Cadıkazanı sayı 43

Page 1

CADı SAYI:

43

KAZANı EKİM-ARALIK 2016


İmtiyaz Sahibi Anadolu Speleoloji Grubu Derneği adına Ender Usuloğlu Yazı İşlerinden Sorumlu

Ender Usuloğlu ve Mehmet Sait Taylan

Yönetim Yeri

Gürz Sokak Erler Apt 17/a Kavacık Beykoz İstanbul

Grafik Tasarım

Ender Usuloğlu

Katkıda bulunanlar

Alparslan Küçük Özge Kahraman Ender Usuloğlu

Ön Kapak Fotoğrafı

Özge Kahraman

Arka Kapak Fotoğrafı

Özge Kahraman

© tüm hakları saklıdır. Yayın içeriği kaynak belirtmek koşuluyla ticari olmayan amaçlarla kullanılabilir www.aspeg.org.tr Facebook / ASPEG sayfası ve grup sayfası Twitter /aspeg Vimeo / aspeg Instagram / aspeg_cave * Üye olmak isteyenler, websitemizden üyelik formuyla veya yonkur@aspeg.org.tr’ye başvurabilirler.

Mağaraya dair.... Ekim-Aralık ayları, bizim için eğitim ayları olmaya başladı. Yeni bir sistem üzerinde denemeler yapıyoruz. Aynı üniversite kulüplerinin zamanlaması gibi, mağaracılık yapmamış insanlara derneğimizi tanıtıp, kış aylarını eğitimle geçirerek, yeni üyelerimizi yaza hazırlıyoruz. Yaklaşık 12 kişinin katılımıyla ASPEG, yoluna gençleşerek devam ediyor. Bu sayıda yeni üyelerimizden gönlü genç Alparslan Küçük, bizimle yaşadığı ilk mağaracılık tecrübesini değişik bir açıdan ele aldı. Özge arkadaşımız, mağara ile sanatı birleştirdi ve bunun kendisi için ne ifade ettiğini yazıya ve görsellere döktü. Bizde elimizden geldiğince yer verdik. Bitmeyen risk tartışmaları ve bunun etkinliği yapanların üzerindeki bıraktığı ağırlığı ve insanı psikolojik olarak sınırlarını zorluyan 305 m’den inişin dışsal yansımalarını okuyabilirsiniz. İyi okumalar!


e

ndekil i r İç -

Ek

im-Aralık

6 1 20

Etkinlik Yapmanın Dayanılmaz Ağırlığı Sayfa 7

Şanslı ve Mutlu Çocuklarız Biz Sayfa 12

Mağara ve Sanatım Sayfa 17

305 Metre Ve Yaşadıklarım Sayfa 20


Etkinlik Düzenlemenin Dayanılmaz Ağırlığı Ender Usuloğlu


Doğa sporu olan mağaracılık bence ameleliği en çok olan, uzun saatler karanlık, soğuk, nemli ortamlarda yani insan yaşamına yabancı ve bir nevi düşman bir ortamda geçen bir spordur. Keşfetmenin hazzı ve bilimsel çalışmalara yataklık etmesi en olumlu tarafıdır bu sporun. Bununla birlikte, her doğa sporunda olduğu gibi doğadasınız ve doğayla mücadele ettiğimizi sanıyoruz ama biz sadece ve sadece kendimizle savaşıyoruz. Bunu yaparken de ister istemez risk alıyoruz.

Bundaki amaçlardan bazıları:

Doğa’da olmanın getirdiği risklerin yanında biz mağaracıların keşif için aldığı riskler var. Keşfe yönelik bir mağaracılık yapıyorsanız zaten keşfetmenin risk taşıdığını kabul etmek durumunda veya farkında olmanız lazımdır. Riski sıfırlamak veya bertaraf etmek diye bir olasılık düşüktür ya da yoktur.

c. Özellikle üniversite kulüplerinden gelen mağaracıların tecrübesinin (derin mağaraları araştırma) artmasına yardımcı olmak ve genel olarak Türkiye’de mağaracılığın ilerlemesini sağlamak

