toplam 100 kilometre yol yaptınız www.2fmagazine.com // 81
RÖPORTAJ 100x0,60: 60 TL kilometre ücretiniz oluyor. Dolayısıyla bu kullanım sonucunda 100 TL’lik bir ödeme yapıyorsunuz. Tabi bunlar saatlik düzende. Günlük alım yaparsanız saat ücreti 9x24 olmuyor, 85 TL ödüyorsunuz. Eğer akşam saatlerinde yani mesai sonrası kiralamak isterseniz o zaman da farklı bir tarifemiz var. Örneğin nöbetçi tarifede akşam 6’dan sabah 9’a kadar Ford Fiesta 50 TL’ye sizin oluyor. Bu tarife özellikle çalışanlar için çok mantıklı oluyor. Peki hasar durumlarını nasıl kontrol ediyorsunuz? Bizim üyelik sözleşmemize göre kullanıcı aracı kullanmadan önce kontrol etmek durumunda. Bir hasar, eksiklik bulunuyor ise bunu kullanmadan önce bildirmesi gerekiyor. O yüzden binmeden önce şöyle aracın etrafında bir tur atmalarını tavsiye ediyoruz. Bununla birlikte saha ekiplerimiz de araçları kontrol ediyor ama tabi ki tüm rezervasyonlardan sonra kontrol yapma şansımız olmuyor. Burada amaç kullanıcının sorumluluğu devretmesi. Eğer aracı alırken bir sorun olursa bildiriyorsunuz ki biz bu sorundan haberdar olalım ve gerekirse bir önceki kullanıcı ile irtibat kuralım. Ama bu konuda şimdiye kadar hiç sorun yaşamadık. Elbette araçta ufak tefek çizikler oluyor, gözden kaçabiliyor. Biz de zaten İstanbul trafiğinde bunları makul karşılıyor. Bunun haricinde araca hasar verip de bildirim yapmayan müşterimiz hiç olmadı. Hasar olması durumunda sigorta devreye giriyor. Fakat 500 TL muafiyet kuralımız var. Yani hasar durumunda 500 TL’ye kadar kullanıcı ödüyor, bunun üzerindeki hasarı sigorta karşılıyor. Elbette sürücü kazada hatasız ise o zaman tümü82 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
nü sigorta ödüyor fakat 8’de 1 bile suçlu olursa sorumluluk kullanıcıya ait. Peki üye sayısı ne kadar ulaştı? Nasıl bir kullanıcı kitleniz var? Üye sayımız 1000’e yaklaştı. Çok yakında 1000 üyeyi geçmiş olacağız. Kullanıcı kitlemiz ise genelde 1980 ve sonra-
sında doğmuş olan kişilerden oluşuyor. Yani daha genç diyebilirim. Elbette yaşı daha büyük üyelerimizde var ama çoğunluk 18-35 yaş aralığında. Şuan sadece İstanbul’da faaliyet gösteriyorsunuz, diğer şehirlere de genişleme düşünceniz var mı?
RÖPORTAJ bir şehirde araç paylaşım sisteminde en az 3-4 bin aracın bulunması gerekiyor. İstanbul’da şuan toplam Pazar büyüklüğü 200 araç civarında. Örneğin 1.6 milyon kişinin yaşadığı Montreal şehrinde bin araçlık bir sistem var. Bu sebeple de eğer sistemi insanlara iyi anlatabilirsek İstanbul’da çok ciddi bir büyüme potansiyeli olacağını düşünüyoruz. Filonuzdaki tüm araçlar size ait değil mi? Kullanıcıların kendi araçlarını da katabildiği bir sistem yok diye biliyoruz. Evet, filodaki tüm araçlar bize ait. Dolayısıyla her tür sorumluluğunu da biz üstleniyoruz. Kullanıcıların kendi araçlarını kiralamak üzere sisteme katabildiği yöntemi biz de çok inceledik. Fakat bunu Türkiye’de uygulamak şimdilik imkansız diyebilirim. Çünkü sigorta mevzuatlarımızda bu yöntem için uygun olmayan kurallar var. Ben Türkiye’de böyle bir sistem uygulandığını henüz duymadım. Biz çok araştırdık, birçok açıdan inceledik, hatta altyapısını bile tamamladık ama şimdilik uygulanabilir değil. İleride uygun bir ortam oluşursa hazırlıklarımız tamam, tekrar değerlendirip bu alana da girebiliriz.
