Mutlu Son! Bundan üç ay önce başladığımız “Felsebiyat Tatil” ek dergisinin son sayısına gelmiş bulunmaktayız. Bizi 15 günde bir okumak istediğiniz için teşekkür eder, her ayın 1’inde yeni sayılarla görüşmeyi dileriz!
Esra TFTK @eesratiftik
EiE ynk @eieynk
#dostdedigin aynı dili konuşabildigin kisidir@seZen aksu Dursun :))
görüşmesende konuşmasanda, düşündüğünde 'ben onu seviyorum' dedirten olmalı #dostdedigin
Binay muminoglu @BinayMuminoglu
@ugur_bozok
#dostdedigin benin dostlarim gibi olmali beahh
#DostDedigin halden anlar aga gözünün içine bakınca yükünün yarısı alır götürür.
HAMDI ULUTAS © @hmdLTs
Beliz Çalışkan @Bellizzz
#dostdedigin saglam olmali kasarlasmis olmamali yuregi sevebilmeli ve zor gunlerinde tek arayabilecegin olmali...
#DostDedigin hiç görüşmesen de iyiliğin için dua edebilen; zaman, mekan ve mesafe ayırt etmeksizin seninle gülüp ağlayabilendir.
berivanyılmaz
#dostdedigin sad gil kotu gununde l
Bir Acayip Adam
"Gece hırsızın, dostudur." #
Nihal Hrskli @
#dostdedigin sadece kotu günde ya
z @berryylmz
Gökçe Kavi @gokcekavi
GizemKoca @GizemKoca
dece iyi gunde dede yaninda olmai
#dostdedigin ilk harf gibi olmalı,sonu nereye giderse gitsin hep aynı kalmalı..
#dostdedigin seni iki günlük gerizekalılara degismeyendir
m @yousufaraci
qwerty @mustafaozkesler
Onur Nusret Koç @OnurNusretKoc
, ışık hakikatin #dostdedigin
#dostdedigin ?! Error 212.. Kayit bulunamadi...
#dostdedigin matematiksel olmalı sevinci çarpmalı, üzüntüyü bölmeli, geçmişi çıkarmalı, yarını toplamalı
EdipKeremYılmaz @yokkankasaol
SB Photographer @SedaBarannn
Adam gulnane sevıyorum dıye takım aldı ya adam lan #dostdedigin
#dostdedigin ilk harf gibi olmalı,sonu nereye giderse gitsin hep aynı kalmalı..
@Nihal1903bjk
e iyi günde degil asıl anında olandir
Sizden Gelenler
MISRALAR AŞKA DÖKÜLÜRKEN Aşkın bittiği yerde başlar şiir Son harfte gidersin Bir anda karanlığa gömülür Koca şehir, Gölgelenir deniz, yakamozlardan Ay ışığından kaçar Şair ağlar acısını içine atar, Kalemin ucunda saklı tutar seni Yeniden yazana kadar Şiirin yarısına kadar bekler seni Son harfte anlar gelmeyeceğini Silemediğim gibi kalbimden Aşk Şiirin bittiği yerde başlar....
SENA SABCIOĞLU
Sena Türkmen Dünya üzerinde kız veya erkek olsun, gençlerin hemen hemen genelinde 'ay 18 yaşıma varsam' sendromu vardır. Bu sendrom ülkemiz için ergenlik dönemiyle birlikte başlıyor.