Uzun yıllardan beridir hem birçok insanı mağaracılıkla tanıştırmış, eğitmiş ve neredeyse sayısını unuttuğum etkinlik düzenlediğim için, “risk’e” belli kendi tecrübemle bakıyorum. Etkinlik düzenlemek, organizasyonun sorumluluğunu almak, kısaca o etkinlikte olacak her şeyden sen sorumlusu olacaksın demektir. Türkiye gibi kanunların abuk sabuk yapıldığı zırt pırt değiştirildiği bir yerde, dernek olarak veya dernek adına bir gezi düzenliyorsan, etkinlik sorumlusu olarak bir kaza anında hele de ölümlü kaza ise bu, sorumlu yönetim kurulunda ve direk yönetim kurulu başkanındadır. Burada kanun, normalde etkinlik organizasyonunu kim yapıyorsa o sorumluluğu o kişiden alıyor ve yönetim kurulu’na yüklüyor daha doğrusu başkana. Kanımca çok saçma bir kanun. Normalde kanunlar, öncelikle bireysel hatalara göre sorumluluk getirmeli. Kısa bir örnekle; etkinlikte bir kaza oluyorsa, hata veya kazaya yol açacak sebeplerin öncelikle bireysel mi olup olmadığı, daha sonra gezi sorumlusu’nun karar vermede ki hatalarından mı kaynaklandığına bakmak, en son olarak yönetim kurulu’nun bu konuda hatasının olup olmadığı soruşturulması lazımdır. 10.yılımıza gireceğimiz 2018 yılında, dernek olarak birçok kulüp ve derneklerden mağaracıları etkinliklerimize davet ediyoruz.

a. Derneğimizdeki insan gücünün ciddi ve özellikle derinlere giden mağara etkinliklerinde, yetmemesi ve araştırmanın yapılabilmesi için Türkiye’den ve/veya yabancı mağaracılardan destek almak. b. Birbirimizden bir şeyler öğrenmek, değişik mağaracılık kültürleri ile tanışmak ve kendimizi karşılaştırmak

Fakat yıllar bize göstermiştir ki: Adı olan ama kendi olmayan, TMF, federasyonun fonksiyonel olarak işlememesi, sadece kurtarma bazında düşünülmesi, standartı empoze edecek bir kurumun olmayışı en azından bizim (mağaracılar) için risk arttırıcı faktörlerden biridir. Federasyon öncesi birlik vardı ve bu birliğin zamanında çıkan eğitim standartları vardı. Herkes, sözde bu standartlara göre eğitim verecek ve sınıflandırılacaktı. Yıllar içinde, 3.seviye mağaracıyım diye gelen mağaracının veya 2.seviyeyim diyenin aslında söylediğinden daha tecrübesiz olduğunu gördük. Bunun tamamen bilinçsiz bir şekilde telaffuz edilen seviyelere denk gelen eğitimlerin eksikliğinden yani belli bir standartta verilmediği ve bunu empoze edecek bir kurumun olmamasından kaynaklandığını görüyorum. Yıllardır, bende dahil olmak üzere, tüm mağaracılarda görülen, “bağımsızlık” “kimseye bağlı olmamak” “ istediği gibi istediğini yapmak” dürtülerinin aslında yüzeyde güzel olduğu ama derinlerde riskleri arttırdığını dernek (BUMAD ve ASPEG) faaliyetlerinde gözlemlemeye başladım. TMF yok diye, etkinliklerimize başka mağaracıları riskler artıyor diye çağırmayacağız mı? Tabii ki de hayır. Birbirimizden öğrenmeye ve beraber tecrübelenmeye devam edeceğiz. Sadece misafir olarak gelenlerden daha fazla tanıdıklarımızı çağıracağız, yine başka insanların “abi, bizim X arkadaşımız iyidir, ipte şöyledir, şu şu mağaralara girmiştir” diye