Evet, şuan sadece İstanbul’dayız. Hem biz hem de rakiplerimiz arasında başka şehirlere yayılan olmadı. Çünkü Pazar genel anlamda henüz emekleme aşamasında. Avrupa’daki kullanım oranlarına, araç sayılarına bakarsanız biz çok gerilerdeyiz. Bu oranlar artmaya başladıkça diğer şehirlerde de bu sistem devreye
girmeye başlayacak. Bizim de aklımızda diğer şehirler için planlar var. Ama şimdilik İstanbul’un potansiyelini değerlendirip bu sistemi insanlara tanıtmayı hedefliyoruz. İstanbul’un potansiyeli gerçekten çok yüksek, Avrupa’nın bazı ülkelerinden bile daha kalabalık bir nüfustan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu nüfusun olduğu
Filonuzdaki araçları neye göre seçiyorsunuz? Elbette fiyatı, kullanışlılığı ön planda oluyor. Bu sebeple filomuzda hep B segmenti araçlara yer vermeye çalıştık. Şehir içinde pratik, ekonomik araçlar oluyor. Şuan filomuzda Ford Fiesta’lar ağırlıkta. Ama biraz daha karizmatik, üst segment otomobil isteyenler için de VW Beetle ve Mini Cooper’larımız var. Özellikle gençlerin de çok sevdiği otomobiller. Biz araçları, çok geniş bir kitleye hitap www.2fmagazine.com // 83
RÖPORTAJ eden otomobiller arasından seçiyoruz. Sonuçta amacımız mümkün olduğunca fazla kullanıcıya hitap etmek, onlara pratik ve hesaplı bir çözüm sunmak. Araç paylaşım programının amacı bu zaten. Özel günlerde kullanmak için özel bir otomobil arayan kişileri hedef seçmedik kendimize. BMW, Mercedes gibi markaları da kiralamak mümkün olabilirdi ama sonuçta bunların sigorta koşulları ve kullanım ücretleri yüksek oluyor. Dolayısıyla bu otomobiller araç paylaşım sisteminin mantığına çok uygun düşmüyorlar. Yurt dışında da baktığınız zaman birçok ülkede Smart gibi küçük arabalar kiralanıyor. Hatta kısa mesafeler için elektrikli olanlar bile var. Nitekim bu sistemin popüler olduğu ülkelerde sisteme katılan her aracın, trafikten 15 aracın çıkmasını sağladığı yönünde bir istatistik var. Yani hesaplı ve pratik olduğunda kullanıcılar kendi otomobillerini de satıyor. Bu bağlamda aslında belediyelerin de trafik sorununu çözmek adına bu konuya ilgisi var. Çünkü İstanbul çok kalabalık bir şehir ve artık araç sayısını azaltmak gerekiyor. Bir noktadan sonra yol ile çözüm üretmek mümkün olmuyor. Birçok etkinlikte belediyecilerin de bu konuyla yakından ilgilendiklerine şahit oluyorum. Bence gelecekte bu sistemin yayılmasında belediyelerin de önemli bir payı olacak. Bu anlamda devlet desteği olmasını da bekliyor musunuz? Bu konuyla ilgili sürdürülebilir şehirler üzerine sempozyumlar yapılıyor. Biz de 2 ay önce bu konuyla ilgili bir sempozyuma konuşması olarak katıldık ve büyük ilgi gördük. Yani gelecekte sürdürebilir şehirler adına araç paylaşım sistemi çok önemli olacak. İspark’ın bu sistemi incelediğini, bu84 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
nunla ilgili planları olduğunu biliyoruz. Muhtemelen bu sistemi uygulayan şirketlerden biriyle işbirliği yapıp bunu hayata geçirebilirler. Tabi bu biz mi oluruz, başkası mı olur bilemiyorum. Ama bence işbirlikleri önemli. Devlet tarafında da sonuçta konunun hem trafiğe faydası var, hem de yaygınlaşması durumunda çevrecilik konusunda da katkı yapabilir. Bu sebeple ben gelecek vergi indirimleriyle bu tür sistemlerin teşvik edileceğini düşünüyorum. Hatta bence kesin olacaktır bu teşvikler, sadece bir zaman meselesi. Üyelik için kartın ulaşması süresi ne kadar? Orada iki opsiyon var. Birincisi sisteme üye olup, kartınızı kendiniz almanız. Metrocity AVM’deki merkezimizden gelip alırsanız aynı gün içerisinde üyeliği tamamlamış oluyorsunuz. Eğer bizim göndermemizi isterseniz o zaman da en geç 1-2 iş günü içerisinde elinize ulaşmış oluyor. Yakında bir mobil uygulamamız da olacak. Şuan hazırlıkları son aşamada. O yayınlandığı zaman iPhone üzerinden de aracı açmak mümkün olacak. Ama biz
