4 minute read

Yeni Ülke Yeni Hayat 11 göçmenin gidiş öyküleri ve göçmenlik deneyimleri

ŞEHİR VE YAŞAM Yeni Ülke Yeni Hayat 11 göçmenin gidiş öyküleri ve göçmenlik deneyimleri KİTAP

Gazeteci Bahar Çuhadar, Artemis Yayınları’ndan çıkan kitabı “Yeni Ülke Yeni Hayat”ta Türkiye’den gönüllü olarak göç etmiş 11 göçmenin gidiş öykülerini ve göçmenlik deneyimlerini aktarıyor.

Advertisement

Türkiye özellikle son yıllarda hissedilir bir artışla, dünyanın birçok noktasına göç veriyor. Geçmiş yıllarda yaşadığı kitlesel işçi göçlerinden sonra bu göç dalgası tek bir lokasyona yönelik olmayışı ve ağırlıkla beyaz yakalı vatandaşlardan oluşması ile dikkat çekiyor. Peki, neden ve nasıl gidiyorlar, mutlular mı, dönecekler mi? Artemis Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı “Yeni Ülke Yeni Hayat”ta bu soruların peşinde düşen Bahar Çuhadar, 9 ülke, 10 şehirden 11 göçmenin gidiş hikâyesine kulak veriyor. Çuhadar, göçmenlerin Türkiye’den gidiş öykülerini, yaşadıkları yere adaptasyon süreçlerini, yaşam rutinlerini, neleri özleyip nelere şükrettiklerini sorguluyor. Eğitim fırsatları, ekonomik koşullar, şehirleşme,

dil bariyeri, psikolojik durum, kadın hakları ve koşulların çocuk yetiştirmeye uygunluğuna varan detaylara kulak veriyor. Göç edenlerden, gitmeyi düşünenlere tavsiyeler alırken kitabın son bölümünde Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ulaş Sunata’nın son yıllarda yaşanan göç dalgası ile ilgili değerlendirmelerine de yer veriliyor. “Yeni Ülke Yeni Hayat”, gidenleri anlamak kadar gitmek isteyenler için de bir rehber niteliğinde. Bahar Çuhadar, dinlediği ve aktardığı göç hikayelerini nasıl bir araya getirdiğini, gözlemlerini ve çıkarımlarını anlatıyor. Sizi bu kitabı hazırlamaya teşvik eden şey neydi? Eskiler, bir sevdikleri uzak bir yere taşındığında “Bir kapımız daha oldu” derdi. Son 7-8 yıldır ‘dışarıdaki’ kapılarımız durmadan artıyor. Türkiye’deki koşullar tatsızlaştıkça, temelli gitmenin bir yolunu bulanlar da artıyor. Sohbetlerde sürekli hangi ülkeye nasıl yerleşebileceğinden bahsedilen bir dönemi yaşarken, “Peki bu insanlar gittikten sonra ne yaşıyor acaba?” sorusu oldu kitabın merak ve çıkış noktası... Bu kitaba hikâyeleriyle konuk olan, farklı dönemlerde Türkiye’den, temelli olmak niyetiyle gitmiş insanlar aracılığıyla, gittikten sonra neler yaşandığını duymak istedim. Kitapta röportajlarını okuduğumuz kişileri neye göre seçtiniz? Çünkü öykülerini okurken, sadece farklı bir ülkede olmaları değil, farklı hayat görüşleri ya da yaşam tecrübelerinden süzülmüş oldukları izlenimine de kapılıyoruz. İlk kriterim gidenlerin ‘beyaz yakalı göçü’ ya da ‘kalifi ye emek göçü’ tanımına uyan ve gönüllü saiklerle göç etmiş kişiler olmasıydı. Daha sonra hem ülke çeşitliliğine hem de gidiş şekillerine göre bir ayrıma gittim. Evlenerek, iş teklifi yle ‘expat’ olarak, Ankara Anlaşması’yla giden ya da kafaya koyup bir şekilde gitmeyi zorlayan da

