T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN FELSEFESİ) ANABİLİM DALI
HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN DİN TASAVVURU
Yüksek Lisans Tezi
Hilal Bozkurt
ANKARA- 2008
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN FELSEFESİ) ANABİLİM DALI
HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN DİN TASAVVURU
Yüksek Lisans Tezi
Hilal Bozkurt
Tez Danışmanı Prof. Dr. Recep Kılıç
ANKARA- 2008
2
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN FELSEFESİ) ANABİLİM DALI
HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN DİN TASAVVURU
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Recep Kılıç
Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı
İmzası
Prof. Dr. Recep KILIÇ(Danışman ) Prof. Dr. Ahmet Hikmet EROĞLU Prof. Dr. Seyfettin ERŞAHİN
Tez Sınavı Tarihi 26. 08. 2008
3
ÖNSÖZ
Günümüzde Alevilik ve Bektaşilik üzerine yapılan çalışmalar 16. asırdan sonra oluşmaya başlayan yazılı kaynakları görmezden gelerek daha çok sözlü kaynaklara dayandırılmaktadır. Bu çalışma, Bektaşiliğin temel kaynakları kabul edilebilecek eserleri başlıca referans olarak kabul etmekte ve Hacı Bektaş Veli’nin din tasavvuru ile ilgili tarihi süreç içindeki etkilerden arındırılmış daha objektif bir bilgiye ulaşma kaygısı taşımaktadır. Çünkü konuyla ilgili mevcut eserler dikkate alındığında konunun yazılı kaynaklar üzerinden incelenmemesinden kaynaklanan bir çok problemle karşılaşılmaktadır. Bektaşilikle ilgili kavramların bu kadar iç içe geçmiş olmasında ve ayırt edilemeyecek hale gelmesinde bu durumun gözden kaçırılmaması gerekir. Bektaşilik ve Alevilik çok konuşulan, çok tartışılan bir konu olmakla birlikte bu tartışmalar hem amacı açısından hem de konuyu ele alış tarzı açısından çok büyük farklılıklar göstermektedir. Her ne olursa olsun bu konuda araştırma yapacak olan herkesi bekleyen ortak bir sorun vardır: Alevilik ve Bektaşilikle ilgili literatürdeki kavram kargaşası. Biz her ne kadar bu konuya girmeyecek olsak da aslında asıl amacımız olan Hacı Bektaş Veli’nin din tasavvuruna tanımlar getirmeye çalışırken Bektaşilik ve ilgili kavramları da Hacı Bektaş Veli’nin eserlerinden yola çıkarak yeniden ve asıl olması gereken şekilde inşa etmeye çalışacağız. Bütün din, mezhep, tarikat ve ideolojilerin üzerine kurulduğu felsefi bir paradigma vardır ve her inanç öğretisi kendisini bu felsefi bakış açısı içinde temellendirir. Bugün bizim Bektaşilikle ilgili olarak yaşadığımız en önemli
4
sorunlardan birisi de Bektaşiliğin felsefi temellerinden uzaklaşması ve artık yaşanılan form üzerinden kendini temellendirmesidir. Çağdaş Bektaşi algılamamızdaki yanılgıların ve çeşitliliğin ana sebebi de aslında budur. Tabiî ki bir sistem, yaşanan çağlar içinde farklılaşmalar geçirir ancak bu farklılıkları zaman içinde hakikat gibi algılamaya başlamak çok daha önemli sorunlar doğurur ki bu, kendisini dine referansla açıklayan bir yapı olduğunda daha farklı bir boyut kazanır. Hacı Bektaş Veli’nin din tasavvuru adlı çalışmamız; giriş, iki ana bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş kısmında; araştırmanın amacı, metodu ve kaynakları belirtildikten sonra Hacı Bektaş Veli’nin hayatı ve eserleri hakkında kısa bir bilgi verilmektedir. Birinci bölümde, Hacı Bektaş Veli’nin genel düşünce yapısı incelenmiştir. Bunun için de Bektaşiliğin ilk dönemi, tarihsel süreç içinde geçirdiği değişimler ve Hacı Bektaş Veli düşüncesinin önemli kavramları ele alınmaktadır. Bu kısımda özellikle “dört kapı kırk makam” anlayışı önemlidir. Burada Hacı Bektaş Veli ile ilgilenen günümüz araştırmacılarının farklı yorumlarına da yer verilmektedir. İkinci bölüm çalışmanın asıl önemli ve özgün kısmını oluşturmaktadır; çünkü daha önceki Hacı Bektaş Veli araştırmalarından farklı olarak konuyu bir din felsefesi problemi olarak ele alır. Din felsefesinin problemlerinden yola çıkarak Hacı Bektaş Veli düşüncesini inceler. Bu çalışmanın asıl hedefi de bu konuya felsefi bir bakış açısı kazandırmaktır. Bu çerçevede din felsefesinin temel sorularına Hacı Bektaş Veli düşüncesi içinden cevaplar aranmıştır. Esas kabul ettiğimiz kaynak Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’ıdır. İman, vahiy ve Tanrı tasavvuru ele alınmış ve Bektaşiliğin dini statüsü değerlendirilmiştir.
5
Araştırmamızın sonuç bölümünde ise, elde ettiğimiz sonuçlar paralelinde konu tekrar değerlendirilmiştir. Hacı Bektaş Veli düşüncesine din felsefesi disiplini içinden objektif ve alternatif bir bakış getirilmeye çalışılmıştır. Sistematik ve bağlayıcı bir teolojilerinin olmayışından kaynaklanan mevcut karmaşayı, ‘Hacı Bektaş Veli dinin temel kavramları hakkında ne düşünüyor’ sorusuna bulduğumuz cevaplar yoluyla aşmaya çalıştık. Bu süreç içinde yardımlarını ve tecrübesini hiçbir zaman esirgemeyen saygıdeğer hocam Sayın Prof. Dr. Recep Kılıç Bey’e şükranlarımı sunarım.
ANKARA - 2008 Hilal BOZKURT
6
KISALTMALAR
A. Ü. İ. F.
: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
a.g.e.
: Adı geçen eser
bkz
: bakınız
çev.
: çeviri
dpn
: dipnot
ed.
: editör
krş.
: karşılaştır
vd.
: ve devamı
T.D.K.Y
: Türk Dil Kurumu Yayınları
7
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………......IV KISALTMALAR…………………………………………………………………..VII GİRİŞ A. ARAŞTIRMANIN AMACI, METODU VE KAYNAKLARI……….......10 B. HÂCI BEKTÂŞ-I VELÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ…………............12
1. Hayatı………………………………...…….…………………………….12
2. Eserleri…………………………………………………………………....21
I. BÖLÜM HÂCI BEKTÂŞ-I VELÎ’NİN DÜŞÜNCE YAPISI 1. Hacı Bektaş-ı Veli Düşünce Sistemi ………………………………….25 2. Bektaşilik………………………………………………………………30 3. Hacı Bektaş-ı Veli Düşünce Sisteminin Temel Kavramları…………………………………………………….…….....33
8
II. BÖLÜM HÂCI BEKTÂŞ-I VELÎ’YE GÖRE DİNİN TEMEL KAVRAMLARI 1.
İman Anlayışı ...……………………………………………….…41
2.
Tanrı Anlayışı…………………………………………………….51
3.
Vahiy, Nübüvvet ve Ahiret Anlayışı…………………………………………………………..59
SONUÇ………………………………………………………………………...65 KAYNAKÇA……………………………………………………………...…..68
GİRİŞ
A. ARAŞTIMANIN AMACI, METODU VE KAYNAKLARI
Tezimizin konusunu Hacı Bektaş Veli’nin din tasavvurunun belirlenmesi oluşturmaktadır. Bektaşi düşünce sistemi çok defa araştırılmış ve üzerine bir çok çalışma yapılmıştır. Ancak bu çalışmanın diğerlerinden farkı Hacı Bektaş Veli’nin
9
din anlayışını kendi eserlerinden ve ona atfedilen eserlerden yola çıkarak din felsefesi problemleri dahilinde ortaya koyma endişesinden kaynaklanmaktadır.
Hacı Bektaş Veli düşüncesini din felsefesi problematiği çerçevesinde analiz etmeyi ve Hacı Bektaş’ın din tasavvurunu sistematik bir şekilde ortaya koymayı hedefleyen bu çalışma, kendi alanında bu bakış açısıyla yapılmış olan ilk araştırma durumundadır.
Bektaşiliğe felsefi bir bakış açısı sağlayarak, bu problemi, her
zamanki tartışma zemininin dışında farklı değerlendirmelere olanak sağlayacak yeni bir alana taşımayı amaçlamaktadır.
Bektaşilik, düşünce sistemi olarak Türk-İslam düşüncesinde çok önemli bir yere sahiptir. Hacı Bektaş Veli, kültür ve düşünce dünyamızın önemli simalarından birisi olarak bugün hala sosyal, dini ve entelektüel dünyada etkilerinin yadsınamayacağı bir konuma sahiptir. Bu anlamda onun ortaya koyduğu sistemin daha iyi anlaşılması hem tarihsel bir durum olarak hem de güncelliğini koruyan tarafıyla çok önemli bir görevi yerine getirecektir. Bütün bunların ötesinde Hacı Bektaş Veli’nin din tasavvurunun anlaşılmasında din felsefesi sistematiği dahilinde hareket edileceği için, konuya farklı bir bakış açısı getirileceği düşünülmektedir.
Tezimizde takip edeceğimiz yöntem gereği ilk olarak Hacı Bektaş Veli’nin Makalat adlı eseri incelenecek ve bu eserde özellikle üzerinde durulan konular tespit edilecektir. Daha sonra bu konular din felsefesi açısından değerlendirilerek bu disiplinin genel problemleri dahilinde analiz edilecektir. Bunu yaparken Bektaşiliğin
10
ve din felsefesinin genel kaygıları ve eleştirel düşünce biçimine uygun hareket etmeye özen gösterilecektir.
B. HÂCI BEKTÂŞ-I VELÎ'NİN HAYATI VE ESERLERİ
1. HÂCI BEKTÂŞ-I VELÎ'NİN HAYATI
A. Doğum Tarihi ve Yaşadığı Çevre
11
Hâcı Bektaş Veli'nin yaşadığı çevre, dönem, doğumu ve ölümü ile ilgili çok farklı bilgiler vardır. Hâcı Bektâş–ı Velî'den bahseden en eski kaynak Ahmet Eflakî'nin Menâkıbu'l–Ârifîn1 adlı eseridir. Bu eserde hangi tarihte doğduğu ile ilgili net bir bilgi bulunmamaktadır ancak Mevlânâ ile aynı dönemde (H.603-672/12071273) yaşadığı bilgisi fikir vermesi açısından önemlidir. Hâcı Bektaş Veli’den
bahseden
çok
eski
kaynaklardan
birisi
de
Taşköprülüzâde’nin eseridir. 2 Taşköprülüzâde, Hâcı Bektaş'ı I. Murad devri (13621389)alimleri arsında zikrederken Âlî,
Künhü'l-Ahbâr'ında3 Orhan (1326-1362)
devri âlimleri arasında zikretmekte, fakat bu kaynaklarda da kesin bir tarihe ulaşmak mümkün olmamaktadır.4 Hâcı Bektaş'tan bahseden eserlerden birisi de Âşıkpaşaoğlu Târihi'dir.5 Bu kaynakta ise Hâcı Bektaş'ın Osmanlı hanedanından hiç kimseyle karşılaşmadığı belirtilmektedir. Doğumu ve vefatı hakkında E. Coşan, Makâlât’ta "…Hazîne-i Celîleden Şeref-vurûd olan tomar-ı kebîrde muharrer olduğu üzere târihi vilâdet-i şerîfleri 63 olmagıla H. 669 (1270) senesi vefât-ı şerîfleri muharrer olduğundan iş bu mahalde tahrir olundı" 6 şeklinde bir bilgiye yer vermektedir. Velâyetnâme'de geçen olaylardan ve şahıslardan hareketle Mevlânâ (12071273) Ahî Evran (1171-1261), Seyyid Mahmud Hayrani (ö. H.662/1268), Nure'd-dîn Caca, Sarı Saltuk, Hâcı Bektâş-ı Velî'nin çağdaşları olduğu söylenebilir. XIII. yüzyılda yaşamış olduklarına göre Hâcı Bektâş-ı Velî'nin Milâdi XIII. yüzyılda 1Ahmed Eflâkî, Menâkıbu'l-Ârifîn, (Çev. Tahsin Yazıcı), MEB Yayınları, C. I, istanbul 1963, s. 450451 2Taşköprülüzâde Ahmed, Eş-Şakaiku'n-Numaniyye fi Ulema-i Devleti'l Osmaniyye, (Nşr. Ahmet Suphi Furat), İstanbul 1985 3Âlî, Künhü'l-Ahbâr, İstanbul 1277-1285, C: V, s. 52 4 Hacı Bektaş-ı Veli, Velayetname, (Haz. Hamiye Duran), TDV Yayınları, Ankara 2007, s. 27 5Aşıkpaşazade Derviş Ahmet, Aşıkpaşazade Tarihi, (Haz. A. Nihal Atsız), Kültür ve Turizm Bak. Yay. Ankara, s. 195-197 6 Hacı Bektaş-ı Veli, Makâlât, (Haz. Esat Coşan), Seha neşriyat, Ankara 1986, s. XXV.
12
yaşadığı kesinleşmekte olup doğum ve vefat tarihlerinin ise, H.606-669 (1209-1271) olduğu sonucuna varmak mümkündür.7 Ayrıca bu konuda genellikle başvurulan bir delil
de
1292
tarihli
bir
vakfiye
kaydında
kendisinden
merhum’
diye
bahsedilmesidir.8
B. Adı
Hâcı Bektâş-ı Velî'nin asıl adı Muhammed Bektaş’tır. Velâyetnâme'de babası Mûsâyü's-Sânî oğlu İbrâhim-i Sânî (Bahru'l-Ensâb'da ise adı Seyyid Muhammed'dir) "begâyet şâdlıklar idüp mübârek isminden adın Bektaş virdiler"9 şeklinde belirtilmiştir. Bize ulaşan vakfiye ve kaynaklarda kendisinden "Hâcı Bektâş-ı Velî" olarak bahsedilmektedir.10 Ancak asıl adının Muhammed bin İbrâhim bin Mûsâ olduğu, Bektaş kelimesinin ise lakap olduğu belirtilmektedir. 11 Prof. Dr. Esad Coşan, Prof. Dr. Abdurrahman Güzel ve bu konuda yazan bir çok araştırmacı Bekdeş, bendeş, petteş şeklinde yazılan ve eş, benzer, muâdil12 mânâlarına gelen Bektaş kelimesinin lakap olduğu konusunda hemfikirdirler. Özellikle âlim ve asil kişilerin mutlaka dînî anlamlar içeren lakaplar kullanması o dönemde sık rastlanan bir durumdur.13
7
Hacı Bektaş-ı Veli, Velayetname, (Haz. Hamiye Duran), s. 28 John Kingsley Birge, Bektaşilik Tarihi, Ant Yayınları, İst. 1991, s. 41 9 Hacı Bektaş-ı Veli, Velayetname, (Haz. Hamiye Duran), 6b. 10 A. Eflaki, a.g.e., s. 370-450; Âşıkpaşazade Târihi, s. 195. 11Hacı Bektaş-ı Veli, Makâlât, (Haz. Esat Coşan), s. XX. 12Tarama Sözlüğü, C. IV, TDKY. Ankara 1957; A. Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, Ankara 2002, s. 36 13Hacı Bektaş-ı Veli, Makâlât, (Haz. Esat Coşan), s. XXI. 8
13
"Hâcı" şeklinde anılması ise Velâyetnâme'de hac ile ilgili anlatılan kerâmeti dolayısıyladır.14 Menkıbevi özellikler taşıyan bu olayda Hâcı Bektâş-ı Velî, hocası Lokman Perende hacda iken onun bir isteğini hissetmiş ve bir anda yanına gidivermiştir. Ancak yine Velâyetnâme'de Hâcı Bektâş-ı Velî'nin Anadolu’ya gelmeden önce Kabe’ye giderek gerçekten hâcı olduğu ve kutsal yerleri ziyaret ettikten sonra Anadolu'ya geldiği anlatılmaktadır. Genel kanaat "hâcı" olarak anılmasının sebebinin kerâmetle ilgili olarak değil de gerçekten Hâcı olmasına bağlanması gerektiği yönündedir. Esat Çoşan, Hâcı Bektâş-ı Velî’nin Makâlât’ta hacla ilgili çok canlı bilgiler verdiğini söyleyerek bu kanıyı destekler. Yine kaynaklarda çok sıkrastladığımız Hünkâr lakabı ise; Velâyetnâme'de Hocası Lokmân-ı Perende'ye gösterdiği bir kerâmetten dolayı hocasının kendisine "Hünkâr" deyişi ile irtibatlıdır.15 Farsça kökenli bir kelime olan Hünkâr kelimesi "hükümdar, pâdişâh, sultan, bay"16 anlamlarına gelmektedir. Hâcı Bektaş'la ilgili diğer bazı eserlerde geçen Hâcı Bektâş-ı Velî'nin lakaplarından bazıları şunlardır: Kutbu'l-aktâb, Sultânu'l-evliyâ; Burhânu'l–asfiya, Envâru'l-yakîn; küsâde-i bâb-ı hikmet; ser-çeşme-i nûr-ı dîn; Kutb-ı Rabbân-i, Sultânu'l-ârifîn; Ahter-mec… vb.
C. Anadolu'ya Gelişi
Hâcı Bektâş-ı Velî aslen Horasan'ın Nişabur şehrindendir. Horasani şeklinde anılması da bu sebepledir. Onun Horasan’dan kalkıp Anadolu’ya gelişinin bilinen ve 14Hacı
Bektaş-ı Veli, Velayetname, (Haz. Hamiye Duran), v. 8b. Bektaş-ı Veli, Velayetname, (Haz. Hamiye Duran), v. 8a; Hacı Bektaş-ı Veli, Velayetname, (Haz. Hamiye Duran), s. 29. 16Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Türkî, Dersaadet 1317, s. 589. 15Hacı
14
efsanevi hikayesi, hemen hemen tüm kaynaklarda Âşıkpaşa-zade’den alıntılanan bilgiye dayandırılır. Âşıkpaşa-zâde'nin verdiği bilgiye göre Hâcı Bektâş-ı Velî'nin kardeşi Menteş'le Anadolu'ya gelişi ve Suluca Karaöyük'e yerleşmesi şu şekilde gerçekleşmiştir: "Hâcı Bektaş Horâsândan kalktı bir kardeşi dahı vardı. Menteş dirlerdi bile kalktılar geldiler, doğru Sivas'a geldiler ve andan Baba İlyas'a geldiler ve andan Kırşehrine vardılar ve andan Kayseri'ye geldiler. Kayseri'den kardeşi Menteş yine Sivas'a vardı, andan eceli mukadder imiş, anı şehîd ittiler. Bunların kıssası çoktur. Cemisine ilmim yetmiştir, bilmişimdir. Hâcı Bektaş Kayseri'den Karayük (Suluca Karaöyük)'e geldi. Şimdi mezâr-ı şerîfi andadır. Ve hem bu Rûmda dört tâife vardır kim müsâfirler içinde anılır. Biri Gâziyânı Rûm, biri Âhiyân-ı Rûm, biri Abdâlân-ı Rûm ve biri Bacıyân-ı Rûm (Anadolu kadın erenleri). İmdi Hâcı Bektâş bunların içinden Bacıyân-ı Rûm'u ihtiyar itti kim o, Hâtun Anadır. Onu kız edindi, keşf ve kerametini ona gösterdi, ona teslim etti, kendi Allâh'ın rahmetine vardı."17 Şeyhinin, "Müjdeler olsun ki Kutb'ul aktâblık" senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rum'a saldık. Sulucakarahöyük'ü sana yurt verdik. Rûm abdallarına seni baş yaptık, demesiyle, Hacı Bektaş, Anadolu'ya gelmek için yola çıkar.18 Hâcı Bektâş-ı Velî, şeyhinden aldığı icazet ve velayetle Anadolu’ya gelir. Bundan önce Lokman-ı Perende tarafından eğitildiği biliniyor. Anadolu’ya geldiğinde kırk yaşlarında olduğu tahmin ediliyor.
17Aşıkpaşazade 18
Tarihi, s. 195; Hacı Bektaş-ı Veli, Velayetname, (Haz. Hamiye Duran), s. 30. Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 38.
15
D. Nesli
Hâcı Bektâş-ı Velî'nin evlenip evlenmediği konusu ihtilaflı bir meseledir. Hatta nesil meselesi, Bektâşîleri Babagân ve Dedegân (Çelebiler) kolları olmak üzere ikiye ayırmıştır. Tartışma Hâcı Bektaş'ın hiç evlenmediğini iddia edenler ile, O'nun Kadıncık Ana ile evlendiğini kabul edenler arasındaki bir anlaşmazlık gibi görünse de aslında Bektaşilik üzerindeki kalenderi etkiler ve Bektaşi Tarikatının Balım Sultan sonrasındaki düşünsel dönüşümünden kaynaklanmaktadır. Balım Sultan, Bektaşi Tarikatının başına geçtikten sonra Kalenderilikteki mücerredlik(bekarlık) geleneğini yeniden uyguladı ve böylece mücerred Bektaşi dervişleri zümresi ortaya çıktı. Ancak bu durum bir müddet sonra Hâcı Bektâş-ı Velî'nin soyundan geldiklerini ileri süren çelebiler(bel oğulları) ile bunu reddederek hakiki Bektaşinin kendileri olduğunu iddia eden babalar(yol oğulları) şeklinde ikiye bölünmeye yol açtı.19 Velâyetnâme'de de bu konuyla ilgili anlatılanlar daha çok menkıbevi özellikler göstermekte ve çok çeşitlenmektedir. Hâcı Bektâş-ı Velî'nin evlenip evlenmediğiyle ilgili eldeki bilgiler kesin değildir.
E. Vefâtı ve Mezarı
Hâcı Bektâş-ı Velî'nin doğum ve vefat tarihinin kesin olmadığını daha önce belirtmiştik. Kaynaklar genel olarak altmışüç yıl yaşadığı konusunda uzlaşıyorlar. Çağdaşları ve müridleriyle ilgili verilen tarihlerle de uyuşması gözönünde
19
Ahmet Yaşar Ocak, “Bektaşilik”, İslam Ansiklopedisi, c. V, TDV Yayınları, İstanbul 1992, s. 376.
16
bulundurularak 1270’den sonraki tarihlerin daha gerçekçi olduğunu söyleyebiliriz.20 Yani 13. yüzyılın sonları ile 14. yüzyılın başlarında yaşadığı bilinmektedir. Âşık Paşazâde Târihinde, Hâcı Bektaş'ın kardeşi ile Kayseri'ye geldikten sonra kardeşi Menteş'in şehit edildiği, Hâcı Bektaş'ın Kayseri'den Karaöyük'e geldiği ve mezârının da orada olduğu kaydedilmektedir.21 Mezar bugün Nevşehir ili sınırları içinde kalan Hâcı Bektaş ilçesindedir.
F. Menkıbevî Hayatı
Bütün tarikatlar, keramete ve tarikat büyükleri ile ilgili menkıbelere büyük önem vermişlerdir. Bu yüzden Hacı Bektaş-ı Veli’nin de gerçek hayatının dışında bir de efsanevî kişiliği ve bu hayatın kerametlerle süslenmiş bölümleri vardır. Hacı Bektaş-ı Veli hakkında bilgi veren en eski kaynaklar arasında yer alan Vilayetname ve diğer birçok eserde dile getirildiği gibi, Hacı Bektaş-ı Veli’ye olağanüstü güçler atfedilmektedir. Kendisinde olan manevî güçten kaynaklanan ve kendisine ait kerametler olarak da gösterilen bu rivayetlerden bazıları şunlarıdır: Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, istediği anda dağları yürütüp, taşları, kayaları konuşturmaktadır. Bir anda birçok yerde görünebilmekte, çok uzun mesafeleri çok kısa zamanda kat edebilmektedir. Bastığı yerde kayalar un gibi ezilmekte veya bastığı taşlarda ayaklarının izleri kalmaktadır. Yıkılan duvarları eliyle doğrultmakta, bütün gemileri kurtarmaktadır. Susuz yerlerden su fışkırtmakta, dua ve himmetiyle olmayacak şeyler vuku bulmaktadır. Yerine göre güvercin ve şahin olup silkinince insan şekline dönmekte, darı çeci ve susam yaprağı üzerinde namaz kıldığı rivayet 20
Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 39. Bektaş-ı Veli, Velayetname, (Haz. Hamiye Duran), s. 33.
21Hacı
17
edilmektedir. Yırtıcı ve vahşî hayvanları zararsız hale getirdiği, ölüleri dirilttiği, denizde batmadan yürüdüğü, suyu kan haline dönüştürdüğü haber verilerek yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığı inancı dile getirilmeye çalışılmaktadır. Böylece kendisine olağanüstü bir güç atfedilmektedir.22 “Şeyh uçmaz fakat müritleri uçurur.” sözünün Hacı Bektaş-ı Veli için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekte ise bu menkıbeler birçok bakımdan eski Türk kültürü ve inançları ile paralellikler arz etmektedir. Bilindiği gibi bu paralelliğe ilk olarak dikkati çeken büyük Türk alimi Fuad Köprülü olmuştur.23 Hacı Bektaş-ı Veli’nin menkıbevî hayatı ve kerametleri ile ilgili geniş bilgiler veren Ahmet Yaşar Ocak da bu menkıbelerle eski Türk örf, âdet ve değerleri arasındaki yakınlık ve benzerlikleri işaret etmektedir. Orta Asya Türkleri’nin önem verdikleri motiflerden dağ ve tepe kültü, taş ve kaya kültü, ağaç ve hayvan kültü vs.’nin Bektaşilerde de devam ettirilme gayretlerine dikkat çekilmektedir.24
H. Kişiliği
Türk-İslâm tarihinin önemli şahsiyetlerden biri olan Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana ve Yunus Emre gibi kitleleri etkilemiş ve peşinden koşturmuştur. Birçok insanın gönlüne taht kuran Hacı Bektaş-ı Veli’nin, bir gönül eri olması, Ahmet Yesevi’nin manevî ocağında İslâm’ın hayat düsturlarını özümlemesi, aldığı ölçüleri uygulama safhasında gösterdiği hassasiyet; onun kişiliğini ortaya koyan en önemli 22
A. Gölpınarlı, s. 21, 31, 40, 65, 70, ; İ. Zeki Eyüboğlu, Bütün Yönleriyle Bektaşilik, İst. 1990, s. 169- 172. 23 Bkz: M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Akçağ Yayınları, Ankara 2003. 24 Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İst. 1983, s. 70-94
18
özelliklerdir. Şu bir gerçektir ki dünya üzerindeki kavga, döğüş ve savaşların altında yatan en önemli sebepler bencillik, hoşgörüsüzlük, kibir, gurur, haset ve fesattır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin “İncinsen de incitme” “Her ne ararsan kendinde ara” sözleri onun hoşgörüsünü ortaya koymaktadır. Sözleri ile bütün insanlığı sevgi, barış ve kardeşliğe çağırmış “Düşmanının bile insan olduğunu unutma” sözü ile de insana verdiği değeri ortaya koymuştur. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Şerh-i Besmele isimli eseri genellikle ilahî merhamet ve hoşgörü konusunu işlemektedir. XIII. yüzyıl Avrupasını ve hatta dünya coğrafyasını göz önüne aldığımızda, İslam âlemi dışında bilgisizliğin özellikle kilise ve dinî çevreden geldiğini görmekteyiz. İslam âleminde ise ilim, din adamı niteliğindeki mutasavvıflar ve gönül erleri tarafından teşvik edilmektedir. İşte Hacı Bektaş-ı Veli bunlardan sadece biridir. Onun “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” mesajı da gelecek için ışık tutmaktadır. Toplumun birliği ve dirliği için hayatî önem taşıyan “Eline, diline, beline sahip ol” ilkesi gün geçtikçe daha da iyi anlaşılmaktadır. Hacı Bektaş Veli’de Allah aşkı ve sevgisi ile insan sevgisi hatta hayvan sevgisi en yüksek noktaya ulaşmış; bu sevgi yumağı etrafında toplanan insanlar gönül erliğine ulaşmanın hazzını yaşamıştır. İnsanlığın ancak XX. Yüzyılda, üstelik de çoğu kez politik amaçlarla kullandığı insan sevgisi ve insan haklarını, Mevlana ve Yunus Emre gibi Hacı Bektaş Veli de XIII. Yüzyılda, üstelik insanların birbirinin kanını akıttığı bir dönemde en içten duygularla dile getirmiştir. Dini kurallara bağlılığı, manevi gücü, Ehlibeyt sevgisi, engin zekası ve sarsılmaz inancıyla Hacı Bektaş Veli kitleleri etkilemiş; günümüzde de etkilemeye devam etmektedir. “Oturduğun yeri pak et, kazandığın lokmayı hak et” diyerek temizlik, dürüstlük, çalışmak ve helal kazanç konusunda tavsiyede
19
bulunurken yıkıcılığa, zulme, sömürüye ve tembelliğe karşı da tavrını ortaya koymuştur. “Ayağa kalkarsan hizmet amacıyla kalk, Eğer konuşacaksan, hikmet ile konuş, Ve oturacağın zaman, saygı ile otur!” sözleri ile Hacı Bektaş Veli, toplumda birlik ve dirliğin sağlanması, gönüllere sevgi yumağının dolması, insanların kardeş gibi yaşaması hususlarını dile getirirken “Gelin canlar bir olalım” mesajını vermektedir. “Bir olalım, diri olalım, iri olalım” diyerek gönüllere taht kuran Hacı Bektaş Veli birleştirici, yapıcı, hoşgörü sahibi, bir mutasavvıftır.
2. HÂCI BEKTÂŞ-I VELÎ'NİN ESERLERİ
Hâcı Bektâş-ı Velî’ye ait çok sayıda eser bulunmamaktadır. Ayrıca varolanların da ona aitliliği bir çok farklı araştırmaya konu olmuştur. Bu konudaki en güvenilir bilgileri Fuat Köprülü’nün yakın zamanda yaptığı bir araştırmadan elde ediyoruz. Köprülü, Anadolu’da İslamiyet adlı makalesinde Hâcı Bektâş-ı Velî’nin bir Fatiha Tefsiri, Makalat, bir de Farisi bir eseri olduğunu nakletmektedir.25
A. Kitâbu’l-Fevâid
25
M. Fuat Köprülü, “Anadolu’da İslâmiyet”, Dârü’l-Fünûn Edebiyat Fakültesi Mecmuası, sayı 4, İstanbul 1922, s. 86. ; Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 39.
20
İlk defa 1922’de Köprülü’nün26 bahsettiği bu eser Farsça olup İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Ty.55’te kayıtlıdır. Gölpınarlı bu eserin uydurma olduğunu, risâledeki sözlerin çoğunun tefsirlerde, Mesnevî’de, Nefahat’te ve Sultan Veled’in eserlerinde geçtiğini27 söylemektedir. Türkçeye çevrilmiş ve basılmış28 olan bu eserde anlatım üçüncü bir şahıs ağzından verilmektedir. Esat Coşan eserin Hâcı Bektâş-ı Velî’nin olduğunu Makâlât’la büyük benzerlikler gösterdiğini ancak eserin muhtelif ilave ve tahriflerle aslî hüviyetinden uzaklaştığını belirtmektedir29.
B. Makâlât
Makâlât, Hâcı Bektâş-ı Velî’nin en tanınmış, nüshaları en yaygın ve hacimli eseridir. Aslı Arapça olan eser, tasavvufî konularda yazılmış müstakil risâleler hâlinde olup, Hâcı Bektâş eserine makaleler anlamına gelen Makâlât adını vermiştir. Esad Coşan eserin manzum ve mensur nüshaları üzerinde tenkitli bir çalışma yapmış, Arapça eksik nüshayı da eserin sonuna ekleyerek neşretmiştir30. Makâlât E. Coşan’dan önce Sefer Aytekin tarafından da yayınlanmıştır31. Ancak Aytekin’in eseri ilmî usûllere uygun bir neşir değildir. Ayrıca Hüseyin Özbay,
26
Köprülü, a.g.m., s. 86. Gölpınarlı , “Bektaş” maddesi, Türk Ansiklopedisi, MEB Yayınları, Ankara 1943, C.6, s.32. 28 Hazret-i Hünkâr Hâcı Bektâş-ı Velî’nin Vasiyet-nâmesi, Kitâbu’l-Fevâid, İ.Ö. Dizergonce Matb. İstanbul 1959; Duran, a.g.e., s. 40. 29 Makâlât, (Haz. Esat Coşan), s. XL; Velayetname, (Haz. Hamiye Duran), s. 40. 30 Hacı Bektaş-ı Veli, Makâlât, (Haz. Esat Coşan), Seha neşriyat, Ankara 1986 31 Sefer Aytekin, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makâlât, Emek Basım Yayınevi, Ankara 1954. 27
21
Coşan’ın bu tenkitli metnini sadeleştirerek yayınlamıştır32. Aynı eser -Esat Coşan metni- üzerinde bir de yüksek lisans tezi yapılmıştır33. Çeşitli dinî ve tasavvufî meselelerin oldukça geniş biçimde ele alındığı bu eserin en önemli özelliği, Hâcı Bektaş’ın fikirlerinin tespitinde kullanılacak asıl kaynak hüviyeti taşıyor olmasıdır.
C. Şerh-i Besmele
Manisa Kütüphanesi 3536 numarada kayıtlı olan bu eser, Kitâb-ı Tefsir-i Besmele ma’a Makâlât-ı Hâcı Bektâş Rahimehu’llâh başlığını taşımaktadır. 827/1422 yılında Cafer Bin Hasan tarafından istinsah edilmiş olup toplam 29 varaktır. Eserin Rüştü Şardağ tarafından ilmî usullere bağlı kalınmaksızın tercüme mahiyetinde popüler bir neşri yapılmıştır. 34 Besmele okumanın faziletlerinin anlatıldığı bu eserde, bu eksiklik giderilmek üzere Hamiye Duran tarafından çeviri yazı tekniğine uygun olarak Latin harflerine aktarılmış ve Hâcı Bektâş dergisinde yayınlanmıştır.35 Ayrıca bu çeviri tekrar gözden geçirilmek ve günümüz Türkçesine aktarılmak suretiyle Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları arasında yeniden basılmıştır. 36 Türk folklor ve edebiyatında
32
Hüseyin Özbay, Hâcı Bektâş-ı Velî Makâlât, Kültür Bakanlığı, Ankara 1990. Hamiye Duran, Hâcı Bektâş-ı Velî’nin Makâlât’ında Din ve Tasavvuf (Yüksek Lisans Tezi) Ankara 1987. 34 Rüştü Şardağ, Her Yönü ile Hâcı Bektâş-ı Velî ve en Yeni Eseri Şerh-i Besmele, Karınca Matbaacılık, İzmir 1985. Ayrıca aynı eser, Kültür Bakanlığı tarafından tekrar basılmış ve el kitabı olarak “Şerh-i Besmele” adıyla yayınlanmıştı. 35 Hamiye Duran, “Besmele Tefsiri”, Hâcı Bektaş-ı Veli Araştırma Dergisi, G. Ü. Türk Kültürü ve H.B.V. Ar. Merkezi Yay., S. 33, s. 459. 36 Besmele Tefsiri, Haz. Hamiye Duran, TDV Yayınları, Ankara 2007 33
22
besmele yazma geleneği ile ilgili bir giriş ve sözlük de eklenmiştir. Bu eserde Hâcı Bektâş-ı Velî, Allâh’ın Allâh, Rahmân ve Rahîm adları üzerinde durarak her işe "Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm" ile başlamanın fazilet ve yararlarından bahsederek beslemeyi şerh etmektedir. Eserde Allâh’ın lütfu, ihsanı, bağışlayıcılığı ve cömertliği gibi konular, insanlar arası ilişkilerde de aynı temalar üzerine oturtulmaktadır.
D. Şathiyye
Hâcı Bektâş-ı Velî’nin iki sayfa kadar tutan bir şathiyyesi olduğundan Gölpınarlı bahsetmiş37, ancak eserin bulunduğu yeri zikretmemiştir. H.1091/1680 yılında Enverî mahlaslı Hurûfî ve Nakşî bir müellif tarafından Tuhfetü’s-Sâlikîn adıyla Türkçe şerh edilmiştir38.
E. Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye
Hâcı Bektaş’ın eserleri arasından sayılan, fakat bugüne kadar ele geçmediği için üzerinde kesin bir şey söylenemeyen, aslı Farsça olan eser aynı isimle tercüme edilmek suretiyle Hâcı Bektaş Araştırma Merkezi tarafından yayınlanmıştır39. Aslı İran İslam Şurası Kütüphanesi'nde bulunan eserin bir nüshası da İstanbul’da bulunmuş, kitabın sonuna tıpkı basımı verilmiştir. Eserde insanın kendini
37
Gölpınarlı, “Bektaş” maddesi, s. 32 Coşan, “Önsöz” , Makâlât içinde, s. XLI. 39 Gıyasettin Aytaş, Hacı Yılmaz, Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye, Hâcı Bektaş-ı Veli Araştırma Dergisi, G. Ü. Türk Kültürü ve H.B.V. Ar. Merkezi Yay., Ankara 2004. 38
23
arındırması, dervişin yapması gerekenler, Allâh’a ulaşmanın yolları, velinin hâlleri, nefsin makamları ve çeşitli tasavvufî meseleler ele alınmaktadır.
F. Hâcı Bektâş-ı Velî’ye Atfedilen Diğer Eserler
A. Gölpınarlı tarafından Hâcı Bektâş’a ait bir Hadis-i Erbain Şerhi40 bulunduğu nakledilmiştir. Hâcı Bektâş’a atfedilen nasihat ve vasiyetleri Hâcı Bektaş İlçesi Halk Ktp. Nu: 9’da kayıtlı olan ve Dedemoğlu tarafından Akaid-i Tarikat müteakiben kaydedilmiştir41. Ancak bu eserin Hâcı Bektaş-ı Veli’ye ait olduğu kesin değildir.
BİRİNCİ BÖLÜM
HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN GENEL DÜŞÜNCE YAPISI
1. HACI BEKTAŞ-I VELİ DÜŞÜNCE SİSTEMİ
Türk kültür ve düşün dünyasının önemli simalarından biri olan Hacı Bektaş Veli,
geçmişten günümüze
bir
köprü
kuran
gönül
insanlarından
büyük
mutasavvıflarımızdandır. Hoca Ahmet Yesevi ile başlayan bir yapılanmanın 40 41
Gölpnarlı, Yunus Emre-Hayatı, s. 302 Makâlât, (Haz. Esat Coşan), s. XLI
24
temsilcilerinden olan Hacı Bektaş Veli, Anadolu'nun "evtâd-ı erbaası - dört direk" (Hacı Bektaş, Mevlana, Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Şaban-ı Veli) den de biridir. Hacı Bektaş Veli, Ahmed Yesevi'nin halifesi Lokman Perende'nin öğrencisidir. Yaşadığı dönemin şartları düşünüldüğünde çok iyi dini ve milli kültür eğitimi almıştır. Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için Türkistan illerinden gönderilen Horasan Alperenlerinden olan Hacı Bektaş Veli'nin düşünce dünyasını anlamak ve anlatmak her zaman belli problemleri de beraberinde getirmiştir. Bu noktada spekülasyonlardan ve farklı anlaşılma biçimlerinden uzak kalabilmek için bu konuyu, daha çok kendi eserlerinden hareketle ele almak zorundayız. Ancak günümüze kadar Hacı Bektaş Veli’nin hayatı ve eserleri hakkında çok ciddî araştırmaların yapılmaması işimizi güçleştirmektedir. Bu ilmi belge ve bilgi eksikliği ve toplum üzerinde inanılmaz bir güce sahip Hacı Bektaş Veli kültünden faydalanma düşüncesi bu konuda yazıp çizenlerin de çok farklı yorumlar yapmalarına sebep olmuştur. Bugün bu yorumlardan uzak salt teorik bir düşünceye ulaşmak neredeyse imkansızdır. İlginç olan mevcut yorumların da birbirine olan uzaklığıdır. Yaşadığı dönemin bile tam olarak tespitinin güçlüğünden bahsettiğimiz bir şahsiyetin hangi düşünce ekolüne dahil olduğu noktasındaki beyanlara eleştirel yaklaşmak zorundayız. Ayrıca bu, dini bir kimlik meselesi haline geldiğinde yalnızca Hacı Bektaş Veli’yi ilgilendiren bir konu olmaktan da çıkıp bütün toplumun meselesi haline geliyor. Kendisini Hacı Bektaş Veli’ye intisapla açıklayan bir grup için daha farklı anlamlar da kazanıyor. Bahsettiğimiz güçlük aslında tarihsel boyutu olan bütün araştırmalar için geçerlidir ancak biz çalışmamızla şöyle bir yöntem izleyeceğiz: Tarihi ve dini kimliği olan bir şahsın düşüncelerinin izlerini, -şu ana kadar yapıldığı gibi- görüştüğü
25
kimselerde, etkisinin sürdüğü gruplar ya da yapılanmalarda, kendisini ona bağlayanlarda değil en temel dini problemler hakkında neler söylediğinde arayacağız. Ancak bunu yapmadan önce mevcut yorumları irdelemek zorunda olduğumuzdan
Hacı Bektaş Veli’nin etkilediği ya da etkilendiği belirtilen
yapılanmalar ve bunlarla ilgili günümüz araştırmacılarının yorumlarını ileterek başlayalım. Tarihi kaynaklar XIII. yüzyılda Selçuklu döneminde Babai hareketinin lideri Baba İlyas’la ilgisi kurulan Hacı Bektaş Veli’nin XIV. yüzyılda yeniçeri ocağının kuruluşuna, XVI. Yüzyılda ise Bektaşi tarikatının kuruluşuna etki ettiğini söyler. Bu tarihi karmaşa gözden kaçırılacak gibi değildir. Ahmet Yaşar Ocak’a göre; Hacı Bektaş Veli, Anadolu heterodoks Müslümanlığının merkez şahsiyetidir. Ne Yunus Emre’ye ne de Mevlana’ya nasip olmayan bu paye ona göre Hacı Bektaş’a da yaşamı sırasında değil ölümünden sonra yaratılan tarihi efsanevi hatta mitolojik kimliğiyle sağlanmıştır. Bu sebeple A. Y. Ocak, Hacı Bektaş Veli’yi incelerken ‘yaşarken’ ve ‘öldükten sonra’ şeklinde değerlendirmek
gerekliliğinden
bahseder.42
O,
bu
görüşlerini
genellikle
Vilayetname’ye dayandırır. Horasan erenleri diye bilinen Kalenderiyye akımına mensup bir sufi olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin Cengiz istilası sebebiyle ortaya çıkan derviş göçleri sırasında, kendisine bağlı bir aşiretle Anadolu’ya gelip yerleşmiş bir Türkmen şeyhi ve haydari dervişi olduğunu iddia eder. Zaten bu sebeple de Anadolu’da Yesevilik ve Haydariliğe çok benzeyen Vefai çevreye intisap etmiştir. Tüm bu veriler Ocak’ın şöyle bir sonuca ulaşmasını sağlar.
42
Ahmet Yaşar Ocak, “Hacı Bektaş-ı Veli”, İslam Ansiklopedisi, c. 14, TDV Yayınları, İstanbul 1996, s. 455
26
“Gerek kendisinin yaşadığı döneminin sosyal şartlarının gerekse kaynakların verdiği bilgilerin tahlilinin, gerekse Bektaşilik ve Aleviliğin klasik tarihi ve aktüel çizgisinin tabii bir gereği olarak İslam fıkhının sıkı kurallarıyla sınırlandırılan Sünni bir anlayışı değil, Horasan Melametiyye’sinin kuru züht karşıtı cezbeci karakteriyle karışık gayrı Sünni bir yorumunu yansıtmaktaydı.” 43 Alevi-Bektaşi çizgide, eski İslam öncesi inanışları da içinde barındıran bağdaştırmacı bir düşünceye sahip olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin Sünni olduğunu söylemenin ilmi ve tarihi hiçbir temeli yoktur. Ayrıca ismiyle bilinen Bektaşi tarikatını da o kurmamıştır. Burada konunun başka mecralara doğru kaymasını önlemek için belirtmemiz gerekir ki bizim Hacı Bektaş-ı Veli’nin Sünni olup olmamasıyla ilgili bir merakımız yoktur; sadece düşüncelerini anlatmaya çalıştığımız kişinin düşünce dünyası içindeki konumunu belirleme çabası içindeyiz. Bu konuda Fuad Köprülü de şöyle düşünmektedir. “Tarikat silsilesini Kutbuddin Haydar, Lokman-ı Serahsi, Ahmet Yesevî gibi büyük Türk şeyhlerine kadar götüren bu Türk sûfisinin kurduğu Bektaşilik, Türkler arasında gelişerek kavmî ananeye uymaya çalışan bütün tarikatlar gibi muhtelif unsurlardan karışmış syncretique(uzlaşmacı) bir mahiyettedir. Onun Kalenderiye, Yeseviye, Haydariye izleri yani, Şamanizmden NevEflatunilere kadar muhtelif mezhep ve mesleklerin türlü türlü kalıntısı hep birlikte mündemiçtir ki, bu itibarla onu, Batıni mahiyetteki Babailiğin alelâde bir devamı saymak hiç de yanlış değildir.”44
43 44
Ocak, a.g.m. s. 450 M.Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., İst., 1980, s. 349
27
Bektaşiliğin bağdaştırmacı bir yapı olduğu konusunda anlaşsalar da Köprülü, Hacı Bektaş-ı Veli’nin, İslâmî ilimlere ve tasavvufi esaslara layıkıyla vâkıf bir âlim olduğunu söylerken Ocak, konar göçer bir Türkmen şeyhinin alim olarak tanıtılmasını biraz abartılı bulduğunu ifade etmektedir. 45 Ethem Ruhi Fığlalı ise farklı bir görüşü temsil etmektedir. Ona göre, Hacı Bektaş'ın şu an elimizde bulunan eserlerinin insaflı ve titiz bir ilmî değerlendirilmesi yapıldığında, görüşleri itibarıyla, XIII. ve XIV. yüzyıl Anadolusu'na damgalarını vuran Necmüddin Dâye, Bahaüddin Veled, Burhanuddin Muhakkık-ı Tirmizi, Evhadüddin Kirmânî. Ahi Evren, Mevlânâ Celâleddin ve Yunus Emre gibi aynı kaynaktan beslenen bir Türkmen Sûfisi olduğu sonucuna varılır. 46 Hacı Bektaş Veli, "esrar sözlü, tatlı dilli ve latif sözlü ve güler yüzlü ve Makâlât ıssı şeriat suyı, pür terbiyet ü marifet ve genc-i Hakikat ve makam-ı ehl-i Tarikat, Müfti-i kavmi şeriat, sahib-i genc-i ulum ve ol kutb-ı ma’lum sultan'dır.”47 Makalat'la ilgili önemli araştırmaları olan Esad Coşan, Hacı Bektaş'ın gerçek şahsiyetini bu kavramlarla tanımlamaktadır. Şeriat'e bağlı, marifetle mücehhez, hakikat ve tarikat erbabıdır. Şeriat'e bağlı olanların her zaman baş vurabilecekleri, ilim ve irfan denizi, meşhur kutub ve müftidir. O aynı zamanda "ve dahı anün sahabalarına ve ehli beytine selâm olsun" demekle de, Alevi olmadığını ifade eden Sünnî bir şahsiyettir.48 Hacı Bektaş, tasavvuf ve tarikat anlayışında insanı merkez olarak almıştır. İnsanı merkez alan görüşleri, tamamen İslam'dan mülhem olarak gelişmiştir. İddia edildiği gibi, onun kurduğu tarikat, İslâm'dan uzak ve ilgisiz, “Anadolu'nun çok 45
Ocak, a.g.m., s. 457 Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye'de Alevilik-Bektaşilik, Selçuk Yayınları, Ankara 1996, s.162. 47 Makâlât, (Haz. Esat Coşan),s. 2. 48 Makâlât, (Haz. Esat Coşan), s. 2. 46
28
tanrıcı dönemlerine değin uzayan bir inanç kaynağından beslenen bir tarikat” değildir. Üstelik Bektaşilik, Anadolu insanının düşünce yapısına uygun bir niteliğe bürünebilmek için insan-Tanrı özdeşliği, içkinin yasak olmayışı, Ali -insan-Tanrı teslisi49 gibi İslâm'a aykırı ve taban tabana zıt düşen inançlarla da temellenmemiştir. O, görüş ve düşüncelerini, Anadolu insanının önceki devirlerden devşirdiği fikri tortulara göre değil, İslâm'a göre biçimlendirmiştir. 50 Farklı görüşlerden de anlaşılacağı gibi Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili araştırmalarda bir uzlaşı yoktur. Hacı Bektaş-ı Veli’nin görüşlerini daha iyi anlayabilmek için Bektaşililiğin nasıl bir oluşum olduğunu da iyi incelemek gerekmektedir.
2. BEKTAŞİLİK
49
İsmet Zeki Eyüboğlu, Bütün Yönleriyle Tasavvuf ve Tarikatler, Der Y., İst. 1990, s. 184. Şahin Filiz, “Ilk donem Bektasilik'i ve Haci Bektas Veli'nin Fikir Yapisi”,Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştıma Merkezi Dergisi, sayı 3. 50
29
Bektaşilik, kelimenin de açık ifadesiyle Hacı Bektaş-ı Veli’ye bağlı olan, onun yolunda olanlar anlamına gelmektedir. Merkezleri, bugün Hacıbektaş ilçesi olarak bilinen Sulucakarahöyük’tür.51 Hacı
Bektaş-ı
Veli
ile
ilgili
yorumlar
genelde
özdeşleştirilmesinden kaynaklanan bazı sorunlara sebep olmaktadır.