yine de kartı her üye için zorunlu tutacağız. Çünkü iPhone sisteminde internet bağlantısı gerekiyor. Bu bağlantıda bir sorun olma ihtimaline karşı kartı yedekte tutmak istiyoruz. Gelecek planlarınız neler? Elbette hedefimiz büyümek. En azından 40-50 noktada daha kullanıcılara araç sunmak istiyoruz. Kullanıcılardan talep de var bu yönde. Çok agresif olmadan, adım adım büyümeye devam ediyoruz. 2014’te amacımız 100 araç seviyesine ulaşmak ve 40-50 nokta daha eklemek olacak. 2014 sonrasında daha da hızlı büyüyeceğimizi düşünüyorum. Çünkü eğer 2014 hedeflerimize ulaşabilirsek insanlar bu sistemi daha iyi tanımış olacak. Şuan halen bir sezonsallık var. Yani tatillerde ya da havanın güzel olduğu günlerde daha fazla araç kiralanıyor. Yani insanlar biraz gezmek için araç kiralıyorlar. Bunu gündelik hayatında her türlü işini halletmek için kullanır hale geldiklerinde araç paylaşım sistemleri de çok daha hızlı yaygınlaşacak. //
YURDUM EKONOMİSİ
K
imsenin aldığı eğitimi küçüksemek için söylemiyorum ama Türkiye ekonomisi ile ilgili çözümlemeler yapmak için okulunu okumaya sanırım gerek yok. Biraz havasını soluduğunuzda durumu anlıyorsunuz. Mesela sokağa çıktığınızda hemen köşedeki inşaat gözünüze çarpıyor. Hatta onun çaprazında da bir tane daha var. Geçen gün eve her zaman gelmediğiniz bir yoldan geldiniz, orada da iki tane yok muydu? Demek ki inşaatta iyi para var! İlk ekonomik yorum geldi bile. Sonra bu süreci fizibilite takip ediyor. Daireler üç yüz binden satılsa, yirmi daire çıksa, yarısı arsa sahiplerine gitse, maliyeti de düşsek… Matematik yettiğince hesap ortada. Cidden iyi para varmış! Akşam yemeğinden sonra arkadaşlarınla bir kafede oturuyorsun. Muhabbet tıkandı ve biri de dedi ki, “burası ayda kaç lira kazanıyordur?” Konunun geleceği yer ortada: “ulan kafe mi açsak?” Cebinizde hatrı sayılır bir para olsa hangi sektöre girerdiniz? Bu soruya çok derin bir araştırma yapmadan cevap verilirse cevapların çok da yaratıcı olacağına inanmıyorum. Olası cevaplardan birkaçını listeleyelim: İnşaat yapardım, cafe açardım (aklınızda harika bir konsept olduğundan da eminim), franchise alırdım (neredeyse sektör gözetmeksizin karar verebilecekler var), oto yıkamacı açardım (her erkeğin rüyasını süsler), e-ticarete başlardım (ne satacağını ve kime satacağını bilmeden, sadece trend olduğu için). Cevapların tanıdık gelmesi çok da şaşılacak bir durum değil. Türkiye’de bu saydıklarımı yaparak para kazanan binlerce insan var ve hala kazanmaya devam ediyorlar. Peki bir ülkenin hayal edilen iş kolları bunlar mı olmalı ? Ekonomik düzeni bireyi ele alarak çok basitçe irdeleyelim. Çalışmaya başlayan birey, maaşı kendini idare edebilecek konuma gelince ailesinden ayrılma kararı alır. Maaşıyla, barınma, beslenme, giyim, eğlence gibi ihtiyaçlarını karşılamaya devam eder. Gelir seviyesi arttıkça buna bağlı olarak mülk edinmeye başlar. Öncelikle bir araba alır ve sonrasında da kiradan kurtulup ev sahibi olur. Evlilik ve çocuklar da bireyin ekonomisini etkileyen diğer unsurlardır. Standart bir yaşam bu akışta devam eder ve son bulur. Toplam nüfusun %80’i buna yakın ortalama bir hayat yaşar. Bu kurguda bireyin temel ihtiyaçları: Barınma, beslenme, ulaşım, iletişim, giyim, eğitim ve eğlence olarak listelenebilir. Bireylerin bu ihtiyaçları doğrultusunda da iş kolları oluşur: Beslenme ihityacını giderecek restoranlar ve marketler; barınma ihtiyacını giderecek inşaat firmaları; eğlence için sinemalar, barlar, diskolar; eğitim için okullar, giyim için mağazalar, ulaşım için belediyeler ve araba üreticileri, iletişim için operatörler ve teknoloji üreticileri. Bir ülkenin kaynakları bu düzeni karşılayacak kadar yeterli ise toplum refah içinde devamlılığını sürdürebilir. Ama eğer bir ülkede trafik sorunu varken bir tane bile yerli otomobil yoksa, herkesin elinde akıllı cep telefonu varken yerli marka yoksa, mutfağında eşsiz lezzetler varken yabancı sermayeli gıda şirketlerinin bayileri için ağzın sulanıyorsa, müziği yabancı dinliyorsan, sinemada yabancı film izlemeye mecbursan; sigaranı, alkolünü, sakızını, kolanı, cipsini, çerezini, şampuanını, parfümünü, pantolonunu, tişörtünü dışarıdan alıyorsan, bu düzen sürdürülebilir değildir. Bunu sürdülebilir kılmanın yolu aldığın kadarını dışarıya satmaktır. Peki hayalini kurduğumuz işlerle bu sürdürülebilirliğe ne kadar katkımız olacak? Bireyin bencil duyguları ve daha fazlasını kazanma isteği törpülenemez bu yüzden dilerim ki ihracatı destekleyecek işler, teşvikler ile tercih edilebilir hale getirilir. Günü kurtarmak için yapılan hamleler, yerini gerçekten katma değer yaratan ve ihracatı besleyen fabriklara, operasyonlara bırakırsa o zaman yurdum çok daha güzel ve yaşanır bir yer olur.
