Cadı Kazanı sayı 27

Page 1

Sayı 27 KASIM ARALIK

Mağaraya dair

2012 Yıl: 5


Yayın Kurulu Bülent Demir İlker Gürbüz Mesut Şen Ender Usuloğlu

Mağaraya Dair... ÖZÜR: Sayı 26’daki Selcan Koçak’ın yazdığı “Macera, Eğlence , Doğa” yazısının mizanpajında karışıklık olmuştur. Özür dileriz. Bu sayımızda birçok anı yazısı var. Selim Erdoğan bizi eski HÜMAK aktivitesine götürüyor. Bedri

Katkıda Bulunanlar Hakan Eğilmez Nezihi Ekizoğlu Selim Erdoğan Özge Kahraman Bedri Osmanoğlu Mesut Şen Razvan Sabau

Osmanoğlu, eski BÜMAK’lı arkadaşımız, yılların verdiği süzülmüş erdemlerini bizimle paylaşıyor. Yeni üyemiz Özge, Manasır düdeni’ne yaptığımız yolculuğu anlatırken Hakan arkadaşımız bizi derinliklere, bir batığın hikayesine götürüyor. Akseki gezisinde Nezihi’in tüm sülalesi ile sadece tanışmakla kalmadık, hepsini mağaraya soktuk. E, ağaç yaşken eğilir demiş Atalarımız. Elimizden geldiğince gençlerin elinden tutuyoruz. Ve, Mesut Şen gene güzel bir konuyu ele aldı: Cumar.

Fotoğraflar

Ön Kapak: Yağlıboya Tual üzerine

Not: Yeni üyemiz Özge, ressamdır ve kapak resmi mağara ve düşler ile ilgilidir. Kendisine teşekkür

“Mağara ve düşler”, Özge Kahraman

ederiz bizimle paylaştığı için.

Arka Kapak: Hacı’nın mağarası,

İyi okumalar!

Kristal oluşumlar, Ender Usuloğlu

Bu dergide yer alan yazılar ve fotoğraflar, kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Websitelerimiz: www.aspeg-medya.com www.aspeg-tr.org Bize ulaşmak ve(ya) mağaracı olmak istiyorsanız: info@aspeg-tr.org

2


Kasım-Aralık İçindekiler

The Duchess Of York Sayfa:4

Ne Yolculuktu Yahu! Sayfa: 6

Erdemlik Damlaları Sayfa: 10

Aile Boyu Mağaracılık Sayfa: 14

Cumar Sayfa: 20

Fotoğraf: Ender Usuloğlu

Bir HÜMAK Hatırası Sayfa: 16

3


THE DUTCHESS OF YORK Yazan: Hakan Eğilmez Fotoğraflar: Prof. Dr. Şafak Uluer Kalkan’ın dalışa kapalı bölgesinde bulunan bu batık, dalış bölgelerinde ki yasakların kalkmasıyla aletli dalıcıların incelemesine açıldı. Bulunduğu derinlik, konumu, duruş pozisyonu, içine girilebilme(penatrasyon), görüş ve barındırdığı canlılar açısından dalgıçların her zaman dikkatini çekecek bir durumdadır. Kısa Tarihçe: The Dutchess of York 1893 yılında batmış saçahşap bir İngiliz yük gemisidir(1). Batmış olduğu yer Sakarya Taşlıkları ya da Sakarya reef olarak adlandırıldığından çeşitli konuşmalarda Sakarya batığı olarakta geçiyor. Fırtınalı bir havada kayalara doğu istikametinde çarpıp bulunduğu konumu bir süre koruyor, daha sonra tahminlere göre iki ya da üç parçaya ayrılıp batıyor. Batışını kolaylaştıran etmen olarakta, kayalara oturduğu kesimin ortadaki kazan dairesi olması, çarpma esnasında da içeri giren suyun ısınan bölümü aniden soğutması ve mukavemetin azalması, ayrıca yapım tekniği olarak perçin(2) teknolojisi kullanıldığından kırılmanın sanki bir testereyle kesilmiş gibi düz olmasına bağlayabiliriz. 4

Konum: Kalkan limanını terk ettikten sonra, Kalkan koyunun Kaş istikametinde, limandan yaklaşık 6-7 mil mesafede, Sakarya sığlığı mevkiinde, 3967 metre arasında değişen derinliklerde iki parçaya ayrılmış olarak bulunuyor. Yaklaşık 40 metreye yaklaşan görüş sayesinde batığı bir bütün dahilinde algılamak mümkün. Yapılan dalış sonucunda 39-45 metre arasında bulunan ilk parçaya

rastlıyoruz. Muhtemelen geminin kazan ya da baca bölümünün olduğu bölüm gibi duruyor. İkinci parça 50 ile 67 metre arasında baş kısmı aşağı da olmak üzere sancak tarafına yatmış bir şekilde duruyor. Baş kısmında yaklaşık 1.5-2 ton arasında olabilecek çapalar, tik ağacından üst güverte kaplamalarını ve ırgatlarını görebiliyorsunuz. 50 metre’de başlayan kırık bölümünden batığın iskele ve sancak ambarlarına geçiş


mümkün.Üçüncü parça olarak batığın kıç kısmı, üzerinde düşünülen senaryolara göre kırılma esnasında yuvarlanıp ayrı bir yere battığı şeklinde ancak kayalığın diğer tarafı sığlık bir platform niteliğinde ve sığlık tarafında görülmüyor. Bir ihtimal sığlık üstünde kalıp daha sonra parçalara ayrıldığı ya da söküldüğü şeklinde. Bir diğer senaryoya göre daha derine bir yere batmış olması, dolayısıyla batığın kıç tarafının akibeti yapılacak ilave dalışlarla netlik kazanabilir. Bu bilgiler dahilinde de batığın 70-90 metre boyutlarında olduğunu söyleyebiliriz çünkü ikinci parça yaklaşık 40-55 metre boyutlarında. Genişlik olarak 6-7 metre, yükseklik olarakta 6-7 metre diyebiliriz. Dalış: Batığa daha önceden dalmış olan kişilerden alınan bilgiler sonucunda dalışın maximum 70 metre olması planlandı. Düşünülen derinlik sportif dalış limitlerinin ötesinde olduğu için 70 metre kalınması gereken derinlik değil, sadece o derinlikte olması muhtemel ilginç bölümü ya da bölümleri belgelemek içindi. Sonuçta dalış 50 ila 65 metre arasında değişen derinliklerde gerçekleşti. Asıl amaç batığın fotoğraflanarak belgelenmesi olduğu için, gerekebilecek extra ışık kaynakları için Sn. Gökhan TÜRE ve Sn. Levent YÜKSEL’in imal ve temin ettiği ışık sistemleri kullanıldı.Fotoğrafları çeken Sn. Şafak ULUER Nikonos 5 fotoğraf makinası, sea and sea geniş açı lensleri, Nikon 105 flash kullandı. Dalıcı ekibi Hakan EĞİLMEZ-Burak DÖNERAY, Şafak ULUER-Haluk DİLGİMEN’den oluştu. Dalışlar Dolphin Scuba dalış merkezinin Osmanbey 1 Teknesinden yapıldı. Havanın sakin ve güneşli, su sıcaklığının 23-24 derece, akıntının bulunmaması , görüşün 40 metre’nin üstünde

olması dalışı pozitif yönde etkiledi. Ekibin derin dalış tecrübesi olan eğitmenlerden oluşması, kullandıkları hava miktarının dakikada 11 litre olması, seçilen tüpler olarak 15-18(litre), yedek tüpler olarak 7 litrelik stage tüplerin kullanılması gibi faktörler oluşabilecek narkoz ve hava problemlerini en aza indirdi. Sonuç olarak dalış %60-70 oranında tatmin edici bilgiler verdi. İleride batığa dalmayı planlayanların dalışlarını sakin bir havada , tercihen deko beklemeleri için nitrox karışımları dip gazı olarak da hava yerine helyum, nitrojen vez oksijen’den oluşan trimix kullanmalarını tavsiye ederiz. 1)Kaynak: ‘DENİZ MAGAZİN’ sayı 33, 1999 sayfa 17, Batıklar , Mahmut SUNER 2)Percin teknoloji

5


Ne Yolculuktu Yahu!

