T. C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI TÜRK HALK EDEBİYATI BİLİM DALI
ÇORUMLU ÂŞIK HALİL ERDUGAN VE ÇIRAKLARI
MASTER TEZİ
Hazırlayan Cafiye ( BAKLAN ) ÇELİK
Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. F. Ahsen TURAN
Ankara 2007
ÖNSÖZ Çorum, tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bir ildir. Daha ilk çağlardan itibaren birçok kavim burada yaşamış, kendinden izler bırakmıştır. Kültürel bakımdan da zengin olan Çorum, tarihte çok sayıda ünlü şair
yetiştirmiştir.
Çorum’da
âşıklık
geleneğinin
güçlü
bir
biçimde
yaşatıldığını, pek çok âşık yetiştiğini tarihi seyri içinde görmekteyiz.
Âşıklık geleneği, Türk Edebiyatının ilk devirlerinde görülen ozanlık geleneğinin devamı niteliğindedir. Bu geleneğin temsilcileri yüzyıllar boyunca halkın yaşantısına ve duygularına tercüman olmayı başarmışlardır.
Âşık Halil Erdugan günümüz halk şairlerinden biridir. Çorum’un Alaca ilçesine bağlı Haydar Köyü’nde ikâmet etmekte olan Âşık Halil, hem şiirleri, hem yetiştirdiği çıraklar, hem de yönettiği cem törenlerinden dolayı çevresinde tanınıp saygı görmektedir. Âşığın şiirlerini okuyup, kendisi ve çırakları ile tanıştıktan sonra eserlerinin unutulup gitmemesi için yazıya geçirilmesi gerektiğini düşündük. Diğer taraftan günümüzde de âşıklık geleneğinin canlı bir şekilde devam ettiğini gördük ve bu çalışma bu düşüncelerin ürünü olarak ortaya çıktı.
Âşık Halil’in yetiştiği ortamın kültürel önemini belirtmek ve Türk tarihindeki yerini tanıtmak amacı ile çalışmanın ilk bölümünü Çorum’u tanıtmaya ayırdık.
Çalışmamızı gerçekleştirebilmek için Âşık Halil’i yaşadığı köyde ziyaret ettik. Âşığa sanatı ve eserlerine yönelik sorular yönelttik. Âşığın Ankara’daki çırakları ile görüştük. Almanya’daki çırağı ile yakınları vasıtasıyla bağlantı
ii
kurduk. Âşık Halil’in, onların sanatını nasıl etkilediği ve eserleri üzerine görüşlerini aldık. Gerek kendisi ile yaptığımız görüşmeler, gerek çırakları ile yaptığımız görüşmelerle hayatı ve sanatı ile ilgili objektif bilgiler elde ettik. Âşık Halil’in hayatını anlattığım bölümde bu bilgileri kullandık. Çırakların özgeçmişlerini anlatırken de bu görüşmelerden yararlandık.
Çalışmamamızda, Âşığın şiirlerini kendi el yazısı ile yazdığı defterde nasıl yer alıyorsa o şekilde kullandık. Yayınlanan kitabında şiirler üzerinde Âşığın bilgisi dışında değişiklikler yapıldığından bu yola başvurduk.
Çalışmada, yer alan 101 şiiri önce, kullanılan ölçüye göre; 11’li, 8’li, 7’li, 6‘lı hece ölçülerine göre ayırdık. Ayırdığımız bu şiirleri ilk hanelerinin son mısralarının son harflerine göre alfabetik bir sıraya koyarak sıraladık ve çalışmamızın diğer bölümlerinde kullanılan dizeleri, dörtlükleri bu sıraya göre belirttik. Çırakların şiirlerini belirli bir sıralamaya koymadık bize veriliş sırasına göre çalışmada belirttik.
Bu çalışmada ayrıca Âşık Halil’in ele aldığımız 101 şiirini edebî sanatları, anlatım şekilleri, şekil özellikleri açısından inceledik. Şiirlerini konularına göre sınıflandırdık. Ayrıca şiirlerindeki dinî tasavvufî unsurlara yer verdik.
Bu yüksek lisans tezimizde, halk kültürünün taşıyıcılarından olan Âşık Halil’in ve çıraklarının halk kültürüne olan katkısını belirtmeyi amaçladık. Tezimizin günümüzde de Âşıklık geleneğinin canlı bir şekilde devam ettiğine dair bir örnek teşkil ederek millî kültürümüz için yararlı olmasını temenni ediyoruz.
iii
Çalışmamız sırasında Âşık Halil ile çalışma ortamı sağlayan babam Rıza BAKLAN’a; Âşık Halil’in çırakları ile görüşmemi sağlayan eşim Can ÇELİK’e; Olumsuz şartlara rağmen tezimi bitirmem için bana varlığı ile manevî yönden güç veren oğlum Umutcan’a ve Umutcan’a eksikliğimi hissettirmeyen annem Fatma BAKLAN’a teşekkür ederim.
Bu çalışmanın oluşmasında yardımını esirgemeyen, her konuda ilgisini ve yakınlığını hissetiğim, bana çalışma azmi aşılayan danışman hocam Yrd. Doç. Dr. F. Ahsen TURAN ‘a sonsuz şükranlarımı arz ederim.
iv
İÇİNDEKİLER
ÖN SÖZ…………………………………………………………………………..….i İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………....iv KISALTMALAR CETVELİ…………………………… ……… …… …………..viii GİRİŞ……………………………………………………………………………...…1
BİRİNCİ BÖLÜM ÇORUMLU ÂŞIK HALİL 1.1. HAYATI…………….………………………………………………………….19 1. 1. 1. Doğumu……………………………………………………………………19 1. 1. 2. Ailesi…………………………………………………………...................20 1. 1. 3. Eğitimi…………………………
………………………………………..21
1. 1. 4. Mesleği ve Evliliği………………………………………………….……..22 1. 1. 5. Kişiliği…………………………………… ………………………………..23 1. 1. 6. Sazla Tanışması………………………………………………...……….24 1. 1. 7. Âşıklığa Başlaması……………………………………………………....26 1. 1. 8. Şairliği……………………………………………………………………..28 1. 1. 9. Ustası…………………………………………………………………......30 1.1. 10. İnancı Dini Konulardaki Bilgisi………………………………………....30 1. 1. 11. Karşılaştığı Âşıklar……………………………………………………...31 1. 1. 12. Dolaştığı Yerler………………………………………………………….33 1. 1. 13.Yetiştirdiği Çıraklar………………………………………………………33 1.2 ÂŞIK HALİL ERDUGAN’IN ÂŞIKLIK MESLEĞİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ…………………………………………………....…………36 1. 2. 1. Âşıkların Görevleri ve Âşıklık Mesleği…………………………………36 1. 2. 2. Günümüzde Âşıklık Mesleğine Nasıl Bakıldığına Dair Görüşleri ...38 1. 2. 3.Tanıdığı, Bildiği Âşıklar ve Ekolü………… ………… …… …………..39
v
İKİNCİ BÖLÜM ŞİİRLERİNİN ŞEKİL ÖZELLİKLERİ 2. 1. Hane Sayısı…………………...………………………………………… …42 2. 2. Şiirlerinde Ölçü ve Duraklar……...………………………………… …….43 2. 3. Şiirlerinde Uyak Örgüsü… …… …… … … … … ……..……… … ……45 2. 4. Uyak Yapısı ve Redifler…… ………………………………… …………46 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ŞİİRLERİNİN DİL VE ÜSLUP ÖZELLİKLERİ 3. 1. EDEBÎ SANATLAR………………….........………… …………………….50 3. 1. 1. Teşbih…….........................................................................................50 3. 1. 2. İstiare………………………………………………………………………53 3. 1. 3. Mübalağa………………………………………………………………….55 3. 1. 4. Telmih……………………………………………………………………..56 3. 1. 5. Teşhis……………………………………………………………………...57 3. 1. 6. İstifham…………………………………………...……………………….58 3. 1. 7. Nida……………………………………………………...….....................59 3. 1. 8. Tenasüp…………………………………………...………………………60 3. 1. 9. Tezat……………... ……………… ………… … …….……………..….61 3. 1. 10.Tekrir…………………………………………………………...…………63 3. 2. ANLATIM ŞEKİLLERİ……………………………………………...……….64 3. 2. 1. Hikâye Yolu İle Anlatım………………………………………...…….….64 3. 2. 2. Doğrudan Doğruya Anlatım……………………………………………..65 3. 2. 3.Nasihat ve Hitap Yolu İle Anlatım………………………………....…….66 3. 2. 4. Tasvir Yolu İle Anlatım………………………………...………………...67 3. 2. 5. Soru Yolu İle Anlatım………………………………...………………….68 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ŞİİRLERİNİN KONU BAKIMINDAN İNCELENMESİ 4. 1. Dinî Tasavvufî Konular…………………………………...………………...70 4. 1. 1. Din………………………………………………………………………….74 4. 1. 1. 1. Allah……………………………………………………......…………..74
vi
4. 1. 1. 2. Peygamberler…………………………………………...……………..77 4. 1. 1. 2. 1. Hz. Muhammed………………………………………...…………..77 4. 1. 1. 2. 2. Hz. Eyyûb…………………………………………...………………77 4. 1. 1. 2. 3. Hz. Hızır…………………………………………....………………..78 4. 1. 1. 2. 4. Hz. Yusuf…………………………………………….......………….79 4. 1. 1. 2. 5. Yunus Peygamber………………………………….......………….80 4. 1. 1. 3. Kitaplar……………………………………………...…………………80 4. 1. 1. 4. Şiirlerinde Adı geçen Diğer Kutsal Kişiler……………...…………...81 4. 1. 1. 4.1. Hz. Ali…………………………………………………..........………81 4. 1. 1. 4. 2. Hasan ile Hüseyin…………………………………………......…..82 4. 1. 2. Şiirlerinde Adı Geçen Mutasavvıflar……………………...……………84 4. 1. 2. 1. Hacı Bektaşi Veli…………………………………………...…………84 4. 1. 2. 2. Yunus………………………………………………………...………...86 4. 1. 2. 3. Pir Sultan Abdal……………………………………………......……..86 4. 1. 2. 4. Hallac – ı Mansûr……………………………………………..….……87 4. 1. 3. Şiirlerinde Adı Geçen Diğer Dinî ve Tasavvufî Unsurlar……...……..88 4. 1. 3. 1. Cem Törenleri………………………………………………….….......88 4. 1. 3. 2. Ziyaret Mekânları…………………………………………………...…91 4. 1. 3. 3. Ahiret………………………………………………………….......……93 4. 1. 3. 4. Cennet – Cehennem……… ……… …… ………………….......…..93 4. 1. 3. 5. Ecel…………………………………………………………….............94 4. 1. 3. 6. Kırklar…………………………………………………………......…....94 4. 1. 3. 7.Pir………………………………………………………...…..........…....95 4. 1. 3. 8. Musahip
………… . … ….…… .….….…………………........…...95
4. 1. 3. 9. Erenler……………………………………………………… …....……96 4. 1. 3. 10. Elest……… ……… …… ……… ……………………………..........97 4. 2. Aşk, Sevgi ve Sevgili………………………………………………...… ….97 4. 2. 1. İlahi Aşk……………………………………………………… …….........98 4. 2. 2. Beşeri Aşk ………………… …………………………….......…… ..100 4. 3. Sosyal Konular……………………………………………………….........105 4. 4. Dert ve Istırap……………………………………………….......…………109 4. 5. Tarihi ve Millî Konular………………………………………………...…...111
vii
4. 6. Doğa Güzellikleri………………………………………………….......…...113 BEŞİNCİ BÖLÜM ÂŞIK HALİL’İN ŞİİRLERİ 5.1. Âşık Halil’ in Şiirleri............................................................................ 118 ALTINCI BÖLÜM ÂŞIK HALİL’İN ÇIRAKLARI VE ESERLERİ 6. 1. Eşref ERDUGAN’ın Hayatı…………………………......……………….246 6. 1. 1. Eşref ERDUGAN’ınŞiirleri……………… ………....…… … …….....247 6. 2. Ali İhsan ERDUGAN’ın Hayatı……… …………… ......…………..…..256 6. 2. 1. Ali İhsan ERDUGAN’ın Şiirleri……....……………….………… ……259 6. 3. Arap Ali ERDUGAN’ın Hayatı ………….....…………………………….333 6. 3. 1. Arap Ali ERDUGAN’In Şiirleri………………………….……………..335 SONUÇ……………………………………… … ……… ………… …………...337 KAYNAKÇA………………………………………………………………………339 ÖZET……………………………………………………………………………...347 ABSTRACT………………………………………….…………………………...349
viii
KISALTMALAR CETVELİ Der. : Derleyen Haz. : Hazırlayan Hz. : Hazret km 2 : kilometre kare m : metre MÖ : Milattan Önce MS : Milattan Sonra TRT : Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu vb. : Ve başkaları, ve benzerleri, ve bunun gibi yy : Yüzyıl
GİRİŞ
1. TÜM YÖNLERİYLE ÇORUM
1. 1. Çorum’un Tarihi Özellikleri
Çorum, bir tarih şehridir. İlin her tarafında en eski uygarlıklardan zamanımıza kadar gelmiş pek çok kalıntılara rastlanır. Bölgede, bu uygarlık kalıntıları bitişik veya üst üste bulunmaktadır.
Çorum’da çok sayıda tarih öncesi devrin en belirgin özelliğini, taşıyan tabii ve yapma mağaralar mevcuttur. Yazılı tarih öncesi uygarlıkların kalıntıları yapılan kazılarla gün ışığına çıkmakta ve Çorum’un uygarlık tarihinde eski bir medeniyet merkezi olduğunu göstermektedir. Hititler Anadolu egemenliğine bu bölgede başlamışlardır. Bir Hitit höyüğü yanında bir Frig, Roma, Bizans devri mezarı veya taban mozaikleri; diğer yanda Selçuklu kervansarayına ait yıkıntı yerleri ve onun yanında Osmanlı eserlerine rastlamak mümkündür.
Anadolu’yu ikinci bir anayurt yapmak için Orta Asya’dan göç eden cedlerimiz ilk defa bu ilin topraklarının bulunduğu Kızılırmak kıvrımının içine yerleşmişler ve başkentlerini bu ilin sınırları içine kurmuşlardır. ( Ercan, 1991 :10 )
2
1. 2. Çorum Adının Kökeni
Çorum adının kaynakları ile ilgili muhtelif rivayetler ve bilgiler vardır. a. Bizans Kaynaklarına Göre: Anadolu’nun
Türkleşmeye
başladığı
1071
Malazgirt
Meydan
Savaşı’ndan çok önce Türk boyları yavaş yavaş Anadolu’ya sızmaya ve yerleşmeye başlamışlardır. Bu tarihte Bizans’a bağlı olan Çorum, Nikonya (Yankoniye) adını taşımaktaydı. ( Yurt Ansiklopedisi,1981:2022 ). b. Danişmendname’ye Göre: Melih Ahmet Danişmend çetin savaşlardan sonra Bizans’ın elinden Çorum bölgesini alır. Halk Müslüman olup bağlılık gösterir. Ancak bu tutumları, Melih Ahmet’i ve ileri gelen komutanları bir ziyafette zehirlemek istemelerinden dolayı bir tuzaktır. Bu kötü niyetlerini ve şehrin bir depremle tamamen yıkılacağını Melih Ahmet bir gece rüyasında görür. Melih Ahmet bu rüyanın verdiği endişe ile uyanırken şehir sallanmaya başlar. Askerlerini ve arkadaşlarını derhal kaleden çıkarır.
Kaledeki Bizanslılar Müslümanların çekilişinden memnun kalarak kaleyi tekrar kapatarak savaş hazırlığına başlarlar ve yeniden dinlerine dönerler. Fakat deprem yeniden şiddetlenir, kale ve şehir tamamen harabeye döner. Bizanslılara bu saldırıdan dolayı, suçlu anlamına gelen “Cürümlü” adı verilir. Zamanla bu “Çorumlu“ olur. ( Bakırer, 1990:51 ). c. Evliya Çelebi Seyahatnamesine Göre:
3
Evliya Çelebi Seyahatnamesinin ikinci cildi 407. sahifesinde bölgenin havasının astım hastalarına iyi gelmesi nedeniyle, Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan hasta oğlu Yakup Mirza’yı ve çorluyu (bakımsız, zayıf, hastaları) buraya göndermiş ve bunlar sağlıklarına kavuşmuşlardır. Bundan dolayı şehre Çorum denilmiştir. ( Evliya Çelebi,1896:407 ).
ç. Çorum ‘un çevresinin dağlarla çevrili oldukça geniş bir ova olmasından
dolayı
(Çevrim)
denildiği,
halk
ağzında
Çorum’a
dönüştüğü söylenmektedir. ( İzbırak,1965:280 ). d. Çorum (önceleri bazen Çorumlu) Türklerin bölgeye gelmesiyle bu adı almıştır. Çorum veya Çorumlu adının Oğuz boylarından Alayunt’lu boyunun bir oymağına ait olduğu belirtilmektedir. ( Yurt Ansiklopedisi, 1981:2022 ).
1. 3. İslâm Öncesi Çorum
Çorum bölgesi, tarihi ve kültürel açıdan günümüzden 7000 yıl öncesine kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Bölgede sırasıyla Kalkolitik ( Taş ), Eski Tunç Çağı, Asur Ticaret Kolonileri, Hitit, Frig, Helenistik , Galat, Roma,
Bizans,
Selçuklu
ve
Osmanlı
dönemlerine
ait
eserlere
rastlanmaktadır. ( İslam Ansiklopedisi, 1993:373 ).
Çorum bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda az sayıda bulunan bazı taş aletler, bu bölgede Yontma Taş ve Cilalı Taş Devrinin yaşandığına ilişkin kanaat oluşturmakla beraber, bu devirlere ait yerleşmeler konusunda kesin bir sonuç elde edilememiştir. ( Yurt Ansiklopedisi, 1981:2023 ).
4
Çorum ve çevresinde ilk yerleşim MÖ 5000 yıllarına, Kalkolitik dönemin dördüncü aşamasına rastlar. Yörede kazısı yapılan merkezlerin hemen hepsinde, Kalkolitik çağa ait kaplar ve bakırdan yapılma malzemeler bulunmuştur. Ayrıca yörede diğer maden yataklarının bulunması, teknolojik evrimi çabuklaştırmış
ve bölgede etnik grupların ve krallıkların ortaya
çıkmasında etkili olmuştur. Bu devir eserlerine Alacahöyük, Büyük Güllücek, Boğazköy, Eskiyapar ve Kuşsaray’da rastlanmıştır. Yerleşimler bu dönemden itibaren devamlılık göstermiştir. En önemli Kalkolitik yerleşme Alaca’nın Büyük Güllücek köyünde yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. (Özgüç, 1980:82).
Bu dönem mimarisinde Orta Anadolu için tipik 2-3-4 odalı evler, elde yapılmış siyah gri, kırmızı renkli seramikler bu devir için karakteristiktir. Bu dönemde damga mühür kullanımı yaygınlaşmış, idollerin (şematik insan tasvirleri) sayısı artmıştır.
Çorum ilinin tarihinde en önemli dönem Tunç Çağıdır. Bakır ve kalayın karıştırılmasıyla elde edilen tunç döneme de ismini vermiştir. MÖ 3000-1000 yıllarına kadar süren bu dönem üçe ayrılır: Eski Tunç Devri ( MÖ 3000-2000 ) Çorum ve çevresinde MÖ 3000 yıllarında etrafı surlarla çevrili pek çok şehir devletinin varlığı, yapılan arkeolojik kazılarla belirlenmiştir. Alacahöyük, bu dönemin en zengin şehirlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Anadolu’da bu devirde zengin şehir devletleri kuran kavimler Hattiler’dir. Hattiler Anadolu’da ismi bilinen en eski yerli kavim olarak karşımıza çıkmaktadır.
5
Orta Tunç Devri Anadolu’da Asur ticaret kolonilerinin ve eski Hitit Devletinin ortaya çıktığı dönemdir. Eski Tunç Çağından yazının kullanılmaya başlanması ile ayrılır. Asur Ticaret Kolonileri Çağı (MÖ 1950–1850) MÖ 2000 yılı başlarında Anadolu zengin ve bayındır bir yerleşim yeridir. Anadolu’nun bu durumunu bilen Mezopotamyalılar Asur Devleti’nin önderliğinde
Anadolu’yla
Anadolu kentinin
ticaretlerini
geliştirmişlerdir.
Asurlular
dokuz
yanına Pazar şehri “ Karum “ kurmuşlar, Boğazköy de
(Boğazkale) “Hattuş–Karum“ adıyla kurulan şehir, bu ticaret merkezlerinden biri olmuştur.
Bu ticaret ilişkileri Anadolu’yu kültürel, ekonomik ve politik yönde etkilemiştir. M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu yazıyı tanımıştır.
Bu çağın önemli eserleri silindir ve damga, mühürler, tabletler, insan ve hayvan heykelcikleri ile hayvan biçimli içki kaplarıdır. Çanak – çömlek yapımı, çarkın kullanılmasıyla büyük gelişme göstermiştir. Anadolu’da yaşamakta olan sanat, yerli gelenek ve görenekler Mezopotamya’dan gelen etkilerle gelişmiş, yeni bir boyut kazanarak daha sonraki Hitit sanatının temelleri atılmıştır. ( Özgünç, 1980:84 ).
Asur Ticaret Kolonileri dönemi, sosyal ve siyasal yeni görüşlerin ortaya çıkmasını
sağlamıştır.
Yerel
prenslerle
yönetilen
Anadolu’da,
Mezopotamya’daki gibi merkezi devlet fikri gelişmiş ve sonucunda da iç mücadeleler başlamıştır. Hint – Avrupalı bir kavim olan Hititler, MÖ 3000
6
yıllarının sonlarında küçük gruplar halinde Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya girerek yerli halk Hatti nüfusu ile karışmışlardır.
Hititler, Asurluların Anadolu’dan çıkmak zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlardır. Anadolu’nun yerli halklı ile kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır. Bu devletin kurucusu Labarna’dır, başkenti ise Hattuşa’dır. ( Dinçol,1981:5 ).
Hitit Devleti’nin yıkılışından sonra, Anadolu’da 300 yıllık bir karanlık devir yaşanmıştır. MÖ 800 yıllarında Asur kaynaklarında “Muşki” olarak geçen Frigler, merkezi Gordion olmak üzere Kızılırmak yayı içindeki bölgede bir devlet kurarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Frigler’in Çorum bölgesindeki yerleşme merkezleri Pazarlı, Boğazkale , Alacahöyük ve Eskiyapar’dır. Bu çağın önemli bir özelliği de, demirin uygarlığa girmesi ve “Demir Çağına“ Frigler’le başlanmasıdır. MÖ 7. yy‘ın ilk yarısında Kimmerler tarafından yıkılan Frigler; kültür ve sanattaki etkinliklerini MÖ 330’da Büyük İskender ‘in Anadolu’yu ele geçirmesine kadar devam ettirmişlerdir.
Kimmerler’in Frig devletini yıkmasından sonra Çorum bölgesi İran’da bir devlet kuran Medler’in, daha sonra da Persler’in hakimiyetinde kalmıştır. MÖ 276’da Galatlar, Çorum ve çevresinde Hitit ve Frigler ‘den sonra en çok iz bırakan devlettir. Roma imparatoru Julius Sezar zamanında bölge, Romalılar’ın eline geçmiş ve M.S. 395’te Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Çorum ve civarı Bizans İmparatorluğu’nun yönetimine geçmiştir. Bu devirde Çorum’ un adını Yankoniye olarak görmekteyiz. ( Vasiliev, 1943:102 )
7
1. 4. Çorum Bölgesine Oğuz Boylarının Yerleşmesi ve Çorum’un Türk Egemenliğine Geçişi
Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın Danişmend Beyi olan Ahmed Gazi, Amasya’yı aldıktan sonra Çorum’u da (Nikonya) almak için Çavlı Bey i görevlendirmiştir. Çavlı Bey, emirlerinden Karatekin ve Serkes Ahmet Gazi ile Çorum’a yürümüş ancak, Çorum tekfuru Nastura’ya Kastamonu’dan yardım geldiği için Çavlı Bey başarılı olamamıştır. Bunun üzerine Melih Ahmet Gazi 30.000 kişilik askeriyle Çorum’a gelmiştir, beraberinde komutanlarından İltekin Gazi ile birlikte.
Kastamonu’dan Çorum’ a yardım için gelen Bizans kuvvetleri bozguna uğratılarak şehir kuşatılmıştır. Melih Ahmet Gazi Nastura’ya, elçisi Yahya’yı şehri teslim etmesi için göndermiş, Nastur teklifi reddetmiştir. Bir haftalık kuşatmadan sonra Nikonya (Çorum) şehri 1075 yılında alınmıştır. (Turan, 1971:60 ).
Melih Ahmet Gazi Oğuzların Alanyuntlu boyundan Çorumlu oymağının başı bulunan İlyas Bey’i Çorum’a yönetici olarak bırakmış, İltekin Gazi ile Osmancık’ı almak üzere Çorum’dan ayrılmıştır. Osmancık alındıktan sonra burasını Alayunt boyundan Osman Bey’e vermiştir. Osmancık adını bu beyden almıştır.
Kısa zamanda Orta Anadolu’yu Bizans’ın elinden alan Danişmend Beyliği,
Çorum
ve
çevresini
Türk
boylarına
açarak
Anadolu’nun
Türkleşmesine katkıda bulunmuştur. Bu bölgede Oğuz Türkleri yerleştikleri yerlere boylarının ve oymaklarının adlarını vermişlerdir. Köy, mahalle, dere tepe, dağ ve ova gibi bazı yer isimleri Oğuz boylarının adlarını taşımaktadır.
8
Bayat, Büget, Kayı, Kınık, Salur, Avşar, Bayındır, Karakeçili, Kraevli, Dodurga verilen boy ve oymak adlarından bazılarıdır. Anadolu’nun Türkleşmesinde Oğuz boylarına mensup Türkmenlerin büyük rolü olmuştur. Bu çerçevede Karadeniz Bölgesi’ne de çok sayıda Oğuz boylarına mensup Türkmenlerin yerleştiği görülmektedir. Bu Türk boyları bölgenin hem fetihlerle , hem de iskanlarla Türkleşmesini sağlamışlardır.
Anadolu’nun fethinden sonra bölgeye yerleşen Türklerin Çorum bölgesini yurt ve otlak olarak kullandıkları kayıtlardan anlaşılmaktadır. ( Bakırer, 1990:51 )
1.5. Danişmend Beyliği Zamanında Çorum
Danişmend
Ahmet
Gazi
tarafından
Bizans’tan
alınan
Çorum,
Danişmend Beyliği’nin Sivas koluna bağlıydı. Sonradan merkezleri Niksar olmuştur. 1174 yılına kadar bağımsız olan Danişmend Beyliği, Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan tarafından yıkılarak toprakları Anadolu Selçuklu Devleti’ne katılmıştır.
Danişmendliler zamanında Anadolu’nun büyük bir kısmı Anadolu Selçukluları tarafından ele geçirilmiştir. Ancak Haçlı ordularının Ankara’ya yürümesi üzerine, Ankara emiri olan Fetih Han Çorum Sancağına çekilmek zorunda kalmıştır. ( Uzunçarşılı, 1969:102 ).
9
1.6. Anadolu Selçukluları Zamanında Çorum
Çorum’un Anadolu Selçuklu Devleti’nin yönetimine katılması, Kılıç Arslan zamanında olmuştur. Haçlılarla Çorum yakınlarında savaş yapılırken Çorum Beyi olan Obruna’nın Kılıç Arslan’a sığınmış olduğu ve şimdiki kalenin I. Kılıç Arslan tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir.
Çorum’un I. Kılıç Arslan tarafından alınması Danişmendliler ile aralarının açılmasına neden olmuştur. I. Kılıç Arslan‘dan sonra Anadolu Selçuklular’ı zamanında Çorum giderek gelişmiştir. II. Gıyasettin Keyhüsrev döneminde (1237–1245) Çorum yönetim bakımından bölge komutanlığı şekline dönüşmüştür.
Bu zamanda Baba İshak ismindeki bir dervişin, Türkmenler arasında taraftar toplayarak
ayaklanması güçlükle bastırılmıştır. Baba İshak‘ın en
yakın müridlerinden olan Baba İlyas Çorum’daki Türkmen beylerinden olup, Baba İshak’ın öldürülmesinden sonra Amasya’ya geçerek şeyhliğine devam etmiştir. Bir süre sonra yerine oğlu Aşık Paşa geçmiş, daha sonra da Aşık Ali’nin oğlu Elvan Çelebi şeyhliklerini sürdürmüştür. ( Bardakçı, 1940:105 ).
Moğollar ile Anadolu Selçukluları arasında, 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı’nda, Anadolu Selçuklu Devleti’nin yenilmesi sonucu, Anadolu‘da yeni bir karışıklık dönemi başlamıştır. Bu durum Çorum’u da etkilemiştir. Karahisar Temürli’ye sahip olan “Hüsamettin“ bu karışıklıkta Çorum ve Osmancık’a da egemen olmuştur. 1276 yılında Kunduz Bey’in oğlu Emir Celalettin’in Çorum’daki Moğolları yenerek Çorum ve Amasya’yı almıştır. (Turan, 1971: 87 )
10
1. 7. Osmanlılar Dönemine Kadar Çorum
İlhanlı Devleti’ne 1308’de bağlanan Çorum’da, Moğolların Anadolu yöneticisi olan Timurtaş’ın Mısır’a kaçması üzerine Eretna Bey egemenlik sağlamıştır. Eretna Bey’in ölümünden sonra yedi yaşındaki oğlu Mehmet beyliğe getirilirken Kadı Burhanettin buna vasi olmuştur. Kadı Burhanettin hükümdarlığını ilan ederek Şahgeldi Paşayı yenmiş, Çorum’u almış daha sonra Osmancık’ı da ele geçirmiştir.
Anadolu’da Türk siyasi birliğini kurmak isteğiyle hareket eden Yıldırım Beyazıt, önce Kastamonu Emiri Süleyman’ı yenerek Kadı Burhanettin ‘den Osmancık’ın teslimini istemiştir. Bugünkü Kırkdilim yöresinde yapılan savaşı Kadı Burhanettin kazanmıştır (1392). Bir süre sonra Yıldırım Beyazıt kendisine taraftar beylerin yardımıyla Çorum, İskilip ve Osmancık’ı ele geçirmiş,
Kadı Burhanettin Sivas ‘a çekilmek zorunda kalmıştır. (Yüksel,
1970:77).
1.8. Osmanlı İdaresinde Çorum
Ankara Savaşı sonucunda (1402) Yıldırım Beyazıt’ın kurmuş olduğu siyasi birlik bozulmuştur. Timur himayesinde Amasya’da egemenliğini sürdüren
Çelebi
Sultan
Mehmet
zamanında
Çorum,
yine
Osmanlı
yönetiminde kalmıştır. Bu durum Cumhuriyet yönetimine kadar devam etmiştir. Çelebi Sultan Mehmet Çorum’da komutanlık kurduğu gibi sık sık Çorum’u rahatsız eden Köpek Oğlu Sülü ve kardeşi Hüseyin’i öldürtmüş, ayrıca Babaiye tarikatı taraftarlarıyla uğraşmıştır.
11
Osmanlı birliğini sağlayan Çelebi Mehmet, oğlu II. Murat’ı Amasya’ya Vali yapmıştır. II. Murat’ın Lalası Biçer oğlu Hazma Bey ‘in Çorum’a hizmetleri olmuştur. XVI. yy ’dan itibaren Çorum bölgesi Karayazıcı gibi Celalilerin ayaklandığı bir yer haline gelmiştir. ( Uzunçarşılı, 1972:250 ).
1. 9. Millî Mücadele Döneminde Çorum
Çorum’da Millî Mücadele hareketi üç bölüm halinde açıklanabilir: 19 Mayıs 1919’dan Önce Çorum: İttihat ve Terakki Partisi’nin kökü olan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin kurulmasında Çorumlu Doktor Mustafa Cantekin‘in büyük rolü olmuştur. Çorum’da İttihat ve Terakki Partisi’nin kurulmasına Edebiyat öğretmeni Münüf Kemal, Yüzbaşı Selahattin öncülük etmişlerdir.
I. Dünya Savaşı’ndan önce meydana gelen karışıklık Çorum’da da görülmüş Hürriyet ve İtilafçılar Avukat Kamil ve Avukat Sabit öncülüğünde faaliyete geçmişlerdir. ( Aktüre, 1990:117 ) 19 Mayıs 1919’dan 23 Nisan 1920’ye Kadar Geçen Olaylar: Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı sırada ülkenin içinde bulunduğu karışık ortam Çorum’da da yaşanmıştır. Bu zamanda Çorum Ankara’ya bağlı bir sancaktır. Bu sancağın yönetiminde Ankara Valisi olan Muhiddin Paşa’ya bağlı Samih Fethi bulunmakta ve padişah taraftarı olan bu kişiler Milli Mücadele hareketine cephe almışlardır. Atatürk, Ali Fuat Cebesoy’u görüşmek üzere Havza’ya davet etmiş, Ali Fuat Cebesoy, Sungurlu - Çorum - Merzifon yolunu uygun görerek 16 - 17 Haziran‘da
12
Çorum’a gelmiş ve burada misafir olmuştur. Onu takip ederek Çorum’a gelen Ankara Valisi Muhiddin Paşa, Mutasarrıf Samih Fethi ile görüşerek Ali Fuat Cebesoy’u tutuklamak istemiş ancak başarılı olamamıştır.
Atatürk Erzurum Kongresi’ni yaptıktan sonra, kongre yapmak üzere Sivas’a geldiği sırada, Çorum’da bulunan Samih Fethi birtakım engellemeler yapmak istemişse de başarılı olamamıştır. Çorum Sancağı’ndan Sivas Kongresi’ne katılmak üzere, Mehmet Tevfik Efendi ile Çorum Lisesi Fransızca öğretmeni Dursun Bey temsilci olarak gönderilmiştir. ( Tekeli. 1990:172 ) Cumhuriyetin İlanına Kadar Çorum’da Geçen Olayların Ana Hatları: Mustafa Kemal’in her sancaktan beş kişi seçilmesine dair genelgesine uyularak Çorum’dan seçilen beş kişi, ilk TBMM’ni kurmak üzere Ankara’ya gönderilmiştir. Bu sırada Çorum’a Mutasarrıf Vekili olarak Haymana Kaymakamı Camal Bey atanmış ve Çorum’a gelişinden bir gün sonra Ankara’da TBMM açılmıştır.
Milli Mücadele hareketinin başlangıcı ve en zor zamanında Çorum bir taraftan
Çapanoğullarının,
bulunmuştur.
Çorum
öte
halkının
yandan Millî
Pontusçuların
Mücadeleye
tehdidi
bağlılığı
altında
sayesinde,
Çapanoğulları İsyanı daha fazla genişlemeden söndürülmüştür.
Çorum Millî Mücadelede en çok şehit veren illerden olup, merkez ve ilçelerinden İstiklâl Savaşı’na katılan 1510 kişi İstiklâl madalyası ile onurlandırılmıştır. ( Yurt Ansiklopedisi,1981:2082 ).
13
2. Çorum ‘un Coğrafi ve Ekonomik Özellikleri
2. 1. Çorum’un Coğrafi Özellikleri
Çorum ili, doğudan Amasya’nın Göynücek ve Gümüşhacı köy; batıdan Çankırı’nın merkez ve Yapraklı; güneyden Yozgat’ın Yerköy, merkez ve Sorgun; kuzeyden Sinop’un Boyabat; kuzeydoğudan Samsun’un Vezirköprü; kuzeybatıdan Kastamonu’nun Tosya ve güneybatıdan Ankara’nın Delice ve Sulakyurt ilçeleriyle sınırlanmıştır. Orta Karadeniz’in güneyinde yer alır. 12.820 km
2
‘lik
yüzölçümü ile Türkiye’nin % 1,6’sını kaplar. ( İzbırak,
1965:102 ).
Çorum ili Orta Karadeniz’in parçalanmış ve aşınmış dağ sıralarıyla, İç Anadolu platolarından Yozgat Platosu arasında bir geçit oluşturmaktadır. İl sınırları içerisinde önemli göl yoktur. ( Saraçoğlu, 1961: 405 ).
Çorum ilinin en önemli madeni linyittir. Linyit yatakları Osmancık ilçesine bağlı Dodurga ve Alpagut köyleri arasında bulunmaktadır.
Çorum ili iklimi, tümüyle İç Anadolu Bölgesi’nin sert ve karasal iklim özelliklerini yansıtmaktadır. İlde yazları sıcak ve kurak; kışlar ise soğuk ve sert geçmektedir. ( Yurt Ansiklopedisi, 1981:2082 ).
İlin yüzölçümü 12.820 km 2 olup bu alanın %40'ı dağlardan ve yüksek platolardan, %45'i meyilli ve hafif meyilli arazilerden, % 15'i de ovalardan oluşmaktadır. İlin denizden yüksekliği 350 - 2.097 m. arasında değişmekte
14
olup, İlde yükseklik, Kargı ilçesi Kös Dağı üzerinde bulunan Erenler Tepesi’nde 2.097 m.' yi bulmakta, Kızılırmak vadisinde ise 350 m.' ye kadar düşmektedir. ( Yurt Ansiklopedisi, 2081 ).
2. 2. Çorum’un Ekonomik Özellikleri
İlde en önemli faaliyet kolunu tarım ve hayvancılık oluşturur. Öncelikli olarak üretimi yapılan tarım ürünleri arasında buğday, arpa, çeltik, yeşil mercimek, nohut, şeker pancarı ve kuru soğan sayılabilir.
İl eskiden beri "Çorum Leblebisi" ve "Çorum Unu" ile ünlüdür. Aynı zamanda yıllık 700.000 ton üretimi ile buğday ambarı olarak da bilinen Çorum, Türkiye çeltik üretiminin yaklaşık %11'ini sağlamaktadır. Ayrıca, İlde yumurta tavukçuluğu da önemli bir tarımsal faaliyet dalı olup, günlük yumurta üretimi 1.500.000 - 2.000.000 arasında değişmektedir.
Çorum topraklarının % 49 'u tarım arazisi, %29 'u orman ve fundalık arazi, %11'i çayır mera arazisi ve %11'i diğer araziler olarak dağılım göstermektedir. Türkiye genelinde ise, bu durum sırası ile %26 , %34 , %26 ve %13 oranında dağılım göstermektedir.
Tarım ve orman alanları, Türkiye geneline göre Çorum'da daha fazla oranda olmakla beraber; çayır ve mera alanları daha az orandadır.
15
Tarla bitkileri yetiştiriciliğinde buğday ekimi başı çekmekte olup, bunu arpa, nohut, tane fiğ, yeşil mercimek, ayçiçeği, şekerpancarı ve soğan ekim alanları takip etmektedir. Elde edilen ürün miktarı bakımından ise 548.121 ton ile yine buğday önde gelmekte, onu 272.505 ton ile şeker pancarı, 189.950 ton ile arpa üretimi takip etmektedir.
Bölge ölçeğinde gördüğü işlevler açısından ne tam kentsel, ne de tam kırsal nitelikler gösteren Çorum, yerleşmelerin bölgesel kademelenmesinde üst kademedeki tüketici büyük kent ile alt kademedeki kırsal yerleşmeler arasındaki ilişkiyi sağlayan, kırsal alandan elde edilen artı ürünün toplandığı, tüketici merkeze iletildiği bir ara merkez ve bir "Pazar yeri" durumundadır.
Dericilik, dokumacılık, bakırcılık ve demircilik ilin genel ekonomisi içinde önemli bir yere sahiptir. Son yıllarda Çorum’un ilçelerine çok sayıda gıda fabrikası kurulmuştur. ( Yurt ansiklopedisi, 1981:2050 ).
3. Çorum’un Kültürel Durumu
Kızılırmak’ın çizdiği yay içindeki bölgede Anadolu’nun en eski, en köklü uygarlıkları kurulmuştur. Bu bölgede yer alan Çorum da bu uygarlıkların, yerleşim merkezlerinin yoğunlaştığı yörelerdendir. Çorum, Hititler döneminde Mısır ve Mezopotamya’ya denk bir uygarlık merkezi olmuştur. Çorum, Anadolu’nun ilk Türkleşen bölgelerinden biri olmuştur. Selçuklular döneminde Çorum’un bayındırlaşmasına önem verilmiş, çok sayıda cami ve medrese yapılmıştır. Ancak bu dönem kısa sürmüş. Cumhuriyet dönemine tarıma dayalı, kapalı bir toplum yapısıyla girmiştir . Başkent Ankara ile kurulan bağlantı, kent yaşamına yeni boyutlar getirmiştir. Kırsal kesimdeki toplumsal değişme 1950’lerden sonra kente göç biçiminde
16
başlamıştır. Asıl değişme 1970’lerden sonra gerçekleşmiştir. Kuzey ve kuzeydoğudaki on dört ile giden karayolun Çorum’dan geçmesi kenti bir transit merkezi durumuna getirmiştir.
1950’lere kadar yaşama biçiminde geleneksel özellikler ağır basmıştır. Kapalı toplulukların dışa açılmasıyla il hızlı bir kültür değişmesi sürecine girmiştir. Sanayileşme, ulaşım, iletişim, eğitim hizmetlerindeki gelişme geleneksel yapının çözülüşünü hızlandırmıştır. Eski alışkanlıkların yerini çağdaş biçimler almıştır. Çorum’da kültürel değişmenin etkenlerinden biri de göç olgusu olmuştur. ( İslam Ansiklopedisi, 1993:376 ).
Merkezlerde
ve
merkeze
yakın
köylere
çağdaş
giysiler
benimsenmiştir. Merkezden uzak köylerde az da olsa halen geleneksel özelliklere sahip giysilere rastlanmaktadır. ( Yurt Ansiklopedisi, 1981:2050 ).
İl kültüründeki günümüz çizgileri, Türk – İslam kültürünün etkisiyle biçimlenmiştir. Dinsel ve din dışı inançlar, gelenekler, görenekler toplumsal yaşamda ağırlığını hissettirmektedir. Çorum’da inançlar ve töresel yapının oluşumunda Alevilik büyük yer tutmaktadır. Yörede çok sayıda yatır bulunmaktadır. ( Yurt Ansiklopedisi,1981:2052 ).
Çorum’un geleneksel oyunları yörenin günlük yaşamından, gelenek ve göreneklerinden kaynaklanmıştır.
17
Halk oyunlarının bir bölümü halay türündedir. Yaygın çalgılar davul ve zurnadır. Oyunlarda saz öğesine rastlanmaktadır. Dillala, İğdeli gelin gibi oyunları vardır.( Demirsipahi,1975:109 ).
Çorum ve yöresinde köy seyirlik oyunları çok ve çeşitlidir. Bunların büyük çoğunluğu öbür yörelerde de oynanmaktadır ve Çorum yöresinde çevreye özgü adlarla anılmaktadır. ( Elçin,1977:112 ).
Çorum ve yöresinde günümüzde adını duyurmaya başlayan ozan ve yazarlar yetişmiştir. Onların yapıtlarına da dolaylı olarak giren yörenin edebiyata yansıması, daha çok Çankırı Hapishanesi’nde yatanlar ve Çorum’a sürülenler aracılığıyla olmuştur. Millî Edebiyat Dönemi yazarlarından Refik Halid’in “ Memleket Hikâyeleri “ adlı yapıtının Türk öykücülüğünde önemli bir yeri vardır. Kitabındaki “ Sarı Bal “ ve “ Küs Ömer “ öykülerinin 1916’da Çorum’da yazıldığı belirtilmektedir.
Çorum yöresi gerçekçi edebiyata Kemal Tahir’in romanlarıyla yansımıştır. Çorum Hapishanesi’nde Çorum yöresi insanıyla uzun yıllar bir arada yaşayan romancı gözlemlerine, incelemelerine dayanarak yörenin elli yıllık dönemini kapsayan bir panorama çizmiştir. ( İslam Ansiklopedisi, 1993:375 ).
18
4. Çorum’da Yetişen Ozanlar
Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen günümüzde de hayatiyetini sürdüren âşıklık geleneği Çorum’da köklü bir geçmişe sahiptir. Çorum’daki âşıklık geleneğinde Alevi - Bektaşi inancının etkili olduğunu görmekteyiz. Özellikle cem törenleri ve köy odalarındaki âşık sohbetleri Çorum’daki âşıklık geleneğinin gelişimine katkıda bulunmuştur. Günümüzde de ust - çırak ilişkisi içinde yetişmiş birçok Çorumlu âşık bulunmaktadır. Sıralayacağımız isimler XIV. yy‘dan günümüze âşıklık geleneğinin Çorum’da canlı bir şekilde sürdüğünün göstergesidir.
Ak Şemseddin, Gazi Beydili, Yeğen Gazi, Teslim Abdal, Âşıkî, Dedemoğlu, Kul Mustafa, Âşık Feyzullah, Âşık Hüseyin, Mehemmet, İbrahim, Hâfızi, Noksaî, Ahmet, İzzet, Rüşti, İrfâni, Ceyhûni, Âşık Bedri, Rifat, Deli Boran, Sefil Ahmet, Zeki, İffet, Fedâi, Sefil Ali, İfşâi, Nakdî, Ednâ, Nüzhet, Kadrî, Mırık, Zühdü, Abdülbaki Fevzi Uluboy, Haydar Bektaş, Recep Rahmi Tankaya , Hilâlî, Ali Rıza Karagöz, Hasan Çıtak, Âşık Ali Açık, Salim Örgel, Âşık Boranî, Fikret Piroğlu, Aşık Kemal Baydar, Hüseyin Çırakman , Âşık Halil Erdugan, Şekip Şahadoğru, Hayri Ucar, Selami Saydam, Hasan yördem, Âşık Hazma , Seydi Baba, Urfanî, Âşık Kemal Aksoy, Âşık Hamdi Kardaş, Eşref Erdoğan, Kerem Sala , Ali İhsan Erdoğan, Dertli Murat, Âşık Adil Çiçek, Haşimi Aslıhak, Arap Demir, Arap Ali Erdoğan, Âşık Bilâl Akaya, Âşık Ağabeydin Ayhanî, Âşık Müslüm Koykun, Âşık Sadık, Âşık Hasan Hüseyin Çirkin, Âşık Meftunî, Âşık Ali Çetin (Naçarî), Hüseyin Özdemir, Gazi Barışcan, Âşık Zeynel Doğanoğlu, Âşık Hüseyin Vural (Kırgınî), Gülsün Kılıç ( Ozan Sedayî ) …( Ercan, 1991 :2 ).
BİRİNCİ BÖLÜM
ÇORUMLU ÂŞIK HALİL
1. 1. HAYATI
1.1. 1. Doğumu
Âşık Halil Erdugan 1928 yılında Çorum ilinin Alaca ilçesine bağlı Haydar
Köyü’nde
dünyaya
gelmiştir.
Yedi
kardeşin
en
küçüğüdür.
Çevresinde Halil Ağa, Âşık Halil olarak çağrılmaktadır.
Annesinin adı Sultan, babasının adı Hasan’dır. Âşık dünyaya gelişi ile ilgili şunları söylüyor: “Annem doğurmaktan iyice bıkmış. Altı çocuk doğurmuş dile kolay. Bundan dolayı beni doğurmak istememiş. Eskiden çocuk doğumlarına bakan doktor da yok. Annem beni düşürmek için her yolu denemiş. Allah’ın izniyle dünyaya gelmişim. Doğduğumda kucaklara sığmayan bir çocukmuşum. Hatta o zaman Yozgat ilinin Bişer köyünden bir çobanımız varmış. Benimle ilgili çeşitli espriler yaparmış”
Dünyaya sağlıklı bir şekilde gelen Halil’i annesi ve babası büyük bir sevgi ile yetiştirmiştir. O yılları şu mısralarla dile getiriyor:
20
Beni yetiştirdi anam Bayramda yakardı kınam (98 / 5)
1.1. 2. Ailesi
Ailesi, Haydar Köyü’nün misafirperver, hali vakti yerinde ailelerinden biridir. Köyde muhtarlık uzun süre ailesi tarafından yapılmıştır. Bundan dolayı köy odasına gelen konuklarla tanışma, onların muhabbetlerini dinleme fırsatı bulmuştur.
Dedesi Mehmet Kahya, seferberliğe katılmış, çevresi tarafından çok sevilen, sayılan, düşüncelerine değer verilen bir insanmış. Köyde her kimin bir sıkıntısı olsa akıl danışmak için Mehmet Kahya’ya gelirmiş. Ziyaretçileri köyle sınırlı kalmayıp, köy dışından da geleni çok olurmuş. Okumayı öğrenmeyi seven bir insan olan Mehmet Kahya Âşık Halil Erdugan’ın yetişmesinde de etkili olmuştur.
Mehmet Kahya Halil’i diğer torunlarından daha farklı sevmiş, onunla diğer torunlarından daha farklı ilgilenmiştir. Gittiği sohbet ortamlarına mümkün olduğunca Halil’i de götürmüştür.
Âşık Halil’in ailesi diğer amcalar ve aile üyeleriyle birlikte 1963 yılına kadar aynı çatı altında yaşamıştır. Çocukluk yıllarının o mutlu dönemlerini şiirlerinde şöyle anlatır:
21
Düşerdik tarla yoluna Koşa koşa gidiyorduk Hasiretim o halime Koşa koşa gidiyorduk Su içerdik çeşmelerden Yalın ayak koşmalardan Yıkılıp da düşmelerden Koşa koşa gidiyorduk Kerpiç duvar köşe köşe Şafakta giderdik işe Konu komşuda bir neşe Koşa koşa gidiyorduk (86)
1. 1. 3. Eğitimi
Halil Erdugan, çocukluk yıllarını köyde geçirmiştir. O yıllarda köyde okul olmaması dolayısıyla okula gidememiş alfabeyi köy odasında öğrenerek okuma - yazmayı kendi gayretiyle sökmüştür. Askerlikte okuma ve yazmayı ilerletmiştir. Köy odası ve cem törenleri onun için gerçek bir okulun yerini tutmuştur. Bunu şirinde şöyle dile getirir: Kırkların ceminde dersimi aldım Ben arif sırrını okudum bildim (24 / 3) Dedesinin seferberlik hikâyeleri, tarihi olaylar onu derinden etkilemiş vatanını, milletini seven bu uğurda elinden gelen mücadeleyi verebilecek bir birey olmasını sağlamıştır. O da çocuklarına, çevresindekilere bu şuuru vermeye çalışmıştır.
22
Ancak tahsil yapamamanın eksikliğini hep hissetmiş, bu eksikliği kendi kendini yetiştirerek kapatmaya çalışmıştır.
Cahilliği hiç onaylamamış, çevresindekileri okumaya teşvik etmiştir. Öğrenmenin gerekliliğini ve önemini eserlerine yansıtmıştır.
1. 1. 4. Mesleği ve Evliliği
Âşık Halil daha küçük yaşlarda diğer köydeki çocuklar gibi mal gütmeye, bağ – bahçe beklemeye başlamıştır. Ardından ailesine tarla işlerinde yardımcı olmuş, bir taraftan da eli ağaç işleriyle uğraşmaya yatkın olduğu için ahşap işeriyle uğraşmaya başlamıştır.
1948 yılında Döndü Hanım ile evlenmiş, dört çocuğu olmuştur. Bunlardan ikisi kız ikisi erkektir. Çocuklarının adları sırasıyla: Gazi, Necati, Melde, Gülizar’dır. Oğlu Gazi, Almanya ‘da bir rahatsızlık geçirerek vefat etmiştir. Âşık Halil yıllarca bu acıyı
içinden söküp atamamıştır. Oğlunun
ölümünün ardından şu mısraları söylemiştir: Garip anan seni görür düşünde Gece gündüz ağlar dağlar başında Kadersiz baban da son yaşlarında Seslenirim kuzum gel gel diye (12/3) Ardından çok sevdiği, yıllarca kahrını çeken eşi Döndü Hanım’ı da kaybetmiş, bir süre sonra şu anda evli olduğu Fatma Hanım ile evlenmiştir.
23
1964 yılına kadar ailesi ile köyünde çiftçilik yaparak geçimini sağlamıştır. Bu yıla kadar aile bir arada olduğu için, aile içinde iş bölümü yapıldığından daha rahattır, geçim kaygısı yoktur. O, işerden çok sazına ve sözüne ağırlık vermiş, sazıyla köy köy dolaşmıştır.
1957 - 1962 yılları arsında kısa süreli olarak marangozluk da yapmıştır. Ankara’da çalışırken Muzaffer Sarısözen ile tanışmış onun teşviki ile radyoda türküler söylemiştir.
Ailesi 1964 yılında mevcut malları paylaşıp dağılınca kendi ailesinin geçim kaygısı gerçek anlamda omuzlarına binmesi üzerine
1964 yılında
Almanya’ya vasıflı işçi olarak gitmiştir. Dört yıl orada çalışmış, oğlu Gazi Erdugan’ı Almanya’ya işçi olarak götürdükten sonra 1968 yılında o çok sevdiği köyüne temelli dönmüştür. Ardından bir taraftan çiftçiliğe devam etmiş, bir taraftan yeni yapılan evlerin ahşap işleriyle ilgilenmiş, diğer taraftan da o çok sevdiği sazıyla cem törenlerine , âşık sohbetlerine katılmıştır. Âşık Halil halen Haydar Köyü’nde küçük çiftliğinde çiftçilik yaparak geçimini sağlamaktadır.
1. 1. 5. Kişiliği
Kişiliğinin şekillenmesinde dedesinin etkisi büyüktür. Köy odasındaki sohbetler, cem törenleri, Alevî - Bektaşî adetlerini öğrenmesi, âşıklık mesleğine olan hevesi ve istidatı onun toplumda sevilen, sayılan bir insan olmasını sağlamıştır.
24
İlk deyişleri annesinden öğrenmiş, sazla tanışmasında babasının rolü olmuş, dedesi sayesinde saza büyük bir tutkuyla bağlanmıştır.
İnsanları, kainattaki tüm güzellikleri Allah’ın yansıması olarak gördüğü için Yunus misali, “Yaradandan dolayı yaradılanı” sevmektedir. Yaşamı boyunca hep adil olmaya çalışmış, haramdan ve yalandan uzak kalmıştır. Sahtekarlığı sevmeyip hep dürüstlükten, sevgiden yana olmuştur. ”Aşka yeter olmaz, aşkı olmayan insan insan değildir” sözü ona aittir.
Kavgadan hep uzak kalmış, barışın, birliğin bu toplumu ilerleteceğine inanmış, içindeki kızgınlığı dışa yansıtmak yerine, şiirlerini bu sıkıntılara ortak etmiştir.
1. 1. 6. Sazla Tanışması
Âşıklığa Haydar Köyü’nde başlamıştır. Önce saz çalmayı öğrenmiş sonra şiir yazmaya başlamıştır.
Babası Hasan Erdugan, Kuyumcu Köyü’nden kırık bir saz getirmiş. önce kendisi çalmaya çalışmış, ancak çalmayı becerememiş. Babası çalmayı öğrenemeyince Halil, gizli gizli sazla uğraşmaya başlamış. Dedesi Mehmet Kahya, torununu elindeki sazla görünce “Bu çocuk saz çalmasını öğrenir.“ demiş bunun üzerine Ankara’ya çalışmaya giden babası dönüşte oğluna yaprak bir saz almıştır. Dedesi köy odasına gelen Âşık Ali’den torununa saz çalmayı öğretmesini istemiş, Âşık Ali, Halil’i köyüne götürüp bir ay boyunca bildiklerini ona öğretmiştir. Bu bir ayın sonunda öğrencisine kendi sazını hediye ederek köyüne uğurlamıştır. Halil köye geldiğinde dedesinin “Halil
25
oğlum bir ay gittin neler öğrendin çal da dinleyelim.“ demesi üzerine ustasını hediye ettiği sazla kendisine ait olmayan, bir seferberlik türküsünden şu dörtlükleri okumuştur: “Vapura binerken kunduram kaydı İpekli kefiyem dalgalar çaldı Bizim kavuşmamız mahşere kaldı Kanım akar gözüm bakar iyi gardaş Selvinin dalları boyumdan uzun Yavrular gözüme bir salkım üzüm Sağ olur sılaya varırsam güzün Koyun kuzu kurban olur o zaman “ Dedesi türkünün sonunda ağlamaya başlamış bir taraftan torununun kısa sürede sazı bu kadar güzel çalması, diğer taraftan, seferberlik türküsünün hatırlattığı anılar dedesinin duygulanmasına neden olmuştur. Bundan sonra Âşık Halil köy odasındaki tüm âşık sohbetlerine katılmaya başlamış, cem törenlerinde sazıyla görev almıştır. Bir şiirinde saz çalmaya başlamasını şöyle anlatır: On yaşımda sazım çaldım Ben ustamdan dersim aldım Bahçemde gülümü buldum Ben bülbülüm gül içinde (74 / 1) Kısa sürede yakın köylerde adı duyulmaya başlamış, oralardaki âşık sohbetlerine davet edilmiştir.
Sevda ile bağlı olduğu sazları bir süre sonra kendi yapmaya başlamıştır. Halen çaldığı sazları kendisi yapmaktadır.
26
1. 1. 7. Âşıklığa Başlaması
Âşık Halil, 1964 yılına kadar usta malı şiirler çalıp, söylemiştir. İlk deyişleri annesinden ve dedesinden öğrenmiştir. Önceleri Yunus Emre, Pir Sultan
Abdal,
Hatayî,
Karacaoğlan,
gibi
şairlerin
şiirlerini
okuyup
ezberlemiştir. Yıllarca da köy odasında farklı köylerden gelen âşıkların deyişlerini öğrenmiş, onlarla birlikte bu deyişleri söylemiştir. Köy odasının hayatındaki önemini bir şiirinde şu şekilde dile getirir: … Aşık usta bu odada yetişti Lale sümbül birbirine bitişti Dostlar bu odada badeler içti Gördüm ki o dostlardan biri kalmamış Bülbül kafesiydi bülbül öterdi Gelen konuk bu odada yatardı İlk olarak bizim baca tüterdi Hasırı halısı çulu kalmamış Bu odada nice aşık yetişti Ocağında nice çiğ lokma pişti Nideyim ömrüm beyhude geçti Oyanık seslerin biri kalmamış. (58) … Bir
süre
sonra
çevre
köylerde
cem
törenlerine
çağrılmaya
başlanmıştır. Kısa sürede sevilen, sayılan aranılan bir âşık olmuştur.
27
Âşıklığı içten gelen bir şey olarak yorumlayan Âşık Halil, âşıklığı bir sevda olarak nitelemektedir. Bu konu ile ilgili görüşlerini şöyle dile getirmektedir:
“Bu sevda insanı el gibi yellendirir gider. Seni taştan taşa çalar. Âşık sazı eline alınca içinde ilahi bir aşk oluşur. Âşığın maldan, dünyadan gönlü geçer. Âşık tüm sevdasını bu saza verir. Bu bir aşktır. Aşkı içinde taşımayan hiçbir şey yapamaz. Ne saz çalabilir, ne söz söyleyebilir.” Bir şiirinde âşıklığı, şairliği şöyle anlatır: Şair olmak kolay değil Şaire sermaye gerek Pirin eşiğine eğil Âşığa sermaye gerek Sermayeye güvenirsen Otur şair karşısına En şairin pazarına Âşığa sermaye gerek Bir şair çıkar karşına Bakmaz gözünün yaşına Dayanamazsın taşına Âşığa sermaye gerek
Sermayesizse âşığa Bıçağın kuyusu derler Karşısında susma canım Âşığa sermaye gerek
28
Sermaye para pul değil Üstadın önüne eğil Âşıksan dövülmeden soyul Âşığa sermaye gerek (85) Kendi âşıklığı ile ilgili olarak da şu mısraları kaleme alır: Sazım omzumda yöreler gezdim Dostlarla oturup düğümler çözdüm İnciyi mercanı bir tele dizdim Bulanaca ömrüm bitti doğrusu (64 / 4)
1. 1. 8. Şairliği
Şiirlerinde ferdî ve sosyal meseleleri dile getiren âşıklar, içinde yaşadığı toplumun duygu, düşünce, inanç, dünya görüşü ile dert ve isteklerine eğilme lüzumunu hissetmişlerdir. Şiirlerinde kullandıkları sade, anlamlı ve etkileyici üslûpla hayatın gerçeklerini aksettirmişlerdir. Âşık tarzı şiir geleneğinde herhangi bir âşığın şiirde yer verdiği bir konuya, bir başka zamanda bir başka âşık da yer verebilmektedir.
Âşık Halil irticalen şiir söylemiyor. İrticalen söylenen şiirlerin çok düzgün olmadığını düşünüyor. Şiir yazmak için ayrıca bir emek sarf edilmesi gerektiğine inanıyor. Âşık Halil, şiirlerini, şiirinde ele aldığı konu üzerinde yoğunlaştığı zaman yazabildiğini belirmektedir. Şiir yazacağı zaman kendisiyle baş
başa kaldığını,
kendi
iç
alemine
baktığını,
oradaki
yansımaların şiiri oluşturduğunu söyleyen Âşık, öncelikle şiirlerini kağıda yazıyor, sonra geri dönüp üzerinde düzeltmeler yapıyor. Bunu “Kalem İşi“
29
olarak adlandıran Âşık: “Benim beğenmediğim bir şiiri ortaya koymam, şiiri okuyana saygısızlıktır. Önce ben beğenmeliyim ki yazdığımı, sonra diğer insanlar da beğensin.“ diyor. Düzelttiği şiiri ezberleyip daha sonra “ makamını vermekte” .
Yaşadığı acılar, inancı, doğa güzellikleri, kahramanlık, Atatürk’e duyduğu sevgi, geçmişe özlem, memleketinin güzellikleri, gazete ve televizyondaki haberler şiirlerine konu olmuştur. Ayrıca şiirlerinde, evinde bulunan tarihî, büyüklerden kalma, doğru düzgün çalışmayan bir tüfeğin ihbar edilmesi sonucu cezaevine girmesi ile, burada yaşadıklarını uğradığı haksızlığı da anlatmıştır.
Kimi zaman da içinde kopan fırtınaları şiirleriyle anlatmayı tercih eden Âşık Halil’in ilk yazdığı şiirin ilginç bir hikâyesi vardır: Almanya’da işçi olarak bulunduğu dönemde bir Alman kızı ona aşık olur. Âşık Halil ‘in bu sevdadan haberi olmaz ancak kızın sıcak davranışları onun da dikkatini çeker. Âşık Halil, Almanya’dan yurduna kesin dönüş yapacağı zaman bu kızla vedalaşmaya gider. Kız bu veda sırasında çok ağlar, Âşığa gitme der. Âşık Halil bu vedalaşmadan çok duygulanır, bindiği trende şu dörtlüğü yazar: “Karalar giyip düşme peşime, Köz düşürdün yüreğimin başına, Halil bak şu gözlerimin yaşına Ya beni de götür ya sen de gitme” Bu dörtlükten sonra içindekiler artık sel olup akmaya başlar ve bir biri ardına şiirler ortaya çıkar. Kendisini tarikat âşığı olarak gördüğü için yazdığı şiirlerin ikinci planda kalmasını tercih etmiştir. Şiirlerinde inancına dair düşüncelerini yansıtan konuları da işlemiştir.
30
Alaca Belediyesi, kültür yayınları arasında Âşık Halil’in 2005 yılında bir şiir kitabını basmıştır. Başka bir kitabı yoktur.
1. 1. 9. Ustası
Saz çalmayı ve âşıklığa dair temel bilgileri Âşık Ali’den öğrenmiştir. Tasavvufî bilgileri Âşık Ahmet (Keş Ahmet) ‘ten almıştır.
Kendisi asıl usta olarak Âşık Veysel’i görmektedir. Bunun nedeni asıl kimliğini onunla tanıştıktan sonra bulduğuna inanmasıdır. Bu konu ile ilgili olarak şunları dile getirir: “Onun şiirlerinde anlatılanlar, kullandığı dil sanki beni ifade ediyor gibi geliyor. Ben de onun gibi söyleme gayreti içinde oldum.”
Birlikte bulundukları ortamlardaki Âşık Veysel’in tavır ve davranışları; Âşık Halil’e yaklaşımı; sazı, sesi, sözü Âşık Halil’i etkilemiştir.
1. 1. 10. İnancı, Dinî Konulardaki Bilgisi
Halil Erdugan, Allah’ın kudretine imanı tam olan, dinî inançları sağlam bir âşıktır. Aynı zamanda Alevî – Bektaşî inancına sahiptir.
Hakikat yolu olarak Ehlibeyt yolunu gören Âşık, Bektaşîliğin yolunu da kendine yol bilmiştir. Eline, beline, diline sahip ol ilkesini hayat boyu uygulamaya çalışmıştır.
31
Kendini Hak Âşığı olarak nitelendiren Âşık Halil, cem zakirliği de yapmaktadır. Cem törenlerinde hem usta malı şiirler okumakta hem de kendine âit şiirleri okumaktadır. Yazdığı şiirlerde dinî ve tasavvufî unsurlara yer vermiştir.
1. 1. 11. Karşılaştığı Âşıklar
Âşık Halil, gerek kendi yöresinde, gerek gittiği yerlerde devrin ünlü âşıkları ile tanışma fırsatı bulmuştur. Bu âşıklar, genellikle âşık meclislerinde, cem törenlerinde ve diğer düğün dernek gibi toplantılarda bir araya gelmişlerdir.
Yazır Köyü’nden Ahmet (Keş Ahmet) ‘le birlikte aynı mecliste saz çalmıştır. Âşık Halil, Âşık Ahmet’ten büyük bir saygı ve sevgi ile bahsetmektedir. Onunla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Ben ondan çok şey öğrendim. Kuvvetli bir âşıktı. Çok sevilir, sayılırdı. Okumuş âlim bir zattı. Bilgili bir kişiydi.“
Eskiyaparlı
Âşık
Hasan
Hüseyin’le
tanıştığını,
Sivas’ın
Otluk
Köyü’nden Âşık Mahmud’la görüştüğünü belirtmektedir.
Âşık Veysel’le tanışan Âşık Halil, onunla hem Alaca’nın tüm köylerini dolaşıp ona rehberlik etmiş, hem de daha sonra Muzaffer Sarısözen’in teşviki ile 1957 - 1962 yılları arsında radyoda birlikte türküler okumuştur. Âşık Veysel ile tanışmasını hiç unutmayan ve benim asıl ustam odur diyen Âşık Halil, ona saygısızlık etmemek için şiirlerinde “Âşık Halil“ mahlasını
32
kullanmadığını belirtmektedir. Âşık Veysel’in Âşık Halil üzerindeki etkilerini toprak konulu şiirde görmemiz mümkün: Toprağımızı işleyelim Her mahsulü verir toprak Hemen işe başlayalım Her mahsulü verir toprak (84) Âşık Halil ‘in Âşık Veysel ile tanışması şöyle olmuştur: 1954 yılında Âşık
Veysel
Alaca’nın
Akören
Köyü’ne
gelir.
İleri
gelen
insanlara
“Memleketinizde hiç âşık yok mu bize rehber olacak?“ deyince “Haydar Köyü’nde bir âşık var” derler ve köye iki delikanlı gönderip Âşık Veysel’in Âşık Halil’i beklediğini iletirler. Âşık Halil hiç durur mu? Varır Âşık Veysel’in eline. Veysel: “Halil, ağalar senin iyi bir âşık olduğunu ve köyleri dolaşmamda bana yardımcı olabileceğini söylediler. Seninle köyleri dolaşalım.” der. Bunun üzerine Âşık Halil , Âşık Veysel, Küçük Veysel, Âşık Aziz’le birlikte Alaca’nın tüm köylerini dolaşır.
Âşık Veysel’in katıldıkları bir cem töreninde “Bu cemi sen birle, sen yönet“ telkininde bulunarak Âşık Halil’i onurlandırdığı hâlâ anlatılmaktadır. Ali İzzet Özkan’la da birlikte Haydar Köyü’nde saz çalmıştır.
Âşık Halil, yakın dönemde ki Çorum’un ünlü âşıkları ile de tanıştığını dile getirmekte. Şekip Şahadoğru, Hüseyin Çırakman, Ozan Hulusi Boran gibi.
33
1. 1. 12. Dolaştığı Yerler
Çorum’a ve Alaca’ya bağlı hemen hemen tüm köyleri dolaşan buralarda adından saygı ve sevgi ile bahsedilen Âşık Halil, 1955 yılında Tokat’a gitmiştir. Zile’ye bağlı 35 köyü dolaşmıştır. Buralarda 75 gün kalmış ziyaretlerini oraların saygı duyulan bir dedesi ile yapmıştır.
Askerliği dolayısı ile farklı illeri de görmüştür. 1948 yılında ilk olarak Samsun’a ardından Tokat’a, daha sonra Konya’ya son olarak da Çankırı’ya gitmiştir. Toplam otuz ay askerlik yapmış, bu vesile ile farklı illeri görme şansını yakalamıştır.
Yozgat’ın birçok köyüne de giden Âşık buralarda da sazını ünlü âşıklarla birlikte çalmıştır. Sivas’a kısa bir ziyarette bulunmuştur. Belirli aralıklarla Ankara’ya çeşitli nedenlerle gelmiştir. Konya Âşıklar Şenliği’ne davet edilmesine rağmen oraya gitmemiştir.
1. 1. 13. Yetiştirdiği Çıraklar
Bir toplumda nesilden nesile geçen kültür mirasları, bilgiler beceriler, davranışlar vb. gelenek içinde yer alır. ( Örnek, 1982:126 ). Geleneklerin toplum hayatını düzenlenmesinde ve denetlenmesinde önemli rol oynaması sebebiyle, her toplum kendi geleneğine bağlı kalmak ve onu yaşatmak zorundadır.
34
Âşıklıkta çırak yetiştirme geleneği eskiden olduğu gibi bugün de yaşatılmaktadır. Usta âşıklar çırak aydını sınayıp, saza ve söze kabiliyeti olduğuna karar verdikten sonra yanında gezdirmeye başlar. Saz ve söz meclislerine sokar, olgunlaşınca mahlas verir. Ustanın yanında yetişen âşık ustasının izniyle şiirleriyle söze ve saza başlar. Ustasının ölümünden sonra meclislerde öncelikle ustasının şiirleriyle söze ve saza , adını yaşatır. Daha sonra kendi şiirlerini okur. Ustanın aldığı çırak dışarıdan alınan biri olabileceği gibi kendi ailesinden de olabilir. (Günay, 1986:23 ).
Âşık Halil Erdugan; Eşref Erdugan, Ali İhsan Erdugan ve Arap Ali Erdugan’ ın ustasıdır. Üçü de kardeşlerinin oğludur. Tüm ailenin bir arada yaşadığı dönemde Âşık Halil yeğenlerinin saza olan merakını görmüş ve onlara saz çalmayı öğretmiştir. Sadece saz çalmayı öğretmekle kalmamış ustasının ona öğrettiği her şeyi o da çıraklarına öğretmiştir. Bunun dışında cem törenlerinde ve köy odasında diğer âşıklardan öğrendiklerini de çıraklarına aktarmıştır.
Saz çalmayı öğrenen çıraklarına keman çalmayı da öğreten Âşık Halil, “Bana gelinceye kadar köyde kimse saz çalmıyordu. Ben öğrendim istedim ki gençler de öğrensin. Bu yüzden köy odasında asılı duran sazımla çocuklar uğraştığı zaman hiç kızmadım. Onların bu merakları beni sevindirdi. Dedemin bana yaptığını ben onlara yapmaya çalıştım. Onları alıp âşık sohbetlerine götürdüm, cem törenlerine kattım.” “Ustasız meslek haramdır“ diyen Âşık Halil, Her mesleğin mutlaka bir öğreticisi olması gerektiğini kendisinin de bu hizmeti yapmaya çalıştığını belirtiyor. Köy dışından gelenlere de bildiklerini öğrettiğini ancak onların da ustasıyım diye adlarını vermenin doğru olmayacağını söyleyen Âşık Halil, üç çırağı ile de gurur duyuyor.
35
Eşref Erdugan, Almanya’da yaşamını sürdürmekte. Ustası, onun güzel buluşları olduğunu, güzel şiir yazdığını, türkü okuyup bağlama çaldığını söylüyor. Yaşam koşullarının ağırlığı araya giren vatan hasreti Eşref Erdugan’ın şiire çok vakit ayırmasını engellemiştir. Eşref Erdugan, kendi çocuklarına saz çalmayı öğretmiştir.
Ali İhsan Erdugan, Eşref Erdugan’ın küçük kardeşidir. Şu anda ailesi ile birlikte Ankara’da yaşamını sürdürmektedir. Ankara Radyosu’nun 1976 yılındaki ses yarışmasını kazanmış, kendisine Nida Tüfekçi tarafından “Alioğlu“ mahlası verilmiştir. Günümüzde de halen söylenen “ Gayri Dayanamam “ adlı türküyü TRT repertuarına o katmıştır. Eşref Erdugan’ın birkaç türküsü yine Ali İhsan Erdugan sayesinde radyo arşivlerine girmiştir. Şu anda şiir kitabının hazırlık çalışmalarıyla uğraşmakta , davet edildiği çeşitli şenliklere katılmaktadır. O da birçok üniversite öğrencisine saz çalmayı öğretmiştir.
Arap Ali Erdugan da, Âşık Halil ’in yeğenidir. Âşık Halil, Arap Ali Erdugan’ın sesini, saz çalışını ve şiirlerini çok beğenmekte ancak çok içine kapanık olduğu için çırağının şiirlerini paylaşmamasından rahatsızlık duyduğunu dile getirmektedir.
36
1. 2. ÂŞIK HALİL ERDUGAN’IN ÂŞIKLIK MESLEĞİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ
1. 2. 1. Âşıkların Görevleri ve Âşıklık Mesleği
Âşıklık geleneği, Türk Edebiyatının bilinen ilk ürünlerinin verildiği ozanlık sisteminin devamıdır. On altıncı yüzyıl itibariyle bağımsız bir hüviyet kazandığı kabul edilen Âşık Edebiyatı, yüzyıllara göre güçlü temsilciler yetiştirmiştir.
Halkın dilini, kültürünü, yaşayışını, düşünüşünü, giyim-kuşamını, gelenek - göreneklerini, töresini en güzel şekilde dile getirenler, halkı genel özellikleriyle kendilerinde sembolleştirenler, yine aynı insan topluluğunun içinden kopup gelmiş olan halk şairleridir. ( Yakıcı, 1993:3 ).
İslamiyetten önceki çağlarda, sanatlar birbirinden ayrılarak bağımsız hale gelmeden önce, Türk toplumunda şairler aynı zamanda büyücü, bilici, hekim, dansçı ve müzisyendiler. Bunlar din törenlerinde görev alırlardı. Din törenleri zamanla din dışı eğlenceler haline gelince, şairlik ayrı bir meslek halini almışsa da, uzun zaman yine şiirle müzik bir arada bulunmuştur. Şairler o dönemde şiirlerini kopuz eşliğinde sunmuşlardır. ( Kudret, 1995:11 ).
Ozanlık geleneği on beşinci yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. İslam kültürünün etkisi ile ozanlar ve ozanlık geleneği, yerini, âşıklara (saz şairlerine) bırakmıştır. ( Köprülü, 1991:271 ). Âşıklar işte bu ozanların torunlarıdır. Ozanlık geleneği on beşinci yüzyıldan bu yana, âşıklarda değişik biçimde kendini sürdürmektedir. (Dizdaroğlu, 1993:6 ).
37
Bugün de toplumun şekillenmesi bakımından âşıklara önemli görevler düşmektedir. Bunun farkında olan Âşık Halil , âşıklığı bir meslek olarak görmekte. Âşık Halil, âşıkların öncelikle tavır ve davranışlarıyla toplumda sevgi uyandırmaları gerektiğini belirtiyor. Âşıkların, bilgileriyle, görgüleriyle topluma örnek olup, onları doğru olana yönlendirmek gibi bir görevleri olduğu üzerinde duruyor.
Âşık Halil’e göre, âşık halkın gören gözü, duyan kulağıdır. Halk içinde iletişimi âşıklar üstlenmiştir. Bunun en güzel örneklerini Anadolu’daki düğünlerde, cem törenlerinde görmek mümkündür.
Âşık, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda halk şairlerinin önemli görevler almasını örnek vererek, bu toplumun ilerlemesinde, doğru olanın ortaya çıkmasında, düşüncenin bağımsızca aktarılmasında yine âşıkların etkili olabileceğini söylemektedir.
Âşık Halil, dilimizin, öz benliğimizin korunmasında âşıkların önemli görevleri olduğunu vurgulayarak âşıklara toplum içinde gereken saygının da verilmesi gerektiğini düşünüyor. Âşıkların günümüzde sadece saz çalan, şiirleriyle hoş vakit geçirmeyi sağlayan insanlar olarak görülmesinden rahatsızlık duyan âşık, eğitim kurumları aracılığı ile, basın yayın organları vasıtasıyla âşıkların önemi vurgulanmalıdır görüşünde.
Âşığın gündemi takip etmesinin önemini vurgulayan Âşık Halil, âşığın doğrudan yana, haktan yana olduğunu göstermesi gerektiğini belirtiyor. Âşığın bir siyasi partinin savunucusu gibi ortada dolanmasını da hoş karşılamayan Âşık Halil, “Âşığın yolu doğruluk yoludur” diyor.
38
Âşıkların, yeni nesilden çok uzaklaşmasını ya da yeni nesile hitap edecek şekilde kendilerini yenilememesini gençleri Batı kültürünün kucağına atmak olarak yorumlayan Âşık Halil, son dönemde yaşanan kültürel yozlaşmada âşıkları da suçluyor.
Âşık, en başta âşıkların kendi aralarında bir birlik kurmaları gerektiğini düşünüyor. Âşıkların öncelikle birbirlerini hor görmekten vazgeçmelerinin önemini vurguluyor. O bölgenin âşığı bu bölgenin âşığı gibi ikilemlerin ortadan kaldırılmasının günümüz âşıklarının yararına olacağı görüşünü savunuyor.
1. 2. 2. Günümüzde Âşıklık Mesleğine Nasıl Bakıldığına Dair Görüşleri
Âşık Halil, eskiden baş tacı edilen âşıkların şimdi eskisi kadar saygı ve sevgi gördüklerini düşünmüyor, o yıllarla ilgili olarak şunları anlatıyor: “Eskiden memleketin televizyonu, radyosu bizdik. Kimse bizleri görmeyince bayrak kaldırmaz, düğün yapmazdı. Önemli olan her toplantıda mutlaka biz bulunurduk. Alevi - Sünni köylerden hatır için çağırırlardı giderdik. Gittiğimiz yerlerde bize verilen değere göre kalırdık. Gittiğimiz yerlerde insanlar yüreklerini ortaya koyarlardı. İkram ettikleri yavan yaşık ne olursa olsun yağlı ekmek gibi yerdim. İnsanların kusuruna bakmazdım. Çünkü ben de onlar gibi yaşıyorum. Bizim zamanımızda çay kahve fazla değildi. İnsanlar direklere astıkları torbalarda bunları misafire saklarlardı. Bize ikram ederlerdi. Saygı görürdük. Medya işi ticari boyuta taşıyınca halk bu kültürden uzaklaştı. Kendine ne verilirse onu kabul etti bizleri de bir kenara attı.“
39
Âşıkların cahil, okuma yazma bilmeyen kişiler olarak topluma anlatılmaya başlanmasından rahatsız olan Âşık Halil, son dönemde Türk Halk Müziği sanatçısı adı altında bazılarının baş tacı edilmesini ülke kültürüne ihanet olarak yorumluyor.
“Biz sadece saz çalan, insanları eğlendiren, komik bireyler haline getirildik. Aslında buna son verilmeli. Bizleri gençlere doğru tanıtmalı büyüklerimiz. Ölü âşıkların şiirleri okullarda okutuluyor. Niçin biz yaşarken bizi Türk Halk Edebiyatı dersleri anlatılırken derslere dahil etmiyorlar? O zaman gençler bizi daha iyi tanıyacak, saza ve söze ilgi artacak, daha da önemlisi
dışarının
bize
dayattığı
kültürel
unsurlarla
kültürümüz
kirlenmeyecek” diyor.