son sayfa
A. Batuhan Dalcı Köşe Yazarı
www.2fmagazine.com // 85
ÖZEL HABER
Melih BİLGİN // melih@2fmagazine.com
Facebook Paper ile tanışın
F
acebook, Paper adını verdiği yeni uygulamasını duyurdu. Uygulama, Facebook deneyimini bambaşka bir boyuta taşıyor. Facebook’un Flipboard benzeri bir okuma programı geliştirdiği bir süredir konuşuluyordu. Geçtiğimiz günlerde tanıtılan Paper uygulaması da bu söylentilerin doğru olduğunu gösteriyor. Facebook bünyesinde geliştirilen Paper, kullanıcılara Facebook’u bambaşka bir açıdan görme fırsatı sağlıyor. Aslında uygulama, standart Facebook uygulamasından daha az özelliğe sahip. Temek görevi Haber Akışı sayfasını yani arkadaşlarızın ve takip ettiğiniz sayfaların gönderilerini size göstermek. Fakat bunu çok farklı bir tasarımla yapıyor. Facebook Paper’da standart uygu-
86 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
lamada bulunan birçok tuş iptal edilmiş. Bunun yerine sağa-sola-aşağı-yukarı kaydırmalarla uygulama içerisinde gezilebiliyor. Görsellerin çok daha fazla yer kapladığı arayüzde geçişler ile kağıt katlanma efektleriyle gerçekleşiyor. Bu uygulamanın “Paper” yani kağıt adını nereden aldığını gösterirken aynı zamanda neden Flipboard uygulamasına benzetildiğini de anlamamızı sağlıyor. Flipboard kullanan kişiler, iki uygulamanın neredeyse kardeş gibi birbirine benzediğini hemen farkedeceklerdir. Fakat Flipboard henüz bu konuyla ilgili Facebook’a bir itirazda bulunmadı. Dolayısıyla her ne kadar özgünlük açısından sıkıntılı olsa da Paper’ın şimdiye kadar Facebook’un geliştirdiği en keyifli uygulama olduğunu söyleyebiliriz.
Paper, 3 Şubat tarihinden itibaren App Store üzerinden kullanıcılarla buluştu. Ücretsiz uygulamanın aynı zamanda reklamsız olacağı açıklandı. Facebook, her zaman olduğu gibi iOS sürümüne öncelik vermiş. Android ve Windows Phone sürümleri hakkında ise henüz bir bilgi yok. //
www.2fmagazine.com // 17
Dr. Deniz ÖNER // deniz@2fmagazine.com SAĞLIK
ÜŞÜTMEYELİM ve Ç O K YA Ş AYA L I M
B
aşlıktan da anlaşılacağı üzere bu ayki konumuz “üşütmek”, gerçekten üşüdüğümüz için mi hastalanırız? Sıkı sıkı giyinip, ağzımızı burnumuzu sarınca korunur muyuz? Yıllar önce eğitim için Kasım ve Mart ayları arasında 4 ay Hollanda’da yaşamıştım. Ebeveynlerinin önünde ya da arkasında bisikletle taşınan küçücük çocukların soğuktan kızarmış, hatta morarmış yüzlerinin tamamen açıkta olduğunu ve çocukların düzenli olarak açık havada gezdirildiklerini gözlemiştim. Bazı günler -5 derece bile olabilen, buz yağan havalardan söz ediyorum. Bu beni şaşırtmıştı ama çocuklar son derece sağlıklı görünüyorlardı. Belki de ağzımızı sadece hapşırır-
88 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
ken kapatmak yeterli olabilir. Geleneksel olarak hapşıranlara “çok yaşa” deriz ya hani, bu dileklerimiz o sırada etrafa saçılan mikroplara yarıyor gibi geliyor sanki özellikle kış aylarında. Bu ayki sağlık köşemizde birçok insanı etkileyen ve yatağa düşüren solunum yolları enfeksiyonlarından ve özellikle bu kış çok konuşulan H3N2 grip salgınından söz etmek istiyorum.