Yazan ve Fotoğraflar: Özge Kahraman Aspeg ile birlikte ikinci gezim. İlkinin üzerinden uzun zaman geçtiği için bu geziye büyük bir hevesle katıldım. Bu sefer tanımadığım birçok insanla tanışacaktım o yüzdende heyecanlıydım. Yüklendim çantamı çıktım evden. İlk olarak Ender ve Ali ile buluştum. Ender’in arabası landrover defenderi görmek yetti zaten. Sonra Barış ve Oktay’ı da alıp Eskişehir’e doğru yola koyulduk. Düşündüğümün aksine ciddi olmaktan çok uzak deli dolu insanlardı hepsi. İçten içe bir

rahatlama geldi diyebilirim. Yol=şarkılar gibi birşey oldu zaten. Her türden, her yıldan şarkı dinlendi. Aralarında en genç insan olarak bilmediğim bir sürü şarkı vardı ve onların deyimiyle gerçekten bir kültür şoku yaşadım. Fenada olmadı şarkı hazinem genişledi. Yolda durup yemeğimizi yiyip alışverişi de yaptıktan sonra tekrar muhabbetli şarkılı yola çıktık. Hava kararınca arabayla olan 6

uzun yolculukları, camdan dışarıyı izlemeyi severim. Mağara alanına yaklaşırken asfalttan çıkıp zorlu yollara girdik. Yukarılara çıktıkça hem soğukluk hem de kar artıyordu. Bir süre sonra az olan karlar artık etrafımızı kaplamıştı. Gece karanlığında karlar arabanın ışığıyla gözalıcı bir şekilde parlıyordu. Sanki fantastik bir dünyadaymışız da yerdekiler kar değil elmasmış gibiydi. Araba artık karların yüksekliğinden çıkamaz olmuştu. Uğraştıktan sonra arabanın gidebileceği yere kadar gittik. Arkadanda ikinci grup arabalarıyla bize yetişti.

Ben kafamı kaldırıp baktığımda hiç bu kadar yıldızı birarada gördüğümü hatırlamıyorum. Bir ara boynum ağrıdı bakmaktan. Bu kadar güzel bir görüntüyü nadir görürsünüz.

Hakan,Barbaros,Engin,Selin ve Süha da gruba katılınca malzemeleri çıkarıp kampı hazırladık çadırlarımızı kurduk.

severler, değişiklik istemezler yani bir bakıma rahatları bozulsun istemezler. O an sürekli sıcak ortama, rahata alışıklığın verdiği şeyle böyle düşündüm fakat sonra bu deneyimi yaşamam gerektiğini düşünerek kendime kızdım. Her defasında zorlukları aşarak, devam ederek bir aşama daha ilerliyorsun. Sonuçta belki bir daha yaşayamayacağım birşey ve o anın değerini bilmeliyim.

Gökyüzü, evren ve ötesindeki şeyleri hep merak edip, araştırmışımdır. O bilinemezciliğe karşı hayranlık duymuşumdur. İlk gün ise gökyüzüne baktığım anda gördüğüm manzarada kendimden geçtim. Normalde evin camından baktığınızda ne kadar görebilirsiniz ki? yıldızları?

O gün çok geç olduğu için hemen yattık. Ertesi gün titreyerek uyandım diyebilirim.-17 de üşümemek imkansız zaten. Özellike ayaklarım kötüydü. Bir ara dedim ne işim var benim burda ama bazı insanlar normal rutinliklere alışıp yaşamayı

İlk defa böyle bir kış gezisine


katıldığım için çok fazla hazırlıklı değildim ama elimdekilerle ve kamp arkadaşlarımın yardımıyla üstesinden geldim. Ateş yakılınca zaten kedi gibi ateşin başına gittim ve kendime geldim. O gün ilk ekip 2-3 kilometrelik yolu yürüyerek mağaraya gittiler ve 135’lik inişi döşeme yaptılar. Geriye kalan grup ise ateşin başında oturup muhabbet ettik, yakacak odunları ayarladık ve yemek hazırladık. İlk grubun bir kısmı çantaları bırakıp kamp alanına geri döndüler. Engin’in hazırladığı yemeği yedikten sonra ateşin başında durma faslı devam etti. Hava kararınca ben yine yıldızlara takıldım tabi. O gün mağaraya giriş yapamadık. Diğer güne ertelendi. Ertesi günde yeniler olarak ben ve Barış mağaraya giriş yapamadık. Hava daha da kötüleşmişti. Hakan ve Engin döşemeleri sökmeye gittiler. Onlardan bir saat kadar sonra çantaları taşımak üzere Barış ve ben öncekilerin açtığı yoldan mağaraya doğru

Yürümeye başladık. Yürürken de çok güzel manzaralar vardı. Görsel şölen bitmek bilmedi yani. Mağarayı arkamızda bırakıp çantaları kamp alanına götürdükten sonra malzemeleri toparlayıp yola koyulduk. Araba kalacak diye bir korku sarıyor insanın içini fakat ekip deneyimleriyle kolayca üstesinden

geldi. Dönüş yolunda yörenin bir kıraathanesinde çaylarımızı içtik. Bisikletlerini süren cici cici amcalar gördük. Mağaraya giremediğim için üzüldüm fakat nasıl olsa devamı gelecek hem de kampın eğlencesi ve gördüğüm şeyler yetti de arttı diyebilirim.

tıpkı bu durumları içeren rüyaların soyutluğunun somut duruma dönüştürülmüş halidir. İşte mağara macerama başlama noktamda burası. Böylece mağaracılığa başladım ve ilk gezimden sonra resim açısından çok fazla ilerledim.

Yol eğlenceli geçti. Yine bir kültür şoku ve metal müzikle kendimizden geçmeler...

Ender’e resimlerimden bahsettiğimde ve yakında sergi açacağımı söylediğimde ASPEG olarak sergi açmanın güzel olacağını düşündük ve böyle bir karar aldık. Fotoğraflar, resimler ve çeşitli öğelerle mağaracılıkla ilgili, mağaracılığı tanıtan eğlenceli bir sergi olacakmış gibi gözüküyor.

