Ben ve ekibim, bundan yaklaşık bir yıl önce
olacaktır. Fakat biz her zaman, kendi eserleri-
çıktığımız Felsebiyat yolculuğ nda pek çok
ni üreten o eski toplumun r hunu ayakta t t-
engel ve aksilikle karşılaştık. Bu y zden, dergi- maya çalıştık. Nazım’dan, A ila’dan, Orhan mizin birinci yıl özel sayısı önce siz değerli
Veli’den, Cemal’den ve daha pek çok ustadan
okuy cularımıza, sonra da dergi ekibime gel- aldığımız destekle yaptık bunu. sin istiyor m. Ben daha önce verdiğim Ben bu dergiye ilk adımı
röpor ajlarda da bunu söy-
atarken, işe dergi editör -
ledim; biz dergi olarak ra-
müz Sayın Cansu Kızılpı-
kip değil, dost arıyor z.
nar’dan başladım. Bir işe
Aranızda bizimle sanat
başlarken, yanınızda dai-
ateşini yanık t t ak iste-
ma g venebileceğiniz biri-
yen varsa, herkes dost -
sinin olması gerekmekte-
muzdur.
dir. Benim için bu kişi Cansu Hanım ve diğer
Birinci yıl özel sayımız size
ekip arkadaşlarım oldu bu projeye başlarken. gelsin.
Önceden belir iğim gibi, ekip olarak pek çok
Felsebiyat Dergisi Genel Yayın Yönet eni
aksilik yaşadık. Yeri geldi, ekipten ay ılanları-
Arda Özg ven
mız oldu ve gelecek zamanda da ay ılanlar
(www.t i er.com/ardaozg ven)
İm yaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Arda Özgüven
Editör: Cansu Kızılpınar
Basın Yayın ve Halkla İlişkiler: Yaşar Menderes Çe n
Grafik Tasarımı: Sadi Gökay Gadış Yazarlar: Abdullah Yaşar, Anılcan Us, Berk Çelikten, Beyza Coşkuntürk, Çağrı Çankaya, Ezvelez, Gönül G. Temiz, Gürkan Adlım, Hüseyin Soydağ, İlker Toruk, Kübra Al ntaş, Mert Gülbay, Mustafa Yakışan, Seçil Saraçoğlu, Serhat Merdivenci, Tuğba Ekşioğlu, Yasemin Akçora Aksoy, Yasemin Birbudak, Y. Menderes Çe n, Yusuf Ayhan, Yunus Lekesiz , Zekeriya Ünal, Zerrin Somuncu, Cansu Kızılpınar ve Arda Özgüven Fotoğrafçılar: Cem Nesli, Ersin Bahadır Çizer: Cem Işık, Efecan Sezer, Turgut Özalp ve
* Yukarıda, Felsebiyat Dergisi’nin Eylül sayısına katkıda bulunan kişiler alfabe
Puhuu
k sırayla yer almaktadır. Her yazının sorumluluğu yazara ai r.
Merhaba arkadaşlar, ben Yaşar Menderes Çe n. Bundan sonra bu köşeyi “Mesajınız Var!” olarak geleneksel hale ge rmek is bilir, söyleyemediklerinizi sayemizde kağıda dökebilirsiniz. Siz de eğer “Mesajınız Var!” köşemize bir şeyler eklemek is yorsan “Bir gün ölürsem öldüğüm günü değil doğduğum günü ha rlayın…” demiş Barış ağabeyim… 2 Ocak… Barış ağabeyimin doğum günü… Ruhun şad olsun, iyi ki varsın, var olmuşsun ağabeyim. Sen hep dünya çocuklarının ağabeyi oldun ve öyle de kalacaksın.
Yaşar Menderes Çe n
İlk defa ailemden uzakta bir yılbaşı geçireceğim, içim çok buruk… Buradan onlara onları çok sevdiğimi söylemek is yorum… (Nurdan & Bayram Yıldız ve biricik kardeşim Samet seni çok seviyorum!) NURHAN YILDIZ
SEVGİLİ ANNEM, BABAM. BU YAZIYI OKUYORSANIZ DEMEKTİR Kİ 21 ARALIK’TA KIYAMET KOPMADI. ÖNCELİKLE SİZİ DAHA SONRA SÖZLÜM TUĞBA TURAN’I ÇOK SEVİYORUM. MEHMET ONAT
BURADAN BENİ TÜM TANIYANLARA BUGÜNE KADAR BANA VERDİKLERİ HER ŞEY İÇİN SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMİ İLETİYORUM… ARTIK HAYATLARINDA BİR KİŞİ EKSİLDİ… 45 MİLYON TL’Mİ DE ALIP GİDİYORUM… (GİDEMEDİ)
İnsan umudunu yi rdiğinde başkasının umutlarıyla mutlu oluyor… Geçen sene yeni evli, ne yapacağını bilmiyorken bu yıl bebeğimin geleceği için 7/24 çalışıyorum… Sana an, edebiya an kopmayarak da kendimi teselli ediyorum belki bir gün kitaplarım basılır diye… İyi yıllar… COŞKUN ÇELİK
Başta tüm meslektaşlarımın, Felsebiyat ailesinin, okuyucuların, sevdiklerimin, herkesin yeni yılını kutluyorum… Adını ifşa etmek istemediğim birisi var ki; onu da çok seviyorum… :)
Bahçelievler Lisesi 12/A sını olarak herkesin yeni yılını kutluyoruz… Efsane & Unutulmayacak sınıf :) HATİCE ALAYLI
EMRE EREYİ
BURCU MERİÇ
Evren & Çağla çi i olarak ilişkimizin 61. Gününü buradan duyurmak ve kutlamak is yoruz. 61-Bize her yer TRABZON! :) TRABZON SEVDALILARI
Bir tara a yılbaşı için kıyafet, hediye alışverişi yapan bir tara a da bu soğukta yatacak, yiyecek arayan evsizleri görünce ne olur 21 Aralık efsanesi gerçek olsun ve bu mesajım okunmasın diyorum… Allah’ım yardım et o insanlara! :( ZEYNEP AYDIN
Ben tüm Şirince köyüne mesaj göndermek is yorum… Ne olur geri dönmeyin… KEMAL EKMEKÇİ
Yeni yıl yeni umutlar yeni hayaller… Umarım 2013 yılı herkese uğur ge rir… Bana da 45 milyon TL. RESUL ÇİÇEN
Bazen kaybe n sanırsın, bazen zorlaşır zaman. Her yeni yıl senin için bir umut, yarına artar mutluluk… El ele… EDA ALTINEL
Canım kardeşim olmadan ilk yılbaşımız… 92/2 MURAT TUĞAL… Çok özledik! :( GÜLNUR TUĞAL
Yeni yıldan beklen m; bu 21 Aralık saçmalığı ve 45 Milyon TL hastalığı ile kafayı yemiş insanlardan uzak, yalnız, sakin bir haya mın ve çevremin olması…. IŞIL AYDINEL
“Bir yıl boyunca bizi hiç sıkılmadan ve vazgeçmeden takip eden bütün okuyucularımıza kendi adıma çok teşekkür ederim. “Felsebiyat” projesine ilk adımı atarken, içimde “acaba”yı takip eden soru işaretleri vardı fakat sizlerin dergiye ka lmasıyla bu soru işaretleri yerini mutluluk belirten ünleme çevirdi. Var olun!” Arda Özgüven
yorum. Siz de bu sayfada arkadaşlarınızın doğum gününü kutlayabilir, ilan-ı aşk edenız yasarmenderesce n@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.
YENİ YIL SİZLERE BARIŞI, MUTLULUĞU, ÖZGÜRLÜĞÜ, UNUTTUĞUNUZ GÜLÜMSEYİŞİNİZİ GETİRSİN… YENİ YIL SİZLERE YENİ UMUTLAR, GELECEKLER GETİRSİN… YENİ YIL SİZLERİN OLSUN…
James Walsh Babylon’da! Dünyaca ünlü İngiliz rock grubu Starsailor’ın solis James Walsh solo projesiyle 17 Ocak’ta Radyo Eksen'in katkılarıyla Babylon sahnesinde!
Extra Orchestra
Cem Adrian
Türkiye'nin ilk ünlüler orkestrası Extra Orchestra'ın ilk konseri Park Müzikhol organizasyonuyla, 19 Ocak 2013 Cumartesi saat 21:00'de Bostancı Gösteri Merkezi'nde.
Yakın zamanda çıkardığı ‘’Siyah Bir Veda Öpücüğü’’ isimli yeni albümüyle tekrardan dikkatleri üzerine toplayan sevilen müzisyen Cem Adrian 4 Ocak’ta Jolly Joker İstanbul’da!
Hollow Yayında! Alice In Chains, yakın zamanda yayınlanması planlanan yeni albümünden ilk parça olan Hollow’u internet ortamında paylaş !
Chinawoman Babylon’da! Tarzı ve sesinin rengiyle Nico, Leonard Cohen ve Marc Almond gibi isimlerle karşılaş rılırken, Sovyet Rusya’nın önemli sesleri Edita Peha ve Alla Pugachev’a ile de ismi beraber anılan, Rus asıllı Kanadalı sanatçı Chinawoman, 9 ve 10 Ocak’ta, 2 gece üst üste Babylon’da İstanbullu hayranlarıyla buluşuyor!
İlahi Aşk'ın Sesleri – Revnak! Gizli Efsane: Robin Gutherie Trio Borusan Müzik Evi, 19 Ocak’ta modern müzik dünyasında gizli bir efsaneyi, biricik grup Cocteau Twins’in gitaris Robin Guthrie’yi yakın zamanda oluşturduğu üçlüsüyle konuk ediyor. Türkiye’deki ha rı sayılır sıkı hayranlarıyla ilk kez buluşacak olan Robin Gutrie Trio’nun konseri aynı zamanda yenilikçi enstrümantal rock, Mogwai ve Mono sevenlerin de kaçırmaması gereken bir Nova Muzak etkinliği.
Toro y Moi ilk kez Türkiye’de! 2010 yazına damgasını vuran chillwave akımının mimarlarından, Toro Y Moi Radyo Eksen'in katkılarıyla16 Ocak’ta ilk kez Babylon'da İstanbul’lu müzikseverlerle buluşuyor!
Pavaro ’nin öğrencisi, ülkemizin özel seslerinden Hakan Aysev ile dünyanın ilk ve tek “Kadın Tasavvuf Müziği Topluluğu” Revnak 12 Ocak 2013’te TİM Show Center’da.
Yeni Türkü Uzun bir aradan sonra Yeni Türkü yeni şarkılarıyla 5 Ocak’ta Jolly Joker İstanbul’da müzikseverlerle buluşuyor.
CeBIT 2012 Avrasya bölgesinin en büyük bilişim fuarı CeBIT'e bu seneki fuarda tabletler damgasını vurmus diyebilirim.
Hep uydu alıcısı ve uydu dediğimizde aklımıza gelen next markasından tutun, vestel, onyo, huawei, ızec, artes markaların kapışması gibiydi fuar alanı. Her markanın kendini oz güvenle sergiledikleri tabletler, birbirinden ilginc ekran boyutları agırlıkları ve tabii ki de işlemci hızlarınla yarışıyorlardı. next markası birbirinden farklı por oyleriyle android isle m sistemlerini her alanda kullanmısa ben- 46" transparan panel, 3D monitör, All In One PC,3D Moziyorlardı. nitor, Digital Signage, Kiosk, Totem gibi birbirinden harika ürünleri de tüke cilere sunarak haya kolaylas rmayı planlıyorlar. Tvbox eğlencenin yeni şekli diye lanse eden next, normal bi televizyonu akıllı bir cihaza ceviriyor. televizyondan, facebook,twi er,youtube gibi sosyal ağlara yani interne- Onyon marka tabletler ise islemcileri cortex a8 ve a9dan te girebilir, maillerinizi kontrol edebilir, skype sayesinde güc alan inc ile birden fazla secenekli bir marka olarak videolu gorusme yapılabilir bi cihaza sahip oluyorsunuz karsımıza cık (modeller:powerpad ve bu işlem android işle m sistemi sayesinde yapılıyor. MAXX,gigapad,winner COLOR EDİTİON,nano pad+,power (modeller ye-3003, ye-3007 s, ye-3005) ve tabletlerine pad,gigapad DUO,winner XL,winner XL duo, winise "tabloid" ismini vermisler ; tabloid7, tabner9.7,exceed,exceed pureview,winner10.1). loid8,tabloid9, tabloid9.7, tabloid10.1 . Vestel'in tek p cıkaracağı table icin ise daha cok yol katetmesi lazım demeliyim ki yanında tasıması zor olucak bir alet yapmıslar. agırlık olarak tabii ki de çi çekirdekli işlemci ve 32 gb ha za kapasitesinin yanında, Wireless ve Bluetooth özellikleri de var. Ayrıca akıllı tahtalarla da etkileşim içine girebiliyorlar. akıllı tahta, 65" ve 80" dokunma k Office board, otel TV, hastane çözümleri, 22" ve
INSTAGRAM Instagram’ı Facebook aldıktan sonra Twi er’dan elini, ayağını çekmiş buna karşılık Twi er cevap olarak kendi resim uygulamasını piyasaya sokarak bir cevap verdi. Instagram ise kullanıcı koşullarını değiş rip bundan böyle resimleri üçüncü şahıslara satacağını açıklar nitelikte gizlilik poli kası çıkarmış, daha sonra da bunu yalanlayarak ‘’Böyle bir şey yok yanlış anlaşıldık.’’ demiş . Benim resmi düşüncem ise zamanla bunu Instagram’ın yapacağı ve sessiz sedasız bunu uygulayacağı şeklindedir . ‘’Eee ben size demiş m Ocak’a kadar kaldırmanızı. Biz aslında satmayacağız demedik ki!’’ demelerini bekliyo-
Artes markası da Onyon gibi a8 ve a9 gpu islemcilerinden güç alıyorlar ve ekran boyutları next, onyonu takip eder niteliklerde ve gercekten canlılık bakımından iyiydi. (modeller: d708,d712,d821,g712,d9702,i9701ips,g707,i709,i703,i69 7) rum. Facebook sonuç olarak bu. Hiç bir gizlimiz saklımız yok ve iki üç çapulcu zihniye n bizim üstümüzden para kazanmasını sağlıyoruz. Peki ne yapalım, sosyal olmayalım mı? Tabi ki hayır. Sosyal olacağız ama ‘HAYAT SOKAKLARDA’ İnternet hiç bir zaman güvenli olmayacak. Git gide iyice tüke m yapan insanları sömürecek ve herkes bir gün 1 saniyede olsa meşhur olacak. Sosyal paylaşım ağaları içeriğini devlete açabilen bir yapı oldu ve yazdıklarınıza, paylaşklarınıza bunların içinde bende varım dikkat etmeliyiz. Birilerini övmeli, arkasından yazmamalıyız bla bla bla. Peki korkacak mıyız buna da? HAYIR! Her zaman basımız dik olmalı sert durmalı taviz vermemeliyiz…
ASSAIN’S CREED III REKOR KIRDI! Assassin's Creed serisinin son oyunu olan Assassin Creed 3, toplamda 7 milyon sa ş rakamını geç . Ubiso 'un açıkladığı diğer rakamlar haberimizde. Assassin's Creed: Revela ons'ın üzerine yangından mal kaçırılırmış gibi çıkan Assassin's Creed 3, büyük bir sa ş başarısına imza a . Ubiso 'un yap ğı açıklamaya göre yapım, 7 milyon sa ş rakamını aş . Assassin's Creed 3, çık ğı ilk ha ada 3,5 milyon satmış. Ayrıca oyunun çoklu oyuncu kısmında da işler iyi gidiyor. Bugüne kadar toplam 1 milyardan fazla oyun oynanmış ve 250 milyonu aşkın suikast gerçekleşmiş.
En uzun süre oyun oynama dünya rekoru kırıldı. Üstelik bu rekorun sahibi bir Türk: Okan Kaya.
da ilk 50 içinde bir yer edindi. Guinnes Dünya Rekorlarının kuralları oyun oynayan
Sydney'de sa ş yöne ciliği yapan Ka-
oyuncuların saat başı 10 dakikalık izin
ya, 135 saat boyunca Call of Duty:
hakkının olduğunu söylüyor. İsterseniz
Black Ops 2 oynayarak yeni rekorun
saat başı bu izni kullanabilir, isterseniz de
sahibi oldu.
birik rerek toptan kullanabilirsiniz. Okan Kaya'da oyun maratonu boyunca birik r-
Okan Kaya, 13 Kasım Salı günü kendi
diği dakikaları, birkaç saat uyuyarak de-
ofisinde Black Ops 2 oynamaya başla-
ğerlendirdi. Bu kuralın sebebi, daha önce
dı. Kaya'dan önce rekoru elinde tutan
Tayvan'da Diablo 3 oynayan 18 yaşında
isimlerse, Timothy Bell ve Christopher
bir gencin aralıksız 40 saatlik oyun mara-
Gloyd ikilisiydi. Playsta on 3'te 120
tonunu aş ktan sonra ölmesinden kay-
saat 7 dakika Resistance oynayan ikili,
naklanıyor.
rekorun önceki sahipleriydi. 1 ha adır yoğun bir şekilde oyun oynayan Kaya, 20 Kasım tarihinde 135 saa en fazla bir oyun süresini geçmeyi başardı. Bu sürede Black Ops 2'nin sıralama tablosunda
Okan Kaya hala Black Ops 2 oynamaya devam ediyor. Bakalım Kaya, bu oyun maratonunda kendini nereye kadar zorlayacak.
İngiltere'de her ha a oyun ista s kleri yayınlanıyor. 9–15 Aralık tarihleri arasındaki ista s kleri kapsayan perakende sa şlarında yine beklenmedik oyunların çok sa ğını
7.) The Elder Scrolls V: Skyrim (Bethesda So works) 8.) World of Warcra : Mists of Pandaria (Blizzard)
gözlerden kaçmıyor. 9.) Hitman: Absolu on (Square Enix) Black Ops 2'nin 6 veya 7 ha a zirvede kalacağının tahminindeydik fakat 5 ha a zirvede kalabildi. İlk ha a 500 Milyon'dan fazla sa ş yapan Black Ops 2'yi 6.sıraya kadar gerilemiş görüyoruz. Football Menajer 2013 geçen ha adaki gibi zirvedeyken ünlü arkadaşlık oyunu Sims 3: Seasons ise 2.olarak sıralamada kendini gösteriyor. 3.sırada ise yine bir Sims serisinden Sims 3 yer alıyor. Listenin tamamı ise şöyle: 1.) Football Manager 2013 (Sega) 2.) The Sims 3: Seasons (EA Games) 3.) The Sims 3 (EA Games) 4.) Far Cry 3 (Ubiso ) 5.) The Sims 3: Supernatural (EA Games)
10.) Assassin’s Creed III (Ubiso )
2013’ÜN EN ÇOK BEKLENEN OYUNLARI 2012 Oyunculuk adına oldukça bereketli bir yıldı. Halo 4, Walking Dead, Max Payne 3 derken pek çok eski dost geçmişten çıkıp bizi selamlamaya geldi. 2013 ise daha iyi olacak, bütün oyun şirketlerinin büyük çıkışlarını yapacakları tarih olan 2013'te bizi neler bekliyor dersiniz? Injus ce: Gods Among Us Gears of War: Judgement God of War: Ascension Tomb Raider Rayman Legends Walking Dead: Season Two BioShock Infinite Grand The Auto V Dead Space 3 Devil May Cry: DmC Aliens: Colonial Marines Metal Gear Rising: Revengeance Ni no Kuni: Wrath of the White Witch South Park: The S ck of Truth The Last of Us Ve bunlar sadece çıkacak olanların bir kısmı...
6.) Call of Duty: Black Ops 2 (Ac vision)
en guv ao z d r /a
da önemli olmuyor) kişi dizi oyuncusu oluveriyor. Bu da ülkenin televizyon kalitesini düşürüyor.
14 Aralık’ta Behzat Ç’nin yeni bölümü vardı örneğin. Behzat Ç ismini duyanlarda bir “Iyyy” sesi duyuyorum bazen. Fakat bir süredir Behzat Ç, dizi sektörünLost, Doctor Who, Sons of Anarchy, How I Met Your de çok yapılmayan bir şey yap . Geç ğimiz günlerde Mother ve daha nicesi… Bunların belki de en büyük yayınlanan bir bölümünde, bana göre Türkiye’de özelliği, Türk televizyonlarında ya da internet dünya- zirveye oturacak bir oyunculuk ve de bölüme imza a ekip. sında, en çok izlenen yabancı diziler olması.
Bir bölüm boyunca, aynı mekânda sohbet e oyunİçlerinde gerçekten çok başarılı olan ve zamanında cular. Ve alışıldık sohbetlerin çok dışındaydı bu. Geaz da olsa benim de takip e ğim yapıtlar oldu. Bunnelde finalde açıklanan sırlar, Behzat lara bak ğımızda kurgu bakımından Ç.’de sezon öncesinde açıklanıvermiş dünyaya örnek teşkil eden ve benzerbile. O bölümden sonra da, pkı bu bölerinin az olduğunu görüyoruz. lümdeki gibi çok tepki aldı dizi ekibi. Ülkemizde ne yazık ki bir süredir “Oha yabancı dizi!” nidaları yükselmekte. Ne yazık ki diyorum çünkü bunların çoğu kulaktan kulağa dolaşan bir sıl ile sırf “cool” görünmek için bu dizileri izlemekte.
