13 minute read
I ŞEHİR VE YAŞAM
Türkiye’den Birleşik Krallık’a Göç Hikayeleri
Türkiye’den insanlar çeşitli nedenlerle yıllardır Birleşik Krallık’a göç ediyor. Politik, siyasi, ekonomik vs., neden ne olursa olsun her göçmen kendi hikayesini yaşıyor. Bugüne kadar göçmenlik üzerine pek çok bilimsel araştırma yapan Doç. Dr. Tuncay Bilecen bu kez göçmenlerin hikayelerini, son kitabı “Türkiye’den Birleşik Krallığa Göçler”de okuyucularla buluşturdu.
Advertisement
Uzun yıllardır Birleşik Krallık’taki Türkiyeli göçmen varlığına ilişkin araştırmalar yapan, Doç. Dr. Tuncay Bilecen, bugüne kadar biriktirdiği göçmen hikayelerini “Türkiye’den Birleşik Krallığa Göçler” kitabından topladı. Kitaptaki her bir göç hikayesi, hikayenin kahramanı göçmenlerin ağzından anlatılıyor. Kitapta yer alan göçmenlerin her biriyle tek tek görüşen Bilecen, Kocaeli Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Yüksek lisans tezinde Balkan Savaşları sonrasında oluşan göç hareketlerinin Osmanlı Devleti’nin iç siyasetine yansımalarını irdeleyen Bilecen, doktorasını Sakarya Üniversitesi’nde tamamladı. 2013’te YÖK bursuyla Londra’ya gelen Bilecen, Westminster Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak Birleşik Krallık’ta yaşayan Türkiyeli göçmenlerin siyasal katılımları üzerine bir araştırma yaptı. 2014-2015 yılları arasında TÜBİTAK 2219 doktora sonrası araştırma bursuyla Regent’s University London’a gelen Bilecen Prof. Dr. İbrahim Sirkeci’nin danışmanlığında Türkiyeli göçmenlerin İngiltere ve Türkiye siyasetine yönelik ilgi ve katılım düzeyleri ve Ankara Anlaşması üzerine çalışmalar gerçekleştirdi. 2019 - 2020 yılları arasında yine aynı bursla ve aynı üniversitede Türkiyeli göçmenlerin geri dönüş eğilimleri üzerine bir alan araştırması gerçekleştiren Bilecen’in 2017 yılında İbrahim Dizman’la birlikte derlediği “Aşrı Memleket Trakya” ve 2018’de “Gri Yeşil: İzmit” kitapları yayınlandı. Londra’ya son olarak 2019’un Ocak ayında yine TÜBİTAK bursuyla Regent’s Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak çalışmaya gelen Bilecen, Türkiyeli toplumun geri dönüş eğilimi ve yine Ankara Anlaşmalılar üzerine alan araştırmaları yaptı. TP London tarafından 2016’da yayımlanan “Little Turkey in Great Britain ve Göç”, 2019’da yayınlanan “Kültür ve Yazın” kitaplarını derleyenler arasında yer alan Bilecen, aynı zamanda Göç Dergisi’nin de bilim kurulunda yer alıyor. Göç konusu ağırlıklı olmakla birlikte, demokrasi teorisi, kent çalışmaları, göç ve edebiyat üzerine çeşitli gazete, dergi ve kitaplarda yayınlanmış yazı ve makaleleri bulunan Doç. Dr. Tuncay Bilecen ile kendi hikayesini, İngiltere’de kurduğu Bisikletli Gazete’yi, son kitabını ve Türkiye’den İngiltere’ye göçün simgesi haline gelen Ankara Anlaşması’nı konuştuk.
Ankara Anlaşması ve göçmenlik üzerine yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?
