sacayak
BİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
BU SAYIDA: ABF’nin Siyasi Parti Tartışmaları Esen Uslu - Hacı Bektaş Veli Anma Törenlerinin Gösterdikleri Seyit Rıza Güven - ABF’nin Parti Kurma Girişiminde Derin Devletin İzi 12 Eylül Darbesinin Yıldönümünde İki Dünya Görüşü - İki Ayrı tutum: Murat Kantekin - Askersel Devinimin Yıldönümünde Demokrasi Oyunu - Demir Küçükaydın - 12 Eylül Üzerine Düşünceler İsmail Kaygusuz - Ummu’l-Kitab’da Namaz Kürt Açılımı Demir Küçükaydın - “Kürt Sorunu”nun Çözümü Gerçek Bir Laiklikten Geçer Haşim Kutlu - Bu Kez Maya Tutsun Ortak Açıklama - Demokratik Açılım İçin Cesaret ve Tutarlılık Gerek Ahmet Koçak - STAR TV Protesto Edildi David Durak Arslan - Nasıl...
Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz ya da Tartışmasız Tartışma Toplantısı
Ahmet Koçak - Alevi-Bektaşi İbadetinde Asimilasyon ve Semah Mehmet Aydoğmuş - Yürekli İnsanlarımıza “Yol Düşkünü” diyen Anlayış Ahmet Koçak - Didim’de Konser ve Birlik Cemi Rıza Aydın - Musahiplik Üzerine Veysel Kaymak - Bir Hayalimiz Var Nedim Kanoğlu - Hacı Bektaş Veli Olabilmek
ISSN 1308-7967
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35 E-posta: sacayak@yahoo.com.tr Baskı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sok. No: 24, Nurtepe, Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00 Baskı Türü: Yerel - Süreli
Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / €
6
Eylül 2009 / Sayı:
SACAYAK
Sayı 6
Uyduruk Bir Televizyon Programında Edilen Bir Söz Üzerine TV Binası Önünde Medyatik Eylem Düzenleyen “Demokratik” Alevi-Bektaşi Dernekleri, Örgütleri, Vakıfları
Askeriye, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Eyüp Şubesi’nin Alibeyköy Cemevi’nden Cenaze Kaçırdı!
Niye Eylemli Tepki Göstermediniz? Hani Siyasete Müdahele Edecektiniz? “İstediğiniz Türkiye” Bu mu? Nerelerdesiniz? Esen Uslu 7 Eylül’de Eruh’taki bir çatışmada Hakk’a yürüyen Jandarma Başçavuş Murat Taş Aleviydi. Ailesi Alibeyköy’de yaşıyordu. Taş’ın cenazesi Alibeyköy Cemevi’ne getirildi. Cemaat toplandı, ama bir takım erle gelen bir subay, “resmî cenaze töreni Ataköy’de yapılacak” diyerek aileye baskı yaptı ve başlamış töreni yarıda kesip cenazeyi aldırdı. Cenaze resmî zevat eşliğinde bir camiden kaldırılıdı. Şube başkanı dede Hüseyin Güzelgül, toplanan canları düştükleri şaşkınlığı ve duydukları kızgınlığı şöyle dile getirdi: “O anda orada Hakk’a yürüyen canın yakınları vardı, yaşadıkları acı nedeniyle bu duruma sessiz kaldılar; belki ne olduğunu bile anlayamadılar. Yoksa biz cenazemize sahip çıkardık, görevimizi yerine getirmeden vermezdik. Yıllarca camilerde ‘Alevidir, cenaze namazı kılınmaz, cenazesi yıkanmaz’ gibi dışlayıcı, horlayıcı yaklaşımlara maruz kaldık. ‘Açılım’ deniyor, ‘Çalıştaylar’ düzenleniyor. Ordu böyle yaptıktan sonra bunların samimiyeti tartışmalıdır” Daha önce başka asker cenazeleri Cemevlerinden kaldırılmıştı. Olay duyulunca, Genelkurmay adına konuşan bir subay, “Cenaze törenin ailenin bilgisi dahilinde yapıldı” diye kendilerini savundu. Kendi cemevinden cenaze kaçılıran PSAKD başta olmak üzere ABF ve tüm demokratik Alevi-Bektaşi derneklerine soruyoruz: “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz?” diye dağ-taş dolaşıp toplantı yapanlar, “İstediğiniz Türkiye” bu mu? Askeriyenin cemevinizden cenaze kaçırmasına karşı neden etkin bir eylem çağrısı yapmadınız? Neden internet sitelerinizden birine bile bir kuru açıklama-kınama koymadınız? Tepkisizliğiniz devlete çaktırmadan destek vermek değilse nedir? Sizce Alevilikte, Sünni usule göre cenaze kaldırmayı gerektiren bir “şehitlik” kavramı mı var? Hâlâ “Ordumuzun kılıcı keskin olsun!” diye gülbank okunması size doğru geliyor mu? 2
Eylül 2009
On dört konuşmacı birden kürsüde: Hubyar: Ali Kenanoğlu, Demokrasi için Birlik Hareketi: Dr. Muammer Değer, Kars Dernekleri Federasyonu: Mehmet Koç, Kızılırmak Dernekleri Federasyonu: Mustafa Özarslan, Özgürlükçü Sol Hareket: Ufuk Uras, 10 Aralık: Nazik Işık, DİSK: Tayfun Görgün, Halkevi: İlknur Birol; KESK: Sami Evren, Eğitim-Sen: Zübeyde Kılıç, ABF: Ali Balkız, Eski Hacıbektaş Belediye Başkanı Mustafa Özcivan, PSAKD: Fevzi Gümüş, sunucu Necdet Saraç.
ABF üst yönetimi, Hacı Bektaş Veli Anma Törenlerini kullanarak bir siyasi parti kurma ya da kurulmakta olan bir siyasi partiyi destekleme kararını açıkladı.
SACAYAK
ABF Yöneticilerine Göre Alevi-Bektaşiler, Kürtler ve Türkiye’nin Emekçi Halkı Nasıl Bir Türkiye İstiyormuş ya da
Hacı Bektaş Veli Anma Törenlerinin Gösterdikleri Esen Uslu
A
LEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU’nun üst yönetimi bir süredir hazırlıklarını sürdürdükleri ABF imkanlarını kullanarak bir siyasi parti kurma ya da kurulmakta olan bir siyasi partiyi destekleme girişimlerini açıkça ortaya koymak için Hacı Bektaş Veli Anma Törenlerini kullanmayı amaçlamıştı. Bilindiği gibi Hacıbektaş Belediyesinin emekli paşa başkanı, iktidara geldiğinden beri adım adım demokrat ve ilerici Alevi-Bektaşileri resmi törenlerden dışlamıştı ve anma törenlerini yalnız “devletin Alevisi” olmaya gönüllü CEM Vakfı çevresinde toparlanan gerici Aleviler ile Türk-İslam Sentezi fikrini işleyerek Alevi-Bektaşilerin bilincini-inancını bulandırmayı amaçlayan çevrelerin eline teslim etmişti. Buna karşı çıkan Alevi-Bektaşi aydınları ile demokratik Alevi örgütleri birkaç yıldır resmi törenlere karşı “alternatif etkinlikler” düzenliyor, protesto yürüyüşleri ve eylemleri yapıyordu. Bu yıl da ABF’nin böyle alternatif etkinlikler ve protesto eylemleri yapması bekleniyordu. Ancak ABF üst yönetiminin bu alternatif etkinlikleri ve protestoları kendi siyasi hedefleri için kullanmayı planladığı açığa çıkınca tüm ilerici çevreler desteklerini geri çekti. Gidişin bu yönde olduğu örneğin Devrimci Alevi Komitesi’nin 2 Temmuz etkinliklerine bağımsız bir grup olarak katılması ve Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri şubelerini neredeyse flamalarını tutacak adam bulamaz halde bırakmasıyla görülmeye başlamıştı. Ardından ABF üst yönetimi, nasılsa herkes bizi paşa başkana karşı desteklemek zorunda diye düşünerek hiç kimseye danışmadan, hiçbir sanatçıyla bağlantı kurmadan bir dayatma yapmaya kalkıştı. Yapacağına karar verdiği konsere son anda Alevi-Bektaşilerin önemli sanatçılarını çağırdı. 3
SACAYAK
Sayı 6
ABF üst yönetiminin bu etkinlikleri ve eylemleri kendi siyasi platformlarını ve girişimlerini duyurmayı amaçladığını gören ve kendilerini Hacı Bektaş Veli Dergâhına sadık sayan bir dizi âşık bu etkinliklerde yer almayacaklarını sertçe ABF üst yönetimine iletti. Hiç beklemedikleri bu sert tavır ile silkelenen ABF üst yöneticileri için planlarının suya düştüğünü görmezden gelip, girdikleri yola devam etmekten başka bir çare yoktu. Söyledikleri Yaptıklarına Uymayan Fırsatçılar “15–16 Ağustos Hacıbektaş Buluşması” adı altında bir program yayınladılar. Bu programa göre 15 Ağustos Cumartesi sabahı Halı Saha Tesisleri ile Hacı Bektaş Türbesi arasında bir yürüyüş yaptıktan sonra “dergâhı ziyaret” edeceklerdi. Ardından, saat 12’de “Alevi Örgütleri, Alevi Çalıştayını Değerlendiriyor” başlıklı bir kapalı salon toplantısı düzenleyeceklerdi. Bunun ardından bir “Açık Hava Konseri” yapacaklar ve saat beşte de “Aleviler ve Siyaset” başlıklı bir toplantı yapacaklardı. Bu toplantının katılımcıları “Alevi Bektaşi örgütleri temsilcileri, yöre dernekleri federasyonları temsilcileri, sendika ve demokratik kitle örgütleri temsilcileri, siyasi parti temsilcileri” olarak duyurulmuştu. Gece “Gelin Canlar Bir Olalım” konseri yapılacaktı. Ertesi gün, 16 Ağustos Pazar günü “Alevi Gençler”in düzenlediği “Alevi Gençlik Forumu” yapılacaktı. Bu forumun konusu “Gençler Buluşuyor ve Geleceği Konuşuyor” olacaktı. Ardından “Pir Sultan Hacı Bektaş Veli ile Buluşuyor” başlığı altında Hacıbektaş’ta Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi’nin temel atma töreni yapılacağı belirtilmişti. Cumartesi sabahı yaptıkları yürüyüş, PSAKD şubelerinin törenlere otobüsle getirdiği üyeleri bile yürüyüşe katmayı beceremediğini gösterdi. Son derece cılız bir yürüyüş ile Türbe önüne gelindi ve burada yürüyüşe katılanların dışında kimsenin dinlemediği konuşmalar yapıldıktan sonra Türbe’ye “huruç harekâtı” yaptılar. Yığınsal etkili eylem yapmayı beceremeyen devrimci gençlerin, “radikal eylem” yapmaya girişmesini andırır bir yaklaşım ile Türbe-Müze’ye “para vermeden girme” eylemi yaptılar.
ABF üst yönetiminin bu etkinlikleri ve eylemleri kendi siyasi platformlarını ve girişimlerini duyurmayı amaçladığını gören ve kendilerini Hacı Bektaş Veli Dergâhına sadık sayan âşıklar etkinliklerde yer almayacaklarını ABF üst yönetimine sertçe iletti.
ABF’nin alternatif eylemi: Yürüyüşün sonunda konuşmacıları dinleyenler
4
Eylül 2009
SACAYAK
ABF’nin alternatif eylemi: Yürüyüşün sonunda konuşmacıları dinleyenler
Alevi Çalıştayını Değerlendirme toplantısı kimse gelmediği için tümüyle iptal edildi ve tek tük gelen dinleyiciler de aynı saatlerde Hacıbektaş’ta bir kahvede konuşacak olan Ufuk Uras’ın toplantısına yönlendirildi.
Alevi Çalıştayını Değerlendirme toplantısı olduğunu söyledikleri kapalı salon toplantısı, kimse gelmediği için tümüyle iptal edildi ve tek tük gelen dinleyiciler de aynı saatlerde Hacıbektaş’ta bir kahvede konuşacak olan Ufuk Uras’ın toplantısına yönlendirildiler. Konser ve toplantılar için kurulmuş sahnenin üzerinde ve arkasında güneşi kapatan bir örtü bile olmadığı için kimsenin Anadolu’nun yaz güneşinde, hele de öğleden sonra açık alanda oturup konser veren sanatçılara ya da konuşma yapanlara bakmasına olanak bile yoktu. Öyle ki konuşmacılar sırtını güneşe verip oturunca insanlar tam güneşe bakar haldeydi. Bu nedenle ikinci toplantıya gelen yüz, yüz elli kişi de civardaki gölgelere kaçınca günün esas toplantısı dinleyicisiz başladı. ABF üst yöneticileri Hacıbektaş’a gelmeden önce “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” başlıklı bir broşür bastırmışlardı. Bu broşürün arka kapağında yapılacak bir dizi toplantının programı vardı. Bu programa göre “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” başlıklı belgenin tartışılacağı ilk toplantı Hacıbektaş’ta 15 Ağustos’ta yapılacaktı, ama ABF’nin alternatif etkinlik programında bu toplantının adı “Aleviler ve Siyaset” olarak bulandırılmıştı bile. Dahası, bu broşürde yer alan metin, Temmuz ayı içinde çeşitli siyasi partilere dağıtılmıştı ve bir hafta içinde basılacağı söylenmişti. Dedikleri sürede basılmayınca Çatı Partisi Girişimi’ne ya da yeni adıyla Demokrasi için Birlik Hareketi’ne verilen metin Sacayak dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştı. Broşür olarak basılan metin ile daha önce dağıtılan metin arasında ciddi farklar vardı. Bu kadar ciddiyetsizlik ancak bu canlardan beklenebilirdi. Siyasi örgütlere tartışın diye sundukları bir metni, daha aradan bir ay bile geçmeden ilk kez tartışılacağı toplantıdan önce bastırırken kimseye haber vermeden değiştirmişlerdi bile. Eski bir televizyoncunun sunuculuğunu yaptığı toplantı on dört örgüt temsilcisinin abdesthane ibriği gibi upuzun bir masa boyunca yan yana dizilmesiyle başladı. Sunucu herkesin sekiz dakika konuşacağını sonra dinleyicilerin sorularına yanıt verileceğini söyledi. Ama bu kadar çok konuşmacının kendilerine verilen süre kadar konuşsalar bile saatler süreceği açıktı. Yani daha baştan bu toplantıda bir tartışma yapılması istenmediği belliydi. Dahası toplantı5
SACAYAK
Sayı 6
nın başlaması biraz daha geciktirilerek tartışma olmaması garantiye alınmış oldu. Böyle bir toplantıda kimin ne söylediğinin pek fazla bir önemi yok, ancak ABF genel başkanının konuşması beklentileri açıkça ortaya koyuyordu: “Biz şimdiye kadar hep oy veren seçmenler olduk, ama biz de seçilmek istiyoruz, belediye başkanı, milletvekili olmak istiyoruz.” Balkız konuşmasında solun birliğini Alevilerin öncülüğünde oluşturmaktan bahsetti ve herkesi Kasım ayında İstanbul’da Kadıköy’de yapılacak bir mitinge davet ederek bitirdi. Konuşmasında kendi yayınladıkları ve tartışılmasını istediklerini söyledikleri belgeye hiç değinmedi bile. Aynı tutum son konuşmacı PSAKD Genel Başkanı Fevzi Gümüş’ün sözlerinde de yansıdı. O da konuşmasında, “sol irade oluşturulması” için “Alevi örgütleri olarak solun iktidara geleceği bir oluşuma destek” verdiklerini belirtti. Onun konuşmasında da “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” adlı belgeye tek bir atıf bile yoktu. O zaman sormak gerek, tartışmayacaksanız, savunmayacaksanız bu belgenin anlamı nedir? Anlamı toplantıya davet ettikleri konuşmacıların bileşiminden belliydi. Bu arkadaşlarımız sol piyasada “Özgürlükçü Sol Hareket” adı altında bilinen Ufuk Uras çevresinin ve 10 Aralık Hareketi diye bilinen yeni sosyal demokratları bir araya getirenlerin ve CHP artığı partilerin ve bireylerin de katılımıyla Baykal CHP’sinin doldurması olanaksız sosyal-demokrasi boşluğunu doldurmayı amaçlayan bir siyasi oluşuma gözlerini dikmişlerdir. Aynı hedeflerde birleşen sendika yöneticileri ile o siyasi oluşumun girişimcilerini konuşturmayı amaçlamışlardı. Demokrasi için Birlik Hareketi gibi solda Kürt özgürlük hareketi ile daha yakın duran bir toparlanmayı da kerhen davet etmişlerdi. Bu toplantıda ABF üst yöneticilerinin Mahirler, Denizler diye konuşmaları ya da arada bir utana-sıkıla da olsa ağızlarından “Kürt” kelimesinin çıkması yalnız bir demokratlık gösterisi olarak kalıyor ve kimseyi aldatmıyor. Bu arkadaşlar kaderlerini, sol bir görüntü koruyarak ve tüm sol siyasetlerin artıklarını derleyerek yeni bir sosyal demokrat parti kurma girişimine bağlamışlar.
Bu arkadaşlar kaderlerini, sol bir görüntü koruyarak ve tüm sol siyasetlerin artıklarını derleyerek yeni bir sosyal demokrat parti kurma girişimine bağlamışlar.
Aleviler ve Siyaset konulu toplantının başında dinleyiciler
6
Eylül 2009
SACAYAK
Aleviler ve Siyaset konulu toplantının başında dinleyiciler
Alevi-Bektaşilerin taleplerini devletin düzenlediği bir toplantıda, devletin atadığı “yumuşatıcı” (moderatör) önünde tartışmaktan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması gibi temel bir talebi tartışma konusu yapmaktan sıkılmayan ilkesiz ve tutarsız bu çevre solu birleştirmeye girişti desek buna develer bile güler.
