01_11_2004_04_sayi

Page 1

SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

ALEVÝLER AZINLIK MI?

BU SAYIDA FÝKRET OTYAM Küçüktüm Nereden Bileyim Yezid de Kim ? ESAT KORKMAZ Aleviliðin Felsefe Boyutu - II ÝSMAÝL ÖZMEN Tassavvuf - I ÝSMAÝL KAYGUSUZ Kuþatma Altýndaki Dergâh ALÝ KENANOÐLU Alevilik Tartýþmalarý AP YEÞÝLLER GRUBU ÝSTANBUL ETKÝNLÝKLERI AB’de Türkiye: Ortak Bir Gelecek Esat Korkmaz - Avrupa Birliði ve Aleviler Cem Özdemire Sorular

HÜSEYIN AKIN Serçeþme’nin Kaynaðý BURHAN KOCADAÐ Aleviler ve Devlet LÜTFI KALELI Türk-Ýslam Sentezi Yoluyla Alevi Asimilasyonu HASAN HARMANCI Þeyh Bedreddin’in Ütopyasý ALI BALKIZ Örgüt Yöneticileri ve Türkçe AHMET KOÇAK Feyzullah Çýnar’ý Anýyoruz AYHAN AYDIN Batý Anadolu Gezi Notlarý MEHMET TURHAN Fakir Baykurt Kültür Sanat Günleri ESAT KORKMAZ Alevilik Ýslam Ýçi mi, Dýþý mý?

AYLIK DERGÝ Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd. Þti. adýna Ahmet Koçak Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü - Ýstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635 E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com Baský: Mart Matbaacýlýk, 0212.321 2300

FÝYATI: TL 3M / € 3 / £ 3 KASIM 2004 SAYI: ISSN 1304-986

9 771304 986000

4

Demokrasinin ayýrýcý niteliði, seçim sonucu oluþmuþ çoðunluk yönetimi deðil, çoðunluðun iradesine karþýn siyasal-inançsal-kültürel “azýnlýk” durumunda bulunan kimliklerin bireysel-siyasal ve toplumsal haklarýnýn “güvence” altýna alýnmýþ olmasýdýr.

Azýnlýk Nedir? Ne Deðildir? Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni Türkiye’de hukuksal açýdan “azýnlýk” dendiðinde, Müslüman olmayan herkes anlaþýlýr. Lozan Antlaþmasý’nda Hýristiyan olan Rum ve Ermenilerle, Musevi olan Yahudilere “azýnlýk” hakký tanýnmasýnýn nedeni o tarihte devletin “laik” hukuka göre deðil, “þeriat” hükümlerine göre yönetilmesiydi. Aslýnda Lozan Antlaþmasý’nda bu üç azýnlýðýn adý geçmez, “gayrimüslimler” der. Bu açýdan bakýldýðýnda; Süryaniler, Bahailer, Keldaniler ve Asuriler de “azýnlýk” kapsamýna girer. Ne var ki uygulamada sadece Museviler, Ermeniler ve Rumlar “azýnlýk” haklarýndan yararlanmýþtýr. Ayrýca Türkiye’de azýnlýktan anlaþýlan þeyle AB’nin azýnlýk tanýmýyla getirmek istediði þey arasýnda bir “karþýtlýk” vardýr: AB azýnlýk dediðinde, bir ülkede çoðunluk ve egemen “olmayanlarýn”, çoðunluk ve egemen olanlarla “eþit” olmasýný anlar. Bu baðlamda AB’nin “azýnlýk hakký” dediði þey, özünde “eþitlik hakký”dýr; gönülsüz vatandaþlýðý, gönüllü vatandaþlýða dönüþtürmektir; insanlarýn, kendi kültürlerini yaþamasýný engelleyen yasaklarý kaldýrmaktýr bir bakýma.. Peki, “üniter bir devlet”te, bu isteklerin “hak” olarak algýlanýp yaþama geçirilmesi “kimin” sorunudur?, sorusuna; “demokrasinin sorunudur”, biçiminde yanýt vermek durumundayýz. Sosyolojik açýdan AB’nin anladýðý “azýnlýk” tanýmý; “kendini çoðunluktan farklý hisseden ve bu farklýlýðýný kimliðinin temel koþulu sayan” herkes “azýnlýk”týr, biçiminde özetlenebilir. Doðaldýr ki sayýca “az” olan, siyasal bakýmdan “egemen” olmayan ve kendini farklý hisseden insanlarý koruyacak olan da “demokrasi”dir. Ýster hukuksal, ister sosyolojik açýdan tanýmlanmýþ olsun; “azýnlýk” kapsamýna alýnan etnik ve inanç kimliklerine, örneðin Kürtlere ve Alevilere “azýnlýk statüsü” verilmeye kalkýþýlýrsa Türkiye açýsýndan, bu toprak insaný açýsýndan “yakýcý” sorunlar ortaya çýkar: “Azýnlýk statüsü” verilme ya da “azýnlýk” kapsamýna alýnma azýnlýða, çoðunluðun sahip olmadýðý kimi grup haklarý tanýr; statü verdiðiniz ya da tanýmladýðýnýz “azýnlýklarý”, çoðunluðun üzerine çýkarmýþ olursunuz. Bu da “demokrasi”nin özüne “aykýrý”dýr.

Demokrasiyi Sorgulamak Eþitlik ilkesini tam anlamýyla yaþama geçirmiþ “demokratik” bir ülkede “etnik azýnlýk”; din ve vicdan özgürlüðü güvence altýna alýnmýþ laik bir devlette “dinsel azýnlýk” tartýþmalarý anlamsýzdýr. “Ýnsanlar arasýnda etnik, kültürel, dinsel ya da dilsel kimlikleri nedeniyle ayrýmcýlýk ve düþmanlýklarý kaldýrmaya” yönelik “ulusal azýnlýklarýn korunmasýna iliþkin çerçeve sözleþme” Avrupa Konseyi tarafýndan 1995’te kabul edildi. Etnik ve dinsel sorunlarý “sýcak noktalara” taþýyarak “gizli ve özel amaçlar” güdenlere, ayný sözleþmenin diliyle seslenelim: “Bu çerçeve sözleþmenin hiçbir hükmü, uluslararasý hukukun temel ilkelerine ve özellikle de devletlerin egemen eþitliðine, ülke bütünlüðüne ve siyasal baðýmsýzlýðýna aykýrý herhangi bir faaliyette bulunma ya da herhangi bir eylem yapma hakkýný taþýyacak þekilde yorumlanamaz”(Madde: 21)

(Devamý Sayfa 2’de.)


(Baþtarafa 1. Sayfada)

Azýnlýk Nedir? Ne Deðildir?

Yasa önünde “eþitlik ilkesi”, demokrasinin temelidir. Eðer herkes eþitse ve bu eþitlik eksiksiz biçimde yaþama geçirilmiþse sorun yok demektir. Eþitlik saðlamak için kavga verileceðine kimi etnik kökenden insanlara, örneðin Kürtlere “azýnlýk statüsü” verilerek ya da Kürtler “azýnlýk” kapsamýna alýnarak”özel haklar” tanýnmasý yoluna gidilirse “eþitsizlik ve ayrýmcýlýk” tohumlarý atýlýr. Ne yapýlmasý gerektiði açýktýr: Yasa önünde eþitlik ilkesi yaþama geçirilemiyorsa sorgulanmasý gereken “demokrasi”dir, etnik kimliklere “azýnlýk statüsü” vermek deðil.

Laikliði Sorgulamak Ýster “etnik”, ister “dinsel” ya da “kültürel” olsun, “azýnlýk” diye tanýmlanan topululuk haklarýnýn “iþlevi”, anayasal eþitlik ilkesi çerçevesinde, bu vatandaþlarýn toplumun her alanýnda “özde eþit” olmalarýný saðlamaktan öte bir anlam taþýmaz. Avrupa Komisyonu Ýlerleme Raporu ile gündemi dolduran tartýþmalar, “azýnlýk olarak tanýmlanan topululuk” haklarýný hukuksal zeminden siyasal zemine taþýyýverdi. Rapor’da belirtilen ve “azýnlýk” olduðu vurgulanan Alevilerin topluluk taleplerine, “cemaat temelli azýnlýk kavramý yerine, anayasal yurttaþlýk temelli insan haklarý hukuku” çerçevesinde çözüm aramak gerekmez mi? Bu güvenceler, anayasal vatandaþlýk ilkesi içinde bütün yurttaþlara tanýnan eþitlik hakkýna “ek” olarak, “dinsel-kültürel” farklýlýðýný kimliðinin ayrýlmaz bir parçasý gören ve sözü edilen haklardan “mahrum” durumda bulunan Alevilere verilmesi, laik bir devletin temel sorumluluðudur. Sonuçta “yurttaþlýk temeli” altýnda, “azýnlýk” tanýmý getirilmeden ve “azýnlýk statüsü” verilmeden “anayasal tanýnma ve korunma” saðlanmýþ olur. Çünkü laik bir devlet, her türlü din ve mezhebe “eþit uzaklýkta” durur. Ötesinde laiklik, “din özgürlüðü”nün ve “dinden özgürlüðün” de güvencesidir. Bu saðlanamýyorsa laiklik tam olarak yaþama geçirilemiyor demektir. Sorunun “aþýlmasýnda” yapýlmasý gereken yine açýktýr: Laiklik “sorgulanmalýdýr”. Laiklik ilkesinin eksiksiz biçimde yaþama geçirilememesi nedeniyle beliren sorun “azýnlýk” tanýmý getirilerek ya da “dinsel azýnlýk statüsü” verilerek çözümlenemez. Açýktýr ki Alevilere böyle bir statü önermek, “laikliði kalbinden hançerlemek” anlamýna gelir. Çünkü, laik bir devlette kimi din ve mezheplere “özel haklar” vermek, onlar lehine “ayrýcalýk” anlamýna gelir. Ð

2

BABAM, YARAMAZ OÐLU FÝKRET’Ý DÖVERKEN HEP“SENÝ YEZÝD SENÝ” DER ÝDÝ:

Küçüktüm, Nereden Bileyim Yezid de Kim? Fikret Otyam

A

dam, mülazýmýevvel eczacý; Yemen taaa nerelerde, Osmanlý’nýn... Savaþ çýkmýþ, Yemen vatan topraklarý ya, Beyþehirli Kolaðasý Osman ki anam Naciye’nin babasý varýp gitmiþ “vataný” ve Ýslam’ý kurtarmaya!.. Sonra Ýstanbul Kuruçeþmeli Vasýf Ýbrahim ki.... Bu caný çok yaramaz olduðundan döverken hep “Seni Yezid seniii” diyen zat-ý muhterem, eczacý müazýmýevvel!.. Ve anamýn kardeþi de düþmüþ yemen ellerine “vatan” kurtarmaya!Ýnananýn hep hak ederdim bu dayaklarý.... Yolda bir boru buldum, demirci amcaya gidip ucunu kapattýrdým; o kapanan yerin üzerinde bir delik.... Tüfekçi amcadan azcýk barut, evden çapýt, gazyaðý, gazete kâðýdý ve neyim… ortaokulun arka bahçesi ki doðduðum Aksaray’ýn ortasý sayýlýr. Boru, aðýr taþlarla zaptedilir, zira içinde sýkýþtýrýlmýþ kaðýt, çakýl taþlarý, o tepedeki delikten bolca barut ve upuzun bir deðnek, ucunda gaza batýrýlmýþ çaput parçasý kibritle tutuþturulmuþ, alevler deliðe yaklaþýr ve korkunç bir patlama Aksaray “iniler”!.. Ramazan topundan esinlenmiþimdir!.. Tüm mahalleli çocuklar sýrayla atýþta... Sýra yine bana geldi, eðilmiþim, alev, barutlu deliðe yaklaþtý yaklaþacak, kýçýmda babamýn kalýn bastonu, “Seni Yezid seni, nedir senden çektiðim”. Bastonun ateþ gibi yaktýðý yeri tutarak ve “anam anam” diye feryat ederek taa eve kadar, “Seni Yezid seni” sözleriyle bastonlanmak dile kolay, çeken bilir bunun acýsýný! Baston, Aksaray Halk Eczanesi sahibi Vasýf Ýbrahim Otyam’a ilaç sandýklarý içinde Ýstanbul Zaman Ecza Deposu’ndan armaðan olarak gelirdi; seçmece, saðlam ve güzel ve beþ altýsýnýn üzerimde kýrýldýðý!. Ramazandýr, iftar saati daha gelmemiþtir ama, top atýlmýþtýr. Sýký Müslümanlar oruçlarýný bi güzel bozmuþlardýr! Ama top atýþlarý devam etmektedir ve ufak bir gözlem, bu atýþlar “Ezvacý Asýf beyin oðlu Fikret’ten dir”. Haber “Vasýf bey’e” iletilir ve “Vasýf bey” de onu eliyle koymuþ gibi bulur, baþlar bastonlamaya “yezid yezit” diyerek!

Hocaefendi Amcayý Rahmetle AnýyorumYýllardýr

Ç

arþamba günleri Aksaray’ýn pazarýdýr, Salý’dan baþlar. Köylüler, ürettiklerini alýr getirir, satar, alacaðýný alýr döner köyüne. Babam, “Git bir cingil yað al” dedi.... Altý-yedi yaþlarýndayým... Köylülerin önlerindeki cingillere bakýyorum, birisinsin örtüsü sakýz gibi ak. Köylünün üstü baþý yamalý ama tertemiz. Baþýnda kasket. Kocaman ama kocaman pos býyýklarý ak, yer yer sararmýþ burun önlerinde. Yað sapsarý, kilosu mu, elli kuruþ! Tam eðilip alýyorum parayý uzatýrken, bir el omzuma yapýþýyor, biraz da þiddetle çekiyor. Bakýyorum, bu, Müezzin Ýbrahim efendi amca, hoca...Uzaklaþtýrýrken soruyor: “Ne yapýyon yiðenim ;” “Babam bi cingil yað al dedi” Ýþte kulaðýmda kalanlar üst üste çekilmiþ fotoðraflar gibi... Bunlar Kýzýlbaþ!... Bunlarýn kestikleri yenmez,sularý içilmez!... Mekruh!... Kýzýlbaþ!... Mekruh!... Kestikleri yenmez, yani yaðlarý da yenmez... Bu, yetmiþ yýl öncesi aklýma kazýlanlar... Mekruh!... Kýzýlbaþ!. Kestikleri yenmez!. Ne demekti bunlar, ne bileyim, nereden nasýl bileyim? Evet, yüreðime kazýnmýþtý ve yer yer sararmýþ ak býyýklýnýn bakýþlarý... Hoca amcanýn Kýzýlbaþ dediði kiþilere kimileri abdal da derdi, anýmsýyorum, davul çalarlardý bunlar... Köyleri çook uzaktý. Hasandaðý’nýn tepesinde... Bunlarý, karakolda ne adliyede ne de jandarmada hiç görmezdik... Sessiz sedasýz inerler Aksaray’a satacaðýný satar, alacaðýný alýr ve sessizce dönerlerdi Hasandaðý’nýn tepesine taa öte çarþambaya kadar. Günler, aylar ve dahi yýllar geçti. Hoca efendi amcanýn Kýzýlbaþlarý, Alevileri, Yavuz Sultan Selim’in kýlýcýndan kaçýp sýðýnmýþlar Hasandaðý’nýn tepesine!.. Alevi/Kýzýlbaþ/ Mekruh/ kestikleri yenmez/Yavuz Sultan Selim/Kuyucu Murat Paþa, kafasý kesilen kýrk bin’e yakýn Kýzýlbaþ/Alevi... Horasan... Hazreti Ali... Hasan… Hüseyin... Þah Hatayi... Þah Ýsmail... Çaldýran Meydan Savaþý... "Ali” Yazýlý Kompozisyon, Þahin Paksoy Kolleksiyonu, Osmanlý... Þeyh-ül Ýslam Ebussuut Efendi HazCam Altýnda Yirmi Bin Fersah, s. 123. Bkz.Sayfa 11. retleri... Hünkâr Hacý Bektaþ-ý Veli... CHP’nin kalesi: Sivas, çoðu Alevi... Malatya... Erzincan... Halkýn çoðunluðu Kýzýlbaþ/Alevi... Hazreti Ali... Mustafa Kemal... Hünkâr Hacý Bektaþ, evlerde, duvarlarda yan yana. Hep ama hep okudum. Ne bulduysam okudum, hep okudum. Allah’ýn Aslaný Hazret-i Ali. Yedi Yol cengi. Hayber Kal’asý... Gün geldi oraya da gittim. O, yaðýný almadýðým, ak pos býyýðý yer yer sararmýþ köylü amcayý... Amcalarý, saçlarý kýnalý, yüzleri açýk kadýnlarý/nineleri hep sevdim, ilgilendim babamýn cenazesine de geldiklerinde, neden? Bilmiyordum nedenini

Sayý 4


Ve gazeteci olanda ve yollara düþende hep, ama hep o Kýzýlbaþ/Alevi köylerinde konaklar oldum, dostlar edindim, yýlar yýlý ve Cumhuriyet’e girende 1962 yýlýnda, zorla ama zorla, nice diller dökerek gazeteye koydurmayý baþardým onlarla ilgili “Hû Dost” yazý dizim ki fotoðraflý, tüm birikimlerin ilk ürünü... Bana bunlarý, bu ýþýðý nasip eden Müezzin Ýbrahim efendi amcayý/hocayý hep, ama hep rahmetle andým/anýyorum, kabri nûr ola... O kestikleri yenmeyen, mekruh olan Kýzýlbaþlarýn/ Alevilerin(!) kýrsal kesimdeki bu insanlarýn dili/gözü/kulaðý, sorunlarýný/acýlarýný çözmeye elden geldiðince çalýþaný olduysam o “Mekruh”, “Kýzýlbaþ”, “Alevi”,”Kestikleri yenmeyen” sözcükleri baþ nedenidir.

DR. NEJAT YAZICIÐOLU’NUN ANISINA

Birileri!

E

ðer bu cana sordularsa namerdim, haberim olduysa Zülfikâr’ýn keskin yaný boynuma gele, 19 Aralýk 1926’da ol dünya’ya gözümü açandan bir hafta sonra mý ne birileri “Kafa kaðýdýma”, “Dini: Ýslam”, “Mezhebi: Hanefi” yazmýþ! Oysa bu satýrlarýn yazarý için Ýslam dininden Hanefi mezhebinden diye söylensin; Kerbelâ’da, Muaviye ordusunun komutanlarýndan Yezid’im ben! Hazreti Hüseyin’e ve masumlara yapýlan, zamanýn ABD’si Ýsrailli Muaviyegillerin kumandaný Yezid! Bu alçaklýklara/zulma dayanamayýp “Hazreti Hüseyin” tarafýna geçen ve cenkede cenkede bu uðurda Hakk’a yürüyen Yezid’in ta kendisiyim, ruhuyum. Açýklýyorum, bilmeyenler, bilmeyenlere aynen böyle anlata ve gerçeðe de Hû!..

Osmanlý Ne Etmiþ 400 Yýl Yemen Denen O Topraklarda?

A

namýn babasý Beyþehirli Kolaðasý Osman ve oðlu, Yemen ellerinde o vatan denilen (!) topraklarda þehit olmuþlar! Eczacý zabit’i Vasýf Ýbrahim (Kuruçeþme)’nin eþi Ýstanbul’da “teverrüm” etmiþ, yani veremden ölmüþ. Eczacý Vasýf Ýbrahim Efendi hastalýðý öðrenince düþmüþ yollara bir buçuk ay sonra varabilmiþ ki, fotoðrafýndan biliyorum, o güzelim kadýn iki gün önce toprakta! Söz açýlanda takýlýrdým babama, “Baba, týpký Türk filmleri gibi”, “Öyle” olurdu yanýtý ve sekiz yýl vatan Yemen’de (!) iki yýl Ýngilizlerle esir eczacýyý da Beyþehirli Kolaðasý Osman’ýn kocasý þehit düþen, Mehdi isimli oðluyla baþýna buyruk kalan kýzý Naciye ile uzaktan nikah kýyýp evermiþler ve “mütareke” gelende böyle evlenen beþ on kiþi resmi nikahla anavatana getirmiþler eþlerini/ki birisi babam can. Naciye anamýn kardeþi Zülfiye, evli olmadýðý için Ýngilizler býrakmamýþlar. Elinde bohçasý, Hüdeyde limanýnda Alman Baran Bek vapurunun arkasýndan bakakalmýþ 1912 yýlýnda! Ýslamý ve dahi olmaz olacasý vatan Yemen’i korusun diye milyonlarca vatan çocuðu kalmýþ Yemen köylerinde, dedem ve dayým dahil! Yemen’e Osmanlý adýna ilk ayak basan zulmun en rezilini uygulayarak burayý Osmanlý topraðý eden Kaptan-ý Derya Hadým Süleyman Paþa’dan 437, babam mülazýmýevvel Vasýf Ýbrahim (Kuruçeþme)’den 67 yýl sonra 1977’de Yemen topraklarýna ayak bastým eþim Filiz’le. Babamýn Ýzmirli silah arkadaþýnýn oðlu yetmiþ yaþlarýnda Neþet Bey’in evinde mihmanýz, bizim saatler gece bir’e doðru akýl almaz, korkunç çýðlýklarla yataktan fýrladýk!. O ne canhýraþ feryatlardý yaradaným, ey gök tanrým? Meðer beþ bine yakýn mescitten onlarca camiden ezan okunuyormuþ, Osmanlý ki dört asýr ezaný bile öðretmemiþ Yemen’de!.. Yemen insanlarýný da sevmemiþ Osmanlý!.. Türkleri zaten hiç sevmedi, sevemedi!. Osmanlý ki yedi düveli zaptetmiþ, el atmýþ, ama has Türk’ü, O’nun anayurdu Anadolu’yu ve o topraklarda yaþayan insanlarýn dili Türkçe’yi hiç mi hiç sevmemiþ ve her daim dýþlamýþ!. Naima Tarihi’ne bir yol göz atalým, iþte Osmanlý’nýn Türkler için görüþ ve düþünceleri: “Nadan Türk”(cahil Türk), “Etrak-ý bi idrak Türk” (idraksýz Türk), “Türk-i bed-lika” (çirkin suratlý Türk), “Çoban köpeði þeklinde bir Türk-ü sütürük idi...” , “Hilekâr Türk”! Acýdýr, Baba Ýlyas soyundan gelen Âþýk Paþa, “Geribname” adlý yapýtýnda Türk dili için görüþünü þu dizeyle açýklar: “Türk diline kimesne ne bakmaz idi Türklere her kýz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri Ýnce yolu ol ulu menzili” Osmanlý için Türk, azýnlýktýr, Türk sözü bir aþaðýlama sözüdür, ne kendisi sevilir ne dili: Türk dilinin bekçileri Anadolu’da Türkmenler olmuþtur. Dili yaþatanlar sazlý, sazsýz ozanlar olmuþtur; Kâþgarlý Mahmut ve Ahmet Yesevi gibi ulu Türk düþünürleri olmuþtur; bunlarýn “...dilini yitiren bir ulusun benliðini yitireceði” savýný kim yabana atabilir? Bu düþünceye sýký sýkýya sahip çýkan Hünkâr Hacý Bektaþ Veli’nin, salt Türkçe kullanan bu ulunun dilimizin en büyük koruyup/ kollayýcýlarýndan olduðunu kim inkârdan gelebilir? Türkçe’mizi en yalýn/en candan/en içten ve doðru yaþatan, en arý deyiþ sahipleri Anadolu Alevi/Bektaþi ozanlarý olmamýþ mýdýr? Gecenin bir yarýsýnda binlerce kiþi ezan adýna baðýrýrken bunlarý da düþünmüþtüm. Belki merak eden olur, teyzem Zülfiye’yi nice aradýk, bulamadýk, öldü diyen de oldu. Hünkâr Hacý Bektaþ düþüncesinin yüceliðini de yaþadým, yaþýyorum ve evimde nice ödüller var onur raflarýnda, birisi belki en güzeli bronz dökme Hacý Bektaþ Veli, mermer üzerinde ve plâkasýnda þunlar yazýlý: “Üçüncü Hacý Bektaþ Veli Dostluk ve Barýþ Ödülü / 16-18-1996” Tanrý’nýn rahmeti üzerinde olsun Ýbrahim Hoca efendi amca, bu güzellikler ve onur deðil onurlar ve dahi güzel yolu bulmam senin “mekruh”un sayesinde ve Kýzýlbaþ ve dahi Alevi!

Kasým 2004

- 17 Kasým 1994

Birlikte Çalýþmaya Doyamadým Mercan Köklü Aramýzdan ölümün ayýrdýðý insanlar hakkýnda yazmak kolay deðil. Yýllar geçince yüzünü, boyunu-posunu unutuyorsunuz. Nejat yoldaþla hep güzel anýlarým var. Benim ona haksýzlýk etmiþ olduðum, hâlâ içimi sýzlatan, “keþke öyle konuþup kalbini kýrmasaydým” türünden durumlarý saymazsam… Anti-komünizmin diz boyu bataklýðýnda, bildiklerinizi paylaþmak istediðiniz insan aradýðýnýzda, karþýnýza O dikiliyor. Sizi sabýrla dinliyor, anlýyor ve destekliyor. Ne mutluluk! Nejat yoldaþ, TÝP geleneðinden komünizme gelen yoldaþlardandý. Sezileri ve de mücadele azmi müthiþti. Defalarca polisle cebelleþmiþ, içeri girmiþ çýkmýþ ve de ardý arkasý kesilmeyen anti-komünist provokasyonlara göðüs germiþti. Tüm bunlara karþýn yaþama büyük bir sevinçle sarýlmýþtý. Kanseri ve sirozu da bu düþmanlara ekleyince onun yaþam sevincini, geleceðe ve gençlere beslediði umudu daha çok takdir ediyordunuz. Sendikal alandaki bölücülüðü, “olsa olsa devlet iþidir” dedirtecek kertede azan Türk-Ýþ düþmanlýðý konusunu çok insanla konuþtum. Yýllarca her iki çevrede de çalýþmýþ ve sorunu yakýndan yaþamýþ olan Nejat yoldaþla hemen anlaþtýk. Herhangi bir komünist çalýþmanýn baþlangýç noktasý, iþçinin sendikal birliðini saðlamak ve korumak olmalýydý. Türk-Ýþ’teki birlik kýskançlýkla korunmalýydý… Ve bunu birlikte hazýrladýðýmýz yazý ve broþürlere yansýttýk. Tartýþýrken, uygulamaya geçirirken büyük zevk aldýðýmýz görüþlerimizin Türk-Ýþ içinde yaptýðý olumlu yankýyý gördükçe daha da büyük bir enerjiyle iþe sarýlýyorduk. Zaman yetmedi… Onun deyimiyle “avuç içi kadar bir ciðer parçasý” bulunamadýðý için, on yýl önce onu kaybettik. Birlikte yapacak çok iþimiz vardý, tam istim tutmaya çalýþýrken bir elim kopmuþ gibi oldu. Onu aramýyorum desem yalan olur. Onun borazan gibi kahkahasý, her olumsuzluktan bir olumlu yan çýkarmaya çalýþan fýkralarý, komünist çalýþmada doðruyu bulmaya olan önyargýsýz tutkusu… Nejat yoldaþ, çok yaþa!

3


Aleviliðin Felsefe Boyutu - Bölüm II Esat Korkmaz

Ýnsan için en tehlikelý kiþi kendisidir.

A

levilik-Bektaþilik dendiðinde bâtini felsefenin “üç ayaðý” akla gelir. Bu “üç ayak” þöyle sýralanabilir: Bâtýni doða felsefesi, bâtini tarih felsefesi ve bâtini toplum felsefesi. Ýnsan emeðinin hayvan “çabasý”ndan farký; yapacaðý þeyi önceden kafasýnda tasarlamýþ olmasýnda yatar: Mühendisin arýdan ya da örümcekten farký budur. Yapýlacak iþin, kafada, “bilinen”le tasarlanmasýna “kuram” adý verilir. Demek ki “kuramsýz” somut eylem ya da davranýþ, “kafasýzlýk”týr. “Kuram” denilen þeyse, gerçekliði “deðiþtirmek” üzere tasarlanan planlý düþüncedir. Ýki türlü gerçeklik vardýr: a) Yaþanan gerçeklik; b) Yaþanmýþ gerçeklik (Tarih). Yaþanmýþ gerçeklik anlaþýlmadan, yaþanan gerçeklik anlaþýlamaz. Ýþte bu nedenle gerçekliðin kökü “tarih”tir; tarihi bilmemek, kuramýn ve pratiðin “kökünü kurutmak” anlamýna gelir. Gerçekliði kavrayabilmek için, “modern toplumun yüzündeki peçeyi” kaldýrmak zorundayýz: Kulaktan “dolma” bilgiyle yetinemeyiz. Medeniyet ya da yerleþik yaþam-öncesinin tarihinin bilinmemesi bizi “kalýplara” taþýr: Batý, tarih bilimini Heredot’la baþlattý; Akdeniz çevresinden Batý Avrupa’ya kölelik-derebeylik (feodalizm)-kapitalizm “kutsal üçleme”sini yaþatarak taþýdý. Bu kalýbýn dýþýna çýkamadýk; çýkanlar “düþkün” edildi. Yerleþik yaþamýn ya da kent toplumunun temeli “toprak mülkiyeti” idi; özel mülkiyete “evirildi”. Yerleþik yaþam-öncesinin ya da barbar toplumun temeli “ortak mülkiyet” idi kamu mülkü olarak kaldý.

Barbarlýk - Medeniyet Çeliþkisi Bâtýni tarih felsefesi, yasaklý tarihe düþünerek bakmaktýr: Geçmiþten bize taþýnan “macerada”, zamanýn akýþý ile aklýn ilerleyiþ süreci bir ve ayýný þeydir.

B

u ikisi arasýndaki diyalektik “etki-tepki” kaçýnýlmazdýr: Barbarlýkla medeniyet arasýndaki “temel çeliþki”, mülkiyet iliþkilerinde düðümlenir: Özel mülkiyet temelli iliþkilerle ortak mülkiyet temelli iliþkiler arasýndaki “karþýtlýk”. Özel kiþi mülkiyetine dayanan medeniyet, “sosyal sýnýf çeliþkileri” yüzünden üretim temelini “yozlaþtýrýr”; giderek kolayca yýkýlabilir bir duruma gelir. Ortak mülkiyet temelli barbarlýk ise sýnýf çekiþmesi nedir bilmeyen bir “kardeþler” topluluðudur; eþit kan kardeþleri olarak ölesiye dayanýþmalý, taze güçtürler. Özel kiþi mülkiyeti temelli medeniyet, sosyal sýnýf çeliþkileri yüzünden “bunalýma” girince, bir sýnýfýn diðer sýnýfý ortadan kaldýrmasýna dayanan “toplumsal devrimler” tarihin gündeminde olmadýðýndan, medeniyet içinden kimileri, barbar toplumlardan “yararlanma” yoluna gitti; kendi “mezar kazýcýlarýný” doðuma hazýrlamaya giriþti. Ya da barbar toplumlar “üretmeyi yayýlma olarak algýladýklarýndan” bunalýmlar içindeki medeni topraða “ayak bastý”. Bu geliþmeler nedeniyle Ýslam coðrafyasýnda Ýslam medeniyeti, Arap inancý ile “barbar Türk militarizmi” arasýnda sýkýþýp kaldý. Ortaçað yerleþik yaþamýnýn deðiþmez üretim temeli “toprak ekonomisi” idi: Bu ekonomi üzerinde sermayenin “ilkel” üretim biçimleri, yani “tefeci-bezirgân sermaye” kol geziyordu. Bu sermaye “üretim temelli” deðil, “aracýlýk temelli”ydi; biricik iþlevi, “aracýlýk yoluyla sömürmek”ti. Tefeci-bezirgân sermayeyi elinde bulunduranlar, ekonominin “deðiþmez” üretim temeli olan “topraða” el atýnca “derebeyileþtiler”. Böylesi bir üretim biçiminde, kapitalizmde olduðu gibi sermaye “sosyalleþemediðinden”, iþveren sýnýfý, kendi “mezar kazýcýlarý” olarak “içi sýnýfýný” yaratamadý ya da yaratmakta gecikti. Bu nedenle Ortaçað’da bir medeniyetten diðerine geçiþ, araya bir bakýma “köylülüðün” iþlevini üstlenen ya da “köylüleþen”, geldikleri top-

4

rakta köylülerle “kader birliði” yapan barbar güçler girmeden gerçekleþemedi. Bu iþçi sýnýfý temelli bir “toplumsal devrim” deðil, köylülük temelli “kamulcu” bir “devrim” idi. Ýnsanlýk kazanýmlarý ve bu kazanýmlar üzerine yapýlanan “bâtini doða felsefesi, bâtini tarih felsefesi ve bâtini toplum felsefesi”, gerçekleþen bu “devrimin” açýlýmlarýnda geliþti-serpildi. Üretici güçler temelde dört bölüme ayrýlýr: a) Teknik; toplumun doðayla iliþkisinde yararlandýðý cansýz araçlar ve bunlarýn kullaným yöntemleri. b) Coðrafya; toplumu dýþarýdan ya da ortamda çevreleyen, kuþatan iklim, doða vb. maddi ortam. c) Tarih; toplumu geçmiþten-güne kucaklayan, çevreleyen, yazýsýz ama yaptýrýmý olan gelenek-görenek vb. manevi ortam. d) Ýnsan; diðer üretici güçlerden yararlanarak toplumun maddi ve manevi yanýný iþleyen toplu eylem, toplu güç. Tarihsel maddeciliðin verdiði üretici güçler doðru deðerlendirilemezse yanlýþ “kaçýnýlmaz”dýr. Diðer üretici güçler bir yana “insan üretici gücü” küçümsendi mi, tarihi yapan insan “aþýrý soyutlaþtýrýlmýþ” olur; araya, “insanüstü güçler” girer. Þunu öncelikle belirtelim: Tarihte “insan üretici gücü”nü en büyük dirençle savunanlar, “barbar toplumlar” olmuþlardýr. Barbar toplum insaný “ilksel” de olsa “kamulcu bir kamu düzeninin” çocuðudur; bütün üyeleriyle “tek bir vücut” gibi düþünür.

Bâtýni Tarih Felsefesi Biliyorum “resmi tarih” üzerine düþünmek bizi sinirli yapýyor; geçmiþe dayanýlmaz bir “öfke” duyuyoruz: Sinirimizi ve öfkemizi, “kesintisiz bir demokrasi kavgasýnýn” ivmesi durumuna getiremezsek “suçluyuz” demektir.

A

levi-Bektaþi tarihi, Alevi-Bektaþi geçmiþinin bilgisidir: Alevi-Bektaþi tarihselliði ise “geçmiþin þimdileþtirilmesi”dir. Aleviler-Bektaþiler tarihlerine bireysel, ötesinde toplumsal “katýlým” saðlamak istiyorlarsa “geçmiþi þimdinin bilincinde” yoðurmalarý gerekir. Ancak o zaman Alevi-Bektaþi bilinci, henüz “gerçek olmayan gerçeðe” uzanabilir, yani tarihi “aþabilir”. Ancak tarihin bilincinde insan “kendini görebilir”; demek ki insan tarihe, “kendini bilemek” için “yönelir”. O nedenle bilinç, “zorunlu” olarak tarihseldir. Ama diðer taraftan biliyoruz ki tarih, “herkesin” tarihidir; yalnýzca dürüstlerin tarihi deðil, ayný zamanda alçaklarýn da tarihidir. O yüzden Aleviler-Bektaþiler tarihlerine saðlýklý bakmak zorundadýr. Yoksa ölmüþ gitmiþ kimi alçaklarýn “oyuncaðý” olmak iþten bile deðildir. Þimdi bâtini anlamda tarihi yaratan gücü tanýmlamaya çalýþalým: Tarih, hem toplumun yarattýðý hem de toplumu yaratan gerçek insanýn, geçmiþten gelen “gelenek-görenek”le, belirli coðrafya ve iklim koþullarýna göre, belirli bir tekniðe ve yönteme dayanarak yaptýðý yaþama kavgasýnda belirli seviyeye ulaþmýþ “toplu eylem”inden doðar ve geliþir. “Toplumsal devrimler”e deðin, tarihi yaratan bu “toplu eylem”dir. Demek ki, medeni toprakta “yeniden doðuþ”, sýrada bekleyen bir barbar toplumun, tarihe “giriþ”inden baþka bir þey deðildir. Ýþte bu nedenle “yerleþik yaþamda” tarih-öncesi yasaklandý; yasaklanan þey aslýnda “kaba kamulculuk” idi. Böyle olduðu için “çaðdaþ tarih”, taraflý resmi açýklamalara dayalý tarihsel olaylar anlatýsý biçiminde bize taþýndý. Böylesi bir tarih anlatýsý karþýsýnda “nesnel” olabilmek için “yasaklanan tarihöncesi”ni de algýlayacak biçimde “geri çekilmek” zorunludur; “geri çekilip” olaylara þöyle “uzaktan bakmayý” zorunlu olarak öne çýkarýr.

Sayý 4


Aynalý Yazýda Çifte Ali Kompozisyon, Þahin Paksoy Kolleksiyonu, Cam Altýnda Yirmi Bin Fersah, s. 120, Bakýnýz; sayfa 7.

Ancak bunu yaparken çok dikkatli olmak gerekir: Göçebelerin “patýrtýsýnda” yerleþik insan tarihinin “unutulma” riski vardýr; medeniyetin “her þeyi” atlarýn “nal seslerinde” yitip gidebilir; bilinçlere atýlan sýnýfsal “tohum”un “doðum inlemeleri”, caný alýnan insanlarýn çýðlýklarý tarafýndan bastýrýlabilir. Çiftçiyi “boðan” rolündeki barbarlýktan da, çiftçiyi “soyan” rolündeki medeniyetten de “gelecek üremeyecek”tir, bunu bilelim. Yerleþikliði, yerleþik deðerleri ifade etmesi anlamýnda “uygarlýk terimi”, göçebe topluluklarla “akraba” deðildir. Göçebenin uygar bir toprakta yaþadýðý þey, bir “baþka benzeri olmayan” deðerler kümesidir; toprak ve kent insanýnýn “bilemeyeceði” sýnýrlarý ve ufuklarý vardýr. Ýþte bu “barbar” insanla “kentli” insanýn buluþtuðu yerde, “yeniden doðuþ” gerçekleþmiþtir. Göçebe kavimlerin askeri üstünlüðünün belirleyiciliðinde “dünya yeniden yaratýlmýþ”týr. X. yüzyýlýn sonlarýndan baþlayarak IV. yüzyýl boyunca Asya içlerinden Batý’ya, ya da Doðu’ya, kimi kez kuzeyden güneye, güneyden kuzeye yönelik “yanal depreþme”, Yenidünya’nýn keþfine deðin, evrensel tarihin tanýk olduðu en önemli olaydý ve sonuçlarý açýsýndan da en etkili “yaratýcý” oldu: Ortaçað’da Anadolu “yeniden doðuþ” unu yarattý. Yer sarsýntýlarý ve insan sarsýntýlarýyla bir taraftan doða, diðer taraftan insan, “kendi parçalarýna kýydý”: Atom bombasýna eþit Cengiz ve Timur hareketleri kendi Hiroþima’larýný ve Nagasaki’lerini yarattý.

Tarih Hangi Bilgiyi Verir Ýnsan dünyasýnda her þey, ancak geçmiþe götürülerek, tarihe taþýnarak kavranabilir. Çünkü, köklü insan gerçeði, kendini “gündelik yaþam”dan sakýnýr. Yine “gündelik bilinç” ya da “gündeliðe göre kurulmuþ” bilinç, ince insan gerçeðini yakalayacak yatkýnlýkta deðildir; gündeliði gözleyen insan, bir þeylerin bilgisine ulaþtýðýný sanýr ve yanlýþ bir bilgi edinme serüvenin içine dalar.