Neden kışın daha çok hasta olunur? Kış aylarında özellikle nezle, grip, soğuk algınlığı ve bronşit, zatürre gibi üst ve alt solunum yolu hastalıkları ile çok daha sık karşılaşıyoruz. Soğuk yanısıra kuru hava da virüslerin havada asılı kalmalarına neden ola-
bilmektedir ve hareketi kolaylaştığı için salgın ihtimali artmaktadır. Ortamda yeterli nem bulunmaması, havalandırma olmaması ya da kapalı ortamlarda çok sayıda insanın bulunması, kışın bağışıklık sisteminin zayıflaması da gene salgınları kolaylaştırmaktadır. Tanı ve tedavileri karıştırılabilen virüs ve bakterilerin neden olduğu enfeksiyon hastalıklarını kısaca tanıyalım; Soğuk algınlığı; Yüzde 80-90 oranında ‘rinovirüsler’ denen virüs grubu etkili oluyor. Ateşsiz olan burun tıkanıklığı, burun akıntısı, boğazda ‘gıcık’ yapma gibi belirtiler görülüyor. Vücut kırıklığına yol açıyor. Nezle; Birden çok virüsle oluşan bir üst solunum yolu enfeksiyonudur. 2-5
SAĞLIK
günlük kuluçka dönemi sonrası, şeffaf burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, yutak bölgesinde rahatsızlık hissi, öksürük, kırgınlık ve hafif baş ağrısıyla kendini gösterir. Tablo genellikle bir hafta sürer ve ateşsiz seyreder. Hastalık süresi 14 günü geçiyorsa ikincil bakteriyel enfeksiyonlar düşünülmelidir. Sinüzit; Burun etrafındaki boşlukların iltihaplanmasıdır. Geniz akıntısı, burun tıkanıklığı, ağız kokusu vardır. Ateş olabilir. Faranjit; Yutak iltihabıdır. Boğazda yanma, ağrılı yutkunma, ateş, lenf bezlerinde şişme görülebilir. Bronşit; Bronşların iltihaplanmasıdır. Soğuk algınlığını takiben kuru olan öksürük yerini balgamlı öksürüğe bırakır. Bazılarında hırıltılı solunum, nefes darlığı ve sırt ağrıları olur. Astım; Her yaşta görülebilir. Nöbetler halinde gelen öksürük, hırıltı ve nefes darlığıyla kendini gösterir. Astım nöbetlerinin en önemli nedeni alerjenler ve nezle, grip gibi virütik enfeksiyonlardır. Zatürre; Akciğer dokusunun iltiha-
bıdır. Üşüme, titreme, yüksek ateş ve öksürükle başlar sonrasında koyu balgam, nefes darlığı, göğüs ağrısı eklenir. Mutlaka tedavi ve takip gerektirir. Dünya çapında salgınlar yapabilen gribi daha detaylı tanıyalım; Grip; Genelde nezle-soğuk algınlığıyla karıştırılır. İnfluenza virüsüyle oluşan ve oldukça değişik alt grupları olabilen bir virüstür. En önemli özelliği 39 – 40 dereceleri bulabilen ateşe sebep olabilmesidir. En yaygın belirtisi eklem ve kas ağrılarıdır. Ateş inatçıdır, eşlik eden şeffaf burun akıntısı, burun tıkanıklığı, boğazda rahatsızlık hissi, baş ağrısı; hatta ishal, bulantı, kusma gibi mide – bağırsak belirtileriyle de kendini gösterebilir. Soğuk algınlığına göre çok daha ciddi bir enfeksiyondur. Nezleye göre daha iltihaplı bir burun akıntısı ve nefes darlığı da görülebilir.
H3N2 vİrüsü ile grİp salgını Bu soğuk günlerde mevsimsel grip salgınları ile karşılaşıyoruz. H3N2 virüsü
de 1968 yılında 1,5 milyon kişinin ölümüne yol açan Hong Kong Gribi ile aynı numaraları taşıması nedeniyle endişe yaratmıştır. Beklenen ve korkulan büyük salgın olmamıştır fakat bulgularının diğer grip virüslerinden biraz daha farklı olduğu gözlemlenmiştir. H3N2 virüsünün de kendi içinde de ayrılan alt gruplarının olması bu endişelerden dünyayı rahatlatmıştır. Grip arkasından bakteri enfeksiyonlarıyla gelişen zatürre, bronşit, vs gibi alt solunum yolları hastalıkları özellikle bağışıklık sistemi zayıf kişilerde ciddi sonuçlar doğurabilmektedir. Virüsün alt veya türü her ne olursa olsun bu tür riskler her zaman mevcuttur. Bu kış dünyada olan salgınlarda Amerika ve Avrupa’da domuz gribi diye adlandırılan H1N1 virüsünün yoğun olduğu, H3N2 diye adlandırılan grip salgının ise daha düşük oranlarda görüldüğü bildirilmektedir. Ülkemizde ise H3N2 virüsünün Amerika ve Avrupa’nın aksine yüksek oranda seyrettiği ve domuz gribinin de etkili olduğu konusunda bilgiler mevcut. www.2fmagazine.com // 89
SAĞLIK
Bu da genel aşılanma sayesinde domuz gribinin ülkemizde hız kestiği şeklinde yorumlanmaktadır. H3N2’nin genel belirtilerinin ani başlaması ve süründüren bir tablo ile olması nedeniyle Türk insanı haklı olarak endişelenmiş hastanelere akın etmiştir. Hava sıcaklığındaki ani iniş ve çıkışlar bir yandan tüm soğuk algınlığı rahatsızlıkların artırırken gribin hız kesmesine veya inişine çıkışına da neden olmaktadır. Mart ve nisana kadar grip salgın riski bulunmaktadır. Bu nedenle tedbir almak, korunmak, bağışıklık sistemini yeterince dirençli tutmak, hijyene dikkat etmek önemlidir. Bu virüs türü yani H3N2, diğer grip türlerinden farklı belirti ve bulgular göstermektedir. Diğer virüslerde hafif boğaz ağrısı olurken bu virüste daha ziyade genizde veya burun boşluklarının arka kısmındaki bölgede yanma ve kazınma 90 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