tavsiyelerini gene dinleyeceğiz ama sadece gezi sorumlusu değil kampta her dernek üyesi tavsiye üzerine gelen arkadaşları mağarada yakınen gözlemlemesi ve olumsuz bir durum gördüklerinde doğru karar vermesi için gezi sorumlusuna haber vermesi bir ölçüde riski kısıtlayan bir faktör olabilir. Çok sıkı bir şekilde ve TMB tarafından sonradan TMF’de ufak bir değişiklikle uygulanan standartlarda eğitime ve riskler konusunda eğitmek ve farkındalık yaratmaya devam etmek gerekiyor. Birçok risklerin olduğu mağaracılıkta, hele hele keşfin bilinmezliklerinde bizi bekleyen riskleri de eklediğinizde, mağaracılıkta etkinlik düzenlemek, kafana dayayarak, tek mermiyle yapılan rus ruleti gibi tetiği çekmeye benziyor. Bunu da yapmazsak Türkiye’de keşif odaklı mağaracılık yapacak kimse kalmayacak. Her yıl gırla eğitim gezileri adı altında hep aynı mağaralara etkinlik düzenlemeler, ya da mağara yapısı olmayan (ki burada da insan yapımı olduğu için riskler vardır) nispeten keşfi daha kolay mağaralar ya da yapılarda mağaracılık yapan ya da basitçe bir şey yapmayan kulüp ve derneklerle dolar Türkiye. Bir aralar eğitim verirken, dağcılıktan çok daha az ölümlü kaza vardır diye mağaracılığın aslında dağcılıktan veya diğer doğa sporlarından daha az riskli olduğunu anlatırdım ama yavaş yavaş şunu anlamaya başladım. Ne kadar az keşif o kadar az kaza... Şimdi hemen herkesten itirazlar yükselecek biliyorum ama istatistiksel olarak kazaya ramak kalmalar, kazalar ve ölümlü kazalardaki artış ile mağara keşiflerindeki artışla doğru orantı vardır. Dolayısıyla mağaracılık yapılmayan bir yerde kaza da olmaz gibi basit bir cümleye indirmiş olmakla, konunun önemini sulandırmamış olacağıma inanıyorum. 1989 yılından itibaren, yıllar içinde Çukurpınar Düdeni’nin keşfinde yaşanan kazaya ramak kalmalar ve aldığımız riskleri düşününce, birçoğunun farkındalık ve eğitimle geçiştirilebileceğini gördüm keza bununla birlikte Peynirlikönü (EGMA) düdeninde, ağustos ayında yağan yoğun yağmurun getirdiği selden kaynaklanan ölümün belki de engellenemeyeceğinin de farkındayım.



Bütün bu riskler, maalesef etkinlik düzenlemede dayanılmaz bir ağırlık getirmektedir. Bazılarımız da bir yanılgı da mevcuttur. O da bu dayanılmaz ağırlığın sadece dernek çatısı altında olmaktan kaynaklandığını zannetmektedirler. Devamlı grup olunsa sanki bu bertaraf olacakmış gibi argümanlar ortaya koymuşlardır. Bir grupta olsanız maalesef ölümlü kazada, Savcı’nın veya bölgeye intikal etmiş olan kolluk kuvveti komutanın ilk soracağı soru, gezi lideriniz, sorumlunuz kimdir? İçeri alacakları birisi varsa o sorumlu olacaktır. Kimse biz grubuz herkes kendisinden sorumludur gibi geyik muhabbetine angaje olamayacaktır. Yani kısacası, birileri elini taşın altına koymaya devam edecektir yoksa gerçek keşif mağaracılığı kalmayacaktır Türkiye’de yaklaşık 30.000 civarında mağara olduğu sanılmaktadır biz sadece 3.000 civarında bulduk, araştırdık demeye devam ederiz.


Şanslı ve Mutlu Çocuklarız Biz Alparslan Küçük İzmir Tire de doğdum. Çocukluğum da oyun sahamız çok büyük ve güzeldi. Daha ilkokul çağlarımda oyunlar oynarken mahallemiz bize yetmez; Tirenin bütün sokaklarını, mahallelerini keşfe çıkardık. O da yetmez ilçe sınırlarını aşardık; keşfe çıkardık. Önce ovaları, sonra tepeleri ve dağları gezerdik. Çok özgürdük. Kimi zaman döndüğümüzde üstümüz başımız öyle bir çamur içinde olurdu ki ailelerimiz bu duruma pek bir anlam veremezlerdi. Kısacası dolu dolu bir çocukluğumuz oldu bizim; şanslı ve mutlu çocuklardık biz… Daha sonra üniversite yılları, yoğun bir iş hayatı… İstanbul’da çalışmanın ve yaşamanın zorlukları derken bir sürü sıradan ve monoton yıllar geçip gitti… Yine de ben şartları zorladım; Bir süre hafta sonları dalmaya gittim, tek yıldız dalgıç oldum. Zaman zaman dalışlara gittim. Çok sevdiğim bir arkadaşım ile Emrah ÖZKÖK (Patika Outdoor)’un önderliğinde ülkemizin eşsiz güzellikteki doğasına seyahatler yaptık. Küre milli parkı, Kaz dağları, Toroslar ve buna benzer birçok rota… Ama hep bir şeyler eksikti sanki? ASPEG ile tanışıncaya kadar. Dalgıç arkadaşım Vedat KÜRŞÜN sayesinde ASPEG ile tanıştım. Önce Ender HIZLIOĞLU ile... Aslında soyadı USULOĞLU ama bence yanlış, HIZLIOĞLU olmalı! Muhteşem bir enerjisi var. Beni hemen ilk etkinlik olan Parsık mağarası (YuvacıkKocaeli) etkinliğine yönlendirdi. 3-4 Aralık 2016. Parsık doğal bir mağara, mağaranın içinde dere akıyor. İki girişi var; Bir girişi dikey(şelalesi var), bir girişi yatay. O gün yatay etkinliğimizi gerçekleştirdik. Müthiş bir etkinlikti. Suların içinde sürünerek ilerlediğimiz bir bölüm vardı ki insanın nefesi kesiliyor. İşte o gün ve daha ilk günden âşık oldum mağaracılığa. Neden mi?