Yaş Sendromu
18 yaşında olmanın, 18 yaşına basamamışlara ne kadar cazip geldiğini tahmin edemezsiniz. Bir kere reşit olabileceksinizdir, '+18' olayı sizde 'upps' tarzında tepkilere ve geri çekilmelere sebep olmayacaktır, barlara girerken tedirgin olmayacaksınızdır, içki içerken kendinizi suçlu hissetmeyeceksinizdir. Sigara içiyorsanız ve aileniz bilmiyorsa belki bunu itiraf edecek cesareti bulabileceksinizdir. Cinsellik üzerine konuşmalar dönerken çevrenizde, kızarmayacaksınızdır. Eğer sorunlu bir aileniz varsa, bu dönemler sizin için de onlar için de sancılı geçecektir. Bir kere sürekli isyan halinde olacak, hiçbir şeye cevapsız kalmamayı marifet sayacaksınız. Kendinizden ödün vermek istemeyecek, karşınızdaki aileniz de olsa ağırdan satacaksınız. Belki çok depresif belki sıradan takılacaksınız. Bazen sıradan olduğunuz anlardan utanacak hep bir fark yaratma çabasına gireceksiniz. Bedeninizi, cildinizi sürekli kusurlu bulacak, bunalımlara gireceksiniz. Belki bu bir dönem kendinizi eve kapatmanıza mal olacak. Dövme yaptırmak isteyeceksiniz, ünlü olmak isteyeceksiniz, illegal şeylere bulaşmak isteyeceksiniz. Kendinizi tanımak adına birçok deneme-yanılma süreci atlatacaksınız. Sürekli 'Artık 18 oldum zaten' diyerek her an gidecekmiş gibi bir imaj çizeceksiniz ebeveynlerinizin gözünde. Ve bazen gerçekten gitmek isteyeceksiniz. Annesiz babasız kalabileceğinizi artık onlara çok da ihtiyaç duymadığınızı düşüneceksiniz, kendi ayaklarınız üzerinde durmak isteyeceksiniz, belki evlenmek
isteyeceksiniz. Ailenize karşı duyduğunuz bazı irili ufaklı öfkeler nedeniyle aynı şehre sığamadığınızı düşüneceksiniz. Ve insanlar bunların o yaşta normal olduğunu söyleyecek, ezik hissedeceksiniz. 'Ama bu farklı, ben gerçekten gitmek istiyorum.' diyecek bunu ispatlama yoluna gideceksiniz, belki hatalar olacağını göze alarak. Ama bu farklı, ben gerçekten gitmek istiyorum. Hayır tekrar etmedim, tırnak koymadım, bak bu benim cümlem... Ne kadar hassas ve anne düşkünü olsam da burada kalırsam yerimde sayacağımı düşünen ben, 94 Eylül doğumluyum. Üniversite okumak için istiyorum gitmeyi, ya da gitmek için üniversiteyi bahane ediyorum bilmiyorum. Ama burada ruhsal anlamda güçlenemeyeceğimi ve kabuğumdan sıyrılamayacağımı hissediyorum. Adına ' 18 yaş sendromu.' diyenleri, 'Gençken benim de kanım kaynıyordu.' diyenleri kaale almıyorum. Başka insanlara gitmek, hatalar etsem, kötü insanlar tanısam da, ayakta kalmak istiyorum. Kimseden bir şey beklememek, çalışmak... Tek taşımı kendim almak istiyorum... Tek taş diyince... Ergenlikten başlayan bu dönemlerde kız veya erkek, çoğunun sevgilisine direkt 'evleneceğim insan' gözüyle bakması da çok yoğun karşılaştığım ve haz duymadığım bir şey... Ve bir zaman sonra da bunları gülerek hatırlayıp kendinize kızmalarınız... Bu belki her yaşta oluyordur ama 18 yaşta duygusal ilişkiler daha yoğun, daha hızlı, daha acılı, böyle bol arabesk müzikli falan geçiyor. Kavga etmenin, küfür etmenin marifet sayıldığı, ulaşılmaz tavırlar sergilemenin cool görünmek için araç olarak kullanıldığı 18 yaşa varma evresinde, daha
n (Felsebiyat Blog)
sonra yaşayabileceği hayal kırıklıklarını hesaba katmayanlar olabiliyor.
de sürekli çok fazla arkadaş olmasını isteyeceğiniz bir yaştır. Hızlı geçer, dolu dolu geçer ve mutlaka sizde kayda değer izler bırakır. Bu yaştan sonrasında bir üniversiteye kapak atma veya bir an önce çalışmaya başlamanın gerekli olduğunu ve asıl hayatın asıl zorluğun bu yaştan sonra başlayacağını farketmeniz erken gerçekleşecektir. Umursamaz tavırlarınızın elinizden alınacağı, önünüze hedeflerin dizileceği bu yaşı mümkün olduğunca güzel anıyla doldurmak gerek.