Bektaşilikle Bu onun,
Bektaşilik içerisinde nasıl konumlandırılacağı ile ilgili bir meseledir. Bu mistik tarikat oluşumunun zaman içerisinde geçirdiği değişimler gözden kaçırılarak yaşanan Bektaşiliğin Hacı Bektaş-ı Veli’nin öngördüğü düşüncelerden ibaret olduğuna inanmak konuyu daha anlaşılmaz hale getirmektedir. Bektaşiliğin yapısını ve oluşum sürecini daha iyi anlayabilmek için
-sık
başvurulan bir şekilde- tarihçesini iki bölümde incelemek gerekir. Birinci devre; XIII. Yüzyıldan başlayıp XV. Yüzyılın sonlarına kadar devam eden teşekkül devresidir. İkinci devre ise, XVI. Yüzyılda Balım Sultan’ın tarikatın başına geçtiği zamandan günümüze kadar devam eden ve asıl Bektaşilik olarak bilinen dönemdir. Dikkatle incelendiğinde bu iki dönemin birbirinden oldukça farklı oldukları görülecektir. Belki de bu kadar farklı tanımlamanın sebebi de budur. Biz çalışmamızda Bektaşiliği değil Hacı Bektaş-ı Veli’yi ele aldığımız için tarikatın ikinci dönemini uzun uzadıya ele almayacağız. Zaten bu sınırlama din anlayışını tespit etmek gibi bir konuda zorunluluk haline gelmektedir. Çünkü bu farklılıktan da anlaşılacağı gibi Hacı Bektaş-ı Veli’nin din tasavvuru Bektaşiliğin din tasavvuruyla özdeş değildir. Bu da ortak tanımlar yapmayı olanaksız kılmaktadır. Özelikle dini yapılanmalar tarih boyunca asli hüviyetlerinde ciddi değişmeler ve yozlaşmalarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu bazen kuruculardan sonraki
51
Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik Bektaşilik, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, s. 54.
30
halifelerin geçirdikleri değişimi ifade ederken bazen de istemeden, eklenen efsaneler, törenler ve söylentiler yoluyla olur. XIII. yüzyılda Anadolu’da siyasi ve dini anlamda hareketli günler yaşanıyordu. Bu dönemde Osmanlı inanç dünyasına etki eden oldukça çok faktörden bahsedilebilir. 1. Türklerin islamiyet öncesi inanışlarına ait motifler 2. İslamiyetin getirdiği prensipler 3. İslamiyeti yeni benimsemiş olanların eski inanışlarına (Hıristiyan) ait kalıntılar 4. İran’dan kaçıp Bektaşi tekkelerine sığınan Hurifi dervişlerin etkisi Tarikatın ikinci döneminde Şii etkilerden de bahsedilir. Özellikle bizim ilgi alanımız olan Bektaşiliğin birinci döneminde Şii etkilerden bahsetmek bilimsel olmaktan ziyade şiileştirme politikasıyla alakalıdır. Vefaiyye tarikatının şeyhi olan Baba İlyas öncülüğündeki Babai İsyanı Hacı Bektaş-ı Veli için de yeni bir dönemi başlatıyordu. Bu hareket farklı zümrelerce de benimsendi ve abdalan-ı rum adını aldı.52 Bu dervişler Osmanlı fetihlerinin da etkisiyle birçok yerde etkili oldular. Türklerin İslamı kabul etme süreçlerinde bu dervişlerin rolü önemlidir. Bu zümrelerin bir kısmı özellikle köy ve kasabalarda yaşayanlar Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesi etrafında toplandılar. Bu grubun şehirlerde yaşayan kısmı genellikle Mevlevi düşünceyi benimsemiştir.53 Bu tasavvufi oluşumlar Anadolu’dan Balkanlara kadar toplumun sosyal ve ahlaki inşasında en büyük görevi üstlenmişlerdir.
52 53
Ahmet Yaşar Ocak, “Bektaşilik”, İslam Ansiklopedisi, c. 5, TDV Yayınları, İstanbul 1992, s. 373 M. Eröz, a.g.e., s. 52.
31
Türk toplumu üzerinde böylesine derin izler bırakmış bu mütevazı Türkmen şeyhinin hayatını şekillendiren düşünce; Türk kültürü ve Kur’an mesajının bir sentezidir. Aslolan kişinin ahlaki gelişimini tamamlayıp Allah’a ulaşmasıdır. Bunun yolu da Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesinde “dört kapı kırk makam” olarak ifadesini bulmaktadır.
3. HACI
BEKTAŞ-I
VELİ
DÜŞÜNCE
SİSTEMİNİN
TEMEL
KAVRAMLARI
Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesinin temelini dört kapı kırk makam anlayışı oluşturur. Makalat’ta dört kapı kırk makam şu şekilde sınıflandırılmıştır.
A. Şeriat Kapısı ve On Makamı
1. İman getirmek: Çalap Tanrı'ya inanmak, buyruğun tutmak imandandır. Feriştelerine (melaike) inanmak, Tanrı'nın Kur'ân'ına ve kitaplarına inanmak, dostlarına inanmak, kıyamete inanmaktır 2. İlim öğrenmek
32
3. Namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, gücü yetene hacca gitmek, seferberlik olunca kaçmayıp düşmana karşı gelmek ve cenabetten temizlenmek 4. Helal kazanmak 5. Nikah kıymak 6. Hayz ve lohusalıkta cinsi münasebeti haram bilmek 7. Sünnet ve cemaat ehlinden olmak 8. Şefkatli olmak 9. Temiz yemek ve temiz giyinmek 10. Emr-i bi'1-ma'ruf nehyi ani'1mûnker yani iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak
B. Tarikat Kapısı ve On Makamı
1. Pirden el alıp tövbe etmek 2. Mürid olmak 3. Saç kesmek 4. Nefs savaşında (mücahade etmek) olgunlaşmak, pişmek 5. Hizmet etmek 6. Havf yani Alah’tan korkmak 7. Ümid etmek 8. Hırka, zenbil, makas, seccade, subha (yüz taneli tesbih), ibrat (iğne) ve asa 9. Sâhib-i makam (makam sahibi), sâhib-i cemiyet (cemaat sahibi), sâhib-i nasihat (nasihat sahibi) ve sâhib-i muhabbet (muhabbet sahibi) olmak 10. Aşk, şevk, sefa ve fakirlik
33
C. Marifet Kapısı ve On Makamı
1.
Edeb
2.
Korku
3.
Perhizkârlık
4.
Sabır ve kanaat
5.
Utanmak
6.
Cömertlik
7.
İlim
8.
Miskinlik
9.
Marifet
10.
Kendini bilmek
D. Hakikat Kapısı ve On Makamı
1. Toprak olmak 2. Yetmişiki milleti ayıplamamak 3. Elinden geleni esirgememek 4. Dünyada yaratılmış bütün nesnelerin kendisinden emin olması 5. Mülk sahibine yüzünü sürüp yüz suyunu (yaratılış sebebi olan Muhammed nurunu) bulmak
34
6. Sohbette hakikat sırlarını söylemek 7. Seyr-i sülûk 8. Sır saklamak 9. Münacaat 10. Çalap Tanrı'ya ulaşmak Dört kapı kırk makam düşüncesi, İslam düşünce geleneğinde ve tasavvuf tarihinde çok sık karşılaştığımız bir düşüncedir. Hacı Bektaş-ı Veli’ninde bu düşünceyi hocası Lokman Parende yoluyla Ahmet Yesevi’den aldığı biliniyor. Hacı Bektaş-ı Veli, Makalat’ta din tasavvurunu üzerine inşa ettiği bu düşünceyi sistemleştirir. Makalatta Allah’a ulaşmanın yolu anlatılmıştır. Bu yol; şeriat, tarikat, marifet, ve hakikat kapılarından geçmekle mümkün olmaktadır. “Ol kırk makamın, onu şeriat içindedür ve onu hakikat içindedür.”54 Hacı Bektaş-ı Veli’ye göre, Allah’a ulaşmanın yolu dört katlı bir binadan geçer. Bu binanın ilk katı şeriat, ikinci katı tarikat, üçüncü katı, marifet, dördüncü katı ise hakikattır. Her kat on odadan ibarettir.55 İşte, Hacı Bektaş-ı Veli Makalat’ta bu kırk makamın seyri içinde kendi din tasavvurunu anlatır. Dört kapı kırk makam’dan ilk kapı şeriat ve onun ilk makamı da iman getirmektir. Allaha ulaştıran yolun ilk basamağını iman olarak belirleyen Hacı Bektaş-ı Veli imanı bütün kavramları önceleyen bir konuma yerleştirir. Ona göre şeriata bağlı olmayan kimseye tarikat, marifet ve hakikat kapıları kapalı kalır. Iman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere ve iyinin ve kötünün Allah’tan geldiğine inanmak şeklinde tanımlanır. 54 55
Makâlât, (Haz. Esat Coşan), s. 14. Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 105
35
Hacı Bektaş-ı Veli’ye göre, iman akıl üzredir. “İnanmak, bedene mi, yoksa ruh üzerine mi ödev düşer? denilirse; biz, o, akıl üzredir deriz.” “İman bir hazinedir, şeytan hırsız, akıl da bekçisidir ve bekçi gitse hırsız hazinenin içindekileri çalar.” Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi Hacı Bektaş-ı Veli, iman üzerine kurduğu din tasavvurunu akılla temellendirir. Yine o, bu imanın dil ile söylenip kalp ile doğrulanmasının şart olduğunu kabul eder. Bu konuyla ilgili bütün yorumlarını ayet ve hadislere dayandırır. “Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar.”56 Mümin, münafık ve kafir ayrımı da tasdik konusuyla ilişkilendirilir. Şeriat makamlarından ikincisi ve marifet makamlarından yedincisi ilim öğrenmektir. Bu aslında imanın akılla olmasıyla da yakından ilişkilidir. Çünkü Hacı Bektaş-ı Veli’ye göre, bilmeden düşünmeden yapılan hiçbir şeyin bir anlamı yoktur. Makalatta ilim göğüstedir. Burası ise içinde iki sultan barındıran bir şehre benzetilmektedir. Rahmani ve şeytani iki sultandan rahmani sultan akıl ve yedi dizdarından birincisi de ilimdir. 57 Kişi ancak akıl ve ilmi sayesinde marifete ulaşır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin yıldızlara benzettiği ilim sayesinde kul rabbinin yolunu bulur.58 Şeriatın üçüncü makamı ibadetle ilgilidir. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek ve Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek İslamın beş şartıdır. Bu makam iman etmiş kişinin inancının amele dönüşmesi gerekliliğiyle ilgilidir. İnandığı gibi yaşamamak Hacı Bektaş-ı Veli için tam bir imanı ifade etmez.
56
Nisa Suresi, 145. Ayet Makâlât, (Haz. Esat Coşan), s. 34. 58 Makâlât, (Haz. Esat Coşan),s. 105. 57
36
İnanan kişinin inancının gereklerini yerine getirmesi şarttır. Helal kazanmak, ve faizi haram bilmek, evlenmek, helalinden yemek ve giymek, iyiliği emredip kötülüğü engellemek de hem imanı hem de
Hacı Bektaş-ı Veli’ye göre şeriatı
tamamlayan unsurlardır. Şeriat makamını tamamlayan kişi tarikat kapısına gelir. Tarikat makamı, Hacı Bektaş-ı Veli’nin düşünce yapısının tasavvufi kısmını da simgeler. Bu makamda kişi öncelikle pirden el alıp tövbe etmelidir. Tövbe asıl olarak dönmek demektir. Her türlü ayıptan, kötülükten, günahtan pişman olup iyiye ve güzele dönüşü temsil eden tövbeyi Hacı Bektaş-ı Veli şu ayet ve hadislerle temellendirir. “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.”59 “…çok samimi bir dönüşle Allah’a tevbe ediniz.”60 “ Tevbe etmeleri için Allah onlara teveccüh buyurdu.”61 Allah kulları için tövbe etmeyi bir lütuf olarak sunmuştur. Hacı Bektaş-ı Veli de kulun bundan faydalanıp tertemiz olmadan tarikat kapısından geçemeyeceğini söyler. Budur evvel ki el almak gerekdür El alıp tevbe kılmak yiğirekdür Kula gey vacip olmuştur arına Didi Hak tevbe kılan kullarına Ki şöyle olunuz tevbeyle meşgul Nasuh tevbesi bigi ola makbul Delilüm işde Kur’an’dur okugıl
59
Ali İmran Suresi, 103. Ayet Tahrim Suresi, 8. Ayet 61 Tevbe Suresi, 118. Ayet 60
37
Bununla nefsinin boynun tokugıl62 Tövbe edip günahlarından arınan kişi mürid makamına erişir. Mürid, tarikat yolunda şeyhinden el alıp ilerleyen kişiye denir. Hacı Bektaş-ı Veli bunun bir gereklilik olduğunu düşünür. Allah yolunda ilerlemek isteyen kişi bir şeyhe mürid olmalıdır.
Bu görüşünü “Eğer bilmiyorsanız zikr ehline sorun.”63 ayetine
dayandırır. Mürid olan kişi saçını traş eder ve mücahede ile yükümlü olur. Mücahede, nefsi ezmek ve arzularının aksi yönde hareket etmek manalarına gelir. Hacı Bektaş-ı Veli’ye göre nefsinin arzularına uyan kişi cehennem ateşinin odunu olur. Nefs tasvvufi düşüncede insanın en büyük düşmanıdır ve Allah’a ulaşmak isteyen kişi onunla mücade etmek zorundadır. Bu aynı zamanda ahlaki erdemlere ulaşma yolunda bir eğitim de sayılır. Tarikatın beşinci makamı hizmet etmektir. Hz. Peygamberin “hizmet edene hizmet olunur.” ifadesi gereğince kişi Allah yolunda hizmet etmelidir. Altıncı ve yedinci makam Havf u Reca( korku ve ümit) halinde olmaktır. Tasavvuftaki ilk hal korkudur; kul, Allah’tan korkar,sakınır ve hiçbir şeyden emin olmaz. Reca ise, ümid etmek,
istemek,
dilemek
anlamındadır.
“Allah’ın
rahmetinden
ümidinizi
kesmeyiniz.”64 Ayeti ile bunu delillendirir. Hırka, makas, zenbil, seccade, icazet, ibret ve hidayet sekizinci makamdır ve kişi bunlara sahip olmalıdır. Allah bunları kula kendi değeri ölçüsünde verir. Allah yolundaki kişi allah’ın kullarına karşı sevgi sahibi de olmalıdır. Aşk, şevk, fakirlik ve kanaatkarlık tarikat kapısının son makamıdır. Tasvvufun özünü aşk oluşturur. Hacı Bektaş-ı Veli aşkı, hayatın özü ve yaşama sebebi olarak değerlendirir. Kişiyi Allah’a erdirici güç aşktır. Ona göre, aşk 62 63
Hacı Bektaş-ı Veli, Manzum Makalat, Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat içinde, s. 152 Nahl Suresi, 43. Ayet
64
Zümer Suresi, 53. Ayet
38
kendini bilen ve nefsini kontrol edebilen kişinin gönlüne gelir; aşkı bulan da Allah’a ulaşır. Böylece kul marifet kapısına gelir, ilk makam; edep sahibi olmaktır. Allah’a ulaştıran tam bir imanın edepsiz olması mümkün değildir. Pes evvel bu durur söze girişde Edep saklaya kişi her bir işde Mü’eddeb kişiler gey hoş olurlar Edepsüz ma’riffatdan boş olurlar 65 Marifet ve hakikat kapıları edepli olmak, kokmak, perhizkar olmak, sabır ve kanaat sahibi olmak , utanmak gibi daha çok ahlak eksenli erdemleri içermektedir. Bu aşamaya kadar gelen mürid inandığı ve sahip olduğu bu vasıflar sayesinde inancını realize eder ve ahlaklı bir insan olarak hakikate ulaşır ve böylece fenafillaha erer. Iç gözüyle gözlemde bulunmak, ilm-i ledünni öğrenmektir. Tanrıya ulaşmanın yolu ise ilim öğrenmektir.
65
Manzum Makalat, (Haz. A. Güzel), s. 159.
