CADI KAZANI SAYI 18

Page 1


Fotoğraf: Adina Florescu

B ü l te n E k i bi

Cumhur Erşahin Gülşen Küçükali Ahmet Somuncu Ender Usuloğlu

K a tk ı da B u l u n a n l a r Metin Albükrek Burak Barmanbek Fatih Büyüktopçu Adina Florescu Gülşen Küçükali Özge Kubat Yaman Özakın Roaxa Roseata Mesut Şen Selin Tezcan Ender Usuloğlu

K a pa k F o to ğ r a f ı

Ender Usuloğlu, Memeçek Mağarası, Makedonya

A r k a K a pa k F o to ğ r a f ı

Adina Florescu, Makedonya

Anadolu Speleoloji Grubu Derneği ASPEG www.aspeg­tr.org info@aspeg­tr.org © Tüm Hakları Saklıdır. Bülten İçeriği Kaynak Gösterilerek Ticari Olmayan Amaçlarla Kullanılabilir.


Bülten Ekibinden...

Herkese selamlar. ASPEG olarak bu aylara hem dernek kuruluşumuzu gerçekleştirerek girdik hem de ilk genel kurulumuzu yaptık. Kurullara yeni seçilen arkadaşlarımıza başarılar diliyoruz. Bu ay ki sayımızda birazda bu değişikliklerden kaynaklanan gecikmeden dolayı geç çıktı. Mayıs ve Haziran ayları gene hareketli geçti. 1990'lı yıllardan beridir haritası bir türlü çizilemeyen Karlık Kuylucunda nihayet önemli gelişmeler elde edildi ve yeni haritası çizildi. Karadeniz'in en derin mağarası oldu. Bu gezi esnasında Uluyayla Düdeni'ne de girildi, Selin bizle ilk defa mağaraya girmenin verdiği heyecanı ve duyguları paylaştı bu mağarada. Speleosanat'taki Burak Barmanbek'in yazısına dikkat çekmek isteriz. Eskiler arasında bulduk ve yayımladık. Sağolasın Canan.

Eğer yolunuzda kaybolursanız, Gülşen'e sorun, o cevap vermiş, çözümler bulmuş. Güzel yazısı ile bize yön gösteriyor. Güzel bir Kaya ağıl obruğu anı yazısı var yeni üyemiz Özge'den sanırım beğeneceksiniz.

Ha! son olarak eğer boya deneyi yapacağım diyorsanız, Fatih size NAH diyor !. Bu işe kalkmadan önce inceliklerini Fatih'den öğrenmenizde fayda var. İyi okumalar !

Bu Sayıda...

Gezi ve Etkinliklerden Kısa Kısa

4

İpler, Kayalar ve Mağara

8

Speleokültür

Muhteviyatında "Kaybolmak ve Doğada Yön Sormak" Biliyor muydunuz Kaya Ağıl Obruğu

?

Speleo Sanat

Mağaralarda NAH bulursunuz Yöntemi İle Hidrolojik Müşhaadeler Fotoğraflar

Yaşadıklarımız Kilise Düdeni

İngilizce Özetler (Abstracts)

5

11 13 14 16 18 20 21 22 24


Ge z i v e E t k i n l i k l e r d e n K ı s a K ı s a . . . Ω 28 Haziran­30 Haziran 2011 tarihleri arasında 5.Balkan Mağaracı Kampı Makedonya'da yapıldı. Kampa ASPEG, İTÜMAK, HÜMAK, ESMAD, ANADOLU DOSK'dan yaklaşık 30'a aşkın Türk mağaracı katıldı. Ω 27 Haziran 2011 tarihinde Kuzgun MG Külçeini mağarasına bir etkinlik düzenlemişlerdir. Ω 21 Haziran 2011 tarihinde Kuzgun MG Yusuf'un odaları mağarasına bir etkinlik düzenlemişlerdir.

Fotoğraf: Mesut Şen, Kuzgun Mağara Grubu bir etkinlik esnasında

Ω 19 Haziran 2011 tarihinde ASPEG Dernekleştikten sonraki ilk genel kurulu'nu yaptı. Ω 14 Haziran'da BUMAD Ayvaini'ne eğitim ve video çekim amaçlı bir gezi düzenlemiştir.

Ω 13­17 Haziran tarihlerinde ASPEG ve HÜMAK, Akseki Çimiyayla'ya bir etkinlik düzenlemişlerdir. Ω Haziran ayı içinde Eskişehir'de "KUZGUN MAĞARA KEŞİF GRUBU" kurulmuştur.

Ω 6­10 Haziran tarihleri arasında ASPEG, Karlık Kuylucuna bir etkinlik düzenlemiştir. Ω 19­22 Mayıs tarihleri arasında ASPEG, Karlık Kuylucuna bir etkinlik düzenlemiştir.

Ω 19­22 Mayıs tarihleri arasında BUMAD, Bozkır'da ön araştırma etkinliği düzenlemiştir.

Ω 19­22 Mayıs tarihleri arasında O'mag Mut bölgesine bir araştırma gezisi düzenlemiştir. Ω

15 Mayıs 2011 tarihinde ASPEG

Fotoğraf: Roxeana Roseata, Peşna Mağarası, Makedonya

Yığılca Sarıkaya mağarasına eğitim faaliyeti düzenlemiştir.

Ω 14­15 Mayıs tarihlerinde O'mag Bahçecik Subatanı'na bir gezi düzenlemiştir.

Ω 10 Mayıs 2011 tarihinde National Geographic ile günübirlik hipodrom'da görüntü çalışması ASPEG tarafından yapılmıştır. Ω 6­7 Mayıs tarihleri arasında HÜMAK, Mencilis mağarasına eğitim gezisi düzenlemiştir.

Ω EGEMAK, Mayıs ayı içerisinde "İzmir'in Mağaraları" adlı projenin video çekimlerini tamamlamıştır.

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 4


S p el eo k ü l t ü r

RÖNESANS HARİKASI FLORANSA'DA GÖZÜME İLİŞEN MAĞARA

"LA GROTTA GRANDE"

Floransa'dayım, şansımıza yağmur yağıyor hemen hemen hergün. Floransa gibi şehirde olduğumuz için yağmura katlanıyoruz ve ıslana ıslana hemen hemen her yerini kısacık 2 güne sığdırmaya çalışıyoruz. Bende akşamları şehiri azami tanımak için elimde “Lonely Planet” kitabı her akşam okuyorum. Sanırım ilk geldiğimiz akşamdı, gene kitap elimde acaba nereyi dolaşsak diye sayfalar arasında, televizyon kanallarını “zap” lıyormuşcasına, dolanıyorum. Bir an “Grotta” kelimesi gözüme çarpıyor. Mağara kelimesi bir anda bütün dikkatimi o bölüme vermemi sağladı bile. Evet bu mağara ile ilgiliydi. Heme yarın oraya gitmeye karar verdim tabii ailem itiraz edemedi çünkü oraya gidene kadar yolumuzun üzerinde zaten tonla gezilecek yer vardı ve fikrimin çok zor değişeceğini biliyorlardı.