“deneysel veri” oluþturur. Bâtýni hareketlere gelinceye deðin “akýlcý felsefe”nin konusu, “metafizik ve doða bilimleri” idi. Bâtýni hareketlerle birilikte felsefe, “toplum ve toplum sorunlarý” ile ilgilenmeye baþladý. Bu anlayýþ üzerine bir “topulum felsefesi” þekillenmeye baþladý. Bâtýni tarih felsefesine göre tarih ikiye ayrýlýr: a) Zâhiri tarih (öykücü); metafizik ve bireyci tarih felsefesi belirleyici b) Bâtýni tarih (yorumcu); diyalektik tarih felsefesi belirleyici. Bu ikili ayrýmdan da anlaþýlacaðý gibi bâtini tarih felsefesi “yorumcu”dur; geçmiþte olup bitenlerin “nedenlerini” araþtýrýr. Tarihi, üretim iliþkileriyle beliren “toplumlar” yapar; toplumsal olaylarýn “nedenleri” maddi koþullardýr. Toplumsal olaylarýn “nedenlerini”, toplumun “kendisinde” aramak gerekir. Bu neden bir “deðiþme”dir. “Deðiþme” atlanýrsa, toplumsal olaylarýn nedenleri “anlaþýlmaz” olur. Deðiþme, “tüm can” tarafýndan, yani “tanrýca” bütün varlýklar için koyulan bir “yasa”dýr. Bu kapsamda “doðasal verim”, ötesinde “toplumsal verim”, maddesel bir “deðiþme”den ibarettir. Bâtýni tarih felsefesinin konusu “toplum ve toplumsal yaþam”dýr. Ýnsana özgü bir toplum ve insana özgü bir toplumsal yaþam “kurmayý” amaçlar. Yöntemi ise toplumsal olaylarý etkileyen “nedenler” olarak coðrafya, teknik, tarih ve insan üretici güçlerine dayanarak “toplumsal deðiþmeyi” kanýtlama temellidir.

T

arihsellik mi? Gündelik mi? ikileminde “nerede” duracaðýmýzý bilmek durumundayýz. Gerçek anlamda düþünmeyi biz, tarihimizin kývrýmlarýndan geçerek öðrenebiliriz. Denebilir ki “iþitilmiþ” ya da “görülmüþ” olan þey deðil, “bilincine” varýlmýþ olan þey gerçek bilgidir. Ancak þunu hiçbir zaman unutmayalým: Hiçbir bir bilinç, kendi “uzanýmýnýn” ötesine geçe bilecek biçimde bilgi üretemez; kendi sýnýrlarýný ya da kendi olanaklarýný aþan bilinç, gerçeklikte karþýlýðý olmayan “kurgular” üretmek zorunda kalýr. Dünü-bugünü ve yarýnýyla bir “bütün” olan tek yaþam, insan yaþamýdýr: Dünü “yok” sayan ya da “hep yarýný” gözeten yaþam, “þimdi”de tökezler. Ýnsanlaþmaya karþý “hayvansý” bir direniþ içine girerler. Ýnsanlaþmayý saðlayan yaratýcýlýk, tarihi dünden bugüne, bugünden yarýna, yarýndan zamana yayan güçtür. Bâtýni tarih, gerçekte toplumsal yaþamý ve bu yaþamýn doðal yapýsýnda belirmiþ durumlar konusunda bilgi verir. Bu kapsamda Alevi-Bektaþi tarihine iliþkin olaylar, hem Alevi-Bektaþi “toplu var oluþ bilincini” saðlamlaþtýrýr, hem de Aleviliðin-Bektaþiliðin geleceðine yön vermede

Kasým 2004

KAYNAKÇA: Esat Korkmaz, Alevi Felsefesi, Pencere Yayýnlarý, Ýstanbul, 1997. Esat Korkmaz, Anadolu Aleviliði, Berfin, Ýstanbul, 2000. Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Aydýnlanmanýn Diyalektiði - II, Çev.: O. Özügül, Kabalcý Yayýnlarý, Ýstanbul, 1996. Dr. Hikmet Kývýlcýmlý, Tarih-Devrim-Sosyalizm, Tarihsel Maddecilik Yayýnlarý, Ýstanbul, 1965. Ýbn Haldun, Mukaddime. Jean Paul Roux, Orta Asya/Tarih ve Uygarlýk, Çev.: L. Arslan, Kabalcý Yayýnevi, Ýstabul, 2001. Sina Akþin (Yayýn Yön.), Ümit Hassan, Halil Berktay, Ayla Ödekan; Türkiye Tarihi (I) / Osmanlý Devletine Kadar Türkler, Cem Yayýnevi, Üçüncü Baský, Ýstanbul.

5


TASAVVUF Bölüm - I Ýsmail Özmen Tasavvuf, Tanrý, evren ve insan üçlüsünü bir bütünlük içinde görme olgusu yanýnda, insanýn baþka insanlarla, dahasý insanýn bizzat kendisiyle olan içsel iliþkilerini bir bütün içinde “arama, açýklama ve hesaplaþma” yöntemidir

B

Giriþ

asit ve düz bir söyleyiþle tasavvuf, felsefedeki idealist ekol içinde yer alan, Tanrý’nýn nitelikleri ile evrenin oluþumunu “varlýk birliði” (Vahdet-i Vücud) felsefî görüþüne uygun biçimde açýklamaya çalýþan dinsel ve felsefî bir akým olarak tanýmlanabilir. Ünlü edebiyatçý Aðâh Sýrrý Levend’e göre tasavvufta ana fikir, evrenin ancak “bir tek vücudunun” bulunduðuna inanmak ve baþka varlýklarý, o vücudun “tecellilerinden” ibaret saymaktýr. Tasavvuf bilimi ise, tasavvuf akým ve inancýnýn geniþ açýklamalarýný ve yorumlarýný yapan bir bilim dalýdýr. Tasavvuf neþvesi, tasavvuf inancýný benimseyenlerin duyduklarý huzur ve erince sûfîlerin verdiði ad olup bu insanla Tanrý’nýn baþbaþa kaldýðý bir evredir. Sonuçta bu aþamada insan “Tanrýlaþýr”, Tanrý “insanlaþýr”, hepsi “Bir” olur, varýlmasý istenen son amaç da zaten budur. Bir baþka söyleyiþle tasavvuf, Tanrý, evren ve insan üçlüsünü bir bütünlük içinde görme olgusu yanýnda, insanýn Tanrý ile baþka insanlarla, dahasý insanýn bizzat kendisiyle olan içsel iliþkilerini bir bütün içinde “arama, açýklama ve hesaplaþma” yöntemi olup bu yolun en eski toplumlardan baþlayarak zamanla oluþup geliþtiði de yadsýnamaz. Bu bakýmdan tasavvufun kaynaðýný “eski Hint ve Ýran geleneðinde, Orta Asya steplerinde” ve bu gelenekten esinlenen “Yeni Eflatunculuk felsefesinde” arayanlar olmuþtur ki, bunlarýn doðru iz sürdüklerini duraksamasýz söyleyebiliriz. Görülen odur ki; Hint dünyasýnda, bütün mabutlarýn üstünde ezelî ve ebedî bir Tanrý (Brahma) vardý ve bu Brahma eþyanýn (mebdei), bilinen ilk “kaynaðý”ydý. Sonsuz mutluluk Brahma’nýn vücudunda “yok” olmaktaydý. Budha mezhebine göre ruhun amacý en son aþama olan “nirvana”ya kavuþmaktý. Gerçekte nirvana bir tür yokluk evresidir ki, Ýslâm tasavvufunda bu evre, fenâ fillâh (Allah’ta yok olma) aþamasý olarak tanýmlanýp deðerlendirilir. Eski Mýsýr’da ise hayýr mabudu (Osiris) ile þer mabudu (Ýsis) algýlanmasý “olanaksýz” bulunan bir Tanrý’nýn tecellileri olarak kabul edilirdi. Eski Yunan âleminde, Sisamlý, ünlü matematikçi Pythagoras (öl. MÖ.584) ve yandaþlarý, maddi âlemin ardýnda ve ötesinde bir düþüncesel âlemin varlýðýna inanýyorlar ve “bu âlem sayýlar âlemidir” diyorlardý. Onlara göre, bu sayý (adet) mükemmelin tâ kendisiydi ve sayýlarýn hepsi sonunda “Bir”e indirgeniyordu. Aslýnda bu bir küllî ahenk, yani Allah’tý. Ksenophanes (öl. MÖ.600) ise “fânilerle kýyaslanamayan bir tek Allah vardýr.” seslendirmesini yapýyor ve evrenin içinde kabul ettiði bu Allah için “nereye baksam ayný varlýðýn tecellileriyle karþýlaþýyorum.” diyordu. Baldýran zehiri içerek MÖ.470 yýlýnda ölen Sokrates’in ünlü “nefsini bil, kendini taný” sözü, daha sonralarý, Ýslam dininde etik ve tasavvufun temel ilkelerinden biri olacaktý. Eflatun (Platon) (öl. MÖ.427) ise eþyanýn, “kendi zâtý ile kaim” bir varlýða sahip olmadýðýna inanýyor, eþyanýn bütünde ve “kendi zâtý ile kaim” bir takým gerçeklerin yani

6

(idea)’larýn var olduðunu ileri sürüyordu. Ruh, cismin karanlýk hapishanesine düþmeden önce bu “idealar âlemi”nde idi ve orada bu idea’larýn bütünü olan (küllî misâl) ulu ve tek Tanrý’yý görmüþtü (temaþa). Stoacýlar insanýn da evrenin de ruh ve bedenden yapýldýklarýný, insanýn küçük ölçü de bir evren olduðunu; evren’in ruhunun da Tanrý anlamýna geldiðini söylüyorlardý. Böylece insan, evrenin bir parçasý olduðunu anlayýnca, ölüm korkusundan kurtulacaktý. Çünkü bu anlayýþ içinde artýk ölüm, ruhun ortadan kalkmasý deðil, giderek evrenin ruhuyla birleþmesi, bir anlamda, ölümsüz ebedî âleme geçmesidir Musevîlik’te ise bu dinin kitabý olan Tevrat, Allah’ýn asýl kudretinin “kelâm” (söz) suretinde oluþup tecelli ettiðini ve bütün mevcudâtý yani var olan her þeyi Tanrý’nýn yarattýðýný kabul eder. Öyleyse, insan usunun bu varsayýmdan çýkaracaðý temel olguyu özetle söylersek o da þudur: Evren, bir bakýma “Kelâmullâh”týr, yani Tanrý sözüdür. Ýskenderiye felsefe ekolu ise zaman süreci olarak M.Ö.20’lerde, Allah’ýn vücud-u mutlak ve kemâl-i mutlak olduðuna, deðiþmediðine, çoðalmadýðýna, kelâm ile tecelli ettiðine inanýr. Allah dünyayý yoktan var etmiþtir. Bu dünyada görülen bütün “yaratýlmýþ”lar (mahlûkat) daha önce, manevî âlemde var olan öncesiz düþüncelere, temel kavram kalýplarýna göre vücut bulup husule gelmiþlerdir. Yeni Eflatunculuðun kurucusu olan Plotinos (M.S.205) ise giderek aklýn, vücudun ve töz’ün (cevher) üstünde bir Tanrý kabul etmiþ, O’na yüce baþlangýç (mebde-i ulâ) demiþtir. Plotinos’a göre, bu duyulur âlemin, yani mahsusat âleminin üstünde bir de “anlaþýlýr âlem” (mâkulât âlemi) vardýr. Mahsusat âleminde görülen yaratýlmýþlar, mâkulât âleminin “sonsuz görünümünden” ibarettir. Yine temel yapý ve iþleyiþ de ondan ibarettir. Ayrýca onlara göre Tanrý akýl yoluyla bilinemez. Tanrý’yý bilmek ve onun mutlak güzelliðine ve iyiliðine eriþmek için ancak vecd ve cezbe (ekstasis) yolu açýktýr. Aslýnda bu dahi gerçek bir aþamadýr; bu aþamaya ancak aþkla, yani dünya ile iliþkilerini keserek, Tanrý’yý sevmekle ulaþýlabilir.

Ý

Tasavvuf Sözcüðünün Etimolojik Kökenleri

slam tasavvufu, Ýslam dininin zuhurundan yaklaþýk olarak iki yüz yýl sonra, Arabistan, Ýran ve Horasan’da ortaya çýktý. Aslýnda tasavvuf sözcüðünün hangi dilden ve hangi kökten geldiði literatür de ve etimoloji alanýnda tartýþmalý bir konudur. Bu nedenle, duruma ve iþe bir de etimolojik ölçüler açýsýndan bakma gereðini duyuyoruz. Þöyle ki, gizemcilik (misticisme), gizem (mystery) sözcüðünün etimolojik kökeni, temelde gözleri ve aðzý kapamak, dilsiz olmak anlamýna gelen Grekçe’deki muein sözcüðünden gelir, mecazi söylemde “sýr tutmak” anlamýnda kullanýlýr. Sözcüðün gizli, erginleme törenleriyle iliþkili olabileceði düþünülerek “erginleme” anlamýna gelen muein sözcüðünden türetildiði anlaþýlmaktadýr. Bu sözcüðün bir türevi olan mustês ise “erginleþmiþ kiþi” anlamýnda kullanýlýr. Ayni kök kelimenin bir baþka türevi olan müstêrion ise “gizli tören, gizli þey” demektir. “Mysticisme” kelimesi Ýngilizceye Latince mysterium sözünden geçmiþtir, sonunda müstês’den türetilen mustikôs giderek zamanla en sonunda Ýngilizcedeki mystic sözcüðü ile mystical kelimesine dönüþmüþtür (A. Schimmel, Age, s. 20, dipnot). Tasavvuf sözcüðünü bir de etimolojik açýdan incelersek, tasavvuf mesleðini seçenlerin, sof, yani yünden yapýlmýþ bir elbise giydiklerinden dolayý kendilerine sûfî, yollarýna ise tasavvuf denilmiþtir. Hazreti Muhammet döneminde, ana mescidin sofasýnda yatýp kalkan evsiz-barksýz, yoksul sahâbeye, sofa ehli anlamýna gelen “Ashâb-ý Suffa” denirdi. Ýslam’daki sûfîlerde, bunlar gibi yokluðu, yoksulluðu benimsedikleri için kendilerine sûfî, yollarýna ise tasavvuf denilmiþtir. Bazýlarý ise, tasavvuf’un okun niþandan sapmasý, adamýn bir yana eðilmesi anlamlarýna gelen “suvûf” sözcüðünden geldiðini ileri sürmektedirler. Bu anlamda, tasavvuf ehli de dünyadan yüz çevirdiði için bu adla anýlmýþlar, mesleklerine de tasavvuf denilmiþtir. Tasavvuf sözcüðünün “sof” kelimesinden geldiðini söyleyenler de vardýr. Kendilerini Tanrý’ya adayanlar, mânen ve dinen ümmetin ilk safýnda bulunduklarý için sûfî adýný almýþlardýr. Bunlarýn statüleri gereði mesleklerine de tasavvuf adý verilmiþtir. Bazý yazarlara göre ise bunlar safâ’ya, yani kalb temizliðine, ihlâsa sahip olduklarýndan dolayý kendilerine sûfî, mesleklerine de tasavvuf

Sayý 4


denilir. Yine bazýlarýna göre, tertemiz anlamýna gelen safavî sözü, konuþma diline aðýr geldiði için sûfî’ye dönüþtürülmüþtür. Bir kýsým düþünürlere göre, kýrda, bayýrda, çölde biten “sûfâne” denen bir bitki vardýr. Sûfiler de iyi þeyler yemeyip riyâzata devam ettiklerinden, çok zaman azýksýz çöllere gittiklerinden, oradaki otlarla geçindiklerinden bu bitkiden kinaye sûfî adýný almýþlardýr. Yine bazý tarihçi bilginlere göre, Câhiliyye döneminde, yani Ýslamiyetten, Hazreti Peygamber’den önce Mudar boyundan Sûfa oðullarý, kendilerini Kâ’be hizmetine vakfetmiþlerdi. Her yýl yapýlan ziyaret döneminde Hac törenlerini bunlar idare ederlerdi. Sûfîler de kendilerini Tanrý hizmetine verdiklerinden bu boya nisbet edilerek sûfî adýyla anýlmaya baþlamýþlar, yollarýna da tasavvuf denilmiþtir. (Kuþeyrî, Ar-Risâlet’ül-Kuþeyriyye fi ilm’itTasavvuf, Bulak, 1284, s. 164; Et’Taarruf li Mezhebi Ehl’it-Tasavvuf, Mýsýr, 1933, s. 5; Avârif’ül-Maârif, Ýhyâ hâþiyesinden, c.1, s. 233; Nefeat tercümesi, Ýst. 1289, s. 82 ve devamý, aktaran Abdülbaki Gölpýnarlý, 100 Soruda Tasavvuf, s. 8). Bu kelimenin, geldiði Arapça dilindeki kurallara uymadýðý hâlde “tasavvuf” sözcüðünün yine de bu yola bir ad olarak verildiðini, kendilerine de “sûfî” denildiðini söylemek zorunda kalmýþ yazar ve düþünürler de mevcuttu diyebiliriz (Kuþeyrî, s. 165). Ancak Nasrâbâdî (öl. 366/976) tasavvufa iliþkin olarak yazdýðý ‘Al-Luma’fi’t-Tasavvuf’ adlý ünlü yapýtýnda, sof giydiklerinden sûfî diye anýldýklarýna dair rivâyeti tercih eder görünmekte (Leiden, 1914, s. 21, Nicholson basýmý) ve sûfî adýnýn sonradan uydurulmuþ bir ad olmadýðýný, hicrî 110/728 Recebinde vefat eden Hasan-ý Býsrî’nin, sûfî diye anýldýðýný ve ondan “tavaf ederken bir sûfî gördüm, ona bir þey verdim, kabul etmedi...” diye bir olayýn rivâyet edildiðini, Süfyân-ý Sevrî’nin de (öl. 161/777) “Ben Ebû-Haþim-i Sûfî’yi görmeseydim, riyânýn inceliklerini bilmezdim” dediðini, Yesâr oðlu Ýshak’ýn oðlu Muhammed’den ve baþkalarýndan, Câhiliyye devrinde, uzak bir yerden, bir sûfînin Mekke’ye gelip Kâ’be’yi tavaf ettiði hakkýnda rivâyetler nakl’olunduðunu bildirmekte ve “bunlar doðruysa” kaydýný koyup, bu adýn Ýslâm’dan önce de temiz ve üstün kiþilere verildiðini bildirmektedir (s. 23). Ama bütün bu rivâyetleri, kendinin de, “doðruysa” diye bildirdiði için kesinlik kazanmadýðý, onu doðrulayan baþka ve gerçekçi kaynaklar da bulunmadýðý açýktýr. Rahmetli Abdülbaki Gölpýnarlý, yukarýda sunduðumuz açýklamalarý yaptýktan sonra “tasavvuf” sözcüðünün Yunanca “sofos” sözünden Arapça’ya uydurulmuþ olduðunu, “sûfî” sözünün de tasavvuf sözünden türetildiðini, sonradan ilâhî ve dinî bir felsefe kimliði arzeden “kelâm” sözcüðünün de, yine Yunanca “logos” sözünün çevirisinden baþka bir þey olmadýðýný vurgulamaktadýr ki, ayni görüþü paylaþan yazar ve düþünürler de vardýr (Ferit Kam, Vahdet-i Vücûd, Ümmet Mat. Amire, 1331, s. 76; Þemseddin Sami, Kaamûs-ý Türkî, Tasavvuf ve Sûfî maddeleri; A. Gölpýnarlý, 100 Soruda Tasavvuf, s. 9; Meydan Larousse, c. 19, s. 88-89).

Kasým 2004

BÝR KÝTAP

Cam Altýnda Yirmi Bin Fersah Geleneksel Halk Resim Sanatýndan “Camaltý Resimleri” Hazýrlayan Þennur Þentürk Yapý Kredi Kültür Sanat Yayýncýlýk

Ç

eþitli koleksiyonlardan derlenmiþ birbirinden güzel tarihi camaltý yazý ve resimlerinin yer aldýðý bir serginin renkli baský katalogu olan bu kitabýn sunuþunu, “Geleneksel Halk Sanatý Camaltý Resimleri” baþlýklý makalesiyle Prof. Dr. Hüsamettin Koçan yapýyor. Söze, “Cam iki yüzlüdür. Hem görünen, hem gösterendir. Cam kýrýlgandýr. Belki görünmez olabildiði için öyledir; belki kýrýlgan olduðu için görülmez” diye baþlýyor. Camaltý resminde sanatçý, yapýt ve izleyici iliþkisini de þöyle þiirleþtiriyor: “Halk sanatçýsý camý arkadan boyar. Her fýrça darbesi, sanatçýyý ürettiði görüntüden uzaklaþtýrýr. Sanatçý, resmi izleyicinin gözüne yaklaþtýrýrken kendinden uzaklaþtýrýr.” Kitaptaki Unutulmaya Baþlayan Bir Halk Sanatýmýz: Camaltý Resimleri baþlýklý makalesinde Neveser Aksoy, cam altý resim ve yazý tekniði üzerine ayrýntýlý bilgi veriyor. Camaltý resmin tarihçesi üzerine de deðerli bilgilerin yanýnda, yazý-resimlere iliþkin þöyle diyor: “Dinin dýþýnda sanatsal uðraþlarýn da yapýldýðý tekkelerin 1925 yýlýnda kapatýlmasýndan sonra gün ýþýðýna çýkarýlan çok ilginç yazý-resim örneklerinde, özellikle Hz. Ali’ye baðlýlýklarýyla tanýnan ve tasvir yasaðýný önemsemeyen Bektaþilerin yaptýðý, Hz. Ali’yi gösteren portrelere, onu simgeleyen aslan resimlerine, tarikatýn sembolü on iki dilimli Bektaþý tacý ve on iki imamý temsil eden on iki köþeli teslim taþýyla Hz. Alinin meþhur çatallý kýlýcý Zülfikar’dan oluþan kompozisyonlara rastlanmýþtýr.”

deveci gibi gören oðullarý, göz yaþlarýný tutamayarak ona koþarlarken hepsi birden ortadan kaybolur. Hz. Ali göðe çýkmýþtýr.” Bu konuyla ilgili olarak kitapta Kul Himmet’ten aþaðýdaki dörtlüðe de yer verilmiþ: Arslan olup yol üstünde oturan Kendi cenazesin kendi götüren Selman idi ana nerkis getiren Hünkâr Hacý Bektaþ-ý Velidir. Hýfza Topuz, kitapta yer alan Tunus ve Senegal Camaltý Resimleri adlý yazýsýnda, yirminci yüzyýlýn ilk yarýsýnda Tunus’ta geliþme gösteren camaltý resimlerinde Mustafa Kemal’in tuttuðu aðýrlýklý yeri irdeliyor: “Kemalist devrimin baþarýsý Tunuslu ressamlarý için sayýsýz tablolara konu oldu. Mustafa Kemal’in fotoðraflarýndaki sert bakýþýný Tunuslu ressamlar yumuþattýlar. … Hazreti Ali’nin yüzlerinde görünen huzuru Mustafa Kemal’e de yansýttýlar. … Ne var ki, resimlerin çoðunda Mustafa Kemal gerçek Mustafa Kemal’e hiç benzemiyor. Ressamlar o yýllarda gazetelerde çýkan resimlerden esinlenmiþler ve belki de Mustafa Kemal’in fotoðraflarýyla Ýnönü’nün fotoðraflarýný birbirine karýþtýrmýþlar.” Dergimizin bu sayýsýnýn çeþitli sayfalarýnda bu kitapta yer alan yüzün üzerinde yazý-resim ve hat sanatý örneklerinden bir kaçýna yer veriyoruz. Ancak bu siyah beyaz baskýlar, kitapta yer alan renkli baskýlarýn soluk bir kopyasý olmaktan öteye gidemiyor. Kitabýn aslýnýn görülmeye deðer güzelliðini yansýtmýyor.

Esen Uslu Cam Altýnda Yirmi Bin Fersah Geleneksel Halk Resim Sanatýndan “Camaltý Resimleri” Hazýrlayan Þennur Þentürk Yapý Kredi Kültür Sanat Yayýncýlýk ISBN 975-08-0830-4 Kuþe Kaðýda Renkli Baský, Ekim 1997, Ýstanbul 29 x 23 cm - 140 sayfa - 45M TL

Aksoy, insan figürlü kompozisyonlar arasýnda “Hz. Ali ve Devesi” türünün tuttuðu özel yeri þöyle anlatýyor: “Bu resimlerde … devenin üstündeki tabuttaki kiþi de, devecinin kendisi de Hz. Ali’dir. Biri maddi vücudu, diðeri manevi vücudu simgeler. … Vilâyetname ve menakýbnamelere göre Hz. Ali ölüm döþeðinde oðullarý Hasan ve Hüseyin’i yanýna çaðýrarak ‘Yarýn sabah bir pir gelecek, bu pirin arkasýnda bir deve üzerinde bir tabut bulunacak. Bu pire dikkat edin, o beni Muhammed’in yanýna götürecek” der. Bu sözlerden sonra ölür. Pir deveyle geldiðinde, Hasan ve Hüseyin Hz. Ali’yi tabuta koyup, deveye yüklerler ve daha sonra pirin tabutu nereye götüreceðini merak ettiklerinden peþine düþerler. Uzun bir süre sonra, pir yüzünden örtüyü kaldýrdýðýnda, Hasan ve Hüseyin bu kiþinin Hz. Ali olduðunu görürler. Hz. Ali’yi dirilmiþ ve kendi tabutunu çeken bir

7


Kuþatma Altýndaki Dergâh ve Alevi Toplumuna Kýrk Sorulu Resmi Dayatma Ýsmail Kaygusuz

Alevi-Bektaþi inanç birliði, Hacý Bektaþ Dergâhý çevresinde, Postniþin’in inanç önderliðinde gerçekleþecektir. Arkasýndan, Aleviliðin özündeki insan sevgisinde bütünleþen, “malý mala, caný cana katmak”, “dünya nimetleri ne senin, ne benim, cümle varlýk halkýndýr” ilkelerini temel alan eþitlikçi-paylaþýmcý toplumcu siyaset birliði gelecektir.

B

u yýl ilk kez Hacýbektaþ þenliklerine katýlma olanaðý buldum. Hünkâr Hacý Bektaþ Veli’nin türbe ve dergâhýný ziyaret edebildim. Çeþitli bölgelerden gelmiþ Alevilerle sohbet ettik. Ýnsanlarýmýz Dede’lerin babalarýndan sözlü olarak naklen getirdikleri yalan-yanlýþ ve kýrýk-dökük geleneksel bilgilerle Aleviliði öðrenmiþ. Hak-Muhammet-Ali zikri ve Ali’nin, evliyalarýn bazý keramet söylencelerinden baþka bir þey bilmiyor; Aleviliði bunlardan ibaret sanýyor. Alevilik tarihi ve felsefesine dair anlatmaya çalýþtýklarýmýza kuþkuyla bakýyor, inanmak istemiyorlar. Ýnsanlarýmýzda okuma alýþkanlýðý yok denecek kadar az. Öbür yandan egemen Ortodoks Ýslamýn, yani Sünniliðin Hanefi ilkeleri, Ýslam dini adýna, minareden baþlayarak her türlü iletiþim araçlarýyla beyinleri bombardýman etmektedir. Sözde-laik Türkiye Cumhuriyeti içinde, “devlet içinde devlet” gücünde, teolojik bir yapýlanma olan Diyanet aracýlýðýyla asimilasyon sürdürülmekte. Hanefilik Devletin gizli (resmi) dinidir. “Alevilik halk Sünniliðidir; Alevilik-Bektaþilik Hanefiliðe baðlý Nakþilik, Kadirilik, vb., gibi bir tarikattýr, Alevilik Þamanizm kökenlidir ve bir Türk inancýdýr. Alevilik Sünniliðin karþýtý deðildir, aralarýnda fark yoktur ve Ýslam içinde kültürel bir gelenektir, çünkü Sünniler de Ali’yi ve Ehlibeyti sevmektedir, vb.” gibi çok sayýda Türkçü ve Ýslamcý tanýmlamalar çerçevesinde makaleler ve kitaplar yazýlýyor. Laik olduðunu söyleyen devlet -Diyanet dýþýnda da- çeþitli bakanlýklarýnýn teþvik ve mali destekleriyle bazý Üniversitelere bunlarý yaptýrýyor. Aþaðýda anlatacaðýmýz yeni bir örneði Hacýbektaþ þenliklerinde yaþadýk.

Bir Kuþatma ki... Beldenin emekli general belediye baþkaný, “devletin birlik ve bütünlüðünü korumak (!)” için, törenlerde Alevi toplumu adýna, ne Alevi-Bektaþi demokratik kitle örgütlerinden birinin, ne de -asýl konuþmasý gerekenHacý Bektaþ Dergâhý postniþininin konuþmasýna izin verdi. Zaten emekli bir generalin Hacýbektaþ Belediye baþkanlýðýna baðýmsýz olarak adaylýðýný koyup seçilmesiyle birlikte Hacý Bektaþ Dergâhý tam kuþatma altýna alýnmýþ bulunuyor. Kuþkusuz bir askeri kuþatmadan deðil, resmi devlet felsefesi ve dayatmacý siyasetinin kuþatmasýndan söz ediyoruz. En baþta amaç þenliklerin niteliðinin kültür ve sanat turizmini aþýp, inanç turizmine dönüþmesini önlemektir, çünkü oraya akýn eden Alevi inançlý halk, turist gibi gezip-görmeye deðil, ceminde, deminde-devranýnda adýný zikrettiði, “dilde dileklerini, gönüldeki muratlarýný veren Hünkâr Hacý Bektaþ Veli”nin dergâhýný ziyaret etmeðe, türbesine yüz sürmeðe geliyor. Keramet söylencelerinin geçtiði alanlarý dolaþýyor, iç dünyasýný doyuruyor ve kutsal hazzýný yaþýyor. Aleviler için orasý Hac beldesi! Ama Devletin gizli dini Sünni-Hanefiliðin Diyaneti bu “vilâyet-velilik-insan-ý kâmil” inancýný “batýl” ve sapkýnlýk gördüðü için yasaklayýcý fetvalar veriyor. Bunlar tutmayýp tepki alýnca, Ýslam dini sadece Hanefi mezhebi ve onun dogmatik kurallarýymýþ gibi, Aleviliði ve bu inanç sistemine özgü erkâný, (kurallarý) kültürel gelenekler olarak adlandýrarak bir dinsel inanç olmaktan uzaklaþtýrma çabasýna giriþiyor. Gerçekte devleti ürküten ve beldeye Türkçü-milliyetçi emekli askerin belediye baþkaný seçilmesini saðlayan neden, Alevi-Bektaþi inanç birliðinin, bugünkü savrulmalarýn çok yakýnda biterek, erinde gecinde Hacý Bektaþ Dergâhý çevresinde ve Ali soylu Ýmamlar’dan inme Hacý Bektaþ Veli’nin torunlarýndan Dergâh Postniþini’nin inançsal önderliðinde gerçekleþeceði bilincinde olmasýdýr.

8

Ama asýl endiþe, bunun arkasýndan, Aleviliðin özündeki insan sevgisinde bütünleþen, “malý mala caný cana katmak”, “dünya nimetleri ne senin, ne benim, cümle varlýk halkýndýr” ilkelerini temel alan eþitlikçipaylaþýmcý toplumcu siyaset birliðinin geleceðidir. (Öyle Alevilerin partisi biçiminde siyaset yaparak deðil! Bunu zaten kendisi teþvik edip, uygulamaya geçirterek, bölünmeleri çok iyi saðladý.) Asýl kuþatma, bu siyasal geleceði uzaklaþtýrmaya ve engellemeye yöneliktir.

Dergâh ve Tarihsel Saptamalar Devletin bu eylemi, 1447’den 1501’e kadar süren büyük Kýzýlbaþ (Safevi) Ýhtilalini bir yana býrakýnýz, bunun dýþýnda geliþen 1509-1511 Þah Kulu, 1512-13 Nur Halife, 1525 Baba Zünnun, 1527 Kalender Þah (Çelebi) vb. tamamýyla Anadolu’ya dönük Osmanlý zulmüne karþý, Kýzýlbaþ baþkaldýrý hareketlerinin Dergâh çevresinde oluþan siyasal birlikten kaynaklandýðýný bildiði için olmalýdýr. Osmanlý siyaseti bunlardan dolayý, 300 yýl önce ölmüþ olan Hacý Bektaþ Veli’yi hadým edip (!) çocuksuz olduðuna ferman buyurarak, 1551’de Paþa unvanlý Sersem Ali Baba’yý (ö.1559) Dergâh’ýn baþýna atadý ve kendisine baðlý yeni bir Bektaþi kolu (Babagan) yarattý. Dergâh, Hacý Bektaþ evlatlarýnýn elinden alýndý. Çok deðil yirmi yýl sonra Osmanlýnýn bu kuþatmasýna, Dergâh’a el koymasýna karþý çok geniþ bir protesto ve baþkaldýrý hareketi görüyoruz. Osmanlý belgelerinin “Düzmece Þah Ýsmail olayý” olarak adlandýrdýklarý 1577-8’de Þam Bayadý Türkmenlerinin baþlattýðý bu baþkaldýrý, Suriye’den baþlayarak Güneydoðu, Orta ve Güney Anadolu’yu sarmýþ. Þah Ýsmail adýyla ortaya çýkan bu Alevi halk önderi, elli bin kiþinin baþýnda Hacý Bektaþ Dergâhý’ný ziyaret ederek, kurbanlar kesip, kazan kaynatarak toplu Hac tapýnmasý ve büyük Görgü Cemi gerçekleþtirmiþtir. Öyle anlaþýlýyor ki, bu olayda Dergâh Hacý Bektaþ evlatlarýna teslim edildi ve hareketin önderi huruç (ayaklanma) için destur (izin, icazet) aldý. Yukarýda söylediðimiz Alevi ayaklanmalarýnýn hiçbirinde böylesine açýk tavrý belirleyen belge yoktur. Oysa hepsinin de Dergâh ile iliþkileri bulunmaktaydý; hareketlerin önderleri ya oraya baðlý halifeler ya da Kalender Þah gibi bizzat Hacý Bektaþ evlatlarýndan Dergâh postniþiniydi. Lala Mustafa Paþa’ya baðlý askeri güçler tarafýndan 1578’de ezilmiþ Düzmece Þah Ýsmail hareketinin özel bir önemi vardýr: Hacý Bektaþ Dergâhý gerek Osmanlý gerekse Safevi Ýran topraklarýnda yaþayan tüm Alevi-Bektaþi-Kýzýlbaþ topluluklarýn baðlý bulunduklarý inanç merkeziydi. Kýzýlbaþ Safevi Devletinin kuruluþ ve Þah Ýsmail (1502-15024) ve kýsmen Þah Tahmasp döneminin (1524-1576) ortalarýna kadar Erdebil Dergâhý ünlenmiþ ve öne geçmiþ görünse de, bu baðlýlýðý olumsuz yönden etkilememiþtir. Düzmece Þah Ýsmail ayaklanmasýný, bu özelliði dolayýsýyla, Dergâh’ýn Hacý Bektaþ evlatlarýnýn elinden alýnmasýna yapýlan büyük karþý çýkýþ-protesto olarak görmek gerekiyor. Bu karþý çýkma sýrasýnda Dergâhýn baþýna Hacý Bektaþ evladý yeniden postuna oturtulmuþsa da, 1620 yýlýnda Þeyh Ýbrahim Ocaðý Seyyidlerinden Þahkulu oðlu Þah Hüseyin’e verilmiþ bir Ýcazetneme gösteriyor ki, Hacý Bektaþ evladý postniþinler Kerbelâ’ya sürülmüþtür. Orada kurduklarý Hacý Bektaþ Tekkesi’nin baþýnda bulunmakta ve oradan Dede’lere icazet vermektedir.1 Yaklaþýk üç yüzyýl sonra Yeniçeri kýrýmýnýn (1826) arkasýndan Hacý Bektaþ Veli Dergâh’ý yine Hacý Bektaþ evlatlarýnýn elinden alýnýp, Nakþibendi’lere verilerek Sünnileþtirmeðe gidilmiþ. Son postniþin Seyyid Hamdullah Çelebi (1767-1836) Amasya’ya sürgün edilmiþtir. O yaþamýnýn son yýllarýný sürgünde geçirirken, Alevi-Bektaþi toplumu olaya seyirci kalmamýþ, dönemin koþullarýna uygun biçimde davranarak Padiþah’a Anadolu’nun her köþesinden, Dergâh postniþini mürþidlerinin sürgün cezasýnýn kaldýrýlýp, yeniden postuna-makamýna oturtulmasýný; Hacý Bektaþ Dergâhý’nýn Hacý Bektaþ Veli evlatlarýna geri verilmesini talebeden ve her biri yüzlerce imzalý mektuplar göndermiþlerdir. Bu eylem, olay gerçekleþinceye dek sürmüþtür. Ýþte bu dönemde yine devletin de teþviki ve bozulmuþ Kerbelâ’daki Nakiplik Teþkilatý’ndan çoðu rüþvetle alýnan Seyyidlik Þecerename’leri artmaya ve bazý çýkarcý Seyyid Ocaklarý, Safevi Kýzýlbaþ Þah’larýyla iliþki ve fermanlarýný ortaya çýkarmaya baþlamýþtýr. Hacý Bektaþ Veli’ye

Sayý 4


baðlýlýklarýný yadsýmýþlardýr. Artýk Ýran’da Safevi Hanedaný olmadýðý ve Kýzýlbaþlýðýn da esamisi okunmadýðý için dönemin Osmanlý yönetimi bunlarý önemsememiþ, tersine, Dergah’ýn etki alanýný azaltmak için Seyyid Ocaklarý’nýn bu giriþimini desteklemiþtir. Oysa Safevilerin güçlü olduðu Þah Abbas-I (1587-1629) döneminde Þeyh Ýbrahim Ocaðý dedesi Kerbelâ’daki Hacý Bektaþ Dergâhý’nda “kazan kaynatýp sofra ve çerað almaya hak kazanarak” Ýcazetname alýyordu. Tarihsel Alevi (halk) hareketlerinin diyalektik analizleri hiçbir zaman doðru yapýlmamýþ, Osmanlý gözüyle bakýlarak, devlet ve yönetim düþmaný “Celali eþkýyalar” biçiminde adlandýrýlmýþtýr ve böyle anlatýlmaya devam edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti yönetimi ise, kendisini Selçuklunun, Osmanlýnýn yerine koymak gibi çaðdaþ olmayan bir davranýþýn, yanýlgýnýn içindedir. Yirmi birinci yüzyýldayýz, Selçuklu ve Osmanlý dönemlerini ve Anadolu Ortaçaðýnýn koþullarýný yaþamýyoruz ki, yüz binlerce Alevi-Bektaþi’nin yýlda bir kez Hacýbektaþ’ta toplanýp hac ziyaretini ve cem-cemaatlarýný hep birlikte yaparak görüþüp tanýþmalarý, sevgi ve dostlukta bütünleþmelerinden devlet rahatsýz olsun! Alevi-Bektaþi toplumunun “Hak-Muhammed-Ali” yolunun gerektirdiði inanç-tapýnç uygulamalarý baðlamýnda Hacý Bektaþ Veli Dergâhýnda birlik olmak; on üçüncü yüzyýlýn ikinci yarýsýnda kuruluþundan beri Anadolu Alevi-Bektaþilerinin baðlý bulunduklarý Dergâh’ta birlikteliði yeniden yaþama geçirmek istemesine devlet niçin çekince koyuyor? Bugün devlet, Alevileri, dýþtan “sizler birinci sýnýf vatandaþlarsýnýz” diye pohpohlarken, kafasýnýn ardýnda “potansiyel” düþman olarak algýlayýp, Osmanlý gözüyle bakmayý terk etmek zorundadýr. Alevi-Bektaþi toplumunun istekleri açýk ve seçik ortadadýr: Demokrasi ve eþitlik içinde, kutsal bildiði her þeyiyle; kutsal yerleriyle, velileriyle, kâmil insanlarý dedeleri-pirleri-rehberleri, mürþidleriyle kendi inançlarýný ve kültürlerini gizlemeden ve rahatsýz edilmeden yaþamaktýr. Tapýnma yerleri cemevidir. Demokrasi ve insan haklarý çerçevesinde kimliðimize, inanç ilkelerimize, tapýnma eylemlerimize ve bunu uyguladýðýmýz cemevine saygýlý olunsun. Öyle azýnlýk-mazýnlýk da deðiliz, ülke nüfusunun üçte bir çoðunluðunu oluþturan bir heterodoks inanç topluluðuyuz. Ve biz gayri-Sünni, yani Sünnilik dýþý Ýslama inanýrýz; Ýslamýn bâtýni yorumu üzerinden HakMuhammed-Ali yolunu sürüyoruz.

