Sayı 7
Temmuz Ağustos 2009
Mağaracılık E bülteni
Biz Neye Ġnanırız !- Barbaros Acartürk 4 Karanlığı Fotoğraflamak II- Chris Howes 5 YeĢilgöz- Fatih ġen 8 Sel Geliyor !- Nuray ġahin 10 Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve SarhoĢluk- Nafi Onur 13
The Spelunkers Code- James Daniel Cowley 16 MeĢrutiyet Yolunda Diz ÇökmüĢ Bir AraĢtırmacı- Mehmet Sait Taylan 17 Ġki Romen’le Ġki Gece- Sinan Poyraz 19
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
Bu sayıda
Bülten ekibinden... Cadı Kazanı, her sayısında değiĢik tasarım ve konularla karĢınıza çıkmaya devam ediyor. Bunun nedeni geliĢim ve ilerleme arayıĢımız. Bu ve bundan sonraki sayılarımızda da tüm mağaracılık camiasındaki dernek ve kulüplerin etkinliklerini güncel bir Ģekilde yer vermeyi düĢündük. Amacımız, mağaracılık ile ilgili her türlü yazının bilginin veya sanatın paylaĢılabildiği bir ortam yaratabilmek. Bu ortam ancak ve ancak tüm mağaracıların aktif katılımlarıyla gerçekleĢebilir. Tüm mağaracılık camiasındaki insanların bilgisini, üretimini ve deneyimini paylaĢmak ve yaymak bunu yaparken de keyifli bir ortam hazırlamak hedefimiz.
Gezi ve Etkinliklerden Kısa Kısa ......... 3 Biz Neye Ġnanırız ......... 4 Speleokültür-Karanlığı Fotoğraflamak II ......... 5 YeĢilgöz ......... 8 Sel Geliyor ! ........ 10 Bilgi Kırıntıları ........ 12 Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve SarhoĢluk ........ 13 Biliyor muydunuz? ........ 15 Speleosanat ........ 16
Cadı Kazanı mağaracılıkla ilgili her türlü paylaĢıma açık, yeter ki bize ulaĢın. Kısacası siz yeter ki üretin, biz burada yayınlamaya hazırız.
MeĢrutiyet Yolunda Diz ÇökmüĢ Bir AraĢtırmacı.17
Bu sayıda: EGEMAK yönetimine Nafi Onur’un güzel yazısını yayınlamamıza izin verdiği için teĢekkür ederiz.
YaĢadıklarımız ........ 21
Ġki Romen’le Ġki Gece ........ 19
Zevkli okumalar dileğiyle,
Bülten Ekibi
Katkıda Bulunanlar
Gülşen Küçükali (Gezi/Etkinliklerden kısa kısa, Yaşadıklarımız, Son Okuma)
Ön Kapak Fotoğrafı: Ali Ethem Keskin
Ender Usuloğlu (Mizanpaj, Speleosanat, Son Okuma)
Arka Kapak Fotoğrafı: Sami Ayhan Yazılar: Barbaros Acartürk, James Daniel Cawley, Nafi Onur, Sinan Poyraz, Nuray Ada Şahin, Mehmet Sait Taylan, Ender Usuloğlu
ASPEG Anadolu Speleoloji Grubu www.aspeg-tr.org © Tüm hakları saklıdır. Bülten içeriği kaynak belirtmek Ģartıyla ticari olmayan amaçlarla kullanılabilir.
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
2
Geziler ve Etkinliklerden Kısa kısa... DEUMAK /ĠZMAD-ÖdemiĢ Subatanı Ağustos ayında düzenlenen gezide düden incelendi. ASPEG-Düdenyayla Kampı 7-17 Ağustos tarihleri arasında Düdenyayla Mağarası’nda ölçülmemiĢ kolların araĢtırmasını yapmak ve yeni mağaralar tespit etmek üzere gezi düzenlendi. (Sağ orta foto: GülĢen Küçükali) ITUMAK/BUMAK-Mersin Gülnar Ağustos ayı içerisinde Gülnar Bölgesi’ne yapılan gezi-
Bulunan 27 adet mağara araĢtırılmıĢ ve haritalandırılmıĢtır. ASPEG-Soğucak Mağarası 10-12 temmuz tarihleri arasında bir gezi daha yaparak mağaranın ölçümünü 668 metreye kadar ilerletti. (Sağ üst Foto: Murat ġahin) ASPEG-Marmara Adası 10-12 Temmuz tarihlerinde ASPEG 3 mağarayı ölçtü ve haritaladı.