olsun istedim. Ve evet, homojen bir grup oluşturmuyorlar. Bu durumun kısmen farkındaydım, kısmen de yolda belirdi. Son dönemde Türkiye’den göç edenlere baktığımızda ortak nokta yüksek eğitimli, kariyer sahibi, orta ya da üst orta sınıftan insanlar olmaları evet ama ‘tek tip bir profi l’den bahsedemeyiz elbette. Ülkeyle kurdukları bağdan dünya görüşlerine pek çok farklılıkları var. Bu da ‘göçmen’ olma haline dair hislerinde fark yaratıyor. Burada, Ayşe Arman’la yaptığınız röportajdan sonra verdiğin yanıtlar karşısında tepki duyan göçmenler olduğunu söylemek zorundayım. Göçün aslında kayıplar getiriyormuş gibi yansıtıldığını, dünya bizim evimiz diyebilmekle ait olduğun topraklarda mutlu yaşayabilmek duyguları arasında bir çelişki olduğunu düşündüler. Siz bu konuda bir şeyler söylemek ister misin? O röportajda kişisel olarak gitmek isteyip istemediğime dair bir soru vardı. Kişisel olarak gitme fi krinden uzak olduğumdan bahsederken, “Burada kalıp mücadele etmeyi seçiyorum” demiştim. Öte yandan Türkiye hepimizi her an pes ettirebilme potansiyeline sahip bir coğrafya. Hiçbirimizin hiçbirimize “Hele bir dur! Nereye gidiyorsun?” demek haddi değil. Ama kalanların da “Ben derdiyle tasasıyla burada didinmeyi tercih ediyorum” deme hakkı vardır sanırım. Sorular “Gidenler zorlanmış mı, mutlu mu” vs. çizgisinde sürdüğü için sanki gidenler mutsuzmuş gibi bir algı çıkmış sanırım. Oysa ki kitabın tonu öyle değil. Ben de öyle düşünmüyorum elbette. Başlarda zorlansalar, yakınlarını ya da eski alışkanlıklarını özleseler veyahut buranın dertlerini dert etmeye devam etseler de yeni ve içinde mutlu oldukları bir hayat kurmuş insanlar. Ki zaten diledikleri zaman dönebilecek pozisyonda her biri. Bahsettiğin cümledeyse şunu demek istiyorum: Bu ülke çocuklarımızın kendisini gitmek zorunda hissetmediği, her daim özgür ve mutlu yaşayacaklarından emin oldukları bir ülke olsun. Ama öte yandan evrensel insanlar olsunlar; sığ bir vatan sevgisinde değil “dünya bizim evimiz” duygusunda buluşsunlar. Sınırların, bayrakların ötesine geçsinler. Evrensel insan olmakla kendi topraklarında özgür bireyler olarak yaşayabilmek iki ayrı şey değil... Bu kitabı hazırlarken göçmenlerin psikolojik durumları hakkında gözlemleriniz ve çıkarımlarınız neler oldu? En çok dikkatimi çeken Türkiye’yi yanlarında götürdükleri ama bir süre sonra gündelik hayatlarını Türkiye’nin kaotik gündeminden kurtarmayı başardıkları. Böylece de yüksek siyaset, dalgalı ekonomi ya da her an gergin bir toplum; gündelik hayatlarını, ruh hallerini –bizde olduğu kadardomine etmiyor. Öte yandan buralardaki küçük dayanışma ağlarının (aile, komşu, mahalle arkadaşlıkları vs.) eksikliği ara ara yoklayan bir ‘yalnızlık hissi’ getiriyor, gördüğüm kadarıyla... Sizce yeni nesil göçmenleri Türkiye’yi terk etmeye sevk eden en önemli faktör ne? Politik iklim mi, ekonomi mi, eğitim mi? D, hepsi! Şaka bir yana, saydıkların birbirinden bağımsız değil ve hem tek tek hem bir arada, kişinin günlük rutinini ve gelecek tahayyülünü doğrudan etkiliyor. Kişisel gözlemim ve duyumum en temel saik (hepimizi sık yoklayan) ‘yılma’ duygusu. “Bir tanecik ömrüm var ve burada mücadele etmek yerine, sahip olmayı dilediğimiz tüm kazanımların halihazırda olduğu bir yerde yaşamak istiyorum” demek için ille de başından büyük bir şey geçmiş olması gerekmiyor. Çocuğunun geleceğinden endişe duyma ya da en basitinden, burada iyi bir eğitim için her ay maaşının yarısını okul taksidi olarak ayırmak yerine gittiği ülkede nitelikli eğitime ücretsiz erişebileceğini bilmenin verdiği güven hissini de atlamamalı... “Son yıllarda ‘dışarıdaki’ kapılarımız durmadan artıyor“ “Türkiye hepimizi her an pes ettirebilme potansiyeline sahip”

This article is from: