Bülten Ekibinden...
Bu Sayıda... Gezi ve Etkinliklerden kısa kısa...1
Evet bu sayıda bir iki sürprizimiz var ama öncelikle ESMAD’dan Mesut Şen’e bize harika fotoğraflarını kapakta kullanmamıza izin verdiği için teşekkür ederiz. Gerçekten müthiş fotoğraflar, tebrik ediyoruz. İlk sürprizimiz süreli yayınımız OBRUK’la ilgili; OBRUK’un ikinci sayısı çok yakında yayımlanacak. İkinci sürprizimiz, ilk defa mağaracılık astrolojisini bu yayında göreceksiniz. Doğumgününüze göre nasıl bir mağaracısınız ve mağaracı karakteriniz varmış bakın bakalım.. Türkiye’nin ilk 1000 m’nin altına inen mağaranın bitiriliş öyküsünü dedemiz, ulumuz ve kamikazemiz Süha’dan okuyoruz. BBC mağara belgeseli deyince akla ilk gelen karanlıkta parlayan ve mağarada yaşayan solucanlar...Evet şimdi elimizde Türkçe okuyacağımız güzel bir tercüme var, sağolasın Ebru !.
Speleokültür-Karanlığı Fotoğraflamak VII...2
Düdencik’in Düdeni...5
Bir Yeninin Mağara Günlüğü...7
Çukurpınar’ın Bitiriliş Hikâyesi...9 Speleosanat...13
Biliyor muydunuz?...14 Türk Mağaracı Astrolojisi...15
Düdencik Mağarası-Mağaracılar Kimdir?...18 Arachnocampa Luminoso...20
Duyduk ki, ESMAD da bir dergi, bülten çıkartacakmış, kendilerini şimdiden tebrik ederken merakla ilk sayıyı bekliyoruz !
Yaşadıklarımız..21 Abstracts....22
Bülten Ekibi
Katkıda Bulunanlar
Gülşen Küçükali (Gezi ve Etkinliklerden kısa kısa)
Ön Kapak Fotoğrafı: Yelinüstü, Köçekkıran Mağarası, Mesut Şen (ESMAD)
Sinan Poyraz (Biliyor muydunuz?)
Arka Kapak Fotoğrafı: Yazören Mağarası, Balıkesir, Ender Usuloğlu
Ender Usuloğlu (Speleosanat, Speleokültür, yayına hazırlama)
Yazılar: Burçin Alparslan, Ebru Caymaz, Nezihi Ekizoğlu, Gülşen Küçükali, Ender Usuloğlu, Süha Yararbaş Son Okuma: Ludmilla Büyüm
ASPEG Anadolu Speleoloji Grubu www.aspeg-tr.org info@aspeg-tr.org © Tüm hakları saklıdır. Bülten içeriği kaynak belirtmek şartıyla ticari olmayan amaçlarla kullanılabilir.
Gezi ve Etkinliklerden kısa kısa ...
BÜMAK 23-27 Nisan Kayseri Soğanlı’ya bir ön araştırma gezisi düzenledi.
ASPEG 25 Mart’ta Açık Radyo’da mağaracılık
Mağaracılık Federasyon Genel Kurulu ve Kampı 23 Nisan-25 Nisan arası Spil Manisa’da düzenlendi.
ASPEG’in Ayasofya projesi, mart ayı içerisinde
ASPEG 23-25 Nisan’da federasyon kampına 2 kişi ile katılım sağladı.
DAUM-KAG, mart ve nisan aylarında Ayvacık ve Subatan yaylarında jeolojik tetkik boya deneylerine başladı. ASPEG 11-12 Nisan’da Dupnisa’ya eğitim ve
fotoğraf gezisi düzenledi. Aynı tarihlerde başka bir grup, Safranbolu’da alınan ihbarları araştırmaya gitti.
BÜMAK, 10-11 Nisan’da Ayvaini’ne bir gezi
düzenledi.
İTÜMAK 3-4 Nisan tarihleri arasında Aksu Mağarasına bir gezi düzenlediler.
AKÜMAK-ASPEG 26-29 Mart tarihlerinde Düdencik Mağarası’na ortak faaliyet düzenledi. Aynı tarihlerde ASPEG’den küçük bir grup, Üfleyen Mağarası civarında mağara araştırmaya gitti.
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
üzerine bir söyleşi yaptı.
NTV ve İztv olmak üzere birçok televizyonda yayınlandı.
EMAK, 13-15 Mart tarihleri arasında Marmaris
bölgesinde mağara arama çalışmalarına devam etti.
BÜMAK 13-14 Mart tarihlerinde Zonguldak’a mağara ön araştırma için bir gezi düzenledi. BÜMAK-İTÜMAK 6-7 Mart tarihlerinde Mencilis’e bir gezi düzenlediler. AKUT -İstanbul 6-7 Mart tarihlerinde Navigasyon eğitiminin 2.kısmını verdi.
İTÜMAK, 4 Mart’ta Prof.Nüzhet Dalfez’in sunumu ile mağara biyolojisine giriş semineri düzenledi.
MAD, mart ayında Mağara Ekolojisi ve mağara’da dijital fotoğraf çekimi konusunda seminerler verdi.
2010
1
Speleokültür KARANLIĞI FOTOĞRAFLAMAK (YERALTI VE IŞIKLI FOTOĞRAF ÇEKMENİN TARİHÇESİ VII) Chris HOWES YERALTINDA FİLM (HAREKETLİ GÖRÜNTÜLER) ÇEKMEK 19 yüzyıl içinde fotoğraf malzemeleri ve çekim teknikleri düzenli bir şekilde gelişerek, yer altı fotoğrafların artmasına katkı sağlamıştır. Bununla birlikte, hem yeraltından hem de yerüstünde, fotoğrafta tek bir ve belirgin bir problem vardı çözülmesi gereken, hareketin, film üzerinde yakalanması. 19. yüzyılın sonlarına kadar kaba da olsa sinekameralar vardı fakat bunlarla yeraltında çekim yapmak, durağan fotoğraf çekiminde yaşanan problemlerin dışında başka problemleri getiriyordu. Sine kameralar, filmin lenslerin arkasından geçerken her karenin ışığa maruz kalması gerekiyordu. Bu operasyonun mekaniği her filmin karesinin çok kısa perde zamanına maruz kalmaktadır. Dolayısıyla, enstantene hızı sabit olduğundan, her kare çok yoğun ışığa maruz kalmalı ki, düzgün bir film karesi olsun. Bu yeraltında çok ama çok büyük bir sorun yaratıyordu. Devamlı yanan bir parlak ışığı yeraltında organize etmek çok zordu. İşte bu sorundan dolayı, ekipmanlardan veya başka bir şeyden değil, yeraltında film çekilmesi engellenmiştir. Mağaralarla ilgili ilk sinema filmi 1896 çekilmiştir. Kamera, belli bir sahneyi çekerken, çekimi gösteren makine ile de çekilen sahneye bakılıyordu. Bu makineler, Thomas Edison’un buluş ekibinin bir üyesi olan, Amerika’da oturan İngiliz Dickson tarafından bulunmuştu. Edison buluşa patentlemişti ve bütün dünyada hem kameranın hem de film gösterme makinesinin satışını denetliyordu. O zamanlar kullanılan filmler bugünkü 35 mm filmlere çok benziyordu. Bununla birlikte, bu makineler İngiltere’de patentlenmemişti ve 1894 Ekim’inde piyasaya sürüldüğünde Robert W. ‘Daddy’ Paul tarafından kopyalanmıştı. Edison’un film gösterme makinesi az bulunuyordu ve Paul bunun sayesinde yaptığı kopyalarla iyi bir geçim sağlamıştı. Yaptıkları oldukça iyiydi ve buna karşılık talepte çok iyiydi ama bitmiş filmleri azdı. Edison kendi filmlerini sadece kendi makinelerini satın alanlara veriyordu dolayısıyla gösterecek filmi olmayan Paul kendi
yaptığı film gösterme makinesini satamama riski vardı. 1895 Martında Paul profesyonel fotoğrafçı Birt Acres ile birlik etti ve ikisi İngiltere’nin ilk sine makinesini icat ederek film yapımı ve dolayısıyla Paul’un de film gösterme makinesinin satışına destek oldular. Onlardan çok kısa bir süre sonra Fransız Lumiere kardeşler ilk “gerçek” film projektörünü icat ettiler ve onları takip eden aylarda Paul ve Acres bir icat daha yaptılar. Fakat problem devam ediyordu, projektörü satmak için film gerekiyordu. 1895 yılında bu ikili önceleri beraber daha sonra ayrı ayrı, birçok film yapmışlardı. Paul Dünya’daki ilk renkli filmleri (siyah-beyaz filmi elle renklendirerek) yapmış ve 1896’da yaklaşık 70’e yakın film yapmıştı. Aralarında en popüler olan “A sea cave near Lisbon” (Lizbon yakınında bir deniz mağarası), normalde sinemaseverlere gösterilen filmlerden iki katı uzunluğundaydı, 80 ft ve yaklaşık 1 ila 2 dakika kadar sürüyordu. Buna benzer film çekme teşebbüsleri 1915’lerde Amerika Kentucky’de White’s Mağarası’nda yapılmakla birlikte nasıl bir teknik kullanıldığı bilinmiyor ve film kalitesinin çok düşük olduğu biliniyordu. Bu teşebbüsten evvel 1913’te Güney Afrika Kongo mağaralarında çekim yapma fikri vardı ama gerçekleşmedi. Özellikle İngiltere İmparatorluğu sergisinde gündeme gelen Kongo mağaraları birçok sebepten 1925 yılına kadar aralıklarla teşebbüs edilip bırakılmıştır. Bu denemelerden birisinde film makarası kullanılmıştır ve ışıklandırma maliyetlerine katlanabilinse, film makaraları yeraltında kullanılabilirdi. 1920ler makara filmler için deney yıllarıydı. Bir format ise haber film makarasıydı. 1924 yılında Carlsbad mağaraları, Amerika’nın milli mirası olarak kabul edildiğinde birçok kısa haber film makarası yapıldı. Bu haber filmlerinden sonra Carlsbad, muhteşem oluşumları ve ulusal meraktan birçok kez Hollywood filmlerinde ve haber makaralarında kullanıldı. İkinci Dünya savaşından önce sekiz filmin bir kısmı mağaralarda çekilmişti ve birçok haber filmi çekimi olmuştu. Carlsbad’la ilgili birçok haber filmi yapılırken başka mağaralarda da buna benzer çekimler yapılıyordu. 14 Ağustos 1920 yılında Virginia’da açılan Endless Mağarası’nda Amerikan Müzesi ve kâşifler Kulübü tarafından yapılan keşiflerde de çekimler yapıldı. 1925-1927 yılları arasında Russell Trall Neville arkadaşlarının ve ailesinin yardımıyla 16 mm’lik “In the Cellar of The World” adlı bir film yaptı. Bu filmde ilk defa mağaralarının keşfedilişini gösteren çekimler vardı. Bunun için Neville, Kentucky’daki birçok mağarayı kullandı; Colossal mağaraları, Mammoth Mağarası, Indiana’daki Wyandotte ve Marengo Mağaralarıyla beraber kuzey-doğu’daki irili ufaklı mağaraları kullanmıştı. Neville ışıklandırma için 30 saniye yanan magnezyum meşaleler kullanmıştır. Birçok çekilen film dizisi oldukça iyi aydınlatılmakla beraber
2
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
bazı büyük salonlarda tavanda duman birikmiş ve mağaracıların üzerine çökmüştür. Neville’in kullanabileceği teknolojiyi düşünürsek yapılan film gerçekten iyiydi. Yeraltını gösteren hareketli filmler artmaya başlamıştı. 1926’da Minnesota’da maden güvenliğini anlatan bir film yapıldı. 1928 yılında Çekoslavakya’da “Demanovske Jeskyne” isimli bir film yapıldı. Aynı zamanlarda Fransa St.Cezaire Mağarası’nda “Phroso” adlı film Mercanton tarafından yapıldı. Neville’in filmleri hariç diğer bütün filmler turistik mağaraların kolay ulaşılabilir kısımlarında oluşumların olduğu ve seyirciyi çekecek yerlerde çekilmişti. Sıra İngilizlere gelmişti. Bristol Üniversitesi Mağarabilim derneğinden Prof. Edgar Kingsley Tratman Mendip mağaralarının filmini çekmek istedi. Tratman’a, Neville’den hiçbir haberi olmadan, gerçek mağaracılarla yeraltında film çekme fikri geldi. Bir amatör için ışık kaynağı olarak magnezyum kullanmak pahalıydı o yüzden Tratman, Tilley Lamp Firması’nın parafin lambalarını kullanmaya karar verdi. Parafin lambalarının da kullanım zorlukları olmasına rağmen Tratman beş tane kullanmıştı ve buna rağmen yeterince ışık yoktu. 16 mm’lik film üzerinde düzgün bir pozlama için, Tratman film çekme hızını yarıya düşürerek her kareye daha fazla ışık düşmesini sağladı. Fakat projektörler belli bir hızda çalıştığı için, filmde mağara içinde ilerleyen mağaracılar çok hızlı hareket ediyor görünüyordu. Bunu ortadan kaldırmak için mağaracılar çekimlerde yavaş hareket ettiler fakat düzgün zeminde hareket etmeyen mağaracılar zaman zaman düştüklerinde filmde hızlı düşüş sergiliyordu. Her mağaracıyı model şeklinde hareket ettirmek neredeyse imkânsızdı ama yine de çekimlerde herkes mutluydu.