Âşık Halil, âşıkların da kendilerini yetiştirmeleri gerektiğini düşünüyor. “Biz kendimize, yaptığımız işe önce saygı duyalım ki diğerlerinden de bu saygıyı görelim“ düşüncesinde.
1. 2. 3. Tanıdığı, Bildiği Âşıklar ve Ekolü
Âşık Halil, daha önceden de belirtildiği gibi köy odasında okuma yazmayı öğrenmiştir. Herhangi bir okula gitme şansı olmamıştır. Ancak televizyon ve radyo haberlerini takip eden, gazete okumaya çalışan Âşık, gündemden haberdardır. Bir halk şairi olarak diğer halk şairlerini de tanımak ona keyif veriyor. Özellikle diğer âşıkları da konu alan eserleri okumaya çalışıyor.
40
Âşık, bir halk şairi olarak diğer halk şairlerini de tanımaya çalışmıştır.Tanıyıp isimlerinden bahsettiği âşıklar şunlardır: Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Köroğlu, Sümmani, Ruhsati, Deli Boran, Ceyhunî, Âşık Veysel’dir.
Şiirlerinde bu âşıkların bazılarının isimlerini zikrettiğini görüyoruz.
Hacı Bektaş Horasandan gelip de Herkes kısmetini ondan alıp da Yunus gibi kapısında kalıp da Halil Erdugan der bulurum seni (17/4) Bir bahar ayında vardım Banaza Coşkun akar Pir Sultan selleri Bir gün kavuşuruz bahara yaza Sevdiğim gel diye çağırır beni (17/1) Günümüz âşıklarının isimlerine de şiirlerinde rastlamak mümkün. Mahsuni Şerif’in öyküsü bitmez Yaralı yüreğim merhem kar etmez Böyle ozanlara hiç paha yetmez Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba (1/3) Eroğlu’nun penceresi Şerif’in yanık sesi Çok hoşuma gidiyor Gam yeme gönül demesi
41
Ali Ekber’in penceresi Neşeli sazı sesi Çok hoşuma gidiyor Haydar Haydar demesi Neşet Ertaş’ınsazı Hoş geliyor avazı Pek hoşuma gidiyor Hay dost hay dost demesi (99)
İKİNCİ BÖLÜM
ŞİİRLERİNİN ŞEKİL ÖZELLİKLERİ
Âşık Halil’in elimizde toplam yüz bir şiiri bulunmaktadır. Basılmış bir şiir kitabı vardır. Bu kitapta toplam yetmiş üç şiiri bulunmaktadır. Bunların dışında Âşığın elinde şiirler varsa da kendi bunları şimdilik incelemeden paylaşmak istememektedir.
Çalışmada Âşık Halil’in yüz bir şiiri incelenmiş belli sonuçlara varılmıştır.
2. 1. Hane Sayısı
Âşık, tüm şiirlerinde nazım birimi olarak dörtlüğü kullanmıştır. Çalışmamızda kullandığımız şiirlerin dörtlük sayısı bakımından dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. a) İki dörtlükten oluşan şiirleri………………………………
1 adet
b) Üç dörtlükten oluşan şiirleri ...........................................
18 adet
c) Dört dörtlükten oluşan şiirleri ………………………….....
29 adet
ç) Beş dörtlükten oluşan şiirleri……………………………… 29 adet
43
d) Altı dörtlükten oluşan şiirleri………………………………. 13 adet
e)Yedi dörtlükten oluşan şiirleri……………………………… 8 adet f) Sekiz dörtlükten oluşan şiirleri…………………………….. 2 adet g) On bir dörtlükten oluşan şiirleri…………………………… 1 adet Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi şiirlerinin çoğunluğu beş dörtlükten ve dört dörtlükten oluşmuştur. Bunlar üç dörtlükten oluşan şiirler ve altın dörtlükten oluşan şiirler takip etmektedir. Genellikle şiirlerini koşma nazım şekli ile yazmıştır.
2. 2. Şiirlerinde Ölçü ve Duraklar
Türk halk şiirinde vezin karşılığı ölçü, daha seyrek olarak da tartı terimi kullanılır. ( Özön, 1954:212 ). Divan ü Lûgat- it Türk’te vezin ölçü karşılığı köğ terimi geçer. Her ölçü bağlı bulunduğu dilin yapısından doğar. Bu nedenle Türk dilinin doğal ölçüsü hece ölçüsüdür.
( Dilçin, 1992:39 ). Heceleri
arasından nitelik bakımından ayrım bulunmayan bir dille - Türkçe - en uygun kalıptır. Hece ölçüsünde esas; dizelerdeki hece sayısının birbirine eşitliğidir. Hece ölçüsünde uyum sağlayan öğelerden biri durak (durgu) lardır. Dizelerin belli bölümlere ayrılması, durguyu sağlar. Halk şairleri “durak“a ölçüm derler. ( Talât,1933:18 ).
44
Âşık Halil, şiirlerini hece ölçüsüne uygun olarak yazmıştır. Şiirlerinin neredeyse tamamını 8’li 11’li hece ölçüsü ile vücuda getirmiştir. Sadece iki şiirinde 7’li, hece ölçüsü ve bir şiirinde 6’lı hece ölçüsünü kullanmıştır. Âşık Halil’in şiirlerinde görmüş olduğumuz durakların yapısı ise 8’li ve 11’li hece ölçüsüne göre aşağıda çıkarılmıştır. 8’li hece ölçüsünü kullandığı şiirlerinde 4+4 duraklanış biçimini kullanmıştır. Selam salsam / varmaz sana Bu cefalar / azdır bana Gurbet elde / yana yana Maf eyledin / zalim beni (82/4) Dört mevsimin / şahı olan Safa geldi / güzel bahar Her dertlere / deva bulan Safa geldi / güzel bahar (94/1) 11’li hece ölçüsünde çoğunlukla 4+4+3 veya 6+5 duraklanış biçimini kullanmıştır. 4+ 4+3 duraklı şiirlerine örnek: Gel mi dedim / niçin geçtin / karşımdan Ayrılasın / yavrularından / eşinden Tutuşasın / eteğinden / peşinden Benim gibi / kalkamaz ol / yerinden (43/3) Vatan için / çalışanı / bilirim Atam gibi / varlığımı / veririm Böyük Atam / ben izinde / yürürüm Yalan yere / temel atan / mıyım ben (41/1)
45
6+5 duraklı şiirlerine örnek: Ne kadar cevretsen / dönmem billahi Gülünde kalır mı / bülbülün ahı Yüz bin cefa etsen/ dönmezim dahi Sevdiğime isyan / etsem olmuyor (56/2) Derdimi kimlere / etsem şikayet Bu derde giriftar / etti nihayet Yazdım bu arzuhal / gelmezse şayet Zaten gurbetteyim / kader utansın (44/1)
2. 3. Şiirlerinde Uyak Örgüsü
Âşık Halil, koşma, semaî, türkü adı verilen halk şiiri nazım şekillerinden faydalanmıştır. Ama koşma nazım şeklini diğerlerine oranla daha fazla kullandığını görüyoruz. Koşmalarında yoğun bir lirizm göze çarpmaktadır. Aşk, doğa, millet, ayrılık gibi konuları işlemiştir.
Bu şiirlerinde kullandığı uyak örgüleri aşağıdaki gibidir. 1.
2.
3.
_________a
__________x
___________a
_________b
__________a
___________a
_________a
__________x
___________a
_________b
__________a
___________b
46
_________c
__________b
___________c
_________c
__________b
___________c
_________c
__________b
___________c
_________b
__________a
___________b
_________d
__________c
___________d
_________d
__________c
___________d
_________d
__________c
___________d
_________b
__________a
___________b
2. 4. Uyak Yapısı ve Redifler
Kafiye sözcüğünün sözlük anlamı “sondan, arkadan gelen“ demektir. ( Arat,1965:19 ). Anlamca ayrı, sesçe bir olan sözcüklerin dize sonunda yer almasıdır uyak. Halk şiirinde uyak, ayak terimiyle de anılır. Uyağa neden ayak denildiğini bir saz şairi şöyle açıklar:
“Deyişlerdeki ayak’lar, barlarla halaylardaki ayaklara (ayak figürlerine) benzerler; bir oyundaki ayaklar nasıl başka oyundakinden ayrılırsa, bir deyişin ayakları da ötekinden öyle ayrı olur.” (Kırzıoğlu , 1962:124 ). Halk şairleri en eski dönemlerden beri uyak konusunda hafif bir ses benzerliğini dahi kesin kurallara bağlamadan şiirlerinde kullanmışlardır. Halk şiiri genellikle saz eşliğinde söylendiğinden, başka bir deyimle halk edebiyatı ürünleri sözlü olduğundan, halk şiirinde göz uyağı söz konusu değildir. Kulakta hoş bir uyum bırakan her ses benzerliği halk şairi için bir uyaktır. Halk şairi, uyaklı sözcükleri ararken, onların ad, sıfat, eylem gibi sözcük türleri yönünden birbirlerine uygun olmalarını aramaz. ( Dilçin, 1992:39 )
47
Halk şiirinde yaygın olarak yarım uyak kullanılır. Kimilerinde tam uyağa sık sık rastlanırsa da, bu uyaklar ya şiirin bir dörtlüğündedir ya da şiirin ana uyağını oluşturur.
Yarım uyak kullanılmasının en büyük sebebi şairlerin şiirlerini önceden bir hazırlık yapmaksızın, irticalen söylemeleridir. Diğer bir sebep de âşıkların belirli bir eğitim görmemeleridir.
Âşık Halil, şiirlerinde yarım uyak ve tam uyağı sıkça kullanmıştır. Zengin uyakla yazılmış şiirleri de mevcuttur. Yarım uyaklı şiirlerine örnekler: Gelin marifete önem verelim
-alim Redif
Toplanalım bir gerçeğe soralım
- r Yarım Uyak
Hep birlikte fabrikalar kuralım İlim akıl fikir bir de marifet (60/1) Baharın gülleri açar
- ar Redif
Turnam katar katar uçar
- ç Yarım Uyak
Paşa bey yaylaya göçer Safa geldi güzel bahar (94/4) Tam uyaklı şiirlerine örnekler:
İsmi Mustafaydı bir de Kemaldi
- di Redif
Allah Allah dedi düşmana daldı
- al Tam Uyak
Bütün emekleri hatıra kaldı Vatan için çalışmıştır Atatürk (25/1)
48
Bir bina tutar mı olmasa direk
- ek Tam Uyak
Sevip sevelim ki amaca erek İnsana tatlı dil güler yüz gerek Bu kadar zor mudur insana yahu (61/1) Zengin uyaklı şiirlerine örnekler: Harman döledim elde dirgen
- rgan Zengin Uyak
Çiğ düştü ıslandı yorgan Böğrümden çalınmış urgan Bulmaya derman kalmadı (76/3) Mekanı bize çok yakın
-akın Zengin Uyak
Yok mekanı deme sakın Kendi tavırını takın Allah Muhammed aşkına (72/1)
Redif, halk şiirinin en eski ve en önemli öğelerinden biridir. Halk şairlerinin redife uyaktan daha çok önem verdiklerini görüyoruz Âşıkların, bütün duygu, düşünce ve benzetmeleri rediften doğar.
Halk şiirinde redif çok çeşitli birimlerde görülür. Genellikle redif dizenin sonundadır. Kimi zaman dizenin ilk sözcüğü uyak geri kalan sözcükler redif olabilir. ( Dilçin, 1992:62 ).
Âşık Halil’in şiirlerinde de redifin payı çok fazladır. Hemen hemen tüm şiirlerinde redife yer vermiştir. Bazısı ek halinde bazısı da sözcük halinde bulunan redifler, Âşığın uyak bulmasında ve şiirlerinde belirli bir ahenk oluşturmasında yardımcı olmuştur.
49
Sözcük halinde rediflere örnekler : Çölde kurumuş göl gibi
gibi: Redif
Kırılıp düşen dal gibi Baş cıvansız güller gibi Solduracak beni beni (79/2) Ek halinde rediflere örnek: Muhabbet kuşları konar dallara
- lara: Ek Halinde Redif
Alıp eşin gider uzun yollara Kader bizi attı gurbet ellere Elimi tutacak dalım mı kaldı (15/1) Sözcük ve ek halinde redifin bir arada olduğu örnek: Ürüyam kalbimi dağlayıp durur Nedir bilemiyom sonunu dağlar Dağlar yollarımı bağlayıp durur Yol verin gideyim sıralı dağlar (48/1)
- layıp durur :Redif
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ŞİİRLERİNİN DİL VE ÜSLUP ÖZELLİKLERİ
Âşık Halil’in şiirlerinde sade bir dil, yalın bir söyleyiş vardır. O, söylemek istediklerini süse boğmadan, kelime oyunları yaparak zevksiz hale getirmeden söyleyen bir Âşıktır. Bazı şiirlerinde görülen sanatlı söyleyiş bir özenmeden daha çok şiirin akışı ve konunun gereği olarak yer verilmiş söyleyiştir.
3. 1. EDEBÎ SANATLAR
Âşık Halil’ in şiirlerinin dil ve üslûp özellikleri içinde edebî sanatlar önemli bir yer tutar. Teşbih başta olmak üzere istiare, teşhis, mübalağa, telmih, tezat, tekrir, istifham, nida sanatlarını şiirlerinde kullanmıştır.
3. 1. 1. Teşbih
Âşık Halil şiirlerinde kendini gariban aşığa, kurumuş göle, cıvansız güle, sellere, ahlata, deliye, bülbüle, taze fidana, yaralı kuşa, köleye benzetmiştir. Benzetme sanatına sıkça baş vurduğunu gördüğümüz Âşık Hali, sanki bu benzetmelerle gözümüzün önünde canlı bir tablo çizmeye çalışmıştır. Aşağıda şiirlerinde geçen benzetmeler örnekler verilmiştir:
51
Yoktur yakacak ışığım Kimse atlamaz eşiğim Ben gariban bir aşığım Kıyma benli dilber kıyma (71/2) Çölde kurumuş göl gibi Kırılıp düşen dal gibi Baş cıvansız güller gibi Solduracak beni beni (79/2)
İçer içer sağa sola devrilir Doğrusun söylesem bana darılır Ahlat gibi boğazına sarılır Konuşmasını bilmez toplum içinde (9/2) Verdiler cezayı yılları saydım Sanki cani miyim gözler mi oydum Altınlar mı çaldım bankalar mı soydum Zincirden boşanmış deli miyim ben (41/4) Ceminizde bülbül gibi öterdim O toplumda türlü matah satardım Herkesi kendimden üstün tutardım Komşular siz kalın bana elveda (3/2) Acep kim götürür bu gam yükünü Göle attın inkar ettin hakkımı Taze fidandım kestin kökümü Goncayı handana har düştü bana (7/2)
52
Yaralı kuş gibi düştüm buraya Yüce yüce dağlar girdi araya Ismarladık belki dönmem buraya Muradım koynumda kaldı neyleyim (39/3) Şiirlerinde sevgiliyi şekere, tabağın içindeki bala, gonca güle, sarı tele, yağmura güneşe benzetir. Ben tabağım sen şekerim Yoluna güller ekerim Uğrun uğrun dert çekerim Derdime derman ol bari (82/1) Tabağım içindeki balsın Gönlümde bir konca gülsün Bu sazımda sarı telsin Gel perdemi kırma bari (82/2) Kara bulut ağdı yar Yağmur gibi yağdı yar Güneş gibi doğdu yar Bir kez baksam ne olur (99/3) Şiirlerinde kaşı lam elife, yay, hilale; bakışı şahin bakışa; gözü mühüre benzetir:
Lam elif yazılmış gördüm kaşında Gece gündüz hayalimde düşümde Senin için gezdim dağlar başında Sen bana bir adım gelmedin zalim (33/2)
53
Aslı Hacı Bektaş Ulusoylar’dan Kendi mühür gözlü kaşı yaylardan Gelir diye soruyorum köylerden Beklerim yolunu gel Sultan Yusuf (14/4)
Mest eyledi senin tatlı sözlerin Hilal gibi kaşın güneş yüzlerin O çalınan hüzün hüzün seslerin Gelir kulağıma bil Aşık Nuri (13/2) Sen güzel alemsin Kaşları kalemsin Benim de çilemsin Bir tanemsin sen (100/3)
3. 1. 2. İstiare
Âşık Halil ‘in şiirlerinde istiare sanatına da yer verildiğini görüyoruz. Benli dilberi başka dala konan bir kuşa benzetir. Halil’i deli sanarsan Eğer sözünden dönersen Başka bir dala konarsan Gülme benli dilber gülme (71/3) Kendini bir ağaca benzetir:
54
Bütün dallarımı kırdın Zalimlere fırsat verdin Dünyada beni mi buldun Hapishane hapishane (81/2) Sevdiğinin bakışını oka, sevdiğini meleğe benzetir. Gözü sürmeli kına Bilmem ne eyledi bana Sanki ok attı sineme Sabahtan bir güzel gördüm (93/3) Uzun boylu esmer kendi Halil gökten melek indi Su istedim bade sundu Sabahtan bir güzel gördüm (93/5) Sevdiğine duyduğu aşkı ateşe benzetir. Soldurdun gülümü daha genç yaşta Sönmez ki sinemde senin ataşın Dikilse başımda yazılı taşım Kabrimi ziyaret etmez mi bilmem (30/4) Köy odasını bülbül kafesine, içindeki âşıkları bülbüle benzetir. Bülbül kafesiydi bülbü öterdi Gelen konuk bu odada yatardı İlk olarak bizim baca tüterdi Hasırı halısı çulu kalmamış (58/3)
55
3. 1. 3. Mübalağa
Zaman zaman da şiirlerinde mübalağa sanatına başvurmuştur. Bîçare Halil’in sen al elini Umman ettin gözlerimin selini Ver muradım mahrum etme kulunu Divane aşığın bir gün gülmez mi (63/5) Durmaz çeşmim yaşı çağlar Mekanımız oldu dağlar Haramiler eşkiyalar Kesti yolumu yolumu (78/3) Ta ezelden sever idim ben seni Aşkın ateşiyle kül ettin beni Yaktın bu sinemi ne olur sonu Bülbüle gül gülşene zar olur (57/3)
Halil aşk elinden oldu mestane Bu aşkın elinden deli divane Doldurdu badeyi içirdi bana Gözlerimin yaşı sel oldu gitti (20/4) Halil’im der halin nice Derdim şu dağlardan yüce Ah çekerim gündüz gece Zalim felek seni seni (80/4)
56
3. 1. 4. Telmih
Âşık Halil şiirlerinde çeşitli kişilere, konulara, olaylara telmihte bulunmuştur. Yusuf gibi zindanlara atıldım Köle gibi elden ele itildim Zalimlerin tuzağında tutuldum Komşular siz kalın bana elveda (3/4) Yusuf ‘u yatırdın bir iftiraya Aynısını yaptın bahtı karaya Suçlu suçsuz getirirler buraya Bunları kimlerden sorarlar bilmem (31/1) Adem’in degünahı var Kırk yıl çektiler ahûzar Havva’yı etti ona yar Bağışla geç günahımdan (95/1) Otursun mekanında yapında Mansur gibi asılam mikabında Yetim miyim senedinde tapında Bilmeyenler senden dilek diler mi (63/4) Kanayan yarama melhem çalmadı Deli gönül Leylasını bulmadı Ferhat taşı deldi murat almadı Fazlı gibi hançere çaldın beni (17/3)
57
Hacı Bektaş Horasan’dan gelip de Herkes kısmetini ondan alıp da Yunus gibi kapısında kalıp da Halil Erdoğan der bulurum seni (17/4)
3. 1. 5. Teşhis
Âşık Halil zaman zaman da sıralı dağları, hayvanları bitkileri sazını, mevsimleri kişileştirmiştir. Şu garip gönlümü divane etti Yetti ayrılık bu canıma yetti Bize bu ayrılık gör neler etti Bırakın gideyim sıralı dağlar (48/2) Yeşil giyer bütün dağlar Güllerle bezendi bağlar Dereler seller gibi çağlar Safa geldi güzel bahar (94/5) Dozer vursam vurma demez Köprü kursam kurma demez Mahsul verir haraç yemez Her mahsulü verir toprak (84/6) Yalan dünya sana ne diyeyim ben Onulmaz dertlere duş ettin beni Aşkın hançerini uğrun vurdun sen Yaktın kürelerde pişirdin beni (17/2)
58
Alaca’ya yakın Hüseyin Gazi Eşiği kabedir kılın niyazı Aşıklar toplanır çalarlar sazı Sarı saz iniler tel bayram eder (51/3) Al yeşil giyinmiş ovalar bağlar Bozulmuş bahçeler virandır bağlar Yar oturmuş gözlerinden kan ağlar Ağlama el bize güler de gider (52/2) Yolunda giderken çok oluyorsun Denize varınca yok oluyorsun Coşkun zamanında can alıyorsun Merhameti kısa vay Kızılırmak (21/1)
3. 1. 6. İstifham
Âşık Halil söylediklerini onaylatmak ve pekiştirmek için şiirlerinde istifham sanatına başvurmuştur. Gel mi dedim niçin geçtin karşımdan Ayrılasın yavrularından eşinden Tutuşasın eteğinden peşinden Benim gibi kalkamaz ol yerinden (43/3) Halilim gidem yoluma Gayrı acısın halime Ne zaman güzel elime Gönderecek beni beni (79/3)
59
Bahdım gülmez oldu yine Felek ne diyeyim sana Nedir ettiklerin bana Hapishane seni seni (81/1) Halil der ki çektirdiler çileyi Düşünün ki kimler yaptı hileyi Çıkar için yaptırdılar alayı Gizli gizli silah sıkan mıyım ben (41/5) Kendini bilmez ile yemek yenir mi Bilemedim yakınımı elimi Her lokma yenir mi her laf denir mi Herkes bunu bilir ama diyemez (67/2) Koca gökyüzünde bir parsel verdin Gerisini haram eyledin bana Ufuklar karanlık günler karanlık Zindan bahçesini bana mı verdin (45/1) Niçin aşıklardan gülen olmamış Ağlayıp çeşmini silen olmamış Tabipler de her derde çare bulmuş Bu derde de çare bulan olmamış (53/2)
3. 1. 7. Nida
Âşık Halil ‘in şiirlerinde nida sanatına da yer verdiğini görüyoruz.
60
Bol mahsul alalım ey ürün ekek Mücefer toprağa fidanlar dikek Halil ‘i şu cihan eledi tek tek İlim akıl fikir bir de marifet (60/6) Hapishane önünde çam ağacı Acı gardiyan bey halime acı İnşallah çıkarım ağlama bacı Böyle gitmez biz de güleriz bir gün (47/1) Bundan sonra gurbet bize yaramaz Gel sevdiğim köyümüze gidelim Çocuklar büyüdü bizi aramaz Gel sevdiğim köyümüze gidelim (34/1) Gel hey ademoğlu olur mu böyle Ben severim benden uzak kaçarsın Niçin sevilmezsin niçin sevmezsin Sevil de gerçeği bul ademoğlu (62/1) Aldın mı dersini ey kahbe Yunan Bundan sonra artık işlerin duman Tarihler boyunca da vermedik aman Bağlar bizim bahçe bizim gül bizim (40/3)
3. 1. 8. Tenasüp
Az da olsa şiirler de tenasüp sanatına başvurulmuştur.
61
İngiliz’i Alaman’ı Urus’u Neme gerekir Fransa’nın Paris’i Tarih söyler Atamızın çağrısı İlim akıl fikir bir de marifet (60/3) Ne şikayet edem bilmez halimi Sen soldurdun gonca gülümü Ağustosta kış eyledin yolumu Senin de yolların kış olsun güzel (28/1) Çok şükür gördük görüştük Hak divanına eriştik Gördük görüştük tanıştık Gelen konuklar konuklar (96/4) Sakın her kişiye sırrını verme Dostsuz bahçenin gülünü derme Ben filanım diye kendini kurma Atlası zibayı şal eyle gitsin (46/2) Hayvanlar da dağlar ad hem gündüz hem gece Ona benzeyen mahluk mu var nice Evin var, barkın var tütüyor baca İnsanlığın kıymetini bilelim (35/5)
3. 1. 9. Tezat
Söylediklerinin akılda kalıcı olabilmesi için zaman zaman şiirlerinde tezat sanatına da baş vurmuştur.
62
Hapishanelere aldım postumu Bilemedim düşmanımı dostumu Kuru yer mi ranzanın üstü mü Gözüm açıp bakamadım neyleyim (39/1) Kara bulut ağdı yar Yağmur gibi yağdı yar Güneş gibi doğdu yar Bir kez baksam ne olur (99/3) Ele düğün bayram bize yas olur Mahkum yüzü soğuk olur kim bilir Kınaman dostlarım başa iş gelir Böyle gitmez biz de güleriz bir gün (47/2) Aşkın gemisini deryaya saldım Her zaman ağladım ne zaman güldüm Ben senin aşkınla bu hale geldim Seni de bu hale koymaz mı bilmem (30/2) Usta idim tutmaz oldu ellerim Aşık idim söylemiyor dillerim Yakın iken uzak oldu yollarım Halil eller şimdi güler de gider (52/4) Dünya geniş ama fakire dardır Elbet bu gecenin sabahı vardır İnsan hem sevmeli hem sevilmeli Kim demiş sevenin günahı vardır (53/1) Gece gündüz durmaz öter O bülbülün zarı başka
63
Bülbül güle aşık olmuş Gülün güzelliği başka (70/1)
3. 1. 10. Tekrir
Âşık
Halil
anlattıklarını
başvurmuştur. Senin sırrına eremedim Bilmem sana ben neyledim Aldın aklım deleyledin Kestin elimi elimi (78/1) Ne olur yar ne olur Ne olursa o olur Sen bana aşık ben sana Bu aşkı Allah bilir (99/2) Her mecliste oturulmaz Her lafa laf yetirilmez Bazıları kendin bilmez Bezmi erenler gel gel (87/3) Erenler geldi oturdu Bavcılar halı getirdi Hızır sofrasını serdi Eskiyapar Eskiyapar (97/9)
pekiştirmek
için
tekrir
sanatına
da
64
3. 2. ANLATIM ŞEKİLLERİ
Âşık Halil, şiirlerinde değişik anlatım şekillerine yer vermiştir. Bu anlatım şekilleri “doğrudan doğruya anlatım”, “soru yolu ile anlatım“, “nasihat ve hitap yolu ile anlatım“, “hikaye yolu ile anlatım“, “tasvir yolu ile anlatım“ dır.
3. 2. 1. Hikaye Yolu İle Anlatım
Âşık Halil ‘in şiirlerinde hikaye yolu ile anlatım önemli bir yere sahiptir. Kıble tarafından geldi bir atlı Kendi nevciyan gayet heybetli Oturduk diz dize sohbeti tatlı Aşkın badesini sundu da gitti (20/1) Bir garip gördüm bu ne hal Dedim ki kardeş bende kal Eyüp’ün derdine misal Ben arıyım bal içinde (74/3) Su içerdik çeşmelerden Yalın ayak koşmalardan Yıkılıp da düşmelerden Koşa koşa gidiyorduk (86/2) Öğle oldu gün dolandı Öküz yoruldu yalandı Baktım ki hava buladı Sürmeye derman kalmadı (76/4)
65
Daha kurumadan yolculuk teri Gel diye çağırsa yanına beni Yatırsam dizime sevdiğim seni Doya doya dertleşmesi ne güzel (26/2)
3. 2. 2. Doğrudan Doğruya Anlatım
Âşık Halil’in şiirlerinde görülen bir başka anlatım şekli de “doğrudan doğruya” anlatım şeklidir. Canan bana cefa etse Yine canandan ayrılmam Kabul edip pazarda satsa Yine canandan ayrılmam (88/1) Canım gibi severdim ben onları Ama ben sevmişem onlar sevmemiş Kimlere şikayet edem bunları Buradan başka kapı bulsam olmuyor (56/1) Uzadı yollarım bilinmez oldu Bu derdime çare bulunmaz oldu Ne bir mektup ne de bir selam geldi Halil der ki yüreğimde acı var (49/3) Şu gurbet elleri bana yurt oldu Bilmiyorum artık çilem mi doldu Ben ölüyüm diyenlerin nicoldu
66
Yüksekten uçanlar düşmez mi güzel (28/3) Erenler ceminde dara durmazsa Hak hakikat nedir erebilmezse Can gözü kapalı görebilmezse Gören görsün görmeyene sözüm yok (24/2)
3. 2. 3. Nasihat ve Hitap Yolu İle Anlatım
Şiirlerinde nasihat ve hitap yolu ile anlatıma da başvurduğunu görüyoruz. Her topluma varma bunu iyi bil Çok bela getirir başına bu dil Vardığın mecliste emsalini bul Düşürme kendini toplum içinde (9/6) Uygarlık çağını ele alalım Yollar yapıp dağı taşı delelim Okuyalım cehaleti yenelim İlim akıl fikir bir de marifet (60/ 5) Beşe alıp ona satmak kâr mıdır Teraziniz doğru tutmak zor mudur Yalancıya yalancılık ar mıdır Yalan dolan ile kâr olmaz (66/2) Her mecliste oturulmaz Her lafa laf yetirilmez
67
Bazıları kendin bilmez Bezmi erenler gel gel (87/3) Dünyanın sonu yok gaflete dalma Sakın kimsenin hakkını alma Emeksiz binde bir arayıp bulma Alnının terini sel eyle gitsin (46/3)
3. 2. 4. Tasvir Yolu İle Anlatım
Özellikle gezdiği yerleri, katıldığı törenleri anlatırken tasvir yolu ile anlatım şekline başvurmuştur. Yeşillenir ağaçları Neşeli öter kuşları Şenletir vatandaşları Safa geldi güzel bahar (94/2) İbrişim kuşak belinde Sabahtan bir güzel gördüm Altın bilezik kolunda Sabahtan bir güzel gördüm (93/1) Fidanlık içinde havuzu suyu Uzundur sahası yüz pare köyü Güzelleri nazlı uzundur boyu Ak gerdan altında gül bayram eder (51/2)
68
Gönüller evini yaptık Evvel koçu kurban ettik Tekbir aldık dua ettik Eskiyapar Eskiyapar Avizeler sıra sıra Cennet âla oldu bura Bacı kardeş durduk dara Eskiyapar Eskiyapar (97/1-2)
3. 2. 5. Soru Yolu İle Anlatım
Âşık Halil’in şiirlerinde gözümüze çarpan anlatım şekillerinden biri de soru yolu ile anlatımdır. O, şiirlerinde istifham sanatını sıkça kullanmıştır. Şiirlerinde sorduğu sorulara karşılık beklemez. Zaten sorduğu soruların cevapları açıktır. Pişman m’oldun niçin beni yarattın Üzerime gam yükünü bıraktın Madem gizlenirsin niçin beni arattın Bilmem yalancı mı diyeyim sana (8/1) Niçin aşıklardan gülen olmamış Ağlayıp çeşmini silen olmamış Tabipler de her derde çare bulmuş Bu derde de çare bulan olmamış (53/2) Dağlar inliyor top seslerinden Yine yürek bir ah çekti derinden
69
Nasıl olur yer oynuyor yerinden Bunu bilmeyen var mıdır dünyada (2/2) O yari küstürdüm olmaz olaydım Kusur bende midir onda mı bilmem Ne ola tanıyıp da bilmeyeydim Kusur bende midir onda mı bilmem (29/1)
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ŞİİRLERİN KONU BAKIMINDAN İNCELENMESİ
4. 1. Dinî Tasavvufi Konular
Âşık Halil Erdugan, Allah’a yürekten inanmış bir halk şairidir. Ona göre yaşadığımız dünya geçici ve boştur. Her şeyin aslını oluşturan Allah her yerdedir. O, herkesin dileğini yerine getirendir. Biz nereye gidersek gidelim, Allah her yerde olduğu için, yüzümüz daima ona dönüktür. Allah aşkı insanı âşık yapar.
Halil Erdugan hiçbir zaman mezhepçiliği diline dolamaz. Onun şiirlerine ne mezhepçilik, ne din farkı, ne de rütbe farkı girer. Ona göre hangi inançta olunursa olunsun Allah inancı her şeyin üzerindedir. İnsanlara duyulan sevgi bir gün gelir elbet biter. Fakat Allah aşkı kalıcıdır. Asla diğer sevgilerle karşılaştırılamaz. Bir şiirinde tasavvuf yolunu anlatır. Ataşa saldım serimi Çok şükür gördüm pirimi Yüzsünler benim derimi Bu meydanda bu meydanda Balık suda yanar imiş Aşık kaynar coşar imiş
71
Nice çiğler pişer imiş Bu meydanda bu meydanda İşbu cananı bulmalı Bahri ummana dalmalı Taş gönüller mum olmalı Bu meydanda bu meydanda Bu yol evliyanın yolu Bilmeyenler mutlak deli Katlini dal eylemeli Bu meydanda bu meydanda Halil eser aşkın yeli Yeşilsin ladenin dili Hünkar Hacı Bektaşi Veli Bu meydanda bu meydanda( 68) Günahlarını affetmesi için Allah’a yalvarır. Aktım aktım da duruldum Yundum yıkandım arındım Yedi kamudan soruldum Bağışla geç günahımdan Adem’in de günahı var Kırk yıl çektiler ahûzar Havva’yı etti ona yar Bağışla geç günahımdan Elimi yüzüme aldım Kurban et kapına geldim
72
Ben kendim bir karar aldım Bağışla geç günahımdan Gel kabul eyle kulunu Asla unutmam yolunu Kesmezem senden elimi Bağışla geç günahımdan Halil çeker ahûzarı Yoluna koymuşam seri Kabul et girem içeri Bağışla geç günahımdan(95) Bade içmediğini söyleyen Âşık, şiirinin birinde bade içmeyi ve ilahî aşkı konu alır. Kıble tarafından geldi bir atlı Kendi nevciyan gayet heybetli Oturduk diz dize sohbeti tatlı Aşkın badesini sundu da gitti Girdim bahçesine baktım gülüne Canım kurban cananımın yoluna Yüz bin huri kurban bir tek teline Aklımı başımdan zay etti gitti Tuttum eteğini dur dedim durdu Aşkın badesini doldurdu verdi Çok şükür mevlaya gözlerim gördü Verdi muradımı gül dedi gitti Halil aşk elinden oldu mestane
73
Bu aşkın elinden deli divane Doldurdu badeyi içirdi bana Gözlerimin yaşı sel oldu gitti(20) Allah’ın şaşılacak işleri vardır. Herkese sırrını vermez; sırrı anlamayı hak etmek gerekir. Hakk’ın kudretini kavramak için, kişi kendisine dönmeli, içine yönelmeli ve aslını anlamalıdır. ( Tatçı, 1990:80 ). Allah inancı kuvvetli olan Âşık, onu yaradana seslenir: Pişman m’oldun niçin beni yarattın Üzerime gam yükünü bıraktın Madem gizlenirsin niçin arattın Bilmem yalancı mı diyeyim sana Atlas-ı zibaya gark oldu alem Beni güldürmedin ben nasıl gülem Bize neden böyle çalındı kalem Sorsam cevap vermez ne diyem ona
Kendini kimseye bildirmiyorsun Nedense seveni güldürmüyorsun Düşenleri tutup kaldırmıyorsun Yalvarırım sana gel kıyma cana Gönüller sultanı olan da sensin Halil’i sevdaya salan da sensin Aşığın aklını alan da sensin Göster cemalini cismini bana (8) Âşık Halil İlahî aşkı içinde hisseder.
74
Senin sırrına ermedim Bilmem sana ben neyledim Aldın aklım deleyledin Kestin elimi elimi Yaktın nar-ı cehennemde Her şey tekmildir ademde Çok aradım yok mekanda Bulsam Leylamı Leylamı Durmaz çeşmim yaşı çağlar Mekanımız oldu dağlar Haramiler eşkiyalar Kesti yolumu yolumu Halil der ki doğrusu ne Od düşürdün sinesine Nasıl senden gayrısına Diyem halimi halimi (78) Âşık Halil’in şiirlerinde yer alan “ Dinî ve Tasavvufî “ unsurları şu şekilde sıralamamız mümkündür: 4. 1. 1. Din
4. 1. 1. 1. Allah Allah inancı kuvvetli olan Âşık, şiirlerinde sık sık Allah’ın adını anar. Çünkü Yüce Allah, derdi ve dermanı veren, bağışlayan, lûtf eden, azab eden, esirgeyen, biz kulları el açtığında geri çevirmeyen, her şeye can verendir. Onsuz hiçbir şey var olmaz. Bütün kainatın tek gerçeği O’dur. O’nun izni
75
olmadan bir yaprak bile kıpırdamaz, iyi ve kötü hep O’nun izni dahilinde vücut bulur. ( Pala, 1989:33 ). Âşık Halil, şiirlerinde Allah’a olan inancını açıkça dile getirir. Hakkın huzurunda insan oğluyuz Bir can ile canana bağlıyız Halil der ki hep Allah’ın kuluyuz İnsanlığın kıymetini bilelim (35/7) İlahî aşka inanan Âşık Halil, kendisi gibi âşık olan Mahsuni’yi anlatırken bu inancını şöyle dile getirir: Aşk ilahi hiçbir şeye benzemez Sarhoş gibi eder amma öldürmez Bilir de sırrını kimseye demez Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba (1/5) İlahi aşkı yaşan âşıkların sohbetini dile getirirken yine Allah’ın adını zikreder. Halil’in sözünden almalı hisse Ona sözüm yoktur böyle biline Allah için kurulduysa bu masa Aşık coşar gelir masa başında (4/4) Dara düştüğünde kendisi ve tüm insanlar için yine Allah’tan yardım ister çünkü Allah kudret ve hüküm sahibidir.
Hali Erduganım düşündüm durdum Tanrı cümlemize eylesin yardım
76
Bu işe bir çözüm bulunsun derdim Bunu bilmeyen var mıdır dünyada(2/6)
İnayet Allah’tan bize fayda Bu nasıl gidişat bu nasıl kayda Anneler ağlıyor evlat yok köyde Evlat köyden kente göç etti böyle (10/4) Eğer bilse idi din ile iman Zerrece kalmazdı gönlümde güman Mevlam böylesine vermesin aman Fırsat arayanlar insan sayılmaz (67/3) Âşık, acıları insanlardan uzak tutması için yine Allah’a yalvarır: Halil’im der bak feleğin işine Acımaz kimsenin göz yaşına Mevlam verme kimselerin başına Kanser telef etti Döndü gelini (19/5) Allah’ın adını ağzından düşürmeyen Âşık, sevdiğine yalvarırken de Allah ‘ın adını anar: Halil Erdugan’a çektirme çile Seversen mevlayı düşürme dile Gözlerimin yaşını döndürme sele Çektirme gam yükünü ikrar bir olur (57/5)
77
4.1 .1. 2. Peygamberler
4. 1. 1. 2. 1. Hz. Muhammed
İslam Peygamberi. Peygamberlerin sonuncusudur. Âşık, Allah ve Muhammed aşkını şiirinde şöyle dile getirir: Yaratmıştır beni seni Görmek ister isen onu Çok yaşlandım yorma beni Allah Muhammed aşkına (72/4) Bir şiirinde Hz. Muhammed’i, Hz.Ali ve Hacı Bektaş Veli ile birlikte zikreder. Ozanı sorarsan Maraş elinden Hacı Bektaş hiç düşmez dilinden Ali İle Muhammedin yolundan Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba (1/6)
4. 1. 1. 2. 2. Hz. Eyyûb
Sabır timsali olan Peygamberdir. İsrail oğullarından olup İshak Peygamberin torunudur. Allah insanlara sabır örneği olsun diye Eyyûb peygamberi yaşatmıştır. (Pala, 1989:158 ). Hz. Eyyûb, kendisine musallat olan bir hastalıkla imtihan edilmiştir. Bu hastalığı sabırla karşıladığı için, sabrın remzi olmuştur. ( Tatçı 1990:110 ). Kendi yaşamını anlatırken yaşadığı acılar karşısındaki sabrını Hz. Eyyûb’ i hatırlatarak dile getiriyor.
78
Bir garip gördüm bu ne hal Dedim ki kardeş bende kal Eyüp’ün derdine misal Ben arıyım bal içinde Yaptım sabır eser kaldı İşte günler tamam oldu Ecel düdüğünü çaldı Halil gider sal içinde (74/3,4)
4. 1. 1. 2. 3. Hz. Hızır Âb - ı hayat’ı içip ölmezliğe kavuşan kişi. Peygamber veya velî olduğu hususunda rivâyetler vardır. Hızır’ın İlyas Peygamber’e verilmiş bir lakap olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. ( Pala, 1989:225 ). Ayrıca Hızır, mürşid – i kamilin de bir timsalidir. Onun darda kalanların yardımına yetiştiği inancı yaygındır. Anadolu’da her darda kalan Hızır’ın mutlaka yetişeceğine inanır. Diğer bir inanış da Hızır’ın boz bir atla geleceğidir. ( Tatçı, 1990:118 ). Âşık Halil zorda kalınca Hz. Hızır’dan yardım ister. Çağırırm göremedim yüzünü Yetiş imdadıma boz atlı Hızır Nerde bulam tabanını izini Yetiş imdadıma boz atlı Hızır (54/1)
Erenler geldi oturdu Bize bereket getirdi Hızır sofrasını serdi Galan konuklar konuklar (96/1)
79
4. 1. 1. 2. 4. Hz.Yusuf
İsrailoğulları peygamberlerinden olup, Yakup peygamberin oğludur. Edebiyatımızda harikulâde güzelliği ile çok zaman sevgili ona benzetilir. ( Pala, 1989:525 ).
Kardeşleri tarafından bir kuyuya atılmış, daha sonra bir kervan tarafından kurtarılıp köle olarak satılmıştır. (Yüksel,1987:61 ). Güzelliği ile dikkat çeken Yusuf’u Mısır Sultanı’nın karısı Zaliha, elde etmek istemiş, Yusuf Zaliha’nın teklifini kabul etmeyince de iftiraya uğrayarak zindana atılmıştır. ( Tatçı, 1990:109). Hz. Yusuf’la kendi yaşadıkları arasında benzerlik gören Âşık bunu şu şekilde dile getirir: Yusuf gibi zindanlara atıldım Köle gibi elden ele itildim Zalimlerin tuzağına tutuldum Komşular siz kalın bana elveda (3/4) Yusuf’u yatırdın bir iftiraya Aynısını yaptın bahtı karaya Suçlu suçsuz getirirler buraya Bunları kimlerden sorarlar bilmem (31/1)
80
4. 1. 1. 2. 5. Yunus Peygamber
İsrailoğulları peygamberlerindendir. Musul dolaylarında bulunan Ninova şehri halkına gönderilmiştir. ( Pala, 1989:525 ). Yunus Peygamber, denize atılmış ve bir balık tarafından kurtarılmıştır. Balık karnında da aşk ve ibadetini terk etmediği söylenir. Sâlik için bir timsaldir. ( Tatçı, 1990:118 ).
Âşık Halil, Yunus Peygamberin denize atılışına telmihte bulunur ve kendisinin durumu ile alaka kurar. Bir garibim çıktım yüce dağlara Şeyda bülbül gelmez oldu bağlara Yunus gibi denizlere ağlara Yetiş imdadıma boz atlı Hızır (54/3)
4.1 . 1. 3. Kitaplar
Âşık Halil, şiirlerinde dört ilahi kitaptan da bahsetmektedir. Allah tarafından peygamberlere gönderilmiş dört büyük kitap şunlardır: Tevrât: Hz. Mûsa’ya nâzil olan mukaddes kitaptır. Zebûr: Hz. Davûd’a inzâl edilmiştir. İncîl: Hz. İsa’ya Nâzil olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm: Hz. Muhammed’e nâzil olmuştur. (Onay, 1992:131 ). Hak Âşığı olarak kendini nitelendiren Âşık Halil, bu düşüncesini dört kitabın dördünü de okuduğunu belirterek pekiştiriyor. Âşık, kalıplaşmış ve
81
derin manalar yüklenmiş olan “ dört
kitap “ ifadesini kendisinden önceki
bütün şairler gibi kullanmıştır. Dört kitabın dördünü de okudum Şükür amentüye imanımız var Bülbül oldum gül dalında şakıdım Şükür amentüye imanımız var (50/1) Kur’ân-ı Kerîm’i diğer kitaplardan ayırır. Dört kitabın manasının bir elifte toplandığına inanır. Şükür amentüden almışım ilham Elif ile be de Kur’an da tamam Halil Erdugan’ım ederim iman Şükür amentüye imanımız var (50/4)
4. 1. 1. 4. Şiirlerinde Adı Geçen Diğer Kutsal Kişiler
4. 1. 1. 4. 1. Hz. Ali
Hazret-i Peygamber’in amcası oğlu, damadı ve dördüncü halifesi olan İslamların arasında ilim ve fazilet, mürüvvet ve fütüvvetle mümtaz bulunan zâttır. ( Onay, 1992:35 ). Edebiyatımızda gerek kahramanlık, gerekse velilik ve imamlık yönleri ile bir çok benzetmeye konu edilmiştir. Âşık Halil, Hazret – i Ali’den “ Şah - ı Merdan “ diye bahseder. Hz. Ali, hem nefsine hem de düşmanlara karşı kahramanca mücadele ettiği için gerçek bir “ er “ dir.
82
Alevî olan Âşık, zorda kaldığında Hz. Ali’den yardım ister. Çağırırım Şahı merdan ya Ali Beni ahirinde ettiniz deli (56/3) Âşığa göre Hz. Ali tüm dertlere deva bulandır. Şahı merdan Ali geldi Her dertlere deva buldu Gönlümüz nur ile doldu Çok şükür elhamdülillah (75/2) Bir şiirinde takip edilen yolun Ali ve Muhammed yolu olduğunu belirtir. Ali ile Muhammed’in yolundan Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba (1/6)
4. 1. 1. 4. 2. Hasan ile Hüseyin
Hz. Ali ve onun reisi olduğu Ehl – i beyt kadrosu Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşur. Bütün İslâm aleminin Ehl – i beyte olan sevgisi sonsuzdur. Hz. Muhammed, Ehl – i beyti hem sevmiş hem de Ehl –i beytin sevilmesini istemiştir. Müslim ve Tırmizi’nin bir rivayetine göre de “ Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım “ Ayet – i Kerimesi indiği vakit Hz. Peygamber, hem Hz. Ali’yi hem Hz. Fatıma’yı , Hasan ve Hüseyin’i çağırmış ve “ Allah’ım bunlar benim ailemdir demiştir “. ( Turan, 2001:164 ).
83
Hz. Ali’nin büyük oğlu, Peygamberimizin torunu olan, İslam halifelerinden beşincisi, on iki imamın da ikincisi olan Hasan ile onun kardeşi Hüseyin, Hz. Ali ile birlikte aynı şiirde Âşık Halil tarafından sevgi ve saygıyla anılır. Ali Hasan Hüseyindi avazı Hiç geri kalır mı yazılan yazı Yanık sesi ile çalardı sazı Ruhun şad olsun Mahsuni Baba (1/4) Hasan ve Hüseyin, Kerbela gibi bütün müminleri kedere gark eden, üzücü bir hadise sebebiyle de şiirlerimizde yer alır. Kerbela bütün İslam aleminin acısını aynı şiddette duyduğu elim bir hadisedir. Duyduğu üzüntüyü dile getirmede Kerbela mersiyesi, ağıtı yazmada Türk toplumu Alevisiyle Sünnisiyle bir yürek olmuş, üzüntünün, Yezid’e lanetin odunu tek bir yürekte yakmıştır. ( Turan, 2001:172 ).
Peygamberimizin torunu İmam Hüseyin’in şehit edildiği Kerbela’yı da şiirlerinde zikreder.
Dünyayı kavurdu çöl fırtınası Yavrular cephede ağlar anası Kan gölüdür Kerbela’nın binası Bunu bilmeyen var mıdır dünyada (2/1) Hakikata bağlayalım özümüz Düşünmeden atmayalım sözümüz Halil kan ağlasın iki gözümüz Kerbela çölünü sel eyle gitsin (46/5)
84
Topal karınca gibi düştüm yoluna Arzumanım Kerbelanın çölüne Gariban Halil’im sen bak haline Yetiş imdadıma boz atlı Hızır ( 54/6)
4.1 2. Şiirlerinde Adı Geçen Mutasavvıflar
4. 1. 2. 1. Hacı Bektaş Veli
Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur. Babası İbrahim, annesi Ahmed kızı Hâtem Hatun’dur. Her ikisi de Türktür. Okul yaşına geldiğinde eğitimini Türkistan Pîr’i Ahmed Yesevî ardası( halifesi ) Lokman Pirende’nin yanında yaptığı söylenir. Bektaşi kaynaklarında Hacı Bektaş Veli’nin Suluca Karahöyük’e gelip yerleştiği, dergâhını burada kurduğu belirtilmektedir. Bu yöre bugün “ Hacıbektaş “adıyla anılmaktadır. ( Temren, 1995:64 ). Horasan erenlerindendir ve Bektaşi tarikatının kurucusu sayılan zattır. ( Alparslan, 1996:86 ). Kendisi gibi âşık olan Mahsuni Şerif’in de Hacı Bektaşa bağlı olduğunu bir şiirinde dile getirir. Niçin aşıkların sinesi dağlı Çok cefalar çektik karlı ağlı Horasan’dan gelen hünkâra bağlı Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba (1/2)
85
Günümüzde Alevî – Bektaşî dedelerinden sayılan Yusuf Ulusoy’la ilgili yazmış olduğu şiirde, Yusuf Ulusoy’un Hacı Bektaş soyundan geldiğini belirtir. Aslı Hacı Bektaş Ulusoylardan Kendi mühür gözlü kaşı yaylardan Gelir diye soruyorum köylerden Beklerim yolunu gel Sultan Yusuf (14/4) Bir şiirinde nasibini Hacı Bektaş’tan aldığını dile getirir. Hacı Bektaş Horasan’dan Herkes kısmetini ondan alıp da Yunus gibi kapısında kalıp da Halil Erdugan der bulurum seni (17/4) Zorda kaldığında Hz. Ali ve Hacı Bektaş Veli’den yardım ister. Çağırırm şahı merdan ya Ali Beni ahirinde ettiniz deli Yetiş Hünkâr Hacı Bektaşî Veli Halil’in halinden bilen olmuyor (56/3) Tasavvuf yolunu anlattığı şiirinde Hacı Bektaş’ın adını zikreder.
Bu yol evliyanın yolu Bilmeyenler mutlak deli Katlini dal eylemeli Bu meydanda bu meydanda
86
Halil eser aşkın yeli Yeşilsin ladenin dili Hünkar Hacı Bektaşî Veli Bu meydanda bu meydanda (68/4,5)
4. 1. 2. 2. Yunus
Türk Edebiyatının en büyük şairlerindendir. Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türkçenin ses bayrağı olmasındaki büyük ve önemli neferlerinden biridir. Tasavvuf ve dinle ilgili şiirler yazmıştır. ( Kudret, 1995:152 ). Şair, Yunus ile Hacı Bektaş’ın adını aynı dörtlükte anmıştır. Hacı Bektaş Horasan’dan Herkes kısmetini ondan alıp da Yunus gibi kapısında kalıp da Halil Erdugan der bulurum seni (17/4)
4.1 . 2. 3. Pir Sultan Abdal
Âşığın Alevî - Bektaşî geleneğinin yedi büyük şairinden biri sayılan Pir Sultan Abdal’ın adını şiirlerinde andığını görüyoruz. Bir bahar ayında vardım Banaza Coşkun akar Pir Sultan selleri Bir gün kavuşuruz bahara yaza Sevdiğim gel diye çağırır beni (17/1)
87
Sivas olaylarını konu alan şiirinde yine Pir Sultan’dan bahseder. Pir Sultan’ı anmak kişinin amacı Kimisi kardeşti kimisi bacı Şöyle bir düşünün ne kadar acı İnsan yakmak insan kesmek ne demek (23/3)
4.1 . 2. 4. Hallac - ı Mansûr
Hallac – ı Mansûr, Allah aşkının mükemmel bir timsalidir. Mansûr’la beraber ifşa ettiği sırrı dile getiren “ Ene’l Hak “ sözü de iktibas edilmektedir. Ene’l - Hak sözü, vahdet – i vücûdun, fenâ makamlarının veya terki terkin izahından ibarettir. Mansûr fenafillah sırrını ifşa ettiği için asılarak öldürülmüştür. ( Tatçı, 1990:397 ). Âşık Halil, “ Ene’l - Hak” diyen Hallacı Mansûr’ un asılmasına da telmihte bulunur. Otursun mekanında yapında Mansur gibi asılam mikabında Yetim miyim senedinde tapında Bilmeyenler senden dilek diler mi (63/4)
88
4. 1. 3. Şiirlerinde Adı Geçen Diğer Dinî ve Tasavvufî Unsurlar
4.1 . 3. 1. Cem Töreni
Alevî, Bektaşî, Mevlevî tarikatlarında ayin – i cem bir zikir adıdır. ( Pala,1989:100 ). Kökeni itibariyle cem, Türklerin İslamiyet’e girmeden önceki devirlerde de belirli disiplin kuralları içerisinde uygulaya geldikleri dinî toplantılardır. İslam’ın kabulü ile bu törenler İslam inancı ile şekillendirilmiş toplantılar halini almıştır. Bu toplantılarda Peygamberimizin miracı anlatılır. Orada bulunan canlar aşka gelip temsili olarak semaha kalkıp bu hizmeti icra ederler. Cemler
“ Meydan “ denilen geniş bir yerde katılanların rahatça
oturabileceği bir ev veya Cem evinde yapılır. ( Altınok, 1998:358 ).
Cem töreninde on iki hizmet vardır. Hazırlık ve Tâlibe abdest aldırma işleminden sonra İkrâr töreni başlar. Birinci Erkân – Meydana giriş İkinci Erkân – Buhur yakma ve gül suyu serpme Üçüncü Erkân – Mürşidin Tâlibe sorması Dördüncü Erkân – Çerâğların uyarılması Beşinci Erkân – Mürşidin namaz kılması Altıncı Erkân - Rehberin Mürşide ulaştırmaya hazırlanması Hizmet Görme Erkânı Yedinci Erkân – Rehberin Tâlibi Mürşide teslimi Sekizinci Erkân – Mürşidin Tâlibe tövbe ettirmesi ve telkıyn’i Dokuzuncu Erkân – Mürşidin Tâlibi Rehbere teslimi ve iadesi Onuncu Erkân – Rehberin Talibe makamları “ menzilleri “ göstermesi
89
On Birinci Erkân – Şerbet dağıtılması On İkinci Erkân – Meydan süpürülmesi ve erkânın bitirilmesi (Noyan, 1995:274 ). Âşık Halil, Çorum köylerinden Eskiyapar’da katıldığı bir cem törenini şiirinde şöyle anlatır: Gönüller evini yaptık Evvel koçu kurban ettik Tekbir aldık dua ettik Eskiyapar Eskiyapar Avizeler sıra sıra Cennet âla oldu bura Bacı kardeş durduk dara Eskiyapar Eskiyapar Her taraftan misafirler Muhabbete tanık diller Bülbül gibi öter teller Eskiyapar Eskiyapar …
Âşıklar kaynadı coştu Lokmalar halloldu pişti Küsülü olan barıştı Eskiyapar Eskiyapar …
90
Erenler geldi oturdu Bacılar halı getirdi Hızır sofrasını serdi Eskiyapar Eskiyapar Kara paçaya sürdüm yüzümü Yalnız benim iki gözüm Elest diyen bu yol bizim Eskiyapar Eskiyapar Pirimiz geldi oturdu Halil hizmetin getirdi Cennet gülleri bitirdi Eskiyapar Eskiyapar (97)
Gamdan azat olduk bugün Çok şükür elhamdülillah Pirin divanına durduk Çok şükür elhamdülillah Şahı merdan Ali geldi Her dertlere deva buldu Gönlümüz nur ile doldu Çok şükür elhamdülillah Hû dedik içeri girdik Erenlere ikrar verdik Eşiğine yüzler sürdük Çok şükür elhamdülillah Şüphem yoktur bilemedim
91
Cümlesine veli dedim Sorarlarsa benim adım Çok şükür elhamdülillah Dost bağından güller derdim Ben pirime ikrar verdim Halil der cemalin gördüm Çok şükür elhamdülillah (97)
4.1 . 3. 2. Ziyaret Mekânları
Kutsal sayılan yerleri ziyaret etmek Türk insanı için her zaman önemli olmuştur. Bu yerleri ziyaret etmek, buralarda dileklerde bulunmak, kurban kesmek eski dönmelerden beri devam etmektedir.
Âşık Halil, bir şiirinde Keşlik köyündeki Yeşil Pabuç, Keşlik köyü yakınlarındaki Kara Şık, Alaca’daki Hüseyin Gazi, Eskiyapar köyündeki Garipçe, Perçem köyündeki Güfer Ana, Manışar köyü yakınlarındaki Turna Dede tekkelerinin isimlerini zikreder. Keşlik köyü yeşil pabuç dermanım Yakınında Kara Şıka kurbanım Sizlerin yoluna dökülse kanım Arzuladım sizi görmek isterim Piri Baba gözüm yollarda kaldı Gam kasavet beni aradı buldu Zindanlarda cismim yandı kül oldu Arzuladım sizi görmek isterim
92
Hüseyin Gazi de gülbenk çekilir Turnaları göllerine dökülür Muhabbet bağıdır güller ekilir Arzuladım sizi görmek isterim Eskiyapar köyü Karipce yatar Bu bir evliyadır cana can katar Yılkıcı düşenin elinden tutar Arzuladım sizi görmek isterim Güfer Ana perçem köyü üstünde Düşte gördüm oturuyor postunda Eyledim isyanı igelim kanda Arzuladım sizi görmek isterim Manışar Köyü’nde sancak elaman Keramet sizdedir hiç etmem güman Turna Dede size yakındır hemen Arzuladım sizi görmek isterim (38) …
Alaca’ya yakın Hüseyin Gazi Eşiği Kabedir kılın niyazı Aşıklar toplanır çalarlar sazı Sarı saz iniler tel bayram eder (51/3)
93
4.1 . 3. 3. Ahiret
Ahiret, insanların öldükten sonra yaşayacağı âlemdir. Bu âlem, nihayette bütün insanlar tarafından tanınacaktır. Ahiret baki, dünya fanidir. Onun için, dünyayı elden bırakıp ahirete hazırlık yapmalıdır. ( Tatçı, 1990:126 ) Âşık Halil, bu hazırlığı “ ahiret azığı “olarak ifade eder. Ademoğlu bu dünyadan göçersin Akı karayı da bir gün seçersin Ecel şerbetini nasıl içersin Bilir misin bunu ey ademoğlu Kabristana var gez de bir göz at Herkesin başına yazılmış berat Herkeslerin ağzına çalınmış tat Düşün bunu bir kez ey ademoğlu (62/3,4) Halil Erdugan’ım yazık Ahrete aldı mı azık Günler tamam moral bozuk Sonu kara toprak imiş (98/6)
4.1 . 3. 4. Cennet – Cehennem
Cennet yeşillik ve güllük gülistanlık bir bağ şeklinde, cehennem de nar ile birlikte tasavvur olunur. Âşık Halil, cennet ve cehennemi şiirlerinde bu vasıfları ile birlikte işlemiştir.
94
Pirimiz geldi oturdu Halil hizmetin getirdi Cennet gülleri bitirdi Eskiyapar Eskiyapar (97/11)
Halil bu sözlerim gerçek alana Sözüm yoktur yalan oğlu yalana Ne yapalım çare yoktur alana Cehennem narında yanasın güzel (28/4)
4. 1. 3. 5. Ecel
Muayyen olan vâde, ömrün sonu. İslâm dinine göre Allah tarafından takdir edilen ecel ne ileri ne geri alınabilir.( Pala,1989:148 ). Halil bu feleğin işleri böyle Kimler ne götürmüş bir düşün söyle Başa kıyamet ecel gelmiş söyle Turap olur toprak olur giderim (37/4)
4. 1 . 3. 6. Kırklar
Kırk sayısının Türk folklorundaki önemli yeri yanında “ erbaîn “, “ çile “ gibi tasavvufî terimlerle de değeri artmış ve şiirlerde çok kullanılmıştır. Özellikle “ kırklar “ diye bilinen Hak erenleri tasavvufta sıkça geçer. Alevî – Bektaşî inanışında kırklar meclisi vardır. İnanışa göre kırkların başında Hz. Ali bulunur. ( Pala, 1989:294 ).
95
Âşık Halil’in şiirinde kırklardan bahseder. Taze de açmış gül gonca Nice emek çektim bunca Kırklar ile buluşunca Dilin güzelliği başka (70/4)
4. 1. 3. 7. Pir
Pir kelimesi Farsça ihtiyar demektir. Istilahî olarak, tarikat kurucusu anlamındadır. Âşık Halil de pir divanında durmuş bir şairdir. Ancak eserlerinde pirinin kim olduğuna dair bir bilgi vermemektedir. Gamdan azat olduk bugün Çok şükür elhamdülillah Pirin divanına durduk Çok şükür elhamdülillah (75/1)
4.1. 3. 8. Müsahip
Bektaşilikte ayni törende nasib alanlar birbirinin müsahibi olurlar. Bunlar Hz. Muhammed’le Hz. Ali’nin kardeşliği gibi birbirine yakın olurlar. Müsahiplik çok önemli bir bağdır. Müsahipler birbirine her anlamda denk olmalıdır. Müsahip olanların genel durumu, meslekî, kültürel durumu uygun düşmelidir. ( Noyan, 1995:272 ) Müsahiplik yol kardeşliği demektir. 1995:258 ).
( Birdoğan,
96
Kendisine denk bir müsahip bulamamaktan şikayetçi olan Âşık, duygularını şöyle dile getirir: Musahip müminin ahret yoldaşı Hatrına dokunup eydirme kaşı Müsahip kardaştır onun sırdaşı Onun için döne döne ağlarım Yaramazlar ile anlaşamadım Aksi tesir etti konuşamadım Bir sadık yar musahip bulamadım Onun için döne döne ağlarım (32/2,3)
4.1. 3. 9. Erenler
Allah’a yakınlaşmış ve velilik derecesine yükselmiş olanlar. Tasavvuf yolunda olanlara halk arasında bu ad verilir. Özellikle Bektaşî babalarına “Erenler “ tabir olunur. Üçler, Yediler, Kırklar olarak bilinirler. 1989:155 ) . Âşık Halil, canını erenler yoluna feda etmeye hazırdır. Kimlere şikayet edeyim Erenler yoluna vereyim canı Halil nitsin gayri sarayı hanı Sakiler çekilmiş meyi kalmamış (58/5)
(
Pala,
97
4.1. 3. 10. Elest
Tasavvufa göre “ Kâlu belâ “denmeden önce “ mutlak zat “ beraber idi. Allah varlık alemini kendisinin bilinip tanınması için yaratmıştır. Bu vucutlar ilahî bir emanettirler. Allah ezelde ruhlarla sözleşmiştir. ( Tatçı, 1990:302 ). İşte bu ruhların yaratıldığı, bu sözleşmenin yapıldığı mekan “ Elest bezmi “dir. Gerçek vatan Elest bezmidir. Dünya gelip - geçici bir misafirhanedir. ( Tatçı, 1990: 302 ). Âşık Halil, bir şiirinde kendi yolunu anlatır. Kara paçaya sürdüm yüzüm Yalnız benim iki gözüm Elest diyen bu yol bizim Eskiyapar Eskiyapar (97/10)
4. 2. Aşk, Sevgi ve Sevgili
Âşık, sevgi dolu bir insandır. Kimi zaman bu sevgi Allah’a, kimi zaman bir insana, kimi zaman da doğaya duyulur. Onun sevgisi iyiden güzelden yanadır.
Ona göre sevgi, insanı ölüme de götürür, sazı ele alıp âşık da yapar, diyar diyar da gezdirir. Âşık Halil sevgiyi dünyadaki tüm güzelliklere, canlıcansız tüm varlıklara bölüştürmek gerektiği kanaatinde. “Bu felaketlerle dolu dünyada sevgi can simididir“ diyor. Sevgiyi çimentoya benzetiyor. Tüm malzemeyi birleştiren bütünün ortaya çıkmasını sağlayan çimentoya. “Güzel olan her şeyi sevgi dürtüsüyle yapıyoruz“ diyen Âşık, sevginin insanı
98
olgunlaştırdığını, gerçeği görmesini sağladığını belirtiyor. “Güzel olan her şeye güzel bakmamızı yine sevgi sağlıyor“ ona göre.
Sevginin, göz yaşlarıyla yoğrulduğuna inanan Âşık Halil, “Sevgiyi tattıkça sevginin peşinden gitmek ister insan. Sevgi uğruna, sevgili uğruna çekilen acıdan insan kaçmaz. Sevgi yalın ayak yollara düşürür, sırtında taş taşıttırır, dağları deldirir. Yine de kişinin yastığı taş olsa da sevgi ile gönlü hoş olur.“ diyor. Şiirlerimde ilahi aşktan ve beşeri aşktan bahsetmiştir.
4. 2. 1. İlahi Aşk
Aşk, aşık – maşuk ikiliğini birliğe dönüştüren; aşığın nefsini hakiki varlık olan Hakk’ın varlığında ifnâ eden bir kuvvettir. Bu kuvvet, erdirici ve oldurucu biricik vasıtadır. Mutlak varlığa inananlar, âşık olup onda yok olanlar, özlerini nûr’a dönüştürmüş insanlardır. Hakiki âşık, aşk ile bekâ bulmuştur. ( Tatçı, 1990:250 ). Tasavvuf erbablarına göre, alemin yaratılmasının sebebi sevgidir. Cihanşûmul bir prensiptir aşk. Bu tasavvufi düşüncenin temelini de şu kutsi hadis oluşturmaktadır: “ Ben bir gizli hazine idim, bilinmeyi sevdim, bilinmek için halkı yarattım. “ Allah’ın bilinmeyi istemesi aşktır ve aşk özün özüdür. ( Ayvazoğlu,1989:47 ). Mevlânâ, “ Aşk olmasa idi, dünya donar kalırdı. “demektedir. ( Ayvazoğlu, 1989:47 ).
Bu ilahi aşk diğer bütün aşk türlerinin de kaynağıdır. Âşık Halil de ilahi aşka inananlardandır. Şair, şiirinde aşkın ilahi olduğunu dile getirir. Aşk ilahi hiçbir şeye benzemez
99
Sarhoş gibi eder ama öldürmez Bilir de sırrını kimseye demez …
(1/5)
Gönüller sultanı olan da sensin Halil’i sevdaya salan da sensin Aşığın aklını alan da sensin Göster cemalini cismini bana (8 /4) Âşık , aşk elinden mestane olur. Halil aşk elinden oldu mestane Bu aşkın elinden deli divane Doldurdu badeyi içirdi bana Gözlerimin yaşı sel oldu gitti (20/4) Âşık, tasavvuf yolunu anlattığı şiirinde yine ilahi aşktan bahseder.
Halil eser aşkın yeli Yeşilsin ladenin dili Hünkar Hacı Bektaş Veli Bu meydanda bu meydanda (68 /5)
Senin sırrına ermedim Bilmem sana ben neyledim Aldın aklımı deleyledin Kestin elimi elimi Yaktı nar – ı cehennemde Her şey tekmildir ademde
100
Çok aradım yok mekanda Bulsam Leylamı Leylamı ( 78/1, 2 )
4.2. 2. Beşeri Aşk
Sevgili bir bakışı ile onu deli divane eder, ancak ona dönüp bir daha bakmaz. Ona zalimce davranır. Onu Kerem’e Mecnun’a döndürür. Bir bakışta ettin beni divane Kalbimi gönlümü ben verdim sana Ben sana bağlandım bakmadın bana Yaktın sinemi kül ettin zalim Kerem gezdi Aslıhan’ın peşinden Ben de öyle gezdim dağlar başında Bak ne hale düştüm şu genç yaşımda Yaram bir merhem çalmadın zalim Mecnun gibi dolaşırım çöllerde Çürüttüm ömrümü gurbet ellerde Yıllardır beklerim gözüm yollarda Bir kuru selam salmadın zalim (33) Âşık kimi zaman sevdiğinin güzelliğini benzetmeler kullanarak dile getirirken bir taraftan da sevdiğinden ayrılamayacağını belirtir. Ben tabağım sen şekerim Yoluna güller ekerim Uğrun uğrun dert çekerim Derdime derman ol bari (82/1)
101
Duvarda halımsın Sen benim gülümsün Kovanda balımsın Bir tanemsin sen (100/2) Âşık Halil’in sevgisine karşılık vermeyen sevgili onu harap eder. Çölde kurumuş göl gibi Kırılıp düşen dal gibi Baş cıvansız güller gibi Solduracak beni beni (79/2) Âşık, her şeye rağmen sevgiliyle kavuşmayı umut eder. Ay ışığı pencereden girince Benden sana hayal etmek ne güzel Ya bir otobüsle ya bir tirenle Gurbet elden sana gelmek ne güzel (26/1) Âşık Halil kimi zaman o sevgiliye yalvarır: Çekiliyor şu dağların dumanı Topla çiçeğini gel gayrı sunam İşte geldi yaylaların zamanı Birlikte derelim gülleri sunam (27/1) Sevgilisinin güzelliğini şiirlerinde tasvir eder. Sevgilinin, kaşı gözü “lam elif“ e benzer; sevgili, şahin bakışlı, elleri kınalı, uzun boylu, uzun siyah saçlı, gözü sürmeli, kolları altın bilezikli, al yeşiller giyen bir güzeldir. Koyun gelmiş kuzu gelmiş Kara ardıcın menekşesi solmamış
102
Sana benzer hiçbir güzel gelmemiş Şahin bakışına meftunum sunam (27/2) Âşık Halil onu başkalarından kıskanır: Al yeşil giyip de ele görünme Sen güzelsin başkasına yerinme Ellere gülüp de bana darılma Aman geniş dünya dar olur bana (57/2) Âşığa göre sevgili dünyada bir tanedir, onun başka eşi yoktur : Başına bağlamış kara poşu Bir gelmiş dünyaya bulunmaz eşi Başıma getirdin gördüğüm düşü Gelip de hayıra yormaz mı bilmem (30/1)
Âşık, zaman zaman şiirlerinde sevdiğine yakarır. Bu yakarışta sevgiliyi kaybetme korkusundan kaynaklı bir uyarı vardır. Yücesinden erdirirler Amanın eller ne derler Canım seni kandırırlar Kanma benli dilber kanma (71/1) Diğer taraftan kavuşamamanın çaresizliğini anlatır: Mecnun gibi dolaşırım çöllerde Çürüttüm ömrümü gurbet ellerde Yıllardır beklerim gözüm yollarda Bir kuru selam salmadın zalim (33/4)
103
Yaşamda acı tatlı her şeyin olduğunu, insanın bunların hepsiyle bir şekilde karşılaştığını belirten Âşık, bunların kimilerinin hep acıyan derin yaralar bıraktığını, kimilerinin de yaraların kabuk bağlamasına neden olduğunu hatırlatıyor. Âşık Halil: “Bende derin izler bırakan sevdalar yaşadım, yaş yetmiş olduğu halde hâlâ acıyan bir türlü kabuk bağlayıp düşmeyen“ diyor. Bir zamanlar seller gibi çağlattın Neşter vurup ciğerimi dağlattın Alların yerine karalar bağlattın Zaten gurbetteyim kader utansın (44/2) Sevgiliye ulaşmak için çıkılan yolculuktan duyulan keyif şiirlerine şöyle yansır:
Ay ışığı pencereden girince Benden sana hayal etmek ne güzel Ya bir otobüsle ya bir tirenle Gurbet elden sana gelmek ne güzel (26/1) Âşık tarafından gurbette sevgiliye duyulan hasret şöyle anlatılır: Çekiliyor şu dağların dumanı Topla çiçeği gel gayrı sunam İşte geldi yaylaların zamanı Birlikte derelim gülleri sunam (27/1) Âşık Halil, kimi zaman gördüğü güzelleri tasvir eder şiirlerinde Karacaoğlan misali.
104
Uzun boylu esmer kendi Halil gökten melek indi Su istedim bade sundu Sabahtan bir güzel gördüm (93/5) Ona göre sevgili kimi zaman vefasızdır: Koştum ama yetemedim peşinden Aşamadım yüce dağlar başından O vefasız başım saldı belaya Sana da yalancı desem olur mu (63/2) Âşık kendine eziyet eden, acılar yaşatan sevgiliye kimi zaman da beddua eder: Geceleyin görüyordum düşünü Yad ellere bağlatmışsın başını Kurutmadan gözlerimin yaşını Senin de yolların kış olsun güzel (28/2) Geçme dedim niçin geçtin karşımdan Ayrılasın yaranından eşinden Tutuşasın eteğinden peşinden Benim gibi kalkamaz ol yerinden (42/2) Sevgiliyle birlikte dolaşmayı hayal etmek bile âşığı mutlu eder. Rüzgar essin ırgansın dağlar Çıkalım dağlara giyelim allar Gezelim kol kola yerinsin dağlar Kolunu boynuma dola gezeli (36/2)
105
Deli gönlüne söz geçiremeyen âşık sevdiğine yalvarır, kendini bu sevdadan vaz geçirmeye çalışır. Vazgeç deli gönül sen bu sevdadan Yollar bir gün boran ile kış olur Gün olur ki sesin gelir semadan Derde salar bizi taş çalar olur. (57/1)
4. 3. Sosyal Konular:
Yaşadığı toplumda meydana gelen olaylara karşı duyarlı olan Âşık Halil, bu duyarlılığını şiirlerine de yansıtmıştır. Âşık öğüt içerikli şiirlerinde toplum içerisinde nasıl davranılması gerektiğini anlatır.
Her topluma varma bunu iyi bil Çok bela getirir başına bu dil Vardığın mecliste emsalini bul Düşürme kendini toplum içinde (9/6) İlim öğrenmenin, çalışmanın toplum için önemini kavrayan Âşık şiirinde bu önemi dile getirir. Yirminci de asır fize zamanı Kuralım fabrika çıksın dumanı Düşmanlara vermeyelim amanı İlim akıl fikir bir de marifet (60/2)
106
Uygarlık çağını ele alalım Yollar yapıp dağı taşı delelim Okuyalım cehaleti yenelim İlim akıl fikir bir de marifet (60/4) Âşık, toplumda ikiliğe karşıdır: Senlik benlik nedir Memlekete hayır getir Hak yoluna kurban götür Böyle menzile yetelim (91/3) Herkesi eşit tutalım Hak divanına yetelim Kötülük nedir atalım Sevelim sevilelim (91/4) Dildedir destanımız Dökülen bizim kanımız Hep kardeşiz bir dinimiz Düşün artık dünya dünya (73/3) Çıngısı olmadı olur mu çakmak Boş kafa gezdirme dünyada ahmak Layık mı da bize hatırlar yıkmak Sen de insan ben de insan farkı ne (11/3) Âşık Halil, haksızlığa ve adaletsizliğe karşıdır. Beşe alıp ona satmak kâr mıdır Teraziniz doğru tutmak zor mudur Yalancıya yalancılık ar mıdır
107
Yalan dolan ile bu kâr olmaz (66/2) Dünyanın sonu yok gaflete dalma Sakın kimsenin hakkını alma Emeksiz binde bir arayıp bulma Alnının terini sel eyle gitsin (46/3) Gençlerin seksenli yıllarda sağ – sol olaylarında birbirine düşmesini de doğru bulmaz. Haliliyem der ki yeter zulümler Türkiye’de ayrı ayrı bölümler Bu gençleri kırdırıyor zalimler Bu gençlere niçin acınmaz böyle (10/4) Toplumsal barışın ve sevginin önemini kavrayan Âşık, bunu şiirlerine de taşır. Bir bina tutar mı olmasa direk Sevip sevelim ki amaca erek İnsana tatlı dil güler yüz gerek Bu kadar zor mudur insana yahu (61/1) Bugün misafirik yarına kalmak Herkese gerektir bunları bilmek Ta temelden gelir sevip sevilmek Sevmek suç mudur insana yahu (61/2) Gel hey ademoğlu olur mu böyle Ben severim benden uzak kaçarsın Niçin sevilmezsin niçin sevmezsin Sevil de gerçeği bul ademoğlu (62/1)
108
Trafik kazalarında can verenleri düşünerek şoförlere uyarılarda bulunur: Ağır giden çok yol alır Hızlı giden yolda kalır Normal giden menzil bulur Türkiye’nin şoförleri (83/3) Sarhoş bir hoş çıkma yola Başa gelir türlü bela Son pişmanlık geçmez ele Türkiye’nin şoförleri (83/4) Yazın kumdan kışın dondan Arabanı sakın ondan Aman yanlış geçmen soldan Türkiye’nin şoförleri (83/5) Kendi gelenek ve göreneklerimizin unutulmasını eleştirir: Söylesem tesiri olmaz Küçük büyüğünü bilmez Selam verip selam almaz Nasıl ben bunu demeyim (92/4) Savaşın hep karşısında barışın ise hep yanında olan Âşık, bunu şiirlerine de taşır. Merak etmek doğru değil savaşı Barış için saygı göster bu işe Mis gibi vatanlar hep köşe köşe Bunu bilmeyen var mıdır dünyada (2/4)
109
Dini kendi çıkarları doğrultusunda kullananlara da karşı çıkar. Otur sofu yalan dinlemeyiz biz Bu yalanı yalan pazarında sat Arapça Farisce anlamayız biz Bu yalanı yalan pazarında sat Milleti kuytuya çekip kandırma Haram yiyip hiç üstüne kondurma Doğru söylemezsin kendini yorma Bu yalanı yalan pazarında sat ( 59/1,2)
4. 4. Dert ve Istırap
Âşık Halil yaşamı boyunca birçok acı yaşamıştır. Şiirlerinde yaşadığı acıları, sıkıntıları kimi zaman feleğe isyan ederek, kimi zaman da kendine kızarak dile getirmiştir. Emeklerinin karşılığını alamamak, gurbet, ayrılık onun şiirlerinde ayrı bir yere sahiptir. Uzadı yollarım bilinmez oldu Bu derdime çare bulunmaz oldu Ne bir mektup ne de bir selam geldi Halik der ki yüreğimde acı var (49/3) Muhabbet kuşları konar dallara Alıp eşin gider uzun yollara Kader attı bizi gurbet ellere Elimi tutacak dalım mı kaldı (15/1)
110
Bir iftira sonucu hapishaneye düşmesi, bir süre orada kalması Âşık Halil’i çok etkiler. Şu dünyada güldürmedin Suçum nedir bildirmedin Bana murat aldırmadın Hapishane hapishane (81/3) Ellerime gelepçeyi vurdular Konunun üstünde birçok durdular Altı sene üç ay ceza verdiler Yangına körükle varan mıyım ben (41/2) Örgütte elim yok olay yapmadım Eşkıya gibi dağ başına çıkmadım Ocak söndürüp de evler yıkmadım Devletin hayınının kolu muyum ben (41/3) Yaşadığı acılardan dolayı zaman zaman feleğe isyan eder. Koca gökyüzünden bir parsel verdin Gerisini haram eyledin bana Ufuklar karanlık günler karanlık Zindan bahçesini bana mı verdin (45/1) Bahtım gülmez oldu yine Felek ne diyeyim sana Nedir ettiklerin bana Zalim felek seni seni (80/1) Yaşamın gelip geçici olduğunu anlayan Âşık, bundan duyduğu acıyı da şiirlerinde anlatır.
