Sayı 28 OCAK ŞUBAT
Mağaraya dair
2013 Yıl: 5
Yayın Kurulu Bülent Demir İlker Gürbüz Mesut Şen Ender Usuloğlu
Katkıda Bulunanlar Bülent Demir Hakan Eğilmez Turgay Gönülalan Mehmet Sait Taylan Razvan Sabau Mesut Şen Ender Usuloğlu
Fotoğraflar
Ön Kapak: Belen Kokurdanı, Ender Usuloğlu
Mağaraya Dair... Ocak Şubat ayları genelde mağaracılık açısından kesat aylar olduğu için bizde bir çok kulüp ve dernek gibi eğitim işlerine daldık. Çok bir faaliyetimiz olmasa bile yoğun bir eğitim dönemi geçirdik. Mağaracılık camiasına grup oluşumundan dernekleşmeye adım atan Kuzgun Mağara Araştırma Grubundaki arkadaşlarımızı tebrik ederiz. Mesut Şen, dernekleşme hikayesini ele aldı. Hazır dernekleşmeden devam ediyoruz, bizde ASPEG’in 5.yılını kutluyoruz. Arkadaşımız Ender Usuloğlu ise ASPEG’in tatlı acı, iyi kötü geçen 5 yılını biraz daha tarihi perspektiften anlatıyor. ASPEG olarak bir çok üyemiz İstanbul dışındandır. Ankara ve Antalya ağır basar İstanbul dışı üyelerimizde ama bir üyemiz var ki, Sait hocamız, ailesi Konya’da kendisi bilim ve çalışma uğruna Bitlis Adilcevaz’da dır. Gurbet ellerde onu yalnız bırakamazdık, bizde yanına gittik . Bu ziyareti onun kaleminden okuyacağız. Mağara Dalışcı üyemiz Hakan arkadaşımız, biz her ne kadar gezilere bu dönem pek sık gitmesekte, kendisi kar kış demeden ısrarla dalmaya ve sifonları geçmeye devam ediyor. Cirbin Ali dalışlarını ve neler yaptıklarını onun kaleminden okuyacağız. Bülent Demir ısrarlı yazı yaz dememiz karşısında bizi kırmadı ve iletişim konusunda yazdı. Herkese keyifli okumalar diliyoruz!
Arka Kapak: Hasan Sabah’ın
Kalesine giderken ki kanyon, İran, Ender Usuloğlu
Bu dergide yer alan yazılar ve fotoğraflar, kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Websitelerimiz: www.aspeg-medya.com www.aspeg-tr.org Bize ulaşmak ve(ya) mağaracı olmak istiyorsanız: info@aspeg-tr.org
2
Ocak-Şubat İçindekiler
Kışın Sifon Dalışı Sayfa:4
İletişim Sayfa: 8
ASPEG Gurbet’te Sayfa: 12
ASPEG’İN 5 YILI Sayfa: 20
Fotoğraf: Ender Usuloğlu
Gruptan Derneğe KMG Sayfa: 16
3
Soğuk, dışarısı -2 derece, Kuzey Poyrazı hafiften esiyor, Kamyonetin kasasında giyiniyoruz. Aslında soyunurken üşüme çok sorun değil, asıl mağaradan çıktıktan sonrayı düşünüyorum, malum sifon dalışı, ıslak bir şekilde -2 derecede giyinmek, adamı çok acıktırıyor. Özet bir giriş yapayım dedim ama detayları anlatmadan olmaz tabi. Ocak-Şubat 2013 , tarihlerinde, Cibril Ali(Yuvacık Kacaeli), Ali Şahin Pınarı(Kıyıköy Trakya) mağaralarına, sifon dalışlı için 2 ayrı tarihte gezi düzenledik. Bu gezilerde Doruk Dündar, Sencer Çoltu, Ahmet Şener eşlik etti. Cibril Ali mağarası, halen Bümad tarafından araştırılmakta. Yaklaşık 300 metre yatay devam ettikten sonra, malzeme ile tıkanan bölümü kazıp, galeriyi genişletmişler. Normalde daha ileride olan sifon, suyun yükselmesinden dolayı daha önce bir noktada oluşmuş, sifonlardan sonra Srt ile tırmanılacak 15 metrelik çıkış var, zaten sonrasında bir sifon daha oluşuyor. Aracı park ettiğimiz noktadan mağara ağzına yaklaşık 500 metre aşağı doğru inmek durumunda kaldık. Zira dışarısı -2 derece olduğundan tüm yol buz ve mağara ağzına giden yolda ezilmemiş 30 cm kar olmuştu. Sifon dalışı için içimize giydiğimiz 7mm elbise ile hareket etmek, ekstra zorlayıcı oldu. Bu arada biz araç kasasında hazırlanırken yanımızda duran minübüsten bir grup doğa yürüyücüsü, karda dolaşmak üzere yanımızdan geçti. Geçerkende ne yaptığımızı anlamaya çalışıyorlardı. Çünkü bir yandan , çantalara dalış tüplerini yerleştiriyorduk. Az sonra yanımıza kaybolmuş bir araç geldi. Zincirleri olmadığından , beraber gitmeyi istediler, ama biz daha mağaraya gireceğiz dediğimizde, daha bir şaşaladılar. Zaten bir de dalacağız deseydik herhalde bize uzaylı muamelesi yaparlardı. Neticede, 3 kişi çantalar ile beraber uzun bir yürüyüşten sonra, mağaraya giriş yaptık, daha önceden oluşan 5 metrelik sifonu geçtikten sonra, asıl 4
sifona geldiğimizde normalde 4 metre uzunluğunda olması gereken sifonun yaklaşık 10 metre uzunluğunda olabileceği tahmininde bulunduk, zira su fazla yükselmişti. Tüp havaları ve mevcut dönüşü riske etmemek için durumu zorlamadık ve geri döndük. Taşıma kolay olsun diye ufak tüpler (3 litre 200 var 600 litre toplam hava) yanımıza almıştık, ilk sifonda 3/1 ini kullandığımızdan 2. sifona yeterli hava kalmama olasılığından, 2. girişi riske etmedik. Suyun fazla olacağını tahmin ediyorduk, sonuçta bu tarz penetrasyonlar, tecrübe artırımı açısından, kış aylarında mağara içindeki suyun yükselme potansiyeli anlamada ve daha sonra yapacağımız dalışlarda, efektif bir bilgi kazanımı sağladı. Çıkışla beraber, aynı mesafeyi sırtımızda çantalar ile tırmanmak, sonrasında soğuk havada giyinmek ve akabinde 5 çeşit yemek yeme ile taçlanan, buz üstünde off road ile bütünleşen, günübirlik geziden döndükten sonra, geçen yıl içindeki sifonu geçip, mağaranın kuru pasaj olarak devam ettiğini gördüğümüz, Ali Şahin Pınarı mağarası için, plan yaptık. 3 hafta sonra Doruk ile mağara ağzına geldik. Suyun yüksek olacağını bildiğimiz için daha fazla tüp ve malzeme ile 2x3 litre, ışık sistemleri , uzun mağara ipi ve ölçüm setleri ile giriş yaptık. Tahmin ettiğimiz gibi, su yaklaşık 50 cm yükselmiş, çoğu yerde tavan ve su arası 30 cm olacak şekilde ilerledik. Daha önce yürüyerek geçtiğimiz nokta 15 metre uzunluğunda sifon yapmıştı. Burayı geçtikten sonra, ana sifona ulaştığımızda 20 metre uzunluğunda daha önce geçtiğimiz sifonun 30 metre olabileceği varsayımında bulunduk. Geçebilecek havamız olmasına rağmen, geçtikten sonraki kuru pasajlarında su içinde olabileceğinden, ölçüm amaçlı ilerleme penetrasyonu sonlandırdık. Suyun ısısı 5 derece olduğundan, beklemeli çalışmalarda koordinasyon kaybına yol açmasını istemedik.