hissi ile kendini belli etmektedir. Belirtiler hızlıdır. Hemen birinci gün veya yarım gün içinde 38-39 derece ateş, ani yaygın kas kemik ağrıları, aşırı yorgunluk, titreme, baş ağrısı, öksürük, göğüsde sıkıntı görülebilmektedir. Daha nadir durumlarda kusma ve ishal de görülebilmektedir. Bulgular üç gün ila bir haftaya kadar şiddetli seyrettikten sonra hız kesmekte 7-10 gün içinde düzelebilse de inatçı öksürükler bazen 1-2 ay kadar devam edebilmektedir. Genel duruma bakıldığında risk gruplarının dışında hayatı tehdit etmeyen, insanı bezdiren ve süründüren inatçı bir virüsle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Grip nedeniyle olan ölümlerin % 90’ının 65 yaş üstündeki risk gruplarında olduğunu çalışmalar bildirmektedir. Bu nedenle özellikle yaşlılar, bağışıklık sistemi zayıf olanlar, kronik akciğer, karaciğer,
kalp yetersizliği, şeker, böbrek hastaları olanlar ve çocukların risk grubunda olduğunun bilinmesi gerekir.
Kİmler grİp aşısı yaptırmalı? Özellikle yaşlı, bakıma muhtaç, diyabetik, KOAH, astım, kronik kalp hastalığı gibi hastalıkları olanların, toplu yerlerde yaşayanların, sağlık ekibi gibi riskleri olanların aşılanması gerekir. Ek hastalıkları olan kişilerde pnömoni, yani zatürre, çocuklarda orta kulak iltihabı, sinüzit gibi ikincil bakteriyel enfeksiyonlara neden olabilir. Aşının özellikle ekim sonu – aralık aylarında yapılması önerilir. Ancak hasta olmayan kişide bu aylarda da yapılabilmektedir. Bu hastalıktan korunmak için özellikle elleri 20 saniye kadar bol sabunla hatta dirseklere kadar yıkamak, eve gelindiğinde üst değiştirmek, giysileri havalandır-
SAĞLIK
mak önemlidir. Grip olan kişilerle yakın temastan kaçınmak ve özellikle yeterli havalandırma olmayan ortamlarda grip virüsünün yayılabileceğinin göz önünde bulundurmak gereklidir.
Grİp Tedavİsİ mümkün mü? Antİbİyotİkler İşe yarar mı? Antibiyotikler bakterilere karşı etkili ilaçlar olduğu için nezle, grip, soğuk algınlığı gibi viral enfeksiyonların tedavisinde işe yaramazlar. Bakterilerin neden olduğu bazı sinüzit, bademcik iltihapları ve zatürreede kullanılabilirler. Antibiyotiklerin ateş düşürme özellikleri yoktur. Üstelik gereksiz kullanılan antibiyotikler vücudun sindirim sisteminde son derece faydalı olan ve insanla birlikte yaşayan bakterileri de öldürmektedir. Yine böbrek, karaciğer gibi organlara aşırı yük oluşturmaktadır. Antibiyotiğin ayrıca
yine hekim önerisi ile gerekli doz ve sürelerde kullanılması da vücutta daha sonra gelişebilecek bir bakteri direncini önlemek için önemlidir. Grip için özgün bir tedavi yöntemi yok. İlk 48 saat içinde etkili olabilecek antiviral yani virüse duyarlı ilaçlar bulunmakta, ancak ağır bir hastalık tablosu göstermeyen, ilave bir hastalık riski taşımayan, hastanede tedavileri gerekmeyen hastalarda kullanılması önerilmemekte. Ağrı kesici ve ateş düşürücüler gerektiğinde kullanılabilir. Kesin istirahat, bol sıvı tüketimi, çorbalar, bitki çayları ile vücudun kendini iyileştirme gücünü kullanmak tüm uzmanların ortak görüşü. Okul, toplu taşıma araçları, alışveriş merkezler, camiler yoğun çalışma ortamları, uçak seyahatleri veya ülkeler arası seyahatler grip virüsünün yayılmasında etken unsurlardır. Hastalık süresince de
olabildiği kadar evde istirahat ile bu dönemi geçirilmesi önerilmektedir. Sonuç olarak özetlemek gerekirse; Virüsler ve bakterilerden tamamen uzakta, steril bir yaşam söz konusu olmadığına göre, ancak bağışıklık sistemimizi güçlü tutarak enfeksiyonlardan korunabiliriz, ya da onlarla başedebiliriz gibi görünüyor. Bağışıklık sisteminin güçlü olması için; Yeterli süre gece uykusu uyumak, sigara ve aşırı alkol tüketiminden uzak durmak, sağlıklı pişirilmiş veya çiğ mevsim sebzesi tüketmek, açık havada kısa yürüyüşler yapmak, kalabalık ortamlardan olabildiğince uzak durmak ve ruhumuza da iyi gelecek aktivitelerle beden sağlığı yanı sıra ruh sağlığımızı da iyi tutmak sayılabilir. Sağlıkla kalın // www.2fmagazine.com // 91
Dyt. Bengi ÇETİNER SAĞLIK
Kış Aylarında İçimizi Isıtan
Bitkisel Destekler!