39
İKİNCİ BÖLÜM
HACI BEKTAŞ-I VELİ’YE GÖRE DİNİN TEMEL KAVRAMLARI
40
A. İMAN ANLAYIŞI
Din anlayışı söz konusu olduğunda ‘iman’ kavramı ve imandan ne anlaşılması gerektiği önemli hale gelmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin din anlayışında iman ne ifade ediyor? İmanın temeli ve kaynağı ne? Onun iman anlayışı, din felsefesinin bir konusu olarak nasıl ele alınabilir? Bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle
din
felsefesi
problematiği
içinde
iman
meselesini
tanımlamak
gerekmektedir. Din felsefesinde iman konusu dahilinde genellikle şu tür problemler tartışılmaktadır. Öncelikle iman nedir sorusu ile imanın mahiyeti tartışma konusu edilmektedir. İmanın ne olduğu sorusuna verilecek yanıt, aslında vahye yüklenilen anlamları da ihtiva eder. İman, önerme formunda aktarılan ve bilgi değeri olan içeriklerin kabulü mü, yoksa Tanrı’nın bir şekilde kendini dışa vurmasına (hulul hadisesine) şahitlik etmek ya da böyle bir hadisede kendisini açığa vuran Zat’a duyulan güven midir? İmanın akli bir temeli olmak zorunda mıdır? Yoksa iman bireysel tecrübelere dayalı duygusal bir konu mudur? Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, imanın delillendirilmesi gerekli midir? İman, en genel anlamıyla, değerde nihai olan ve gerçeklikte temel olan şey hakkında verdiğimiz hükümdür.66 Hayatımızı anlamlı kılan, bütün davranışlarımıza yön veren en önemli kararlarımızı alırken bize referans olan, varoluşumuzu ilişkilendireceğimiz bir dayanak olması noktasında kayıtsız kalamayacağımız nihai kararımızdır. Bireyin temel varoluşsal bir taahhüdüne işaret eden iman, bir dizi tutum, huy, değer ve uygulamaları tarafından oluşturulan ve bunlarda ifadesini bulan
66
R. Kılıç, “Vahiy, İman ve Mucize Kavramları”, Din ve Ahlak Felsefesi, Ed. Recep Kılıç, s. 88.
41
karmaşık bir fenomendir. 67 Insanın temel düşünce kategorisi ve en kararlı eylemidir.68 Bu açıdan değerlendirildiğinde iman, dünyayı anlama ve açıklama çabamızın en önemli aşamasını oluşturur. Hâcı Bektâş-ı Velî'ye göre iman, dört kapı kırk makam içerisinde şeriat makamlarının birincisidir. “İman getirmek: Çalap Tanrı'ya inanmak, buyruğun tutmak imandandır. Feriştelerine (melaike) inanmak, Tanrı'nın Kur'ân'ına ve kitaplarına inanmak, dostlarına inanmak, kıyamete inanmaktır.”69 Bu bakımdan da iman, bütün eylemlerimizi önceleyen önemli bir konuma sahiptir. “Eğer uygulamada bu kırk makamın biri noksan olursa, o zaman hakikat tamam olamaz. Çünkü şartı eksik kalır. Mesela; herhangi bir kişi imanını diliyle ikrar ettiği halde kalbiyle tasdik etmezse, öşürünü, zekatını tam vermezse, hacca giderken yoldan geri dönerse, Tanrı Teala’nın hükümlerinden birini dahi batıl sayarsa, veya Hz. Muhammed’i inkar etse işlediği bütün ameller heba olur.”70 Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi iman; Allah inancı başta olmak üzere, peygamberlere, kitaplara, meleklere, ahirete ve kadere imanı da içeren komple bir kavramdır. Makalat’ı yorumlayan yazarlar, imanın Tanrı inancı başta olmak üzere peygamber, melekler, kitaplar, ahiret ve kadere olan inancı da ifade etmesi gerektiğini düşünürler.71 Bunlar aynı zamanda imanın konusunu da belirler. Getirdiği tanım, içinde Tanrı dışındaki unsurları barındırdığı için Hâcı Bektâş-ı Velî'nin imanı nasıl algıladığı sorusunun açık ve belirgin bir cevabı yoktur. Konusu Tanrı olduğunda iman kesinlikle tasdik olacaktır. Dolayısıyla iman; Hâcı 67
D. A. Pailin, Groundwork of Philosophy of Religion, London, 1989, s. 33. Wilfred Cantwell Smith, Faith and Belief, Princeton University Pres, New Jersey 1979, s. 33. 69 Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 66. 70 Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s.193-194. 71 Temel Yeşilyurt, “Alevi –Bektaşiliğin İnanç Boyutu” İslamiyat, Cilt: 6, Sayı: 3, s. 15. 68
42
Bektâş-ı Velî'ye göre, Tanrı’nın varlığını, birliğini ve vahiy yoluyla bildirdiklerini tasdik etmektir. Ancak iman tanımında geçen “dostlarına inanmak” maddesi göz önünde bulundurulduğunda iman, “güven” olarak da anlaşılabilir. Güvenilmesi veya tasdik edilmesi gereken imanın konusu bunlardan hangisi olursa olsun, bu güven veya tasdikin içten ve kalbi olması ve dille anlatımı temel koşul olarak görülmektedir. Ve ger ni gönli gözi irmezise Dille hoş şehadet virmezise Bayık bilün ki oldur bellü kafir Mukim olsun gerek ol, ya müsafir72 Mısraları dikkate alındığında, iman alanında insanın iç dünyası ile dış dünyası arasındaki olası bir uyumsuzluk kabul görmemektedir.73 Hâcı Bektâş-ı Velî'nin iman anlayışında, insanın içi ile dışı arasındaki tutarlılık oldukça önemlidir. Ten-can dünyası veya akıl-gönül dünyası dediği bu iki dünyanın hiçbir sebeple uyumsuzluk göstermemesi gereklidir. Kalp ile tasdik, dil ile ikrar şeklinde formüle edilen bu birlik, Hâcı Bektâş-ı Velî'de imanın özüdür. Arifler katında iman akıl iledir ancak bu imanı kalple tasdik edip dille de anlatmak gerekir, aksi münafıklık sebebidir. 74 “iman akıl üzredir arif katında Pes andan sonra her bir sıfatında ..... Pes evvel böyle buyurmuşdur üstad
72
Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 302. Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 68; Temel Yeşilyurt, a.g.m., s. 15. 74 Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 68. 73
43
Şahadet vire dil ile kıla yad” Bu ifadelerin ışığında iman, temelde bir tasdik ya da tecrübe şeklinde anlaşılabilir. Ancak bu ayrımlar tesadüfi değildir. İmanın neliği noktasında belirleyici olan vahyin mahiyetidir. Önermesel bir vahiy anlayışı söz konusu olduğunda iman, bu önermelerin akla dayalı bir tasdiki olur. Vahyin Tanrı’nın hululünün gerçekleşmesi veya Zatını açığa vurması şeklinde anlaşılması halinde de iman, bir tecrübe türü veya güven anlamına gelir. Son dönem din felsefesi kitaplarında sıkça rastlanılacağı şekliyle iman iki türlüdür. Bu ayrımda esas olan bilindiği üzere vahyin de iki farklı anlaşılma şeklinin olmasıdır. İki yaklaşım arasındaki farklılık, imanın konusundan kaynaklanır. Önermesel iman anlayışında, iman bir hakikati tasdik yani bir önermeyi kabulden ibarettir. İslam dünyasındaki genel yaklaşım da budur. Eş’ari ve Maturidilerin çıkarımsal bilgiyle imanı temellendirme anlayışları buna örnektir. Eş’ari ve Maturidi kelamcıları imanı çıkarımsal bilgi olarak kabul ederler ve imanın kesin kanıtlara sahip olduğu iddiasındadırlar. Ancak iman aynı zamanda varoluşsal unsurlar da içerir. Eş’ari imanı, bilgi ve tasdik olarak yorumluyor. Bu tanımda tasdik ve kalp kavramları önem kazanmaktadır. Kalp kavramı, Eş’ari terminolojide düşünme, bilme, akıl yürütme gibi bilişsel fiillerin merkezi olarak kullanılır. İman çıkarımsal bir kabuldür ve kalp kavramı içeriğine referansla hiçbir çelişki yaratmaz. İmanı, bilgi; inançsızlığı ise cehalet olarak tanımlayan Eş’ari tasdikten ‘doğru kesin inancı’ kastediyordu. Onlarda bu tanımı karşılayan iki kavram vardır. İlki inanç(itikat); ikincisi bilgi(ilm)dir. Eş’ariler inancı, imanın daha alt bir seviyesi olarak görmüşlerdir. Tasdikin en önemli özelliği, kesinliğe sahip olmasıdır.
44
Kesinliğin iki anlamı vardır. Bir anlamına göre kesinlik; kişiseldir ve zihinsel durumu ifade eder. Diğer anlamında ise inançların kanıtsal gücüne işaret eder. İmanı tanımlarken kullanılan bilgi herhangi bir bilgi değil bir önermenin bilgisidir. Tasdiki bilginin oluşabilmesi için kesin bir inancın olması ve doğruluğunun kanıta dayanması gerekir. Eş’ari düşüncede iman, inançtan farklıdır; o, tasdiki bilgi ile özdeştir. İnanç, imandan daha düşük bir seviyeye karşılık gelir. Bilgi, her koşulda doğru olmalıdır inanç ise doğru da yanlış da olabilir. Ayrıca bilgi mutlaka objektif kesinliğe sahip olmalıdır. 75 Hâcı Bektâş-ı Velî'de imanın mahiyeti ile ilgili, din felsefesi veya sistematik kelam disiplini içinde yapılageldiği şekilde analitik tahlillere yer yoktur. O, iman ile ilgili teorik tahliller yerine bir aksiyon insanı olarak nelere iman edileceği konusunu daha çok önemsemiş gözükmektedir. Ona göre temel inanç esasları uluhiyet, nübüvvet ve ahiret olarak belirlenmiştir. Buna bağlı olarak küfür de bunların inkarı olarak tanımlanmalıdır. Yine bu noktada Hâcı Bektâş-ı Velî ile Bektaşiliğin sonraki dönemleri arasında bariz bir farklılık vardır. Hacı Bektaş imanı, dolayısıyla inkarı bu kavramlarla sınırlı tutarken daha soraki dönemlerde evliya, enbiya, ulema, tarikat, hakikat ve marifet kavramları da iman/inkar kapsamına dahil edilmiştir. 76 İmanın davranışa dönük olması Hâcı Bektâş-ı Velî'nin sık sık dile getirdiği bir konudur. Peki imanın ameli yönünün Hâcı Bektâş-ı Velî'nin iman anlayışı içindeki yeri nedir? Davranışa dönüşmeyen bir iman iman olarak kabul edilebilir mi? Yani amel, imanın rüknü müdür yoksa gereği midir?
75
Geniş bilgi için bkz: Hanifi Özcan, Epistemolojik Açıdan İman, Marmara Üniv. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1992. 76 Hasan Yüksel-Saim Savaş, Üveysilikten Bektaşiliğe Kitab-ı Cebbar Kulu, Dilek Matbaacılık, Sivas 1997, s. 22.
45
İnanmak, Tanrı’nın emir ve yasaklarını yerine getirmeyi gerekli kılar, ancak imanın ahlaki boyutu da oldukça önemlidir. “Gönül; büyük bir şehirdir ki, Allah’u Teala gökte, yerde, yerin altında her ne yarattı ise, bunların hepsi o şehirde vardır ve o şehre sığar. Ve hem o şehirde iki sultan vardır. Birisi Rahmani, ikincisi de şaytanidir. Rahmani sultanın adı Akıl’dır, naibi iman subaşısı miskinliktir. Ve her kalbin sağında yedi kalesi vardır. Hakk Subhanehu her bir kalede bir muhafızı vekil bırakmıştır. Bunlar ilim, cömertlik, haya, sabır, perhizkarlık, korku, edeb’dir.„77 Bu ahlaki niteliklerden yoksun bir iman düşünülemez. Yani iman tek başına tanımlanabilecek ya da amenna(inandık) demekle bitecek bir kavram değildir. Akıllla sorgulanmalı, ilimle taçlandırılmalı ve cömertlik, edep, korku gibi ahlaki faziletlerle yaşanmalıdır ki anlamını bulsun. Ancak Hâcı Bektâş-ı Veli, imanı salt davranışlara da indirgemez. Temel inanç esaslarını kabul ettiği halde amel noktasında eksikleri olanları küfürle değil asilikle nitelendirir. Buradan da anlaşılacağı üzere imanın davranışa dönük yönü onun için vazgeçilmez ve tamamlayıcı bir unsur olmakla birlikte imanın özünden kabul edilmez. “... amma ibadet ve taata gelince: Amel, imandan ayrıdır. Ve iman taattır. Değme taata iman ermez, küfür de günahtır, amma değme günah küfre ermez.„78 Amel, imanın rüknü değildir ancak Hâcı Bektâş-ı Veli’nin temel felsefesi olan dört kapı kırk makam anlayışının amacı olan insan-ı kamil’e ulaşmanın şartıdır. İslam kelam ekollerinin çoğu önermesel imanı esas alırlar, çünkü Allah’ın akıl yoluyla bilinebileceğine inanırlar. Hâcı Bektâş-ı Veli’nin iman anlayışının da 77 78
Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 197. Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 177.
46
bu çizgide olduğunu görmekteyiz. “Maturidiler ve Mutezile bunu insan için bir zorunluluk ve mükellefiyet olarak görmüşlerdir. Eş’ariler akıl yoluyla Allah’ın varlığına ve birliğine varılabileceğini kabul etmelerine rağmen buradaki bilinme zorunluluğunun akılla değil, peygamberlerin getirdiği mesajla tesis edilebileceğini kabul ederler.”79 Burada Hâcı Bektâş-ı Veli’nin ikinci anlayışa daha yakın olduğu kanaatindeyiz. Her iki anlayışın da temelinde delillere dayanan iman konularının kesin bir biçimde kanıtlanabileceği iddiası vardır. Delillendirme konusunda Hâcı Bektâş-ı Veli’nin böyle bir sorunu olmadığı açıktır. Tanrı’nın var olduğu, onda tartışmalı ve delillendirilmesi gereken bir konu olmaktan öte açık seçiktir. Kişi kendi noksanlıkları sebebiyle bunu açıkça görmekte zorlanabilir. Bunun ötesinde bir problem yoktur. “ve hem ten(vücut) de dahi Çalap Tanrı’nın birliğine işaret eden beş delil var. Onlar da:
Birinci delil, Cebrail’in geldiğine; ikinci delil, Hz. Muhammed’in
peygamber olduğuna; üçüncü delil, Hz. Muhammed’in faziletine; dördüncü delil, yaradılmış nesnelerin öldükten sonra tekrar dirileceklerine; beşinci delil, Çalap Tanrı’nın birliğine, varlığına, sonra onun insan yok iken onları yarattığına dairdir. „80 Kısacası Hâcı Bektâş-ı Veli’de Tanrı’nın varlığı mutlaktır, sadece onun varlığının bilinmesi, açık seçik olanın insanlarca görülüp görülememesinden ibarettir. Bunun için de insana kendi varoluşuna yönelmesi öğütlenmektedir. Kişi aklıyla evrende ve kendi bünyesinde Tanrı’yı bulmalıdır. “Amma her kişi kim iman ten üzeredür dirise hatadur. Ve eğer can üzeredür dirise hem hata’dur. Pes şöyle bilmek gerek kim: iman akıl üzeredür, arifler katında: 79 80