de bölgedeki mağaralar incelendi. BUMAD-Kırklareli Biyosfer Projesi Ağustos ayı içerisinde Biyosfer projesi kapsamında Sergen, Balkaya ve Demirköy civarındaki yeni mağaraları keĢfetti ve biyolojik numuneler toplandı. Detaylı bilgi için: http:// bilimadamlarinizmagaradanbildiriyor.blogspot.com/20 09/08/15-16-agustos-yeniden-demirkoy.html ASPEG-Kurtarma Eğitimleri ASPEG üyeleri ilk kurtarma eğitimini endüstriyel dağcı Serkan beyin rehberliğinde Boğaziçi Üniversitesi’nde aldı.(Sağ alt foto: GülĢen Küçükali) ASPEG/MADAG-MaraĢ Dağları MaraĢ'ın 60 km kuzeyinde dokuz gün boyunca araĢtırma çalıĢmaları yapan Aspeg ve Madag üyeleri bir yandan YeĢilgöz Obruğu'nun dibindeki mağaraya dalıĢ yaparken, diğer yandan da bu obruktan 800 metre yukarıda, KeĢ Dağı üstündeki düdende ilerledi. bulduğu ve araĢtırdığı yedi mağaraya ilave olarak Döngel Kurucaova bölgesinde 11 mağara daha buldu. BUMAD-Kırklareli Biyosfer Projesi Temmuz ayı içerisinde Biyosfer projesi kapsamında Sivriler ve Ballıkaya’ya araĢtırma gezisi düzenlediler. Detaylı bilgi için: http:// bilimadamlarinizmagaradanbildiriyor.blogspot.com/20 09/07/17-18-temmuz-sivriler-ve-balkaya.html DEUMAK/ĠZMAD-Toroslar BSU Kampı sonrasında Ekip tam 2 hafta Toros’larda mağara keĢif ve arazi tarama gezisi yaptı. DAUM-KAG-Bolkarlar Bolkarlar’da gerçekleĢtirilen gezide hem yüzey araĢtırması hem de bulunan mağaralar araĢtırılmıĢtır. Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
3
Biz Neye İnanırız ! Barbaros Acartürk (ASPEG)
Ω Uzaklardan çağıran „‟karanlık yolculuğa‟‟ inanırız biz, dünyanın kalanı umurumuzda olmadan. Ω Dev binaların gölgesinde miskinleĢmiĢ insanlara inat, mağaralarda arıza çıkarmaya inanırız, ait olmadığımız dünyaları zorlamaya… Ω Bazılarınız zirveye inanırken, hepimiz aĢağıda yaĢananlara sıkı sıkı bağlanmaya… Ω Biz derine ve mutlak karanlığa inanırız, iliklerimize iĢleyen soğuğa. Ω Biz, çamura inanırız, „‟nem‟‟e ve „guano‟‟ya. Zamanın durduğu koridorlara dalarken aydınlığı arkamızda bırakmaya. Ω Biz karanlıkta dans eden „‟karpit ıĢığına‟‟ inanırız ve bunu sadece mağaracının anladığına. Ω Biz dev kayalıklara, sonsuz derinliklere baĢ kaldırırken, yalnızca „‟daralların‟‟ önünde eğiliriz. Ω Biz kırmızı giymeye inanırız içimizdeki ateĢi göstersin diye. Ω Biz insanlığın kendini yok etmeye doğru sürüklediğine inanırız ve onlarla birlikte olmayacağımıza. Ω Biz, günlerce süren kamplarda bedenimizin isyanına inanırız. Ω Biz, karanlık maceralara ve gecenin siyahında parıldayan kamp ateĢine inanırız. Her kovuğun ardındaki sonsuzluğu keĢfetmeye. Ω Biz derinlerde gürüldeyen Ģelalelere, damla sesleriyle yankılanan „‟galerilere‟‟ inanırız. Son istasyonda parlayan „‟karabin‟‟e, çamurlu ipe ve ısınan „‟desandör‟‟e inanırız. Ω Biz bilinmezlik ve ürküten sessizliğin ortasında, kuĢamımızın söylediği Ģarkıya eĢlik etsin diye çekicimizle duvarları dövmeye inanırız. Ω Biz, her insanın hayatını kendi eliyle Ģekillendirdiğine inanırız ve hayatı inanılmaz bir serüvene çevirebileceğimize. Ω Kimseler anlamasa da; biz, derinlere giden istasyonlardan süzülürken aldığımız hazza inanırız. Ω Biz yarasaya inanırız ve karanlıkta ıĢıldayan kristallere..!