Ailemin yapmamamı, hasta olacağımı söylemelerine rağmen inatlaşıp istediğim şeyi yaptıktan sonra hala turp gibiyim. Öyle çabuk pes etmek yok. Kar kış dinlemeyip böyle bir şeye kalkışmak bile çok hoştu. Sonuç olarak bana yardım eden, destek olan insanlarla geçirdiğim, görsel şölen yaşadığım muazzam bir etkinlikti. Bahsetmek istediğim diğer bir konu ise mağaracılığı neden seçtiğim ile ilgili. Resim bölümü son sınıf öğrencisiyim, yaptığım resimler ise rüyalar ve mağaralar

ile ilgili. Kendimi ifade edebildiğim tek tema onlar. Rüyalar ve rüyaların ahengini ve derinliğini anlatabilen mağaralar. Bana göre rüyalar tamamen kendi içimizde olan, kendimizde yaşadığımız dış dünyadan bağımsız biliçaltımıza ait olan, dış dünyanın gerçekliğinden daha da gerçek olan içten bir durum, zaman ve mekandır.Mağaralar 7


8


9


Erdemlik Damlaları* Bedri Osmanoğlu (eski BÜMAK üyesi) İlerleyen yaşın verdiği bir çekingenlik mi demeli yoksa hayat gailesinin sağa sola savurmaları ile biraz mağaracılığa yabancılaşmak mı demeli? Ender dostumuzun bir mağara yazısı yaz demesi garip bir çekingenlik yaratmanın yanında, öncesinde bir hayat sorgusuna da neden oldu. Geçmişin özlemi, bugünün her tür yetersizlikleri vesaire… Neyse melankoliden sıyrılıp istenen yazıyı yazalım bari.

psikiyatrik bağlamda) gözümde canlanan sahneleri anlatayım.

Mağara anılarından konuşmak gerekirse nelerden konuşmak gerekli? Bunu düşünürken

İlk ciddi dikey deneyimimi Düdenyayla’da yaşadım. Düdenyayla mağarası dikey ve oldukça zor parkurlar ile dolu ama bir o kadar da heyecan veren bir deneyim idi. İlk ciddi deneyimden kastım hem ciddi mağara hem de ciddi uzun yaz kampı deneyimim olması. O geziyi düşündüğümde aklımda ilk canlanan sahne ilk girişim. Mağarada döşeme yapan Osman Demirel’in yanına malzeme

bir karış civarında bir çıkıntı üzerinden yatay 10m kadar ilerlenerek yapılmalı idi. Orada oturmuş döşemeyi yapan Osman’ın sahilde yürüyüş yapan insanın rahatlığında o mesafeyi katetmeden önce, ilk emniyet bağlantısının ne kadar gerekli ve ne kadar gereksiz olduğundan bahsedişini dinledim. İlk dersimi almıştım o gün: Risk hesaplanabilir ve akıllıca azaltılabilir. Daha sonraları tabii riskin tanımının mağaranın zorluğu yanında, kişilerin fiziksel ruhsal durumları, grup içi sosyal

anılardan bahsetmenin ne anlamsız olduğunu fark ettim. Mağaracılık benim hayatımın 10 yılının her dakikası aslında, anı derseniz: “küçücüktüm ufacıktım, Dupnisa denen bir deliğe attılar beni” diye başlamam gerekir ansiklopedi ölçeğinde bir öyküye. Sabrınız ve zamanınıza saygımdan, daha basit bir çözüm buldum: Geçmişimi düşündüğümde (postmodern/

indiren üç kişilik bir ekip olarak indik. İlk kez mağarada (Sanırım -200m civarı idi) bir gece geçirdik. V şeklinde bir zeminde uyumaya çalışan dört kişinin gereksiz samimi durumundan sonra, ilk döşeme girişine Osman ile devam ettik. Aşağıya doğru 30-40m derin olan dikey bir inişin başlangıç döşemesinin yapılması gerekiyordu. Bunun için ise inişin başlangıç bağlantısı

dinamikler, hava durumu, malzeme durumu vs. gibi pek çok faktöre bağlı olduğunu da öğrendim. Ancak bu ilk ders, o günden sonraki hayatımın bir hesaplanabilir riskler analizi şeklinde sağlıksız ruhsal bir sürece dönüşmesini sağladı. Yine de geriye baktığımda, eğitim verdiğim kişilerde, önderlik ettiğim geziler ve organizasyonlarda hiç kimsenin

10


burnunun kanamamış olmasında bu mantığın önemli yeri olduğunu görebiliyorum. Bu sahnenin kıssadan hissesi: Bence mağaracılık yapan her kişinin, arkadaşlığın ve samimiyetin büyüsüne, mağaranın ve doğanın çekiciliğine kapılmadan büyük resmi görebilme ve risk analizi yapabilme yeteneklerini geliştirmesi gerekir. Bundan sonraki yıllar içinde Burmahan gibi yeni düdenler yanında onlarca yeni keşif gezisi sonrası, ilk Çukurpınar Düdeni deneyimim oldu. Çukurpınar yaylasına erişim zor bir konumda, onca malzeme ile meşakkatli bir yolculuktan sonra varabiliyordunuz. (Artık yol var) Bütün bu yorgunluk Düdenin ağzına gelip aşağıdaki ihtişamı yaz sıcağında aşağıdan yükselen serin bir ürperti eşliğinde hissedince geçiveriyor. 50+50 gibi iki inişten oluşan ilk inişler de evrende bir kum tanesi misali insanoğlunun nelere cesaret edip ne cüretle oralarda olduğunu sorgulatır cinsten. O gezi bizden bir önceki neslin ilk rekor girişinin hemen ertesi yılına denk geliyordu. Temel amaç, rekor kırma uğruna aşağıda bırakılan çöp, döşeme, telefon kabloları gibi yabancı

maddeleri temizlemek. Çöplerin -800-900 metre civarındaki ikinci kampta depolanması da aslında bu işin başlı başına bir expedisyon olmasını gerektirmişti. Kamptaki mağaracı taifesini ve bu denli büyük bir girişimin ne denli başarılabilir olduğunu anlamaya çalışırken farkettim ki, orada en eski ve bir sonrası kuşak iki ayrı grubun yanında biz yeni mağaracılar seyirci koltuklarında idik. Eski mağaracılar, artık onlara ilk kuşak demek gerek sanırım, daha çok yatay deneyimlere sahip bu uğraşın daha teknik noktalarında uzmanlaşmayı tercih eden 11mm mağaracılardı. Temel kaygıları telefon hattı, harita çizimi cinsinden sportif olmayan konular idi. Bir de bunun yanında 9mm mağaracıları olan 2.kuşak vardı. Onlarda bu uğraşın sportif yönü dışında pek kaygısı olmayan, ağırlıktan dolayı hafif malzeme ile en derine gidebilmenin kaygılarını taşıyan dönemin tabiri ile “atak” arkadaşlardan oluşan bir gruptu. Çok anlaşılır şekilde -1000m altına da ancak bu denli çoşkun arkadaşların bu “daha derin” tutkusu ile inilmişti. Bu sahnenin kıssadan hissesi mağaracılık uğraşı en uç düzeyde sosyal-psikolojik bir deneyimdir. Değişik değerler,

dinamikler ve bağlılıklara sahip, birbirinden farklı insan gruplarının bu denli büyük proje veya işleri birlikte yürütebilmesi ortak bir zemin bulabilme koşulu ile gerçekleşir. Kişisel kaygılarınız ve öncelikleriniz bu ortak zemine varamayacak denli önde ise zaten yanlış bir grubun ve uğraşın parçasısınız demektir; bence dağcılığa yönelin. Ha unutmadan, soracak olursanız ben 10mm bir mağaracı idim.