St.Cezaire Mağarası’nda, Mercanton tarafından çekilen “Phroso” filminden “The Fairy’s Door” adlı sahne
20 yıllık kısa bir zaman diliminde, teknolojik gelişim hızı sine fim çekimlerinin belli yaratıcılıkla amatörlerin bile sine film çekmesine izin verdi. Hem Neville hem de Tratman’ın filmleri “doğal” mağaraların filmlerde yer alabileceğini göstermekle beraber kamuoyunu eğiten ve bilinçlendiren Holywood’un kısa haber filmleri ve filmleriydi. Derleyen, çeviren: Ender Usuloğlu Kaynakça: ―To Photograph Darkness: The History of Underground and Flash Photography Chris Howes, 324 sayfa, 1989, Yayımcı Alan Sutton Publishing, Gloucester, İngiltere
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
3
1927 yılında Neville’in filminden bir kare yukarı yükselen magnezyum dumanını gösteriyor. Bugün orijinal nitrat bazlı film kötü durumdadır.
Tratman tarafından çekilen karelerin çoğu yakın çekimdir. Parafin lambaları, büyük salonlarda film çekecek kadar aydınlatma sağlayamıyordu.
4
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
Düdencik’in Düdeni Gülşen KÜÇÜKALİ (ASPEG) Antalya-Akseki, Düdencik Mağarası’na gidiyoruz.
Havaalanına geldiğimizde güvenlik önlemleri artırılıyor. Güvenlik personeli teyakkuz halinde. Onları rahatlatmak için yanlarına gidip arkadaşlık etmek istedim. Şüpheli gördüğüm arkadaşları gammazladım. Polisler beni dikkate almadılar. Kendisini gammazladığım için Hakan’dan yediğim fırçayla kaldım. Neyse ki kimse tutuklanmadı ve Antalya’ya Düdencik Mağarası’na gitmek üzere uçağa bindik. İzah edemiyor duygularımı hiçbir argüman. Coşmuş bir mutluluk, ayarsız enerji, kontrolsüz tavırlar içerisindeyim. Gezinin başında ekipteki herkes aynı duygular içinde. Sırtımızda kocaman çantalarla sarsak sarsak ortalarda koşturup, bağrışıyoruz. Diğer yolcular bize rahatsız bakışlar fırlatıyor. Bir güvenlik görevlisi 89 ikazdan sonra “çekim yasak” diye Ender’in kameraya bir tane geçiriyor. Nihayet havada yaptığımız sakin ve kısa bir gezintiden sonra Antalya’ya varıyoruz. Gece saat 1 gibi otele geldik. Burada da çıkardığımız ses yüzünden otel müşterilerinden azar yedik. Kafamıza kovayla su yemeye az kala gruptaki “görece akıllılar” yatarken biz (Sinan, Ender, Menekşe ve ben ) sahile indik. Sinan’la suya atlayarak kendimizi soğuk cadı kazanlarına hazırladık. Yoksa gece denizi görüp gaza gelmiş falan değiliz. Yolun 2. saatinden beri otobüsün içinde Türk aile piknik yapısına uygun şarkılar söylemeye başlamıştık bile. Ekip, paketi yeni açılmış kahve kadar umutlu, klorlanmamış kar suyu kadar saf ve hormonsuz domates kadar mutlu idi. Mağaraya 30 metre mesafedeki kamp alanına geldik. 50 adım sonra mağarada olmak, mağaradan çıkınca kampta sıcak tencerelere ve bardaklara, sıcak arkadaşlara sıkı sıkı sarılmak insanı bedenen ve ruhen zinde tutuyor. Kampı kurduk. Ateşimiz yandı. Geride kalan her şey gerçekten geride kaldı. Artık sadece ekip, mağara ve kamp var. Ali ve Ender önden mağara ağzını döşemeye gitti. Biz de o sırada yatıp yuvarlanma işlerini görüyoruz. Sait, Gonca, Menekşe, Ahmet, Alper, Emre ve Hakan’ın ilk dikeyleri olacak. Mağara camiasına hızlı bir iniş yapıyorlar. Mağaraya giren çıkmak istemiyor. Önce girmek için birbirilerini eziyor bütün kamp boyunca içlerinden biri bile “yok ben kampta oturayım da size yemek yapayım” ayağına yatmadı. Şaşırdım! Mağaraya girmeden önceki bir saat. Özenle malzemeleri diziyorum; göğüs el ve desandör içlerinden en çok desandörü sevdiğimi fark Cadı Kazanı
Mart-Nisan
ediyorum. En hareketli ve yerine duramayanı o. Ve artık hazırım. Önüm hırdavat dükkânı gibi oldu nihayet! Yeni aldığım beyaz botlarım ve beyaz kaskım ve mavi tulumumun uyumuyla kendimi amele-mağaracı çizgisinden çıkmış gibi hissediyorum. Mutlu olup gaza geliyorum. “ Bana mağara gösterin, gireceğim!” diye tirat düzesim geliyor.
Mağara Sevdicektir. Sinan ve Sait’le mağaranın ağzındayız. Ahmet ve Emre balkonda Menekşe, Ender, Alper, Hakan ve Ali, 55 metrenin altında bekliyor ekip, mağaranın stratejik konumlarını tutmuş bizi bekliyor. Sait ve Sinan ile mağaradayız. Bizden geri kalan bütün ekip 55’in altında bekliyor. Diğer ekiple karşılaşınca hemen kucaklaşıyoruz. Az önce kampta beraberdik ama olsun mağarada karşılaşmak acayip bir duygu. Sarılıp bunu kutluyoruz. Mağaradakileri seviyorum mağarada olanları seviyorum. Bana göre, sürekli mucizelerin olduğu bir yer. Örneğin, karşı kayaya doğru pandülün yetmeyen iple yarıda kalması. Karpit lambasının çattt diye ilk çakışta yanması. Soğuk suyun sırtla ilk temasında hissettiğin ürperti anı. Ve vücudun bu duruma alışması. Bitik sandığın pillerin dolu çıkması. Kayboldu sandığın arkadaşın yan koldan çıkması. Göbek bağının istasyondan tek hamlede kurtulması. Çekiçle vurduğunda sağlam kayadan gelen çınn çınnn sesi. Tulumda unuttuğun çikolatanın acıktığın anda eline gelmesi... Mucize değilse nedir? Bence mağara da sevdicektir. Uzaktan görünce gözlerin doysun istersin bakarsın… Sonra saçların arasından girip kokusunu içine çekersin, o bildik nem kokusu, su sesi… Hafiften kalbin çarpar. Boynuna atlar, sıkı sıkı sarılır oradan kaybolup boşluğa doğru inmek istersin. Kesinlikle mağara sevdiceklerin en güzelidir. Bizim üçlü derinlere ilerlerken yukarıda eğitim devam ediyor. Sinan’la döşeme yapıyor, Sait’le şarkılar söylüyoruz. Keyifle çalışıyoruz. 37’nin başına geldik, bir yandan bolt çakıyorum ama gözlerimden uyku akıyor. Dün geceden uykusuz olan ekip çıkış kararı alıyor. Gece yarısı giriş sabah çıkış metabolizmayı ambale etti. Yatıyorum ama sabah kamptan sesler geliyor. Aklım dışarıda ama uyumam lazım, off sıcak bastı. Parça, parça uykularla o gün geçiyor. Bu arada diğer ekipler mağarada döşemeyi ilerletmeye iniyor. Bir kısmı eğitime devam ediyor. Bizim bundan sonraki işimiz döşemeyi toplamak olacak. Kamp boyunca planlananlar yüzde 70’lik oranda gerçekleşti. Bu mağarada (en sevdiğimden) ekip çok hızlı ve çalışkandı. Hiçbir aksilik yaşanmadan yedi mağaracı ilk defa dikey mağaraya girdi ve mağara -250’ye döşenip toplanırken diğer yandan da belgesel için çekimler yapıldı. Kampta ise sürekli bir şeyleri kutlar bir halimiz vardı. Döşemenin tamamen toplanmasıyla kampta gerçek bir kutlama yapıldı. O gece ilk defa alkol alındı.
2010
5
Kocaman bir ateş yakıldı. Ateşin etrafına dizildik. Şarabımıza dolunayda şarkılar eşlik etti. “Olasılıklar içerisinde en iyilerinin ve en güzel insanların birbirine bağlanmasıyla varolabilecek dünyalardan en iyilerinden birinde yaşadığımı hissettiğim üç gün geçti” dedim ve lafı fazla uzatmayayım kamp boyunca ekipten gelen incileri sıralayayım.