Ponte Vecchio. Floransa'nın en eski köprüsü, elimdeki kaynak kitap 1345 yılını gösteriyor. İnanılmaz şirin bir köprü. Tam klasik turistler gibi fotoğraf çeke çeke köprünün iki yanında kurulmuş ufak dükkanlara girip çıkıyoruz. Köprüyü geçmemiz neredeyse bir saate yakın vakit aldı.

Ender Usuloğlu / ASPEG

Köprüyü arkanıza alıp, biraz daha devam ettiğinizde sol tarafınızda genişce meydana bakan devasa bir malikane görürsünüz. Palazzo Pitti. Banker Lucca Pitti tarafından Medici ailesinin ihtişamına karşılık vermek üzere inşa edilen Palazzo Pitti, Banker Lucca'nın varisleri iflas edince Medici'ler tarafından satın almıştır. 1457 yılında inşasına başlanılan bu binadan, bir zamanlar bütün Toscana eyaleti yönetilmiş. Binanın arkasında muhteşem rönesans unsurları taşıyan Boboli diye adlandırılan bahçeler mevcuttur. Halihazırda, içinde birkaç müzeyi barındıran binada dolaşıyoruz. Müthiş sağanak bir yağmur var ama ben ısrarcıyım. Boboli bahçelerinin ve malikanenin sol tarafında “La Grotta Grande” mevcut. Mağaralı bir şey olsun da ne olursa olsun. Mutlaka görmem lazım diyerek, ailemi cafe'ye park edip, yağmurun altında hızlı bir şekilde çeşmeye doğru gidiyorum. Mağara temalı bir bina bana başından ilginç geldi çünkü daha evvelden hiçbir yerde rastlamadım. Kabul, dünyanın her tarafını dolaşmadım ama birçok ülke görmüşlüğüm vardır.

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 5


La Grotta Grande. Haşmetli bir bina. Hangi amaçlı veya kullanımı nedir pek belli olmamakla beraber içinden suların aktığı yerler ve çeşme mevcut. Aslında bina kelimesi biraz yavan kaçıyor, işlevi belirsiz olan bir sanat eseri, anıt var karşımda. Parmaklıklar arasından bakıyorum, maalesef kısmen çeşme işlevselliğini yitirmiş ama gökten inen sicim gibi yağmur bu işlevi çeşmenin dışında almış gibi geldi. Durduğum yerde ıslanıyorum, içerde mağaranın içi ise kupkuru. İronik bir tezatlık.

Elimdeki kaynak kitaba yöneliyorum bana Mikolanjelo'nun “4 tutsak” adlı heykelin kopyasının, Vincenzo de Rossi'nin “Troyalı Helen ve Paris”in, Giambologna'nın “Yıkanan Venüs” heykellerinin burada olduğunu söylüyor.

Bina'nın dışında inanılmaz bir detay çalışma var. Sarkıtların, oluşumların ve heykellerin çerçevelediği giriş gerçekten çok güzel. İçerisi dışardan karanlık olduğu için gözlerimin ayar bakmasını bekliyorum. Evet, işte tam karşıda “Truvalı Helen ve Paris” heykeli var . La Grotta Grande'nin iç duvarları da mağara oluşumları ve neredeyse duvardan çıkıyormuşcasına ama bütünleşmiş heykel rölyefleri var. Tam karşıda Helen ve Paris'in üstündeki kemer tonoz'da mağara (bizim anladığımız anlamda) ortamına uygun olmayan ama iç dekorasyona mantığına uyan manzara resmedilmiş.

Islanıyorum ama değdi.

Bir şey daha dikkatimi çekti. Dünya'nın bir çok mitolojisinde, dininde geleneklerinde artık ne derseniz deyin, inanışlarında “mağara” yer altını temsil eder ve yer altı “ruhlar ve ölüler” alemidir, kötülükler hep oradadır. Bu Avrupa'daki inanışlar için de geçerlidir. Dolayısıyla, böyle bir mağara temalı bir anıt­çeşme gibi bir yapıda farklı unsurları görmek beni şaşırttı. Bunları yazarken Vatikan'a girdiğimde sol tarafta ilerde bir kapı üstündeki iskelet heykeli aklıma geldi.

Tanrı'nın evinde korkuyu temsil eden, tanrı'dan korkmanı isteyen heykel ve rölyefler. Kötülüğü ve yeraltını temsil eden “mağara” çeşmesinde asrımızın en büyük aşıkların heykelleri, güzelliği temsil eden Venüs'ün olması gerçekten ilginçti. Sanırım Rönesans, “aydınlanma” ne derseniz deyin, buydu. Rönesans'ın sadece resim, heykel ve güzel evlerden ibaret olmadığını sanırım daha iyi anladım. Bakış açısının, gözüne ilişenin değişmesiydi.

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 6


Fotoğraflar: Ender Usuloğlu

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 7


İpler, Kayalar ve Mağara

Selin Tezcan

6 Haziran 2011 günlerden pazartesi. Hava güneşli ve açık. Ertan ve onun ASPEG’ten arkadaşları Ender, Hakan, Ali Aytan ile birlikte Kastamonu’ya doğru yola çıkıyoruz. Sadece Ertan’ı tanıyor olduğum için biraz yabancılık çekiyorum. Kafamın içindeki bir takım önyargıları yok sayarak sadece güzel zaman geçirmek ve yeni deneyimler edinmek istiyorum. Biliyorum ki yaşayacak olduklarım her neyse daha önce hiç yaşamadığım şeyler olacak.

olduğundan söz ediyorlardı; ama nedense bir türlü içimi ürperti kaplamıyordu. Korkmam gerek sanırım diye düşünüyordum. Bahsettikleri ayı bir gün karşımda dikilene dek korkmayacağım sanırım; çünkü hayvanlara karşı her zaman “zarar vermediğin ve onun alanına girmediğin ya da onu ürkütmediğin müddetçe zarar görmezsin.” gibi bir düşünceye sahibim. Bu düşünce yabani hayvanlarda ne kadar işler? Onu bilemem.

Safranbolu’dan Sinan’ı aldık ve alışveriş yaptıktan sonra kamp alanına doğru yola çıktık. Yol üstünde jandarmaya uğrayıp kimlik bilgilerini verdik ve ne kadar süre arazide bulunacağımızı bildirdik. Ender yanlış yola sapınca aynı yolu tekrar geri gelerek doğru yola girdik ve dağ yolunda ilerlerken birinin seslenmesiyle herkes solundaki bayırda iki büyük domuz ve onların mutluluk ürünleri olan sekiz dokuz tane de domuzcuğun bayırı tırmandığını gördü. Domuzların koyu kahverengi renkte domuzcukların ise kısmen sarı, genelde açık kahverengi renkte tüyleri vardı. Hepsi de çok güzel görünüyordu. Herkes hayran kalmıştı. Daha önce domuzları sadece belgesellerde görmüşümdür. Peşlerinden gitme isteği ise o anlıktı. Gariptir ki yüz ve ya iki yüz metre ilerdeki virajdan sonra köy evleri vardı. Yani domuzları gördüğümüz alan bir yerleşim yeriydi. Bölgede ayılar

Kamp alanına vardığımızda günbatımıydı. Köylüler yaylaya çıkmamıştı henüz. Biz de fırsattan istifade ahşap evlerden birine hemen yerleşip yemek hazırladık. Daha önce mağaraya girmediğim için mağaraya giremeyeceğimi söylediler. Bu bir eğitim faaliyeti değildi. Ertesi gün sabah herkesin mağaraya gidip benim kampta kalacağım düşüncesi bana kendimi kötü hissettiriyordu. Ali Aytan benim kampta yalnız kalacağımı öğrenince karşı çıktı ve mağara ağzında beklememi istedi. Ender ve Ali Aytan ile birlikte biz önden gittik. Arkamızdan Ertan ve Sinan geldi; fakat Hakan yoktu. Ali Aytan ve Sinan mağaraya girdiler. Biz Hakan’a bakmak için kamp alanına gittik. Hakan’ın yolu kaybetmesi üzerine biz de Ulu yayla mağarasına girmeye ve Ender’in 94 yılında girmiş olduğu mağarada var olan sifonların açılıp açılmadığına bakmaya karar verdik. Aracı yaylada bırakıp devasa ağaçların arasındaki patikalardan mağara ağzına doğru yürüyoruz. Yürürken akan suyun sesini fark etmek insana kendini çok iyi

Yol boyunca sohbet ederek, müzik dinleyerek ve kimi zaman uyuklayarak Zonguldak Karabük’e kadar geldik. Yeşilliklerin içinde yarısı tuğla çimento yarısı ahşaptan yapılmış evleri görünce içimi bir sevinç ile yaklaşıyoruz hissi kapladı. Karadeniz denince aklıma her zaman yemyeşil bir yaylaya serpiştirilmiş ahşap evler, evlerin etrafını genişçe sarmalamış büyük ağaçlar ve onların üzerinde zirveleri görünen dağlar gelir. Moloz yığınlarının arasında yaşadığımız modern dünyanın aksine her şeyin doğal olduğu bir dünya...

Toprak yoldayız. Yaylaya giden yol ormanın içinden geçiyor. Engebeli araziden yavaş ve mümkün olduğunca sarsıntısız gitmeye çalışırken etraftaki kendiliğinden oluşu hayranlıkla izliyorum. Kökü topraktan ayrı yere uzanmış gövdelerin üzerinde bile bitkiler yeşermiş. Ağaçların boyu olabildiğine uzun ve gövdeleri düz. Dallarında seslerini duyduğumuz kuşlar.

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 8


hissettiriyor. Mağara ağzı çok büyük. Bir kayanın üstüne uzandım… devinimin oluşumu, zaman, ortaya çıkmak değil dönüşmek, güzel. Gittikçe küçülmeye başlıyor görüş açım ve sonunda kafa lambam oluyor. Tedirginim… Bastığım yer sağlam mı? Tutunduğum yerden elim kayar mı? Heyecanlıyım… Neyle karşılaşacağım ve sonunda ne hissedeceğim? Onlarla birlikteyim. Yapmam gerekeni doğru yapmam yeterli. İstasyonları kurdular. Ender ve Ertan’dan sonra ipe giriyorum ve yaptıklarımı sakince kendimle konuşur gibi seslendiriyorum, başkasına öğretir gibi. Bu hem yanlış yapmamı engelliyor hem de heyecanımı alıyor. İnişe başlıyorum, ip koruyucuyu geçiyorum, istasyondan istasyona geçiş yapıyorum, bir istasyon daha ve yürüme alanındayım. Travertenleri geçiyoruz, bir sonraki bolta ulaşmak biraz zaman alıyor; çünkü tırmanış için yanlış yerde ısrar ediyoruz. Hakan tırmanışı yaptıktan sonra boltu ve kulağı takıp istasyonu kuruyor ve biz de çıkıyoruz yanına.

Ender sonraki istasyonu kurduktan sonra birer birer indik ilk sifonun arkası ve ikinci sifonun önü olan galeriye. İkinci sifonda değişme yoktu ve sol taraftaki kol da ilerlemiyordu. Orada mola verip bir şeyler yedik. Resmen buharlaşıyorduk. Açık kalan yerlerimizden ellerimiz ve enselerimizden buhar çıkıyordu. Soğuk denilebilecek bir serinlik vardı ve oturdukça soğuğa dönüşüyordu. Havamızı fazla soğutmadan çıkışa geçtik Ertan ve Hakan’ın ardından ben çıkıyordum birinci istasyona kadar rahat çıktım, tabi istasyondaki balkon dedikleri kaya çıkıntısına kafamı çarpıp bir beş saniyelik sersemlik yaşamamı saymazsak. Kaskım olmasaydı kafayı yarmıştım. Bir sonraki istasyona ulaşmak için önümde yanılmıyorsam otuz kırk derecelik eğimli kaygan bir zemin vardı ve ben böyle şeylere pek alışık değildim. Asıl zorlandığım yer burası olmuştu; fakat onu da dizlerimi dayayarak yavaş da olsa geçtim. Zaman aldı; çünkü hem zemin kaygandı hem de el cumarıyla kendimi

çekmeme rağmen ip göğüs cumarımdan ilerlemiyordu ve ben el cumarıyla kendimi çekerken bir elimle de alttaki ipi çekmeye çalışıyordum. Tabi ayaklarımla dengeyi tam olarak sağlayamadığım için de komple bacaklarımı kullanmak zorunda kaldım. Travertenlere basmadan orayı geçip ipe ulaştım ve tırmanmaya başladım. Zevkliydi. Kaygan zemin yoktu. Boş ipte oturmak hoştu. Bir şey gözüme ilişti. Bir de baktım ki yarasa… yalnız, tek ve etrafımda uçuşuyor. O an resmedilesi diye düşünüyorum. Üzerime doğru geliyor yüzüme doğru. İyisi mi diyorum selin sen çık yukarı yoksa bu senin suratına yapışacak. Ne de olsa kör yarasa. Ertan beni yukarıda bekliyor. İp koruyucuya geldiğimde durup bir aşağıya bakıyorum ve Ender’lerin ışığıyla aydınlanan bölgenin aşağıda kalması, geçtiğim kayaların ardının karanlık olmasına neden oluyor. Işık onların hatlarını ortaya çıkarıyor ve büyüleyici görünüyor.