2014 - 2015 döneminde alanda çalışma yaparken Ankara Anlaşması yoluyla vize alanların çoğaldığını fark ettim. Londra’da hatırı sayılır bir Ankara Anlaşmalı nüfus oluşmaya başlamıştı. 2015’te Home Office’ten Ankara Anlaşmalılara ilişkin istatistikleri alarak bu konuda görüşmeler gerçekleştirdim. Bu yıllarda toplumdaki spekülasyonun aksine, şirket sponsorluğunda gelenler hariç anlaşma yapanlar 5 bin kişiyi geçmiyordu. Bu konu başlığına ilişkin ilk çalışmamın sonuçlarını 2015’de Prag’da gerçekleştirilen Göç Konferans’ında paylaştım. 2019’da Londra’ya üçüncü defa geldiğimde dışarıdan bakan birisi olarak toplumun genel görünümünün biraz değiştiğini fark ettim. Ankara Anlaşmalıların sayısı çoğalmış, artık onlar da
Türkiyeli toplumun bir parçası haline gelmişti. Özellikle Türkiye’deki politik çatışma ortamından kaçmak isteyenler yoğun olarak bu anlaşma ile vize alma yolunu tercih ediyordu. Göç yavaş yavaş orta sınıf, orta yaş, aile göçü karakterine bürünmeye başlamıştı. Nitekim Home Office’ten aldığım datada Ankara Anlaşmalı göçmen nüfusunun katlanarak arttığını gördüm. Ankara Anlaşmalıların geri dönüş eğilimleri, Covid-19 salgınından nasıl etkilendikleri ve Türkiyeli etnik ekonomi içindeki konumlarına ilişkin çalışmalar gerçekleştirdim. “Politik Sığınmacılardan Ankara Anlaşmalılara, Türkiye’den Birleşik Krallık’a Göçler” başlıklı kitabımda bütün çalışmalara ilişkin bölümler yer alıyor.
Son yayınlanan kitabınızda sadece Ankara Anlaşmalılar mı var? Genel olarak kitabınızın içeriği hakkında bilgi verir misiniz?
Kitapta, sadece Ankara Anlaşmalılar yok. Öncelikle Türkiye’den İngiltere’ye göçün tarihinden söz ediyorum. Bildiğiniz gibi, yoğun olarak 1980’lerin sonunda politik sığınmacı akınıyla başlayan göç, yerini son dönemde Ankara Anlaşması yoluyla oturum almaya bıraktı. Kitapta bunu “birinci göç akını” ve “ikinci göç akını” olarak ayırıyorum. Tabii arada kategoriler de mevcut. Örneğin 1990’ların sonunda 2000’lerin başında bir dönem çocuk bakıcılığı veya öğrenci vizesi almak çok revaçtaydı. Kitabın ikinci bölümünde genel olarak göçmenlerin Birleşik Krallık’taki yaşamlarına odaklanıyorum. Birleşik Krallık’ta yaşayan Türkiyeli göçmenlerin sosyalleşme biçimleri nasıldır? Uyum süreçleri nasıl geçiyor? Irkçılık ya da ayrımcılık yaşıyorlar mı? Bu gibi sorular üzerinde yoğunlaşırken, bu bölümün sonunda göçmenlerin çalışma koşullarına bakıyorum. Burada da özellikle etnik ekonomi içindeki ilişkiler öne çıkıyor. Sonraki kısımlarda da göçmenleri geri dönmeye iten sebepler nelerdir? Dönen göçmenler neler yaşıyorlar? Dönen göçmenleri tekrar Birleşik Krallık’a göç etmeye iten sebepler nelerdir? Bu sorulara yanıt vermeye çalışıyorum. Bütün bu başlıklarda bol bol göçmenlerin sesine yer veriyorum. Bir başka deyişle, bu kitaba bir “göçmen hikâyeleri” toplamı olarak bakılabilir.
Ankara Anlaşması aslında içinde girişimcilik barındıran bir iş vizesi... Elbette mültecilikle ilişkisi olmayan, gönüllü bir göç var. Yararlandıkları haklar oldukça kısıtlı vs. Bunu yine de göçmenlik olarak değerlendiriyor musunuz?
Tabii tam anlamıyla göçmen olarak değerlendiriyorum. Sanırım buradaki kavram kargaşası gönüllü göçü, göç olarak kabul etmemekten kaynaklanıyor. Ankara Anlaşmalı bir görüşmeciye “ne zaman göç ettiniz?” diye sormuştum. “Ben göç etmedim ki, göçmen de değilim. Göçmenler ilticacılar değil mi?” diye sormuştu. Oysa kendisi de bir göçmen. Kısaca ister girişimcilik nedeniyle olsun, ister kariyerinde yeni bir sayfa açmak ya da politik bir çatışmadan kaçmak için bütün bu insani hareketliliği biz “göç” olarak tanımlıyoruz.
Ankara Anlaşmalılar başlarda ne gibi zorluklar yaşıyorlar?