111
Gençlikte su gibi aktım Nice taşlar kucakladım Çok ham meyveler aşladım Sonu kara toprak imiş (98/2) Âşık, sevdiklerini kaybetmenin verdiği acıyı da şiirlerine yansıtır. Yavru şahin gibi uçtu gitti Seslenirim gülüm gel diye diye Yaralı sineme büyük dert etti Seslenirim gülüm gel diye diye (12/1) Yine Ankara’dan karalı haber Talih olmayınca neylesin kader Ölürüm bu dertten duymasın peder Kanser telef etti Döndü gelini (19/1)
4. 5. Tarihî ve Millî Konular:
Âşık Halil, şiirlerinde tarihî olaylara yer verirken vatanına, milletine duyduğu sevgiyi de dile getirmiştir. Şiirlerinde ayrıca Atatürk ‘e, onun ülkemiz ve milletimiz için yaptığı hizmetlere de değinir. Atatürk’ten bir şiirinde şöyle bahseder: İsmi Mustafaydı bir de Kemaldi Allah Allah dedi düşmana daldı Bütün emekleri hatıra kaldı Vatan için çalışmıştır Atatürk (25/1)
112
Devlet adamıydı gözleri şimşek Bir geldi vatana dünyada bir tek Dedi ki düşmana çek göçünü çek Düşmanı denize döktü Atatürk ( 25/4) Âşık, Türk insanının kahraman olduğu gerçeğini dile getirir. Yaşı doksanlıklar anlatır bunu Anlatırken titrer insanın teni Dünyaya dağıldı Türklerin şanı Atalardan duyduğumuz böyledir (55/2) Âşık Halil, Türk insanının birlik ve beraberlik içerisinde hareket ederek tüm güçlüklerin üstesinden geldiğinin bilincindedir. Bu bilinci tarihteki önemli zaferlerimizi hatırlatarak dile getirir. İki yüz elli iki kişi Çanakkale’de Ana baba bacı garip sılada Bir çakıl taşını vermedi yada Atalardan duyduğumuz böyledir (55/3) Nice Dumlupınar nice Sandıklı Pek azdı top tüfek nerede zırhlı Kadın erkek hep ayağı çarıklı Düşmanı vatandan govdu Atatürk (25/3) Vatanını, milletini seven Âşık bu sevgisini de şiirlerde anlatır. Nere gitsek vatanımızı överiz İlim bizim irfan bizim şan bizim Vatanımız milletimiz severiz Vatan bizim millet bizim şan bizim (40/1)
113
Âşık Halil, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını şöyle dile getirir: Beş parmak dağına bayrak çekildi Oraya huzur saadet ekildi Halil der ki sancağımız dikildi Bayrak bizim güneş bizim ay bizim (40/4)
4. 6. Doğa Güzellikleri
Üç tarafı meşe ormanı
ile çevrili bir köyde doğup orada yaşamını
sürdüren Âşık Halil, doğayı konu alan şiirler de yazmıştır. Bazı şiirlerinde doğanın güzelliklerini dile getirirken bazı şiirlerinde de doğadaki canlıları benzetme unsuru olarak kullanmıştır. Ormanların canlı hayatındaki önemini kavrayan Âşık, yaşam kaynağı olarak gördüğü ormanları korumamız gerektiğini düşünmektedir. Orman yakıp tahrip eden Ne yapsın bu koyun güden Orman kesip odun satan Orman güzelliği başka Kendi biten bir örnektir Orman demek ne demektir Herkese büyük niğmettir Orman güzelliği başka Çeker yağmurlu havayı Şenletir bütün doğayı
114
Kaynatır evde tavayı Orman güzelliği başka Orman dünyada bir tane Bina yapar hane hane Güzel diyar bize her sene Orman güzelliği başka Hele suyu meşesine Nice nice köşesine Halil meftun neşesine Milli servetimiz orman (69) İnsanları sevip insanlara değer veren Âşık, insanın dışındaki diğer canlıları da sevmektedir. Onların da bu dünyada bizim kadar yaşamaya hakları olduğunu savunmaktadır. Hayvanlara zarar verenleri eleştirmektedir. Açık konuşmanın vardır yararı Hayvanlara vermeyelim zararı Durmadan dolanır bayırı kırı İnsanlığın kıymetini bilelim Avcı düşmüş hayvanların peşine Hiç bakmıyor gözlerinin yaşına Zaten onlar düşmüş can telaşına İnsanlığın kıymetini bilelim Bize vermiş akıl fikir elini Ahırda yatanın görün halini Alsın diye kaymağını balını İnsanlığın kıymetini bilelim (35/1,2,3)
115
Köyünün bağlı bulunduğu ilçenin güzelliklerini de şiirinde dile getirmiştir. ALACA DESTANI Alaca bir ilçe güzellik vardır İçinde bir başka özellik vardır İreçberi zengin kendine yardır Bol mahsul kaldırır el bayram eder Fidanlık içinde havuzu suyu Uzundur sahası yüz pare köyü Güzelleri nazlı uzundur boyu Ak gerdan altında gül bayram eder Alaca’ya yakın Hüseyin Gazi Eşiği kabedir kılın niyazı Aşıklar toplanır çalarlar sazı Sarı saz iniler tel bayram eder Havuzun suyundan içenler kanar Ziyaretgahında kandiller yanar Herkes birbirine badeler sunar İnci diş içinde dil bayram eder Bülbülleri murat alır gülünden Halil bilir aşıkların halinden El uzatıp yemiş alsam dalından Ağaçlar ırgalanır dal bayram eder Âşık, baharın gelişi ile doğada meydana gelen değişiklikleri şu şekilde dile getirir:
116
Dört mevsimin şahı olan Safa geldi güzel bahar Her dertlere deva bulan Safa geldi güzel bahar Yeşillenir ağaçları Neşeli öter kuşları Şenletir vatandaşları Safa geldi güzel bahar (94/1,2) Âşıklığının yanında çiftçi de olan şair, toprağın insan yaşamı üzerindeki önemini biliyor. Saklar canlı mahlukları Çiçek toplar arıları Doyuruluyor sürüleri Her mahsulü verir toprak Dozer vursam vurma demez Köprü kursam kurma demez Mahsul verir haraç yemez Her mahsulü verir toprak …
Suyu çıkar biz içeriz Tarlada tırpan biçeriz Halil der bir gün göçeriz Bir gün gizler bizi toprak(84/4,5,7) Geçtiği topraklara hayat ve güzellik veren Kızılırmak’ı şöyle anlatır:
117
Yolundan giderken çok oluyorsun Denize varınca yok oluyorsun Coşkun zamanında can alıyorsun Merhameti kısa vay Kızılırmak … Bahar gelir boz bulanık akarsın Dere tepe demez durmaz akarsın Baraj bağlanınca orda şaşarsın Olursun o zaman çay Kızılırmak (21/1,5)
BEŞİNCİ BÖLÜM
ÂŞIK HALİL ERDUGAN’IN ŞİİRLERİ
1. Huşu içinde sıyırılıp da çıkmak Herkesin hakkı değil Mahsuni Baba Bunları anlamaz ne bilir ahmak Gerçek bu değil mi Mahsuni Baba
Niçin aşıkların sinesi dağlı Çok cefalar çektik karlı ağlı Horasan’dan gelen hünkâra bağlı Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba
Mahsuni Şerif’in öyküsü bitmez Yaralı yüreğim merhem kâr etmez Böyle ozanlara hiç paha yetmez Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba
Ali Hasan Hüseyin’di avazı Hiç geri kalır mı yazılan yazı Yanık sesi ile çalardı sazı Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba
119
Aşk ilahi hiçbir şeye benzemez Sarhoş gibi eder amma öldürmez Bilir de sırrını kimseye demez Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba
Ozanı sorarsan Maraş elinden Hacı Bektaş hiç de düşmez dilinden Ali ile Muhammed’in yolundan Ruhun da şad olsun Mahsuni Baba
Büyük Atatürk‘ün izinde idi Halil Erdugan ‘ın özünde idi Yirminci asırın da gözünde idi Eserin dillerde Mahsuni Baba
120
2. Dünyayı kavurdu çöl fırtınası Yavrular cephede ağlar anası Kan gölüdür Kerbela’nın binası Bunu bilmeyen var mıdır dünyada
Dağlar inliyor top seslerinden Yine yürek bir ah çekti derinden Nasıl olur yer oynuyor yerinden Bunu bilmeyen var mıdır dünyada
Vicdanen düşünün dökmeyin kanı N’olur ağlatmayın bu kadar canı Karara bağlansın bu işin sonu Bunu bilmeyen var mıdır dünyada
Merak etmek doğru değil savaşı Barış için saygı göster bu işe Mis gibi vatanlar hep köşe köşe Bunu bilmeyen var mıdır dünyada
Şu yalan dünyaya bir daha gelmek Ne güzel şeydir araları bulmak Kardeşçe yaşamak ne demek ölmek Bunu bilmeyen var mıdır dünyada
121
Halil Erdugan ‘ım düşündüm durdum Tanrı cümlemize eylesin yardım Bu işe bir çözüm bulunsun derdim Bunu bilmeyen var mıdır dünyada
122
3. Bu elleri terk eyledim gidiyom Komşular siz kalın bana elveda Eşe dosta gayri veda edelim Komşular siz kalın bana elveda
Ceminizde bülbül gibi öterdim O toplumda türlü matah satardım Herkesi kendimden üstün tutardım Komşular siz kalın bana elveda
Cahillerin kusuruna kalınmaz Kıymet bilmeyene kıymet verilmez İnsanların ne olduğu bilinmez Komşular siz kalın bana elveda
Yusuf gibi zindanlara atıldım Köle gibi elden ele itildim Zalimlerin tuzağında tutuldum Komşular siz kalın bana elveda
O günleri unutturdu zalimler Cahiller türedi gitti alimler Niçin mahzun durur ötmez bülbüller Komşular siz kalın bana elveda
123
Cemiyette çalar idik sazları Kış eyledik bahar ile yazları Halil der ki ben göremem sizleri Komşular siz kalın bana elveda
124
4. Bir düşünce geldi benim aklıma Bunu demeliyim masa başında Gitmeliyiz ilim irfan yoluna Böyle gerekiyor masa başında
Bir mihenk taşıdır bilenler bilir Her şeyin başında insanlık gelir İnsanoğlu kulağından sulanır Topluma uymalı masa başında
Gönül ister her an dostu görmeyi Dostlar ile demi devran sürmeyi Borç bilirim hal hatır sormayı Dost cemalin görsem masa başında
Halil’in sözünden almalı hisse Ona sözüm yoktur böyle biline Allah için kurulduysa bu masa Aşık coşar gelir masa başında
125
5. MECLİSTE KAVGA Demokrasiye olmalıyız yakın Doğru söze doğru demek gerekir Tenkiti bırakın gerçeğe bakın Mecliste kavga her gün de bu kavga
Televizyon çıktı görüyor gözler Herkesçe malumdur söylenen sözler Bütün vatandaşlar sizleri izler Mecliste kavga her gün de bu kavga
Para masa kasa koltuk kavgası Memura köylüye var mı faydası Zam geliyor her Allah’ın haftası Mecliste kavga her gün de bu kavga
Köylüye cahil derler duydunuz Vatandaşı böyle geri koydunuz Bu mecliste suçları saydınız Mecliste kavga her gün de bu kavga
Bu mecliste beyler gider yarışa Bırakın kavgayı bakın barışa Fakire iş verin çalışsın işe Mecliste kavga her gün de bu kavga
126
Köylüler esnaflar çalışır durmaz Emeğinin karşılığını alamaz Halil neyin ne olduğunu bilemez Mecliste kavga her gün de bu kavga
127
6. Geçirme ömrünü havaya havas İnsan hayvan ile olur mu kıyas İşten elimi çekmem kışın ile yaz Kendini bırakıp yatma ha yatma
Gidelim tarlaya tohum saçalım Zamanı gelince ambar açalım Herkesle beraber tarla biçelim Ele kanıp yatma ha yatma
Oğlunu kızını topla başına Zamanında fırsat verme işine Havaslanma tembelin yatışına Elin gıybetini etme ha etme
Helal kazanç derler ekin ile koyun Onun gerisinde çalış al payın Yemeğin pişmişse hazırsa çayın İçmeden bir yere gitme ha gitme
Çiftçilik dünyada en helal kazanç Külfete dalma da gözlerini aç Tekniğine danış ilacını saç Ekin tarlada yanar da ha yanar
128
Rehber oluyum dersen tarlayı üçle Tüccar oluyum dersen yalanı boşla Züğürt oluyum dersen uykuya başla Uyku da seni bir kenara çıkarır
Sınır söküp komşularını kızdırma Ufak şeyden yaraları azdırma Halil komşuların kalbini kırma Sarpa çalıp kendin yorma ha yorma
129
7. Arzuladım dost eline gideyim Kestin yollarımı dar ettin bana Bir can verdin onu da al nideyim Geçen günlerimi zar ettin bana
Acep kim götürür bu gam yükünü Göle attın inkar ettin hakkımı Taze fidandım kesti kökümü Goncayı handana har düştü bana
Bi çare Halil’e çektirdin çile Etdiğini bir bir getirsem dile Yeter artık acı bi çare kula Eğer ki bir isyan ettiysem sana
130
8. Pişman m’oldun niçin beni yarattın Üzerime gam yükünü bıraktın Madem gizlenirsin niçin arattın Bilmem yalancı mı diyeyim sana
Atlas-ı zibaya gark oldu alem Beni güldürmedin ben nasıl gülem Bize neden böyle çalındı kalem Sorsam cevap vermez ne diyem ona
Kendini kimseye bildirmiyorsun Nedense seveni güldürmüyorsun Düşenleri tutup kaldırmıyorsun Yalvarırım sana gel kıyma cana
Gönüller sultanı olan da sensin Halil’i sevdaya salan da sensin Aşığın aklını alan da sensin Göster cemalini cismini bana
131
9. Bir muamma geldi benim elime Bunu demeliyim toplum içinde Uymayalım cehaletle zalime Kafadengi gerek toplum içinde
İçer içer sağa sola devrilir Doğrusun söylesem bana darılır Ahlat gibi boğazına sarılır Konuşmasını bilmez toplum içinde
Kimisi alimdir meclisi gözler Kimisi de yenmeyecek söz söyler Kimisi geriden herkesi izler Böylesi de vardır toplum içinde
Benim sözlerimden almalı hisse Ona sözüm yoktur dört dörtlük ise Etli sütlü ballı olursa masa Aşık coşa gelir toplum içinde
Toplumu bozmaya çalışan vardır Bu kötü huylara alışan vardır Geriden gülüşen kınayan vardır Kendini beğenir toplum içinde
132
Her topluma varma bunu iyi bil Çok bela getirir başına bu dil Vardığın mecliste emsalini bul Düşürme kendini toplum içinde
Âşık Halil sazın alır eline Düşmeyesin böylesinin yoluna Kafayı doldurmuş bakmaz haline Bulunmamış asla toplum içinde
133
10. Koca Türkiye’de bu nasıl adalet Hep kıran kırana gidiyor böyle Bizleri aldatan şeytana lanet Anneler saçını yoluyor böyle
Layık mı bu milletime bu zulüm Kestiler fidanım kurudu dalım Söyündü kovanda kalmadı balım Arılar kovandan göç etti böyle
İnayet Allah’tan bizlere fayda Bu nasıl gidişat bu nasıl kayda Anneler ağlıyor evlat yok köyde Evlat köyden kente göç etti böyle
Haliliyem der ki yeter zulümler Türkiye’de ayrı ayrı bölümler Bu gençleri kırdırıyor zalimler Bu gençlere niçin acınmaz böyle
134
11. İnsanoğlu bitip gitme ot gibi Niçin birbirine bakar yat gibi Zehiri ağzına alır tat gibi Sen de insan ben de insan farkı ne
Kuruduktan sonra suyu neyleyim Ben öldükten sonra köyü neyleyim Kendini bilmeyene ben ne söyleyim Sen de insan ben de insan farkı ne
Çıngısı olmadık olur mu çakmak Boş kafa gezdirme dünyada ahmak Layık mı da bize hatırlar yıkmak Sen de insan ben de insan farkı ne
Halil Erdugan ‘ım yüreğim yara Aradım bulamadım derdime çare Her ne arar isen kendine ara Sen de insan ben de insan farkı ne
135
12. Yavru şahin gibi uçtu da gitti Seslenirim gülüm gel diye diye Yaralı sineme büyük dert etti Seslenirim gülüm gel diye diye
Çıkarırdım boz tepenin başına Güneş vurdu gözlerimin yaşına Şu genç ömrüm geçti boşu boşuna Seslenirim kuzum gel diye diye
Garip annem seni görür düşünde Gece gündüz ağlar dağlar başında Kadersiz baban da son yaşların da Seslenirim kuzum gel diye diye
Halil Erdugan ‘ım büküldü belim Ellerim tutmuyor kalmadı halım Teneşir üstüne konmadan salim Seslenirim gülüm gel diye diye
136
13. AŞIK NURİ BAK NE YAZMIŞ ( 1 ) Hasta duydum has bahçenin gülünü Benden selam söylen Aşık Halil’e Uzak düştüm öpemedim elini Benden selam söylen Aşık Halil’e Arzu ettim ben yanına varmayı Has bahçenin güllerini dermeyi El bağlayıp divanına durmayı Benden selam söylen Aşık Halil’e
Odur Hüseyin Ova’nın ozanı Saz elinde tarikatlar gezeni Bağlamaya çabuk versin düzeni Benden selam söylen Aşık Halil’e
Allah’tan dilerim büyük şifalar Aşıklar çekmiştir nice cefalar Aşıklar görmezler zevki sefalar Benden selam söylen Aşık Halil’e
1
15.12.1996 tarihinde bel fıtığından ameliyat oldum. Bunu duyan Alaca’nın Bozdoğan Köyü’nden Aşık Nuri, gönül dostum, bana bir şiir yazmış. Bu şiir beni çok etkiledi.
137
Aşık Nuri’nin selamın söyleyin Benim için bir ziyaret eyleyin Sakın selamımı geri koymayın Benden selam söylen Aşık Halil’e
138
AŞIK HALİL’in AŞIK NURİ’YE CEVABI Benden selam söylen Aşık Nuri’ye Aldım selamını başım üstüne Tam dokandın sinemdeki yaraya Benden selam söylen Aşık Nuri’ye
Mest eyledi senin tatlı sözlerin Hilal gibi kaşın güneş yüzlerin O çalınan hüzün hüzün seslerin Gelir kulağıma bil Aşık Nuri
Bozdoğan Köyü’nü bazen yoklardım Dostum seni kalp evinde saklardım Zaman bulur isem yine yoklardım Senin muhabbetin bal Aşık Nuri
Sensin has bahçemde gül senin gülün Canım size karşı en etna kulum Sazımın duvarda çürüdü teli Sen gel düzenini ver Aşık Nuri
Hüseyin’in Ova’da birlik sensin Gülü ben isem de goncası sensin Serin serin şu sinemde esensin Manalı sözlerin baldır Aşık Nuri
139
Aşıkların bitmez imiş cefası Kimler gülmüş kimler sürmüş cefası Şu yalan dünyanın yokmuş vefası Halil der derdimizi yaz Aşık Nuri
140
14. Haydar Köyü’nde oturuyorum. Üç yüz yıllık bir ulu ağaç bahçemin içerisinde bulunuyor. Hacı Bektaş Veli soyundan gelen Yusuf Ulusoy ’un nazarlaması “Bizi sevenlerin ziyaretgâhı olsun “ demiştir. Herkes gelir mum yakar elinde sinir olanlar dal kırar, dilek diler. Bu ulu çınarı tanıtmak için aşağıdaki şiiri yazdım. Sultan Yusuf tekkesine varalım Varıp dergahına yüzler sürelim El bağlayıp dergahına duralım Beklerim yolunu gel Sultan Yusuf
Nasip oldu su getirdim başına Hürmetim var koca kütük yaşına Çok oturdu Sultan Yusuf taşına Beklerim yolunu gel Sultan Yusuf
Salıngaç kurardı o güzel kızlar Muhabbet eyleyip çalardık sazlar Hakikat geçektir söylenen sözler Beklerim yolunu gel Sultan Yusuf
Aslı Hacı Bektaş Ulusoylar’dan Kendi mühür gözlü kaşı yaylardan Gelir diye soruyorum köylerden Beklerim yolunu gel Sultan Yusuf
141
Dökülür ahlatı mis gibi kokar Hanımlar mumlar getirip de yakar Seni sevenlerin yoluna bakar Beklerim yolunu gel Sultan Yusuf
Haydar Köyü derler yaylalar başı Üç yüzden fazladır çınarın yaşı Horasan elinden bunların başı Beklerim yolunu gel Sultan Yusuf
Yusuf Ulusoy’um eyledin nazar Nazar olmayan yer olur mu Pazar Halil bu çınarı tarihe yazar Beklerim yolunu gel Sultan Yusuf
142
15. Muhabbet kuşları konar dallara Alıp eşin gider uzun yollara Kader bizi attı gurbet ellere Elimi tutacak dalım mı kaldı
Baharı görmeden yazım kış oldu Deli gönül bir sevdaya düş oldu Bu ayrılık hepsine baş oldu Sinem giryan oldu gülüm mü kaldı
Geçirdim ömrümü sürmedim sefa Böyle bir güzelden olur mu vefa Şu alemde benim çektiğim cefa Cefa çektirecek Halil mi kaldı
143
16. AŞIĞIN DERDİ YOK GİBİ BİR DE TİLKİ DERDİ İstemeden sana verdim bir tavuk Daha benden ne istersin boz tilki Her gün her gün sana versem bana yok Yediğini inkar etme boz tilki
On iki tavuğun bir tek horozu Çevremizi aldı tilki sürüsü Dizlerine vurur Şükrü’nün tezi Benimle ortak mısın boz tilki
Koyunum yok misafirim gelirse Ye bakalım bu yanına kalırsa Bir gün olur avcı seni görürse Derini pazarda satar boz tilki
Danışmak yok her gün her gün gelirsin Künde komşulardan tavuk alırsın Hain bedavayı nasıl bilirsin Beş on kuruş eder bari boz tilki
Bizim köpek ile arası pek hoş Tilkiyle arkadaş ne söylesem boş Tavuğa hasiret eyledi bu kış Nedeyim başına şerrin boz tilki
144
Arkadaş uzak git gel yapma bunu Ara açılır kötü olur sonu Kaç tavuk götürdün hesabı hani Halil’e hesabın getir boz tilki
145
17. Bir bahar ayında vardım Banaza Coşkun akar Pir Sultan selleri Bir gün kavuşuruz bahara yaza Sevdiğim gel diye çağırır beni
Yalan dünya sana ne diyeyim ben Onulmaz dertlere duş ettin beni Aşkın hançerini uğrun vurdun sen Yaktın kürelerde pişirdin beni
Kanıyan yarama melhem çalmadı Deli gönül Leylasını bulmadı Ferhat taşı deldi murat almadı Fazlı gibi hançere çaldın beni
Hacı Bektaş Horasan’dan gelip de Herkes kısmetini ondan alıp da Yunus gibi kapısında kalıp da Halil Erdugan der bulurum seni
146
18. Kahpe felek sana ne diyeyim ben Onulmaz dertlere duy ettin beni Aşkın hançerini uğrun vurdun sen Yaktın kürelerde pişirdin beni
Kanıyan yarama merhem olmadı Deli gönül sevdasını bulmadı Ferhat taşı deldi murat almadı Fazlı gibi bir hançere çaldı beni
Hacı Bektaş Horasan’dan gelip de Herkes kısmeti oradan alıp da Yunus gibi kapısında kalıp da Halil Erdugan der bulurum seni
147
19. Yine Ankara’dan karalı haber Talih olmayınca neylesin kader Ölürüm bu dertten duymasın peder Kanser telef etti Döndü gelini
Kar çok yağdı da inliyor yazılar Köye geldik meleşiyor kuzular Böyle imiş alnımdaki yazılar Kanser telef etti Döndü gelini
Duyanlar ağladı gül Döndüm sana Nasıl dayanacak babayla ana Gözlerinde sürme elinde kına Kanser telef etti Döndü gelini
Matemini tuttu yakın olanlar Sinesinden libasını soyanlar Götürüp de teneşire koyanlar Kanser telef etti Döndü gelini
Halil’im de bak feleğin işine Acımaz kimsenin göz yaşına Mevlam verme kimselerin başına Kanser telef etti Döndü gelini
148
20. Kıble tarafından geldi bir atlı Kendi nevciyan gayet heybetli Oturduk diz dize sohbeti tatlı Aşkın badesini sundu da gitti
Girdim bahçesine baktım gülüne Canım kurban cananımın yoluna Yüz bin huri kurban bir tek teline Aklımı başımdan zay etti gitti
Tuttum eteğini dur dedim durdu Aşkın badesini doldurdu verdi Çok şükür mevlaya gözlerim gördü Verdi muradımı gül dedi gitti
Halil aşk elinden oldu mestane Bu aşkın elinden deli divane Doldurdu badeyi içirdi bana Gözlerimin yaşı sel oldu gitti
149
21. Yolundan giderken çok oluyorsun Denize varınca yok oluyorsun Coşkun zamanında can alıyorsun Merhameti kısa vay Kızılırmak
Düz yerlerde ağır ağır akarsın Uçurumda kenarını yıkarsın Düze iner geri döner bakarsın Babandan mı kalma huy Kızılırmak
Allı gelin geçtiğinde üstünden Amacın ne bilemedim kastından Utanman m sen eşinden dostundan Çekersin cezanı sen Kızılırmak
Benim gibi garip uğrarsa sana Seversen mevlayı kıyma o cana Belki de gelecek bir taze suna Gösteresin ona yol Kızılırmak
Bahar gelir boz bulanık akarsın Dere tepe demez durmaz aşarsın Baraj bağlanınca orda şaşarsın Olursun o zaman çay Kızılırmak
150
Hasta idim Ankara’dan gelirken Kesafet çöktü çıkmışam erkenden El kaldırıp sana selam verirken Halil’in hatırını sor Kızılırmak
151
22. Dedim ki ortağım bir kırık sazım Geçirdim baharım yok oldu yazım Kimseye diyecek kalmadı sözüm Daha ne gelecek başıma felek
Bu hal ibrettir gelmez kaleme Rüsva kıldın eşe dosta aleme Pervaneler gibi döndüm yoruldum Muradın yerine geldi mi felek
Aşıkların çileleri bitmiyor Ataş yanmayınca tütün tütmüyor Yalvarsam yakarsam da söz etmiyor Kendi bildiğinden şaşar mı felek
Halil Erdugan’ım bakın halime Nere gitsem engel çıktı yoluma Razıyım haktan da gelen zulüme Döndürmedi benim çarkımı felek
152
23. Söyleyin dinleyin aziz dostlarım İnsan yakmak insan kesmek ne demek Hepimiz de bu vatanın evladı İnsan yakmak insan kesmek ne demek
Kimi sağı tutar kimi de solu Hepimiz kardeşiz Allah’ın kulu Niye yandı bu madımak oteli İnsan yakmak insan kesmek ne demek
Pir Sultan’ı anmak kişinin amacı Kimisi kardeşti kimisi bacı Şöyle bir düşünün ne kadar acı İnsan yakmak insan kesmek ne demek
Cuma namazını kılıp çıktılar Her taraftan sinsi sinsi baktılar Otuz yedi canı diri diri yaktılar İnsan yakmak insan kesmek ne demek
Akarsu’yum
yandı Çimen’im soldu
Vicdansızlar dünya size mi kaldı Otuz yedi kişi yandı kül oldu İnsan yakmak insan kesmek ne demek
153
Uyumuş duymamış Sivas Valisi Yok muydu jandarması polisi Bir düşünün Cumhuriyet ulusu İnsan yakmak insan kesmek ne demek
Geçti günlerimiz karalı aklı Zalimin elinden bağrımız dağlı Bunu böyle yapan yezidin oğlu İnsan yakmak insan kesmek ne demek
Evvelden bilirim kanlı Sivas’ı Halil der gitmiyor gönlümün yası Huzuru mahşere kalsın davası İnsan yakmak insan kesmek ne demek
154
24. Tarikatı evliyanın yoluna Gelen gelsin gelmeyene sözüm yok Tarikatta dün namazın kılmaya Kılan kılsın kılmayana sözüm yok
Erenler ceminde dara durmazsa Hak hakikat nedir erebilmezse Can gözü kapalı görebilmezse Gören görsün görmeyene sözüm yok
Kırkların ceminde dersimi aldım Ben arif sırrını okudum bildim Kırk yıl erenlerin sazını çaldım Çalan çalsın çalmayana sözüm yok
Bağlanmışam ikrarımı vermişem Dostun bahçesinde güller dermişem Halil der ki cemalini görmüşem Ben görmüşem görmeyene sözüm yok
155
25. İsmi Mustafaydı bir de Kemaldi Allah Allah dedi düşmana daldı Bütün emekleri hatıra kaldı Vatan için çalışmıştır Atatürk
Anneler bacılar yandı yakıldı Düşman geldi bu vatana sokuldu Ahirinde gendileri yıkıldı Düşmanın dersini verdi Atatürk
Nice Dumlupınar nice Sandıklı Pek azdı top tüfek nerede zırhlı Kadın erkek hep ayağı çarıklı Düşmanı vatandan govdu Atatürk
Devlet adamıydı gözleri şimşek Bir geldi vatana dünyada bir tek Dedi ki düşmana çek göçünü çek Düşmanı denize döktü Atatürk
Halil der ki var idi bir nişanı Dünyaya dağıldı Türklerin şanı Kimse bilmez nasıl kurdu planı Al bayrağın dalgalanır Atatürk
156
26. Ay ışığı pencereden girince Ben den sana hayal etmek ne güzel Ya bir otobüsle ya bir tirenle Gurbet elden sana gelmek ne güzel
Daha kurumadan yolculuk teri Gel diye çağırsa yanına beni Yatırsam dizime sevdiğim seni Doya doya dertleşmesi ne güzel Aşkın anlamını senden alıp da Şekillendim sevda denen kalıpta Evimizin kapısını çalıp da İlk çıkandan Halil sorsan ne güzel
157
27. Çekiliyor şu dağların dumanı Topla çiçeğini gel gayrı sunam İşte geldi yaylaların zamanı Birlikte derelim gülleri sunam
Koyun gelmiş kuzusunu almamış Kara ardıcın menekşesi solmamış Sana benzer hiçbir güzel gelmemiş Şahin bakışına meftunum sunam
Halil getir kaadıla kalemi Seversen mevlayı kesme selamı Senin için terk eyledim sılamı Yandım Hasretinle narınla sunam
158
28. Ne şikayet edem bilmez halimi Sen soldurdun gonca gonca gülümü Ağustosta kış eyledin yolumu Senin de yolların kış olsun güzel
Geceleyin görüyordum düşünü Yad ellere bağlatmışsın başını Kurutmadın gözlerimin yaşını Senin de gözlerin sel olsun güzel
Şu gurbet elleri bana yurt oldu Bilmiyorum artık çilem mi doldu Ben ölüyüm diyenlerin nicoldu Yüksekten uçanlar düşmez mi güzel
Halil bu sözlerim gerçek alana Sözüm yoktur yalan oğlu yalana Ne yapalım çare yoktur alana Cehennem narında yanasın güzel
159
29. O yari küstürdüm olmaz olaydım Kusur bende midir onda mı bilmem Ne ola tanıyıp da bilmeyeydim Kusur bende midir onda mı bilmem
O yar bana yar olmadı yanarım Biçareyim el sözüne kanarım Herkesleri kendim gibi sanarım Kusur bende midir onda mı bilmem
O yar ile sohbetimiz çok idi Aramızda hile hurda yok idi Hak yolunda yüzlerimiz ak idi Kusur bende midir onda mı bilmem
Halil’im bilinmiyor da dost olan Ben dostum diyenlerin çokları yalan Vefasız bir yare inanma aman Kusur bende midir onda mı bilmem
160
30. Başına bağlamış karalı poşu Bir gelmiş dünyaya bulunmaz eşi Başıma getirdin gördüğüm düşü Gelip de hayıra yormaz mı bilmem
Aşkın gemisini deryaya saldım Her zaman ağladım ne zaman güldüm Ben senin aşkınla bu hale geldim Seni de bu hale koymaz mı bilmem
Ellerin bağında bülbüller şakıyor Kahpe felek fermanımı okuyor Duydum ki nazlı yar gergef okuyor İlmek çalarken anmaz mı bilmem
Soldurdun gülümü daha genç yaşta Sönmez ki sinemde senin ataşın Dikilse başımda yazılı taşım Kabrimi ziyaret etmez mi bilmem
Halil Erdugan ‘ım vay beni beni Garibin olur mu şöhreti şanı Hastayım bu gönül arz eder onu Ölsem cenazeme gelmez mi bilmem
161
31. Yusuf’u yatırdın bir iftiraya Aynısını yaptın bahtı karaya Suçlu suçsuz getirirler buraya Bunları kimlerden sorarlar bilmem
Misafir gelenler üç ay kalıyor Düşünenler çok hisseler alıyor Niceleri göz yaşını siliyor Bunların yuvası ne olur bilmem
Dört duvar arası kimse çıkamaz Çıksa bile ocağını yakamaz Irmak olsa bir tarafa akamaz Ummana boğulmuş ne olur bilmem
Cezaevi yata yata usandım Kendin bilmezlerin sözüne kandım Eller suç işledi Halil ben yandım Beni böyle yakan yanmaz mı bilmem
162
32. İnsanlarla bağdaşayım olmadı Neden ise kader bana gülmedi Bekliyorum yollarını gelmedi Onun için döne döne ağlarım
Musahip müminin ahret yoldaşı Hatrına dokunup eydirme kaşı Müsahip kardaştır onun sırdaşı Onun için döne döne ağlarım
Yaramazlar ile anlaşamadım Aksi tesir etti konuşamadım Bir sadık yar musahip bulamadım Onun için döne döne ağlarım
Halil akar su gözümün yaşları Hazin hazin eser seher yelleri Kayıp ettim müsahipsiz yolları Onun için döne döne ağlarım
163
33. Bir bakışta ettin beni divane Kalbimi gönlümü ben verdim sana Ben sana bağlandım bakmadın bana Yaktın sinemi kül ettin zalim
Lam elif yazılmış gördüm kaşında Gece gündüz hayalimde düşümde Senin için gezdim dağlar başında Sen bana bir adım gelmedin zalim
Kerem gezdi Aslıhan’ın peşinde Ben de öyle gezdim dağlar başında Bak ne hale düştüm şu genç yaşımda Yarama bir melhem çalmadın zalim
Mecnun gibi dolaşırım çöllerde Çürüttüm ömrümü gurbet ellerde Yıllardır beklerim gözüm yollarda Bir kuru selam salmadın zalim
Halil der ki yandım yar ataşından Kara duman kalkmaz oldu başımdan Sen ayırdın yaranımdan eşimden Yüzüme bir kere gülmedin zalim
164
34. Bundan sonra gurbet bize yaramaz Gel sevdiğim köyümüze gidelim Çocuklar büyüdü bizi aramaz Gel sevdiğim köyümüze gidelim
Zengin zengin olmuş yükünü tutmuş Fakiri kaldırmış gurbete atmış Artık ne yapayım yaş oldu yetmiş Gel sevdiğim köyümüze gidelim
Atsam adımımı yetemiyorum Uzatsam elimi tutamıyorum Kuruşu kuruşa katamıyorum Gel sevdiğim köyümüze gidelim
Halil Erdugan’ım bu kadar yeter Kervan yola çıktı çekiyor katar Muhanetin derdi ölümden beter Gel sevdiğim köyümüze gidelim
165
35. Açık konuşmanın vardır yararı Hayvanlara vermeyelim zararı Durmadan dolanır bayırı kırı İnsanlığın kıymetini bilelim
Avcı düşmüş hayvanların peşine Hiç bakmıyor gözlerinin yaşına Zaten onlar düşmüş can telaşına İnsanlığın kıymetini bilelim
Bize vermiş akıl fikir elini Ahırda yatanın görün halini Alsın diye kaymağını balını İnsanlığın kıymetini bilelim
İnsanlara konuş diye söz vermiş Akıl vermiş fikir vermiş göz vermiş Nimettir utan diye yüz vermiş İnsanlığın kıymetini bilelim
Hayvanlar dağlarda hem gündüz hem gece Ona benzeyen mahluk mu var nice Evin var barkın var tütüyor baca İnsanlığın kıymetini bilelim
166
Samanı öküz yer danesi bize Nasıl anlatayım bunu da size Hayvanlar ahırda bakıyor göze İnsanlığın kıymetini bilelim
Hakkın huzurunda insan oğluyuz Bin can ile canana bağlıyız Halil der ki hep Allah’ın kuluyuz İnsanlığın kıymetini bilelim
167
36. Yeşil ovalarda mavi dağlarda Kalbi kalbe bağlayalım gezelim O güzel bahçelerde bağlarda Gülü güle bağlayalım gezelim
Rüzgar essin ırgansın dağlar Çıkalım dağlara giyelim allar Gezelim kol kola yerinsin eller Kolunu boynuma dola gezelim
Tanıdın mı Erdugan ‘ın elini Gel tutalım yaylaların yolunu Dök yüzüne siyah zülfün telini Teli tele bağlayalım gezelim
168
37. Ebedi yurduma beni koyarlar Turap olur toprak olur giderim Yakınlarım yıllarımı sayarlar Turap olur toprak olur giderim
Ölüm hasreti de çekerler sağlar Anne bacı kardeş peşinden ağlar Hasretlik ateşi ciğerler dağlar Turap olur toprak olur giderim
Babam bana derdi oğlum dost kazan Aklıma geliyor sözleri bazen Günün hoş geçse de bozulur düzen Turap olur toprak olur giderim
Halil bu feleğin işleri böyle Kimler ne götürmüş bir düşün söyle Başa kıyamet ecel gelmiş söyle Turap olur toprak olur giderim
169
38. Keşlik köyü yeşil pabuç dermanım Yakınında Kara Şıka kurbanım Sizlerin Yoluna dökülse kanım Arzuladım sizi görmek isterim
Piri Baba gözüm yollarda kaldı Gam kasavet beni aradı buldu Zindanlarda cismim yandı kül oldu Arzuladım sizi görmek isterim
Hüseyin Gazi’de gülbenk çekilir Turnaları göllerine dökülür Muhabbet bağıdır güller ekilir Arzuladım sizi görmek isterim
Eskiyapar köyü Karipce yatar Bu bir evliyadır cana can katar Yılkıcı düşenin elinden tutar Arzuladım sizi görmek isterim
Güfer Ana Perçem köyü üstünde Düşte gördüm oturuyor postunda Eyledim isyanı igelim kanda Arzuladım sizi görmek isterim
170
Manışar köyünde sancak elaman Keramet sizdedir hiç etmem güman Turna Dede size yakındır hemen Arzuladım sizi görmek isterim Cennet bahçesinde güller derenler İsteyenin her muradını verenler Evliyalar enbiyalar erenler Arzuladım sizi görmek isterim Umman ettin gözlerimin selini Hünkar Hacı Bektaş sen al elimi Halil der ki soldurmayın gülümü Arzuladım sizi görmek isterim
171
39. Hapishanelere aldım postumu Bilemedim düşmanımı dostumu Kuru yer mi ranzanın üstü mü Gözüm açıp bakamadım neyleyim
Ellerim kelepçe vardık Çorum’a Hasdanede duman çöktü serime Derdim çokmuş duyurmayın yarime Kavuşmak mahşere kaldı neyleyim
Yaralı kuş gibi düştüm buraya Yüce yüce dağlar girdi araya Ismarladık belki dönmem geriye Muradım koynumda kaldı neyleyim
Hapishane demirleri boyandı Kader geldi kapımıza dayandı Bir avuç su verin yüreğim yandı Yürek alev alev oldu neyleyim
Tabip söylemiyor derdim bileyim Halil kader bırakmıyor geleyim Bana gül dememiş nasıl güleyim Kader beni kurban etti neyleyim
172
40. Nere gitsek vatanımız överiz İlim bizim irfan bizim şan bizim Vatanımız milletimiz severiz Vatan bizim millet bizim şan bizim
Bu vatana göz koyanı ezeriz Her cephede düşmanları yeneriz Barış için destanları yazarız Deniz bizim derya bizim çay bizim
Aldın mı dersin ey kahpe Yunan Bundan sonra artık işlerin duman Tarihler boyunca da vermedik aman Bağlar bizim bahçe bizim gül bizim
Beş parmak dağına bayrak çekildi Oraya huzur saadet ekildi Halil der ki sancağımız dikildi Bayrak bizim güneş bizim ay bizim
173
41. Vatan için çalışanı bilirim Atam gibi varlığımı veririm Böyük Atam ben izinde yürürüm Yalan yere temel atan mıyım ben
Ellerime gelepçeyi vurdular Konunun üsdüne birçok durdular Altı sene üç ay ceza verdiler Yangına körükle varan mıyım ben
Örgütte elim yok olay yapmadım Eşkıya gibi dağ başına çıkmadım Ocak söndürüp de evler yıklmadım Devletin hayınının kolumuyum ben
Verdiler cezayı yılları saydım Sanki cani miyim gözler mi oydum Altınlar mı çaldım bankalar mı soydum Zincirden boşanmış deli miyim ben
Halil der ki çektirdiler çileyi Düşünün ki kimler yaptı hileyi Çıkar için yaptırdılar alayı Gizli gizli silah sıkan mıyım ben
174
42. BAHÇENİN İÇİNDE GÜLLER GONCA Gitmiyor başımdan bir kara duman Yürekten tutuştum hallerim yaman Ben senin aşkına düştüğüm zaman Dost uğruna geçiverdim serimden
Gelme dedim niçin geçtin karşımdan Ayrılasın yaranından eşinden Tutuşasın eteğinden peşinden Benim gibi kalkamaz ol yerinden
Yaralan da melhem bulma sonundan Halil geçti şöhretinden şanından Kin kibir kaplamış geçti yanımdan Nedir çekticeğim senin elinden
175
43. Bahçenin içinde sarı karınca El uzadıp gonca gülü derince Al yeşil giyinmiş yari görünce Oturdum da kalkamadım yerimden
Gitmiyor başımdan bir kara duman Ben yandım tutuştum hallerim yaman Bu cezaevine düştüğüm zaman Yar yüzüne bakamadım arımdan
Gel mi dedim niçin geçtin karşımdan Ayrılasın yavrulardan eşinden Tutuşasın eteğinden peşinden Benim gibi kalkamaz ol yerinden
Yazma ile derdim gelmez kaleme Rüsva ettin eşe dosta aleme Beşik ırgalama höllük eleme Olsun olsun felek alsın elinden
Yaralan da merhem bulma sonunda Halil geçti şöhretinden şanından Gendin bir kaplamış geçti yanımdan Nedir çekticeğim senin elinden
176
44. Derdimi kimlere etsem şikayet Bu derde giriftar etti nihayet Yazdım bu arzuhal gelmezse şayet Zaten gurbetteyim kader utansın
Bir zamanda seller gibi çağlattın Neşter vurup ciyerimi dağlattın Alların yerine karalar bağlattın Zaten gurbetteyim kader utansın
Beni diyar diyar sürgün eyledin Yüzüme gülüp de yalan söyledin Halil’e her zaman gamın möhnetin Zaten gurbetteyim kader utansın
177
45. Koca gökyüzünden bir parsel verdin Gerisini haram eyledin bana Ufuklar karanlık günler karanlık Zindan bahçesini bana mı verdin
Denizler çalkalanır bulutlar ağlar Coşar nehirleri ırmaklar çağlar Bağladı yolumu dumanlı dağlar Dert ile firkatı bana mı verdin
Bulutlar havaya çıktığı zaman Erdugan gözyaşı döktüğü zaman Gülmeyen bu bahtı bana her zaman Çekilmez çileyi bana mı verdin
178
46. Çok üstüme gelme aşık çatarım Kaldırır da yücelerden atarım Kul ederim pazarlarda satarım Yoksa muhabbeti bal eyle gitsin
Sakın her kişiye sırrını verme Dostsuz bahçenin gülünü derme Ben filanım diye kendini kurma Atlası zibayı şal eyle gitsin
Dünyanın sonu yok gaflete dalma Sakın kimsenin hakkını alma Emeksiz binde bir arayıp bulma Alnının terini sel eyle gitsin
İncelir tarikat kopmaz dediler Mümin doğru yoldan sapmaz dediler Gönül kırsan kimse yapmaz dediler Müminin gönlünü hoş eyle gitsin
Hakikata bağlayalım özümüz Düşünmeden atmayalım sözümüz Halil kan ağlasın iki gözümüz Kerbela çölünü seleyle gitsin
179
47. Hapishane önünde çam ağacı Acı gardiyan bey halime acı İnşallah çıkarım ağlama bacı Böyle gitmez biz de güleriz bir gün
Ele düğün bayram bize yas olur Mahkum yüzü soğuk olur kim bilir Kınaman dostlarım başa iş gelir Böyle gitmez biz de güleriz bir gün
Bir engel bağladı dönmüyor teker Ailem geriden boynunu büker Oğlum kızım gelir göz yaşı döker Gidin kuzularım güleriz bir gün
Haftalık görüşü on beş ettiler Görüşçüler dönüp geri gittiler Köle gibi elden ele sattılar Böyle kalmaz Halil güleriz bir gün
180
48. Ürüyam kalbimi dağlayıp durur Nedir bilemiyom sonunu dağlar Dağlar yollarımı bağlayıp durur Yol verin gideyim sıralı dağlar
Şu garip gönlümü divane etti Yetti ayrılık bu canıma yetti Bize bu ayrılık gör neler etti Bırakın gideyim sıralı dağlar
Ne gündüzüm gündüz ne gecem gece Ataş yanmayınca tüter mi baca Sadaka vereydim aca muhtaca Bırakın gideyim sıralı dağlar
O yere kavuşacağım şafak atmıyor Çok sevdiğim var yar gönül katmıyor Derim ki başımdan duman gitmiyor Sevdiğime ikrar verelim dağlar
Kapılar kilitlendi yollarım bağlı Cezaevi elinden yürek dağlı Biçare Halil’in ne olur hali Nasıl anlatayım derdimi dağlar
181
49. Diyemiyom yüreğimde sızı var Kurtların ağzında emlik kuzu var Şu alnımda bir silinmez yazı var Çok uğraştım silinmedik yazı var
Yazdım bir arzuhal cevap gelmedi Bir vefasız kıymatımı bilmedi Çok yalvardım bu yazıyı silmedi Urun urun yüreğimi dağlar var
Uzadı yollarım bilinmez oldu Bu derdime çare bulunmaz oldu Ne bir mektup ne de bir selam geldi Halil der ki yüreğimde acı var
182
50. Dört kitabın dördünü de okudum Şükür amentüye imanımız var Bülbül oldum gül dalında şakıdım Şükür amentüye imanımız var
Sor ne sorar isen, sor benden aşık Gel bizim haneye ye yavan yaşık Çok şükür kalbinde yanar ışık Şükür amentüye imanımız var
Ahu firak ile durmaz ağlarım Aşk oduna şu sinemi dağlarım Üç noktayı on ikiye bağlarım Şükür amentüye imanımız var
Şükür amentüden almışım ilham Elif ile be de Kur’an da tamam Halil Erdugan’ım ederim iman Şükür amentüye imanımız var
183
51. ALACA DESTANI Alaca bir ilçe güzellik vardır İçinde bir başka özellik vardır İreçberi zengin kendine yardır Bol mahsul kaldırır el bayram eder
Fidanlık içinde havuzu suyu Uzundur sahası yüz pare köyü Güzelleri nazlı uzundur boyu Ak gerdan altında gül bayram eder
Alaca’ya yakın Hüseyin Gazi Eşiği kabedir kılın niyazı Aşıklar toplanır çalarlar sazı Sarı saz iniler tel bayram eder
Havuzun suyundan içenler kanar Ziyaretgahında kandiller yanar Herkes birbirine badeler sunar İnci diş içinde dil bayram eder
Bülbülleri murat alır gülünden Halil bilir aşıkların halinden El uzatıp yemiş alsam dalından Ağaçlar ırgalanır dal bayram eder
184
52. Sinemdeki gizli gizli yarayı Açma eller bize güler de gider Ak alnıma elindeki karayı Çalma eller bize güler de gider
Al yeşil giyinmiş ovalar dağlar Bozulmuş bahçeler virandır bağlar Yar oturmuş gözlerinden kan ağlar Ağlama el bize güler de gider
Evlat yetiştirdim el kızı aldı Şu garip gönlümü dertlere saldı Ailem oturdu saçların yoldu Yolma eller bize güler de gider
Usta idim tutmaz oldu ellerim Aşık idim söylemiyor dillerim Yakın iken uzak oldu yollarım Halil eller şimdi güler de gider
185
53. Dünya geniş ama fakire dardır Elbet bu gecenin sabahı vardır İnsan hem sevmeli hem sevilmeli Kim demiş sevenin günahı vardır
Niçin aşıklardan gülen olmamış Ağlayıp çeşmini silen olmamış Tabipler de her derde çare bulmuş Bu derde de çare bulan olmamış
Aşığın günleri ah ile zardır Üç günlük dünyası başına dardır Halil’im yaramı saracak yardır O yare haber veren olmamış
186
54. Çağırırım göremedim yüzünü Yetiş imdadıma boz atlı Hızır Nerde bulam tabanının izini Yetiş imdadıma boz atlı Hızır
Gece gündüz sizi yolda görürdüm Aşk eli ile öldüm öldüm dirildim Yel esti eteğinize sarıldım Yetiş imdadıma boz atlı Hızır
Bir garibim çıktım yüce dağlara Şeyda bülbül gelmez oldu bağlara Yunus gibi denizlerde ağlara Yetiş imdadıma boz atlı Hızır
Zaten yandım kürelerde kavurma Nolur pirim küllerimi savurma Kuru ağaç gibi dalımı ayırma Yetiş imdadıma boz atlı Hızır
Karada mı denizde mi arıyom Gelenden gidenden seni soruyom Demezsiniz şu saate varıyom Yetiş imdadıma boz atlı Hızır
187
Topal karınca gibi düştüm yoluna Arzumanım Kerbela’nın çölüne Gariban Halil’im sen bak haline Yetiş imdadıma boz atlı Hızır
188
55. Nur olsun Atamın yattığı yerler Din uğruna şehit bu kadar erler Kan ile yoğruldu bu toprak derler Atalardan duyduğumuz böyledir
Yaşlı doksanlıklar anlatır bunu Anlatırken titrer insanın teni Dünyaya dağıldı Türklerin şanı Atalardan duyduğu muz böyledir
İki yüz elli iki kişi Çanakkale’de Ana baba bacı garip sılada Bir çakıl taşını vermedi yada Atalardan duyduğu muz böyledir
“Yurtta barış dünyada barış” dermiş İnsanlığın icabıdır bu demiş İlim akıl fikir unutmam dermiş Halil der ki duyduğumuz böyledir.