Bektaþ Veli’nin kerametlerinin geçtiði yerler olarak inanýlan kutsal alanlarý söylenceleriyle birlikte tanýtýcý bir kitap hazýrlardý. Hacýbektaþ belediye baþkaný olmak, kendi kafasýna ya da yandaþlarýnýn düþünce ve görüþleri doðrultusunda Alevi-Bektaþiliðin inanç kurallarý ve temel esaslarý hakkýnda kitap yazma hakkýný vermez. Hacýbektaþ Belediyesi böyle bir kitabý, ancak ve ancak Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’yla iþbirliði yaparak ve Dergâh postniþininin denetiminde hazýrlayabilirdi. Bu da açýkça belirtilirdi. Oysa bunlar olmadý. Çünkü yukarýda anlattýðýmýz nedenlerden dolayý Hacýbektaþ ve Hacý Bektaþ Veli Dergâhý kuþatma altýndadýr. Bu davranýþ, Türkiye nüfusunun üçte birini oluþturan Alevi inançlý topluma faþizanca bir dayatmadýr. Sizin inancýnýz, ilkeleriniz, tapýnmalarýnýz inançsal yaþam tarzýnýz budur; bunun dýþýndaki görüþ, düþünce ve davranýþlarýnýz devlete karþýdýr; ya düþündüðümüz ve çizdiðimiz yolda yürür bizimle birlikte olursunuz ya da hiç yoksunuz, demektir bu! Hacýbektaþ Belediyesi’nin birinci yayýný olarak çýkan bu kitabý hazýrlayanlar, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacý Bektaþ Veli Araþtýrma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Alemdar Yalçýn ve çalýþma ekibidir. Kitabý finanse eden Kültür ve Turizm Bakanlýðý’dýr. Yineliyoruz, Serçeþme Hünkâr Hacý Bektaþ Veli Dergâhý devletin kültürel kuþatmasý altýndadýr. Bunu yýllardýr görevlendirdiði Gazi Üniversitesi aracýlýðýyla yapmaktaydý. Yetmedi, þimdi yerel yönetimi de devreye soktu. Bu, Alevi-Bektaþi toplumun “Dergâhta Birlik” belgisiyle, Hacý Bektaþ Veli’nin “Bir Olalým, Ýri Olalým, Diri Olalým” ilkesini uygulama giriþim ve çabalarýnýn önünü kesmek içindir. Kendi resmi düþünce ve görüþlerini çeþitli yollarla yaygýnlaþtýrýp, Alevi toplumu gözlem ve denetim altýna almaktýr. Hacý Bektaþ Veli Dergâhý, birliðimiz ve dirliðimizin simgesidir. Ne Hacýbektaþlýlara, ne de devlete aittir; Anadolu’da, Ýran, Azerbaycan, Irak, hatta Suriye’de ve Balkanlar’da yaþayan tüm AleviBektaþi inanç topluluklarýnýndýr, hepimizindir. Orada toplanmak ve Dergah’ta inanç birliðimizi saðlamak zorundayýz. Hacý Bektaþ Veli evlatlarý da -birilerinin sürekli körüklediði- aralarýndaki nizayý-çekiþmeleri býrakýp kendilerine gelmeli ve mürþid-i kâmil derecesinde deðerli insan postniþin Veliyettin Ulusoy’un çevresinde kenetlenerek, Ulu Dergâh’ýn onurlu geçmiþine ve geleceðine sahip çýkmalýdýrlar. Yoksa bir bakarsýnýz dönme bir ilahiyatçý Profesörü, Sersem Ali Baba gibi Dergâh’ýn baþýna atayýverirler!

Koþun, Belediye Bedava Kitap Daðýtýyor!

Kitap Hazýrlamanýn Arka Planý

eldenin emekli general belediye baþkaný, “devletin birlik ve bütünlüðünü korumak(!)” için Alevi toplumu adýna, ne Alevi-Bektaþi demokratik kitle örgütlerinden birinin ne de -asýl konuþmasý gereken- Hacý Bektaþ Dergâhý postniþininin konuþmasýna izin verdi. Bu yüzden Alevi-Bektaþi demokratik örgütlerin ve sanatçýlarýn bir kýsmý bu yýlki Hacý Bektaþ Þenliklerine katýlmayarak durumu protesto ettiler. Bize göre örgütler de, sanatçýlar da meydaný boþ býrakmayarak, þenliðe katýlýp, protestolarýný bir þekilde Hacýbektaþ’ta yapmalýydýlar. Bu, çok daha etkili olurdu. Ama asýl üzerinde durmak istediðimiz, bedava daðýtýlan “Sorularla Alevilik-Bektaþilik” adýndaki kitaptý. Devletin Alevilere karþý tutum ve davranýþýný irdelerken, güncelin tarihseline girmek, diðer bir söylemle tarihselliði güncelle birleþtirmek zorunda kaldýk. Evet, devlet resmi felsefesi olan Türk-Ýslam sentezi anlayýþý çerçevesinde, kýrk soru içinde -Aleviler dýþlanarak- Aleviliðin taným ve açýklamasýný 61 sayfalýk bir kitaba sýkýþtýrýp, on bin adet bastýrarak, bedava daðýttýrýyor! Belediye Baþkaný Ali Rýza Salmanpakoðlu’nun yazdýðý önsözün sonuna düþtüðü nottan, kitabýn kimler tarafýndan yazýldýðý anlaþýlýyor:

Biz yeni kitaplar yazýlmasýna, düþünce ve yeni bilgilerin insanlarla paylaþýlmasýna karþý deðiliz. Ama toplumun tüm kesimlerini din ve inançlarýna saygýlý olmasý gereken devlet yönetimini elinde bulunduranlarýn, kimseye “sizin inancýnýzýn esaslarý bunlardýr, dolayýsýyla bunlarýn dýþýndaki kurallar yanlýþtýr-batýldýr, geçersizdir” diye tanýmlamalar yapmaya hakký yoktur. Bu hakký kendisinde gören devlet laik ve demokratik bir devlet olamaz; Alevi-Bektaþi inanç toplumunun iznini ve desteðini almadan bu kitabý yazan ve yazdýran yöneticiler anayasal suç iþlemiþtir. Devletin çaðdaþ, demokratik ve sosyal bir halk yönetimi niteliðini kazanmasý için din ve inançlarla her türlü baðýný kesmesi zorunludur. Devletin iþi, toplum bireylerinin din ve inançlarýný bilinç ve vicdanlarýnda taþýmalarý, dýþavurmalarý ve uygulamalarýna özgürlük saðlamaktýr. Din tayin etmek ve inanç tanýmlamasý yapmak deðildir. Devlet gerçekten “laik” olmadýkça, yani dinsel düþünce ve uygulamalarýn tanýmlanmasýný, eðitim ve öðretimini kendi resmi yaþamýndan çýkarmadýkça çaðdaþ, demokratik ve sosyal olma özellikleri kazanamaz. Çaðdaþ devletin görevi, en baþta dinin ve dinsel tapýnmalarýný düzenlenmesini, kýsacasý din iþlerinin yürütülmesini bir devlet hizmeti olmaktan çýkartarak, bireyin din ve vicdan özgürlüðünü güvence altýna almaktýr. Alevilik-Bektaþilik hakkýnda bir kitap hazýrlama olayýnýn iki yýllýk bir arka planý var. Yukarýlarda karar veriliyor: “Her kafadan bir ses çýkýyor; ilahiyat bilginlerinin yönlendirmesi çerçevesinde Alevi-Bektaþiliði tanýmlayan bir kitap yazýlsýn.” Bu konularda yetkilendirilmiþ ve deneyimli Gazi Üniversitesi görevi yükleniyor. Önce çalýþma yapacak ve yazar adaylarý saptayýp bir yazarlar kurulu oluþturmak için bir ön komisyon kurulmasý gerekiyor. Bu komisyon, gizli olmak koþuluyla ortak karara varýncaya kadar her ay bir toplantý yapacak. Tanýnmýþ büyük kapitalist bir Alevi sponsor seçilip, bu onun önerisiymiþ süsü verilerek, ön komisyon üyeleri saptanýyor. Böylece Gazi Üniversitesi Rektörü baþkanlýðýnda, Türk Kültürü ve Hacý Bektaþ Araþ-

B

“Kýrk soruda Alevilik ve Bektaþilik’in temel esaslarýný vermek için hazýrlanan bu yayýnýn yararlý olacaðý kanýsýndayým. Bu eserin hazýrlanmasýnda bilimsel katký saðlayan Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacý Bektaþ Veli Araþtýrmalarý Merkezi Müdür Prof. Dr. Alemdar Yalçýn ve çalýþma ekibine teþekkür ederim.” Bu toplum, “Alevi-Bektaþiliðin temel esaslarýný vermek” size mi düþtü? Size, “bu esaslarý hangi ölçütlere göre saptadýnýz? Bunlarý saptarken Alevi-Bektaþi inancýnýn pirleri, mürþidleriyle görüþüp, danýþtýnýz mý?” diye sorarsa, yanýtlarýnýz ne olur? Beldesine hizmet yapmak isteyen sýradan bir Belediye Baþkaný, ya Hacý Bektaþ Veli üzerine yayýnlanmýþ, onu tanýtýcý araþtýrma-inceleme yazýlarý ve makalelerden bir seçki ya da örneðin Vilayetname’de Hacý

Kasým 2004

(Devamý Sayfa 10’da.)

9


(Baþtarafý 9. Sayfada)

týrmalarý Enstitüsü’nü temsilen, bir ilahiyat doçenti ile toplantýlarýn mali sponsoru Alevi zengini, Ankara’da kendilerine yakýn bulduklarý Alevi kuruluþlardan iki temsilciyle birlikte, kerhen de olsa Hacý Bektaþ Dergâh’ýndan bir temsilci çaðrýlarak altý kiþilik ön komisyon oluþturuluyor. Ýkinci toplantýdan sonra, aday yazarlar arasýnda adým geçtiði için benim de haberim oldu. Alevi-Bektaþi inanç ve düþüncesiyle ilgili görüþlerimin büyük çoðunluðuna katýldýðý için beni yazar adayý gösteren ön komisyon üyesine, olayla ilgili olarak görüþ ve düþüncelerimizi bildirdim. Diðer Alevi üyelerin pek konuþmadýðý ve Türk-Ýslam sentezci anlayýþýn dümen suyuna gittiði birkaç toplantýdan sonra komisyonda Alevilik kitabý hazýrlanmasý düþüncesinden vazgeçilerek, eski bir elyazmasý Alevi kaynaðýnýn Türkçeleþtirilmesi kararý alýnmýþ. Sonradan öðrendik ki, sadece tek bir üyenin, kendi görüþleriyle birlikte, benim düþünce ve önerilerimin de toplantýlara yansýtmasý ve ancak bu koþullar çerçevesinde böyle bir kitap hazýrlanabileceðini sýk sýk vurguladýðý ve bu görüþleri komisyondaki diðer Alevi üyeler de onayladýðý halde, bu görüþler kabul görmemiþ ve komisyon daðýlmýþtýr. Kendisi istemediði için adýný veremediðimiz bu kiþi, inançsal sorumluluðundan beklenen onurlu davranýþý göstererek, aþaðýya aldýðýmýz sorularý sorarak, özetle þu görüþ ve önerileri komisyonda ýsrarla savunmuþtur: “1. Katolik ya da Ortodoks Hristiyan teologlara, tarihçi ve yazarlara Ýslam dinini ve özellikle Sünniliði anlatan, tanýmlayan ve kurallarýný belirleyen bir kitap yazdýrtmak ister misiniz? 2. Bir Oniki Ýmamcý Þii ya da Alevi yazarýn-araþtýrmacýnýn, býrakýnýz bunlarý, Hanefi Sünnilikten, Caferi Þiiliðe geçmiþ, mezhep deðiþtirmiþ bir ilahiyatçýdan Hanefilik ve Maturidi anlayýþý üzerinde Hanefi Sünniliðini tanýtacak bir makale, bir kitap yazmasýna ne derece güvenebilirsiniz? 3.Ya da ateist bir bilim adamýndan Hanefiliði tanýtýcý kitap yazmasýný ister misiniz? Þimdi dürüstçe yanýtlayalým lütfen! Hiçbirine de yazdýrmak istemeyeceksiniz kuþkusuz. Doðrusu, sizin inandýðýnýz Hanefiliði-Maturidiliði anlatacak ve tanýmlayacak kitabýn, Hanefi mezhebine mensup yazar, tarihçi ya da ilahiyatçýlar tarafýndan yazýlmasýdýr. Bunu istemekte de haklýsýnýz, baský yapýlýrsa karþý koymaya da hakkýnýz var. Þimdi olaya tersinden, yani Alevilik-Bektaþilik açýsýndan bakalým. Hanefi Sünniliðin egemen olduðu, dahasý Hanefi mezhebinin Ýslam dininin kendisiymiþ gibi sunulduðu Türkiye Cumhuriyeti’nde bu mezhebe göre örgütlenmiþ ve mensuplarýna hizmet veren Diyanet Ýþleri ve Ýlahiyat fakültelerinin Aleviliði tanýmlamaya ve inanç kurallarýný belirlemeye, en sýradan söylemle ‘Alevilik budur, Alevilik þudur’ diye tarif etmeye ne haklarý var? Ülke nüfusunun üçte birini oluþturan bir koca toplum inancýnýn tanýmýný yapma ve bu konuda kitap yazma yetkisini onlara vermedi ve vermez de. Çünkü onlarýn, doðrudan kendi Sünni Hanefi-Ýslam anlayýþlarý açýsýndan Aleviliðe nasýl baktýklarýný çok iyi biliyoruz. Ben þahsým olarak Alevi-Bektaþi inancýný, tarihi ve felsefesini, Alevilik toplu tapýnma (Cem) kurumlarý ve yolumuzun tüm yaþam ve moral kurallarýný, ulularýný anlatan ve öðreten bir yapýta gereksinim olduðuna inanýyorum. Böyle bir geniþ yapýtýn özeti de gerektiðinde ders kitabý olarak okutulabilir. Þimdi önerilerimi sunuyorum: 1. Ýlke olarak bu kitabý hazýrlayacak kurulun dörtte üç çoðunluðunu Alevi yazarlar oluþturmalý, 2. Bu Alevi yazarlar bir ön toplantý yaparak bir baþkan seçtikten sonra, çalýþmalarý sýrasýnda Hanefi Sünni kimliðinden sýyrýlabilecek demokrat Ýslam bilgini (ilahiyatçý) ve tarihçilerini kendileri saptamalý. Arkasýndan kurul baþkaný o kiþilere çaðrý çýkarmalýdýr. 3.Türkiye düzeyinde (çeþitli bölgelerde) fiilen dedelik yapan, yani yol ve erkân yürütmekte olan post sahibi dedeler ve babalardan oluþan en az on iki kiþilik danýþma ve bilgilenme kurulu oluþturulmalýdýr. Bu kurulun üyelerinin görevi sadece kendi bölgelerindeki Aleviliðe iliþkin geleneksel bilgi ve uygulamalarý anlatmak olacaktýr. 4. Kurulun baþkaný ve üyeler arasýndan seçilecek konunun uzmaný üç Alevi yazar bir Sünni teknik yardýmcýdan oluþan redaksiyon üst kurulu oluþturulur. Hazýrlanan kitap son inceleme ve düzeltimleri bu üst kurul yapar ve yayýma hazýrlar...”

10

Bu öneriler üzerine komisyon daðýlmýþ. Kamuoyundan gizlenen bir toplantýya katýlmayý baþtan reddetmesi gerektiði halde katýlmýþ olmasýna raðmen, ecdadýna uygun bir davranýþ göstererek, bu görüþ ve önerileri savunan kiþiyi candan kutluyoruz. Eðer o kiþi de diðer iki kuruluþ temsilcisi gibi görevlilerin dümen suyunda hareket etseydi, çýkacak kitabýn baþ sorumlusu suçlamasýndan zor kurtulurdu. Ne çeþit kitap çýkarsa çýksýn, umurlarýnda olmayan iki Alevi kuruluþu temsilcisine gelince; bir zamanlar eski Cumhurbaþkaný Demirel’in koltuðunda vakýf binalarý temeli atan, açýlýþ yapan, her dönemde rüzgâra göre hareket ederek yukarýdakilerle kafa-kol çýkar iliþkilerini kesmeyen bu kiþileri, bugünlerde televizyonlarda, basýn toplantýlarýnda “Alevilik Ýslam dýþýdýr” saçmalýðýnýn sözcülüðünü yaparken görüyoruz. Böyle birkaç toplantýdan sonra, Alevi temsilcilerini de suç ortaðý yaparak istedikleri biçimde kitap yazdýrma giriþimi sona ermiþti. Hacýbektaþ Belediyesi kullanýlarak yayýnlanan bu kitap, devletin verdiði kararýn uygulanmasýydý. “Siz istemeseniz de, biz yapacaðýz” dediler ve yaptýlar. Hacý Bektaþ Veli Þenliklerinde Alevilere, Aleviliði öðretmek için daðýttýlar. Alevi canlar da “devlet bizi ne kadar çok seviyor, bedava kitap daðýtýyor” diye, çoook sevinmiþ; bir yerine iki alanlar (!) da olmuþtur.

Kitaptan Tek Bir Soru Örneði Yeter

K

itap, Alevi halklarýn on üç, on dört yüzyýldýr yaþamakta olduðu Allah-Muhammed-Ali birliði, Ehlibeyt-Oniki Ýmam kutsallýðý ve bâtýni yorumuyla Ýslami inancýný, yani Sünniliðe aykýrý geliþen Heterodoks Ýslamý, yani Aleviliði, Alevi-Bektaþilerin anladýðý kavramlar dýþýnda ve çeliþkili vurgulamalarla, devletin Türk-Ýslam sentezci felsefeci ve iktidarýn fanatik Hanefi mezhepçiliði anlayýþý içinde yansýtmakta ve onu yok saymaktadýr. Kitapta egemen olan görüþ ve düþüncelerin yazarlarý tamamýyla Diyanetçi ve Ýlahiyatçýlarla Türkçü ve Ýslamcý tarihçi ve sosyologlardýr. Ýsterseniz Devlet Bakaný Mehmet Aydýn, Diyanet Ýþleri Baþkaný Ali Bardakoðlu, Orhan Türkdoðan, Fýðlalý, Ýlyas Üzüm, Sönmez Kutlu, Osman Egri, vb., profesör ve doçentlerin makalelerine, kitaplarýna bir göz atýp karþýlaþtýrýnýz bu bedava kitap elinize geçtiyse. “Sorularla Alevilik-Bektaþilik” kitabýný okuyup bitirdiðimizde gördük ki, siyasetçilerin, Diyanet baþkanlarýnýn, yukarýda adý geçen yazarlarýn 2000 yýlýndan beri yoðun bir biçimde kitle iletiþim araçlarýndaki Alevi-Bektaþilik üzerinde söyleþileri ya da kitaplar ve basýnda çýkan yazýlarýyla sergiledikleri görüþ ve düþünceleri temel alýnmýþ. Bu görüþlere karþý yýllardýr yazdýðýmýz yanýt yazýlarý Alev Yayýnlarý “Alevilik, Diyanet ve Siyaset” baþlýðý altýnda yeni yayýmlandý. Onun için bu kitabýn içindeki görüþlerin tümünü yeniden ele alýp irdelemeyi gerekli görmüyoruz. Sadece kitabýn “Alevilik Nedir?” birinci sorusu üzerinde kýsaca duracaðýz. Bir sayfayý kapsayan sorunun yanýtý özetle þöyledir: “Alevi sözcük olarak Ali’ye baðlý olanlar anlamýna gelmektedir. Baþlangýçta Hz. Ali soyundan gelenler için kullanýlýyordu. On dokuzuncu yüzyýldan baþlayarak Hz. Ali’ye baðlý olanlar anlamýnda kullanýlmaya baþladý ... Alevilikte Ali ve onun soyundan gelenleri (Ehlibeyt) sevmek her þeyin üstündedir. Bu duygusallýktan öte bir inanç biçimi halini almýþtýr … Günümüzde Alevi kelimesi, Ýslam öncesi ve sonrasý kültür ve inançlarý uzlaþmacý bir þekilde kendine has özellikleriyle bünyesinde toplayan, bir Ýslami inanç ve kültür olgusudur. Yani Alevilik, taþýdýðý yüksek ahlaki nitelik ve insana bakýþ açýsýyla tasavvufi bir nitelik taþýmaktadýr.” Çeliþkili, yanlýþ bilgi, ifade ve kavramlarla kafalarý karýþtýran, inancýmýzýn evrenselliðini yadsýyan, basite indirgeyen ve küçümseyici cümlelerden oluþan Alevilik tanýmlarý düzenlemesi. Asýl vurgulanan ise Aleviliðin, “Alevilik, Orta Asya Türk kültürünün birtakým ögelerinin, özellikle Ehlibeyt sevgisiyle bütünleþmesi sonucu oluþan ve eski Türk gelenek ve göreneklerinin canlý bir þekilde yaþatýlmasý sürecinde ortaya çýkan bir anlayýþtýr” biçiminde sözde Türklere özgü oluþudur. Arkasýndan bakýyorsunuz, tanýmlamayý Alevi sözcüðüne yükleyerek, “günümüzde Alevi kelimesi, Ýslam öncesi ve sonrasý kültür ve inançlarý uzlaþmacý bir þekilde bünyesinde toplayan, bir Ýslami inanç ve kültür olgusudur” diyorlar. “Alevi” sözcüðünün sadece on dokuzuncu yüzyýldan itibaren Ali’ye baðlý inanç toplumunun adý olduðu yanlýþýnda ýsrar ediyorlar. Kitabý hazýrlayan “Gazi ekibi”ne göre “Alevilik, kendisini ‘meþrep’, olarak ifade

Sayý 4


eden sosyo-kültürel bir yorum, bir kültür olgusu ve anlayýþtýr” ve bu kültür ve anlayýþtan doðan “yaþayýþ biçimidir.” “Meþrep” sözcüðünün karþýlýðý, Ferit Devellioðlu’nun “OsmanlýcaTürkçe Ansiklopedik Lügat’ýnda (s. 631) “mizaç, huy, ahlak, tabiat, vb.” olarak verilmiþtir. Meðer Alevilik, “ben bu toplumun huyu-mizacýyým, sosyo-kültürel bir alýþkanlýðýyým” diye kendisini anlatýyor da biz Aleviler farkýnda bile deðiliz (!). Ayrýca Alevilikte Ehlibeyt, “Ali ve onun soyundan gelenler” olarak tanýmlanmaz; Muhammed, Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin beþlisidir, “beþi birdir, nur-u vahiddir”. Alevilik inancýnda Ehlibeyt sevgisi tanrýsal sevgiye eþtir, çünkü onlar Tanrýnýn ýþýðýdýr. Bu beþli tanýmý, Sünni anlayýþýna aykýrýdýr; Muhammed ve kýzý Fatima bu kavramýn (ev halký) içine girdiði zaman, Muhammed’in eþlerini saymak gerektiðini ileri sürerler. Bu baðlamda Abbasiler bile, Ali soylu Ýmamlara ve çocuklarýna zulmettikleri ve çoðunu katlettikleri halde, kendilerini Ehlibey’ten sayarlar. Sonunda birazcýk da lütfedip “Alevilik, taþýdýðý yüksek ahlaki nitelik ve insana bakýþ açýsýyla tasavvufi bir nitelik taþýmaktadýr” diyerek niteliksel övgü yapma gereði duymuþlar. Ama Alevilik, sadece “tasavvufi nitelik” taþýyan bir inanç deðil, bâtýni tasavvufun bizzat kendisidir. Aleviliðin çýkýþý, oluþumu ve özelliklerine dair bu tanýmlar Diyanetin ve yukarýda bazýlarýnýn adlarýný verdiðimiz ilahiyatçý ve yazarlarýn yýllardýr ileri sürdükleri görüþ ve düþüncelerden kötü bir biçimde esinlenmelerdir. Daha geçenlerde Diyanet Ýþleri Baþkaný Prof. Dr. Ali Bardakoðlu Hürriyet gazetesine, “Alevilik, Ýslam içinde kalan, kültürel ögelerin daha belirgin olduðu alt bir yorum ve anlayýþtýr. Mezhep saymak, tarihten akýp gelen bilimsel ölçütleri kullanýrsak, zordur. Alevilik daha çok bizim Anadolu coðrafyasýna ait bir kültürel eðilimdir” diye demeç vermiþti. Milyonlarýn baðlý olduðu ve inandýklarý her þeyi batýl ve sapkýnlýk gördüðü için inanç olarak kabul etmiyor. Böylesine baðnaz ve katý anlayýþa sahip bir Diyanet’te ne yazýk ki, Alevileri temsil etmesini isteyenler bulunmaktadýr.

B

Yanlýþ Yolda Menzil Alýnmaz

ir kaç AABF ve ABKB yöneticisi çýkmýþ, “biz Ýslamýn dýþýndaki Alevileriz” diyorlarsa, varsýn desinler; kendilerini Ýslamýn dýþýnda hisseden hangi Alevi varsa onlarý yönetsinler. Bu anlayýþý sürdürdükleri sürece, koskoca AleviBektaþi toplumunun, yani Heterodoks Ýslam inanç topluluklarýnýn temsilcisi ya da onlarýn kitle örgütü olduklarýný ileri sürmeðe asla haklarý yoktur. Toplum onlarý zaten dýþlayacaktýr. Örgütlerin tepesindeki eski bir sol fraksiyonun birkaç kuramcýsýnýn yönlendirmeye çalýþtýðý bu akýmýn ne tarihsel, ne de bilimsel hiçbir dayanaðý yoktur, yitip gidecektir. Bu kiþiler gitsin kendi küçük dükkânlarýný iþletip, teori üretsinler, içinden çýktýklarý koskoca inanç toplumuna daha fazla zarar vermesinler. Ya da yanlýþlarýný kabullenerek inançlýlarsa özlerini dâr’a çekip, özeleþtirilerini yapýp çalýþmalarýný içtenlikle sürdürsünler. Yanlýþ yolda menzil alýnmaz. Yanlýþýn neresinden dönersen dön, kazançlý çýkarsýnýz. Özeleþtiri yapmak her zaman büyüklüktür. Bunun kadar yanlýþ olan, yine ayný kiþiler yaptýklarý basýn toplantýsýnda, nereden aldýlarsa yetkiyi, Aleviler adýna konuþarak, “Hacý Bektaþ Dergahý’nýn Alevi kurumlarýna teslim edilmesini, baðlanmasýný” istemeleridir. Kim neyi, kime teslim ediyor? Dergâh’ýn baþýna Hacý Bektaþ Veli evladý ve mürþid makamýndaki Postniþin’in kendisi resmen oturmalýdýr, bunu saðlamak zorundayýz. Baðlanmaya gelince; tam tersine, Alevi kuruluþlarý Hacý Bektaþ Veli Dergahý Postniþin’inin inançsal önderliðinde merkezi birlik ve örgütlülük saðlamalýdýr. Yani, Türkiye çapýnda tüm Alevi kurum ve kuruluþlarý fiilen Dergâh’a baðlanarak birlik oluþturmalýdýr. Serçeþme’nin birinci sayýsýnda bunun nasýl gerçekleþtirilebileceðinin önbilgilerini vermeði denemiþtik. Bu giriþime içtenlikle katýlýr ve doðru yöntemlerle ilerlersek hiç kimse engel olamaz. Bu birlik gerçekleþtiðinde Hacý Bektaþ Veli Þenlikleri iki, üç gün deðil, bir hafta, on gün sürer ve katýlýmcý kitleler milyonlarý bulur.

Alevilik “Ýslam Dýþý Bir Ýnanç Sistemi” Deðildir, Anadolu’yla da Sýnýrlandýrýlamaz Alevilik, ne Ýslamýn dýþýnda ve Ýslamdan önce ortaya çýkýp, Ýslamdan da bazý ögeler almýþ ayrý bir dinsel inançtýr, ne de dýþarýdan Ýslam dinine

Kasým 2004

girerek bâtýni özellik kazanmýþtýr. Alevilik, Ýslamýn içinden çýkmýþ ve Ortodoks Ýslama aykýrý geliþim göstererek, bâtýni yorumlarla büyük farklýlýklar kazanmýþ olan Heterodoks Ýslamýn yaþayan son halkasý, en son temsilcisi ve bizatihi kendisidir. Bölgesel deðil evrensel bir geliþim göstermiþtir ve Anadolu’yla da sýnýrlandýrýlamaz Alevilik, Halife Osman (644-656) döneminde, Ali tanrýsallýðý inancýyla baþlayýp; bölgesel, tarihsel din, inanç ve felsefi akýmlardan bazý ögelerle birleþme, baðdaþtýrma yoluyla sürekli yenilenen, deðiþik adlarla yönetenlerin resmi dinine aykýrý ve çoðu kez karþýt geliþen heterodoks akýmlarýn tamamýný kapsar. On ikinci yüzyýlýn baþlarýnda Þehristani’nin anlattýðý yüze yakýn heterodoks grubun çoðu insan biçimli Tanrýya inanan ve Ali-Ehlibeyt tanrýsallýðýný temel alan proto-Alevi kümeleþmelerdir. Ýmam Bakýr (ö.740) ve Ýmam Cafer (ö.765) çevresindeki bu proto-Alevi kümeleþmelerin büyük bir bölümü, insan biçimli Tanrý, AliEhlibeyt tanrýsallýðý, Ýnsan-Tanrý birliði kavramlarýný, düþünce ve inançlarýný Kuran’ýn bâtýni yorumundan çýkarmýþlardýr. Kökeni bu erken heterodoks akýmlara dayanan, onlarýn bâtýni inançlarýndan kaynaklanan Anadolu’da yaþayan Alevilik-Bektaþilik, Ortodoks Ýslam (Sünni) inancýna aykýrý bir Tanrý ve tapýnma anlayýþýna sahiptir. Kaygusuz Abdal’ýn (on dördüncü, on beþinci yüzyýl) Vücudname’sinden yaptýðýmýz alýntý bu anlayýþý, yansýtmaktadýr: “Evvel ü ahir menem...Cümleye Mabud (Tanrý) benem, Kabe benem put benem; Âlem külli vücudumdur vücudum, özüm özüme kýluram sücudum (secdeleri, tapýnmamý kendime yaparým - ÝK)... Ýmdi herkim her þeyi görür, Hakk’tan ayru nice görür. Bunlar Hakk’tan ayru degildür. Çünki Hak taala hazretleri eþyaya ‘muhit’ imiþ. Yabanda aramanýn aslý yoktur. Yabanda arayanlar bulamadýlar. Ýmdi eþyada aramanýn aslý budur ki delili ‘âdem’dür. Yani ‘insan-ý kâmil’dür; sýfat ‘âdem’ sýfatýdur. Ve zat-ý kadim’dür. Ezelidür ve ebedidür; Tanrý’dur. Her mekânlar anundur ve sýfat ve hem âlem anundur. Hem þekiller ve hem varlýk anundur. Eþya-yý mahluk Halik’den ayrý degüldür (yaratýlmýþ nesneler-maddeler, yaratýcýsýyla birdir, ayrý olamaz - ÝK)... Yirde ve gökte her ne var ise âdem(de)dür. Ýþte yirün gögün ‘Halifesi’ ‘âdem’dür. Her ne ki istersen âdemde bulýnur...” Bunlar gerçekte Hacý Bektaþ Veli’nin Makalat’ýnda söylediklerinin baþka sözlerle anlatýmý ve geniþletilmesinden baþka bir anlayýþ deðildir ve bâtýni tasavvuftaki vahdet-i vücud’dan (insan-Tanrý birliði), vahdet-i mevcud’a (panteizm) uzanan Tanrý inancýdýr. Bu çeþit Tanrý algýlamasý olmasaydý, ne hümanizm, ne de doða-çevre sevgisi oluþurdu. Ýran’daki Ehl-i Haklar-Karapapaklar-Kýzýlbaþlar, Irak’ta KakailerÞebekler, Suriye’de Nusayriler-Þahi Ýsmaililer, Yemen ve Hindistan’da Mustali Ýsmaililer (Bohralar), Endonezya’da Sasaklar ve dünyanýn yirmi iki ülkesine daðýlmýþ Nizari Ýsmaililer adlarý altýnda yaþamakta olan Alevi topluluklar da ayný bâtýni inanç özelliklerini birbirinden farklý biçimde yorumlamada ve tapýnma uygulamalarýný sürdürmektedir. “Dinim Muhammed, imaným Ali ve mezhebim Ýmam Cafer Sadýk” diyen, “Allah, Muhammed, Ali Birliði”inde, Ehlibeyt ve Oniki Ýmam sevgisinde, Hacý Bektaþ Veli'nin Pir'liðinde bütünleþmiþ ve onun “Eline, Beline, Diline Sadýk Ol” sözünü kendisine ahlak kuralý edinmiþ koca bir toplumun bin yýllýk inancýný, kültürel anlayýþ; bireysel ve toplumsal yaþamlarýna düzen veren sazý, sözü, semahýyla, kadýn-erken birlikteliðinde yaptýklarý tapýnma törenlerini kültürel etkinlik-eðlence saydýklarý için, onlara din götürmeyi tasarlýyorlar. Yani asimilasyon planýný çoktan baþlatmýþ bulunuyorlar. Yaparlar mý, yaparlar; çünkü yüzlerce trilyonluk bütçesi olan bir devlet kurumu ve ülkenin en büyük holdingleri arasýnda yer alan Diyanet Vakfý ellerinde! Alevi-Bektaþi toplumu olarak Diyanet Ýþleri Baþkaný'na ve asýl devleti yönetenlere sormak gereðini duyuyoruz: Neden bizim gerçek inancýmýza, Alevi kimliðimize saygý göstermiyor da, kendi anlayýþýnýza göre bize yeni bir elbise giydirmeye ve AleviBektaþilik için yeni tanýmlamalar ve kurallar üretmeye çalýþýyorsunuz? Zaman ve uzaklýk boyutlarýnýn aþýldýðý ve uzay içinde dünyasal deðil, evrenseli yaþadýðýmýz bilgi ve iletiþim çaðýnda, neden ve nasýl, Alevilik inancýna Ortaçað anlayýþý yaklaþýmý içinde olabiliyorsunuz?

NOTLAR 1 Alemdar Yalçýn, Hacý Yýlmaz, “Þah Ýbrahim Ocaðý Üzerine Yeni Bilgiler”, Hacý Bektaþ Veli Araþtýrma Dergisi, 2004/30, s.25-28.

11


Alevilik Tartýþmalarý Ali Kenanoðlu

Aleviliðin ‘80 sonrasý kamuoyu önünde konuþulmaya baþlanmasý ile Alevi toplumu ve Alevi örgütlülüðü, kendi kendini sorgulamaya ve Aleviliðin temelleri üzerine tartýþmalara baþladý. Artýk, “Ben Aleviyim” demek sorun olmaktan çýktý.. Bu kez, “Nasýl Alevisin”, diye sorulmaya baþlandý: “Camiye giden, namaz kýlan Alevi mi? Müslüman Alevi mi? Þii Alevi mi? Alisiz Alevi mi?”, vb., farklý yaklaþýmlar ortaya çýktý.

Ýslam Ýçi mi Ýslam dýþý mý Tartýþmasý ? Aleviliðin Ýslam içi mi, Ýslam dýþý mý olduðunu veya Aleviliðin ne olup ne olmadýðýný anlamak için Anadolu’da bulunan Alevi köylerini iyi incelemek gerekmektedir. Bugün kentlerde kurulan cemevlerinde yaþanan Alevilik, Aleviliðin ne olup ne olmadýðý konusunda bize dayanak oluþturamaz. Çünkü, Alevilik kentte yapýlanma sürecine girmiþtir ve bu süreç henüz oluþum aþamasýndadýr. Aleviliðin temel dayanak noktasý Alevi köyleridir. Alevi köylerinde yapýlan inanç ve ibadet þekillerine baktýðýmýz zaman, Aleviliðin ne olup ne olmadýðýný rahatça anlayabiliriz. .Bugün Anadolu Aleviliðini Ýslam’ýn Ýçinde görenler ile Ýslam’ýn dýþýnda görenler ibadet olarak hiçbir farklýlýk sergilemezler. Alevi olmayan kamuoyunda Aleviliði Ýslam’ýn içinde kabul edenlerin camiye gidip, namaz kýldýðý, ramazan da oruç tuttuðu zannedilmektedir.Aleviliði Ýslam içi hatta Ýslam’ýn özü olarak görenler; camiyi ve camide namazý, ramazan orucunu kabul etmezler; Kuran’ýn deðiþtirildiðine inanýrlar; Hac’ca gitmezler; zekâtý bilinen anlamýyla uygulamaz. Yani, Ýslam olmanýn þartý olarak kabul edilenleri yadsýrlar. Ancak, bunlarýn zaten Kuran’da olmadýðýný ileri sürerler. Kuran’da cami diye bir ibadethane olmadýðýný, dolayýsýyla cemevinin Ýslam’ýn bir ibadethanesi olabileceðini, namazýn tarifinin Kuran’da olmadýðýný bu nedenle de “cem” ibadetinin de bir namaz olduðunu söyler ve hatta ceme “halka namazý” dahi derler. Kuran’da ramazan orucunun olmadýðýný, bu yüzden de Alevilerce tutulan Hýzýr orucu ve Muharrem orucunun da Ýslam’a uygun olduðunu ifade ederler.. Aleviliði Ýslam’ýn özü olarak görenler Hz. Ali ve 12 Ýmam inancýný kabul ederler; dört halifeden Ebubekir, Ömer ve Osman’ýn halifeliklerini kabul etmez; onlarýn adýný anarken “Hazret” sanýný kullanmazlar. Ýnanç önderi olarak dedeyi kabul ederler ve dedelerin Hz.Ali soyundan olduðuna; cem ibadetinin Ýslam’ýn gereði olduðuna ve ilk cemin “Kýrklar Cemi” olarak Hz. Muhammet zamanýnda yapýldýðýna; inanç içerisinde yer alan semahýn ilk olarak Hz. Muhammet tarafýndan miraç dönüþünde ve “Kýrklar Cemi”nde dönüldüðüne; Kuran’ýn Hz. Muhammet’in ölümünden sonra deðiþtirildiðine, Hz. Ali ve soyuyla ilgili ayetlerin Kuran’dan çýkartýldýðýna inanýrlar. Aleviliði Ýslam dýþý görenler; Aleviliði Anadolu’ya özgü faklý bir inançsal yapý olarak görürler. Bu inançsal yapýnýn Ýslam dahil çok farklý kültür ve inançlarýn Anadolu kültürleriyle harmanlanmasý sonucunda ortaya çýktýðýna inanýrlar: Camiyi, camide namazý, ramazan orucunu kabul etmezler; Kuran’ýn deðiþtirildiðine inanýrlar; Hac’ca gitmezler; zekâtý bilinen anlamýyla uygulamaz. Bu savda olanlarýn temel dayanak noktasý, Ýslam coðrafyasýnda yaþanan ibadet ve inanç þekilleri ile Alevilerin ibadet ve inançlarýnýn kesin biçimde birbirinden ayrýlmasý olgusudur. Aslýnda her iki görüþün ortaya koyduðu “ibadet ve inançlar” aynýdýr. Birisi bunlarý Ýslam’ýn özü olarak kabul ederken þu an Ýslam coðrafyasýndaki uygulamalarý buna “kanýt” gösterir. Diðeri ise ibadet ve inançlarýn Ýslam coðrafyasý ile baðdaþmadýðýný bu nedenle de Aleviliðin Ýslam’ýn içinde olamayacaðýný savunur. Zaman zaman Alevi olmayan ve Aleviliði bilmeyen dostlarla yapýlan sohbetlerde sýkça rastlanýlan durum þudur: “Camide namaz kýlan, oruç tutan Aleviler var; bir de camiye gitmeyen, namaz kýlmayan, oruç tutmayan Aleviler var”, denilmektedir. Alevilikte cami “inanç yeri” olarak, namaz “ibadet” olarak, ramazan orucu “oruç” olarak kabul edilmez. Kimi Alevilerin bunlarý yerine getirmesi ya sinme, gizlenme, ya yaranma, iyi geçinme ya da gerçekten asimilasyona uðramýþlýðýn sonucudur.

12

Alevilik Ýslam’ýn Ýçinde deðil, Ýslam Aleviliðin içindedir. Hünkâr Bektaþ Veli, 13.yüzyýlýn karanlýk ortamýnda Anadolu’ ya bir ýþýk gibi düþmüþtür; arý olmuþ petek yapmýþ ve bu peteði bal eylemek için bin bir çiçekten öz almýþtýr. Peteðin, tek bir çiçekten oluþmadýðýný biliyorsak Aleviliðe de “Ýslamiyet’tir, Hýristiyanlýk’týr, Budizm’dir, Þamanizm’dir, Zerdüþtlüktür”, diyemeyiz. Bal nasýl bal ise, Alevilik de Aleviliktir. Aleviliðe baþka bir isim aramamýzýn manasý yoktur. Aleviliði baþka bir kalýba sokma giriþimimize de gerek yoktur.