Burada gözlemimiz, suyun her 2 mağarada yaklaşık 50 cm yükselmiş olduğu idi. 400-100 metre rakımlarında toplanan havza suyunun mağara içine toplanması ve su artışı yaklaşık bu seviyelerde oluyor. Daha yüksek irtifalarda, kış ayını geçip yaz bile olsa, olası su debisi ve yüksekliğinin daha fazla olacağını ortaya koyuyor. Sonuçta , Sifon dalışlarımız devam etmekte. Başka haberler ve sifon sonrası haritalar ile geri gelmek üzere, ‘Sıcak Mağaralar’ diliyorum.
Kış ayında sifon dalışı Yazı ve Fotoğraflar: Hakan Eğilmez
5
6
Hubert Robert (1733-1808) “The Mouth Of A Cave” Fransız Yağlı Boya
1784
7
İletişim
Yazı: Bülent Demir Fotoğraflar: Razvan Sabau
8
Doğada İletişim Son otuz yılda hızla gelişen teknoloji ister istemez doğa sporlarını da etkilemiştir. Bu gelişmenin bir kısmı kulladığımız donanımların üretilmesinde kullanılırken bir kısmını da bizzat bizler kullanmaktayız. Bu sayımızda sizlere teknolojinin bizlere sunmuş olduğu bazı iletişim olanaklarından bahsedeceğim. İletişim, iletilen bilginin hem gönderici hem de alıcı tarafından anlaşıldığı ortamda bilginin bir göndericiden bir alıcıya aktarılma sürecidir. Buradaki alıcı veya gönderici her zaman insan olmayabilir. Doğada iletişim denince benim ilk aklıma duman geliyor. Belki bir kaç bin yıl geriden geliyor olsam da yazım duman üzerine değil, bunu “mangal” konulu bir yazıda daha detaylı işleyebiliriz. Bugün sizlere gps, spot ve uydu telefonlarından bahsetmek istiyorum. Eminim bir çok kişi en azından bunlardan birine sahiptir. GPS = Ben neredeyim?
GPS (Global Positioning System) cihazları tek yönlü iletişimin mükemmel bir örneğini teşkil ederler. Düzenli olarak kodlanmış bilgi yollayan bir uydu ağından sinyal alıp , uydularla arasındaki mesafeyi ölçerek dünya üzerindeki kesin yeri tespit etmeyi mümkün kılar. Lütfen dikkat edelim, sinyalleri alır, matematiksel işlemlerden geçirir ve bize çıktıyı sunar. Bizden bir bilgi alıp uydulara göndermez. Kulağımıza güzel gelse de bu teknoloji bize ait değildir, biz sadece bize izin verildiği ölçüde bu
nimetten yararlanırız. Sistemin ilk kuruluşu 1950’li yıllardaki askeri sistemlerin geliştirilmesine dayanır. 1980’li yıllardan itibaren de sivil kullanıma açılmıştır. Günümüzden yirmi yıl önce kullanılan GPS cihazları üzerindeki yongalar ormanlık alanlarda ve şehir içinde kullanıma izin vermiyordu. Çevresindeki bir objeden kolaylıkla etkileniyordu, hatta çantanızın içinden bile uydu sinyallerini yakalayamazdı. Siyah beyaz ekran üzerinde bir üçgen, arkasında iz çıkartarak garip şekiller çizerdi. Harita yüklemek, fotoğraf çekmek bir de üsteüne barometre özelliği ancak rüyanızda görebileceğiniz bir özellikti. Günler hızla geçti ve teknoloji beklenenin üzerinde bir hızla GPS ‘leri etkiledi. SirfStarIII yonga seti ile sinyal yakalama özelliğindeki artış, çevreden gelen diğer parametrelerle değerlendirme ile inanılmaz sonuçlar ürettildi. Bina ve araç içinde çeken GPS’lere sahip olduk. Artık ormanlık bir alanda veya vadi içinde kaybolmayacaktık. Teknoloji peşimizi bırakmadı, kader ağlarımızı örmüştü bir kere. Telefon dünyasındaki gelişmeler de GPS cihazlarına hızla uyarlandı. Önce harita yükleme özelliğine kavuştuk. Gideceğimiz yerin haritasını yükleyerek daha doğru bir yön bulma imkanımız olmuştu. Bunun bir adım ardından renkli ekranlarla tanıştık. Cihazlar renklenmişti (nasıl bir işime yaradı anlatamam!)... Bunu topoğrafik ve üç boyutlu haritalar takip etti. Son beş yıl içinde üretilen GPS cihazlarına ise artık uydu görüntüleri yüklenebiliyor. Bir adım sonrasında canlı uydu görüntüleri olursa hiç şaşırmam. Bunlar olup biterken 2000 yılında ilk aldığım 64MB hafızalı GPS cihazımın yeni sürümlerinde 8GB hafıza bulunduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Yukarıdaki temel navigasyon
özelliklerinin yanına; fotoğraf çekme, barometre, elektronik pusula gibi daha sayısız fonksiyon ilave edidi. Artık wireless üzerinden kendi iz kayıtlarımızı arkadaşımızla paylaşabiliyoruz. O da yetmedi telefonlarımızın içine kadar GPS girdi hatta saatlerimizin içine bile. Konu ne zaman açılsa “akıllı telefon mu?” yoksa “gps mi?” ikilemi ile karşılaşırız. Benim şahsi görüşüm GPS’dir. Çünkü ana görevi navigasyon olan bir cihaz daima akıllı telefonlardan daha iyi performans sergiler. Yağmur altında akıllı telefonu kullanmak oldukça güçtür, GPS açıkken akıllı telefonların şarjı 5-6 saatte biter, bazılarının bataryası değişmez, rota kaydetme (track log) bir çoğunda yoktur bunun için özel program satınalmanız gerekir. Bu sebeplerden dolayı belki en üst sürüm olmasa da bir GPS cihazına sahip olmanızı tavsiye ederim. Spot = Ben buradayım?
Spot cihazlarda son zamanların vazgeçilmezlerinden biri oldu. GPS ile aynı mantıkta çalışmasına karşın hafif yollu çift yönlüdür. Bu cihazlardaki temel kullanım amacı; kişiyi takip etmek, acil bir durumda belirli bir merkezin veya kişinin uyarılmasıyla ilk yardım hizmetinin sağlanmasıdır. Aynen GPS’in çalışmasındaki prensip gibi yörüngedeki uydulardan sinyalleri alarak cihaz konumuzu belirler. Bunu belirli aralıklarla uydulara gönderir. Uydular da bu sinyalleri yer istasyonuna iletir. Yer istasyonu bulunduğunuz yeri bir arayüz ile sevdiklerinize harita üzerinde sunar. Acil bir durumda ise cihaz üzerindeki butonlardan birine basıp size bu hizmeti veren yere çağrı gönderirsiniz. 9
Bu cihazın bana göre tek eksik noktası, üzerinde bulunduğunuz yerin koordinatlarını size vermemesi. Cihazın malesef ekranı yok. En azından benim Türkiye’de gördüklerimde. Özellikle mobil telefonların çekmediği, uzun sürecek faaliyetlerde bu cihazdan yanınızda bulundırmanız tavsiye edilir. Boyutları oldukça küçüktür, avucunuzun içine bile sığar. Cihaz bedeli yaklaşık 150-200 dolar arasında. Bir de yıllık kullanım ücreti var. Uydu Telefonu = Nasılsın tatlım !
Doğada iletişimin geldiği son noktalardan biri uydu telefonları diyebiliriz. Önce tek yönlü, ardından yarı çift yönlü cihazlardan sonra en üst basamağa geldik. GSM telefonlarının zorlu arazi şartlarında çalışmadığı herkesin bildiği bir gerçek. Son zamanlarda şehir merkezlerinden uzaktaki arazilerde cep telefonlarının çektiği ile ilgili reklamlar artmış olsa da şehir içinde hala GSM telefonlarının çekmediği bir çok yer var, üstelik bunlar merkezi yerler bile olabiliyor (örnek ; Bizim apartmanın asansörü, Beyoğlu’ndaki ara caddeler, Etiler, Balıkesir-Manisa yolu) Özellikle şehirden uzak, coğrafi koşulların GSM sinyallerini engellediği yerlerde uydu telefonu acil bir durumda hayatınızı kurtarabilecek bir araç uydu telefonu. Extreme sporlar ile uğraşan kişilerin kendi yerlerini ve durumlarını sık sık şehirdeki kişilere bildirmeleri de olası arama-kurtarma çalışmalarında 10
kilit rolü oynuyor. Akıllı bir telefona vereceğiniz paradan daha az maliyete sahip uydu telefonu riskli spor yapanların mutlaka edinmesi gereken bir iletişim cihazı. Türkiye’de bu hizmeti sunan iki operatör var. Bunlardan biri yüksek yörünge uydularını kullanıyor diğeri alçak yörünge uydularını. Aradaki farkı sizin için özetlemem gerekirse şöyle: Yüksek yörünge uydularına HEO (High Earth Orbit) diyoruz. Uydu dünyadan 36.000 kilometre uzakta bulunur, bu durumda dünya ile birlikte döner, aynen televizyon uydularında olduğu gibi. Yüksek yörüngede bulunması sebebiyle kapsama alanı geniştir hep aynı yerde dururlar. Bu yüzden de konuşmak için telefonunuzu hep aynı yöne yöneltmek zorunda kalırsınız. Eğer kafanız karıştıysa şöyle bir örnekleme yapayım. Bir dağ veya tepenin kuzey yamacındasınız, uydu da güneyde kalıyor, sonuç; konuşamazsınız ! Alçak yörünge uyduları yani LEO (Low Earth Orbit) uyduları dünyadan yaklaşık 2.000 kilometre uzaktaki yörüngelerine yerleştirilirler, alçak yörünge uyduları olarak adlandırılırlar, dünya ile birlikte değil kendi yörüngelerinde hareket ederler, kapsama alanları azdır. Uydu bazen kuzeyde, bazen güneyde bazen de batıda kalır. Bu yüzden de siz nerede olursanız olun uyduları yakalabilirsiniz. Onlarca uydu dünyanın çevresini turlamaktadır. Tek dezavantajı uyduların bazen sizin bulunduğunuz yerden geçmemesinden dolayı hizmet kesintisi yaşamanızdır. Bu süre de en fazla saata 3-5 dakika arasındadır ki bence gözardı edilebilecek küçük bir ayrıntıdır. Evinizin balkonunda alçak yörünge uyduları üzerinden konuşabilirken yüksek yörünge uydularında evinizin balkonun ne tarafa baktığı da önem taşır. Coğrafi koşulların değişebileceği yerlerde uydu telefonu kullanacaksanız alçak yörünge uyduları ile hizmet veren bir
operatör seçmek en mantıklısı. Peki GPS’ler gelişirken uygu telefonları yerinde mi saydı? Elbette değil. Onların da boyutları küçüldü. Eskiden uydu telefonlarını alırken aksesur bölümünde “Taşımak için omuz askısı” satılırdı. Şimdi belinize takmak için kılıf satılıyor. Artık uydu telefonlarını bilgisayarınıza bağlayıp veri alışverişinde bulunabiliyorsunuz. Araç kitleri bile var. Tek değişmeyen şey antenleri (neyseki katlananı çıktı) ve uyduları görmek zorunda oluşları. Neredeyim (GPS) – Neredesin (Spot) – Nasılsın Tatlım (Uydu Telefonu) Ama hangisini almalıyız? Üçünü de mi almak lazım acaba? Hatta hepsini alıp boynumuza mı asmalıyız bir zamanlar “Olacak O Kadar” daki Cevat Kelle gibi? GPS ve Sport’u almanızı veya faaliyet yapacağınız grupta olmasını şiddetle tavsiye ederim. Özellikle de bilmediğiniz bir yerde faaliyet yapacaksanız bu konu önemli. Uydu telefonu ise size maddi yük getireceği için dernek veya grupların bünyesinde bulunmasını tavsiye ederim. Eğer üst seviye akıllı bir telefonunuz varsa siz zaten uydu telefonuna para verecek kadar bütçeye sahipsiniz demektir.
11
ASPEG GURBET’TE
Yazı: Mehmet Sait Taylan Fotoğraflar: Turgay Gönülalan, Ender Usuloğlu 2011 yılında doktoramı tamamladıktan sonra, Tübitak Doktora Sonrası Araştırma Bursu kazanmıştım. Projeye devam ederken, Biyoloji öğretmenliğine sınavsız (KPSS) geçebileceğimi öğrendim. Ancak ilan edilen kadroların en batısındaki şehir BİTLİS Adilcevaz ilçesiydi. Bir yıl burada Biyoloji öğretmenliği yapmaya karar verdim. Benim için oldukça güzel bir deneyim olacaktı. Hasret dolu, eşim, oğlum ve ASPEG’den ayrı bir şekilde, günlerimi geçirirken, Ender aradı ve organize edebilirse, Elif&Orko, Hakan ve kendisinin Bitlis’e gelebileceğini söyledi. Çok mutlu olmuştum, ASPEG derneğindeki ilişkilerin, arkadaşlıktan, hatta dostluktan öte olduğunu bir kez daha anladım. Heyecanla misafirlerimin gelişlerini beklemeye başladım. Ender ve Turgay, 1 Mart’ta, İstanbul’dan uçağa binip öğle saatlerinde Van’da olacaklarını söylediler. Elif&Orko yeni misafirleri :), Hakan’da koşusu olduğu için gelemeyeceklerdi. Son anda 12
Turgay ekibe dahil olmuştu. Ender ve Turgay, Van’dan araba kiralayıp, Adilcevaz’a geldiler. Onlara sımsıkı sarıldıktan sonra biraz dinlendiler ve akşam Aygır Gölü’ne gitmek üzere yola koyulduk. Burada çok lezzetli ve sosla ızgara edilmiş, balıklarımızı yedik. Restoranda, dağcı malzemeleri gördük, sürekli Süphan Dağı’na çıkan, restoran işletmecisiyle tanıştık. Açıkçası, yöre halkından birilerinin dağcılık yapmasına çok sevindik. Süphan’ın kuzey cephesine lav tüpleri olduğunu belirtti. İhbarımızı aldık ve daha sonra birlikte Süphan’a çıkma sözü alarak, restorandan ayrıldık. Daha sonra nevalelerimizi alarak eve geçtik ve ev arkadaşım Fatih’le birlikte misafirlerimize gitar çaldık… Dostum dostum türküsünü özellikle çalmak istedim, çünkü fark ettirmesem de, ASPEG’in BİTLİS’e kadar gelmesi beni çok duygulandırmıştı. Diğer bir deyişle duygusala bağlamıştım, evde birlikte Akseki Belgeseli’ni
izledik, anılarımızı tazeledik ve bu yazıyı okuyan değerli tüm ASPEG üyeleri hakkında teker teker konuştuk. Hepinizin haberlerini aldım, o kadar özlemiştim ki sizleri…Ender daha önce bu bölgelere gelmiş. İstanbul’da iken programını yapmış bile! Cumartesi günü sabah erkenden çıkıp, Ahlat Selçuklu mezarları ve müzesi ziyareti, Nemrut Krater gölüne çıkış, ardından Bitlis’te 5 minare ziyareti ve tabiî ki olmazsa olmaz Büryan Kebabı yenmesi, Bitlis Müzesi ziyareti ve sonradan benim eklediğim, Adilcevaz’a dönüşte de TatvanAhlat arasında geçen yıl, artezyen şeklinde ortaya çıkan kaplıcaya girilmesi (her ne kadar halka açık olmasa da) şeklinde programımızı yaparak uyuduk. Sabah uyanınca kar yağışı başlamıştı, biraz moralimiz bozuldu, çünkü krater gölünün yolu kapanmış olabilirdi, ancak Ender krater gölüne yürüme fikrini ortaya attı. Turgay ve ben de mecburen bu öneriyi kabul ettik, zaten kafasına bir şey koydu mu kesin yapacağını
biliyorduk. Hazırlandık ve yola koyulduk, yolun her iki tarafı karla çevrili olduğu için, kuşlar, asfalt üzerinde eriyen karların oluşturduğu su birikintilerine, su içmek için gelmişler ve yolu ortasında durdukları için, arabayla ilerlemeyi oldukça zorlaştırmışlardı. Ender kuşları ezmemek için sürekli kornaya basıyordu. Ahlat’a kadar bu şekilde geldik, tüm Adilcevaz ve Ahlat ASPEG’in buraya geldiğini böylelikle anlamış oldu, düğün korteji gibi korna sesi eşliğinde seyahat etmiştik. Karşıdan gelen araba şöförleri tuhaf tuhaf bakıyorlardı, bu çevreci ve hassas davranışa şaşırmışlardı, herhalde... Ahlat’ta Van gölü kenarında güzel bir yerde kahvaltı yaptık, göl o kadar güzel görünüyordu ki, Ender ve Turgay resim çekmekten kendilerini alıkoyamadılar. İştahla kahvaltımızı bitirdik. Ahlat Selçuklu mezarlarına doğru yola çıktık. Muhteşem bir manzarayla karşılaştık, Selçuklu’nun ilk başkentlerinden olan Ahlat’ta, gözümüzün
alabildiğince çok sayıda mezar vardı. Resimler çekip, duamızı ettik. Romalılardan-Osmanlılara kadar bir çok medeniyeti içeren tarihi eserlerle dolu, Ahlat müzesini de gezdikten sonra, krater gölüne gitmek üzere Tatvan’a doğru yola koyulduk. Yol ayrımına gelince, yol kenarında bir görevli olduğunu fark ettik, görevli, yolun kapalı olduğunu ve dönmemiz gerektiğini söyledi. Sizce ne oldu? Evet bildiniz, Ender dinlemedi ve devam ettik, ancak zincir takmamıza rağmen, daha köye varamadan araba kara saplandı. Aynı zamanda tipi de başladı, Ender bir iki denemeden sonra, araba ilerlemeyince, geri dönmeye karar verdik. Biraz moralimiz bozulmuştu, yaza doğru tekrar geliriz diye, kendimizi avuttuk. Şimdi Bitlis vardı sırada. Yola çıktık, Bitlis’e varınca, Ender Belgesel çekmeye başladı (“Aspeg Gurbette” belgeseli). Bitlis’te beş minare türküsüne konu olan minareleri gezdik, Bitlis kalesine çıkıp, hepsini yukarıdan gördük, ünlü türküyü mıraldandık Ender’le… Bitlis iki dağın arasında bir