Merak ediyorum… Yurt dışında bir dizi, böyle bir şeye imza a nca çok konuşulunca; neden ülkemiz kendi değerlerine sahip çıkamıyor?
14 Aralık’ta yayınlanan bölümü izleyenler beni anlayacak r. Behzat Ç. bu bölümünBazıları var ki hele, Türk dizilerine bok de, Türk tarihinin ilk psikolojik dizisini ekranlara süratar olmuş. dü bana kalırsa. Aynı sahnede üç kuşağı birden gösterdi bize. Birbirine bağlan lı kurgular önümüze Ben de güzel ve başarılı bulduğum yabancı dizilerin koydu ve dizi bi ğinde herkes aslında o bölüm hiç yakından takipçisiyim. Dizi bakımından Türkiye’nin yayınlanmamış gibiydi. Herkesin kafasını karış rdı çok önündeler, çünkü çalışma ortamları daha başarı- bu akşam. lı. Daha kısa süren dizi çekimleri sayesinde, oyuncular kendilerine vakit ayırabiliyorlar. Bu karışıklık bir Behzat Ç, bir de Ezel dizisinin finalinde olmuştu. Bu ülke “Gerçek Kesit” gibi bir gerçeği kaldırdı!
Ülkede her fiziksel özelliği düzgün olan (ki bazen bu
Merak ediyorum; bu tarz kaliteli yapımlar, yabancı bandrollü olsaydı yine aynı tepkiyi mi görürdü?
CANSU KIZILPINAR (www.twi Öyle sanıyorum ki, kadının toplum içindeki yerine dair konuşmaya başlamadan önce, bu konu hakkında halen aydınla lmayı bekleyen soru işaretlerini ortaya dökmek yerinde olacak.
Kadın ya da erkek fark etmeksizin, hepimizin bireyselliği üzerine uzunca bir tar şmaya girilebilir, fakat hemen hemen her birimiz kadının bireyselliği ile toplumsallığı arasındaki çizginin ne kadar silik bir hal aldığını görüyor ve kabul ediyoruz.
Pek çok fikir ürününde, kadın ve erkek üzerine yapılan tanımların aslında cinsiyetle ilişkili olmadığı, tüm bunların kadın ve erkeklerin, üzerlerinde taşımaları için oluşturulmuş birer toplumsal ve seksüel rol üzerinden yapılandırıldığından bahsedilir. Oysa ben, anatomik cinsiyet ile toplumsal cinsiyet rolleri arasındaki ilişkinin birbirinden ayrı bir şekilde değerlendirilebileceğinden hala şüphe duyuyorum. Sadece bir rahme sahip olduğu için haya boyunca toplumun onlara biç ği görevleri gerçekleş rmek üzere yeş rilmiş bir kadın cinsi varken, ki erkek cinsi de bu şekillendirmeden paçasını kurtarabilmiş değildir, rollerin cinsiye en tamamen bağımsız kurgulandığını söylemek abes r.
er.com/cansukizilpinar)
zorlandığımızı hissetmişizdir. Erkek cinsinden görece farklı olarak, kadın cinsi ise hem bu amacı taşıması için hırpalanan, hem de bu amaç üzere bedel ödeyendir. Kadından doğurgan olması ve doğurganlığını erkeği için kullanışlı hale ge rmesi beklenir. Fakat kendi doğurganlığını yönlendirme konusunda çoğu zaman kısıtlanır. Günümüzde kaç kadın karnında âşık olduğu adamın çocuğunu taşıyor dersiniz? Yahut doğuramadığı ya da doğurmayı seçmediği için evliliği devam eden kaç kadın vardır? Bu ve benzeri sorular çoğaldıkça, evlilik kavramı ile neyin üstünün örtülmeye çalışıldığı kafamı daha çok kurcalıyor. Bir kadın ile bir erkeğin evlenerek elde edeceklerini düşündükleri kazançlar birbirinden ne kadar farklı ise, kadın doğurganlığı üzerindeki baskılar o kadar artmakta. Aslında bana göre çoğu zaman erkekler, kadınların doğurganlığından korkmakta ve bu tehdidi olabildiğince kontrol al na almayı tercih etmekteler. Bu kontrol mekanizmasının türleri hakkında yorum yapmak ise oldukça zor, bunun için öncelikle geniş çapta bir araş rma yapmaya, ardından bu araş rmanın yorumunu cesurca yapabilecek toplum ve ruh bilimcileri ye ş rmeye ih yacımız var. Öyleyse şimdilik küçük bir soruyla küçük bir açıklama yapmaya çalışalım: “Peki ama neden? Kadın doğurganlığı bir yandan talep edilirken, bir yandan niçin korkulan bir olgu haline gelebilir?”
Öncelikle cinsiye n kendisi ile toplumsal cinsiyet rolleri arasındaki farkın çeşitli otoritelerce Toplumsal cinsiyet rollerini belirleyen şeffaf otoçizildiğini, benimde söz konusu rollerin ise aslınritenin kabul e ğinin tersine, kadın ya da erkek da cinsiye n içinden türediğini düşündüğümü olmak, hiç bir zaman insanoğlunun birincil amaha rlatmalıyım. Kadının, insan türü içerisinde cı değildir, fakat hepimiz zaman zaman buna kendine toplumsal bir yer edindiği aşikâr. Bizle-
rin yaşadığı sıkın ise öncelikle belirlenen bu toplumsal yerin, kadınlıktan önce insanlığa uygun olup olmadığı hakkında. Zira cinsiye n bir amaç olmadığını ve olmaması gerek ğini söylemiş k. Zaten yukarıda cevaplarını aradığımız soruların kaynakları da çoğunlukla cinsiyetlerin sahip olduğu yeteneklerin (doğurganlık ya da dölleme), türün devamı adına bir çaba olmaktan çıkıp bir güç gösterisine ya da vitrinde sergilenebilecek
bir metaya dönüştürülmesidir. Burada cinsiye n alt metnini, türün devamı adına gerçekleş rilen eylemlerin sağlayıcısı, toplumsal cinsiyet rollerinin alt metnini ise, büyük oranda türün devamına yol açan fakat her zaman bunu amaçlamayan, içinde ero zmin de bulunduğu cinsellik olarak kabul e ğimizi belirtelim. Dolayısıyla eleş rdiğimiz şey, hangi amaçla ve ne şekilde gerçekleş rildiği fark etmeksizin yapılan seksüel ak vitelerin –ve buna bağlı olarak yeteneklerin- çeşitli şekillerde yönlendirilmeye çalışılması.
Kadınların karşı karşıya kaldıkları bu yönlendirmenin görünürdeki sebebinin doğurganlığın yara ğı gizli endişe olabileceğini söyledik. Öyleyse, şunu da söylemiş olalım: “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.” Ne demek is yoruz? Bir kadın, yepyeni ve hiçbir şeyden haberi olmayan o varlığı dünyaya ge rdiğinde, doğal yollardan kazanılmış bir öğretmenlik ünvanının sahibidir ve bunun hakkını vermek için elinden geleni yapmakla yükümlüdür. Baba günün büyük bir bölümünde evde değildir, bu sebeple çocuk üzerindeki şekillendirici etkisi genellikle anneninki kadar belirgin değildir, bu yüzden de kontrol edilebilir olduğu söylenemez. Zaten bir baba, eğer bunun için özel bir çaba sergilemiyorsa, çocuğu ile nasıl ilgilenebileceğinden de habersizdir. Bunun uğruna yapacağı her ‘şey’in, doğru ‘şey’ olduğunu düşünerek yaşayıp gider. Annenin ise idealde böyle bir seçeneği hiç olmayacak r. Yani kadının doğurganlığı ömrünün sonuna kadar sürmektedir, elbe e tek bir farkla, pkı cinsiye
gibi doğurganlığı da toplumsallaşacak ve toplumsal bilinçal ndaki ‘üretkenliği ve üretkenliğin ge rdiği kontrol edebilirliği’ te kleyecek r. Çünkü anne, yalnızca kendi türünü üretme değil evrensel kimliğinin gerek rdiği kültürel, sosyal ve psikolojik yapıyı üretme görevini de üstlenir. Bunu ne kadar başarabildiği, buna ne kadar izin verildiği muallakta olmakla beraber, kadının annelik sıfa nı taşımakla kalmayıp, içgüdüleri ve bazen de hisse ği zorunluluklarla, bina etmek ve yükseltmekle ilgili idealarının da olduğunu açık bir şekilde görüyoruz.
Üretkenlik ve doğurganlık, görünen ve onun arkasındaki görünmeyen gibidir. Güç üzerine yapılan yarışlarda kadınların varlığı, yine cinsiyet rollerinden evrilerek cinsiyete bağlanır ve dişil bir kimliğe bürünür. Hem arzulanır, hem de i lir. Ayakları yere sağlam basan kadınlar aynı zamanda üretken olan kadınlardır ve erkeklerin ilgilerini çekerler. Tabi, kadınlar kendilerinin bulunmadığı bir yarış içerisinde olduklarında... Bilinçdışının bireysel ve toplumsal yaşamda yara ğı karmaşanın temeli de işte bu çekme ya da itme davranışıdır. Bir oluş size çekici geliyorsa ve kimi sınırları aş ğını hissediyorsanız, ona doğru ilerlemekten kendinizi alamadığınız gibi, onu itmekten de kurtulamazsınız. Sonuç olarak belki de toplumsal alanda bir köşeye i ldiğinden yakındığımız kadın cinsi, elinde bulundurduğu inşa kabiliye nden dolayı yargılanmaktadır. Bu kabiliyen varlığı ortada olmakla birlikte çoğu kadının yaşamında gizil bir hal alır. Tahmin edebileceğiniz üzere, aslında uhtemelen kadını kıs ran ve toplumsal açıdan kısırlaş rmaya çalışan her kimse, kadının böyle bir bilinçten uzak kalması gerek ğini ve bu sayede tüm üretkenliğin – bilinçüstünde doğurganlığın- kolayca kontrol edilebileceğini düşünmüştür.
Belirtmiş olduğum tüm fikirlerin ise elbe e daha çok incelenmeye ve araş rılmaya ih yacı var. Hala yolun çok başında ve hedefin çok uzağındayız.
Hep masallar anla ldı bizlere, efsaneler söylendi dilden dile bir Ferhad ile Şirin vardı. Büyük aşkla yanıp tutuşan herkesin hayranlığını kazanan yılların yenemediği bir aşk hikayesi…
ışık saçan kaleminden Ferhat ile Şirin’in hikayesini dinlemelisiniz. Ay Ece’sini bir de bu açıdan izlemelisiniz.
ğı gibi saldırır dağlara, Şirin’in aşkı için. Şirin sevdiğini sabırla beklerken, Ferhad günden güne yol almaktadır dağın içinde. Ferhad’ın bu işte başarılı olacağını anlayan Mehmene Banu, Ferhad’a bir haberci gönderir. Haberci, Şirin’in umutsuzluğa kapıldığını ve kendini öldürdüğünü söyler. Kara haberi alan Ferhad, elindeki gürzü havaya rla r ve gürzün al nda kalarak ölür. Sevdiğinin ölümünü işiten Şirin de bu acıya dayanamayarak kendini öldürür.
Ferhad aşık ama kime, Şirin aşık ama neye?
Bu kış günlerinde yüreğinizi ısıtacak ismi kadar kenAnadolu’da en yaygın söylenen efsaneye göre, Ardisi de güzel bir oyun ‘’Ay Ecesi’’ ilk önce oyun başzen hükümdarı Mehmene Banu, kardeşi Şirin için bir lamadan Ay Ecesi ne demek diye aklınızdan geçirebiköşk yap rmak ister. Bu köşkün nakışlarını da nak- lirsiniz. Oyun başladığında ise Ferhat ile Şirin’in hikakaş Ferhad Usta yapar. Köşkte birbirlerini gören Şi- yesini izleyeceğinizi düşünebilirsiniz. Ama yanılıyor rin ve Ferhad ilk görüşte aşık olurlar. Ferhad, Şirin’i olacaksınız çünkü genç yazar oyunun içinde sana ablasından ister, fakat Mehmene Banu, kimilerine oyun oynamaya başlamış r bile… göre kardeşini bir nakkaşa layık bulmadığı için, kimi- Yönetmen Mustafa Avkıran’ın dediği gibi; lerine göre kendisi de Ferhad’a aşık olduğu için, FerŞimdi yeniden yazıldı hat’a aşılması güç bir engel Ferhad ile Şirin masakoyar. Ferhat bazı kaynaklı, birileri bozmuştu. larda Demirdağ’ı bazı kaynaklarda ise Bisütun DağlaBirileri sadece anmışrı’nı delecek, eğer haya a Mehmene’nin adıkalırsa Şirin’i alacak r. nı, birileri içinse aşk Mehmene idi. Yiğit Ferhad, gürzünü kap -
Sizin de bildiğiniz hikaye bu mu? O zaman genç oyun yazarı Burçak Çöllü’nün yazdığı
Biri yazmış , birileri bozacak . Bozup yeniden yazacak . Aşkı yeniden anlatacak . Onlar, anlatmaya sevdalı onlar, on kişiydiler; on kadın, on erkek… Toplandılar, masalı bozmaya, yeniden kurmaya karar verdiler. Ay Ecesi oldular. Küçük yaşta hükümdar olan bir genç kızın duyguları-
na, hükümdarlığına, insanlığına, aşkına yolculuk yapmaya başlayacaksınız. Ama bunu sadece izlerken hissedeceksiniz, zaman zaman ona hak vereceksiniz. Yine de Ferhad ile Şirin’in görmek istediğimiz gibi, duymak istediğimiz gibi inanmak isteyeceğiz… O yüzden Arzen halkı ile birlikte Ferhad’ı bildiğimiz gibi Şirin’i bildiğimiz gibi anlatacağız. çünkü efsaneler öğre ldiği gibidir. Fakat birileri bozmuştu bu oyunu önce şaşıracağız, ‘’acaba olabilir mi’’ diyeceğiz. Körü
körüne inandığımız değerleri sorgulamaya başlayacağız. Oyunun arasında ince sesli oyunculardan nameler dinleyeceğiz mest olacağız, Dekoruyla, giysileriyle, ışığı ve yönetmenliği ile kusursuz olan bu oyunu pkı büyülenmiş gibi izlemenin keyfine varacağız. Bu oyun mu ağından, sahnesine kadar harikalar barındırıyor. Perde açılıyor, oyun başlıyor, size ise sadece izlemek ve sorgulamak kalıyor. İyi seyirler.
SADECE BİR ÖYKÜ; BELKİ DE BİR DAMLA GÖZYAŞI Her gün her şey değişirken bir tek sen kaldın değişmeyen… Ve bir de ben içtiği bir yudum özlemden vazgeçmeyen.
Beyza Coşkuntürk (twi
er.com/MorwyA)
İnsanlar vardır; kayboluşlar, derin acılar, özlemler yaşamış. İnsanlar vardır, özleminden fokurdasa da içi, sesi çıkmayan kendi kendine kaynayan… Toprak da onlardan biriydi işte. Yıllardır kendi gölgesiyle baş başa, yara ğı ütopyasında yaşıyordu.
6 yıl önce başlamış , haya n dikenlerinin tadına bakmaya. Arkadaşının onu süreklediği o ortamda değişmiş tüm haya . Aşkları, acılarını, haya nın her anını o ortamın şekillendireceği bilmiyordu, adımını a p herkesle selamlaş ğında. Ona tozpembe görünüyordu birçok şey; geleceği, o anı, dünü. Ailesiyle mutluydu, başarılı bir okul haya ve popüler olan bir arkadaş Zor günler geçirmiş , zor zamanlar. İğnelerin batmasına, digrubu vardı. Ailenin başarılı çocuğu, umut vadeden torun, karkenlerine katlanmaya alışmış haya n. Ama böyle tanımıyordu deşleriyle normal tar şmalar yaşayan; Toprak’ işte. O zaman onu kimse, bilmiyordu insanlar. Sürekli gülen, neşeli bir kadınkoyu bulutların yaklaş ğının farkında değildi kimse, renginin dı yara ğı maskenin ön yüzünde. Güçlü görünür, insanlar takaraya döndüğünü de. ra ndan neşesine imrenilerek bakılırdı. Kimse sormazdı neden hep güldüğünü. Mutlu bir kadındı o, onların ütopyasında. Fiziksel olarak sıradan bir kadındı, fakat bir o kadar da çekiciydi Abisinin evliliğiyle başlamış , bulutların iğneleyici yağmurlarını gözlerini gün yüzüne serdiğinde. damlatması. Kötü bir evlilik, beklenilmeyen bir acıydı. Kötü Gel gelelim yaşadığı hiçbir şeyi unutmamış bu kadın. Unutgünler geçirmeye başlamış aile halkı, bu durumdan herkes mayacak da, her anı ha rlayacak; her söz kulağında çınlaya- kadar Toprak da etkileniyordu. Annesi sürekli ağlıyor, babası cak seneler sonrada. bir köşede saatlerce düşünüyordu; en başlarda anlam vereme-
diği bu durum, daha sonra abisine karşı asla silmeyeceği bir kine dönüşecek Toprak için. Çünkü kara bulutlar egemendi, ailenin gülümseyen ahalisine. Okul haya da bir anda tepe taklak olmuştu, arkadaşları ondan uzaklaşmış . Eskisi gibi değildi kimse ona karşı, tutunacağı tek dal vardı. O da istese de uzanamayacağı kadar uzak . Gülüyor, gülümsetmeye çalışıyor; ama en çok da gizlice ağlıyordu. Kaldıramıyordu bu ağır yükü, evde konuşulanlara kapı ardından kulak misafiri oluyor; bazen ait olmadığı tar şmaların odak noktası oluyordu. Ama tutunmaya uzanmaya çalış bir dalı vardı, omzunu yaslayacağı biri. Kimseye anlatmaya cesare yoktu, hele ki şu dönemde yalnız kalmışken. Büyük bir aşk yaşıyordu, belki de ilk defa böyle hissediyordu birilerine karşı, ilk defa içinde kıpırdanan; ama durdurmak zorunda olduğu bir kelebeği vardı.
dini, anlamsızca uyanıyor ve ağlıyordu gizlice. Bir sabah uyandığında bir şarkı çalınıyordu ama kulağına, tanıdık bir ses bir şeyler sıldıyor ve ona ‘Gel’ diyordu. Olanların sahte olduğunu, sadece bir rüya; ufak bir şaka olduğunu sıldıyordu. Toprak buna da inanıyordu, defalarca alda lacağını bilmiyordu, özleminden deliye döndüğü adama dönerken. Günler geçiyordu yine onunla, yine mutluydu; her şeyi unutmuş gibi gülümsüyordu haya na; dikenlerin hafifçe ba ğını hissetmiyordu bile ve yakında her şeyin aynı anda patla p son bulacağını.
Ve zaman sarıyordu ileriye, uzun bir metraj görünüyordu. Ve dağın ucundaki lavlar belli oluyordu, volkanın patlamasına az kalmış . Değişmiş aşık olduğu adam, yine ondan uzaklaşmış; Onunla güzel anlar yaşıyor, dakikalarını anlamlandırmak için anlamsızca sözcükler döküyordu dudaklarından. Sevdiği kadın binlerce sebep buluyordu. Toprak değildi sanki, o nefret e ği biriydi. Bu sefer Toprak da dur demiyordu ar k gidişata, bitmesine izin veriyordu her şeyin. İçinde r naların kopacağını ve öleceğini biliyordu. Bi Aylar geçmiş . Ailesinin üzerindeki kara bulutlar dağılmaya yordu ar k o mükemmel aşk, dur demiyordu, diyemiyordu. Ve başlamış ; en azından öyle görünüyordu; hafifçe görünen gün bu sefer dudaklarından döküyordu sözcükleri ‘Git, istemiyorum ışığından. Ve aşkı, o mükemmeldi işte. O kadar huzurluydu seni.’ İs yordu, ama böyle istemiyordu. Bir gün her şey güzel kafasını yas ğına koyduğunda, gülümsemek için birçok neden olacak hani, neden her şeyin bitmesine izin veriyordu ki o sıralayabilirdi. Ama bir gün uyandığında, en yakın arkadaşıyla zaman. Ama yapamıyor, izin veriyordu gitmesine. Ve o da gidialda lacağını da bilmiyordu Toprak, o büyük aşkı tara ndan. yordu, arkasına dönüp bakmadan, hiçbir şeye engel olmadan. Aşk alevlerini söndüren suya karşı dayanamıyordu ve külleriyle Her şey güzeldi uyandığında eli hemen telefona gitmiş , mesaj savruluyordu etrafa, yok oluyordu. Ar k kendi hayatlarına döyoktu o sabah. İçinden onlarca bahane geçiş rdi, kahval sını nüyor ve gözlerini kapa yorlardı diğer güne uyanmak için. Her yaparken. Daha sonra eli tekrar telefona gi ğinde, kelebeğinin gün özlemden uçuşsa da kelebekler. Ömürleri sadece birer ölmek üzere olduğunu hisse ; bir şeyler karardı gözleri önün- günlüktü. de. Anlam veremedi olan bitene. Neler olmuştu, gözlerini kapa p uykuya dalmadan önce o kadar güzeldi ki her şey. Şimdi Biliyorum, Toprak’a ne olacağını merak ediyorsunuz ve o adagüzel olabilecek bir şey kalmamış ortada. Bitmiş . En yakın mın ne olduğunu. İkisi de şu an ayrı ütopyadalar. Toprak hale arkadaşı, dostu ve aşık olduğu adamla onu aldatmış . Birbirleönüne düşecek Gölgesini bekliyor. Ve hala gülüyor maskesinin rine ait gibi davranıyorlardı ar k. Birbirlerine ait… Düşündükçe ön yüzünde. Ailemiz mutlu ve kara bulutlardan çok uzakta bir nefretle doluyordu içi, kulağında çınlayan ihanet çanlarına dur arazideler. Diğerleriyse uzanamayacağı kadar uzak dalları sadiyemiyordu. Bir de yetmezmiş gibi, sevgilim dediği adamın en hiplenmekteler kendi dünyalarında. Herkes ve her şey değişiyakın arkadaşı gelip saçma sapan şeyler söylüyordu Toprak’a. yor, değişmeyen tek şey iç ği bir yudum özlemi sahiplenen o Ar k sözlerine hakim olamıyor, içindeki nefre ona kusuyordu. kadının dilindeki tat. Ve uzaklaş o ütopyadan yine kendi dünyasına dönmeye karar vermiş Toprak. Ailesine bak uzaktan. Ağlamamalıydı, o güçlüydü ve gülmeliydi. Yeni bir hayat başlamalıydı, o gece sonlanacak her şey. Yarın farklı olacak . Gözlerini kapa Toprak, uyandığında uzun bir süre geçmiş olacak ve özlemin tadına çoktan doymuş olacak . Bu sırada ailesi zor günlerin stresi üzerinden atmaya çalışıyordu hala, herkes birbirine gülücükler saçıyordu. Bir tara a arkadaşları onun maskesinin ardını görmezden gelmeye devam ediyordu, oysa Toprak günden güne özlemden bi riyordu ken-
Çağırmazdım sensizliği İstemezdim ih yacım olmasa. Çabuk gel diye sıldardım sen giderken, yahut çoktan gitmişken.