Biz Mağaracıyız !
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
4
Speleo Speleo--Kültür KARANLIĞI FOTOĞRAFLAMAK (YERALTI VE IġIKLI FOTOĞRAF ÇEKMENĠN TARĠHÇESĠ II) Chris HOWES
BIRAKINIZ IġIK OLSUN Gaspard Felix Tournachon 1820’de Paris’te doğmuĢ, Lyon’da eczacılık okumuĢ, gençliğini yaĢamıĢ ve 22 yaĢında tekrar Paris’e dönmüĢtür. Söz yazarı ve gazeteci olarak, değiĢik bir stil geliĢtirmiĢ ve dergilere karikatür sağlamıĢtır. AĢağılayan ve saldırgan karikatürlerle kendine bir sürü takma ad kazandı. Ona, ―Tourne a dard‖, acılı sokan denirdi. Bu takma ada ısınarak, kısaca kendisine ―Nadar‖ denmeye baĢlanmıĢ ve Felix Nadar ortaya çıkmıĢtı.
tiyatro ve opera evlerinde ―bunsen‖ yanıcıları kullanılmıĢtır. Bazıları, birçok mil uzayan borulara sahipti. Opera evlerinde gaz yanıcılar kullanılmaya baĢlarken, fotoğraf stüdyolarında da kullanılmaya baĢlanmıĢtı ama verdiği ıĢık hem yetersiz hem de güvenli değildi.
Ġkinci alternatif, kireç ıĢığı ya da diğer adı ile kalsiyum ıĢığıydı. Sir Galsworthy Guerney tarafından keĢfedilmiĢ , 1825 yılında Ġrlanda’da arazi haritalama bölümünde çalıĢan genç Thomas Drummond tarafından geliĢtirmiĢ ve kullanılmıĢtır. Büyük uğraĢlardan sonra Drummond, Guerney’in ıĢığını kullanmaya baĢlamıĢtır. Karikatürlerini üretebilmek için daguerre stili fotoğrafIĢık, beyaz ve kuvvetli bir Ģekilde kalsiyum karbonat’ın lar çekiyordu ama yavaĢ yavaĢ fotoğraf çekmek ilgisini yüksek ısılarda ısıtılmasıyla elde edilmiĢ ve bir yansıtıcı çekti ve 1852 yılında abisinin stüdyosuna taĢındı ve ile kullanılmıĢtır. Yüksek derecede ısı elde etmek için karikatürü bıraktı. alkol kullanılmıĢtır. DıĢavurumu fazla olan Felix Nadar, aynı zamanda baDrummond, buluĢuna artık ―drummond‖ ıĢığı deniliyorlonculukla da uğraĢıyordu. Sırf ilgi çeksin diye Paris du, daha çok deniz fenerlerinde kullanılır diye düĢünücaddeleri üzerinde balonla dolaĢırdı. 1858 yılında yine yordu. Gereken oksijen (yanma için) miktarı düĢünülböyle bir dolaĢımda, tarihte ilk defa havadan fotoğraf düğünde bunun zor olacağını düĢündü ve ıĢığının kulçeken oldu. Daha sonra bu fikri, havadan fotoğraf çelanılması için tiyatrolara döndü. Tiyatrolar ilk defa spot kerek harita ve arazi analizleri çıkartma fikrine dönüĢıĢıkları ile tanıĢtı ve ―in the limelight‖, ―ıĢıklar altında‖ türüp patentledi. Havadan daguerre stili fotoğraf çedeyimi ilk buradan çıktı. Guerney madalyon ile ödülkerek basında bir hayli ilgi gördü. lendirildi. Sanatkarlarla fotoğrafçılar arasındaki rekabet henüz bitmemiĢti. Honore Daumier adlı bir sanatkar, Nadar’la ―fotoğrafı sanatın seviyesine yükseltiyor‖ diyerek havadan fotoğraf çekmekle dalga geçmiĢti. 1860 yılına doğru Nadar, teknolojiyi takip ederek yaĢ levha stiline geçmiĢti. Daha çok portre fotoğrafı çekmekle beraber, kendisi günıĢıklı veya ıĢıksız fotoğraf çekmek istiyordu. Aynı zamanda, yapay ıĢığı bulanın çekme süresini azaltacağını ve dolayısıyla daha fazla portre fotoğraf çekip daha fazla para kazanabileceğini biliyordu. En azından, günıĢığını ikame etmese bile yapay ıĢık, fotoğraf çektirmek için resmen boyundurukla baĢları sabitlenen ve uzun pozdan dolayı gözleri yaĢaran müĢterileri memnun edecekti. 