Bir kişinin göç edebilmesi için üç sermayeden en az birine sahip olması gerekir. Bunlar beşeri sermaye (eğitim ve vasıf), sosyal sermaye (tanıdık, bağlantı) ve finansal sermayedir. Buna yaş, fiziksel engel vs. gibi birçok ara faktör ekleyebiliriz. Yaşayacağınız zorluk bu üçüne ne ölçüde sahip olduğunuzla ilgili oluyor. Son dönemlerde gelen bazı Ankara Anlaşmalıların “Hele bir gidelim bakarız. Kervan yolda düzülür” gibi bir mantıkla hareket ettiklerini görüyorum. Oysa göç kararının enine boyuna düşü-
nülmeden alınmaması gerekiyor. Üstelik İngiltere hem pahalı bir ülke hem de buradaki sosyo-ekonomik yapı Türkiye’den çok farklı. Buna bir de Covid-19 salgınının ekonomide yarattığı tahribatı ekleyelim. Hal böyle olunca, kısa süren bir iyimserliğin ardından acı gerçeklerle karşılaşılıyor. Bu sefer acilen iş bulma, gelir yaratma ihtiyacı hasıl oluyor. Böylece Türkiye’de orta sınıf mensubu olan kişi burada sınıf düşerek “ne iş olsa yaparım, yeter ki iş olsun” şeklinde bir hayata adım atıyor. Tabii herkes böyle değil, örneğini işini ayarlayan, dil bilen kişiler bu saydığım zorluklardan en fazla kültür çatışması yaşıyorlar.
Ankara Anlaşmalılar arasında bir ayrışma var mı?
Ankara Anlaşması ile gelenlerde bu vize türüyle gelmek dışında bir birliktelik içinde olduğunu düşünmüyorum. Olması da gerekmiyor. İngiltere’de yaşayan akrabalarının yanına gelmek için Ankara Anlaşması yapan da var, son kuruşunu anlaşma yapmaya harcayan da... Burada büyük yatırımlar yapmak niyetinde olan iş insanları da var. Dolayısıyla kategorik olarak ayrışma çok doğal. Aynı ayrışmanın mekânsal olarak da gerçekleştiğini söylemek mümkün. Birinci göç akınıyla gelenlerin %80’i Kuzey Londra’da kümelenmişken bugün Ankara Anlaşmalılar sadece Londra’da değil Birleşik Krallık’ın her yerine yayılmış durumdalar. Dolayısıyla, Ankara Anlaşmalılar arasında sınıfsal, sosyal, kültürel ve mekânsal birçok ayrışmalar mevcut ve bu da çok doğal.
2020 salgın nedeniyle birçok göçmen için olduğu gibi Ankara Anlaşmalılar içinde kötü bir yıl oldu. 2021 yılı Ankara Anlaşmalılar için sizce nasıl olacak?
Covid-19’ın Ankara Anlaşmalıları nasıl etkilediğine ilişkin bir alan araştırması yaptım. Buna göre Birleşik Krallık hükümetinin Covid-19 destek paketinden yararlananların oranı %42, geri kalanları bu paketten yararlanamamış. Salgın süresince çalışmaya devam ettiniz mi? sorusuna %75’i “hayır” cevabı veriyor. Covid-19 salgını sürecinde gelir kaybına uğradınız mı? sorusuna ise Ankara Anlaşmalıların %88’i “evet” diyor. Bütün bu cevaplar özellikle anlaşmanın ilk yıllarında olanlar açısından bu dönemin hiç de iyi geçmediğini gösteriyor. Ekonomik olarak sürdüremedikleri için bazı Ankara Anlaşmalılar geri dönmek zorunda kaldı, bazıları da böyle giderse geri dönmeyi düşünüyor. Ancak biz basında ve sosyal medyada daha çok gelenlerin hikâyelerini okuyoruz.
Bisikletli Gazete adıyla kurduğunuz online gazeteden bahseder misiniz biraz?