Geç ğimiz ay içerisinde İstanbul, Grunge akımının önemli temsilcilerinden biri olan Mark Lanegan’ı ağırladı. Kendisi bir çok grupla sayısız projelere imza atmasına rağmen, 90’lı yıllarda Sea le çıkışlı Screaming Trees adlı grubuyla ve Alice in Chains & Pearl Jam üyelerinden oluşan Mad Season projesiyle ha zalarımızda yer edinmiş . Son zamanlarda yapmış olduğu solo albümleriyle de dikkatleri üzerine toplayan ve özellikle sesi ve tavrı sebebiyle ‘’Tom Waits’’ yakış rması yapılan müzisyen 11 Aralık 2012 gecesi İstanbul – Salon Iksv’deydi.
Aylar öncesinden konser haberini alır almaz meraklı bir bekleyiş içerisine girmiş m. Kendisi geçen sene İstanbul’a gelmiş ancak gidememiş m ve bu konser benim için oldukça önemliydi. Nitekim konser günü geldi ça ve bizlerde bedenleri 2000’lere mahkum edilmiş ancak ruhları hala 90’larda serserilik yapan dört ‘’kayıp genç’’ olarak mekana doğru hareket e k. 3-4 saat evvel oradaydık ancak başımıza geleceklerden habersizdik. Biraz tembellikten, biraz da ülkemizde kitlesinin az olduğunu düşünerek bilet işini son güne bırakmış k. Fakat biletlerin tükendiğini duymamızla birlikte tüm heyecanımız yerle bir olmuştu. Gişe kapanmış, görevliler bize ‘’Düşük bir Lanegan’ın eski solo albümlerine nazaran 2012 albü- ih mal ama siz yine de sorun insanlara, belki satan mü biraz daha gürültülü ve enerji doluydu. Solo al- olur.’’ diyerek yüz çevirmişlerdi. Umutlarımız gi kçe bümlerine ihanet etmiş gibiydi. Fakat bizler yine de tükenirken bir yandan da etra a koşuşturuyor ve Lanegan’ın hakkını vereceğini düşünerek iyi bir kon- bilet arıyorduk. Uzun süren uğraşlarımızın sonunda ser bekliyorduk. Konserde beklediğimiz gibi gürültü- dört tane bilet bulduk ve içeri girebildik. Mark Lanelü ve oldukça heyecanlı geçmiş . gan Band öncesinde sahnedeki grup olan Creature with the Atom Brain’in son parçalarına ye şmiş k ve onlar dahi bizi büyülemiş . Ar k yeterince enerji depolamış, heyecanlı gözlerle Mark’ı bekliyorduk. Niyahet Lanegan sahneye teşrif etmiş ve tek kelime etmeden şarkılarını söylemeye koyuldu. Konser ilerliyordu ve bizler de pür dikkat sahneye gözlerimizi dikmiş k. Mekanın ses sisteminin kusursuz olmasının yanı sıra insanların yaratmış olduğu atmosfer bizleri tarifi mümkün olmayan duygulara sürüklüyordu. Ancak Lanegan hala tek kelime etmemiş . Sonra yorulmuş olacak ki şarkı arasında biraz soluklandı ve ‘’Thank you!’’ diyerek herkesi selamladı. Sadece bu kadar, iki
kelime. Bir ara grup arkadaşlarını tanı , ardından bol gürültülü yeni parçalarını seslendirmeye devam e . Ancak bir şeyler eksik gibiydi. Böyle olmamalıydı. Lanegan sanki tek başına konser veriyor ve seyirciyi umursamıyor havası yara yordu. Zaten yorulmuş olan sesi davul ve basların arasında boğuluyordu. Bu kadar gürültü ona yakışmamış . Konser sona doğru yaklaşırken içimizdeki hayal kırıklığı gitgide büyüyor ve endişeye kapılıyorduk. Lanegan’ın sahnedeki duruşunu az çok bilmemize rağmen canlı izlemiş olmanın vermiş olduğu etkiyle o soğukluğu daha fazla hissediyorduk. Garip . Gözlerine bak ğımızda bütün heyecanının yok olup gi ğini, sadece sahnede şarkı söyleyen bir robot olduğunu hissediyor gibiydik. Sahnede şarkı söylemeyi sevmiyordu ve bunu seyirciye de hayli soğuk bir havayla hisse riyordu. Biz asla böyle düşünmemiş k. Umut dolu bakışlarımız yerini hayal kırıklığına bırakmış . Lanegan, sahnedeki duruşu, onca gürültünün içinde kaybolan
buğulu sesi ve soğuk tavırlarıyla bizleri eksik göndermiş evlerimize. ‘’Thank you very much!’’ Konser bi .. Konserden çıkmış, arabaya doğru ilerlerken hepimizin dudakları mühürlenmiş . Tek kelime edemedik ama suskunluğumuz ve dışa vuran aptallığımız her şeyi anla yordu sanki. Büyük umutlarla sıcak ve samimi bir konser beklerken karşımızda buz gibi bir robotun olması hepimizi şaşırtmış . Onların samimiye , hisse rdiği farklılıklar bizlerde onları özel kılmasına rağmen o gece bunlardan eser yoktu. Bazı şeyler özelliğini yi rmiş, yıllar ondan samimiye ni ç-almış gibiydi. Samimiyetsiz ve ruhsuz bir performans her ne kadar güzel olursa olsun bizim açımızdan eksik . O gece ha zalarımızda ‘’eksik’’ bir gece olarak yer edinecek . Sizlerle Mark Lanegan Band’in İstanbul’da vermiş olduğu konserden edindiğim bir takım izlenimleri paylaşmaya çalış m. Her ne olursa olsun böylesine bir efsaneyi canlı izlemiş olmanın mutluluğunun yanı sıra hissetmiş olduğum eksiklere ve üzülerek söylemeliyim ki yaşamış olduğum hayal kırıklığına değindim, umarım yeterli olmuştur.
ZAMAN SU GİBİ AKIP GİDİYOR GERÇEKTEN... VE BİZLER SADECE SEYREDİYORUZ BİR NEHRİ SEYREDER GİBİ..TABİ SUYUN AKIŞI HUZUR VERİYOR AMA ZAMAN ÖYLE DEĞİL.....
Küçük emeklemelerden yürüyüşlere oradan koşmalara geç ğimiz bebeklikten çocukluğa uzanan yolda gençliğe adım atmakta zaman bir türlü geçmeyen yavaş giden bir trendi…Hedef her daim 18 yaş idi.. Ehliyet alacak, doktor yada öğretmen olacak k. Planlarımız vardı her an geleceğe dair oysa bilemezdik yaşam plansız bir haritaydı. Çıkışı bir türlü bulamayıp içinde kaybolarak yok olduğumuz karmakarışık labiren .. Çıkışı bulmak için yol aldık ömrümüzü bi rdik. Oysa olduğumuz yerde kalıp anı yaşasaydık böyle hızlı akmayacak zaman… Yasemin Birbudak
Ha ralar insana kalan en güzel miras. Bu yüzdendir ki en büyük amacım çocuklarıma anılar bırakmak. İçinde benli, bizli ve sevgi dolu anlar.. Çocuklar demişken beni şaşırtan zaman çocukluğu, gençliği, yaşamı anlayamadan iki evlat hediye e haya ma.. Ehliye 18’inde değil 33’ünde aldım oda kansersiniz deyince doktor içimde kalmasın diye gidişimden.. Her şerden bir hayır işte.. Benim gibi kaç kişi var tüm güzellikleri, hayalleri son ana bırakan.. Kanımızı emen vampir gibi zaman hisse rmeden, acı çek rmeden ruhumuzu emiyor ve bundan müthiş zevk alıyor. Sorunsa bizim izin vermemiz. Çok uzun yıllar var gibi düşünerek ertelemek haya en büyük hatamız.. Oysa kum saa ndeki kumların yukardan aşağı
birkaç dakika süzülüp son zerreciklerini de aşağıya bırakmasıyla oluşan boşluk kadar kısa …Tasarruf etmeyi sevmedim hiçbir zaman ,gelecek kaygım olmadığından.. Geçmişi çok iyi bilirsiniz, unutmazsınız. Gelecek ise sisli, puslu bir hava gibi belirsiz, silik.. Neden bu denli kaygı ile koşuşturmalı yaşama arzusu içerisinde kaybediyorsunuz kendinizi? Çocuklarım için çalışıyorum diyen büyükler kaçınız onlarla adam gibi zaman geçiriyor? Bir gelecek için mala mülke ya rım yapanlar kaçınız yıllarca bin bir zahmetle, eziyetle çabalayıp oluşturduklarınızı bir gecede deprem, hırsız, sel, yangın vb. felaketlerle kaybetmedi? Eği m için yıllarını verenler, sınavlar için ter dökenler kaçınız emeklerinizi bir sarışına, bir dayısı olana kap rmadı? Demiyorum hiç çabalamayın, emek vermeyin, çalışmayın.. Söylemek istediğim tüm bunların içerisinde kendinizi unutmayın, zamanı hiçe saymayın ve sevdiklerinizi harcamayın…
Zaman iyi kullanıldığında unutamayacağımız anılara, boşa harcandığında büyük pişmanlıklara dönüşen gizemli bir an.. Hayatlarınızdan ertelemelerin, zamanım yok deyip sevdiklerimizin bizlerle paylaşacağı güzellikleri kaçırmanın, hayallerinizi belki bir gün sözü ile askılara almanın, hiç sonu bitmeyen savaşların, Gereksizce insanları kırmanın çıkması dileklerimle… Zamanı neye dönüştüreceğiniz sizin elinizde.. Ne yarın, ne sonra, ne gelecekte unutmayın HER GÜZELLİK ŞİMDİDE…..
İçimden Geldiği Gibi Uydu ve kablolu tv’de 100’ü aşkın kanal var. Dinisinden, millisine, devlet kaynaklısından, +18’lisine yüzlerce kanalın isimleri ve savunduklarının farklı olması hiçbir şey ifade etmiyor. Bence bütün tv kanalları aynı. Hepsi mille kandırma, halka bir şeyler satma peşinde. Kimi yağ satar oldu, kimi bal, kimi saat, kimi de çizme bot sa yor. Sanki mille n çok parası var gibi, Türk halkının % 70’inin asgari ücretle çalış ğını bilmiyorlar. Hayır yağ bal alacak olsam, gidip bir parça tadına bakarım ha a pazarlık yapar beğenmezsem almam. Sadece gıda ürünü değil, tv’den ayakkabı da almam. Ben düz tabanım; ayakkabıcıda beğendiğim ayakkabıyı hiç alamadım bu vakte kadar. Düz tabanım diye ki; askerliğimin bir bölümünü bu nedenle terlikle geçirdim. Sadece düz tabanla bitmiyor, ayağı taraklı olanı var, kalıp farkı var, sporda ayrı, klasikte ayrı numara giyeni var. Saç çıkaran, tüy döken, güç ar rıcı-zayıfla cı ilaç satanlara hiç girmeyeyim diyorum ama doktoru var, eczanesi var, aktarı var; size mi düştü kardeşim mille n kılı-tüyü… Hayır param olsa da almam ki, elle tutmadan gözle görmeden alışveriş yapılmaz. En azından biz anneden babadan böyle gördük.
Aklıma gelmişken; bir dizi tu u diye de 10 yıl sürer mi? Örneğin A dizisi Türkiye’de ne kadar kötü adam varsa öldürdü. Irak’a bile gi ler. ABD’ye ve İsrail’e kafa tutuyorlar. Eh be kardeşim bu ne egodur? Hayır bizim başrol hep yaralanıyor; ya silahlarda problem var yada adamların el ayarı yok. Bu yazdıklarıma bahsi geçen dizinin takipçileri kızacak ama bunlar gerçekler. Mesela benim izlediğim dizide de hep bir kuyu kazmaca, hep bir entrikayla geçiyor. Birde dizinin %90’ı ayakta ve haremde geçiyor. Bu yazdıklarım uzayıp gidecek r. Yazdıklarım inanın şahsi değil, tüm Türk halkının düşüncesidir. Sayın tv yöne cileri ve dizi yapımcıları; yukarıda sıraladığım, vb nedenlerden ar k sıkıldık. Tv’de düzgün dizi ve programlar izlemek is yoruz. Gerekirse Kültür Bakanlığı bile girsin devreye. Senaryo yarışması mı yapar, teşvik primi mi verir bilemem…
( behrememmi@gmail.com )
Abdullah Yaşar
Bunlar tv’nin sadece reklam-pazarlama bölümü; bir de dizi filmlerimiz var ki evlere şenlik! Türkiye’de bir dizi yayınlanacaksa muhakkak bir romandan uyarYeni yıl hepimize ne is yorsak onu ge rsin inşallah. Bir de tv’lere düzgün dizi ve programlar. Herkese lanmalıdır, olmadı daha önce çekilmiş bir filmi dizi olarak tekrar ısı p koymak gerekir, o da olmadı yurt mutlu yıllar... dışından araklanır! Bu yazdıklarım yıllardır tekrarlanır, tabi is sna birkaç proje hariç. İki bölüm, üç bölüm derken bir bakmışsın dizi yayından kaldırılmış. Bütün emeği kaldır at çöpe. Neden yayından kaldırıldı? Atmadı tutmadı, rey ng az geldi, reklam geliri yok, vs vs... Valla arkadaşlar kimse okuduğu kitabın sonunu biliyorsa, kitabı sonuna kadar okumaz. Ya da hayat sadece tv’den ibaret mi ki hep tv açık kalsın dizi izleyelim! Akşam yemekten sonra 1-2 saat çalışır tv, sonra yatar uyursun. Yarın iş var sonuçta; ekmek paramı, ev kiramı diziler mi verecek?
Merhaba arkadaşlar! Bir yıl ayrılık yaşadık. Olsun yahu özlem iyidir derler. İyi midir sahiden? Nasıl boşluğunu yaşadım yahu! Bir yıl ayrı kaldık! Geçen yıldan bu yana nasılsınız? Umarım çok şey kaçırmadım? Kaçırdım mı?! Eyvah eyvah… Dizileri de kaçırdım elbet… Ne oldu yahu Kuzey Güney’de? Kuzey’le Cemre birleş mi bari? Birileri ulaşsın Gmail’den bana. Son bir yılda neler kaçırdım kim bilir eyvahlar olsun!
aramayın! Birleş rdim evlatlarımı…
E geçelim D&R listelerimizeeee… Diyeceğim ilk kitap sımsıcacık alev alev bir kitap aman aman okurken sayfalar tutuşuyor dikkat! Kitabın en acayip yanı yazarının bir kadın olması…(!) Kitabın adı Grinin Elli Tonu! Kitabı bir takma adla yazmış. Gerçek adı ise Erika Mitchell. O nasıl bir bilinçal yahu! Ne sahneler var öyle! Ne pornografik ne ero k! Aman aman akla zarar! Ya tabi şimdi erkekler diyecek ki ne alaka şimdi erkek yazsa demeyecek misin? E haklısınız diyeceğim tabi sizde yazmayın şöyle şeyler! Mille n abdes ni bozuyorsunuz! Ya bir kadına yapılan ar k ona ne deniyor bilmiyorum mazur görün ama açıklarsam işkenceli kırbaçlı mırbaçlı ero k sahneler içeren insanın psikolojisini tepe taklak e ren bir kitap. Kitap Avusturyalı bir yazar tara ndan basit bir yayın evi tara ndan basıldıktan sonra e-book ta rekorlar kırmış. Nasıl insanlarız yahu? Bir ero k kitap okumak için yarışa girmişiz! Öyle ki Harry Po er'ın reTabi şaka bir yana liseliler 3 ay kaldı sınava birde korunu bile kırmış bu kitap! Neyse aranızdan biri ben psikolojik baskı yapıp ders kitapları tanıtayım mı ero k bir kitap okumak isterse (hani ar k nasıl bir ne dersiniz? Yaparım vallahi. Çözmediğim kitap kal- zevk ise ) aklınızın bir köşe bucağında kalsın. madı dersem yalan olur aman ha inanmayın. Ha birde unutmadan! Yeni yılınız kutlu olsun Felsebiyat’çılarım! Umarım tüm üniversiteye hazırlananlar (tabi Bahsedeceğim diğer kitap ise Bora’nın Kitabı. Yazarı bende dahil!) bu yıl diledikleri bölümlere ulaşırlar! Sevdiklerinizle, mutlu, mesut, huzurlu haa tabi birde da Ayşe Kulin… Ayşe Kulin deyince aklıma direkt olabizi de unutmayın birde Felsebiyat’lı nice nice nice rak Gizli Anların Yolcusu geliyor. Var mı okuyan? Şöyle anlatayım. Gizli Anların Yolcusu’nda bir Bomutlu yıllara! ra’mız vardı. Bu kitap bu kez tüm olayları bu Bora’cığımızın gözünden anla yor. Pek kimse beğenmemiş. Neyse neyse… İşimi gücümü unu um özlem gidere- Ben de dahil… Havada kalan yanlar var. Kitap doyulim derken hadi bakalım kitap kurtları! Araya bir ay rucu olmamış ve beklen leri gıdım karşılamıyor yahu! Neyse benim kendimi avutmama lüzum yok zagirince D&R listeleri de değişmiş. E çokta yerinde olmuş. Bu ay öneri bölümüyle D&R’ı birleş riyorum ten beğenmemiş m ben Gizli Anların Yolcusu’nu da aman ha derginin içinde öneri bölümünü ayrı gayrı ama beğenen arkadaşlar ne yapsın! Dili basit bul-
dum. Kitabın sonu aceleye gelmiş arkasından msahlar koşturmuş sonunu yazarken. Ya neyse. Konu hakkında (Konu gay bir adamın aşkı bu arada Gizli Anların Yolcusu’nu okumayanlar için söyleyeyim.) bilgisi yok görüşü yok yazmış. Birde bunu üstüne üstlük cari bir amaç olarak kullanmış diye de düşünüyorum. Neyse Ayşe Kulin’ciler beni dövmeden çekileyim bence.
D&R dan bahsedeceğim son kitap ise hala D&R listelerinde neden olduğunu anlamadığım “s*k r et”! Hala neden durduğunu anlamıyorum çünkü zaten Türkiye’de bu kitap çıkmadan önce de “s*k r et” denebiliyordu. Ha a daha neler neler… Oy oy.. Hiç duymamışlar sanki! Adam diyor ki “Lan salla gitsin! Boş geldik boş gidiyoruz zaten s*k r eeeeeet!” Bizim mille e bu adam acaba ne zamanlarda s*k r et demiş acaba diye bu kitabı almış. Verdiğim paraya bile değmediğini düşünüyorum. Aranızdan bazıları diyor ki daha önce yazmadı mı bu kitabı? Kusura bakmayın hala listede görünce tepki de böyle doğuyor işte! Pozi f mi düşünmek is yorsunuz? İşmiş s*k r et, okulmuş s*k r et demekten daha iyi bir şey var. Pollyanna’yı okuyun. Hem bir klasiği okumuş olursunuz hem de pozi f düşünmek ne demekmiş temelinden alırsınız. Ha pozi flik yapayım derken sa n teki olmayın da!
rım, edebiyatçılarım, Felsebiyat’çılarım! Sizleri seviyorum! Biliyorum, biliyorum sizde beni… Aman be şımartmayın!.. Kendinize çok iyi bakın. Umarım yeni Sırada öneri bölümüm var! “Heyt lan!” dedirten bir yıl bütün dileklerinizi gerçekleş rir. Hoşça kalın! Kikitaptan bahsedeceğim. Gelin bakalım Stephen King tap dolu bir yıl diliyorum! aşıkları! Şöyle bir sıraya dizilin bakayım. Bence yeni yıla böyle bir kitapla başlayın ki yılınız hep böyle güzel kitaplara denk gelsin.. Kitabın adı Yazma Sana . Adam diyor ki kimse anasının karnından dünyaca ünlü bir yazar olarak doğmuyor. Bilmem kaç kez reddedileceksin ama pes etmeyeceksin! Çabalayacaksın! Saçma bulacaklar yürü yürü yürü önün açık şayet uğraşıyorsan gerçekten… Stephen’ın yazarlığa adım adım ilerleyişini okuyoruz. Nasıl afacan bir çocuk olduğunu hayretler içerisinde kıkırdayarak okuyorsunuz. Bence yazar adayları varsa aramızda ki inanıyorum onlar buralardalar, okuyun! Okumadan adam olunmaz diyeceğim yersiz bir espri olacak farkındayım ama..