M. S. Reçber, Tanrı’yı Bilmenin İmkanı ve Mahiyeti, s. 38. Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 238.
47
amma ma’rufi: bir dil üzeredür, ikinci gönül üzeredür. Pes her kim çalap Tanrı’ya gönülden danukluk virmese mutlak kafirdur.”81 İman akıl ilişkisi bağlamında bu sözleri değerlendirdiğimizde Hâcı Bektâş-ı Velî’nin akılcı bir iman anlayışı olduğunu söyleyebiliriz. Ama bundan hiç bir zaman katı akılcılığı kastetmiyoruz. Akıl süzgecinden geçmiş, söz ile ifade edilmiş ve kalpte de hissedilmiş bir imanın gerekliliğinden bahsederken Hâcı Bektâş-ı Velî'nin sünni terminolojinin, “iman, kalp ile tasdik dil ile ikrardır“ şeklindeki
klasik iman
tanımıyla birebir örtüşmesi dikkat çekicidir. Benimsenmesi ve inanılması gereken nesne ne olursa olsun bu kabullenenin içten ve kalbi olması ve dille anlatımı temel koşul olarak görülmektedir.82 Manzum makalatta geçen ifadelerden de anlaşılacağı üzre imanın sözlü ikrarı, imanın bir rüknü olarak kabul edilmekte ve şehadetin terk edilmesini Hâcı Bektâş-ı Velî, küfür sebepleri arasında görmektedir. Yine imanın en önemli şartı Allah’ı gönülden ve şüphesiz kabul ve tasdik etmektir ki şirk, Allah’ın bağışlamayacağı tek günah olarak ifade edilmektedir. “Şüphe yokki o münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.“83 Çağdaş din felsefesinin en temel problemlerinden biri olan iman-akıl ilişkisi bağlamında ortaya çıkan meselelerden biri de imanın haklı çıkarımı meselesidir. İmanın makul ve doğrulanabilir olup olmadığı sorusu, hem imanın akli sorgulamalara kapalı, bir irade ve duygu işi olduğunu söyleyen fideistler için hem de imanın bir delile ve temele dayalı olarak kabul edilebileceğini söyleyen rasyonalistler için anlamlıdır. Dini inancın haklı çıkarımı ile ilgili sorun iki kısımdan oluşur: 81
Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 67. Yeşilyurt, a.g..m, s. 15. 83 Nisa Suresi, 145. Ayet. 82
48
Birincisi dini inanç makul ve haklı çıkarıma uygun bir inanç mıdır? İkincisi, inancın haklı çıkarımı gerekli midir? Bu konuyla ilgili farklı yaklaşımlar söz konusudur. Bazı filozoflara göre dini inanç rasyonel değildir dolayısıyla bunun gösterilmesi mümkün değildir. Bazıları ise dini inancın rasyonelliği konusunda uzlaşırken bunun gösterilmesinin gerekli olup olmadığı noktasında farklı düşünürler. Özellikle Tanrı inancının akli olduğunu söyleyen günümüz din felsefecilerinden Swinburne (19..-) ve Plantinga (1932-) arasında da imanı ispatlama yönteminde birtakım ayrılıklar olduğunu söylememiz mümkündür. Swinburne imanı temellendirme noktasında epistemik ihtimaliyet ifadesini kullanırken, Plantinga dini ifadelerin delillendirmeye ihtiyaç olmayan temel inançlar olduğu üzerinde yoğunlaşmıştır. Plantinga “Bu inançları destekleyen hiçbir delil olmasa da dini inançların tamamen rasyonel ve tam anlamıyla tasdik edilmiş inançlar olmasının mümkün olduğunu ifade etmektedir.” Herhangi bir delil ve kanıt olmaksızın da Tanrı inancı, doğru, rasyonel, makul ve uygun olabilir. Ancak bu ifadelerde Plantinga’nın fideist bir görüntü sergilemiş olduğunu anlamış olsak da, fideist bir anlayıştan uzak olduğu yine onun dini inançlara getirmiş olduğu yorumlarda görürüz. Fideizm, imancılık anlamına gelen bu yaklaşım dini inancın rasyonel değerlemdirmeye konu olamayacağını iddia eder. Buna göre Tanrının varlığına imanım var demek bunu her hangi bir delil veya akıl yürütmeye dayandırmadan kabul ederim demektir. Bu noktada Plantinga’nın farkı daha netleşmektedir. Çünkü bu düşünür inancın temellendirilmesine değil temellendirmeciliğin temel inançlar noktasında getirdiği ölçütlere itiraz eder. Plantinga Tanrı inancının zaten temel inanç olduğuna vurgu yapar.
49
İmanı tamamen rasyonel bir düzlemde değerlendiren Swinburne, dini inançları temel inançlar olarak kabul eder. Ona göre deliller mutlak anlamda kesin sonuç veren mantıksal kanıtlar olmak zorunda değilken, dini inanç da mantıksal bir zorunluluk değildir. Bir önermenin epistemik ihtimaliyeti, delillerin, o önermelerin doğru olmasını muhtemel kılma derecesinin bir ölçüsüdür. Bize göre Plantinga ile aralarındaki en büyük ayrılık noktası Plantinga’nın imanı kabul noktasında ele almasına karşın, Swinburne’in imanı delillerden hareketle temellendirmeye tabi tutmasıdır. Böylesi çabalar imanın rasyonelliğinin ortaya konulması gerektiğinden hareket ederken felsefe tarihi içinde, imanın kabul edilebilir olması için rasyonel olmasının gerekli olmadığını iddia eden görüşler de vardır. Bir şeye inanan ve inanmayan arasında böylesi deliller öne sürülerek ortak bir anlam alanının yaratılamayacağı fikri de oldukça yaygındır. Hacı Bektaş-ı Veli’de bu tür tartışmalara tekabül eden teorik tahlilleri bulamayız. Çünkü o, ne fideistler gibi imanın akli sorgulamalara kapalı olduğunu düşünür ne de imanın bir delile dayalı olarak kabul edilebileceğini savunur. Hacı Bektaş-ı Veli’de iman bir akıl işidir ancak bu, imanın kabulü noktasında değildir. Onun akli sorgulamaları imanın haklı çıkarımına yönelik değildir; zaten haklı ve kabul edilmiş bir imanın gerekçeleridir.
B. TANRI ANLAYIŞI
50
Hacı Bektaş-ı Veli
düşüncesinde
Tanrı’nın
varlığına,
birliğine
ve
peygamberin gerçekliğine olan inanç oldukça yerleşik bir yapıdadır. Tanrı, zorunlu varlıktır.84 Yokluğu düşünülemeyen ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrı için, Çalap Teala, Cenab-ı Hak, el-Hayyu’l-Kayyum gibi isimlerin kullanıldığı görülür.85 “...şimdi insan gerek ki suya; su, gerek ki abdeste; abdest, gerek ki namaza; namaz, gerek ki Çalap Teala’ya yarasın. Nitekim Cenab-ı Hak buyurur:...” Allah sözcüğü ise onun zati ismidir. “Başkasını ve tamamını da Allah bilir. Çünkü Allah, va’llahu alemü bi’ssevab.”86 Dini kullanımlarda yaygın olarak Tanrı; Evvel, Ahir, Zahir ve Batın gibi isimlerle zikredilir. Zahir bu alem olarak anlam bulurken Batın’ı da öteki alem olarak yorumlanmaktadır. “Çalap Teala, dünyada her ne yaratmış ise, bunların hepsi insanoğlunda vardır. Hatta belki de daha fazlası vardır. Zira ki bunca gönüllerde sır vardır da anlatılamaz, niteliği kelimelerle ifade edilemez. Ve hem Çalap Teala’nın zahiri ve batını vardır. Bunların; zahiri, bu cihan; batını, öteki dünya(ahiret) dır.”87 Tanrı’ ya atfedilen sıfatlar bunlarla sınırlı değildir daha pek çok isim ve sıfat kullanılmaktadır. O, birdir, şeriki ve nazırı yoktur, eşi ve benzeri yoktur, yemez, içmez, elden gözden dilden münezzehtir. Evveli ve ahiri yoktur, varlığı başka bir varlıkla öncelenmemiştir. Hayır, şer, sağlık ve mevt Allah’tandır.
84
Hacı Bektaş-ı Veli, Kitabu’l – Fevaid, (Haz. Baki Öz), Can Yayınları, İst. 1996, s. 85. Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 170. 86 Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 175. 87 Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 240. 85
51
Bir dinin temelinde o dine ait Tanrı algılamaları yer alır. Bu ifadelerden anlaşıldığı üzre Hacı Bektaş Veli’nin monoteist bir Tanrı tasavvuruna sahip olduğu oldukça açıktır. Peki monoteist Tanrı anlayışı nedir? Tektanrıcılık anlamına gelen bu ifade aynı zamanda teistik Tanrı anlayışının da prototipini oluşturur.88 Tanrı’nın yokluğunun düşünülemeyeceği bu anlayışa göre Tanrı; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, ezeli, ebedi, mutlak iyilik, irade ve hürriyet sahibi, tüm varlıkların yaratıcısı ancak yaratılmamış, daha mükemmeli olmayan, düşünülemeyen tek varlıktır. Bu noktada teizmin Tanrısının daha net bir ayrımını yapabilmek için din felsefesinde
tanımlanan
Tanrı
tasavvurlarından
bahsetmek
gerekmektedir.
Teizm(monoteizm) tektanrıcılık anlamına gelir ve üç büyük dinin Tanrı anlayışını içerir. Teizmin Tanrısı yaratan ve müdahale eden bir Tanrıdır. Kendisi öncesiz ve sonrasız olan Tanrı, bütün alemi mutlak kudretiyle yoktan yaratandır. Mutlak güç ve kudret sahibi ve yokluğu düşünülemeyen zorunlu bir varlıktır. Deizm; Tanrının varlığını Kabul eder ancak onun alemle ilişkisi noktasında teizmden farklılıklar gösterir. Deizmin tanrısı yaratan ancak yarattıktan sonar alemden elini çekip gökteki makamına çekilen yetkileri sınırlandırılmış bir Tanrıdır. Sadece akılla ulaşılabilen doğruları Kabul eden deizm, vahye dayalı tarihsel bir dini reddeder. Dolayısıyla doğal dini Kabul ederler. Bu dini anlayışta Tanrı vardır ancak peygamber, melekler ve ahiret inancı yoktur. Panteizm, Tanrı ile alemi bir ve özdeş kabul eder. Bu anlayışa göre alem Tanrının bedenidir ve yaratılmış her şey bir bütünlük içindedir ve bu bütünlük Tanrının kendisidir. Teizmden çok temel noktalarda ayrılık gösterir. Panteizmde
88
Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. M.S.Reçber, “Tanrı: Tasvvurları, Sıfatları ve Delilleri”, Din ve Ahlak Felsefesi, Ed. Recep Kılıç, Ankara 2006, s. 32.
52
Tanrı aleme aşkın değil içkindir ve yaratan-yaratılan ilişkisi açısından ontolojik bir öncelik söz konusu değildir. Panenteizm, süreç teizmi olarak da bilinir. Bu anlayışa göre, tanrı tamamen kişisel niteliklerle donatılmıştır ve alemin geçirdiği süreç içinde o da değişir ve dönüşür. Bu noktada zamansal bir özdeşlik de söz konusudur. Yani alem, Tanrının bedenidir ve birlikte varolmuşlardır. Yaratma konusunda teizmden tamamen ayrılır. Çünkü ontolojik bir varolma hiyerarşisinden çok süreç içinde birlikte varolma sözkonusudur.89 Tanrı tasavvurlarımız aslında Tanrı’ya yüklediğimiz sıfatların(niteliklerin) da belirleyicisidir. Dolayısıyla her Tanrı tasavvurunun öngördüğü belli sıfatlar vardır. Biz de bu noktada Hacı Bektaş-ı Veli’nin Tanrı’ya yüklediği sıfatlardan yola çıkarak onun Tanrı tasavvurunu belirlemeyi seçtik. Mükemmel varlık olan Tanrı’nın mükemmel sıfatlara sahip olması kaçınılmazdır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Çalap Taala’sı da mükemmel nitelikleri olan bir varlıktır. Ancak o, bu niteliklerin bilinemeyeceğini düşünür. Bununla birlikte bu tutum, Tanrı ve nitelikleri konusunda Din Felsefesi literatüründeki agnostik tutumla 90 ilişkilendirilemez.
89
Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. M.S.Reçber, a.g.e., s. 24-31.
90
Agnostisizm ya da bilinmezcilik, tanrının ya da tanrıların varlığının ya da yokluğunun bilinemeyeceğini öngören felsefe akımı. Bu felsefenin takipçilerine agnostik denir.Kökeni eski Yunan'daki Sofistlere kadar uzanan agnostisizm kelime olarak eski Yunanca'daki agnostos, yani "bilinemez olan" kelimesinden gelir. Gerçekte, bir dinden ya da öğretiler bütününden ziyade bir konsepttir. "Bilinmezcilik" olarak tanımlanması, aslında dinlerin öne sürdüğü Tanrı anlayışının gerçekliğinin bilinemezliği değildir. Bu akım, insanın bilme yetisinin sınırlı olduğunu ve bu nedenle, görülebilenin ardındaki hakikati yakalayamayacağını savunur. Thomas Henry Huxley, agnostisizm'i tanımlarken insanların ölüm sonrası ve tanrının varlığı konularında akıl yürütmekten kaçınmaları gerektiğini söylemekle kalmamış, bu bakış açısından değerlendirildiğinde değillenemeyecek hiçbir önerme ya da yanlışlanamayacak hiçbir bilgi olmadığını da eklemiştir.Agnostisizm, tüm dinleri ve dolayısıyla onların tanrılarını kesin olarak reddeder. Doğaya müdahale etmeyen, belki bilinci dahi olmayan bir Tanrı'nın olup olamayacağını bilemeyeceğimizi öngörür. Bu anlamda Deizmin ve Ateizmin dogmatik tutumundan uzak olduğu vurgulanabilir.
53
Tanrı’nın mutlak kadir oluşu, bütün kainatı kuşatıcılığı ve her yerde hazır nazır oluşu Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesinde oldukça açıktır. Ancak Tanrı’nın varlığı bilinmekle birlikte nitelikleri sadece akılla bilinemez. ‘Nitekim, Çalap Tanrı’nın varlığı bilinir ancak onun niteliği bilinemez: O gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da kendilerine eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O, bütün söylenenleri işitir, bütün yapılanları görür. (Şura, 11)” 91 O’nun niteliklerini bilmekte bilginler acizdir ancak O’nun adlarını bilebilirler. “ve dahi gönlün varlığı bilinir, fakat niteliğini bilmekte alemler aciz kalır. Ve hem gönlün, Tazı(Arap) dilinde yedi adı vardır. 1. Kalp 2. Canan 3. Ruh 4. Bal(Kanat) 5. Halad 6. Zamir 7. Fu’ad ve her bir adının da yetmiş iki manası vardır. Demek ki bunların herbirinin manasını bilmede bütün alimler aciz kalır. Şimdi aziz kardeşim! Çalap Teala’nın da niteliğini bilmekte bütün alimler aciz kalır. Yalnız onun adlarını bilirler. Hakk Teala’nın Kur’an’da doksan dokuz ismi vardır. Bunlar Allah’ın isimlerini “ilme’l –yakin” ile bilebilirler. Onun için onun bin ismi vardır derler, fakat niteliğini bilmekte bütün alem acizdir.” 92 Tanrı’ya ilişkin bilgimizin imkanı, insanın kendi nefsini bilmesiyle ilişkilendirilmektedir. Bu konu, Makalat’ta arifler ve muhibler arasındaki bir diyalogla anlatılır. “Çalap Tanrı’yı nasıl bildin?”şeklindeki bir sorunun cevabı, “Çalap Tanrı’yı kendi özümüzden, kendimizi de Çalap Tanrı’dan bildik”93 şeklinde olacaktır. İnsanın hakikati de zaten bu sözlerin içinde saklıdır. İnsanın kendini
91
Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 244. Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 238. 93 Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 175. 92
54
bilmesi, ancak kendi varlığına dönmesi ve kendini orada araması ile gerçekleşir. İnsanla gerçekliği arasındaki perde ancak o zaman kalkar. Zaten muhibler, Allah’a ulaşabilmek için kendilerini bulup, O’nun birliğini anlayıp, canlarını ve hallerini birleştirmeyi (bir olmak) amaç edinmişlerdir. Muhiblerin en büyük arzuları ise Allah’a ulaşabilmek için kendilerini onun birliğinde bularak canlarını ve hallerini birleştirerek BİR olmaktır.94 “Biz ise ona, ilim ve kudretimizle sizden daha yakınız ; fakat siz göremezsiniz. (Hadid, 56) Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf, 16)”95 Bu ayetlerle de örneklemek istediği üzere Hacı Bektaş Veli,
Tanrı’nın
insana, kendisinden bile yakın oluşundan, onun nefsinin kendisine fısıldadıklarını dahi bilmesinden
yola çıkarak insanın Tanrı’yı bulma sürecini kendisini bilme
sürecinden başlatmaktadır. Bir başka açıdan da mutlak varlığın en olgun ve son zuhuru insandır. Ve bu nedenle de kainatın hulasasıdır. Yani kişi, Tanrı’yı yalnızca kendinde bulabilir. Ancak bu görüş daha sonraki dönemlerde oldukça abartılmış ve her şeyi Tanrı’nın tezahürü olarak gören bir anlayışa dönüşmüştür. Bu anlayışa, O’nun adına ya da O’nun bünyesinde bütün varolanları yok sayma şeklindeki bir varlığın birliği düşüncesi de denilebilir. Varlığın birliği düşüncesi, Bektaşi düşüncesinde panteist açılımlara değin gidebilen önemli bir dini hareket noktasıdır; pek çok açıdan tanrı-insan-evren arasındaki bu ilişki bu perspektiften açıklanmaya çalışılır.
94 95
Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 174. Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 175.