Düdencik Sakinlerinden Aforizmalar -“Ben var ya ben abi ben var yaaa!” Alper Aykut Ekinci (Ali Aytan’ın yanında gördüğü stajda öğrendiği ilk cümle. İlk ders özgüvendi) -“Güneşi gördüm.” Ahmet Somuncu (Mağarada 19 saat geçirdikten sonra “nasılsın?” sorusuna cevabı) -“Bence UFO pandül yemektir.” Emre Göğüş (55 metrede pandül yediği sırada UFO gördüğünü iddia etmiştir) -“viiiikk viiikk viiiikkk.” Gonca Gül (Şu sırada güldüğü için kendisine ulaşılamamaktadır. Acil durumda omzuna basın, susar) -“Vucüt ister beyin stopaj çeker!” Hakan Eğilmez (“Arzu ediyorum fakat mantıklı değil peki mösyö benim burada ne işim var?” manasında) -“Mağaraları seviyorum. Ayıları uykularında yakalayabiliyorum.” Sinan Poyraz (Lakabının ayıseven olmasıyla ilgili bir hadise.) - “Kolay olan hiçbir şey bu hazzı yaşatamaz.“ Sebahat Bahadır. (Mağaracılıkta mazoşizim var! Var!) -“Takılll geççççç, delik boşşş, seni bulacamm leynnn!” Mehmet Sait Taylan -“Valla ha mıııı?” Ali Aytan ( Sait’le aralarında özel) - “O gün gelsin düşünürüz” Nezihi Ekizoğlu (Kamp dönüşü sınav olacak öğrenci modeli) -“Mağara, kafam sana girsin “ Gülşen Küçükali (Mağaracılığın zihinsel bir iş olduğuna vurgu yapılmıştır) - “Yok artık daha neler ? bakalım belki, neden olmasın, kesinlikle olabilir, hem evet hem hayır” Ender Usuloğlu ( Gezi başkanı olmak kolay değil…)
6
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
BİR YENİNİN MAĞARA GÜNLÜĞÜ Burçin Alparslan (MADAG)
Aslında bir şeyler yazma hikâyem oldukça eskiye dayansa da; hatta bir zamanlar hayallerimden biri en iyi senaryo dalında bir gün bir ödül almak olsa da, “temirözü kampı için bir şeyler yazın” dediklerinde durdum ve düşündüm çünkü yazmayalı çok zaman olmuş. Ama bir yerden başlamak lazım... İşte bu kamp ve burda hakkını teslim etmem gerek Nur’un yazısı, yeniden elime kalemi almamı sağladı. Küstüğüm ve uzun zamandır yazmaktan korktuğum kalemim ve defterim şimdi önümde ve yazıyorum... (önce defterime yazıyorum, sonra bilgisayara, yanlış anlaşılmasın lütfen...) Bazı insanlar daha güçlüdür diğerlerine göre, ne olacağını bilmedikleri şeylere daha kolay başlayabilirler; bazıları ise korkar ve kabullenir; bazıları da arada kalmıştır. Değiştirmek zorunda olduklarını bilirler; değiştirmek için çaba sarfederler; hatta bunun için çoğu zaman iki işi birarada yürütmeye çalışırlar. Çünkü yaşadıkları hayat, değişim gerçekleşmeden çekip gidemeyecekleri bir hayattır. Bu koşuşturmaca içinde öyle yorulurlar ki, artık neyin daha önemli olduğunu unuturlar. (biraz fazla dramatize ettim galiba, işte bu yüzden bırakmıştım ben yazmayı; hatırladım şimdi.) İşte böyle bir arayış içinde tanıştım ben SAT’la ve MADAG’la... açıkça söylemek gerekirse ilk tanışma toplantısında “hangi alt gruba giderim “diye düşünürken “ MADAG kesin olmaz “ demiştim, o sırada MADAG’ın tam da istediğim şey olduğunu bilmeden söylenmiş bu sözü şimdi güzelce yutuyorum... Kamp öncesi... Kamp kararı alındığında çok mutlu oldum... Evet mağaraya gidiyorduk ve doğada tit yapma şansımız olacaktı... veeee tit çalışmaları başladı, kamptan önceki hafta üstüste 3 tit yapmış olsam da sanki haftalarca eğitim almışız hissi yaşadığım o saatlerden sonra İnega’nın içinde iniş yapacağımız yeri görünce “ohaaaaaaaa” dedim içimden (burda dışımdan da demiş olabilirim; pek net hatırlamıyorum)... Burdan mı inecektik? Açıkçası ilk inmeyi gözüm yemedi ve içimizden Nur bir cengâverlik yaparak “ben inerim” dedi... Yürü Nur seni kim tutar, Nur’un inerken verdiği tepkiler de ayrıca oldukça aydınlatıcıydı... Nur: “ama burası genişliyor...” Emre, Menekşe, Baha ve Ben: “heeeeeeeee aşağısı genişliyormuş...” İkinci olarak inme sırası bana geldiğinde, desandörle ilgili kısa bir tereddütten sonra (o konuyu da bir netleştirsek aslında, hangi Cadı Kazanı
Mart-Nisan
desandörde problem var?), derin bir nefes ve iniş... hakkaten Nur’un dediği gibi iniş sırasında aşağıda bir genişlik var ve orayı ilk başta inmek baya entrasan oluyor... Özellikle ayağını nereye koyacağını daha yeni öğrenen biz yeniler için; aslında doğada tit yapmak sanki yürümeyi yeni öğrenmek gibi... Tek farkla düşersen kalkma şansın olmayabilir. .. Bir de çıkması var tabi... 6 kişi için 4 takım olması sebebiyetiyle aşağıda bir süre (!) beklesek de indiğimiz süreden daha kısa sürede çıktığımızı düşünüyorum... (aslında bunu Baha’ya sormak gerek, bir de merak ediyorum toplam kaç kere “iyi misin” diye sordun insanlara, ve kaçında cevap alabildin? lütfen bizi aydınlat...) 4’ü yeni 6 kişilik ekibimiz için (Fatih Şen, Menekşe, Emre, Baha, Nur ve ben) inip çıkmak oldukçaaaaa zaman aldığı ve ilk başta mağarayı bulmak biraz uzun sürdüğü için mağaranın içinde çok ilerleyemedik... Ama buna rağmen İnega’nın içi çok etkileyiciydi ve o kısa sürede gördüklerimiz bile yeterliydi aslında, ya da en azından bir kez daha gitmek için yeteri derecede gösterdi güzelliğini bize... Gideriz belki yine hem İnega’ya hem de içine giremediğimiz Temirözü’ne... (ama bu sefer mağaranın önüne kadar arabayla mümkünse...) Bir gece önce şöförümüzün bizi yarı yolda bırakması, eşyalarla yürümek zorunda kalışımız, karanlık ve mağaraları görme şansımızın azalması nedeniyle, Fatih Şen’in bulduğu uygun bir yerde kamp atmamız, sabah hazırlanan mağara çantalarına eksik yiyecek almış olmamız nedeniyle bütün gün sadece kayısı, elma ve portakal yememiz, tit malzemelerini iki ekip için ayırmamamız, ayışığında sivas kangallarla dans edişimiz gibi talihsizlikler de olsa kamp çok eğlenceliydi...Daha önce birçok kez hem izcilik hem de dağcılık kamplarına gitmiş olsam da, en güzel kamp MADAG’inkiydi... (yaranmak için söylemiyorum valla öyleydi...) Kamp ateşi başında Durmuş’un gazıyla Fatih Koç’un ateşe ard arda attığı otlar yüzünden Nur ve ben birçok kez yanma tehlikesi atlaksak da çok güzeldi... doğada odun ateşi yüzünden zehirlenme tehlikesi yaşasak da çok güzeldi... bulgur pilavı ve türlü güzeldi... son gece yediğimiz sucuğun yağına ekmek banmak güzeldi... (bu arada son sucuğu bana bırakan arkadaşlar sağolun varolun...bu iyiliğinizi unutmayacağım...) “bu kaya olmasa n’apardık” diye Tolga’nın kayaya methiyeler düzmesi güzeldi... (keşke o kayanın bir fotoğrafını çekseydik, bir gece de olsa kahrımızı çekti o kadar...) Durmuş’un kahkahaları güzeldi... Menekşe’nin her derdimize koşturması güzeldi... Bazen çok fazla anlam yükleriz yaşadıklarımıza, yüklenmeli midir, yüklenmemeli midir bilmem ama yarının nasıl olacağı bilinmezken anlam yüklemek gerek biraz da olsa yaşananlara galiba... devam edebilmek için yola... MADAG’la yola devam... anlamlar yükleyebileceğimiz yeni etkinlikler planlayalım ki yarım kalmasın yolculuğumuz.... Bize güvendiğiniz ve inandığınız için teşekkürler...
2010
7
Fotoğraflar: AF Koç (MADAG)
Anı yazısı İnega hakkında olmakla beraber, fotoğraflar diğer ekibin girdiği Temirözündendir.