Neyse canlarım, kuzularım, felsefecilerim, yazarla-
Gönül Gamze Temiz
ARDIN SIRA Sen gi n; Önce güneş ba , Sonra yıldızların feri söndü bir bir... Bulutlar hüzünlü, Ay dolunay hala. Sen gi n; Mevsim kışta takıldı kaldı. Akrep yelkovana, gün geceye küs hala. Sen gi n; Ardın sıra denizler kudurdu, Dünya durdu. Sen gi n...
Abdullah YAŞAR
Ülkemizde her geçen gün sayıları artan seyyar saat satıcılarının aslında çok büyük bir oyunun piyonları olduklarını biliyor muydunuz? 2000'lerin başında, henüz okul kan ninde patates ekmek kuyruğunda beklerken aklımıza gelmeyen senaryolar bugünlerde gerçekleşmeye başladı. Başlarda üst geçitlerde saat satan Afrika vatandaşı kardeşlerimizin bu kadar cana yakın olmaları hoşuma gidiyor, emeklerinin hakkını alabilmeleri için ih yacım olmasa da sa kları ucuz saatlerden alıyordum. Sürekli is hdam düzeyimizin çok yüksek olduğunu ve memleke e işsiz kalmadığı için saat sa cılığı alanında başka ülkelerden insanlara ih yaç duyduğumuzu sanıyor, ülke refahı açısından mutluluk duyuyordum. Geçen onlarca yıl boyunca sakıza en ufak bir zam gelmemesi ise enflasyon canavarını alt e ğimize inanmamı sağlıyordu. Çocuk yüreğimde ülke güllük gülistanlık . Ancak biz büyüyorduk ve dünya kirlenmeye mahkumdu. Üstelik, kapımızın önünü süpürmeye vak miz bile olmayacak ... İlk Türkçe olimpiyatlarını izlediğimde 13 (on üç) yaşındaydım. Televizyonda İs klal Marşı okuyan çocukları gördüğümde aklımdan ilk geçen bu kadar güzel bir Türkçeye nasıl sahip olabildikleriydi. Bu çocuklar kimdi? Neden İs klal Marşı okuyorlardı? Daha da önemlisi neden seyyar saat sa cılarına benziyorlardı? Çok sonraları öğrendiğime göre Afrika'da muhtelif ülkelerde okullar kuruluyor, burada çocuklara Türkçe eği m veriliyor, şarkılar ezberle liyor ve seyyar saat sa cılığının en ince detayları öğre liyormuş. Yani bu çocuklar saat sa cılarına benzemiyorlardı, bu çocuklar saat sa cılarının ta kendileriydi. Fakir ülke insanları olarak eği m ih yaçları karşılanırken belli bir amaca hizmet etmek için eği ldiklerini bilmeyen binlerce potansiyel
saat sa cısı. Peki bu amaç neydi? Neden saat satmak için bu ülkeyi seçmişlerdi? Talimatları kimlerden alıyorlardı? İlk olarak ülkeye rahat giriş çıkış yapmaları lazımdı ve bunu sağlamak için dünya kadar fakir Afrika ülkesiyle karşılıklı olarak vizeler kaldırılmış . O furyayı ha rlarsınız; her gün bir ülkeye vizelerin kalk ğı dönemler... Sonra yabancılık çekmemeleri için dili Yaşar Menderes Çetin etkin kullanmaları lazımdı ki bunu www.twitter.com/ymenderescetin benden bile daha iyi başarıyorlardı. İşleri ise ülkeye giriş yap kları gibi hazır oluyordu. Çok kollu ve güçlü bir ağın parçası haline geliyorlardı hemen. Talimatlar ise okullarda, eği mi aldıkları zamanlarda finans kaynakları kimse ondan geliyordu. Ve bu talimatlar çok uzaktan, okyanus ötesinden geliyordu... İr cai faaliyetlerden şüphelendirip, bir pazarda seyyar saat sektörüne yön vermek pek az insanın aklına gelebilecek bir keskin zeka örneği. Pazardaki diğer rakipleri silmek için 5 (beş) liraya saat satmak gibi de çok güçlü bir yöntemleri vardı. Saatler o kadar ucuzdu ki sonsuza kadar saat almak is yordunuz. 5 (beş) liraya saat sa p bir de kar elde etmeleri arkasında yatan sır perdesi sanıyorum yüzyıllarca insanların uykularını kaçıracak en büyük gizemlerden birisi olacak r. Üstelik cemaat destekli Afrika vatandaşı seyyar saat sa cılarının yarın öbür gün kurdukları bu tekeli genişletmek istemeyeceklerinin garan si yok. Bugün kol saa sa yorlar ama yarın duvar saa de satmak isteyebilirler, köstekli saat de. Bu çok büyük bir tehdit. Bugün bir seyyar saat sa cısı olmaya kalk ğınızda başınıza neler gelebileceğine dair bir fikriniz var mı? Onların bölgesinde saat satmanız halinde öncelikle kendi bölgelerinde saat satamayacağınızı söylüyorlar. Eğer saat satma konusunda ısrarcıysanız herkesin ortasında sizi küçük pipili olmakla suçlayıp halkın huzurunda onurunuzu kırıyorlar. Bunlara aldırmayıp devam ediyorsanız karşınızda çubuk krakeri en sesli haliyle yiyip rahatsızlık vermeye başlıyorlar. Aman dileyene kadar böyle böyle yöntemlerle canınızdan bezdiriyorlar ve size zorla saat sa yorlar. Cemaat destekli bu oluşum içeriden sarsılmaz bir bağla kenetlenmiş ve dışarıdan kimseyi istemiyorlar. Gözden uzak toplanma noktalarında maklube par leri verip, halı sahada maç yapıyorlar. Okyanus ötesiyle Skype yapıp, cam'de soyunuyorlar. Üstelik siz yine bunların hepsinden mahrum kalıyorsunuz. Yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Ama benim var.
Bu ayki yazıda oldukça eski tarihlere gideceğiz. Mila an önce 16. 17. yüzyıllara gidip ilk kanunların koyucusu olarak bilinen ancak; bu düşüncenin yanlış olduğunun anlaşılması ile ilk reformsal kanun koyucu olarak adledilen Hammurabi ve onun kanunlarından bahsedeceğiz. Buyrun tarihin araladığımız kapısından içeri geçelim.
Hammurabi M.Ö.1793(?) ile M.Ö.1750 yılları arasında yaşamış r, Babilliler’in Sami sülalesinin al ncı kralıdır. Hammurabi, krallık vârisi olmak için mücadele eden koalisyonlardan birinin lideridir. Zamanla hâkimiye eline alan Hammurabi, komşuları Larsa, Mâri ve Asur’a hâkimiye ni kabul e rmek için uzun süre savaş . M.Ö. 1770’te Bâbil ülkesinde birliği sağladı kurduğu Babil İmparatorluğu Fırat ve Dicle ırmaklarının arasında kuzeyde de Ninova'ya kadar ulaş . Bütün Mezopotamya’da hâkim olup, Suriye ve Elâm bölgelerini içine alan bir imparatorluk kurdu. Hâkimiye al ndaki Bâbilliler, Amurriler, Akkadlar ve Sümerlileri bir millet hâline ge rmeye, dil, kül-
tür ve hukuk birliği içinde yoğurmaya çalış .
Hammurabi zamanın çok ilerisindeydi. Hakimiye ndeki toprakları merkezi bir sistemle yöne . Resmi yazışma düzenini kurdu. Ayrıca ilki İran’da kurulan posta teşkila nı ülkesine ge rtmiş, polis teşkila nı ve ilk belediye sistemini kendi ik darında oluşturmuştur. Polis teşkila şehrin iç güvenliğini sağlıyordu, eğer bir ayaklanma ya da suç olduğunda derhal müdahale edip suçluları yakalıyorlardı. Yakalanan bu suçlular oluşturulmuş mahkemelerde kendi yazdığı 282 maddelik kanunlara göre cezalandırılıyordu, ama genelde bu cezalar çok ağır olmaktaydı. Bir dikme taş üstüne kazdırdığı bu yasalar günümüzde Paris'te Louvre müzesindedir. Susa yıkın larında ele geçen bu yasalar, 2,25 m. yükseklikteki kısasa kısas ilkesine göre hazırlanmış r. Bu yasalardan kralın uyruklarının yaşamıyla ve mülkiyet hakkıyla ne kadar yakından ilgilendiği anlaşılmaktadır. Ama koyduğu cezalar son derece ağırdır. Kırbaçlama, dilin koparılması, ölüm bu ağır cezalardan bir kaçıdır. Belediye reisini Hammurabi kendisi a yordu. Kurduğu belediye sistemi günümüzdekilere benziyordu, şehrin düzenlenmesi, onarılması ve temizlik işlerine belediye bakıyordu. Kurduğu Posta teşkila sayesinde şehri, mahalle mahalle sokak sokak ve ev numaralarına göre ayırtmış . Böylece bir posta istenilen doğru adrese bu şekilde ulaşıyordu. Evet, evet yanlış duymadınız bütün bunları M.Ö. 1700’lü yıllarda yapıyordu. Yani günümüzde bile bir keşmekeş olan bu idari olayları, bundan yaklaşık 4000 yıl evvel çözmüştü. Bu sistemin yapılan arkeolojik buluntular sayesinde ilk kez Hammurabi zamanında yapıldığı da kesinleşmiş r. Hammurabi bilime ve sanata çok önem vermekteydi özellikle de mimari konulara. Bunun da en büyük ispa ünlü Babil Kulesi ve Babil Asma Bahçeleridir. Sami dili kullanılmasını zorunlu kıldı. Bayındırlık alanında önemli çalışmalar yap rarak (Fırat ile
Basra körfezi arasında uzun bir kanal aç rdı) imparatorluk ekonomisinin gelişmesini hızlandırdı, caredestekledi. İk darı süresince kendisini tanrılaş rdı ve "kralların tanrısı" olarak ilan e . Erkeklerin varis olabileceği mutlak monarşi kurdu ve bu dönemde Babil ülkesinin tanrısı Marduk, Sümer-Akkad topluluklarının yüksek tanrılarından biri oldu.
Hammurabi, kanunları toplumun hakları ve sorumlulukları açısından üç sınıfa ayırmaktaydı. Bunlar avilum (üstün, asil insan), meşkenum (orta sıradan insan) ve vardum (köle) idi. Yaralama olaylarında şiddet avilum’a yönelikse suçlu daha sert bir biçimde, meşkenum’a yönelikse normal, vardum’a yönelikse çok hafif olarak cezalandırılırdı. Suçu işleyen avilum ise daha çok ağır tazminat cezalarına çarp rılır, meşkenum ve vardum ise idam, hapis veya ağır dayak cezalarına maruz kalırdı. Yürürlükteki yasaları sisteme bağlamasıyla Hammurabi Kanunları Dünya tarihinin yasalarını temsil e . 282 madde halinde taş sütunlara yazılan bu yazıtlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun çökme dönemine girmesiyle 1901-1902
yıllarında Fransız araş rmacılar tara ndan keşfedilmiş ve Louvre müzesine taşınmış r. Bu kanunlara göre; köleler ve hür insanlar arasındaki farklılıklar belir lmiş, hür insan olmayanlara kısas kanunu (hırsızlık yaparsa elinin kesilmesi vb.) da başta olmak üzere evlilik gibi konularda günümüzde hala bazı toplumlarda uygulanan kanunlar bu dönemde ortaya çıkmış r.
Hammurabi kanunları, MÖ 1760 yılı civarında Mezopotamya'da yara lan, tarihin en eski ve en iyi korunmuş yazılı kanunlarından biridir. Bu dönemden önce toplanan yasa koleksiyonları arasında Ur kralı UrNammu'nun kanun kitabı (MÖ 2050), Eşnunna kanun kitabı (MÖ 1930), ve İsin'li Lipit-İştar'ın kanun kitabı (MÖ 1870) yer alır. Babil kralı Hammurabi'nin çeşitli meselelerde verdiği kararlar, Babil'in koruyucu tanrısı Marduk adına yapılan Esagila Tapınağı'na dikilen bir taş üzerine Akatça dilinde yazılmış . Hammurabi, kendisine bu kanunları yazdıranın güneş tanrısı Şamaş'ın olduğunu söylemiş r. Dolayısıyla kanunlar da tanrı sözü sayılıyordu.. Yaklaşık iki
metrelik silindirik bir taşın üstüne çivi yazısı ile yazılmış olan kanunlar tam 282 maddedir, ancak bu maddelerin 33'ü (madde 66-99) şu anda okunamayacak durumdadır. 13 sayısı uğursuz sayıldığı için 13. madde yazılmamış r.
Daha açıklayıcı olması açısından kanunların bazılarını şöyledir:
Bir hırsız duvar delerek bir eve girmişse, o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür.
Bir evde yangın çıkar ve oraya yangını söndürmeye gelen bir kimse evin sahibinin malında göz gezdirip evin sahibinin malını alırsa, kendi si de aynı ateşe a lır.
Adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçe nin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. Çocuklarını büyü üğü zaman çocuklara verilenlerden bir parça, oğlanınkine eşit olan bir parça da ona verilir. Ondan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir.
Bir adam bir kadın alır da bu kadın ona bir kadın hizmetçi verirse ve çocuklarına bakarsa; ancak, buna rağmen adam başka bir kadın almak isterse ona izin verilmez; bu adam ikinci bir kadın alamaz.
Bir kişi hırsızlık yapsa eli kesilir, tecavüz etse ölüm cezası yada erkeklikten men edilir.
Babasını döven evladın iki eli kesilir.
Bir adamın gözünü çıkaranın gözü çıkarılır.
Birisini suçlayan ispata mecburdur. İspat edemezse ölüm cezasına çarp rılır.
Bir tapınakta veya hükümdar hazinesinde hırsızlık yapan ölümle cezalandırılır.
Kimilerine göre man klı ve normal, kimilerine göre olması gereken, kimilerine göre ise çok ağır olan yasalardan bazıları bu şekilde idi, ar k yorum sizlerin Bir adam bir çocuğu evlatlık alır ve oğlu olarak aslı i barıyla şeriat yasalarını andırıyor gibi geldi baona ismini verirse ve onu besleyip büyütürse, na açıkçası. Peki ya sizce; normal mi, olması gereken mi yoksa çok ağır cezalar mı? O günün şartlarını da büyümüş bu çocuk bir daha geri istenemez. düşünerek takdir sizin. Başka bir yazıda zaman yolculukta buluşmak üzere hoşça kalın. Bir adam başka bir kişinin özgürlüğünü kısıtlayacak hareket ederse aynı ceza ona verilir.
Yıllardır kulaklarımızın pasını silen, bizlere hayat katan ya da bir filmin arka fonunda çalan melodiler gibi bakk şarkılara. Bizler çoğu zaman onlara ulvi anlamlar yükleyerek onlarla bütünleş k, onlarsa bizleri yeri gelince eğlendirdiler, hüzünlendirdiler, kısacası içimizdeki saflığa hitap e ler. Müzik, tarih boyunca kendi içinde çeşitli jenerasyon farklılıklarına ayrıldı. Bunları müziklerde de müzisyende de olduğunca fazla hissedebildik. Ben de sizlere günümüz popüler müziği ve Rock’n Roll’a dair jenerasyon farklılıklarından bahsetmek is yorum.
kezlerinde kulaklarımıza aşina oldular. Tabii ki dönemin kültürel ve poli k olaylarıyla, dünyaya bakış açıları olan duyarlılıkla, sevgiyi, aşkı, barışı çok başarılı işlemeleriyle gönlümüzdeki yerlerini hala koruyorlar.
Günümüze geldiğimizde ise şimdilerde 80 sonrası modernleşme çabaları müzik dünyasına da sıçradı. 80 ve 90’lar sonrası yaygınlaşan teknoloji zaten endüstri haline ge rilmiş müzik sektörü için tam bir çantada keklik oldu. Ar k herkes müziklerini bilgisayarlarıyla yapıyor, kolaya kaçıyor, ha a sözde sanatçılar besteleri50’ler ve 60’lar münin hepsini kıyıda zik açısından bir köşede buldukları devrim yara . Zenci genç, yetenekli bestecilere yap rıyor. Günümüzde banliyölerinde ortaya çıkan blues onlar için o döRihanna’lar, Jus n Bieber’lar, Lady Gaga’lar çınla nemde bir haykırış şekliydi. Jazz ve folk müzikten yor kulaklarımızı. Bizim jenerasyonumuz ise hala koltuğu devralan blues ar k New York ve Harlem kendi döneminin müziklerinde yine takipçi ve tutkusokaklarından daha fazla bir kesime hitap etmesi lu. Ama şimdiki isimler az önce bahse ğim gibi besgerekiyordu. Chuck Berry, Elvis Presley gibi müzistecilikten uzak, ekibine işini bırakan, besteleri dahi yenlerin blues’u değiş rip daha canlı ri mler ve da- sa n alan, daha çok bilgisayar man ğıyla oluşturuha aykırı sözlerle harmanlandırmasıyla o dönemin lan "yapay ve soğuk" işler gibi geliyor bana. Ancak gençlerini ayaklandıran, coşturan ve kendilerini ait maalesef ki şimdiki jenerasyon müzisyenleri saflıkhissedecekleri bir yuva oldu müzik ya da o zaman ki tan ve sadelikten öte müzikte modern soundları teradıyla "Rock’n Roll." cih ediyor. Bu da onlarca insanı etkiliyor ve jenerasyonların arasındaki kültür ve değer kavramlarını sorgula yor. Elvis'in öncülüğünde Beatles’lar, Hendrix’ler, Beach Boys’lar, Bob Dylan’lar, The Rolling Stones’lar, Led Zeppelin’ler ve daha bir çok isim tanıdık. Müziklerin- Keşke "sanat" sözcüğü kendini biraz daha sorgulatdeki, müzisyenliklerindeki ustalık, profesyonellik o sa, değeri artsa, kolaya kaçınmasa gençlerin ve tüm zamanın taş plaklarında evlerimizde, eğlence mer- jenerasyonların gözünde. Barışla kalın.
Bir dönem Chicago’yu tekelinde bulunduran, içki yasağıyla birlikte başla ğı büyük içki kaçakçılık ağıyla bir anda güçlenen, Al Capone, Frank Ni gibi yer al dünyasının ünlü isimlerinin liderliğini yap ğı, bir çok alanda muazzam büyüklükte haraç ağları kuran ve 1930’lardan Al Capone’nin hapse girmesine kadar bir güç kazanan “Chicago Ou it” isimli mafya örgütü Amerika’nın başına büyük belalar açmış .
Nostra” ismi ile tanımlarlar. Bu örgütler 1920’li yıllarda yükselişe geçmiş, 1930 Amerikan ekonomik buhranı ile birlikte ülkede zirve yapmış, birçok fakir gencin ekonomik anlamda umudu olmuştu. Bu sürede devlet ekonomik önlemlere odaklanmaktan bu mafya a şmalarına pek önem göstermemiş . Öyle ki, Chicago eyale nde polisten çok mafyalar asayişi (!) sağlıyorlardı. Ardından başlayan İkinci Dünya Savaşıyla birlikte devle n ülke içindeki asayişe verdiği önem iyice azalmış ve üre len silahların bir kısmı mafyanın elinde kaçakçılık ürününe dönüşmüştü. İlk başlarda Sicilyalıların oluşturduğu ve Amerika’nın doğusunda etkinlik gösteren suç örgütleri; sonradan Napoli, Calabria gibi yerlerden Amerika’ya göçmen olarak gelenleri de iş gücü olarak kullanarak Amerika’nın büyük bir kısmına yayıldı.