İpten çıktığımda kendimi enerjik, arınmış, rahatlamış hissediyordum. İstasyonları söktükten sonra mağara ağzına geri yürüdük. Hava kararmıştı. Daha gidilecek yolumuz vardı. Yolu bulmak konusunda hiçbir fikrim yoktu. Öndekileri takip ederek ilerliyordum. Mağaraya girmiş olmanın ve yaşadığım duyguların bende yarattığı etkinin dışavurumu olarak aklıma sürekli bir şeyler geliyor ve bunları dile dökmekten kendimi alamıyordum. Kimi zaman bir şarkı kimi zaman bir monolog… Araca ulaşana kadar çenemi tutamadım. Aklıma ne gelirse söylüyordum. Çamurlu giysilerimizi arkaya atıp araca oturunca üzerimde tatlı bir yorgunluk olduğunu fark ettim. Çok iyiydi. İlk mağaraya girişim böyleydi. Ertesi gün Karlık’ta travers geçiş ve sonrasındaki kırklık inişi yaptım. Devam etmeyi gerçekten çok istemiştim; fakat geri dönmem gerekiyordu. İçime oturmadı değil. Mağaracılık kesinlikle kondisyon gerektiren bir iş. Hem bedenini her şeyiyle kullanarak bir mücadele vermek

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 9


hem de riskli olduğu halde aynı zamanda eğlenmek… harika.

Fotoğraflar: Ender Usuloğlu

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 10


Muhteviyatında “Kaybolmak ve Doğada Yön Sormak “ Gülşen Küçükali (ASPEG) Kaybolmak yön bulmak hususunda bi kendimi mal sanırdım. Yıllar geçtikçe doğa sporları yapanların insanlarında bu konuda bi parça mal olduğunu gördüm. Bu beni nasıl mutlu etti bilemezsiniz. Eskiden yaptığım solo kayboluşlar mağaracılıkla ekiple kayboluşa dönüştü. Hatta bazen beraber kaybolduğum ekibe “kız doğru söylüyor oradan gidelim” bile dedirttim. Ve bu zamanlar benim en mutlu anlarımdır. Mecazi anlamlarda kayboluş derin anlamlar içerebilir ama bizim için verdiği “Ahaa şimdi bastonu tuttuk” duygusuyla boşa enerji ve zaman kaybından öteye gitmez. “Hayat yolumun ortasında karanlık bir orman, kaybolmuşken buldum kendimi " diyen Dante gelse bizimle mağaracı olsa “hayat yolumun ortasında karanlık bir orman kaybolmuşken buldum belamı” deyiverirdi. Ormanda, yolda, dağda, kar altında, gece fırtınada kaybolmanın her türlüsünü gördüm dostlar!

Şimdi bana doğada yön bulma bıdı bıdı ları ve navigasyon cihazlarından bahsetmeyin kalbinizi kırarım. Engin kayboluş tecrübelerim içinde deneyimli ekiplerle, gps’li gps’siz değişik kombinasyonlarla hatta en son 3 jps, bir harita, bir de tarifle “kayboluşun nirvana köyünden” geçtim. Öyle bir kırılma noktaları oluyor ki o anda herkes mala bağladığında saniyeler içinde evrende boyut atlarcasına kayboluş yaşanıyor. Mesela sahne şu; karın altında orman içinde bir çarşaktan tırmanan wet suit’li bir ekip. Kanyondan henüz çıktılar. Kar bütün izleri kapatmış. gps sizlere ömür. Hava karamak üzere ekip için tek kurtuluş yolu durmadan yükselmeye çalışmak. Emniyet olarak da süphaneke ve salli­barik.

Başka bir sahne; 4 çeker bir araçta bütün orman yolları dümdüz ediliyor beş kişi, üç jps, bir harita ve bir de yol tarifi bütün değişkenler ve parametrelerden tek bir doğru yol çıkmıyor. Kaos denklemi burada devreye giriyor. Başlangıç noktasında ki hassa değişken; okuduğumuz tabelanın altındaki küçük ok . Oku görmediğimizden ters yönde ilerlememiz. Denklemi çözen gps değil sabah bahçeyi sulamaya çıkan aşağa köyün muhtarı. Hadi üçüncü sahne; Rakım 2500 yer toroslar, mevsim yaz. Köylülerin “mağara şorda” dediği andan itibaren yürüdüğümüz halde dokuz saattir “şordaki mağara” ulaşamamız. Döndüğümüzde bi de köylüden yediğimiz azar cabası “şordaki mağarayı bulamadınız mı? piiii” Ne yapmalı?

Burada insana yatırım. Yatırım olmasa da güven. Pek güvenemesek de elimiz mecbur köylüye ve ormancılara sık sık tarif sormak gerekiyor. Burada doğada yön bulma bilgisinden daha üst sınıf bir yönteme ihtiyacınız var. o da “ doğada yön sorma” “ köylünün ağzından laf alma” “ ikna edip mağaranın ağzına kadar götürme” bilgisi. Garantili bir yöntemdir. Doğru uygulanırsa daima tutar. Yalnız incelikleri var. Unutmamak lazım onlar biz zavallı şehirlilerle aynı uzay­zaman algısında değiller. Onlar için zaman çok daha yavaş akıyor ortada acele edecek hiçbir şey yok! Eğer “mağara şorda”, “bi sigara içimlik mesafede” ,” tepenin arkasında” gibi muğlak tarifler verirlerse anlamalı ki o günü aramakla geçecek. Onların on dakikasını yarım saatle bir saat arasında değerlendirmeli iki saatlik mesafeyi düşünmek bile istemiyorum “yol uzun” derlerse bir kavim olup göç etmemiz gerekecek.

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 11


Tarif alırken kritik etapları göz ardı etmemek lazım.

Dereyi takip edeyim mi? Sağa mı dönem sola mı, yoksa aşağı koyverip gidem mi? Bu tepenin arkasında karşıma ne çıkacak gibi spesifik sorularla tarifi somutlaştırmakta fayda var. Nasıl olsa birinden tarif aldım daha sormama gerek yok gibi bir düşünce bizi mahveder. Mesela görmeden geçilen bir patika köylüye göre bir yoldur . Yol üzerinde tekrar tekrar sormak lazımdır ki hedeften çok uzaklaşmayalım.

Aslında bu yöntemlerin en etkilisi kişiyi ikna edip arabaya bindirmek ve mağaranın ağzına kadar götürmek. Burada şehirde okuduğunuz kişisel gelişim kitapları, insanları etkilemenin bilmem kaçıncı yolu gibi tablet bilgiler işe yaramaz. Güler yüz ve samimiyet işte benim köylümü kalbini kazanacak yegâne anahtar! Birde arabada sarışın bir kız oturursa daha iyi olur. Ağzına kadar pis hırpani mağaracı dolu bir seyahat pek cazip görünmeyebilir.