8
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
ÇUKURPINAR’IN BİTİRİLİŞ HİKAYESİ@boun.edu.tr Süha Yararbaş (BÜMAK)
Peynirlik/Evren Günay araştırması öncesinde, size kısaca ‘92 Ağustos’undaki Çukurpınar araştırmasında dibe nasıl ulaşıldı, nasıl bir strateji izlendi, nasıl bir ekiple, hangi psikolojiyle bu iş yapıldı kısaca aktarmaya çalışayım. ‘92 ÇUKURPINAR -ekspedisyon öncesi: ‘92 yılında ilk hayal kırıklığımı Emine Eser’ in evinde kanyon fatihlerine hoşgeldin dediğimiz bir sohbette yaşamıştım. Kanyon fatihinden kastım, çok eski hikâyeleri demek istemiyorum ama, bir üniversitenin mağara kulübü öğrencileri, rescue saati/günü olarak verdikleri zamanda kanyondan çıkamamışlar, memleketin bütün dağcısı, mağaracısı, hatta ozel timi, elemanlara rescue’ya gitmişti. İçerisinde Osman Demirel’in de olduğu BÜMAK ekibi, elemanların 12 günde geçerek kahraman ilan edildiği parkuru 36 saatte geçmeyi başarmışlar, fakat OD son anda ayağını burkmuştu. OD’yi aksayarak gördüğümde aklıma sağlığından ziyade Çukurpınar geldi. Ona “abi ne durumdasın gelebilecek misin?” diye sordum. OD’nin cevabı “herhalde ben gelemem, muhtemelen gezi de yapılmayabilir...” demişti. Ekip zayıf görüküyordu; bir önceki yıl dipte calışmış elamanlardan Aslan Mutaf, Ender Usuloğlu, Togan Alper... gibi isimlerin hiçbiri bu sene olmayacaktı. Bütün yıl Çukurpınar için aralıksız spor yapmış, mağaracılık kariyerinin zirvesinde olan OD’nin gelememesi, zaten zayıf gözüken ekiple bu işin başarıya ulaşma ihtimalini iyice azaltıyordu. Yine de mağaraya gidilsin mi, gidilmesin mi konusu gündemi neredeyse hiç meşgul etmedi, azimliydik, gidecektik. -yayla Biz yaylaya giden ikinci ekiptik. 4-5 kişiden oluşan ekipte Bülent Genç ve Cenk Borluk da vardı. Yolda yürürken bir sene öncesini hatırladım. O zaman çok kalabalık bir gruptuk, 35 kişi ve eşyaları taşıyan bir sürü deve, büyük bir kervandı. Oysa şimdi 3-4 kişiyiz ve sessiz sessiz yürüyoruz, bir an “acaba gazla olmayacak bir işe mi kalkışıyoruz” diye düşündüm. BG’ye “biliyorum, gidip yapacağız ama bazen de pek mümkünmüs gibi görünmüyor ne dersin?” dedidiğimde, BG “skym, abi bilmiyorum, ben yapacağım, gerekirse tek başıma girer yaparım...” dedi ve sessiz sessiz yürümeye devam ettik. Kamp yerine gelmiştik. Bizden önce gelenlerle beraber 10 kişiyi geçmiyorduk, güzel küçük bir coşku oldu. Ama kamptaki durum da pek iç açıcı değildi. Zira o sene daha organize çalışmaya karar verilmiş ve bunun için Ali Yamaç mağara giriş tablosu hazırlamıştı. Tablo süperdi ama durum vahim.... (inceleyin içerik komik) Cadı Kazanı
Mart-Nisan
1.EKİP: Evren Günay/Ali Ekin PLANLANAN İŞ: -500’ e kadar döşemek YAPILAN İŞ: -150’ den dönüldü 2.EKİP: Evren Günay/Ali Ekin PLANLANAN İŞ: -500’ e kadar döşemek/aşağıya döşeme malzemesi yığmak YAPILAN İŞ: -170’ den dönüldü 3. EKİP: Evren Günay/Ali Ekin PLANLANAN İŞ: -500’ e kadar döşemek -500 e kamp atmak YAPILAN İŞ: -150’ den dönüldü. Bu tabloyu görünce Evren Günay ve Ali Ekin ile dalga geçmiştik. Adamlar daha 0 m’den 500’ ü hedeflemişler. Başka ekip yok, garibanlar 3 kez üst üste girmişler. Bir trajikomik nokta da elemanların 3. girişlerinde gittikleri nokta 2. giriştekinden daha da kısa... Tabii hepsinin mantıklı açıklamaları var. Yanlış hatırlamıyorsam ilk giriş için hedef olarak 500 yazmışlar ama sadece gaz mahiyetinde. İkicisinde hırs var, biz ayıyız yaparız yaklaşımı var. 3.de de hırs var ama içlerinden biri sanırım suya düşüyor ya da hasta, sonuçta cıkmaya karar veriyorlar. Kısaca büyük hedeflerle kendilerini paralamış, tente altında yatıyorlardı. -Cenk’ le beraber girişimiz: Biz Cenk Borluk ile beraber biraz da ısınma mahiyetinde kısa bir giriş hedefledik. Bizim hedefimiz -300 metreye kadar döşemekti. Gayet sakin girişimizi yaptık. Yalnız hedef gerçekten küçük bir hedefti ve o an için kendimizi fazla zorlamadan daha fazlasını yapabilirdik. Yolda duran bir miktar malzemeyi program dışında da olsa aşağıya indirmeye niyetlendim. Hatta kendimce Borluk’a gaz vereyim, o da biraz yüklensin istedim. Ama Borluk “abi ne yapiyorsun, bizim işimiz sadece -300’e kadar döşemek, hem daha sonra kim çıkaracak o malzemeyi...” dedi. Ben de “abi şu an iyi durumdayız, taşıyalım nasıl olsa taşınacak, mağaranın bitmesini istiyorsak yapmalıyız...” dedim. Bunun üzerine Borluk “sen bu mağaranın biteceğine inanıyor musun? biz en iyi ihtimalle -700 e gider, yan kola bakar geri döneriz, hem benim haftaya kız arkadaşım gelecek ben mağarada fazla calışamayacağım...” dedi. Bende “hssktr, ben -700 e bakmaya gelmedim, 700’den döneceksek hiç gitmeyelim. Haftaya gerçekten gidiyorsan bu iş zaten olacak gibi gözükmüyor, hiç eşya taşımayalım hatta döşeme bile yapmayalım, hemen dönelim...” dedim. Borluk’ a gaz vermeyi düşünürken, Borluk’ un verdigi negatif gaz olayi bitirmisti. O an ben de bu işin artık olmayacağına kanaat getirdim. Tabii kararın herkesin kararı olmasını istediğimizden yine de hedefe ulaşıp, -300’e kadar döşedikten sonra yukarı çıktık. -karar: Ertesi sabah kahvaltılar edildi ve küçük bir
2010
9
toplantı. Tablo hiç iç açıcı değildi. Evren Günay, Ali Ekin bitik durumdaydı. 7-8 gün geçmiş olmasına rağmen mağara sadece -300 metredeydi. Bakıldığinda döşeme yapacak, eşya toplayacak çok az kişiydik. Özellikle önceki senenin dinamik 35 kişilik ekibiyle kıyaslanırsa biz neredeyse hiçtik. Geçen senenin dip ekiplerinde yer alan Osman Demirel, Aslan Mutaf, Ender Usuloglu, Togan Alper... gibi sağlam isimlerin hiçbiri yoktu. Sonuç olarak devam etmemeye karar verdik. Kararı vemiştik ama kimse gidip mağarayı toplamaya yanaşmadı. Mağarayı toplamadan önce iyice dinlenelim, biraz kampın tadını çıkaralım sonra mağarayı nasıl olsa toplarız gibi bir yaklaşım vardı. İki gün boyunca mağaraya girilmedi, gidip ağzına dahi bakılmadı, hiç kimse mağara hakkında konuşmadı, iki gün sadece tente altında yattık, hareket etmedik, deli gibi beslendik, geyik yaptık ve Conan okuduk.... Yavaş yavaş enerji fazlasını hissetmeye başlamıştık. Acaba mağarayı bitirmek için hâlâ şansımız var mıydı? Zaten gebeş yapmakla da vakit kaybetmiştik. Hepimizin aklında esasında devam etme isteği, artan enerjiyle beraber tekrardan oluşmaya başlamıştı. Kimse mağarayı toplamayı kabullenemiyordu. Gürsel Tarba’nın gazı da olayı tetikledi ve loyloyloyloyloy... şeklinde havalara sıçrayarak, tente altından yattığımız yerden firladık ve bu işi yaparız dedik... -plan/aksiyon Hemen bir plan oluşturuldu. Planın bir bölümüne göre 1000’lerde calışmak için gerekli olacak malzemeler ile beraber Cenk, Ali, Korcan (EKIP ANANAS)-700 e doğru yola çıktılar. Hem döşeme yaptılar, hem de malzeme taşıdılar. Biz de onlardan yaklaşık 1.5 gün sonra EKİP KAMİKAZE ismiyle yola koyulduk (Evren Günay, Bülent Genç, Suha Yararbaş). Cenkler misyonlarını başarmışlar -700’e inmişlerdi. Yalnız teoride -1000’lerde çalışmak için gerekli malzemeyi de almaları gerekiyordu ama ne hikmetse bize taşımak için hâlâ 7 çanta kalmıştı.(Yok yok elemanların hakkını yemeyelim çok iyi iş çıkardılar. Onlara bu kadar ağir misyon verilmesindeki amaç bizim yorulmayıp enerjimizi 1000’lere saklamamızdı.) Ve bizde 700 kampına ulaştık. Plana göre o gece biz kampta uyuyacaktık, Cenklerin ekibi de biz uyurken bütün malzemelerle beraber gidebildikleri yere kadar gidecekler (tahminen -1000 civarları) eşyaları yığacaklar ve kampa döneceklerdi. Fakat, Cenklerin çıkışından birkaç saat sonra uykumuzu bölen sesler duyduk. Gelenler Cenklerdi ama nasıl bu kadar çabuk... Bir aksilik olmuştu, Ali Ekin 3540 m’den bir çanta düşürmüş, çanta muhtemelen yerden 7-8 metre yukarıdaki bir çıkıntıya çarparak dağılmış ve ortalığı savaş alanına çevirmişti. Hatta içinden sert bir malzeme (belki bir konserve) aşağıda duran Borluk’un omuzuna gelmişti. Bir miktar karpit de küçük bir gölün içine düşmüştü.