K
ış mevsimini sağlıklı geçirmek için bağışıklık sisteminin güçlü olması gerekmektedir. Soğuk kış mevsiminde en çok arzulanan içimizi ısıtan sıcak bir içecektir çay. Sıcak içecekler denince, sınav zamanlarında, keyifli bir sohbette ilk akla gelen içecek çay veya kahvedir. Ancak çay, kahve, gazlı içecekler diüretik etki gösterdiklerinden dolayı vücuttaki su dengesi üzerinde olumsuz etkiler yaratırlar. Kışın su kaybı daha az olduğu için susama hissi azalır dolayısı ile su içme durumu nispeten azalır. Ancak ısrarla su içmeye devam edilmelidir. Böylece vücuttaki su dengesi ve metabolizmanın kışa uyumu sağlanır. Aksi takdirde kış
92 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
Sİzİn İçİn derledİğİmİz bİtkİ çayları…
vere fiilinden almaktadır. Romalılar kutsal saydıkları adaçayını özel törenlerle toplarmış. Anadolu’da en çok kullanılan bitkisel çaylardan biri adaçayıdır (diğeri ıhlamurdur). Adaçayı, grip belirtilerinin, nezle ve soğuk algınlığının hızlı iyileşmesine olanak sağlar. Sindirime yardımcıdır, gaz yakınmalarına ve ishale iyi gelir. 1 tatlı kaşığı adaçayı bitkisini veya 1 poşet adaçayını, 1 su bardağı kaynar suyun içinde 5 dakika kadar bekletin ve yemeklerden sonra afiyetle tüketin.
• Adaçayı, bilimsel adı olan salvia sözcüğünü ‘sağlıklı olmak, iyileşmek, kurtulmak’ anlamına gelen sal-
• Ardıç meyvesi, orta çağda her derde deva olarak bilinirmiş. Soğuk algınlı-
hastalıklarına yakalanma riski artar. Çay içerek su alıyorum diyenler; çay içmek suyun yerini asla tutmaz. Su vücutta bulunan toksinleri atmaya yardımcıdır. Ayrıca sıcak olarak tükettiğimiz yüksek miktarda kafein içeren kahve ve nescafe kan basıncı üzerinde olumsuz etkiye neden olur. Kısacası koyu çay, kahve, gazlı içecekler tüketmek yerine su ve bitki çaylarını tercih etmek kış hastalıklarından koruyucu etkilerinden dolayı bağışıklık sistemini güçlendirir.
SAĞLIK
Adaçayı
Ardıç Meyvesi
Astragalus Bitkisi
• Ekinezya, bağışıklık desteği olarak Orta Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaygın şekilde kullanılmaktadır. Soğuk algınlığı, nezle, grip, cilt yara ve ülserlerin iyileşmesinde, yorgunluk ve bitkinlik durumlarında kullanılabilmektedir. Sürekli kullanılmamalıdır. 8 hafta boyunca tükettiyseniz 1-2 hafta kadar ara vermelisiniz.
Mürver Çiçeği
ğı durumunda ve bağışıklık destekçisi olarak kullanılmaktadır. İdrar söktürücüdür. Romatizmaya iyi gelir. Kurutulmuş meyvelerden yapılır. Hafifçe dövülmüş meyveler kaynar suya atılır ve su ocaktan indirildikten sonra demlenmeye bırakılır. • Mükemmel bir bağışıklık sistem güçlendiricisi olan Astragalus bitkisini duydunuz mu? Sigara kullanıyorsanız bu çayı biraz daha sık tüketebilirsiniz. Bedensel direnci arttırır. Bir büyük fincan çay için
Ekinezya
kaynar suya bir yemek kaşığı astragalus kökü tozu atmanız yeterli olacaktır. Ağzı kapalı kapta dinlenmeye bırakın. • Böğürtlen yaprağı, içerdiği C vitamini sebebiyle bağışıklık sistemini güçlendirir, vücut direncini arttırır. Kan şekerinizi düzenler, idrar söktürücü etkisiyle böbrek sorunlarında iyileştirici etki gösterir. Ağız, diş, dil eti ve bademcik iltihaplarını iyileştirmeye yardımcıdır. 2 çay kaşığı bitki üzerine 1 su bardağı kadar kaynar su dökülür. 10 dakika bekletip ve süzdükten sonra tüketilebilir.