• • • • • • • • • •

Takım çalışması var. Dostluk var. Macera var. Heyecan var. Bilinmeyeni keşfetmek var. Sporcu ruhlu olmak var. Kendini geliştirmek var. Doğayı korumak var. Hayvanları korumak var. Ülkene değer katmak var.

Birçok bilim var; • Arkeoloji • Biyoloji • Biyospeleoloji • Ekoloji • Entomoloji • Etiyoloji • Hidrojeoloji • Jeoloji • Mitoloji • Klimatoloji • Prehistorya Yazımın başında kısaca çocukluğumdan bahsetmiştim. Şanslı ve mutlu çocuklardık biz… Şimdi ASPEG sayesinde yine şanslı ve mutlu çocuklarız biz… TEŞEKKÜRLER ASPEG!


BİZDEN

Uluslararası Mağaracılık Kongresi. Çek Cumhuriyeti

Çamurlanmak güzeldir

Transtaşeli..Bir ASPEG klasiği..

2014 yılı, Morca Düdeni Ekibi. -100 m’deki salon’da.


2016 GENKUR sonrası içmece, kutlamaca..

Eğitimlerde zorlarız ama eğleniriz...

Ufaktan başlatırız, mağaracılığa..




Mağara ve Sanatım Özge Kahraman Mağaralar bilindiği gibi insanlara ilk doğal barınaklık yapmış önemli mekânlardır. Bu nedenle uzun yıllar araştırmacıların dikkatini çekerek ayrıntılı araştırmaların yapılmasına neden olmuşlardır. Bunun yanında mağaralar içerisinde sakladığı gizli gizemin ve güzelliklerin keşif ve seyri insanlara ayrı bir huzur ve mutluluk vermektedir. Ayrıca mağaralar heyecan verici sporların yapılmasına, bağımsız bir bilim dalı olan (speleoloji) Mağara Bilimcilik dalının gelişmesine de olanak sağlamışlardır. Mağaracılığa olan ilgim üniversite zamanında başladı. Resim bölümünü okurken kendi tarzlarımızı bulmaya başladığımız dönemde daha önce mağaraya gitmeme rağmen mağaralara ve rüyalara ilgi duyardım. Rüyalarda ki bilinmezlik ve mağaralarda ki bilinmezlik benim için aynı şeydir. Bir gün bir arkadaşım yanıma geldi ve resimlerime baktıktan sonra ‘’Sen mağaracı mısın?’’ dedi. Bende ‘Hayır’ deyip şaşkın bir ifadeyle bakınca ‘’O zaman seni mağaralara götüreyim.’’ dedi ve mağaracılığa başlamam bu şekilde oldu. Açıkçası benim için ilk önce sadece görsel açıdan idi. Zaten çok fazla sportif açıdan bir bilgimde yoktu. Fakat mağaracılık ile tanışıp çok farklı boyutunu gördükten sonra benim için sadece görsel boyut olmaktan çıktı ve artık kendimi tamamen ait istediğim bir alan haline geldi. Böylelikle mağara maceram başlamış oldu. Gelelim mağara ve sanatta. Yaptığım resimlerinin yegane konusu mağaralardır. İlham aldığım ve sanatımı besleyen mağaraları bir şekilde yansıtmak ve onların güzelliğini öne çıkarmak sanatımın amacıdır. Mağara