Aleviler Müslüman Deðilse Nedir? Aleviliði Ýslam dýþý tanýmlayanlara sorulan sorularýn en baþýnda geleni de bu sorudur. Bu soruyu soran kiþiler Dünya üzerinde sadece Ýslamiyet, Hýristiyanlýk, Yahudilik gibi inançlarýn olduðunu zannetmektedirler. Oysa bilim adamlarýnca ortaya konan üç bine yakýn farklý inanç þeklinin dünya üzerinde var olduðudur. Alevilik, Hünkâr Bektaþ Veli’nin ve diðer Alevi ulularýnýn öðretilerine tabidir; Aleviliðin Tanrý tarafýndan gönderildiðine inanýlan kutsal kitabý yoktur.

Türk Ýslam Sentezi Alevilik üzerinde asimilasyon politikasý üretenler Türk Ýslam sentezini aþama aþama uygulamaya baþladý.12 Eylül öncesine kadar “Türk’’ olarak kabul edilmeyen Anadolu Türkmen Alevi topluluklarýnýn birden bire ‘‘Öz Türk’’, ‘‘Esas Türkler’’ olduklarý hatýrlanýverdi. “72 millete bir nazarla bakan’’, ‘‘Benim Kâbem insandýr’’ özdeyiþlerini dýþa vururken bunun Türk, Kürt, Alman, Arap insaný olmayýp “sadece insandýr’’ demek isteyen Aleviler, bugün “ýrkçý’’ partilere kaymaya ve hatta o partilerden aday bile olmaya baþlamýþlar.. Diðer taraftan ise yüzyýllarca Müslüman olarak kabul edilmeyen, sapýk inançlý insanlar olduklarýna kanaat getirilen ve bu nedenle de haklarýnda “katliam fermanlarý” yazýlan Alevilerin birdenbire “Müslüman” olduklarý hatýrlandý. Bu kez de Alevilere “Asýl Müslüman sizsiniz, öz Müslüman sizsiniz”, denmeye baþlandý. Üzülerek belirtelim ki yýllarca sindirilerek yaþayan bu toplumun bu þekilde okþanmasý Alevilerce pek anlaþýlamadý. Tam tersine Alevi toplumunun çok hoþuna gitti; Alevi çocuklarý Kuran kurslarýna gitmeye, cemevlerinde Kuran kurslarý açýlmaya, cem ibadetlerinde Arapça Kuran okunmaya; cenazeler þeriat kurallarýna göre kaldýrýlmaya, dedeler cami hocalarý gibi giyinmeye, baþlarýna takke takmaya baþladýlar.

Alevi Örgütlülüðündeki Bölünme ve Sebepleri Alevi örgütlülüðündeki bölünme de tamamen Alevilik bakýþ açýsýyla doðru orantýlýdýr. Alevi Örgütleri içerisinde “Cem Vakfý” politikasýný bütünüyle “Alevi Ýslam” anlayýþý üzerine kurmuþ olup bu konuda “Alevi Diyaneti” benzeri bir kurum dahi oluþturmuþtur. Ama ne var ki Cem Vakfý’nýn bu oluþumunu destekleyen Alevi kurumlarýnýn sayýsý bir elin parmaklarý kadar azdýr. “Alevi Ýslam” tanýmlamasý konusunda Cem Vakfý ile tam tersi düþüncedeki kurumlar ise “Türkiye Alevi Bektaþi Federasyonu” içerisinde yer almaktadýrlar. Bu kurumlar 73 ayrý yerde örgütlü olan Hacý Bektaþ Veli Kültür ve Tanýtma Dernekleri, 41 ayrý yerde örgütlü bulunan Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri, 33 ayrý yerde örgütlü bulunan Hacý Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakýflarý ile birer ikiþer merkezli Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneði, Sarýgazi Hacý Bektaþ Derneði, Ýzmir Alevi Bektaþi Derneði, Kayseri Yunus Emre Derneði, Ankara Cemevleri Yaptýrma Derneði’nden oluþmaktadýr. “Alevi-Bektaþi Federasyonu” Türkiye genelinde 150 örgütü temsil etmektedir. Bunun içerisinde yöre dernekleri sayýlmamýþtýr. Ayrýca “Alevi-Bektaþi Federas-

Sayý 4


Kendini Arayan Ýnsan Hayri Dede

yonu”, 250 civarýnda derneði ve 8 ayrý ülkedeki federasyonu temsil eden “Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu”nca da Alevilerin Türkiye’deki üst kuruluþu olarak kabul edilmektedir. Cem Vakfý ve Alevi-Bektaþi Federasyonu çizgisi içerisinde yer almayan ve özellikle Ýstanbul’da örgütlü çeþitli kurumlarýmýz da bulunmaktadýr. Bunlar baðýmsýz kalmayý tercih eden kurumlarýmýzdýr. Alevi örgütlülüðün, içte bir bölünme yaþamasý kaçýnýlmazdýr. Ama içte düþünsel ayrýlýklar nedeniyle ayrýþan kurumlarýn, Alevilik genel politikasý çerçevesinde bir araya gelmeleri de bir “zorunluluktur”. Bu zorunluluðun er ya da geç farkýna varýlacak ve henüz 10-15 yýllýk geçmiþi bulunan Alevi örgütlülüðü olgunluk dönemi içerisinde bu sorunu da çözecektir.

Günümüz Sorunlarý Günümüz Aleviliðinin en temel sorunu “asimilasyon”dur. Aleviler üzerinde yaþanan Sünnileþtirme ya da Þiileþtirme çalýþmalarý her zamankinden daha fazla yürütülmektedir. Okullarda verilen “din dersleri”, devletin cemevlerini ibadethane olarak kabul etmemesi, Alevi köylerine zorla cami yapýlmasý, imam atanmasý, “asimilasyon” çalýþmalarýna hizmet eden konu baþlýklarýdýr. Asimilasyona ve asimilasyoncu amaçlara “dur” demenin yolu eðitimden geçer. Bu noktada da temel bir sorunumuz vardýr: “Eðitimli dede yetiþtirmek ve kadrosuzluk” gibi. Bu durumda þu gerçek ortaya çýkýyor ki Türkiye Cumhuriyeti’nin “asli” kurucu unsurlarýndan olan Alevi toplumu, “ikinci sýnýf vatandaþ” muamelesi görmektedir. Bu durumu düzeltmek, düzeltilmesini saðlayacak “toplumsal baskýyý” yaratmak, göreviyle karþý karþýyayýz.

Anadolu Aleviliðini iyi anlayabilmek için, “yaradýlýþ” ve “varoluþ” tasarýmlarýný bilmek gerekir. Ortodoks Ýslam’da, Allah yaratýcýdýr. Evren ve evreni kaplayan tüm canlý ve cansýz varlýklar Allah’ýn bir “Kün” emriyle yaratýlmýþtýr. “Ýnnema emruhu iza erade þeyen en yekule lehü kün fe yekün” (O bir þey dilediði zaman, emri o þeye sadece ‘Ol’ demektir)” (Yasin: 82) Anadolu Aleviliði’nde yaratan ve yaratýlan diye bir “kavram” yoktur. Ýnsan, yaratýlan deðil, Allah’ýn “kendi sureti”nde var ettiði çocuðudur. “Tanrý-evren-insan” birlikteliði kapsamýnda insanýn kendi özünde, kendi kalbinde ve kendi ruhunda hissettiði “evrensel güç”tür Tanrý. Bir Alevi Tanrý’yý, kendi “beyin ve ruh aynasý”nda “Muhammet-Ali” kimliðiyle “zâhire” yansýtýr. Açýk anlatýmla, insan ve diðer canlýlar Tanrý’nýn kendi “zatý”nda görünüre çýkan “sýfatlarý”dýr. Ýnsan bu sýfatlarýn içinde en görkemlisidir. Kendi düþünme yetisini kullanarak maddi evrenin sýrlarýný çözmek için bir arayýþa koyulur. Önce, kendi kendini sorgular: “Ben kimim?, nereden geldim?, nereye gidiyorum?”, diye sorar. Uyku, rüya ve vecd gerçeðe açýlan üç kapýdýr. “Kehanet sanatý” insana bu üç kapýdan gelir. Ýnsanýn içinde “aydýnlýk” ve “karanlýk”tan oluþan iki karþýt güç varýdýr: Bu “güçleri” keþfettiði an insan, kendine “korku”yla karýþýk bir “hayranlýk” duymaya baþlar. Ve ben “bu dünyanýn malý deðilim; çünkü, o beni açýklamaya yetmiyor. Ben sadece Yerküre’den kaynaklanmadým, baþka yerlere doðru yol alýyorum”, der. “Ama nereye?” sorusunu, geldiði kaynaða geri gidebileceðini “çözebildiði” ana kadar sorar. Çözdüðü anda insan, “manzaralar”ýn en ilginci haline gelir; kiþi burada kendi “sýrrýna” erer,

Çifte Ali, Zülfikar ve Bektaþi Tacý - Neveser Aksoy Koleksiyonu, Cam Altýnda Yirmi Bin Fersah, s. 51. Bakýnýz sayfa 7.

Kasým 2004

kendisiyle beraber Tanrý’yý, Tanrý’yla beraber kendisini “seyreder”. Ve anlar ki ne kendisi Tanrý’dan ayrý bir varlýktýr, ne de Tanrý kendisinden ayrý bir varlýktýr. Hünkârýmýz “Ara bul”, demiþ ama O’na ulaþmak için yalýnýzca “aramak” yetmez, “eðitim” gerekir. Eðitim ise yine Hacý Bektaþ Veli’nin Aleviliðe armaðan ettiði bir programdýr; adý da “Dört Kapý Kýrk Makam”. Bu programý alýp eðitilen insan “kemâlet” aþamasýna ulaþýr ve halka hizmetli olur. Hacý Bektaþ Veli’nin “Dört Kapý Kýrk Makam” eðitim uygulamasýnda, çocuðu ana-babasýndan alýrlar, önce “takva” (Allah korkusu) ile yola kor, eðiterek tarikata yönlendirirler. Tarikatta hem “takva”, hem de “zühd” (ibadet) ile eðitirler. Arif olduðunda “korkup” da yalvardýðýný “aramaya” koyulur. Aradýðýný “bulmasý” için önce kendini bilmesi, kendi gerçeðini tanýmasý gerekir. Marifet eðitimi evrenseldir; evreni inceleröðrenir insan bu aþamada: Kendi “gerçeðini”, evrenin “gerçeði”yle örtüþtürdüðünde anlar ki evrenin “aklý-zekâsý”, kendi aklý-zekâsý. Bu aþamayý baþarýyla tamamlarsa “muhip” durumuna yükselir, hakikate erer ve “seven” olur; Hakk’ýn sýrlarýný çözer, kendi “iradesini” O’nun “rýzasý”nda yok eder. Ýþte “kemâlet” aþamasýna burada ulaþýr; “geri” döner, halka öðretmenlik yapar. Tarikat bilgisinin “ötesi”ne varamayan ve kendilerini Alevi önderi sayan “zavallýlar”ýn sayýsý az deðil. Geçenlerde bir “Alevici” yazar için yeni yayýmlanan “Dersim’de Cem” kitabýmý imzalarken þunlarý yazmýþtým: “AleviliðiBektaþiliði anlama-algýlama yolunda üretken bir halkayý yakalamak dileðiyle”. Yazar Efendi okuyunca, “Ben halkayý çoktan yakaladým, ihtiyacým yok bana akýl verene”, dedi. Ne diyelim: Eðitim görmüþ, üniversite mezunu kaba sofu. Yani Alevi deðil, “Alevici”. Marifet ehlinin, yani ariflerin ibadetle, zikrle, oruçla, namazla ve zekâtla bir alakasý yoktur. O sadece düþünen bir “beyin”dir. Tefekkür ve seyir ile gerçeðe kavuþmak diler, bunun için yanar tutuþur ârifler. Abit ile zahit “Cennet” kazanma avuntusu içindedir; bu nedenle ibadeti “Cennet” kazanýmlarýna, ötesinde dünyalýk elde etmeye yöneliktir. Ârifin öyle bir derdi yoktur. O hem dünyayý, hem de ahireti terk etmiþtir. Onun arzusu nazar ile edep beklemektir, Hakk’a ulaþmaktýr. Muhip, Hakk’ý hep kendi özünde bilir. “Hak nerededir?”, diye sorsalar, muhip kendini iþaret eder ve “Hak bendedir”, der. “Sen kimsin?”, diye sorsalar muhip, “Ben Hakk’ým” dese yanýlgýya düþmez. Hz Resul bir hadisinde, “Men arefe nefsehu fekat arefe rabbehu” (Her kim kendini bildi Tanrý’yý bildi”, der. Bunu hiçbir zaman unutmayalým.

13


AVRUPA PARLAMENTOSU YEÞÝLLER GRUBU AVRUPA BÝRLÝÐÝ’NDE TÜRKÝYE: ORTA GELECEÐÝMÝZ ETKÝNLÝÐÝ

Avrupa Birliði’nde Türkiye:

Ortak Geleceðimiz Ahmet Koçak Avrupa Parlamentosu Yeþiller/Özgür Avrupalýlar Baðlaþýklýðý (EFA) grubu dönemsel toplantýsýný bu kez Ýstanbul’da yaptý. Toplantýsýnýn ana konusu “Avrupa Birliði’nde Türkiye: Ortak Geleceðimiz” olarak belirlenmiþti. Grup toplantýsý ve bir dizi etkinlik 19-22 Ekim arasýnda Hilton Konferans Merkezinde yapýldý. Türkiye’nin AB’ye üyeliðini desteklemek amacýyla yapýlan bu etkinlik açýlmadan önce Yeþiller Grubu milletvekilleri, bir basýn toplantýsý düzenledi. Basýn toplantýsýnda Yeþiller Grubu Eþ Baþkaný Daniel Cohn-Bendit özetle þunlarý söyledi: “Türk siyasetçiler ve gazeteciler, ‘bizi diðer adaylarla ayný muameleye tabi tutun’ diyorlar. Yanlýþ düþünüyorlar. Türkiye ne bir Malta, ne de Romanya. Türkiye’nin AB üyeliði daha karmaþýk. Türkler çok gururlu, onurlu bir ülke. Onurunuza sahip çýkýn ve deyin ki, Türkiye ile özel müzakereler yapýlacak. Madem siz kendinizi ‘özel’ görüyorsunuz o zaman müzakereler de size özel olacak. Ülkenin üyeliði, Türk tarihinin de AB’ye entegrasyonu anlamýna geliyor. Ama bununla birlikte, AB’ye üyeliðin, egemenliðinizden vazgeçmeniz anlamýna geleceðini de unutmayýn. Bence üyelik on yýl içinde gerçekleþir.” Daha sonra söz alan AB-Türkiye Ortak Parlamenterler Komitesi Baþkaný Joost Lagendjik toplantýnýn amacýný þöyle dile getirdi: “Türkiye inanýlmaz geliþme gösterdi. Ama önünüzde daha çok konu olduðunu biliyorsunuz. Zor sorunlarý tartýþmak için buradayýz. Görüþmelerin baþlamasýný destekliyoruz ama çözülmesi gereken problemler de olduðunu görüyoruz.” Etkinliðin açýlýþ konuþmasýný Daniel CohnBendit ile TBMM baþkaný Bülent Arýnç yaptý. Daniel Cohn-Bendit, açýlýþ konuþmasýn da Türkiye’nin AB’ye uyumu üzerinde durdu: “Türkiye’yi Avrupa’ya entegre etmek farklý bir þeydir. Nüfusunun büyük çoðunluðu Müslüman olan bir ülkeyi AB’ye entegre etmek, diðer ülkeleri entegre etmekten farklýdýr. Çünkü öyle bir çaðda yaþýyoruz ki, Ýslamiyet adýna hareket ettiðini söyleyen bir terörizmle mücadele içindeyiz. Eðer biz Türkiye’yi Avrupa’ya entegre edebilirsek; Ýstanbul, Ankara ve Türkiye’yi demokrasi ve Ýslamiyet’in Mekke’si haline dönüþtürmeyi baþarabilirsek, dünyaya bir iþaret vermiþ oluruz. Biliriz ki, bizim terörizme karþý mücadelemiz totaliter bir ideolojiye karþý mücadeledir.” Açýlýþ konuþmasýný yapmak için kürsüye çýkan TBMM’si Baþkaný Bülent Arýnç, AB’ye iliþkin özetle þunlarý söyledi:

14

“Artýk tarihte bir benzeri olmayan ortak yaþam þartlarýndan bahsediyoruz. Sosyal alanda, kültürel alanda, siyasi alanda, ekonomik alanda yeniden yorumlanmýþ bir yaþam þekli süreceðiz. Ýþte bu nedenledir ki, bu buluþma, hangi yýlda yapýlýrsa yapýlsýn, tarihin çok önemli dönüm noktalarýndan biri olacaktýr. AB kimliði etnik ya da dini bir kimlik deðildir. Bir deðerler bütünlüðü, bir üst kimliktir diye düþünüyorum. Bu açýdan da Müslüman kimliðimizin AB üyeliðimize bir engel deðil, zenginlik katacaðý kanaatindeyim.” Bülent Arýnç, Avrupalý Parlamenterlere ayaküstü bir de “demokrasi dersi” verdi: “Burada bizden kendi kültürümüz ve geleneklerimizden vazgeçmemizi bekleyenler varsa bu isteðin demokrasinin temel felsefesine aykýrý olduðunu söylemeliyim. Demokrasi, ‘ötekinin’ bize benzeyerek yaþamýný sürdürmesi deðildir. Demokrasi, ‘ötekinin’ deðiþmeden ve farklýlaþmadan haklara saygý göstererek bizimle bir arada yaþamasýdýr.” Þimdi sormazlar mý kendisine, yýllardýr Sünnilerden farklý yaþayan Alevileri neden kendinize benzetmeye çalýþýyorsunuz? “Cemevleri ibadet yeri deðildir, kültür merkezidir. Ýbadet edecekseniz buyrun camiye” demek, “ötekini” yok saymak deðil de nedir? Sonra Joost Lagendjik’in yönettiði, “Ýslam, Avrupa Kimliði ve Türkiye’nin AB Üyeliði” konulu panel yapýldý. Panelde Türkiye’den Esat Korkmaz, Ruþen Çakýr, Etyen Mahçupyan, Hollanda Leiden Üniversitesi’inden Prof. Zürcher yer aldýlar. Bu panel, Alevi-Bektaþi toplumunu yakýndan ilgilendiriyordu. AB Ýlerleme Raporunda Aleviler, “Müslüman azýnlýk” olarak gösterilmiþ, “din özgürlüðü” ve “azýnlýklarýn korunmasý” temelinde görüþ belirtilmiþti. Avrupa kamuoyunun yakýndan takip ettiði bu toplantýya Genel Yayýn yönetmenimiz Esat Korkmaz Alevileri temsilen konuþmak için çaðrýlmýþtý. Panelde, Alevi-Bektaþi toplumunun demokratik istemlerini dile getiren Esat Korkmaz’ýn konuþmasýnýn tamamýný yanda bulacaksýnýz. Panelin diðer katýlýmýcýlarýndan Ruþen Çakýr ise konuþmasýna bir anýsýný anlatarak baþladý:

“Yirmi yýl önce gazeteciliðe baþlar baþlamaz, Türkiye’de Ýslâm’i hareketler üzerine çalýþmaya baþladým. Benimle görüþen ilk yabancý Almanya’da bir gazeteciydi. Ve kendisi Yeþillerdendi. Bu gazeteci meslektaþým bana ýsrarla ‘Türkiye’nin ikinci bir Ýran olup olmayacaðýný’ sormuþtu. Ben de kesinlikle böyle bir þeyin olmayacaðýný söylediðimde, aynen þunu söyledi. ‘Devrimden önce Ýran’daydým. Senin gibi saf Marksistler vardý. Þimdi bunlarýn hepsi ülkemde siyasi mülteci olarak yaþýyor.’ Aradan yirmi yýl geçti. Türkiye Ýran olmadý. Yeþillerin Türkiye’ye bakýþý çok önemli bir þekilde deðiþti ve kongrelerini burada yaparak Türkiye’nin AB’ye üyeliðini en cesur þekilde savunacak noktaya geldiler. Son yirmi yýl içinde birçok þey deðiþti. Avrupalýlarýn en önemli çekincelerinin baþýnda iktidar partisinin ve onu destekleyen kitlelerin AB’ye üyelik, demokrasi, insan haklarý ve sivil toplum konusunda gerçekten samimi olup olmadýklarýdýr. Bu soruyu bir Batýlý size direk sormaz. Ama dolaylý olarak dönüp dolaþýp bunu sorar. Bir diðer yaklaþým da hep merak edilen, Türkiye’nin AB dýþýnda bir alternatifinin olup olmadýðýdýr. Þimdi buradaki temel soru þu: Türkiye’nin AB dýþýnda, yani Batý dýþýnda bir alternatifi var mý? Yýllar önce böyle bir tartýþma olsaydý belki baþka cevaplar bulabilirdik. Ama artýk böyle bir þans ve ihtimal yok. Türkiye’yi ne olduðu belirsiz bir Doðu’ya, Ýslam dünyasýna terk etmenin hiç kimsenin hayrýna olacaðýný sanmýyorum.” Gazeteci Etyen Mahçupyan da ülkeler, insanlar, dinler arasýnda demokratlýðýn tek taraflý olamayacaðýný ifade etti. Avrupa’nýn, Ýslam dünyasýný “ehlileþtirilmesi gereken boða” olarak gördüðünü belirten Mahçupyan konuþmasýný þöyle bitirdi: “Türkiye bu boðanýn boynuzlarýdýr. Boynuzlarý tutmadan boðayý ehlileþtiremezsiniz. Ama þunu da bilmek lazým onu ‘ehlileþtirirken’ sizin de üstünüzün baþýnýzýn biraz pislenmesine razý olmanýz gerekiyor. Yani bu paylaþýlarak olacak bir þey.” Yeþillerin Boðaziçi Mucizesi diye adlandýrdýklarý etkinlik, Þahkulu Sultan Dergâhý’nda yapýlan bir Cem’i izleyerek son buldu.

Sayý 4


AVRUPA PARLAMENTOSU YEÞÝLLER GRUBU AVRUPA BÝRLÝÐÝ’NDE TÜRKÝYE: ORTA GELECEÐÝMÝZ ETKÝNLÝÐÝ “ÝSLAM, AVRUPA KÝMLÝÐÝ VE TÜRKÝYE’NÝN AB ÜYELÝÐÝ” KONULU PANELDE GENEL YAYIN YÖNETMENÝMÝZÝN YAPTIÐI KONUÞMANIN TAM METNÝ

Avrupa Birliði ve Aleviler Esat Korkmaz Aleviler kendilerini “azýnlýk” olarak görmüyorlar; “çoðunluðun parçasý” olduklarý bilinci içinde, “azýnlýk” tanýmlarýyla egemene karþý “ortak bir irade”yi dýþa vurabilecek tek güç durumunda bulunan “halkýn” parçalara ayrýlarak “kalabalýk” durumuna getirilmesine karþý çýkýyorlar.

A

Baylar, Bayanlar; levilik, Anadolu topraðýnda yaþama geçmiþ olan Alevi “geleneði”ni kucaklayan, o temelden beslenen, sürekli “güncelleþerek” günümüze taþýnan ve “tarihi aþarak” geleceðe uzanacak olan “çaðdaþ bir tavrýn”, toplumsal boyutta “halk çýkarýna-yararýna” dayalý bir mücadelenin “taþýyýcýsý” olarak bilince çýkar. Bu nedenle Alevi olmak ya da Aleviliði benimsemek, genelde, “insan” görüntüsü altýnda “ezilen-sömürülen” bireye, özelde, “insanlýk” görüntüsü altýnda “egemen”e karþý ortak bir iradeyi dýþa vuran “halka-yaratana” yönelik bir “tapýnmaya” katýlmak anlamýna gelir. Aleviliðin amacý, geleceðe uzanan açýlýmýnda “düþüncede görerek” inancýndan aklýna atlamak ve kendini “özgürleþtirmek”, ötesinde toplumu ve doðayý “özgürleþtirmek”tir. Yüzyýllar süren bu “özgürleþme-özgürleþtirme” sürecinde Alevilik, insanlýðý ve doðayý “Tanrý” ile özdeþleþtirdi; canlý ve cansýz dünyayý pratik eylemler alaný durumuna dönüþtürdü; “doðrudan demokrasi” zemininde “halkýn demokrasisi”ni politikasýnýn mutlak biçimi olarak algýladý. Bu yolla Anadolu aydýnlanmasýnýn ve toplumcu hümanizmin en “üretken” felsefesini yarattý. Egemenin, ötesinde küresel egemenin, özgürlük mücadelesi karþýsýnda bir “silah” olarak taþýdýðý “ölümü”, düþünce özgürlüðüne “þantaj” yapmak için kullanýlan bir “rehine” olarak algýladý ve onu felsefesinden-inancýndan çekip çýkardý. Özgür bir insan “ölüm”den baþka her þeyi düþünür ve bilgisi “ölüm” üzerine deðil, “yaþam” üzerinedir, yargýsýný öne alarak “ölümü ölümsüzleþtirdi.” Yaþama enerjisi olarak tanýmladýðý “sevgiyi-aþký”, özgürlüðün tek olasý temeli ve toplumsal yaþamýn tek etik harcý olarak algýladý; sevginin-aþkýn “taþýyýcý” kimliði olarak öne çýkardýðý “benliði” ve ona duyulan etik ilgiyi, kendini yaratmanýn bir aracý durumuna getirdi. Alevilik, Anadolu kökenli bir felsefe-inanç, öðreti ve yaþama biçimidir. Felsefe boyutuyla bir “düþünceci idealizm/materyalizm” bileþimi olan Alevilik, genelde, Ýlkçað ve Rönesans aydýnlanmalarýnýn temelini oluþturan, “akýlcý” olmakla belirgin “metafizik bir aydýnlanma” zeminine oturur. Özelde ise “inanç” açýlýmlarýyla edindiði “metafiziðinin”, bireysel-toplumsal ve doðasal “akýl” tarafýndan “beslenmesini, sorgulanmasýný”, yaþanan anda anlamlý olacak biçimde “deðiþtirilmesini/ dönüþtürülmesini” bir “zorunluluk” olarak öne çýkardýðý için 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda “diyalektik ve tarihi materyalizm” üzerine yapýlandýrýlan “gerçek aydýnlanma”nýn, asýrlar-öncesi “kanýtýný” oluþturur.

Kasým 2004

Ýlkçað’dan gelen ve Ýsa þeriatýný yadsýyan/yalanlayan “aydýnlanma” deðerleri ile Arap Yarýmadasý’ndan gelen ve Muhammet þeriatýna karþý köktenci bir duruþ alan Hz. Ali Yandaþlarý Hareketi’nin “muhalefet” deðerleri, Asya’dan gelen ve feodal devlete tavýrlý olan “kandaþ toplum” deðerleriyle, Anadolu’da buluþtu. “Temel üretim” zemininde, “belirleyici üretici güçler”in, yani köylülerin, göçerlerin ve yarý-göçerlerin bireysel/toplumsal “kurtuluþunu” saðlamak üzere 11.-12. yüzyýllarda bir eren-evliya öðretisi/inancý biçiminde yapýlandý. Yapýlanýp biçimlenirken ayný zamanda “çaðdaþý” durumundaki kimi düþünce-inançlardan da beslendi: Öncelikle Asya kökenli “kandaþ toplum” deðerlerinin egemen olduðu “Babailik”ten, ardýndan Þii deðerlerle kandaþ deðerlerin harmanlanmýþ olduðu “Ahilik”ten, daha sonra kaynaðýný Yunan-Anadolu Ýlkçaðý’ndan alan ve “harfleri” dil olarak kullanan “Hurufilik”ten ve son olarak da Osmanlý egemenine karþý halkýn düþünsel-inançsal-siyasal isteklerini kucaklayan “Kýzýlbaþlýk”tan etkilendi. Yapýlanma sürecine “koþut” olarak, “geriye dönüþ kültü” kapsamýnda, kendini yaratan kaynaklardan biri durumunda bulunan Hz. Ali Yandaþlarý Hareketi’ni “geriye” doðru izleyerek Ýslam’ýn “içine taþýndý”. “Taþýnma”yla birlikte kendi “bâtýni” yapýsýnda Ýslam heterodoksisini özümsedi, onunla özdeþleþti, tapým kimlikleri ve tapým olaylarý yarattý. Anadolu’da, Ortaçað kurumlarýyla/deðerleriyle yeterince “hesaplaþýlamadý”; yani, Atatürk’ün baþlattýðý “demokratik devrim” tamamlanamadý. Doðal olarak “þeriat deðerleri”, birey ve toplum yaþamýndan sökülüp atýlamadý. Kuþatmanýn getirdiði “yabancýlaþma” ortamýnda laiklik de “yabancýlaþtý”; din ve dünya iþlerinin birbirinden ayrýlmasý temeline dayanan laiklik, “din ve devlet iþlerinin” birbirinden ayrýlmasý biçiminde algýlanmaya/anlaþýlmaya ve uygulanmaya baþladý. Süreç içinde toplumsal yaþam “þeriata” terk edildi: “Þeriatla birlikte özgürleþelim” anlayýþý egemen duruma yükseldi. Þimdi Aleviler, Alevi kimliðinin yeniden yapýlanmasýný olanaklý kýlacak araçlarý biçimlendirmeye ve örgütlemeye; laiklik-demokrasi mücadelesi zemininde sosyal pratiði bir ucundan yakalayarak temsil edici/kimlikli bir mücadeleyi yaþama geçirmeye; Alevi-Sünni çatýþmasý oyununu bozmaya çalýþýyor. Çaðdaþ olmayý ya da çaðdaþ olaný yaratmayý; aklý inançtan, bilimi dinden baðýmsýzlaþtýrmayý; gerçek Alevi-Sünni kardeþliðini kurmayý, çaðdaþ insanlýk ve demokrasi deðerlerine sahip çýkarak toplumu ve bireyi kilitleyen zincirleri kýrmayý; özgürlükleri, eþitliði, halk egemenliðini, ideolojik ve siyasal çoðulculuðu yaþama geçirmeyi, “temel ve vazgeçilmez yükümlülükler” olarak görüyor. Yukarýda sýralanan amaç ve yükümlülükler gereði Aleviler, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn çatýsý altýnda yer almak istemiyorlar. Çünkü, devlet yapýsýnda böylesi bir örgütün bulunmasýný laiklikle baðdaþtýramýyorlar. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn Atatürk döneminde, devrimlere karþý köktendinci Sünni kesimden gelmesi olasý tehlikelere karþý kurulmuþtu. Varlýk nedeni olan bu tehlikelerin ortadan kalkmasýyla örgüt varlýðýnýn da sonlandýrýlmasý amaçlanýyordu. Ne var ki geliþmeler amaçlandýðý gibi olmadý. Diyanet gittikçe güçlendi; devlet, “Sünni Devlet” tercihinde bulununca Hanefi Ýslam anlayýþý ve bu anlayýþýn ilahi tasarýmý devletle bütünleþti. Laik bir toplumda devlet, ne “dinlidir, ne de dinsiz”dir. Devletin “inanç özgürlüðünü saðlamakla” (Devamý sayfa 16’da)

15


AVRUPA PARLAMENTOSU YEÞÝLLER GRUBU AVRUPA BÝRLÝÐÝ’NDE TÜRKÝYE: ORTA GELECEÐÝMÝZ ETKÝNLÝÐÝ (Baþ tarafý 15. sayfada)

yükümlü olmasý, bireyin “inançlý ya da inançsýz” olabileceðinin; buna karþýn, devletin bir inancýnýn “olamayacaðýnýn” önkoþul olarak kabul edilmesi demektir. Bu nedenle Aleviler laiklik gereði devletin, a) hiçbir dinin, dinsel anlayýþýn, devlet ve toplum düzenini biçimlendirip yönlendirmesine olanak tanýmaz; b) tüm inançlara özgürlük verir; farklý inançta olanlarýn özgürlüðünü engellemek isteyenlere müdahale eder, anlayýþýný yaþama geçirmek istiyorlar. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn “kendi varlýk nedenlerini ortadan kaldýracak” bir “kanala” sokulmasýný ya da “kapatýlmasýný”; amacýn gerçekleþme sürecinde, kendilerinden alýnan ve Diyanet’e ayrýlan vergilerin “genel bütçe”den kendilerine aktarýlmasýný talep ediyorlar. “Zorla din eðitimi verme, Alevi yerleþim birimlerine cami yaptýrma ve imam atama, iþ ve bürokrasi alanlarýndan Alevileri dýþlama” uygulamalarýnýn, Osmanlý’nýn þiddete dayalý “asimile” yönteminin Cumhuriyet dönemindeki devamý olduðuna inanýyorlar ve bu uygulamalarýn sona erdirilmesini istiyorlar. Camileri “ortak ibadet yeri” olarak görmüyorlar; kendi inançlarýnýn gereklerini, kendi ibadet yerlerinde, yani “cemevleri”nde özgürce yerine getirmek istiyorlar. Çocuklarýna, “devlet zoruyla din dersi verilmesini” bir “zulüm” olarak algýlýyorlar ve bu uygulamanýn en azýndan Türkiye’nin de imzaladýðý “Çocuk Haklarý Sözleþmesi”ne aykýrý olduðunu býkmadan usanmadan yineliyorlar. Müze olarak devletçe iþletilen Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’nýn, asýl sahibine yani kendilerine iadesini istiyorlar. Kendilerini “azýnlýk” olarak görmüyorlar; “çoðunluðun parçasý” olduklarý bilinci içinde, “azýnlýk” tanýmlarýyla gerçek demokrasinin biricik kaynaðý olan ve egemene karþý “ortak bir irade”yi dýþa vurabilecek tek güç durumunda bulunan “halkýn” parçalara ayrýlarak “kalabalýk” durumuna getirilmesine karþý çýkýyorlar; böylesi “azýnlýk” tanýmlarýnýn “nedenlerini” ortadan kaldýracak “halkýn demokrasisi”nin yerleþtirilmesini talep ediyorlar. Anadolu “doðumlu” olmakla birlikte Ýslam’ýn “içine taþýndýklarýný”, yani Ýslam dýþý olmadýklarýný kabul ediyorlar; ortodoks inanç ve kimlikleri “dönüþüme” uðratarak Ýslamiyet’i “halk dinine” evrilten temel güç olduklarýný savlýyorlar. Bu topraðýn yurttaþlarý, aydýnlanma yaratýcýlarý olarak “kýyýma” uðramak istemiyorlar artýk. Bu isteðin bir kanýtý anlamýnda onlarca insanýn diri diri yakýldýðý Sivas/Madýmak Oteli’nin, “Sivas Utanç Müzesi” olarak düzenlenmesini talep ediyorlar. emokrasinin temelinin bireysel, toplumsal ve sýnýfsal hak ve özgürlüklerden oluþtuðu bilinci içinde, bu “alanlardaki kazanýmlarý” bizlere sunacak olan AB ile Alevilerin hiçbir uyum sorunu olamaz. Tam tersine AB üyesi ülkeler insanýna Doðu’nun “doðacý/insancý” evrensel deðerlerini taþýyacak, onlarýn kendi bedenlerine, ötesinde tüm doðaya, bireysel/toplumsal akýllarýna, ötesinde tüm doðaným aklýna dönmelerini saðlayacak en etkili araçtýr. Kendini yitiren, sistem tarafýndan belletilen amacýnýn dýþýnda amacý olmayan, yalnýzlaþan ve baþkalarýnýn acýsýndan “tat” alan Batý insanýna “kurtuluþ çýðlýðý” ya da “uyarý zili” olacaktýr. Ancak, AB dünyasý, demokrasinin ve insan haklarýnýn, sadece tanýmýný deðil, uygulamasýný da kapsayan geniþ bir anlayýþýn sahibi olabilir mi?, sorusunun yanýtýný “ikirciksiz” vermek durumundayýz. Böylesi “geniþ” bir uygulamanýn, Batý açýsýndan Türkiye üzerindeki sömürü “havzasý”ný daraltacaðý açýktýr. Alevilikte “insan haklarý” dendiðinde “yatay eðilimli” iþlendirme, ücret düzeyi, gelir daðýlýmý, eðitim, saðlýk, lokma hizmetiyle açlarý doyurma, vb., de akla gelir. Ne var ki AB’nin bu konularla ilgilendiðine tanýk olamýyoruz. AB’nin “dayatmalarý”, çalýþanlarýn kazanýmlarýyla belirgin “Batý benzeri bir düzenin küreselleþtirilmesi” mi acaba? Eðer öyleyse Aleviler sonuna kadar destek verecektir. Yok eðer AB, “aþýrý soyutlaþtýrýlmýþ”, uygulanabilirliði “sýnýrlý” olan “dikey” eðilimli insan haklarýyla “içi boþaltýlmýþ bir demokrasi”yi gerekçe göstererek, Batý kapitalizminin ekonomik olarak yönetimine girecek ve siyasi denetim altýna alýnacak bir Türkiye yaratmak istiyorsa bir “kapitalist enternasyonalla” karýþý karþýyayýz demektir. Böylesi bir durum, “biçimsel olarak demokratikleþirken özde sömürgeleþmeye doðru yol alýyoruz” anlamýna gelir. Ýþte Aleviler açýsýndan “uyumsuzluk” bu noktada baþlar.

D

16

Avrupa Parlamentosu Yeþiller Grubu üyesi Cem Özdemir’e Sorular Yönelttik Ahmet Koçak: Avrupa Birliði ilerleme raporunda Alevilerin azýnlýk olarak açýklanmasýný siz nasýl deðerlendiriyorsunuz? Azýnlýk kelimesi Türkiye’de ve Avrupa’da farklý anlaþýlýyor. Azýnlýk kelimesi Türkiye’de Lozan Antlaþmasý’ndan ibarettir. Avrupa’da ise azýnlýk kelimesi hukuksal bir terim deðildir. Orada, azýnlýk kelimesi farklý bir anlam taþýyor. Avrupa’daki Türk kökenliler de bir nevi azýnlýktýr. Daha önce gelmiþ olanlar da azýnlýk statüsündedir. Dini, etnik ve tercih azýnlýklarý var. Ortada bir terim anlaþmazlýðý olduðunu düþünüyorum. Türkiye’deki insanlar kendilerini nasýl görüyorsa, devlet de öyle kabul etmeli. Devlet uzun bir süre Alevi’ye, “sen aslýnda Alevi deðilsin, baþka bir þeysin”, demeye çalýþýyordu. Bu, tabii yanlýþ bir þey. Vatandaþýn alt kimlikleri farklý olabilir. Üst kimlik TC vatandaþlýðý. Türkiye’de bugün tartýþýlan, Anayasal vatandaþlýk çerçevesinde hiçbir sorun olduðunu düþünmüyorum. Azýnlýk kelimesini devlet kabul eder mi, etmez mi? Ýnsanlar ister mi istemez mi? O, bizim meselemiz deðil. Ahmet Koçak: Aleviler kendilerini azýnlýk olarak görmüyorlar. Alevilerin bir kýsmý öyle görüyor, bir kýsmý görmüyor. Bu benim vazifem deðil. Yani bizim siyaset anlayýþýmýz bu konuda farklý. Biz siyasetçi olarak, sen þusun, deme hakkýna sahip deðiliz. Türkiye’de devletin bir kýsmý farklý düþünüyor. Vatandaþa sen þusun demeye çalýþýyor. Biz bunu yanlýþ buluyoruz. Vatandaþ ne ise buna saygý göstermek zorundayýz. Avrupa da biz, Türk kökenli insanlara siz aslýnda Türk deðilsiniz, sizin diliniz yoktur, sizin diliniz Almancadýr demiyoruz. Yanlýþ buluyoruz böyle bir þeyi. Vatandaþa saygý devletin ilk görevidir. Vatandaþ Alevi ise, onun dini ibadet yeri Cemevi ise, biz buna sonuna kadar saygýlýyýz. Cemevine O dinevi diyorsa bizim için de dinevidir. Kültürevi diyorsa, bizim için kültürevidir. Devletin vazifesi, vatandaþýn gittiði evi tarif etme deðildir. Ýþte o yüzden de sivil toplum kuruluþ ve örgütlerinin güçlenmesini istiyoruz Türkiye de. Çünkü devlet vatandaþýn özel iþlerine karýþmamalý, vatandaþa býrakmalý bunu. Musa Aðacýk: Baþbakan Tayyip Erdoðan doðrudan “cemevi kültür evidir, cami ile bir tutulamaz dolayýsýyla Alevilerin inanç merkezi camidir”, demesine yorumunuz nedir? Camiye insanlar ne kadar saygýlý olmalýysa, ayný þekilde cemevine karþý da saygýlý olmalý. Devletin vazifesi kilise nedir, cemevi nedir, cami nedir demek deðildir. Hükümetin, Baþbakanýn da vazifesi deðildir bu. Hükümetin vazifesi, bütün dinlere eþit mesafede kalmak ve eþitlik saðlamak. Vatandaþ dini ibadet yeri olarak cemevine gitmek istiyorsa oraya gidebilmeli. Hiçbir engel olmamalý. Musa Aðacýk: Þu anda Ramazan ayýndayýz. Türkiye’de medya A’dan Z’ye TV’ler olsun, gazeteler olsun ramazan sayfasý hazýrlamaktadýr. Buna karþýn Alevilerin Muharrem ayý söz konusu olduðunda, býrakýn sayfa hazýrlamayý tek satýr haber bile olmamaktadýr. Buna yorumunuz nedir? Devletin dini olmadýðýndan dolayý, devlet Sünni vatandaþlarýn dini bayramlarýný kutlar, Alevi vatandaþýn dini bayramlarýný kutlar. Hýristiyanlarýn ve Musevilerin bayramlarýný kutlar. Basýn da aslýnda bunu yapmalý. Basýn da bütün farklý kültürler hakkýnda bilgi vermeli. Türkiye’de yetiþen her vatandaþ, Türkiye’deki, zengin mozaik hakkýnda bilgi edinebilmeli. Musa Aðacýk: Basýn da Sünni ama. Basýn da devletin Sünni politikasýnýn bir devamý. Basýnýn da dini olmamalý aslýnda. Ama o basýna ait olan bir þey, benim görevim deðil. Basýn, devlet, devleti temsil eden herkes bütün ülkedeki zenginliði temsil etmeli ve o zenginliði anlatmalý. Günün birinde Türkiye’deki okullarda çocuklar Süryanilik, Yezidilik, Alevilik, Sünnilik, Musevilik, Hýristiyanlýk nedir, bunlarý ders kitaplarýnda öðrenebilir. Bu Türkiye’nin zenginliðidir.