Mert Gülbay Konumuzu fazla dağıtmadan, Chicago Ou it isimli suç örgütüBu konuyu incelemeden önce siz okurlarımız için önemli bir bilgi paylaşmam gerekiyor. “Mafya” diye nü incelemeye başlayalım: tabir edilen örgüt türü, günümüzde her beline silah takan adam grubuna söylense de, Amerika’da sadece “İtalyan-Amerikan” adı verilen, 1800’lerin sonunda İtalya’dan (özellikle Sicilya’dan) göç etmiş ve 1900'lerin başında ailelerin kurduğu suç örgütlerine verilen isimdir. Resmi isimleri yoktur. Sonradan teslim olan ya da yakalanan örgüt üyelerinin sorgulanması sırasında öğrenilenlere göre kendilerini “Caso
Genel anlamda “Capone Ailesi” olarak da bilinen Chicago Ou it, Chicago merkezli bir suç karteli olarak kuruldu. Fakat bu kartel, 1920’lerin başına gelindiğinde Amerika’nın büyük kısmında etkin bir şekilde organize suç işleyen ve bu sebepten dolayı “Five Families” (Beş aile) ismini alan suç ailelerinden birisi olmayı başardı. İlk sahneye çık klarında
özellikle Rus çeteleriyle caret ve kumar sektöründe ça şmalar yaşasalar da, üstünlüğü ellerine geçirip sahnede tek kalmaları ve Los Angeles'tan Florida'ya kadar etkinliklerini göstermeleri uzun zaman almadı.
Al Capone Alcatraz'a girerken
Aile içinde cinayet: Torrio başa geçiyor Big Jim Colosimo (solda), yeğeni Torrio (sağda) ile birlikte.
Fakat bazı şeyler çete için yolunda gitmiyordu. Ülkede içki yasaklanmış ve bunun yasadışı care nden diğer mafya grupları büyük paralar kazanıyordu. Chicago Ou it Kuruluyor: İlk patron Big Jim Torrio da bu sektöre girmeyi çok is yor, fakat “Big Jim” bu sektöre giriş konusunda pek de ısrarcı davChicago Ou it’i incelemeye önce ilk patronu olan ranmıyordu. Bunun üzerine 1920 yılında Big Jim baJames “Big Jim” Colosimo’nun dönemini biraz incelayından döndükten sonra –bunu gösteren pek delil leyerek başlamamız gerekiyor. Colosimo Chicago olmasa da yer al nda dolaşan iddiaya göre- TorOu it’i kurmadan önce Chicago’da bir kartel olurio’nun emriyle Al Capone tara ndan vurularak ölşumu gözlenmemiş . Fuhuş belli bir grubun elindürüldü. Bu sektörde milyon dolarlar ya yordu ve deyken, kumar farklı bir gruptaydı.Bazı suç eylemkimse vadesi dolmuş “Big Jim”i dinlemeye hevesli leriyse –size enteresan gelebilir ama- işçi sendikadeğildi. ları tara ndan yöne liyordu. Bu grupların birbirleriyle fazla çıkar ça şmaları olmadığı için genel anlamda sakin bir hava söz konusuydu. Sonraları Daha sonra Big Jim yerine geçen Torrio, Al Capone’yi suçun içine iyice yerleşmiş olan Colosimo, arkasıkendisine bağlılığı için ödüllendirdi ve onu da sağ na aldığı poli k destekle birlikte fuhuş, kumar ve kolu yap . şantaj sektörüne ani bir giriş yap . Poli kacılardan aldığı dokunulmazlık sayesinde kısa sürede büyük bir ilerleme kaydeden Colosimo, ChicaTorrio işin başına geç ği gibi şehirde bulunan ufak go’nun en korkulur haydutlarından biri oldu. çaplı kaçakçıları iyi niyetle –eğer anlamazlarsa tehdit, şantaj gibi yollara başvurarak- kendi etra nda Güç kazandıkça çetesini de genişleten Colosimo, 1909’da yanına gelen yeğeni Giovanni “Johhny the toplayarak büyük çapta bir içki kaçakçılığı ağı kurdu. Fox” Torrio’yu ikinci Adam yaparak şantaj, rüşvet ve Her bir kaçakçı grubu kendine ait bir bölgede sa ş yapacak, o sa ştan bir miktar kar alıp, geriye kalan kumar sektörlerinde hakimiye ni genişle . Daha karı merkeze yollayacak . Torrio kendisi için büyük sonra 1919 yılında Al Capone, Johnny the Fox'un isteğiyle çeteye ka ldı ve kısa sürede dikkatleri çek- kaynak olan bira fabrikalarını elinde tutmak için o üre mhanelere rüşvet yedirmeyi de ihmal etmedi. meyi başardı.
Bugs Moran
Al Capone liderliğindeki Chicago Ou it ile, Bugs Moran liderliğindeki North Side Gang arasındaki ça şmalar 1929 yılına kadar şiddetle devam e . Bu çaşmalarda iki taraf da birbirine üstünlük sağlamaya çalış fakat bir türlü bunu başaramadı. Ta ki 1929 yılında sevgililer gününe kadar…
Sevgililer Günü Katliamı
1929 yılının 14 Şubat gününde, Bugs Moran'ın en fazla değer verdiği mekanlarından biri olan ve kaçak Daha sonraları, işi ilerleterek kenar mahallelerdeki mallarını sakladığı depoda elemanlarıyla toplanacağı genelevleri de kendi karteline dahil e ve bu saye- haberi Al Capone'nin kulağına gelmiş . Al Capone o de ülkedeki en büyük suç örgütünün liderliğini yap- gün için özel bir hazırlık peşindeydi. 2 tane adamına polis kıyafe giydirmiş, 2 adamı da sivil dedek f gibi ma şerefine nail oldu. giyinmiş . Altlarına bir de polis arabası vermiş ve onları Bugs Moran'ın deposuna sabah 11 gibi yollamış . Al Capone'nin adamları depoyu polis olarak Al Capone Başa Geçiyor basmış, Bugs Moran'ın 7 adamını sır dönük bir şeFakat bu durum diğer mafya gruplarının hoşuna git- kilde duvara sıralamış ve orada kurşuna dizmiş . memiş . Özellikle içki sektöründe bu kadar etkin olmaları, diğer çetelerin işlerini baltalamaktaydı. Bugs Moran gecik ği için şanslıydı. Depoya geldiğin1922’de başlayan hafif ça şmalar, 1923’te resmen de kapıda polis arabasını görmüş ve hemen geri sokak ça şmalarına dönmüş ve Amerika’ya İrlandönmüştü. Yolda da çete üyelerinden biriyle karşıda’dan göç edenlerin kurduğu ve “North Side Gang” laşmış ve onu da depo yolundan geri çevirip takip ismiyle bilinen büyük çete, Torrio’ya suikast girişietmesini söyleyerek hemen "sözde polis baskınınminde bulundu. Bugs Moran isimli bir İrlandalının dan" uzaklaşmış . liderliğini yap ğı çete, Chicago Ou it ile büyük ça şmalara girdi ve en sonunda Torrio’ya ulaşmayı baAl Capone'nin adamları ise, Bugs Moran gibi giyinen şardı. Bu ça şmalardan birinde büyük yaralar alan ve ona çok benzeyen bir çete üyesini Bugs Moran Torrio, binbir güçlükle iyileş kten sonra bütün işleri sanarak öldürmenin mutluluğu içindeydi. Öyle ki, Al Capone’ye bırakıp italya’ya döndü. Moran'ın adamlarını öldürdükten sonra hepsinin üzerine pompalı tüfeklerle yakın mesafeden ateş
etmişlerdi. Her ne kadar orada Moran'ın arabalarını tamir etmek için tutulmuş ve çeteyle hiç bir alakası olmayan tamirci öldürülmüş olsa da, Moran'ın sağ kolunu da orada öldürmeyi başarmışlardı. Bu da onlar için yeterliydi.
önce, kendisine miras kalan büyük ve tek gücün aksine, iç karışıklıklara ve dış baskılara direnmeye çalışan büyük bir kaçakçılık ağını miras bırakmış .
Bu arada adalet güçleri bu rsa kaçırmamış ve basit vergi cezası sebebiyle Al Capone'ye 11 yıl ceza vermiş ve bu da yetmezmiş gibi Al Capone'yi AlcatBu olaydan sonra Amerikan polisi gözünü açmış, suç raz Hapishanesine yollamışlardı. Al Capone için ar k mafya haya bitmiş . Bugüne kadar yap klarının inceleme ve olay yeri inceleme birimlerini kurarak Amerika'yı mafyalardan temizlemek için kolları sıva- ona hapishanede sağladığı tek avantaj, diğer mahkumlardan farklı olarak son derece kaliteli sigaralar mış . içmesi, gardiyanlardan fazla dayak yememesi ve küçük hapishane-adada mahkumlar arasında saygınlık.
Capone Çözülüyor
Her ne kadar bu olaydan sonra Moran bir süreliğine piyasadan çekilmiş olsa da işler Capone için pek yolunda gitmemeye başladı. Çete savaşları ilk başta kendisi için zorunlu bir uğraş fakat sonraları kendisine "bu savaşı bi rmesi gerek ği" söylendiğinde, aklındaki düşünceyi açıklamış : "Zararın neresinden dönersen dön, dönek derler..." Kendisi de savaştan çekilmeyi is yordu belki de ama korkak olmadığı gösterme çabası, başını büyük bir belaya sokmuştu. Öncelikle, polis bu işin arkasında Capone'nin olduğunu biliyor, fakat bunu ispat edemiyordu. Capone bu katliam yapıldığında Florida sahillerinde ta l yapıyordu. Polisler suçu Capone'nin üzerine atamadıkları için sürekli Capone'nin üzerine gidiyorlar ve açığını yakalamaya çalışıyorlardı.
Ni
Başa Geçiyor
Ni , Capone hapse girdikten sonra onun sağ kolu olarak çok zor bişi devralmış .
Öncelikle Amerika'nın 1930'larda yaşadığı büyük buhran, mafya dünyasına da büyük bir darbe indirmiş . İçki kaçaklığından gelen gelir azalmış .
Buna ek olarak, polisler bu işin peşini bırakmaAyrıca toplum gözündeki saygınlığı da bayağı azalya niyetli değildi. Chimış . Ar k insanlar üzerindeki etkisini kaybetmeye cago Ou it'in en başlamış . önemli adamları polisler tara ndan sürekli inceleniyor ve kendileri Frank Nitti Bir çok Moran'a bağlı çeteyi ya tasfiye etmiş ya da de Capone gibi vergi ele geçirmiş, alkol kaçakçılığı piyasasını -sevgililer kaçırmakla suçlanıyorlardı. En ufak açıkları hayatlarıgünü katliamı sebebiyle biraz yavaş da olsa- hakiminın kararmasına sebep olurdu. ye al na almış ve kumarın adresi olmuştu. Fakat çete savaşlarıyla dolu 7 yıldan sonra (1922-1929) ça şmanın olmadığı yılların tadını tam yaşayamadan En önemli etken de, mafya ça şmaları bi kten son"vergi kaçırmaktan" hapse girmiş . Hapse gitmeden ra ellerinde kalan "asker" fazlalığıydı. Ellerine verdik-
leri silah ve bir miktar parayla diledikleri gibi yönlendirdikleri bu iş gücü, sessiz bir şekilde ortadan kaybolacak değildi. Onlar da bu pastadan bir dilim almak için hazırda bekliyorlardı. Ni 'nin kendisine yeni kaynaklar bulması gerekiyordu. Bunun için de o dönem en fazla revaçta olan alanı seç : Film endüstrisi.
Fakat bu sektöre girdikten bir kaç yıl sonra suç üstü yakalandı ve ilk başta vergi kaçırmaktan 18 yıl hapis cezası aldı. Daha sonra Hollywood'da yaşanan rüşvet olayını "çetenin selame " açısından üzerine aldı ve klostorofobik biri olduğu için daha fazla hapiste kalamayacağını düşünerek in har e ...
Bu tarihe kadar Amerika'da bir çok çete, mafya, örgüt bulunsa da, bu çetelerin en ak f dönemleri 1910 ve 1945 yılları arasındaydı.
1. Dünya Savaşı, Ekonomik Buhran ve 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, Amerika tamamen iç meselelere odaklanmış ve bir çok çete liderini ölü ya da diri ele geçirmiş, geriye kalan çete liderlerine de göz dağı vererek onların yer al nda kalmalarını sağlamış . Bu tarihlerle ilgili bir çok insan ayrın ları hiç bilmezken, herkesin aklında kalan Al Capone'nin şu sözleri oldu:
"Çocukken her akşam Tanrı'ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı'nın çalışma prensibinin bu olmadığını anladım. Ertesi gün kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam Tanrı'nın beni affetmesi için dua e m."
Sürekli bir şeyler gerekiyordu. Gülmek için ağlamak, sevmek için acı lmayı göze almak, yaşamak için güçlü olmak. Yazabilmek için bile acı çekmek gerekiyordu. Hiç kimse ve hiç bir şey karşılıksız olmuyordu bu haya a. Oysa kimse yalnızca birileri için karşılığı olmadan bir şeyler yapmanın güzelliğini bilmiyordu. Ben kargaları da seviyordum. İnsan çok mutlu olduğunda da yazabilir. Ben o'nun ayak parmakları hakkında bile olsa, yazabiliyorum çünkü. Saatlerce. Kulak kıvrımlarını izlerken a ğım mutlu kahkahalar paha biçilemez! Ruhlarımızı sanki birbirine dikmiş Tanrı. Nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Yan yana olmamız için mesafelerin kısa ya da uzun olması gerekmiyor, insan istedi mi her şeyi yanında götürebiliyor. Sesini duymam için konuşmamız gerekmiyor, kahkahaları kilometreleri aşıp kulaklarıma doluyor çoğu zaman. Kokusu yatağımda hep misafir. Bak aylar diyorum. Aylardır beni bırakıp gitmiyor. Hani para gerekiyordu? Hani her şeyin bir İnsanlar seninle sahip olduğumuz serve görmezden karşılığı, bir fiya vardı? geliyor. Odamda diyorum. Kahkahaları var.
Boşver.
Siz gökyüzünü sa n alabilir misiniz? Bir şehrin FaZaten bizi, ikimizden başka pek kimse tanımıyor. h'ini, İstanbul'unu, kahkahalarını, ufuk çizgisini, cenne , bebek kokan gerdanı, sahip olunabilecek en güzel bakışları, gecenin soyadını? Sa n alabilir misiniz?
Röportaj hakkında görüşlerinizi Twitter’dan @ardaozguven hesabına
#felsebiyat1ya sinda hashtagi ile yollayabilirsiniz!
“Biri gelir sınırları yıkar mutlaka” ve n zgu dao /ar
Radyo yaptığı eğlenceli programlar ve gösteri dünyasının sevilen ismi Ceyhun Yılmaz, konuğum oldu! Ceyhun Yılmaz ile keyifli bir sohbetin kapılarını sizler için araladık! İyi eğlenceler... Merhaba Ceyhun Bey, öncelikle dergimizi geri çevirmeyip birinci yıl özel konuğumuz olmayı kabul e ğiniz için teşekkür ederim. Eğer arzu ederseniz sohbe mize “adet yerini bulsun” köşesiyle başlayalım ve sizi daha yakından tanıyalım. Acaba okuyucularımızın görmediği bir başka Ceyhun Yılmaz mevcut mu bu perdenin arkasında?
Evet dedim, sen nerden biliyorsun?
Kariyerinize, ilkokuldaki sahne gösterilerini saymazsak, TGRT’de yap ğınız spor muhabirliği ile Her insan sahnedir. Ve her sahnenin kulisi ve perde- başladınız yanılmıyorsam. leri vardır. Bu yeterli açıklıkta bir cevap olmuştur Koyu bir Galatasaray taumarım. ra arı olduğunuzu da biliyoruz. Bize bu yıllarda yaTek kişilik gösterilerine ilkokul yıllarında başlayan şadığınız komik anılarınızbirisi olarak, bugünkü gösterilerinizi nasıl buluyor- dan birkaçını anlatmak ister misiniz? sunuz? Geçen bu uzun süre içerisinde kendinizde büyük değişiklikler olduğunu düşünüyor musunuz? Vallahi haya mız tamamen Zaman içinde değişmeme ih mali yok. Ama ne yöne bu tarz soruların cevaplarıdoğru değiş ği mühim… Bu da maalesef zor, çünkü nı sahnede, radyoda, teleanları hep, geç kten sonra anlıyoruz. Dost, bu konu- vizyonda anlatarak geçiyor. da en iyi tavsiyemdir. Dost, doğru yürütür. Bize ayna O sebepten bu soruyu pas geçiyorum müsaadenizle. olur.
İlk sahneye çık ğınızda, “İnsanları güldürmek ne kadar zormuş!” dediniz mi?
Dergimizin çizgisi dışında olsa da Cem Arslan’a da sorduğum gibi, size de sor-
mak is yorum; Türkiye’de bir takımın tara arıysanız, diğer takım tara arlarından nefret etmeniz gerekiyormuş gibi bir hava hâkim bana göre. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Biraz da edebiyat alanında size sormak istediklerim var izin verirseniz. Sizi gerçekten çok etkileyen bir Türk yazar oldu mu bugüne kadar? Elbe e. Orhan Veli'den Uğur Meleke'ye, sa rlarından büyülendiğim çok güzel insanlar var.
Benim bu konudaki tavrım çok net. 130 defa söyledim; Baba Hakkı’yı, Le er’i Türkiye’ye gururla anla k. Aynı gemideyiz. Rakibine saygı duymayan, aynaya Günümüzde yaşayan önemli şairlerden da, kendine de saygı duymaz. birisi olarak kabul ediliyorsunuz ülkemizde. Yazdığınız şiirlerin bu denli bePeki, olimpiyatlarda yaşanan rezale ğenilmesi sizde nasıl bir duygu uyandıhep beraber izledik. Tarihimizde belki rıyor? de en çok sporcuyla ka ldığımız bu tur- Bu sorudaki takdiriniz umarım gerçek nuvada, neredeyse elimiz boş döndük. olur. Beğenilmesinin kriterlerini konuşSizce bunun en büyük sebebi neydi? mak yerine, sadece anlaşıldığım için, Elbe e altyapısızlık ve özgüvensizleş rdiğimiz o pırıl pırıl sporculara yapılan başarı "baskı"sı.
mutlulukla bu soruya gülümsemeliyim.
Nazım Hikmet şiirlerinde serbestlik ilkeSizin ne kadar objek f bir futbol sever sine göre yön verirdi kalemine, sizce bir olduğunuzu biliyorum. Sizce dört büşiirin sınırları olmalı mıdır? yüklere gelmiş futbolcular içerisinde en Olsa bile buna kim karar verebilir ki? Biri iyi üç isim hangisidir? gelir sınırları yıkar mutlaka, Orhan Veli Baba Hakkı, Le er ve Me n Oktay. veya Nazım gibi... Biraz dergi çizgimiz içerisine dönersek; Lig TV’de yayınlamakta olduğunuz programın yanı sıra, Best FM’de ha a içi her gün yapmakta olduğunuz radyo programı da devam etmekte. Bu tempo sizi yormuyor mu?
Sizi daha fazla yormadan sohbe mizin son sorusunu sormak is yorum. Okuyucularımıza son bir şey söylemek ister misiniz? Halil Taşkın Yılmaz başta olmak üzere, tüm güzel insanların okuma emeğine ve senin çabana teşekkürüm var.
Yalnızca o kadar olsa keşke. Her sabah 10.00'dan gece 02.00'ye etkileşim halinde bulunduğumuz "sosyal medya" ve 21 -41 şirke nde yöne cilik görevimin yanı Dergimizin birinci yılında, özel konusıra, yap ğım üniversite ziyaretleri ve ğum olduğunuz için size çok teşekkür dersler de var. Ama bu benim yaşan m ederim, bir kez daha. oldu ar k. Beni konuk etmek isteyenler, görünce gülümseyenler var olsunlar.
İNTİKAM, KORE’NİN SOĞUK YENEN BİR YEMEĞİDİR Düz man k biriyim ben. Benim için pop müziği; sadece “dım s dım s” r. Tüm Antepli insanlar nefes bile almadan baklava açıp türkü söylerler. Kıvırcık saçlı herkes doğuştan rock müzik eğilimlidir. Trabzonluların gece gündüz hamsi yediğini düşünürüm mesela. Böyle sığ bir beyine ev sahipliği yapıyor bedenim. Onunla yaşamayı öğrendim.
Tahmin edilmesi zor olmasa gerek; benim için tüm çekik gözlü insanlarda; Çinlidir.
Haksız sayılmam. Arkamda en az 3 milyar insan var bu algıya sahip. Farklılıklarını ancak laboratuar dene mi al ndan fark edebileceğin yüzler, tuhaf mu ak kültürleri, spas k taklidi yaparken kullandığın abuk subuk kelimeler ile kurulmuş bir dil, karmakarışık müzik ri mleri, tuhaf haz anlayışları.. Aman allahım. Çekilmez bir kültürü paylaşan birbirinin aynı insanlar. Çinliler.
Şimdi insanın aklına şu soru geliyor. Chan-Wook Park da Kore’de ye ş , Gangnam Style’ın mucidi Park-Jae Sang’da. Aynı Kore’den, aynı kültürden mi bahsediyoruz?
Türkiye’de yaşayan biri için bunu idrak etmek elbe e zor olmamalı. Fakat hala açıklayamadığım noktalar yok değil.
Chan-wook Park Kore sinemasına tanrı baba tara ndan hediye edilmeseydi şayet, o sinema sektörü dünya sahasında bu kadar değerlenir miydi? Bilmiyorum. “Elbe e hayır” cümlesini rahatlıkla kuramayacağım kadar özel yönetmenler çıkardı Güney Kore toprakları. Fakat Chanwook diyoruz, üçleme diyoruz, Bakjwi diyoruz… Her şeyi geçiyoruz; Oldboy diyoruz.