Panik halinde hızla aşağıya inen Ali Ekin karpitleri görmüş, hemen göle eğilerek onları sudan çıkarmak istemiş fakat göl üzerinde biriken asitilen patlayarak Ali Ekin’i biraz örselemisti. 3-4 dakikada cereyan eden bu olaylarla moral bir anda bozulmuş ve dönme kararı vermişlerdi. Onların döndüğünü duyduğumda başarma ihtimalimizin azaldığını, bunca çabanın boşa gideceğini düşündüm. Çünkü programda Cenkler -1000’lere kadar gidecekler ve eşyaları da -1000 yakınlarına götüreceklerdi. Oysa şu an mağara, -800’un başında patlak bir çantayla bizi bekliyordu. - dibe doğru 3 sorti Ertesi gün uyandık, sağlam kahvaltı ettik ve EKİP KAMİKAZE olarak -734’ten itibaren derinlere doğru sürecek 3 günlük yolculuğumuza başladık. Hedef olabildiğince ilerlemek, döşemek, ölçmek, toplamak ama 3. günün sonrasında da sağ sağlim -734 kampına geri dönmekti. Kısaca 3 kişiden oluşan döşeme, ölçüm ve toplama ekibiydik. İlk olarak -800 lere inilen büyük inişin altında yatan enkaz çantayı topladık. Çok hızlı ilerliyorduk, döşemelere çok dikkat ediyorduk. Zira uzun inişlerde bile artık 9 mm ip kullanmaya başlamıştık, (o döşemelerden sadece dikkatli 3 kişi 1 er kez inecek ve çıkacaktı, yoksa kulüp ortamında genel kullanım için 9 mm’nin tehlikeli olduğunu düşünüyorum). Sonunda bir önceki sene gelinen en derin noktayı -1040 metreyi de geride bıraktık. Biraz daha ileride çok kastığın zaman rahatsız da olsa uyuyabileceğin bir alan vardı. Acaba orada kampı atmalı mıydık? Eğer kamp atılmaz ve aşağıda uygun bir yer bulamazsak kamp malzemeleiyle koş koş yukarı çıkmak gerekecekdi ki bu vakit ve enerji kaybı demek olurdu. Daha önemlisi uykusuz kalmamız demekti. Ama bulunduğumuz yere kamp atılması da o günün performansını noktalamak demek olacaktı. Devam ettiğimizde sonraki sortileri zedelemeyecek kadar enerjimizin olduğunu düşünüyorduk ve devam ettik. Bir süre sonra öyle bir noktaya geldik ki bu inişi de yapalım eğer hala aşağıda uyuyabileceğimiz bir yer yoksa mutlaka geri dönüp o kötü yerde uyuyalım, aksi takdirde çok uykusuz kalacak, diğer 2 sortiyi de zedeliyecektik. Bağlantı yapıldı ve BG indi. BG inmişti fakat ip kısa gelmiş tabana ulaşamamıştı. BG’nin tekrar yukarı gelmesi, ipi değiştirmek, döşemeyi düzeltmek, tekrar inmesi zaten az olan kamp yeri bulma vaktimizi iyice azaltacaktı. BG tabana cok yakın olduğunu belki de atlamanın mümkün olduğunu söyledi. Bizden hafif onay bekler gibiydi, biz de tereddütsüz “Atlaaaa...” diye bağırdık. Birazdan paldır, küldür bir ses, hssktr... ve BG dipdeydi güzel bir iniş yapmıştı. (mağarada atlamak doğru değildir.) Bülent aşağıda kamp yeri bulmak için sağı solu araştırmaya giderken biz de Evren’le döşemeyi değiştirip asağıya yumuşakça iniş yapacağımız hale getirdik. Bir süre sonra biz de aşağıya
10
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
inmiştik, aşağıda Bülent’in gülen yüzünü gördük, bir delik vardı oradan ilerliyorsun ve muhteşem bir kamp yerine geliyorsun. (Düdenyayla -200?, Çukurpınar -500, -700, -1100, Peynirlik -400, -700 kamplarıyla karşılaştırabilirim, hepsinden çok daha güzel.) Çok mutluyduk -700 den çok iyi bir çıkış yapmış hiç vakit kaybetmeden, gayet temiz döşemelerle sorunsuz olarak -1100 civarlarına inmiş, hepsinden iyisi de artık yavaş yavaş uykumuzun gelmege basladığı bir durumda muhteşem bir kamp yeri bulmuştuk. Ertesi gün 2. sortimiz için uyandık. (1.sorti -700 den aşağıya inişe başlanılması.) Evren bir makarna yaptı. Hayatımda yediğim en kötü makarnaydı. Yanımızda çok az eşya vardı (Ali ekin’in bahsettiği 3-4 çeşit peynir bizde yoktu) ağırlık olmasın diye sadece bir tas, bir kaşık, bir de Evren’in garip şekilli su ısıttığı başka bir tası vardı, onu almıştık. Herkes kaşığı sırayla kullanıyordu. Makarnanın problemi içinde çok çamur olmasıydı (az olsa tamam), muhtemelen Evren içine ya bir top çamur düşürmüş, ya da sakar herif kalan suyu süzerken makarnalari yere döküp sonra da geri toplamıştı neyse o anda yemek seçme lüksümüz yoktu olanı yedik ve hemen yola koyulduk. Bu sefer kamp malzemelerini yanımız almadık, yanımıza sadece döşeme ve ölçüm malzemesi aldık. 2. sortinin amacı olabildiğince derine gitmek, mağara bitsin bitmesin son noktadan ölçüm ve toplama yaparak -1100 kampına geri dönmekti. Her attığımız adımın o senenin rekoru olduğunu bilerek bunun keyfini çıkararak ilerledik. Düz bir parkur vardı. O bölümde zamandan kazanmak, daha derinlere ulaşabilmek için neredeyse koştuk. Sonra kol iyice daraldı biz de herhalde mağara bitiyor diye düşündük. Ama bir anda kol bir boşluğa açıldı; yerin -1100’lerinde muhteşem bir salon. Zemin tamamen kum ve kum tepeleri, 20 çadırı rahat barındırır, insana keyif ve huzur veren bir salon... Mağara hâlâ bitmiyor biz hızla ilerlemeye devam ediyoruz, sonunda ana kol devam edip kapalı bir çukurla geçilmez oluyor... Çukurpınar’a yakışır bir bitiş değil, oysa çok daha heybetli olmalıydı. O noktada kendimizi kayaların üzerine bıraktık, içimizde büyük bir huzur ve mutluluk vardı. Belki hafif de bir burukluk, içimizden bitmez diye düşündüğümüz, saygı duyduğumuz, sevdiğimiz Çukurpınar’ın bitttiğini kabullenmek...belki hedefimiz buydu ama yine de... Fazla vakit harcamadan ölçüm yaparak ve yan kollara bakarak -1100 kampında o günü noktaladık. Artık çıkış vakti gelmişti. 3. sorti, hedef -700 kampına toplanarak geri dönmek. Toplanarak yukarı çıktık. Yolda geçen seneden ne var ne yok BG topluyor (ipler). Evren de “abi niye biz topluyoruz geçen seneninki ipleri, biz kendi indirdiğimizi çıkaralım Cenkler toplar, ya da sonra başkaları toplar...” diyor, yorgunuz... Ben de BG’ ye “abi önümüzde daha 1000 metre var, daha bu mağara toplanacak, biz indirdiğimizi çıkarabilirsek zaten büyük başarı, enerjimiz yok...” diyorum. BG konuşmuyor sadece bulduğu herşeyi Cadı Kazanı
Mart-Nisan
kıçına takıyor... Belli bir noktadan sonra Evren, “skrm” diyip -700 kampına doğru bastırıyor. Ben ortalardayım, gerilerden BG nin inleme sesleri geliyor, herif tam bir mağara şeytanı, bulduğu herşeyi sağına soluna takıyor ben de mecburen bekleyip ipleri çekmeye yardım ediyorum ama olay artık bizim taşıyacağımız boyutları çokdan aşmış durumda. Bu sırada Evren -700 kampına ulaşmış, Ali, Cenk ve Korcan’ a durumu iletmişti. Tabii ekip Ananas (Cenklerin ekibi) 3 günlük besiden sonra süper enerjiyle civa gibi bulunduğumuz yere geldiler ve malzemelerin hepsini -700 kampına aldılar. Bu arada Ali Ekin, yukarıdaki -734 kampına dönüşümüzü BUMAK’ın ana sayfasında, tarihten sayfalar bölümünde şöyle aktarmış: “....gelen Evren’di. Önce onu yalnız görünce korktuk, daha sonra mağaranın bittiğini ve diğerlerinin de arkada olduğunu söyleyince tüm kamp karıştı. Bir yandan birbirimize sarılıyor, bir yandan bağırışıyorduk. Tüm kelimeler o anda duyduklarımı tarif etmekte yetersiz kalıyor. Sevincin, yorgunluğun, heyecanın, gururun ve dostluğun birleşerek yarattığı yepyeni bir duygu. Derhal giyinip Bülent’e ve Süha’ya yardıma gittik. Dört çanta ile yola çıkan Bülent, Almancı işciler gibi altı çanta ile dönme yolundaydı. Çantalar da çanta idi hani! Kavga dövüş tüm çantaları kampa getirdik...” -700 kampında başka bir sürprizle karşılaştık. Alptekin ve Kambiz gelmişti ki geleceklerini bilmiyorduk, üstelik kamp yerinin cok yakınına kadar telefon döşemişlerdi... Toplama planı oluşturuldu, bir grup ekip direkt 1’er çanta alarak yukarı çıktı. Hatırladığım kadarıyla Evren, Alptekin, Kambiz ve ben -700’den eşyaları toplayarak -515’e çıktık. Orada bir gece daha kaldık ve ertesi gün birer çanta alarak -515’den günışığına doğru hareket ettik. Mağaranın toplamasının geri kalan bölümünü yanlış hatırlamıyorsam Burak Barmanbek organize etmiş ve malzemeleri -515’den yukarı almışlardı... Bu yazı ‘92 Çukurpınar’ında yaşanılanların bir bölümünü aktarıyor. ‘89 yılından itibaren Çukurpınar’da yapılan çalışmalarda kimbilir benzer ne hikâyeler yaşanmıştır. Burada özellikle vurgulamak istediğim, mağaranın dibinin bulunması ‘89 yılından itibaren yapılan yoğun çalışmalar sonucunda olmuştur. Belki dip noktasına ‘92 yılında ulaşılmıştır ama bunun bir senelik bir çalışmanın sonucu olmadığı, ‘89 yılından itibaren canla basla çalışan birçok mağaracının emeğinin sonucu olduğunu hatırlatmak isterim. Sevgilerimle, SÜHA YARARBAŞ (yazı bitti ama ben yine yazmaya devam ediyorum)
2010
11
Yazının bir bölümünde mağara içinde koşmalar, hoplamalar zıplamalar var. Bunlar eleştirilecek konular. Ama bunları yaparken son derece kontrollü hareket ettik. (Bu arada, koştuğumuz alan genelde kumluk bir galeriydi. BG’ nin atladığı yer de çok küçük çakıl taşlarından oluşan bir göl kenarıydı, plaj gibi bir yer.) Kısaca buradan gazı alıp sağda solda hoplayıp zıplamayın. Gazı alın/ verin ama kontrolü elden bırakmayın. Mağara içinde her zaman temkinli olup, atılan her adıma dikkat etmek gerekir. Özellikle derinlerde çalışırken on kat daha dikkatli olmak lazım. Aman her adıma dikkat, derinlerde meydana gelebilecek küçük sakatlıklar bile hayati tehlike yaratabilir. -1000’den pratikte rescue yapmamız bana pek mümkün görünmüyor, özellikle Peynirlik gibi bir mağarada bence imkânsız. Çukurpınar çalışmalarında derinlere giderken olayın ciddiyetini vurgulamak için yapılan kötü bir espri vardı. Aşağıya indirmek için ilk yardım (son yardım) çantası hazırlayıp, içine “şişme imam ve bir silah” koymak. Biliyorum kötü espri, gözünüz korkmasın, sadece dikkat. Çukurpınar’da gazı alıp olayı bitirdik ama, aynı şey Peynirlik’te olsaydı, benzer başarıyı göstermek mümkün olmayabilirdi. Çukur’da otoyolda ilerler gibi giderken, Peynir’de neredeyse tırnaklarla kazıya kazıya santim santim ilerlendiğini, iki mağaranın da -1000’lerini bilen birisi olarak hatırlatmak isterim. Sevgiler, selamlar.