vadi ve bu vadiden geçen ırmak üzerine kurulmuş bir şehir, evet yanlış duymadınız, çoğu yerde, su evlerin altından geçiyor, buradaki bebekler ninni sesiyle değil, evlerinin altından geçen su sesiyle uyuma şansına sahipler. Acıkmıştık, Bitlis’in en ünlü Büryancısına gittik, yemeğimizi yedik (muhteşemdi), ardından tatlımızı da yedikten sonra, Bitlis Müzesi’ni ziyaret ettik, daha yakın dönemleri anlatan bu müze de oldukça keyifliydi. Saat epey ilerlemişti, sıra kaplıca keyfine gelmişti. Kaplıca henüz faaliyete açılmamış olsa da, üzeri çadırla örtülmüş bir havuz mevcuttu. İşletmeciler, oldukça güzel bir tesis yapmışlar, sağ olsunlar tesisi bize gezdirip, bilgiler verdiler. Ardından havuza girmemize müsaade ettiler. Hemen kaplıcaya girdik, havuzda sifon geçiş çalışmaları yaptık, şifa dolu sudan içtik, tüm yorgunluğumuzu üzerimizden attık ve Adilcevaz’a doğru yola çıktık . Bu arada Adilcevaz ismi, Elcevaz’ dan geliyor, ceviz diyarı anlamında ve dünyaca
13
ünlü cevizlere sahip, elinizle kırabileceğiniz kadar ince kabuklu ve oldukça büyük. Ahlat ise “yaban armutu” anlamında… Eve gelince ev arkadaşım Fatih, bize güzel Türk Kahvesi’nden yaptı. İki gün boyunca çektiğimiz resimlere ve videolara baktık, ne kadar eğlendiğimizi bir kez daha fark ettik. Gece içime yine bir burukluk çöktü. Yarın dostlarım gidecekti, ertesi sabah İstanbul uçakları olduğu için, erkenden ayrılacaklardı. Sabah onları uğurlamadan önce sımsıkı sarıldım tekrar, Ender “Aspeg Gurbette” videosunu/belgeselini en kısa zamanda hazırlayacağını söyledi… Ender ve Turgay ayağınıza sağlık, sayenizde moral buldum, mutlu oldum… Ailemden iki insan, iki dost ziyaret etmişlerdi beni, yalnız olmadığımı hissettirmişlerdi, aramızdaki bağın mesafe tanımadığını… anlatılamaz aslında kelimelerle, çok anlamlıydı benim için, çok özel, sanırım ASPEG’in özelliği bu…
14
15
GRUP
DERNEK KMG
Yazı ve Fotoğraflar Mesut Şen
Kuzgun 2009’da 8 gaz mağaracı tarafından kuruldu. Başlangıçta dernek olma gibi bir düşüncemiz yoktu anarşist birkaç mağaracıydık sadece. Bir kuruma bağlı olmadığımız için ekibi grup olarak adlandırdık. Peki grubun ismi nerden geliyor? Kuzgun bildiğiniz gibi cici bir kuş, genelde mağaraların olduğu bölgelerde yaşadıkları için (yarasa kuşu!nu geçemese de) mağara keşfinde dikkate alınabilecek bir hayvan. Bize sempatik gelmesinin diğer sebeplerinden biri kuşun çok zeki olması ve hakkaten çok cici olması. Kuzgun isminde bir canlının varlığından haberi olmayan insanlar ilk duyduklarında kuzgun yerine kunduz anlasalar da ismimizden memnunuz. Aynı zamanda ülkenin en derin ikinci dikey mağarasının ismi, Kuzgun Mağarası’nı devam ettirmek şuan için hayal gibi görünse de güzel bir motivasyon. Rekorlardan bahsediyorum ama rekor meraklısı insanlar değiliz. Grubu eğlenmek için kurduk. Herkesin mağaracılık yapma sebebi başkadır ama temeli eğlenmektir (bu ilginç sebeplerin arasında facebook fotoğrafı çektirmek ve pek de 16
ilginç olmayan kız bulmak da var). Yaptığınız faaliyetlerde eğlenebilmeniz için ise ekibinizin sizinle kafa dengi insanlardan oluşması gerekiyor. Özellikle mağaracılık gibi bir uğraş için ekip uyumu çok önemli. İpiyle kuyuya inmek deyimini gerçeğe dönüştürüyoruz, kimse güvenmediği bir insanın döşediği hattan iniş yapmak, hoşlanmadığı birisiyle birlikte daralda sürünmek istemez. Zaten yaptığımız iş eylem açısından pek de eğlenceli bir şey değil bir de moral eksikliği olursa eğlenmeye girdiğimiz mağaradan işkence görmüş gibi çıkabiliriz. Bu yüzden ekibin birbiriyle uyumlu, anlaşabilen, birlikte eğlenebilen insanlardan oluşması gerekiyor. Biz de birlikte eğlendiğimiz 8 kişi çıktık yola. Ekibi kurmamızın ardından yeni üyelerimiz oldu. On küsür kişiyle etkinlikler düzenlemeye başladık. Etkinliklerde yapılan işin ciddiyeti dolayısıyla ciddi hareket etsek de hiç durmadan güldüğüm etkinlikler hatırlıyorum. Karmaşa çıkmaması için sorumlular atadık her zaman ama kimsenin canını sıkacak şekilde davranmadık. Bu yüzden etkinlik sonrası öneri
eleştiri toplantılarımız hep kısa sürdü. Bunun sebebi sanırım ekipte hiyerarşi olmaması. Bizde hiyerarşi yok, ekibe yeni katılan birisi ile ekibin eskilerinden birisinin sözü bizde eşittir. Sürekli birilerinin gemiyi yüzdürmesi hem kaptanı sıkar hem de yolcuları. Hiyerarşi olmaması ayrımcılık olmamasını da sağlıyor, birinin başka birine torpil geçmesi gibi bir lüksü yok ki ihtiyacı da yok. Kim kimin ne yapıp yapamayacağını daha önceki performanslarından biliyor. Ben herşeyi yaparım diyen gaz oğlanlarımız da olmadığı için performans görev konusunda hiç sıkıntı yaşamıyoruz, kimse kaldıramayacağı taşın altına elini sokmuyor, işi yapabilecek istekli kişiye de sen bekle demiyoruz. Zaman içinde on küsür kişiyle kalmadık tabi üye sayımız arttı. Tabi sistem bozulmadı yeni üyenin neyi yapıp yapamayacağı zaten eğitimlerde belli oluyor. Üniversite kulüpleri gibi bir sürü sezonluk üye almadığımız için kişi takibinde sıkıntı çekmiyoruz. Grup olmanın en büyük avantajı bu sanırım, yeni üyeyi seçebilmek. İstediğiniz kişiyi gruba kabul edip istediğinizi kabul etmiyorsunuz. Bu sayede ekibin bütünlüğü de bozulmuyor.