Fotoğraf: Roxana Roseata

Yer değiştiren mağara değil bizim aklımızdaki bilgiler

Ve görüntüler arada bir kolajcasına karışıyor (yada bi bana mı öyle oluyor bilmiyorum ) en güzeli bir bilene danışmak görüntüyü netlemek toplam enerjiyi koruyup yolda boşa harcanacak enerjiyi mağara içine saklamak. (“enerji” derken pozitif pembe enerji değil bildiğimiz hayvani kinetik enerjiden bahsediyorum) Söz nerden nereye geldi aslında öğretici bir şeyler olsun diye de yazıya başlamadım. Öyle bir niyetim de yok. Zaten siz de beni ciddiye almadınız ama kaybolduğunuzda “Gülşen dediydi” dersiniz. Son olarak; bu yazıyı şu an nerede olduğu hakkında gram fikri olmayanlara ithaf etmek isterim.

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 12


Biliyor muydunuz?

Bucakalan gezisinden benim payıma düşen 97 metre ipi nasıl yıkadım?

1. Ipi tıkıştıra tıkıştıra çamaşır makinesine soktum. 2. Iplerin arasına yarım çay fincanı arap sabunu koydum. Neden arap sabunu?

Deterjanların sentetik malzemelere bir miktar zararı olduğu bilinir. 3. Makineyi önyıkamalı "Hassaslar­ ipekliler"e ve 600 devir/dakika (minimum) santrifuje ayarladım. Neden önyıkama ?

Çünkü önyıkama kısa sürer, ipin dışındaki çamur, henüz ipin içine işlemeye vakit bulmadan çamurlu su boşaltılır. Neden "Hassaslar ipekliler" ?

Çünkü bu programda tambur fazla sağa sola dönmez. ipin dışındaki çamurun, ipin içine işlemeye vakti olmaz) Neden 600 devir dakika ?

Zaten ipin içindeki su sıkılamaz. Ipe de yazık, makineye de, elektriğe de.

4. Makinenin "Başla" düğmesine bastım. 5. Önyıkamanın (arap sabunu ile) bitmesini bekledim. 6. Asıl yıkamaya başladıktan 3­4 dakika sonra (1. durulama), makineyi durdurup "önyıkamalı durulama" ayarına getirdim. Neden durduttum ?

Çamur ipin içine işlemesin diye.

8. Daha sonra bol su ile iki kere haşur huşur duruladı. (2. ve 3. durulama) 9. Baktım 3. durulama suyu halen çamurlu. Bir durulama da benden olsun dedim ve tekrar starta bastım (4. durulama) 10. Baktım ki 4. durulama suyu artık şeffaf, artık yeter dedim. 11. İp yeni alınmış gibi pamuk gibi oldu. Bu mesajı neden yazdım ?

"İpi yıkayacağım diye, dıştaki çamurlar, ipin içine işlemesin diye." Niye işlemesin .? Çünkü çamur dediğimiz mikro ucubeye mikroskop ile bakarsak, kenarları çok keskin olan taş parçacıklarından oluştuğunu görebiliriz. Neden kenarları keskin ?

Çamur su içinde sürüklendiği zaman, sağa sola çarpıp sivri uçları yuvarlaklaşamaz, Neden yuvarlaklaşamaz ?

mikro taş parçacıkları su ile akarken, tam bir yere çarpacakken, su onun yönünü değiştir, sağa sola fazla çarpmadan yoluna devam eder. Çamurun ipe ne zararı var ?

Çamur hem ipi sertleştirir, hem de çamurlu ipi bükürseniz, keskin mikro taş parçacıkları ipin mikro liflerine zarar verir.

Metin Albükrek ( e posta yazışmaları ile ip yıkamanın erdeminden bahsediyor)

7. Makinenin "Başla" düğmesine bastım. Önyıkamalı durulama başlamadan önce, 1. durulamanın suyunu boşaltıldı.,

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 13


Kaya Ağıl Obruğu Özge Kubat (ASPEG) Her şey Ender Abi’nin “sizi mükemmel bir yere götüreceğim, 1.5 saatlik yürüyüş mesafesinde, teşekkür edeceksiniz bana” demesiyle başladı. Kahvaltıdan hemen sonra hazırlanırken Ender Abi ile aramızda: “­Tulum alalım mı?”, “–Yok almayın, terlersiniz.” “–Botlarımızı giyelim mi?”, “­Yok giymeyin, yürüyemezsiniz” şeklinde bir konuşma geçti. Tabi temiz kalpli olan bizler (Metin Albükrek, Ali Aytan, Özge Kubat, Ayşegül Esen) bu konuşmanın altında bir şey aramadı. Hazırlanıp arabaya atladık ve yaklaşık 15 dakika sonra Ender Abi’nin deyimiyle hafif eğimli bir patikayla çıkılabilen 1.5 saatlik yürüyüş mesafesinde olan obruğun bulunduğu köye geldik. Köyden geçerken Ender Abi bir teyzeye: “­Teyze, beni hatırladın mı? Bir kaç sene önce geçmiştim ben buradan kaya ağıl obruğuna gidiyoruz” dedi. Bu teyzeyi dönüş yolunda tekrar karşımıza çıkacağı ve çok can alıcı bir şey söyleyeceği için yazıyorum. Mutlu mesut başladığımız yolculuk 1 saat sonra bir işkenceye dönüşmüştü. Metin Abi neredeyse 15–20 dakikada bir iPhone’una, neredeyiz, ne kadar kalmış diye bakıyordu ve verdiği cevap “­ arkadaşlar yolun 7’de 1’i bitti oluyordu”. Verdiğimiz molanın birinde Ender Abi ile sabah aramızda geçen diyalog aklımıza geldi ve neden tulum ve botları almadığımızı da anlamış olduk.