18 yaşına erişince hayatının çok değişeceğini sanan yeni yetmeler, bazı şeylerin aynı kaldığını görmekte gecikmiyor. Reşitlik sınırı olarak önümüze konulan bu yaşın, çoğu insanın daha tam anlamıyla yaşlanmadan bile deli gibi özlediği, dönmek istediği bir dönem olması kaçınılmazdır. Teoman'dan 'Daha 17'yi dinlemenin çok bir anlam katmayacağı, özlem duyduracağı 18 yaşı kazanması zor, kaybetmesi koBu yaştan sonrası nasıl geçer, neler laydır diye edebi sözler söylemek yaşanır bilinmez... Ama herkesin yerinde olacaktır. Çünkü bu yaş hekendini tanırken ve yüceltmeye çalınüz çok fazla insanın gerçek yüzünü ayırt etmediği- şırken, zamanı durdurmak isteyeceği anlar yaşamaniz, eğlenceden geri kalmak istemediğiniz, çevreniz- sını diliyorum...
Söyleyemediklerimiz Şerefine Zeynep Özar (Felsebiyat Blog)
As hamlet said to ophelia, "God has given you one face and you make yourself another." Nefes aldığımız her an hayata karşı direniyoruz aslında. Düpedüz hayatta kalmak için savaş veriyoruz. Ciddiye al veya alma, bizler yaşamak için önce kendimizle savaşıyoruz. Sürekli kendimizle çatışmıyor muyuz? Aslında biz kendimizle barışmaya çalışıyoruz. Kimi duygularını koyuyor masaya, kimi aklının iplerine asılıyor sonuna kadar. Aslında her şey korunmak için. Her şey, kendimizi hayattan korumak için. Bu yüzden sürekli anlatıyoruz, dinliyoruz, seviyoruz, susuyoruz, itiraf ediyoruz. Peki, hiç mi yalan söylemiyoruz? Hiç mi bir şeylerin arkasına saklanıp inkâr etmiyoruz, kaçmıyoruz? Biz hayatta kalmaya çalışırken aslında, kendimize yeni bir hayat yaratıyoruz. Kendimize sakladığımız benliğimizin önüne bir başkasını yerleştiriyoruz. Peki, bunu yaparken aslımıza ne kadar sadık kalıyoruz? Aynaya baktığımızda gerçekten kimi görüyoruz?
Pandora, Zeus tarafından kendisine hediye edilen fakat kapalı kalması gereken kutuyu açtığından beri, hepimiz ortalığa saçılan kötü özelliklerden nasibimizi alıyoruz. Her sabah rüyalardan soyunup, egomuzu bir zırh gibi kuşanıp, atıyoruz eşikten adımımızı. Ta ki uyku üstümüzü örtene kadar… Her gün yeni dikenler çıkartıyoruz başkalarına batırmak üzere. Ve her gece eve ellerimiz kan, üstümüz başımız toprak içinde dönüyoruz.
Çünkü anlatmıyoruz, dinlemiyoruz, sevmiyoruz, yalan söylüyoruz, inkâr ediyoruz. Aksini yaptığımız an kendimizi açık etmekten korkuyoruz. “Ya maskemiz düşerse?” diye ait olmadığımız hayatlar yaşıyoruz. Bizler, hayatta kalmak için aslında, birbirimize zarar vermekten başka hiçbir şey yapmıyoruz.
Gerçekten yapmıyor muyuz? Zaaflarımızı ve zayıflıklarımızı hiç mi deşifre etmiyoruz? Sabah aynaya baktığımızda gördüğümüz yüzü başka kimlere gösteriyoruz? Kimlere içimizi göstermekten korkmuyoruz? Kimlere dokunduğumuzda ellerimiz kanamıyor? Kiminle konuştuğumuzda üzerimiz temiz kalıyor?