11


Bir dönem hasbelkader mağara kurtarma ip tekniklerini öğrenmiş olmamdan ve sonrasında birkaç ilkyardım kursuna katılmış olmaktan gelen bir motivasyon ile kurtarma konusunda yoğunlaşmış idim. Bir grup yakın arkadaş çalışmaya başladık. İşin ciddiyetinden veya fazla ciddiye almış olmamdan sanırım, işin gerektirdiği sürekli uygulama ve eğitimler bir süre sonrasında arkadaşların motivasyonlarını kaybetmelerine neden oldu. Bir sene kadar sürerken bu ekip çalışmasının bir kez işe yaradığını ve aslında bütün bunların buna değdiğini de belirtmem gerek. İşyerinde iken arkadaşlardan biri telefon ile beni arayarak kulüp odasından tanıdığımız dağcı bir grup arkadaşın kanyonda mahsur kaldıklarını ve kurtarma gerektiğini söyledi. Konunun tuhaflığı 3 kişilik bir grup olarak kanyona giriyorlar ve yağmur başlayıp su seviyesi yükselince aralarındaki tek mağaracı kanyon duvarından tırmanarak yardım için bizi arıyor ama iki dağcı arkadaş aşağıda mahsur 12

kalıyor. Havaalanına ulaştık ve THY bizim için Antalya uçuşunda yer açtı ve çağrının ertesi günü kanyon girişinde idik. Kısa bir süre sonra arkadaşlara ulaştık. Daha çok ısı kaybetmemek için soyunmuş ve birbirlerine sarılarak mahsur kaldıkları kum adacığının üzerinde bekleyen bu iki kişinin bizleri gördüklerinde yüzlerinde beliren sıcaklık tüm bu hengameye değmişti. Bu sahnenin kıssadan hissesi, mahsur kalan bir mağaracıyı kurtarabilecek olan tek insan grubu yine diğer mağaracılardır. O nedenle üç günlük dünyada herkesle kavga edebilirsiniz ama başka mağaracılarla iyi geçinmek, daha da önemlisi yakın dostluklar kurmak iyidir. İnsanda iz bırakan başka bir deneyim ise Kastamonu Dağlı Kuylucu idi. Devasa büyüklükte (bir futbol sahası kadar) 80 metre derinliğe inen dev bir boşluk şeklinde. Biz ana hattın döşemesini ve hemen yan tarafta sürpriz bir şekilde dev çukura bağlanan bir başka dikey mağaranın döşemesini yaparken,

çukurun diğer kenarında karşı duvarda Bahadır Kuru ve birkaç kişi de alternatif bir döşeme rotası peşinde idiler. Onların seçtiği yoğun orman ve bitki örtüsünden geçip, 100 civarında inişli duvardan uzak serbest ip şeklinde bir döşeme denemesi idi. Daha sonradan Yusuf İnişi olarak adlandırdıkları bu korkutucu iniş sırasında karşı duvardan gelen çığlık ve küfürleri duyar gibiyim. Biz ise CIK Deliği denen bu alternatif sürpriz bağlantıya ulaşmak için travers geçişler döşemesi peşinde idik. Bir yandan da yeni mağaracıların deneyim kazanması için girişler düzenleniyordu. Bütün bu harala gürele sırasında, travers inişin bağlandığı, geniş, iki yanı tamamen açık süper manzaralı galeride oturan ve sigara içen Hakkı arkadaşımız gözüme çarptı. Çok dingin kişilikli bu arkadaşın bu koşuşturma sahnesine uymaz durumu beni de bir an duralattı, yanına gidip bir sigara aldım ve oturdum. “Ne yapıyorsun?” soruma “hiç insanları seyrediyorum” diye yanıt verdi. Kafamı


kaldırdığımda, mağaranın enginliği, bir orasından bir burasından mağaraya ulaşmaya çalışan insanların gürültüleri ve görüntüleri gözüme çarptı. Ben o koşuşturma sırasında bütün bu fotoğraf karelerini zihnime alamamışım, Hakkı sayesinde bunu farkettim. Bu sahnenin kıssadan hissesi: “Arada bir kafanızı kaldırıp bulunduğunuz yeri ve etrafınızdakileri duyumsayınız”. Mağaracılık uğraşının en büyük hazlarından biri budur. Güven iyidir; özgüven kötüdür. Bu cümleyi ilk okuduğundan anlayan kişi bence mağaracılık uğraşı için iyi bir denge yakalamış demektir. Fiziksel-ruhsal durumunuza, malzemenize, ekip arkadaşlarınıza güvenebilmenizin ön şartları vardır. Hazırlık, araştırma, test, deneyim gibi bu ön şartlar yerine getirilmedi ise, güven duyamazsınız. Bu tür ön şartları azımsamanıza neden olacak öz güven ise tehlikeli bir duygudur. Bizim camiamızın başından geçen birkaç kötü deneyim bu yukarıdaki ilişki

ile açıklanabilir. Mağaracılık uğraşının tüm yaşamınızı kaplayan bütüncül bir uğraş olması gerekir. Kişisel anlamda hazırlık, spor ve dayanıklılık kazanma, eğitim alma ve eğitim verme, malzeme bakımı ve merakı, ekip arkadaşları ile etkinlikler düzenleyip onların limitleri hakkında bilgi edinme çok ama çok önemli etkenlerdir. Ben tüm öğrencilik yaşamımda her Cumartesi saat 10’da, bir asker disiplini ve dakikliği ile ip üzerinde yeni arkadaşları eğitirken çok şey öğrendim. Merak edip laboratuvarlarda patlattığımız karabinler ve 8-düğümleri de bana çok şey öğretti. Fiziksel ve psikolojik durumu iyileştirmeye çalıştım hep. Malzememe, eğitimime, ekip arkadaşlarıma güvendim. Buna rağmen kendi yaptıklarımda ve özellikle başkaları adına verdiğim kararlarda hiç özgüven sahibi olmadım. Hep sorguladım ve sordum. Bu nedenle bir şeyler yazmaya girişmeden önce bir cüretsizlik veya çekingenlik sorgulaması yaşadım. Çünkü hayat sizin bu

güven düzeyinde kalamamanız için elinden geleni yaparken, artık mağaracılık uğraşının tüm yaşamınızı kaplayan bir uğraş olmaktan çıktığını üzülerek farkediveriyorsunuz. Gökten üç elma düşmüş: biri anlatanın, diğeri Ender’in, sonuncusu da okuyanların kafasına. * Başlık, editör tarafından atılmıştır. Fotoğraflar, Bedri Osmanoğlu’nun izniyle facebook’tan alınmıştır. Fotoğraflar Sayfa: 11 Dupnisa Mağarası, BÜMAK ekibi Sayfa 13 üst: Çukurpınar Mağarası, BÜMAK ekibi alt: Dağlı Kuylucu, BÜMAK ekibi, en sağda genç Bedri Osmanoğlu.