denince akla gelen mağara resimleri gibi değil tabii ki. Fakat sanatın tam da başladığı yer aslında mağaralar. Elimizdeki tek örnekler onlar. Ve o zamanda insanoğlunun kendini ifade etme biçimi olan sanat bir şekilde mağarada başlamış ve günümüzde bambaşka şekillere gelerek biçim değiştirmiştir. Soğuktan korunmak ve çeşitli ayinler gerçekleştirmek amacıyla yaşam alanları olarak mağaraları seçmişler, ölülerini gömmüşler ve tüm bu hayat ve zorluklar içerisinde başlarından geçenleri yaşam alanları olan mağara duvarlarına aktarmışlardır. Burada Paleolitik Dönem’de atalarımızın mağara duvarlarına çizdiği etkileyici resimler sanatın ilk örnekleridir. Yapılan bu resimlerin amacının biraz dinsel biraz korku amaçlı olduğu kuşkusuzdur. Bu gün sanat olarak anladığımız her şeyi barındırdıkları artık açıkça görülmektedir. Herhangi bir estetik ve gerçekçilik kaygısından yoksun olan bu mağara resimleri bize o zamanda insanların korku, yaşam koşulları ve bir bakıma duygularını aktardıkları bir rehberdir. Tıpkı günümüz sanatında olduğu gibi. Yapılan bu mağara resimleri kaba daha çok bir çocuğun insan çizimi yapması gibidir. Herhangi bir beğenilme korkusu olmadan yapılan bu resimler bize o döneme ait genel yaşam koşulları hakkında bilgi verir. Aslında sanat için yapılmayan bu sanat eserleri sanat tarihi konusu olarak örnek gösterilir. Mağaracılığa başladığım dönemlerde herhangi bir bilgim veya zorluğu hakkında bir tecrübem olmadığı halde atıldım içine. Bir kadın olarak bu tür bir spor yapmak ilk başta zor tabii ki. Fakat pes etmemek gerekiyor. Çünkü bu işi yapamayacağını düşünerek başlarsan zaten yapamazsın. Ben de inat ettim bu güzellikleri


görmeye ve zorlukları aşmaya. Şu an mağaracı eğitmenliği yapıyor ve yeni mağaracıların bu sportif aktiviteye katılmalarını ve eğitilmelerini sağlıyorum. Sadece turistik gezi olarak görülen mağaraların asıl yüzünü görmek ve bilinmezliğe dalmak bir o kadar zor ve bir o kadar muazzam bir şey bence. Çünkü kimsenin ayak basmadığı, kimsenin daha önce görmediği o güzellikleri ilk gören kişilerdenim. Orada olma duygusu bile bambaşka. Sanatımı beslemesinden ziyade artık benim için bir ihtiyaç haline gelmiş bulunmakta. Çünkü ben sanatımla kendimi ifade ediyorum ve bunun tek aracı da mağaralar. Bugüne kadar birçok bilim insanının araştırma konusu olmuştur mağara sanatı. Dünya genelinde, görüntüleri ve atmosferiyle hayran kaldığımız manzaraların önüne geçecek güzelliğe sahip mağaralar var. Kimileri için tutkuyla izlenecek bir sanat, kimisi içinde ise derin anlamları olan bir bilinmezlik olan mağaraları bende kendimce yorumlayarak yapmaya çalışıyorum. Benim için mağaralar, dünyanın birçok yerinde görebileceğiniz en güzel doğal oluşumlar. Mağaraya girdiğim zaman her şeyi en ince ayrıntısına kadar inceleyip hafızama kazımaya çalışırım. Zaten her mağaraya girişimde aynı heves