55
“İnsan kendisini Tanrı’dan ayrı hisseder ve çevresine dünyaya da ayrı imişler gibi bakar. Bu görünen ayrılıkta hakikatin tek dokunuşu, insan ve evrenin Tanrılık’ın tezahürleri olduğu gerçeğinde yatar, bu nedenle de insanın içinde her zaman, çıktığı kaynakla yeniden birleşmeye çalışan bir gerçek varoluş kıvılcımı vardır... Ben birliğin mümkün olabilmesi için fethedilir.” 96 Ancak burada bahsettiğimiz anlayış ile Hacı Bektaş Veli düşüncesini özdeşleştirmek kesinlikle imkansızdır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bu düşünce Bektaşiliğin ikinci dönemlerine aittir; varlığın
birliği düşüncesinin aşırı
yorumlarından ibarettir. Her ne kadar Hacı Bektaş Veli’de de Tanrı’ya yöneliş kişinin kendisine ve evrene yönelmesiyle başlatılsa da sonuç olarak bu noktaya asla ulaşmaz. Ayrıca klasik teist çizgide tanımladığımız Hacı Bektaş Veli için panteizm büyük bir çelişki yaratmaktadır. Maalesef günümüzde de Bektaşilik ve Hacı Bektaş Veli’nin özdeşleştirilmesinden kaynaklanan böyle bir yanlış algılama söz konusudur. Üstelik bunun, tasavvuf geleneğinin ve mistisizmin zorunlu bir sonucuymuş gibi aksettirilmesi de farklı yorumlara sebep olmaktadır. Burada İslam tasavvuf düşüncesindeki vahdet-i vücûd anlayışı ile panteizm arasındaki farka da işaret etmek gerekmektedir. Vahdet-i vücûd düşüncesinde Allah, yoktan yaratıcı, vahiyle tarihe mucize ile tabiata müdahale eden bir fâil-i mutlak iken, panteizmde yoktan yaratma düşüncesi olmadığı gibi vahiy anlayışına da yer yoktur. Ayrıca vahdet-i vücûd’dan farklı olarak panteizm’de Tanrı, kendi ihtiyârı ile fiilde bulunan bir fâil de değildir. Vahdet-i vücut anlayı Tanrı tasavvuru açısından klasik teizmin Tanrısını benimser. Çünkü bu anlayış her ne kadar tasvvufi niteliklere
96
Birge, Bektaşilik Tarihi, s. 126.
56
bürünmüş olsa da İslam çizgisi içinde tanımlanan bir Tanrıyı kabul eder. Vahdet-i vücut düşüncesi Tanrının ilahi nefesinden bütün yarattıklarına üflediğine dair bir inanca dayanarak yaratılmışların tanrıyla bir ve bütün olduklarını iddia eder. Bu bütünlük kesinlikle panteizmin Tanrı-alem özdeşliğiyle aynı değildir. Bir tarafta hür ve mutlak iradesiyle yaratan ve her şeye gücü yeten bir Tanrı varken diğer tarafta yaratma konusunda gücü ve iradesi olmayan bir varlık sözkonusudur. Vahdet-i vücut düşüncesindeki birlik, aşkın bir sevgiyle bir olmuş yüreklerin yaratana dönme isteğinin bir ifadesidir. Makalat’ta Allah’ın kullarına yakınlığı daha çok vahdet-i vücut görüşü içinde ele alınmış ve ayetlerle delillendirilmiştir. “ ben ona şah damarından daha yakınım.”97 “ve Tanrımız tek bir Tanrı’dır, ondan başka Tanrı yoktur.” Yine Manzum Makalat’ta; Dahı bildürdi ol Hak birliğini Ve hem kendüye layık dirliğini Didi kim birliğümde yohdur inkar Bu ayet kıldı “Vahid” ismin izhar 98 ifadeleri ile Hacı Bektaş Veli’nin vahdeti vücuttan ne aldığı açıkça görülmektedir. Aynı sorun, Bektaşiliğin antropomorfist şekilde tanımlanan Tanrı anlayışında da görülmektedir. Kişiselleştirilmiş, bir dost, arkadaş gibi ele alınan ya da bir insana hulul eden bir Tanrı anlayışı, kesinlikle Hacı Bektaş Veli’nin Tanrı anlayışıyla bağdaştırılamaz. Nitekim bu konuda delil gösterilen eserler de son dönem eserleridir. Bir erken dönem eseri olan Makalat’ta anlatılan bir hikayede bir gün Hz. Ali’ye 97 98
Kaf Suresi, 16. Ayet. Manzum Makalat, (Haz. A. Güzel), s. 177.
57
‘taptığın Tanrı’yı görüyor musun?’ diye sorarlar. O da ‘eğer görmeseydim tapmazdım’ şeklinde cevap verir. Bunun üzerine Hacı Bektaş Veli şöyle der: “Öyle ise bütün müminlere vaciptir ki, Hakk Subhanehü Teala Hazretlerini her yerde hazır bilmeli ve görmelidirler.”99 Buradan da anlaşılacağı üzre Hacı Bektaş Veli, Tanrı’nın görülmesi olayının O’nun her yerde hazır oluşu şeklinde anlaşılması gerektiğini kast etmektedir. Dolayısıyla Tanrı’nın görmesi, Tanrı’nın görülmesi, elinin üzerimizde olması gibi ifadeler Hacı Bektaş Veli düşüncesinde kişisel insani özellikleri olan bir Tanrı anlayışına değil Tanrı’nın aşkın ve her an üzerimizde oluşuna işaret eder. Yine Bektaşilik içinde yaygın bir kanı olan Tanrı’nın Hz. Ali’ye hulul etmesi gibi bir anlayışa da Hacı Bektaş Veli düşüncesinde kesinlikle rastlanmaz. Çünkü Hacı Bektaş Veli bütün dayanağını Kur’an
ve sünnettten alır. Kur’an’da
bulunmayan bir öğretiye Hacı Bektaş Veli düşüncesinin genelinde asla rastlanmaz.
C. VAHİY, NÜBÜVVET VE AHİRET ANLAYIŞI
Hacı Bektaş-ı Veli’nin din anlayışının belirlenmesi ile ilgili çalışmamızda diğer iman esaslarına da değineceğiz. Nübüvvet, ahiret, kutsal kitap özelinde vahiy, imamet gibi konularda Hacı Bektaş-ı Veli nasıl bir yaklaşıma sahiptir? Bu konular onun, iman anlayışını şekillendirmede belirleyici ve tamamlayıcı önemli bir yere sahiptir.
99
Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 232
58
Bu bağlamda önemli konulardan birisi de vahiy anlayışının belirlenmesidir. Hatta vahiy, bir dini sistemi tanımlamaya başlamanın anahtar kavramlarından olduğu için önceliklidir. Çünkü bundan sonraki bütün tanımlamalarımızı biraz da vahiy tanımına bağlı kalarak yapmak zorundayız. Biz de bu bağlamda Hacı Bektaş-ı Veli’nin vahiy anlayışını din felsefesinin bir problemi olarak ele alacak ve paralelinde gelişen tartışmaları tasvir etmeye çalışacağız. Dinin en temel kavramlarından olan vahiy kelimesi Arapça’da “gizli bir şekilde bildirmek, konuşmak, ilham etmek, ima ve işarette bulunmak”100 gibi anlamlara gelmektedir. İngilizce karşılığı olan “revelation” bilgiyi, insana ilahi ve tabiatüstü bir yolla bildirmek anlamındadır. 101 Vahiy, din felsefesinin bir problemi olarak da son zamanlarda çok tartışılan bir konu haline gelmiştir. Tanrı ve insan ilişkisinde vahyin yeri nedir? Bilgi öğretisi olarak ele alırsak ne tarz sorunlarla karşı karşıya kalırız? Vahiy bir bilgi kaynağı mıdır? Diğer bilgi türleri arasında ne tür bir değere sahiptir? Vahiy ile akıl arasındaki ilişki nasıl olmalıdır? Vahiy, akılla çelişir mi? Soruları etrafında gelişen problem cevapların da çeşitliliği sebebiyle görüş ayrılıklarına yol açmıştır. Özellikle vahyedilen şeyin neliği hakkındaki ayrılıklar, farklı vahiy anlayışlarının da oluşmasına sebep olmuştur. Bu ayrılıklar genellikle “önermesel” ve “önermesel olmayan” vahiy anlayışları şeklinde değerlendirilir. Bu ayrımda vahyin nesnesi belirleyici olmuştur.
100
İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, c. XV, Beyrut 1956, s.381; Recep Kılıç, Modern Batı Düşüncesinde Vahiy, A. Ü. İ. F. Yayınları, Ankara 2002, s. 5 101 The Shorter Oxford English Dictionary, ed. by C.T. Onions, c. II, Oxford 1983, s. 1819; Kılıç, a.g.e., s. 5
59
Bu iki anlayış, “önerme merkezli” ve “kişi merkezli” vahiy anlayışları olarak da isimlendirilir. 102 Önermesel vahiy anlayışında vahyin içeriği önermelerdir. Dini doğrular Tanrı tarafından insanlara önermeler şeklinde bildirilir. Vahyin bu şekilde anlaşılması kutsal kitapla ilgili tanımlamamızı da belirler. Önermesel vahiy anlayışı, ilk zamanlarından itibaren Hıristiyanlıkta ve bütün tarih boyunca İslamiyette hakim olan görüştür. Klasik vahiy anlayışı olarak isimlendirilen bu görüş Hıristiyan kültür havzasında bu gün de Katolik dünyada hakim olmaya devam etmektedir.103 Önermesel olmayan vahiy anlayışına göre ise, vahyedilen şey, Tanrı’nın bizzat kendisidir. Bu anlayışta ilahi hakikatlerin Tanrı tarafından yine ilahi olan bir şekilde bildirilmesi iletilmesi söz konusu değildir. Vahiy, önermesel değeri olmayan, tanrısal yaşantıyı ifade eden beşeri teşebbüslerdir. Bu, dinin kutsal kitaba bakışını da farklılaştırır. Bu anlayışta kutsal kitap Tanrı’nın sözü değildir. 104
Zaten Batı
düşüncesinde bu tartışma çok da eski sayılmaz. Farklı yaklaşımların belirlenmesi ve sınıflandırılması son dönemlerde gerçekleşmiştir. Problem daha çok vahyedilen bilgi ile aklın bilgisi-rasyonel bilgi- arasındaki fark etrafında yoğunlaşmıştır.105 Bütün bu tanımlamaları daha iyi anlayabilmek için vahyin kaynağının ne olduğu, öznesinin kim olduğu, mahiyetinin yani vahyedilen şeyin neliği soruları önem kazanmaktadır. Vahyin öznesi sorusu aslında kimlerin vahyedebileceği ile ilgili bir sorudur. Teolojik anlamda vahyin öznesi ‘zat olarak Tanrı’dır.
102
Kılıç, a. g. e., s. 35 Kılıç, a. g. e., s. 95. 104 Kılıç, a. g. e., s. 22. 105 Kılıç, a. g. e., s. 27. 103
60
Bu noktada Hacı Bektaş-ı Veli’ye dönecek olursak onun önermesel vahiy anlayışına sahip olduğunu söylemek doğru olacaktır. Bu Cebrail inancından çıkarılabilir. Tanrı tarafından peygambere bir melek aracılığıyla iletilen vahye inanan Hacı Bektaş-ı Veli, Cebrailin gelişini Allah’ın birliğine delil olarak göstermekte ve onu Makalat’ta gönüle benzetmektedir. “ Her kişinin iki resulu vardır. Biri zahir, biri batındır. Zahir: dil; batın: gönül’dür. Pes dil Muhammed’e, gönül Cebrail’e benzer.”106 Makalat’ta semavi kitapların hepsinden bahsedilir. “ Ve hem Tanrı’nın Kur’an’ına inanmak ve dahi kitaplarına inanmak imandandır. Bu kitaplara inanmak imanın esaslarındandır.”107 Anlattığı her şeye ayetlerden delil gösterdiğinden de anlaşılacağı gibi Hacı Bektaş-ı Veli için Kur’an çok önemlidir ve Makalat’ta en çok adı geçen kitaptır. Sükunet kıl girü dergaha yalvar yüz ur Ohı Kur’an’ı gör kim toptolu nur ... Şifadür küll-i Kur’an okıyana Bunu terk eyleyenler od’a yana108 Diğer semavi kitaplarala ilgili de bir kıssa anlatılmaktadır. “ Pes bu ayetler Tevrat’ta ve İncil’de ve Zebur’da ve Furkan’da var mıdur? didi. Andan İsa aleyhisselam eyitdi kimi Tevrat’ta ve İncil’de ve Zebur’da bu ayet vardur didi.” 109 Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Hacı Bektaş-ı Veli’nin kutsal kitap anlayışı Kur’an merkezinde diğer kitaplara da imanı içermektedir. 106
Makâlât, (Haz. Esat Coşan),s. 80. Makâlât, (Haz. Esat Coşan), s. 16. 108 Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 75. 109 Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 75. 107
61
Makalat’ta peygamber kavramı “peygamber, nebi, enbiya, nübüvvet ehli, Tanrı dostları kelimeleriyle ifade edilmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli inancın diğer bir nesnesi olarak nübüvvet doktrinine yer verir. Bütün peyganberlerin hak oluşu ve bunların hak tanıklar oluşuna inanmanın gerekliliği üzerinde durur. Peygamberler özellikle vahyin açıklanması, yorumlanması ve beşeri düzlemde tatbik edilmesi, ahiret hayatından haber vermesi için gönderilmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin eserlerinde en çok adı geçen peygamber Hz. Muhammed’tir. Hz. Rasul, Muhammed-i Mustafa, Ahmed gibi isimlerle sık sık onun hadislerine yer verilir. “ Ve hem Muhammedin fazlına pes adem yaradılmağı dahi Muhammed adı üzeredir. Pes ademin başı mim gibidir, iki el ha gibidür ve hem karın mim gibidür, iki ayak dal gibüdür.”110 Bu ifadeler onun Hz. Muhammed’e duyduğu büyük sevginin sonucudur. Hacı Bektaş-ı Veli, Fevaid adlı eserinde peygamberin nübüvvet makamına ulaşmasının merhalelerini ele almakatadır. Bu makamları sırasıyla iman, abid, zahid, arif ve velayet makamları olarak belirleyen düşünür, Tanrı’nın onu iyilikle halka gönderdiğini ve görevinin Hakka çağırmak olduğunu ifade eder.111 Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesinde tıpkı Kur’an’ın diğer kitaplara konumu gibi Hz. Peygamberin de diğer peygamberler içinde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Zaten onun düşünce sistemi Kur’an ve hadisler etrafında şekillenmiştir. Diğer peygamberler yanında Makalat’ta peygamberin sahabelerinden de bahsedilir. Hacı Bektaş-ı Veli sahabeleri yüceltir ve onlara karşı yapılan bir haksızlığı amelleri boşa çıkaran bir davranış olarak niteler.112 Burada dikkat çekici olan sahabeler arasında bir ayrım yapmaması ve
110
Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 76. Hâcı Bektâş-ı Velî, Kitabü’l- Fevaid, s. 27. 112 Güzel, Hâcı Bektâş-ı Velî ve Makalat, s. 193-194. 111
62
Bektaşiliğin ikinci döneminden itibaren yaygın olan şekliyle Hz. Ali’yi öne çıkaran hiç bir ifadenin olmayışıdır. Hacı Bektaş-ı Veli’de ahiret, ruz-ı mahşer, kıyamet ve ahiret kavramlarıyla geçmektedir. Ahirete inanmak şeriat kapısının ilk makamı olan imanın şartlarından biridir. İnsan bu dünyadaki bütün yapıp ettiklerinden sorumludur ve bunun yeri de ahirettir. O yüzden Hacı Bektaş-ı Veli kulun korku ve ümit arasında yaşaması gerektiğini söylemektedir. Önemli noktalardan birisi ahiret yaşamının kesinlikle dünyadan kopuk olmamasıdır. Dünya yaşamında Allah’ın emirlerine sıkı sıkıya bağlı kalan ve onun yap dediklerini yapıp yapma dediklerinden sakınan insanların ahiretteki durumlarının marifet vasıtasıyla bilinebileceğini ifade eder. Ve ger inanmadınuzısa zinhar Size hışm ire vü hal ola düşvar Kıyamet günü oldukda dir ol Hakk Giderem dir günahunızı mutlak113 Makalat’ta kıyamete inanan insanların bu dünyada buna uygun hareket etmesi gerektiği üzerinde durulur, zira aksini yapanların imanları eksik olur. Sık sık sekiz uçmak, cennet ve cehennemden bahsedilir. Iy müminler bu işler böyle kalmaz Zira haşra inanmak böyle olmaz 114 Bu dizelerden de anlaşılacağı gibi ahiret fikri Hacı Bektaş-ı Veli’de oldukça yerleşik ve hayatın tamamen içinde bir yaklaşımdır. Hem bir iman esası olarak hem de hayatı
113 114
Manzum Makalat, (Haz. A. Güzel), s. 146. Manzum Makalat, (Haz. A. Güzel), s. 146.