1850’lere kadar birçok yapay ıĢık olmakla beraber en çok kullanılan kömür gazıdır. 1807’den beri Londra’nın sokaklarının aydınlatılmasında kullanılmıĢtır. DıĢarıdaki aydınlatmanın yanı sıra, binaların içinde özellikle Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
1830’a doğru, alkol, hidrojen gazı ile ikame olmuĢtu, oksijenle yanıyor ve daha parlak bir ıĢık veriyordu. Bununlar beraber, bazı stüdyolar bu sistemi kullanırken, hidrojenle oksijeni beraber yakan alet hem pahalı hem de hantaldı. Ayrıca bir portre fotoğrafı çekmek için bayağı bir zaman harcanıyordu. Bu minvalde, Londra’dan John Moule, günıĢığına ihtiyaç kalmadan fotoğraf çekebilmek için alternatif ıĢık yaratma peĢindeydi. ġubat 1857’de, fotojen adını verdiği pyroteknik adlı bir kimyasal karıĢımı patentledi. Bu nitrat, sülfür ve antimün sülfür kimyasallarının karıĢımı idi. Bu karıĢım, mavi-beyaz parlak ıĢık veriyordu ve bu ıĢığa, ―Bengal ıĢığı‖ veya ―Bengal ateĢi‖ deniyordu. Aslında bu isim Moule’dan çok evvel kullanılıyordu ve 1812’de fizikçi Seebeck, Bengal ıĢığının parlak ıĢık verdiğini ve sülfür dioksit ve nitrojenle beraber sıkıĢtırıldığında patladığını bulmuĢtu. 1854 yılında, portre
5
fotoğraf çekim patentini alırken, Fransız Gaudin ve Delamarre, Bengal ıĢığından bahsetmiĢlerdi. Bununla beraber, Bengal ıĢığı, yeraltında aydınlatmada kullanılıyordu. Blue John mağarasında ve Mammoth mağaralarında, rehberler aydınlatmada bu ıĢığı kullanıyorlardı. Moule genelde Bengal ıĢığı ile iliĢkendiriliyorsa da bu kimyasalların kullanımından değil fotoğrafçılık alanında ―fotojen‖ adı altında aldığı patentten dolayıdır. En azından kısa bir sürede olsa, Bengal ıĢığının fotoğrafçılık da kullanımından Moule sorumludur. Hem ucuz hem de yaĢ levhaların hassas olduğu mavi ıĢıktan bolca vermekteydi. Yanmadan kaynaklanan duman, yukarıdaki borularla dıĢarı veriliyor ve yanmayla verilen ıĢıkla, çekim süresi dakikalardan saniyelere düĢmüĢtü. Kullanılan büyük mavi camlar, müĢteriyi ısıdan koruyor ve ıĢığı hafif yumuĢatıyordu.
Bu pilleri kullanmak çok pahalı idi çünkü kullanıldıkça bitiyorlardı ve problem sadece bir adet yay ıĢığı üretebilmek için birçok pil kullanılmak zorunda kalınmasından dolayı artıyordu. Yay ıĢıkları, doğası gereği, ya yüksek voltaj düĢük akım veya düĢük voltaj yüksek akım kullanıyordu. Daniell Cell ve Bunsen pilleri sadece düĢük voltaj ürettikleri için sonuncu seçenek ancak 19.yüzyılın ortalarına doğru fotoğrafçıların hizmetine sunulmuĢtu. 1879 yılına kadar yüksek voltaj, düĢük akım için Thomas Edison’un patentlerinden birini bekleyeceklerdi. Sonuç olarak büyük miktarlarda üst üste yığılan piller çabucak bittiği için hemen yenilenmek zorundaydı.