aynı heyecan olur bende. Sonuçta yine o güzellikleri göreceğimi bilirim. Sarkıtlar, dikitler, sütun ve travertenler… Sanatın kendisi bizzat mağaraların içinde yatmakta bence. Mağaralarda tıpkı düşler gibi kendi içlerindeki gizemi ve karanlığı korurlar. Bana göre karanlık, korkutucu, uçsuz bucaksız ve ıssız olan mağaralar düşlerin gizemini ve bilinmezliğini yansıtırlar. Aynı zamanda mağaracılık yaptığım için mağaraya girdiğim anda hissettiğim ve yaşadığım her şey düşmüş gibi gelir. Çünkü o an farklı bir evrende, bir hayalin içinde gibi hissederim. Mağara benim ilhamım kısacası. Fırça darbelerine en çok yakışan şey benim için mağaraların şekilleri ve renkleridir. Mağara şekillerinden kahve falı bakar gibi anlam çıkartmak ve onları tuvale aktarırken kendince yorumlayarak anlatmak ve onunla bütünleşmek. Mağara oluşumları o estetik o hareketlilik ve sonsuzluk bende olmadık hisler yaratır. İncelerim her yeri ve onları kendime katarım. Kısacası kimisi şiir yazar veya türkü söyleyerek kendini, duygularını ifade eder. Bende kendimi ait hissettiğim mağaralara girer ve ilham alarak resim yaparım.



305 Metre Ve Yaşadıklarım Ender Usuloğlu

Akseki bölgesinde mağara araştırmak için ilk defa 2012 yılında Kaymakamlık ve Akseki Eğitim Hayratı Derneği ile yaptığımız protokolle gelmiştim. Akseki ilçesi ve civarı (İbradı da dahil olmak üzere) karstik yapısından dolayı oldukça ilgimi çekiyordu. Ne de olsa, 1990 yılına kadar Türkiye’nin en derin mağarası, Düdencik düdeni, Cevizli’de, Türkiye’nin halen en uzun tek inişine sahip Bucakalan obruğu ise Bucakalan köyündeydi ve birçok araştırılmış, envantere girmiş oldukça ilginç düdenler hep bu bölgedeydi.

hafif tedirginlik duyuyordum çünkü kondisyonlu değildim. İnmek kolay, kolay da çıkmak nasıl olacaktı? Kaç saatte çıkacak, çıkabilecek miydim? Kaç saat emniyet kemerinde asılı kalacaktım, ya bir şey koparsa, ya ayaklarım kansızlıktan uyuşur, kendimi yukarı doğru itemezsem? ve birçok bunun gibi soru aklımdan geçmiyor değildi. Hazırlanmak lazımdı ve bizde öyle yaptık, yapmaya çalıştık. 10 m’lik bir duvarda 100 m’lik ipi makaradan geçirerek ve yavaş yavaş salarak, 100 m’lik ipin hepsini çıkmaya ve kondisyon yapmaya çalıştık.

Akseki bölgesindeki mağara araştırmalar 1960’ların ortalarından itibaren vardı. Hayatta örnek aldığım birkaç insandan biri olan rahmetli Jeolog Dr.Temuçin Aygen’in izinden gitmek hoşuma gidiyordu. Arada DEUMAK, BÜMAK ve ASPEG bu bölgede çalışmalar yapmıştı. 2012 yılında başlayıp, 2014 yılında sonuçlandırdığımız araştırmalarda yirmiye yakın mağara düden ve obruk bulduk ve haritalandırdık. Akseki’nin bu değerli mağaralarını kamuoyuna tanıtmak için bir belgesel ortaya çıkardık ve Türkiye’de en çok izlenen belgesel kanalı olan İztv’de yayınladık ve halihazırda youtube’da da “Yeraltından Notlar ASPEG” kanalında “Akseki’nin Mağaraları” adında yayınladık.

Bucakalan Obruğu’nun ağzındayız.

Sadece Akseki mağaraları değil ama herhangi bir mağaraya girdiğimde, benim için inanılmaz bir tecrübe ve psikolojik deneyim oluyor. Her defasında o keşif duygusu beni sardığında, kafamda hiçbir şey düşünmüyorum, tamamen mağaraya ve keşfe odaklanmam, beynimi boşaltıyordu ve halen de boşaltıyor. Mağaradan çıktıktan sonra, fiziksel olarak çok yorgun olsam da, beynim tamamen taze ve pırıl pırıl oluyor. Hele, mağaradan tam çıkarken, dışardan gelen o temiz havanın yüzüme çarpması ve derin bir nefesle içime çekmem benim için bulunmaz bir yaşam tecrübesi. 2013 yılında, Bucakalan obruğuna ilk gireceğimiz zaman yaklaşmaya başladığında, bende yavaş yavaş bir endişe başladı. Evvelden 305 m ipin üzerinde olmadım hiç ve