Bu arada yine molalardan birinde köyden bir ses geldiğini duyduk ve ciddiye almadan yolumuza devam ettik. Tabi rakım yükseldikçe esprilerin kalitesi düşüyordu. Yorgunluktan bittiğimiz bir anda Metin Abi “­burada bir yerde 2­3 saat yatalım sonra arayalım gelsin alsınlar bizi, zaten Ender bize obruğun nasıl olduğunu anlattı, içindeki 40m’lik ağaçlardan bahsetti, biz de, çok güzeldi, büyük bir obruktu ağaçlar dev gibiydi diye anlatırız” dedi. Metin Abi’nin bu

düşüncesi daha sonra, “Bari çantaları bırakalım obruğu görelim gelelim indiniz mi derse indik deriz” olarak değişti. Sayın Ali Aytan ise buna cevaben, “­çantaları bulamayız burada Ender bizi parçalar” dedi. Metin Abi, “­O zaman Ender’i göndeririz arar bulur gece dağın başında” dedi. Bir süre sonra Ali Abi, “­Ben yanlış yerde, yanlış zamanda ve yanlış ekipleyim” diye isyan etmeye başlamıştı. Benim sakin arkadaşım Ayşegül ise artık dayanamayıp: “Ender Abi, hadi Metin Abi ve Ali Abi’ye ders olsun diye yaptın bizim suçumuz neydi” diye o da isyan etmeye başladı. Tırmanırken iki tane dere yatağı gördük birincisinde Metin Abi ve Ali Abi beraber inip baktılar. Döndüklerinde mağara olmadığını söylediler. İkincisinde Ali Abi indi ve “mağara bulursam adını Ali Obruka koyacağım” dedi. Geldiğin de mağara var mıydı diye sorduğumuzda, “­ Ali Obruka doğmadan öldü dedi”. 15­ 20m’de bir verdiğimiz dinlenme molalarının ardından açık bir alana çıktık. Metin Abi fotoğraf makinesini kurup bizi sıraya koydu ve zamanlayıcı ayarlayıp yanımıza gelirken “­yürüyormuş gibi yapın” diyordu. 10 sn 20 saniye derken fotoğraflar çekildi. Yaklaşık bir yarım saat sonra Ender Abinin öve öve bitiremediği obruğa çıkmıştık. Çıktığımızda Ali Abi “­şimdi teşekkür ediyor muyuz Ender’e” dediğinde, ben de “­teşekkür falan etmiyorum, 4 saattir tırmanıyoruz” diye bağırsam da, ayaklarımın ağrısı geçtikten sonra, “güzel yermiş teşekkür etmek gerek” dedim. İyi güzel obruğa çıktık, peki bunun ölçümü nasıl yapılacak? Sağ olsun Metin Abi onu düşündü ve iPhone’unun kronometresini açıp obruğa doğru bağırdı. Ses tekrar duyulduğunda geçen zamanı 330 ile çarparak obruğun genişliğini kabaca hesapladı. Metin Abi bir taraftan bağırıp bir taraftan gelen yankıyla kronometreye basmaya çalışırken, Ali Abi ise “­üç işi aynı anda yapabilir misin” diye sorduğun

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 14


da Metin Abi hem bağırmaya hem kronometreye basmaya hem de ayağıyla ritim tutmaya başlamıştı bile. Hassas ölçüm işlemimiz tamamlandıktan sonra sıra da fotoğraf çekimi vardı (Obruğa inemediğimizi de belirteyim bu arada). Metin Abi çeşitli açılardan obruğun ve bizlerin fotoğrafını çekti.

te...Peki tekrar yapar mısın? diye sorarsanız: Patikanın yerini de öğrendiğime göre yapabilirim…

5 dakikalık bir bekleyişin ardından inişe geçeceğimiz, araya araya zor bulduğumuz patikamıza döneceğimiz sırada Metin Abi’nin, “­fotoğraf makinesine film koymamışım” demesiyle yıkıldık. Arkamı döndüğümde Ali Abi kafasını kayalara vuruyordu. Tabi Metin Abi vazgeçmedi makineye filmi koyduktan sonra Ali Abi’yi yanına çağırıp tekrar poz vermesini istedi. Bu arada Metin Abi bir gün önce de makinede film olduğunu sanıp Bucakalan Mağarası’nda da fotoğraflar çekmişti. Onların da aslında çekilmediğini anlayınca, “­bütün pozlar aklımda herkesi tekrar yukarı çıkartıp fotoğraf çekeceğim” diyince halimize şükrettik. Bu sefer içinde film olan fotoğraf makinesiyle fotoğraf çekildikten sonra inişe geçtik. İnişimiz patikayı bulduğumuz için 1.5 saat sürdü. Köye doğru yürürken Ender Abi’nin konuştuğu teyze, evinin penceresinden çıkıp, “­ben size yanlış yerden gidiyorsunuz, patika orada değil diye bağırdım ama duymadınız” demesiyle, hepimiz bir kez daha yıkıldık. Ali Abi’de, “­teyze bunu söylemeyecektin işte” diyerek hislerimize tercüman oldu. Meğer tırmanırken duyup da umursamadığımız ses kurtarıcının sesiymiş…

Kamp alanına geldiğimizde Ender Abi’ye “­hani 1.5 saatlik yoldu” diye hesap sorduk, O ise, “­ben size patikadan giderseniz 1.5 saatte ulaşırsınız demiştim” dedi. Şu aksiliğe bakın ki bize patikanın yerini söylemeyi unutmuş. Düzenlenen bu etkinlik Ayşegül ve benim için sık sık hatırlayıp Ender Abi’nin kulaklarını çınlatacağımız bir tecrübe oldu. Her ne kadar 5.5 saat yürüsek Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 15


Speleosanat Birbirinden yiğit üç kişi verdiler karar gitmeye, Herkes maytap geçti bu havada gidilir mi diye Kimi dedi ıslanırsınız, kimi dedi göçersiniz Kanmadılar bu sözlere çıktılar yola Vardılar Pınarbaşı’na geçtiler Pazar’a Bindiler bir traktöre yağışlı bir havada. Tangır tungur, patır katır, erdiler Kazla’ya Hemen attılar kendilerini Topmeydanı’na Hayran kaldılar yüzey sularına, havaya, etrafa. Karar verdiler ertesi güne bırakmaya Geç vardılar yola ertesi gün, geç. Kapaklı desen, Çıkrık desen bir içim su diyor. Ama Sorkun, o bir başka, o ne susamış yer Görmemişler hiçbir yerde bu kadar suyu bir arada içeni Ağızları açık kala kala, vardılar Sorkun’un vadisine Ve sandılar ki erdiler fenafillaha Var mıydı acaba fani dünyada cennete daha benzer bir yer, Merak ettiler ve devam ettiler ama yetmedi, döndüler. Karar verdiler ve devam ettiler ama yetmedi, döndüler Karar verdiler ertesi gün erken çıkmaya, O gece vardıklarında köy odalarına. Langırt diye dalan bir hıyara şaşıp kaldılar, Bu ne laubalilik, merak ettiler. Düşündüler biz seyirlik hayvan mıyız deyyu. Ama takmadılar kafalarına, uyudular doya doya. Çıktılar ertesi sabah erken yola Buldular Kuyluç’u sora sora. Bir mağara ki sanırsın kapısına kadar limuzin gider, Bir kapı ki yaraşır Limuzinli şatafata. Çektiler diaları vardılar Eşek Çukuruna. Bir daha dediler, bir daha dediler ve buldular iki mağara daha. Dönerken bir daha vardılar cennet diyarına Bir daha hayran kaldılar, hayıflandılar Yok böyle bir yer kataloglarda valla Dönüş yoluna vardılar anca ulaştılar Kazla’ya Yorgunluktan bitmişlerdi. Ertesi gün vardılar dönüş yoluna Saat beşte çıktılar yola, güya yedide varmaya Nah varırsın sen, sırtında, önünde, her yerdeki o çantalarla, nah ! Bir dere yamacında, üç saat debelendiler Yorulmak nedir bilmediler, bilemezlerdi. Hıyar köylüler vah vah dediler geldiklerinde size iki Saat çeker mi dediler? Olur mu? Kaç diye sorunca afalladılar, dediler ikibuçuk, çok Çok iki saat beşbuçuk saatlik yola ! Vardılar sonunda Pazar’a ertesi gün Pınar’a. Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 16