Ne kadar sol ve demokrat görünmeye çalışırlarsa çalışsınlar bu girişim, kendi dedikleri gibi solu birleştirmeye yönelik bir girişim değildir. Olması da olanaksızdır. Alevi-Bektaşilerin taleplerini devletin düzenlediği bir toplantıda, devletin atadığı bir “yumuşatıcı” (moderatör) önünde tartışmaktan sıkılmayan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması gibi laikliğin temelini oluşturan talebi tartışma konusu yapmaktan sıkılmayan bir ilkesiz ve tutarsız bu çevre solu birleştirmeye girişti desek buna develer bile güler. Bu bir yanıyla da Demokrasi için Birlik Hareketi gibi laik ve demokratik bir cumhuriyet savunusu yapanları bir çatı altında toplama girişiminin önüne set çekmeye yönelik de bir girişimdir. Dahası Kürt açılımı ile Alevi açılımını bir platformda toplama şansı ortaya çıkmışken bu oluşumu her ne pahasına olursa olsun engelleme girişimidir. En sonunda bu, sol görüntüyü koruyarak sosyal-demokrat saftaki boşluğu doldurma, seçilebilir bir parti olma ve parlamentoya kapağı atma girişiminden başka bir şey değildir. Bu nedenle de Alevi-Bektaşilerin ilgisini çekmeyecektir. Daha sonra yapılan Didim ve Ören toplantılarında söz alma fırsatı bulan her aklı başında Alevi-Bektaşi bu arkadaşlarımızın temsilcilerine bu gerçeği bir kere daha söylemişlerdir. Bu girişimlerinde ilerleyebilmek için Avrupa ile Türkiye’deki Alevi-Bektaşi Federasyonlarının arasını bozmayı, Avrupa örgütlerinin temsilcilerine etkinliklerde konuşma hakkı bile vermemeyi bile göze alan bu çevre bugün artık iyice tecrit olmuştur. Son genel kurulda, eski adıyla Hacı Bektaş Veli, yeni adıyla Alevi Kültür Dernekleri ABF’nin bu üst yönetiminin seçimine bile katılmamıştı. Bugüne kadar da ayrı yürümeyi tercih etti. Dolayısı ile ABF’nin bu üst yönetimi Avrupa Federasyon ve Konfederasyonlarının desteğini yitirirken, geleneksel CHP eğilimli AKD’nin desteğini almayı gündemine bile getirmedi. Tam tersine bir tüzük kurultayı ile bir sonraki ABF seçimlerini kazanmayı garantilemeye yöneldi. Sanıyorlar ki bu yolla önümüzdeki genel seçimlere hem ABF’nin başında olarak hem de yedeklerinde bir sosyal demokrat bir siyasi parti olarak girecekler ve milletvekilliği şansları açık olacak. Ne var ki gözleri dönmüşçesine girdikleri bu süreçte döküp kırdıkları sadece Avrupa ve AKD çevresi ile olan ilişkileri değildir. Aynı za7
SACAYAK
Sayı 6
manda Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na sadık olan âşıkların ve sanatçıların da desteğini yitirmişlerdir. Bu durumda ABF’nin üst yönetimi ABF’yi kısırlaştırmaktan başka bir sonuç vermeyecek maceralara girişen ve insanların gözünde saygınlıklarını ve meşruiyetlerini yitirmiş dar bir çevre olmaktan kurtulamayacaktır. Bu gidişin sonu Alevi-Bektaşi taban ile kopuşma ve tecrit olmaktır. Ne var ki az yetişmiş epeyce Alevi aydınını ve özellikle yeni yetişmekte olan genç Alevi kadroları da peşlerinden sürüklemeleri olası bir tehlike olarak ortada durmaktadır. Bunun en güzel örneği, yine Hacıbektaş’ta yapılan Alevi Gençlik Forumu oldu. Forumu kısaca anlatmak için şunu söylemek yeterli: Gençlik forumunda her şey vardı, ama Hacı Bektaş Veli’nin düşüncesi ya da Yol’un felsefesi yoktu. Foruma gönderilmiş bazı genç yöneticilerin, “Yaşasın Marksizm-Leninizm” gibi sloganlarla konuşmasını bitirdiği, Chavez’den Che Guavera’ya kadar isimleri andığı bu toplantı, geçen yıl Avrupalı canların katılımıyla yapılan toplantıda filizlerini gördüğümüz canlanmanın alışılmış dar kafalı sol lafazanlıkla boğulduğunu gösteriyor. Tecrit olmuş, tabanın desteğini yitirmiş daracık bir üst yöneticiler ekibinin gençlere nasıl zarar verdiğinin ve daha da vereceğini de göreceğiz. Hacıbektaş’taki etkinliklerin sonuncusu olan Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi’nin temel atma törenlerine verdikleri isim kafalarının içini güzel anlatıyor: Pir Sultan Abdal Hacı Bektaş Veli ile Buluşuyor. Böyle bir büyüklük budalalığı az bulunur, ama bu sözler alçak gönüllülüğü, kendini tûrab etmeyi yol bilen Alevi-Bektaşilerce hiç benimsenmeyecek yakışıksız sözlerdir. Bu sözleri söyleyenlerin aynı büyüklük budalalığı ile davranması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Alevi Gençlik Forumunda her şey vardı, ama Hacı Bektaş Veli’nin düşüncesi ya da Yol’un felsefesi yoktu.
Laik, Demokratik Cumhuriyet Bu canlarımıza tekrar tekrar hatırlatmak gerek: Aklınızı başınıza toplayın. Kürt özgürlük hareketinin geldiği yeri doğru anlayın: Kürt özgürlük hareketi Alevi-Bektaşilerin Laiklik istemine sonuna kadar sahip çıkıyor. Evet, belki buna sahip çıktığını bugün daha iyi göstermek zorundadır. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumların varlığına karşı olduğunu, din işlerine devletin kaynak ayırmaması gerektiğini, kimsenin inancına karışmaması gerektiğini daha da güçle dile getirmelidir. Siz de demokratik Alevi-Bektaşi hareketi olarak Kürt özgürlük hareketinin istemlerine aynı güçle sahip çıkmalısınız! Demokrasi demek, seçilmemiş yönetici olmayan düzen demektir. Demokrasi demek, tüm kamu işlerinin, seçimlerle gelen, görevini yerine getirmediği anda geri çağrılabilen, hesap vermek zorunda olan görevliler eliyle ve şeffaf işleyişlerle yerinden yönetilmesi demektir. Kamu işlerini yapanların ayrıcalık ve dokunulmazlıklarının kalkması demektir. 8
Bu süreçte döküp kırdıkları sadece Avrupa ve AKD çevresi ile olan ilişkileri değildir. Aynı zamanda Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na sadık âşıkların ve sanatçıların da desteğini yitirmişlerdir.
Eylül 2009
Hacıbektaş’taki Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi’nin temel atma törenlerine verdikleri isim kafalarının içini güzel anlatıyor: Pir Sultan Abdal Hacı Bektaş Veli ile Buluşuyor. Bu sözler alçak gönüllülüğü, kendini tûrab etmeyi yol bilen AleviBektaşilerce benimsenmeyecek yakışıksız sözlerdir.
Kürt özgürlük hareketi AleviBektaşilerin Laiklik istemine sonuna kadar sahip çıkıyor. Demokratik Alevi-Bektaşi hareketi de Kürt özgürlük hareketinin istemlerine aynı güçle sahip çıkmalıdır.
SACAYAK
Kamu işlerini yapanların maaşının çalışan bir işçiden daha fazla olmaması demektir. Merkezi bürokrasilerin pahalı ve tüketici devleti yerine yerinden yönetimin ucuz ve üretici devletini geçirmek demektir. Halka yöneten ve tepeden bakan bürokrasinin belinin kırılması, kamu işlerinin halka hizmet etmeye dönüştürülmesi demektir. Kolluk kuvvetlerinin yerel yönetimlere bağlı olması, hesap vermesi demektir. Demokrasi demek, yargıç ve savcıların seçimle gelmesi demektir. Ceza davalarında yargılamanın suç mahallinde yapılması ve jüri sistemi ile halkın kararlara katılımı demektir. Demokrasi demek, zorunlu din derslerinin kalkması demek olduğu kadar ana dilde eğitim hakkı demektir. Eğitimden ırkçı, faşist, yabancı düşmanı, din ayrımcısı, cinsiyet ve cinsi yönelim ayrımcılığı savunucusu görüşlerin uzaklaştırılması demektir. Demokratik ve laik bir cumhuriyet programı, derleme-toplama iç bütünlüğü olmayan ve amaçsız “Nasıl bir Türkiye istiyoruz” belgenizdeki görüşlerle taban tabana zıttır. İçinde oradan-buradan çekiştirilmiş bazı görüşler belki sol kulaklara hoş gelebilir, ama işin ruhunu belirleyen görüşler orada yoktur. O görüş şudur: Türkiye’ye yeni bir Anayasa lazımdır, bu Anayasa artık işlemediğini herkesin kabul ettiği eski devleti ortadan kaldırmalı ve yerine vatandaşlığı ırkla, milliyetle, ulusla tanımlamamalıdır. Kutsal, mutlak, değişmez ya da değiştirilmesi teklif bile edilemez madde tanımamalı, hiçbir şeyi eleştiri ve tartışma dışı bırakmaya cesaret bile etmemelidir. Bu anayasa, uyduruk AKP açılımlarıyla kurulamaz. Bu istemlerin gerçekleştirilmesi açısından on tane ABF yöneticisinin sol ya da sosyal-demokrat libaslara bürünerek Meclis’e girmesi de hiçbir fayda sağlamaz. Bu kökten değişikliği göze alan yepyeni bir kurucu meclis gereklidir. Bu almacı görmezden gelen Alevi-Bektaşi demokratları, ilericileri, aydınları bir kez daha Alevi-Bektaşileri yenilgiye, moral bozukluğuna ve kırımlara mahkûm eder. O nedenle ABF üst yönetimin sorumluluğu ağırdır. Bu sorumluluğu üstlenmek yerine, sorumsuzca kişisel çıkarlar ve dar kafalı siyasi hedefler peşinde koşanlar bedelini ödeyeceklerdir.
9
SACAYAK
Sayı 6
“Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” Ören Toplantısından İzlenimler:
ABF’nin Parti Kurma Girişiminde Derin Devletin Kirli Ellerinin İzleri Seyit Rıza Güven
A
LEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU (ABF) yöneticilerinin saptamasına göre son yerel seçimlerden sonra Türkiye’de bir sol parti ihtiyacı kendini göstermiş. 29 Mart seçimleri sonrasında ABF bir siyasi parti kurmak için hazırladıkları ‘Nasıl bir Türkiye İstiyoruz’ adlı belgenin tartışılacağı bir dizi toplantı düzenlemiş. İlki 15 Ağustos’ta Hacıbektaş’ta, ardından Aydın’ın Didim ilçesinde yapılan toplantıların üçüncüsü DİSK’in Ören Eğitim Tesisleri’nde yapıldı. Toplantıya daha yeni kurduğumuz Zeytinli Pir Sultan Abdal Derneği ile gittik. Toplantı üç saate yakın sürdü. Toplantının başında <www.kisiselgelisim.org> internet sitesinden alınma bir görsel sunum yapıldı. Sunum, kaba ve yüzeysel bir anti-emperyalizm içeriyordu. Dünya çapındaki her kötülüğün Amerika’nın ordusu ve basını tarafından bir avuç zengin ailenin çıkarı için yapıldığını anlatıyor ve aklımızı başımıza toplamazsak bireyler olarak mahvolacağımız fikri işleniyordu. Sonra masada oturanlardan Erdal Bey söz alıp bu “şehir efsanesi” görsel sunumu niye yaptıklarını açıkladı: “Dünya da güç tek merkezde toplanıyor. Avrupa ve Amerikan emperyalizmi bunları bize dayatıyor. İşte, biz bu görsel sunumu, eğer engel olamazsak gelecekte dünyamızı neler beklediğini anlatabilmek için gösterdik.” Sözü Necdet Saraç aldı. Yerel seçimlerden sonra ABF Yönetim Kurulu’nun “sol olarak neden yetersiz olduğumuzu” tartıştığını, böylece parti kurma fikrinin doğduğunu anlattı. Kuracakları partiyle neyi başaracaklarını anlattığı konuşmasından ilginç sözler şöyle: 10
Yeni bir siyasal kültür getireceğiz. Sol altmış yıldır iktidara gelemedi; hep sağ partiler geldi. Eşitlik-Özgürlük-Adalet istemi değişmedi. MGK’yı tartışacağız, orduyu tartışacağız. Sorunları Türkiyeli devrimciler olarak tartışacağız ve kendi cevaplarımızı vereceğiz. Ferhat Tunç Kürtçe türkü söylerken Sıhhiye meydanında Atatürk afişi ile halaya durduk. Kürt meselesini din adamları, sivil toplum ve Alevi dedeleri çözebilir. Kürt hareketinin gölgesinde sol olmuyor, Türkiye partisine ihtiyaç var. “Parti tartışmasının ucu açıktır, illa da partileşeceğiz demiyoruz.
Eylül 2009
SACAYAK
Ardından soru-cevap bölümü başladı. Şu içerikli sorular soruldu ve yorumlar yapıldı: Başlattığınız girişimin sol yapıları birleştirmesini olası görüyor musunuz? Bu girişim Birlik Partisi’ne dönmesin? Neden CHP’nin devlet partisi olduğuna hiç değinmediniz? CHP’liyim ve partimin alternatif olmadığımı görüyorum”. Alevi toplumu olarak kendi sorunlarımızı çözmeden başka sorunlara eğilmemizi doğru bulmuyorum. Bu toplantıda biri CHP’liyim diyor, biri ÖDP’liyim, biri EMEP’liyim, birisi Atatürkçüyüm, birisi Kürdüm diyor, birisi Komünistim, birisi Sosyalistim diyor. Nasıl olacak da bir parti kuracaksınız? Aleviler olarak en önce sorunumuz demokratik istemlerimiz doğrultusunda örgütlenmek ve mücadele etmektir. İnanç temelli bir partinin yaşama şansı yoktur. DTP ile niye görüşmediniz? Bu kirli savaş otuz yıldır sürüyor sizin kuracağınız parti bu soruna çözüm olmaz. Sorulara Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu’ndan olduğu söylenen Servet Demir topluca yanıt verdi. Söylediklerinde ilginç noktalar şunlardı: Marksizm’e mesafeliyiz. Alevi toplumunun sorunlarına Marksist temelde yanaşmak örgütlülüğü daraltır. Alevi toplumunun elinde kan lekesi yoktur. 25 milyon Alevi’ye siyaset yasağı koyamazsınız. Aleviliğin bu pusulası çerçevesinde söyleyecek sözümüz var.” Aleviler kendi güçlerini rasyonel kullanmalı, vali olmalı, kaymakam olmalı.” Servet Bey’in açıklamaları yeterli görülmemiş olmalı ki tekrar Necdet Saraç söz aldı: Biz sınıf partisi kurmak istemiyoruz, Marksist de değiliz. Hukuk devleti olsun istiyoruz. Faili meçhuller yargılansın. Sivas’ın katilleri yargılansın istiyoruz. Bunlar reformist taleplerse biz reformistiz. Birlik Partisi ve Barış Partisini niye tekrar tekrar hatırlatıyorsunuz? Bu bir siyasal risktir, kolay değildir. CHP Pohpohçuluğu ile Kürt Düşmanlığı Aleviliğin Felsefesine Aykırıdır Sorular bölümünde söz alanların üçte ikisinin partileşmeye taraf durmadığını gördük. Bu da bize siyasi parti kurmaya kalkışan bu kadronun, yani ABF üst yöneticilerinin, bu girişimin altında ezileceği izlenimini verdi. Konuşmacıların sözlerinde Kürt Sorununa ve Kürt Özgürlük Hareketine karşı bir tutum açıkça kendini gösteriyordu. “72 milleti 11
SACAYAK
Sayı 6
bir biliriz” diyen Alevi-Bektaşilerin böyle Kürt düşmanı bir söyleme pabuç bırakmayacağına güveniyoruz. Ancak bir şeyi unutmayalım: 60’lı yıllarda yükselmekte olan sosyalizmin, Meclise girmiş olan Türkiye İşçi Partisi’nin önünü kesmek, Kızılbaşlık ile Komünizmin arasına kama sokmak için devletin Özel Harp Dairesinden “emekli”(!) bir general eliyle Birlik Partisi kurdurulmuştu. Bugünkü ABF üst yönetiminin, Kemalizm’e-CHP’ye selam duran bu Kürt karşıtı söylemine bakıp, başlattıkları siyasi parti girişiminde demokratik haklarını isteyen Aleviler ile Kürtler arasına kama sokmayı amaçlayan derin devletin kirli elleri ne kadar rol oynuyor diye düşünmekten kendimizi alamadık. Ben, Alevi-Bektaşi toplumunun felsefesine sadık kalacağına ve kendini sözde “Alevi lideri” sayanların Alevi-Bektaşi toplumunu daha önce oynanmış oyunlara oyuncak edemeyeceğine güveniyorum. Alevi toplumu cemiyle cemiyetiyle, dedesi, piri ile mürşidi ile bu oyunbazlara gereken cevabı verecektir. 12 Eylül Faşist Darbesinin Yıldönümünde
İki Ayrı Dünya Görüşü – İki Ayrı Tutum İki yazarın 12 Eylül ve günümüzde yapılması gerekenler konusunda farklı dünya görüşlerini yansıtan iki yazısını, karşılaştırılabilmesi için birlikte koyuyoruz. “12 Eylülcülerin yargılanması” istemi ardına gizlenerek bugünkü cuntacı asker-sivil bürokrasiye karşı yürütülen soruşturmanın durdurulmasını savunan Murat Kantekin ile demokrasi mücadelesinin hedeflerini öne çıkartırken kendilerimizi sorgulamamızı belirten Demir Küçükaydın’ın yazıları.
Alevi Vakıfları Federasyonu (AVF) Basın Danışmanı ve Şah İsmail Hatayi İnanç Derneği Başkanı Murat Kantekin’in Bir Askersel Devinimin Yıldönümünde Demokrasi Oyunu adlı yazısından kısaltılarak alınmıştır [Yazının başında 12 Eylül rejiminin yaptıklarının bir listesi yer alıyor.] Yukarıda bulunan liste olabildiğine uzanıp gidiyor. Ölenler, öldürülenler, gözaltında kaybolanlar, kaybedilenler, ölümleri üzerinde şaibeler barındıranlar, idam edilenler, yurttaşlıktan çıkarılanlar, fişlenenler, işten atılanlar, kamu hizmeti yasaklananlar, okuldan atılanlar, yasaklanan kitaplar, fikir eserler, gazeteler, hapishaneye atılanlar… Bunlar, 29 yıl önce, 12 Eylül 1980 sabahı yankılanan ‘netekim’ bir sesin, ‘kaybolan huzur ortamını yeniden tesis etmek üçün’ yönetime el koyan, dönemin ABD Güvenlik Danışmanı Paul Henze’nin, ABD Başkanı Jimmy Carter’e “Bizim çocuklar başardı” diyerek müjdelediği kişinin, Kenan Evren’in tarihe attığı imzanın göstergeleridir. Bu, öyle bir imza ki, acısı hâlâ belleklerde, vicdanlarda yaşıyor. Bu öyle bir imza ki, buldozer gibi ezdiği bir kuşak yok oldu. 12
Eylül 2009
SACAYAK
Murat Kantekin: Bu öyle bir imza ki, bu ülkenin düşünen, üreten, eleştiren, değiştiBugün, ren, sorgulayan, üreten, okuyan kuşağını yok etti. Bu öyle bir imza olmamış ki, yok ettiklerinin yerine güdülenmiş, kendisine verilenle yetinen, bir darbenin, sorgulamayan, benmerkezci, apolitik, okumayan bir kuşak yetiştirolmamış di. Bu öyle bir imza ki, ya ABD’nin ve küresel güçlerinin güdümünsuçlularını deki kimi yapılanmaların etkisinde güdülenmiş bir kuşak oluşturdu yargı önüne ya da ABD’nin küresel yayılmacılığının ürünü olan popun, hamburçıkarma gerin esiri olan bir kuşak. gayreti içinde Eğer bugün bu ülkeye tam demokrasi yerleşmemiş ise, eğer buolanlar, gün bu ülkede insan hak ve özgürlükleri sınırlı ve kısıtlı ise, eğer bubir yerlerle, bir yerlerin gün bu ülkede ‘mahalle baskısı’, ‘mikro faşizm’ gibi terimler hüküm hesaplaşmasını sürüyorsa bunun en büyük sorumlusu Kenan Evren ve onunla birlikyapma amacı te bu ülkeyi cuntaya sokan tayfadır. Tabii o tayfaya boyun eğen kitgüdenler, leleri de unutmamak gerekiyor. [...]. önlerinde duran, Bugün, olmamış bir darbenin, olmamış suçlularını yargı önüne bal gibi varolan çıkarma gayreti içinde olanlar, bir yerlerle, bir yerlerin hesaplaşma12 Eylül sını yapma amacı güdenler, önlerinde duran, bal gibi varolan 12 Eydarbesinin lül darbesinin hesabını sormuyorlar, soramıyorlar. Çünkü kendilerihesabını ni var eden koşulları da 12 Eylül ortamı oluşturdu. 13 Eylül 1980 sasormuyorlar, bahından itibaren darbeyi övenler, o yönde yazı yazanlar, siyasiler, soramıyorlar.
gazeteciler, cemaat liderleri bugün, olmamış bir darbeden ötürü ‘demokrasi’ nutukları atıyorlar. İnsan da ister istemez soruyor: “Beyler, 12 Eylül’de milyonlarca kişi ölürken, yok edilirken, sürülürken, 17 yaşındaki çocuklar asılırken darbeyi şakşaklayan, öven siz değil miydiniz? Ne zaman demokrasi havarisi kesildiniz?” Artık birileri net olarak görmeli ve anlamalıdır ki, bu ülkede 12 Eylül 1980 cuntası ile onun sürdürücüleri ile onun kurumları ile hesaplaşmadan tam demokrasi oturmaz. Adına ister Ergenekon deyin, isterseniz başka ad bulun, hiçbir soruşturma, hiçbir yargılama da haklılık ve inandırıcılık payı vermez. Önce varolan darbenin hesabını sorun, sonra darbe ipuçları aramaya çalışın. Demir Küçükaydın’ın <www.koxuz.org> sitesinde yayınlanan “12 Eylül Üzerine Düşünceler” adlı yazısından kısaltılarak alınmıştır.
12 Eylül, Türkiye’de solun ve sosyalistlerin her kapıyı açan her sorunu açıklayan sihirli formülüdür.[…] Sol niye bu kadar zayıftır? 12 Eylül nedeniyle… Türkiye’de niye demokratik özgürlükler yoktur? 12 Eylül nedeniyle… Kürtler niye savaşıyor? 12 Eylül nedeniyle… […] Eğer bu günkü zayıflığın nedeni 12 Eylül ise 1980’lerin sonunda nasıl oluyordu da solda canlı tartışmalar, işçi hareketinin bir yükselişi ortaya çıkabiliyordu? Benzer şekilde eğer 12 Eylül bu zayıflığın nedeni ise nasıl olabiliyor da aynı 12 Eylül, Kürdistan’da ve Kürtler arasında tam tersi, yani Kürt Özgürlük Hareketinin doğuşu ve yükselişini yaratıyor veya bu doğuş ve yükselişi engelleyemiyordu.Görüldüğü gibi sorun13
SACAYAK
Sayı 6
ların nedeni olarak 12 Eylül’ü göstermek sanıldığından çok daha sorunludur. […] 12 Eylül ciddi politik mücadeleden ve demokratik görevlerden kaçmanın bir örtüsüdür. 12 Eylül sadece her kapıyı açan ve gerçek sorunlardan kaçmayı sağlayan bir sihirli formül olmakla kalmaz, canlı politik bir mücadeleden kaçışın da bir aracı olur. Solun ortak olarak yaptığı, 12 Eylül generallerinin yargılanması gibi kampanyalar ve eylemler aslında günün acil görevlerinden bir kaçışın aracıdırlar. 12 Eylül, örneğin demokratik bir anayasa tartışmasının veya Türkiye’nin gerçek egemeni Askeri Bürokratik Oligarşi’nin teşhir edilmesinin bir vesilesi olabilecekken, enerjiyi ve tartışmaları 12 Eylül generallerinin yargılanması gibi bir alana çekerek, sosyalistlerin ve demokratların reformist bile olmayan taleplere yönelmesinin ve tecrit olmasının aracı olmaktadır. Nasıl işçiler, sırf işçilerin talepleriyle toplumdaki tüm gayrı memnunları örgütleyemezler ve toplumun muhalif kesimlerinde tecrit olup yenilgiye mahkûm olurlarsa, benzer şekilde kendi mağduriyetlerini öne çıkaran solcular ve sosyalistler de aynı ekonomizme saplanmış işçiler gibi davranmış olurlar. Demokratik görevler söz konusu olduğunda, bunlara “kimlik politikaları” diyerek küçümseyen adlarla tanımlayanlar ve “kimlik politikalarına” kaşı “emek eksenli” politikaları öne çıkaranlar; nedense 12 Eylül generallerinin yargılanması gibi, tam demokratik olarak bile tanımlanamayacak slogan ve eylemler karşısında aynı alerjileri duymazlar ve bunların en başında yer alırlar? Neden? Çünkü 12 Eylül de tıpkı son yıllarda, “emperyalizme karşı olmak”, “globalizme karşı olmak”; “emek eksenli politikalar yapmak” gibi demokratik görevlerden kaçışın; yani ilkelliği ve ekonomizmi ebedileştir menin bir gerekçesidir de ondan. 12 Eylül generalleri yargılansa ne olur yargılanmasa ne olur? Sorun onların halkın ve ezilenlerin vicdanında mahkûm edilmesi değil midir? Böyle bir mahkûmiyet ise, sadece o rejimin baskısı ve işkencesinin teşhiri üzerinden yapılamaz. Herkes her şeyi bilmektedir aslında. Sorun gerçek bir demokratikleşme ve bu yönde güçlü bir kitle hareketi yaratmaktır. Böyle bir hareketin oluşması için önce sosyalistlerin kendilerinin net bir demokratik programları olması gerekir. Devletin ve ulusun Türklükle tanımlanmış olmasını sorun etmeyen; bunun için dört bir yandan politik ve ideolojik mücadele yürütmeyen; Diyanet’in, din derslerinin varlığına karşı mücadeleyi; hatta ulusun Müslümanlıkla tanımlanmasını sorun etmeyen ve bunları en tepeye yazmayan sosyalistler, bu eylem ve eylemsizlikleriyle kendileri demokrat değil iken nasıl demokratik bir hareketin oluşmasına katkı yapabilirler?[…] 14
Demir Küçükaydın: 12 Eylül ciddi politik mücadeleden ve demokratik görevlerden kaçmanın bir örtüsüdür. Solun ortak olarak yaptığı, 12 Eylül generallerinin yargılanması gibi kampanyalar ve eylemler, aslında günün acil görevlerinden kaçışın aracıdırlar.
Eylül 2009
SACAYAK
Ummü’l-Kitab’da Namaz ve İslam’ın Diğer Zahiri Tapınmaları İsmail Kaygusuz
U
MMÜ’L KİTÂB’da, ortodoks İslam’ın değişmez koşulları olan şeriat (zahiri) tapınmalarının bâtıni yorum ve tanımlamaları yine İmam Bakır tarafından, kendisine sorulan sorulara verdiği yanıtlarla yapılmaktadır. İlk soru namaz üzerine: Soru 30: Namaz neyi simgeler ve kimlerle, nasıl kılınmalıdır? ‘Bu Tanrısallık tahtı ve alındaki beyin ruhu, emir ve fermanlarla (...)1 ve bütün bu emir ve uyarılar bu ruhun emrindedir. Bütün bu emir ve uyarılar beyindeki hayat ruhunun emrindedir. Namaz, oruç, Hac ve zekât, bu ruh aracılığıyla gerekli kılınmıştır...’ Sonra Cabir b. Abdullah Ensari, ‘Ey benim Tanrım, bunun anlamını nasıl bilmemiz gerekir?’ diye sordu. Bakır önce şu yanıtı verdi: ‘Beş namaz, beş makama tanıklık etmek demektir. İnanan kişi; öğle namazını soyluların (necibân) cemaatiyle birlikte ikindi namazını nakiplerin cemaatiyle birlikte, akşam namazını Ebu Zerr’in cemaatiyle birlikte, yatsı namazını Mikdad’ın cemaatiyle birlikte, sabah namazını da Selmân’ın cemaatiyle birlikte kılar.’ Cabir b. Abdullah Ensari “Ey benim Tanrım, bizim canımız, malımız ve kanımız sana feda olsun, bunun anlamını bize açıkla da öğrenelim” dedi. Bakır şöyle sürdürdü: ‘Muhammed (övülmüş) Muhammed ve âli (yüce) Ali’ye and olsun ki, bu sözü hiçbir kitapta ne yazmış ne de söylemişiz. Bu(nu açıklamak biraz) güçtür. Ona rıza göstermemiz gerekir.
Beş vakit namazın batıni açıklaması: Beş ruhun-duyunun iyi ve yerinde kullanılmasıdır.
Ey Cabir, tatmin olmuş olan bu ruh ne zaman yükselir ve alıcı ruha, dokunma duyusuna varırsa, rüzgâr (?) ruhuna (ruh-i bad) bağlanır ve ona tanıklık ederse; seçkinlerin (necibân) cemaatine ulaşmış olur. Konuşma (ruhu)na varırsa, nakiplerin cemaatine ulaşmış olur. Koku alma (ruhu)na varırsa, Ebu Zerr’in cemaatine ulaşmış olur. Görme (ruhu)na varırsa, Mikdad’ın cemaatine ulaşmış olur. İşitme (ruhu)na varırsa, Selmân’ın cemaatine ulaşmış olur. Seçkinlerin (necibân) ve başkanların (nakibân), Ebu Zer’in beyinin makamına gelince, iman ruhuna sırtını dayamış olur. Böylece nur âleminde zuhur eder. 15
SACAYAK
Sayı 6
Öğle namazı, dokunmadır; ikindi namazı, konuşmadır; akşam namazı, koku almadır; yatsı namazı, görmedir; sabah namazı, işitmedir.2 Bu ruh, bu beş makama yükselir ve her makamda tanıklık ederse kurtulur. Böyle yapmazsa, durumu zordur.’ Soru 31: Oruç ve diğer zahiri dinsel koşullar nasıl tanımlanmalıdır? Sonra Cabir, ‘Ey benim Tanrım! Orucun anlamı nedir?’ dedi. Bakır şöyle yanıtladı: ‘Oruç tutulması gerekli otuz gün, ağzın kapatılması gerektiği (söylenmemesi gereken) bu otuz harftir. Elbette bu otuz harfle söylenen nur ilminden kötülere söz etmemek, din kardeşlerine doğruyu söylemek ve hiçbir şekilde onlara ihanet etmemek demektir. Böyle yapmazsa, büyük günah olur... Bunlar otuz nurlu harf olup on iki organ onların aracılığıyla tanınır... Kâfirler, zalimler ve kıt görüşlülerle konuşmasın ve ağzını mühürlesin, kapatsın.3 (...)
Orucun batıni yorumu: Otuz gün ağzın kapatılması, uygun olmayan her şeyden uzak durmak; nur ilminden kötülere söz etmemek, inananlara ihanet etmemektir. Ayrıca bunları otuz harfi kullanarak yazıyla da yapmamaktır.
Aynı şekilde bu kalpler ruhuna (ruhu’l-kulub) bir savaş (gaza) vaciptir. Kalkan, kılıç ve balta alsın, zırh kuşansın, yay alsın, ok torbasına otuz adet ok koyup beline bağlasın ve kâfirlere karşı cihada çıksın ve onları perişan etsin. Kılıç; nutuk ve nur ilmi olmalıdır. Kalkan, alçakgönüllülük; zırh, Allah’tan sakınma; cevşen (zırh), yumuşaklık; yay, iki dudak; ok torbası, ağız; otuz ok ise bu kalbin sol yarısında bulunan şu kâfirleri perişan etmek için gece-gündüz tespih ve tehlil ettikleri otuz harftir.4 Onların bütün ordu, asker, kıskançlık, nefret, düşmanlık, öfke, kin, isteklerine karşı alçakgönüllülük savaşını yapmak gerekir.5 (...) Bunları yaparsa Hac’ca gider, azık ve binek hayvanı alır; Şeytanın zorluklarına-engellerine (akabesine) uğrar, haramiler ve Araplarla karşılaşır ve Tanrı’nın evinde altı yüz bin kişilik bir cemaatle namaz kılar. Kalpteki ruhun aynı yüzlü altı sınırı vardır. Allah’ın evi kalptir.6 Çünkü altı sınırı vardır ve altı yüz bin kişi anlamına gelir. Yoksa gerçek anlamıyla Allah’ın evi, konuşan (nâtıka) ruhun, yani Tanrı’nın kendisinin makamıdır. Bu ruh, Tanrısallığın ve ruhaniyetin otuz harfiyle okur, söyler ve buyurur... Yerilmiş insana uğrayınca, Şeytanın akabesine (engel, tepe) uğramış olur. Şeytanın akabesinin alt yarısında, duygusal (hissiye) ruha uğrayınca, çöle uğramış olur. Akik(?), zerik (ayrım), engel, öfke, kin ve düşmanlığa uğrayınca; hırsızlara ve Araplara uğramış olur. Beyinden kalbe bağlanan ve içinde kan bulunmayan şu beyaz damara gelince; Medine yoluna gelmiş olur. Ağza gelince, binlerce fersah kat etmiş ve Allah’ın evine varmış olur. Her 16
Gerçekte önemli olan alçakgönüllülük savaşını yapmaktır.
Eylül 2009
Cihadın batıni açıklaması:
SACAYAK
gün soğuk, çorak ve sıcak binlerce yerde konuşma (nutk) makamına gelir. Tat alma ruhuna varınca, zemzem kuyusuna varmış olur. Dilin ucuna varınca, Arafat’a varmış olur. Ağzın altı aracına varınca, ilâhiyat bilimiyle uğraşır ve altı yüz bin kişiyle birlikte namazda saf tutmuş olur. Koku alma (ruhu)na ulaşınca, Merve’ye ulaşmış olur. Görme (ruhu)na ulaşınca, sefaya ulaşmış olur. Sefa’dan Merve’ye ve Merve’den Sefa’ya yedi kez koşmak, gözün yedi tabakasıdır. Alna gelince, Mekke’ye ulaşmış olur ve Tanrısallık tahtında bulunan bu altı ruhu tavaf eder. O zaman güvende olur ve huzura kavuşur...’7”
Kılıç, nutuk ve nur ilmi olmalıdır. Kalkan, alçakgönüllülük; cevşen (zırh), Allah’tan sakınma ve yumuşaklık; yay, iki dudak; ok torbası, ağız; otuz ok ise bu kâfirleri perişan etmek için Foto: Erdem Kantekin, gece-gündüz Hacıbektaş, 2009. Tanrıyı kutsama (tespih) ve ‘Allahtan NOTLAR: başka Tanrı 1 W. İvanov tarafından soru işareti konmuştur. Cümlede eksiklik görülmektedir. (Çev.) yoktur’ sözünü söyledikleri 2 Beş vakit namazın gerçekte neyi simgelediği batıni açıklamasını görüyoruz; beş ruhun-duyunun iyi ve yerinde kullanıldığında, yani (tehlil ettikleri) iyi sözler işitme, iyi ve yararlı şeyleri görme, tatma ve dokunmayla, otuz harftir. Mikdad ve Selmân’ın, Ebu Zer’in ve neciplerle nakiplerin cemaatlerine katılmış ve onların makamlarına kavuşmuş olur. 3 Burada geniş bir oruç yorumu görmekteyiz: Otuz gün ağzın kapatılması, uygun olmayan her şeyden uzak durmak; nur ilminden kötülere söz etmemek, inananlara ihanet etmemektir. Ayrıca otuz harfi kullanarak yazıyla da bunları yapmamak. İvanov da “İsmaililerde orucun daima bu anlama geldiğini” belirtir. 4 Cihadın ve cihat araçlarının batıni açıklaması da çok önemli; Ortodoks İslam’ın cihat anlayışına tamamıyla aykırı durmaktadır ki, yinelemekte yarar var: Kılıç, nutuk ve nur ilmi olmalıdır. Kalkan, alçakgönüllülük; cevşen (zırh), Allah’tan sakınma ve yumuşaklık; yay, iki dudak; ok torbası, ağız; otuz ok ise bu kalbin sol yarısında bulunan kâfirleri perişan etmek için gece-gündüz Tanrıyı kutsama (tespih) ve ‘Allahtan başka Tanrı yoktur’ sözünü söyledikleri (tehlil ettikleri) otuz harftir. 5 Demek ki, gerçekte önemli olan alçakgönüllülük savaşını yapmaktır! Bu arada İvanov’un, burada yayı iki dudak ve ağızdan çıkan otuz harf ile kâfirler üzerine fırlatılmak zorunda kalınan yaydan çıkan otuz ok arasında bir benzerlik gören yaklaşımdaki karşılaştırmanın, metnin eskiliğine kanıt göstermesinin pek anlaşılır bir yanı yoktur. Zaten metnin eskiliği daha başlarındaki önemli tarihsel vurgulamalardan anlaşılmaktadır. 6 Yukarıda anlatılan zahiri hac ibadeti ve zorluklarıdır. Oysa Allahın evi, gönüldür kalptir; tapınma, ziyaret ona olmalıdır. 7 Görüldüğü gibi zahiri Hac tapınmasının aşamaları da insan vücudunun sahip olduğu duyuların, yani altı ruhun Tanrı’nın evi olan kalp arasındaki bâtıni gezi çerçevesinde veriliyor.
17
SACAYAK
Sayı 6
“Kürt Sorunu”nun Çözümü Gerçek Bir Laiklikten Geçer Demir Küçükaydın Bu yazı www.koxuz.org sitesinden alınmıştır ve kısaltılarak yayınlanmaktadır. Yazının tümüiçin lütfen internet sitesine bakınız.
B
İR ARALAR Mesut Yılmaz, “Avrupa’ya giden yol Diyarbakır’dan geçer” diye bir söz etmişti. Biz o zamanlar buna nazire olarak […] “Diyarbakır’a giden yol İstanbul’dan geçer” demiştik. Bu formüller özünde çok temelden bir ilişkiyi bir paradoksla ifade etmenin araçlarıdırlar. Örneklerde olduğu gibi, “Batı”ya ulaşmak için “Doğu”ya gitmek ve “Doğu”ya ulaşmak için de “Batı”ya, yani tam ters yola gitmek veya onu kazanmak gerekir. Hükümetin “Kürt Açılımı”nın yine böyle paradoksal biçimde ifade edilebilecek bir ilişki nedeniyle fazla ileri gidemeden soluğunun kesileceği şimdiden görülebilir. Bu ilişkiyi başlıkta formüle ediyoruz: Kürt sorununun çözümü, batının şehir orta sınıflarının ve Alevilerin desteğinden; diğer bir ifadeyle gerçek bir laiklikten geçer. Bir an için varsayalım ki, hükümet gerçekten “Kürt sorunu”nu çözmek istiyor. Bugünkü politikasıyla ve yaklaşımıyla çözebilir mi? Onu inceleyelim. Bu hükümetin bugünkü yaklaşımıyla ve politikasıyla “Kürt Sorunu”nu çözmesi olanaksızdır. Olanaksızdır, çünkü batının şehir orta sınıfları ve Alevilerin desteği ya da en azından hayırhah bir tutumu ve tarafsızlığı olmadan “Kürt sorunu”nda gerekli adımları atacak gücü bulamaz. Aleviler ve şehir orta sınıfları bugün Askeri Bürokratik Oligarşinin yedeği durumundadır. Çünkü onlar Politik İslam karşısında Askeri Bürokratik Oligarşinin gücü ve egemenliğinin bir garanti olduğunu düşünmektedirler. AKP’nin “Kürt açılımı” bu zümrelere, Kürtleri de politik İslam’ın yedeğine alma, dolayısıyla bir mevzinin daha kaybedilmesi olarak görünmektedir ve görünecektir. Bu da bu geniş zümrelerin “Açılım”a karşı ilgisiz davranışlarını hatta güçlü bir direniş göstermelerini getirecektir. Askeri Bürokratik Oligarşi de bunu çok iyi değerlendirip, bir süre sonra şimdi kaybettiği inisiyatifi tekrar kazanacaktır. *** Kimse Askeri Bürokratik Oligarşinin gücünü ve esnekliğini hafife almasın. Hükümet aslında Ergenekon tevkifatıyla bu gücün gücüne dokunmuyor, bu gücün gerekli esnekliği kazanabilmesinin koşullarını oluşturup, bir bakıma onun uzun vadeli çıkarları adına kestaneleri ateşten çıkarıyor. 18
1 Eylül, İstanbul, Kadıköy yürüyüşü.
Kürt sorununun çözümü, batının şehir orta sınıflarının ve Alevilerin desteğinden; diğer bir ifadeyle gerçek bir laiklikten geçer. Aleviler ve şehir orta sınıfları bugün Askeri Bürokratik Oligarşinin yedeği durumundadır. Çünkü onlar Politik İslam karşısında Askeri Bürokratik Oligarşinin gücü ve egemenliğinin bir garanti olduğunu düşünmekte.
Eylül 2009
Gerçek laiklik yönünde bir açılım yapılmadığı; Alevilerin ve şehir orta sınıflarını onları askeri bürokratik oligarşinin yedeği durumuna düşüren korkuları giderilmediği ve Askeri Bürokratik Oligarşi bu kesimlerden tecrit edilmediği sürece, Askeri Bürokratik Oligarşi’nin gücünü ve direncini kırmak mümkün değildir.
SACAYAK
Bu gücün gücü ve egemenliğini, bugünkü askeri, bürokratik, pahalı, anti-demokratik ve korkunç merkezi ve keyfi yapıyı parçalanmadıkça yok etmek mümkün değildir. Nasıl toprakları küçük çiftçilere dağıtmadıkça derebeyliğin bir sınıf olarak varlığına ve gücüne bir şey yapılamazsa öyle. Türkiye’de tam bir ekonomist bakış açısıyla feodalizmi üretim alanında, toprak mülkiyeti alanında aramak adet olmuştur. Halbuki Türkiye’de eğer bir feodalizmden söz edilecekse, bu Askeri Bürokratik Oligarşi’dir. Yani bizzat bu devletin kendisi en büyük “feodal” bir güçtür. Zaten prekapitalist sömürünün özünde, ekonomi dışı zor vardır. Doğu’da en büyük ekonomi dışı zor aracı bizzat devletin kendisidir. *** Bu gerçekler unutulmazsa, gerçek laiklik yönünde de tıpkı “Kürt açılımı” gibi bir takım açılımlar yapılmadığı; Alevilerin ve şehir orta sınıflarını onları askeri bürokratik oligarşinin yedeği durumuna düşüren korkuları giderilmediği ve Askeri Bürokratik Oligarşi bu kesimlerden tecrit edilmediği sürece, Askeri Bürokratik Oligarşi’nin gücünü ve direncini kırmak mümkün değildir. Bu korkuları gidermenin biricik yolu da Diyanet’in kapatılması, İmam Hatiplerin kapatılması; “din adamlarını” cemaatlerin kendi bağışlarıyla eğitip, geçimlerini sağlamaları; okullardan din dersinin kaldırılması gibi gerçekten laik tedbirlerdir. Halbuki Erdoğan’ın AKP Meclis Grubu’nda yaptığı şu meşhur ağlatan konuşması bile bu korkuları besleyici bir özelliğe sahiptir. Bütün kardeşlik argümanları (Aynı dinden analar, Selahattin Eyyübi’nin Kudüs’ü alışı, vb.) İslam ile ilgilidir ve her biri gerici bir milliyetçilik anlayışından başka bir şeyi ifade etmez. Bütün konuşma, ulusun Türklükle tanımlanmasından kısmen de olsa uzaklaşırken, aynı zamanda ulusun Sünni İslam ile tanımlanmasını birlikte getirmektedir. Bütün bu argümanlar, Alevilerin ve şehir orta sınıflarının korkularını pekiştirir ve onları Askeri Bürokratik Oligarşinin yedekliğine mahkûm eder. Bu da Askeri Bürokratik Oligarşinin militan kitle desteğinin ve hareket kabiliyetinin artması demektir. Dolayısıyla da “Kürt Açılımı”na daha büyük bir direnç demektir. Bu da en kısa zamanda Erdoğan’ın geri adım atmasıyla sonuçlanacaktır. Erdoğan ya da AKP ya da burjuvazi, gerçekten “Kürt sorunu”nu çözmek istiyorlar, bu “vesayet rejimi”nden kurtulmak istiyorlarsa, “Kürt Açılımı” gibi ve onunla birlikte bir de “Laiklik Açılımı” yapmak zorundadırlar. İmam Hatiplerin kapatılması, Diyanet’in lağvı, din derslerinin kaldırılması gibi gerçek laikliğin olmazsa olmaz koşulları yönünde açılımlar yapmadan, Batılı şehir orta sınıflarının ve Alevilerin Genelkurmay’ın yedeği olmaktan çıkması sağlanamaz. Bu sağlanamayınca da ilk adımda açılımların soluğu kesilir, direnç karşısında duraklar ve geriler. 19
SACAYAK
Sayı 6
Burada sorun kişilerin yetenekleri veya samimiyetleri veya önceden tehlikeleri görüp görememeleri değildir. Sorunun özü çok daha derinlerdedir, sınıfların yapıları ve karakterleri ile ilgilidir. Yukarıda bağlantıyı gösterebilmek için “Bir an için varsayalım ki hükümet ‘Kürt sorununu’ gerçekten çözmek istiyor” dedik. Ama “gerçekten çözmek” istemez, isteyemez. Bunu istediği an bizzat kendi varlığını ve egemenliğini de tehlikeye atar. Ya da şöyle diyelim çözüm var, çözüm var. Modernleşmenin çeşitli yolları vardır. Fransız yolları vardır, Prusya yolları vardır. Devrimci ve demokratik yollar vardır, gerici yollar vardır. Biz “gerçek bir çözüm” derken, gerçekten devrimci ve demokratik bir çözümü kastediyoruz. Yani ulusun her hangi bir dil, din, etni, soy, tarih, vb., ile tanımlanmaya karşı tanımlanması. Erdoğan ise konuşmasında ulusu bir tarih ile tanımlamakta, sadece “Türk tarihi” yerine bu sefer (ki o da kısmen öyle) Sünni İslam tarihi ile tanımlamaktadır. Ulusun tarih ile tanımlanmasını kategorik olarak reddetmemektedir. Ulusu tarih ile tanımlamayı reddetmeden; ulusu tarih ile tanımlamaya karşı tanımlamadan demokratik bir ulus ve devlet mümkün olamaz. Erdoğan’ın bu yaklaşımı Türkiye’deki Politik İslam’ı bayrak yapan ve ulusu İslam ile tanımlamak isteyen burjuvazinin, demokratik olmayan karakterinin bir dışa vurumundan başka bir ey değildir. Eğer bu burjuvazi tarihsel ve yapısal olarak demokratik bir karaktere sahip olsaydı daha baştan Sünni İslam yerine, aydınlanmanın demokratik projesi üzerinden uzun teorik hazırlığını ve birikimini yapardı. Hatta İslam içinde bile, daha Muhammet’in ölümüyle Mekke eşrafının adım adım kontrolüne geçmiş İslam’ın değil, Muhammet’in İslamının evrenselciliğini yüceltir ve uluslara karşı bir çağrı yükseltir; aydınlanmada bir düşman ve rakip değil, kendisiyle aynı sorunu farklı tarihsel koşullarda çözmeye çalışan bir ortak görürdü. Bütün bunların yokluğunun ardında, burjuvazinin gerici ve anti-demokratik karakteri yatmaktadır. Erdoğan da bu fikri hazırlığın bir ürünüdür. Bizzat bu arka plan, burjuvazinin kendi uzun vadeli çıkarlarının önünde bile bir engel haline gelmektedir. Bu, hiç de yeni bir fenomen değildir aslında. On dokuzuncu yüzyılda Avrupa burjuvazisi de ezilenlerden korkusundan, aslında uzun vadeli ve genel çıkarları toprakların ulusallaştırılmasını ve küçük çiftçilere dağıtılmasını gerektirirken, bunu yapmıyor ve büyük toprak sahipleriyle ezilenlere karşı bir ittifaka giriyordu. Türkiye’de olan bunun değişik bir versiyonudur. Türkiye’nin “Feodal beyleri”, “Büyük Toprak Sahipleri” Askeri Bürokratik Oligarşidir. Türkiye’deki Burjuvazi de tıpkı Avrupa’daki sınıfdaşları gibi davranmaktadır. […]
“Kürt sorunu”nu çözmek istiyorlarsa, “Kürt Açılımı” gibi ve onunla birlikte bir de “Laiklik Açılımı” yapmak zorundadırlar. İmam Hatiplerin kapatılması, Diyanet’in lağvı, din derslerinin kaldırılması gibi gerçek laikliğin olmazsa olmaz koşulları yönünde açılımlar yapmadan, Batılı şehir orta sınıflarının ve Alevilerin Genelkurmay’ın yedeği olmaktan çıkması sağlanamaz.
Erdoğan’ın yaklaşımı Türkiye’deki Politik İslam’ı bayrak yapan ve ulusu İslam ile tanımlamak isteyen burjuvazinin, demokratik olmayan karakterinin bir dışa vurumundan 12 Ağustos 2009, başka bir şey Çarşamba değildir.
20
Eylül 2009
SACAYAK
Bu Kez Bu Maya Tutsun Haşim Kutlu “Aşk ile. Daylemi’yem dinle dostun sözünü Acı söz dostundur çevirme yüzünü Can kulağını aç kem etme özünü Bal arıda arı kovanda bala çevrilir” 1 Eylül, İstanbul, Kadıköy yürüyüşü.
Güncelin, demokrasi ve özgürlükler konusunda dayattığı sorumlulukları ve yapılması gerekenleri düşündüğünüzde Alevi toplumunun bu sorumluluklara uygun hareket ettiği söylenemez.
Daylemi – Sürgün Dörtlükler
S
ivas/Madımak katliamının 16. yıldönümünü anlama uygun bir şekilde, hem kitlesel hem de bileşim bakımından olması gereken toplum yapılanmalarıyla birlikte anıldı. Katliamı takip eden yıllarda “derin devlet” örgütlemesinin bu canavarlığına –ağıda çiftetelli oynamak gibi garip toplumsal yamulmalarla– “festivaller” ya da “geceler” yaparak karşılık verdik. Nihayet o tür etkinlikleri tüketerek sadede geldik! O günden bugüne Alevi örgütlülükleri hem deney kazandılar hem de kendileri olma yolunda dersler çıkartarak epeyce değişim geçirdiler. Daha kat edilecek çok yol olmasına karşın, o günlerden bugüne epeyce yol almayı başardılar. Kuşkusuz bu gerçeği göz ardı etmiyorum. Ne ki, içinden geçmekte olduğumuz güncelin, demokrasi ve özgürlükler konusunda dayattığı sorumlulukları ve yapılması gerekenleri düşündüğünüzde Alevi toplumunun bu sorumluluklara uygun hareket ettiği söylenemez. Demokrasi ve özgürlükler konusunda ağır görevlerin sorumluluğu olanca ağırlığıyla boynumuza binmiş durumdayken, olmuş-bitmişle avunmakla veya yapamadıklarımıza gerekçeler üretmekle yetinemeyiz. Bu nedenle, Demokratik Alevi örgütlenmeleri bir yandan karınca kararınca yürürken, diğer yandan hâlâ taşıdıkları zaaflara dikkat çekmeye özen gösteriyorum. Bir Kızılbaş olarak, bu toplumun bir bireyi olarak, hem bu toplumun hem de onun adına meydan tutan örgütlülüğün her şeyden önce bizzat kendisi için oynaması gereken rolün emrettiği şekilde yerini, konumunu, hedeflerini, dostunu düşmanını belirlemesini, üstelik bunları doğru şekilde belirlemesini istiyorum, bekliyorum. Bunun da hakkım olduğunu düşünüyorum. Güncelin dayattığı konulara yönelmek istediğim bu yazıda neden böylesi kişisel bir açıklama yapmaya gereksinim duydum? Aslında anlaşılır olması gerekir. Ezeli önyargılı ve kinci yaklaşımlardan söz etmek istemiyorum. Öylesine bugüne dek yanıt vermedim, vermem de. Ben bir Yol insanıyım ve hizmetlisiyim. Ne Yol’un dili, erkânı ne de ahlakı bu seviyelere izin vermez. Ne ki kimi dostlardan dizi tepki almaktayım: Sözlerimin ağır ve tek yanlı olup olmadığını; biz Aleviler için söylediklerimi acaba diğer demokrasi dinamikleri için de söyleyip söylemediğim; Kürt Özgürlük Hareketine de Alevilere yüklendiğim gibi yüklenip yük21
SACAYAK
Sayı 6
lenmediğimi; ya da onlardan da Aleviler için bir şeyler isteyip istemediğimi sorguluyorlar. Bu dostlara, Yol’umuzun, “hakkı olanın hakkını vermekte tereddüt etmeyin” şeklindeki erkânını hatırlatmakta ve elimden geldiğince erkân süreğini izlediğimi belirtmekle yetinmek istiyorum. Yukarıdaki kişisel açıklamama da bu bağlamda yer verdiğimi ifade etmek istiyorum. Bu açıklama ile yetinmeyecek olan dostlara ise birçok internet sitesinde bu doğrultularda yazılmış ve yayınlanmış onlarca makalem bulunduğunu, dileyenin bunları kolayca bulup okuyabileceğini belirtmek istiyorum. Konuya dönecek olursam; Sivas katliamını protesto mitinginin, hem dillendirdikleri hem de bileşenleri bakımından olumlu olduğunu yukarda belirtmiştim. Bunu, içinden geçtiğimiz süreç açısından son derece önemli buluyorum. Bu örnek, seçim öncesinde, Alevilerin düzenlediği iki ayrı mitingde de ortaya çıkmıştı, ama yerel seçimlerde Demokratik Alevi Hareketinin sergilediği tutum hiç de o mitinglerin ortaya çıkardığı fotoğrafa uygun düşmedi. Bu son örneğin de kesintiye uğramamasını diliyorum. Bu açıdan artık olması gereken sürek ortaya çıkmalı ve sonuç almalıdır diye düşünüyorum. Kürt Özgürlük Hareketinin en temel iradesi, üçüncü kezdir tek yanlı silah kullanmama tutumunu uzatıyor. Demokrasi ve özgürlükler açısından ülkenin en yakıcı sorunu olan Kürt sorununun, en azından çözüm yollarının, daha uygun şartlarda görüşülmesi, tartışılması için fırsat yaratıyor. Bunu her şeyden önce demokrasi ve özgürlüklere ihtiyaç duyan toplum kesimleri için yaptığını ifade ediyor. Dahası, her ihtiyaç sahibi sürece dâhil olsun, kendisinin ve ülkenin yakıcı sorunu konusunda görüş ve tutum belirlesin istiyor. Ateş etmemeye dair tek yanlı karar üstüne, Demokratik Alevi Hareketinin yönetim kademelerindeki kişilerden de diğer toplum kesimleri, aydınlar, yazarlar gibi görüş belirtenler oldu. Bunu takdirle karşıladım, ama ne yazık ki, Demokratik Alevi Hareketi bugüne dek bir bütün olarak, kurumsal temelde sürece dâhil olmadı. Görüş belirtmedi. Önemli olan da konunun bu yönü! Birçok demokratik örgütlü toplum düzeyleri, en yakıcı sorunda çözüm haritası oluşturuyor, programlar açıklıyor. Hükümeti ve devleti çözüme zorluyor. Demokratik Alevi Hareketinin kurumlarından –ki temsil ettiği topluluğun sorunları, en yakıcı sorunların başında geliyor ve çözüm bekliyor– ne benzer bir çalışma ne de kurum bazında bir açıklama geliyor. Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Genel Başkanı sevgili Fevzi Gümüş’ten gelen açıklamaları göz ardı etmiş değilim. Ama genelin pozisyonu bu değil. Zaman zaman Avrupa Alevi Bektaşi Konfederasyonu Başkanı Sayın Öker de açıklama yapıyor, ama Turgut Öker olarak yapıyor. Konfederasyonda ya da Federasyonlarda tartışılarak geliştirilmiş ne bir karar ne de bir program var. Kastım da bu. 22
Yerel seçimlerde Demokratik Alevi hareketinin sergilediği tutum hiç de o mitinglerin ortaya çıkardığı fotoğrafa uygun düşmedi. Bu son örneğin de kesintiye uğramamasını diliyorum.
Kürt Özgürlük Hareketi üçüncü kezdir tek yanlı silah kullanmama tutumunu uzatıyor. Birçok demokratik örgüt çözüm haritası oluşturuyor, programlar açıklıyor. Demokratik Alevi Hareketinden ise ne benzer bir çalışma ne de kurum bazında bir açıklama geliyor.
Eylül 2009
Temsil açısından Alevi-Bektaşi süreğinin en üst makamına bu konuda büyük sorumluluk düşmektedir. Sorunun yakıcılığına ve Alevi sorununun çözümünde de anahtar rol oynamasına rağmen Postnişinlik makamından hiç bir açıklama gelmiyor. Saygısızlık etmek istemiyorum, ama bu suskunluğu doğru bulmadığımı da belirtmek istiyorum.
Özgürlük için yola çıkanlar en özgür durumdaki devletin özgürlüğünü kısıtlayacak bir hamleyle işe başlamalıdır. Yapılacak ilk iş budur. Devletin özgürlük alanı ne kadar daralırsa, derece derece tekmil toplum katları o oranda özgürleşecektir.
SACAYAK
Alevi topluluğu adına son derece önemli bulduğum bir hususu daha açmak istiyorum. Temsil açısından Alevi-Bektaşi süreğinin en üst makamına bu konuda büyük sorumluluk düşmektedir. Tabii ki bizim cenahta bir Fethullah Gülen tezahür etsin demiyorum; buna ne geçmişte ne de bu gün gereksinme duyuldu, ama sorunun yakıcılığına ve Alevi sorunsalının çözümünde de anahtar rol oynamasına binaen Postnişinlik makamından hiç bir açıklama gelmiyor. Makam doğrudan değilse, sorumlu düzeydeki vekil Pirler/Dedeler aracılığıyla yapabilir, yapmıyor. Saygısızlık etmek istemiyorum, ama bu suskunluğu doğru bulmadığımı da belirtmek istiyorum. *** Devlet ve hükümet açıklamalar yapıyor. Seçimler öncesinden başlayarak devam edegelen, ama son günlerde giderek yoğunlaşan açıklamalar. Bu açıklamalara ve ortada dönen bir kısım çalışmalara bakılırsa, “Alevi Çalıştayı” adı verilen çalışmada olduğu gibi Kürt sorununu da bir biçimde devletleştirmek ve ortadan kaldırmak istiyor. Bunun bir dizi iç ve dış nedeni var ve şimdi burada halleşmek istemiyorum. Burada önemle üstünde durmak istediğim konu, belli bir kimliği temsil eden AKP’nin, devlet ile arasında bir süredir devam edegelen sürtüşme ve pazarlıklarla hükümetlikten çıkıp iktidar olma çabasıdır. Bu çabanın önündeki en temel engelinin Kürt ve Alevi sorunu olduğu açıktır. AKP, her iki sorunu hem tekeline almak hem de devleştirerek ortadan kaldırmak isteğinde ve kararlılığındadır. Bu konuda özellikle Genelkurmay’la uzlaşı içindedir. Kuşkunuz olmasın, eğer Genelkurmay uzlaştıysa CHP ve MHP gibi partilerin şu veya bu yöndeki muhalefeti, boş cayırtıdan başka bir şey ifade etmez. Seksen yıllık ırkçı ve inkârcı terane dillerinden düşmüyor baksanıza: “Üç beş çapulcuyla pazarlık kabul etmeyiz!” Bir süre sonra bu böğürtüyü kendilerinden başka duyan olmayacak, bundan kuşkum yok, ama bu zeminlerden umut toplamağa çalışan Kürt ya da Alevi kökenlilerin varlığını görmek bana acı vermekte. Bu yazı hazırlandığı sırada Başbakan, son MGK toplantısına yollama yaparak mealen, Kürt sorununda kimi hazırlıklar için mutabakat sağlandığını ve yine kimi çalışmaların yapılması için de İçişleri Bakanlığına görev verildiğini, varılan sonuçları kamuoyuyla paylaşacaklarını açıkladı. Anlaşılan o ki, Kürt sorunu hâlâ, bir “terör sorunu” olarak görülmektedir. Seksen yıldır bu kafayla gidildi; ısrarla ve inatla aynı yaklaşımlar sergileniyor. Kuşkunuz olmasın, Alevi sorununda da devlet ve hükümet perspektifi aynıdır. Ama sorun ve çözüm onlara kalmayacaktır. Kalmamalı da! Kürt tarafı kendi çözümlerini hem program düzeyinde tartışıyor hem de tartıştırıyor. Bir yandan on beş Ağustos’ta Öcalan’ın yapacağı açıklamaları beklerken, diğer yandan onu da kucaklayacak şekilde hazırlıklarını çok yönlü yoğunlaştırıyorlar. Bu söylediklerim bütün Alevi kuruluşları ve yönetimleri tarafından hem biliniyor hem de takip ediliyor. Demokratik Alevi ha23
SACAYAK
Sayı 6
reketi atıl beklemeyi ya da salt seyirci tarzı izlemeyi bir yana bırakmalı ve kendi ağırlığıyla orantılı olarak en aktif şekilde devreye girmeli diye düşünüyorum. “Çözüm her zamankinden daha yakın” başlıklı makalemde de belirttim. Alevi toplumunun en temel demokratik talepleriyle Kürt Özgürlük Hareketinin dillendirdiği demokrasi istemi, hatta güncelin en çok dillendirdiği “yol haritası”nın içeriğini de kapsayacak şekilde ortaklaştırılmalı. Böyle bir tutum hem bütün demokrasi dinamiklerinin taleplerini daha güçlendirecek hem de hükümet ve devletin dayatma alanını o oranda daraltacaktır. Lafı uzatmak istemiyorum. Kısaca, özgürlük için yola çıkanlar en özgür durumdaki devletin özgürlüğünü kısıtlayacak bir hamleyle işe başlamalıdır. Yapılacak ilk iş budur. Devletin özgürlük alanı ne kadar daralırsa, derece derece tekmil toplum katları o oranda özgürleşecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nde devletin özgürlüğünün, Aleviler ve Kürtler gibi toplum kategorileri için tümüyle keyfilik ve indilik olduğu göz önüne alınırsa başlangıç hamlesinin anlamı ve önemi daha anlaşılır olacaktır.
Star TV Protesto Edildi Ahmet Koçak 26 Ağustos 2009 tarihinde Star TV’de sabah kuşağında yayınlanan “Zuhal Topal’la Desti İzdivaç” programında bir kişinin söylediği söz Alevi-Bektaşi toplumunu kızdırdı, üzdü. Program sunucunun 82 yaşında evlenmek isteyen kişiye “Sen 42 yaşındaki bir bayana nasıl hayır diyorsun?” sorusuna, o kişinin yanıtı; “Kızım ben Kızılbaş mıyım?” şeklinde olması Alevileri ayağa kaldırdı. Olay karşısında zor durumda kalan sunucu Zuhal Topal’ın imdadına program yapımcıları yetişti. Reklamları girdiler. Reklam sonrası Zuhal Topal, “Canlı yayın bu, istemeden insanlar ağzından bazı şeyler kaçırabiliyor. Onun yaşlılığına ve heyecanına verelim. Onun adına özür diliyorum. Kendisi de özür diliyor. Seyircilerimiz haklarını helal etsinler... Böyle bir hata oldu. Rahmi Bey de çok üzül24
Demokratik Alevi hareketi atıl beklemeyi ya da salt seyirci tarzı izlemeyi bir yana bırakmalı ve kendi ağırlığıyla orantılı olarak en aktif şekilde devreye girmeli diye düşünüyorum.
Eylül 2009
SACAYAK
dü. Haklarınızı helal edin diyorum ve özür diliyoruz” açıklamasını yaptı. Star TV ise, “Konuğumuzun ağzından çıkan yanlış sözden dolayı seyircilerimizden özür diliyoruz” şekilde alt yazı geçti. Bu gelişmeler karşısında ABF öncülüğünde Alevi örgütleri, 27 Ağustos 2009’da Doğan Medya Grubu önünde toplanıp, basın açıklaması yaparak Star TV yetkililerini protesto ettiler. 200–250 civarında kişi ellerinde “Hakaret istemiyoruz, ayrımcılık son bulsun”, “Kızılbaşız, Aleviyiz, çağdaşız, ilericiyiz” yazan döviz ve pankartlarla slogan atarak siyah çelenk bıraktı. Federasyonun basın açıklamasını ABF Genel Sekreteri Kazım Genç okudu. Ardından federasyon yönetiminden bir grup televizyonun binasına girip kanal yetkilileriyle görüştü. Görüşmenin ardından basına açıklama yapan Kazım Genç; “kanal yetkililerinin üzüntülü olduğunu, Alevi-Bektaşi toplumuna yönelik programlar yapmak istediklerini ve ABF’den bu konuda kendilerine yardımcı olmalarını” söylediklerini aktardı. Bu açıklamanın ardından eylemciler olay yerinden ayrıldılar. Egemen İdeolojinin Bakışı Yıkılmalıdır Bu yaşananlar 1995’te aynı kanalda ‘Süper Turnike’ programında Güner Ümit’in gafını hatırlattı. Egemen ideolojinin Alevilere bakışı değişmediği sürece bu olaylar ne ilk ne de son olacak. Egemen ideolojinin bu anlayışı nasıl değişecek, ya da değiştirilecek? Meselenin özü bu soruya verilecek yanıttadır. Alevi demokratik örgütleri Kızılbaşlığın Aleviler için bir onur olduğunu, Alevilerin siyasi ve inançsal mücadelesinin adının Kızılbaşlık olduğunu her platformda dillendirmelidir. Alevi demokratik örgütleri boş hayaller peşine gitmek yerine, inanç ve ırk temelinde ayrımcılığa karşı çıkmayı, yani demokrasi mücadelesini en başa almalıdırlar. Alevilerin dışındaki toplumun önyargıları, ancak tüm toplumun çıkarlarını savunarak verilecek bir demokrasi mücadelesinin içinde aktif biçimde yer alarak kırılacaktır. Aksi halde daha çok hakaretlerle karşı karşıya kalacağız ve bunları sadece protesto edeceğiz. Alevi örgütleri Kızılbaşlığın Aleviler için bir onur olduğunu, Alevilerin siyasi ve inançsal mücadelesinin adının Kızılbaşlık olduğunu her platformda dillendirmelidir.
25
SACAYAK
Sayı 6
Nasıl… David Durak Arslan “Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” derken ozan, can alıcı bir soru sormuştu kendisine ve herkese. Neden çıkmaz karanlıklar aydınlığa, diye sormamıştı dizelerinde. Nedenler üzerinde yorulmamak, değişimi imkânsız geçmişin içinde boğulmamak gerekir diye düşünmüştü belki de! Televizyon tartışma programlarına kulak veriyorsunuz, “Neden şöyle yapmıyorlar?” sorularıyla dolu uzun cümlelerle örülmüş konuşmalarda boğuluyorsunuz. Panel ve konferanslara katılıyorsunuz, “Neden bunlar böyle?” sorgulamalarıyla çınlayan salonlarda beyninizi tırmalayan nutuklarda yıpranıyorsunuz. Diğerini suçlayan, kendini aklayan, dünyanın merkezine benliğini koyarak, gerçek ile doğrunun aynı olduğuna, onların da sadece kendisinde bulunduğuna inanan hafif kişiliklere şahit oluyorsunuz. Hem, “sonuna kadar muhalefetim” deyip, sonra da iktidarda olandan beklenti içine girerek, imkânsızı bekleyerek kendi varlığını karşısındakinin zaafları üzerine inşa etmeyi hak gören ucuz kahramanlıklara tanık oluyorsunuz. Bütün bunları siz çok yakından izliyor, dinliyor, görüyor ve duyuyorsunuz, ancak susuyorsunuz. Yine de “neden” susuyorsunuz demiyorum. Nasıl konuşacaksınız? Onu düşünüyorum. “Nasıl” bir yaşam istediğinizi, “nasıl” ifade edeceğinizi ne zaman öğreneceksiniz, bilemiyorum. İstediğiniz yaşama, “nasıl” kavuşabileceğinize dair nasıl bir siyaset izlemeyi düşünüyorsunuz, bunu merak ediyorum. “Siyaset sonuç alma sanatıdır…” diyor bilim insanları, siz bu sanatı nasıl algılıyorsunuz? Ayak oyunlarını, delege hesaplarını, ajitasyonu ve benmerkezciliği siyaset sanatı kavramının içinden çıkardığınızda elinizde kalacak olan o kocaman sıfır rakamını nasıl taşıyacaksınız aklıma sığdıramıyorum. 26
Nazım Hikmet
Kerem Gibi Hava kurşun gibi ağır! Bağır bağır bağır bağırıyorum! Koşun kurşun erit-meğe çağırıyorum... O diyor ki bana: – Sen kendi sesinle kül olursun ey! Kerem gibi yana yana... “Deeeert çok, hemdert yok” Yürek-lerin kulak-ları sağır... Hava kurşun gibi ağır... Ben diyorum ki ona: – Kül olayım Kerem gibi yana yana
Fotoğraf: Selim Kürkçü, 2009
Eylül 2009
SACAYAK
Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak, nasıl çıkar karan-lıklar aydın-lığa. Hava toprak gibi gebe. Hava kurşun gibi ağır. Bağır bağır bağır bağırıyorum. Koşun kurşun erit-meğe çağırıyorum...
Kötü dediklerinizle kıyaslandığınızda mı sizin iyilik dereceniz ortaya çıkacak, yoksa gerçekten siz her haluka de “iyi” misiniz? Bunu nasıl ölçeceğiz, çok merak ediyorum? Ozan’ın sorduğu o asil soruya yanıt arıyorum. Bana kötüyü anlatmayın. İmkânsızlıkları, başarısızlıkları, negatif olasılıkları değil. Sebepleri, gerekçeleri abartarak başarısızlıklarınızı kamufle etmeyi hiç denemeyin. Bana güzellikleri tarif edin. Çözümleri, formülleri ve aydınlığa çıkan yol haritanı gösterin. Bütün evrende ve her canlıda, aradığımız o büyük gerçeğin küçük bir parçasının saklandığını hatırlatın kendinize ve bize. Nasıl bir ülke ve dünya istediğinizi rengârenk resimlerle, her dilde her telde aynı tadı veren müziklerle, sade cümleler ve evrensel imgelerle hayatı parlatın ki size inanayım… Ben henüz gencecik, buluğ çağında, kocaman hayalleri olan, toy, tecrübesiz bir deli-kanlıyım. Sizi, sevdiklerinizi, hayallerinizi, hepimizi ve planetimizi kurtaracak yeni bir düzen, ideal bir sistem arayışındayım. “Neden”leriniz sizin olsun. Bire on veren bereketli topraklarıma ekmek için, “Nasıl”larınızı verin bana. Size borcum olsun!
(1930 - Mayıs)
Strasbourg, 9 Temmuz 2009
İzmir, Gümüşpala’da Karşıyaka Belediyesi tarafından heykeltraş Ozan Ünal’a ısmarlanarak yaptırılan 2 Temmuz Şehitleri anıtının kaidesinde de aynı mısralar yazılıdır.
27
SACAYAK
Sayı 6
KARŞIYIZ Anadolu Aleviliğinde kadın-erkek yoktur. Can vardır. Cemlerde Canların kadın ve erkek diye ayrıştırılarak oturtulmasına; Cemlere girişlerde kadınlarımıza zorla başörtü dağıtılmasına; İbadetimizin anladığımız dilde yapılması esastır. Bu esastan dolayı Cemlerde Arapça duaların okunmasına; Laik devlet tüm inançlara eşit uzaklıkta durmalıdır. Bu nedenle Diyanet’e; Din derslerinin zorunlu olmasına; Alevi köylerine zorla camii yapılmasına; Laikliğin gereği devletin inançları finanse etmesine; Çağdaş, ilerici, emekten ve demokrasiden yana bir dünya görüşüne sahibiz. Her türlü ırkçı gerici anlayışla yanyana gelinmesine; Anadolu Aleviliği insanı etnik kimliği ile değil insanlığı ile kabul eder. Bu nedenle Aleviler Türk’tür, Kürt’tür şeklindeki tüm ırkçı tartışmalara; Bir kültür ya da inançta asimilasyon önce dilde başlar. Anadolu Aleviliğine ait sözcük ve terimlerinin (gülbank yerine dua; kurban tığlamak yerine kurban kesmek; dede ya da baba yerine inanç önderi gibi) değiştirilmesine; Anadolu Aleviliğinde esas olan gönül temizliğidir. Kimi cemevlerinde abdesthanelerin yapılmasına; Kimi kurumlarımızın bastırdıkları takvimlerde beş vakit namaz saatlerinin yer almasına; Anadolu Aleviliği’nde tutulan oruçlarda iftar (saatle oruç açma) ve sahur yoktur. Bunların gelenekmiş gibi sunulmasına; Anadolu Aleviliği lokma gülbankında lokma ya da masa tutulur ve gülbank sonunda Allah Allah denir. Kimi lokma gülbanklarında el açtırılıp amin dedirtilmesine; Dedelerimiz devlet memuru değil yol’umuzun amirleridir. Aç ve açıkta da bırakmayız. Bu nedenle dede ve babalarımızın devletten maaş almalarına; Semah Anadolu Aleviliği inancında 12 hizmetten biridir. Sözde semah adı altında başka inancın figürlerini ve sözlerini çağrıştıran uydurma semahlarla semahlarımızın yozlaştırılmasına; Cemlerimizin işleyişi bellidir. Dün nasılsa bugünde aynı şekilde yapılmalıdır. Bu nedenle cemlerimizde semahın tam ortasında Mevlevi semazenlerin ayin yapmalarına; KARŞIYIZ! ŞAHKULU SULTAN VAKFI GENÇLİK KOMİSYONU 28
Şahkulu Sultan Dergâhı’nda 5 Temmuz günü yapılan Gençlik Günleri Etkinliği’nde dağıtılan bildiri. Aynı bildiri, Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri sırasında Hacıbektaş’ta da yaygın biçimde dağıtıldı.
Eylül 2009
SACAYAK
5 Temmuz Şahkulu Dergâhı 8. Gençlik Günleri Etkinliği için Ahmet Koçak’ın Hazırladığı, Ancak Yeterli Süre Kalmayınca Toplantıda Sadece Bir Özetini Seslendirdiği Sunumu
Alevi-Bektaşi İbadetinde Asimilasyon ve Semah Ahmet Koçak Merhabalar, Anlamlı ve önemli bulduğum bu etkinlikte sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Hepinize saygılar ve sevgilerimi sunuyorum. Şahkulu Sultan Vakfı Gençlik Komisyonu, 8. Gençlik Günleri Bildirisinde, Alevi-Bektaşi toplumuna dayatılan yabancılaşmanın karşısında olduklarını belirten 17 madde sayarak adeta ültimatom (kesin uyarı) vermişler. Bu maddelerle gençlerimiz Alevilerin nasıl asimile edildiğini özetlemiş. Doğrusu bize anlatacak bir şey bırakmamış. Gençlerin bildirisindeki iki madde üzerine ve özellikle cemlerdeki bazı uygulamalar üzerine düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Gençlik Ama öncelikle semahlar üzerine birkaç şey söylemekte yarar Komisyonu, var, diye düşünüyorum.
Bildirisinde Alevi-Bektaşi toplumuna dayatılan yabancılaşmanın karşısında olduklarını belirten 17 madde sayarak Alevilerin nasıl asimile edildiğini özetlemiş.
Semahlar Hakkında Birkaç Şey Alevi-Bektaşi inancı, Semahın kaynağını kırklar söylencesine dayandırmaktadır. Sanırım bu söylenceyi bilmeyeniniz yok. Kırkların yaptığı gizli toplantıya da kırklar cemi denmektedir. Bu cem Alevilerin kutsadığı erenlerin cemidir. Ve bugün yapılan ibadetin ana kaynağı olarak kabul edilir. Biliyorsunuz cem, Alevi-Bektaşi inancının, ibadetinin adıdır. Semah da cemde yapılan 12 hizmetten biridir. Dolayısıyla semah cemsiz, cem de semahsız düşünülemez. Semahta amaç esrime, kendinden geçme yolu ile tanrıya ulaşmaktır. Semah dönenler; duygunun, sevginin, aşkın dorukta olduğu
29
SACAYAK
Sayı 6
bir trans halini yaşarlar. Semah dönülürken, Dede’nin oturduğu makama sırt dönülmez. Aleviler arasında “Semah oynama” veya “Semah oyunu” gibi terimler kullanılmaz. “Semah dönme” veya “yürüme” gibi sözler kullanılır. Semah saz ya da bağlama eşliğinde dönülür. Bağlama bazı yörelerde kutsal sayılıp duvara asılır. Bağlama çalınacağı zaman, bağlamayı çalacak olana veren kişi öpüp başına koyar, alan kişi de öpüp başına koymadan çalmaya başlamaz. Semahlarda bölgesel ayrılıklar görülür. Bunun nedeni toplumun yaşam biçiminden kaynaklanır.
Gençlerin vurguladığı bu konular Alevilerin diğer demokratik talepleri kadar önemlidir. Bu konular Alevi-Bektaşi inancını zaafa uğratmaya, asimile etmeye en uygun, Asimilasyona Açık Kapı en açık, Konuşmamın başında bahsettiğim gençlerin açıklamasında yer alan en yatkın konulardır. maddelerden birisi:
“Semah Anadolu Aleviliği inancında 12 hizmetten biridir. Sözde semah adı altında başka inancın figürlerini ve sözlerini çağrıştıran uydurma semahlarla semahlarımızın yozlaştırılmasına”; Bir diğeri de: “Cemlerimizin işleyişi bellidir. Dün nasılsa bugünde aynı şekilde yapılmalıdır. Bu nedenle cemlerimizde semahın tam ortasında Mevlevi semazenlerin ayin yapmalarına karşıyız.” Gençlerin vurguladığı bu konular Alevilerin diğer demokratik talepleri kadar önemlidir. Bu konular Alevi-Bektaşi inancını zaafa uğratmaya, asimile etmeye en uygun, en açık, en yatkın konulardır. İlahiyatçı Mustafa Cemil Kılıç bir makalesinde cem ve semahlardaki asimilasyon üzerine şunları söylemektedir: “Hiçbir tefsir kitabında bu ayetlerle semahın kastedildiğine yer verilmese de Aleviler semahlarını Kur’anileştirmek amacıyla mezkur ayetleri tevil etmektedirler. Bunda egemen dini çevrelerin Alevileri ve onların ibadet gördüğü ritüelleri istihfaf etmelerinin büyük rolü vardır. Kendilerine yönelik istihfafı bu yolla göğüslemeye çalışan Aleviler, son dönemde gerek ayin – i cemlerde gerekse başkaca pek çok dinsel uygulamalarında Kur’an ayetlerine aşırı derecede gönderme yapmak durumunda kalmaktadırlar. Bu durum bir yönüyle de Alevilerin ne denli büyük ve etkili bir asimilasyon baskısıyla karşı karşıya kaldıklarını göstermektedir.” Ulu Orta Yerlerde Semah Dönmek Doğru Mudur? Semahlar cemlerin dışında açık ortamlarda, çeşitli kültürel etkinliklerin yanında düğünlerde bile sergilenmeye başlanmıştır. Bunun birçok nedeni var. Uzun yıllar baskı altında kalan Aleviler inancını 30
Eylül 2009
SACAYAK
gizli yapmak zorunda kalmıştır. Aleviler ne zaman ki kendisini ifade etmeye başlamıştır, işte o dönemde ibadetinin bazı ritüellerini özellikle semahı açık ortamlarda yapar olmuştur. Bu, yüzyılların baskısına karşı bir haykırış, bir duruştu. O yılları bir anlamda böyle kabul etmeliyiz. Tabii, bunun sonucunda belli tehlikeler de kendisi göstermiştir. Cemlerde Mevlevi Semahı Dönmek Bunun en belirgin olanı bir kısım Alevi çevrelerin yaptıkları cemlerde Mevlevi sema’ı dönmeleri ve semazenlere yer vermeleridir. Bu aymazlığı yapan çevreler son zamanlarda yaptıkları şeyin ne kadar doğru olduğunu kanıtlamak için yazılar da yazmaya başladılar. “Mevlevi Semahı asimilasyon mudur?” Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanı Ali Rıza Uğurlu, 1 Temmuz 2009 Haber Cem sitesine yazdığı yazıda bu soruyu ve başka soruları soruyor ve yanıtını veriyor: “Cemleriniz de niçin Mevlevi semahı dönülüyor? – Dönersek ne olur? – Asimilasyon olup, Sünnileşirsiniz? Böyle diyorlar cemlerimiz de döndüğümüz için. Soruyoruz: – Mevlana’yı tanıyor musunuz? Sadece tanıdıklarını sanıyorlar. Kafalarında kalıplanmış Sünni Mevlana var. Araştırmıyorlar… Okumuyorlar... Mevlana’yı hiç bilmiyorlar... Bilselerdi, er’i er’den seçmezlerdi. (…) Aleviler bu kafa ile hareket ettikleri taktirde bir gün tarihin sayfalarında yok olup gideceklerdir. İşte asimilasyon da budur. Bizler sadece ve sadece geleneksel olan, yaşanan şekliyle Aleviliği geleceğe taşımaya çalışıyoruz.” [İmla hataları yazının aslındadır–AK]
Bir kısım Alevi çevrelerin yaptıkları cemlerde Mevlevi sema’ı dönmeleri ve semazenlere yer vermeleri en belirgin asimilasyondur.
Yahu bu ne aymazlık? Hangi geleneksellikten bahsediyorsunuz? Bu geleneksellik bugüne kadar vardı, yol’un Mürşidi, Pir’i, Dedeleri, Babaları bilmiyordu da bir tek siz mi biliyordunuz? Konu üzerine o kadar araştırma yapmış kişiler bilmiyor da siz mi biliyorsunuz? Vallahi pes doğrusu! Peki, Sayın Din Hizmetleri Başkanı buna ne diyeceksiniz bakalım: Konya Valisi Osman Aydın, 1–17 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Mevlana’nın 735. “Vuslat Yıldönümü” etkinliklerinin üçüncü gününde, Nevşehir Hacı Bektaş Semah Topluluğu’nun, semah gösterisi yapacağını açıklaması üzerine Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırma Merkezi (SÜMAM) Müdürü Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler şunu söyledi: “Mevlevi semasıyla, Alevilerin semahı aynı ritüellerde örtüşür. Her ikisinin de felsefesi aynıdır. Bizim burada karşı olduğumuz semah gösterisi değil. Mevlana etkinliklerinde 31
SACAYAK
Sayı 6
Mevlana dışında farklı uygulamaların yer almasıdır. Bugün semah olur yarın başka bir şey. Bunun önü alınmaz. Sempozyum, sergi, konser, panel hangi etkinlik olursa olsun Mevlana ile örtüşmelidir. Mevlana ile örtüşmeyen hiçbir program bu etkinlikler kapsamında düzenlenmemelidir.” diye konuştu. Şimdi burada sormazlar mı Şebi Aruz töreninde semah dönülmesine tahammül etmeyen (kaldı ki gerekçeleri bizce de haklı) görüşleri hiç mi görmüyorsunuz, duymuyorsunuz? Görüyor ya da duyuyorsunuz da işinize mi gelmiyor? Siz Mevlana’yı o kişilerden daha mı iyi tanıyorsunuz, Sayın Alevi Din Hizmetleri Başkanı? Herhalde Alevilik adına fetva verme yetkisini de bu sıfatınızdan alıyorsunuz. Sayın Hocanız, bu sıfatı bir gün elinizde alırsa haliniz nice olur? O gün size üzülemem bile. Cemde Kadınların Kapanması Bugün Alevi cemlerinde tartışmalı konuların en başında kadınların başörtüsü takması meselesi gelmektedir. Malum ellerin Alevi ibadetine girmesinden sonra ceme giren kadınların (zorla başlarının örtülmesi olayına birçok kez şahit oldum) kapanmaları bir gelenekmiş gibi sunulmaya, uygulanmaya başladı. Hani cemde kadın erkek olmaz “can” olurdu? Nerde kaldı senin bu desturun? Gelenek bu konuda şu görüşü öngörmektedir: Ceme katılan canlar temiz giysilerini, günlük kıyafetleri ne ise onu giyerler. Giysilerde de yerel ayrılıklar görülür. Fakat kimin nasıl giyineceğine kimse karışmaz. Buna hayır diyeceklerin niyetleri açıktır. Cemde Dolu Alma Cemde dolu alma uygulamaları günümüzde tartışmalı konuların başında gelmektedir. Baskılar sonucu kaldırdığımız “dem alma” bazı bölgelerde halen devam etmesine rağmen önemli oranda kaldırılmıştır. Tahtacıların erkân dedikleri cemlerinde semaha kalkacak canlar “dolu” içerler. Bu yol en zor koşullardan bugüne savunduğu değerlerden ve yaşam biçiminden ödün vermeden getirilmiş. Bunun bedeli asılma, kesilme de olsa. İnancı uğruna derisi yüzülen Nesimi, “Sofular haram demişler bu aşkın badesine Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne”
diyerek sözünü hiçbir zaman sakınmamıştır. Oysaki günümüz koşullarında saklanmayı, gizlenmeyi, “Birileri ne diyecek?” diye korkmayı anlamak mümkün değil. Cemde Ritim Tutma, Alkış Çalma Yine tartışmalı konulardan birisi alkış çalma konusu. En çok karşı çıkılan konulardan birisidir. Ama bazı bölgelerimizde örneğin Denizli’de bu uygulamaya rastlanmaktadır. Yine tahtacıların mengi 32
Bugün cemlerde tartışmalı konuların en başında kadınların başörtüsü takması gelmektedir. Malum ellerin Alevi ibadetine girmesinden sonra ceme giren kadınların (zorla başlarının örtülmesine birçok kez şahit oldum) kapanmaları bir gelenekmiş gibi sunulmaya, uygulanmaya başladı.
Eylül 2009
Semaha kalkan canın coşkusu, kural altına alınabilir mi? Resmi ideolojinin dini, ibadeti kurallarla örülüdür. Resmi ideolojinin etkisi altındaki Aleviler de ibadetlerini belli kurallara oturtma sevdasında olduğundan, semahta tempo tutma gibi uygulamaları kendilerine yakıştıramıyorlar. Dolayısıyla kendilerine yabacılaşıyorlar.
SACAYAK
dedikleri semahta elle tempo tutulmaktadır. Bu durum alkış çalma ile karıştırılmamalıdır. Semahta coşku esnasında kişi kendinden geçtiğinde neler yapabileceğini kim bilebilir. Semaha kalkan canın coşkusu, kurallar altına alınabilir mi? Semahtaki can hakla hak olmuş, bunun şekli şemaili olur mu? Resmi ideolojinin dini, ibadeti kurallarla örülüdür. Kişinin nasıl ibadet edeceği bu kurallar çerçevesinde belirlenmiştir. Bu resmi ideolojinin etkisi altında kalan Aleviler de ibadetlerini belli kurallara oturtma sevdasında olduğundan, semahta tempo tutma gibi uygulamaları kendilerine yakıştıramamaktadırlar. Dolayısıyla kendilerine yabacılaşmaktadırlar. Alevi-Bektaşi Müziğinde Asimilasyon Yaşanan bu baskılar sonucu Alevi-Bektaşi müziği de asimilasyondan nasibini almıştır. Bu konu da İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Battal Odabaşı şu tespitleri yapmaktadır: “Bugün resmîleştirilmeye çalışıldığı söylenen Alevi müziği çok daha önce, TRT’nin kurulmasıyla birlikte resmîleştirilmiş ve derleme çalışmalarıyla notaya alınmıştır. Ama revizyona uğratılarak TRT’de çalınmış ve söylenmiştir. Derlenen deyişler türküleştirilmiş, tek saz, yani bağlama düzeni yerine Yurttan Sesler Korosu aracılığı ile ve çok sayıda sazla birlikte tek sesli olarak icra edilmiştir. Alevilerin geleneksel bağlama çalma biçimi olan şelpe tekniği yerine uzun sap bağlamayla çalınıp söylenmiştir. Bu müzik, kendisini doğuran ortamdan soyutlanmış ve içi boş ruhsuz bir duruma sokulmuştur. Yine aynı biçimde, Hızır Paşa’nın Pir Sultan Abdal’ı affetmek için ondan içinde Şah sözcüğünün geçmediği deyişler istemesini andırır bir biçimde, tüm Şah, Ali, Pir, vs., gibi Alevilerin vazgeçemediği simgeleri bir kalemde silerek yerine dost, yar, vs., gibi sözcükler yerleştirmişlerdir. Günümüzde TRT’den yetişenler dâhil olmak üzere çok sayıda sanatçı ve halk ozanı bu durumu değiştirdiler ve her şeyi yerli yerine oturttular.” Bu tespitte gösteriyor ki, devletin Alevi-Bektaşi inancına, kültürüne karşı yok etme, kendine benzetme (asimile) projesi yeni değil. Gerçek Demokrasilerde Devlet İnanca Müdahil Olmaz Son olarak şunu söylemek istiyorum. Demokrasi, insan hak ve hukukunu koruyorsa demokrasidir. Gerçek demokrasilerde ne devlet ne de devlet korucuları hiçbir toplumun inancına müdahale etmez, onu kendisine benzetmeye çalışmaz. Gerçek demokrasiye ulaşmak için Hünkârın “yetmiş iki millete bir nazarla bakınız” sözünü unutmayalım. Bu bile yeter. 33
SACAYAK
Sayı 6
CEM Vakfı’ndan Ali Rıza Uğurlu’nun internette yayınlanan “Mevlevi Semaı Asimilasyon mudur?” başlıklı yazısına cevaptır:
Yürekli, Onurlu, Korkusuz, Yanaşma Politikası Uygulamayan İnsanlarımıza “Yol düşkünü” Diyen Anlayış Mehmet Aydoğmuş
A
dıyaman’daki Üryan Hızır Ocağı’nın talipleri olur dedem, babam. Gençliğimden beri semahla hasbıhal halindeyim, cemlere katılırım. Halen de bu çalışmalarım devam ediyor. Bir ekonomik çıkar gözetmeden Yol’a hizmet eden insanlara kendimizi katarım. Biz, yüreği insan sevgisi ile dolu olan ve dünya halklarının özgürlüğünü isteyen; eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını yüreğinde sürekli var eden; zalimliğe, zulme, haksızlığa hayır diyen; akıl mantık sezgiyi kullanan; kendisinin inancı dışındaki oluşumlara saygı duyan, kendi inancına da saygı duyulmasını isteyenler bir aşk hali ile semah ederiz. Bu aşk ile çocuklarımıza ve torunlarımıza, geleceğimize güzel bir yaşanılır dünya bırakmak için çaba gösteririz. Semahta tarihsel gelişimimizle yüzleşir, yolumuzun acı tatlı, ama mükemmel ilkelerini görür, yaşarız; Pirin karşısında semah bitiminde dâr’a durduğumuzda kendimize geliriz. Bu yaşadıklarımızla semahta gerçeği görür, aydınlanırız. Aydınlığımıza aşk ola! Semahın içeriğini bilmeyenler aşk ile semah edemezler, onlar semah ehli değillerdir. Ali Rıza Uğurlu yazısında, “Mevlevi Semaı dönülse ne olur dönülmez ise ne olur, Mevlana’yı tanıyor musunuz, okuyor musunuz” diyor. Alevi Bektaşi semahlarının içerisinde Mevlevi Semaı’nın konulması CEM Vakfı’na bağlı kimi cem evlerinde görüldü ve yaygınlaşmaya başladı. CEM Vakfının semah edenleri aslında Kırklar Semahı ile Erkan Semahı hariç hiçbir semahı doğru dönmediler. Cemde döndükleri semahlardan biri Urfa Semahı’dır. Bunu, 1987 yılında Malatya da ilk kez biz hazırladık ve Dertli Divani Baba ile Hacı Bektaş Veli ve Abdal Musa anma etkinliklerinde döndük. Bugün de ülkemizde ve yurt dışında dönülüyor bu semah. Ama biz özeleştirimizi verdik, yanlış yaptığımızı açıkladık. Urfa, Kısaslıların kendine ait el, kol, beden hareketleri var; bu semahın onların döndüğü gibi dönülmesi gerekirdi dedik. CEM Vakfı semahçılarının döndükleri diğer semahı(!) 1600’lü yıllarında yaşamış Seyit Nizam’ın bir şiirine, İstanbul’daki genç bir arkadaşımız değişik semahların yürüyüş, pervaz, çark bölümlerini ekleyerek yarattı. Bu uydurma gözlerimizin içine bakıla bakıla semah diye yutturulmaya çalışılıyor. 34
Sayın Ali Rıza Uğurlu; münkir dediğiniz kim?
Eylül 2009
Kurumlarımızda semah çalışması yapan gruplar etkinliklerinde “üç can-bir cem” deyip, temiz pak semah dönerken bir yörenin elbiselerini giyer iseler kültürümüz daha iyi özümsenir. İlla böyle olacak diye bir şey de yoktur, önemli olan edebe uygun, temiz giysinin olmasıdır.
SACAYAK
Sayın Uğurlu, bir semahın semah olabilmesi için bir yöresi, yani suyun çıktığı yeri olacak. Semahın, varsa sözleri, müziği olacak ve yöreye özgü ağırlaması, yürümesi, pervazları, var ise çarkı olacak. Zorunlu kalınmış, semah sözlerine figür verilmiş ve semah diye meydana çıkılmış. Bu, halkımıza anlatılacak bir semah değildir. Siz Mevlevi Semaı’na da hakaret ediyorsunuz! Nasıl mı? Semaı Sema yapan genel ilkeler vardır. Mevlevi semazenlerin giysilerinin ayrı ayrı manası vardı. Başındaki adı sikke olan fes, nefsinin mezar taşını; hırkası, kabri, toprağı; üstlerine giydikleri Tennure, saflığı ve kefeni temsil ettiği gibi müziği de ayrıdır ve genelde sadece erkekler vardır. Bunları, birlikte çalıştığımız arkadaşlarla birlikte CEM Vakfı’na gelerek Hakk’a yürüyen Mustafa Uluçam dede ile detaylı konuşmuştuk. Onun da tedirginliği vardı: “Az kaldı, bu sorunları çözeceğiz.” diyordu, ama buna vakti yetmedi. Sayın Uğurlu, CEM Vakfı’nın “Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanı”(!) olmanız size bilmediğiniz konularda konuşma, Aleviliği, Yol’u temsil etme hakkı tanımaz. Biz Yol’un ilkelerinin üstünlüğünü tanırız. Siz, Mevlana’dan örnekler veriyorsunuz, “Semah kulun Allah’a miracıdır” diyorsunuz. İnanıyorum semahın manasını çoğaltabilirsiniz, ama bu sözlerle batıni manada bir yorum yapmıyorsunuz. Siz, “Süslü elbiseler giyip gösteri yapmak folklorik olmaz mı?” diyorsunuz. Folklor halk bilimidir. Halkın inançları, ibadet biçimleri, gelenekleri, görenekleri, oyunları, semahları, yani toplumun davranış biçimlerinin bütünlüğüdür. Bunun içinde halk oyunları da, semah da var. Siz “folklorik” diyerek halkın kültürünü küçümsüyorsunuz. Semahların bugüne kadar gelmesini Hacı Bektaş’ın sözleri sağlamıştır. Tarihsel olarak bu sözler semahın, halk oyunlarından ayrı tutulmasını sağlamıştır. Semahlar dönülürken semah edenler en temiz giysilerini giyerler. Kurumlarımızda semah çalışması yapan gruplar etkinliklerinde “üç can-bir cem” deyip, temiz-pak semah dönerken bir yörenin elbiselerini giyer iseler kültürümüz daha iyi özümsenir. Grup çalışmasının önemi meydana çıkar. İlla böyle olacak diye bir şey yoktur; önemli olan edebe uygun, temiz giysinin olmasıdır. Bugün hâlâ Anadolu’da kadınlarımız, analarımız, bacılarımız üç etek-şalvar giymekteler. Aleviler, Yol’un değerini bilirler. Büyük kentlerde önemli kurumlarımızda iyi eğitimli, yöresel semahları doğru müziği, sazı, estetiği ve davranışları ile dönen gruplar olmalı. Bu gruplar hizmet semahlarını en iyi şekilde yürütmeli, pervaz ve çark etmeliler. Arzu edilen, sevilen, düşündüren yol kurallarının öğrenilmesi, yaşamda uygulanması demek olan semahlarımızı kurumlarımızda öğrenmez, öğretmezsek geleceğe taşıyamayız. Birkaç semahımızın dörtlüklerini vereyim, karşılaştırma yapmaya yardımcı olur: 35
SACAYAK
Sayı 6
Malatya yöresi; Bozok Semahı Muhammed Ali’ye ikrar vermeyen Gündüzü karanlık gece sayılır İkrar verip ikrarında durmayan Kırk yıl emek çekse hiçe sayılır
Sivas, Malatya yöresi; Kırat Semahı
Sivas; Kırklar Semahı Yine dertli dertli iniliyorsun Sarı turnam sinen yaralandı mı
Ali Nur Semahı Ha canım canım ha gülüm gülüm Pirimin boyu dallara benzer Şahıma giden yollara benzer Sen özünü erenlerden ayırma Zamane halkına sırrın duyurma
Erzincan, Kırklar Semahı Gitme turnam gitme nerden gelirsen Sen nazlı canana benzersin turnam
Sadece bu beş semahın sözlerine baktığınızda Anadolu Aleviliğinin semahlarının farklılığını göreceksiniz. Nerede bu güzelim semahlar? Sayın Uğurlu, bizim Yol’umuza inanç ve yaşamsal ilkelerini yansıtan önderlerimizin sözleri, günlük yaşantımızda diğer bilimsel verilerle birlikte uyguladığımız ilkelerdir. Olmazsa olmazlarımızdır. Bizim inancımız Pir yetiştirir, Molla yetiştirmez. Siz dedelerimize sorduğunuz soruda diyorsunuz ki, “İnançlarını oyuncak haline getirenlere Kur’an ne diyor?” “Ben dedeyim” diyen biri kalkmış, Alevilere hakaret ediyor! Anadolu Alevi Bektaşileri yüz yıllardır inançlarına karşı saygısızlık etmemişlerdir. Günümüzde de Aleviler neyi, nerede ve nasıl yapacaklarını biliyorlar. Burada sizin hangi bakış açısı ile baktığınız önemli. Sorularınız, bilmemenizden değil, bilmeden de olsa asimilasyona katkı yapan tavrınızdan kaynaklanıyor. Bu sorular asimilasyona yardımcı olmaktadır. Sayın Ali Rıza Uğurlu, gerçek demokrasinin ve gerçek laikliğin kalıcılığı sivil kitle örgütleri, partiler, basın yayın gibi oluşumların çabası ve sürekli çalışmaları ile olur. Ancak bu çalışmalarla Alevilik dâhil ülkemizin sorunlarını çözebilir. Bu konuda da çalışmalar 36
Foto: Erdem Kantekin, Hacıbektaş, 2009.
Kaldır kollarını Pirime doğru Ali ile Muhammed’in aşkına Has neni neni dost neni nenni
Eylül 2009
Ya Hüseyin, İkrarımızda bizi daim edesin! Her topluluk ve insanları inançlarını bildiği gibi yaşasın! Alevilerin yolunu inançlarını diğer inançların içerisinde eritmek için çaba sarf eden insanları aşkın ile dağıttığımız sudan mahrum edesin! Bunun için okuduğumuz gülbankları kabul edesin! Hû!
SACAYAK
yapan Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşları, dernek ve vakıflarına karşı da tutumunuz bir Alevi dedesinin tutumu değildir, ne yazık ki. Bunu biz söylemiyoruz yaptığınız ve söyledikleriniz söylüyor! Siz diyorsunuz ki, “Sadece ve sadece geleneksel olan, yaşanan şekliyle Aleviliği geleceğe taşıyoruz.” Kurumlarınızda gençlere ezbere dayalı olmayan Aleviliği, tüm boyutu ile anlatan bir eğitim verirseniz Alevilik geleceğe taşınır. Tarihsel gelişimini bilmeyen gözleri kapalı bir nesil ile Alevilik geleceğe taşınamaz. Alevilik, Mevlevilik, Şiilik, Sünnilik gibi bazı inanç ritüelleri ile donatılmaz ise geleceğe daha sağlıklı taşınır. Sizi Zaman gazetesinin, Vakit gazetesinin övmediği, açılışlarınıza, etkinliklerinize tüm Alevi kurum ve kuruluşlarını davet edecek duruma geldiğinizde Alevilik geleceğe sağlıklı taşınır. Bugün bu kadar rahatsanız, bu rahatlığınızı çok zor şartlarda Alevilik için mücadele veren, ama bugün sizin hakaret ettiğiniz, o Alevi kurum ve kuruluşlarına borçlu olduğunuzu hatırlatmak isterim. Bu konularla ilgili özeleştiri verirseniz Aleviliği geleceğe sağlıklı taşırsınız. Sayın Uğurlu, “Ey bilmediğini bilmeyen kendinden habersizler diyorsunuz” bu sözünü hiçbir Alevi üstüne almaz. Bu söz, Yol’un içerisinde hizmet ehli olanların söyleyeceği bir söz değildir. Herkesin işi aynasıdır, lafa bakılmaz. Sayın Uğurlu; “İnanç önderleri münkire karşı durmak için kurumsallaştı. Münkir içimizden çıkıyor, Yola ihanet edenler bellidir. Bizler canımız pahasına hizmet ediyoruz.” diyorsunuz. Ben utanıyorum. Gerçekten utanıyorum, bu yaşıma kadar kimseye, bilhassa dedelere karşı böyle bir açıklama yapma gereği duymadım. Ama münkir sözü bu yazıyı yazmama neden oldu! CEM Vakfı’ndaki yöneticilere, dedelere sesleniyorum. CEM Vakfı’nda her hangi bir insan bunları söyleseydi belki cevap verilmeyebilirdi, ama “Din Hizmetleri Başkanı” ve dede olan bir kişi bunu söylüyorsa, yazıyorsa CEM Vakfı’nın yöneticileri, dedeleri buna dikkat etmelidirler. Sayın Ali Rıza Uğurlu, bir an evvel dedelikten ve görevinden uzaklaştırılmalıdır. Sayın Ali Rıza Uğurlu; münkir dediğiniz kim? 550 yılları ile 1000 yılları arasında On İki İmam yanlılarına zulüm edenler mi? 1000 yılından bugüne kadar Anadolu’da, Balkanlar’da insanlarımıza ve insanlığa zulmedenler mi? Sizin asıl sorununuz, ülkemizin yürekli, onurlu, korkusuz, yanaşma politikası uygulamayan insanlarımıza, Aleviliği yorumlayış, uygulama biçimlerinin farklılığından dolayı “Yol düşkünü” diyen anlayışınızda yatıyor. Aleviliğin başka inançların, Sünniliğin, resmi devlet dininin peşinden götürülmesi gibi bir durum olabilir mi? Bu anlayış ve uygulamanız asimilasyona yönelik boşuna bir çabadır. Sonuç vermeyecektir. Çünkü Yol’una sadık Alevi-Bektaşiler genç nesillerin böyle asimile edilmesine fırsat vermeyecektir. 37
SACAYAK
Sayı 6
Didim’de Konser ve Birlik Cemi Ahmet Koçak
D
İDİM Alevi Bektaşi Kültür Merkezi Derneği iki gün üst üste etkinlik organize etti. Etkinlileri dergimiz adına izledim. 19 Ağustos’ta derneğin cemevinin bahçesinde konser yapıldı. Ozan Dertli Divani ve Nilüfer Sarıtaş’ın katıldığı konseri yaklaşık bin kişi izledi. Konserin açılış konuşmasını Başkan Yusuf Doğan yaptı. Başkan katılanlara ve ekip arkadaşlarına teşekkür ederek derneğin yaptığı faaliyetleri kısaca aktardıktan sonra özetle şunları söyledi: “Alevi-Bektaşi Kültür Merkezi’nin faaliyetleri kendi dışına taşarak ulusal boyut kazandı. Önceki arkadaşlar, binanın yapılmasına yoğunlaştıkları için bu tür etkinlikler düzenlemeye fırsat bulamadılar. Ama biz iki senedir özellikle Federasyonla, Konfederasyonla diyaloglar kurarak Didim Alevi örgütünü uluslararası boyuta taşıdık. Bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde Didim Alevi örgütü tanınıyor. Örgütlülüğümüz gerçekten Türkiye’de ve Avrupa’da takdirle karşılanmakta. Ekip olarak toplumsal sorunları ele aldık ve Alevilerin taleplerini dillendirerek ulusal boyuta taşıdık. Federasyonun aşağı yukarı her etkinliğine buradan gitmeye çalıştık. 9 Kasım mitingine otobüslerle gittik.” Ardından Dertli Divani Baba sahneye çıktı. Divani’ye sazlarıyla Celal Abbas Ürer ve Murtaza Salper eşlik ettiler. Dertli Divani sevilen deyiş ve nefesleriyle sevenlerine unutulmaz bir gece yaşattı. Divani’den sonra sahneye çıkan Nilüfer Sarıtaş sevilen türkü ve deyişlerle izleyenleri coşturdu. Ertesi akşam birlik cemi yapıldı. Divani Baba’nın yürüttüğü Cem’e yaklaşık beş yüz kişi katıldı. Divani Baba cemde Alevi-
38
Eylül 2009
SACAYAK
Bektaşi süreğini, cemlerin çeşitlerini, on iki hizmeti ve anlamlarını anlattı. Cemin bitiminde Divani Baba bana konuşmam için söz verdi. Zamanın darlığı nedeni ile kısaca şunları söyledim: “Canlar, burada anlatılanlar dolu doluydu, alınması gereken bilgilerdi. Gençlerimizin faydalandığını düşünüyorum. Biliyorsunuz son zamanlarda ülkemizde çeşitli açılımlar oluyor. Alevi açılımı, Kürt açılımı, hatta ekonomik açılım, cebinizi boşaltın açılımı yapıldı. Hükümetin üç açılımından biri kimsenin dikkatini çekmedi. İki tanesi gündemde olan konular… O iki tanesinden bir tanesi bizi çok ilgilendiriyor: Alevi Açılımı. Alevi Açılımı’nın içeriğini, zamanımız olsa anlatırdım, ama sadece birkaç şey söyleyeceğim. Alevi açılımının sonunda, Alevi örgütlerinin saçılımını gördük. Bizi en çok üzen kısım bu. Sanıyorum bir ya da iki gün sonra burada da bir toplantı yapılacak. O saçılımın sonuçları gelecek buraya. Alevi örgütleri bizi yeniden 60’lı yıllarda ve 90’lı yıllarda yapılan hatalarla karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Hükümet bir açılım gündeme getiriyor, biz bu hükümetten istediklerimizi elde edebilmek için bir siyasi partiye ihtiyacımız varmış gibi inancı siyasileşmeye doğru taşımaya çalışıyoruz. Bu toplum ne çektiyse inancın siyasallaşmasından çekti. Umarım ki gerek buradaki dostlarımız, gerek Alevi örgütlerimiz, bu güzel inancı siyasete alet etmeden, demokratik taleplerimizi haklı zeminde dillendiririz. Hepinize teşekkür ediyorum.” Konuşmamın ardından cemi birleyen Divani Baba ile birlikte bir süre canlarla hasbıhal ettik. Birçok canımızın son gelişmelerden oldukça rahatsız olduklarını gördük. Özellikle dergâha yakın olan Alevi canlar, inancın siyasete karıştırılmasına tepkiliydiler. Didim de bulunduğumuz üç gün boyunca bizlerden güler yüzlü mihmandarlığını esirgemeyen Memduh Dede ve eşi Fatma Ana’ya; Selman Ağabey başta olmak üzere ilgilerini bizden esirgemeyen Didimli tüm canlara teşekkür ederim. Dernek Üyesi Hasan Dikçe’ye Derneğin Faaliyetlerini Sorduk Derneğe aktif destek verenlerden, el sanatları sanatçısı Hasan Dikçe, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji bölümünden emekli olduktan sonra Didim’e yerleşmiş. Hasan can, Didim’e yerleşme gerekçesini; “Burada sosyal faaliyetlerin daha aktif olacağını düşünmüştüm.” diye anlatıyor. Ve devam ediyor: “Ama umduğumu bulamadım. Politika belli bir kesimin elinde olduğu için insanların ilerlemediğini gördüm. Yani sosyal 39
SACAYAK
Sayı 6
aktiviteler ve politik şeyler hep belli bir kesimin elinde. Az olsun, bizim olsun. Tüm doğrular onların. Biz yanlış şeyler yapıyoruz, onlar doğru şeyler yapıyor… Ve gerçekten gelişme de olmuyor.” Bu gelişmeyi ve örgütlenmeyi sağlamak için cemevini kurduklarını anlatıyor: “Mevcut siyasi partilerde statükoyu koruyan insanlarla mücadele etme yerine daha temiz bir örgütlülük, daha güzel bir örgütlülük oluşturmaya çalıştık. Özellikle Alevi kesiminde, demokrat, aydın, ilericilerin birleştiği bir yerde böyle bir şeyi düşündük.” Derneği kurduktan sonra özellikle yurtdışından gelenlere yardımcı olduklarını söylüyor. Yurtdışından gelenlerin çoğunun burada arazi almak için geldiğini ve bunların da ciddi anlamda sömürüldüğünü söylüyor. Bu sömürülen kesimin de çoğunluğunun Aleviler olduğunu anlatıyor. Ve devam ediyor: “Biz bu sistemi yıkmaya çalıştık, Alevi sömürüsüne de son verdik. Cemevinde o tür şeyleri de temin etmeye çalışıyoruz. Veyahut da en azından aldığı yeri soruyor. ‘Nasıl bir yerdir, kaça almam gerekiyor?’ diye. Ve gerçekte de çok olumlu yanılar aldık.” Başka ne gibi faaliyetler yaptınız diye sorduğumuzda Dikçe şöyle diyor: “Alevi örgütlenmesinde bilinçlenmek çok zor! Belli bir yaş kesimi geliyor, mesela gençlik yok. Gençlik örgütlenmesinin yapılması için de tabii bir takım şeyler, örneğin her Perşembe yemekli toplantılar, düzenledik. İnsanlara çekici olsun dedik, sergileri, sosyal faaliyetleri geliştirdik.” Sosyal faaliyetler olarak neler yapıldı diye soruduğumuzda Hasan Dikçe şöyle diyor: “İl dışı, il içi turistik geziler düzenliyoruz. Dernekler arasındaki ilişkileri sağlamaya çalışıyoruz. Ankara mitingi gibi katılımları örgütlemeye çalışıyoruz. Kahramanmaraş Kırımını protesto ettik. 2 Temmuz’un, Gazi Olayları’nın yıldönümlerinde burada, demokratik kitle örgütleriyle birlikte etkinlik düzenledik. Daha önce derneğimizde bu tür çalışmalar hiç yoktu. Adı geçmiyordu ve diğer sivil toplum örgütleri yapıyor, bizi de çağırıyorlardı. Ama şimdi tam tersi, bizden habersiz hiçbir şey yapılmıyor.” Kendilerine başarılar diliyoruz. Seramik sanatıyla da ilgilenen Hasan Dikçe ile sanatı üzerine yaptığımız söyleşiyi gelecek sayımızda yayınlayacağız. Aşk ile. 40
2 Temmuz’un, Gazi’nin yıldönümlerinde demokratik kitle örgütleriyle birlikte etkinlik düzenledik. Daha önce derneğimizde bu tür çalışmalar yoktu. Adı geçmiyordu ve diğer sivil toplum örgütleri yapıyor, bizi de çağırıyorlardı. Ama şimdi tam tersi, bizden habersiz hiçbir şey yapılmıyor.
Eylül 2009
SACAYAK
Alevi kurumları 27 Ağustos 2009 tarihinde İHD İstanbul Şubesi’nde basın toplantısı düzenleyerek, hükümetin ‘Kürt Açılımı’na ilişkin görüşlerini açıkladı. Toplantıya DTP, SDP, Sosyalist Parti, KESK ve 78’liler Vakfı Girişimi de destek verdi. Ortak hazırlanan basın açıklamasının tam metnini yayınlıyoruz.
Demokratik Açılım İçin Cesaret ve Tutarlılık Gerekli
C
“Kürt Sorununun çözümü için demokratik açılım” denilerek toplum ciddi bir beklenti içine sokulmuşken, muhalefet partileri CHP, MHP’den ve Genelkurmay Başkanlığından gelen açıklamalar “demokratik açılımı” olumsuz etkileyecek bir kaos ortamı oluşturmuştur.
umhuriyetin kuruluşundan bu yana devlet ve toplum Türkİslam sentezine bağlı inkârcı mantıkla yönetildi. Bu süreç boyunca yürürlükte olan anayasa ve yasalar aynı mantıkla yapıldığı için Türkiye’deki demokrasi sorunu giderek büyüdü. Devlet dairelerinden, okullara, iş yerlerinden sokaklara ve hatta evlere kadar egemen resmi ideolojinin Türk-İslamcı mantığı adeta zihinlere enjekte edildi. Bu toplum mühendisliği anlayışı ile tek tip kimlik yaratmaya çalışan devlet anlayışı günümüzde iflas etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti devleti ciddi bir demokratikleşme sancısı yaşamaktadır. Hükümetin “demokratik açılım” diye topluma sunduğu niyet beyanını henüz aşmayan çaba iyi niyetli bir girişim olarak değerlendirilmelidir. Ancak “demokratik açılım” demokrasi kültürü ile işletilirse sonuca ulaşıp bir toplumsal barış ortamı yaşanabilir. Hükümetin kamuoyuna sunduğu “demokratik açılım” Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümünü hedefliyorsa mevcut hükümet bu konuda kararlı ve tutarlı olmalıdır. Hükümet adına demokratik kurum ve kuruluşlarla yapılan görüşmeler bir monolog değil, diyalog olmalıdır. “Kürt Sorununun çözümü için demokratik açılım” denilerek toplum ciddi bir beklenti içine sokulmuşken, muhalefet partileri CHP, MHP’den ve Genelkurmay Başkanlığından gelen açıklamalar “demokratik açılımı” olumsuz etkileyecek bir kaos ortamı oluşturmuştur. Kendini devletin “asli sahibi” sayan zihniyetin yaptığı milliyetçi kışkırtma yeni acıların yaşanmasından başka hiçbir şeye hizmet etmez. Ayrıca, ortada ne bir bölünme ne de bölünmeyi isteyen kesimler var. Devletin Kürt yurttaşlarımızın kimliğini, kültürünü, dilini tanıması ve sorunu evrensel insan hakları bağlamında demokratik çözüme kavuşturması “bölünme” yerine daha içtenlik41
SACAYAK
Sayı 6
li bir birliği sağlar. Kaldı ki; Kürt Sorunu sadece bir kimlik ve kültür sorunu değil, toplumumuzun her kesimini derinden yaralayan, toplumsal travmalara yol açan bir sosyal psikoloji niteliği de yansıtmaktadır. Çeyrek asrı bulan çatışmalı ortamın yarattığı derin toplumsal travma, insanların günlük yaşamına kışkırtılmış şovenizm ve sorunların çözümünde şiddet kullanmayı hak bilmek gibi tamiri zor durumlar yaratmıştır. Sorunun çözümünde öncelik toplumun tüm kesimlerine güven verecek bir politik tutumdur. Devlet ve hükümet sorunun çözümünde izleyeceği politikaları şeffaf ve anlaşılır bir yöntemle uygulamalıdır. Kürt Açılımı diye hükümetin kamuoyuna açıkladığı “çözüm” süreci yeterince açık ve anlaşılır nitelikte değildir. Bu kadar iddialı açıklamalara karşın sorunun çözümünde muhatabın kim olacağı hala karanlık bir noktadır. Ortada bir sorun varsa o sorunun tarafları vardır. Dolayısı ile sorunu bu taraflar müzakere ederek çözerler. Eğer devlet ve hükümetin tek başına bir çözümü var idiyse bu çözüm bu güne kadar niye açıklanmamıştır. Kürt Sorununun demokratik çözümü için öncelikle: 1. Sağlıklı, güven verici, demokrasiye hizmet edebilecek bir tartışma ortamı yaratılmalıdır bu devletin ve hükümetin tarihi sorumluluğudur. 2. Hükümet ve muhalefet toplumsal sorumluluk ye siyasal ciddiyetin gerektirdiği şekilde davranmalıdır. 3. Medya organları kışkırtıcılık yapmak, soruna anket mantığı ile yaklaşmak yerine yapıcı ve objektif olmalıdır. 4. Kürt Sorununun çözümü konusunda hükümet yetkilileri Alevi Bektaşi Federasyonu ile de görüşülmelidir. Kısa Vadede Güven Verici Bir Ortamın Yaratılması İçin Yapılması Gerekenler 1. Kapatılan Günlük Gazetesi açılmalı ve basın üzerindeki baskılara son verilmelidir. 2. Diyarbakır Cezaevi İnsan Hakları Müzesi yapılmalıdır. 3. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde toplumsal barışı tesis edecek proje ve öneriler kamuoyu ile paylaşılmalı, yapılacak etkinliklerin barışa hizmet etmesi için hükümet ve DTP sorumluluklarını yerine getirmelidir. 4. TRT 6’da devlet, hükümet ve DTP yetkililerinin katılacağı sorunun demokratik çözümünü içeren Kürtçe programlar yapılmalıdır. 5. İlgili tüm çevreler şiddet ve çözümsüzlük dili ile diyalog ve barış ortamını zedeleyen söylemleri bırakmalıdır. Alevi Bektaşi Federasyonu Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Özgür Demokratik Alevi Hareketi Sacayak Dergisi 42
Kürt Açılımı diye hükümetin kamuoyuna açıkladığı “çözüm” süreci yeterince açık ve anlaşılır nitelikte değildir. Bu kadar iddialı açıklamalara karşın sorunun çözümünde muhatabın kim olacağı hala karanlık bir noktadır.
