Sayı 30 HAZİRAN AĞUSTOS
Mağaraya dair
2013 Yıl: 5
Yayın Kurulu
Mağaraya Dair...
Bülent Demir
Herkese Merhabalar. Haziran ve Ağustos ayları dernek faaliyetlerimiz açısından bayağı işlekti. Üyelerimizden Metin Albukrek, Trieste’deki Uluslararası Mağara Fotoğrafçıları Toplantısına katıldı ve artık dijital fotoğraf makinesine geçtiğini herkese ilan edebiliriz! Oh be nihayet!
İlker Gürbüz Mesut Şen Ender Usuloğlu
Katkıda Bulunanlar Metin Albukrek Temuçin Aygen Serhat Küçükali Selin Tezcan Volkan Türkay Ender Usuloğlu Barış Vahapoğlu
Fotoğraflar
Ön Kapak: Çukurpınar Düdeni, Meysam Khoshadam
Arka Kapak: Çukurpınar Düdeni, Nergis Kokabian
Üyelerimizden Ender Usuloğlu, Çek cumhuriyeti Bruno şehrinde organize edilen 16.Uluslararası Mağaracılık Kongresi’ne katıldı. Bir hafta süren kongre’de Türkiye’den katılım sayısı sadece 5 kişi idi, misafirleri de sayarsak 7 kişi olduk. Binin üzerinde katılım olan kongrede, Obruk grubundan Ali Yamaç en fazla makale ve poster ile Türkiye’yi çok iyi temsil etti, kendisini tebrik ediyoruz. Üyelerimizden Hakan Eğilmez ve Selin Tezcan, Türkiye’nin en derin 2. Mağarası Kuzgun’a gitti ve -750 m’ye kadar inip, destek verdiler. En büyük hazırlığımız ise Çukurpınar etkinliği idi. 15 İranlı, 2 Alman ve 1 Lübnan’lı, toplam 35 mağaracı dostumuzun katılımıyla 15 günlük kampımız Ağustos sonunda bitti. Hemen herkes inanılmaz tecrübelerle kamptan ayrıldı ve dernek olarak bir eşik atladığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada Mağara giren girmeyen, Çukurpınar organizasyonunda emeği geçen herkese çok teşekkürler. Harika tecrübe ve dostluklar edindik! Çukurpınar’a yeni üyelerimizi hazırlamak için arka arkaya 3-4 defa Parsık mağarasına girdik çıktık, her türlü, ip köprüsü dahil, istasyon geçişi yapıldı ve tecrübe kazanıldı. Eh, bir ilk dikey mağara tecrübe yazısı koymasak olmaz. Bu sefer Volkan yazdı bize de okumak kaldı! Bu sayımızda geçmişten gelen nostaljik yazılarımızda var. Rahmetli Temuçin Aygen’in 1959 basımlı kitabından alınma Speleoloji Tarihçesi . Eski Türkçe’nin o güzel ve buruk tadıyla, 1959’da mağaracılık dünyası nasıl gözüküyormuş, okuyalım.
Bu dergide yer alan yazılar ve fotoğraflar, kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Websitelerimiz: www.aspeg-medya.com www.aspeg-tr.org Bize ulaşmak ve(ya) mağaracı olmak istiyorsanız: info@aspeg-tr.org
2
Haziran-Ağustos İçindekiler
Parsık Serüveni Sayfa: 4
Speleoloji Sayfa:6 A nı Defterimden Notlar Sayfa: 10
Çukurpınar ve Anılarım Sayfa: 14
2. Uluslararası Mağara Fotoğrafçıları Toplantısı Sayfa: 18
Fotoğraf: Ender Usuloğlu
1 yıllık Mağaracının, 5 yıllık Tecrübesi Sayfa: 20
3
Parsık Serüveni Yazan: Volkan Türkay Fotoğraflar: Oktay Pöhrenk
Benim ilk dikey mağara tecrübem olucaktı gerçi yatay mağaraya da bir kez girmiştim. Dikey mağara deneyiminden önce Ender Abi sağolsun Cuma ve Cumartesini bana ayırarak çoğu iniş ve çıkış varyasyonlarını gösterdi. Ne kadar mağaraya girmek ve keşfetmek istesem de bir yanımda yüksekten aşağı bakma korkum hala vardı. Başlayan eğitimler bununla başa çıkmayı ve yenebileceğimi anladım. İpe girdikten sonra artık herşey fizik kuralları çerçevesinde ilerliyordu. Sabah Kozyatağında buluşup 8:30 gibi yola çıktık. Saat 10 civarında Parsık Bölgesine çıkmadan market alışverişimizi yaptık. Parsık mağara bölgesine ulaştık. Ender Abi, Hacı Amca’dan kendi arazisini kullanmak için izin istedi ve uygun bir yere aracı park edip hazırlanmaya başladık. Mağaraya lazım ihtiyacımız kadar eşya almıştık. Yiyecek-içecek olarak kişi başı 1’er snickersımız vardı ve yarım litre suyumuz. SRT setlerimizi ve çantalarımızı hazırladıktan sonra mağaraya 4
doğru yürüyüşe geçtik. Ender Abi önden bize yolu gösteriyordu. Bu sırada orta büyüklükte bir yılan 1 metrelik bir sıçrayış yaptı ve uzaklaştı. Hepimiz birden şaşırdık ve yolumuza devam ettik. Mağaraya varmamız yaklaşık 20 dakikamızı aldı. Mağaraya yürürken yan tarafımızda oldukça dik yamaç vardı. Ender Abi ilk 8 metrelik iniş için yamaçtaki ağaca halatı bağlayıp ipi mağaraya sarkıttı. İpin geçtiği hatta bi taşın köşesine denk geldiğinden halatı korumak için kılıf taktı. Mağaraya ilk olarak Barış ardından ben ve Ender Abi girdik. İlk 8 metrelik inişten sonra 3 metre kadar daha indik taşlara tutunarak. İkinci istasyon noktamıza geldik. Buradaki iniş uzunluğumuz yaklaşık 20 metreydi. Buradaki istasyonda 2 doğal ve 1 boltlu bağlantı kullanılarak hat döşendi. Ender Abi bağlantıları yaptıktan sonra ilk olarak Barış indi ve ardından ben takip ettim. Ardından dar bi yarığın olduğu bölgeye geldik burdan kayalara kendimizi sıkıştırarak bir 5 metre aşağı
indik. Burası artık son 70 metrelik inişin başlangıç noktası olacak. Ender abi hattı döşerken bizde Barış’la beklemeye başladık. Bu noktada mağarada durunca insanın ne kadar üşüyebileceğini ve yaz gününde dahi esen rüzgarı engellemek için balaklava gerekli olduğunu anladım. Ender abinin bu hattı döşeyip yukarı gelmesi 1 saate yakın bi zaman aldı. Beklerken bazen ışıklarımızı kapatıp bataryalarımızı daha ekonomik kullanmaya çalıştık. Artık gelme zamanı yaklaştığında gözümüz sadece Ender abi’nin ışığını görmek istiyorduk çünkü oldukça üşümüştük. Hattın başlangıcında 1 doğal 1 boltlu bağlantı vardı. İniş hattında ise 2 istasyon, 2 saptırma aynı yerde ve 1 trolean bağlantısı bulunmakta idi. Buradaki geçişlerde bütün öğrendiğim teknikleri kullanma fırsatım oldu. İlk olarak Barış inişe geçti. İlk istasyondan sonra halat sıkıştığından Desandörü bağlamak zor olduğundan Ender abi Barış’ın yanına gitti ve hazır gitmişken Barış’ın arkasından inişe geçti. Biz Ender
abi ile 2. istasyonda sıralarımızı değiştirdik. İkinci istasyondan sonra 2 saptırma ve trolean geçişi vardı. Trolean geçişinin olduğu bölgede cadı kazanına gelen sulardan ıslandık. İlk defa böyle bişey yaşadığımdan çok eğlenceli oldu. İnerken hızlı indiğimden çok ıslanma olmadı fakat çıkış için bunu söyleyemem. 70 metrelik inişi tamamladıktan sonra ekip olarak toplanıp. Snickerslarımızı yedik ve biraz mağaranın yatay kısmında ilerlemekte anlaştık. Ufak şelaleye kadar ilerleyip ordan geri döndük. İnişten sonra çıkışında çok ıslanacağımızı düşünerek. Çıkışa ilk olarak ben başladım. İlk defa mağarada çıkış deneyimim ve biraz uzun olması beni oldukça yordu çünkü tam istediğim doğru şekilde kendimi yukarı çekemiyordum. Arada ayak değiştirerek 15-20 dk gibi bir sürede 70 metrelik bölümün sonuna gelebildim. Fakat trolean bölümünü geçerken oldukça ıslandım yavaş çıktığımdan. Ardından Ender abi ve Barış döşemeyi toplayarak geldi.