NOT: Süha Yararbaş’a 2001’de BÜMAK grubuna attığı bu e postanın yayımlanmasına izin verdiği için teşekkür ederiz. Fotoğraflar: Metin Albukrek, Ender Usuloğlu
12
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
Speleosanat
Dikit deriz , doğanın mucizesi vardır biliriz onda Bunlar iyi poligon noktası olurlar selim haritacıya Şükretmek lazım herhalde ara sıra yaratıcıya
KİTAB-I ÖLÇME III “Üstadımız reis-i piri kendisi usta bir hartacı Biz ancak oluruz onun yanında bir çorbacı Okumak lazım , bilmek lazım ömür kısa Oku maarifetnameyi al kendine hisse-i kıssa”
Usul-ü mikyas Mağarada poligon seçildiğinden, koordinat almanın öneminden Gözlem yapmanın öneminden, ölçüm defterinden bahseder Görelim mağara haritacıları ne eder ne işler Onlar içten bir muhabbetle işlerini işler Ey yeni yetme! Mağarayı en az üç zat mikyas eder Biri yazar ölçer, diğer ikisi arşın çeker Geldin şimdi bir mağaranın durdun ağzında İlk defa bir soluklan sonra bak sağına soluna Rasat etmektir, yazmaktır haritacılığın temeli Canana bakar gibi muhabbetle gör önce çevreni Her zaman laklak yaparsın ömür lafla geçmez Akil olan er kişi üstadına saygıda kusur etmez GPS derler gavur icadıdır hepside mal-ı frenki Alır o alet üç nokta ile sana arz-ı beldeyi Alette gördüklerini yaz o güzel defterine Lazım olacak onlar sana ilm-i resm-i teknikte Sen gel önce ilk poligona, yolla ikisini ileri Hedef et onları oku pusula ve klinodaki değeri Söylesinler sonra sana ikisi mikyastaki ederi Yaz onları sen deftere bir bir sakın yapma yanlış Metrik kullan aman ha! sen buna alış İşte çıktı sana poligon noktasının bir değeri Bir noktadan biz ancak yaparız çölde bahtsız bir bedevi İki noktanın olması lazım bir tul elde etmeye Müşerref etmek lazım bu iki noktayı bir arz-ı beldeye Şekl-i şemaline bir bak şu kainatta tanımla neyin var Zatının bile eni, boyu ve dahi yüksekliği var Aldın şimdi mesafeyi, eğimi ve arz-ı daireyi Bitirdin artık o poligonda kısa eğlenceyi Şimdi bir sonrakine git yolla ikisini ileri Sonraki poligon yap beğendiğin müsait bir yeri Dikkat etmelisin poligonları seçerken Bunun için rasat yapmalısın mikyas ederken Görmelisin muhakkak iki arşıncıyı Yoksa sen ölçersin pusulayla başka bir babayı Bu iş böyle devam eder durmadan Haritacı zulm etmez kendine bunu hiçbir zaman Doğru oku pusulayı , düzgün çek arşını Alacaksın bunun elbette karşılığını Bak beni iyi dinle konuşuyor tecrübe Poligon seçmen için veriyorum bir hediye Biraz uzun olacak dinle sabret kulak ver Şu dokuz fıtıklı garibe ara sıra bir selam ver Amma kulak kabart dinle bir yol şu nasihati Mağaracı olmak önemli değil ol sen insan-ı kamil İlk dediğimi hatırla ve bunu kulağında küpe bil Hüner kötülükle savaşmaktır iyilik yapmak değil Hep cihar attık anlattık şimdiye kadar İdare et arada üçlükler beşliklerde çıkar Arz, kainat döner, yol ,ömür biter iş bitmez Haritacı poligon tesbit ederken kusurlu yerler seçmez Bir şekl-i garip vardır stalagmit der Frenkler adına Cadı Kazanı
Mart-Nisan
İri kayalar olurlar iyi poligon merkezi İnsan fark etmelidir bunların yanında zayıflığı aczi Be hey biçare noktasın bu dünyada akıllanmadın mı Daha hiç bir şey bilmiyoruz sende bende anlamadın mı Şakuli kuyular vardır bazen aşağıda Bunlar da olurlar aslında güzel birer nokta Aman dikkat et sen düşme bunların içine Hekimler sonra şekil veremez bir daha biçimine Ateş-i bahr da yanarız yarin göğsündeyiz Biz haritacılar buraları pek bir çok severiz Göller, gölcükler, menbaalar poligon yerleri Emniyeti bırakma dikkat et çamurdur dipleri Bırakırsın sonra aşağıda çizmeleri Mağaralar kadere, hayata benzer inişler ve çıkışlar Yaşamdır bazen kör kuyular, sıkıntılı darallar Önem arz eder biliriz hayatta inişler çıkışlar İşte bu sebepten güzel poligon noktası olurlar Saydık şimdiye kadar hepsini birer birer Haritacı olmak arzu edersen öğren bunları teker teker Yan sende kavrul benim gibi, iç ateş-i ter i Arıyorum hala harguşla muhabbet edecek mahfili Sakın unutma poligonlarda eni boyu ölçmeyi Bunlar sana gerekli çizeceksin sen her şeyi Sakın ehl-i cehle düşme ezbere iş yapma Sana her öğretileni de sakın doğru sanma Ebedi olanlar bir şeyler bırakanlardır Reziller ise sadece laf yapanlardır Sen sen ol sevgiye emeğe ver değer Bunu yapmayanlar ise ancak şerefsizdirler Harguş yokken geceyi biz gam bildik Zevki neşeyi dert tasa edindik Menzile ulaşacaksam eğer bir gün O günü kendimize biz dost bildik Yazdık ölçüleri, aldık yeker yeker Bir görelim şimdi yazdık neler neler Defterde var şimdi tam dokuz sütun Dokuzu da birbirinden uzun mu uzun Numaralar ,açılar , eğimler,sağlar sollar Altların üstlerin yanında var biraz da notlar Sayfanın boş bir yerinde olur krokiler Poligon numaraları orda gösterilmelidirler Saatlerce çalıştık derinlerde iş yaptık Satayım anasını artık şaraba da alıştık Gül renkli şarabı artık biz hak ettik Biz bir sevdaya yine meyl ettik Pişman değilim bundan, memnunum Ben bu yolda artık bir mecnunum Leylayı mecnun aramış çöllerde Ben ise arıyorum yıllardır derinlerde Ettik hatalar piştik elhamdülillah Elbet günün birinde bulacağız salah İş işten geçti gençlik gidiyor eyvah Ettik hatalar hamdık, piştik evvelallah
Fatih BÜYÜKTOPÇU Dokuz Eylül Üniversitesi Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi Karst Araştırmaları Grubu
Fotoğraf: Ali Aytan
2010
13
Biliyor muydunuz?
Mağara Alegorisi ? Plato’nun, aralarında The Matrix’in de olduğu pek çok esere –özellikle sinema kuramlarında adı çok geçer- ilham olan teorisinin mağaralardan esinlenerek oluşturduğu “Mağara Alegorisi” olduğunu biliyor muydunuz? Mağara alegorisi, mağaraya –ışığa sırtı dönük halde- zincirlenmiş insanların “gerçek” olarak kendi gölgelerini kabul etmesini ve bununla yaşamına devam ederken zincirlerinden kurtulup dışarıya çıktığında veya çıkarıldığında neyin gerçek, neyin yalan olduğuna karşı verdiği anlam kavgasını anlatır. Er geç biten bu kavganın sonunda ise birey neyin gerçek ve doğru olduğunu anlar. Eğer geri dönüp arkasındakileri kurtarmak isterse de işi zordur çünkü esaretin sunduğu yalandan mutlu hayatı bırakıp, ışığa yüzünü dönmek; gerçekleri görmek cesaret ister.
Derleyen: Sinan Poyraz
14
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
Türk Mağaracı Astrolojisi
parlak, iyimser, eleştirici, şen ve şanslıdır. Mağaracılıkta zorluklar onu yıldırmaz, yanındayken eğlenirsiniz. Zaman zaman eleştirici olabilir dikkat!
Rus araştırmacı Sofi Tram Semen, ilk astroloji sistemini Türklerin oluşturduğunu ve burçların gerçekte 36 tane olduğunu iddia etmiştir. Rus araştırmacının Türk astrolojisi adlı çalışmasına göre, Hun-Karaçay Türklerinin oluşturduğu astroloji 12 değil, 36 burçtan oluşuyor. İşte Türk astrolojisine göre burçlar.
SEZGEK (22 Haziran-30 Haziran): Mızmız, tatlı dilli, içine kapanık, inatçı, yetenekli, şendir. Mağarada mızmızlanır ve inatçıdır, yetenekli olduğunu göstermek için biraz dürtmekte ve zorlamakta fayda vardır.
Uyarlayan Gülşen KÜÇÜKALİ, Ender USULOĞLU (ASPEG)
Biz de boş durmadık, Türk mağaracıları için uyarladık. Bakalım astrolojiye göre nasıl mağaracısınız? TORUK (21 Mart-31 Mart): İrade sahibi, gururlu, şerefli, iyi yüreklidir. İyi bir yöneticidir. Mağaracılıkta siyaset yapmayı iyi bilir, yaptığı mağaracılıktan gurur duyar HIMMIY (1 Nisan-10 Nisan): İyimser, idealist, romantik, yaratıcıdır. Mağaracılıkta bir sürü fikirle gelir zaman zaman mağara ortamında romantik olduğu anlarda vardır. HUTTUS (11 Nisan-20 Nisan): Hassas, mantıklı, dürüst, kıskanç ve irade sahibidir. Mantıklı olmakla beraber mağaracılıkta kıskançtır. Özellikle “en”ler konusunda hassastır. HUNTA (21 Nisan-30 Nisan): İnatçı, zevk sahibi, kırılgan ve duygusaldır. Tam bir çayır ağasıdır. Yemesini içmesini ve kamp yapmasını iyi bilir. ÇOLPANCI (1 Mayıs-10 Mayıs): Duygu tutsağıdır. Çocuk ruhlu temiz kalpli ve sadıktır. Duyguların çoşkulu selidir mağarada. İnsancıldır ve arkadaşlarını yolda pardon mağara da bırakmaz. KÖLKÖL (11 Mayıs-21 Mayıs): Enerji dolu, aşkta şahane, kahraman yapılı ve iktidarcıdır. Sevgilisini saçından mağarasına sürükler, enerji doludur hem yatakta hem de mağara da oldukça iyidir. ÇAMAY (22 Mayıs-31 Mayıs): Mantıklı, temiz ahlaklı, idealist, fikirde önder, yeteneklidir. Böyle mağaracı az bulunur hatta karstik alanlarda “yeni tür” diye de geçebilir, tabii bulursanız. KÜYLÜ (1 Haziran-10 Haziran): Düzeni sever. Güç sembolüdür. İhaneti kabul etmez. Kazak mağaracıdır. Mağaracılık yaparken kitaba uyulmasını ister ve herkesin onu örnek almasını bekler. KUŞMUŞ (11 Haziran-21 Haziran): Mantıklı, Cadı Kazanı
Mart-Nisan
KUŞDÜGER (1 Temmuz-11 Temmuz): Duyguları mantığından üstündür. Yemeği sever; sanata ve siyasete yeteneklidir. Bu da siyaseti seven mağaracılardan birisidir ama duyguları önde gider. Kamplarda yemek sorunu çıkarmaz. GONDARAY (12 Temmuz-22 Temmuz): İyi bir hafızaya sahiptir, bilge ve dehadır, his dünyası zengindir; dürüst ve hoşgörülüdür. Dört göz mağaracıdır, nam-ı diğer inek mağaracı. Her şeyi bilmekle beraber duygusaldır. ÖTGÜR (23 Temmuz-31 Temmuz): Zeki, gururlu, çekicidir. Maddi problemlerini büyütür. Şeytan tüyü olan mağaracı tipidir. Birde para konusunda rahat olsa, yeme de yanında yat pardon sürün. KÜSÜMMÜ (1 Ağustos-12 Ağustos): Dedikoduya bayılır; işte önder ve bir numara olmayı sever. Bu da siyaseti seven mağaracılardan..Farkı politikayı mağaracılıktan önde tutması ve bunun için her şeyi yapmasıdır. KÜNLÜ (13 Ağustos-23 Ağustos): Duygusal, gururlu ve aşkta önderdir. Psikolojiye meraklıdır. Çağdaş yaşamdaki anlamsızlık ve yabancılaşma ve insan ilişkilerinde ki duyarsızlık üzerinde çok kafa patlatmış sonunda kendini doğaya ve mağaralara vermiş ekolojik psikoloji önderidir. SINÇIMA (24 Ağustos-1 Eylül): Şerefli, dürüst, insancıl, yaratıcı, zeki ve otoriterdir. Karşısına okkalı bir fırça atacak kimse çıkmamıştır ama genelde tahmininden fazla sayıda ve hayal bile edemeyeceği yaratıcılıkta küfürler yiyen kişiliktir. Mağara da zekasını kullanarak pek çok işte yararlılık gösterir. ATÇAK (2 Eylül-13 Eylül): İyimserdir ama depresyona da müsaittir Yüzlerindeki gülümseme ve her daim olumlu olayları görme isteği saflıkla bağdaştırılır. Dost ve yardımsever bir mağaracıdır. KILLI (14 Eylül-23 Eylül): Otoriter, gururlu, sabit fikirli, süper zekalı ve insancıldır. Küçüklüğünden beri “amaçsız yaşanmaz!” gibi zırvalarla beyni yıkanmış, sürekli bir hedefe yönelik hareket etme zorunluluğu hissetmiş, mağaracılığı üstün bir ideale hizmet olarak
2010
15
benimsemiştir. CANAKKI (24 Eylül-3 Ekim): Sorumluluk taşır. Yetersizlik kompleksi vardır. Gösterişi sever. “Sen aslansın, kaplansın” sözleri ardından çok hızlı harekete geçer. Saatlerce ölçüm yapabilir. Kuru fasulye ve nohutla beyni açılır. Bu yüzden konserveyle beslenir. Sürekli gaz kaçıran modelleri pek de iyi çalışamaz. BAN (4 Ekim-12 Ekim): Duygusaldır, zor işte arkaya bakmaz. Aşk tutsağıdır. Mağaraların, onun fantezi dünyasında özel bir yeri vardır ama sevgilisi mağaracı değilse mağaracılığa ara verebilir. İlişkisi bitince gerçek aşkın mağara olduğunu iddia eder ve geri döner. CEMİŞ (13 Ekim-23 Ekim): Altıncı hissi kuvvetlidir. Uygun zamanı seçmekte üstüne yoktur. Kampa mağara döşendikten sonra gelir ve toplama başlamadan kamptan ayrılır. Yeni mağara keşfetme bahanesiyle arazide gezmeye bayılır. Hisleri sayesinde irili ufaklı inler bulduğu da olmuştur. BATIK (24 Ekim-1 Kasım): Çift karakterli, cesur, gaddar, önderdir. Mükemmel arkadaştır. Çift karakterli olması karaktersiz olmasından iyidir. Beş kutu enerji içeceğini alıp mağaraya dalar. Arkadaşlarını da peşinden sürükler. Mağarada yardım severdir. Kampta babasını bile tanımaz.