SACAYAK
Eylül 2009
Musahiplik Üzerine A. Rıza Aydın
B
İLDİĞİM kadarıyla ya da bizim Emlek yöresinde gördüğüm kadarıyla Yol’a girmemiş, ama Aleviliği seven canlara Muhip denirdi. Evlenmiş olan muhipler[1] kendilerine münasip gördükleri bir yol kardeşi çift bulup yola girmek istediklerinde önce kendilerine bu yolculukta öncülük edecek bir rehber bulurlar. Rehber daha önceden yola girmiş, bu yolun gereklerini, işleğini bilen bir kişidir. Rehber bunları İkrar Cemi’ne hazırlar. İkrar Cemi toplanınca rehber yola girecek dört canı yanına alarak –hatta onların yakalarından tutarak– meydana gelir, dedenin karşısına dizilirler. Yola girecek dört kişidir, ama meydanda beş kişi bulunur; “beşi bir yerde” deyiminin buradan çıktığını sanıyorum. “Tarikatta tek başına yol almak isteyen talip hoş karşılanmaz” denmesi bunlardan dolaydır diye düşünüyorum. Yola dört can girecektir, ama meydana gelen beş kişidir.[2] Pirim Pir Sultan bunu anlatan deyişlerinde, Dört kardeşiz bir gömlekte yatarız Gömlek birdir bir vücuda çatarız Kendimizi ateşlere atarız Ateş nedir, duman nedir, köz (kül) nedir
derken ya da başka bir deyişinde, Dört can bir kalıp olunca Menzil bi nihayettir
Kızılbaş yola girince eski hayatını geride bırakıp yeni bir hayata başlamıştır. Yol dilinde buna ölmeden önce ölmek denir. Ölmeden önce ölüp yeni yola giren talibin geçmişi önemli değildir.
derken sanırım bunu anlatıyordu. Yola girecek canların yola alınıp alınmamasını dede cemaate sorar, Cem olan canlar buna olur verirse canlar yola alınırlar. “Halka makbul olmadan Hakk’a makbul olunmaz” denir; Ruhi Su, söylediği bir deyişte, “Hakk’a makbul olmak ister, halka makbul olmadan” der. Kızılbaş yola girince eski hayatını geride bırakıp yeni bir hayata başlamıştır. Yol dilinde buna ölmeden önce ölmek denir. Ölmeden önce ölüp yeni yola giren talibin geçmişi önemli değildir. Bu yüzden gerek Edip Harabi gerekse Hilmi Dede baba gibi şahsiyetler için geçmişte şuydu buydu denildiğini çok duyuyorum, ama buna üzülüyorum. Kızılbaş doğulmaz, Kızılbaş olunur. Kızılbaş olduktan sonra da o yoldan dönülmez. O hayat öyle bir çizgide onurluca noktalanıp kafes ya da kalıbı eskitince “can kafesten uçup gider.” Yoldan dönen ya da yola ters gelecek bir davranışta bulunan kişi düşkün sayılıp dışlanır. Bu yolda konu böyledir. Böyle algılanır. Fadik Can’ın ateşlemesiyle yapılan bu muhabbet için bir iki noktayı daha dillendirmek istiyorum. 43
SACAYAK
Sayı 6
Alevi-Kızılbaş süreğinde her şey canlıdır, bir süreklilik içerisindedir. Kişi yükselir de alçalır da. Bu yüzden Hatayi bir nefesinde, “hayat merdivenlidir, inişleri çıkışları vardır” der. Hace Bektaş Çelebilerden biri ise bir deyişinde (bizim yörede bu deyişlere “Mürşit malı” derler) “Kişi ayarından düşer mi düşer” diyor. Yani yola giren bozulup ayarından düşer, yoldan çıkarsa onu düşkün ederler. Düşkünlük idam değildir. Amaç o canı yeniden yola kazanmak için onu zorlamaktır. Hace Bektaş’ın Velayetname’sini okurken bu gözle okuyun. Birçok ulu kişinin bir zamanlar yanlış bir yolda olduğunun –ham olduğunu– sonra da değiştiğinin öyküsü vardır orada. Hace Bektaş’ı taşlayan çoban Ağkeşişin bir yıl domuzcuklarını güder, köyüne gelince ayıkır, sonra da ünlü bir derviş olur. Bu yüzden Kızılbaşlıkta kutlu doğumlar yok. Yol var, Yol’a girmek var. Yol oğlu kâmile yoldaş Nurhak Cemevinde 2007 kışı yapılan Görgü Ceminde ikrar vermek için olmak var. “Yorulup yollarda koymaz inşallah” Rehber’in meydana getirdiği eşler. diye deyişler, düvazlar söylenmesi bunlardandır sanırım. Yola giren canların kadın ya da erkek olduğu fark etmez, kadınlar da erkeklerle bir can olur birlikte yola girerler. Yola girmede, musahip olmada zenginlik ya da yoksulluk asla söz konusu değildir. Bunun yoksul-zengin dayanışmasıyla bir ilişkisi asla yoktur. Bunun böyle algılanması da böyle anlatılması da bu yolun gerçeğine uygun değildir. Vakti zamanında Medine’de Medineli yerliler ile göçmenlerin eşleştirilip birbirleriyle dayanışmalarının sağlanmaya çalışılması bu açılardan buna benzemez. O da güzel bir şeydir, ama bunlar birbirlerinden farklıdır. Benzer diyen adama sorarlar, Ali, Muhammed’in hangi eşiyle musahip oldu diye. Ayrıca musahip olan canların çocukları, yedi göbek birbirlerinin çocuklarıyla evlenemezler. Musahip kızıyla evlenmek Kızılbaşlıkta-Alevilikte asla yoktur, olamaz da. “Şeytan ayrıntıda gizlidir” derler, bunları bir birlerine karıştırYola girmede, mamak gerekir. Her şey kendi içinde, kendi bütünlüğünde güzeldir. musahip olmada Bazı güzellikleri karıştırmanın, birbirine bulamanın gereği yok. zenginlik Aşkı muhabbetlerimle. ya da yoksulluk asla söz konusu değildir. Bunun Evlenmemiş bir can hizmet ettiğinde dede ona gülbank verirken “Başın iki, ayağın dört olsun” der; bu o canın evlenmesini yoksul-zengin istediklerini anlatan bir deyimdir. Evlendikten sonra, dört baş bir olur dayanışmasıyla Yol’a girmeye karar verirler. bir ilişkisi Çünkü rehber daha önceden görgüye alınmış, Yol’a girmiş bir kişidir. asla yoktur.
NOTLAR: 1
2
44
Eylül 2009
S
İVRİALAN’da öğretmenlik yaptığım, yetmişli yıllarda, Kazım Usta (Kazım Koçyiğit) diye sevip, saydığımız bir dostumuz, arkadaşımız vardı. Hayallerin konuşulup, tartışıldığı bir gün, bu tartışmadan hoşnut kalmamış ya da eksik bir yanı olduğunu görmüş olmalı ki, “Oğlum, hayalin de hakkını verin, küçük hayallerin peşinde koşmayın; olacaksa hayalleriniz de büyük olmalı” benzeri bir eleştiri de bulunmuştu. Kazım Ustanın bu eleştirisini yeri geldikçe hatırlar, arkadaşlarla da paylaşmaya çalışırım. Dün Ankara’da yapılan, ABF’nin başlattığı; “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” konulu toplantıda, bir arkadaşımızın konuşması sırasında “Ütopyalar öldü mü? Bizim de bir ütopyamız olmalı” diye açıklamasının ardından, rahmetli Kazım Ustanın söylediklerini yeniden hatırladım. Evet, bizlerin de bir ütopyası olmalı, hayallerimizin peşinden gitmeliyiz. Yoksa nasıl çıkarız karanlıktan aydınlığa? Bu yıl İzmir’de dernekler platformunun düzenlediği, 2 Temmuz Mitinginde yaptığım konuşmanın içeriği de bu tema üzerineydi. Konuşma metninin sonuna; başlık olarak; “Bir Hayalimiz Var” diye yazmış altına şunları sıralamıştım. “Amerika’lı Zenci lider Martin Luther King, yıllar önce bir konuşması-
Siyaset Bütün hayvanlar siyasete soyunmuş; Aslan yaşlanmış Papağan; - En iyi ben yaparım, Uçamazsam da konuşurum, demiş Bunu duyan tilki çıkagelmiş; - Hayır, ben olmalıyım, En iyi ben çalarım, çırparım, demiş Koyunlar yurttaşlığı seçmiş Kurt kuzuları Ülke bay kuşlara kalmış… Masal böyle bitmemiş; Sonunda Ankalar görünmüş…
SACAYAK
Bir Hayalimiz Var Veysel Kaymak na; ‘Bir hayalim var’ diye başlamış, arkasından da Zencilerin sorunları ve özgürlüğü konusunda düşüncelerini sıralamış. Aleviler Türkiye’nin zencileri mi, değil mi? tartışılır, ama bu durum bizim de O’nun gibi hayal kurmamızı engellemez; Evet, biz Alevilerin de, aydınların da, devrimcilerin de bir hayalimiz var; Katliamların yaşanmadığı, savaşların olmadığı bir Türkiye ve dünya hayalimiz var. Her türlü etnik, kültürel ve inançsal ayrımcılığın yapılmadığı bir Türkiye ve dünya hayalimiz var. Kimsenin aç susuz kalmadığı, açlıktan ölmediği, işinin olduğu bir Türkiye ve dünya hayalimiz var. Demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediği, adaletin bağımsız olduğu, laikliğin gerçek anlamıyla uygulandığı bir Türkiye hayalimiz var. İnsana ve emeğe saygı duyulduğu, bilimsel eğitimin yapıldığı, sağlığın ticarileşmediği, aydınlık bir Türkiye, aydınlık bir gelecek hayalimiz var. Tabii bu hayallere daha niceleri eklenebilir,” diye belirtmiş, arkasından da bütün bu hayallerimizin gerçekleşmesinin mümkün olabileceğini, yeter ki, Pirimizin dediği gibi; “İri olalım, diri olalım, bir olalım” diye tamamlamıştım. Tabii ki bir ütopyamız olmalı, hayallerimiz gerçekleşene değin, hayallerimizin peşinden gitmeliyiz. Bu yazımı bu günlerde yazmaya çalıştığım, (biraz da konuyla ilgili) fabl türü bir şiir denemesiyle tamamlamak istiyorum. 7 Eylül, 2009 45
SACAYAK
Sayı 6
Hacı Bektaş Veli Olabilmek Ekin Sanat Tiyatrosu adına Nedim Kanoğlu
H
ACI BEKTAŞ VELİ’yi anlamak ve O’ndan mümkün olduğu kadar çok fazla yararlanabilmek... Bu faydayı tüm hayata yayabilmek ve insanlığın yolunu açabilmek... Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına ilk konuk oluşumuz 1987 yılıydı. Yani tam 22 yıl önce. Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına giderken yabani muşmula armağan etmişti ya, biz de giderken öyle davranmak istemiştik; Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına bir tutam şiir, bir perde tiyatro ve bir nefeslik semahı harmanlayıp yollara düşmüştük. Bütün evlerin kapısı ardına kadar açık, bütün sofralar mütevazı, ama misafir ağırlamak üzere soğuk ayranı, ekmeği ve elbette sıcacık yüreğiyle hazırdı. Öylesine samimi, öylesine müthiş bir karşılama yaptı ki Hacıbektaş halkı, tarif edilemez. Belki Hacı Bektaş Veli kendisi bu denli ilgi gösteremezdi. Tabii ki O yüce öğretici, yol gösterici insanın eseriydi tüm yaşadıklarımız. Halk onun halkı, onun geleceğe verdiği en güzel armağandı. Coğrafyamızın birçok yerinden koşarak gelen kişi ve gruplara yer açılır, ilgi ve mütevazılıkla dostluklar kurulur, her şey paylaşılırdı. Hacı Bektaş Veliyi anma etkinlikleri anlamına kavuşur ve o kadar harmanlanırdı ki, biz de bu güzellik içinde aşkla vermek istediğimiz mesajı verir, almak istediğimizi içimize çekmeye çalışırdık. Halka tiyatro ile semah ile selamlar verir, yüreklerine akardık. Tıpkı Hacı Bektaş Veli’yi gözlerindeki pırıltıda taşıyan sevgili halkı, gönlümüze akıttığımız gibi... Birbirimize vereceğimiz çok şeyimiz vardı, hepsini sırayla çıkarıyorduk kalplerimizden.
46
SACAYAK
Eylül 2009
Sevgili Hacı Bektaş Veli’ye duyduğumuz büyük aşk ve hayranlığı bölüşüyorduk. O kadar renkli ve heyecanlı yapılıyordu ki bu etkinlikler, feyiz almamak, yarar sağlamamak imkânsızdı. Hacı Bektaş Veli’nin öğretisinden yola çıkan insanımızın içinde haset, nefret, düşmanlık gibi çirkin duyguların yeşermesi mümkün olamazdı. Ancak vahşi diye sürekli yinelemek zorunda olduğumuz kapitalizmin bu güzel manzaraya ve peşi sıra gelecek barışın hâkim olduğu bir dünyaya tahammülü olamazdı. Çünkü savaş, sermaye olacaktı. Çünkü düşmanlık savaşa neden olabilirdi ve böyle bir ihtimali boğan Hacı Bektaş Veli’yi anma etkinliklerine müdahale edilmesi gerekirdi. Edildi de... Bu samimi ve eğitici tablo bir anda yerle bir edilmeye çalışıldı ve bizim ortaya koyduğumuz çağdaş ve toplumsal eserlere tepki duyuldu. Daha geleneksel, daha kalıplaşmış ve kendini bir adım bile öne atamayan çalışmalar yüceltildi. Bunu yapmaya çalışan sistemin güdümünde topluluklar vardı. Hacı Bektaş Veli’yi anmaya gelenler arasında öncelikler yapıldı; parti liderlerine, yozlaşmış kültürün sözde elçilerine yoğun ilgi duyan halkın bilinçli bir tercih yapamadığı apaçık ortadadır. Biz bu durumu protesto etmek üzere uzun zamandır orada olmuyoruz. Oyunlarımızla gözlere, kulaklara ve en mühimi gönüllere akarken; semahlarımızla ciğerlerde yanan ateşleri hep canlı tutarken artık bütün bunları farklı yerlerde, aynı yollarla açığa çıkarmaya çalışıyoruz. Biz hiçbir zaman Hacıbektaş’ın değerli halkına kırılmadık. Anlamalarını bekledik, bekliyoruz. Umut ediyoruz ki; en kısa vakitte halk, kime ve nelere önem vereceğini, nelere özen göstereceğini anlayacaktır. Çünkü Hacı Bektaş Veli’nin kıymetli canları bu özü taa yüreklerinde taşıyor. Oyunlarımızın öğretici ve eğitici olmaya çalışan bunun için büyük gayret gösteren içeriği ve orijinal semahlarımızın alıp götüren sevgisi en kısa zamanda anlamıyla buluşacaktır. Biz İstanbul Gösteri Sanatları Amatörleri Derneği, Canlar Semah Ekibi, Figür Gösteri Sanatları Topluluğu ve Ekin Sanat Tiyatrosu olarak orada olduk. 22 yıl önce ve izleyen pek çok yılda. Aynı ruh, aynı heyecan ve aynı katıksız sevgi ile başka isimlerle orada olabilmeyi hevesle bekliyoruz. Aşkla aşkın ateşinde yanabilmek üzere...
SACAYAK Derginize Abone Olun
Türkiye TL 40 – Avrupa Birliği € 50 – İngiltere £ 40 Abone olmak için abone bedelini postaneya yatırın: Genel Ajans Basım Dağıtım Organizasyon Ltd. Şti. Posta Çeki Hesabı (No 1629127) Ayrıntılı posta adresinizi, cep telefonunuzu ve e-postanızı okunaklı olarak yazın ve ödeme dekontunuz ile birlikte bize fakslayın: +90.(0)212.519 56 35
47
SACAYAK
Sayı 6, Eylül 2009
Budak Ali (Ali Kaykı)
Er Olan Sözünü Bilir de Söyler Kemalet yolunda ariflik tacı Dikende gül olur açılır her dem Muhabbet bağında uçarsa arı Petekte bal olur tadılır her dem Er olan sözünü bilir de söyler Bilmeden konuşur cahil-i nadan Aşk ile yananı maşuku gözler Fitneden hoşlanan olur mu insan Karanlık geceyi bulutlar sarmış Yıldızlar ağlaşır titrer zamansız Aydınlık günleri yarınlar almış Mervanlar uluşur itler amansız Neylesin güneş görmeyen göze Karaya çalmışsa gönül sevgisiz Yazıktır emeğe yazıktır söze Halden anlamayan dinsiz imansız Gerçeği söyleyen çok diller döktük Gel ey nazlı yar gel derde derman ol Meydana girdik çok boynumuz büktük Girmesin eğriler bu yol doğru yol Budak Ali’m coşar gönülden gönle Gönlü karalar hiç duymaz anlamaz Eğrisi kötüsü gelmesin bize Özü çürüklerde erdem bulunmaz Fotolar: Erdem Kantekin, Hacıbektaş, 2009