Yeni üyeyi grup tanıdıktan sonra oylama açıyoruz, bir kişi bile gerekçeli bir sebeple hayır derse yeni üyeyi gruba kabul etmiyoruz. Neden? Bir kişinin dahi istemediği bir üyeyi kabul etmek, istemeyen kişiyi kaybetmek anlamına geliyor. Mağaracılık hevesle yürüyen bir aktivite çünkü ülkede mağaracılara bu faaliyetler için bir ödenek yok herkes gönüllü olrak yapıyor bu işi. Mağaracının bir şekilde hevesi kırılırsa mağaracılığı da sona eriyor. Zaten çok kalabalık olduğumuz için bir üyeyi bile kaybetmememiz gerekiyor. Peki yeni üyeye ne yapıyoruz? İlk fırsatta girebileceği bir mağaraya sokmaya çalışıyoruz. Çünkü mağaracı yetiştiriyoruz monk değil. Aylarca süren eğitim süreçlerimiz yok, mağaracı olmak isteyen kişiyi en kısa sürede mağara ile tanıştırmak gerekiyor. Çünkü mağaracılığın ne olduğunu bilmeyen birisi için mağara çok farklı bir şey. Böyle ev gibi heryeri taştan biraz uzun yada geniş, içinde yarasa kuşları olan, tavadan sarkan çubukların kolon gibi taşların olduğu karanlık bir yer. Evet bunlar da mağara ama bizim mağara anlayışımızı karşılamıyor. O soğuğu içine çekmeden, çamura bulanmadan, heryerinde ufak morluklar çizikler olmadan, içinde yeni bir yer keşfetme hissi olmadan, karanlık boşluklara iple sallanmadan, gökyüzünü, insanlığı ve hatta bazen yaşadığını unutmadan mağaracılığı anlamak mümkün değil. Biz de yeni üyenin en kısa sürede bunları yaşamasını mağaracılığı anlamasını gerçek mağaranın ne demek olduğunu görmesini istiyoruz. Tabi bunu yaparken hiçbir fikri olmayan insanların kolundan tutup mağaraya sokmuyoruz. Etkinliğe
katılmadan önce faaliyet işleyişi hakkında bilgi, doğa ve kamp eğitimleri, eğer mağaraya girme ihtimali varsa mağara eğitimlerini vermeye başlıyoruz. Bu eğitimler, işin ciddi ve önemli kısımları öncelikli anlatıldığı için kısa sürüyor. Eğitimlerin detay kısımları zaman içerisinde veriliyor. Kişinin mağaracılığa dair tüm bilgileri dökümanlara işleniyor, hangi düğümü bildiğinden hangi mağarada kaç saat kaldığına kadar bilgileri kaydediyoruz. Rahat davransak da işin ciddiyetini hiçbir zaman unutmuyoruz gerekeni yapıyoruz. Kuruluştan bugüne kadar ne yaptık anlatacak olursak, üye sayımız 27’ye ulaştı, 30’dan fazla mağara girişi gerçekleştirdik, 10 tane yeni mağara bulup haritaladık, mağara olarak kaydedilemeyecek bir sürü deliğe girip çıktık, ekip olarak toplamda 124 saat mağarada kaldık, yüzey tarama etkinliği gerçekleştirmememize rağmen ihbarlı mağara yollarında 8km2 yüzey tarama yaptık. Elimizde ise daha girişini yapamadığımız 40’a yakın mağara var.
katkı ise Anadolu Speleoloji Grubu Derneği’ne ait. Hem eğitim hem de grubun gelişmesi için çok katkı sağladılar. Birlikte baya eğlenceli etkinlikler gerçekleştirdik . Ülkede kurumsal yapıda olmayan mağara ekiplerinin sayılmaması gibi ilginç bir durum var. Bu durum her ne kadar umrumuzda olmasa da yetkili devlet birimleriyle çalışma yürütebilmek adına dernek olmaya karar verdik. Geçtiğimiz az ekibin yapısını dernek olarak değiştirdik. Daha büyük çalışmalara imza atmak gibi bir getirisi var ama götürüsü olmayacak. Grupken de rutin toplantı yapmıyorduk şimdi de yapmayacağız, bürokratik işleri minimum seviyede tutacağız ki kimse bundan sıkılmasın. Aynı düzensiz sistemi kendi düzenimiz içinde devam ettireceğiz.
Ekibin mağaracılık eğitimi konusunda en büyük katkı Eskişehir Mağara Araştırma Derneği’ne ait. Kurucu üyelerimiz eski Esmad üyesi, eğitimlerinin büyük bir kısmını oradan aldılar. Esmad’ın teorik ve pratik eğitimlerinin yanında farklı kaynaklardan da teorik bilgi edindik. Grubun kuruşulunda esas 17
18
19
ASPEG’in 5 yılına girdik. 5 yıldır faaliyette olan bu grubun hikayesini yazmak istedim ama biraz geriden alarak, bizi ASPEG’i kurmaya iten koşulları detaylıca anlatmak ve 5 yılda neler yaptığımızı detaylıca yazmak istedim. Hikayemizin başlangıcı 15 Ekim 2005 tarihinde yapılan Türkiye Mağaracılar Birliği’nin İstanbul’daki toplantısında başladı. En azından benim açımdan. Yıllardır İstanbul’da sadece üniversite kulübü olan BÜMAK’ın varlığının yetersiz olduğunu, mutlaka daha fazla dernek ve üniversite kulüplerinin olması gerektiğini düşünüyor ve etrafımdaki insanlarla paylaşıyordum. Zaten dernek kurma fikri BÜMAK’ta mağaracılık yapmış ve işe girmiş, BÜMAK’ta mağaracılık yapmakta olan herkes tarafından evrile çevrile konuşuluyordu ama ortada henüz bir şey yoktu. Bende konuşmaktan başka bir şey yapmamıştım. İşte bu toplantıda klasik gene grupların dernekleşmesi gerektiği, federasyon olmamız için ön-şart olduğu konusu açılınca bende söz aldım ve İstanbul’da dernek kurulması konusunda bir fiil çalışacağımı belirttim. Tabii, benim derdim mağaracılığın yayılmasıydı yoksa sırf federasyon kurulsun diye böyle bir dernek kurulumuna ön-ayak olmak değildi. Bende çalışmalarıma başladım, 20
sanırım MAD’dan ve ASKAD’dan dernek tüzüklerini aldım, birçok insanla bir araya gelip, dernek kuruluşu için yardım, fikir ve destek aldım. Bülent Erdem abimizin ya ben zaten KAMAD (Küçük Asya Mağara Araştırma Derneği) diye dernek kurmuştum demesi üzerine, bir süre KAMAD olarak kendimizi ifade ettik ve sonunda anladık ki, Bülent Erdem abimiz bize şakayla karışık yalan söylemiş ya da avukatının ihmaline kaldık. Bu bahaneyle, şu ya da bu şekilde de olsa insanların bir araya gelme isteğini gördük. Toplantılar organize ettim, edilenlere katıldım ve dernekleşmeden önce grup şeklinde davranalım, bir bakalım bir arada neler yapabileceğiz sonuçu çıktıktan sonra mağaracılık yapmak isteyen insanlarla mağaracılık yaptık. Sonunda, Boğaziçi Üniversitesi’nde büyük bir toplantı yaptık, yaklaşık 25 kişi gelmişti. BÜMAK’ın kurucusu Nuzhet Dalfez’de gelmişti. Bu bence doğru yolda olduğumuzun işaretiydi. Kendisi bile derneğe olmak istediğini belirtmişti. Maalesef bu toplantıda, derneğin sorunlu olacağının ilk işaretleri oluşmuştu. Derneğin isminde bile anlaşılamamıştı. Bir grup insan BÜMAK’ın kopyası olsun, BÜMAK’ta mağaracılık yapıp iş hayatına başlayanlar bu dernekte devam etsin diye “Boğaziçi Uluslararası Mağarası Derneği” yani BUMAD olsun diye ısrar ederken, Nüzhet Dalfez ve benim de aralarında olduğum bir grup