Sayý 4


Serçeþme’nin Kaynaðý Hüseyin Akýn

S

erçeþme’nin “kaynaðý”na iliþkin çalýþmalarýma 1985 yýlýnda baþladým: Farklý düþünceler içerisinde yola koyulmuþtum. 1998 yýlýnda Hünkâr Hacý Bektaþ Veli’yi oyunlaþtýrdým. “Oyun” çalýþmasý kapsamýnda Serçeþme’ye “kaynak” olan tarihi köklere inmeye çalýþtým. Ýnsanlar arasýndaki iliþki bozukluðu, yaþama bakýþtaki bireysellik, yaþanan içsel çeliþkiler, kýsacasý kinin-kibrin bol olduðu, insanin insana yabancýlaþtýðý toplumsal bir yaþama “tanýk” oldum; daha doðrusu toplumsal bir yaþam içerisinde olduðumun farkýna vardým. Doðal olarak; olaylarýn geliþip bu duruma evirilmesinde birinci etmen yine “insanýn kendisidir”. Çünkü, egemen sýnýfa iliþkin hukuka ve siyasi kurumlara hizmet etmektedir. Her çaða damgasýný vuran düþünceler, toplumun maddesel gücünü elinde bulunduran ve bu nedenle manevi “dünyaya” egemen sýnýfa aittir. Maddesel üretim araçlarýný emrinde bulunduran sýnýf, uzantýsýnda “manevi üretim araçlarý”na da hükmeder. Doðada varolan her þey “doðmak” zorunda ise insan da kendi tarihini doðurarak, belirli bir “doðum belgesi” elde eder. Bu öyle bir belgedir ki kendini “bilerek” ortadan kaldýrma (feshetme) gücüne sahiptir. Tarih, gerçeði merkezine alarak, insana iliþkin olaylarý, tüm çýplaklýðýyla ortaya koyan bir bilim dalýdýr. Bu gerçeklikten korkanlar, tarihimizi yakýp-yok ederek, elimize az sayýda yazýlý belgenin geçmesine neden olmuþ ve böylece bize “ihanetin” en büyüðünü yapmýþlardýr. Bunun yaný sýra, tarihimizi “çarpýtmak” için verdikleri mücadeleyi de küçümsememek gerekir. Çünkü bu tarih çarpýtýcýlarý, insanýn “özüne” yabancýlaþmasýna önayak olmaktadýrlar. Aklýmýza, “Neden?” sorusu gelebilir. Kapitalist sistem, parayla her þeyi satýn aldýðý için, insanlar arasýndaki gerçek baðlarý da “satýn alarak” ya da “silerek” toplumsal iliþkilerin “bozulmasýný” saðlar. Para, deðiþimin evrensel aracýdýr. Ýlk bakýþta; insanlar arasýnda, genel bir “bað” olarak görülür, gerçekte ise her türlü insanlýk iliþkisini yýkar. Eðer dünyasal iliþkiler, tekrar “insancýl deðerler üzerine” yapýlandýrýlabilirse, iþte o zaman sevgi ancak sevgiyle, güven ancak güvenle deðiþtirilebilir. Para, bir yandan “düzmece” gereksinimlerin karþýlanmasýný kolaylaþtýrýrken, öte yandan gerçek gereksinimlerin karþýlanmasýný engelleyerek, insaný, “özüne” yabancýlaþtýrýr. Kendi özünden “uzaklaþma” baðlamýnda insan soyunun en büyük yabancýlaþmasý, toplumsal yabancýlaþma tarafýndan yaratýlmýþ “dinsel yabancýlaþmadýr”. Yazýlanlara, anlatýlanlara bakýldýðýnda, Alevi-Bektaþi felsefesini kabullenip, yaþamýn güzelliklerini paylaþmak isteyenlere kimileri tarafýndan Alevilik þöyle tanýmlanýyor: “Biz Alevi Ýslam’ýz, asýl Müslüman biziz, bu nedenle baþýmýz Kuran’a baðlýdýr. Alevilik, Ýslamiyet’in Anadolulaþmýþ biçimidir. Alevilik bir Türklük ürünüdür ya da Alevilik bir Kürtlük ürünüdür vb.”. Bu söylemleri kullananlarýn aslýnda kimlere hizmet ettikleri açýkça bilinmektedir. Þu þekilde tanýmlamak belki de daha doðru olacaktýr: Yukarýdaki düþünceler “þeriat kapýsý”ndan ayrýlmak istemeyenler için geçerliliðini koruyabilir. Ancak unutmayalým ki “Dört Kapý Kýrk Makam” öðretisinde birinci kapýdan sonra temel anlayýþ “Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlýktýr” kesin yargýsýyla öne çýkarýlýr. Bu “öz” kavranamazsa ya da bilinmesine karþýn yaþamýn “hizmetine” sunulamazsa insanlar þeriat kapýsýný tartýþmaktan öteye gidemeyecektir. Bu türden tasarým sahipleri, “bilim ve teknik”i, insanlýk karþýsýnda, büyük bir “tehdit” olarak algýlarlar. Aslýnda asýl tehdit; bilim ve teknik deðil, onlarýn “bilinçsizliði”dir. Bilinçsizliklerinin bir gereði olarak, “her þey, koþullara, zamana ve yere baðlýdýr,” düþüncesini “mayasýnda” taþýyan Alevi-Bektaþi felsefesinin geliþmesinin karþýsýndadýrlar. 2 Temmuz 1993 Sivas’ýnda yananlarýn, “hâlâ yanmakta olduklarýný düþünmek bile istemediklerini”, söylersem abartmýþ olmam herhalde. Çünkü tarih, bir “rastlantýlar” ya da “saçma hatalar” yýðýný deðildir. Þayet dünya sürekli “hareket ve geliþim” halindeyse, eskinin “göçüp” gitmesi ve yeninin “doðup” büyümesi, geliþimin bir “yasasý” ise o zaman her türlü engellemeye karþýn gerçek Alevi-Bektaþi düþüncesi geliþip güçlenecektir. Þunu da belirtmeden geçemeyeceðim: Onlarýn

Kasým 2004

Tanrý’sý ve Kitabý, insan üzerinde egemenlik kuran ve insanlarýn yabancýlaþmasýný saðlayan “Para”dýr. Artýk, yarattýðý nesnelerde yabancýlaþmayan insan, kendi emek “ürünü”nde kendini bulacaktýr. Ýnsan, “nesnel dünya” ile duyular aracýlýðýyla olduðu kadar, düþünce ve eylem aracýlýðýyla da iliþki kurar. Kurduðu her türlü iliþki, insanýn ve doðanýn “baðlaþýk insanlaþmasý”nýn dýþa vurumudur. Doðayla bütünleþme temelinde emeðin gücüne sahip çýkan Hünkâr Bektaþ Veli’nin toplumsal diyalektiði ve felsefesi kavranmadýðý sürece, Anadolu Aleviliði, “evrensel” rolünü oynayamaz ve kapitalizm tarafýndan “sürekli bölünmeye” mahkum kalýr. Bunun önüne geçmenin yolu, Hünkâr Bektaþ Veli’nin felsefesini “yaþamla bütünleþtirmek”ten geçer. Açýklamaya çalýþtýðým nedenlerle “idealist” bir anlayýþla deðil, “materyalist” bir anlayýþla yola çýktým. Alevi-Bektaþi felsefesinin özü de belirleyici anlamda idealizm deðil, “materyalizm”dir. arihi materyalizm, diyalektik materyalizmin ilkelerinin, toplumsal yaþamýn olgularýna, toplumun ve tarihinin incelenmesine uygulanýþýdýr. Diyalektik, “konuþma-tartýþma” anlamýnda “dialego”dan gelir. Alevi-Bektaþi tarihine baktýðýmýzda, “karþýt düþüncelerin” çarpýþmasýnýn ortaya konuþunun, “hakikate” ulaþmada tek etkili yöntem olduðu görülür. Alevi-Bektaþi ulularý tarafýndan doða olgularýna uzatýlan diyalektik düþünme yöntemi, doðayý anlamada kullanýldý: Doðada her þeyin deðiþmekte olduðu, hareket halinde olan her þeyin sürekli deðiþimden geçtiði, doðanýn geliþmesinin, doðadaki çeliþkilerin aþýlmasýnýn bir sonucu olduðu yargýsýna varýldý. Hacý Bektaþ Veli’nin þu sözleri anlattýklarýmýz açýsýndan anlamlýdýr: “Doðanýn egemeni deðiliz, onun, sorumluluklarýnýn bilincinde olmasý gereken uzantýsýyýz!” Dinli dinsiz, Allahlý, Allahsýz, kitaplý kitapsýz, insanýn insanca yaþamasýný isteyen, emekten yana olan herkes kardeþtir. Hünkâr’ýn da dediði gibi 72 millete bir nazarda bakýlýr. Böyle düþünmediðim taktirde, hem kendime, hem de tarihime “ihanet” etmiþ olurum. Bizler, insanlýða karþý sorumluyuz, ama onun kadar doðaya, öteki canlýlara ve hayvanlara karþý da sorumluyuz. Gelecek kuþaklara insanca yaþanýr bir toplum býrakmak zorundayýz, ama ayný zamanda anlamýný yitirmemiþ bir doða...

T

17


Aleviler ve Devlet Burhan Kocadað

S

on on yýlda yoðunlaþan Alevi olaylarý nedeniyle bu yazýmýzýn çekirdeðini, Alevilerin devlet ile olan iliþkileri üzerine ayýrdýk. Ancak “Aleviler ve Devlet” konusu geniþ bir kavram olduðundan Selçuklu ve Osmanlý iliþkilerine birkaç paragraflýk bir deðinme yapmakla yetineceðiz. Aðýrlýklý olarak günümüz iliþkileri üzerinde duracaðýz. Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluþundan, yükselme dönemine kadar olan yapýlanmada Alevi oymaklarýnýn “büyük desteði” olmuþtur. O dönemlerde Anadolu Müslüman oymaklarýnýn yüzde sekseni Alevi kökenli ve Alevi inançlý idi. Anadolu Selçuklu Devleti, doðudaki Büyük Selçuklu Devleti’nin Sünni yapýlanmasýna karþý bir alternatif olarak Aleviliði “seçmiþti”. Daha doðrusu Anadolu’da yer alan oymaklarýn büyük çoðunluðu Þamanist kökenli Alevi olduklarýndan, devlet yapýsý da bunu gerektiriyordu. Abdalan, Bacýyan alaylarý, Babailer ve Alevi Türkmenler, devletin kuruluþ dönemlerinde saray ile iç içe idiler. Yönetimsel iþlevlerde Türkmen töresi geçerli idi. Böylece devlet, Alevi oymaklar ile âdeta kenetlenmiþ durumdaydý. Halk ile saray arasýndaki bu dayanýþma, Alaattin Keykubat’ýn zehirlendiði zamana kadar devam etti. Ne zaman ki oðlu Gýyasettin Keyhüsrev’in iþ baþýna gelip geleneksel töreyi bozarak “Arap mollalarýna” yer verince, iþte denge o zaman bozulmuþ, Aleviler ve Devlet arasýndaki ipler de kopmuþtu. Bu kopuþun sonunda Alevi oymaklar, Baba Ýlyas ve Baba Ýshak’ýn etrafýnda toplanmýþ ve bir süre sonra ayaklanmýþlardýr. 1239 yýlýndaki bu ayaklanma, ‘240 yýlýnda Malya ovasýnda kanla bastýrýlmýþ ama, sonunda devlet de yýkýlarak tarihe karýþmýþtýr. Kurulan beylikler arasýnda Osmanlý’nýn kuruluþu, yükseliþi ve imparatorluk haline geliþi de týpký Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluþu ve yükseliþi gibidir. Hacý Bektaþ Veli’nin etrafýnda toplanan Alevi oymaklar, Horasan Alevileri, Alp Erenler, Ahiler, Osmanlýlara destek vermiþ, Yeniçeri Ocaðý kurulmuþ, Alevi-Bektaþi inancýna ve töresine göre yetiþtirilen Yeniçeriler harikalar yaratarak Balkanlar’a kadar devleti taþýmýþ, küçük bir beylikten koskocaman bir imparatorluk yaratmýþlardý. Yýllar geçip, devirler deðiþince bu durum böyle devam etmemiþ, töreler yavaþ yavaþ deðiþmiþ, Yeniçeri Ocaðý’nýn temeline keyfi nedenlerle dinamitler konulmuþ ve iþler rayýndan çýkmýþtý. Selçuklular’ýn Gýyasettin Keyhüsrev’i gibi, Osmanlýlar’ýn 1. Selimi de babasýný devirip iþ baþýna gelince, Arabistan’dan getirdiði “halifelik”le, Arap mollalarýnýn ve müftülerinin etkisi ile fetvalar ve fermanlar çýkarýp Alevi kýyýmýný yapmýþlardýr. Kýrk binler öldürülmüþ, bir o kadarý da zindanlara týkýlmýþ, geri kalanlarý da kýrsal kesimlere kaçar olmuþlardý. Kuyucu Murat zamanýnda otuz binler, diri diri kuyulara doldurulmuþtur. Devletin Alevilerle arasýnýn açýlmasýndan sonra, yapýlan baskýlar, iþlenilen haksýzlýklar sonucu zaman zaman Anadolu Alevileri “ayaklanmýþ” ve tüm ayaklanmalar, “Celâli ayaklanmalarý” adý altýnda toplanmýþ ve yoðunlaþmýþtý.

Ne Olmuþ Sonucunda Duraklama ve gerileme dönemleri ile geriye doðru sayma baþlamýþ ve sonunda Anadolu Selçuklularý’nda olduðu gibi Osmanlý devleti de tarihe karýþmýþtýr.Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluþu da týpký Anadolu Selçuklularý ile Osmanlý kuruluþuna benzer. Tarih tekerrürden ibarettir derler. Sanki bu tekerrür, Selçuklulardan Osmanlýya, Osmanlýlardan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmiþ gibidir. Mustafa Kemâl paþa ve arkadaþlarý, Erzurum Kongresi’nden sonra Sivas’a geçerken, Tunceli ve Erzincan daðlarýnda pusu kurmuþ olan Elazýð valisi Ali Galip tehlikesine karþýn, bu bölgedeki Alevilerin “korumasý” altýnda Sivas’a geçirilmiþ ve yine Hacýbektaþ muhiplerinin “güvenliði” altýnda Sivas Kongresi’nin yapýmasýna olanak verilmiþtir. Kongre sonucunda Ankara’ya geçen M. Kemâl Paþa ve arkadaþlarý, yani “Temsiliye Heyeti”, Hacýbektaþ ilçesine uðramýþ, orada Dergâh’ýn konuklarý olmuþlar, onurlarýna cem düzenlenmiþ, Mustafa Kemâl Paþa’ya geleneksel “kuþak” baðlanmýþ ve Cemalettin Çelebi ile özel ve

18

gizli bir toplantý yapýlarak, kurulacak devlet þeklinin “cumhuriyet” olmasý için karar alýnmýþtýr. Hacýbektaþ’ta oluþturulan birlik sonunda Anadolu Alevileri ve Bektaþileri, “Kuvayi Milliye”de yerlerini almýþlar ve yapýlacak seçimde tüm Anadolu Alevilerinin behemehal Mustafa Kemâl Paþa ve arkadaþlarýný “desteklemesi” için genelge yayýmlanmýþtýr. Yapýlan seçim sonucunda çok sayýda Alevi milletvekili grubu meclise girmiþtir. 23 Nisan 1920’de devletin resmen kurulmasýndan sonra 29 Ekim 1923’te yapýlan oturumda Alevi milletvekillerinin büyük destekleri sonucu, 128 ret oyuna karþýlýk 158 oyla “Cumhuriyet” ilan edilmiþtir. Bu oylamada Cumhuriyet’ten yana oy kullanan Alevi milletvekilleri arasýnda Denizli Milletvekili Hüseyin Mazlum Baba, Dersim Milletvekilleri Diyap Aða, Hasan Hayri Bey, Mustafa Aða, Erzincan Milletvekilleri Mustafa Zeki Saltýk, Hüseyin Aksu ile Çorum, Sivas, Amasya, Tokat, Samsun, Kýrþehir, Adana, Mersin, Antalya, Muðla, Ýzmir Milletvekilleri vb. pek çok Alevi milletvekilini saymak olasý. Denilebilir ki, bu Alevi milletvekilleri olmasaydý, “Cumhuriyet” öylesine kolay kolay ilan edilemezdi. 1937-1938’li yýllarda feodal yapýnýn, devrimlere ayak uyduramamasý sonucunda talihsiz olarak baþ gösteren “Koçgiri ve Dersim” olaylarý dýþýnda 1950 yýlýna kadar Alevi toplumu pek rahatsýz olmamýþtýr. 1938 yýlýndaki olaylarýn baþ sorumlusu da yine tek parti bünyesindeki sað kanadýn temsilcisi olan “Celal Bayar” ve arkadaþlarýdýr. Alevi toplumunun dýþlanmasý, 1950’den günümüze kadar uzanan sað parti iktidarlarýnýn döneminde olmuþtur. Celal Bayar dönemiyle Balkan kökenliler ve köktendinciler tedricen devlete egemen olmuþ, düzen giderek Alevi toplumunun “aleyhine” dönüþtürülmüþtür.

Y

Ne Olmuþtur Bu Dönemde?

irmi beþ yýl devam eden Türkçe ezan, Arapça okunmaya baþlanmýþ, camiler mantar gibi çoðalmýþ, Köy Endüstrileri kapatýlmýþ, yerine kuran kurslarý ve imam hatip okullarý açýlmýþ, devletin çaðdaþ anlayýþý, giderek tutucu köktendinci anlayýþa, ýrkçý ve faþist düzene dönüþtürülmüþtür. Son 15-20 yýlda estirilen terör yüzünden doðu köyleri boþaltýlmýþ, Osmanlýlarýn duraklama ve gerileme döneminde kýrsal kesime daðýlan Aleviler, ekonomik ve sosyal sorunlarla birlikte, estirilen terörden kaçýp kurtulmak için büyük kentlerde toplanmak zorunda kalmýþtýr. Alevilerin büyük kentlerde toplanmalarý, bir bakýma hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doðurmuþtur. Olumlu yönlere baktýðýmýzda, Aleviler iþ ve güç sahibi olmuþ, ülkenin var olan rantlarýna ortak olmuþlardýr. Ancak bu rant paylaþýmý, Sünni iþ çevrelerini rahatsýz etmiþ, sonucunda ýrkçý ve köktendinci militan guruplar Maraþ’ta Malatya’da, Sivas’ta, Çorum’da, Gazi mahallesi’nde, Sarýgazi’de Alevilere kan kusturmuþ, “yakýlmalar ve öldürmeler” olmuþtur. 1950’den 2004 yýlýna kadar geçen 54 yýllýk zamana baktýðýmýz zaman, devleti ele geçiren sað iktidarlar döneminde, Alevi toplumu “aleyhine” kadrolaþmalar olduðuna tanýk oluruz. Arada bir iktidara taþýnan “sosyal demokrat” hükümetler ile “27 Mayýs Hareketi” bu kadrolaþmaya engel olamamýþtýr. Arkasýndan devam eden “sað patentli” askeri darbeler de Türkiye solunu ezmiþtir. Bu yapýlanma sürecinde devletin polis gücüne bilinçli olarak ýrkçý ve köktendinçi militanlar doldurulmuþ, bürokrasi yine ayný þekilde bu güçlerce ele geçirilmiþtir. Bu süre içinde Alevi olduðu bilinen kiþiler, oluþturulan bu kadrolara alýnmamýþ, tek taraflý olarak devletin “sosyal dengesi” bozulmuþtur. Ben öyle inanýyorum ki, eðer yukarýda belirttiðimiz bu kadrolarýn içinde yüzde elli oranýnda Aleviler olsaydý ya da çaðdaþ anlayýþta saðduyu egemen olsaydý, Maraþ, Sivas, Malatya ve Gazi olaylarý yaþanmayacak, “barýþ ve kardeþlik” egemen olacaktý. Bin yýllýk bir deðerlendirme yaparsak, karþýmýza þöyle bir sonuç çýkar: Sistem olarak devlet, devlettir. Olumlu ya da olumsuz geliþmelerde devletin kabahati yoktur. Devleti ele geçiren kiþilerin ve zihniyetin kabahati vardýr. Bazý dönemlerde kara düþünceli, anti-demokrat, tutucu, köktendinci ve ýrkçý kadrolar devleti ele geçirebilir yada çeteler devleti sarabilir. Demokrat vatandaþlara ve özellikle Alevi kesime düþen görev,

Sayý 4


bünyesinde Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn yeri yoktur. Yetmiþ beþ yýldýr bu sistem devam edegelmektedir. Devletin dini olamaz. Devletin görevi dinli-dinsiz, Hýristiyan-Musevi-Müslüman olan tüm vatandaþlarýna “eþit mesafede” olmaktýr. Ama Türkiye’de bunun tam tersi uygulanmaktadýr. Biz diyoruz ki mademki Diyanet kaldýrýlamýyor, bu parlamentoyla kaldýrýlmasý da olasý deðil, o halde Diyanet sisteminin revize edilmesi gerekir. Yani Diyanet iþleri Bakanlýðý bünyesinde: Sünni Cemaatler Daire Baþkanlýðý, Alevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý, Müslüman olmayan Cemaatler Daire Baþkanlýðý olmalý ve bu daire baþkanlýklarý da kendi uygulamalarýnda özgür býrakýlmalýdýr. Her yýl ayrýlan trilyonlarca liralýk bütçe, bu daire baþkanlýklarý arasýnda oranlarýna göre paylaþýlmalý ve bu daire baþkanlýklarý da kendi cemaatlerine hizmet götürmelidir. Sonuç olarak diyoruz ki, devletin istenilen demokratik düzeyde olabilmesi için tüm demokrat insanlarýn “Alevi-Sünni demeden” el ele vererek çaðdaþ anlayýþta devlete modern bir þekil vermeleri gerekmektedir. Bizler, birbirimize düþtüðümüz an parçalanýrýz ve bundan arzu ettiðimiz devlet de oluþmaz.

devlete küsüp karþýt örgütler kurmak yerine, devlete “sahip” çýkýp, demokratik yollarla ve yapýlacak seçimlerde güç birliði yaparak devleti “kurtarmaktýr”. Bin yýllýk acýlý ve kanlý deneyimler göstermiþtir ki, karþý çýkmalar ve ayaklanmalar hiçbir olumlu sonuç doðurmamýþ, aksine üzücü ve elim sonuçlar yaratmýþtýr.

Y

O halde Ne Yapmak Gerekir?

apýlmasý gereken þudur: “Aleviler ve sosyal demokrat kesim”, devletin bütün birimlerine girmeli ve yapýlacak seçimler sonucunda parlamentoya büyük oranda milletvekili göndermelidir. Parçalanarak, küçük partiler kurup, peþlerinden koþarak, barajý aþamayan partilere oylarýný vererek ve sonucunda oylarýný bir nevi yakarak ya da iptal edilecek biçimde davranarak karþýtlarýna meydaný býrakmak ve onlarýn büyük bir güçle parlamentoya milletvekili sokmalarýna olanak saðlamak yanlýþtýr. Artýk bu yanlýþý görmek gerekir. Yöneticilerini beðenmesek bile, bize en yakýn büyük partiye girmeli, destek vermeli, gerektiðinde o partiyi “ele geçirmeli” ve Alevilerin de çok sayýda milletvekili çýkarmalarýna fýrsat vermeliyiz. Bunu yapmadýðýmýz taktirde geliþen sonuçlardan þikayet etmeye hakkýmýz olamaz. Geçen seçimde gördük. Orta-sol ve orta-sað partiler birbirlerine düþüp, birbirlerini parçalarken ve yine aklý bir karýþ havada olan, Türkiye’nin gerçeklerini göremeyen ya da görmek istemeyen “sivriler, ikinci cumhuriyetçiler, aþýrý solcular, baþörtü eylemlerine destek veren devrimciler” bu birliðe katýlmadýlar. Örgütler kurup ya da kurdurulan küçük partiler peþinde koþup sosyal demokrat gücü zayýflatýrken, Refah partisi, Avrupa’dan uçaklar kaldýrtýp yandaþlarýný ve evlerindeki yatalak hastalarýný sandýk baþlarýna götürerek ve bir tek oy’un hesabýný yaparak büyük oranda milletvekilini parlamentoya göndererek en büyük parti haline geldiler. Bunlarýn güçlenmesi, hem Alevi toplumu ve hem de 81 yýllýk Cumhuriyet rejimi için büyük bir “tehlikedir”. Bu tehlikeyi görmek gerekir. Gafletten uyanmanýn zamaný gelmiþtir. “Kýrk atým kýrat, inadým inat” deyip hâlâ küçük partilerin peþinde koþarsak, kendimizi “parçalamýþ” olacaðýz. O zaman “atý alan Üsküdar’ý geçecek” ve daha büyük tehlikelerle karþý karþýya kalmýþ olacaðýz. Son kýrk sekiz yýldan beri “tek taraflý” bir anlayýþ vardýr. Bu zihniyet Sünni inancý egemen kýlma düþüncesinde. Bu nedenle böyle bir zihniyette ve böyle bir ortamda Alevilerin yeri yoktur ve olamaz da. Bunu beklemek “hayalperestlik” olur. Bunca yýldan beri devam edegelen Diyanet bütçesi, imam hatip okullarý, kuran kurslarý, okullarda öðretilen tek yanlý öðretim programlarý, zorunlu din dersleri bu öðretiyi zorlamaktadýr. Bütün bunlar da yetmiyormuþ gibi Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý kanalýyla yapýlan toplantýlar, düzenlenen seminerler, Alevi toplumunu asimile etme amacýný gütmektedir. Saðda solda açýlan cemevleri de, uygulamalarýyla “Alevi þeriatýna doðru” bir gidiþ içinde. Bu gidiþ, bizi “Sünni þeriatýna ayak uydurma” tehlikesiyle karþý karþýya getirecek gibi görünüyor. Cemevlerinde açýlan “kuran kurslarý” bu hedefi göstermektedir. Ýçindeyiz ve görüyoruz. Laik devlet

Alevilik Dizisi Alevilik, Diyanet,Siyaset – Ýsmail Kaygusuz YENÝ ÇIKTI Musahiplik – Ýsmail Kaygusuz 2. BASKI Sivas Katliamýnýn Onuncu Yýlýnda Onlar Iþýk Oldular – Ahmet Koçak Okunacak En Büyük Kitap Ýnsandýr - R Yürükoðlu Hünkar Hacý Bektaþ Veli - Ýsmail Kaygusuz Alevilikte Ýnanç Kültür Siyaset Tarihi ve Ulularý - Ýsmail Kaygusuz

YENÝ ÇIKAN KÝTAPLARIMIZ Þiir Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz – Kul Hasan Atatürk Aydýnlýðýný Karanlýkçý Diþler Kesmez – Ali Yüce

Öykü Dünden Bugüne Alevi Olmanýn Bedeli – Ýsmail Kaygusuz

Divanyolu Cad. No 54, Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü-Ýstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635 www.alevyayinlari.com

Siyaset Dizisi Kafa Tutan Günler - Esat Korkmaz Ya Sosyalizm Ya Barbarlýk – Y. Zamir TKP, Doðuþu, Kuruluþu, Geliþme Yollarý – S. Üstüngel Ýrtica ve ABD Kýskacýnda Türkiye – Lütfi Kaleli 2. BASKI Küreselleþmeyi Anlamak – Yusuf Zamir Sosyalizm – R. Yürükoðlu 1. Cilt: Sosyalizm Nedir 2. Cilt: Ütopik ve Bilim-Dýþý Sosyalizm 3. Cilt: Günümüz ve Türkiye

TOPLU SÝPARÝÞLERDE %40 ÝNDÝRÝM YAPILIR

Kasým 2004

19


Türk-Ýslam Sentezi Yoluyla Alevi Asimilasyonu Lütfi Kaleli

T

opçu Baba’yý Anma, Kültür ve Sanat Dermeði’nin düzenlediði bir haftalýk kültür etkinliðine konuþmacý olarak ben de çaðrýldým. Hangi konuda konuþmam gerektiðini sorduðumda, Trakya bölgesindeki Bektaþilerin, “Türk-Ýslam Sentezcileri” ile “Alevi-Ýslam” söylemcilerinin etkisinde kalarak asimile olduklarýný ve son yerel seçimlerde Kýrklareli’nin birçok belediye baþkanlýklarýný Bektaþiler sayesinde ýrkçý Milliyetçi Hareket Partisi’nin aldýðýný söylediler. Hatta o kadar ki, Bulgaristan’da Türklere yapýlan haksýzlýklar ile Türkiye’de Alevi-Bektaþilere yapýlan haksýzlýklarý birleþtiren “Türk-Ýslam Sentezcileri”, bu konuyu iyi iþleyerek Bulgaristan sýnýrýndaki birçok Bektaþi köyünü Sünnileþtirmiþler bile... Konu çok önemliydi; Bektaþiler uyarýlmalýydý... 15 Haziran 2004 günü beni evimden alan canlarla önce Kýrklareli Eðitim-Sen lokaline gittik. Buradaki aydýn öðretmen, doktor, memur, emekli, emekçi dostlarla tanýþtýk. Akþama doðru Kofçaz ilçesine baðlý Ahmetler köyüne vardýk. Köye 1985 yýlýnda devlet tarafýndan yapýlan camiden akþam namazý için okunan ezan sesiyle karþýlandýk. Devletten maaþ alan imamýn günde beþ vakit ezan okumasý, zaman içerisinde etkili olmuþ, þimdi beþ-altý namazcý kazanýlmýþ... Derneðin organizesi güzeldi. Çevre köylerden de davet ettikleri köylüleri köy meydanýnda toplamýþlar; Kýrklareli’den ambulanslarýyla getirttikleri saðlýk ekibi tarafýndan þeker ve tansiyon ölçümleri yapýlýyor; doktorlar, köylüleri saðlýk kontrollerinden geçiriyorlardý... Bu iþlemler saat 21’e dek sürdü. Bundan sonra benim konuþmam baþladý ve 24’e dek devam etti. Konuþmamýn özeti þöyle oldu: 1200’lü yýllarýn Anadolu’sunda Selçuklular hüküm sürüyordu. ArapFars dil ve kültürlerinin etkisiyle dinsel boyutta þeriat kurallarýna aðýrlýk veriliyordu. Tasavvuf baðlamýnda inancý insanileþtiren akýmlara baský uygulanýyordu. Baba Ýlyas’ýn öncülüðünde baþlatýlan Babai Ayaklanmasý 1240’ta kanlý biçimde bastýrýlýyordu. Kardeþliði, birlik ve beraberliði öngören Ahilik örgütünün kurucusu Ahi Evren 1261 ‘de katlediliyor ve geniþ bir alanda esnafý kucaklayan örgütü daðýtýlýyordu... Ýþte böyle bir ortamda Horasan’dan Anadolu’ya barýþýn simgesi sayýlan güvercin donuyla gelen Hünkâr Hacý Bektaþi Veli. yerleþtiði Sulucakarahöyük kýrsalýnda, aklý öne alýyor; “Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlýktýr!” diyor; barýþýn, sevginin, hoþgörünün sembolü olarak kavgaya, kine, kibre karþý durup; din, dil, ýrk, mezhep ve cinsiyet ayýrýmý yapmadan toplumlarýn kardeþliðini seslendiriyor; “Bir erkeði okutursanýz bir kiþiyi aydýnlatýrsýnýz, bir kadýný okutursanýz bir toplumu aydýnlatýrsýnýz!” demek suretiyle toplumda kadýnýn önemine vurgu yapýyordu... Hallacý Mansur’un “Enel-Hak” (Tanrý benim) felsefesiyle gökyüzündeki Tanrý’yý insan cemaliyle yeryüzüne indiren tasavvuf kanalýndaki bâtýni inanç, Hacý Bektaþi Veli’nin Dört Kapý Kýrk Makam uygulamasýyla Alevi-Bektaþi toplumunu kucaklýyordu... Ýmam Caferi Sadýk, Buyruk adlý yapýtýnda Dört Kapý Kýrk Makam’ý özetle þöyle açýmlýyor: “Þeriat gemidir, tarikat denizdir, marifet dalgýçtýr, hakikat incidir. Pir olan kimselere gerektir ki, þeriat gemisine bineler, tarikat denizinde, yüzeler, marifet dalgýcý olup Hakikat incisine eriþeler... Bir kavilde þeriat. kiþinin kulluk etmesidir. Tarikat, Talip’in (isteklinin) kendisini ispat etmesidir. Marifet, özünün özünü bilmesi, insanlýða hizmet etmesidir. Hakikat ise, kiþinin kemâlete ermesi, menzile ulaþýp Hak ile Hak olmasýdýr... Ve bir kavilde þeriat, iþitmektir (ilkokuldur). Tarikat, görmektir (ortaokuldur). Marifet, anlamaktýr (lisedir). Hakikat, bilmektir (üniversitedir).” Üniversiteye gelip atom çekirdeðini inceleyen bir bilim adamýnýn tekrar ilkokula dönüp abece öðrenmesi ne denli abes ise, hakikat kapýsýnda Hakk’a ermiþ birinin de þeriat kapýsýna dönmesi o kadar abestir... Hünkâr Hacý Bektaþi Veli de, Makalat adlý yapýtýnda Dört Kapý’yý insanýn öz-benliðiyle bütünleþtirip özetle þu yorumu getirmektedir:

20

“Hak Süphane, Âdem oðullarýný dört türlü nesneden yarattý: Ýlki topraktýr, ikincisi sudur, üçüncüsü ateþtir, dördüncüsü yeldir. Özü toprak olanlar, turaptýrlar; alçakgönüllü, hoþgörülü, paylaþýmcý, özverilidirler. Kinden, kibirden, çýkardan uzaktýrlar. Ýnsanlýðýn hayrýna güzellikler üreten Hakikat’in kâmil insanlardýrlar... Özü su olanlar, su gibi aziz ve paktýrlar. Her türlü kirden, pislikten azadedirler. Bencillik, cimrilik, çýkarcýlýk, haksýzlýk gibi çirkinliklerden uzaktýrlar. Bilgi ve becerileriyle insanlýða yararlý olan marifetin olgun insanlarýdýrlar... Özü ateþ olanlar, hamlýktan olgunluða ermek için egosunu ateþte yakýp Hak yoluna kendisini adayan tarikatýn öðrenicisi olan insanlardýr... Özü yel olanlar ise, rüzgâr gibi aný anýna uymayan, deðiþken, kararsýz, her türlü gelip geçici heveslere kapýlan; kendi bencilliklerinde boðulan, özündeki cevheri bilmeyen, her kötülüðe yönelen; bu kötülüklerini namaz ile baðýþlatacaðýný umarak üst üste kötülükler yapan þeriatýn þekilci insanlarýdýrlar...” Yunus Emre de bir dörtlüðünde diyor ki: Bir kez gönül yýktýn ise Bu kýldýðýn namaz deðil Yetmiþ iki millet dahi Elin yüzün yomaz deðil... Ýþte bu akýl baðlamýndaki evrensel insanlýðý kucaklayan görüþler, þeriat kapýsýnda kalmýþ olanlar tarafýndan kabul görmedi. O nedenle yönetime gelip iktidar edenler, hele bir de Yavuz Sultan Selim ile Halifelik erkini de ele geçirince, Alevi-Bektaþileri “Kýzýlbaþ” suçlamasýyla, “anabacý tanýmaz” karalamasýyla kötülediler ve katletmeye kalkýþtýlar. 40 bin Alevi-Bektaþi’yi kýlýçtan geçirten Yavuz’dan sonra bir o kadar AleviBektaþi’yi de Kuyucu Murat, diri-diri kuyulara koyarak katletti. Ve tarih boyunca bu tür kýrýmlar irili ufaklý olarak devam ettirildi... Kendilerine kent ortamýnda yaþam olanaðý bulamayan Alevi-Bektaþiler, kýrsal alanlara çekilip kapalý toplum olarak yaþamaya âdeta mahkum oldular. Ýnançlarýný ancak Halk âþýklarýnýn saz ve sözlerinde, dedebabalarýn mürþitliðiyle cemevlerinde gizli yapýlan 12 Hizmetli cem törenlerinde yaþatýr oldular... Hacý Bektaþi Veli, camisiz yaþadý. Alevi-Bektaþileri katliamlarla yok edemeyen Ehlibeyt düþmaný Emevi artýklarý, bir yandan da onlarý asimilasyona tabi tuttular: 1826’da Yeniçeri Ocaðý’ný kanlý biçimde kaldýran Osmanlý’nýn egemenleri, tüm Alevi-Bektaþi tekkelerini kapattýlar, DedeBabalarýnýn kimini katlettiler, kimini de deðiþik yerlere sürdüler. Hacý Bektaþi Veli’nin Türbesi’ndeki Merkez Dergâh’ýn post sahibi olan 57 yaþýndaki Mehmet Hamdullah Çelebi’yi, Amasya’ya sürgün ettiler, iki deve yükü kitap ve el yazmasý belgeleri ise yaktýlar. Yýkmadýklarý Dergâh’a da Mehmet Said adlý bir Nakþibendi Þeyhi’ni imam olarak atadýlar. Bu zatýn asli görevi, Alevi-Bektaþileri “asimilasyona” tabi tutarak Sünnileþtirmekti... Nitekim bu zat, Türbe’nin yanýna 1834 yýlýnda bir cami yaptýrdý. Bugünkü asimilasyoncular da, “Alevi-Bektaþiler de camili yaþadýlar. Ýþte Bacý Bektaþi Veli Türbesi’ndeki tarihi cami bunun açýk bir kanýtýdýr.” demek suretiyle propagandalarýný yaygýnlaþtýrdýlar... Ne var ki bu da pek bir iþe yaramadý. “Dinine dizinle deðil, özünle baðlan!” diyen Hacý Bektaþi Veli’yi pir bilen, O’nun marifet ehli hakikatçi yoluna giden ve kararlýlýkla bu yolu sürdüren Alevi-Bektaþiler, o camiye hiçbir zaman itibar etmediler. Bugün bile 41 yýldan beri devam eden Hacý Bektaþi Veli’yi Anma Törenleri’ne katýlan yüz binlerce AleviBektaþi o camiye girip namaz kýlmadan Hacý Bektaþi Veli’nin türbesine niyaz edip inançlarýnýn gereðini yerine getirmektedirler... Þeriat kapýsýnda kalmýþ olanlarla hiç anlaþamayan Alevi-Bektaþiler; Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlýlar dönemlerinde olduðu gibi Cumhuriyet döneminde de 1960’lý yýllarýn sonu, 1970’li yýllarýn baþýndan itibaren toplu kýrýmlara uðramaya baþladýlar.