• Kuşburnu, C vitamini bakımından zengindir. Göğsü yumuşatıcı ve idrar söktürücü etkisi vardır. Cilt parlaklığı ve yorgunluk için günde 2-3 fincan kadar tüketebilirsiniz. Kurutulmuş kuşburnu meyveleri sıcak suda haşlanır. Ağzı kapalı demlikte demlenmeye bırakılır. • Mürver çiçeği, bitkisinin çay yapımında kullanılan kısmı çiçeğidir. Soğuk algınlığı, burun tıkanıklığı, sinüzit, romatizmal ağrılarda, astım ve öksürükte yaygın kullanılan bitkisel destektir. 1 fincan için 1 çay kaşığı taze çiçek kullanabilirsiniz. Sıcak suda haşlayın ve ağzı kapalı çaydanlıkta demlenmeye bırakın. // www.2fmagazine.com // 93
Farah’ça Tarifler
Farah ÖZÇELİKEL // farah@2fmagazine.com
Merhaba, Yeni yılın ilk ayını geride bıraktık bile sevgili okurlar... Zaman ne kadar çabuk geçiyor... Sıcak ve kurak geçirdiğimiz Ocak ayı son günlerinde soğumaya başladı. Bu ani ısı değişimleri çoğumuzu hasta etti. Ne kadar sıkı giyinsek de vücudumuzu içten güçlendirmedikçe, bağşıklık sistemimizi kuvvetlendirmedikçe bu değişimlerden etkilenmekten kurtulmamız pek olası değil... Doğa bize herşeyi sunmuş ve bu sunumdan yararlanmak da bize düşüyor. Bütün sebze ve meyveleri mevsimine göre sıralamış. Hepsinin ayrı bir iyileştirici ve kuvvetlendirici özelliği var. İşte bu yüzden tüm sebze ve meyveleri mevsiminde bolca tüketmemiz gerekiyor.. Bu aylarda bolca tüketilmesi gereken üstelik de bir çok yemek çeşidini de yaparak tüketebileceğiniz sebzelerden biri de KIRMIZI PANCAR... Özellikle iyi bir detoks sebzesi. Kür halinde suyunu içtiğinizde karaciğer rahatsızlıkları, cilt hastalıkları, saç dökülmesi vs. bir çok derde deva. Üstelik lezzetli de.. Ben bu sebzeyi alırken özellikle yeşil ve körpe yapraklı olanlarını seçerek alıyorum ve bu yaprakları da ziyan etmeden küçük küçük doğrayıp kavurarak bol soğanlı soteleyip, karabiber, kırmızı biber ilave edip miktarına göre 2 yada 3 yumurta kırarak, besin değeri çok yüksek harika bir yemek yapıyorum... Tavsiye ederim... Bu sayımızda çok bilinen ve bir çok kişi tarafından sevilen, yapılışları farklılık gösterse bile lezzeti güzel olan ve benim babaannemden öğrendiğim haliyle çok basit, üstelik suyu ile beraber tüketeceğiniz kırmızı pancar tarifini paylaşıyorum... Afiyetle... Sevgiyle...
KIRMIZI PANCAR MALZEMELER - 1 DEMET KIRMIZI PANCAR - 4-5 DIŞ SARIMSAK - YARIM SU BARDAĞI SIRKE - 2 YEMEK KAŞIĞI TOZ ŞEKER - YARIM ÇAY BARDAĞI ZEYTINYAĞ - 2 TATLI KAŞIĞI TUZ... (isteğe göre arttırılabilir) YAPILIŞI Öncelikle pancarlarımızı baş ve kök kısımlarını keserek temizliyoruz ve iyice yıkıyoruz. Kesinlikle kabuklarını soymadan(soyarak haşlarsak tüm kırmızı rengi gider) bütün halde düdüklü tencerede veya normal tencerede iyice haşlıyoruz. Daha sonra kabuklarını soyup istediğimiz gibi doğruyoruz. Genellikle elma dilim doğranır.Doğradığmız pancarları haşladığımız suyun içine ilave ediyoruz. Sarımsakları iyice dövüyoruz ve şeker, tuz, zeytinyağı,sirke birazda pancar suyundan ilave ederek iyice çırpıp karıştırıyoruz. Bu karışımı pancarlara ilave edip 2 saat hem dinlenmesini hem soğumasını bekledikten sonra ister kaselere suyuyla birlikte servis yapıp, istersek tanelerini kullanarak afiyetle yiyoruz...
94 ŞUBAT 2014 // 2f MAGAZINE
KİTAP
www.2fmagazine.com // 27
C
GEZİ
40 EYLÜL 2013 // 2f MAGAZINE
M
Y
CM
MY
CY CMY
K