70 metrelik bölüm sonunda buluştuk ve Ender abi önden ben arkasından mağaradan çıktık. Planlanan sürede mağarayı bitirdik. Saat 5 te mağaradan çıkmış ve 5:30 gibi aracı park ettiğimiz yere vardık. Mağara kıyafetlerini çıkardıktan sonra ziyafetimizi yapıp yola çıktık. 21:00 civarında Kozyatağı’ndan ayrıldık. Bu geziden öğrendiklerim Mağara’da bize ışığın izin verdiği kadar görebilmemiz ve mağaracılık yaparken her zaman ilk günkü gibi adım adım ve kontrollü şekilde ilerlemenin doğru olduğu. Yıllardır dalış yaparken kullandığım mantık buraya da uydu fazlasıyla. “En tehlikeli an zafer anıdır.” Ender abimize ve Barış’a teşekkürler.
5
Yazan: Temuçin Aygen 1959 DSİ basım “Mağaralar ve Yeraltı Irmakları (Speleoloji)” kitabından, Serhat Küçükali tarafından alıntıdır.
6
MAĞARA BİLİMİ (SPELEOLOJİ) Speleoloji veya mağaracılık, insanların çok geç rağbet gösterdikleri bir ilim ve spor branşıdır. En kısa şu şekilde tarif edilebilir : Mağaraların, uçurumların, yarık ve boşlukların, yeraltı ırmaklarının araştırılmasıyla, geniş manada yerin dibi ile meşgul olan ilim ve spora “Speoloji” diyebiliriz, Bircok müellifler, speleolojiden, “Tersine alpinizm” diye bahsetmişlerdir. Speleoloji, ilim ve sporun birbiriyle cok kaynaştığı bir branstır. Mağaraların ilmi ve sistematik bir tetkike tabi tutulması 19 uncu asrın sonlarında başlar. Speoloji’nin ilim ve spor branşı olarak büyük gelişmesi ise, ikinci dünya harbini takip eden yıllarda yani 1945 senesinden itibaren vuku bulmus veva bulmaktadır. Bu yeni ilim ve spor branşı, Turkiyemiz’de henüz bekaretini muhafaza etmekte ve memleketimiz gençlerinin büvük bir ekseriyetince meçhul bulunmaktadır. Speoloii, Avrupa memleketlerinde cazip birkaç muvaffak olmuş yeraltı seferi ile aktüaliteye ve büyük halk kitlelerine intikal etmis son yılların favori sporu haline gelmiştir. Mağara arastırmalarına bugünn bilhassa Fransa’da cok rağbet Speleoloji Speleoloji veya mağaracılık, insanların çok geç rağbet gösterdikleri bir ilim ve spor branşıdır. En kısa şu şekilde tarif edilebilir : Mağaraların, uçurumların, yarık ve boşlukların, yeraltı ırmaklarının araştırılmasıyla, geniş manada yerin dibi ile meşgul olan ilim ve spora “Speleoloji” diyebiliriz, Birçok müellifler, speleolojiden, “Tersine alpinizm” diye bahsetmişlerdir. Speleoloji, ilim ve sporun birbiriyle çok kaynaştığı bir branştır. Mağaraların ilmi ve sistematik bir tetkike tabi tutulması 19 uncu asrın sonlarında başlar. Speleoloji’nin ilim ve spor branşı olarak büyük gelişmesi ise, ikinci dünya harbini takip eden yıllarda yani 1945 senesinden itibaren vuku bulmuş veya bulmaktadır. Bu yeni ilim ve spor branşı, Türkiyemiz’de henüz
bekaretini muhafaza etmekte ve memleketimiz gençlerinin büyük bir ekseriyetince meçhul bulunmaktadır. Speleoloji, Avrupa memleketlerinde cazip birkaç muvaffak olmuş yeraltı seferi ile aktüaliteye ve büyük halk kitlelerine intikal etmiş, son yılların favori sporu haline gelmiştir. Mağara araştırmalarına bugün bilhassa Fransa’da çok rağbet edilmektedir. Adedi yüzleri bulan Speleoloji kulübü ve birkaç bini mütecaviz faal azalarıyla, bu memleket, Speleoloji sahasında en ön safı işgal etmektedir. Birçok kimseler Speleolojiyi, süslü ve güzel manzaralı mağaraları keşfetmek ve yalnız turistik maksatlarla bunlardan istifade etmek veya gençliğin sportif kabiliyetlerini denedikleri meraklı bir saha zannederler. Bunlar mağaracılığın ikinci derecede kalan hedefleridir. Büyük yeraltı su şebekelerinin tanınmasi ve yeraltı nehirlerinin araştırılarak (Büyük mağaraların hemen hepsinin dibinde bir yeraltı ırmağı bulunur.) Bunlardan şehir ve kasabaların içmesuyu, sulama suyu ve hidroelektrik bakımdan istifade imkanların tesbiti, Speleoloji’nin esas gayelerindendir. Pratik payelorden uzak, sırf mağaraların ilmi hüviyeti ile meşgul olan ilim adamlarının yekünü de bir
hayli kabarıktır. Esasen, büyük mağara araştırıcıların herbiri, mağaralar ilminin bir cephesiyle, Fiziki, Coğrafi, Hidroloji, Jeoloji, Mineraloji, Fizik, Kimya, Etnoloji, Arkeoloji, Antropoloji ve Biyolojisi ile ilgilenirler. SPELEOLOJİ’NİN TARİHÇESİ Speleoloji, ilim olarak, 19. cu asrın sonlarında meydana çıkan, 20 inci asrın ortalarına doğru, bilhassa ikinci dünya harbini takip eden yıllarda büyük gelişmeler kaydeden yeni bir ilim branşıdır. İlk mağara araştırıcıları, taş ve yontma taş devrinde yasayan insanlardır. Tarihten evvelki çağ insanları ilk speleologlar olarak kabul etmek yanlış olmaz. İlk insanların, mağara içersinde sığınma ve barınmaya sevkeden başlıca sebep, şüphesiz dışarıdaki iklim koşullarıdır. Kuaterner’in son glasiyer devirlerinde iklimin çok sertleşmesi üzerine, insanlar mağaralarda barınmaya mecbur oldular. Yontma taş devrinin muhtelif çağlarında, Mousterien, Aurignacien ve Magdalenien’de mağaralar insanlar için hem bir sığınak hem de ideal bir avlanma sahasi idi. Buralarda, mağara ayısı (Ursus Speloeus), mağara sırtlarını ve hatta mağara aslanı bulmak ve avlamak kabil oluyordu. Taş devri