insan bu derneğin daha kapsayıcı olmasını diliyordu. Sırf ismini böyle istiyorlar diye, bende çok inat etmedim ismi kabul ettim ama sonuçta farklı nedenlerle biraraya gelmenin ilerde problem olacağını birazda dernek kurulsun diye görmezden geldim. Sonuçta hata yaptığımı anlayacaktım. 2007 yılında altında benimde imzam olan BUMAD kuruldu ama problemlerde başladı. Burada problemlerin detayına girmek luzümsuz ama farklı nedenler ve amaçlarla gelen insanların birbirini ilerletmediğini gördüm. Problemli gidiş sadece benim değil yaklaşık 15 kişiyi etkiliyordu. Sonuçta oturup, konuştuk ve ayrılmaya karar verdik. Bu arada bende yeni oluşacak grubumuz için isimleri Ali Yamaç’a paslıyordum. Nihayet ASPEG (Anadolu Speleoloji Grubu) isminde karar kıldık. Grup, dernek gibi hareket edecekti, genel kurulu, yönetim kurulu ve tüzüğü olacaktı. BUMAD’dan istifa ederek, ASPEG grubunu 14 Nisan 2008 tarihinde kurduk. ANÜMAB’dan ayrılan ve BÜMAD’a üye yaptığımız 6-8 genç mağaracı da aramıza katıldı. ASPEG’i kurarken amacımız, mağaracılığı yaymak, düzgün yayın çıkartmak, mağaracılığı hem sportif hem de bilimsel olarak ele almak yani kısacası iş üretmekti. ASPEG’in ilk büyük projesi, Çevre ve Orman bakanlığı
Mağara Koruma Birimi ile yaptığımız “Küre Milli Parkı Mağaraları” projesi oldu. Selim Erdoğan’la 4.Ulusal Speloloji Sempozyumun’da tanışmıştım. Kendisi “Küre Milli Parkı” ile alakalı projeden bahsedince, o zaman bizi yeni oluşumumuzu ortaya çıkartana kadar beklemesini rica ettim. Sağolsun bizi bekledi ve projeyi bize verdi. Bu proje ile oldukça önemli malzeme desteği aldık. ASPEG’in hızla mağara araştırmalarına girişinde bu malzemeyi almamızın büyük payı vardır. İlk genel kurulumuzu 27 Aralık 2008’de yaptık. Takiben 30 Aralık’ta ilk yönetim kurulumuzu yaptık. “YÖNETİM KURULU TOPLANTISI 30 ARALIK 2008 Başkan seçimi yapıldı, Ender Usuloğlu başkan seçildi, kendisi bu görevden feragat etti ve Ali Aytan’ı aday gösterdi. Ali Aytan, ASPEG yeni Yönetim Kurulu Başkanı seçildi. Üye olmayanların gezi amortismanına % 25 ilave yapılması ve bu konunun Ali Aytan tarafından takip edilmesi kararlaştırıldı. Defterlerin alınması ve tutulması karara bağlandı. Finansman yollarının aranması gerekiyor, bu konu ile ilgili Sarp Ankara’dan ilgilenecek ve Yön. Kur. na mail atacak. Sponsorlarımızın web sitesinde tanıtımı yapılacak. Fatih Büyüktopçu’ya bir cevap yazılacak. Koruma işleri için Ceyhun Uludağ görevlendirilmiştir, Ceyhun kendi ekibini toplayacaktır. Ali Aytan ve Ali Yamaç, mail gruptan çıkartılmasını düşündüklerini liste halinde Yönetim Kurulu’na sunacaklar. E-Bülten’in düzeltilmesi için ekip ve tasarım önerilerinin dikkate alınmasına karar verildi. Avrasya Enstitüsü ile protokol yapılacak. Denetleme Kurulu, hukuken üzerinde olan görevlerin dışında malzemeyi de denetlemeli. WWF teması Ali Yamaç, DHKD teması ise Ender Usuloğlu tarafından yapılacak.
Ali Aytan, Özgün Sarısoy ile görüşüp eksik eğitim dökümanlarının tamamlanmasına çalışacak. Eğer eksşkler tamamlanırsa elimizdeki malzeme ile birleştirilerek üyeler için basılacak. Ankara’da Durmuş Yarımpabuç’un ilkyardım eğitimini koordine etmesi kontrol edecek. İstanbul için bu kursu Ali Yamaç koordine edecek. Gezi raporları ve ASPEG haritaları web sayfasında yayınlanacak. Web sitesi Ocak 3. hafta içinde tamamlanmış olacak. Bülent Erdem’in kaynakçası için bir kaynak yaratılmaya çalışılacak, bu konu ile Ali Yamaç ilgilenecek. Polar ve tulum yapımında Fatih Şen’i, Simge Duğa taciz edecek. Küre finansmanının bundan sonraki kısmını Ali Aytan takip edecek. Hasankeyf Projesi ile ilgili olarak Ali Yamaç, Ender Usuloğlu’na bilgi verecek, Ender ATLAS’la görüşecek. Gezi programı Ender Usuloğlu tarafından yapılacak, öneriler Ender’e iletilecek. Metin Albukrek, National Geographic’ten randevu alacak.” Yeni bir nefes ve şevkle 2009 yılına ASPEG hızlı girdi. 1 Ocak 2009’da duvarlardan sarkarak TİT eğitimi ile başladık. Ocakşubat-mart ayları yoğun bir şekilde her türlü teorik, pratik ve sunum şeklinde eğitimlerle geçti. BUMAD’da “Karst” diye çıkarttığımız dergiyi “Obruk” olarak isimlendirdik ve çıkartmaya başladık. 2 aylık elektronik bültenimizin 4.sayısı 2009’un Şubat sonunda çıkmıştı. Kuruluşundan yaklaşık bir yıl içinde ASPEG birçok gezi düzenlemiş ve 49 üyesi olmuştu. Geziler ve Tarihleri: 10-12 Nisan 2008 Yenesu Mağarası 17-19 Mayıs 2008 Yenesu Mağarası 19-21 Mayıs 2008 Kırkgözler Mağarası 7-9 Haziran 2008 Cinlikuyu Mağarası 14-15 Haziran 2008 Akçakoca Koçköy Mağarası