Sayý 4


27 Mayýs 1960 askeri darbesinde yer alan, ancak asiliðini devam ettirip bu kez “ýrkçý bir darbe” hazýrlýðýna girdiði için “14’ler” olarak bilinen grupla beraber yurtdýþýna gönderilen ve daha sonra yurda dönüp siyasete soyunan darbeci Albay Alpaslan Türkeþ, 31 Mart 1965 günü Osman Bölükbaþý’nýn Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne girdi ve 1 Aðustos’ta Genel Baþkan oldu. 8-9 Þubat 1969 günleri yapýlan Genel Kurul’da da Partinin adýný Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yaptý. Türkçülük ülküsüyle yola çýkan Türkeþ, kýsa zamanda yurdun deðiþik bölgelerinde 150’yi aþkýn komando kampý açtý, buralarda gençlere silahlý eðitim yaptýrdý. Davaya ihanet edenleri -kendisi de olsa- öldürmeyi emretti. Bu kamplarýn yaný sýra yan kuruluþ olarak Ülkü Ocaklarý’ný kurdu. Kadýn ve gençlik kollarýný ýrkçý bir politikayla besledi... Bu arada Prof. Dr. Necmettin Erbakan da dine dayalý görüþleriyle siyasete soyunup 12 Ekim 1965 seçimlerinde Konya ‘dan baðýmsýz aday oldu ve üç milletvekili çýkartacak kadar çok oy alýp TBMM’ne girdi. Bu baþarýsýnýn hemen ardýndan Milli Nizam Partisi’ni kurarak þeriatçý söylemleriyle siyaset sahnesinde yerini aldý. Halifeliði ve padiþahlýðý kaldýran Atatürk’e ve O’nun kurduðu laik cumhuriyet düzenine karþý çýkýþlarýyla prim yaptý. Kapatýldý. Yerine Milli Selamet Partisi’ni kurdu. O da kapatýldý, Refah Partisi’ni kurdu... Böylece bedeller ödeyerek güç kazandý ve iktidara bile geldi... Siyasette dini kullanmak prim yapýnca. Türkeþ de, parti politikasýný “Türk-Ýslam Sentezi” ile biçimlendirdi ve ýrkçý-þeriatçý çizgide ilerledi. Bu süreçte düþman olarak gösterdiði solcu, Kýzýlbaþ, Alevi-Bektaþi kesime ölüm kusmaya baþladý... Ýktidardaki Süleyman Demirel tarafýndan da desteklenen MHP, saðcýlýðý “dinci/milliyetçi”, solculuðu “dinsiz/komünist” olarak tanýmlayýp ataða kalkacak, 1970’li yýllarýn sonlarýna gelindiðinde sicilinde yüzlerce solcu gencin ve aydýnýn “katili” damgasýný taþýyan oldu... 5 Haziran 1966 günü Muðla’nýn Ortaca ilçesine baðlý Fevziye köyündeki tarlasýnda özürlü eþiyle beraber çalýþan Ali Rýza Özdemir, Kýzýlyurtlu 5 faþist/þeriatçýnýn saldýrýsýna uðradý. Ali Rýza Özdemir’i aðaca baðlayýp gözleri önünde eþine tecavüz eden faþist/þeriatçýlar, bununla da yetinmeyip, “Aleviler camiyi yaktý, minareyi yýktý” yalanýyla 16 Sünni köyünü ayaklandýrarak, silahlý 500 kiþiyle Ortaca’ya saldýrýp bir kiþiyi katlettiler, Kaymakamý dövüp, onlarca evi tahrip ettiler.. MHP’li ülkücülerin Ankara PTT’sinden Malatya Belediye Baþkaný Hamit Fendoðlu’na gönderdikleri bombalý paket, 17 Nisan 1978 günü açýlýnca, Fendoðlu ve gelini ile iki torunu parçalanarak öldüler. Bunu kullanan faþist ve þeriatçý kesim silahlý saldýrýya geçerek Alevilere ait 960 iþyerini tahrip ederek 9 kiþiyi öldürdüler... 4 Eylül 1978 günü Sivas’ta kýyýma kalkýþan MHP’li faþist ve þeriatçýlar, Alevilerin yoðun yaþadýklarý Alibaba Mahallesi’ne saldýrarak 12 kiþiyi katlettiler, yüzlerce evi yakýp yýktýlar... 23 Aralýk 1978 günü Kahramanmaraþ’ta kitlesel katliama kalkýþan MHP’li faþist ve þeriatçýlar, çoluk-çocuk, kadýn-erkek, yaþlý-genç demeden tam 111 caný katlettiler, bini aþkýn kiþiyi yaraladýlar; 800 evi ve iþyerini yaðmalayarak yakýp yýktýlar... 28 Mayýs-10 Temmuz 1980 arasý Çorum’ da kýyýma kalkýþan MHP’li faþist ve þeriatçýlar, tam 57 caný öldürdüler, 500’ü aþkýn kiþiyi yaraladýlar, bir o kadar ev ve iþyerini de tahrip ettiler... 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta Cuma namazýndan çýkan MHP’li, BBP’li, RP’li, ÝBDA-C’li, Azcmendili, Hizbullahlý faþist ve þeriatçýlar, organizeli olarak kýyýma kalkýþtýlar, Madýmak Oteli’ni ateþe verip AleviSünni 35 aydýný, yazarý, sanatçýyý, semahçýyý; “Müslüman mahallesinde salyangoz satýlmaz!”, “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yýkýlacak!”, “Ýslam devleti kurulacak!” gibi sloganlarla, “Allahu Ekber!” çýðlýklarý atarak cayýr-cayýr yaktýlar... 12 Mart 1995 günü Ýstanbul Gazi Mahallesi’nde kahveleri silahla tarayan faþist ve þeriatçýlar, 61 yaþýndaki Halil Kaya adlý bir dedeyi öldürdüler; durumu protesto eden halkýn üzerine silah sýkan polis ise, 20 caný Gazi Mahallesi’nde, 3 caný da Ümraniye’de katlettiler... Bu can kýrýmlarýyla da yetinmeyen Sünni egemen inançlýlar, Osmanlý’dan miras

Kasým 2004

aldýklarý asimilasyoncu politikalarýný, Alevi-Bektaþi köylerine cami yaptýrma kampanyasýyla sürdürdüler. Hem de bu politikalarýný Ýran mollalarýyla iþbirliði içerisinde yürüttüler. 1979’da Ýran’ý ziyaret eden Türkiye’nin Diyanet Ýþleri Baþkaný Prof. Dr. Süleyman Ateþ, Kum kentinde Ayetullah Humeyni’den sonra ikinci güçlü dini lider olan Þeriat Medari ile görüþüyor. Bu görüþmede diyor ki Þeriat Medari: “Sayýn Baþkan! Sizin cumhuriyet rejiminiz Alevileri ateistleþtiriyor. Ya onlarý siz sahiplenin Sünnileþtirin, ya da bize býrakýn biz onlarý Þiileþtirelim!” Bu Sünni-Þii nikâhlaþmasýndan sonradýr ki Türkiye devleti, AleviBektaþi köylerine cami yaptýrma kampanyasýný hýzlandýrýyor; Ýran Kum kentinden destekli 300 dolayýnda Caferi camisi de hemen devreye sokuluyor ve Alevi-Bektaþiler camilere davet ediliyor... Türkiye devleti, yapýlan bu camilere atadýðý maaþlý imamlarla günde beþ vakit ezan okutup Alevi-Bektaþileri namaza çaðýrtýyor. “Bugün gelmezlerse, yarýn gelirler” mantýðýyla bu uygulamayý inatla ve ýsrarla sürdürüyor... Bununla da kalmayan asimilasyoncular, “Türk-Ýslam Sentezcileri”nin güdümünde “Alevi-Ýslam” söylemcisi olan kimi ihanetçi Aleviler yaratýp maddi ve manevi destek vererek, cemevlerine abdest musluklarý koydurup, ibadeti Arapça dualarla donatarak Alevi-Bektaþi inancýnda tahribatlar yaptýrýyorlar.. . Bulgaristan’da ve Türkiye’de ezilen, horlanan ve kýyýma uðrayan Alevi-Bektaþileri, sanki o ezen ve kýyýma uðratanlar kendileri deðillermiþ gibi “Türk-Ýslim Sentezciliði” ile Türk ve Ýslam istismarcýlýðý yapanlara asla itibar edilmemelidir. Bunlarý yakýndan tanýmalý ve oyunlarýna alet olunmamalýdýr. Bunlar takiye yapan sinsi ve tehlikeli cellatlardýr. Bunlarýn kanlý cellatlýklarý tarih sayfalarýnda açýkça görülmekte ve bilinmektedir. Bunlarýn karþýsýnda uyanýk olmak zorundayýz...

Serçeþme’nin Yýllýk Abone Bedeli M

Türkiye 40 TL - Avrupa Birliði 50 Euro - Ýngiltere 40 Sterlin Adý Soyadý Kuruluþ Telefon - Ýþ Telefon - Ev Telefon - Cep Faks E-posta Posta Adresi Sokak No Semt - Ýlçe Posta Kodu Þehir - Ýl/Eyalet Ülke Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd Þti adýna Posta Çeki Hesabýna (No 1629127) yollayýn. Lütfen yukarýdaki formu okunaklý doldurun ve dekont ile birlikte bize faks ile iletin: +90.(0)212.519 5635

21


Þeyh Bedreddin’in Deðiþmeyen Ütopyasý Hasan Harmancý Þeyh Bedreddin baþta olmak üzere, Hassan Sabbah, Celali isyancýlarý ve Baba Ýshak’ýn toplumsal dönüþüm projeleri, kesintilerine karþýn belleklerimizde “efsane-gerçek” karýþýmý bir tarih bilincinin “taþýyýcýlarý” durumundadýr. Devlet anlayýþýmýz, kültür hayatýmýz ve tarih bilincimiz ile “kesiþmese” de “toplumsal-bürokratik” ve “yasal-çaðdaþ” düzenlemeler açýsýndan “uyum” süreci oluþmuþ durumdadýr. Bu tarih kesiti içinde Þeh Bedreddin’i tarihin bir parçasý olarak görmek ya da tarih yapýcý olarak deðerlendirmek gibi bir “sorumluluðumuz” var. Çünkü, tarih yazýcýlýðýmýz farklý düþünen siyaset adamýný, bilgeyi, ozaný, isyancýyý “boðma ve yok sayma” eðilimindedir. Bu yazýda Þeyh Bedreddin’in farklý algýlanýþlarýyla birlikte toplumsal ve siyasal söylemlere nasýl temsiliyet oluþturduðu üzerinde duracaðýz..

Siyasal Yaþamý Yýldýrým Beyazýt’ýn varisleri taht kavgasýna giriþmiþti. Musa Çelebi 1411’de Edirne’de hükümdarlýðýný ilan etti ve kazaskerliðe Þeyh Bedreddin’i getirdi. Bu görevde üç yýl (kimilerine göre iki yýl) kalan Þeyh Bedreddin Rumeli’de bir taraftan düþüncelerini yayar, bir taraftan da kendine baðlý olan müridlerine önemli görevler verir. Musa Çelebi’nin, kardeþi Çelebi Mehmet’e yenilmesi ve öldürülmesi üzerine Þeyh Bedreddin’in bu görevi sona erer. Devlet için gerçek bir “tehlike” konumunda olmadýðý düþüncesiyle cezalandýrýlmaz ve ayda bin akçe maaþ verilerek Ýznik’te ikâmete mecbur edilir (1413). Þeyh Bedrettin’in Ýznik’teki ikâmeti sýrasýnda müridlerini devlete karþý ayaklandýrmak isteyip istemediði bilinmiyor. Fakat en yakýn iki adamý Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal, Aydýn ve Manisa dolaylarýnda ayaklanarak etrafýna topladýklarý kimselerle köy ve kasabalarý ele geçirmeye baþlayýnca Bedrettin önce Ýznik’ten ayrýlýp Ýsfendiyaroðullarý’na, daha sonra da Sinop üzerinden Kýrým’a geçip Edirne Kazaskerliði sýrasýnda tanýdýðý Eflak Beyi Mircea’ya sýðýnýr. Mircea’nýn yardýmýyla kýsa sürede çevresinde binlerce müridi toplanýr. Fakat Anadolu’daki adamlarý olan Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in isyanlarý bastýrýlmýþ ve öldürülmüþtür. Durumun vehametini anlayan Bedreddin, Deliorman’a geçer. Fakat kýsa sürede Çelebi Mehmet’in adamlarý tarafýndan yakalanarak Serez’e getirilir.1 Orada, din adamlarýndan oluþan bir mahkemede yargýlanýr. Padiþahýn verdiði emirle ele geçirilen birinin Osmanlý’da nasýl yargýlanabileceðini ve Þehülislamlýðýn bu konudaki kararýnýn nasýl oluþtuðunu özellikle farklý toplum kesim önderlerinde nasýl sonuçlandýðýný bilmemek mümkün deðil. Þeyh’in yargýlamasýný da böyle bir adaletle düþünmek gerek.Sonuçta yargýlanýr ve idam edilir. Kemikleri halen Ýstanbul’da Sultan Mahmut’un türbesinde gömülüdür. Timur saldýrýsýyla karýþan ve tarihte “fetret devri” (duraklama)2 olarak anýlan dönemi yaþayan, Anadolu’da yeni umutlar yaratan Þeyh Bedreddin’in düþüncesi ilgi görmeye baþladý. Aile tarafýndan Mevlevilere, tasavvufi açýdan Ýbn-i Arabi’ye3 baðlanan ve olasýlýkla Bektaþilerle kaynaþmýþ bir hareketin kurucusu olan Simavnalý Þeyh Bedreddin (1358/59-1416), Avrupa’da doðan birinci kuþak Türklerdendi. Bir gazi ile Hýristiyan bir annenin oðlu olan Bedreddin, Ortaçað’ýn sonunda Balkanlar’ýn baðrýnda kurulmakta olan Türk-Osmanlý dünyasýnda önemli bir rol oynamasýný saðlayacak birçok mirasý kimliðinde barýndýrýyordu.4 Döneminin bilim baþkentlerinde matematik, týp, felsefe ve ilahiyat okuyan, çaðýnýn ekonomik sosyal krizlerinin maddi temelleri üzerine yerleþtirmek yolunda yeni bir ekonomi ve dini-tasavvufi bir doktrin yaymaya çalýþan Þeyh Bedreddin, bilgeliði ve inandýrýcý propagandasý ile görüþlerini kýsa zamanda geniþ bir alana yaymýþtýr. Doðu felsefesi, tekkelerde edindiði tasavvufi bilgiler, tartýþtýðý bilim ve din adamlarý Bedreddin üzerinde özellikle geniþ ölçüde etki býrakmýþtýr. Bu etkiler altýnda, sentezci ve çaðýnýn problemleri karþýsýnda harekete gelmiþ bir felsefe ile devleti ve toplumu deðiþtirmeye çalýþmýþtýr. Þeyh Bedreddin’in doktrini bir tür “sosyalist dünya görüþü” ile benzerlik gösterir. Bütün inançlarýn eþit ve benzer ilkeler üzerine kurulduðu, dinler arasýnda fark bulunmadýðý, topraklarla mallarýn ortaklaþa kullanýlmasý, özel mülkiyetin kaldýrýlmasý görüþünü5 doktrininin temeline koyan ve

22

yayan Þeyh Bedreddin, müritleriyle baþlattýðý silahlý isyan hareketinde6 baþarýya ulaþamamýþtýr. Derviþlerin açýk ve hoþgörülü ideolojisi, Anadolu’da Konya Selçuklu Sultanlýðý bünyesinde bir Ýslam-Hýristiyan uzlaþmasý yaratmayý baþaran güçlü þahsiyetler tarafýndan 13. yüzyýldan itibaren yayýldý,7 diyen Balivet bir çok görüþün Þeyh Bedreddin etrafýnda nasýl yeni bir boyut kazandýðýný aktarýrken, Anadolu derviþlerinin dinlerüstü ve kolektivist bir anlayýþa da sahip olduðunu ekliyor. Þeyh Bedrettin hakkýnda yazýlýp çizilenler, verilen hükümler deðiþiktir. Henüz ciddi bir deðer yargýsýna baðlanmamýþ bulunan Þeyh Bedreddin ve dünya görüþü ile isyaný hakkýnda bilinenler ve yazýlanlar bilimsel olmaktan çok, duygusal ve noksandýr. Þeyh Bedreddin hakkýndaki incelemeler daha çok edebiyat, þiir destan ve tiyatro oyunu denemeleri olarak öne çýkmýþtýr. Dönemine ait tartýþmalarýn ve ona atfedilen siyasal söylemlerin sosyolojik, inançsal ve ekonomik açýlardan deðerlendirilmesi gerekir.

Dünya Görüþü ve Kimi Karþýlaþtýrmalar Bedrettin, “Vahdet-i Vücut”8 felsefesi yerine “Vahdet-i Mevcut” düþüncesine taraftardýr. Ona göre Tanrý ile doða birdir. Madde ile ruhu birbirinden ayýrmak mümkün deðildir. Her ikisinin de önemi aynýdýr. Þeyh için Cennet de Cehennem de bu dünyadadýr. Her iki kavramýnda yaþanan dünyadaki durumlarý simgeleyen þeyler olduðu düþüncesine sahiptir. Öbür dünya fikrine sahip olmayan Þeyh Bedreddin, kýyamete de inanmaz. Kuran’ýn yorumlanmasýnda Bedreddin’de “Bâtýniler” gibi düþünmekte, ayetlerin birer simge olduðuna, asýl anlamlarýn derinde bulunduðuna inanýr. En önemli eseri olarak “Varidat” kabul edilir. Arap dilini, Ýslam fýkhýný ve tasavvufu inceleyen eserleri, günümüze kadar gelememiþtir. Osmanlý’da Þeyh Bedreddin’in düþüncesinin bastýrýlmasýnýn ardýndan, inançlar çerçevesinde oluþan düþünce geliþmesinin pek önüne geçilmemiþtir. Bedreddin’in yarattýðý tehlike dikkate alýnarak, tarikat liderleri ile ilgili belli bir dikkat ve hoþgörü politikasý izlenmiþtir. Bedreddin’in son yýllarda isminden çok bahsedilip üzerinde tartýþmalar açýlmasýnýn önemli nedenlerinden biri de onun “mülkiyette ortaklýðý” savunmuþ olmasýdýr. Sosyalizme yakýn kuramsal çýkarýmlarýnýn olmasý, onun toplumsal bir aþamayý zorlamasý olarak görülür. Siyasal düþüncelerinin bâtýni öðretilerle örülü olmasýna karþýn sýnýflarýn ve iktidarlarýn kalkmasý, halkýn ürettiðini bölüþmesi düþüncesi tarih içinde yeri olan bir düþüncedir. Ýnsanlýk tarihinde siyasal sýçrayýþ açýsýndan önemli bir aþamadýr. Toplumlarýn toplumsal ve eþit bölüþüm talepleri noktasýndaki ilk fikirlerin teorik ve eylemsel tarihini Fransýz Devrimi yýllarýna kadar götürmek ancak mümkünken, Þeyh Bedreddin’in bu yönde fikir ve eylemlerinin gününe göre toplum tarafýndan destek görmesi ve savunulur olduðunun kabul edilmesi önemli bir teorik ve pratik aþamadýr. Fransýz Devrimi’nin sol kanadý olarak niteleyebileceðimiz Babeuf önderliðindeki “Eþitler Hareketi”, tarihin ilk sosyalist ayaklanmasý ve iktidarý alma giriþimi olarak deðerlendirilir. 18. yüzyýlýn radikal filozofu J. J. Rousseau’nun düþüncelerinden etkilenmiþ olan “Eþitler Hareketi”, “yoksullarýn zenginlere karþý savaþý” sloganýný bayrak edinmiþtir. Eþitler Hareketi, rejimi zorla devirmek gerektiðini düþünen bir harekettir. Bunun için Babeuf önderliðinde gizli bir ayaklanma komitesi örgütlenir. Örgüt, Paris atölyelerinde, kenar mahallelerde ve askeri birlikler ve polis teþkilatý içinde propaganda faaliyetine giriþir. Sosyalizmin sýnýfsal bu ilk hareketinin belli bir felsefe etrafýnda oluþmasý ve taraftarlarýnýn yoksul kesimler olmasý dönemin “sýnýfsal yapýlanmasý” ile ilgilidir. Ancak Þeyh Bedreddin hareketinde bu derece sýnýfsal bir ayrýþma bulmak mümkün deðildir. Þeyhin, hareketin yönlendiricisi olup olmadýðýnýn bilinmediði bir noktada onun fikirleriyle oluþan isyan ortamýnýn ayný koþullanmaya sahip olduðunu söylemek zordur. Þeyh’in hareket ve düþünce biçiminin de iktidarý devirmek ve halkýn gelecek düþü olan “yarin yanaðýndan gayrý her þeyde ortak olma”9 fikri yoksulluðun ortadan kaldýrýlmasýný kapsayan bir görüþtür. Toplumun üreten köylü ve meslek sahibi kesimini kapsadýðý düþünülmektedir. Hareketi içinde bir yandan da inanç ve mehdilik fikirlerinin tam bir alt yapýsýnýn olmamasýna karþýn “müridlik” ve baðlýlýk çerçevesinde yürüyor olmasý

Sayý 4


tartýþma yaratmaktadýr. Günümüzde anlaþýldýðý haliyle din kurumunun siyasal bir araç olduðu fikrinin aslýnda Þeyh’de olmasý ve inananlarý tarafýndan fikirlerinin bilinmesi, entelektüel ve teorik yapýlanmanýn da yüksek olduðunu göstermektedir. Kazaskerlik yapmýþ olmasý onun iktidarýn ve sistemin nasýl yürütüldüðünü, kimlerin çýkarýna iktidar kurulduðunu bilmesi isyanýnýn kimlere yönelik olduðuna da bir ölçüt olarak görülebilir. Ýsyanýnýn noktasal olmamasý geniþ bir halk kitlesinin inanç çeþitliliðini kapsamasý ise harekete ilginçlik katmaktadýr. Döneminin en önemli sorunu olan dinler arasý çatýþma ve teorik tartýþmalara karþýn birçok inançtan inananý bir araya getirmiþtir. Böyle olmasý, taraftarlarýnýn tek bir inanç üzerinde hareket etmediklerini, hatta inançlarý yok saydýklarýný ve iktidarý amaçladýklarýný göstermektedir. Eþitler Hareketi’nin teorik söylemi ve pratik talebi hareketin amacýnýn anlaþýlýrlýðýný gösterir. Bu noktada Þeyh Bedreddin hareketinin bu hareketle karþýlaþtýrýlmasýnýn bugünkü kaynaklar ýþýðýnda mümkün olmamasýna karþýn yine de talepler konusunda benzer görüþ ve amaçlar içerdiðini söylemek mümkündür. Bedreddini Hareketi’nin bastýrýlmasý sonrasýnda, tarikat düzeyinde kendisini sürdürmesi ve göstermesi görüþleri hakkýnda açýk fikir vermemesinin yanýnda, hareketin, planlý ve siyasal bir yapýsýnýn olmadýðý anlamýna gelmez. Eþitler Hareketi’nin Fransýz Devrimi içindeki yerini, bu ortamda yürüttükleri propaganda ilkeleriyle açýklanabilir. Bu ilkeler bu yönde ki felsefe ile de uyumludur. Ancak Þeyh Bedreddin’in düþünce ve hareketinde de benzer noktalarý bulmak mümkündür. Eþitler Hareketi’nin belgelere geçmiþ bazý ilkelerine bakmak bu noktada ayrýntýlý bir karþýlaþtýrma yapmamýzý saðlar. Eþitler Hareketi’nin bazý temel fikirleri þöyledir: “Herkes eþit doðar demek yetmez, yaþamýnda da eþit olmalýdýr. Toprakta özel mülkiyet olmaz, toprak kimsenin malý deðildir. Birçok insanýn, bir azýnlýðýn emrinde ve keyfi için çalýþmasýna son. Gerçek bir toplumda ne zenginler ne de fakirler olmalý. Öðretim orta malý olmalý. Miras hakký kaldýrýlacaktýr. Bütün mallar topluma kalýr, o bunlarý ihtiyacý olanlara verir.” Marx ve Engels, Komünist Parti Manifestosu’nda (1848) Babeufçuluðu þöyle deðerlendirir: Derebeylik toplumu devrildiði ve herkesin galeyan içinde bulunduðu bir zamanda iþçi sýnýfýnýn kendi sýnýf çýkarlarýný üstün kýlmak için doðrudan doðruya giriþtiði ilk teþebbüs, gerekli maddi þartlar oluþmadýðý için baþarýsýzlýkla sonuç vermiþti. Þeyh Bedreddin’i destansý bir dille yazan Nazým Hikmet “Ýhtilali Kebir” adlý þiirinde ise Babeufçuluðu þöyle anlatýr: “Kahrol Danton./ Ölmelisin Robespierre’im... Yaþasýn Marat!/ Ben Babeuf’le beraberim” Hikmet Kývýlcýmlý ise Þeyh Bedreddin’i anlattýðý çalýþmasýnda;”Þeyh Bedreddin ve müridleri; halkýn arasýna karýþýyor, topraklarýn onu iþleyen, ona alýn terini karýþtýranlarýn olduðunu, insanlarýn kardeþliðini öðütlüyorlardý. Þeyh Bedreddin bir ortaçað köylü sosyalizmini ortaya koymuþtur. Bu konudaki görüþleriyle, kendinden iki asýr sonra gelecek olan ütopik (hayali) sosyalizmin kurucusu Thomas Moore’dan daha ileri görüþlü ve gerçekçidir.” kanýsýný ileri sürerken ; “gerek Türkiye Devrim tarihinin, gerekse bütün insanlýðýn Sosyal Devrim tarihinin en ilgi çekici, en büyük kahramanlarýndan biridir.” görüþünü savunur. Tarih-i Eb-ül Faruk yazarý Daðýstanlý Murat Bey, bu çalýþmasýnda o güne kadar tarih yazýcýlýðýyla ilgilenenlerin dýþýnda bir tarihçilikle ve araþtýrma tekniðiyle Þeyh Bedreddin’e yer verir. Luther’in Hýristiyanlýkta yaptýðý reformu Bedreddin’in Ýslam dininde yapmak istediðini belirtmiþtir10 Gad Nassi, Bizans gizemci hareketi olarak kabul ettiði Paulikien ve Boðomillik öðretisinin Osmanlý tasavvufunun doðuþunu hazýrladýðýný; Babai ve Bedreddin ayaklanmalarýna ise coðrafi ve düþünsel altyapý oluþturduðunu belirtmektedir.11 Ahmet Reþid, Haritalý ve Resimli Mükemmel Tarih-i Osmani adlý eserinde Þeyh Bedreddin’i “Ser Kafile-i Ahraran-ý Osmaniye”, yani ‘Osmanlý Liberallerinin Kafilebaþý’, öncüsü saymak gerektiði fikrindedir. Yine Cerrahoðlu’da, Murat Bey’in düþüncesine yer vermekle beraber, “Bedreddin, Luther’e deðil de, Thomas Münzer’e benzer” diyerek bir çok araþtýrmacýyla ayný sonuca varýyor. Yukarýdaki tarih yazýmlarýný gerçekleþtirenlerin çoðunun dönemlerinin geliþimlerine uyumlu olarak Þeyh Bedreddin’e biçim vermeye çalýþtýklarýný görüyoruz. Siyasal geliþimlere göre Osmanlý görüþünün deðiþtiðini buradan da görmek mümkün. Bu tarihçilerin önemli bir kýsmýnýn kitaplarýnýn amacýnýn tarihi yeniden yorumlamak olduðunu da eklemek gerek. Bazý araþtýrmacýlara göre, “Þeyh Bedreddin mesleðinin esaslarýný dinde aramamýþtýr”12

Kasým 2004

Þeyh Bedreddin, siyasal talepleri ve gerçekleþme biçiminin Thomas Münzer’de olduðu gibi köylü devrimi þeklinde de deðerlendirilir. Toplum düzeninin ortaklaþmacý ilkelere dayanmasý ve savunma koþullarýný yaratmalarý, dinsel kavramlara bakýþlarý dolayýsýyla Þeyh Bedreddin ve Münzer karþýlaþtýrýlýr. Münzer, kýyametin yaklaþtýðýný, bu nedenle çok yakýnda tüm eþitsizliklerin, acý ve mutsuzluklarýn yeryüzünden kalkacaðýný söyleyerek köylüleri silahlý savaþým için örgütlemeye yönelir. Münzer felsefi ve teolojik öðretisi açýsýndan yalnýzca Katolikliðin deðil, tüm Hýristiyanlýðýn temel ilkelerini hedef alýr. Hýristiyanlýk adý altýnda, kimi zaman “tanrýtanýmazlýða” dek yaklaþan panteist görüþler ileri sürmüþtür. Kutsal Kitap’la usun birbirine karþýt gösterilmesinin yanlýþ olduðunu, Kutsal-Ruh’u usun ta kendisi olarak tanýmlamýþtýr. Ýnanç, insanoðlunda cisimleþen ustan baþka bir þey deðildir onun anlayýþýna göre. Cennet ve Cehennem öbür dünyada deðil, içinde yaþadýðýmýz gerçek dünyada aranmalýdýr. Ýnanç sahibi kiþiler bu yüzden, gönüllerine doðan Tanrý’nýn çaðrýsýna uyup Cenneti yeryüzünde gerçekleþtirmek için çaba harcamalýdýrlar. Þeytan insanlarýn içindeki kötülüklerden, onlarýn doymak bilmez isteklerinden baþka bir þey deðildir. Münzer’e göre Cennet her türlü özel mülkiyet ve sýnýf ayrýmýnýn ortadan kalktýðý, toplum üyelerine yabancýlaþmýþ devlet iktidarýnýn bulunmadýðý bir toplumdan baþka bir þey deðildir. Her türlü yetkenin varlýðýna son verilmeli, mallar ortak kullanýlmalý, herkes emeðini ortaya koymalý ve toplumda tam bir eþitlik saðlanmalýdýr.13 Münzer’in düþün yapýsý ve savunduklarý Þeyh Bedreddin’e bu kadar yakýn olmasý þaþýrtýcý gerçekten. Þeyh Bedreddin’de de öbür dünya inancý bulunmamakta, Cennet ve Cehennem yeryüzündedir. “Bu vücut için süreklilik yoktur, yok olduktan sonra da parçalar eski hallerine dönmek üzere birleþemezler.” Ona göre huriler, köþkler, ýrmaklar, aðaçlar, meyveler ve benzerlerinin hepsi hayalde gerçekleþir, duyumlarda deðil. Þeyh, Cennet’i iyilik, Cehennem’i ise kötülük olarak nitelendirmektedir. Bedreddin’in tasavvuf anlayýþýnda ölümden sonra ruhun dirilemeyeceði inancýna sahiptir. Bâtýnýlikteki “yeniden doðuþ” düþüncesini yadsýr ve “Cisim ortadan kalkarsa, ne ruhlardan ne de baþka soyut varlýklardan bir iz kalýr” diyerek felsefi düþüncede sýçrama yaratýr. Münzer ise içinde yaþadýðý çalkantýlý ortama bakarak kýyamet gününün yaklaþtýðý düþüncesine ulaþýr. Bu nedenle tüm zenginlikleri halk arasýnda paylaþtýrmak, eþit bir toplum kurarak toplumsal ve ekonomik çeliþkileri, karþýtlýklarý ortadan kaldýrmak için köylü kitlelerini “Kilise ve burjuvalara” karþý ayaklanmaya çaðýrýr. Þeyh Bedreddin ön ayak olduðu ayaklanmayý önce düþün alanýnda müritleri aracýlýðýyla toplumu örgütleyerek gerçekleþtirir. Ýktidara en yakýn olduðu kazaskerlik noktasýnda kitlelere sesini duyurur. Yakýn müritleriyle birlikte Osmanlý iktidarýna savaþarak talip olan Musa Çelebi’yi desteklemesi ve yönlendirmesi bunun göstergesidir. Þeyh Bedreddin Musa Çelebi’nin yenilmesine karþýn talebinden vazgeçmez ve müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal aracýlýðýyla güçlü olduðu bölgelerde ayaklanmayý propagandadan eyleme dönüþtürür. Nazým Hikmet’de Þeyh Bedreddin destanýnda, Bedreddin ayaklanmasýnýn yenilgisini tarihsel, sosyal, ekonomik þartlarýn zorunlu sonucuna baðlarken Engels’in görüþlerinden etkilenmiþtir. Þeyh Bedreddin’in mücadelesini nasýl sürdürdüðü konusu neredeyse bütünüyle muðlak kalmýþtýr. Þeyh’in neredeyse tamamýný kendine baðladýðý Deliorman bölgesinde yakalanmasý ve Serez Çarþýsý’nda idam edilmesi bile neredeyse baþlý baþýna iþlenen bir konudur. Þeyh Bedreddin üzerine çalýþanlarýn üstünde en çok durduklarý kýsým idamýna giden süreçtir. Padiþahýn huzurunda din adamlarýnýn çekinerek aldýklarý kararlar hâlâ idamý için yetersiz gerekçeler olarak görülmektedir. Kararý oluþturan gerekçelerin eylemlerinden öte düþünce yapýsýyla ve yazdýðý eserlerinin niteliðiyle ilgilidir. Eserlerinin idamýna neden olmasý ve iki eseri dýþýnda kalan eserlerinin günümüze kadar gelmemesi, adýna kurulan tarikatýn varlýðýna ve mürüdlerini hâlâ bulunuyor olmasýna karþýn büyük bir eksikliktir. NOTLAR

1. Burada bir saptamayý farklý bir bakýþ açýsýyla Yalçýn Küçük’ten eklemek gerekiyor. Þeyh Bedreddin’in baþka devletlere sýðýnmamasý olayýný Celalettin Harzemþah’ý örnekleyerek þu katkýyý ekleyebiliriz. “Cengiz Han’ýn baskýsý karþýsýnda, Hindistan’dan Irak’a kadar uzanan ve Ýran Pilatosu’nu içine alan bir coðrafyada sýðýnacak ve barýnacak hiçbir yer bulamamasýdýr. Bölgede hiçbir emir veya sultan sürekli kaçan ve her yerde Moðullar’dan korunmaya çalýþan Celalettin’i kabul etmek istemiyordu; kendisinden yardým istediði herkes Moðul tehlikesini gögüslemek istemediði için sýðýnmasýna fýrsat vermiyordu. Þeyh Bedreddin’in (Devamý sayfa 24’de)

23


(Baþtarafý 23. sayfada)

Þeyh Bedreddin’in Deðiþmeyen Ütopyasý baþaramayýnca kaçmak veya baþka yerlere sýðýnmasýný Doðu için bir anlamda da böyle deðerlendirmek gerekir. Dostlarýna sýðýnmayacak kadar da onurlu ve ölümü göze almýþ olmasý ise sadece kendisini düþünmediði, öðretisinin düsturuna göre davranýþ olarak deðerlendirilebilir. 2 Osmanlý tarihinde, kardeþlerin saltanat mücadelesi verdikleri ve 1413 yýlýna kadar devam eden “Fetret Devri”nin Timur’un uyguladýðý siyasetin bir sonucu olarak oluþtuðu iddia edilmektedir. Osmanlý’nýn bu dönemden, bölünmesi ve eski bazý beyliklerin yeniden varlýklarýný ilan etmelerine karþýn ayakta kalabilmesi, Rumeli’deki güçlü yapýlanmasý sayesinde olmuþtur. Rumeli’nin Türk/Müslüman olmayan halký Osmanlý Devleti’nin bölgedeki varlýðýndan ve yönetim biçiminden kaygý duymamaktaydý. Uç beylerinin tüm bölge halkýna adaletli davranmasý, devletin, ekonomik olarak halký eski derebeyleri kadar bakýcý olmayýþý, Hýristiyanlýðýn baskýcý haline karþýn Rumeli’de yeni kurulan veya yerleþen Bektaþi dergahlarýnýn yerleþik halk üzerindeki olumlu etkisi bölgede istikrar yaratmýþtýr. Ayrýca bölgedeki Hýristiyan halkýn Bektaþilik baþta olmak üzere Batýni öðretilerden etkilenmesi, “Fetret Devri” öncesinden baþlamýþtýr. Tüm bu unsurlar bir araya geldiðinde, Osmanlý Devleti Anadolu’da parçalanmasýna karþýn, batý bölgelerinde oluþan istikrar sayesinde bu sancýlý dönemden çýkabilmiþtir. 3. 1165 yýlýnda Ýspanya’nýn Murcia kentinde dünyaya gelen Ýbn-i Arabi yazdýðý yüksek düzeyli 500’e yakýn eserinde, Ýslam’da gaye olarak bilinen “Tek”lik konusuna Vahdet-i Vücut teorisi ile çýðýr açmýþtýr. Ýbn-i Arabi’deki Tasavvuf anlayýþý genetiktir. Öðrenimini Sevilla’da tamamlamýþtýr. Ömrünün büyük bir bölümünü yalnýz olarak geçiren Arabi, düþünce yapýsýný Kuran’ýn özü mahiyetindeki bilgiler üzerinde yoðunlaþtýrarak Vahdet-i Vücut kuramýnýn temel taþlarýndan biri oldu. Þeriatla baðdaþmayan fikirlerinden dolayý baþýna gelmedik kalmadý. Muhiddin-i Arabi’nin “Sizin taptýðýnýz tanrý benim ayaklarýmýn altýndadýr” sözü öldürülmesine neden olmuþtur. Bilginler O’nun hakkýnda üç gruba ayrýlmýþtýr; Birinci gruba göre Ýbnu’l-Arabi büyük bir alim, bir mürþid-i kamildir. Yazdýðý kitaplar, onun kudretinin büyüklüðünü gösterir. Bu bilginlere göre O þeyh-i ekber denmeye layýktýr. Kadi Þihabu’d-din Ahmed az-Zebidi, Cemalu’d-din Muhammed al Kirmani, Mecdu’d-din Firuzabadý, Þeyhu’l-Ýslam Ýbn Kemal bu görüþte olan bilginlerdendir. Ýkinci gruba göre Ýslamýn itikadi, ameli ve ahlaki esaslarý Kur’an, Sünnet ve büyük müctehidlerin icmaiyle sabittir. Gerçek mutasavvýflar ve bütün bilginler dini tabirlere riayet edegelmiþlerdir. Yanlýþ telakkilere, sapýtmaya sebep yazýlar ve sözler kabul edilemez. Hele zarurat-ý diniyye denilen Allah’ýn ezeliliði, yaratýklarýn sonradan oluþu gibi inanç sorunlarýna aykýrý sözler söylemek, Ýslam ile ilgiyi kesmektir. Muhy-i’d-din Arabi kuvvetli bir bilgindir ama dini ölçülere aykýrý sözleri vardýr. Ýbnu’l-Arabi, bütün akidelerin doðru olacaðýný, bütün putlarýn bir parça tanrýlýða sahip bulunduðunu, tanrýlýk iddia edenin davasýnda doðru olduðunu, Fir’avn’in tertemiz gittiðini, mescitte cünüp ve hayz halinde durmanýn mubah olduðunu iddia etmekle dinden çýkmýþtýr. Üçüncü gruba göre Þeyhi Ekber’e güzel zan beslemeli fakat kitaplarýný okumamalýdýr. Ýbnu’l – Arabi hakikaten büyük bir insandýr. Ýbadet ve taat konusunda son derece gayret sahibidir. Eserlerinin çoðu da kitap ve sünnete uygundur. Ama Ýttihat ve Hulul’e dair yazýlarý da vardýr. Bunlarý okumak zararlýdýr. (Bu üç bakýþ, A.Fevzi Yüksel’in, ‘Muhyiddin Ýbni Arabi-1’ adlý makalesi esselam.net’ten alýnmýþtýr.) 4. M. Balivet, Þeyh Bedreddin: Tasavvuf ve Ýsyan, 2000. 5. Selanik’te baþgösteren Zolat ayaklanmasý Þeyh Bedreddin’den yaklaþýk bir yüzyýl önce olmuþtur ve ayaklanmanýn sivil ve ruhban büyük toprak sahiplerinin mallarýna el konulmasý amacý taþýdýðý iddia edilmektedir. 6. Musa Çelebi’nin, Mehmet Çelebi’ye yenilmesinin ardýndan, kendi doktrinini gerçekleþtirmek isteyen Þeyh Bedreddin Musa Çelebi’nin silah altýna aldýðý halk güçlerinden de yararlanmýþtýr. 7. M. Balivet, Þeyh Bedreddin: Tasavvuf ve Ýsyan, 2000. 8. Vahdeti vücud, Allah’tan baþka bir varlýk yoktur ve sadece o vardýr. “Varlýk birliði” anlamýna gelir. Bu inanca göre herþeyi vareden, þeylere hayat veren “vücudu mutlak” yani Allah’týr. Ortodoks Ýslam’a göre Allah’ýn sýfatlarý arasýnda Vücud yani Varlýk yoktur. Vahdeti vücud anlayýþýna göre; yaratýlmýþlarýn ruhu vücudu mutlaðýn ruhunun bir parçasýdýr. Bu inanca göre insan ruhu tanrýnýn ruhunun bir parçasýdýr. Ýnsan ve evren tanrýnýn bir ‘tecellisi’, görüntüsüdür. Vahdeti vücud anlayýþýnda “birlik”, bilgi ve düþüncededir. Vahdeti vücudun en önemli problemi “vahdet-i mevcud” denilen “Panteizm” ile karýþtýrýlmasýdýr. Aristokrat Ýslamý ile çeliþmeyen bu inanýþ Ýslami tarikatlare pek nüfuz edememiþtir. Mevlevilik gibi kentli tarikatlarýn düþüncesi olmak ile sýnýrlý kalmýþtýr. Vahdeti vücud ilkesinin ilk savunucusu sayýlan Hallac-ý Mansur þeriat mahkemelerince yargýlanmýþ ve idamýna karar verilmiþ. Vahdet-i vücud, özü Kur’an ve sünnetten alýnan, ilk devir sufilerince tevhid olarak geliþtirilen ve Ýbni Arabi tarafýndan sistemleþtirilen bir anlayýþtýr. 9. Þeyh Bedreddin diþ saðlýðý için kiþisel bir gereç olan misvak (diþ fýrçasý) için de ayný görüþü benimser. Öte yandan anadolu’da bulunan ve Timur Döneminde kesintiye uðruyan Ahilik Kurumu’ndan etkilenip etkilenmediði üzerinedede düþünmek gerekir. 10. A.Cerrahoðlu, Þeyh Bedreddin Meselesi, Yol Dergisi, Sayý 17, 2002. 11. G.Nassi. Ýki Bizans Gizemci Hareketi ve Osmanlý Tasavvufunun Doðuþu, Tarih ve Toplum Dergisi, Sayý:111, Mart 1993. 12. B. N. Kaygusuz, Þeyh Bedreddin Simaveni, 1957. 13. F.Engels, Almanya’da Köylü Savaþlarý, 1974.