13


AİLE BOYU MAĞARACILIK ! EKİZOĞULLARI

Yazan: Nezihi Ekizoğlu

14


Akseki, beni mağaralar ile tanıştıran ekip ve uzun soluklu bir yaz ekspedisyonu. Ekip yine sağlam, Sait Hoca, Ender Hoca, Hakan Hoca, Turgay Abimiz ve birçok değerli arkadaşımız. Lokasyon Geyran Yaylası, ihbarlara bakılırsa mağaralardan çıkamayacağız gibi. Heyecan tavan yapmış çünkü birçoğu daha önce keşfedilmemiş mağaralar. Çadırlar kuruldu ve kamp alanına yerleşildi. Ekip liderimiz Ender hocamdan kuzenlerim ve iki kardeşimden oluşan kalabalık bir ekibin bir gecelik bize dahil olup olamayacağını soruyorum. Olur, tabi ki cevabını alınca hemen haber veriyorum bizimkilere. İki arabaya doluşup yola çıkıyorlar. Toplam 8 kişiler. Yedi tanesiyle aynı soy ismi taşıyorum. Bir kamp alanında bu kadar çok Ekizoğlu olacağını hiç düşünmezdim. :D İçlerinden en heveslisi ise Melisa. Her türlü ekstrem spora meraklı

olan bu kuzenim başımızın tatlı belası. Hemen her hafta sonu bir etkinlik yapmak için tüm hafta başımızın etini yiyerek ya kanyona ya doğa yürüyüşüne ya da ilginç çılgın fikirlerini gerçekleştirmeye bizi de alet ediyor. Birde Polat. Mağaralar konusunda benden daha cesur

davrandı. Polat bizim ailenin en küçüğüdür. Akıllı olduğu kadar iş bitirici kardeşimi mağaralarla tanıştırmak benim içinde büyük bir heyecandı. İhbarlarımızdan bir tanesine Ertan ile birlikte gittik fakat sonrasında çok dar olduğu için devam edemedik. Bizim ekip kampa teşrif edince sıska kardeşim Polat’ı akşamdan gaza getirdim ve o darallara sokmayı aklıma koydum. Sabah kahvaltıdan sonra çıtı pıtı kızlarımız olan kuzenim Aylin ve misafirimiz Sude’yi de alıp yola koyulduk. Yaklaşık yarım saat sonra mağara ağzındaydık. Benim kontrolümde önce Sude girdi ve devam etmek istemediğini söyledi. Arkasından Aylin de aynı cevabı verince bu sefer sıra geldi başkahramanımız Polat’a. Önce ben indim ve hemen peşimden Polat geldi aşağıya. Zaten mağaranın girişinde bir buçuk iki metrelik dar bir inişten sonra sağa ve sola iki kol ayrılıyor. Sağ kol taşlarla tıkanmış ve bir bebek başı anca geçer. Sol taraf ise yarık şeklinde ilerliyor ve yaklaşık iki metre sonra sola dönüyor. Fakat devamı var mı Polat’tan öğreneceğiz. Polat yanıma geliyor ışık tutup gösteriyorum yarığın sola dönen kısmını. Giderim abi ben diyor. Koçum benim. :D Bende sakin olmasını sıkıntılı bir durumda durmasını ve geri gelmesini söylüyorum. Anlaşıyoruz sorun yok diyor. Yarıktan yüz üstü sürünmek mümkün değil ancak bir omuzunun üzerinde sürünebilirsin. Polat’ta öyle yapıyor. Ama taşlar engel olunca birlikte dikkatli bir şekilde taşları temizlemeye koyuluyoruz. Polat sürüyerek getiriyor ben güvenli bir yere bırakıyorum taşları. Ve yol açılıyor. Polat ilerleyip dönüşe gelince abi devam ediyor diye sesleniyor. Gidebilir misin diyorum evet diyor. İçimi bir korku aldı. Sığıpta giremediğim bir yere kardeşimi yolladım. Başına bir şey gelirse nasıl yardım ederim kardeşime nasıl kurtarırım onu? Bilmiyorum ama Polat’a güvenim sonsuz. Polat’tan bir ses daha geliyor –Abi aşağıya doğru bir iniş var! İşte buradan sonrasını diyalog halinde özetleyeyim.

-Abi aşağıya doğru iniş var! -Polat, dikkatli ol abim. Girişi dar mı geniş mi? -Ben sığarım abi ama sen sığmazsın ;) taş atıyım mı? -Taş var mı abim etrafında? -Var abi bir sn. alıyorum. -Bekle atma. Yukarıdakiler sessiz olun. (Taş ne kadar gidecek dinlemeliyim değil mi? ) -Tamam abi -Polat at abim taşı -Atıyorum abi. Tak tuk ses kesildi -Polat derin değil mi abim? -Abi herhalde taş bir yerlere takıldı bir tane daha atayım mı? -At abim. -Atıyorum. Tak tuk tak tuk. Abi burası gidiyor belki bir 20 – 30 metre kadar. -Tamam abim ama duyamadım -bir taş daha at yukardakiler sessiz olun. -Tamam abi (demesiyle -Polat’tan bir çığlık aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa diye) Çığlığı duymamla bütün tüylerim diken diken ve adrenalin patlaması yaşıyorum. Korkum Polat’ın başına bir şey gelmesiydi yoksa korktuğum başıma mı geldi? Fakat bir saniye ses benden uzaklaşır gibi azalarak gelmedi. Sesin tonu ve uzaklığı aynıydı! Peki ne olmuştu? Taşı eline mi düşürdü ayağına mı düşürdü merak içinde sordum. -Polat noldu abim bir şeyin var mı? -Yok abi bir şeyim. -Niye bağırdın o zaman abim? -Abi taş diye elime kurbağa almışım birden hareket edince boşluğuma geldi :D -Abim Allah belanı vermesin ödüm patladı. Dememle bende Polat ta kahkahayı bastık. Polat’ın ilk mağara macerası bize mağaranın gittiği fikrini verdi. Daha sonra Hakan hocam orada güzel bir çalışma ile mağaranın derinliklerine ulaştı ve halen devam ettiğini söyledi.

15


16


YOL VER BANA ÇIBIK BELİ GEÇEYİM Bir HÜMAK Hatırası Selim Erdoğan

1998 yılının sıcak bir sonbahar akşamında üyelerimizden Barış Karaoğlu’nun lisans tezi alanı olarak belirlenen Antalya Yeşilkaraman köyündeki bir mağarayı incelemek amacıyla yola çıktık. Emrah Pekkan, Barış Karaoğlu ve Selim Erdoğan’dan oluşan HÜMAK ekibinin öncelikli amacı Barış’ın tezine katkı vermek olsa da, mağaraya ilişkin öncü duyumlar ilginç bir maceraya doğru yol aldığımızı söylüyordu. Ankara’dan otobüsle Antalya’ya geçecek, oradan kiralayacağımız araçla da Yeşilkaraman köyüne geçecektik. Gerekli mağara malzemelerinin yanı sıra hidrokimya ve jeohidrolojik analizler için gerekli örnekleme ve yerinde ölçümler için ihtiyaç duyacağımız hidrojeolojik ekipmanı da yanımıza almıştık. Kocain ve Tabaklar mağaraları gibi HÜMAK’ın geleneksel eğitim sahalarını kapsayan Antalya’ya yabancı değildik. Kırkgözler ve Kovanlık dolaylarındaki mağaralara ulaşabilmek için sabır gerektiren yürüyüşlere alışkın olduğumuzdan, kolayca girilebilecek bir mağara da beklemiyorduk açıkçası. Peki ya Yeşilkaraman Mağarası? Neler sunacaktı bize? Sabah ulaştığımız