189
56. Canım gibi severdim onları Ama ben sevmişem onlar sevmemiş Kimlere şikayet edem bunları Burdan başka kapı bulsam olmuyor
Ne kadar cevretsen dönmem billahi Gülünde kalır mı bülbülün ahı Yüz bin cefa etsen dönmezim dahi Sevdiğime isyan etsem olmuyor
Çağırırım Şahı merdan ya Ali Beni ahirinde ettiniz deli Yetiş Hünkâr Hacı Bektaşî Veli Halil’in halinden bilen olmuyor
190
57. Vazgeç deli gönül sen bu sevdadan Yollar bir gün boran ile kış olur Gün olur ki sesin gelir semadan Derde salar bizi taş çalar olur
Al yeşil giyip de ele görünme Sen güzelsin başkasına yerinme Ellere gülüp de bana darılma Aman geniş dünya dar olur bana
Ta ezelden sever idim ben seni Aşkın ateşiyle kül ettin beni Yaktın bu sinemi ne olur sonu Bülbüle gül bana gülşen zar olur
Katlim dal eyleyip eli güldürme Gonca gonca güllerimi soldurma Sırrımızı yad ellere bildirme Sonra dile düşer bize zor olur
Halil Erdugan’a çektirme çile Seversen mevlayı düşürme dile Gözlerim yaşını döndürme sele Çektirme gam yükünü ikrar bir olur
191
58. Yıkıl gurbet yıktırmışlar odamı Oturup içinde sürerdik demi Andırırlardı dedemle babamı Gördük ki duvarı taşı kalmamış
Aşık usta bu odada yetişti Lale sümbül birbirine bitişti Dostlar bu odada badeler içti Gördüm ki o dostlardan biri kalmamış
Bülbül kafesiydi bülbül öterdi Gelen konuk bu odada yatardı İlk olarak bizim baca tüterdi Hasırı halısı çulu kalmamış
Bu odada nice aşık yetişti Ocağında nice çiğ lokma pişti Nideyim şu ömrüm beyhude geçti O yanık seslerin biri kalmamış
Kimlere şikayet edeyim bunu Erenler yoluna vereyim canı Halil nitsin gayri sarayı hanı Sakiler çekilmiş meyi kalmamış
192
59. Otur sofu yalan dinlemeyiz biz Bu yalanı yalan pazarında sat Arapça Farisce anlamayız biz Bu yalanı yalan pazarında sat
Milleti kuytuya çekip kandırma Haram yiyip hiç üstüne kondurma Doğru söylemezsin kendini yorma Bu yalanı yalan pazarında sat
Bu millete yanlış fetvayı yazma Boş kafa taşıyıp boşuna gezme Hakikati söyle Halil’i üzme Bu yalanı yalan pazarında sat
193
60. Gelin marifete önem verelim Toplanalım bir gerçeğe soralım Hep birlikte fabrikalar kuralım İlim akıl fikir bir de marifet
Yirminci da asır fize zamanı Kuralım fabrika çıksın dumanı Düşmanlara vermeyelim amanı İlim akıl fikir bir de marifet
İngiliz’i Alaman’ı Urus’u Neme gerekir Fransa’nın Paris’i Tarih söyler Atamızın çağrısı İlim akıl fikir bir de marifet
Zengin toprağımız yatmasın boşa Oğlumuz kızımız çalışsın işe Güzel vatanımız hep köşe köşe İlim akıl fikir bir de marifet
Uygarlık çağını ele alalım Yollar yapıp dağı taşı delelim Okuyalım cehaleti yenelim İlim akıl fikir bir de marifet
194
Bol mahsul alalım ey ürün ekek Mücefer toprağa fidanlar dikek Halil’i şu cihan eledi tek tek İlim akıl fikir bir de marifet
195
61. Bir bina tutar mı olmasa direk Sevip sevelim ki amaca erek İnsana tatlı dil güler yüz gerek Bu kadar zor mudur insana yahu
Bugün misafirik yarına kalmak Herkese gerektir bunları bilmek Ta temelden gelir sevip sevilmek Sevmek suç mudur insana yahuı
Halil Erdoğan’ım boynum eğerim Dost diyen canları candan severim İsterim lokmamı dost ile yerim Yalnızca köşede ne olur yahu
196
62. Gel hey ademoğlu olur mu böyle Ben severim benden uzak kaçarsın Niçin sevilmezsin niçin sevmezsin Sevil de gerçeği bul ademoğlu
Sevilelim bana atma taşını Ben feleğin ağrıtmışım başını Gönül durma gez düşünü düşünü Ara da dostunu bul ademoğlu
Ademoğlu bu dünyadan göçersin Akı karayı da bir gün seçersin Ecel şerbetini nasıl içersin Bilir misin bunu ey ademoğlu
Kabristana var gez de bir göz at Herkesin başına yazılmış berat Herkeslerin ağzına çalınmış tat Düşün bunu bir kez ey ademoğlu
Halil’im benden uzağa kaçarsın Dizim tutmaz sen arayı açarsın Bir gün olur bu dünyadan göçersin Bunun sonu böyle ey ademoğlu
197
63. Yalvarsam yakarsam kadir mevlaya Bilmem bir gün beni ele alır mı O vefasız başım saldı belaya Sana da yalancı desem olur mu
Koştum ama yetemedim peşinden Aşamadım yüce dağlar başından O vefasız başım saldı belaya Sana da yalancı desem olur mu
Toplasam yakanı geçsen elime O zaman acırsın benim halime Adınızı tesbih ettim dilime Adına çağıran âşık ölür mü
Otursun mekanında yapında Mansur gibi asılam mikabında Yetim miyim senedinde tapında Bilmeyenler senden dilek diler mi
Bîçare Halil’in sen al elini Umman ettin gözlerimin selini Ver muradım mahrum etme kulunu Divane aşığın bir gün gülmez mi
198
64. O yar ile aram açık barışmam Niçin dersen söyleyemem doğrusu Ben kimsenin iç işine karışmam Yaram azar taviz vermem doğrusu
Çeşme güzel ama boşa akıyor İçenlerin yüreğini yakıyor İnsan birbirine kötü bakıyor Sonu nolur bilmiyorum doğrusu
Ben yöremin ozanıyım aşığı Şimdiye dek boşa çaldım kaşığı Körümüşüm göremedim ışığı Sevdiğimi bulamadım doğrusu
Sazım omzumda yöreler gezdim Dostlarla oturup düğümler çözdüm İnciyi mercanı bir tele dizdim Bulanaca ömrüm bitti doğrusu
Söyle Erdugan ‘ım sözlerim haktır Alacağın var vereceğin yoktur Şu fani dünyada sevdiğim tektir Birisini bulamadım doğrusu
199
65. NELER YAŞADIK HEY HEY Alaları yeşil ota atardık Öküzleri birbirine katardık Arkadaşlar ile güreş tutardık Kaz kanadı yarım vururduk hey hey
Gece bekçi gelir ziyan ettirmem Yoksa buralarda malı güttürmem Malınız aç kalır hergi ettirmem Böyle günlerimiz geçerdi hey hey
Sayılı kış gelir sayar dört ayı Para yok bulamak şekeri çayı Kar yağar kapatır yolları köyü Nice sıkıntılar yaşadık hey hey
Yaşlılar da odalarda kışlardı Kuru çörek kavurgaya başlardı Köydekiler kısır köfte haşlardı Kış günümüz böyle geçerdi hey hey
200
Kaynana kaynata evde oturur Gelin oğul hizmetini getirir Akşam olur her işlerini bitirir Nezaketle günler geçerdi hey hey
Halil Edugan’ım o günler gitti Kalmadı bereket her şeyler bitti Bu kara günlerim canıma yetti Ana baba kaldı arada hey hey
201
66. Dünyada insanlık her şeyin başı Zehirdir namerdin ekmeği aşı Kendini bilmezse alemde kişi Oturup kalkacak yerini bilemez
Beşe alıp ona satmak kâr mıdır Teraziniz doğru tutmak zor mudur Yalancıya yalancılık ar mıdır Yalan dolan ile bu kâr olamaz
Halil der ki yoktur sözüm zararı Dört günlük dünyaya nedir yararı Ama bir gün verecekler kararı O zaman derdine derman olamaz
202
67. Yıllar boyu ben giymişem karayı En yakınım bana açtı yarayı Sebep sana verdim köşkü sarayı Her gözü açıklar bakar göremez
Kendini bilmez ile yemek yenir mi Bilemedim yakınımı elimi Her lokma yenir mi her laf denir mi Herkes bunu bilir ama diyemez
Eğer bilse idi din ile iman Zerrece kalmazdı gönlümde güman Mevlam böylesine vermesin aman Fırsat arayanlar insan sayılmaz
Halil’in sözüne hak verirsiniz Erinde gecinde siz görürsünüz Gaflet uykusunda ne durursunuz Bilmeyeni bilir bilen diyemez
203
68. Ataşa saldım serimi Çok şükür gördüm pirimi Yüzsünler benim derimi Bu meydanda bu meydanda
Balık suda yanar imiş Aşık kaynar coşar imiş Nice çiğler pişer imiş Bu meydanda bu meydanda
İşbu cananı bulmalı Bahri ummana dalmalı Taş gönüller mum olmalı Bu meydanda bu meydanda
Bu yol evliyanın yolu Bilmeyenler mutlak deli Katlini dal eylemeli Bu meydanda bu meydanda
Halil eser aşkın yeli Yeşilsin ladenin dili Hünkar Hacı Bektaşi Veli Bu meydanda bu meydanda
204
69. Orman yakıp tahrip eden Ne yapsın bu koyun güden Orman kesip odun satan Orman güzelliği başka
Kendi biten bir örnektir Orman demek ne demektir Herkese büyük niğmettir Orman güzelliği başka
Çeker yağmurlu havayı Şenletir bütün doğayı Kaynatır evde tavayı Orman güzelliği başka
Orman dünyada bir tane Bina yapar hane hane Güzel diyar bize her sene Orman güzelliği başka
Hele suyu meşesine Nice nice köşesine Halil meftun neşesine Milli servetimiz orman
205
70. Gece gündüz durmaz öter O bülbülün zarı başka Bülbül güle aşık olmuş Gülün güzelliği başka
Dost dostuna olmalı yar Dosttan bize armağan var On parmakta marifet var Elin güzelliği başka
Bir bahçeye başlayınca Bir fidanı aşlayınca Ağaçlar çiçek açınca Dalın güzelliği başka
Taze de açmış gül gonca Nice emek çektim bunca Kırklar ile buluşunca Dilin güzelliği başka
Bak Halil’in avazına Bir alev düştü özüne Düşmüş sazı havasına Telin güzelliği başka
206
71. Yücesinden erdirirler Amanın eller ne derler Canım seni kandırırlar Kanma benli dilber kanma
Yoktur yakacak ışığım Kimse atlamaz eşiğim Ben gariban bir aşığım Kıyma benli dilber kıyma
Halil’i deli sanarsan Eğer sözünden dönersen Başka bir dala konarsan Gülme benli dilber gülme
207
72. Mekanı bize çok yakın Yok mekanı deme sakın Kendi tavırını takın Allah Muhammed aşkına
Gönlün endişeye salma Uyuyup gaflete dalma Elinle koymadığını alma Allah Muhammed aşkına
Sabırlı ol sabret hele Hor bakmayasın bu yola Konmayasın daldan dala Allah Muhammed aşkına
Yaratmıştır beni seni Görmek ister isen onu Çok yaşlandım yorma beni Allah Muhammed aşkına
Merhameti elden koma Sakın haram lokma yeme Saygı sevgi nedir deme Allah Muhammed aşkına
208
Halil’im bildiğim böyle Daima gerçeği söyle Pir eşine niyaz eyle Allah Muhammed aşkına
209
73. Eğri büğrü yolların var Çok çekilmez hallerin var Cana kıyan kulların var Adaletsiz dünya dünya
Uzandığımız dallar koptu Kimi yaptı kimi yıktı Zehirli ekmeğin çıktı Yiyen öldü dünya dünya
Dildedir destanımız Dökülen bizim kanımız Hep kardeşiz bir dinimiz Düşün artık dünya dünya
Halil der ki bağrım ezik Yeter bu gençlere yazık Sazım kırık telleri bozuk Düzelt artık dünya dünya
210
74. HALİL GİDER SAL İÇİNDE On yaşımda sazım çaldım Ben ustamdan dersim aldım Bahçemde gülümü buldum Ben bülbülüm gül içinde
Ben ustaları bilirim Yoluna serim veririm Eri deseler eririm Ehli irfan yol içinde
Bir garip gördüm bu ne hal Dedim ki kardeş bende kal Eyüp’ün derdine misal Ben arıyım bal içinde
Yaptım sabır eser kaldı İşte günler tamam oldu Ecel düdüğünü çaldı Halil gider sal içinde
211
75. Gamdan azat olduk bugün Çok şükür elhamdülillah Pirin divanına durduk Çok şükür elhamdülillah
Şahı merdan Ali geldi Her dertlere deva buldu Gönlümüz nur ile doldu Çok şükür elhamdülillah
Hû dedik içeri girdik Erenlere ikrar verdik Eşiğine yüzler sürdük Çok şükür elhamdülillah
Şüphem yoktur bilemedim Cümlesine veli dedim Sorarlarsa benim adım Çok şükür elhamdülillah
Dost bağından güller derdim Ben pirime ikrar verdim Halil der cemalin gördüm Çok şükür elhamdülillah
212
76. Yaşım altmış elde tırpan Biçmeye derman kalmadı Yıkık köprü kırık kağnı Geçmeye derman kalmadı
Sap yükledim karaçava Bütün emeklerim hava Yıkıldı yaptığım yuva Kurmaya derman kalmadı
Harman döledüm elde dirgen Çiğ düştü ıslandı yorgan Böğrümden çalınmış urgan Bulmaya derman kalmadı
Öğle oldu gün dolandı Öküz yoruldu yalandı Baktım ki hava bulandı Sürmeye derman kalmadı
Yel esmiyor kaldı harman Dizim durmaz yoktur derman Halil işler garman çorman Düzelmez derman kalmadı
213
77. Her birimiz bir tarafta Kaldık ağlayı ağlayı Tatlı canımızdan bezdik Kara bağlayı bağlayı
Geldi getti bize çattı Bu da canımıza yetti El alemi ihya etti Yaptı hileyi hileyi
Ne yakınım ne de yadım Dillerde söylenir adım Çok çalıştım çabaladım Yoktur kolayı kolayı
Halil’i kul edip sattın Ekmeğime zehir kattın Ahirinde haram ettin Bana sılayı sılayı
214
78. Senin sırrına ermedim Bilmem sana ben neyledim Aldın aklım deleyledin Kestin elimi elimi
Yaktın nar-ı cehennemde Her şey tekmildir ademde Çok aradım yok mekanda Bulsam Leylamı Leylamı
Durmaz çeşmim yaşı çağlar Mekanımız oldu dağlar Haramiler eşkiyalar Kesti yolumu yolumu
Halil der ki doğrusu ne Od düşürdün sinesine Nasıl senden gayrısına Diyem halimi halimi
215
79. Gönlümde bir ince sızı Kan ağlar garibin gözü İki dinli yarın sözü Öldürecek beni beni
Çölde kurumuş göl gibi Kırılıp düşen dal gibi Baş cıvansız güller gibi Solduracak beni beni
Halilim gidem yoluma Gayrı acısın halime Ne zaman güzel elime Döndürecek beni beni
216
80. Bahtım gülmez oldu yine Felek ne diyeyim sana Nedir ettiklerin bana Zalim felek seni seni
Bütün dallarımı kırdın Zalimlere fırsat verdin Dünyada beni mi buldun Zalim felek seni seni
Gurbette yaktın canımı Döktün sinemden kanımı Viran ettin sarayımı Zalim felek seni seni
Halil’im der halin nice Derdim şu dağlardan yüce Ah çekerim gündüz gece Zalim felek seni seni
217
81. Bahdım gülmez oldu yine Felek ne diyeyim sana Nedir ettiklerin bana Hapishane seni seni
Bütün dallarımı kırdın Zalimlere fırsat verdin Dünyada beni mi buldun Hapishane hapishane
Şu dünyada güldürmedin Suçum nedir bildirmedin Bana murat aldırmadın Hapishane hapishane
Kuruttun tenimde kanı Sen mi verdin benim canı Bilmem ne olacak sonu Hapishane hapishane
Haliliyem halim nice Derdim şu dağlardan yüce Alı çekerim gündüz gece Hapishane hapishane
218
82. Ben tabağım sen şekerim Yoluna güller ekerim Uğrun uğrun dert çekerim Derdime derman ol bari
Tabağım içinde balsın Gönlümde bir konca gülsün Bu sazımda sarı telsin Gel perdemi kırma bari
N’ola görmeseydim seni Sinemden vurdun sen beni Kurban ettim sana canı Ne adasam azdır gayri
Selam salsam varmaz sana Bu cefalar azdır bana Gurbet elde yana yana Maf eyledin zalim beni
Sen olursan ben de varım Sende kaldı ahuzarım Halil der vefasız yarim Gel de fermanım yaz bari
219
83. TÜRKİYE’NİN ŞOFÖRLERİ Türkiye’nin şoförleri İncitmen yolcuyu yolu Kesmeyin bastığınız dalı Türkiye’nin şoförleri
Emanettir size millet Acelenin sonu illet Yasa koymuş cumhuriyet Türkiye’nin şoförleri
Ağır giden çok yol alır Hızlı giden yolda kalır Normal giden menzil bulur Türkiye’nin şoförleri
Sarhoş bir hoş çıkma yola Başa gelir türlü bela Son pişmanlık geçmez ele Türkiye’nin şoförleri
Yazın kumdan kışın dondan Arabanı sakın ondan Aman yanlış geçmen soldan Türkiye’nin şoförleri
220
Söndürmeyin anaları Unutmayın çağrıları Tek kalmasın yavruları Türkiye’nin şoförleri
Halil Erdugan’dan öğüt Yolunu vaktindeyken tut Ufka bakın size ait Türkiyer’nin şoförleri
221
84. Toprağımızı işleyelim Her mahsulü verir toprak Hemen işe başlayalım Her mahsulü verir toprak
Herkesler sever toprağı Bezenmiş güllü yaprağı Müceffer havası dağı Her mahsulü verir toprak
Barajı var suyu akar Suyu bize lamba yakar Dağlarından kömür çıkar Her mahsulü verir toprak
Saklar canlı mahlukları Çiçek toplar arıları Doyuruyor sürüleri Her mahsulü verir toprak
Dozer vursam vurma demez Köprü kursam kurma demez Mahsul verir haraç yemez Her mahsulü verir toprak
222
Çiçeği çimeni otu Verir bize eti sütü Bize her türlü nimeti Her mahsulü verir toprak
Suyu çıkar biz içeriz Tarlada tırpan biçeriz Halil der bir gün göçeriz Bir gün gizler bizi toprak
223
85. Şair olmak kolay değil Şaire sermaye gerek Pirin eşiğine eğil Aşığa sermaye gerek
Sermayeye güvenirsen Otur şair karşısına En şairin pazarına Aşığa sermaye gerek
Bir şair çıkar karşına Bakmaz gözünün yaşına Dayanamazsın taşına Aşığa sermaye gerek
Sermayesizse aşığa Bıçağın kuyusu derler Karşısında susma canım Aşığa sermaye gerek
Sermaye para pul değil Üstadın önüne eğil Aşıksan dövülmeden soyul Aşığa sermaye gerek
224
Aşığa hep kar dolmalı Hep hayır dua almalı Her zaman mutlu kalmalı Aşığa sermaye gerek
Halil Erdugan’ım otur Üstadına hizmet getir Pirine armağan götür Aşığa sermaye gerek
225
86. Düşerdik tarla yolunda Koşa koşa gidiyorduk Hasiretim o halime Koşa koşa gidiyorduk
Su içerdik çeşmelerden Yalın ayak koşmalardan Yıkılıp da düşmelerden Koşa koşa gidiyorduk
Kerpiç duvar köşe köşe Şafakta giderdik işe Konu komşuda bir neşe Koşa koşa gidiyorduk
Koca sene sırtımıza Bebe düşer ardımıza Halil bak köydeki hıza Koşa koşa gidiyorduk
226
87. Varma cahil meclisine Bezmi erenlere gel gel Düşer kendi kendisine Bezmi erenlere gel gel
Yıkılsın benlik sarayı Seçmeli aktan karayı Her can bilemez burayı Bezmi erenler gel gel
Her mecliste oturulmaz Her lafa laf yetirilmez Bazıları kendin bilmez Bezmi erenler gel gel
Allahlık davası güden Ahirinde buldu eden Yalanı söyleyip giden Bezmi erenler gel gel
Halil der ki hak nefesi Bilmeyenler hakkın nesi Çekelim gönülden yası Bezmi erenlere gel gel
227
88. Canan bana cefa etse Yine canandan ayrılmam Kabul edip pazarda satsa Yine canandan ayrılmam
Kürelerde kavursalar Küllerimi savursalar Canım tenden ayırsalar Yine canandan ayrılmam
Yaksalar sinemi nara Düşürseler ahuzara Eyleseler pare pare Yine canandan ayrılmam
Ecel fermanım yazsalar Ölsem de kabrim kazsalar Gönül bendimi bozsalar Yine canandan ayrılmam
Berdar eyleseler beni Aydın olur kara günü Halil ölüm olsa sonu Yine canandan ayrılmam
228
89. Sayılı günüm bitiyor Nerde kalırım bilmem Başımda duman tütüyor Nerde kalırım bilmem
Karada mı denizde mi Bilmem ki okyanusta mı Kışta mı bilmem yazda mı Nerde kalırım bilmem
Belli olmaz garip başım Halil tamam oldu yaşım Bilmem yazım bilmem kışım Nerde kalırım bilmem
229
90. ( * ) Bir elma aldım ıraftan Gelişin hangi taraftan Bir altın gibisin sarafdan Hoş geldin Cafiye Hanım
Bir armağan verem size Sürme çekmiş ela göze Gülleri var taze taze Hoş geldin Cafiye Hanım
_________________________ * Âşık kendisiyle görüşmeye gittiğimde beni bu şiirle karşıladı. Çorum yöresinde yaşayan Cafiye ismindeki bir gelin için söylenmiş türküyü kaleme almış ve türkünün sonuna bir dörtlük ekleyerek , türküyü günümüze taşımıştır. Bu türkü de şöyle: Yiğin olur bizim elin ekini Deste döğer Cafiyemin kekili Şu gurbet ellerde günüm geçmiyor Cafiyem ördürmüş çalma kekili Koyun güttüm alamadım hakkını Yeni bildim uzağımı yakını Bu yıllık da kaldırayım ekini Güz ayında görüşelim Cafiyem Goyun gelmiş kuzusunu alamamış Göztepe’nin menekşesi solmamış Sana benzer hiçbir güzel gelmemiş Daha diyeceğim yoktur Cafiyem
230
91. Bir sen olgun olmayıla Bir şey ifade etmiyor Benim de bilmem gerekir Gel de birliğe erelim
Beni anla ben de seni Kaldır da at kibirgeni Doğru ise hangi yönü Gel de o yöne gidelim
Senlik nedir benlik nedir Memlekete hayır getir Hak yoluna kurban götür Böyle menzile yetelim
Herkesi eşit tutalım Hak divanına yetelim Kötülük nedir atalım Sevelim sevilelim
Halil’im der ki nolacak Kimler gülmüş kim gülecek Mal servet bir gün kalkacak Gel gönülü bir edelim
231
92. Bulut olur güneş doğmaz Zamanında yağmur yağmaz Öyle çuvaldaki kalmaz Nasıl ben bunu demeyim
Çünkü yaşıyom içinde Hepsi de bir biçimde Bir duman vardı başımda Nasıl ben bunu demeyim
Epey Avrupa’da kaldık Komşuyu tanımaz olduk Muhabbetten geri kaldık Nasıl ben bunu demeyim
Söylesem tesiri olmaz Küçük büyüğünü bilmez Selam verip selam almaz Nasıl ben bunu demeyim
Ekseriyet böyle köyler Alim yoktur gitti eyler Halil Erdugan’ım söyler Nasıl ben bunu demeyim.
232
93. İbrişim kuşak belinde Sabahtan bir güzel gördüm Altın bilezik kolunda Sabahtan bir güzel gördüm
Sordum bu eda neyidi Güzeller şahıyım dedi Soramadım nedir adı Sabahtan bir güzel gördüm
Gözü sürme eli kına Bilmem ne eyledi bana Sanki ok attı sineme Sabahtan bir güzel gördüm
Bir ok attı yaraladı Ciğerimi paraladı Soramadım nedir adı Sabahtan bir güzel gördüm
Uzun boylu esmer kendi Halil gökten melek indi Su istedim bade sundu Sabahtan bir güzel gördüm
233
94. Dört mevsimin şahı olan Safa geldi güzel bahar Her dertlere deva bulan Safa geldi güzel vatan
Yeşillenir ağaçları Neşeli öter kuşları Şenletir vatandaşları Safa geldi güzel bahar
Har ağaçta kuşlar öter Ne güzel neşesi yeter Her türlü çiçeği biter Safa geldi güzel vatan
Baharın gülleri açar Turnam katar katar uçar Paşa bey yaylaya göçer Safa geldi güzel bahar
Yeşil giyer bütün dağlar Güllerle bezendi bağlar Dereler seller gibi çağlar Safa geldi güzel bahar
234
Halil der bülbüller öter Gönlüm çağlayıp akar Sular akar çiğdem çıkar Safa geldi güzel bahar
235
95. Aktım aktım da duruldum Yundum yıkandım arındım Yedi kamudan soruldum Bağışla geç günahımdan
Adem’in de günahı var Kırk yıl çektiler ahûzar Havva’yı etti ona yar Bağışla geç günahımdan
Elimi yüzüme aldım Kurban et kapına geldim Ben kendim bir karar aldım Bağışla geç günahımdan
Gel kabul eyle kulunu Asla unutmam yolunu Kesmezem senden elimi Bağışla geç günahımdan
Halil çeker ahûzarı Yoluna koymuşam seri Kabul et girem içeri Bağışla geç günahımdan
236
96. Erenler geldi oturdu Bize bereket getirdi Hızır sofrasını serdi Gelen konuklar konuklar
İhya ettiniz siz bizi Çok şükür birledik özü Mest eyledi şirin sözü Gelen konuklar konuklar
Muhabbeti bal eyledik Bahçemizi gül eyledik Hanemizi dolu eyledik Gelen konuklar konuklar
Çok şükür gördük görüştük Hak divanına eriştik Gördük görüştük tanıştık Gelen konuklar konuklar
Ne kadar şen oldu özüm Halil içten güler yüzüm Gönlümde baharım yazım Gelen konuklar konuklar
237
97. ESKİYAPAR KÖYÜNDE Gönüller evini yaptık Evvel koçu kurban ettik Tekbir aldık dua ettik Eskiyapar Eskiyapar
Avizeler sıra sıra Cennet âla oldu bura Bacı kardeş durduk dara Eskiyapar Eskiyapar
Her taraftan misafirler Muhabbete tanık diller Bülbül gibi öter teller Eskiyapar Eskiyapar
Hasan Kânın Ali gülü Hakkı inkar eden deli Ağırbaşlı hoştur dili Eskiyapar Eskiyapar
Veren eller kesilmesin Murat diyen basılmasın Eksik noksan yazılmasın Eskiyapar Eskiyapar
238
Aşıklar kaynadı coştu Lokmalar halloldu pişti Küsülü olan barıştı Eskiyapar Eskiyapar
Halil Ağa Hasan Gül Dede Herkes muradına gele Ne denir siz gibi zata Eskiyapar Eskiyapar
Kazı Baba Eset Ağa Hayırlı rahmetler yağa Olsun hatıralar sefa Eskiyapar Eskiyapar
Erenler geldi oturdu Bacılar halı getirdi Hızır sofrasını serdi Eskiyapar Eskiyapar
Kara paçaya sürdüm yüzüm Yalnız benim iki gözüm Elest diyen bu yol bizim Eskiyapar Eskiyapar
239
Pirimiz geldi oturdu Halil hizmetin getirdi Cennet g端lleri bitirdi Eskiyapar Eskiyapar
240
98. İmekledim attım adım Yavaş yavaş kaçtı tadım Çok çağırdım çabaladım Sonu kara toprak imiş
Gençlikte su gibi aktım Nice taşlar kucakladım Çok ham meyveler aşladım Sonu kara toprak imiş
Geçti acı tatlı günler Yıkıldı yaptığım hanlar Nice yiğit pehlivanlar Sonu kara toprak imiş
Geçim bakmıyor ki yaşa Aç kalın gitmesen işe Çaldım başım taştan taşa Sonu kara toprak imiş
Beni yetiştirdi anam Bayramda yakardı kınam Aylar geçti yıllar tamam Sonu kara toprak imiş
241
Halil Erdugan’ım yazık Ahrete aldı mı azık Günler tamam moral bozuk Sonu kara toprak imiş
242
99. Eroğlu’nun penceresi Şerif’in yanık sesi Çok hoşuma gidiyor “Gam yeme” gönül demesi
Ali Ekber’in penceresi Neşeli sazı sesi Çok hoşuma gidiyor “Haydar Haydar demesi
Neşet Ertaş’ın sazı Hoş geliyor avazı Pek hoşuma gidiyor “Hay dost Hay dost “ demesi
Arif Sağ’ın da sazı Halk müziğinin özü Çok hoşuma gidiyor “Yol ver dağlar” demesi
Yavuz ‘un bağlaması Hazin hazin gelir sesi Pek hoşuma gidiyor Divan ile koşması
243
Bakın Hüseyin Gazi Halil’in kırık sazı Çok hoşuma gidiyor Deyişiyle duası
244
100. Örgülü yar örgülü Soyadı var görgülü Yanağındaki gülü Bir koklasam ne olur
Ne olur yar ne olur Ne olursa o olur Sen bana aşık ben sana Bu aşkı Allah bilir
Kara bulut ağdı yar Yağmur gibi yağdı yar Güneş gibi doğdu yar Bir kez baksam ne olur
Halil bak şu geline Bir gül versem eline Saçlarının teline Çiçek taksam ne olur
245
101. GÜZELLEME DENİR BUNA Ağzımda dilimsin Bahçemde gülümsün Sazımda telimsin Bir tanemsin sen
Duvarda halımsın Sen benim gülümsün Kovanda balımsın Bir tanemsin sen
Sen güzel alemsin Kaşları kalemsin Benim de çilemsin Bir tanemsin sen
ALTINCI BÖLÜM
ÂŞIK HALİL’İN ÇIRAKLARI VE ESERLERİ
EŞREF ERDUGAN
1941 yılında Çorum‘un, Alaca ilçesinin Haydar köyünde dünyaya gelmiştir. Ali İhsan Erdugan’ın abisidir. İlkokulu köyde okumuştur. Bir süre Ankara’da çalıştıktan sonra Almanya’ya işçi olarak gitmiştir.Yaklaşık yirmi beş yıldır Almanya’da yaşayan Eşref Erdugan evli ve dört çocuk babasıdır. Türkiye’ye kısa süreli tatil amacı ile gelmektedir.