Gazeteyi bir restorana benzetirsek, gazetenin mutfağı muhabirliktir. Eğer muhabirlik yapmıyorsanız ya da orijinal içerik üretmiyorsanız başkasından aldığınız yemekleri restoranınızda allayıp pullayıp servis ediyorsunuz demektir. Maalesef son zamanlarda sayıları hızla artan online platformlarda böyle bir tembellik var. Birkaç nitelikli yayını saymazsak; tıklanma sayısına odaklanan, özensiz, kopyala yapıştır içeriklere dayanan bir çöplüğe dönüştü online gazetecilik mecrası. Bisikletli Gazete’de bir gazete gibi haber üretmiyor sadece göçmenlerle ilgili içeriklere yer veriyorum. Sürekli sahada olduğum, görüşmeler yaptığım için içerik üretmem de kolay oluyor. Bu içerikler arasında yaptığım görüşmeler önemli bir yer tutuyor. Ayrıca bu görüşmeleri YouTube’ta ve Spotify gibi podcast kanallarında yayınlıyorum. Bu bakımdan üretilen tüm içeriğin “organik” olduğunu söyleyebilirim. Bütün bunları da tamamen gönüllü olarak, göçmenlere ilişkin yaptığım çalışmaların akademik camiayla sınırlı kalmaması amacıyla yapıyorum. Güzel geri dönüşler almak beni mutlu ediyor.
Türkiye’den Birleşik Krallığa Göçler başlıklı kitabı https:// pressdionysus.com/product/turkiyeden-birlesik-krallikagocler/ adresinden edinebilirsiniz.
Londra Yunus Emre Enstitüsü 10. Yaşında
Türk dilini ve kültürünü İngiltere’de tanıtmak için eğitim programları, birçok sanatsal ve kültürel etkinlik düzenleyen Londra Yunus Emre Enstitüsü 10 yaşına girdi
Türk dili öğretimi yanında kültür sanat faaliyetleriyle Türk kültürünü İngiltere’de tanıtan Londra Yunus Emre Enstitüsü, bu yıl 10’uncu yaşını kutluyor. 9 Kasım 2010 tarihinde kurulan Enstitü, Londra’nın en önemli kültürel merkezlerinden British Museum’a, British Library’ye ve üniversitelere yakın önemli bir noktada bulunuyor. Londra Yunus Emre Enstitüsü, düzenlediği etkinliklerle ve eğitim için sunduğu imkânlarla dikkat çekiyor. Fiztrovia’daki merkezinde 5 Türkçe sınıfı, 1 sergi salonu, 1 konferans salonu bulunan Enstitü, 10 binin üzerinde kitaba sahip kütüphanesiyle okurlara ve araştırmacılara hizmet veriyor. Bugüne kadar 2 binin üzerinde öğrenciye Türkçe öğreten Londra Yunus Emre Enstitüsü Türkçe öğretimi faaliyetlerine hem fiziki hem de dijital ortamda devam ediyor. Türkçe Öğretim Portalı ile bine yakın öğrenci Türkçe öğrenirken, pandemi sırasında Londra Yunus Emre Enstitüsü kapsamında açılan çevrim içi Türkçe kurslarına kaydolan 2 yüze yakın öğrenci de eğitimine devam ediyor.
Londra Yunus Emre Enstitüsü, kültür sanat faaliyetleriyle Türk kültürünü tanıtırken, kültürler arasında dostluk ve sevgi köprüleri de kuruyor. 10 yılda 76 farklı mekânda 545’ten fazla kültür sanat faaliyeti düzenleyen Enstitü, 143 kurs, 80 atölye, 40 sergi, 153 söyleşi, 63 konser, 86 film gösterimi, 47 iş birliği ve ortaklık ve 200’ün üzerinde toplantıya ev sahipliği yaptı. Londra Yunus Emre Enstitüsü, Karagöz ve Hacivat Projesi ile İngiltere’de çok sayıda ilkokul ve kurumda İngilizce ve Türkçe olmak üzere 30’u aşkın gösteri ile somut olmayan kültürel mirasın tanıtımına katkı sağladı. “Bir Tutam Anadolu Projesi” kapsamında dünyaca ünlü Şef Musa Dağdeviren ile Şef Ömür Akkor’un tadım menüsü ve söyleşileriyle Türk mutfağından farklı lezzetler tanıtıldı. Ayrıca Londra Yunus Emre Enstitüsünden eğitim alan 35 öğrenci Türkçe Yaz Okulunda burslu olarak eğitim görme fırsatına sahip oldu.