“mağaraa” diyerek dolaşırlar. Onlara yakın bölgelerde dolaşmamakta fayda var. Mağaraya doyma noktası dank etmez. TUTAR (22 Aralık-1 Ocak): Zor durumlardan kolayca çıkar. Sık küser. Arkadaşı azdır. Mağara da şebeklik olsun diye bir düşüncesi olmadan her deliğe girip çıkar. Arkasına bakmaz. BEÇEL (2 Ocak-12 Ocak): Karamsardır. Dışı ve içi farklıdır. Kötülüğün karşısında zayıftır. Uçurumdan aşağıya düşüşü ve yere çarpışını yaşar yine de mağaraların karanlığında sükunet ve huzur arar. PIRSIUAY (13 Ocak-20 Ocak): Geniş bir mantığa sahiptir. Uzun yaşar. Şan sever. Mağaraları değerlendirme kriteri mantık ve sayısal verilerdir. Matematik ve mühendislik bilimlerinde ne kadar iyi olduğunu her fırsatta vurgulamaya çalışır. BALAUZ (21 Ocak-1 Şubat): Mantıklı, gaddar, önder ve dehadır. Bilim adamı olabilir. Dünya kahramanları atlasında kendisi hakkında şöyle bir yazı yazılmıştır; hayatta hiçbir şey olamadığı için mağaracı olmak zorunda kalmıştır. CANTAY (2 Şubat-10 Şubat): Titiz, mantıklı, zekidir. Astronomiyle ilgilidir. Bütün gece kampta yıldızlara bakmaktan sabah en geç o uyanır. Çalışkandır.
HIRTLI (2 Kasım-12 Kasım): Çabuk karar verir ve kararlarını bozmaz. Suç komplekslidir. Toynağını yere sürtmekle meşgul olduğu ve dikkatini tamamen bu işe verdiğinden, mağaraya giren ondan sonra mağarada ne işi olduğunu merak edendir.
ERGÜR (11 Şubat-18 Şubat): Aşkta hayalcidir. Önder fikirleri vardır. Psikolojisi hassastır. Ondaki sabır dervişte yoktur. Delirmekle normal kalabilmek arasındaki çizginin iki tarafında da bulunmuş, Çelik gibi sağlam sinirleri vardır. Hiçbir mağarayı imkânsız görmez.
TUTAMIŞ (13 Kasım-22 Kasım): Dinci, idealist, değişkendir. Mistik konulara meraklıdır. Dışı sert, içi yumuşak olduğu için taze ekmek benzetmesi yapılır. Mağara da canları tatlı olur. Rahat batma sendromuna yakalanmıştır. Evinin bahçesine bile çadır kurup yatar.
SÖNEGEY (19 Şubat-28/29 Şubat): Dengesizdir. Çekici, gizemli, kurnaz, nazik ama serttir. Neşeli olduğunda sıcak, mutsuz olduğunda sert ve yağışlı olabilir. Mağara yakınlarında davranışları size yatay uzansa da, iç kesimlere doğru dikleşmektedir.
USLU (23 Kasım-2 Aralık): Objektiftir. Hoşgörülü, gözlemci, otoriter bir yapısı vardır. “Kuşlar, ağaçlar aman ne güzel havalar” diye kampta dans ederek yürür. “Mağaraları sevelim, onlar da birer insan” diye öğüt verir. KUTAS (3 Aralık-12 Aralık): Mistik, sabit fikirli ve kıskançtır. Anlaşılamaz huylara sahiptir. Her konuda, at gözlüğünü yanına alarak hareket eder. Her şey yolunda giderken bile rahat olamaz. Sürekli etrafındaki insanlarda ve işlerde kusur arar. Mağara da karşılaşırsanız ölü taklidi yapın ya da kendisinden hemen uzaklaşın. TUSANAK (13 Aralık-21 Aralık): Güçlü bir karakteri vardır. İktidarcıdır. Emir vermeyi sever. Gözü dönmüş halde etrafa salya sümük saçarak
CANNAN (1 Mart- 9 Mart): İyi yürekli, tatlı dilli, zarif ve hüzünlüdür. Başkalarına baskı yapabilir. Mistik ve pratik hayat arasında bocalar. Küçük bir mağarada sosyal yaşamdan uzak saç sakal uzamış, sakallar tütün kullanımından sararmış, biradan şişmiş bir göbekle yaşamak ister. ŞATIK (10 Mart-20 Mart): Sanatkar, özgür, depresif ve şehvet düşkünüdür. Rahatsız bir ruha sahiptir. Sinir hastalıklarına yakalanabilir. Hassas yaradılışlıdır. Kampta meyvemi önüme getirsinler, ipmiş döşemeymiş kasmıyım artık, biraz da hurilerle nurilerle oynaşayım ister.
16
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
Cad覺 Kazan覺
Mart-Nisan
2010
17
DÜDENCİK MAĞARASI MAĞARACILAR KİMDİR? Nezihi EKİZOĞLU (BİYOLOJİ ÖĞRENCİSİ) Mağaracılar Kimdir? Bu soruya kendi gözümle iki farklı yanıtım olacak. İlki, mağaracılar koca koca şehirlerde sıkılıp daralan ama mağara darallarında gevşeyen, metrekarelerce evlerde rahat uyuyamayıp küçücük çadırlarda 3’er, 4’er kişi mışıl mışıl uyuyabilen insanlardır. İkinci yanıtımı ise yazının sonunda vereceğim. Sevgili Hocam M. Sait TAYLAN aracılığıyla tanıştığım bu insanlar bana hayatımın en güzel günlerini yaşatmışlardır ki onlarlayken zamanın nasıl geçtiği hakkında bir fikir sahibi olamıyorum. Peki kimdir bu insanlar? Bu insanları ASPEG bünyesindeki mağara araştırmacıları olarak biliyordum. Ama kampta öğrendim ki bu insanlar ASPEG’den önce ”GICIK MAĞARACILAR” diye bir grup kurmuşlar. “GICIK MAĞARACILAR” ismi ilk önce bu insanların gıcık olduğunu düşündürüyor olsa da, kamp esnasında aslında bu insanların diğer mağaracıların gıcık olduğu ama aslında gerekli olan işler yapması olduğunu öğrendim. Eğer bir şeyler yapmak ve ortaya bir şeyler koymak gıcıklık ise kusura bakmayın ben de GICIK olmak istiyorum. Düdencik Mağarası kampında aslında Temel Kampçılık ve Mağaracılık eğitimi almak amacıyla gitsem de çok daha güzel eğitimlerle dönmüş bulunuyorum. Daha sabahın erken saatlerinde yola çıkmamıza rağmen herkeste inanılmaz bir enerji ve neşe hakimdi. Yolculuk sürüp gittikçe heyecanımız da gitgide büyüyor, artık içinde bulunduğumuz araca sığmıyorduk. Mola verdiğimiz bir benzin istasyonundan Hakan Hocamın bizlere ikram olarak aldığı muz ve keçiboynuzlarını tüketerekten, Cevizli’ye ulaşmıştık. Kamp yerine geldiğimizde ilk iş mağarayı görmeye gittik ve sonrasında çadırlarımızı kurduk. Sonunda özgürdük. Etrafımızda yalnızca çam ağaçları ve inanılmaz güzellikte bir doğa bizi çevrelemişti. Güle oynaya geldiğimiz bu kamp alanından kimsenin ayrılmak istemediği açık seçik ortadaydı. Çadırlar kurulduktan sonra ilk iş olarak kamp ateşini yaktım. Aslında benim bütün vaktim de o ateşin başında geçiyordu ve ben bundan keyif alıyordum. Kampın 3. gecesinde yağan yağmurun söndürdüğü ateşi sabahın erken saatlerinde tekrar alevlendirdik ve kamptan ayrılırken kıyamasam da ateşi söndürmek zorunda kaldık. Peki ben bu kampta neler öğrendim? Maddeler halinde bahsedecek olursam: 1. Kamp ateşi: başında nöbetleşerek durulması
gereken, hem ısınma hem de yemek, sıcak su gibi ihtiyaçlar için mümkünse kamp sonuna kadar kontrolü elden bırakmamak şartı ile söndürülmemeli. 2. Her kampın bir kamp sorumlusu olmalı ve herkes onu dinlemeli. 3. Eğer mağaradakiler çıkmamışsa onlar çıkana kadar, gerekiyorsa sabaha kadar beklenmeli ve çıktıklarında sıcak su, yemek ve ateş hazır olmalı. 4. Kamp alanında çöp bırakılmamalı. Pil, cam, teneke, plastik gibi doğada uzun süre kalıcı olan ve kimyasal malzemeler gerekli özenle toplanarak en yakın yerleşim biriminde çöp konteynırlarına taşınmalı. 5. Kamp alanından ayrılmadan en az 2 kez kamp alanı ve malzemeler kontrol edilmeli, bir şey unutulmadığından emin olunmalı. 6. Kamp kurulurken malzemeleri yağmurdan korumak amaçlı bir malzeme çadırı kurulmalı ve malzemeler kullanıldıktan sonra bu çadırda toplanmalı. Umarım temel kampçılık ile ilgili bu yazdıklarım doğrudur ve ben yanlış öğrenmemişimdir. Kamptaki eğlencem yalnızca ateş başında oturmak değildi elbette. Ama aramızda geçen diyalogları kampçılığın temel kurallarından biri olan “Kampta olan Kampta kalır” yasası gereği affınıza sığınarak buraya yazamıyorum. Kampta kullanmak üzere getirmiş olduğum çaydanlık üzerine sinmiş siyah is tabakasını çıkarırken durup durup güldüm. Sanki o tabakalar oluşurken içine etrafındaki eğlenceyi ve neşeyi katmıştı. Uzun uğraşım sonunda bir kısmı hatıra kalsın diye tam temizlemediğim çaydanlığımı Alaaddin’in lambasını ovaladığı gibi ovalarken çaydanlığımdan cin yerine herkeslere kucak dolusu sevgiler çıktı. Ama genel durumun kaynağının ne olduğunu kamptan ayrılırken buldum. Hakan Hocamızın bize ikram etmiş olduğu besin kaynakları bizim kamp boyunca çok eğlenmemizi sağladı. Teşekkürler Hakan Hocam. Teşekkürler demişken beni bu insanlar ile tanıştıran saygıdeğer hocam M. Sait TAYLAN’a, bıkmadan usanmadan birkaç kişiye daha mağaracılık eğitimi vermek için büyük çaba gösteren Ender USULOĞLU hocama, kamptaki yeni arkadaşlar için ve onlar adına 12 saat boyunca ilk 55 mt.’lik inişin döşemesini yapan ve kamp boyunca bizi gülmekten yerlere seren, karnımıza ağrılar sokan Sayın Ali AYTAN hocama, bizleri anne şevkati ile kolları altına alıp yemeğimizi yapan Sebahat BAHADIR’a, kamp boyunca her daim beni sözleri ile yücelten Sayın Hocam Gülşen KÜÇÜKALİ’ye, kamp doktorumuz Sayın Dr. Menekşe ERMİŞ’e, fazla kafa lambasını benimle paylaşan çılgın arkadaşım Sinan POYRAZ’a, ve
18
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
sevgili arkadaşlarım Emre GÖĞÜŞ, Gonca GÜL, Alper Aykut EKİNCİ, Ahmet SOMUNCU’ya sonsuz teşekkürler. Gelelim mağaracıların kim olduğu sorumun ikinci yanıtına. Aslında bu yanıtı sona saklamamın nedeni cümlenin orijinalinin şoförlüğümüzü yapan Necmi Abi’nin beni eve bırakmak üzere, yani artık özgürlüğümün sonuna geldiğimde söylemiş olmasıdır. Cümle orijinal haliyle “ Ben kimsenin anlamadığı basit bir adamım.” Benim gözümde “Mağaracılar, kimsenin anlayamadığı basit insanlardır.” Not 1 : Son cümledeki “basit” sözcüğü aşağılamak amaçlı kullanılmamıştır. Anlaşılır olduklarını vurgulamak içindir. Not 2 : Sizi bulacaaaaam oğliiiimmm. Bulunca da var yaaaaaaaaaaaaa, kampa gideceğiz.