insanları mağaraları araştırmış, keşfetmiş ve oturduklarının duvarlarına kabartma resim ve gravürler yaparak sanat zevklerini tatmin etmişlerdir. Paleolitik devrin sonu ile iklim yumuşamaya başlamış ve yontma taş devrinde insanlar mağaraları terk etmişlerdir. İlk çağlardan sonra, mağaralar uzun zaman boş kalmış, ancak, çok meraklı birkaç serüvenci, nadir olarak yerin dibine inmeye teşebbüs etmiştir. Hele ortaçağda, cehennem korkusu, hayali canavarların, dragonların ve fena ruhların barınakları kabul edilen mağaralar, insanlar için büyük korku kaynağıydı. Bundan dolayı mağaraları araştırmaya cesaret eden kimse hiç yok gibi bir şeydi. Neolitik’te ise, artık mağara devri bitmiş, göl ve mağara dışı hayat başlamıştır. Orta çağlardan itibaren 7
mağaralara, geçici olarak, isyan, işgal ve dahili harplerde münferit veya gurup halinde insanların sığındıklarını görüyoruz. Modern zamanlarda insanların tekrar mağaralara dönmelerine başlıca sebep, buralarda kıymetli maden ve hazinelerin bulunmaları ihtimalleri ve bunların araştırılması keyfiyetidir. İlmi mahiyette sayılabilecek ilk araştırmalar, 18 inci asrın ikinci yarısından sonra başlamaktadır. Nagel, 1743 de Moravya’da 136 m. şakuli derinliği bulunan Masocha uçurumuna indi. 1770’de Lloyd İngiltere’de Derbyshi-re’de
Eldon-Hole mağarasına girdi. Bundan sonra Alman Esper 1774’de neşrettiği “Nachricht von neuentdeckten Zoolithen” adlı eserinde, Almanya’da muhtelif mağaralarda bulunan büyük hayvan kemiklerinin, şimdi nesli yok olmuş, tarihten evvelki çaglarda yaşamış büyük hayvanlara ait olduğu hipotezini ortaya atmıştır. Fransiz Marcorelle, Rosenmuller 8
ve Tiselius, Laurenti nihayet 19 uncu asrın ortalarında da Avusturyalılar metodik olarak mağara araştırmalarınaa başladılar. Avusturyalı Lindler 1840-1841 de Istirya’da 322 m. derinliğe inerek, Tiryeste şehrinin su ihtiyacını temin maksadıyla Trebiciano Mağarasını tetkik etti. 1850 ve 1857 arasında doktor Adolf Schmidl, meşhur Adelsberg (veya Postumia) mağarası ve civardaki diğer birkaç mağarayı etüd etti. Amerika’da bulunan dünyanın en buyük mağarası (ufki yayılma bakımından) Mammoth Cave (Kentucky) 1854’te Owen’in, 1897’de de Hovey ve
Ellsworth Call’un çalışmaları ile tanınmış ve 100 kilometreyi mütecaviz galerileriyle, bugün (1959 yılında, 2013 yılında mağaranın uzunluğu yaklaşık 560 kilometre olarak biliniyor) bütün dünyadaki mağaraların en büyüğüdür. Foto: Mammoth Mağarası
1860’da, Lartet meşhur Aurignac mağarası ve bunun
prehistorik değeri üzerinde Paris akademik ilimler enstitüsünde bir tebliğ yayınladı. Mağara hayvanları üzerinde tetkikler yapan Ch.Lespes, 1899’da bu mevzuda enteresan bir etüd neşretti. Antomolojist ve arkeologlardan sonra yeraltı hidrolojisi mevzuunda ilk mühim çalışmalar 1879 senesinden itibaren, meşhur Fransız eksploratör, jeolog ve coğrafyacısı Martel’e borçluyuz. Martel’in araştırmaları, Portekiz’den Norveç ve Kafkasya’ya ve hatta Atlantiği de aşarak Amerika’ya kadar yayılmış ve yarım asır kadar devam eden etüdleri sonunda binlerce mağarayı keşfederek kalker içindeki yeraltı hidrolojisi ve hidro-jeolojisi ile, speleoloji’ye ait pek çok sayıda eser vermiştir, ayrıca, 1895 yılında Fransa’da ilk speleoloji cemiyetini kurarak, birinci dünya harbine kadar, bu cemiyetin bülteninde, Hidroloj’i’ye ait birçok ilmi makale ve araştırmalarını neşretmiştir. Bugün için iptidai sayılacak teçhizatla, içinde şakuli uçurumlar da bulunan binlerce mağarayı tetkik etmiş ve kilometrelerce uzunluktaki galerilerin topoğrafyasını ve planlarını çizmiştir. Martel, şüphesiz speleoloji’nin yegane piyonniyesi değildir. Başka memleketlerde de Fransa’ya mümasil olarak ilmi yeraltı araştırmaları yapılmıştır. Fakat, yapılan araştırmalardan ilmi ve sistematik mülahazalar çıkararak, bunları kitap halinde, ekseriya meraklı ve sürükleyici bir ifadeyle büyük halk kitlelerine mal etmekle, Martel, modern speleolojinin babası ve yaratıcısı olmak şerefini kazanmıştır. Norbert Casteret, birinci dünya harbinden sonra Fransa’da, arkeoloji ve hidroloji sahasında büyük keşifler yapmıştır. 1935 ve 1946 yılları arasında, (658 m. derinliği ile, zamanın (1963 senesi) dünya rekorunu elinde bulunduran Pierre Chevalier, İsere eyaletindeki “La Dent de Crolles” masifinde “Trou du Glaz” mağarasındaki tetkikleriyle ve birçok yeraltı seferi organize eden, aynı zamanda bu araştırmalar için yepyeni bir teknik, (mesela çelik tel ve dar alüminyumdan
çubukla hafif merdiveni ilk yapan) ortaya çıkaran Robert de Joly’de speleoloji’nin bugünkü alemşumul yayılışındaki hisseleri çok büyük olan mağara araştırıcılarıdır. Not: Fotoğraflar Serhat Küçükali tarafından internet’ten alınarak eklenmiştir ve bazı eski Türkçe kelimelerin yerine metnin anlaşılabilir olması için yenileri kullanılmıştır.
Speleolojinin babası kabul edilen Martel’in İngiltere’de yer alan Gaping Gill mağarasını araştırırken ki resmi.
Norbet Casteret bir mağarada incelemelerde bulunurken...
9
ÇUKURPINAR Anı Defterimden Notlar...