Bu ne ya? İlk tepkimdi. Önümde toplamda 345 m’ye varan bir iniş vardı ama bari obruğun girişi biraz ihtişamlı filan olsaydı… Benden biraz daha geniş, karanlığa uzanan bir delikten ibaret bir ağzı vardı. Gerçi, Fransızlar tarafından çizilen haritasını incelemiştim ama gerçeğiyle hiçbir zaman bağdaşmıyor. Haritalar, sadece belli bir fikir veriyor ve mağaranın bize yansıtmasını beklediğimiz duyguları veremiyor. Bizden evvel ipleri döşeyecek arkadaşlar girip çıkmıştı, sıra bizdeydi. İpe girdim ve başladım inmeye, ilk iniş 40 metre arada obruk ikiye bir balkonla ayrılıyor ve bir tarafı 190 metre, balkonun diğer tarafı 305 metre iniyor. Karışık duygular var çünkü balkondaki oluşumların güzelliği kafamı karıştırıyor, beklentim biraz daha düz duvar tarzı bir şey olmasıydı. Yok, bu obruk beni şaşırtmaya devam ediyordu. 305 m’ye inmeye başladığımızda, arka arkaya indiğimiz için ve arada altı yedi tane ipin duvara dübelle sabitlendiği noktalar var, onları geçmek vakit alıyor ama iniş bitmiyor, bitmiyor, bitmiyordu. Devamlı iniyorum, bir ara sinirim bozuldu, “yahu nasıl çıkacağız yukarı” diye bunalımlara girmeye başlamışken aşağıya baktığımda ufak silik kafa lambalarının ışığı arasında belli belirsiz salonumsu bir yer gördüm. Nihayet ayağımı yere basacağım sağlam bir zemin vardı. Obruk bitmemişti, biraz dinlendikten sonra, salondan bir salınımla tekrar inişe geçtik ve devam ettik. Obruk burada oldukça dar sayılabilecek genişlikte ve yukarıdan sızan suların birikip, dolu taneler halinde tepemize


inmesi ile devam ediyor. Son yaklaşık 70 m’yi ıslanarak inmekte bir ayrıcalık oldu! Ayağım yine yere bastı ve nihayet dibindeyiz, çok değil dört beş metre sonra ufak bir gölle son buluyordu. Evet nihayet, ilk defa bir Türk ekibinin indiği Bucakalan obruğunun dibindeydim, ayrıcalıklı olmak ve burayı gören az sayıdaki insanlardan biri olmak açıkçası mutlu etti. Enteresan! Bir inişte endişe, bunalma, korku, mutluluk hepsini yaşamıştım. Bakalım çıkışta nasıl olacaktı? Yaklaşık iki buçuk saatte çıktık obruktan ve inerken hissettiklerim yok olmuştu, kafam boşalmış ve tamamen çıkışa odaklanmıştım. O taze ve temiz Akseki’nin havasını son metrelerde teneffüs ettikten sonra bütün fiziksel yorgunluğumda gitmişti. 2017 yılındayız ve yine Akseki’deyiz. Derneğimiz Antalya’nın en derin mağarası Yarık düdenini araştırıp İztv ekibiyle belgeselini yayınlayıp, oldukça olumlu geri bildirimler gelince, İztv yeni yayın döneminde mağaralar ve mağara keşifleri ile ilgili bizimle program yapmak istedi, bizde onlarla istedik ve iki gönül bir olunca ortaya güzel belgeselleri çıkarmak için kolları sıvadık. Akseki, Türkiye’deki ilginç obrukları içinde barındırdığı için, bunu ayrı

bir bölüm olarak tanıtmak istedik. Amacımız, Kayaağıl ve Bucakalan’da çekimler yapmak. İlk iki günümüzü Kayaağıl’a verdikten sonra sıra Bucakalan’a geldi. Daha evvelden indiğim için nelerle karşılaşacağımı bildiğim için bu sefer baştan daha sakinim. İpin döşemesini ben yapacağım dedim ama niyetim genç arkadaşlara da fırsat vermek. Kalabalık bir ekibiz ve ilk 40 metrelik inişi döşedikten sonra, balkon’da bayrağı gençlere teslim ettim. Benim önümde 2 kişi ve arkamdan da İztv’de çalışan ve mağaracı olan Eren Aybars Arpacık arkadaşım, onun arkasından 2 kişi daha gelecek. Plan ise, döşeme yapıldıkça ve indikçe çekim yapacağız. Eren, ilk defa bu kadar derin ve uzun bir iniş yapacak, bendeki ilk tedirginlikler onda da var. “Merak etme, bu kadar tecrübeden sonra bile şu anda yaşadıklarının hepsini bende yaşadım ” tarzında telkinde bulundum ama ne kadar işe yaradı bilemiyorum. Neyse, aşağıdan “gel” diye bir direktif geldi ve başladım inmeye, ilk istasyona geldim ve Eren’e bağırdım, “gel”. Ben dübele asılı karabinde aşağıdaki ipe bağlıyken, Eren yaklaşık 2 metre yukarıma geldi ve “indiricini kilitle ve öyle çekime başla” dedim, sesindeki çatallaşmadan kalbinin küt küt attığını biliyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu sadece sakin ol, panik yapma deme dışında.