Peki ya kelebek? Sandığın dibindeki tek iyi şey, ümit? Ona ne oluyor?
Kutudan saçılanları tek tek yerine koymaya başlayınca dağılıyor aslında bütün bulutlar. Zırhla değil, olağanca zayıflığınla çıkıyorsun o kapıdan. Aklın ve duygularınla karşılıyorsun hayatı. İplerini gevşetip kartlarını tek tek açmaya başlıyorsun. Korksan da, insanların seni 'sen' olarak görmesine izin veriyorsun. Kızsan da, arkasında durmaya devam ediyorsun ağzından ve kaleminden çıkanların. Üzülsen de, kaçmak yerine "İnanırsak olur bence." diyebiliyorsun. Artık diyebiliyorsun. Ve işte o zaman bir ayna kadar net oluyorsun.
ARDA ÖZGÜVEN (www.twitter.com/A_Ozguven)
Bu yazı, Arda Özgüven’in 4 Ağustos 2012 tarihinde www.karavan-a.blogspot.com’da yayınladığı blog yazısıdır.
Saat üçe gelirken, radyonun cızırtısını kestim. Çok gürültü yapıyordu meret. Ev, işte o zaman; yol arkadaşı ölen bir insanın evindeki sessizliğe büründü adeta. Hayal meyal gülüşmeler, yersiz bel altı şakalar ve iki aşığın mutluluğu geliyordu kulağıma. Kulaklarım ağrıyordu.
Kanepeden kalktığımda, kulaklarıma elimle basarak içerideki sesleri susturmaya çalıştım. Ben bastıkça daha çok güldü kadın, kadın güldükçe ben daha çok bastırdım. Kadının sesi çıkmıyordu. Ya öldürmüştüm kadını ya da duymak istemediğimi anlayıp sesini kesmişti tekrar. Oysa duymak istiyordum o anları fakat acı veriyordu sadece, şimdi radyo cızırtısıyla seslenen ev.
Koridordan giderken, hayal meyal hatırlıyordum yatağımı. Uzun zaman oldu orada yatmayalı. Kokusu değişsin istemedim hiçbir şeyin. Kokusuydu çünkü onları yaşanabilir yapan. Kokladıkça burnumda canlanıyordu sesin.
Yatağın sol tarafı yaşlı bir kadının yüzü gibi kırışıktı. Bu bana seni hatırlatıyordu. Sen de yaşlanınca böyle kırışacaktın. Bana böyle gereksiz anlarda kahve verip, fütursuzca benimle uğraşacaktın. Tabi yaşlansaydın. Biliyor musun, çok merak ediyordum senin yaşlılığını? Sahi ya, yaşlanır mıydın acaba?
Ben yaşlandım. Yatağın kırışık tarafını düzeltemeyecek kadar elim titriyor, kulaklarım acıyordu. Yatağın o tarafına hiç dokunmadım bu yüzden. Ne yapsaydım? Ben dokunsaydım da, yüzün silinse miydi her sabah temizini serdiğin nevresimden?
Neyse, ben yatıyorum. Yine gece yarısı sızmıştım tekli koltukta. Hep orada kıvrılıp yatmayı severdim. Oysa sevmesem ne değişirdi? Kim kaldıracaktı ki ben uyumuşken? O mu? Kim?
Bütün gece kalıbımın sığmayacağı bir koltuğa sığdırmıştım yaşananları. Koltuk tek kişiydi, acıları beş. Koltuk daraldı, acılarım genişlerken. Koltuk sustu, beynimin içi sustu. Koltuk da terk etti sonra ve ben iki ayağımın üzerinde yatağımın yolunu tuttum.
Fazla ses yapma, yatmadan biraz daha seni düşüneceğim.