Yazan: Selin Tezcan Fotoğraflar: Ender Usuloğlu, Hakan Eğilmez, Saeed Kafshgiri, Gülşen Küçükali
10
Değişen mağara giriş çıkış saatleri, kampta yapılması gereken işler ve yorgunluktan devrilip yatma sebebiyle her gün yapamasam bile devamlı olarak elime almaya çalıştığım kalemimden defterime dökülen notlardan bir kaçını paylaşacağım. 10 Ağustos sabahı/saat 03:50 (mağaranın ilk döşemesi -189 metre Trolean geçişine kadar yapıldı) Öğleden sonra 15:00 gibi kamptan yola çıktık herhalde. Döşeme yapılırken ben de malzeme taşıdım. Çukurpınar Türki’yenin en derin üçüncü mağarası diye geçiyor. Bugün bu mağaraya 189 m döşeme ekibiyle girdim: Ender Usuloğlu, Cem (HÜMAK), ve ben. Tatlı tatlı yapıldı döşeme; hatta kısa bir yerde döşemeyi ben yapacaktım ki oranın kaya yapısı çok kötü çıktı. Resmen parçalandı kaya matkapla delerken. Dolayısıyla, 20 sene önce çakılmış olan bolta istasyon aldık. Kayalar çok kötüydü; ama kısa geçiş diye mecburen aynı hattı kullandık. Başka yol bulamadık; ben de bolt çakamadım. Düğümleri hatırlamaya çalıştım ve en başından beri hep bir terslik olan kapalı sekizlimin başlangıcını doğru yönden almadığım için öyle olduğunu anladım. Sonunda artık kapalı sekizliyi düzgün bir şekilde atabiliyorum. Çukurpınar 100 m. (50-50) ve onun ardından 8 m. bir, en sonda da uzun bir hat döşedikten sonra çıktık. -189 m. olan yerde trolean geçiş yapıldı. Onun için şişme bot kullanıldı; çünkü yüzerek geçilmesi gereken bir cadıkazanı vardı. Cem’le birlikte şişme botu şişirdik ve troleani kurması için Ender’e götürdüm. Oraya kadar döşedikten sonra çıkışa geçtik. Bot diğer ekibe gerekiyordu. Döşediğimiz kadar olan yerde (-140 m.) yan kolda tırmanış yapılarak bakılacak bir yer varmış. İranlı dağcı mağaracılardan iki, Türk mağaracılardan bir; üç kişilik bir ekip oraya bakmak için indiler bizden sonra. Kullandığımız bot da onların kulanmak için indirdikleri
bottu. Biz döşemeyi bitirdikten sonra onlara botu teslim ederek çıkışa geçtik. Onlar da yan kola bakmaya devam ettiler. Şimdi de kampta, tentenin altında çayımı yudumlarken müzik dinliyorum. Muhteşem güzel lezzetli bir zaman geçiriyorum. Mağara beni rahatlatıyor... Kampta otururken içerideki ekip çıktı. Onların ışığını görünce onlar için de su koydum ısınması için... 12 Ağustos/saat 00:26 İlk döşemeyi yaptığımız günden sonraki gün öğleden sonra çekim yapmak için 110’a kadar olan yerde zaman geçirdik. Anıl, Nergis ve ben kamera, kayıt, ışık falan eyledik. O gün sabahtan Antalya ekibinden bir arkadaş yorulduğu için bizi biraz heyecanlandırdı; ama sağ salim çıktı. Öğlen gibi falandı yanlış olmasın. 110’un altında da Ankara ekibinden ve Antalya ekibinden arkadaşlar vardı. hep birlikte muhabbet, çekim, ışık falan iyi oldu. Eğlendik. o günün akşamı yemekten sonra tüm kampı sinekler sardı; uçan karınca dediler onlar için. Her yerdeydiler; bir yere toplansınlar diye karpiti yakmaya çalışırken bütüm her yerim saçlarımın içine kadar sinek oldu. Sonraİiran’lı arkadaşlardan biri karpiti göstererek bir şeyler dedi. İlk başta anlayamıyordum. Tezek yakmak için karpitin ateşini istediğini anlayınca, çığlıklar atarak tezeklere koşmaya başladık birlikte. Aynı günün sabahı tuvaletten dönerken yol üzerindeki boklara bakarak onları yakmayı deneyeceğimi söylemiştim kendi kendime. Ne şanstır ki ben daha hiç kimseye bir şey demeden fırsat ayağıma gelmişti. Banaysa sadece katılmak kaldı; ama birlikte yaptık en başından, her aşamasında ben de vardım. Sonra ateşin başında şarkılar söylemeye başladık. Tüm gece saatlerce şarkı söyleyip dans ettik. Süper insanlar İran’lılar ve kesinlikle eğlenmesini biliyorlar. Hepsi de ayrı ayrı güzel insanlar. Çok eğlendim, çok güldüm, hiç durmadım. O arada Alman ekibi de geldi kampa.
Bugün akşam 550’deki kampı kurmak için akşam sekiz gibi mağaraya girecektik. Sabah Ender (ekip lideri) bir aksama olduğundan dolayı ertesi günün sabahına ertelendiğini söyleyince “ee bugün naapcaz” demem yüzey araştırması için koordinatların alınmasına vesile oldu. Öğleye kadar yatış, dinlenme, gölge, müzik, muhabbet tente altında. Öğlen banyo yapmaya çalıştım; çünkü benden önce biri girdiği için su bitmiş. Damlayla banyo yaptım resmen; iyi kötü gene bir temizlenme oldu. Dağın başında jakuzi aramıyorum; saçlarımı çözebildim ya, o yeter bana. Öğleden sonraya kadar sıkıldım ve bir yer verin gidelim bakalım diyen Alman ekiple yüzey araştırmasına çıkmaya karar verdim. Koordinatlar Anıl’daydı; koordinatları alıp GPS’e girince hemen çanta hazırlayıp yola çıktık. Cem ve Orkun hem malzeme hem yemekte bize yardımcı oldu. Kamptan ayrıldık. GPS koordinatındaki yere varmak için kayaları tırmanıp en uygun yeri seçerek gitmemiz gerekiyordu. Arazi buzul karstik, dolin dolu. Sürekli batıp çıkan bir araziydi. Olabildiğince kolay yoldan gitmeye çalıştık. Giderken bir karlık bulup hemen ölçümünü aldık. Ölçümü alıp çıktık ve koordinatlara doğru yol almaya devam ettik. Saat 15:00 gibi çıkmıştık. Hava kararmadan kampta olmamız gerekiyordu; geniş bir zaman aralığımız yoktu. Arazide o çukur senin bu çukur benim Alman’larla mağara avına girişmişken girilen koordinatlara yakın bir yerde iki mağara yan yana bulduk. Hemen onlardan birisinin ölçümünü alıp geri döndük. Alman’lar “almayalım zamanımız yok” dedi; ama birini hızlıca almaya ve geri dönmeye ikna ettim. Buldum ve belgelemek istedim çünkü. Klino pusula, lazermetre falan bugün böyle arazide atlamalı, zıplamalı bir beş saat geçirdik. Kampa 20:00 geldik, tam yemek zamanında, biz de yemeğimizi alıp herkesin yanına oturduk. Gerisi muhabbet video bakmaca... 13 Ağustos/ saat 18:45 11