Dendi ki otobüs yok şaştılar orada. Biçare vardılar Azdava’ya oradan Kastamonu’ya Kaçtı gitti İstanbul otobüsü, yakalayabilirsen yakala. Yetişmedi on Dakka daha. Naapsınlar tek yol Ankara! Oradan vardılar İstanbul’a, bitkin biçare yalnız. O kadar yoruldular amma hiç hayıflanmadılar Birbirlerine güvendiler karanlıkta. Huysuzluk etmediler kötü durumda. Sonunda, Tabii ki deydi tüm olanlara gördükleri GÖREMEYENLERE ya da GÖRÜCEM DEYİP VAZ CAYANLARA SELAM OLA…

Burak Barmanbek (Eski BÜMAK üyesi)

Fotoğraf: Yaman Özakın

Gezi Tarihi: Nisan 1988 Gezi Yeri: Kastamonu Katılanlar: Metin Albükrek Vildan Dinçkök Burak Barmanbek

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 17


Mağaralarda NAH bulursunuz Yöntemi İle Hidrolojik Müşhaadeler Fatih Büyüktopçu (DAUM­KAG) Akarsu, dere vb. yüzey sularının akım miktarlarının ölçümü, su depolama yapılarından olası su kaçaklarının nedenlerinin araştırılması, yeraltısuyu hızı ve yönünün belirlenmesi, suların beslenim ve koruma alanlarının belirlenmesi vb. gibi oldukça geniş bir yelpazeyi kapsayan hidrolojik ve hidrojeolojik çalışmalarda izleme teknikleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Sunulan bu çalışmada: yüzey veya yeraltısuyu izlemesinde kullanılan doğal ve yapay izleyicilerdir. Yüzey ve yeraltısuyu izleme teknikleri hidrolojik ve hidrojeolojik çalışmaların birçok aşamasında kullanılmaktadır. Akarsu, ırmak, dere vb. yüzey sularının akım miktarlarının ölçümünde, barajdan olası su kaçaklarının nere(ler)den olabileceğinin belirlenmesinde, yeraltısuyu hızının hesaplanmasında, yeraltısuyu veya kaynak suyunun beslenim alanının belirlenmesinde, yeraltısuyundaki kirletici kaynağının nedeninin saptanmasında, yeraltısuyu veya kaynak koruma alanlarının sınırlarının çizilmesinde vb. gibi yüzey veya yeraltısuyu hareketini ilgilendiren tüm çalışmalarda izleme teknikleri kullanılmaktadır.

Yüzey veya yeraltısuyu izleme çalışmaları genel olarak dört aşamadan oluşmaktadır. İlk aşama, izleme deneyinin yapılacağı alanda bir ön çalışma yapmaktır. Ön çalışma sırasında: alana izleyici verme (enjekte) ve izleyici gözlem noktalarının belirlenmesi, eğer alanda bu noktalar (kuyu vb.) yoksa izleme deneyi öncesi alandaki eksiklerin saptanarak bu eksikliklerin giderilmesi ve gerekli hazırlıkların yapılması sağlanır. Ön değerlendirme sonrası alanda belirlenen eksikliklerin tamamlanmasından sonra belirlenen noktalardan sistemin (yüzey veya yeraltısuyu) akış yukarısından (memba) izleyicinin verilmesi ikinci

basamağı oluşturmaktadır. Üçüncü aşamada ise, alanda belirlenen ve izleyici verilen noktanın akış aşağısında (mansap) yer alan izleyici gözlem noktalarından su örnekleri alınarak bu su örneklerinde izleyici olup olmadığı ölçülür. İzleme çalışmasının en son aşamasında ise ölçülen izleyici miktarlarının kullanılmasıyla çalışma konusuna göre nicelik (nicel (kantitatif): sayısal hesaplamaya ilişkin) ve/veya nitelikle (nitel (kalitatif): dış görünüş, renk, tat, biçim gibi sayısal olarak deyimlenemeyen ya da ölçülemeyen özellikler) ilgili değerlendirme ve yorumlar gerçekleştirilir. Şeklinde DSİ teknik bülteninin 108.sayısında detayının bulunabileceği ve mağaracılar arasında Şibumi de anlatıldığı gibi basit olduğu düşünülen bu deney aslında hiçte kolay değildir. Öncelikle giren çıkan su , mulinemetre il detaylı hız ölçümleri ve debi hesapları sonunda kullanılacak kimyasal izleyicilerin miktarı belirlenir. Bu 1kg olabileceği gibi 100kg da olabilir. 1kg uraninn fiyatı 250 dolar ila 300 euro arasındaki fiyatlarla satılmaktadır. Yani bu deney ilmi ya da imalat amaçlı bir olay ortada yoksa düşünülmemelidir.

Mağaracılar arasında efsane şu şekildedir. Boya suya atılır her şey yeşil olur. Yeşil boya nereden çıkarsa orası ile bağlantı vardır. Nah vardır…..Ayrıca nah yeşil çıkar. Yeşil renk sadece suya döküldüğünde ilk anda ortaya çıkar. Öncesinde hazırlanan çözelti koyu kırmızıdır.

Akarsuya bırakılan kimyasal kaynak çıkışlarında çok çok nadir olarak yeşil olarak gözlenebilir. Bu ise ancak mesafe kısa ise mümkündür. Genellikle 0,001 mg/lt mertebesinde ya labotuvarda ya da arazide flourometre ile tespit edilir. Bu

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 18


flourometre denen alet veya emsali olabilecek fotolab adlı cihazlar 7.000 ila 15.000 lira arasındaki cihazlardır. Yani 3­ 4km lik bir yer altı akışı olduğu düşünülen bir yerde bir boya deneyinin maliyeti ( elde hiçbir alt yapı yoksa) minimum 7­8 bin liraya mal olacaktır.