Halil Erdugan‘ın ilk öğrencisidir. O da ustasının yolundan gitmiş önce bağlama çalmayı öğrenmiş ardından gurbetin verdiği eziklikle şiirler yazmaya başlamıştır. Onun da yetişmesinde köy odası ve cem törenleri etkili olmuştur.
Hayata küskün yaşayan Eşref Erdugan, şiirlerinde ağırlıklı olarak yurt özlemini dile getirmektedir. Ustası tarafından da takdir edilen Âşık farklı müzik aletleri de çalmaktadır. Güzel türkü söyleyen Eşref Erdugan şiirlerinde “Eşrefoğlu“ mahlasını kullanmaktadır. İçine kapanık bir yapıya sahip olduğu için şiirlerini fazla paylaşmamaktadır. Bir şiiri türkü olarak Ali İhsan Erdugan vasıtası ile Ankara Radyosu’nun repertuarına girmiştir.
247
6. 1. 2. EŞREF ERDUGAN’ IN ŞİİRLERİ 1. Bahar geldi geçti yazı görmedim İsterse güllerin derdi desinler Şu dünyanın vefasını görmedim İster sefasını sürdü desinler
Yanar oldu sinem aşk ateşine Çare bulamadım çeşmim yaşına Mecnun gibi düştüm dağlar başına İster Leylasını buldu desinler
Eşrefoğlu geçti bu gençlik çağlar Kurudu gazeller bozuldu bağlar Hasret çeken gönül ah çeker ağlar Yeter ki bir selam geldi desinler.
248
2. Dinleyin sözümü yenge güzeller Hasad edip baglamamı ezenler Yenge olup köyden köye gezenler Ne yazık ki baglamamı kırdınız
Yengenin birinin adı da Güfer O güzel gülüşü cihanı yakar İnsan emanete böyle mi bakar Ne yazık ki baglamamı kırdınız
Baglamamın teli dertli öterdi Gördüm arabada Güfer tutardı Çekti İmmuhan telini kopardı Ne yazık ki baglamamı kırdınız
Yok suçu Güfer’in İmmuhan kırdı Bilemedim acep ne idi derdi Yalan yok sözümde Kezik de gördü Ne yazık ki baglamamı kırdınız
Bu aşık Eşref ‘in ne bahtı kara Baglamam kırıldı bulamam çare Bülbül gibi düştüm bir ahûzara Ne yazık ki baglamamı kırdınız
249
3. Yol ver dağlar yol ver gidem vatana Nerde kaldı ana baba yar hani El alem yükünü tuttu tutana Yıllardır çalıştım elde kâr hani
Evine gidecek yolun olmazsa El atıp tutacak dalın olmazsa Babandan dedenden malın olmazsa Tek başına zengin olmak zor hani
Cevherdi vatanın toprağı taşı Neme gerek elin ekmeği aşı Taştan taşa çaldım bu garip başı Arada mı kaldık bize yar hani
Eşrefoğlu geçti ömrümün yazı Kaderde var imiş ağlarım bazı El atıp çaldığım şu dertli sazı Herkes sanar bunda bir kâr var hani
250
4. Haber mi sorarsın benden arkadaş İşten güçten başımı alamadım ki Gönül istiyordu gezip dolaşmak Birkaç litre benzin bulamadım ki
Baraj dutmuş şu Evci’nin özünü Göremedim ahbapların yüzünü Gittim yol eyledim Söğütözü’nü Pedere bir avrat bulamadım ki
Karar verdim Ankara’ya gitmeye Boş olmuyor orda bir iş tutmaya Neler vad eyledim yaslı Fatma’ya Yine de bir cevap alamadım ki
Boşa verdik iki aylık izini Çözemedik ki sorunun aslını Eşrefoğlu bir gün olsun sazımı Defigan edip çalamadım ki
251
5. ( * ) Doğup büyüdüğüm Haydar köyünü Terk ettirmedi mi bana Almanya Sertin havasını soğuk suyunu Terk ettirmedi mi bana Almanya Göztepe’den seyrederdim ovayı Paşa Pınarı serinletir havayı Ne minnetle kurduğum yuvayı Terk ettirmedi mi bana Almanya Bağlarbaşı Yeni Pınar düzünü Görebilsem baharını yazını Baba diye yola bakan kuzumu Terk ettirmedi mi bana Almanya Yel eserek iller dalgalanırdı Düğünlerde köyüm çalkalanırdı Siyah zülüfleri halkalanırdı Terk ettirmedi mi bana Almanya Yüksek olur Alaca’nın ovası Bahçesinde vardır şahin yuvası Eşrefoğlu geçti gençlik havası Terk ettirmedi mi bana Almanya ______________________ * Bu şiir, 1968 yılında yazılmış, daha sonra Ali İhsan Erdoğan tarafından derlenmiş TRT Ankara Radyosu arşivine türkü olarak girmiştir.
252
6. Hasretin çektiğim Anavatanı Acep can gözüyle görecek miyim? Erken yola çıksam Avusturya’yı Geceye kalmadan geçecek miyim?
Yugostlavya usandırır adamı Tükeniyor dizlerimin dermanı Hiç de unutmuyom Bulgaristan’ı Benzinim bitmeden geçecek miyim?
Gide gide bitmez yollar dolayı Karada uçmanın yok ki kolayı Sırat köprüsünü Kapıkule’yi Sorgusuz sualsiz geçecek miyim?
Gümrükçüler bavulları ararsa Nöbetçiler etrafımı sararsa Bir radyom var onu bulursa Onu da ambara verecek miyim?
Edirne Kapı’dan yurda girince Trafikler triptiği sorunca Koca Selimiye’yi de görünce Öz vatan olduğunu bilecek miyim?
253
İstanbul’un trafiği karışık Şoförleri bu düzene alışık Boğaz köprüsünde yanar sarı ışık On beş lira verip geçecek miyim?
Kadıköy ‘den Ankara’nın yolunu Yüce Tanrım koruyasın kulunu Adapazarı’nı İzmit elini Yağmur yaş yağmadan geçecek miyim?
Bolu dağlarında duman varmola Üzerleri karlı duman buzmola Bir gölge altında verip de mola Orada bir kahve içecek miyim?
Yorgunluktan açamazsın gözünü Kontrol et arabanın hızını Azap deresini Kurtboğazı’nı Kazasız belasız geçecek miyim?
Gide gide Ankara’ya varınca Deli gönül muradına erince Askerlik birliğim sağda görünce Tank tabura selam verecek miyim?
254
Ankara’dan daha öte yolum var Alaca kazamdır Çorum elim var Yurdum ile övünmeye dilim var Bu mutlu günlere erecek miyim?
Eşrefoğlum aslım Haydar köyünden On yıl oldu ayrı düştüm evimden Paşa Pınarı’nın soğuk suyundan İki avcumla içecek miyim?
255
7. Biraz gettik gayri yollar görünmez Bu soğukta dağ başında durulmaz Karanlık kimse yok mekan sorulmaz Hele biraz daha ho den arkadaş
Eğleyin de biraz bakak yollara Boz duman oturmuş yüce bellere Akşam oldu ne bahtlı ellere Herkes yatağında yatar arkadaş
Yıkılası Hıra dağı ne zalim Hele eğletin de biraz gezelim Şu yolları birer birer süzelim Geçit bulur isek gidek arkadaş
Gittikçe görünür bize Campaşa Hele biraz git de gel bak bu işe Hiç birimizde de kalmadı neşe Bu gece burada yatak arkadaş
Dediler Ali Ka siz malı alın Şu orman içine bir kere dalın Hıra’da Ömer Ka’nın odada kalın Orada rahat edin arkadaş
256
6. 2 . ALİ İHSAN ERDUGAN
9 Ağustos 1951 tarihinde Çorum ili, Alaca ilçesi, Haydar köyünde ailenin dokuzuncu çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. İlkokulu köyde bitiren Ali İhsan Erdugan, bir süre köyde ailesine yardımcı olmuştur. Büyük kardeşlerinin Ankara’ya çalışmaya gelmesiyle o da küçük yaşta çalışmak için Ankara’ya gelmiş, bir süre burada amelelik yapmıştır.
1967 yılında seramik döşeme işleri yapan Mehmet Ali Kaplan’ın yanına çırak olarak giren Ali İhsan Erdugan bir süre sonra bu işte aranan bir usta konumuna gelmiş, ardından bu alanda çıraklar yetiştirmiştir. İki kızı bir oğlu bulunan Âşık,askerliğini evlendikten sonra Afyon’da yapmıştır.
1984 yılında Suudi Arabistan’a seramik döşeme ustası olarak gitmiş, üç yıl orada kalmış, çok zor şartlarda çalışmış, 1987 yılında Türkiye’ye dönmüştür.
Küçük yaşlardan itibaren amcası Âşık Halil Erdugan’dan etkilenmiş, onun etkisi ile saz çalmaya başlamıştır. İlk olarak amcasının saz derslerini almış daha sonra abisi Eşref Erdugan’ın bilgisinden ve tecrübesinden faydalanmıştır. Ardından köy odasına gelen âşıkları, cem törenlerindeki deyişleri dinleyerek yetişmiştir. Köy odasını ziyaret eden birçok ünlü âşıkla da tanışma fırsatı bulmuştur. En son köye gelen Çorumlu âşık, Hüseyin Çırakman’ın teşviki ile Halk Ozanları Derneği’ne kayıt olmuş, ardından konserlere ve radyo programlarına katılmıştır. Ankara Radyosu’nda Tevfik Yılmaz, Ahmet Mortaş’ın daveti ile iki yıl radyoda türküler söylemiştir. Daha sonra Nida Tüfekçi’nin isteği üzerine Ankara Radyosu’nun açmış olduğu bir yarışmaya katılmış ve bu yarışmayı kazanmıştır. TRT’de çeşitli programlara
257
katılan Âşığa “Alioğlu“ mahlasını Nida Tüfekçi vermiştir. O, zaman zaman şiirlerinde mahlasını “Aloğlu “ şeklinde kullanmış, hece ölçüsüne mısraları uydurabilmek için. Âşığa Nida Tüfekçi ve Mustafa Gece yatmaz zamanında Türk sazını tanıtmak için Asya – Avrupa turneleri teklif edilmiş, ancak İşlerinin yoğunluğu nedeniyle Âşık, bu turnelere katılamamıştır.
1973 -1974 yılları arasında Avrupa’nın farklı ülkelerine giden, sonra da Türkiye’nin farklı illerini bağlaması ile dolaşan Ali İhsan Erdugan, ailede müzikle, şiirle ilgilenen amcasının ve abisinin etkisi ile şiirler yazmaya başlamıştır.
Şiirlerinde işlediği konuları şu şekilde dile getirmektedir: “Şiirlerimde, sömürü sistemi; idari kademelerdeki hantallık; adam kayırma; bugün git yarın gel zihniyeti; yıllardır hiç değişmeyen rüşvet, karaborsa; Atatürk ilke ve inkılâplarının yok edilmeye çalışılması; çağdaşlığın açılmak - kapanmak boyutuna indirilmesi; bilim ve teknolojiden uzaklaşmak; savaşlardan fazla trafik kazlarında can kaybının olması kısacası toplumumuzun içinde yer alan her konuyu işliyorum”
İşlerinin yoğunluğu nedeniyle şiirlerini yazdıktan sonra inceleyip tasnif edemediği için henüz bir şiir kitabı yoktur. Kendisini örnek alan birçok gence saz çalmayı öğreten Ali İhsan Erdugan, ustası Âşık Halil Erdugan’ın öğrettiklerini o da kendi çıraklarına öğretmiştir. Çıraklarının çoğu üniversite mezunudur. Çıraklarından Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi mezunu Zeki Erdoğan, İngiltere’de halen kendi çıraklarını yetiştirmekte, o da ustasının öğrettiklerini kendi öğrencilerine öğretmektedir. Diğer çırağı Erdal Erdugan, ODTÜ mezunudur. Kendi çırağı yoktur. İyi derecede saz çalmakta ve türkü söylemektedir. çalabilmekteler.
Ali
İhsan
Erdugan’ın
oğlu
ve
büyük
kızı
da
saz
258
Halen cem törenlerine katılıp cem birleyen Ali İhsan Erdugan bağlamanın dışında keman da çalabilmektedir. Son dönemde çeşitli televizyon programlarına katılan Ali İhsan Erdugan, şiir yazmaya ve çırak yetiştirmeye devam etmektedir.
259
6.2.1 ALİ İHSAN ERDUGAN’ IN ŞİİRLERİ 15 -11 -1969 Şu garip yurdunda yol almak için Her işini kendin yapan olmalı Gurbetten sılaya yol almak için Kese büyük cebin dolu olmalı
Nerde kapı açsam kader açmıyor Kurduğum kazanda haram pişmiyor Hangi işe baksam bana düşmüyor Önce para baban zengin olmalı
Ustana ırahmet diline kuvvet Bir türlü tutmadı sazımda akort Ali ihsan derdini bilene anlat Emeğin hakkını alan olmalı
260
2. Terlemeden para yiyen Fakir fukarayı soyan Uyan canım gardaş uyan Geliyo paraya tapan Fıkara hakkını çalan
Ağanın boldur parası Ali ihsan’la yoktur arası Yok mu bunun bir çaresi Geliyo paraya tapan Fıkara hakkını çalan
261
3. 1973 Yola atsam yol götürmez Böyle şansı böyle derdi Sele versem sel götürmez Böyle şansım böyle derdim İntizarım var feleğe Beni attı gurbet ellere Gam vurdurur sarı tele Böyle şansım böyle derdim Aliihsan ömrüm geçti Gurbeti canıma yetti Pazarında tutup sattı Böyle şansım böyle derdim
262
4. 1973 Bir baharda ben köyümü gezerken Çiçek bahçesini görmek istedim Kışın soğuğunda canım bezerken Bahar yelleriyle esmek istedim
Akar sular garip gönlüm hislenir Mor koyunlar bu yaylada beslenir Her ağaç dalından bülbül seslenir Bülbülün sesine katmak istedim
Bahar yazdım yayladaki taşlara Türlü çiçek el ediyor kuşlara Çiçek yüklü olan hep ağaçlara Yönümü dönüp de bakmak istedim
Çoban kaval çalar sürüyü bekler Dağılmış yaylaya kelebekler Türlü kokuşacak çiğdem çiçekler Çiçekler içinde gezmek istedim
Aloğlu baharda gönlüm şad oldu Güzel gelin kızlar yaylaya doldu Uyuyan böcekler hep geri geldi Yaylada bir sefa sürmek istedim
263
5. 1973 Kerbela’ dan yüklemişler göçünü Ehli Beyt melûl mahsun gidiyor Küsmüş mü gücenmiş mi ki yoksa ne? Ehli Beyt yavaş yavaş gidiyor
Ne yolu bellidir ne de bir izi Muhammet Mustafa unutma bizi Böyle değildi Müslüman sözü Ehli Beyt yavaş yavaş gidiyor
Şeriat tarikat hepsi söz oldu Şimir arttı kılıç vuran yüz oldu Evliya erenler hep kayıp oldu Ehli Beyt yavaş yavaş gidiyor
Alioğlu harap olmuş Medine Çok ağlamış o mübarek Fadime Şeytan dolmuş on iki imam yurduna Ehli Beyt yavaş yavaş gidiyor
264
6. Günahım neyidi attın sıladan Ötme sazım ötme gönlüm hoş değil Kurtulamam şu gurbeti derdinden Ötme sazım ötme gönlüm hoş değil
Yaratmış çileyi hep benim için Bilmem hakikatı var mıdır suçum? İsterim bir yuva isterim geçim Ötme sazım ötme gönlüm hoş değil
Aliihsan gamlı şu benim gönlüm Vücuttan çekilir durmadan kanım Ahu zarla geçer büsbütün günüm Ötme sazım ötme gönlüm hoş değil
265
7. 1973 Ben gidemem Çorum ‘dan Leblebi pazarından Allah beni esirge Yobazın nazarından
Çorum’un pazarından Geçtim ben her yanından Allah beni korusun Muskalı nazarından
Dönmem artık yolumdan Aliihsanım Çorum’dan Mevlam beni esirge Zalimlerin şerrinden
266
8. 1973 Ben bir Haydarın köylüyüm Ne güzeldir benim köyüm Paşa çeşmesidir suyum Ne güzeldir benim köyüm
Ormanı var deresi var Görülecek yöresi var Türlü türlü yarası var Ne güzeldir benim köyüm
Bahar biter yazı gelir Koyun ile kuzu gelir Aşıkları sazlı gelir Ne güzeldir benim köyüm
Çiçek kokar ormanları Ekin dolu ambarları Yayla çimen her yanları Ne güzeldir benim köyüm
Aliihsan köyünü gezer Güzelleri kaymak ezer Tarihlere destan yazar Ne güzeldir benim köyüm
267
9. 1974 Benden selam götür o vefasıza Garibin halini sor seher yeli Bildir ahvalimi yarime benim Sevdiğim ne halde sor sual eyle
Sen seher yelisin esersin serin İster bugün yetiş ister yarın Gizli yandığımı söyleme sakın Var da arzu halın sor sual eyle
Ne bir gün sevindim ne de ağladım Yaran yoldaşıma selam yolladım Aliihsan yadıma bilmem neyledim Neden mektup yazmaz sor sual eyle
268
10. 1974 (Bu şiirim radyoda yayınlandı.)
Gel yarim gidelim bayram yerine Böyle gidek gelek el incinmesin Garip garip eser seher yelleri Gerdana dökülen tel incinmesin
Bizi neden böyle yaratmış Mevla Çok uğraştık ömür ile beyhuda Kuşandık ömrü birkaç gün daha Böyle giyin kuşan bel incinmesin
Aliihsan yanıp yanıp tutuşsam Yari tenhalarda bulup konuşsam Dön bana yönünü bir hal danışsam Gönül zahmet çekip dil incinmesin
269
11. 1974 Sarmış abasını yatmış uyumuş Çobanın sürüsü ekine daldı Ne bağıran ne çağıran ne bakan Çobanın sürüsü ekine daldı
Sürüyü dağıtmış yamandır atı Yanında uyumuş çobanın iti Sahipsiz olur mu bu büyük sürü Çobanın sürüsü ekine daldı
Sağda solda dolaştırır malları Nerde çoban görmüyor mu halları Köprü yok ki geçemedik yolları Çobanın sürüsü ekine daldı
Şımarma hey çoban sahibi duyar Seni öldürmeden mezara koyar Beş parmağı ile gözlerin oyar Çobanın sürüsü ekine daldı
İsterim ki şu çobanı uyarmak Aloğlunu memlekete duyurmak Bıraksın sürüyü ondan hayır yok Çobanın sürüsü ekine daldı
270
12. 1974 Senin bu derdine bulunmaz çare Üzülme anacığım Mevla kerim Hasret kalınır mı böyle yar yare Ağlama anacığım Mevla kerim
Hastaneye vardım almıyo doktur İğnesi ilacı hapı pek çoktur Verdiği ilacın tesiri yoktur Ağlama anacığım Mevla kerim
Dağ başında kaldım hep senin için Ne gelir elimden yanıyor içim Ağarmış saçların dökülmüş dişin Ağlama anacığım Mevla kerim
Hasretlerin var ki hep seni özler Yeter ağlamasın o garip gözler Kalkamaz yerinden tutmuyor dizler Ağlama anacığım Mevla kerim
Bu kadar çileyi çektiğin yeter Unuttun dünyayı bu dert ne beter Aloğlu gördükçe kederden inler Ağlama anacığım Mevla kerim
271
13. 1974 Benim böyle neden garip başımda Duman var beyler duman var duman Sürmez iş başına kazmalı kürekli Gelen var beyler gelen de var gelen
Uyanmaz mı sandınız siz bunca halk Hakkımızı alan bir avuç salak Ağan da senin gibi böyle yalak Gelen var beyler gelen de var gelen
Hokkabaz kaypaktır ağanın oğlu Alet edem der sağı ile solu İsveç’e kaçırmış parayı pulu Gören var beyler gören de var gören
Aliihsan’ım der vardır bir hatan Çok yiyen var aç yatan var aç yatan Yeter arsız gayrı utan be utan Bilen var beyler bilen de var bilen
272
14. 1974 Gelmesem iyi idi yalan dünya Bir dem gülüp bir dem şad olmadım ki Eller hep göçüyor güneşe hakka Bir tek günüm iyi görmedim ki
Ağlar yüzünden yoksul patladı Eller füze yapıp aya atladı Birer birer yıldızları yokladı Onların sırrına eremedim ki
Aloğlu tutuşup yandı yakıldı Bütün ümitlerim yere döküldü Dost kalmadı birer birer çekildi Onları giderken görmedim ki
273
15. 1974 Bu yalan dünyanın çatısı hanı Dünya alemine ne güzel uymuş Havada bulutu dağda dumanı Güzel tabiata ne güzel uymuş
İnsanoğlu katarlamış deveyi Kendisine göl eylemiş deryayı Gökteki dolaşan yıldızı ayı Karanlık geceye ne güzel uymuş
Türlü yemek çeşit meyve yaratmış İyiliğe kötülüğü var etmiş Ademe dünyayı neden dar etmiş Havva da Adem’e ne güzel uymuş
Aloğlu’nu yeryüzüne bırakmış El memleket hayli yıllar dolaşmış En sonunda yuvasına ulaşmış Yavrular da ona ne güzel uymuş
274
16. 1974 Sofu hoca seni iyi kandırmış Şeytan ile dişin doldurmuş Bin beş yüz yıl sana uyanma demiş Ne cine rastladım ne peri gördüm
Cahil dedem korku ile eğitmiş Çok şükür ki bu yaşaca büyütmüş Cin ile periyle bizi avutmuş Ne cine rastladım ne peri gördüm
Algarısı benim yatağa gelmez Akrabam da olsa tanımaz bilmez Bu senin dediğin mantığa uymaz Ne ala rastladım ne garı gördüm
İlim olan yerde şeytan bulunmaz Şeytan olan yerde Allah sorulmaz Büyüğe küçüğe bu ders verilme Ne cine rastladım ne peri gördüm
Gara gura çökmez benim başıma Âlim diye düşme cahil peşine Akıllı kafada bunun işi ne Ne cine rastladım ne peri gördüm
275
Sinirim kafama eyledi ziyan Üfürük yapan muska yazan Aloğlu insanın bazısı şeytan Cahil kalanların çoğunda gördüm
276
17. 1974 Emellerin hayal oldu Temellerin sular aldı Senin halkın sana güldü Ne oldu hocam ne oldu?
Hani nerde fabrikalar? Gökte görünmez bacalar Köylere saldın hocalar Ne oldu hocam ne oldu?
Hamle yaptın bakan oldun Dört avratta karar kıldın Battı gemi ortada kaldın Ne oldu hocam ne oldu?
Erbakan’dı senin adın Son zamanda yoktur tadın Nerde bulun bunca kadın? Ne oldu hocam ne oldu?
Hakim vermiş kararını Okudular fermanını Dağıttılar pilanını Ne oldu hocam ne oldu?
277
Alioğlu unutamam Şeytana şerre tapamam Birden başka hac yapamam Ne oldu hocam ne oldu?
278
18. 1974 Arz edeyim size garip halimi Ankara’da çok karışık haller var Özgür diye kandırmışlar alemi Okulsuz asfaltsız çukur yollar var
Rahmet yağmaz duman yağar bacadan Büyük küçük çıkamıyor yuvadan Enerji alıyok siyah dumandan İlaçsız iğnesiz ölenler de var
Kahve köşeleri işsiz yuvası Cebinde bulunmaz bir çay parası Kömür sisi sosyetenin cilası Cilalı boyalı gezenler de var
Sokaklarda çırpınıyor Veliler El açıp dilenir bunca Aliler Kurşun atıp can alıyo zalimler Bunları seyredip bakanlar da var
Pilanı yok çok dağılmış gırafik Şoför sarhoş karışıyor tırafik Sonumuz nolacak bunu bilen yok Sokakta caddede ölenler de var
279
Silah alan kahveleri taratır Caddede sokakta olay yaratır Başa gelen eskisini aratır Vekil kartım deyip gezenler de var
Alioğlu ömrüm geçer durmadan Ne gün görüp ne zevk aldım buradan Soyguncular gün aşırı durmadan Kilit bozup kapı kıranlar da var
280
19. 1975 Çok gezdim dünyayı sürmedim sefa Gariplere yoldaş olanıdım ben Bu yalan dünyaya gelmem bir daha İnsanlara önem verenidim ben
Boğamaz aslanı kurnaz tilkiler Garipleri elden ele verdiler Ben dünyada iken herkes gördüler Fakirlere ayna ışık idim ben
Dünya barışını istedim inan Bize yoldaş candaş yılanla çayan Hep öne çıktılar döven ve soyan Herkese mesajlar veren idim ben
Şu dünyanın türlü türlü halları Ne virajlı engellidir yolları Alioğlu kalem tutan elleri Birkaç satır ile dil taşıdım ben
281
20. 1975 (Sana yağının kıt olduğu yıllarda Camilili Elmas Hanımı birileri dövmüş. Döven kişiyi bana benzetmesi sonucu çıkan olaylar üzerine aşağıdaki şiiri yazdım. ) Eline almış uçkuru Geldi hıçkırı hıçkırı Dedi gardaş tutun bunu Camilili Elmas garı
Bana benzer biri varmış Ağzına gözüne vurmuş Şaşırmış da beni görmüş Camilili Elmas garı
Candarmayı saldı bana Dedi gardaş karakola Mutlak sırtı gelmişi yere Camilili Elmas garı
Dedim gitmem karakola Başıma açtı bir bela Bir işi mi vardı ola Camilili Elmas garı
282
Bilemedim niyetini Cimciklemişler etini Saldı peşimden itini Camilili Elmas garı
Alacalı hep peşimde Beni mi gördün düşünde Örtüsü sarkmış peşinde Camilili Elmas garı
Biri işini görmemiş Belki parasını vermemiş Aloğlu’nu bilememiş Camilili Elmas garı
283
21. 1975 ( Bir yolculuk esnasında şoförün hal ve hareketini izleyerek yazdığım bu şiir TRT Ankara Radyosu’nda yayınlandı.)
Hızlı hızlı giden şoför Sürdüğün malı incitme Gözünü aç kulağını tut Yoldaki canı incitme
Çok gördük içki içeni Çevirmesin uyku seni Yol hakkını iyi tanı Eldeki canı incitme
Dalıp gitme dikkatli ol Trafik levhalarını bil Gün gelince biter bu yol Sendeki canı incitme
Aloğlu vurunca saza Nasihat demeyin bize Geliyorum demez kaza Bizdeki canı incitme
284
22. 1975 Gelin dostlar uyanalım Hep beraber hep beraber Zalımdan hesap soralım Hep beraber hep beraber
Unutalım ikiliği Kaldıralım kötülüğü Güçlendirelim köklülüğü Hep beraber hep beraber
Füze yapıp aya çıkak Aydan ötesine bakak Cehaleti yeniyosak Hep beraber hep beraber
Esir zincirini kırak Dövenlere dur diyek Zulüm edenlere hesap sorak Hep beraber hep beraber
Alioğlu bu yurtları Silelim bütün dertleri Yurttan atalım yadları Hep beraber hep beraber
285
23. 1975 Bağrım açık ayağımda çarık Sana veren bana neden vermiyo Ben oruç tutarım senin karnın tok Sana veren bana neden vermiyo
Üç buçuk pozunan kandırma beni Eski günlerini unutma emi Yıllar önce bilirdim ben seni Sana veren bana neden vermiyo
Yeryüzüne hüküm veren oldular Üst köşeden yerlerini buldular Yoksul oldun ise deli dediler Sana veren bana neden vermiyo
Aloğluyum soyar gider birisi Yer altında vardır gizli dayısı Kimi örgüt kurar kimi çetesi Sana veren bana neden vermiyo
286
24. 1976 Selam olsun sana doğduğum köyüm Ben gelince bilmem dostlar güldü mü? Pişman olmuyorum terk ettim diye Benden miras size bir şey kaldı mı?
Yol yaptı mı köye beyler vekiller Verimi yok büyümemiş ekinler Yüze hayır etmez öğüt, telkinler Söz verenler bizim köye geldi mi?
Oy alan vekiller sizi bilmezler Işık verip sizi aydınlatmazlar Çıkarı uğruna genç bırakmazlar Bizim gençlerden de ölen oldu mu?
Çevirirdi ara sıra yokluklar Şükür ile olmaz bize sağlıklar Size derim siz benzi soluklar Köprü yoktu yollar asfaltlandı mı?
Alioğlu ben de oldum deleğe Politika çanak tuttu feleğe Siyasetçi bazen benzer feleğe Size de bir pilan yapan oldu mu?
287
25. 1976 Ömrümde çektiğim sitemlere bak Haldan hala yoldan yola düştüm ben İlkokul bitince çıktım gurbete Haldan hala yoldan yola düştüm ben
Fayans yaptım vefasını görmedim Ne köyüme ne gurbete yar oldum Çalışmayan bir de motor aldı Haldan hala yoldan yola düştüm ben
Avrupa’ya gittim ozan olmaya Zengin olup menzilimi bulmaya Çabuk niyet ettim geri dönmeye Haldan hala yoldan yola düştüm ben
Örgü yaptım bana usta dediler Sırtıma bir kazak giyitmediler Kırıldı makinem fark etmediler Haldan hala yoldan yola düştüm ben
Havalandı gönlüm gitmez enginden İki karpuz ister benim elimden Şoför oldum arabaya binmeden Haldan hala yoldan yola düştüm ben
288
Taşron oldum rast gelmedi işlerim Bana rehber oldu hayal düşlerim Saçım bitti dökülüyor dişlerim Haldan hala yoldan yola düştüm ben
Davul, zurna,keman çaldım saz çaldım İlham geldi şiir yazdım nam saldım Meteliğim yoktur milyarder oldum Haldan hala yoldan yola düştüm ben
Aloğluyum yaş ileri gitmeden Tez yazı getirdim bahar bitmeden Ömrümde bir kere bayram etmeden Haldan hala yoldan yola düştüm ben
289
26. 1977 Senin pir at yaşlandı Yürü gayrı Süleyman Çoğu ilde taşlandı Yürü gayrı Süleyman
Bazı mobilya sattın Koca bankayı yuttun Çankaya’yı da tuttun Yürü gayrı Süleyman
Paha kuyruğa dizdi Yurttaşlar zamda yüzdü Planını kimler bozdu? Yürü gayrı Süleyman
Tıraylerci Süleyman Oluyor mu bin pişman? Kır at zayıf sen şişman Yürü gayrı Süleyman
Kurtuldun yağlı ipten Olur olmaz hesaptan Aloğlu diyor zaten Yürü gayrı Süleyman
290
27. 1977 Yazacağım şu alemin derdini Birbirine bakıp gülen oluyor Kendini görmüyor ayna içinde Arkadan dostuna gülen oluyor
Kafasına göre yazar fermanı Tırpan atıp yok ediyor hakları Kısım kısım ayırırlar insanı Garibin haline gülen oluyor
Koyun olduk bazen kuzulamadan Dağları dolaştık yazılamadan Adam vuruyorlar sızılamadan Böyle cana kıyan insan oluyor
Alioğlu neler dolu cihanda Fakir hakkı almak en ön pilanda Banka sıfırlanır bir telefonla Ekmeksiz parasız ölen oluyor.
291
28. 1978 Gelin bakın şu beylerin işine Oturmuş masaya rüşvet isterler Makamını fark etmeyen kişiler Vatandaş ağzından hesap isterler
Oturuyo görevini bilmeyen Görevi uğrunda kara kılmayan Okuyup da ilim sanat görmeyen Koltuktan koltuğa konmak isterler
Bilirim ben diye hep öne çıkar Esikimiş koltuğu leş gibi kokar Tilki gibi her deliğe baş sokar Üç yanına beşi çabuk isterler
Çoğu komisyoncu yola bakıyo Çıkarı uğruna hesap yapıyo Avratlar elinde kaşkol dokuyo Aybaşı gelince hesap isterler
Alioğlu gördüm çok oldu adi Seyrettim kalmadı yurdumun tadı Palavrayla doldu siyaset adı Bin yalan söyleyip bir oy isterler
292
29.1978 (Aşağıdaki şiirde sağ sol olaylarında yaşamını yitiren gençlerin üzüntüsünü, ülke gençleri üzerindeki etkisini anlatmak istedim.)