Nedeni bilinmeden 15 yıl boyunca bir odada hapsedilen ve oradan kurtulduktan sonra neden kapa ldığını öğrenmeye çalışan DaeSu’nun hikâyesinin anla ldığı Oldboy bence sadece bir film değil, bir manifestodur. Tüm dünya âleme in kam senaryosunun nasıl yazılacağı, yöne leceği ve oynanacağı hakkında enfes bir ders r. Nefesini keser, rahatsız eder, mideni bulandırır, ağla r, kızdıMillet olarak asla onlara Uzakdoğulular diyemeye- rır, sonunda da izleyicisini nakavt edip bırakır. 2 saat ceğiz. Onlar bizim için hep Çinliler olarak kalacaklar. boyunca dayak yersin aslında Chan-wook Park ve komünisinden. Hem de büyük bir zevkle. Gün geliyor, insan o yüzünü buruşturarak bak ğı kültürün canına yanabiliyor. Peki bu nasıl oluyor? Ne cede, o güne kadar izlediğin tüm in kam senarTabi ki o kültürde ye şmiş bazı insanları görüp yolarının in kamını almış r senden Oldboy. Öyle bir “beyin yerine su balonu taşıyorum” diye içinden ge- in kam ki; ar k hiçbir türdaş filmini tatmin olarak çirdiğinde. seyredemezsin. Her filmde Oldboy’dan yediğin da-
yak aklına gelir. Lanet olsun dersin, başlarsın o tadı aramaya. Dönüp dolaşıp yine Kore’ye gelirsin. Atmosferi sana onu ha rla r çünkü.
Kore’nin yöre halkı da bunu fark etmiş olacak ki, tüm işini gücünü bırakıp in kam filmleri çekmeye başladı. Kınayamayız onları. Ülkenin en can alıcı mekânın da turistlerden yararlanan kurnaz esna mızdan farklı değiller. Bizler de dönüp dolaşıp kürkçü dükkânına giden lkicik gibi, ortada bir dolanıp geri Kore’ye dönüyoruz.
Onlarda haklı. Vur seyircinin kafasına, dayat filmleri. Bir kere bağımlısı olmuş ar k. Reddedemez, beğenmese de yapamaz bunu. Bünyesi karşı çıkar.
Yavaş yavaş ağza pas rma tadı vermeye başlasa bile, sanırım ne yaparlarsa yapsınlar bizi hikâyelerinden soğutamayacak Kore halkı. Dünya onlardan bilim kurgu ve yahut fantas k bir yapıt değil, kanlı canlı in kam filmleri bekliyor. Daha da ziyade, kendilerine Oldboy’u unu uracak bir deneyim. Bu nedenle işleri hem zor, hem de kolay. Kendi kendisiyle bu dalda yarışan bir ülke, eninde sonunda bunu başaracak r.
Oldboy’da performansıyla bizi darmaduman eden, I Saw The Devil’de insanlığımızı sınayan, Lady Vengeance’de sinirlerimizi las k ipi gibi geren Kore’nin gülü Min Sik Choi ölmediği sürece, hala umut var demek r. Hala Oldboy’a “Vasat bir in kam hikâyesi” demek için umut var.
Gerçi Oldboy’un yakın gelecekte tah ndan edilebilme ih malinin sinyalini Kim-ki Duk’un Pieta’sından alıyoruz. Bize sadece beklemek düşüyor. Biraz daha zaman.
Sinemalı günler diliyorum.
Yunus Lekesiz Ne zaman bana karşı bir tehdit büyüdüğünü hissetsem; kendime zarar verdim... Çünkü o tehdit içimde büyüyordu ve kontrol al na alınmalıydı.
Keskin cümlelere yön verebiliyor olsam da kesin olmayan hislerimi yazamadım. Ne kadar bu konuda kendimi geliş rmeye çalışsam da bu konuda ki hislerimi anlatmayı hiç başaramadım. Ve tahmin ediyorum ki o da öyle…
İşte bu sessizlik ; bizdeki bu gücün bizden sıkılma sebebi. Övülmeyi ve anla lmayı hak ediyordu. Ya da hakkıyla kullanılmayı…
Yalnızlık denen şey, dışlanmak ya da bir sevgilimin olmaması değildi benim dünyamda. Doğmama sebep olan ve haya m boyunca beni tanıyan ha a tanımlayan tek varlığın; varlığını ar k yanımda hisseİşte bu sessizlik ; onu nasıl kullanacağımı henüz öğdemememdi benim yalnızlığım. renmeden içimde hissetmemin sebebi. İşte bu sessizlik ; onu kendimde bulduğum anda nerden, nasıl başlayacağımı bilmememin sebebi. Bunun sonrası, belki daha aksiyon dolu günlere götürecek beni ama alışmışlıklarım ve hep sır mı dayadığım o güçten dolayı hisse ğim rahatlık daha basi bana göre. Ve şimdi boş durmama gerekliliği O an geldiğinde, ne yapacağımı bilmiyordum ve save ar k risk al nda olmam, kendimi kötü ve savun- dece durdum. Bir şeyler daha bekledim. Ne biliyim; bir ilham ya da bir kılavuz. Ama görünmüyorlardı masız hisse riyordu bana. Çünkü öyleydim. henüz. Savunmasızdım çünkü içimde bir silah taşısam da nasıl kullanacağımı henüz bilmiyordum. O silahı bu güne dek benim için bir başkası kullanıyordu. Ne ben onun nasıl kullanılacağını sormaya gerek duymuştum ne de o silahını anlatmaya cesaret…
İşte bu; sessizlik ... İşte bu; sessizlik ...
BİR GÜNÜM DAHA OLSAYDI..
Gençlik; heyecanlar,ilk aşklar,kabına sığ ayan duyg lar Yaşanması er elenen duyg lar,nereye kayboldular?
Acımasız sancılar çektirdiğim eşsiz varlık ,
Yaşlılık;emekler,yorg n bedenler,er elenmiş yıllar
Merhaba dememi sağladı dünyaya,
Kimler için harcanıp, yalnızlıkla son buldular?
Doğduğ mda iplerim göky züne bağlı bir kuklaydım.
Vakit var sanan t m kalpler YANILDILAR?
Her şey isimlendirilmişti adım,vatanım,cinsiyetim,yaşayacağım y va, Bense var olmak isteyen bir İNSANDIM…
Ölüm … kapımızı çalan bir eylem ,zamansız. Gidiyor z işte geldiğimiz gibi birden ansız..
Çocukluk keşfet ek,araştır ak ve özg r olmaktı
Dudaklarda garip bir tebessümle dökülüyor kelimeler
Önce sokaklarımızı çalıp ,apar an dairelerine hapse iler..
Anlaşılmayacak kadar derinden sessiz,sedasız
Ruhumuza sığ ayan çocukluğ muz psikiyat i odalarında kaldı
BİR GÜNÜM DAHA OLSAYDI….neler yapmazdım NELER….
Her mutlulukta,neşeli kahkamızda,cezalar verdiler.. Bizim yaşamımızı bizden çok onlar YAŞADI…
YASEMİN BİRBUDAK
Merhaba!
olması açısından dikkat çekiyor. Yeni uzun metrajlı 2012’in bu son ve soğuk günlerinde sadece 2012’in filmlerini de heyecanla bekle yor. Aynı filmin kısa metrajlısını birkaç yıl önce çekmiş, sonra da uzunuen iyi filmleri hakkında bir şeyler yazmayı planlarken, birkaç gün önce son yıllarda çok sık üzerine ko- nu çekmiş. Çok iyi etmiş! nuştuğumuz evrensel bir problemle ilgili nefis bir film izledim. Hemen filmi ‘Daha önce izlenmediği Filmde, zamanının tümünü evde web sitesi hazırlaiçin pişman olunan filmler’ kategorime ekledim, siz yarak geçiren agorafobik Mar n ve yeni biten ilişkide izleyin ve siz de ekleyin bence! sinin travmasını yaşayan Mariana’nın bir türlü karşılaşamaması hikâyesi anla lıyor. Bu filmi sürükleyen hikaye, alt me nde ise çok fena gerçeklikler var. Teknolojinin gelişmesiyle yalnızlaşan insan, bireyciliğin yükselişi ve postmodern çağda yaşayan insanın bunalımları… Yalnız adam ve yalnız kadının çerçeveGustavo Tare o’nun senaryosunu yazıp yönetmenlisinde ironilerden ve mizahtan destek alınarak aslınğini yap ğı film, Tare o’nun ilk uzun metrajlı filmi da bu kadar çok konuşup bık ğımız, muhtemelen her bahsi açıldığında klişe bakış açılarıyla tar ş ğımız bir konuyu hem farklı yerlerden hem de farklı bir gözle anla yor.
Medianeras: Yan Pencere (2011)
Üç milyon nüfusluk Buenos Aires özelinde, aslında tüm kalabalık şehirlerde yaşanan evrensel sorunları farklı bir anla m diliyle izliyoruz. Burada ‘farklı anla m dili’ni bir daha açmakta fayda var. Bence filmin bana göre bu kadar güzel ve özel olması bundan. Nice ‘modern çağın yalnız insanı bla bla bla’sında gün gibi parlıyor. İlk on dakikasında sanki bir mimari Zerrin Somuncu (www.twi er.com/zerrinsmnc)
belgesel izliyormuş havası veren film, mimariden ‘ortak insanlık soruna’ bağlanıyor. Me nlerse çok zekice akıcı biçimde yazılmış. Normal şartlarda, sadece şehir görüntüleri ve üzerine uzun uzun konuşan birisi tahmin edersiniz ki çok sıkıcı olur; fakat burada geriye sarıp sarıp anla lanları bir daha dinleme hissi yara yor. Bundandır ki, içinde bolca aforizma bulunduran ve nokta a şı tespitlerle karşı karşıyayız! Bu bir film için bence oldukça tehlikeli. Bık rmakla, hiçbir şey anlatamamakla, bol aforizmayla akıl karış rma tehlikesiyle karşı karşıya kalınabilir. Fakat Medianeras’ta o denge çok güzel ayarlanmış. ‘’Amour’’, animasyonda Pixar’ın ilk kadın karakteri olan ‘’Brave’’ ve hiçbir zaman sevmekten vazgeçmeFilm bi nce de insan kendisini yoklamadan edemi- yeceğim ‘’İce Age 4 ‘’(bu son seçim belki biraz torpilyor. Bizi bu kadar esir alan teknolojiyi ve çağın yeni- li olabilir), komedide merakla beklediğim devam filliklerini biz mi kullanıyoruz yoksa onlar mı bizi kulla- mi olan ‘Men in Black 3’ nıyor diye soruyoruz. En acelesinden izleme tavsiyesinde bulunup, sizi kendinizle bu sorularla baş başa bırakıyorum! Türk sinemasında en iyi filmlere bakacak olursak, bu yıl oldukça fazla ve iyi film yapıldığından pek karar veremiyorum. Ancak yine kişisel sevgiden ötürü Zeki Demirkubuz’un ‘’Yeral ’’ filmi benim enim oluyor. Ardından Osman Sınav’ın ‘’Uzun Hikaye’’si geliyor. 2012 bence hem Türk sineması hem de Dünya Sine- Üçüncü olarak, işlediği konu bakımından oldukça ması için bereketli bir yıl oldu. Merakla beklediğim cesaretli ve bir ilk olduğundan dolayı da dikka mi, yönetmenlerin filmleri peş peşe gelirken, yeni film- saygımı ve sevgimi kazanmış Caner Alper ve Mehler de çekilmeye başladı. Özellikle en güncel olan met Binay’ın yöne ği ‘’Zenne’’ var. birkaç gün önce gösterime giren ‘’Hobbit’’ iyi ki yeş . Tam 10 yıldır beklenen film, Tolkien hayranlarının bekleyişine değdi. Fantas k dalda yılın filmi ola- 2012 de kısaca sinema dünyasında böyle bitmiş olurak Hobbit’i seçiyorum ben. Bilim kurguda türdaşla- yor. 2013’te gelecek yepisyeni filmleri heyecanla bekliyor, herkese mutlu seneler diliyorum! rından açık ara öne geçen ‘’Prometheus’’, dramda Micheal Haneke’nin adeta yine ‘döktürdüğü’
Kısa kısa 2012’in En İyileri
ya da genel bir tabirle, medyada yankılanmadığı, magazinel perspek e ele alınmadığı için olacak ki; para kazanamayan bir kukla sanatçısı olarak karşımı" Malkovich Olmak; filmi üzerine felsefi ve psikolojik za çıkıyor. Çok hızlı elleri olan adamların arandığını bir çözümleme" bir ilanda gören Craig bizi olağanüstü bir yolculuğa çıkar yor; yaşamı, parayı, gerçekliği ve ha a benliği acımasızca ve trajikomik bir tavırla sorgulama yolcu'Malkovich olmak'; ekranda kaldığı süre içerisinde luğuna… izleyiciye adeta mesaj üstüne mesaj veriyor. Kişilik ça şmalarından bilinçal na kadar, popüler olmaktan hiçliğe kadar ve ha a paranın sahip olabileceği Film henüz başlarken verdiği bilinçli olmanın, düşünruhlara ve hüküm süreceği bedenlere kadar onlarca menin ve hissetmenin, acı verdiği mesajıyla insanı farklı melodide ezgi gönderiyor zihinlerimize. düşündürmeye başlarken ilerleyen süreçte bilinçal Filmin içinde kaybolmuşken bir sıl gibi kulaklarımda şu söz çınlıyor; neden hiçbir zaman sahip olduklarımızın bilincinde olmuyoruz da hep elimizde olmayanlar için kedere gömülüyoruz? Tam da bu soruya cevap arayacakken başka bir soruya geçiyorum, sanat icra edene sanatçı diyebilmek için illa ki ünlü mü olması gerekir? Craig gerçekten de işini iyi yapan bir kuklacıyken yani bir sanatçıyken, popüler olmadığı
na giden yolculuğun gerçeküstü bir tavırla aslında imkânsız olmayacağını da gösteriyor. Evet, gerçek haya a bir tünel bulmamız ve o tünelin çok ünlü bir aktörün beyninin içindekilere bizi götürmesi olanaklı değil ama bunu neredeyse herkesin is yor olması filmi ironikleş ren bir durum. Tam da bu noktada kendimiz olmanın bize yetmediğini ne kadar yetenekli olursak olalım ya da ne kadar farklı özelliklere, kişiliklere ve kazanımlara sahip olursak olalım başkası gibi olma isteğini duyuyor olmamız, kendimizi hep eksik hep yetersiz ve başarısız gördüğümüzü fakat temelde aslında bir başkasından çok da farklı olmadığımızı gösteriyor. İnsanın ölümlü bir canlı olması ve ölümsüzlük isteği de filmde Bay Lester tara ndan gülümseten ve aynanda düşündüren öğelerle anla lmaya çalışılıyor. Tüneli ilk olarak keşfeden Lester Amcanın; dokuz yüzlü yaşlardan bahsediyorken hala yaşamın tadına doymamış olduğunu ve yeni doğacak bir bebeğin zihnine gitmek için planlar yap ğını görüyo-
ruz. Ölümsüzlük isteği duyan fakat buna rağmen ya- Ve işte bu yüzden Craig 'in bilinçli olmanın ge rdiği acıyı anla ğı maymun şanslı olarak gösteriliyor, düşamdan zevk almayan ve başkası olma çabasında şünmüyor, hissetmiyor daha önemlisi o maymun olan insanlara düşündüren bir gönderme yapıyor. başkası olarak değil kendisi olarak seviliyor ve başkaları tara ndan yöne lmiyor. Bilinçal na uzanan bu ironik yolculuk Malkovich'in kendi zihnine gitmesiyle içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Burada şunu düşünmeye başlıyorum; paraya, şöhrete ve ha a aşka bile sahip olan bir adamın yani Malkovich'in kendisinin de bir oyuna kurban gidiyor olması, zihnine giren insanlar tara ndan yöne liyor olması yani trajik bir şekilde kuklalaş rılması ister istemez insana; bilinçli olmanın ve kendini kendisi yönetebilen cesaretli ve aydınlanmış insanın ölçütünün para ve şöhret olmayacağını gösteriyor zira bugün bile bakıldığında paraya sahip olan insanların neredeyse paranın kendisi tara ndan idare edildiklerini görmek mümkün.
*GÜNAYDIN ŞARKI ŞEYSİ* Tuğba Ekşioğlu Daha gözleri yeni kavuşmuşken ışığa, kulaklarında çınlayan şarkının sözleri; "You can take everthing I have You can break everthing I am Like I'm made of glass Like I'm made of paper Go on and try to tear me down I will be rising from the ground Like a skyscraper Like a skyscraper " ise sevmessin o günü. İstersin aslında ama gün alışık değildir, sevdirmez kendini. Yorulur, unutursun sevmeyi. Zaten etranda hangi şey senin sevdiğin gibi. Nüfus cüzdanımı bile sevmiyorum. Benim için yapılmamış, yaralmamış. Bir kere en sevdiğim şarkının " Coldplay - Yellow " olduğu yazmıyor orada. Kitap okumayı çok sevdiğim ama dünya klasiklerini görmezden geldiğim de belir lmemiş. En sevdiğim filmin baş harfi bile yok. Haya mdaki dengesizlik yüzünden sevdiğim bütün işlerden uzak durup, sevmediğim biri için de her gün ölüp ölüp dirildiğim de yer almıyor. Sadece T. C. vatandaşı olduğum ve kütükte kayıtlı olduğum belli olsun diye taşımayı bile sevmiyorum o kimliği. Sevemiyorum.. Bu ülkede senelerdir süren haya n kuralları, zorunlulukları, mecburiyetleri bana göre değil. Her gün " hayır o kuralı benim için koymamışlar" demekten
yoruldum. Işığa kavuşan gözlerimi mutlulukla ha rlamak is yorum. Beslendiğim şeylere zehir karışmasın is yorum. Fikrime giren güzelliği dilime dökmeden önüme dizilen kayaları bir dokunuşla yerin dibine sokmak is yorum. Rahat bırak beni hayat, bana yazılan sona kadar anın tadını çıkartmak is yorum..
Yukarıda okuduğunuz cümle haya mda duyduğum İnternet dediğiniz şey; en gereksiz, en aptalca tar şma konusu… Ne yazık ki Kola içen arkadaşına “Azcık dibinde bıraksana la” sık sık TV programlarında tar şılır oldu bu konu… diyen adamın bile ayda 29.99 Sürekli yapmalarına rağmen ödeyerek kendini dünyanın en bir sonuca vardıklarını da göspesifik, en varlıklı, en Ali remedim üstelik… Ağaoğlu tanıtabileceği ortamdır. TV programı dediğin, tar şma kategorisine koyduğun içerikler izleyicilere bir şeyler katmalı, onları bir konuda fikir sahibi yapmalı değil midir? Bu tar şmayı izleyip “Aa evet internet faydalıymış gidip almak lazım…” yahut “Bu internet çok zararlıymış yahu gidip kapa rmak lazım!” diyen bir aile mensubu görmedim ben henüz…
Akıl var, man k var, balık da insana faydalı ama balığı yemeyip götünüze sokmayı denerseniz bu bir zarardır. Yani demek istediğim; bir şey faydalı ya da zararlı diye kesin bir kural yoktur. Bir ürün/değer/ hizmet vardır ama bunu ne yöne kullanacağını belirleyen insandır. Ben sanmıyorum ki Albert Einstein atom bombasını Amerika Birleşik Devletleri sağı solu bombalasın diye bulsun…
İnternet dediğiniz şey; Otomobile 8 kişi doluşup, camları açıp yüksek sesle toplumu rahatsız eden, civardaki kadınlara sarkın lık eden bir arkadaş grubunun mensubunun bile ayda 29.99 ödeyerek kendini dünyanın en çağdaş, en aydın, en Bukowski olarak kendini tanıtabileceği ortamdır.
İnternet dediğiniz şey; Hem her türlü pornografik içeriğin, şidde n, ahlaksızlığın, küfürün, hem de ilimin, irfanın, bilginin, en hızlı, en doğru ile ldiği yerdir. İnternet insanı değil, insan interne kullanır.
“Başta da söylediğim gibi aranızda elbet modemi cinsel obje olarak gören, onunla çok farklı şeyler yapmak isteyen arkadaşlar olabilir ama bu internet denen şeyi zararlı kılmaz…”
Yaşar Menderes Çetin www.twitter.com/ymenderescetin
12.12.12 Amerika’da gerçekleşen Sandy kasırgasında mağdur olan onbinlerce kişiye yardım amaçlı, 12.12.12 tarihinde içlerinde Rolling Stones, Bon Jovi, Bruce Sprinsgteen, Paul McCartney, Eric Clapton, Roger Waters gibi efsane isimlerinde bulunduğu bir konser düzenlendi. Konser bir çok ülkeden TV ve internet üzerinden canlı olarak yayınlandı. Yıllanmış efsaneler, yıllanmış parçalarını Sandy için söylediler, kasırgada mağdur olan onbinlere çaldılar.