Fotoğraflar: Gonca Gül (AKÜMAK)
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
19
ARACHNOCAMPA LUMINOSA (Parlayan Kurtlar) Yeni Zelanda parlayan kurtları, Arachnocampa luminosa, en ilginç yerli böceklerimizden biridir fakat hakkında çok az şey bilinir. Parlayan kurtlar, genellikle oldukça etkileyici biçimde parıldayan çok sayıda mavi-yeşil ışıklarıyla Yeni Zelanda’nın kireçtaşı mağaralarında, kullanılmayan maden tünellerinde, nehir kıyıları boyunca, nemli gölgeli kaya çatlaklarında, yağmur ormanında ağaçların altındaki eğrelti otlarında görülür. Waitomo Mağarasında’ki Grotto parlayan kurtçukları dünyaca ünlüdür çünkü on binlerce A. Luminosa larvası Grotto’nun duvarlarında, tavanında ve sarkıtlarında yaşar. WAITOMO MAĞARASININ İÇ VE DIŞ ÇEVRESİ Waitomo mağarası King Country’de yer alan büyük bir kireçtaşı mağarasıdır. Oluşumunun bir milyon yıl önce başladığı tahmin edilmektedir. Her biri kendi koridor sistemine sahip 4 ayrı mağaradan oluşur. Ana girişin 12 metre altında Waitomo akarsuyunun mağaraya girdiği bir nehir girişi vardır. Waitomo Mağarası’nda parlayan kurtçukların büyük bölümü akarsuyun yakınında bulunur fakat tüm mağara boyunca küçük parlayan kurtçuk gruplarına da rastlanır. Parlayan kurtçukların ürettiği ışığın şiddeti ve parlaklığı böcek tarafından kontrol edilebilir. Larva karanlıkta günün 24 saati ışık yayabilir fakat gün ışığında genellikle ışık yaymazlar. Loş ışıkta da ışık yayacaklardır fakat ışığın şiddeti düşüktür. Açık alanda, parlayan kurtçuklar genellikle nemli, gölgeli kaya çatlaklarında veya nehir kıyılarında bulunurlar. Birçoğu gün boyunca kıyıdaki deliklerde barınır ve beslenmek için gece ortaya çıkarlar. Mağarada yaşayan kurtçuklar nem gereksinimlerine karşı oldukça duyarlıdır. Olgunlaşmamış yavrular kuru ortama bırakıldığında hızla büzüşür ve birkaç saat içerisinde ölür. Çalılarda, tünelde veya mağarada yaşayan dişi kurtçuğun bıraktığı yumurtalarda, yumurtanın rengi veya boyutu bakımından herhangi bir değişiklilik gözlemlenmemiştir. Yumurta küre şeklinde ve 75 mm çapındadır. Yumurtalar kısmen yapışkandır ve tabana yapışır. Genellikle mağaraların kireçtaşı duvarlarına bırakılırlar. Araştırmalara göre kuluçka süresi 20-24 gündür. Gelişimin ilerleyen evrelerinde, embriyonun kafası, karanlık bir nokta olarak, koriyondan görülebilir. Yumurtadan çıkarken, koriyon ön uçta kırılarak açılır, kırılma yumurtanın üç yanında yatay biçimde aşağı doğru devam eder. Yumurtalar gelişimlerinin hiçbir evresinde ışık yayarken gözlemlenmemiştir. Larva: Yumurtadan yeni çıkmış larva silindir şeklindedir. Uzunluğu 3-5 mm, genişliği 0.33 mm
civarındadır. Yumurtadan çıkar çıkmaz larva parlak bir ışık yayar. Transparanlığı ve boyutu nedeniyle ışığı olmadan larvanın fark edilmesi imkânsızdır. Larva mağaranın tavanına yayılır ve uzun yapışkan ağlar bırakır. Üç haftanın sonunda bir mağara larvası 6 mm uzunluğunda, 0.5 mm genişliğindedir ve ağları 50 mm uzunluğuna varır. Larva avını kendi ağına çekmek için ışık yayar, muhtemelen avlarını mağara dışına çıktıklarına inandırarak cezbeder çünkü larva ile kaplı bir mağara tabanı yıldızlı bir gökyüzüne benzer. Aç bir larva yeni beslenmiş bir larvadan daha çok ışık yayar. Bazı türlerde ipek ağlara bırakılan mukus damlaları zehirlidir ve avın daha kolay yakalanmasını sağlar. Tatarcık, mayıs sinekleri, sivrisinekler, gece kelebekleri, hatta küçük salyangozlar ve kırkayaklar avları arasındadır. Av ağa yakalandığında larva yukarıya doğru çeker (bir saniyede yaklaşık 2 mm kadar) ve yer. Eğer av sınırlıysa larva diğer larva, pupa veya yetişkin sinekleri yer. Larvalar sadece kendi yuvalarında kalmaz, genellikle yeni bir yuva aramak için uzun mesafeler kat eder. Bu nedenle, kafese alınmadığı sürece larvaları araştırmak oldukça zordur ve sonuç olarak larva gelişiminin süresi şimdiye kadar kesin olarak kaydedilememiştir. Hayatlarının büyük kısmını larva olarak geçirirler. Pupa. Pupa evresinde larva boyut olarak küçülür ve yarı saydam hale gelir. Kendisini, kendisiyle aynı boyutlarda uzun bir ipe dikey olarak asar. Bu 24 saat sürebilen aşamalı bir süreçtir. Pupa evresinde cins ayrımı belirgindir. Dişi pupa erkek pupadan daha geniş ve büyüktür. Karnın altında iki belirgin kabarcığı vardır. Erkeklerde bu kabarcıklar boyut olarak daha küçüktür. Her iki cinste de yetişkinler beslenemez ve kısa sürede ölürler. Sürekli olmasa da ışık saçarlar. Tek amaçları dişilerin yumurta bırakabilmesi için eşleşmektir. Yetişkin böcekler zayıf uçuculardır bu yüzden genellikle aynı bölgede kalır ve bir koloni inşa ederler. Bir dişi en fazla 130 yumurta bırakabilir ve yumurtladıktan kısa süre sonra ölür. Yumurta ortalama 20 gün sonra çatlar ve aynı süreç devam eder. Larva ışığa ve rahatsız edilmeye karşı hassastır. Kendilerine veya tuzaklarına dokunulduğunda parlamayı bırakır ve yuvalarına geri dönerler. Genellikle az düşmanları vardır. İnsan müdahalesi onlar için en büyük tehlikedir. Tercüme eden: Ebru CAYMAZ (AKUT) Kaynakça: www.caverinfo.com/2010/02/ Glowworm-caves-of-new-zealand
20
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
Yaşadıklarımız
Yavaş, emin ve sağlam adımlarla...
Kararlar, kararlar.....
19 saat mağara da kalmış ve manyamış mağaracı
Bu ikili sarışına dikkat !! Double action in Düdencik!!
Bu iş çok basit karşıki mağaraya tepeden ineceğiz, haydi arkadaşlar gidelim ileri !! Bu iş bu kadar edası !
High Tech Mağaracılık !
ehem..ehemm..nerde bu mağara? biri ip sarkıtsın şurdan da bakalım ???.. Fotoğraflar: Gülşen Küçükali, Gonca Gül Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010
21
Abstracts
Speleoculture (page 2)
In this section, we will give you a brief history of cine filming attempts at underground world as early as 1896. The main problem lay ahead was the lighting. Magnesium was one source to use but an expensive one.
Düdencik Sinkhole Expedition (page 5)
The author explains ASPEG’s expedition to Düdencik Sinkhole, deepest cave of Turkey, -330 m till 1990 with her own style of writing. Our team flew to Antalya, joined forces with AKÜMAK, cavers from Akdeniz University and ended up to a beautiful camp area right above the cave.
The Diary Of A New Caver (page 7)
This is yet again another new caver from MADAG, Cave diver group from Middle East University. She explains the joy and excitement of her first vertical caving experience.
The Finalisation Of Discovery Of First -1000 m Cave In Turkey, 1992 (page 9)
This is actually an e mail by one member of the last team finished the first -1000 m cave in Turkey, Çukurpınar Sinkhole, Süha Yararbaş. The last team named after Kamikaze pilots of Japan. The author explains the motivation, psychology and planning of the last attempt.
Turkish Astrology- Adopted To Cavers (page 15)
A Russian researcher claim that first astrology belong to Turkish people with 36 cornicopias instead of 12 that we know today. Of course, we adopted this astrology to cavers with a little humour.
Düdencik Sinkhole- What Is A Caver? (page 18)
The author, a biology university student not a caver, joined our caving expedition to Düdencik Sinkhole, a depth record holder with -330 m untill 1990, to perform mostly camping activities. He is explaining what does it mean to be a caver by observing ASPEG cavers thru his eyes.
Arachnocampa Luminoso (page 20)
This is a translation of an article explains the glowing worms of New Zealand. As most Turkish cavers we have encountered this interesting creature thru BBC TV series. What we are learning here is that not only they live in caves but most of the moist and dark areas of New Zealand.
Our Life (page 21)
This section covers our funny side of caving and friendship. Enjoy the pictures !.
Speleo-Art (page 13)
This is the continuation of the poet on mapping. This part explains how to actually take measure in cave and again poetically :)
Did You Know? (page 14)
In this section, we are learning the cave alegory of Plato.
22
Cadı Kazanı
Mart-Nisan
2010