Antalya’dan kiraladığımız araca malzemelerimizi yükleyerek yola çıktık. Köye Antalya – Isparta karayoluyla kolayca ulaşabileceğimizi bize kimse söylemediğinden, Antalya – Burdur karayolundan yolun doğu kesimindeki köylere doğru uygun bir bağlantı araya araya kendimizi en kuzeyde, Kırkgözler kaynağının yanı başında bulduk. Belki de alışık olduğumuz bu güzel yere gidebilmek için bahane yaratmıştık. Emrah’ın hazırladığı ve yalnız arazi koşullarında değil şehirde bile “mükellef” olarak tanımlanabilecek kahvaltı masasına kurulduk. Güzelim kaynağın yanı başında faaliyet gösteren kireç ocağının bu değerli ekosisteme verdiği zararı da yatırdık masaya. “yetkililer uyuyor”, “yok abi, böyle gelmiş böyle gider” türü klişeler eşliğinde kahvaltımızı tamamlayıp Emrah’ın emeğine gereken saygıyı gösterdikten sonra yeniden yola koyulduk. Gaziler- Kirişçiler-Kızıllı köylerini takip eden oldukça dolambaçlı bir güzergah izleyerek, arada sırada kaybolup bozuntuya vermeyerek Yeşilkaraman’a öğleden sonra ulaşmayı başardık. Normalde Antalya’dan yarım saat sürecek bir yolu yaklaşık 2 saatte alarak ulaşılması güç

bir rekora imza atmıştık. İşin daha da komik tarafı Yeşilkaraman’ın nispeten düz sayılabilecek bir arazide bulunuyor olmasıydı. Yani yol boyunca tepeler vadiler aşmamış, dağlara tırmanmamıştık. Buna rağmen koskoca bir sabahı Antalya Traverten Platosu’nun tozlu yollarında tüketmeyi başarmıştık. Köye ulaşır ulaşmaz ilk iş olarak Jandarma Karakolu’na giderek ekibimizi tanıtıp amacımızı anlattık. Daha fazla vakit kaybetmek istemediğimizden hızla mağaranın girişini bilen birisini aramaya koyulmuştuk ki Musa Dayı’yla karşılaştık. Musa Dayı Yeşilkaraman’ın köy bekçiliğini yapan kişiydi. Bir yandan neden geldiğimizi, ne yapacağımızı, mağaracılığın ne olduğunu, neden böylesine gereksiz işlerle uğraştığımızı anlatmaya çalışırken bir yandan da köyün yakınındaki tepeleri gözlerimizle tarıyor, mağaranın girişini kestirmeye çalışıyorduk. Tam arabaya doğru hamle yapmıştık ki Musa Dayı emin adımlarla köy çıkışına doğru yöneldi. Barış seslendi, “Dayı gel arabayla gidelim!”. Musa Dayı’nın cevabı jeolojik bir tuhaflığı daha bulgularımıza ekledi: “Siz arabayla takip edin, mağara şurada zaten!”. 17


Musa Dayı’nın gösterdiği yer travertendi ve bilinen birkaç küçük kovuk dışında Antalya’da travertende gelişmiş büyük bir mağara yoktu! Mağara ağzına ulaştığımızda ilk gördüğümüz mağaradan dışarı doğru çıkan kuru dere yatağı oldu. Küçük ve orta boy çakıllar buradan dışarı zaman zaman taşkın debisiyle su çıkışı olduğunu gösteriyordu. Travertende, platoda bir mağara, hem de yüksek debili su çıkışı olan? “Neredeyiz?” diye sorgularken bir yandan da giyiniyorduk. Kuru dere yatağını gören Emrah içeride karşılaşmamız olası bir gölü düşünerek “abi botu da alalım” dedi. “Örnekleme ve ölçüm ekipmanı, bot, ip, haritalama malzemesi, başka? Sanki bir şey unuttuk gibi, ama ne?” Neyse, inşallah eksiğimiz yoktur! Mağara düz bir girişle başlıyor, tabanda uzanan akım yatağını takip ederek hafif eğimlerle karanlığa doğru uzanıyor. Yer yer eğilerek geçebildiğimiz pasajlar, galerinin kıvrım yaptığı noktalara çökelmiş silt-kum boyu sedimanlar ve bir süre sonra kendi aydınlatmalarımızın ışığıyla başbaşa kalıyoruz. Neredeyse yok denecek kadar az mağara oluşumu ve mağaranın giriş ağzına doğru sol duvarı boyunca gözlenen karstlaşamaz kayaç mostraları Aksu formasyonu ile travertenin dokanağında ilerlediğimizi düşündürüyor. Herhangi 18

bir zorluk? Yok! Mağara süsleri? O da yok! İri çakıllı taban malzemesi ve kpmuş iri bloklar arasında ufak iniş çıkışlarla ilerliyoruz, o kadar! Tanrım, ne kadar sıkıcı bir mağara diye düşünürken bir göle ulaşıyoruz. Gölün ilerisine doğru ışıklarımızı yoğunlaştırdığımızda ise mağaranın daha fazla gitmediğini görüyor ve hayal kırıklığı girdabında boğuluyoruz. “Neyse, beyler haydi haritalamaya başlayalım!”. Klino ve pusulada Emrah, şeritmetrede Selim ve yazmalı çizmeli çalgılarda Barış, orkestra hazır! İstasyonları tek tek geçerken “acaba gözden kaçmış bir tanecik sarkıt olabilir mi?” diye tavanı tarıyoruz umutsuzca. O sırada dar bir pasajın tavanında yaklaşık 150-200 bireyden oluşan sevimli bir yarasa kolonisi görüyoruz. “Oh be, sonunda mağarada olduğumuzu hatırladık!”. Hem ev sahiplerine rahatsızlık vermemek, hem de dar galeride yarasa sağanağına maruz kalmamak niyetiyle Selim “beyler, sessiz ve yavaş hareketlerle” diye gereksiz bir uyarı yapıyor. Gereksiz mi? Barış hedef noktasında ileri istasyona doğru çekilirken az önceki uyarının gereksizliğine yüksek perdeden vurgu yapıyor: “Abi burası iyi mi?”. Yan yana duran Selim ve Emrah bir an göz göze gelip doğrudan yere kapanıyorlar. Barış o kadar şanslı değil, çünkü