12
Dün akşam üzeri saat 18:00, yani bu saatlerde mağara çantaları, -525 ve -700 kamplarının malzemeleriyle toplam 6 kişi 12 çanta taşıdık. Trolean’den sonraki döşemeler biraz zorladı. Çantalar suda yüzüyor, ip ilerlemiyordu. Önde iki İran’lı ben ve arkada diğer Türk arkadaşlarla gittik sıralama olarak. -394’te Alman arkadaşlar telefon hattı döşüyorlarmış; onlarla sohbet, çay içip devam ettik. 500 kampının olduğu yerin üzerinde son döşemesi yapılıyordu. Döşemenin yapılmasını beklerken Ankara ekibinden bir arkadaşın hipotermi riskinde olduğunu fark ettik. Çantalar aşağıya çekilmeye başlanmıştı. Hemen kamp malzemelerinin olduğu çantaları alıp aşağıya kampı kurmak için indim. İnerken ipin bir yerde sürtündüğünü fark ettim; fakat fazla aşağıdaydım ve yukarıda Hipotermi riskinde olan bir arkadaşımız vardı. Hızlıca indim aşağıya. Benden sonra gelen Anıl ipin dış kılıfının koptuğunu fark ederek hasarlı kısmı ayırdı. Döşeme tekrar yapılırken o arada kampı kurduk. Yağmur’un inmesi için beklerken Cem beni yukarıya çağırdı. Yukarıya çıktığımda Yağmur’a kuru giysiler giydiriyorlardı. Ayaklarında ve ellerinde his kaybı vardı. 2530 dk. boyunca -500 metrede kampın üstünde aralıksız olarak vücut ısısının yerine gelmesi için uğraştık. Cem, Mahyar, Sait, ben... aluminyum battaniye, sıcak su, sıcak jel, masaj, durmadan uğraştık... 18 Ağustos/ saat yok Ana kampta akşam yemeği yiyoruz. Dün öğlen 12:00 civarında Saadet, ben ve Alirıza çıkış yaptık... Mağara gidiyor; ama vakit kalmadığı için haritalama ve keşif yapılamıyor. Artık geri dönüş için hareket ediliyor. Burada ya mağara da ya da kampta eğleniyorduk her gün... Şimdi bunların bitiyor olacağını bilmek hiç iyi hissettirmiyor. Malzemeleri taşıdığımız ve çıktığımız günden sonraki gün kamptaydım. Sanırım 15’inde Gülşen’le 500 ve 700 kampına yiyecek indirmek için girdik... Ali Saleh’i, ben ve Musa 700 kampına ihtiyaç taşıma ve 500’den 700’e
döşeme işini hallettik. Orada biraz dinlenip Alirıza, Saadet ve ben 1000’e kadar olan yere kadar döşemeyi yapmak için gittik. Göller, göller, hep bacak açmalı geçişler vardı. Gidiş biraz tırsak; ama dönüş rahattı. 700’de biraz daha dinlenip sabah 04:00’de çıkışa geçtik. Öğlen saat 12:00’de mağara ağzındaydık. 21 Ağustos/ saat yok... Dün sabah saat 09:30’da mağaradan çıktık. Musa, Mahyar ve ben... birer çantayla. 19 Ağustos sabah 08:00’de mağaraya giriş yapmıştık. -700’e inip oradaki mağara kampını topladık. Mahyar, Sasan ve ben birlikte girmiştik. -500 kampına varınca bir güzel yemek yedik, dinlendik, eğlendik, sonra devam ettik. 700 kampındaki ekip moral olarak pek iyi değildi. Biri de yorgundu. Tüm kampı topladıktan sonra toplam 1214 çanta gibi bir şeydi. Şadi, Sencer, Musa ve Hakan aşağıda dört kişi biz üç kişi toplam 7 kişi vardı. Çantalar hafifli ve ağırlıydı. Bazıları çok fazla ağırdı. Sencer telefonda Ender’e çantaları taşımanın zor olduğunu makaralamanın çok zaman alacağını söylüyordu. Mahyar, ben ve Musa makara yapmak istiyorduk. Son olarak makara ile çekilmesine karar verildi. Çantaları elden ele yaparak çıkışların altına topluyor. Hattın yanına bir ip daha indirip insanlar çıkarken bir yandan çantaları çekiyorduk. Böylece çok bekleme de olmuyordu... Şadi döşemeyi topluyordu arkamızdan. Tüm çantaları 500 kampına kadar taşıdık. Küçük şelaleyi geçtikten sonra 47 metrelik çıkışın başında Saadet, Abuzer, ve Hüseyin Rızvan bize yardıma gelmişti. 10:30’da 500 kampındaydık... 700 kampında eski kullanılmış karpitleri toprağa gömdük. Kullanılmamış karpitleri de beyaz bir bidonun içine koyup orada bıraktık 20 sene öncesinden kalma eşyalarla birlikte. Çıkarmadığımız tek şey döşediğimiz diafon hattıydı. 12 çanta toplanan döşemeyle birlikte 14 çanta olarak 500 kampına ulaştı.
500 kampında hep birlikte çadırın içinde yemek yedik. Şadi bizi hayretle izliyordu. İran’lılarla birlikte yemek yeme şeklimiz izlenesiydi. Şarkılar söyleyip eğleniyorduk. Herkes bir yere uzanmış kıç kadar yerde Musa, Mahyar, Şadi, Hüseyin, Abuzer, Saadet ve ben toplam yedi kişiydik. Yemeğimizi ton balığı+ekmek, makarna+ekmek, çikolata+ekmek ve son olarak çay ile bitirdik. Hepimiz uzanıyordu çadırın içinde Şadi hariç. Biz çok eğlendik. Sencer, Sasan ve Hakan birer çanta alıp önden gitmişlerdi. Musa, Mahyar ve ben 03:00’e kadar kampta dinlendik, üşüdük, gazı bitirdik, karpitim azaldı. En sonunda çıkalım dedik. Musa önde ben arkada çıkışa geçtik. Herkes birer çanta aldı. Çıkışta yorulmuştum artık; yavaştım, çok su kaybetmiştim ve benim uyku zamanımdı. 500 kampında uyuyamamıştım; soğuktu ve biz ıslaktık. Çıkışta uyukluyorduk, Musa önden basıp gidiyordu. Başım gözüm pek iyi değildi uyumamak için bağırıyordum. Geldiğimden beri hiç böyle yorgun olmamıştım. Ahmed bana eldiven ve pantin vermişti. Çıkışta pantin kullanmıştım ilk kez. Pantinle ipin üstünde dimdik bir şekilde gidebiliyorsun. Çok rahat. Bacağım ve kolum da ağrımadı; ama yorgundum... Sonuç olarak 19 sabahından 20 sabahına kadar mağaradaydık. Dün kampa geldikten sonra akşama kadar uyudum. Öyle güzel uyumuşum ki... yemek yedim, uyudum, yemek yedim, uyudum. Akşam yemeğinden sonra bir Çukurpınar klasiği haline gelen “poh” partimizi yaptık... Ateşin başında... Ender, İlker ve Devrim mağaradan çıkacaklardı. Onlara sıcak çay, yemek ve ateş hazırladık. Pardon Ahmed de gelecekti. Önce Ahmed geldi. Yemek, çay tamam olduktan sonra yatışa geçtiler... Bugün de kampta kaldım. Çantaları yukarı taşıyorlar. Artık bitiyor.