63
şekillendirmede önemli bir etken olması açısından Hacı Bektaş-ı Veli’nin din anlayışının belirlenmesinde önemli bir etkendir.
SONUÇ
Hacı
Bektaş-ı
Veli’nin
düşüncesinde
din
tasavvurunu
anlamayı
hedeflediğimiz bu çalışmada belki de vurgulanması gereken ilk şey, Hacı Bektaş-ı Veli’nin sistematik bir teolojisinin olmayışının getirdiği zorluklar olmalıdır. Bu sebeple öncelikle çalışmadaki sınırlarımızı belirlememiz gerekti. Çünkü bu sorun, bir inanç sistemini tanımlamak konusunda engel oluşturmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesi, temel renklerini büyük ölçüde İslam’dan alan ve bu daire dışına kesinlikle çıkmayan bir anlayıştır. Ancak Bektaşilik için aynı şeyi söylemek oldukça zordur. Farklı anlaşılma biçimleri dağınık ve parçacı bir yapılanma, Bektaşiliği kendine özgü bir sistem haline getirmektedir. Bir inanç sistemi tarifi dinin temel kavramlarını tek tek ele alıp açıklığa kavuşturularak yapılabilir. Tanrı anlayışı açısından değerlendirildiğinde, Hacı Bektaş-ı Veli’nin klasik teizmin Tanrı anlayışıyla birebir örtüşen bir anlayışa sahip olduğu görülmektedir. Çünkü klasik teizmin Tanrısı, her şeyi yaratan, her şeye gücü yeten, mükemmel ve zorunlu bir varlıktır. Tanrı’nın mutlak kadiriyeti, bütün kainatı kuşatıcılığı, her yerde hazır ve nazır oluşu, Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesinde oldukça açıktır.
64
Hacı Bektaş-ı Veli’nin dini algılayışında Tanrı tasavvuru önemli bir yere sahiptir. Onun Tanrıya yüklediği sıfatlardan hareketle Tanrı tasavvurunu şu şekilde tanımlayabiliriz. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Tanrısı tek, bir, eşi ve benzeri olmayandır. Bu anlamda monotheist olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz Hünkar, aynı zamanda mutlak güç, kudret ve irade sahibi bir Tanrı profili çizer. Dolayısıyla onun Tanrısı, deizmin ve panteizmin gücü bir şekilde sınırlandırılmış uluhiyet tasavvurundan hemen ayırdedilebilir. Onun Tanrıya yüklediği önemli sıfatlardan birisi de yaratma sıfatıdır. Alemi yaratan ve ona müdahale edebilen Tanrı, ontolojik olarak bütün varlıkları önceler; ezeli ve ebedidir, varlığı zorunlu olandır. Dolayısıyla Hünkar’ınanlayışı, yaratma yönüyle de panteizmin Tanrısından tamamen ayrılır. Alemi yaratma noktasında hür ve özgürdür. Bu yönüyle de panteizmin alemin zorunlu varlığı teorisinden farklılık gösterir. Hünkar, dinin müstakil bir bilgi kaynağı olarak vahyi kabul eder. Bu anlamda Tanrının tarihe vahiy yoluyla müdahale edebileceği kabul edilmiş olur. Bu noktada deist ve panenteist yaklaşımlardan ayrılır. Bu yaklaşımlar Tanrıyı kabul etse de kurumsallaşmış bir dini kabul etmez. Oysa Hacı Bektaş-ı Veli’nin Tanrı tasavvuru, hem mükemmel bir Tanrı fikrini hem de dinin bütün unsurlarını (peygamber, vahiy, melek, ahiret inancı gibi) içerir. Bütün bu tahlillerden sonra felsefi açıdan Hacı Bektaş-ı Veli’nin Tanrı tasavvurunun klasik teist çizgide olduğunu söyleyebiliriz. Bu felsefi değrlendirmeden sonra teolojik bir değerlendirme yapmak gerekirse, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ehl-i sünnet çizgisine göre konumunu belirlemek tanımlayıcı olacaktır. İman anlayışı açısından değerlendirdiğimizde Hacı Bektaş-ı Veli imanı; Tanrıya, peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine ve ahiret gününe
65
iman şeklinde tanımlar. Bu anlayış onun klasik ehl-i sünnet anlayışıyla birebir örtüştüğünü göstermektedir. A.Y. Ocak’ın “heterodoks Müslümanlığın merkez şahsiyeti” tanımına da açıklık getirmek gerekirse Klasik ehl-i sünnet kelamcılarının Allah anlayışları ile Hacı Bektaşı Veli arasında köklü bir ayırım yoktur. Bu da onu kanaatimizce heteredoks olarak nitelendirmeyi haklı kılmamaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili bu tür marjinal ve klasik çizginin ötesindeki tanımlamalar genellikle Bektaşiliğin ikinci dönemi ve sonrasıyla ilişkilendirilebilir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin İslam’ın ana çizgisinden farklı ve aykırı bir din anlayışına sahip olduğu kanaatinde değiliz. Bilakis onun din anlayışı tamamen Kur’an ve sünnet çizgisindedir. İman akıl ilişkisi bağlamında değerlendirdiğimizde Hâcı Bektâş-ı Velî’nin akılcı bir iman anlayışı olduğunu söyleyebiliriz. Ona göre, Tanrı’nın varlığı bilinmekle birlikte, nitelikleri sırf akılla bilinemez. O’nun niteliklerini bilmekte bilginler acizdir ancak O’nun adlarını bilebilirler. Bununla birlikte sıfatların akılla bilinemez olduğunu savunması, onu agnostik yapmaz. Agnostisizm ya da bilinmezcilik, Tanrının ya da tanrıların varlığının ya da yokluğunun bilinemeyeceğini öngören bir anlayıştır. Hâcı Bektâş-ı Veli’nin Tanrının varlığı ve bilinmesi noktasında kesinlikle bir şüphesi yoktur. Onun kastı Tanrının bazı sıfatlarının insanlar için aşikar olmaması ile ilgilidir. Tanrının bilinmesi noktasında akılcı bir tutum izleyen Hâcı Bektâş-ı Veli, fideist(imancı) de değildir. Ama onun akılcılığını salt akılcılık olarak değerlendirmek de doğru olmaz. Temel inanç olarak Tanrının varlığını kabul eder. İman ve ibadet esasları açısından teolojik bir değerlendirme söz konusu olduğunda Hacı Bektaş-ı Veli’nin anlayışı ile ehl-i sünnet anlayışı arasında büyük
66
bir paralellik görülür. Bütün bunların ışığında Hâcı Bektâş-ı Veli’nin din anlayışını, Kur’an ve sünnet çizgisinde, ahlak eksenli bir yaklaşım olarak tanımlamak en doğru bir tanımlama gibi görülmektedir. Çünkü ona göre inandığı gibi yaşamak ve ahlaklı olmayı her şeyin üstünde tutmak, dinin en önemli vasıflarındandır.
KAYNAKÇA
A. HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN ESERLERİ: Haci Bektaş-ı Velî, Makâlât, Haz. Sefer Aytekin, Ankara 1954. ………………,Velâyetnâme-i Haci Bektâş-ı Veli, Haz. Sefer Aytekin, C. I-II, Ankara 1956. ………………,Makâlât, Haz. Esat Coşan, Seha neşriyat, Ankara 1986. …………………, Besmele Tefsiri, Haz. Hamiye Duran, “Hâcı Bektaş-ı Veli Araştırma Dergisi”, G.Ü. Türk Kültürü ve H.B.V. Ar. Merkezi Yay., Ankara 2005. ……………...,,Velayetname, Haz. Hamiye Duran, TDV Yayınları, Ankara 2007. ………………, Kitabu'l Fevaid, Haz. Abdulbaki Gölpinarli, Istanbul 1959. ……………….,Vilayetnâme, Haz. Abdulbaki Gölpinarli,Istanbul 1958. ………………,Makalat: Alevi Bektaşi Klasikleri, Haz. AliYılmaz, MehmetAkkuş, TDV Yayınları, Ankara 2007. ………………, Kitabu’l – Fevaid, Haz. Baki Öz, Can Yayınları, İst. 1996. …………….., Makâlât-ı Gaybiyye Ve Kelimât-ı Ayniyye, Haz. Giyasettin Aytaş, Hacı Yılmaz, Ankara 2004. …………….., Makalat, Haz. Hüseyin Özbay, Ankara 1990.
67
…………….., Haci Bektaş Veli Velâyetnâmesi (Ilk Velâyetnâme), Haz. Bedri Noyan, Aydin 1986.
B. HACI BEKTAŞ-I VELİ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR: Duran, Hamiye, Hâci Bektâş-ı Velî'nin Makâlâtında Din Ve Tasavvuf, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1987. ………………, Hâci Bektâş-ı Velî'nin Velâyet-Nâmesi Ve Velâyet-Nâme'de Geçen Keramet Motifleri, (Basilmamiş Doktora Tezi), Ankara 1995. Güzel, Abdurrahman, Hacı Bektaş-ı Veli ve Makalat, Akçağ Yayınları, Ankara 2002. Noyan, Bedri, Hacı Bektaş'ta Pîr Evi Ve Diğer Ziyaret Yerleri, İzmir 1964. Sezgin, Abdülkadir, Haci Bektaş Veli Ve Bektaşilik, Ankara 1990. Şardağ, Rüştü, Her Yönü İle Hâci Bektâş-ı Veli Ve En Yeni Eseri, Şerh-i Besmele, İzmir 1985.
C. KONUYLA İLGİLİ DİĞER ESERLER:
Abdulkerim Bin Şeyh Mûsâ, Makâlât-ı Seyyid Hârun, Haz. Cemal Kurnaz, Ankara 1991. Ahmed Eflakî, Menâkibu'l-Ârifîn, Çev. Tahsin Yazıcı, C.I-II, İstanbul 1973. Alî, Künhül-Ahbar, İstanbul 1277-1285.
68
Aşıkpaşazade Derviş Ahmet, Âşıkpaşazâde Târihi, Haz. A. Nihal Atsız, Ankara 1985. Ateş, Ahmed, "Menâkib", İslâm Ansiklopedisi, C. VII, MEB, İstanbul 1972. Ateş, Süleyman, İslâm Tasavvufu, Ankara (Târihsiz). Barkan, Ö. Lütfi, Kolonizatör Türk Dervişleri, Ankara (Târihsiz). Birge, John Kingsley , Bektaşilik Tarihi, Ant Yayınları, İst. 1991. Din ve Ahlak Felsefesi, Ed. Recep Kılıç, Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Yayınları, Ankara 2006. Pailin, D. A., Groundwork of Philosophy of Religion, London, 1989. Eröz, Mehmet, Türkiye'de Alevilik Bektâşilik, İstanbul 1977. Eyüboğlu, İsmet Zeki, Bütün Yönleriyle Bektaşilik, İst. 1990. Fığlalı, Ethem Ruhi, Türkiye'de Alevilik Ve Bektâşilik, Ankara 1990. Fığlalı, Ethem Ruhi, Türkiye'de Alevilik-Bektaşilik, Selçuk Yayınları, Ankara 1996. Gölpinarli, Abdulbaki, "Bektaş" Maddesi, Türk Ansiklopedisi, C. V. Gross, Erich, Das Velâyetnâme Des Haggi Bektash, Leipzig 1927. Güzel, Abdurrahman, "Bektâşilik Ve Bektâşî Şiiri", Şükrü Elçin Armağanı, Ankara 1983. Hasluk, F. W., Bektaşilik Tedkikleri, Malatya 1998. İslamiyat, Cilt: 6, Sayı: 3 İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, c. XV, Beyrut 1956. Kılıç, Recep, Modern Batı Düşüncesinde Vahiy, A. Ü. İ. F. Yayınları, Ankara 2002 Köprülü, M. Fuad, "Anadolu SelçuklarıTârihinin Yerli Kaynaklari", Belleten, C.7, Ankara, 1943.
69
Köprülü, M. Fuad, "Anadolu'da Islâmiyet", Darü'l-Funun Edebiyat Fakültesi Mecmuasi, Sayi 4, 5, 6, Istanbul 1922. Köprülü, M.Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., İst., 1980. Köprülü, M. Fuad, "Bektaş" Maddesi, İslâm Ansiklopedisi, C. II, İstanbul 1970. Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Akçağ Yay., Ankara 2003. Köprülüzade, Mehmet Fuad, Bektaşiliğin Menşeleri, Türk Yurdu, C. 16-2, Sayi 169. Kur'an-ı Kerim Ve Türkçe Anlamı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1987. Ocak, A. Yaşar, Kültür Târihi Kaynaği Olarak Menâkib-Nâmeler, Metodolojik Bir Yaklaşim, Ankara 1992. …………………, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İst. 1983. Özcan, Hanifi, Epistemolojik Açıdan İman, Marmara Üniv. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1992. Öztürk, Yaşar Nuri, Kur'an-ı Kerim Ve Sünnete Göre Tasavvuf (İslâm'da Ruhî Hayat), İstanbul 1989. ……………………, Târihi Boyunca Bektâşilik, İstanbul 1990. Reçber, M. Sait, Tanrı’yı Bilmenin İmkanı ve Mahiyeti, Kitabiyat, Ankara 2004 Şemseddin Sâmi, Kamusu'l- A’lâm, İstanbul 1314. Tarama Sözlüğü, (XIII. Yüzyildan Günümüze Kadar Tanıkları İle), C. I-VIII, Ankara 1963-1977. The Shorter Oxford English Dictionary, ed. by C.T. Onions, c. II, Oxford 1983 Türkdoğan, Orhan, Alevi Bektaşi Kimliği, İstanbul 19995.
70
Üveysilikten Bektaşiliğe Kitab-ı Cebbar Kulu, Haz. Hasan Yüksel-Saim Savaş, Sivas 1997. Smith, Wilfred Cantwell, Faith and Belief, Princeton University Pres, New Jersey 1979. Yılmaz, H. Kâmil, Tasavvuf Ve Tarikatlar, İstanbul 1994.
Bozkurt, Hilal, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Din Tasavvuru, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Recep Kılıç, 72 s.
ÖZET
Hacı Bektaş Veli’nin din tasavvuru adlı çalışmamız; giriş, iki ana bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş kısmında; araştırmanın amacı, metodu ve kaynakları belirtildikten sonra Hacı Bektaş Veli’nin hayatı ve eserleri hakkında kısa bir bilgi verilmektedir. Birinci bölümde, Hacı Bektaş Veli’nin genel düşünce yapısı incelenmiştir. Bunun için de Bektaşiliğin ilk dönemi, tarihsel süreç içinde geçirdiği değişimler ve Hacı Bektaş Veli düşüncesinin önemli kavramları ele alınmaktadır. Bu kısımda özellikle “dört kapı kırk makam” anlayışının ele alınması önemlidir. Hacı Bektaş Veli ile ilgilenen günümüz araştırmacılarının farklı yorumlarına da yer verilmektedir.
71
Ikinci bölüm çalışmanın asıl önemli ve özgün kısmını oluşturmaktadır. Çünkü daha önceki Hacı Bektaş Veli araştırmalarından farklı olarak konuyu bir din felsefesi problemi olarak ele alır. Din felsefesinin problemlerinden yola çıkarak Hacı Bektaş Veli düşüncesini inceler. İman, vahiy, Tanrı, ve dini kimlik meseleleri bu bölümü şekillendiren önemli problemlerdir. Bu çalışmanın asıl hedefi de bu konuya felsefi bir bakış açısı kazandırmaktır.
Bozkurt, Hilal, Haci Bektas-ı Veli’s Conception of Religion, Master’s Thesis, Advisor: Prof. Recep Kılıç, 72 p.
ABSTRE
This paper, “Haci Bektas Veli’s conception of religion”, is composed of introduction, two main sections and conclusion. In the introduction, besides the purpose, methods and resources of the research, a brief information is provided on the life and the works of Haci Bektas Veli. In the first main section, the general mindset of Haci Bekas Veli is investigated. For this purpose, it is important to consider the early period of bektasilik, the evolutions it has gone through in the course of history, and the significant concepts in the thinking of Haci Bektas Veli. It is especially worthwhile to note the understanding of “dört kapı kırk makam” in this section. Moreover, different views also are included from contemporary researchers who studied Haci Bektas Veli.
72
The second section embodies the most important and distinctive part of the paper. This, unlike past researches on Haci Bektas Veli, is due to looking at the topic as a matter of religious philosophy. The section starts out with the problems of religious philosophy to examine the Haci Bektas Veli thinking. The issues of faith, revelation, God and religious identity are important problems that make up this section. The main purpose of the paper is to provide a philosophical perspective to this topic.
73