Yavaş yavaş inmeye başlamıştık ama hayatımda ilk defa bir inişte uzun uzun bekledim çünkü döşeme yapılıyordu. Her istasyonda belki 15-20 dakika bekleme yapıyordum. Normalde, odaklandığımda kafam boşalır sakinleşirdim bu sefer tam tersi olmaya başladı. Bir parmak kalınlığındaki ipe bakıyorum, bir aşağıdaki kara deliğe ve cılız iki tane ışığa bakıp, kafamda nerede olduğumuzu ister istemez canlandırmaya başladım. Yine ister istemez, bu sefer düşüncelerim gündelik hayatıma kaydı. Bu ikinci inişim olduğu için, keşif duygusu yok, bu kadar bekleme yapılınca aklım ister istemez, aileme, işlerimdeki detaylara gidiyor, havada gene Türkiye’yi kurtarmaya başlamıştım. Kafam boşalmadı tam tersine, vakit geçtikçe fazlasıyla düşüncelere daldım. İster istemez, aşağıdaki arkadaşlara daha ne kadar bekleyeceğiz diye sormaya daha doğrusu bağırmaya (sesimi ancak duyurabiliyordum) başladım. Kansızlık, bacaklarımı uyuşturmaya başlamıştı ve sabrım tükenmeye başladı. Neyse inmeye devam ettik ve aşağıdan “abi, burada bir balkon var, oraya indik yanımıza gel”. O balkonu biliyordum ama ufak bir şey diye hatırımda kalmış, panik yapıp gene bağırarak “emniyette misiniz? aman ha?”, “gel abi gel”. Peki, indim geldim. Balkonun her tarafı traverten oluşum ve doğal bağlantı (baba) alabilecek bir yer yok, “abi burayı sen yap”, “ok”, 2 metre aşağıya sallandım, hakikaten yer yok ve travertene çakılan dübelde çok sağlam olmaz, güvenemiyorum. Sağ tarafta, bir önceki çakılan

dübeli gördüm, görmez olaydım 2013’de ondan indik demek ki. Güvenmiyorum, 2 metre daha aşağıya sallanıyorum ve etraftaki tek ve ufak bir kaya çıkıntısına, oldukça sağlam bir şekilde dübel çakıyorum. Aşağıya daha doğrusu salona 50 metre daha var, buraya çaktığım dübele ipi sabitlesem sürtünecek. Aşağıdaki ipe geçtikten ve üç metre daha sallandıktan sonra bu sefer karşı duvardaki travertene dübel çakmaya karar verdim çünkü oradan saptırma yapacağım ipe ve sürtünme ortadan kalkacak, o dübele de çok ağırlık binmeyeceği için içim rahattı. O sırada, Oktay Balaban arkadaşım bir önceki istasyona kadar gelip ilk çaktığım dübeli görünce “abi güzel olmuş” dedi. Hoşuma gitti. Güzelce saptırmayı da yapınca, gene 25 yaşlarımdaki gibi hissettim, ip hiçbir yere sürtünmeden indi ve salondayım. Yarım saat önce kafamda her türlü günlük düşünceler uçuşurken bir an da her şey dağılmış, odaklanmış ve gençlik yıllarıma dönmüştüm. Bucakalan Obruğu, beni her türlü duygularla ve ilkel korkularımla test etti ve hepsini bir anda yaşattı. Bucakalan aynı zamanda şunu fark etmemi sağladı. İnsanoğlu, istedi mi, kendisine zarar verecek her türlü duygusallıktan, korkulardan, endişelerden, odaklandığında, kurtarabilecek karmaşık bir fizik ve ruha sahip.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.