13
ÇUKURPINAR Anılarımdan dağınık bir şekilde...
Yazan: Ender Usuloğlu Fotoğraflar: Hakan Eğilmez, Meysam Khoshadam 14
İlk defa Çukurpınar'a gittiğimde, ilk keşif ekibinde idim. Sene Temmuz 1989, yirmi üç yaşındaydım. Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübünde mağaracılık yapıyordum. Çukurpınar hikayem böyle başladı ve yıllarca devam etti. 1994'e kadar her yıl gidip geldik. Hiç unutmuyorum bir geziye eskilerden Gürsel Tarba'da katılmıştı. Diğer "yaşlı" mağaracıların aksine -800 m'lere kadar inmişti. O zamanlar Gürsel herhalde 35-40 yaş arasındaydı ve gıpta ile bakmıştım, onun yaşına geldiğimizde acaba biz bu derinliklere inebilecek miydik? Yıl 2013, Ağustos ayındayız ve aradan neredeyse 20 yıl geçtikten sonra yine Çukurpınar'dayız. Yaş oldu kırkyedi. İlk döşemeyi yapmak üzere Çukur'un ağzındayım, Cem ve Selin'le beraber. Anılarım canlanıyor, ilk inişlerimiz, eski iniş rotasını, Osman'ın havada çaktığı dübeli hatırlıyorum. Şimdi ise elimde matkap, 5 dakikada dübel çakma işini bitiriyorum. İlk 50 m'yi inip, ikinci 60 m'nin oraya geldiğimde, Evren'in pırasa saçları ile gülümsemesi ve stres'i geçerken ki hali geldi aklıma. Yine, küçük balkonda Nuri Sevin'in dayanamayıp, tuvaletini yapması ve her geçenin "Acayip bok kokuyor bu göl " demesini gülümseyerek anımsadım. Bu seferde kötü kokuyordu ama Nuri'nin ki olamaz herhalde? Yoksa hala mı? 60 m'yi Cem döşemeye başladığında aklıma Esra'nın 60 metrenin ortasındaki istasyonda, el cumarına kalması geldi. Aşağıya indiğimizde Metin'in buzdaki fotoğrafı gözümün önünden geçti ama şimdi buzdan eser yoktu. -300 m'lerde Sarkaçlı göle inişte yere 6 m kala Esra'nın saçlarının desandöre takılması aklıma geliyor. Osman yerde, Esra havada saçları sıkışmış, ben ise daha yukarda (20 m yaklaşık) dübelde çaresizlikle olanları seyrediyorum. Şimdi aynı inişi, daha aşağıdan başka bir dübelle hallettik. Osman tırmanarak Esra'nın saçlarını kesmişti ve
kurtarmıştı, Allah'tan yere yakın bir yerde olmuştu. Yine aynı inişin biraz altında "inleye inleye" döşemeyi toplayan Ali Ekin'i hatırlıyorum. Gençtik ve hepimiz tabir-i caiz ise "hayvanlıyorduk". Çok fazla çanta taşımaktan omuzlarında göğüs çaprazı kan oturtmuştu. Hayvanlıyor derken Zümrüt gölün hemen altında L göl vardır, şimdi oraya takıl-geç yaptık, eskiden trolean vardı. Bu L gölün altında kısa inişte, kendimi görüyorum, Osman'la toplamaya inmiştik. Aşağıda Osman beni bekliyor, çıkmamı, bende sırtımda çanta, altımda iki veya üç çanta, ah'laya oh'laya çıkıyordum. Hatta Osman'ın "Otururken, Şeytanı gördüm" dediğini dün gibi hatırlıyorum, benimse o karanlıkta fazla zorlamaktan, çakmak çakmak yıldızların parladığını hala unutamadım. Toplama tekniğimiz ise harikaydı, en son Zümrüt göle (şimdiki trolean inişi) kadar bütün ipleri birbirine bağlamış ve 100-200 m'de bir takılmayacak şekilde öbek öbek ipleri topluyorduk. Zümrüt'ün oradaki iki kocaman öbek ipleri, Osman'ın ısrarla bir çanta alması ve bense pes edip, yeter artık demem kafama kazınmış. Zümrüt'ün hemen üstünde ki inişin başında, Nilay'ı hatırladım bir anda. Desandöre bırak kilit milit atmak, ipi sağ omzunun üzerinden atıp, öyle verirdi ağırlığını ipe ve başlardı inişe. Kilit atmak pöh!. Çok banal işler bunlar. Bazı yerlerde desandöre C atardık, S yerine. Günler geçtikçe ve derinlere indikçe parça parça anılar da devamlı gözümün önüne gelmeye devam ediyor. Dibini bulduğumuzda, şampanya (köpüklü şarap daha doğru olur) patlatırız diye, sırtımda kırmadan bir şişe taşımıştım, -747 m'deki kampa. Bu gezide ufak bir kaza yaşadık, Mahyar'ın bastığı taş, kırıldı, yere düştü, hemen ilkyardım yapıldı. Her ekipte ilkyardım çantası ve kamptada ilkyardım çantası vardı. Kampa doğru yaklaşırken, Evren, Cenk ve kendimi hatırlıyorum. -515 m'deki "Tunalı" kampından bir iki
iniş sonra 50 m'lik uzun bir iniş var, sırtımda bir çanta, altımda iki çanta, kupkuru yeni ip konan 50 m'deki kontrolsüz inişim aklıma geldi, bu seferde inerken. İlk indiğimde eldivenlerim parçalanmıştı, ellerimden resmen duman çıkıyordu. Arada istasyonda yoktu şimdiki gibi. Tam 50 m kesintisiz iniyorduk. Bu inişin hemen sonrasında, diğer ekibin (Bülent, Arslan, Togan ve Gürsel'di galiba) sesini duyduğumuzda Cenk'in sevinçle koşarken cadı kazanına düşmesi ve bizim buna deli gibi gülmemiz aklıma geldi. İlkyardım çantası var mıydı bak onu hatırlamıyorum, çok ciddi kaza olabilirdi, Allah'tan olmadı. -747'de vardiya usulü çalışıyoruz, 840 m'ye inen 40-50 m'lik yer döşendi. Orada tırsmıştım çünkü iki tane doğal bağlantı ve travertenle kaplı yerde komple sürterek iniyordu. Sürtünme traverten olduğu için çok problem etmedi ama hepimiz yavaş yavaş çıkıyorduk, şimdiyse döşemeyi yana aldık gayet güzel hiç bir yere sürtmeden iniyor, oradaki çıkışımız aklıma geldi. Geçen sefer, çadır atmıştık, kampta. Rahmetli Evren'in "Ah ulan et olsa da yesek", Cenk'in ise " Ne işim var burada şimdi Bodrum'da kızlarla olmak vardı" diye hayıflanması, suyun şırıl şırıl akması ve sesinin monoton bir şekilde bize ulaşması geldi aklıma. Bu sefer ise Mahyar'ın ağzımıza lavaşla tadelle tıkaması geldi, kahkaha ve gülüşler; garip, su akmasına rağmen su sesi gelmedi bu sefer kulaklarıma, acaba çok yaşlandım da kulaklarım mı duymuyor yoksa bu sefer başka şeylere mi konsantre oldum, duymuyorum, bilemedim. Ha, birden Engin'in habire "ayağım üşüyor" muhabbetini kayda geçmem lazım mutlaka. 747 kampında yine unutamayacağım başka olay ise ishal olmamdı. 3 gün kaldım ve üç gün boyunca inanılmaz bir şekilde bir iki saatte bir tuvalete koşturmam geldi aklıma ve buna mukabil güçten düşmemek için deli gibi yemek yemem ve su içmem geldi. İshal hapları aldım ama hala ilkyardım çantasını 15
hatırlamıyorum. Cenk'le fosil galeride ilerleyip devam ettiğini görmemiz, bembeyaz travertenlerle kaplı bir salona çıkmamızı hatırlıyorum. Aradan geçen 20 sene sonunda, büyük bir zahmetle indirdiğim fotoğraf makinem ve makro lensimi kullanamadım, heryer çamurlanmış. Yıllar ve zaman her şeyi değiştiriyor. Değişmeyen (insan yaşamı boyunca) tek şey anılar ve mağaranın kendisi. 47 yaşımda derinliklerine müsaade edip, inmeme izin verdiğin için sağol, sayende daha yavaş yaşlandığımı, hala genç olduğumu hissettim. Çukurpınar, BÜMAK'tayken de şimdi ASPEG'deyken de bana ve herkese çok tecrübeler kattın. Sağolasın dostum, seni unutmadık. Teşekkürler.