Konsere dair sosyal medya üzerinden yapılan bazı yorumlar;
Efsanelerin yanı sıra konsere Roger Waters & Eddie Vedder – Comfortably Numb performansı damgasını vurdu. Pink Floyd’un unutulmaz parçalarından biri olan Comfortably Numb, kendine has vokaliyle bilinen Eddie Vedder yorumuyla büyük beğeni topladı. Ayrıca Waters ve Vedder arasındaki samimiyet gözlerden kaçmadı. Waters’ın Vedder’i alnından öptüğü -Bize ispat e ği şey: 20 yıl önce yapılan müziklerin, şimdi yapılan müziklerden çok daha ve parçanın bi minde sarıldıkları sahneler ha larıgüzel olduğu. #121212concert mızda tatlı bir anı olarak yer edinecek . -Bu gece uyuyanlara iyi davranın, gelmiş geçmiş en iyi konseri kaçırdıBeatles’in efsanevi elemanı Paul McCartney ve Nir- lar. #121212concert vana’nın haya aki üyeleri (Dave Grohl, Krist No-Adamlar gelmiş 100 yaşına, şu enerjiye voselic, Pat Smear) tara ndan ‘’Cut Me Some bak! #121212concert Slack’’ adında yeni bir parça seslendirildi. Şarkı ne Beatles ne de Nirvana’ya ai . McCartney’in Nirvana -Clapton is GOD! #121212concert -EDDIE VEDDER'LI COMFORTABLY NUMB üyeleriyle yap kları yeni bir çalışmaydı ve o gece LAN! ALLAAM ÖLCEM! #121212concert sahnede ilk defa çalındı. Dave Grohl eski günlerde olduğu gibi yine davul başındaydı. Paul McCartney -Bitene kadar da izleyeceğim. ise ilerleyen yaşına rağmen vokaldeki performansıy- Başlarım okuluna. #121212concert la dikkatleri üzerine çek . -Konserin en güzel anlarından biri Roger Waters'ın Eddie VedYılların eskitemediği şarkılar, geleceğe meydan oku- der'i kafasından öpmesiydi. yan adamlar, böyle bir yardım kampanyası içinde #121212concert yer alarak bizlere de ha larımızdan asla silinmeye-Küçükken hayranı olduğunuz cek bir konser yaşa lar. adam şimdi çıkıp sizin şarkılarınızı söyleyecek. Vay anasını. Kurt bu akşam dirilecek bence. #121212concert
Seçil Saraçoğlu
Masal neydi? Doğaüstü varlıklarıyla olağanüstü olayların yaşandığı, belirgin olmayan yerde ve meçhul zamanda geçen bir anla . Küçükken masalın kahramanlarıyla kendimizi eşleş rdiğimiz için severdik dinlemeyi. “Vay be, küçüğüm müçüğüm ama bak masallarda neler yapabiliyorum!” diye düşünürken uyuyakalırdık. Her masalın sonunun aynı şekilde bitmesi bize rahatsızlık verdiği zaman büyümüştük. Büyümüştük çünkü masallar bizi ar k uyutmuyordu. Masalların sonlarını dinler olmuştuk. Eskisi gibi masalın sonu gelmeden uykuya dalmıyorduk. “Masal en dürüstümüzdür, çünkü en baştan yalan olduğunu söyler.” demiş biri. Ha zamı ne kadar zorlasam da ha rlamıyorum. Yolda görsem önünü kesip “İsmini ha rlat bana.” diyeceğim. Bir varmış, bir yokmuş, anlatacağım ama unut gitsin, diyor bana. “Çok güzel şeyler anlatacağım; iyiler kazanacak, kötüler bize zarar vermeyecek. Telaşsız yaşayacağız, bir düşünsene, ne yıl olacak ne de bizi bulacakları bir adres. Hep mutlu olacağız, sadece kötüler ağlayacak… Bir varmış bir yokmuş işte, unut şimdi.” Öyle güzel anlatsın ki yalan olduğunu bildiğimden içim huzurla dolsun. Çalışmaktan yorgun düştüğüm bir günün ardından uykum gelsin ki, masalın devamını ben sürdüreyim. Başka kahramanlar, dostlar
koyayım içine. İsimleri olsun seslerini bile duymadığım, ellerimin dokunamadığı sevdiklerim olsun. Ben uyku ile uyanıklık arasında salınırken bütün kurbağalar da o olsun. Şimdi gözlerimizi açmanın zamanı geldi, bu kadar masal yeter sanki. Yetmeyeceğini bildiğimden size yazımın başlığımda seslendim. 2013’ü bir masal zamanı sayın. Ne önceki yılın devamı, ne de sonraki yılın bir parçası olsun. Kendi masalımızın kahramanı olalım. Gerek yok gözümüzü kapa p uykuya dalmaya. Gözümüz açıkken bile uyumayı ar k hepimiz becerebiliyoruz. Yoksa ih yaç duymazdık avunmak için masallara öyle değil mi? Telaşı bir kenara atalım, ha a yeni yaşımızı bile. Biraz isyankar gibi gözüksek de kendimizi böyle iyi hissediyorsak sorun yok. Bir vefa borcunu ödeyerek başlayalım yeni yıla.1993 yılı Süper Baba’nın ilk yayın tarihi, sene oldu 2013, kocaman bir 20 sene bitmek üzere. Bir Çengelköy Masalı’nı unutmak yakışmaz ki bize. 2013’ün sonunda gökten düşen elmaları hak etmeniz dileğiyle…
en guv ao z d r a /
Bilmiyorum ha rlar mısınız; bundan yıllar yıllar önce her kanalın ayrı bir yılbaşı geleneği vardı ve bu gelenek her yıl sekmeden uygulanırdı. Bense en çok Kanal D’nin geleneği olan 1996 yapımı Jingle All the Way filmini ha rlıyorum.
31 Aralık günü tam öğlenden sonra yayınlanırdı bu film. Ve her yıl aynı saa e yayınlanırdı. Bizler gelenekleri ile yeni yıla giren bir toplumduk.
Filmi ha rlayanlar vardır belki isminden, ama ha rlamayanlar için biraz daha açmak gerekirse; Arnold Schwarzenegger (bu ismi yazmak hiç kolay değilmiş!) ve Sinbad’ın başrollerini paylaş ğı enfes bir
yeni yıl filmiydi.
Oğluna yoğun iş temposu yüzünden vakit ayıramayan bir babanın, oğluna almak için söz verdiği “Turbo Man” oyuncağının hikâyesini anla yordu film.
Bilmiyorum, ben bu tarz filmleri çok severim. Gelenekleşmiş ve her sene aynı şeyin yer alması da hoşuma gidiyordu aslında ama sanırım ar k yayınlanmıyor bu film. Bu yüzden eğer rsat bulursanız, interne en izlemenizi tavsiye ederim.
Yeni yıla nasıl girerseniz, bütün yılınız öyle geçermiş. Belki de; yeni yıla her biriniz Turbo Man olarak girersiniz, kim bilir? Mutlu yıllar…
Yasem
Yeni yıl kime ne ge rir bilemiyorum ama umudum kalbinizdekinin kapınızı çalması. Ben bomba gibi giriyorum bu yıla. Böyle giderse leylek havada gibi ve bu yıl bol bol yolculuk ge recek yeni yeni dünyalara doğru. Ve bu yolculukları seve seve paylaşacağım sizlerle.
Ben yalnız otobüs yolculuklarını severim; çok uzamayan ama düşünmeye yetecek kadar da evden ve kendinden uzağa. Yol giderken sizin öylece duruyor olmanız bana çekici gelen belki. Düşünmeden, sorunlardan etkilenmeden, kimseyi o an için umursamadan, sadece gitmek.
Yolculuk, olabilecek en güzel boşalma imkânı insan beyni için. Özellikle o an karar verip, alıp çantasını sonunu düşünmeden kapıyı kapa p çıkan, yolun sefasını sürebilen, önünü ardını düşünmeyen, zamanın dışına o an olsun çıkabilen insanlar şanslılar diğer dünyalılara göre. Kapıyı kapa ktan sonra ne yapacağının çok önemi yok. Belki hesapta olmayan bir dost ziyare , belki bilmediği bir sahilde, parkurda uzun soluklu bir koşu, belki hesapsız bir otobüs yolculuğu... Kim bilir belki hepsi. Bu çılgınlık derecenize bağlı… Hepsinin ortak yanı, yolun sizi kucaklayacak olması; kıyafe nize bakmadan, saç s linizi umursamadan, tekrar ne zaman geleceğinizi sorgulamadan.
Bir de zevk almak için yapılan yolculuklar var elbet ve onların yeri çok ayrı. İşte bu iki turu birleş rebilen insanların varlığı, “Zevk alırken çözüm üretebiliriz, evet, bunu bir gün biz de başarabiliriz!” duygusunun eşsiz doyumunu ar rıyor.
Eşim ve ben bu gruba girmeye aday iki seyyah kedi yavrusu gibi hissederiz, Karaoğlan’a (o bizim motorumuz) atlayıp dünyanın bir kez daha rüzgâra yenilip ye şemediğini gördüğümüzde. Fakat bu yolculukları birlikte yapmaya ara vermek durumunda kaldık askerlik dolayısıyla. Ben yalnız gezeceğim gibi gö-
rünüyor bir süre. Size bir asker eşi olarak yazıyorum bu ayın yazısını. Askerliğe herkesin bak ğı gibi siyasi ya da stratejik açıdan değil, biraz daha sosyal ve duygusal açıdan bakarak, size bir askerin askerlikten önceki dünyasıyla, askerlik sırası ve sonrasındaki dünyalarının iz düşümlerinden kareler aktarıyor olacağım galiba yeni yılda.
12.12.12’de teslim olduk bu yolculuğa. Bir de böylesi var işte rüzgârın, tepelerden eserek gelip kendine esir eden, isteyeni de istemeyeni de. Askerliğin 12. gününden ve teslim olduğundan bu yana gerçekleşen ilk görüşmemizden, İstanbul - İzmir seyaha nden dönerken yazıyorum size.
min Akçora Aksoy Teslim oluşunun 5. gününde hasta oldu kocam, fena üşütmüş. Bugün biraz daha iyi ama halâ tam olarak iyileşmiş sayılmaz. Duş aldıkları yerler birbirinden sadece perdelerle ayrılmış, "Her gelen içerisi boş mu diye perdeyi bir kere açınca, böyle oluyor." u kendine özgü tarzıyla anla p çok güldürdü beni. Ar k oradaki pek çok kişi, kocamı benden çok daha iyi tanıyor olmalı.
her şeyden önce psikolojik destek veriyor mu, en çok bunu merak ediyorum. Sizler için araş rıp asker ailelerinin ne gibi hakları olduğunu bir sonraki yazıda paylaşacağım ki, herkes hakkının farkına varsın.
Konunun ne kadar değinilmesi gereken bir konu olduğunun, içine girince farkına varıyor insan. Evdeki durumlar da ilginç. Ben çalışmasam, kocamın da geliri düşünülerek girdiğimiz borçlar ve buna benzer giderler olsa ne yapardık bilemiyorum. Bir düşünün, bir anda evin geliri yarıya düşüyor. Ha a tek kişi çalışıyorsa sı ra iniyor. Kâbus gibi. Orada çocuğu olanlar varmış mesela. Devlet onların ailelerine
Günler, aylar, yıllar ve yollar akıp gidiyor. Ayrılık neler ge rip neler götürüyor insanlardan. Bakalım bu yolculuk bizden neler çalacak, zamanın ge rdiği ne olacak bu sürecin sonunda...
Hepimize güzel bir yıl ve hoş sürprizler diliyorum zamandan.
Emre Çevik, sizler için yazdı. Aralık içerisinde Felsebiyat Blog’da en çok oyu alarak karşınıza gelen “Mahalle Maçı” yazısı gibi pek çok yazı, blog sayfamızda sizleri bekliyor! Sizler de “Ayın Bloggerı” olmak is yorsanız; içerisinde siyasi, dini, bir etnik kimliği yüceltecek ya da yerecek etkenler bulunmayan yazınızı ve görselinizi bize, blog@felsebiyatdergisi.com adresine göndermeniz yeterlidir. Belki de gelecek ayın bloggerı siz olabilirsiniz!
Dün gece rüyamda Messiyi gördüm,mahallede top oynuyorduk üstü başı pis ve ter içindeydi ve benle girmiş olduğu ikili mücadele sonucu yere düştü düştükten hemen sonrada nabıyon lan g.t dedi ardından topu koltuğunun al na sıkış rıp üç adım saydıktan sonra barajın yerini belirtmek maksadıyla yere tükürdü sonra geri dönüp topu yere koydu tam o sırada kaleci Valdes çıkageldi ve yalvarır biçimde bırak lan ben kullanayım hiç golüm yok dedi ama Messi si r lan diyip masumane isteğini hunharca geri çevirdi ve gereğinden fazlaca gerileyip son sürat topa koşarak vurduktan sonra gol oldu gol sonrası rakip takım,yani bizim takım kendimizi bilmezcesine kaleciye sövdük “nasıl kalecisin lan” “her topu içeri alıyon” “kaleden çıkmak için bilerek gol yiyorsun” gibi asılsızca baskı kurduk ve sonucunda kalecimizin kalesinde daha hırslı olmasını sağladık ardından ben topu ayağıma alıp tam pas atacakken arabaaaaaaa nidasıyla durdum ve yolun kenarına çekildikten sonra sinsice düşünüp araba geçer geçmez maça başlayıp onları savunmasız halde
yakalayacağımın planlarını kuruyordum aklımda.Araba geçer geçmez planımı gerçekleş rmeye başladım orta sahayı hızlıca geç m defansı ise allak bullak e kten sonra kaleci zekice açılıp bana bir son vermek üzere hızla yaklaşırken topu kaldırıma çarpı p onu ustaca etkisiz hale ge rdikten sonra ar k sona yaklaşmış m.Kalenin önüne geldim eğilerek topu kafamla yuvarladıktan sonra tek kişilik bir resitalin finalini de bi rdim arkamı dönüp bak ğımdaysa arkadaşlarım çılgınlarcasına goooll diye seviniyordu.Messi ise golü kendine yediremeyip aşağı mahalleye giden topu kastederek atan alır nasıl a ysan git al diye bana çıkış bende ona her takımın kendi kalecisi alır diyerek anlaşmamızı ha rla ktan sonra alarm çaldı uyandım.
Tanrı'ya Ulaşabilme Konusunda Başarısız Olmak Ya Da Onun Gibi Bir Şey. Ertelediğim tüm hayallerin pişmanlığını yaşayacağımı söylemiş n bir gün beni karşına çekip. “Sen tüm hayallerini gerçekleş riyor musun sanki?” diye sorduğumda ise; “Sen benim dediğimi yap, yap ğımı değil.” diye karşılık vermiş n sert bir sesle.
Haklıydın. Elinden hayalleri alınan bir insan, yarım insandı. Sen bunu çok önceden farketmiş n. Ve belki de sırf bu yüzden, ne zaman bir araya gelsek cebimizdeki tüm paraları ortaya döker ve ye ği kadar bira alırdık. İkimiz bir araya gelince tam oluyorduk çünkü. Bira, sen, ben. Eksik kalmaktan fazla uzakk…
Kocaman, dikdörtgen sehpaya yaslanır, bağdaş kurardık. Sen anla rdın, ben dinlerdim. Yaşadıklarını, yaşayacaklarını, yaşaya-
caklarımızı… Gideceğin yerlerden bana alacağın hediyeleri. Kırk yıl sonra nerede, ne halde olacağız acaba diye düşünürdük. Muhtemelen hayırsız evlatlarımız ve torunlarımız olacak, bizi sokağa atacaklardı. Kahkahayı patla rdık sonra. Biz, her zaman her şeyin en kötüsünü düşünür, bu durumdan kendimize gülecek bir şeyler çıkarırdık.
Beni Tanrı’ya inandırmaya çalışmazdın ama biliyorum ki inanmamı isterdin. Ortak bir varlığa dua edebilmeyi isterdin benimle. Ortak bir güçten talepte bulunmayı ve bakalım cevap gelecek mi diye benimle iddialaşmak isterdin.
Kübra Altıntaş
-Görmediğin bir şeye nasıl inanabiliyorsun? -Görmediğim için inanıyorum zaten.
-Nasıl yani?
dım. Zira halim yoktu. Annenle birbirimize sarıldık. -Görebilseydik eğer ona inanıp inanmama konusun- Yaklaşık on beş dakika, doktorun odasında ağladık. Annen yanına gi , ben dışarı çık m. Bir ocak akşada herhangi bir kargaşa yaşamazdık. Görmüş olurmı. Hava eksi bir derece. Hastane bahçesi her zaduk. Gördüğün şeye inanırsın. Beni görüyorsun ve ben varım, değil mi? Ben onu görmeden ona inanı- mankinden daha soğuktu. Bir sigara yak m ve Tanyorum. İnanmak, tam olarak böyle bir şey. Ve ondan rı’ya sesli bir şekilde sordum; “Neden onu seç n?” Cevap gelmedi. Gelemezdi. Çünkü senin hatrın için bazı isteklerim var. inandığım Tanrı, aslında yoktu. -Eminim ki vardır. Gülümsedin. Ne olursa olsun sana inanırdım ben. Ve bilirdim ki sen inanıyorsan, her kadar ben inanmasam da, Tanrı’nın varlığına ih mal verirdim. Hatrın için…
Ve bir gün Tanrı’ya ih yacım olacağını hiç düşünmemiş m.
Kötü haberi duyduğumuzda ikimiz de sarsılmış k. Sen her ne kadar belli etmesen de, ben bunu çok derinden hissetmiş m. Kolay değil, hiç beklemediğimiz bir anda, belki haya mızın en güzel döneminde. İsim takmış k o kötü şeye; “karabasan” ve karabasanı kovmamızın tek bir yolu vardı; dua etmek.
Tanrı’dan ona inanmadığım tüm zamanlar ve işim düşer düşmez kendisine sığındığım için özür dileyip başladım dua etmeye. Her gece uyumadan önce, yarım saat. Ve tuvale e, ve yolda yürürken ve okulda ve okul sonrası işe giderken ve yanına gelirken. Aklıma karabasan’ın geldiği her an. Tanrı beni mazur görmeliydi. Ha a affetmeliydi. Sen Tanrı’nın bağışlayıcı olduğunu söylemiş n ve ben inanmış m.
Ondan sonraki günlerim, yokluğuna nasıl alışacağımı düşünmekle geç . Sen her şeye rağmen gülümsüyordun, doktorun söylediklerini doğrudan aktarmaBir akşamüstü doktorun annene “burada kalması bir sak da sana, sen her şeyin farkındaydın. Eve götürşey değiş rmeyecek, eve götürün, onunla birlikte düğümüzde, dışarı çıkmak istedin. Dökülmüş saçlavakit geçirin.” dediğinde ise Tanrı’ya “Hani duaları rın umrunda değildi ama annen üzülmesin diye bekabul ederdin?” diye sormak geç içimden. Soramareni tak n. Tekerlekli sandalyeye yerleş rdim seni
ve ikimiz dışarı çık k. Eskiden, ellerimiz havada bisiklet sürerek indiğimiz yokuştan, tekerlekli sandalyenle birlikte indik. Hıphızlı. Uçarak…Rüzgarı hisse kçe mutlu oldun. Bir kere daha yapalım dedin. Ve tekrar çıkıp, uçar gibi indik yokuştan. Elimi tu un, “Teşekkür ederim” dedin.
seni uğurlarken çek ğim acı bana öğre ki; birini gerçekten çok sevebilirmişsin. Ama çok. Ve bu sevginin sonsuz bedeli varmış. Sevdiğin şey bir gün seni bırakıp gitse de onu sevmeye devam etmek sevginin en büyük ge rilerindenmiş.
Seni hiçbir zaman unutmadım. Unutmak istedim ilk Ha rlamak istediklerim bu kadar sevgili dostum. Ay- zamanlar. Affet. Emin ol aklım yerinde değildi. Seni unutmak istemediğimden emin olduğum an, an depresanları bırak m.
Bu gün al ncı sene doluyor. Gidişinin üzerinden koskoca al yıl geç . Neler değiş zaten biliyorsun, her gece anla yorum sana.
Neden başımda dikiliyorsun o zaman, sadede gel dediğini duyar gibiyim. Elimde, her zaman ge rdiğim o sevdiğin çiçeklerden de yok. Koşarak geldim, kusura bakmazsın umarım.
Sıkı dur!
Doktorumun söylediğine göre iki buçuk aylık hamileymişim! İnanabiliyor musun? Ben de inanmazdım fakat sanırım doğru, zira bu ay bayağı gecik m.
nı günün gecesi fenalaş n ve iki gün sonra bir akşamüstü kaybe k seni. Üzerinde en sevdiğin ve aynısından bende de olan pembe çizgili pijaman vardı. Tek gözün hafifçe açık , dudakların tebessüm eder gibi kıvrılmış .
Bilmiyorum. Nasıl beceririm al buçuk ay daha bu küçük şeyi karnımda taşımayı?! Yanımda olsan akıl verirdin, belki benim için dua ederdin. Benim dualarım kabul olmuyor, biliyorsun. Düğünümde yanımda değildin, bir şekilde atla m. Fakat bu daha farklı bir şey anlıyor musun?
Şimdi o yokuştan tek başıma inip annene vereceğim bu haberi. Merak etme, koşmam!
Birinin yokluğuyla hiç sınanmamış m daha önce. Ve Gelişmeleri aktaracağım. Görüşürüz sevgili dostum.