Her şeyinizin olduğunu var sayalım. Paranız çok , 1kg boya aldınız ve 600 lirayı bayıldınız. Ya da bir kek buldunuz. Tespit edecek cihazıda en ucuzundan aldınız 6­7000 lirada ona bayıldınız. Penetrasyonun olduğu yerde çözeltiyi suya verdiniz. Kaynak noktasında aldınız. Attığınız saat belli, tespit ettiğiniz saat belli. Ne b…k olacak şimdi? Yoksa saat farkından sistemin uzunluğunu mu hesaplayacaksınız? NAH…….metodunun yanına bulursunuz formülünü klereniz şu olacaktır

NAH BULURSUNUZ’ formülünü bu amaçla kullanabilirsiniz. Eski yöntem izleyici deneyinde kullanılan kimyasalın formülü bile çetrefillidir C20H12O5

Akışlar ya lineer olur ya da türbülanslı. Doğrusal kanal akışında bu mesafe hesaplanır. Fakat türbülanslı akışta nah hesaplanır. Bu durumda NAH metodu size kolaylık sağlayacaktır. Su yeraltında kah havuzlarda durur hız kaybeder, kah dik eğimlerden serbest düşüş yapar , kah boşluklarda birikir dolu savak gibi çalışır. O yüzden yeraltında karstik kanallarda kafasına göre akan suya boya atarak uzunluk hesaplanmaz. Yani bu bir ütopyadır.Bunu becerirseniz size Nobel ödülü verirler. Ha ama amacınız ‘MİLLET BİZ BOYA DENEYİ YAPTIK’ demek ise o başka.

Önce araziyi okumayı öğrenmekte fayda var.

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 19


Fotoğraf: Mesut Şen, Makro Çekim (Kilitli Karabinin Kilidi Üzerindeki Pürüzler)

Fotoğraf: Mesut Şen, Yakın Çekim (Kristal Oluşumlar)

Fotoğraf: Ender Usuloğlu, Yakın Çekim (Sarkıt Oluşumlar)

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 20


Yaşadıklarımız

Bir ve..

Oana gene oldukça neşeli ! İki, o kadar...

Dayanılmaz Zevk

Hay bu kayanın, geçenin...

Kazasız belasız :) Fotoğraflar: Adina Florescu, Roxeana Roseata, Ender Usuloğlu, Selin Tezcan

Makedonya mağara hatırası...Gençlerle -13-16 yaş

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 21


Kilise Düdeni

Özge Kubat (ASPEG)

Kilise Düdeni ilk dikey mağara deneyimimdi. İtiraf etmek gerekirse ilk 10m’yi inerken bile korktum. Eğitim aldığımız 15m’lik tırmanma duvarıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. İpte kendimi, “10m’yi inerken bile korkuyorum ­110’ a nasıl ineceğim” diye söylenirken buldum. Bende ki problem indiğim yere bakmaktan korkmamdı. Zaten Sait Hoca, isimlerimizi sürekli karıştıran değerli eğitmenimiz Sinan’a: “Aşağı inerken yere bakamayan Özge, ipte artistik hareketler yapan Ayşegül” diye hatırlatmıştı. İlk 10m’yi indikten sonra yatayda biraz yürüdük ve 20m’lik bir inişe geldik. Bilmiyorum Sinan ve Sait hoca korktuğumu anladılar mı ama benim bacaklarımın titrediği kesindi. Bu 20m’yi neredeyse sorunsuz indim fakat diğer 20m’de Sinan’ın “oturarak geçilen istasyon” diye tabir ettiği yerde bayaaaa zorlandım. O bölümün inişi ayrı bir dert çıkışı ayrı bir dert oldu benim için. Zaten bu bölümde korktuğum için son 60m’lik inişe maalesef hak kazanamadım. Yani ilk dikey mağara tecrübemde 50 m inebildim. Bu bile benim için bir başarı sayılırdı. Bunu da ASPEG’deki profesyonel mağaracılarla yapmak ayrıca güven vericiydi. Kalan 60m’yi ise Sinan ve Sait Hoca inerken ben kenarda onları izledim hatta dinledim desem daha doğru olur. Çünkü onlar şarkı söyledikçe sesleri mağara duvarlarında yankılanıyordu. Kaçıncı metre de olduklarını bilmiyorum ama bir ara Sinan: Aşağıda kumsal var Özge burası süper diye bağırıyordu. Yaklaşık bir yarım saat sonra Sait Hoca döşemeyi toplamaya başladı ve hepimiz çıkışa geçtik. Zorlandığım 20m’lik çıkışın yaklaşık bir 15m’sine geldiğimde, benim burada ne işim var, diye kendime sordum. Bu soruyu tırmanma duvarında da sordum kendime ama bir cevap alamadım. Neden mağaracılık diye kimse sormasın, çünkü neden başladığımın ve neden devam ettireceğimin bir nedeni yok. Belki de bölümden bir hocamın

dediği gibi insanoğlu özüne dönmeye başlıyordur.

Eğitmenimiz Sinan’a sabrından dolayı Sait Hoca’ya ise mağarada beni sakinleştirmeye çalışmasından dolayı çok teşekkür ederim… Tabi bize SRT setlerini gönderen Ender Abi’yi de unutmamak lazım.

Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 22


Cadı Kazanı Sayı 18 (Mayıs­Haziran 2011) sayfa 23


ABSTRACTS Speleoculture

page 4

In this issue, the author explains the interesting "La Grande Grotte" cave building and fountain in Florence. The spectacular facade and ornaments and statues of Helen and Paris, the love and glamour which is very condiratictory of what the underground and caves resembles in almost every belief. Ropes, Rocks and Cave

page 8

New comer and candidate to be a caver, Selin Tezcan, explains her first experience with caving and ASPEG during Karlık Cave expedition. Together with ASPEG group, she went down to Uluyayla Sinkhole and discover the beyond sifons. A fun memoire to read. Get Lost in Nature

page 11

Gülşen with her cunning and funny style writes about getting lost and trying finding caves and get back to track in case you lost your way in Turkey especially when you are caving. She offers solutions with style. Did You Know?

page 13

Our dear old friend Metin explains in details the art of cleaning rope with laundry machine. Be careful don't put usual cleaners ! Kayaağıl Doline

page 14

During Bucakalan expedition, a group of cavers; Metin Albükrek, Ali Aytan, Özge Kubat and Ayşegül Esen, went to Kayaağıl Doline, the biggest (as far as we know) in Turkey. It has huge dimensions 200 m by 400 m by 100 m depth but to get there is the trickest part. With difficult terrain, our new cavers faced lot of challenges. Speleoart

page 16

Burak Barmanbek, a old caver friend whom still actively caving wrote one report about the expedition (surface and cave research) in 1988 with poetic style. It is interesting to read this report dating from BÜMAK. An Article About How Not To Do Hydrojeological Studies in Caves page 18

Fatih Büyüktopçu wrote an article about not to fool ourselves with hydrojeological studies especially dye tests if you really don't know what your are doing, He also gives us the finger if you attempt such test before we know how to read the terrain. Our Lives

page 20

Collection of some photos from may and june expeditions and trips. Kilise Düdeni

page 21

Özge Kubat, our new caver also wrote about her first vertical cave, Kilise.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.