Sizden Gelenler
DÜŞLER SOKAĞI Neden çıktın ki karşıma Yanlış zaman, yanlış yerde Geceden kara gözlerinle Niye baktın ki bana Düşler sokağında gezerken, Gözlerin düştü, gözlerime. Güzel gülüşün ilham verdi, şiirlerime. Biliyorum, günlerim artık eskisi gibi olmayacak.. Kalbim eskisi gibi atmayacak. Düşler sokağı eskisi gibi loş kalmayacak. Ama bir düş var ki, herşeyden daha uzak. Çok ayrı bir yerde bir yerde duruyor, öylece Düşün içinde bir çift göz parlıyor. Beni yanına çağrıyor, yanına gittiğimde, Kollarını iki yana açıyor ve: "Burası benim mekanım. Senin yerinde hazır. Ellerini kalbinin üstüne koyuyor Ve sözlerine devam ediyor: İşte burasıda senin yerin İstediğin kadar kalabilirsin. Bu da anahtarın. Bunu kaybetmeni istemem. İyi bir yere sakla" dedi. Anahtarı aldım, sarıldık. Ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. O günden sonra ünümüz yayıldı. Bir gün biz düşler sokağından ayrılsak bile Sevdamız dolaşacak dilden, dile Aktarılacak nesilden, nesile Kitaplara geçmesede Sokaktan her geçildiğinde Aşıkların kavuştuğu yer diye, Parmakla gösterilecek mekanımız.
SELİN SABCIOĞLU
HEPİMİZ EĞLENİYORUZ! Tuğçe Ay (Felsebiyat Blog) “Deniz her saat sıcak, serinletmiyor”, “Bu gece şarap şişeleri votkalar elimizde sahilde dolanıyoruz, hayat bu!”, “Yarın arkadaşlarla şu beachteyiz”, “Dansçı kızla, insan mısınız?!” naraları atmanıza gerek yok bence. Elbet o denizden çıkacaksın, o tatil elbette bitecek. Şu kocaman yaz tatilinde hepimiz bi’ zaman tüm günü televizyon ve internet karşısında geçireceğiz. O yüzden fazla gösterişe gerek yok. Kışın yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız Tüm stresi unutmak için hatta yok etmek için yaz ayları var. Unutursak yine beynimizin bi’ kıvrımında kalır, hatırlamak zorunda kalırız. O yüzden yok edelim diyorum. Müzik dinleyip hiç gitmediğin bi’ yere yürümek, arkadaşından gelen aşırı kibar telefon konuşması, tek başına gittiğin herhangi bi’ konser,
bunları yazman ve bu gibi ufak şeyler mutlu olmayı sağlamaz mı?! Bunlar yapmak istediklerimiz. Peki yaptıklarımız? İnternet karşısında bolca vakit geçirip The Big Bang Theory izlemek. Tamam, asosyalim! Bir ay sonra yaz da bitecek! O yüzden harekete geçip bi’ yerlere çıkalım, hemen en yakın arkadaşa müracaat edelim. Yanlış anlaşılmasın ben şu an kendimden bahsetmiyorum. Asosyallik ve ben hahah olur mu canım?! Ben hepimizden bahsediyorum. Hepimizin içindeki ses oluyorum yani ben. Yine mi bi’ şey yapmadık?! Bu sıcakta dışarıda ne işimiz var değil mi zaten. O halde ufaktan felsebiyat.com da takılıyoruz. Bi’ bakıyoruz neler var, tatili nasıl daha eğlenceli bi’ hale dönüştürebilirim diye. Yanlış anlaşılmasın ben değil, hepimiz!