“Yüreğin Cennet Bahçesi” "Sesinin dokunuşları y reğimi sızlatıyordu.. Ben bir ömr göğ s kafesinin yanında geçir ek için çır ınırken... Sen kör karanlıklara emanet e in beni... "
kapalı kapıların ardında, yaşanıyor hayatlar.. nefes alıp ver ek değildi yaşamak, ki bir uçarı çocuk kadar alışıldık, ve sessiz bir çığlık kadar haylaz.. Koşmaktı hayat…
Zamanın ötesi, g çlü bir varoluş süreci… Sen tenimde bir başlangıç, r humda bir son… yanımdayken uzak… Uzağında, içimde, yokluğ nda kahrolası bir cehennemin, mateminde…
geçmek değil mi, sevgilim zamanın ötesine… pencereler çar ıyorken, ve göky zü sana ağlıyorken, bir dirhem sızı, kaplıyor seni…
insanla
sesin uz
kalabalıklar bir ka
duy lmuy köpr ler yıkıyor
bir o kadar çılgın
aldatıyor m
sana ula
sana doku
yalnızl
bir kaçık
bir devr-i
hem bir m
sığınıyorken senin
dünya, bıkıyo
zaman kalı
dudaklarından süzül
stabil acılar b
dokunma
olanca ç
bir mar ı çığ
yır ıcı v kanıyor
düşün s
düşün zamanın na
zihn
bir dağılmış
ar yok,
yıkık..
zakta…
ve bir vurg n kadar,
aç körelmiş çığlık…
yor üstelik, m yokluğ nda…
yaralı.. düşün sevgilim, az kaldı..
n seviler boy nda,
m kendimi…
düşün, cehennem,
aşmıyor,
ne yapsın seni..
unmuyor,
senin y reğin,
lığım..
cennet bahçesi..
k aykırı, zindan..
karanlık diner aşk ile,
mülteci gibi,
düşün sevgilim,
n göğ s kafesine..
çığlığım değer zaman ötesine.. ve doğ r r,
or dönmekten,
g neşi gözlerinde...
ıyor öylece,
lüyor yaşları hayatın,
birikiminde,
ey aşk... mey doldur geceye,
ak sana..
dokun sesime..
çır ınış,
ki ulaşsın çığlığım,
ğlığı kadar,
en sevgiliye...
ve uzak, m sana...
düşün...
sevgilim,
asıl da kaptırdığını,
nini..
ş köy kadar,
Sıla Paylar
2
Çımacı
Serhat Merdivenci Çımacı, elbe e böylesine denizlerden, gidip gelen gemilerden, er geç yolculardan, halatlardan, ilmeklerden, düğümlerden, köprüler ve demirlerle sürgitleşmiş mahir tuzlu mesleğinden ibaret değildir; olsa olsa öyle görünmektedir. Bu öyle görünüşünü gören, fark eden akılların da gördükleriyle çoğalarak kendi çımacılığına başka başka ama yine saf ona ait olan çımacılıklar eklenmektedir. Böylelikle elindeki halatları, kucak dolusu kuşları salarcasına savurduğunda, gemiye koşan ya da gemiden dökülürken ona değen tek tük bakışların da çımacılaş ğı aşikardır, kimi anlık kimi biteviye.
Bir de denizde olmasına rağmen denizi, gemide olmasına rağmen ne gemiyi, ne mar ları, ne köpükleri ne de dalgaları bilmeden, sadece yaklaş kça iskeleyi gören adımların karaya atlayışları ve kendilerini dev halatlarla bağladıkları hayatlarına ya da hayatların onları kementlediği köşelerine koşarcasına gidişleri vardır. Bir karadan bir karaya bile değil, bir hala an bir halata geçen, nice halatları elinden kaçırmak istemezcesine başka her şeyi unutmuş nice yolcuları vardır. Sahip olduğunu düşündüğü karasal dünyasındaki tüm yalanların, boynuna dev kancalarla dolanarak ona sahip olduğunu bilemeyecek kadar göz dönmüşlerin de canhıraş koşuştuğu iskele manzarasıdır. Kapkaranlık hayatlarını her an daha da suça bulaş ran nice kör zalimlerin geç ği bir iskele manzarası.
eden küçük çocuklarla gözleri mazi dolu anneler, kendi yalnızlığına gömülmüş aile babaları, yolculuk boyunca güvercin ve mar larla havaya karışan nice düşüncelerin nice yolcuları, her şeyini başka kara parçalarında yi rmiş, acılarını şehirle gizlemeye çalışan yüzlerin ak ğı iskele yolları vardır. Kendisine tutunacak bir baba arayan paramparça olmuş halatlar gibi gemileri bekleyenler vardır, kendisine sarılacak bir sıcaklık arayan paramparça olmuş hayatların gemilere el sallayışları vardır. Kimisi gemiden inerken çımacının karadan ona doğru bir ikram gibi sürdüğü köprünün anlamlarında kalakalır, kimisi gemi halatlarının, yüreğin bam telini treten seslerinde yavaş yavaş çımacılaşır.
Kollarından bir kuş uçumu yükselip de gemiye dolanan ve sanki iskeleyi de götürecekmiş gibi gerilerek sesler çıkaran halatlar, geminin bu kısa kara ziyare ne daha fazla tahammül edemeyen çımacı tara ndan bir bebek gibi yeniden kucaklanır da, başka bir seferin yüzlerce düşüncelerini tekrar dünyaya bağlamak üzere boğazı düğümlenmiş iskele babalarının yanı başlarına tekrar gevşemeye bırakılır.
Çımasız ve gemisiz kalan çımacıyı fark edip de geçen ve orada bir yanını bırakmış nice düşüncelerin çımacılaşması da devam eder gider, ta ki; boğazlarına halat geçirilmiş iskele babalarının çok uzaklara doğru dümdüz uzayıp giden demirden gözyaşlarıBu manzaranın içinde ciğerlerinden ruhuna deniz kokusu çeke- na akseden kondüktör düdüklerine akarak kondüktörleşen, ve rek uzaklara bakan sevgililer, uzaktan pike yapan bir mar gibi balya balya ha ralarını tren pencerelerine yükleyenlerin vagörünen el ele tutuşmuş yaşlı çi ler, göğe rla ğı her simit gonlar dolusu hayatlarının makas sesleri yankılanana kadar parçasını yakalayan genç mar lara seslenirken yüreği pır pır denizde.
Yaşasın 2013! Ya 2012?
Yaşasın Felsebiyat! Yeni yılınızı en içten dileklerim ile kutlar sizlere sağlık, huzur, para ve mutluluk ge rmesini temenni ederim. (Klasik mesajların toplanmış halidir) 2013 yılına girerken haya mızdan bir yıl daha gidiyor ve aynı anda yeni umutlar için içimizde bir duygu beliriyor. Karışık bir şey aslına bakıldığında aynı ayda iki duyguya da sahip olma. İnsanın kafasını bir nevi alt üst ediyor. Ancak yeni umutların mutluluğuna kanıp geçmişimizi hatalarımız yüzünden silip atmayalım. İnsanız sonucunda hepimiz ve elbe e ki hata yapabiliriz. Ancak geriye döndüğümüzde bu hatalardan ders çıkarabiliyorsak işte o zaman en doğru davranışı yapmış oluruz. Bir şeylerin üzerine sünger çekmek onların tamamen silindiği anlamına gelmez her zaman. Yeni yıl, yeni umut, yeni heyecan, beklen ler ve 2013
Anılcan Us
Kısa süre önce birçok kişinin atla ğı 21 Aralık vaka- yap m? Sorusunu sormalıyız kendimize. sının ardından insanlar bu sefer çok farklı bir yılbaşı kutlayacakmış gibi bir hisse sahibim nedense. Konu şaka konusu olsa da ciddiye alanların sayısı da azım- 2013 yılının isteklerinizin, beklen lerinizin tamamısanmayacak bir rakam değil. nın gerçekleşeceği bir yıl olmasını isterim. Ayrıca dergimizin de 1. yılını kutlamanın mutluluğunu da sizler ile paylaşıyoruz. Felsebiyat! 9 aydır buradayım. Çok sıra dışı bir gece de dâhil olduğum Felsebiyat ile bu kadar zaman geçirebileceğimi düşünmüyordum. Ancak Arda Özgüven sayesinde hala Felsebiyat’tayım. İşin komik bir yanı ise o beni ne zaman kovarsa ben o zaman gidebileceğim bu tutkumdan. Tekrar belirtmeliyim ki; Yeni yıla girdiğimizde yeni umut ve beklen ler ile birlikte geçmiş yıl ben ne
Takip eden herkese bin teşekkür…
Yaşasın 2013! Yaşasın Felsebiyat!
Son Değil Başlangıç: 21 Aralık 2012
Zekeriya Ünal
21 Aralık 2012... Adına kitaplar yazılan, filmler çekilen, sayısız muhabbete konu olan, kısacası insanoğlunun birkaç yıldır beklediği şu meşhur tarih... Ne olacak bu tarihte? Ortada dolaşan birden fazla varsayım vardı. Marduk çarpacak , Güneş patlayacak , ha a en son Tanrı Parçacığı deneylerinden dolayı dünyamızı bir karadeliğin yutacağını söyleyenler bile çıkmış . Fakat bütün bu varsayımların tek bir sonucu vardı: Kıyamet. Kutsal kitaplarda sürekli adı geçen şu meşhur kıyamet kopacak ve dünyamız, hiçbir zaman değerini bilemediğimiz narin yerküre yok olacak .
lar sura mıza bakmaya utanmadan geri döndü. “Oh bee, ölmedik!” denildi. Bunlar bilinenler... Bir de bilinmeyenler var. Daha doğrusu aklı başında uzmanların sürekli söylediği, ama çok az kişinin dinlediği şeyler.
Bulunan, Mayaların ne ilk ne de son takvimleriydi. Mayalar, kullandıkları takvimi 5.125 yıllık döngülere ayırmışlardı. Her bir döngü, bir “Güneş Çağı”ydı. 21 21 Aralık’la ilgili bu bütün kıyamet teorilerinin Aralık’ta biten şey, beş bin küsur yıl önce başlayan ortaya çıkmasının şüphesiz tek bir nedeni vardı: Ma- “5. Güneş Çağı”ydı. Galaksi bir döngüsünü daha ya Takvimi. Arkeolojik kazılar sonucu bulunmuş olan tamamlıyor ve güneş bir yaş daha yaşlanıyordu. Etbu takvim, 21 Aralık 2012’ye tekabül eden bir tari- ra nda dönen gezegenler de öyle. Yani insanların hte bi yordu. Nasıl oldu bilmiyorum ama garip bir beklen lerini karşılayamasa bile, 21 Aralık özel bir şekilde bu tarih dünyanın sonu, uygarlığın yok oluşu gündü. olarak anlaşıldı. Her şey de böyle başladı. 21 Aralık ha asına girerken her kafadan bir ses çıkıyordu. Söylen lerin, varsayımların ardı arkası kesilmiyordu. Kıyame n İzmir’in Şirince Köyü’ne uğramayacağı söylen sine inanan parası bol ve aklı kıt kimseler köyü doldurmuştu. Kıyamet asıl orda kopsaydı da, hiçbiri geri dönmeseydi ne güzel olurdu ya, neyse... Ve 21 Aralık 2012... Saat 13.11’de kopacağına kesin gözüyle bakılan kıyamet için nefesler tutuldu. Geri sayım başladı: 10... 9... 8... 7... Ve sonuç: her zamanki gibi hiçbir şey olmadı. “Dünyanın Sonu” kavramını bile cari malzeme olarak kullanmaktan çekinmeyen bir ırk için kıyamet müstahak aslında. Ama kopmadı. Şirince’deki mal-
Mayalar, galaksideki hareketlerin Dünya ve üzerinde yaşayanlara etkilerini keşfetmişlerdi. Yani günümüzde “Astroloji” denilen şeyi onlar binlerce yıl önce çözmüşlerdi. Aynı inanışla bugün, girdiğimiz 6. Güneş Çağı’nda bilginin ve aydınlanmanın daha ön planda olacağı söyleniyor. Hem maddi, hem manevi anlamda değişimler, dönüşümler yaşanacakmış. Ne diyelim; 6. Güneş Çağı tüm uygarlığa hayırlı uğurlu olsun! #BirMayaAtasözü der ki; İçme Şirince suyundan Ürkütürsün mayaları, Kıyamet’ten kaçılır mı hiç Allah’ın ayıları!
NAZIM’A ÇIKAN YOL:
AZERBAYCAN Bir pedalın, bir kez dönmesi, kaç insanı geride bırakır? Bu kaç dostluğa bedeldir? Bu sebeple, bir gece daha konaklamaya karar verdim Sahand'ların sıcak evinde, Tebriz'de.
Büyük şair Şehriyar'ın evine gidip şiirler okuduk... Şu dörtlük, içerde bir yerde, kaldı o evden çıkarken ;
” Bir men olum birde sen Bize basga kim lazimdi göresen —–Men bir yamac olum bir düzen olum —–Sen düzen icinde acan ag lalem —–Men gece senin icin yanan sam olum —–Sense etrafimda süzen pervanem —–Bilirsenmi o demde ne isdiyirem —–Bir men olum birde sen —–Bize basga kim lazimdi göresen ” Sehriyar.
Kahval zamanı... Tebriz'de son kahval ... Daha önce adımladığım ülkelerde, masaların üzerine bırak ğım küçük kağıtlar üzerindeki Cemal Süreya dizesini, dilim ile yaydım bu sefer Tebriz'deki o mu ağa ; '' Kahval nın mutlulukla bir alakası olmalı ''
Yüklendim bisikle m Mavi Bulut'un römorkuna, yükleneceğim ne varsa, ka , sıvı ve soyut yükleri yani...
İran'ın tepelerinde, nefis güneşlerle uyanmak da varmış... Ve dünyayı solumak böyle bir şeymiş sanırım. Ki bir de, belki haya nızda bir daha görmeyeceğiniz insanların, size uza kları çiçekli poşe n içinden çıkan birkaç ev yemeği ve bol ekmek eşliğindeyse bu uyanmak... Tarifi çok da mümkün olmuyor.
Düzlüklerde pedallamak... Yeni bir ülkede, size koşarak eşlik eden çocuklar... İnsanın aklı kendini yok etmeli ki yeni bir şeye dönüşsün yaşamak. Epey pedalladıktan sonra, bir çoban, yağan yağmurun da etkisiyle, evine davet e beni... Hiç yumuşak yatak beklen m olmadı, ama başka insanlarla aynı masaYanlış yola sapmışım. 'Yanlış yol'un ne demek oldu- da oturma arzusu hiç terk etmedi beni. Seve seve ğunu sorgulayarak, döndüm gersin geriye. Astara'ya oturdum sofralarına… doğru pedallarken, yani Azerbaycan sınırına, Türkiye -İran sınırına doğru bir tablo vardı beni utandıran, duvarda okuduğum o kırmızı boya ile yazılmış yazı Bir çobanın sofrasından gökyüzünü izlemek... Hep tarifsiz güzellikler yaşadığımı fark e m de şuan, ''bencillik mi bu ?'' korkusuna düştüm şimdi…
Birkaç gün sonra, kırık bir bagaj ile vardım Bakü'ye. Ezgisini kaybetmiş bir ülkenin, beton kafesler ve ucuz benzini ile genelde gözlükle dolaşan insanları... Bu tablo, kalbimi dayayıp dinlediğim onlarca Azeri ezgisinin sesini kıs ...
Acilen yola koyulmalı... geldi aklıma ' Hudut bir mille n namusudur ' . Namussuzluğumla övünerek ve bol yağmur al nda Azerbaycan sınırına ulaş m.
Sevgili, rüşvetçi Azeri polisini 'Konsolosluğu aramak is yorum' diyerek, yemek için ayırdığım parayı ona vermeyerek, onun yaşan sını daha adi bir duruma düşürmekten kurtardım.
Birkaç gün sonra, Ganca isimli bir şehre vardım. Marke e alışveriş yapıyordum ki, dışarda, bisikle m Mavi Bulut'un etra nı sarmış birkaç Azeri dikka mi çek ... Bir yoklama çekeyim şunlara diye düşündüm. Hep derler ya ; '' Türkler ile Azeriler kardeş r '' diye. Kendimi hiçbir zaman bir Türk olarak tanımlamadım. Ve yaşamımın sonuna kadar tanımlamayacağım. Ce-
Afrikalı, Japon ya da İtalyan demeden, dünyada yaşayan tüm insanlık için özgürlük şiirleri yazmış bir şairi, Nazım Hikmet Ran'ı anmak için pedal çevirirken, çirkin inşaların aşırı milliyetçi ve akabinde faşist yaklaşımlarına maruz kalmak canımı epey sık ...
binde kimlik taşıyan turistler ile okyanus kenarında koşan atlar arasında paralel evrenler kadar fark vardır. Yine de, Arjan nli taklidi yapıp, Azerilerin yabancılara nasıl davrandığını görmek istedim. Ben - Hola , yo Fernando en Argen na Azeriler - Ne danışır bu ! Ben - Hello , Im Fernando from Argen na
Acilen terk edilmeli bu ülke de…
Azeriler - Haaa Arjan nliymiş lan bu ! Ve bir şarkı, insanın yüreğinden yükselmedikçe, ezArdından taciz başladı, kask aynamı kurcaladılar, gi yolunu kaybetmiş demek r. vitesleri oynamaya başladılar, biri tutmuş bagajı kaldırıp indiriyor ! Kafam a tabi... Ben - Alayınızın ... Azeriler - Bu Türkçe danışır ama kötü danışır !
Biraz i ş kakıştan sonra, tam kavgaya tutuşacakken, aralarından biri ' Gürcistan bu tara adır, hadi git buradan ' gibisinden yol gösterdi bana... Bende, naçizane bir okkalı küfür daha edip ayrıldım onların yanından. Tesadüfen doğdukları memlekete, inanılmaz bir inançla sahip çıkmaları şaşır cı degil ar k. Anlıyorum, sahiplenecekleri hemen hemen hiçbir duygu yok demek r bu...
Yolu Gürcistan'a çıkarmalı...
Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir?
Ru ne dönüşen her şey sıkıcıdır.
Su ak ğı yerin rengine bürünmez, sana öyle gelebilir.
Bazen yanılabilir, Bazen susar, Bazen konuşmak ister, Bazen dinlemek ister, Bazen yalnız kalmak ister, Bazen arkadaş ister, Bazen gitmek ister, Gider bazen, Bazen gidemez, Bazen hiç gidememekten korkar, Bazıları sonsuz neşeye doğar, Bazıları sonsuz geceye, Bazen ölürsün, Bazen ölemezsin, Bazen bütün koşullar uygunken bile ölemezsin, Bazen kendinden uzaklaşmak ister insan, Bazen gidersin sırf dönebilmek için, Bazen ağlarsın baya, Bazen ağlıyamıyosun baya baya, Bazen içiyorsun, Bazen çok ama çok fazla içmek is yorsun da, Bazen sen sen içmeye gidiyorsun, Bazen Acıbadem'den bir taksiye biniyorsun Kadıköy'e doğru, Bazen yüzüne bakmıyor adam, Bazen bir kadın geliyor oturuyor karşıma ve ağlıyor, Kadınlar hep ağlıyor, Bazen bir kadın sana en çok korktuğum şey bir kadının gözyaşları diyor kendi adına.. Her şeyin başı su...
Bourne öykülerinin sahibi Tony Gilroy, heyecan verici aksiyon serisinin yeni filminde Bourne evrenini genişletmek üzere geri dönüyor. Bourne'un Mirası, ilk üç filmdeki olayların te klediği haya a kalma mücadelesinde bizleri yeni kahraman Aaron Cross (Jeremy Renner) ile tanış rıyor. Bourne'un Mirası'nda Renner'ın yanı sıra, ilk filmlerden aşina olduğumuz Albert Finney, Joan Allen, David Strathairn ve Sco Glenn'den oluşan kadroya Rachel Weisz ve Edward Norton da dahil oluyor.
Türk müzik tarihinin en önemli, en özel, en güçlü isimleri ORHAN GENCEBAY'ın müzikteki 60. sanat yılını kutlamak için bir araya geldi. Sahibi: Orhan Gencebay Disk Sayısı: 2 Yapımcı: Poll Produc on
Arka Kapak Havada aşk kokusu var... Ama bu Greg Heffley için ne anlama geliyor? Okuldaki Sevgililer Günü dansı, Greg'in dünyasını altüst ediyor. Greg bir yandan kendine bir kız arkadaş bulmak için çırpınırken, bir yandan da o büyük gecede yapayalnız kalmaktan korkuyor. En iyi arkadaşı Rowley için de umut yok ama bu bir teselli değil ki! Birden beklenmedik bir gelişme ile, Greg kendine bir dans eşi buluyor ve Rowley'i yalnız bırakıyor. Ama bir gece içinde çok şey değişebilir ve sonunda aşkta kimin kazanacağını asla bilemezsin!
Football Manager, bugüne kadarki en çok satan, en gerçekçi futbol menajerlik oyunudur. Football Manager 2013, Sports Interac ve tara ndan geliş rilip sunulan oyunun 20. yılını yepyeni özelliklerle kutluyor. Bu seneki sürüm, tüm dünyada 50'den fazla ülkede istediğiniz takımın yöne mini üstlenmenize olanak sağlıyor ve Avrupa'nın bütün önemli liglerinin yanı sıra 500.000'den fazla gerçek oyuncu ve teknik personeli kapsıyor. Ayrıca, Kariyer Modundaki yepyeni özelliklerle ar k Football Manager deneyimini bambaşka şekillerde yaşayabilirsiniz.