Projeler farklı kültürleri yakınlaştırıyor
Londra Yunus Emre Enstitüsü kültür sanat, bilim, sosyal sorumluluk alanlarında ve Türkiye ile iş birliği yapan ülkelerle ortak projeler de gerçekleştiriyor. Tüm bu etkinler toplumlara arasında kardeşlik bağlarını güçlendiriyor ve kültürlerarası diyaloğa geniş bir perspektif ve derinlik sağlıyor. Türk Sineması Haftası, Misafirimiz Olun Projesi, Genç Akademisyenler Programları, Türk Toplumu Sanat Sergisi, Sanatçılarla Söyleşiler, Londra El Sanatları Haftası, Londra Kitap Fuarı, birçok alanda açılan kurslar ve Global Somali Diasporası ile düzenlenen zirveler, kültürlerarası ilişkileri güçlendiren çok sayıda etkinlik arasında yer alıyor.
Uluslararası kurumlarla eğitime devam
10 yıl içinde pek çok önemli etkinliği ve işbirliğine imza atan Londra Yunus Emre Enstitüsü son olarak Trinity College Dublin ve Cambridge Üniversitesi Dil Merkezi ile iş birliği protokolü imzalayarak eğitim ve kültür faaliyetlerini yaygınlaştırmak yönünde önemli adımlar attı. İrlanda’nın başkenti Dublin’de bulunan ve dünyanın en etkin 100 üniversitesi arasında bulunan Trinity College ile imzalanan iş birliği protokolü kapsamında üniversite bünyesinde kurulan kürsü, Türk dili ve kültür tarihi çalışmalarını yürütüyor. Enstitünün irtibat ofisinin bulunduğu üniversitede, her yıl “Türkiye Konferansı”nın yanı sıra Türkiye ile İrlanda arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilmesi için birçok etkinlik gerçekleştiriliyor. Dünyanın en önemli üniversitelerinden Cambridge Üniversitesi’nde bulunan Dil Merkezinde Türkçe kursları düzenleniyor.
2,5 yaş ve üzeri sanat eğitimi için; QBICART
Qbicart Dijital Sanat, Bilim, Teknoloji Okulu, çocuklara ve yetişkinlere yönelik gerçekleştirdiği yaratıcı sanat ve teknoloji atölyelerinde, çok yönlü düşünebilen, özgüvenli, yaratıcı bireylerin yetişmesine katkı sağlıyor
Qbicart Dijital Sanat, Bilim, Teknoloji Okulu’nda gerçekleştirilen programlara katılan çocuklar ve yetişkinler kendi hayal dünyalarında hiçbir engelleme ve sınırlama olmadan yolculuk etme fırsatı yakalıyor. Qbicart’ta düzenlenen, 2,5 yaş ve üzeri her yaşa yönelik atölye ve buluşma içeriklerinden oluşan programların amacı; katılan her çocuk ya da yetişkinin yarattığı, kurguladığı çalışmanın ya da eserin kendisine ait, benzersiz ve biricik olduğunu fark etmesini ve eseri ile kendinden bir bağ kurmasını sağlamak... İngiltere merkezli bir sanat okulu olan Qbicart’ta sanat ve teknoloji’nin yanı sıra yakında blim atölyeleri de başlayacak. Qbicart ekibi “Sanat, Teknoloji ve Bilim; bireyin farkındalığını güçlendirerek, empati kurabilen, farklı bakış açısı yaratabilen, analitik ve problem oluşturup-çözebilen, çok yönlü düşünebilen, kendini daha doğru ve özgürce ifade edebilen, merak eden, soru sorabilen, özgüvenli, cesurca yaratabilen, hayal gücü geniş, entellektüel kişiler olmalarını sağlıyor” açıklamasında bulunuyor. Qbicart’da üç ay düzenli bir atölye çalışmasında yer alan kişilere katılımcının, kendi çalışmalarının temasından yaratılmış “İlham Belgeleri” veriliyor.