24

Örgüt Yöneticilerimizin Türkçe ile Aralarý Ýyi Deðil Ali Balkýz

B

u söz ustalarý, bu topraklarda, Araplar, Acemler, Ermeniler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Rumlar, Bulgarlar’la birlikte yaþarlarken, onlarca dilin, lehçenin etkisine açýkken Türkçe’yi arý-diri kullanabilmiþlerdir. Osmanlý; Türkmen’i ve Türkçe’yi küçümsedikçe, bugünün deyimiyle Kamusal Alan’dan dýþladýkça, Anadolu halký ve onun ozanlarý Türkçe’ye sarýlmýþlardýr. Osmanlý’nýn paramparça olmuþ bedeni üzerinden genç Türkiye Cumhuriyeti oluþabildiyse eðer; bunda Türkçe (dil) birliðinin, belirleyici önemi büyüktür. Bunun için olmalý; kimi sosyologlar; “Ulusal birlik dil birliði ile baþlar”, derler. Dil bu denli önemli iken, acaba bizler, dilimize ayný özeni gösterebiliyor muyuz? Biz okumuþ-yazmýþlar; çarþýda-pazarda, baðda-bostanda konuþulan Türkçe’den farklý bir Türkçe mi konuþup yazýyoruz? Her dil gibi Türkçe’nin de kendine özgü kurallarý vardýr. Kuralsýz, imlasýz bir dil olmaz. O anlamda her okuyan-yazan, “Ben aydýným”, “Toplum önderiyim” diyebilen herkesin her konuda olduðu gibi bu konuda da sorumluluðu büyüktür. Ev içi konuþmalarýmýzda özensizlik baðýþlanabilir; ama yazýlý veya sözlü, topluma seslendiðimizde, bunun baðýþlanabirliði olmaz. Zira sizin yanlýþýnýz gider baþkalarýnýn da yanlýþý olur. Doðru sanýlan yanlýþ.Bir toplum önderinin buna hakký yoktur. Masamýn üstünde kamuoyuna yapýlmýþ, birbiriyle ilintili iki ayrý açýklama metni var. Bunlardan birincisi; Alevi-Bektaþi Federasyonu ile on dokuz Alevi Bektaþi Derneði ve dokuz sanatçý adýna ABF Genel Baþkaný Ali Doðan tarafýndan kamuoyuna sunuldu.Ýkincisi ise; “Hacý Bektaþ Veli Anma ve Düzenleme Komitesi” imzasý ile kamuoyuna sunuldu. “Düzenleme Komitesi”nin altýna da Hacýbektaþ Belediye Baþkaný Ali Rýza Selmanpakoðlu ve sekiz Belediye Meclisi üyesinin isimleri yazýldý. Birici metin iki sayfa, ikinci metin dört sayfa. Birinci Metin’de, bu yýlki (2004) Hacý Bektaþ Etkinlikleri’ni neden boykot ettikleri açýklanýyor. Ýkinci metinde ise “Hacýbektaþ’ý Boykot Edenleri Tanýyalým” deniliyor. Ýki polemik yazýsý, Ýkisi de kamuoyuna. Birincisi basýn toplantýsý düzenlenerek, kameralarýn önünde kamuoyuna, ikincisi ise faks aracýlýðý ile tüm Alevi-Bektaþi Derneklerine sunuldu. Birinci metni ele alacak olursak; ilk paragrafý þöyle: “Anadolu AleviBektaþi Kültürü yüzyýllarýn iþkence baský ve asimilize etme uðraþlarýna karþýn benliðini kaybetmeden hiçbir güce boyun eðmeyerek bugüne kadar devam etmiþtir. Ebediyete kadar da devam edecektir. Ýlk tümcede nedense hiç virgül kullanýlmamýþ. Oysa bu tümce dört virgül istiyor. “Asimilasyon” sözcüðünden, “asimilize” diye (motorize der gibi) bir sözcük uydurulmuþ. “Asimile” yerine olmalý. “Benliðini kaybetmeden” diye baþlamýþsa fiil; buna uygun olarak; “boyun eðmeden” diye sürmesi gerekirken; “boyun eðmeyerek” diye sürmüþ. Fiil-zaman bütünlüðü bozulmuþ. “Sonsuz” gibi Türkçe bir sözcük varken, “edebiyet” gibi Arapça bir sözcük seçilmiþ. Ýkinci paragraf: “Ne acýdýr ki” diye baþlýyor. Ama noktalý virgül imi kullanýlmaksýzýn. Birinci paragrafýn birinci tümcesinde; “yüzyýl” sözcüðü bitiþik yazýlýrken; ikinci paragrafýn birinci tümcesinde; “yüz yýl” diye bölünmüþ. Yine “yüzaký” sözcüðü “yüz aký” diye bölünmüþ. Ýkinci paragrafta þöyle bir tümce var: “Çorum da, Maraþ da, Sivas da yaktýklarý yetmiyormuþ gibi þimdide.” Belli ki özel isimlerden (Çorum, Maraþ, Sivas) sonra gelen eklerin kesme imi ile ayrýlarak bitiþik yazýlmasý gerektiði bilinmiyor. Çorum’da, Sivas’da gibi olmalýydý. Yine bu tümcede “þimdide” derken “dahi” anlamýna gelen “de” baðlacý bitiþik yazýlmýþ. Oysa ayrý (þimdi de) þeklinde yazýlmalýydý. Ýki tümceden oluþan bu ikinci paragraf tamamen sakat. Þöyle ki: “Ne acýdýr ki” diye baþlýyor ve “günümüzde de gerici güçler” diye devam ediyor. Tümcenin öznesi “gerici güçler.” Bu özne ayný zamanda ikinci tümcenin de öznesi. Tümce þöyle geliþiyor: (Gerici güçler).... toplumumuzu yüz akýyla (bitiþik yazýlmalýydý) temsil etmeye baþlayan (virgül olmalýydý) bu yolda meþruiyetini tescil ettirmiþ olup (“olan” olmalýydý ve virgül konulma-

Sayý 4


ALÝ AVNÝ ÖZTÜRK

lýydý) sivil demokratik bir kitle örgütü nitelikleri kazanan Alevi Bektaþi Birlikleri Federasyonunu (kesme imi kullanýlmalýydý) pasifize etmeye, susturmaya çalýþýlmaktadýrlar. (“çalýþmaktadýrlar” olmalýydý.) Üçüncü paragrafta “birdenbire” sözcüðü, bölünmüþ ve “birden bire” þeklinde yazýlmýþ. Bu paragraf þöyle bitiyor: “...yýllardýr çok acýlara katlanarak elde edilen meþru haklarýmýz da pasifize edilmeye çalýþýlmýþtýr.” “Haklar” pasifize edilmez, “elde edilir”, “kaybedilir”, “geniþler”, “daralýr” vb. ama “pasifize” edilmez. Pasifize edilmek istenen “özne”dir, yani ABF. Dördüncü paragraf tek tümceden oluþuyor. Düzeltirsek þöyle: “Bu aðýr saldýrý karþýsýnda (virgül) aþaðýda adlarý yazýlý örgütler ve sanatçýlara (virgül) bir araya gelerek (virgül) sayýn baþkanýn (Sayýn Baþkan’ýn) kararýný protesto etmek, onurlu örgüt (örgütsel) mücadelemizi sürdürmek amacýyla ile (“ile” fazladan yazýlmýþ) bu seneki törenlere katýlmama kararý alýnmýþtýr”. Bu metin, “Kamuoyuna saygýyla duyuyoruz.” tümcesi ile bitiyor. Son sözcüðü “duyururuz” ya da “duyuruyoruz” diye okuyalým. Çünkü; kendileri söyleyip kendileri duymuyorlar, kamuoyuna duyuruyorlar. Benzer dizgi hatalarýný bir yana býrakalým. Bu metinde neredeyse hiç “virgül” kullanýlmamýþ. Türkçe karþýlýklarý varken; “ebediyet”, “meþruiyet”, “meþru”, “tescil”, “pasif”, “mücadele” gibi Arapça ve Fransýzca sözcükler seçilmiþ. Ýkinci metne geçecek olursak; birincisinden çok da farklý deðil. Þöyleki, kýrk bir yýldýr yapýlagelen bu etkinliklerin 1994’den beri resmi adý “Hacý Bektaþ Veli’yi Anma Töreni ve Kültür Sanat Etkinlikleri”dir ve bu bir özel addýr. Özel adlar deðiþtirilemez, belki kolaylýk olsun diye kýsaltýlabilir. Kýsaltýldý ise eðer, nasýl kýsaltýldý ise öyle kullanýlýr. Ki, bu kýsaltma da bir özel addýr ve bütün özel adlar gibi büyük harfle baþlayarak yazýlýr. Gelin görün ki; etkinliklerin bu adý, bu dört sayfalýk metinde, tam on beþ kez kullanýlmýþ ama, on beþi de yanlýþ. Bir kez olsun doðrusu yazýlmamýþ. Örnekler þunlar: “Hacý Bektaþ Veli Anma Törenleri ve Kültür Sanat Etkinlikleri”, “etkinlik”, “tören”, “Hacýbektaþ Veli’yi Anma ve Kültür Sanat Etkinliði”, “Hacý Bektaþ Veli Anma Törenleri”, “Anma Töreni”.Elbette bu etkinliklerin bir de düzenleyicisi var. Kuþkusuz bu da bir özel addýr. Bu metinde, düzenleyicinin adý da kararlaþtýrýlamamýþ olmalý ki; “Düzenleme Kurulu”, “Düzenleme Komitesi”, “düzenleme kurulu”, “düzenleme komitesi” “Hacý Bektaþ Veli Anma ve Düzenleme Komitesi” gibi adlar kullanýlmýþ. Üstelik birinci metinde de ayný yanlýþ var. Onlar da: “16-17-18 Aðustos þenlik ve kültür programlarý” diye adlandýrýyorlar. Bu ikinci metnin her þeyden önce baþlýðý yanlýþ. Baþlýk þöyle; “Hacýbektaþ’ý Boykot Edenleri Tanýyalým” “Hacýbektaþ” diye yazdýðýnýzda, bu ilçenin adýdýr. Oysa boykot edilen bu ilçe deðil, bu ilçede düzenlenen etkinliklerdir. Onun adýný ise yukarýda andýk. Bu ikinci metin de, ilki gibi virgül özürlü. Bir örnek: “Bu güne (bitiþik yazýlmalýydý) kadar (virgül) Hacýbektaþ’a hangi yardýmý (virgül) ne kadar miktar (virgül) ne zaman yapmýþlar (noktalý virgül) eðer yapmýþlarsa (noktalý virgül) eser olarak nerede (virgül) gösterebiliyorlar mý?” Daha ilk sayfanýn baþýnda þöyle bir tümce var: “Bu toplantýda (virgül) yarýþma Jürisi Dostluk ve Barýþ Ödülü Jürüsünün oluþturulmasý, konferans ve panel konularý görüþülmüþ olup derneklerden önerileri alýnmýþtýr.” “Yarýþma jürisi” fazladan yazýlmýþ. Ýkincisinde ise “jürü” diye yazýlmýþ. Ýngilizce kökenli “jüri” sözcüðü yerine “seçici kurul” denilse bu yanlýþa düþülmeyecek oysa. “Oy birliði” deðil, “oybirliði”; “sað duyu” deðil, “saðduyu”; “kamu oyu” deðil, “kamuoyu”; “eþ güdüm” deðil, “eþgüdüm”; “pisikoloji” deðil, “ psikoloj. “Dahi” anlamýna gelen “de”, “da” baðlacýnýn ayrý yazýlmasý gerektiði kuralý bu metinde de gözardý edilmiþ:”Onlarda kendilerinin temsilcilerinin konuþmalarý gerektiðini...” (Üstelik bu tümcede bir “ler”, “lar” sorunu var.) “... senaryolar yaratýp toplumu inandýrýp sonrada” “... diðer derneklerinde hakký olduðunu...” “Kendilerine (virgül), (tek týrnak) gelin (büyük harf) siz yada biz bir sempozyum düzenleyelim... (tek týrnak)...” “Sanatçýlarý, Avrupa’daki Konserlere davet etmemekle yada stüdyo sahipleriyle iliþkilerini kesmekle...” Burada özel ad; “Avrupa” mýdýr, yoksa “Avrupadaki Konserler” midir? “Avrupa” ise, “konser” sözcüðü neden büyük harfle baþlar. “Avrupadaki Konserler” ise eðer, kesme imi neden “Avrupadaki Konserler’e” biçiminde kullanýlmamýþ?... Yeri gelmiþken; özel adlara ulanan “ek”lerin ayraçla ayrýlmasý gerektiði kuralý, bu metni kaleme alanlarca da bilinmiyor. Örnekler þöyle: “Dostluk ve Barýþ Ödülü Jürüsünün...” (Jürisi’nin) “Hacý Bektaþ Veli Anma Törenlerine” (Törenleri’ne) “Hacýbektaþ Belediyesinin” (Belediyesi’nin) Yanlýþlar böyle uzayýp gidiyor. Sonuç olarak; bu iki metin böyle de, ötekiler çok mu farklý?... Kuþkusuz bu metinler “edebi” (yazýnsal) deðil, ama yazýnsal deðil diye, toplumun karþýsýna böyle mi çýkýlmalý?...Hani bizler toplum önderiydik?... Her açýdan topluma önder ve örnek olacaktýk?... Hani Türkçe bizim “Ses Bayraðýmýz”dý?... Bir öneriyle bitiriyorum bu yazýyý: Lütfen tez elden birer “Ana Yazým Kýlavuzu” edinelim... Yoksa bu metinleri okuyan birçok kiþi, yanlýþý doðru sanacak... Buna hakkýmýz yok.

Kasým 2004

Ýnsan Bir damlayýz þu âlemde Bize derya derler Yoktur malýmýz mülkümüz Bize derviþ derler Tartýmýz noksan tartmaz Bize dürüst derler Dilimiz, belimiz pektir Bize namus derler Cahille söz tutmayýz Bize akýl derler Demi çeker sarhoþ olmayýz Bize akýl derler Dem çeker sarhoþ olmayýz Bize ehil derler Türkçe yakarýrýz tanrýya Bize Türkmen derler Malumdur dünya hali Bize abdal derler Sevdalýyýz Türklere Bize âþýk derler Gönlümüz toprakla bir Bize ermiþ derler Sultanlara kafa tuttuk Bize deli derler Kýblemiz aynaya döndük Bize kâmil derler “Kuzu kurt ilen yaydýk” Bize veli derler Ariflerle dem tuttuk Bize Bektaþ derler Erenlerle cem birledik Bize Ali derler Gönlümüzle görürüz Bize sevgi derler Paylaþýrýz acýyý kaderi, Paylaþýrýz ölümü ve yaþamý Bize dost derler Semah döneriz turnalarla Bize kýrklar derler 72 millet eþittir, birdir Bize insan derler

25


FEYZULLAH ÇINAR, 24 EKÝM 1983 TARÝHÝNDE HAKK’A YÜRÜDÜ

Ölümünün Yirmi Birinci Yýlýnda Koca Çýnar Feyzullah Çýnar’ý Anýyoruz Ahmet Koçak Ozanlar diyarý koca Sivas’tan Büyüyen dost Çýnar göçtü de gitti Çamþýhý diyarý Çamaða köyünden Yetiþen dost Çýnar göçtü de gitti Özden baðlanmýþtý Hacý Bektaþ’a Muharrem ayýnda girdi topraða Yýllardýr haykýrdý sazýyla Savaþan dost Çýnar göçtü de gitti1 FEYZULLAH ÇINAR, 1937 yýlýnda ozanlar diyarý Sivas Çamþýhý’nýn Çamaða köyünde doðdu. Baba Mansur soyundan gelen dede ve halk ozanlarýmýzdandýr. Beþ yaþýnda baðlama çalmayý öðrenmeye baþlar. Pir Sultan Abdal’ý, Kaygusuz’u, Virani’yi cemlerde dinleyerek büyür. 14-15 yaþlarýnda ise iyi saz çalýp, deyiþ söyleyen bir kiþidir artýk. Genellikle Pir Sultan Abdal, Hatayi, Agâhi, Sýtký Baba, Ruhsati, Seyrani, Davut Sulari, Derviþ Kemal, Mihneti ve Ýbreti gibi ustalarýn eserlerini okur. “Feyzullah Çýnar’ýn yaþamýnda Pir Sultan Abdal’ýn ayrý bir yeri vardý. Ondaki saz çalýp türkü söyleme isteði Pir Sultan’a olan hayranlýktan, sevgiden baþlamýþtýr. Onun þiirlerini söyleyebilme, onun kavgasýný sürme istemi ile baþlamýþtýr çalýþmaya. Bugün de dünyanýn en büyük kavga þairi olan Pir Sultan Abdal’a derin ve sarsýlmaz bir baðlýlýðý vardý.”2 Genç yaþýnda gurbete çýkar. “Taþý topraðý altýn Ýstanbul” ozan için de umut kapýsýdýr. Geçinebilmek için ne iþ bulsa yapar. Unkapaný’nda soðan, patates taþýr, hamallýk yapar. Feyzullah Çýnar’ýn Ýstanbul’la ilgili bir anýsýný Mahmut Erdal, Yine Dertli Dertli Ýniliyorsun adlý kitabýndan þöyle aktarýyor: “Yýl 1956. Ýstanbul’da beraber çalýþtýðý yakýn köylüsü Cuma adýnda bir arkadaþýyla ortaklaþa iki buçuk liraya bir milli piyango bileti alýrlar. Çekiliþte kýrk bin lira çýkar. Çeyrek bilet olduðu için, on bin lira alýrlar ve paylaþýrlar. Ýþi býrakýr, binerler kara trene. Güle oynaya Çamþýhý’na gitmek için koyulurlar yola. Bir ara uykularý gelir, baþlarlar uyumaya. O esnada tren görevlisi Cuma’nýn omzuna dokunarak biletini sorar. Cuma uyku sersemliðiyle piyango biletini istiyor zanneder. Ve Cuma aklýný oynatýr. Güçlükle köye getirilen Cuma, yakýnlarý tarafýndan akýl hastanesine yatýrýlýr. Feyzullah ise koyun sürüsü aldý, Divriði’nde dükkan açtý. Yürütemedi.” Ve sazýný alýr yeniden çýkar gurbet yolculuðuna. Bu sefer, Ankara’ya gider. Bir daha köye dönmemek üzere. Burada da iþleri iyi gitmez. Ýþsizlik bir yandan, söylediði türkülerden dolayý sürekli baský altýnda kalmak diðer yandan. Çok genç yaþta kaybettiðimiz ozan Murtaza Yalçýn o günleriþöyle anlatýyor: “Yetmiþ-yetmiþ üç arasý kesin hatýrlamýyorum, rahmetli Feyzullah Çýnar iþsizliðin

26

FEYZULLAH ÇINAR 1938 - 1983 vermiþ olduðu çok büyük bir yokluk içindeydi... Fikret Otyam’la bir gün Tuzluçayýr’da Feyzullah Çýnar’ýn evinde aþure yiyoruz. Fikret Otyam, Feyzullah Çýnar için Ankara belediye baþkaný Vedat Dalokay’a bir kart yazdý. Dalokay kartý alýr almaz Koca Çýnar’ý Ankara belediyesinde çöpçü kadrosunda göreve baþlattý.”3 Feyzullah Çýnar, Türkiye’yi bir uçtan bir uca birçok kez dolaþýr. Gittiði yerlere türküleri, deyiþleri taþýr. Kendisi de bu kanalla derlemeler yapar, daðarcýðýný geniþletir. Birçok ozanla tanýþýr, dost olur. “Alevi-Bektaþi ozanlarýnýn içinde kýrsaldan kente göçmüþ, ancak geleneksel kültürden hiçbir þey yitirmeden sanatýný uygulamýþ ender kiþilerden biridir. O geleneksel kültürünü yaþatarak içinde bulunduðu toplumun sorunlarýný dile getiren bir ozandýr.”4 Özgürlüðün kutsal tacý Aklý selim baþta gerek Tok olan ne bilsin acý Tokun kalbi taþta gerek Söylemiþ olduðu Derviþ Kemal’in bu dörtlüðündeki gibi, toplumsal içerikli türkülerden, Alevi-Bektaþi deyiþlerden, düvaz-ý imamlardan ve nefeslerden dolayý sýk sýk gözaltýna alýnýr. Dayaktan diþleri kýrýlýr. Sinemamýzýn dev ismi Yýlmaz Güney ile halk müziðimizin Çýnarý cezaevinde tanýþýr, onunla güzel bir dostluk kurar. Çýnar, daha sonraki yýllarda Âþýk Zamani’nin “Yýlmaz Yýlmaz” adlý eserini söylemekten dolayý da tutuklanýr. Feyzullah Çýnar, sadece sazý ve sözüyle toplumsal muhalefette yer almaz. O, örgütlü mücadelenin topluma ve bireylere neler kazandýracaðýný da iyi bilmektedir. Onun için, 1973

yýlýnda kurulan Halk Ozanlarý Derneði’nin kurucularý arasýnda yer almýþ, demokrasi ve hak mücadelesini orada yürütmüþtür. Bir yüzünde Âgâhî Baba’nýn Fazilet adýnda ki deyiþi, diðer yüzünde Malatya’lý Esiri’nin Þah Hüseyin’e mersiyesi olan ilk plaðýný 1966 yýlýnda seslendirdi. Bu plak iki yüz binin üzerinde satýþ yaptý. “Feyzullah Çýnar ‘Fazilet’ plaðýný yaptýðýnda, býrakýnýz Türkiye’yi dünyada Alevilik ön plana çýkmýþtý.” Murtaza Yalçýn’ýn dediði gibi üstat, yeteneðiyle hem ününü hem Aleviliði sýnýrlar ötesine ulaþtýrmayý baþarmýþtý. Bunun üzerine Feyzullah Çýnar, 1969 yýlýnda Strasbourg Üniversitesi tarafýndan davet edilerek Fransa’ya gitii. Avrupa’nýn birçok kentinde Anadolu halk müziði ve Alevilik hakkýnda konferanslar, konserler vermiþtir. Radyo ve televizyon programlarýna katýlarak Aleviliði anlatmýþtýr. Ýki uzunçalarý, Fransýz Radyo-Televizyonu ve UNESCO tarafýndan yayýmlanmýþtýr. Güçlü sesi ve yorumuyla birçok sanatçýyý etkilemiþ, örnek olmuþtur. Zülfü Livaneli de öðrencilik yýllarýnda Feyzullah Çýnar’dan etkilenen sanatçýlarýmýzdandýr. Okulunu bitirene dek yanýndan hiç ayrýlmaz. 1974 yýlýnda okulu bitirdikten sonra Gün Plak diye bir þirket kurar ve ozana iki adet uzunçalar plak yapar. Onu tanýyanlar, onurlu ve dürüst bir insan olduðunu hep yüksek sesle dile getirirler. Bir gün dost muhabbetinde anlatýlan bir olay beni çok etkilemiþti. Bu asil davranýþ örneðini sizinle de paylaþmak istedim: Mihneti bir deyiþinin mahlasýný Feyzullah Çýnar olarak yazar, bu deyiþ tam senlik der ve ozana okumasýný söyler. Feyzullah Çýnar, kýzarak, Mihneti’ye dönüp “benim hýrsýza benzer bir yaným mý var” diye sorar. Mihneti bunun üzerine ozandan özür diler. Felek son verdi ömüre Yirmi dört Ekim gününe Çarþamba günü kabire Koyan dostlarýn aþkýna Servet Denizer’in göçü Bin dokuz yüz seksen üçü Ýçimizde kardeþ bacý Ölümsüz sevgin aþkýna5 Ve ölüm erken yakalar Feyzullah Çýnar’ý. 24 Ekim 1983 yýlýnda Ankara’da bir parkta ölmüþ olarak bulunur. Ardýnda altmýþtan fazla plak, birçok kaset ve derleme býrakarak. “Fransa’da Strasbourg Üniversitesi’nde adýna kürsüler açýlmýþtý. Türkolog Madam Melikof’un araþtýrmasýna kaynak olmuþtu. Ama buna raðmen ayný Feyzullah Çýnar, Türkiye’de belediye temizlik iþlerinde çöpçü onbaþýsý olmaktan ileriye gidemedi. Öldüðünde cebinde on lirayla öldü... Halka sesleniyorum: Kendi kültürümüze, kendi ozanýmýza, yazarýmýza, çizerimize, en önemlisi de kendi düþünürümüze sahip çýk-

Sayý 4


malýyýz. Onlarýn aç-açýk gezmelerine izin vermemeliyiz... Çünkü Feyzullah Çýnar’ý Altun Çýnar bir daha doðurmaz.”6 Koca Çýnar’ýn ölümü tüm dostlarýný derin üzüntüye boðar. Manevi kýzým dediði Kul Rabiâ duygularýný þu dörtlüklerle ifade eder. Ne söyleyim koca çýnar ben sana Dile sýðmaz söze sýðmaz birisin Sardýk benliðini sýzlayan cana Sen ölmedin yüreklerde dirisin Bu yýl kara geldi yirmi dört Ekim Melhem sürmemiþ yarama hekim Çok sorguya çekti savcýyla hakim Ýnanç kervanýnýn yüce serisin7 Serçeþme Dergisi olarak seni, ölümünün yirmi birinci yýlýnda sevgi ve saygýyla anýyoruz Koca Çýnar.

Göreve Davet Bu anma yazýsýný kaleme almak istediðimde kaynak araþtýrmaya baþladým: Ýyi denilecek bir arþiv ve kütüphaneye sahibim. Ne yazýk ki saatlerce zaman ayýrmama, araþtýrmama karþýn Feyzullah Çýnar hakkýnda yeterli yazýlý kaynak bulamadým. Feyzullah Çýnar hakkýnda derli-toplu bir kaynaðýn, bir kitabýn bulunmamasý bizim önümüzde duran koca bir ayýptýr. Gelin bu ayýbýmýzý hep beraber ortadan kaldýralým. Elimizde Feyzullah Çýnar’a ait olan bütün belgeleri bir araya toplayalým. Sonra da iþi ehline, Koca Çýnar’ýn dostu Fikret Otyam’a býrakalým. Sevgili Fikret Otyam aðabeye, Serçeþme aracýlýðýyla sesleniyor ve öneriyorum: Feyzullah Çýnar’ý anlatan bir kitap mutlaka hazýrlanmalýdýr. Ve bu kitap da senin kaleminden çýkmalýdýr. Kitabýn, basýlmasý ve yayýmlamasýnda bana da bir görev düþerse, seve seve yerine getirmeye hazýrým.

Gelemem Dünyam mý deðiþti, bilmem ne oldu Felek kemendini taktý gelemem!.. Bir bahçe yapmýþtým filizi soldu, Esti de sam yeli yaktý gelemem!.. Gece gündüz dert dökerim sazýma, Kime küsem, ben aðlarým yazýma, Sarýldýlar eteðime dizime Yetimler boynunu büktü gelemem! Sevmek az gelirdi sana tapardým, Baðrýmý oyarak yuva yapardým Uçup gittin tüm baðlarý kopardým, Ayrýlýk zulmeti çöktü gelemem!.. Mihneti’yim ne aðladým, ne güldüm Ne yitirdim ne aradým ne buldum Koca bir çýnardým kurudum kaldým Dallarým yapraðý döktü gelemem!..8

Kasým 2004

Bu mu Sosyal Adalet Görmedik kimseden vefa Derdimize yoktur deva Ele sefa, bize cefa Düþtü sosyal adaletten Vücudumuz bitkin, arýk Ellerimiz çatlak, yarýk Ele çizme, bize çarýk Düþtü sosyal adaletten Yalan söze olduk saðýr Ýçimize girdi kahýr Ele villa, bize ahýr Düþtü sosyal adaletten Altýmýzda yoktur döþek Derdimizi kime deþek Ele taksi, bize eþek Düþtü sosyal adaletten Feyzullah’ým deme þükür Þükür diyen kaldý fakir Ele altýn, bize bakýr Düþtü sosyal adaletten9

Bana Lahnet Vücudum etseler lime Az gelir o Hüseyin’e Biat edersem Yezide Bana lahnet bana lahnet Allah bana haber verse Yezit de suç yoktur dese Ben böyle istedim dese Ona lahnet ona lahnet Yezit beni kral kýlsa Kainat emrime verse Cennetim de senin dese Girer isem bana lahnet Allah bir Muhammet Ali Biri embiya biri Veli Hüseyin aþkýna deli Olmaz isem bana lahnet Feyzullah der Allah birdir Ýki diyen daim kördür Yezide lahnet bir nurdur Doðmaz ise ona lahnet10

NOTLAR: 1. Murtaza Yalçýn Kervan Dergisi sayý 35, Mart 1994. 2. Hüsniye Çýnar, Kavga Dergisi, sayý 21, Kasým 1992. 3. Kervan Dergisi, sayý 35, Mart 1994. 4. Feyzullah Çýnar’ýn, Nefes albümünün kapaðýndaki tanýtým yazýsýndan, Kalan Müzik, 1997. 5. Servet Denizer’in Kervan Dergisin de yayýnlanan, Feyzullah Çýnar’ýn anýsýna yazdýðý uzun þiirinden alýnmýþtýr. 6. Hüsniye Çýnar, Kervan Dergisi, sayý 32, Aralýk 1993. 7. Kul Rabiâ Kavga Dergisi, sayý 21, Kasým 1992. 8. Mihneti Baba’dan Feyzullah Çýnar’ýn anýsýna. 9. Feyzullah Çýnar’ýn bu deyiþi, Mahmut Erdal’ýn, Yine Dertli Dertli Ýniliyorsun adlý kitabýndan alýnmýþtýr. 10. Feyzullah Çýnar’ýn bu deyiþi, Kalan Müzik tarafýndan 1997 yýlýnda yayýnlanan Nefes adlý albümden alýnmýþtýr.

HAYRÝ DEDE

Bakmadan göremezsin, Görmeden bilemezsin. Kuan diyorlarmýþ, Tao’nun tapýnaðýna. “Bak” anlamýndaymýþ Kuan Çinlilerin dilinde. Bilmek için önce, Bakýp göreceksin babo. Bakmadan göremezsin, Görmeden bilemezsin. Buna “aynel yakýyn” demiþ, Bizim eskiler. Budha diyor ki; “Bakýþ bilginin temelidir”. Görmeden bilmek olanaksýzdýr. Bakacaksýn, göreceksin, sonra da Arayýp sorup öðreneceksin, Onu da bilgi haline getireceksin. Buna da “ilmel yakýyn” demiþ bizim eskiler. Bundan sonrasýný; Ýnceleyip kaynaðýný bulursanýz, Oluþ haline döner, Sýrrýný çözersiniz. “Hakkel yakýyn” olursunuz., Ýþte o zaman Hakk’ý görürsünüz. Kitabýmda ne Cennet var Ne de Cehennem Kitabýmý açtým oðudum, Ýçinde ne Cennet var, Ne de Cehennem. O selsebil ýrmaðý, Ve ne de kýrýmýzý þarap, Ne de elinde altýn maþrapa ile Bana hizmet eden huri. Altýndan köþk de yazmýyor Ýçimdeki kitap Ama öyle diyor hoca, Ve cemevindeki dede. Açtým oðudum kitabýmý. Gitme gel, gel kardeþim, Bacým arkadaþým, Gel sen de oðu, O içindeki kitabýný. Yazmýyor hiç yazmýyor Cennet, ne de Cehennem. Ne huri ne de gýlman, Ne altýndan köþk, Ne içinde padiþah tahtý, Ne de türlü çiçekli meyveli bahçe. Yalan söylüyor hoca, Yalan söylüyor dede. Yalanýna inandýrmak için, Takva dedi, zühd dedi. Ve senin rýzalýðýnla, Cebini boþalttý aldý. Lokma istedi, kurban istedi, Öyle ya sen de kestin, Ya koçun, boðanýn günahý ne? 20 Temmuz 2003 / Gazi

27


Batý Anadolu Gezi Notlarý Ayhan Aydýn Nevzat Demirtaþ, eþi Nadire Demirtaþ, Hakký Saygý ve eþi Fahriye Saygý ile birlikte 13-21 Nisan 2004 tarihleri arasýnda, Bilecik, Eskiþehir, Kütahya, Afyon, Isparta, Bursa il ve ilçelerini kapsayan araþtýrma gezisinin sonucunda elde ettiðim notlarý sizlerle paylaþmak istiyorum. Ýsmi geçen iller ile bu illere baðlý ilçe ve köylerde yakýn “dede-baba”, “Alevi Bektaþi kurum ve kuruluþ temsilcisi” ve “muhtarlarla” görüþülmüþtür. Ayrýca büyük Alevi köylerinde mutlaka bir cemevi yapýldýðýný, dedelerin, babalarýn evlerde cemleri sürdürdüðünü, bu manada Ýstanbul ve merkezi Alevi Bektaþi kurum ve kuruluþlarýndan bu bölgedeki muhtarlarýn, büyük beklentilerinin olduðunu da gördük. Isparta’da Gümüþgün (Baladýz) köyünde on dede ve babanýn katýldýðý bir ceme iþtirak edilmiþtir. Mürþit olarak Seyit Güvenç’in iþtirak ettiði Görgü Cemi akþam saat 6:30’da baþlayýp, bir sonraki gün sabah 4’de bitti. Nevzat Demirtaþ’ýn belirttiðine göre Güvenç olarak isimlendirilen Hacý Bektaþ evlatlarý, “Hüdadatlýlar” kolunu oluþturuyor. Kendisi de Güvençlerden Süceattin Güvenç’e görülen Nevzat Demirtaþ, müsait olduðu bir zamanda Süceattin Güvenç’in gelip, taliplerini görmeden önce kendisini gördüðünü, yani yýllýk görgü cemini yaptýðýný söylüyor. Afyon Þuhut Kayabelen Kasabasý’na gidilmiþ, Belediye Baþkaný Selahattin Aydoðan ile görüþülmüþ, yeni açýlan cemevi ziyaret edilmiþtir. Buradaki bir rehber AKP’ye geçen belediye baþkanýna aðýr suçlamalar yönelterek “bir hal yol bulun, bu adam tevallayý tebarrayý yýktý, bizi periþan etti, böyle þey olmaz” diyerek tepki göstermiþtir. Daha sonra Bursa Ýnegöl Kurþunlu nahiyesi üzerinden Þehitler köyüne gidilmiþtir. Þehitler köyünde oðlunu yakýn bir zamanda kaybeden, bölgenin çok sevilen toplum önderlerinden Nezir Erdil ziyaret edilmiþ, daha sonra Barçýn ve Göllüce köylerine gidilmiþtir. Özetle; çok yararlý, olumlu ve ayný zamanda üzerinde düþünülmesi gereken konularýn tartýþýldýðý bir gezi yapýlmýþtýr.

Batý Anadolu Aleviliði Bu gezide bir kez daha tanýk olduk:Batý Anadolu Aleviliði-Bektaþiliði yeterince bilinmemektedir. Bölgeye yeterince ilgi göstermediðimizden yoðun bir Sünnileþtirme yaþanmaktadýr. Batý Anadolu’da, Doðu Anadolu’dan daha fazla dergâh, türbe, ziyaret, yatýr olduðunu görünce þaþýrmadýk desek yalan olur.

Bilecik/Þeyh Edebali Türbesi Yüzyýllar ötesinden seslenen Þeyh Edebali’nin adaletli, coþkun, yumuþak sesi, dað eteklerinden gelip vadilerde yankýlanan bir rüzgâr gibi kulaklarýmda çýnlýyor. Bir yöneticinin sahip olmasý gereken nitelikleri, bir devlete hakim olmasý gereken deðerleri özgün bir þekilde bizlere aktaran Þeyh Edebali, Türk kültür ve inanç dünyasýnýn temel sembollerinden birisi olarak ziyaretçilerini bekliyor, Bilecik’te. Þeyh Edebali Osman Gazi’ye vasiyet ediyor. Yüzyýllar ötesinden bize taþýnan bu sese kulak verelim: “Ey oðul, artýk Bey’sin! Bundan sonra öfke bize, uysallýk sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, hoþ görmek sana. Anlaþmazlýklar bize, adalet sana... Haksýzlýk bize, baðýþlamak sana... Ey oðul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Þunu da unutma; insaný yaþat ki devlet yaþasýn. Ey oðul, iþin aðýr, iþin çetin, gücün kula baðlý. Allah yardýmcýn olsun...

acý: Cahil arasýndaki alime, zenginken fakir düþene ve hatýrlý iken itibarýný kaybedene. Ey oðul! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aþaðýdakiler kadar emniyette deðildir. Haklýysan mücadeleden korkma!”

Bozüyük Burada yaklaþýk dört bin Alevinin yaþadýðý tahmin ediliyor. Ayrýca burada Ahýska Türkleri oturuyor. Ünlü Kalenderi Derviþlerinden Kumral Abdal’ýn Türbesi bölgenin en önemli ziyaret yerlerinden birisi. Kent merkezi dýþýnda, yeþillikler içinde yer alan türbe, oldukça bakýmlý durumda. Abdal Musa, Murat Abdal, Geyikli Baba, Postinpuþ Baba gibi ünlü erenlerle çaðdaþ olduðu söylenen Kumral Abdal, diðerleri gibi bir alperen olarak Türk kimliðini Batý’ya yayan öncülerimizden birisi.

Sofça Baba Türbesi Yolculuk esnasýnda Kütahya yakýnlarýndaki Sofçu Baba (Kalbýrcý Baba dendiðini de duymuþtum) Türbesi’ni de ziyaret ettik. Kendi adýna her yýl anma etkinlikleri yapýlan, çam aðaçlarýnýn yanýnda, taþtan yapýlmýþ, kenarýnda çeþmesi olan, tören alaný olan türbe oldukça bakýmlý görünüyor. Sobran Köyü’nü geçtikten sonra, Sofça Köyü yakýnlarýndaki bir barajýn yakýnlarýndaki türbede çeþitli onarýmlar olmasýna raðmen gericiliðin buraya, bu türbeye de uzandýðýný görüyoruz. O ilkel kafa yine iþ baþýnda, “mum yakmak yasak” türünden levhalar, dinsel hoþgörüsüzlüðü gösteriyor. Alevi/Bektaþi ulularýnýn mabetleri böylesi “gerici” inanca/düþünceye düþman kiþiler tarafýndan iþgal ediliyor. Halkýn yüzlerce yýldýr, “AlevisiSünnisi-Bektaþisi” ile geleneksel olarak uyguladýk-larý inanç pratiklerini yok etmeye yöneliyor. Bu da din adýna yapýlýyor.