16
17
İKİNCİ ULUSLARARASI MAĞARA FOTOĞRAFÇILARI TOPLANTISI Yazan ve Fotoğraflar: Metin Albukrek 2 sene evvel birincisi yapılan uluslararası mağara fotoğrafçıları toplantısının ikincisi, bu sene 28 Temmuz 2 Ağustos 2013 tarihleri arasında Italya, Trieste’de yapıldı. Toplantıya dünyanın değişik ülkelerinden 28 mağara fotoğrafçısı katıldı. Katılım şartı, fotoğrafçının çektiği fotoğrafların organizasyon komitesi tarafından beğenilmesi idi. Her fotoğrafçı ile beraber en fazla iki kişi de, asistan ya da model olarak toplantıya katılabiliyordu. Yapılan bu toplantıya Türkiye’den fotoğrafçı olarak Metin Albukrek, asistan/model olarak da Havva Yıldırım Çoltu katıldı. Etkinlik sırasında her gün 5-6 kişilik gruplar halinde, yakın mesafedeki İtalya ve Slovenya 18
mağaralarına fotoğraf çekme amaçlı günü birlik geziler düzenlendi. Her geziye yerel bir mağaracı bize rehberlik etti. Değişik fotoğraf çekme tekniklerini birbirimiz ile paylaştık, aynı zamanda da birbirimiz ile tanışma fırsatı bulduk. Çalışma yapılan mağaraların çoğunun girişi, koruma amacı ile kilitli idi. Otoyol tüneli inşaatı sırasında keşfedilmiş olan “Grotto Imposible” isimli mağaranın ilk 40 metrelik dikey inişinin sabit döşeli demir basamakları olması da ilginç idi. Basamakların yanındaki 2 metrelik parçalar halindeki çelik tele, göbek bağlarımızı bağlayarak emniyet aldık. Ancak, herhangi bir kayma sırasında 2 metrelik düşüş, öldürmese de, bir yerimizin kırılmasına sebep olabilirdi. Tüm mağarlardaki dübeller paslanmaz çelikten sabit çakılı idi. Mağaraya girmek isteyen sadece ipini getiriyordu. Rekabetin söz konusu olmadığı, tamamen yardımlaşmaya yönelik olan bu haftanın sonunda, herkes
en beğendiği 2’şer fotoğrafını, Trieste tiyatro salonunda halka açık yapılan toplantıda sundu.
19
1 yıllık Mağaracının, 5 yıllık deneyimi; Çukurpınar
Yazan: Barış Vahapoğlu Fotoğraflar: Nergis Kokabian, Hakan Eğilmez, Saeed Kafshgiri Mağara içinde ve dışında bana verilen ve keyif ile yaptığım görevleri anlatmadan önce, böylesine büyük bir ekspedisyona ilk defa katıldığım için, yola çıkmadan önce hissettiklerimi çok kısa paylaşmak istiyorum. Yoğun iş temposundan sene içerisinde sadece 15 gün gibi bir süre ayrı kalabildiğim için, Çukurpınar Ekspedisyonundan dinlenmiş bir şekilde mi, yoksa bedensel olarak yorgun bir halde mi döneceğimi, organisazyon öncesinde merak ettiğimi itiraf ediyorum. Ancak Yola koyulup İstanbul’dan uzaklaştığımız her saniye,-normalde işten sonra dahi-kafamın içinden benimle konuşan hukuk dosyalarını düşünmemeye başladığımı fark ettim. İstanbul’a 10 gün mola vermenin her türlü bedensel zorluğa rağmen dinlendirici olacağından artık emindim. Mağaracılık deneyimim, emin olamadığım kondisyonum ve böylesine büyük bir kampta daha önce bulunmamamın, bedensel 20
olarak yorulacağımı düşünmeme sebep olduğunu şimdi anlıyorum. Ancak kamptaki 10 günün sonunda, bedenimin son derece yenilenmiş ve dinlenmiş olduğunu, ayaklarımdan ellerime kadar hissettim. Bu ekspedisyonda bulunduğum için şanslı olduğumu düşünüyorum. Ekspedisyon öncesinde, aylar süren plan ve toplantılardan sonra yapılan, görev becayişi sonucu; Benim ve Oktay’ın asıl görevi; kamptan mağara ağzına ve mağara azından, mağara içindeki ilk kamp noktası olan -515 metreye kadar telefon hattı çekilmesi olmuştu.Hiç beklenilmeden -110 metreye kadar,mağara döşemesinin tamamlanması ve hızla derinlere doğru devam edilmesi, artık bizim de telefon hattını döşemeye başlamamız gerektiğini hissettirdi. Bu teorimizi pratiğe dökmemizde ise Ender’in “ E,hadi Abi” şeklindeki serzenişi son derece etkili oldu. Öncesinde Oktay ile birlikte elimizde bulunan
telsizlerin bakım ve kontrollerini yaptığımız için, kamp alanından mağara ağzına çekilecek ilk hattın kuruma hemen başladık. Telefon hattını, mağara ağzına en pratik ve güvenli yoldan ulaştırmak; mağara içerisine ilerlemeye oranla daha kolay oldu. Mağara ağzından, -110’a kadar ise yine pratik bir yol ile ilerledik. Oktay mağara ağzından, 500 metrelik kablo balyasının bir ucuna telsizini girdi ve bende diğer uca bağlı telsiz ile birlikte inişe başladım.Balyadan çok fazla kablo salınması,kablodaki gerginliği azaltarak, etraftaki kayalara ve döşemeye dolanmatakılma ihtimali yarattığı için; mağara ağzındaki Oktay’la dialog halinde, sohbet ede ede -110 metreye indim. İniş sırasındaki muhabbetimiz genelde “Sal abi,Sal” şeklinde gerçekleşmiş olsa da , hiç bağırmadan “heceleme” metodu kullanmadan, mağara içinden mağara ağzına presentable bir ton ile anlaşabilen iki şanslı mağaracıydık.Döşemenin biraz