Yaratıcı atölyeler
Çocuk Hakları ve Dijital Animasyon Oyunları Atölyeleri, Qbicart bünyesinde gerçekleştirilen atölyelerden sadece bir kaçı... Atölyelerin çocuklara katkısını ise eğitmenler anlatıyor: Qbicart’ta Çocuk Hakları Eğitmeni Aslı Yıldırım “Her çocuğun haklarını öğrenmeye, bunları hayatlarında uygulamaya ve kendilerini bu doğrultuda geliştirmeye hakkı vardır. Çocuklara doğal oyun ortamı sağlayarak düzenlediğimiz atölyelerde birbirinden ilginç sorular sorarak düşünmeye başlıyoruz. Düşündükçe sorguluyor, sorguladıkça fark ediyoruz” şeklinde konuşuyor. Dijital Oyun Tasarımcısı ve Eğitmeni N. Ömer Carus ise çocukların geleneksel (analog) sanat eğitimi temelinde bir dijital sanat eğitimi almalarının onlara kişisel, sanatsal ve gelecekteki mesleki gelişimlerinde çok büyük katkı sağlayacağına inandığını ifade ediyor.
Osmanlı Mutfak Mirası Kitaplaştı
Priscilla Mary Işın’ın yazdığı “Bereketli İmparatorluk: Osmanlı Mutfağı Tarihi” kitabında, saray mutfağından tatlılara, aşçılardan kutlama yemeklerine, kahve kültüründen adabı muaşeret geleneklerine kadar Osmanlı mutfağı tüm detaylarıyla yer alıyor.
Mutfak kültürü ve tarihi üzerine önemli çalışmalar ortaya koyan Priscilla Mary Işın’ın yazdığı “Bereketli İmparatorluk: Osmanlı Mutfağı Tarihi” VakıfBank Kültür Yayınları’ndan (VBKY) çıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nda tarih boyunca gelişen yemek kültürünü okurla buluşturan kitapta, Osmanlıların tatlı-tuzlu lezzetleri, adabımuaşeret gelenekleri, öğün detayları, aşçılık, kutlama ve yeme-içme kuralları tüm incelikleriyle anlatılıyor. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yaşamı aydınlatan kitapta, Osmanlı mutfağının, Orta Asya Türk mutfağının yanı sıra Bizanslılardan, Safeviler ve Abbasilerden miras alınan yemek kültürlerinin bir sentezi olarak ortaya çıktığı belirtiliyor. Kitapta “Osmanlı mutfağı 15’inci yüzyıldan itibaren kendine özgü bir kimlik kazandı ve Mısır’dan Balkanlara kadar uzanan geniş bir coğrafyanın mutfaklarını kalıcı olarak etkiledi” deniliyor.
Yetenekli aşçılar ödüllendirilirdi
Kitapta yer alan bilgiler göre; Osmanlılar yemek kültürüne büyük önem verirdi. Bundan dolayı da minyatürler, mutfak hesapları, kutlama tasvirleri, tıp kitapları, fiyat listeleri, mahkeme kayıtları ve şiirler gibi çeşitli kaynaklar yemekle ilgili bilgi açısından oldukça zengin. Kitapta da bu zengin mirasa yer verildi. Bu kaynaklardaki bilgilere göre; Osmanlılarda yetenekli aşçılar, saray ve ileri gelenler tarafından özellikle aranıp ödüllendirildi. Kitapta da yer verilen 1503-1504’e ait saray mutfağı kayıtlarında birçok saray aşçısına 400 ile 3000 akçe arasında ikramiye verildiği yazar. Bazı saray aşçıları da cami yaptıracak kadar zenginleşmişti.
Osmanlının kahvesi de pidesi de meşhur
Kitapta Osmanlı Dönemi’ndeki pideciler de yer alıyor. Tarihi kayıtlara göre müşterilerin kendilerinin hazırlayıp getirdiği içlerle pide pişirilirdi. Saraydaki ekmekçiler de pideleriyle ünlüydü. Sultan II. Mehmed için peynirli veya kabaklı, bazen de üzerine yumurta kırılan pide yapılırdı. Ayrıca 16’ncı yüzyıl saray belgelerinde ıspanaklı pidenin de bahsi geçiyor. Osmanlının dünyaca bilinen kahve kültürüne de kitapta yer verildi. Kitapta “Osmanlı hacıları, gezgin dervişler ve tüccarlar, Arabistan ve Mısır’da kahve içme alışkanlığı edindi. 16’ncı altıncı yüzyılın ilk yarısında İstanbul’a getirdikleri kahve, kısa zaman sonra sevilen bir içecek oldu. Kahve, payitahtta alışkanlık haline geldikten sonra hızla yayılarak 1579’da Macaristan’a kadar ulaştı” denildi.