üzerine kapatacak bir botu yok! Pasajın iki ucundan gelen “Aaah, abi nooluyo yaaa?” ve “hani uçarken çarpmıyodu bunlar be?” haykırışları birbirine karışıyor. Yaklaşık 1 dakika sürüyor yarasa fırtınası. O bir asır gibi gelen dakika boyunca Selim’in “Ulen Barış! Ulen Barış!” serzenişlerine Emrah’ın “bi yorulun artık yaaa” beklentisi ekleniyor. Sonunda sakinleşiyorlar, biz de kaldığımız yerden ölçümleri almaya devam edebiliyoruz. Sonunda göle geri dönüyoruz. İlerisi kapalı gibi dursa da Emrah’ın kafasında soru işaretleri var, “abi ben botla gidip uca bakacağım” diyor. Bir süre sonra Emrah Reis durgun suda mağaranın sonuna doğru yol almaya başlıyor. En uç noktaya ulaştığında son sandığımızın aslında “sezon finali” olduğunu belirten haberi ulaştırıyor: “Yaa burada suyla kayanın arasında 1 santimlik bir açıklık var?”. Haydaaa! Ne yapmalı şimdi? Emrah “abi ben soyunup öbür tarafa bir geçmeyi deneyeyim mi?” diye soruyor. Uzun tartışmalardan sonra bu deneme yüzünden dönüşte Barış’ın tez danışmanı Prof. Dr.Mehmet EKMEKÇİ’den yenecek fırçanın korkusu Emrah’ın keşif tutkusuna galip geliyor ve ekip son noktaya “soru işareti” koyarak dönüşe geçiyor. Dönüş yolunda hala Emrah’ın sitemi var: “Abi nereden bilecekti Mehmet Hoca? Kafayı bi uzatıp


bakacaktım!”. Yol üzerinde daha önce belirledikleri noktalardan X-Ray analizi için sediman ve hidrokimya deneyleri için su örneklerini aldıktan sonra mağara çıkışına yöneliyorlar. O sırada uzaktan gelen bir ses mağaranın büyülü ortamını yerle yeksan ediyor: “Orada mısınız??? Heeey! Orada kimse var mı???” Mağara ağzını aydınlatan günbatımının alacakaranlığı içerisinde birkaç siluet sarsak hareketlerle, düşer kalkar gibi bir görünüp bir kaybolarak ekibe doğru gelmektedir. “İyi de, kim bunlar?”. Bir iki dakika içerisinde siluetler renklenmeye, üzerlerindeki yeşil üniformalar ve başlarındaki kepler belirginleşmeye başlar. Artık yüz yüze geldiklerinde jandarma oldukları anlaşılan siluetlerin en önünde bulunanı duraksamadan sorgu faslına geçer: “Neredesiniz kardeşim bu kadar saat? Hepimiz seferber olduk size bir şey oldu diye!”. İyi de, topu topu 3-4 saat kalmışız mağarada, içeride olduğumuz da belli. Ne var ki bunda bu kadar büyütecek? Mağaradan çıkış, haznelerin ve tulumların temizlenmesi, toparlanma derken bir yandan da jandarmaya sözlü rapor sunuluyor. Küçük bir mağara olduğundan hem jandarma hem de yöre halkı mağaranın içini gayet iyi biliyor. Defalarca girip çıktıkları mağaraya ilişkin merak ettikleri bir şey kalmamış. Buna rağmen ekibin orada ne araştırdığı, o kadar saat içeride ne yaptığı

merak konusu. “Mağaranın haritasını çizdik, analiz için örnek aldık” açıklamaları bu merakı daha da kamçılıyor: “İyi de ne gerek var mağaranın haritasını çizmeye, ölçüm-örnekleme yapmaya? Yol mu geçecek mağaranın içinden? Kadastrocu musunuz siz?” Mağara kolay bir mağara, girdikleri gibi enerjik çıkıyorlar dışarı. Ama açıklamasını yapmaktan bitap düşüyor ekip. Sonunda Musa Dayı cankurtaran vazifesi görüyor: “Muhtar sizi akşam yemeğine bekliyor”. Barış sevincini saklayamıyor: “Abi açlıktan ölecektik, şimdi ne mükellef bi köy sofrası kurmuştur Muhtar!”. Düşüyorlar yola, birkaç on metrelik yürüyüşten sonra Muhtar’ın evine ulaşıyorlar. Kapıyı evin hanımı açıyor, buyur ediyor ekibi içeri. Utana sıkıla haneye dahil olan ekip oturma odasına girdiğinde Muhtar karşılıyor ekibi. Üzerinde atleti ve çizgili Sümerbank pijamasıyla yer sofrasına buyur ediyor doğrudan. Ekip birbirine bakıyor, sonra Selim Muhtar’a “müsait değilsiniz galiba, rahatsızlık vermeyelim. Biz kısaca yaptıklarımızı anlatıp yola çıkalım” diyor. Muhtar eliyle sofrayı gösteriyor ve “yiyin de öyle gidin” diyor. Sofrada üç kap sulu yemek var, ama sunum tavrı biraz “haydi yiyin de gidin” şeklinde olunca herkes açlığını unutuyor. Muhtar televizyonun karşısındaki sedire uzanıyor, ekip ise gönülsüzce sofranın başına

geçiyor. Ortalık mağaradan da sessiz. Herkes “bir an önce yemek bitse de yolcu yoluna gitse” havasında. Bir anda Muhtar yattığı yerden zıpkın gibi fırlıyor, televizyon sehpasının yanında duran oda spreyi şişesini kaptığı gibi yemek yiyen ekip üyelerinin üzerine sıkmaya başlıyor! Üzerlerine sinmiş olan karpit kokusu belli ki Muhtar’ı çok rahatsız etmiş! İlk şaşkınlığı attıktan sonra Emrah usulca Selim’e eğiliyor ve “abi Muhtar bizi resmen sinek gibi ilaçladı. Eline raket alıp da girişmeden önce müsaade istesek” diyor. Derhal ayaklanan ekip bir çırpıda Muhtar’la vedalaşıp, evin hanımına teşekkür edip oradan uzaklaşıyor. Arkadan Muhtar’ın “yine bekleriz” davetini işitiyorlar, ya da onlara öyle geliyor. Dönüp arkasına bakan bile yok. Arabayla Antalya istikametinde tozu dumana katarak uzaklaşırlarken üzerlerinde hala oda spreyinin kimyasal kokusu, akıllarında ise mağaranın sonundaki o 1 cm’lik açıklık var. Hani o mağaraya girerken “bir şey unuttuk ama ne?” sorusu vardı ya, işte o da tam o anda yanıtını buluyor: “Haydaaa!!! Fotoğraf ???”