Sizden Gelenler
Ö
nce aptallık evresiyle başlıyor bir çok başlangıç gibi. Gereksiz olduğu halde gülümsemeler, uyandığında yataktan kalkmak istemeyip o mayışıklık ile geleceği hayal etmek, uykuya yenik düşmeden son dakikalarda geleceğin gelmemesinden korkmakla başlıyor.
ten dizlerin parçalanacak. Ama hiç biri geri getirmeyecek. Çünkü hayallerin ipleri kısacık balonlarla yükseliyor gökyüzüne. Asla yakalayamayacağın, parmağın ucuna değip de tutamayacağın ipler ardındaki. Son umutlarının gidişini izletecek olan sana. Ve ne olacak o hayallerin biliyor musun ? Her ayrıntısını özenle kurguladığın, gülümseyerek seni uyandıran hayallerin. Başka birinin gökyüzünde, başka birinin hava sahasında patlayacak. Hem de hiç tanımadığın.
Daha sonra önceden de hep bahsettiğim gibi. "Kaybolmak" eylemi ve "kayıp" sıfatı giriyor devreye tüm cümlelerin sonBaşlangıç evresini anlarını getirmek için. Samilattık. Hiç sonu gelmemiyetin kayboluyor, sonra yecek olan bitişlere dedüşüncelerin, sonra hağinmeden olmaz. Önce yallerinin kaybolacağı bi kırıklık oluşacak kalUlaş Bora Aktaş korkusuyla bir kaç kulaç binde ve beyninde. Düdaha atıyorsun karaya. Orda belki gökyüzüne şünemeyeceksin bi süre. “Keşke”lerin, bakar da yeni hayaller kurarım diye. Ama “ah”ların, “ne yazık ki”lerin olacak istemedikaybedeceksin çocuk. Mahkumsun buna. ğin kadar. Ama sonra "derinden bir siktir çeSen de biliyorsun. Yıkılacak hayallerin, kaybo- keceksin." Ve artık onlar bir problem değil lacak düşlerin. her probleminde ayağına fazladan dolaşan bir bağ olarak seninle kalmaya devam edecekler. Unutma genç. Kaybetmek varsa başka Çok çabalayacaksın eminim. Koşmaktan ayak hiç bir şey yoktur. altların şişecek ve bundan önemlisi düşmek-
nü buruşturan şeylerin içinde tüm karanlığı yatıyordu, tüm yaşanmışlık. Gözyaşı değildi o, gözyaşı değil… İçtiği biranın köpükleri kadar yüksek, en az bir göktaşı kadar ağırdı. Hissettikleriyse, “Benim tek aşkım.” diyen bir kız çocuğunun, babasının cansız vücudu mezara konurken hissettikleriyle aynıydı. Acı Yeterince içmiş, bir kadının karşısında ağlayabilecek dolu ve karanlık. Kadının o narin dudaklarından çıkıvama gelmişti artık. Sürekli reddedilen randevu kan sözler, adamın yüzünde kenar mahalle çocuklataleplerinden yorulmuş, çaresiz bir halde cebindeki rının vücutlarına attıkları jiletin etkisini yaratıyordu. son parayla “Bir bira daha!” demişti, “Bir bira daha!” Adam yorgun ve çaresizken, şimdi de sonsuza dek Biranın anlamsızca yükselen sürecek bir acıyı kucaklıyordu. köpükleriyle konuşmaya çalıÇaresizliği ikiye katlanmıştı. Kaşıyordu yine. “Neden?” diyordın gitmişti ardına dahi bakmadu, “Neden?” Öylesine daldan. Adamsa yere çöktü aniden. mıştı ki, telefona gelen mesa“Son defa” olduğunu anlamıştı jın farkında bile değildi. Bakıartık, hissetmişti. Onun çaresizlişıyordu birayla cevapsız kalan ğine büründü ve farkında olmasorular eşliğinde. Ta ki bardan yere çökmüş ya da düşmüşmen “Fıstık ister misin?” ditü. Farkında değildi. Yalnız kalyene