Seyit Ali Sultan Ziyareti Kütahya Merkez Okçu Köyü’nde Ali Rýza Kayýhan Dede’nin evine misafir oluyoruz. Muhipleri, âþýklarý kýsa sürede eve geliyorlar. Sazlý sözlü güzel bir sohbet yapýyoruz. Köyde çam aðaçlarýnýn içinde, büyük bir çeþmenin yanýnda Akyazýlý Sultan Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. Asýl makamý Balkanlar’da olan Akyazýlý Sultan (Kýzýldeli), Alevi/Bektaþi toplumunun ismini en çok zikrettikleri ululardan birisi. Söylenceye göre þu anda Bulgaristan sýnýrlarý içindeki Kýrcaali, Mestanlý yakýnlarýnda “Elmalý Baba” olarak anýlan türbenin bulunduðu mekânda da bir türbesi vardýr. Yunanistan Dimetoka’daki Kýzýldeli Suyu’nun yakýnlarýnda -asýl büyük ziyaretinin burasý olduðu söylenir- kendi ismiyle bir türbesi olan Seyit Ali Sultan’ýn, burada da bir türbesinin, daha doðrusu bir makamýnýn bulunmasý çok ilginç. Bu önemli gelenek Sarý Saltýk’ta da yaþamaktadýr. Öyle ki dünyanýn yedi yerinde türbesi olduðuna inanýlan Sarý Saltýk’ýn bir türbesi de Tunceli’dedir. Ayný zamanda Sarý Saltýk Ocaðý’ndan birçok dedenin de bulunduðunu bildiðimiz bu durumla ilgili yine Balkanlarýn manevi fetihçilerinden Seyit Ali Sultan’nýn (Kýzýldeli) Kütahya’da da bir türbesinin bulunmasý bizi þaþýrtýyor. Geyik boynuzlarýnýn bulunduðu türbe þimdi tümüyle çinilerle bezenmiþ bir durumda. Kütahya, Merkez, Körs köyünde Hakký Saygý, Nevzat Demirtaþ, Nadire Demirtaþ, Fahriye Saygý Hüseyin Gazi Türbesi önünde canlarla.

Güçlüsün, kuvvetlisin, akýllýsýn, kelamlýsýn! Ama; bunlarý nerede, nasýl kullanacaðýný bilmezsen, sabah rüzgarýnda savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklýný yener. Daima sabýrlý sebatlý ve iradene sahip olasýn! Dünya, senin gözlerinin gördüðü gibi deðildir. Bütün bilinmeyenler, feth edilmeyenler, görünmeyenler, ancak sen faziletli ve ahlaklý olursan gün ýþýðýna çýkacaktýr. Ey oðul! Ananý, ataný say! Bereket büyüklerle beraberdir. Ýnancýný kaybedersen, yeþilken çöllere dönersin. Açýk sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördüðünü görme! Bildiðini bilme! Sevildiðin yere sýk gidip gelme! Ey oðul! Üç kiþiye

28

Sayý 4


Kütahya Merkez Körs ve Elmalý Köyleri: Gezimiz çerçevesinde Kütahya Merkez’e baðlý Alevi köyleri; Körs köyü ve yakýnlarýndaki Merkez Elmalý köyünü de ziyaret ediyoruz. (Bu arada bir yanlýþýmý da düzeltmek istiyorum. Erenler Kitabý’nda Elmalý’da Taptuk Emre Türbesi’nin olduðunu duyduðumu yazmýþtým. Fakat burada böyle bir türbe olmadýðýný gidince öðrendik). Ama burada mermerden yapýlmýþ ünlü bir büyük çeþme var. Çevrede öyle ulu, öyle büyük aðaçlar var ki bir büyük anýta benziyorlar. Körs köyünde Hüseyin Gazi Türbesi var. Fakat buradaki Hüseyin Gazi ile Ankara’daki büyük Alperen Hüseyin Gazi ayný kiþiler deðil. Kütahya Körs köyündeki Hüseyin Gazi de erenlerden bir eren olarak burada canlar uyarmýþ. Yakýn zamana kadar kurbanlarýn kesilip, ibadetlerin yapýldýðý bu önemli ziyaretle ilgili çok tuhaf þeyler duyup, üzülüyoruz. Anlatýlanlara göre buradaki yöneticiler burada ibadet yapýlmasýný, kurban kesilmesini yasaklamýþlar, buna engel oluyorlarmýþ.

Cemal Sultan Türbesi Kütahya Altýntaþ yakýnlarýnda bir türbe ziyaretimiz daha oluyor. Önceki sene Hakký Saygý ile birlikte çok uzun aramalardan sonra Döðer yakýnlarýnda bulduðumuz Cemal Sultan Türbesi’ni ziyaret etmiþ, bunu kamuoyuyla paylaþmýþtýk. Erenler Kitabý’nda da belirttiðim gibi genel olarak Cemal Sultan olarak bilinse de zaman zaman Kemal Sultan da denilen Anadolu Erenleri’nden, on binlerce talibi olan kutlu kiþinin bir baþka yerde de türbesinin olduðunun söylendiðini belirtmiþtik. Gelin görün ki, bu sefer iþ biraz karýþýk. Yöredeki insanlar, baþta Nevzat Demirtaþ olmak üzere, bizlerin bahsettikleri türbenin Kemal Sultan’a ait olduðunu, Cemal Sultan’ýn türbesinin ise ayrý bir yerde bulunduðunu söylediler. Bu da yine Afyon yolunda Kütahya çýkýþýnda bir yerdeymiþ. Arayýp/sorarak bu türbeyi de ziyaret ediyoruz. Kütahy-Afyonkarahisar karayolunun Kütahya çýkýþýnda, Altýntaþ Ýlçesi, Altýntaþ köyünde olan bu türbe de Afyon/Döðer yakýnlarýndaki, yaygýn fikre göre Kemal Sultan türbesine oldukça benziyor. Ben ise Cemal Sultan Türbesi’ni ayný zamanda Eskiþehir’deki Sultan Seyyit Battal Gazi Ýlçe merkezine çok yakýn Üryan Baba Türbesi’ne çok benzetiyorum. Evet bu üç türbe de birbirine benziyor. Özellikle Cemal Sultan Türbesi ile Üryan Baba Türbeleri’nin mimari özellikleri birbiriyle çok örtüþüyor. Geniþ bir arazi içinde, mezarlýklarýn da bulunduðu alandaki türbe gerçekten de çok özgün. Her zaman yaptýðým gibi kýyýsýný, köþesini incelediðimde türbenin dýþön cephesinde çeþitli kabartmalarý fark ediyorum: Burada kanatlý insanlar, melekleri tasvir eden bir mermer kabartma var. Ayrýca türbenin temelinde de sütunlar bulunuyor. Bölgede görüþtüðümüz dedeler ve babalardan aldýðýmýz bilgilerle þu yerleþim yerlerinin Alevi olduðunu öðrendik: Kütahya/Körs, Elmalý (40 Hane), Aydoðdu (12/13 Hane, Seyid

Kasým 2004

Ali Sultan talipleri), Avdan (35/40 hane, Kemal Sultan-Kemalli-Ali Gargýn Ocaðý’na baðlý), Sofcu (18/22 hane, Pir Ahmet, Kocu Baba, sevilen dedelerden Ali Gargýn’ýn talip köyü), Sobran (60 hane, Koçu Baba, Kemalli, Pir Ahmet, Süceattin Veli), Ýnli (35 hane, Koçu Baba, Gargýn, Seyid Ali Sultan), Fýndýk (Alevi/Sünni karýþýk bir köy), Doðluþah (Karýþýk, Koçu Baba), Çobanlar, Pusan (karýþýk, dikme dede varmýþ), Sökmen (karýþýk), Sabuncupýnar (karýþýk), Iþýkkara (karýþýk), Uzumçam (Ali Baba Sultan Ocaðý’ndan Abidin Erol Dede’nin köyü), Baðatlar (Bahatlar). Gediz/Akçalan (karýþýk). Emet/Iþýkçakýr, Þeyhler, Akçaalan, Bahtlar köyleri varmýþ. Öksüz Ali Baba Sultan, Þeyhler (Iþýklar) köyünün üstündeymiþ. Iþýk Çakýr Sultan Türbesi, Þeyhler (Iþýklar) köyünün yakýnlarýndaymýþ. Þu anda türbe onarýlmýþ. Ali Baba Sultan’la Iþýk Çakýr kardeþmiþler. Iþýk Çakýr’da iki dede varmýþ: Birisi türbede duran Murat Dede’ymiþ, diðeri de Uþak’ta oturuyormuþ. Dumlupýnar/ Allýören (50 hane, dedeler varmýþ, Ali Baba Türbesi varmýþ). Tavþanlý/Dedeler köyü. Afyonkarahisar/Þuhut/Kayabelen (Kasaba, Hamza Þýh Türbesi var. Bir kültür ve cemevinin yapýldýðý bu beldede, belediye baþkanlýðýný AKP kazanmýþ). Güneytepe (Akin), Tekke, Balçýkhisar (karýþýk), Bozan (60 hane, buraya mürþit olarak Seyit Güvenç gidiyormuþ). Bavurdu; (Alanyurt, Afyon Merkeze baðlý, belediyelik olan burasý 5/6 yüz hanelikmiþ. Son seçimlerde belediye baþkanlýðýný AKP kazanmýþ. Eskiþehir’den Mustafa Demir’in kardeþi Ali Demir dedelik yapýyormuþ.). Sandýklý; Selçik (50/60 hane, Sarý Dede Türbesi varmýþ, deðiþik ocaklarýn talipleri). Dutaðacý (karýþýk), Gökçealan (karýþýk), Allýören, Batak, Çal (Kemalli). Altýntaþ Ýlçesi; yerli göçebe Aleviler varmýþ. Isparta/Merkez Çünür (köyü) Mahallesi üç yüz hane, karýþýk. 40/50 hane Alevi. Hacý Bektaþ Dergâhý’na baðlýlar. Burada Þeyh Ahmet Sultan, Aslan Baba ve Ýsamil Baba ocaklarý varmýþ. Ayrýca Þah Ahmet Sultan’a baðlý Ýsmail Eser Baba’yla görüþmemizde burada cemevinin olmadýðýný ama Yakup Baba Ziyareti’nin bulunduðunu öðreniyoruz. aydinayhan_arastir@hotmail.com Kütahya, Altýntaþ ilçesi, Altýntaþ köyündeki Cemal Sultan türbesi

HASÝRETÝ (HAMDULAH ÇELEBÝ)

Nefes Hünkar Hacý Bektaþ nesl-i Ali’den Ýkrar olmayanda iman mý vardýr Vahid-ullah deyip teslim olmadan Gayri bir kimseden yaran mý vardýr Levlake þanýnda delil-i bürhan Yed’i yedullahtýr buyurdu Süphan Dünya benim dedi Yezid ü Mervan Hüseyn-i Kerbela’ya zeval mý vardýr Lanet olsun batýl yola gidene Münafýk ilmine amel edene Hünkar evladýný inkar edene Mahþer kapýsýnda rýdvan mý vardýr Bab-ý Bismillah’la okunur ayet Dört kitap hakkýnda þeksiz inayet Mürebbi müsahib olsa teminat Hak Habibullah’a güman mý vardýr Hasireti’m ikrar iman Ali’ye Sýrr-ý settar Hacý Bektaþ Veli’ye Ona þek getiren Mervan kulu ya Ehlibeyt’ten gayri daman mý vardýr *** Ehlibeyt düþmaný yol hainleri Yalan söyler neslim Ali’dir diye Nicesin kendine biat ettirmiþ Tarýkim Bektaþ Veli'dir diye Ehlibeyt’i taþlamaða baþladýn Muaviye’nin iþlediðin iþledin Pir Balým Sultan'dan elin boþladýn Bizim Þah'tan senedimiz var diye Ol adular biraraya geldiler Hünkar öldü diye dava kýldýlar Þah’ýn senedine maðrur oldular Atamýzdan gördüðümüz bu diye Kör sofu ikrarý küfr ile yalan Biatý Hünkar’a muhibban olan Ayete la diyen kafirdir inan Lanet o kavmimin yoluna diye Pir’de eli olmayana biat etmeyin Kýlavuzu þeytandýr ona gitmeyin Ademden gayriye secde etmeyin Lehçe-i Ali aba haktýr Hü diye Evvel Ali idi sonra Veli oldu Ervahý pak olan aradý buldu Kudret emri ile Cebrail geldi Cümlesi hakkýnda ikrar bu diye Hasireti’im hatm-el Nebi kim oldu Velilik fermaný Hünkar’a geldi Bil cümle erlerin nasibin verdi Benden sonra evladýmý bil diye

29


FAKÝR BAYKURT KÜLTÜR SANAT GÜNLERÝ - BURDUR - 8 - 10 EKÝM 2004

Fakirleþmenin Güzelliðinin Yaþandýðý Günler Serçeþme’nin Bir Abdalý Mehmet Turan Yola, bir önceki sayýmýzda aktarmaya çalýþtýðýmýz gibi, “ikrar” ile girilir canlar. Girilen Alevi/Bektaþi yolaðý, yol hizmeti ile sürdürülür. Bu hizmeti, yani “görgü cemi”ni gelecek sayýda paylaþmaya çalýþacaðýz. Nedenine gelince: Bir ustanýn; Fakir Baykurt’un Hakk’a yürüyüþünün beþinci yýlýnda Burdur’da gerçekleþtirilen, Fakir Baykurt Kültür Sanat Günleri’ni sizlerle paylaþalým istedik. 2004 Ekimi’nin 8-9 ve 10. günleri, etkinlik günleri olarak belirlendi: Etkinlik, Fakir Baykurt Kavþaðý’nda toplanan Fakir dostlarýnýn yürüyüþü ile baþladý. Yürüyüþ sonunda dostlarý, Fakir güzelliði ile girdiler etkinlik salonuna. Fakir-Der baþkanýmýz Ahmet Nejdet Ýlgün, Baykurt’un gönül adamlýðýný içeren, açýþ konuþmasýný yaptý. Ve bir Davudi ses, Ruhi Su tadýyla, Anadolu ezgilerini tellendirip, anlam yüklü deyiþ ve türkülerimizi dillendirdi. Dinleyenleri Fakir’le buluþturan iki saatlik coþkulu dinletinin sanatçýsý;Ufuk Karakoç’tu. Eline, yüreðine saðlýk Ufuk can. Etkinliðin dokuz ve on Ekim günlerine konuþmacý olarak Ýnci Aral, Oya Baydar, Hidayet Karakuþ, Prof. Dr. Mesut Gülmez, Yard. Dç. Dr. Cem Doðan, Þükran Soner, Hülya Yazýcý Okuyan, Kamuran Semra Eren ile Ramazan Sað katýldý. Ýncittik mi karýncayý, Vurduk mu karýncanýn yavrusunu? Ya nasýl kýyarýz insana diye seslenen, Hasan Hüseyin’in hayat arkadaþý Azime Korkmazgil de salondaki dostlarla birlikte idi. Bir de “Fakir” kýzý Iþýk Baykurt, Dursun Akçam oðlu, dost Alper Akçam.. Ýlk oturumda Oya Baydar, Ýnci Aral, Hidayet Karakuþ, Kamuran Semra Eren ile Hülya Yazýcý Okuyan; “Edebiyat ve Göç” konusundaki birikimlerini Fakir dostlarýyla paylaþtýlar. Ýkinci oturumda Prof. Dr. Mesut Gülmez, Yrd. Dr. Cem Doðan, Gazeteci Yazar Þükran Soner Ýle Ramazan Sað dostlarýmýz “Küreselleþme ve Çalýþma Yaþamý” konusunu tartýþtýlar. Konuþmacýlar arasýnda yer alan Onur Öðmen, dostlarýmýzýn konuþmalarý bitmek üzereyken yetiþebildi salona; THY’nin rötar azizliðine uðramýþtý. Etkinliðin sunusunu yapmakla görevlendirilmiþtim. Katýlamayan Fakir dostlarýnýn fakslarýný okurken, telefondaki bir yürek sesini de dilden ilettim salona. Sesin sahibi can dostum, Muðla/Ortaca’da iþçi emeklisi, Ali Ýhsan Tuncalý idi. Diyordu ki: “Mehmet can, gözüm, geleceðimizi söylemiþtik, bizi bekliyordun kesin. ama gelemiyorum biliyor musun?. Biletimi de almýþtým, o da

yandý. Zerrece üzüntüm yok yanan bilete, oradaki dostlarla ve sizle, Fakir’i ve geçen yýlki muhabbetimizi paylaþamayacaðýmýza yanýyorum. Gönlüm hep o güzel insanlarýn arasýnda. Ama rahatsýzlýðým dün yine yeni bir çarpýntý ile aramýza engel koydu. Üzüntümü, özlemimi .dostlara iletiver”. Ýlettim. Dostlarý, buruk, sevecen.... Yorulmaz bir Fakir okuru, Fakir dostu idi Ali Ýhsan Tuncalý. Ortaca’daki bir söyleþisinin ardýndan Fakir’i evine çaya davet etmiþti. Baþka yerlere gitmeyi yeðleyeceði düþünülen Fakir, konuðu olmuþtu bu okur dostunun. Onu onurlandýrmýþtý, muhabbetleþmiþlerdi. Bunu izleyen günlerde Tuncalý, kendi çabasýyla evinin önündeki yolu geniþletmiþ ve Ortaca Belediyesi’ne verdiði bir dilekçe ile bu sokaða Fakir Baykurt adýnýn verilmesini istemiþti. Belediye tarafýndan bu isteði yerine getirilmiþti Tuncalý dostumuzun. Ve o koca adamýn koca yüreði, kendisine küçük bir oyun oynamýþtýr iki ay öncesinden, bir buçuk aylýk açýk kalp ameliyatlýdýr Tuncalý. Yeni operasyon geçirmiþ yüreði, katýlacaðý güzel ortamýn heyecanýna karþý atak yapmýþtýr ve çivilemiþtir Ali Ýhsan canýmý Ortaca’ya. Bir Fakir anasý, Fakir ablasý ve Fakir çocuðu niteliklerini yüreðinde bütünleþtiren, Fakir’in en yetenekli okur/öðrencilerinden olan Binur Þener ablamýz tanýþmamýzý saðlamýþtý, Ali Ýhsan Tuncalý can ile. Fakir ustayla birlikte gitmiþtik Baladýz’a kaç kez. Bir Alevi köyü idi Baladýz. Burdur’a da Isparta’ya da 25’er kilometre uzaklýkta bir köy. 1946’da kendisine oyun eden köy aðasýný yola getirememiþ, taþlarla cehennemin dibine göndermiþti Baladýz köylüleri. Onurlu bir davranýþýn destaný gibiydi Fakir’in gözünde bu olay ve romanlaþtýracaktý bu baþkaldýrýyý. Sohbetler ettik Baladýz’da Baladýz’lýlarla. Baya bir belge toplamýþtý onlarla konuþurken: Abdullah Aða hakkýnda, Habeþler hakkýnda, Gavýrgalar hakkýnda. Köyün yaþlýlarýyla sohbet hoþuna da gidiyordu: Süleyman Erdal, Hasan Ali Culum, Ýsmet Kaya, Ellez amca, Ali Kaya, Sabýr Mehmet ve niceleriyle kahve önünde uzun konuþmalar yapmýþtý. Köy Muhtarý Ýbrahim Candan’nýn köylüleri kahvede toplayýp köyün sorunlarýný tartýþmasýndan ve yapýlan çalýþmalara iliþkin olarak köylüleri bilgilendirmesinden de çok hoþlanmýþtý. Böyle bir toplantýyý ilk kez tanýk olduðunu, mutlu olduðunu, bu olgunun, Alevi kültürünün güzelliðini kendisine bir kez daha gösterdiðini içeren tatlý bir konuþmaydý bu. Rahmetli Muharrem aðabeylere konuk olduðunda dam baþýnda yemek yemiþ, söyleþmiþtik. Ve bizlerle güncel olaylarý, felsefeyi paylaþýrken, yazmayý tasarýmladýðý öykülerini, beðenimize sunup tepkimizi almak üzere dilden anlatýrdý. Abi diye seslendiði Hüseyin Akbaþ hocam-

Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkýyor ve Daðýtýlýyor Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.

Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar ile nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz. Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone olmaya, abone yapmaya, temsilcilik görevini üstlenmeye, bulunduklarý yöreye derginin toplu getirtilmesini, elden daðýtýlmasýna el vermeye çaðýrýyoruz.

BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR: Yurtdýþý - Almanya: Berlin Zeki Konuk +49.172.305 92 29; Bremen Adnan Kýlýç +49.174.448 49 59; Darmstad Hüseyin Akýn +49.179 107 88 56; Frankfurt Sedat Bican +49.170.751 25 35; Gladbach Behcet Soguksu; Hamburg A. Varol +49.172.453 14 62; Hanau Kemal Nayman +49.173.667 7291; Kassel Hüseyin Öztürk +49.162 153 33 20; Oberhausen Mehmet Kaz +49.173 612 01 95; Stuttgart Kýlavuz Bakýr +49.162 909 70 70; Avusturya: Tirol Hüseyin Polat +43.650 841 55 99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32.473 49 37 12; Danimarka: Aarhus Yücel Tanrýverdi +45.5124 0283; Fransa: Paris Ahmet Kesik +33.672 96 33 44; Hollanda: Amsterdam M. Buðra Guzay +31.206 69 95 20; Gelderland Ali Rýza Aðören +31.651 25 63 19; Ýsviçre: Basel Ýbrahim Bakýr +41.78 808 40 07; Norveç: Oslo Ali Kýlýnç +47.9208 6450. Yurtiçi - Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532.791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi 0535.949 43 13; Amasya: Gümüþhacýköy Feruz Oruç 0542.664 35 14; Ankara: Sýhhiye Timur Özmen 0532.313 87 78; Merkez Ýsmail Metin 0532.644 95 37; Antalya: Merkez Ýlyas Þimþek 0544.578 22 99; Burdur: Merkez Mehmet Turan 0248.234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil 0546.237 32 96; Diyarbakýr: Merkez

30

Mehtap Ürer 0535.872 63 03; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin Düzenli 0555.204 73 79; Acýbadem Koray Berktaþ 0533.244 61 25; Alibeyköy Veysel Köse 0544.305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536.552 68 75; Bahariye Zehra Ünder 0533.722 03 91; Baðcýlar Haydar Erdoðan 0212.657 17 77; Beyazýt Bekir Delibaþ 0212.516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk 0212.224 22 42; Fatih Rukiye Delibaþ 0536.396 83 56; Ýçerenköy Yýlmaz Gürbüz 0535.524 49 12; Kadýköy Kazým Erol 0216.347 14 41; Kaðýthane Aydýn Deniz 0212.320 18 18; Kayýþdað Veli Göynüsü 0532.687 31 09; Sarýgazi-Taþdelen Ergül Þanlý 0532.410 51 79; Soðanlýk Hasan Harabati 0532.787 7098; Sultanbeyli Sadegül Çavuþ 0535.491 07 58; Ümraniye Ýsa Polat 0536.968 99 75; Üsküdar Sabri Karaman 0533.263 02 43; Yenidoðan Salih Arslan 0535.941 15 09; Konya: Beyþehir Hüseyin Kutlu 0535.522 75 11; Beyþehir Salman Zebil 0542.431 56 91; Maraþ: Elbistan Ali Kaya 0535.466 38 43; Nurhak Hasan Çadýr 0535.511 12 99; Nevþehir: Hacýbektaþ Erhan Çetin 0536.426 94 33; Samsun: Merkez Cem Sultan Ermiþ 0532.700 49 61; Terme Emrah Çolak 0542.341 33 03; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282.263 05 79; Urfa: Kýsas Ahmet Aykut 0536.777 63 47; Sýrrýn Sadýk Besuf 0537.392 6375.

Sayý 4


(Baþtarafa 32. Sayfada)

Alevilik Ýslam Ýçi mi? Yoksa Ýslam Dýþý mý?

Aynalý Yazýda “Muhammed Ali” - Mustafa Kayabey Dükkaný, Cam Altýnda Yirmi Bin Fersah, s. 121. Bakýnýz sayfa 9.

la hep birlikte dolaþtýk, Akçaköyü, Gönen’i, Baladýz’ý, Fakir Baykurt belgeselinin bazý bölümlerinin hazýrlýk döneminde. Henüz ýsýnmýþtýk birbirimize. Almanya’ya gidecekti, dönüþünde on beþ-yirmi gün birlikte Baladýz’da kalacaktýk. Orada tamamlayacaktý romanýný. Bir gitti... pir geldi... Ýkinci gün oturumlarýnýn akþamýnda, Fakir dostlarýyla yemekte birlikteydik. Ýlk gün, açýlýþýmýzda konuðumuz olup konuþma yapmasý için iletiþim kurduðumuz ve programa aldýðýmýz Eðitim-Sen Genel Baþkaný Alaaddin Dinçer dostumuzla, Toplu görüþmeler ve Sendikal uðraþlarý nedeniyle ancak yemekte birlikte olabildik. Çalýþmalarýný içeren konuþmasýný da orada dinledik. Beþinci Fakir Baykurt Kültür Sanat Etkinlikleri’nin üçüncü günü Akçaköy’de idik “Yýlanlarýn Öcü”, “Irazca’nýn Dirliði” romanlarýndaki olaylarýn geçtiði Burdur’un Yeþilova ilçesine baðlý bir köydür Akçaköy. Ve Fakir Baykurt’un doðduðu, Gönen Köy Enstitüsü’ne giriþine deðin çocukluðunun geçtiði köydür. Ve bir de Fakir Ustanýn restore edilen anasýnýn evi, “Elif Nine Kitaplýðý” vardýr bu köyde. Ne yazýk ki görevlisi yoktur bu kitaplýðýn ve kilitlidir kapýsý. Anma ziyaretlerinde açýlýr sadece. Akçaköy’deki etkinlik bölümünde de, Fakir’in kýzý Iþýk Baykurt ve Dursun Akçam Usta’nýn oðlu Alper Akçam’ýn, babalarýna iliþkin anýlarý paylaþýldý. Ve gençlerimizin türkülerini dinledik konuklarýmýzla birlikte. “Yeni etkinlik ve anlamlara” diyerek etkinliðimizi tamamladýk ve konuklarýmýzý uðurladýk. Saðlýkla buluþma dileklerimizi sunduk birbirimize. Yüreklerimize sardýk Fakir’i. Fakir Baykurt öykülerinde, romanlarýnda Anadolu insanýnýn, Almanya ve diðer ülkelerdeki emekçilerin, umutlarýný-kaygýlarýný anlatmýþtý. Ve þöyle sesleniyordu tüm insanlara, ülkedeki ve yurtdýþýndaki Alevi/Bektaþi canlarý betimlerken: “Aleviler analardan atalardan aldýðý öðüde uyarak Tanrý’yý gökte aramaz, yerde, daha doðrusu insanýn içinde görürler. Bu nedenle insaný incitmez, öldürmez, ona zarar vermezler. 72 milleti bir saymalarý bu inançtan çýkar. Her insanda Tanrý saklý olduðuna

Kasým 2004

göre insanlar birbirinden aþaðý ya da üstün olamaz. Bu ilkeden yürüyerek, toplumsal, ekonomik, politik ilkelerini geliþtirirler. Ayrýmcýlýða, kýyýmcýlýða karþýdýrlar. Kendisine yapýlmasýný istemediði eylemi baþkasýna reva görmezler. Toplumsal eðitimleri yüksektir. Kadýn, kýz erkeklerle birlikte oturur birlikte yer içer, birlikte eðlenir, ibadetleri sýrasýnda ayaða kalkýp, baþý karlý daðlar gibi birlikte semah dönerler, kýz çocuklarýna erkek çocuklarýndan geride yer vermez, üst üste kýz çocuklarý doðunca, soyumuz batýyor diye hasta hasta aðlamazlar... Yaþamlarýnda müzik vardýr, saz çalar, þiir söylerler. Türkçe’nin solunum yollarý iyice kýsýldýðý ve Osmanlý boyunduruðunda tükenme derecesine geldiðinde onu kurtarmýþlardýr…” Benim dileðim yüz yýldan fazla yaþamak deðil, Bir küçük dileðim var halkýmdan, Bir türkü süresi anýmsanmak... Onu da paþa gönlü bilir. Bu fakirde O’na þöyle sesleniyor: Çýk ta gel. Engin düþlüm, Aydýn baþlým, Çýk ta gel dostlarýnýn gönlüne. Daðlara saralým bunalýmlarý, Sýkýntýlarý boþluklara, Kör karanlýklarý inlerine sürelim, Daðýtalým efkarý anasýný satayým. Çekelim demi. Çýk ta gel, emi...

NOT: Yazýmý tamamlamýþtým. Bugün akþam üzeri güzel bir haber geldi. Fakir-Der baþkaným, deðerli dostum Ahmet Nejdet Ýlgün verdi haberi. Burdur Valimiz Can Direkçi, Akçaköy’deki Elif Nine Kitaplýðý’na bir görevli atayacakmýþ. Teþekkürler Sayýn Ýlbeyim. Tüm Fakir Dostlarý adýna teþekkürler. Ve bir not da Fikret Otyam babama: Yazarken öykünürüm sana. Affola.

þöyle inanýrdým ya da þöyle davranýrdým”, demek istemiþ, Ortodoks Ýslam’ýn deðer ve kimlikleriyle bir “hesaplaþma” içine girmiþtir. “Hesaplaþma” sürecinde, Anadolu-Yunan Ýlkçaðý’ndan gelen ve Ýslam’ýn “muhalefet” düþün/inanç alanýna “akan” Platoncu-Aristotelesçi ya da Demokritosçu deðerler ile Asya’dan gelen “gök tapýmý, atalar tapýmý ve yer/su tapýmý” deðerleri, Hz. Ali zamanýnda “kurumsallaþmaya” baþlayan “bâtýnilik” potasýnda “mayalanmýþtýr”. “Mayalanma”nýn ilk ürünü, “yaradýlýþ tasarýmý”nýn dönüþümünde olmuþtur: “Metafizik Tanrý’nýn ‘Ol!’ demesiyle her þey yaratýldý”, biçimindeki inanç kabullenmesi, “doðanýn doðumuna” baðlanmýþ; “doða doðurdu, her þey varlýða geldi” bilimsel anlayýþýna geçilmiþtir. Doðanýn “doðurmasý”nýn nedeni olarak algýlanan can ya da akýl, “tüm can” ya da “tüm akýl” anlamýnda “Tanrý” olarak kimliklendirilmiþtir. Tanrýsal dönüþümü, insansal dönüþüm izlemiþ; metafizik Tanrý’nýn peþinden “gökyüzüne yükselen” insan, oradan “yere” indirilmiþ; kul durumundan bir yorum ve yetenek varlýðý durumuna getirilmiþtir. Ardýndan yaratýlan yeni “kimlikleri” ve “olaylarý” kuþatan tapýmlar yaratýlmýþ; atalar tapýmýnýn geçmiþe yönelik “nesnel izleri” silinerek, “geriye dönüp Ýslam içine taþýnmanýn” mantýðýna uygun olarak “gönüllerde soy zincirleri” üretilmiþ ve Ehlibeyt soyuna baðlanýlmýþtýr. Bunun böyle olduðu açýk deðil mi? Kendilerinin Ehlibeyt soyundan geldiðini söyleyenlerin Araplýðý kabul ettiklerine tanýk olduk mu hiç? Alevilik-Bektaþilikte inanç kaynaklarýyla nesnel kaynaklarýn çoðu kez “ayný yerde” bulunmamasý olgusu üzerine düþünce üretebildik mi? Bir kez daha yineleyelim: Alevilik, bâtýniheterodoksi nitelikte bir inanç-felsefedir. “Savunma amaçlý” olarak geliþtirilen ya da “aydýn katký”sýyla üretilen, “Alevilik Ýslam dýþý bir dindir; Alevilik asýl Müslümanlýktýr; Alevilik Ýslam’ýn Anadolulaþmýþ biçimidir; Alevilik Anadolu Müslümanlýðýdýr; Alevilik Türk Müslümanlýðý ya da Kürt Müslümanlýðýdýr vb.” tanýmlar Aleviliði anlatmaktan uzaktýr. Aleviliði “vahiyli” bir din olarak tanýmlamak, Aleviliðin “özgün özünü” çarpýtmak anlamýna gelir. Bu tanýmlar, Aleviliðin “asimilasyonunda merdiven basamaðý” görevini görür. Böylesi bir Alevilik resmi dünyaya taþýnýrsa ya da girerse, kendine özgü olan Ortodoks inançlarý/dinleri, bu inançlarýn kimlikleri ve deðerlerini “dönüþüme uðratýp felsefeleþtirme” iþlevini yerine getiremez. “Terbiye” edilmiþ, “uslu” bir Alevilik, “yumuþatýlmýþ” ve “etik” yaný “baskýn” duruma getirilmiþ bir Sünniliði besler ancak. Kendimizi kendimize anlatamazsak, baþkalarý bizi hiç anlamaz: Aydýnlarýmýzýn ya da örgüt yöneticilerimizin bir kesimi inanç “don”una bürünerek Aleviliði “vahiy”le baðlantýlandýrma yarýþýna girerken, bir kesimi de “sükut suikastý” yaparak kendilerini aldatýyorlar. Ð

31


SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

Alevilik Ýslam Ýçi mi? Yoksa Ýslam Dýþý mý? Esat Korkmaz disi. Kürt milliyetçiliðinin ateþinde yananSon günlerde yine ortalýk “toz duman”: Alelar ise “Alevilik Kürtlük ürünüdür”, seslenvilik Ýslam içi mi? Yoksa Ýslam dýþý mý? “Sorumluluðumuz suçluluða” dönüþmeden, Sav “yakýcý” olunca sonuçlarý-etkileri de dirmesini yapýyorlar. Onlara göre Ýslam “yakýcý” oluyor. Þimdi herkes “daðarcýðý”“cilasý” altýnda “Zerdüþtlüðün Anadolulaþ“bilimsel olma kaygýsý”ný öne alarak nda ne varsa ortaya döküyor; inançlarýnýn mýþ biçimi” Aleviliðin özü. Aleviliði bütün boyutlarýyla tartýþalým dýþa vurumuna yine herkes “bilinç düzeyi”ni Aleviliði “etnik” kökenlerin üzerinde eklemliyor. Ortaya çýkan sonuçlar genelde görenler çoðunlukta: Etikle felsefenin “öz“kaba”; özgün içerik ve estetikten yoksun. deþ” olduðu, etikten baðýmsýz bir felsefeKimileri söylencedeki “ermiþ” gibi, hiçbir bilimsel kaygý gütmeden nin bulunmadýðý “geçmiþin anýsý”ný canlandýrarak Aleviliði bir “ahlak” “olmazlarý” “olur” yapýyor; gönlündeki “içtenliði” kestirmeden açýklayýürünü olarak görüyorlar. Aleviliði, “aydýnlanmanýn çocuðu”, sýnýflar veriyor: Alevilik Ýslam dýþýdýr. kavgasýnýn bir “yaratýsý” olarak görenlerimizin sayýsý azýmsanmayacak kadar çok. Bu inanç/duygu “çatlatýcý” sonuç, Alevi-Bektaþi tabanda ve bu taban Peki bunlarýn hangisi doðru? Bilen yok ya da herkesin kendisine göre adýna “düþünce üreten” aydýnda, tam bir “irkilmeye” yol açýyor. bir doðrusu var. Bugün Alevilik egemen sýnýflarýn ve küresel güçlerin gelecek projeÖncelikle belirtelim: Alevilik, Anadolu “doðumlu” bâtýni-heterodoklerinde “kullanýlmak” üzere, özellikle “din-inanç” yanýndan yakalanarak si nitelikte bir inanç/felsefedir; bu nedenle “Anadolu Aleviliði” olarak ta“devlet katý”na, “resmi dünya”ya taþýnmak isteniyor. Ya da Aleviler tanýmladýklarý kimlikleriyle “resmi” dünyaya adýmlarýný atýyor. Þöyle ya nýmlamak gerekir. Bu tanýmýn altýnda iki gerçek yatar: da böyle, sorun sonunda þu soruda düðümleniyor: Nasýl bir Alevilik? 1) Anadolu Aleviliði, Ýslam heterodoksisinden “katký” almakla birAlevi zeminde “saðdan-sola” gezindiðimizde Aleviliðin farklý farklý likte, onunla “bir” ve “ayný þey” deðildir. tanýmlandýðýna tanýk oluyoruz: “Alevi Ýslam” diyenlerimiz var; amaçlarý, 2) Ýçerik ve biçim açýsýndan “belirleyici” anlamda Ýslam dýþý coðraf“asýl Müslüman biziz” algýsýný pekiþtirmek, Arap Yarýmadasý’na “baðlý” yalardan “beslenmiþ” olmakla birlikte Ýslam dýþý deðildir; Babai Harekebir Aleviliði öne çýkarmak; etik yaný baskýn bir Sünniliði, “Alevilik” diye ti’nden Kýzýlbaþ Hareket’in sonuna kadar geçen sürede, oluþumuna “de“pazarlamak”. ðer akýtan” kaynaklardan biri durumunda bulunan ve Hz. Ali’nin adýyla “Alevilik Ýslam heterodoksisinin bir ürünüdür”, diyenlerimiz az deanýlan “siyasal-inançsal” hareketin izini “geriye” doðru sürerek kendini ðil: Böyle düþünenler, kendilerini hangi ilerici konuma yerleþtirirse yerÝslam içine taþýmýþtýr. leþtirsinler, son tahlilde Arap Yarýmadasý’na “baðlanmak”tan kurtulamýBuna bilim dilinde “geriye dönüþ tapýmý” denir: Týpký ergenlik çaðýyorlar; Aleviliðin “özgün” deðerlerini çöl koþullarýnda arýyorlar ve diðer na girmiþ bir delikanlýnýn ya da genç kýzýn, nereden geldiðini ve kim olcoðrafyalardan gelen deðerler “kenar süsü” olarak kalýyor. duðunu anlamak için atalarýnýn izini “geriye” doðru sürmesi gibi. Top“Sol”a doðru “gezimizi” sürdürdüðümüzde Aleviliðin bir “Anadolu lumsal kimlikler de öyledir: Yapýlanýp biçimlenirken, içerik ve biçim kaÝslamlýðý” ya da “Ýslamiyet’in Anadolulaþmýþ biçimi” olarak tanýmlanzanýrken, ayný zamanda, kendini yaratan, besleyip büyüten kaynaklara dýðýna tanýk oluyoruz. Kimileriz “yaþama biçimi”; kimilerimiz “kültür”; doðru bir “gezintiye” çýkar. Alevilik de ayný þeyi yapmýþtýr: Ancak, Asya kimilerimiz “Ýslam’ýn dýþýnda baðýmsýz bir din”; kimilerimiz ise “felsefi toplumlarýnýn ya da Anadolu yerli halklarýnýn toplumsal “geçmiþine” dedin/inanç” diyoruz. ðil de Hz. Ali’nin temsil ettiði hareketin “geçmiþi”ne yönelmiþtir. Bu Ýþ bu kadarla da bitmiyor: Bir kesimimiz kalkýyor, yaklaþýk 750 yýl “geriye dönüþümü” yapan Anadolu Aleviliðinin “toplumsal aklý”, doðru “geriye” gidiyor, Aleviliði Anadolu’dan baþlatýyor. Bir kesimimiz 1400 davranmanýn ötesinde “olaðanüstü bir kývraklýk” göstermiþtir. Çünkü, yýl “geriye” gidiyor, Aleviliði Ýslam’ýn doðuþ koþullarýndan baþlatýyor. son tektanrýcý din olan Ýslamiyet Anadolu’yu egemenliði altýna almýþ, Bir kesimimiz ise “geriye dönüþ tapýmý”ný söylencenin “emrine” veriyor, ötesinde evrensel anlamda “yükseliþ”tedir. “Dýþýnda” kalarak, onun deonun sýnýrsýz olanaklarýný da kullanarak Aleviliðin doðuþunu, insanlýðýn ðer ve kimlikleriyle “mücadele” etmesi, kendi deðer ve kimliklerini ka“yaradýlýþ” öyküsüne baðlýyor. lýcý kazanýmlar durumuna getirmesi “olanaksýz”dýr. Bu nedenle, Ýslam Bu savlara bir baþka sav da “hançer” atýyor: Türk milliyetçiliðinin Heterodoksisi’nin izini “geriye” doðru izleyerek kendini Ýslam’ýn doðuþ ateþinde yananlar; “Alevilik bir Türklük ürünüdür”, diyorlar. Onlara göre koþullarýna taþýmýþ, “Ben o günlerde var olsaydým; þöyle düþünürdüm, Ýslam “cilasý” altýnda “Þamanizm’in Anadolulaþmasý” Aleviliðin ta ken(Devamý Sayfa 31’de.)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.