Gelin artık acıyalım bizim gençlere gençlere Tatlı uyku getirelim kara düşlere düşlere
Onun hepsi vatandaştır onu yetiştirmek güçtür Irk ayrımı yanlış iştir kavli boşlara boşlara
Kar yerleri ağırtmadan yanlış düzen çağırtmadan Düşman gelip seğirtmeden bizim gençlere gençlere
Doğu Batı hep gardaşım vatan korumaktır işim Cumhuriyet elli yaşın yazak taşlara taşlara
Hangisini ayırırsın derdini kime duyurursun Yadları mı savunursun tapma haçlara haçlara
Alioğlu bil yerini söyleme kula varını Eller alır kazancını verme puştlara puştlara
293
30. 1978 Yobaz oğlu yobaz insan kibarı İşçiyi soyduğun günleri düşün Bir gün sana takacaklar yuları Başına gelecek halları düşün
Sermaye uğruna bindin sırtıma Üvey evlat yaptın beni yurduma İğne ilaç bulamadım derdime Zulmünden ezilen kulları düşün
Patronun ağanın hepsi de zalim Yediği haramdır yaptığı zulüm Sana çevrilirse nasırlı elim Beynine inecek yumruğu düşün
Alioğlu çok çalıştım bu yurtta İşçi kardeşimle bir olup ben de Boyun eğmem patron,ağa namerde Halına şükreden kulları düşün
294
31. 1978 Gazele döndürdün ömrüm yazını Yaprağı sararmış güllere döndüm Felek denen zalim avladı bazen Erken açıp solan güllere döndüm
Gönlümde gizlidir dost senin sevdan Bir gün iyi olmaz gönlümde yaran Kısaldı genç ömrüm ahiri viran Akordu bozulmuş tellere döndüm
Alioğlu baharım yazım kış oldu Gördüğüm hayaller gayri düş oldu Gönlüm efkarlandı gözüm yaş doldu Boz bulanık akan sellere döndüm
295
32. 1978 Ay dedim gün dedim ömrüm bitirdim Ömür deyip geçtim yıldan bir haber Yedim içtim dostlarımı yitirdim Sohbeti tatlıydı dilden bir haber
Hak bilirdim dostlarımı severdim Gencecik ömrümü aldım götürdüm Salavat getirdim çöktüm oturdum Hakkı bulamadım yoldan bir haber
Hasret çeker sevdiğimi anarım Ömür sarpa çattı çoktur zararım Alioğlu gizli gizli yanarım Nar oldum kavruldum külden bir haber
296
33. 1979 Yobaz soyu yine biler dişini Hünkar Hacı Bektaş Veli gel yetiş Sağa sola dönüp sallar başını Hünkar Hacı Bektaş , Ali gel yetiş
Yobaz saklar silahını koynuna Kalleş vurur kurşununu boynuna Sen gelmezsin ancak böyle oyuna Hünkar Hacı Bektaş gel yetiş
Yobazoğlu istemiyom hacını Vaaz etme dinlemiyom hocanı Ramazanda sen tut orucunu Hünkar Hacı Bektaş gel yetiş
Alioğlu gaddar bu yobaz oğlu Şimdi pilan etti sağ ile solu Astığı kestiği Allah’ın kulu Hünkar Hacı Bektaş gel yetiş
297
34. 1979 Bin dokuz yüz yetmiş dokuzda Yollara döşendi taş birer birer Ağalar yaşadı beyin sağında Yoksulun başında düş birer birer
At oynatıp aşık attı ağalar Ölen oldu yarım kaldı sağalar Mevzi siper oldu bütün dağalar Analar akıttı yaş birer birer
Vekillerin haram yeme devranı Kerbela’dan tanır idik mervanı Allah mı gönderdi bize askeri Çeteler dağıldı baş birer birer
Alioğlum Mazlum hep melûl gezer Elleri koynunda hayaller düzer Zalımın elinde koskoca mavzer Önüne dizilmiş leş birer birer
298
35. 1981 ATATÜRK DESTANI Yurdumun ışığı solarken sisten Doğdu güneş gibi ulu Atatürk Bin sekiz yüz seksen bir bahar ayı
Yetim kaldı tez kemale erişti lim irfan çağı ile yarıştı Subay oldu ordulara karıştı Savaşın geçilmez seli Atatürk
Trablus, Balkan, Cihan savaşı Kaynadı yurdumun toprağı taşı Erzurum dağında çoban ateşi Sivas’ta özgürlük yeli Atatürk
Vatan bir bütündür parçalanamaz Biz ölmeden onu kimse alamaz Yüce Türk ulusu manda olamaz Dedi Türk halkının dili Atatürk
Ankara’da Büyük Millet Meclisi Sakarya’da Mehmetçiğin süngüsü Afyon’da söylendi zafer türküsü Kırıldı düşmanın beli Atatürk
299
Saltanatın defterleri dürüldü Barış masasında hesap soruldu Cumhuriyet yönetimi kuruldu Yeşerdi fidanın dalı Atatürk
En hakiki mürşit ilimdir derdi Güzel Türkçe benim dilimdir dedi Çağdaş uygarlıkta yolum Atatürk Aştı gitti her engeli Atatürk
Medreseyi hilafeti kaldırdı Laikliği tüm dünyaya bildirdi Vicdanlara rahat soluk aldırdı Oldu gönlümüzde veli Atatürk
Kaderde, kıvançta, tasada ortak Hak ile hukukta yasada ortak Bir millet yarattın kesede ortak Büyüklüğüm bundan belli Atatürk
Cezayir, Vietnam, Mısır, Hindistan Suriye, Meksika, Libya, Pakistan İstiklal uğrunda yazdılar destan Sen gösterdin doğru yolu Atatürk
300
Çalışıp üreten elde sen varsın Bahçede açılan gülde sen varsın Köyde, kasabada, ilde sen varsın Bu vatan seninle dolu Atatürk
Yüz yıl değil yüz bin yıllar yaşarsın Asırlara sığmaz çağlar taşarsın Alioğlu yüreğinde coşarsın Sen ey, canım ey sevgili Atatürk
301
36.1983 Akıl olsa sizden hesap sorardık Nerde diye köşe bucak arardık Gerdan kırar biz de zülüf tarardık
Düğün dernek senin için çal oyna ağa çal oyna Pirzola biftek zerzavat bal oyna ağa bal oyna
Sakın ırgat uyanmasın görmesin Dürzü nerde diye hesap sormasın Ne halt yediğini kimse bilmesin
Zannedersin ahmaktır o gül oyna ağa gül oyna Her şeyini elinden al yut oyna ağa yut oyna
Masum amma sizin kadar har değil Yoksul amma iki gözü kör değil Sizden hesap sormak öyle zor değil
Şark odanda rakı, viski, karılar çal oyna ağa çal oyna Davul zurna niye eksik dut oyna ağa dut oyna Her gün yedirirsin itine eti Hizmetçiye verin vitamin hapı Kafana çalınsın kazmanın sapı
302
Görmediğin bir şey kaldı sülalene lazım olur Onu da al başına dön oyna ağa dön oyna
Aloğlu söyledi ağalar duydu Patronlar ağalar soydukça soydu Pantolon altında don gömlek kaldı
İşçi malı harman olmuş üstüne yat Vesikalı taşımalı silahın var at oyna ağa at oyna
303
37. 1983 Sağdan soldan konuşurken Birden bire kızma kardaş Derdimizi danışırken Dudağını büzme kardaş
Kendini ilme alıştır İlimsizlik alçalıştır Nolur kafanı çalıştır Koyun gibi gezme kardaş
Almazsan ilmin tadını Alamazsın muradını Bırak softa fesadını Onun hepsi düzme kardaş
Sakal bıyık saçta ne var Sarık kalpak taçta ne var Bilir misin haçta ne var Sen kalbini bozma kardaş
Alioğlu ağır yüktür Ayrıcalık kötülüktür İnsan olmak büyüklüktür Tatlı canın üzme kardaş
304
38. 1984 Hüzünlensem şifa verir bakışı Siyah saçı güler yüzü Narin’in Saçları bir çiçek kalemdir kaşı Gönlüme saplandı yayı Narin’in
Kararmış gönlüme tuttun ışığı Senden tatlı var mı ballar kaşığı Bizim mahallenin tek yakışığı Kendi gibi güzel huyu Narin’in
Terk eylemiş şu Çorum ilini Besbelli ki yaylaların gelini Görenle usanmaz selvi boyunu Dallara benziyor boyu Narin’in
Kabe minaresi Bağdat hurması Gözlerinde Fadime ana sürmesi Gönüller feth eder bir tek gülmesi Hurilere benzer huyu Narin’in
Alioğlu der ki değmesin nazar Elinde kalemi nameler dizer Beğenmez gölleri denizde yüzer Uzaktan görünür sarı Narin’im
305
39.1984 Kırk kişiyi mahkum eyledin sindi Yiğit belli değil mert belli değil Yıkılası şu Tayıf’ın ilinde İnsan belli değil fert belli değil
Şu dünyadan gayrı bezmiş gibiyim İnsanlardan hile sezmiş gibiyim Yurdumdan yuvamdan soğmuş gibiyim Makam belli değil yurt belli değil
Alioğlu gönlüm hep kara yasta İltifat kalmamış kavimde dosta Ciğeri yaralı perişan hasta Doktor belli değil dert belli değil
306
40. 1984 Talihimiz kaderimiz Aşıp gittik derya deniz Hiç almadan haberimiz Çıktık uzun yollara vah vah
Kanar içimdeki yara Düşünürüm kara kara Döviz için Araplara Düştük uzun yollar vah vah
Dertlerimiz dizi dizi Nasıl kandırdılar bizi Oğlumuzu kızımızı Attık yalnız illere vah vah
Elemeği göz nurumuz Pek kırıldı gururumuz Basbayağı ucuz ucuz Düştük zalim ellere vah vah
Emek verdik mal ürettik Boşuna ömür tükettik Çekilmez çileler çektik Düştük sonsuz yollara vah vah
307
El yabancı dil yabancı Başta ağrı kalpte sızı Ne yapmalı pis kazancı Sancı girdi bellere vah vah
Dizildik uzun yollara Daldık derin kanallara Mal yerine Araplara Düştük kızgın çöllere vah vah
Bulun diye madenleri Deldirdiler bize yeri Gidin derler şimden geri Düştük ellere vah vah
Evlat oğul gelinimiz Çok çalıştık titiz titiz Dediler bitti işiniz Düştük eski yollara vah vah
Bilmiyorlar büyük Türk’ü Ele hizmet etmez çünkü Unutup da Atatürk’ü Düştük çıkmaz yollara vah vah
308
Alioğlu ben ölürüm Eylediler küt kötürüm Sürünürüm sürüm sürüm Kırdım sarı telleri vah vah
309
41. 1985 Bomboş hayallerle şimdi baş başa Hep güzel yurdumu anar ağlarım Dul yetim bıraktım sılada yari Her zaman yavrumu anar ağlarım
Yüce dağlar göstermiyor sılamı Neden kalbi kırık gönlü hasta mı? Mektup diye çok bekledim postamı Her zaman yollara bakar ağlarım
Alioğlu söyler çileli başım Durmadan akıyor gözümden yaşım Sılada bıraktım kavim kardaşım Çilekeş anamı anar ağlarım
310
42. 1985 Hoş muhabbet dilin yoktur, Ağaç olsan dalın yoktur Arı olsan balın yoktur Boş kovana benziyorsun
Yalan sözü savurursun Aksan bendin devirirsin Ne alırsın ne verirsin Sahte tüccara benziyorsun
Yedin içtin şişmiş ceset Soyun sopun belli fesat Ali’ye kahreden yezit Sen şimire benziyorsun
Alioğlu olmaz böyle Boyun eğmedim cahile Saygı göster hak fikre Fikirsize benziyorsun
311
43. 1985 Ucu bulunmadık çöllere düştüm Yetiş imdadıma Hazreti Ali Vallahi şaşırdım kendimden geçtim Yetiş imdadıma Hazreti Ali
Eyüp’ten kalmış bana yaralarım Bu gönlüm perişan yaralı sine Medet Mürvet deyip yalvarsan sana Yetiş imdadıma Muhammet Ali
Yüce dağ başında Mecnun gibiyim Göremem yüzünü sana ne deyim Aloğlu dermana kime gideyim Yetiş imdadıma ya Hızır deli
312
44. 1985 Söyleyim sizlere arzuhalımı Şu benim yüzüme gülmedi felek Daha şaşırmadım doğru yolumu Kolumdan tutup da gelmedi felek
Çalıştım didindim dış ülkelerde Aç susuz perişan kaldım yollarda Birçok cefa çektim gurbet ellerde Halın nedir diye sormadı felek
Aloğlu Tayıf’ta bir hayli kaldım Dertli bağlamayı burada da çaldım Çoğu dostlarımdan dersimi aldım Bağlanacak halim kalmadı felek
313
45. 1986 Ey sevdiğim günüm doldu Döneceğim bekle beni Hasretin sinemi deldi Döneceğim bekle beni
Açılır bahçede güller Halımızdan bilmez eller Geçit vermez tozlu çöller Döneceğim bekle beni
Tayıf’a oldum hediye Kimler sattı bilmem niye Mor sümbüllü güzel köye Döneceğim bekle beni
Alioğlu çile bana Ayrılık çok oldu cana Kısa dünde gülüm sana Döneceğim bekle beni
314
46. 1987 Sazım ,meyim, keman ,kopuz Ben de bir halk ozanıyım Haksızlara vuran omuz Ben de bir halk ozanıyım
Bu yurdun bir tek ferdi Birlikte bölüştük derdi Candan severim öz yurdu Ben de bir halk ozanıyım
Candan sevdim Atatürk’ü Yüce bildim ben her Türk’ü Bu ülke bizimdir çünkü Ben de bir halk ozanıyım
Aloğluyum gülünmeli Bir düzene gelinmeli Türk olduğu bilinmeli Ben de bir halk ozanıyım
315
47. 1989 Bir mektup göndermiş çileli babam Ekinler kurudu gel deyi yazmış Ameleyi ondurmaz ki Ankara Malları güden yok gel diyor yazan
Yiyor ekinimi elin malları Bıraksam malları durmaz dilleri Gece gündüz bekliyorum yolları Akşamda sabahta gel diyor yazan
Kızıl güneş çok sararttı yüzümü Ter aktıkça kan doldurur gözümü Katırlar koşturur büktü dizimi Gel de şu halimi gör diyor yazan
Komşular orakta gözüm düşüyor Şu sırada eller ateş saçıyor Kimi tırpan biçip tırmık saçıyor Bizim tarla kaldı gel diyor yazan
Alioğlu’na söyle çabuk göndersin Parayı isterim hep peşin versin Çok sıkışık olduğumu söylersin Aman oğlum aman gel diyor yazan
316
48. 1984 Ankara ilinden Anadolu’dan Yozgatlı ,Çorumlu kimi Bolu’dan Niğde,Adana,Hatay ilinden Esir kamplarına sürdüler bizi
Cilvegöz kapıdan dışarı çıktık Açtılar valizi yerlere saçtık Gümrükçü şefine biz rüşvet verdik Sınırdan dışarı sürdüler bizi
Şam’a girdik hep bitirdik azığı Burada yedik lokantada kazığı İnsaf yok ki bilmiyorlar yazığı Geç vakit sokağa saldılar bizi
Köprünün üstünde verildi mola Çoğu üzgün pek düşünür fukara Para bitti geçemedik bir kârâ Bu uzun yollarda ezdiler bizi
Şam şehrini gece güç bela aştık Cadde sokak hayli zaman dolaştık Acep biz bu işe nasıl bulaştık? Bu kara listeye yazdılar bizi
317
Alnımızda kara liste yazılı Kaza bela önümüzde dizili Kimi of çeker kimi sızılı İnce eleklerden süzdüler bizi
Önümüzde uzun uzun yollar var Bilmediğim nice nice beller var Duman karışmış uçsuz çöller var Ürdün gümrüğünde üzdüler bizi
Hayli gittik yolda mola vermeden Pişman olduk Medine’ye varmadan Geçemezdik Ehli beyti görmeden Medine’de mola verdiler bizi
Medine,Mekke’den Tayıf ilini Nolur ya Rab sen esirge kulunu Arafat üstünde Cebel yolunu Ölümlü Cebel’e dizdiler bizi
Çarşıya pazara alışamadım Bilmiyom dilini konuşamadım Hastayım derdimi danışamadım Hurma dedik diye kovdular bizi
318
Cebel’in altında sıralı evler Kul musun köle mi ki seni neyler? Aloğlu sazını çok çalar söyler Bu garip çöllerde ezdiler bizi
319
49. 1984 Hiç şaşıp düşmedik insan var mıdır? Mahkum da insandır şaşar efendi Her an bir kararda duran Tanrı’dır insan bir umutla yaşar efendi
Size uyduk suç işleyip üzüldük İsim isim listelere yazıldık Adaletin süzgecinden süzüldük Derdimiz dağları aşar efendi
Anlatmak zor bunca derdi kederi Yenemedik ters talihi kaderi Bakınız çağlıyor ilk günden beri Derdimiz dağları aşar efendi
Çiçekler mahkumdur bir gün solmaya Sular derya arar akıp dolmaya Ne kadar özensek dürüst kalmaya Bazen şaşıp düşer insan efendi
Aloğlu incitme masum bir canı Olmuşuz bir kere kader kurbanı Sana bu makamı baban mı verdi? Bağışla garibi beşer efendi
320
50. Alın yazımız yazılmış Kara kara kara kara İşimiz baştan bozulmuş Dura dura dura dura
Anlayan yok halımızı Şaşırmışlar yolumuzu Budamışlar dalımızı Kıra kıra kıra kıra
Anlatmak zor vicdansızı Acıttılar canımızı Kurutmuşlar kanımızı Sora sora sora sora
Olmazları oldururlar Ceplerini doldururlar İsterlerse oldururlar Vura vura vura vura Boşa emek hemen her gün Gülebilsek biz de bir gün Düşün Alioğlu düşün Kara kara kara kara
321
51. 2002 Bu ülkeyi yönetiyom diyenler Sahte siyaseti al başına çal Vergi diye yetim hakkı yiyenler Yaptığın sarayı al başına çal
Ülkemizde dinmiyor fakir göz yaşı Yirmi kat fazladır vekil maaşı Kefensiz gidiyor işçi naaşı Tabutu tahtayı al başına çal
Küflenmiş koltuğa yapışmış kalkmaz Taşlanır yuhlanır etrafa bakmaz Bizden oy alanlar sokağa çıkmaz Makamı mekanı al başına çal
Kaldır kafanı vatandaş uyan Önümüzden gider bizleri soyan Fakir sofrasında dört köşe olan Helali haramı al başına çal
Ne arı kalmıştır ne de hayası Haram ile yoğrulmuştur mayası Muskacı imamla koyun kahyası Verdiğin fetvayı al başına çal
322
Paylaşıldı deniz ile karalar Çıbana dönüştü bizde yaralar Hortumcuya peşkeş gitti paralar Doları yuroyu al başına çal
Aloğlu bu yurttan yuvada olduk Yaşamaya geldik doğmadan öldük Her gelen gideni biz adam sandık Lüksü saltanatı al başına çal
323
52. 2002 Başımızda dönen bu kara bulut Yurdumun üstüne çöktü çökecek Yarına güven yok tükendi umut Milleti sokağa döktü dökecek
Çetelerle ortak oldu bu devlet Güveni yitirdi bu yüce millet Derman arar idik kazandık illet Sırtımızı kambur büktü bükecek
Yıllar yılı emeğimiz boşuna Hırsız yağdı memleketin başına Zehiri zıkkımı tatlı aşıma Kepçe kürek ile kattı katacak
Yalı villa doldu kıyılar düzler Kırk yıl seyir ettik hep aynı yüzler Onlar hortumladı seyir ettik bizler Deveyi boynundan yuttu yutacak
Alaman, İngiliz bakar işine Kör topal koşarsınız AB peşine Keller ilaç bulsa çalar başına Sağlam dişimizi söktü sökecek
324
Banka soyanların hepsi af oldu Yurt dışına kaçtı gitti def oldu Beyler sayenizde ülke maf oldu Geliri kaynağı bitti bitecek
Nerde demokrasi, insan hakları Sırtımızda denediler jopları Açlığından telef oldu çokları Toprağı yaladı öptü öpecek
Hak adalet dedik hep sadık kaldık Faizin adını kıredi koduk Çek senet yüzünden kodese dolduk İflas bayrağını dikti dikecek
Ülkeyi soyanla eyledim savaş Hırsıza rest çektim doğruya gardaş Direne direne menzile yaklaş Bu memleket böyle battı batacak
Alioğlu neden edersin telaş? Hırsızları ayır menzile ulaş Adı ekonomi silahsız savaş Ölmeden kefeni biçti biçecek
325
53. 2002 (2001 - 2002 Çorum Valisi ‘nin Çorum’da size konser tertip edeceğim demesi ve sözünde durmaması üzerine yazdığım şiir.) Defalarca söz verdin de uymadın Halımızı bir gel de gör Vali Bey Tarihlere destan yazdık duymadın Salımızı bir gel de gör Vali Bey
Biz Çorum’un türküsünü söyledik Halkımızın derdi için inledik Anadan doğalı bir gün gülmedik İlimizi bir gel de gör Vali Bey
Ne kışımız belli ne de yazımız Erken öldü aramızda bazımız Satılıktır elimizde sazımız Telimizi bir gel de gör Vali Bey
Çağı yakaladık da geri bakmadık Kuru varken yaş odunu kesmedik Ferman verip kimseleri asmadık Dilimizi bir gel de gör Vali Bey
326
Kültür hazinesi bizler ozandık Sermayemiz birkaç beste kazandık Asıldık yüzüldük çoğumuz yandık Külümüzü bir gel de gör Vali Bey
Deve kuşlarına çiftlik kuruldu Kelaynak kuşuna değer verildi Nazım gibi ozan yurttan sürüldü Birimizi bir gel de gör Vali Bey
Veysel karan Pir Sultan’dan geliriz Karacaoğlan Yunus’tan feyz alırız Hacı Bektaş Piri ilim biliriz Yolumuzu bir gel de gör Vali Bey
Barajlar yapıldı dereler düzler Köyünü terk etti oğullar kızlar Sürüler yok oldu arılar vızlar Balımızı bir gel de gör Vali Bey
Köyü teslim almış itler domuzlar Yaylada görünmez atlar camuzlar Evler viran olmuş tütmüyor közler Çalımızı bir gel de gör Vali Bey
327
Haydar’ın köyünde Çorum heyeti Beraberce yedik yahniyi eti Çalılardan tuttun salladın dalı Yaylamızı bir gel de gör Vali Bey
Aloğlu ne bulduk beyden ağadan Göçmen kuşlar gibi çıktık yuvadan Süzüldük süzüldük aştık dağlardan Çulumuzu bir gel de gör Vali Bey
328
54. 2002 İşimiz tersine döndü Kullar bu sene bu sene Kısmetimiz elden aldı Eller bu sene bu sene
Her gelen döktü devirdi Altını üstüne çevirdi Ters yele harman savurdu Yeller bu sene bu sene
Felek yakamızdan tuttu Sille tokat çalım sattı Eline geçeni yuttu Diller bu sene bu sene
Aloğlu ömrümüz geçti Başımız ayağa düştü Her gelen bir kefen biçti Kullar bu sene bu sene
329
55.2003 Bir kez varmış oldum dar kapısına Bildiğimi demeden mi gideyim? Mihman oldum kamillerin harına Derde derman sormadan mı gideyim
Ben o dosta değer verdim naz yaptı Yaktı bağrım eritip de köz yaptı Melek sandım yanımdaki cin çarptı Erenlere sormadan mı gideyim
Bitti felek bitti benim zamanım Hırsız ile dolmuş etrafım yanım Yobaza mı bağlı dinim imanım Alioğlu sormadan mı gideyim
330
56. 2003 Hoş geldin dost merhaba Marketçiyim bilmez misin? Çalış çalış sızı yara Sargı merhem sürmez misin?
Hele buyur otur şöyle Ne istersin onu söyle Malımızda yoktur hile Velinimet bilmez misin?
Dizlerimde ağrı sızı Unuttuk baharı yazı Eve astım keman sazı Çalamıyom bilmez misin
Veresiye vere vere Otururum hep avare Kârımızdan çok zarara Çalıştığım bilmez misin?
Ödeyemem vergi gazı Toptancılar dizi dizi Rüşvetçiler bazı bazı Veremiyom bilmez misin?
331
Aloğluyum çok hünerim Geçen ömrüme yanarım Her gelene ben kanarım Ahmaklığım bilmez misin?
332
57. 2006 Hangisini söyleyeyim Dertler sıralı sıralı Ömür bitti neyleyeyim Günler karalı karalı
Gözüm ağlar gülemedim Dost düşmanım bilemedim Murat derler alamadım Yürek yaralı yaralı
Al eline bir kalemi Sırala dile geleni Küstürdüm hep sülalemi Gönül kıralı kıralı
Dalgın dalgın arıyorum Her gelenden soruyorum Dağlar aşıp geliyorum Yollar sıralı sıralı
Boşa hatır kıranlara Selam olsun yarenlere Niyazım var erenlere Dolu hak varalı varalı
333
6. 3. ARAP ALİ ERDUGAN 07.11.1951
tarihinde
Çorum
ili
Alaca
ilçesi
Haydar
köyünde
doğmuştur. Baba adı Hamdi, ana adı Satı ‘dır. Üç kardeşten en küçüğüdür. Çocukluk yılları yoksulluk içinde geçmiştir. Kendisi o yılları şöyle anlatmakta: ”Bir ile beş yaş arası çamaşır yıkayan, yemek yapan, inek ve koyunları yemleyen ve sulayan Ana peşinde koşmakla geçti. Kazaya alış - verişe giden babam boyalı şeker getirecek diye alıcın dibine, Öküz Öldüren ‘e hatta Yeni Pınar’a gidip beklerdim. Sonuçta umduğum havayı heves çocukluk hayallerim olurdu ya da babam oğlum paramız şu kadardı, o kadar parayla bu kadar aldım derdi.”
On altı yaşına kadar köyde hayvan otlatmıştır. İlkokulu köy okulunda bitirmiş, 1967 yılında Ankara’ya çalışmak için gelmiştir. Farklı işlerde çalışan Arap Ali, Ankara’da umduğunu bulamayınca 1968 yılında, sırtında sazı ile yıllarca hayal ettiği İzmir’e gitmiştir. O günü şöyle anlatmaktadır: “Terminalde indim. Sabahın sihirli karanlığı, deniz mavi, gök mavi sanki cennet. Aynı gün İzmir Fuarı çevresinde dolaşırken, elimde saz var ya, o dönemin ünlü gazinocularında biri olmalı bir kişi, beni yanına çağırdı: “Küçük âşık iki türkü oku da dinleyelim” dedi. Ben Çorum yöresinden bildiğim türküleri okudum. Ege yöresini bilmiyordum.”Seni bir yere göndereyim git orada kurs al, akşamları da gel burada kal” dedi. Ama bizim gidiş o gidiş.”
İzmir’de farklı işlerde çalışır umduğunu bulamamış ve Ankara’ya dönmüştür. MTA Genel Müdürlüğünde işe başlamış, orada uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli olmuştur. Halen Ankara’da yaşamını sürdüren âşığımızın, iki kız bir oğlan üç çocuğu vardır.
334
Küçük yaşlarda Haydar Köyü’nde ustası Âşık Halil Erdugan‘dan saz çalmasını ve şiir yazıp söylemenin inceliklerini öğrenmiştir. Ustasının gösterdiği yolda ilerleyen Arap Ali, şiirlerini hece ölçüsü ile dörtlük nazım birimi ile söylemiştir. Heceyi titizlikle şiirlerinde uygulayan âşığımız şiirlerini redif üzerine kurmuştur. Yarım ve tam uyağı da sıkça kullanmıştır. Koşma nazım şekli ile yazdığı şiirleri ağırlıktadır.
Şiirlerinde genellikle sosyal olayları, sevgiyi , barışı, kendi yaşamını, adalet, haksızlıklar karşısındaki düşüncelerini anlatmıştır. Şiirlerini içinden geldiği an kağıda döken Arap Ali Erdugan, irticalen şiir söylemiyor. Şiirlerinde özel bir mahlas kullanmıyor, ustası gibi adını kullanmayı tercih ediyor. Kendi oğluna saz çalmayı öğreten Arap Ali, zor hayat koşullarından dolayı âşıklık mesleğini ikinci plana itmek zorunda kalmıştır. Çevresi tarafından sevilen, sayılan, dürüstlüğü ile tanınan âşığımız, sohbetiyle, şiirleriyle, sazı ile dost meclislerinin aranan ismidir. Uğradığı haksızlıklara rağmen yaşama dair umudunu hiç yitirmemiş, hayat felsefesini sevgi üzerine kurmuştur. Yazdığı şiirlerin kendi özel duygu ve düşünceleri olması dolayısı ile bugüne kadar kimse ile paylaşmak istememiştir.
335
6.3. 1. ARAP ALİ ERDUGAN’ IN ŞİİRLERİ DÜŞÜNÜRDÜM Ayrılık günleri gelip çatmadan, Kardeşi kardeşe yar düşünürdüm. Tatlı aşımıza ağu katmadan , Kolay kolay derdim zor düşünürdüm. Gafletmiş hayalmiş benimki meğer, Yel esende ağaç dallarını eğer, Gidenin ardından gelecek doğar, Daima adilane hür düşünürdüm. Ev benimdi, harman benim bağ benim. Olsa nolur dünya senin ay senin? Sonu şerdir ihanetle gezenin. Her ak sakallıyı pir düşünürdüm. Yazık kul hakkını yiyene yazık, Dünya insanlara geçici azık Kardeş kardeşine atar mı kazık? Bazı tahminleri er düşünürdüm. Analık ortada kalmasın derdim, Kimse seyrimize gelmesin derdim, Adaletsiz dünya olmasın derdim, Elimi elime kor düşünürdüm. Kul kusursuz olmaz insan beşerdir. Bir mevsim kurutur biri yeşertir. Vicdani duygular gözüm yaşartır, Haklı hakkını alır der düşünürdüm.
336
Hiçbir zaman dar açıdan bakmadım , Çok sefalet çektim ama bıkmadım, İnsanları sevdim gönül yıkmadım, Hiç olmasa dahi var düşünürdüm. Bana aptal diyen çoktur bilirim , Ümitle hayale gider gelirim, Azığıma düşen payı alırım , Yanar ateşlere nar düşünürdüm. Kanaatim vardı aza doyardım. Nere gitsem o mevkiye uyardım, İtimat ederdim güven duyardım, Gözüm baka baka kör düşünürdüm. Arap Ali ağlar dolduğu zaman, Herkes bir hoş bakar güldüğü zaman, Ecel kapımızı çaldığı zaman, Asıl kul hakkını kâr düşünürdüm.
SONUÇ
Âşık Edebiyatı, Türk edebiyatı içinde önemli bir yere sahiptir. Âşık Edebiyatı içinde yer alan bütün şairlerin biyografisi ve eserlerinin tespit edilip değerlendirilmesi, bu edebiyat şubesinin edebiyat tarihi içinde gerçek yerini almasını sağlayacaktır. Bu çalışmamızda, Âşık Halil’in doğup büyüdüğü ve halen yaşamını sürdürdüğü Çorum’u, coğrafî, tarihî, ekonomik, sosyal ve kültürel yönleriyle tanıttık. Çorumlu Âşık Halil Erdugan ve Çırakları adlı çalışmamızın ilk bölümünde muhitinde tanınan ancak edebiyat dünyasında bilinmeyen Âşık Halil’in hayatını, dinî tasavvufî konulardaki bilgisini, âşıklık mesleği ile ilgili düşüncelerini ele alıp bir bütün halinde vermeye çalıştık. Çorum âşıklık geleneği içinde özel bir yere sahip olduğuna inandığımız, ancak muhiti dışında tanınmayan, birkaç şiiri dışında başka şiiri bilinmeyen, eserleri üzerinde ilmî bir çalışma yapılmamış şairimiz Çorumlu Âşık Halil’i ele aldık, bu çalışmayla onu edebiyat dünyasına bütün yönleriyle tanıtmaya çalıştık. Âşık Halil, şiirlerini yazdıktan sonra inceleyip, düzeltmeler yapıp kayda geçirmiştir. Bu şiirlerin bir kısmı Alaca Belediyesi Kültür Yayınları içinde Gönül Bahçem adı altında, kitap olarak basılmıştır. Bu yayınlanan eserde Âşığın bilgisi dışında bazı değişiklikler yapılmış şiirlerin aslı bozulmuştur. Çalışmamızda Âşığa ait şiir defteri tarafımızdan Âşıkla birlikte tekrar ele alınarak, incelemiş ve tanıtımı yapılmıştır. Âşık Halil’in şiirlerini nazım, kafiye, redif yönleri ile inceledik. Ayrıca şiirlerin konu bakımından değerlendirmesini yaptık.
338 Âşık Halil, cem törenlerini yönettiği için ve dinî tasavvufî içerikli şiirler yazdığı için Hak Âşığı, aynı zamanda değişik konu ve türde şiirler yazdığı için de güçlü bir şair olarak nitelendirilebilir. Şiirlerinde özellikle anlatım biçimlerinden nasihat, hitap, hikâye, soru yolu ile anlatım biçimleri önemli yer tutmaktadır. Şair özellikle dil ve üslup açısından kolaylık sağlamak amacı ile başta teşbih olmak üzere istiare, mübalağa, telmih, teşhis, intak, tezat, tekrir, tenasüp gibi edebî sanatları kullanmıştır. Özellikle şiirlerinde din ve tasavvuf; sevgi, sevgili ve aşk; dert ve ıstırap; tarihî ve millî konuları; doğa güzelliklerini işlemiştir. Âşık Halil, şiirlerini yazıp söylerken bir taraftan da çıraklar yetiştirmiştir. Çalışmamızda âşığın çıraklarının kısa özgeçmişlerinin ve şiirlerinin yer aldığı bir bölüm oluşturduk. Bu güne kadar Âşık Halil ‘in ve çıraklarının üzerine bir çalışma yapılmamıştır. Bu âşıkların şiirlerine ilk defa tezimizde yer verdik. Böylece günümüzde de âşıklık geleneğinin usta – çırak ilişkisi içinde canlı bir şekilde sürdüğünü göstermek istedik. Bu çalışmamızla, Çorum âşıklık geleneği içinde yer alan, sadece Çorum’da dar bir çevrede tanınan şiirleri henüz gün ışığına çıkmamış olan bir şairimizi, Çorumlu Âşık Halil Erdugan’ı ve onun yetiştirdiği çırakları edebiyat dünyasına tanıtmaya ve araştırmacıların bilgisine sunmaya çalıştık. Âşık Edebiyatı için orijinal bulduğumuz yönleri ve şiirleriyle Çorumlu Âşık Halil’in ve çıraklarının âşıklık geleneği içinde yerlerini almaları edebiyat ve ilim dünyası için önemli bir kazanç olacaktır.
339 KAYNAKÇA
AKTÜRE, Sevgi 1990
“ 19 Yüzyılda ve 20. Yüzyıl BaşındaÇorum” Çorum Tarihi. Çorum: Haz. 5.Hitit Festival Komitesi.
ALPARSLAN, Ali 1996 Abdülbâki Gölpınarlı ALPTEKİN, Ali Berat 2003 Gönül Kervanı – Aşık Kul Nuri ALTINOK, Baki Yaşa 1998
Alevîlik Bektaşîlik
ARAT, Reşit Rahmeti 1965
Eski Türk Şiiri
AYVAZOĞLU, Beşir 1989
İslam Estetiği veİnsan
BAKIRER, Ömür 1990 “ Bizans, Danişmend, Selçuklu ve Beylikler Döneminde Çorum “ Çorum Tarihi, (Haz.5.Hitit Festival Komitesi) BARDAKÇI, Cemal 1940
Anadolu İsyanları
BAŞGÖZ, İlhan 1969
Âşık Ali İzzet Özkan
340
BİRDOĞAN, Nejat 1995 Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik BORATAV, P. Nailî 1969 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı 2000
Halk Edebiyatı Dersleri
BÖLÜKBAŞI, Rıza Tevfik 1982 Tevfik’inTekke ve Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri CUNBUR, Müjgan 1968
Başakların Sesi
2001
Karacaoğlan
ÇIRAKMAN, Hüseyin 1969
Hoş Geldiniz Erenler
2000
Halkın Dilli Halk Ozanları
ÇOBANOĞLU, Özkul 1999
Halk Bilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri
2000
Âşık Tarzı Kültür Geleneği ve Destan
DEMİRSİPAHİ, Cemil 1975
Türk Halk Oyunları
DEVELLİOĞLU, Ferit 1997
Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat
DİLÇİN, Cem 1997
Örneklerle Türk Şiir Bilgisi
341
DİNÇOL, Ali 1981
“ Hitit Devletinin Kuruluşuna Ait İlk Yazılı Belgeler “ Arkeoloji ve Sanat Dergisi, sayı:10, İstanbul, 1981.
DİZDAROĞLU, Hikmet 1993
“ Halk Şiirinde Türler “, Halk Ozanlarının Sesi, 4, Eylül: 6.
ELÇİN, Şükrü 1977
Anadolu Köy Orta Oyunları
1986
Halk Edebiyatına Giriş
1987
Âşık Ömer
1988
Halk Şiiri Antolojisi
ERCAN, Abdullah, 1991 XIV. Yüzyıldan Günümüze Çorumlu Şairler ERGUN, Sadettin 1930 Bektaşî Şairleri EVLİYA ÇELEBİ 1896
Evliya Çelebi Seyahatnamesi
GÖRKEM, İsmail 2000
Halk Hikayeleri Araştırmaları
GÜNAY, Umay 1993
Türkiye’de Âşık Tarzı şiir Geleneği ve Rüya Motifi
GÜZEL, Abdurrahman 1981
Kaygusuz Abdal
342
HALICI, Feyzi 1992
Saz Şairleri Diliyle Atatürk
İGNACZ, Kunos 1998
Türk Halk Türküleri. Çev. A.Osman Öztürk, Ankara Türkiye İş Bankası kültür Yayınları.
İLAYDIN, Hikmet 1997 Türk Edebiyatında Nazım İslam Ansiklopedisi 1993, İstanbul İZBIRAK, Reşat 1965
Coğrafya Sözlüğü
KALKAN, Emir 1991 20.yy Halk Şairler Antolojisi KAYA, Doğan 1994
Sivas’ta Âşıklık Geleneği ve Âşık Ruhsati
KINALI, Füruzan 1962
Eski Anadolu Tarihi
KIRZIOĞLU, M. Fahrettin 1962 “ Halk Edebiyatı Deyimleri “, Türk Dili Dergisi, I, 124
KÖPRÜLÜ, Fuad 1976
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar
343 1999
Edebiyat Araştırmaları
KROHN, Julius-Kaarle 1996
Halk Bilim Yöntemi. Çev. Günsel İçöz, Ankara TDK Yayınları
KUTLU, Şemseddin 1988
Âşık Dertli
KUDRET, Cevdet 1995 Örnekli Türk Edebiyat Tarihi NOYAN, Bedri 1995
Bektaşîlik ve Alevîlik Nedir
ONAY, Ahmet Talât 1996
Türk Şiirlerinin Vezni. Haz. Cemal Kurnaz, Ankara: Akçağ Yayınları.
1996
Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’i. Haz. Cemal Kurnaz, Ankara: Akçağ Yayınları.
OĞUZ, Öcal 1988
Yozgatlı Hüznî Hayatı ve Eserleri
2000
Türk Dünyası Halk Biliminde Yöntem Sorunları
2001
Halk Şiirinde Tür, Şekil ve Makam
ONAY, Ahmet Talât 1991 Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar
ÖRNEK, S. Veyis 1981 Türk Halk Bilimi
344
ÖZGÜÇ, Tahsin 1980
“ Çorum Çevresinde Bulunan Eski Tunç Çağı Eserleri” , Belleten, XLIV, Ankara.
ÖZÖN, Mustafa Nihat 1954
Edebiyat ve Tenkit Terimleri Sözlüğü
PALA, İskender 1989
Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü
PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali 1975
Türk Halk Şiiri Antolojisi
SAKAOĞLU, Saim 1986
Dadaloğlu
SAN, Sabri Özcan 1987 Âşık Hicranî SARAÇOĞLU, Seyin 1961
Bitki Örtüsü, Akarsular ve Göller
SEVENGİL, Refik Ahmet 1965 Çağımızın Halk Şairleri TATÇI, Mustafa 1990
Yunus Emre Divanı I İnceleme
Türk Şiiri Özel Sayısı III ( Halk Şiiri ), 1989, Ankara TDK Yayınları.
345 TEKELİ, İlhan 1990 “ Mütareke ve Kurtuluş Savaşında Çorum” TEMREN, Belkıs 1995
Bektaşiliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu
TURAN, Ahsen 2001
“ Türk Edebiyatında Ehl – i Beyt Sevgisi ve Buna Bağlı
Tezahürler “ , Haz.İsmail Ergin, Erhard Franz, Aleviler İnanç ve Gelenekler. Hamburg TURAN, Osman 1971 Selçuklular Zamanında Türkiye UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı 1969 Anadolu Beylikleri VASİLİEV, A.A 1943
Bizans İmparatorluğu Tarihi,Çev. Arif Müfid Marsel,
Ankara YAKICI, Ali 1991
“ Hıdırellez Geleneğinin Türk Halk Şiirine Yansıması “, Millî Folklor I: 19 – 22.
1993
“Halk Şiirlerinin Atatürk’e Bakışı”, Halk Ozanlarının Sesi, 5, Aralık: 4 – 5.
Yurt Ansiklopedisi, 1982, Anadolu Yayıncılık, 3. cilt YÜKSEL, Hasan Avni 1987
Âşık Seyrâni
346
YÜKSEL, Yaşar 1970
Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devleti
347 ÖZET
Âşık Edebiyatı içinde yer alan bütün şairlerin biyografisi ve eserlerinin tespit edilip değerlendirilmesi, bu edebiyat şubesinin edebiyat tarihi içerisinde gerçek yerini almasını sağlayacaktır.
Çorumlu Âşık Halil Erdugan’ın hayatını, sanatını, eserlerini ve çıraklarını konu edinen bu çalışma toplam altı bölümden oluşmuştur.
Çalışmanın giriş bölümünde, Çorum’un tarihî, coğrafi özellikleri, ekonomik ve kültürel durumu üzerinde durulmuştur. Çorum’da yetişen ozanlar XIV. yy’dan günümüze sıralanmıştır.
Birinci
bölümde, Âşık Halil’in hayatı ve âşıklık geleneği üzerine
düşünceleri aktarılmıştır. İnancı ve dinî konulardaki bilgisi üzerinde durulmuştur.
İkinci bölümde, Âşık Halil’in şiirleri şekil yönünden incelenmiştir. Şiirlerin hane sayıları; uyakları, uyakların biçimleri; kullanılan ölçü ve şiirde görülen duraklar örneklerle açıklanmıştır.
Üçüncü bölümde, Âşık Halil’in şiirlerinde görülen edebî sanatlar, anlatım şekilleri örnekler verilerek izah edilmiştir.
348 Dördüncü bölümde, şiirler konu bakımından incelemeye alınmıştır. Âşık Halil’in şiirleri dinî tasavvufî konular, aşk, sevgi ve sevgili, sosyal konular, dert ve ıstıraplar, tarihî ve millî konular, doğa güzellikleri olmak üzere sınıflandırılmıştır. Bu konular, örneklerle açıklanmıştır. Dinî tasavvufî konular bölümünde Âşığın şiirlerinde geçen dinî tasavvufî unsurlar sıralanmıştır.
Beşinci bölümde, Âşık Halil’in şiirleri, âşığın defterinde yer alan şekli ile sıralanmıştır. Âşığın kullandığı şiirler aslına sadık kalınarak aktarılmış, sözcükler üzerinde değiştirme yapılmamıştır. Âşık, şiirlerinde noktalama işaretlerini kullanmamıştır. Bu bölümde toplam 101 şiire yer verilmiştir.
Bu çalışmada Çorumlu Âşık Halil’in 101 şiiri incelenmiştir. Bu şiirler önce 11’li, 8’li, 7’li ve 6’lı hece ölçüsüne göre sıralanmış ardından, şiirler kendi içinde birinci dörtlüğün son mısrasının son harfine göre alfabetik sıraya dizilmiştir. Ayrıca çalışmanın içinde verilen bilgilerde kullanılan örneklerin sağ tarafında parantez içinde şiir ve hane numaraları verilmiştir.
Altıncı bölümde, Âşık Halil’in çıraklarından Eşref Erdugan, Ali İhsan Erdugan, Arap Ali Erdugan’ın kısa özgeçmişleri ve sanatları hakkında bilgi verilmiş ardından yazdıkları şiirlerden örnekler sıralanmıştır.
Çalışma sırasında yararlanılan kaynaklar, kaynakça kısmında alfabetik olarak belirtilmiştir.
349 ABSTRACT Determination and the evaluation of the biographies of all poets those take place in Minstrel Literature will provide the literature department to take its real place in the history of literature.
This study, which subjected the life, art, works and apprentices of Minstrel Halil Erdugan from Çorum, consists of six parts.
In the introduction part of the study; history of çorum, geographical features, economic and cultural conditions are emphasized. The bards those grown up in çorum were enumerated.
In the first part, Minstrel Halil’s life and his thoughts about the minstrelsy tradition were narrated. His belief and knowledge about religious subjects were dwelled upon.
In the second part, The Form of Minstrel Halil’s poems were examined. The number of the sections, rhymes, the types of rhymes, the scansion that used, the rests those seen in the poems were explained with examples.
In the third part, the literary arts, narration types those seen in Minstrel Halil’s poems were explained with examples.
350 In the fourth part, subjects of the poems were examined. His poem’s were classified as religious sufistic subjects, love, endearment and beloved, social topics, sorrow and agony, historical and national topics, natural beauties. These subjects were explained with examples. In religious sufistic subjects part the religious sufistic factors were enumerated.
In the fifth part, Minstrel Halil’s poems were enumerated as they take place in his own notebook. The authentic forms of the poems he used were transfered, they haven’t been changed. He didn’t use punctuation Marks in his poems. There are 101 poems in this part.
In this study Minstrel Halil’s 101 poems were examined. First these poems were arranged in order of their syllable number; 11, 8, 7 and 6, then the poems were arranged alphabeticaly according to their last line’s last letter. Furthermore in the paranthesis on the right side of the examples, used in the information given in the study, poem and section numbers were given.
In the sixth part, some of the apprentices of Minstrel Halil; Eşref Erdugan’s, Ali İhsan Erdugan’s, Arap Ali Erdugan’s short autobiographies and knowledge about their arts and then some examples were given.
The sources those made use of were given alphabeticaly in the bibliography.