Bütün bu dezavantajlara rağmen Nadar kendi adamlarını kullanarak yay ıĢığını stüdyo’da kullanmaya ve denemelere baĢlamıĢtı. Ġlk denemelerde, insanların yüzleri beyaz, göz avurtları simsiyah çıkıyordu, sanki ölümlülerin karikatürü gibiydi. Denemelerde birbirine belli mesafede tutulan karbonların 1858 yılında Moule cam üzerine, akĢam yapay ıĢıkla azaldıkça hep aynı mesafede tutacak bir metot geçekilmiĢ ve çerçevelenmiĢ ucuz fotoğrafları (bu foliĢtirdi. Çok dik gelen ıĢığı denemelerden sonra betoğraflara ambrotip deniliyordu) sergiliyordu. Bir yaz bir kumaĢ ile yumuĢatarak ve birkaç tane yananda meĢhur olmuĢ ve bu yenilik birçok insanı çek- sıtıcı kullanarak, 4 ġubat 1861 yılında, yapay ıĢıkla miĢti. Yine de, çekilen fotoğraflarda ıĢık direk geldi- fotoğraf çekimini patentledi. 1862 yılında hem neği için karanlık bölgeler çok karanlık, aydınlık yerler gatif hem de pozitif olarak çektiği ―el‖ temalı elektise yanık, beyaz çıkıyordu. Mavi camlar ve daha bir- rik yardımı ile çekilen mükemmel fotoğraflarından çok yöntemle ıĢık yumuĢatılmaya çalıĢılmakla bera- dolayı Londra’da madalyon ile ödüllendirildi. ber, görüntüler çok kaliteli çıkmıyordu. Bununla bir1861 yılında patentini aldığı zamanda, herkesçe talikte, ambrotip denilen fotoğraflar oldukça tutulnınmasının yardımı ile yeni bir projeye baĢladı. YamuĢ sadece Londra’da 1860 kıĢında 30,000 adet zar Honore de Balzac’ın ―Ölü atları yiyen fareler‖ satılmıĢtı. hikayesi’nin resitali için Paris’in lağım ve yeraltı meNadar tarafından tabii ki Bengal ateĢi kullanılıyordu. zarlıklarının kullanılmasına izin verilmiĢti. Gazeteci Herhalde Paris’te kimyasal karıĢımı bolca bulacak ve karikatüristken zaten Balzac ile tanıĢan Nadar, bir ortam yoktu. Neyse ki, Nadar’ın Paris’te kullana- bu hikayeyi gazetede gördüğünde, havadan fotoğbileceği bir seçenek daha vardı: Elektrik. raf çekmekten sonraki ikinci büyük fırsatı yakalamıĢtı. Yeryüzünün üstünde fotoğraf çekmiĢ bir kiĢi Elektrik ile fotoğraf çekmek 1851 yılından beridir neden yeraltında ilk fotoğrafı çekmesin ki? Zaten vardı. Ġki karbon telin arasında belli bir mesafede herkesçe tanınan Nadar, bunu baĢarırsa ünlü olmatutularak kıvılcım oluĢturuluyor ve karbon ısınıp yı perçinlemiĢ olacaktı. parlıyordu. Parlayan bu ıĢık, belli bir yansıtıcılarla, hüzme haline getirilip imgeyi aydınlatıyordu. Nadar kısa zamanda ―yay ıĢığı‖ denilen elektrikteki problemi buldu, güç kaynağı. Fotoğrafta kullanılan elektrik için ana güç kaynağı pillerdi. Pillerin geliĢimi ile ilgili araĢtırmalar henüz baĢlangıç seviyesindeydi ama piyasada birkaç değiĢik tip vardı. Bunlardan en bilineni, Daniell cell ve Bunsen pilleriydi. Bu pillerin yapımında, kademeli olarak karbon ve çinko kullanılmıĢtı.