daha derinlere inmesini beklemek ve özellikle mağara içerisindeki mağaracı trafiğini olumsuz yönde etkilememek için, akşam saatlerinde mağaradan çıkarak tekrar kampa döndük. Ertesi gün Oktay ile birlikte -250 civarında bir derinliğe kadar döşemeyi devam ettirdik. Telefon hattını döşerken, hattı mağara döşemesinden uzak tutmak son derece önemliydi ve bunu gerçekleştirmek için 3–5 metre yüksekliğindeki kayalara tırmana tırmana hattı ilerlettik. Bir seferinde geri inişin problemli olacağını bildiğim bir kaya üzerine tırmandıktan sonra tam “Oktay, bir el at inemiyorum Abi” diyecekken, aynı cümleyi bana hitaben Oktay’ın kullanması, “Söz konusu telefon hattı ise gerisi teferruattır” mantığı ile çalıştığımızı fark etmemizi sağladı. Ertesi gün daha derinlere ilerlemek üzere gece geç saatlerde mağaradan çıkarak tekrar kamp alanına döndük. Günlerin, yoğun mağaracılık faaliyeti ile geçtiği bu tarz büyük ekspedisyonlarda tabiî ki bazı görevlerin ve günlük programların revize edilmesi gerekebiliyor. Ertesi gün, mağara içinde yeni keşfedilen dev bir galerinin bulunduğunu duyan ve çekim yapmak için iniş yapmayı düşünen Metin’e yardımcı olmak için ekibe katıldım ve inişe başladık. Bu arada telefon hattını hiç merak etmeyin. Çünkü henüz mağaraya iniş yapmamış olan ve mağaraya girmek için sabırsızlanan Alman mağaracı arkadaşlarımız Swen ile Nolbert, Oktay’a katılarak telefon hattının devamı için Oktay’a yardımcı oldular ve birlikte son derece mesafe kat ettiler. Galeri yolu beklediğimden
uzun ve keyifliydi.2 noktada şişme bot kullanılarak devam edilen yol sonunda, Traverten basamakları ile yükselen genişçe bir hole vardık. Çekim ve ışık açıları konusunda son derece titiz
olan Metin’in güzel çekimlerini, montajı tamamlandıktan sonra görebileceğiniz için, bu galeri hakkında çok fazla yazmak istemiyorum ki gizemi bozulmasın ve görüntüleri izledikten sonra kendiniz yorumunu yapabilin. Galeriden ayrılma vakti geldiğinde, döşemeleri toplayarak
ağır ağır çıkışa başladık. Yanlış yazdığımı düşünmekte haklısınız ama gerçekten döşemeyi toplayarak çıkışa başladık. Çünkü mağara ağzı ile galerinin bulunduğu nokta arası güzergâh, iki ucun uzunlukları farklı olan, çatallı bir “ V” harfine benzetilebilir. Ertesi gün, kamp alanına 2-3 km uzaklıkta mesafede işaretlenen biri yatay, diğeri ise dikey
girişli yan yana iki mağarayı haritalamak için Bülent ve Anıl ile yola koyulduk. GPS sisteminin daha uzak mesafede, 2 gün sürecek bir haritalama için diğer arkadaşlara verilmesi nedeniyle, coğrafi tanımlamalar üzerine mağaraları bulmaya çalışıyorduk. Tanımı hemen söyleyeyim, “2-3 km ötede, üst üste dizili taşların civarı”. Zaten nefes alabilmemiz dışında Mars yüzeyinden hiçbir farklı olmayan, yüzeyi tümüyle taş olan bu coğrafyada; doğal yollarla üst üste düşmüş taşlar arasından, insan emeği olanı seçmek biraz şans gerektirse de mağaraları bulduk. Öncelikle yatay girişli mağaranın, yaklaşık 3 m2’lik, üstü açık yatağına kendimizi attık. Zira burası yol boyunca gördüğümüz tek gölgelikti ve aslında o kadarda gölgelik bir alan değildi. Mağaraya ilk girişi Anıl yapacaktı. Anıl ön keşif için kafa lambasını taktı ve çıkartı. Mağara bitmişti. Mağara 2-3 metreden ibaretti. Hiç beklemeden son derece dar ve keskin parçalı taşlarla çevrili 2.mağaraya bakmak için Anıl ile Bülent, giriş döşemesini hazırlarken ben de giyinip inişe başladım ve hazırlanmamdan çok daha kısa bir süre sonra mağara yine bitti.10 metre derinliğindeki mağaranın içerisi, serinlemeye çalışan minik sineklerin yüzlercesi ile doluydu. Sinekler teninize konsa dahi fark edemeyeceğiniz derecede ufaktılar.Ancak onlardan o kadar çok vardı ki, arı kovanına girmiş gibi rahatsız oldum. Sineklere kimin patron olduğunu göstermek için sineklerin 3-5’i diğerlerinin gözleri önünde yuttum diğer değişle balaklavamı girmeyi unutmuştum. Zaten bence, burundan yutulan sinekler, diğerlerine daha çok cesaret vermişti. Kısmen gölgelik alanda bir şeyler atıştırdıktan sonra kampa geri dönüş yoluna koyulduk. 21
Sonraki gün, mağara -600’lere kadar döşenmiş ve -515’de, bir de kamp kurulmuştu. Logistik ekibinin -515 kampına; ip, karabina, perlon, vs. indirilmesi için İranlı arkadaşlar, Vahid ve Hassemi’ye katıldım.-515’e inişimiz, çıkışımızdan daha uzun sürmüş olabilir. Çünkü Vahid, bazı istasyonlardaki ipleri sürtünme riskine karşı tekrar düzenliyordu. İnişin son derece keyifli olmasından olacak ki inişin ne kadar sürdüğünü tam olarak bilmiyorum. Kampa vardığımızda, kamp çadırında kimse yoktu. Islak ve biraz da yorgun olduğumuz için, sıcak bir şeyler hazırlayıp yedik ve uyku tulumlarına girerek uyuyor rolü yaptık.Vahid’in horlaması ile en iyi uyuyan adam rolü ödülüne layık olduğunu düşünsem de aslında gerçekten uyuduğunu anlamam çok zaman almadı.Sanırım bende kesintisiz olmamakla birlikte 8 saat civarı uyudum.Bir ara içeriye, ev sahibi Hakan girdi. Sırılsıklam ve üşümüş olan Hakan çok mutlu görünüyordu.Kısa bir sohbetten sonra uyumaya devam ettik. Bu sırada diğer lojistik ekibi kamp alanına ulaştı. Zamanlama çok iyiydi çünkü çadırın maksimum kapasitesi 4 özel durumlarda 5 idi. Dönüş için yola koyulduk ve beklediğimden çok daha ısa bir sürede–4 saatten kısa bir sürede-çıkışı tamamladık. Bu girişin şu ana kadarki en keyifli mağaracılık aktivitem olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim. Genel olarak, yıllık iznimin önemli bir kısmını oluşturan bu 10 günü, daha iyi değerlendiremeyeceğimi düşünüyorum. Emeği geçen herkese ve özellikle 10 gün boyunca çadırını benimle paylaşan Oktay’a teşekkür ediyorum. Böyle bir ekspedisyona katılabildiğim için de ayrıca kendimi çok şanslı hissediyor ve daha derinlere ineceğimden emin olarak, seneye yazacağım raporumu bende çok merak ediyorum.
22
23
24