28-30 HAziran 2008 Küre Milli Parkı “Kuzey tarafı” 12-20 Temmuz 2008 Küre Milli Parkı Sümenler Topmeydanı 29 Temmuz 2008 Marmara Adası Keşif Gezisi 6-12 Ağustos 2008 Ilgarini Mağarası 29-30 Ağustos 2008 Küre Milli Parkı Pınarbaşı Ilıca 29-30 Ağustos 2008 Dupnisa Mağarası 26-30 Eylül 2008 Küre Milli Parkı Armutlu Yaylası, Bartın tarafı 5-7 Eylül 2008 Yazören Mağarası 20-21 Eylül 2008 Yazören Mağarası 25-26 Ekim 2008 Hamamboğazı Mağarası 1-3 Kasım 2008 Atak Mağarası, Pınarbaşı 31 Kasım-2 Aralık 2008 Dupnisa Mağarası 1 Aralık 2008 Temirözü Mağarası 14-16 Aralık 2008 Yığılca Gezisi 6-13 Aralık 2008 Atak Mağarası 10-11 Ocak 2009 Cinlikuyu Mağarası 7-8 Şubat 2009 Ayvaini Mağarası 23 Şubat-1 Mart 2009 Insuyu Mağarası 23 Şubat-3 Mart 2009 Hasankeyf Mağaraları 14-15 Mart 2009 GökgölSofular-Cumayanı Mağaraları 4-6 Nisan 2009 Pınarbaşı Gezisi 20 Nisan 2009 Ayasofya İncelemeleri 23 Nisan 2009 Ayasofya İncelemeleri 23-26 Nisan 2009 Dağlı Kuylucu 4 Mayıs 2009 Ayasofya İncelemeleri 11 Mayıs 2009 Ayasofya İncelemeleri 16-19 Mayıs 2009 Kuşkayası 16-17 Mayıs 2009 Akseki Gezisi 30 Mayıs 2009 Soğucak Mağarası 3 Haziran 2009 Ayasofya İncelemeleri 13-24 Haziran 2009 Armutlu Yaylası Bu gezilerin sonucunda Türkiye’nin en uzun 9.uncu mağarası olan Yazören tamamen araştırılmış ve haritalanmıştır. Yazören kolları ile beraber 3564 m olmuştur. Yine Küre Milli Parkı projesiyle beraber küre dağlarındaki araştırılan mağara 21
sayısı 40’lardan 80’nin üzerine çıkmış ve Atak mağarası gibi önemli uzunlukta bir mağara literatüre kazandırılmıştır. Atak mağarasının toplam uzunluğu 1365 m olmuştur. Sadece mağaralarda değil aynı zamanda kültürel ve tarihi yapılarda da araştırmalarımız başladı. Ayasofya ve Topkapı tünelleri araştırmaları, Hasankeyf’teki mağaraların araştırılması bizi biz kılan önemli çalışmalardan biridir. Gönlümüzden geçen ASPEG mağaracılıkla ilgili her türlü etkinliği yapabilmesi temennisi yavaş yavaş gerçekleşiyordu. Bu çalışmaları ATLAS ve NG gibi dergilerde de yayınlamıştık. 2008-2013 yılları arasında çıkan yayınlarımız;
için sorumluluk verildi. 15 Haziran 2009 tarihinde Ali Aytan’la beraber Nasuh Mahruki ile konuyu konuşup, AKUT’la ilk çalışmalara ağustos ayında başladık. Bu konuda grup içinde bazı insanlara rahatsızlık verdi. Aylar içinde AKUT üyesi insanlar mağaracılıkla tanıştı, karşılıklı eğitimler verdik, aldık fakat rahatsızlıklar bitmedi. Üstüne birde özellikle ANÜMAB’tan ayrılan mağaracıların “Daha fazla bilimsel” çalışmalar yapmak, eğitim alma ve verme isteği ortamı daha da gerdi. Bu arkadaşlara bir türlü mağarada bilimsel çalışmalar ilgili uzmanıyla beraber yapılır kavramını anlatamadık.
“Küre milli parkı ara rapor 1 (Aralık 2008) Küre milli parkı ara rapor 2 (Aralık 2009) Küre milli parkı son rapor (Kasım 2010) Yazören Mağarası (Yeraltından Sayılar) ATLAS dergisi, Aralık 2008 Obruk’tan Düden’e Yeşilgöz’ün İçinde ATLAS dergisi, Eylül 2009 Mağaralarda Hasankeyf, ATLAS dergisi, Haziran 2009 Ayasofya ve Topkapı, NG dergisi, Mart 2010 Küre’nin Mağaraları, ATLAS dergisi, Haziran 2010 Mağara Koruma Broşürü DİP sayı 1 Taşeli Platosu Mağara Araştırmaları Raporu 2012 Akseki Mağaraları Araştırma Raporu 2012”
Bu rahatsızlıklar sonunda bir grup insanın ayrılmak istemesi belirgin hale geldi. Ayrılmak isteyen arkadaşların önümüze sundukları önerileri dikkate alarak, ASPEG adına Ali Aytan ve ben yapılmak istenen pazarlığa taraf olduk. Sancılı 1-2 ay sonrasında, devamlı olarak pozitif uyarılarımıza rağmen gitmek isteyen arkadaşlara, en sonunda “gidene kal denmez” felsefesi ile yaklaşarak belli bir protokol çerçevesinde malzemelerin de %60’nı vererek, yollarını ayırdık. Böyle olmasını istemedik ama sanırız herkes için bu şekilde ayrılma iyi oldu. Geriye dönüp baktığımda, İstanbul’da bir dernek için çalışacağım dediğimden 3 yıl sonra, 2 dernek ve 1 grup ortaya çıktı. İtişip kakışma ile ortaya çıkacağına, talep fazlalığından çıkmış olmasını tercih ederdim ama olmadı.
ASPEG’deki üyelerin çok olması ve birçok üyenin aynı tarihlerde farklı geziler yapması, bazılarımızın işin teknik, sportif tarafına ağırlık verip döşeme, kurtarma ve benzeri konularda daha fazla üyemizin etkin olabilmesi için zaman ayırması, grup içinde yavaş yavaş gürültülerin çıkmasına sebep oldu. Bir yönetim kurulunda alınan karara göre o zaman ki eğitim kurulu (ben, Ali Aytan ve Barbaros Acartürk) na AKUT’la kurtarma ile ilgili görüşme ve beraber deneyim kazanmak
Bir daha böyle bir pazarlıkla karşılaşmamak ve başka bir iki sebepten dolayı, dernekleşme kararı aldık. Yoğun çalışmalar sonunda, 15 Nisan 2011 tarihinde 174/189 kütük sıra numarası ile ASPEG dernekleşmiştir. İlk yönetim kurulunda Ali Aytan’ı başkan seçerek aktivitelerimize devam ettik. 2.yılımızda İlker Gürbüz arkadaşımızı başkan olarak seçtik. 3 yılını grup olarak, 2 yılını yasal dernek olarak geçiren ekibimiz, çalışmalarına hız kesmeden devam etmektedir. Dedegöl
22
projesi, Akseki projesi, Taşeli Platosu projesi, radyo dinletileri, belgesel çekimleri, mağara dalışları, Batonea Arkeoloji çalışmalarına katılarak yolumuza devam ediyoruz. Üye alırken bundan sonra daha dikkatli davranıyoruz. Sırf mağaracılar diye grup halinde içimize almıyoruz çünkü kendi mağaracılık kültürümüzü aşılamak zor oluyor hatta olmuyor. Kendi isteğiyle gelen insanlara her zaman sıcak bakıyoruz çünkü “bilerek ve isteyerek” geliyordur diye düşünüyoruz. Üyelerimizin kendi getirdiği arkadaşları “belli bir sınamadan” geçirdikten sonra üye yapıyoruz. Amacımız, ASPEG’in mağaracılık felsefesinden ödün vermemektedir. “ Önce iş, sonra eğlence”, “Mağaracılıkla ilgili herşeyi bu çatı altında yapabilmek”, “ Mağaracılığı yaymak ve ilgilenen insanları bu çatı altında toplamak”, “Yayın yapmak” felsefemizin temel yapı taşlarıdır.
Yazan: Ender Usuloğlu
23
24