kadar. Halen telefonu mıştı yine. Sadece gözlerinden görmemişti. İrkildi. Hayır diakan yaşanmışlık ve dudaklarınyemeyecek kadar yorgundu. dan sessizce çıkan kelimelerle Hafif bir şekilde başını sallabaş başa kalmıştı. Sayıklıyordu; dıktan sonra hiç dokunmaya“Ama halâ buradasın.” Kadın gitcağı fıstığın masanın üstüne mişti ya da gittiğini zannediyorgelişini seyretti. Nasıl olduysa du. Adam elleriyle sımsıkı sarabirden telefona doğru bir masa ya da dudaklarından çıkan hamle yaptı ve yüzünde ba“Gitme.” sözüne cevap bulamasa bası tarafından oyuncakla dahi onu saklıyordu, saklamıştı Mustafa Yakışan ödüllendirilen küçük bir çocubir anda. Hiç kimsenin bulamayağun tebessümünü yaratacak o mesajı gördü. cağı bir yere. Karanlığın ortasında yanan bir mum “Buluşalım.” yazıyordu mesajda. Tüm yorgunluğunu gibi… Kadın ardında tüm yaşanmışlığı bırakarak gitüzerinden atmış, birden birayı hiç olmadığı kadar mişti. Sevinçleri, acılarıyla birlikte her şeyi tek başına hızlı içmiş ve koşmaya başlamıştı buluşacakları yere sahiplenen adam ağlamaya devam ederken halâ sadoğru. Yüzündeki aptal gülümseme halen duruyor- yıklıyordu; “Ama halâ buradasın.” du. Koşarken acımasızca yüzüne vuran soğuk ve rüzgar, bu gülümsemeyi engelleyememişti. Sonra... İkisinin arasında geçen konuşma o kadar şiddetli olacaktı ki, adamın yüzündeki tebessüm içinde yaSonrası cümlenin sonuna konulan noktalar kadar şanmışlıkları barındıran acı gözyaşlarına dönüşmüşanlamsızdı ve adam “Devam edecek.” dercesine bir tü. Kadın gitmişti her şeyi hiçe sayarak. Aralarında acıyı sahiplenmişti. Sonuncu olacağından habersiz “son defa” geçen konuşma da cümlenin sonuna kobuluşmaya koşarken yüzünden eksilmeyen tebesnulan üç nokta kadar anlamsızdı artık ve adam hala süm, yerini gözyaşlarına bırakmıştı. Ağlamak zor za- sayıklıyordu; “Ama halâ buradasın.” naattı, biliyordu. Gözlerinden hafifçe düşen ve yüzü-
Beyza Coşkuntürk
ona. ‘Başkası var artık senin yerine, başka bir beden. Sen kaldın bir tek bu odada; kendi sıcaklığınla, yal‘Gidiyordu kadın, sahiplenemiyordu bedenini artık. nızlığınla iç içe.’ Yatağından kalkıyordu kadın, üç şaUzaklaşan hem bedeni, hem benliğiydi. Yalnız hisse- fak önceden kalma iki kadeh bardağa bakıyordu. diyor, yalnızlığını sahipleniyordu sadece. Çarpışan iki Dibinde tortusu çökmüş şarap, düşecek gibi duran yüz, birleşen iki beden, bunca zaman saklanan ger- tabaklar ve kokmaya yüz tutmuş birkaç meze.’ çeklerin bir anda açığa çıkması… Önce yaşananlar, ufukta taka gibi görünen bir geminin yaklaştığında göz alıcı bir vapur olması gibi şaşırtıcı, imrenilesiydi. 