19


Mağaracının gökyüzünü tekrar görebilmesini sağlayan güzel icat cumar…

CUMAR Mesut Şen

Tek ip tekniğinin temel prensibi sabit ip hattı üzerinde kişinin kendisinin ilerlemesi. Tabi bunu çıplak elle yapmıyoruz, iniş ve çıkış için kullanılan özel malzemeler var. Mağara kazalarının büyük bir kısmı teknik malzeme kullanmaksızın ip kullanımından kaynaklanıyor. Bunu özellikle belirtmek isterim ki teknik malzeme ve yeterli eğitim ve deneyime sahip olmadan kesinlikle sadece ipe güvenerek iniş ve çıkış yapılmamalı. Dünya çapında istatistiklere göre ölümlü mağaranın kazaları hemen hemen hepsi ipsiz tımanış yapmak ve teknik malzemesiz ip kullanmaktan kaynaklanıyor. İpte tırmanmak için mağaracılıkta cumar ismini verdiğimiz aletleri kullanıyoruz, İngilizce jummar’dan geliyor kelime, tam Türkçesi ip kıskacı. Aletin ipte yukarı ilerlemesine izin veren fakat aşağıya kaymamasını sağlayan dişli bir kıskacı var. El için kullanılanda tutuş kolaylığı sağlamak için bir sap, her cumar tipinde ise bağlantıyı sağlamak için bir ya da birden fazla delik mevcut. İp tutuşunu sağlayabilen başka aletler de var fakat mağaracılık için en uygun olanı cumar. Çünkü diğer aletler her koşulda ipi tutamayabiliyor. Koşullar cumar için çok farketmiyor, kıskaçta bulunan dişler ipe bir miktar zarar verse de ıslak, çamurlu ya da donmuş ipte bile cumarın ipi tutmasını sağlıyor. Tek ip tekniğinde kişisel malzemeler arasında iki tip cumar buluyor, bunlardan biri göğüs cumarı diğeri ise el cumarı. Göğüs cumarı, koşum bağlantısını yapan delta karabininin üst orta kısmına takılan bir alet. Alt bağlantısı deltaya, üst bağlantısı ise ipte ilerleme esnasında cumar pozisyonunu koruyabilmek için göğüs perlonuna bağlanıyor. Delta ile göğüs cumarı arasına kesinlikle karabin takılmamalı. Eğer araya karabin takılırsa ipte yükselme mesafesi kısalıyor. Göğüs cumarının bağlantısı

20


yapılırken yönüne dikkat edilmeli yoksa cumar kullanım esnasında yön değiştirebiliyor. Göğüs cumarının işlevi el cumarı ile yükselme yapıldığı anda ipte ilerleyerek yükselme mesafesini korumak, kullanıcı el cumarını bıraktığı anda ağırlık göğüs cumarına biniyor, bu sayede yükselme gerçekleşmiş oluyor. Göğüs cumarının tipleri ise standart farklı markaların göğüs cumarları aynı tipte. Fiyat olarak, karabinlerden sonra TİT takımının en ucuz malzemesi.

mesafesi daha fazla, daha küçük olması da taşınabilirliğini arttırıyor. Petzl’ın yeni ürettiği Basic mağaracılıkta kullanım için çok daha uygun, üst kısmında tutuşu kolaylaştırmak için çentikli bir kısım mevcut. Altındaki delik ise hem göğüs bağlantısını hem de üzengiyi takmak için daha geniş. Ağaç tırmanışı için iki tutamaklı üretilen bir cumar daha var fakat mağarada taşımak oldukça zor olur diye düşünüyorum ve fiyatı da normal cumarın yaklaşık üç katı kadar.

Kişisel malzemeler arasındaki diğer cumar ise el cumarı. Göğüs cumarına benzeyen fakat el ile tutmayı kolaylaştırmak için tutamağı bulunan bir cumar. Uzun kısa ya da göbek bağı denilen bir ip ile deltaya bağlanıyor. Eğer teknik olarak kullanıcı hata yapmaz ise bu bağlantıya ihtiyaç yok ama herhangi bir hata yada aksaklık durumunda cumarın yetişilemeyeceği bir mesafede ya da ipte kalmaması için kullanılıyor bu bağlantı. El cumarındaki diğer bağlantı ise üzengi, kişinin boyuna göre değişen uzunlukta bir ip sonunda ayağı geçirip basabilmek için bir halka mevcut. Yük göğüs cumarında iken el cumarı yukarı kaldırılıyor, bu esnada üzengiye basmamak gerek, el cumarı kaldırıldıktan sonra üzengiye basılıp ipte yükseliniyor. Yükselme için el cumarı eğer çok yukarı kaldırılırsa üzengiye basmak için ayağın o kadar çok yukarıya kalkması gerekiyor. Mesafe açısından daha avantajlı görünse de kısa sürede yorulmaya sebep olduğu için yükselme esnasında el cumarını çok fazla kaldırmadan hamleler yapmak gerekiyor. El cumarının iki tipi mevcut biri tutamağı olan esas el cumarı diğeri ise genel cumar kullanımı için üretilmiş olan tutamaksız düz modeli, Petzl’da model ismi Basic. Tutamaklı olan daha rahat fakat iki dezavantajı var. İlki cumarın çok büyük olması, özellikle darallarda ilerlerken el cumarını muhafaza etmek zor olabiliyor. İkincisi ise tutamak için ayrılan mesafenin ipte yapılan hamlede yükselme mesafesini kısaltması. Bu dezavantajlar genel kullanım için olan cumar Basic’te yok. Tutamağı olmadığı için yükselme

TİT takımındaki malzemeler arasında çoğunlukla yer almasa da uzun dikeyler için olmazsa olmaz bir cumar daha var, ayak cumarı. Küçük bir kıskaç kısmı ve ayağı saran kayışlardan oluşuyor. Üzengiye bastığınızda boşta kalacak olan ayağa takılıyor. Ayak cumarı sayesinde uzun mesafeleri kısa sürede yorulmadan çıkmak mümkün. Diğer cumarlar gibi ipe giriliyor, üzengiye basıp yükselirken ayak cumarının olduğu ayak yükseltilip daha sonra onunla basılıp yükselmenin yanında iki ayağı aynı anda kaldırıp aynı anda basıp yükselmek gibi iki farklı şekilde kullanılıyor. Aynı anda basıp yükselmek daha az yorucu, sırayla basıp yükselmek ise daha hızlı ilerlemeyi sağlıyor.

zarar vermemesi için de dikkat edilmesi gereken durumlar var. Bunların başında cumarda yük varken kıskacı sökmeye çalışmamak geliyor. Tek ip tekniğine yeni başlayanların çoğunlukla yaptığı bir hata üzengiye basarken el cumarını açmaya çalışmak ve ipte tam yükselmeden göğüs cumarını açmaya çalışmak ipe ciddi zararlar verebiliyor. Cumar kilidini açarken cumarın serbest kalması gerektiği için istasyon geçişlerinde el cumarını istasyon düğümüne dayamak da ipe zarar verecek en büyük hatalardan birisi, düğümde sıkışan cumarı açmaya çalışırken cumarın dişleri ipin mantosunu yırtıyor. Kesinlikle dikkat edilmesi gereken bir durum var ki ölümcül kazalara yol açabilir! Eğer ipte cumar takılı iken kayadan destek alarak kısa mesafe dahi olsa tırmanılırsa el cumarının kesinlikle tırmanma esnasında yukarıya çekilmesi gerekiyor! Aksi takdirde el cumarı aşağıda kalacak ve tırmanış esnasında bir düşme yaşanırsa cumara yük binmesiyle cumarın dişlerinin ipi koparması kaçınılmaz bir durum.

Kişisel TİT takımı haricinde cumarların farklı yerlerde de kullanılabiliyor. En önemlisi makara sistemlerinde kullanılması. Makaraya takılan harici bir karabine bağlanarak, makarada çekilen ipin aksi yönde hareket etmesini engelliyor. Bu sayede makaradaki yük çekilme esnasında yükselirken, ip bırakıldığında yük aşağıya düşmüyor. Cumarların bakımında en önemli nokta kıskaç dişlerinin temiz olması. Çamurlu iplerde kullanımdan sonra ya da cumarın çamurlanmasından kıskacın mutlaka temizlenmesi gerekiyor. Çünkü dişlerin üzerindeki çamurun kuruması cumarın ipi sağlam bir şekilde tutmamasına sebep olabiliyor. Kullanım esnasında cumarın ipe 21


22


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.