3 gece önce olmuştu her şey. Geçen gece kendini sokak ortasında bulmuştu, elinde sönmüş sigarasıyla Zaman geçtikçe batmaya yüz tuttu ancak Titanic, uzaklaşmaya başladı gözden. Suyun altında sakladığı bankta otururken. Hatırladıklarının koca bir yalan, gizemi vardı. Her şey değişmişti, 1 gece de belki de hatta ona yapılan büyük bir şaka olduğunu varsaybir saatte. Aşk, şehvet, tutku, bağlılık, nefret… Birbi- mıştı. Koşarak eve gelmişti kadın. Elindeki izmariti rine geçirilmiş halkalar gibiydi, ancak aşk bırakmıştı bir tarafa savurup atmış ve yatak odalarına koşturmuştu. Gitmişti adam, bomboştu oda. Uzandı yatahepsini. Salınıveriyordu kadın saçlarını savurarak, ğına kadın, onu düşünmeye başladı. – Uzun boylu kendi yalnızlığında kaybolarak ilerliyordu. Gerçek biriydi adam. Elmacık kemikleri çıkıktı, hafif kalkık ve görünürdü, ağızdan çıkmasa da sözler, gözler serkemerli bir burnu vardı. Kambur duruyordu, kadın mişti ortaya gerçeği. Anlamıyordu kadın, anlamak hiç sevmezdi bu duruşunu. Uzun bacakları kaslıydı istemiyordu adamı. Savaşırcasına uzaklaştırıyordu ve onu olağandan daha uzun gösteriyordu. Son zagerçeği. Söylenmeyen sözler incitmemeliydi, bilinmiyordu nasıl olsa – daha-. Kalp atışlarında çaresizlik manlarda içtiği biralar yüzünden çıkan göbeği onun yaşını belli ediyordu. Hep traşlı suratı yakışıklıydı. tik takları, yalnız uyuduğu yatağında anlatıyordu Sert bir karakteri yoktu aslında adamın, ama dış gö-
rünüşü yanıltıyordu. O yüzden kadın onu ilk gördüğünde, ‘Asla olmaz, böyle biriyle yaşanmaz.’ demişti belki de. Ama sonra aşık olmuşlardı işte, bir anda; sanki hiç kopmayacakmış gibi. 5 sene olmuştu, dolu dolu geçen 5 sene… Gizemlerle dolu olduğu 3 gece önce anlaşılmıştı ama işte. Bir anda dökülmüştü her şey ortaya, adamın telefonuna gelen kısa bir mesajla. Adamın bir sevgilisi vardı, her seyahatinde kapısını çaldığı işiydi o kadın. O kadar güvenmişti ki ama adama, her şeyine, herkese rağmen. Sevmişti onu. Kadının sevgisi kadar masum değildi ama adam, yetmemişti ona tek bir kadın. Kadehler tokuşturulmuştu o gece, yavaşça dağılıyordu ikisi de. Ama kadın mutfağa giderken açmıştı telefonu, ‘ Gel artık aşkım. Özledim.’ diyordu kadın, özledim diyordu. Kadın sakindi yine de, adamın yanına giderken de; adam onun yüzüne bakarak yalan söy-
lerken de. Ama anlamıştı kadın ve ‘Git’ demişti, git... Adam ne olduğunu anlamamıştı önce, sonra dökülmüştü sözler ağzından. Adam küfürler savurmuş, kapıyı çarpıp gitmişti. Kadın öyle yalnız kalmıştı işte, gitmişti…
-Gitmesini istememişti aslında kadın, hiç istememişti. Kendine bakıyordu kadın, haline. Üzerine 3 gece önceden sinmiş ter kokusu, onun aitliğini hissettiriyordu ona. Kokuyu duyamazsa, her şeyin gittiğini anlayacak çıplak kalacaktı bedeni. Oysa zaman geçmişti artık, saatler ilerlemiş; defalarca ötmüştü guguklu saat. Adam gitmişti artık, ufukta ona dair anılardan başka bir siluet bırakmamıştı. Çalışma odasına yöneldi kadın, masadan aldığı bıçağı önce elbisesine götürdü. Adamın hediyesi, şifon bir elbiseydi üzerindeki; onu kesti önce, sonra aynanın karşısına geçti. Yavaşça baktı, 3 gecede solan yüzüne… Permalı saçlarına götürdü elini, sonra saçlarını kesti. Makası şifonyerin üstüne bıraktı… Banyoya geldiğinde bütün kıyafetlerini çıkarmıştı üzerinden. Suyu küvete doldurdu kadın, bıraktı kendini suyu içine, kapadı gözlerini… Uyuyordu kadın, artık; ıslaktı ve ölüyordu.