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
Kararını vermiĢti, Paris’in yeraltı mezarlığını seçti bu iĢi yapmak için. Ġlk adım olarak yer altı mezarlığına girebilmek için izin alması gerekiyordu ve 1861 yılının sonuna doğru izni aldı. Yetkililerinde iĢine geldi bu çünkü çekilecek fotoğraflarla ölülerin sayımlarını daha düzgün yapabilirlerdi. Aralık 1861’e doğru bütün iĢini ve aletleri organize etti Nadar. BaĢlangıçta, 50 adet Bunsen pilleri Nadar’ın stüdyosundan mezarlığa kadar, kamera, üçayak ve yay ıĢığı aletinin
6
Nadar’a yaklaĢık onsekiz dakikalık bir süre vermiĢti ki bu da Nadar’a yetiyordu. Daha evvelden yaptığı denemelerle, en iyi açılı ıĢık geliĢlerini bulmuĢtu. Yenilgi, baĢarıya dönmüĢtü. Nadar, gerçek çalıĢanlarla fotoğraf çekmek istiyordu ama onsekiz dakikalık pozlama süresi ve tek ıĢık kaynağı ile bu imkansıza yakındı. Kimse o kadar süre kıpırdamadan duramazdı. Aynı zamanda, bir insan pozu, fotoğrafa ölçek katacak sadece kemiklerin bulunduğu bir fotoğraftan daha güçlü olacaktı. Sonunda bu problemi de çözmek için, manken kullanmaya karar verdi. GiydirilmiĢ, oturan, ayakta duran, çalıĢan gibi poz veren modeller bu iĢ için idealdiler. IĢıklandırma altında, sonuç oldukça etkileyiciydi. IĢığı biraz yumuĢattıktan sonra, kemiklerin önünde mankenler gerçek çalıĢanlar gibi çıkmıĢtı. Fotoğrafları çekerken, piller bayağı bir tehlike arz etti. Zehirli gazlardan yardımcıları ve kendisi oldukça etkilendi ama yaklaĢık 20 adet gayet iyi negatif elde etmiĢti. ―yeraltı, yerüstünden altta kalmayacak Ģekilde sonsuz olanaklar tanıyor bizlere. Bizler, yeraltına ve mağaralara gizemlerini ortaya çıkarmak için gideceğiz‖ sözleri ile ondan sonra gelecek birçok fotoğrafçının özünü yakalamıĢtı.
Manken iĢçi kemik dolu vagonu iterken. Nadar’ın çektiği fotoğraflardan biri. Yıl 1861
Derleyen, tercüme eden: Ender Usuloğlu Fotoğraflar ve Kaynakça: ―The Photograph Darkness: The History of Underground and Flash Photography‖ Chris Howes, 324 sayfa, 1989, Yayımcı Alan Sutton Publishing, Gloucester, Ġngiltere
Felix Nadar
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
7
Yeşilgöz Fatih ġen (MADAG)
''Ey söyle yeĢil gözlüm! Ne var güzel gözlerinin ardında? Ġznin var mı? Baksam derinliklerine... Anlasam seni! Öğrensem. Ġçinde gizlediklerini‖ KıĢın ortasında yaptığımız dalıĢların ardından kemiklerimiz ısınmıĢ, bu günlerin geliĢini iple çekiyorduk. Madag yine hazırdı. Bu seferki etkinlik için Volkan, Koray, Ali ve Doruk da bize katılmıĢtı. Orhan süper motive, Hande ise hafiften gaz durumlarındaydı. Baha, taĢeron dalgıç olarak hizmete hazırdı. ―Vira demir, pupa yelken‖ düĢtük MaraĢ yoluna. Kıç düzleĢtiren bir yolculuğun ardından, sabahın ilk ıĢıkları ile hasretle yine kucaklaĢtık. ġöyle bir etrafında dönüp acep aĢağıda durumlar nedir? KıĢtakinden daha ileriye gidebilecek miyiz? Görüntü aĢağıda nasıl? Fotoğraf çekebilecek miyiz? Diye koyuldum düĢünmeye. Ardından baĢladık hummalı bir hazırlığa. Öğlene doğru ilk dalıĢımızı yaptık . Vauv! Güzel bir görüĢ mesafesi var, 8-10m. Bir mağara mı var? Ġki mağara mı? Ağız büyüklüğü ne kadar ? ġelale hala durur mu yerinde? Ve nerede? Gibi soruların cevaplarını verecek gibi duruyordu YeĢil Gözlü.
mizden ve hattın geri kalanından bir iz yoktu. Yukarı çıkan koldan daha çok su geliyor ve sanki içine süt katmıĢlar gibi hafif bulanık akıyordu üstümüze. Girmeyi denedim, sığamadım. Sonra, aĢağı inen kolu zorladım. Biraz taĢ temizledim, kazı yaptım. Malum cüsse büyük pasaj dar! Kafamı, sağ kolumu ve fenerimi ancak sokabildiğim aralıktan aĢağıya baktığımda ne göreyim. Canım pasaj dere taĢları ile dolmuĢ ve açıklık o kadar azalmıĢtı ki, ağladım desem yeridir. Derinlik 45-46m civarı ve uymamız gereken üçte bir kuralı gereği dönmemiz gerekiyordu. Ah çekerek çıktık Volkan ile. Güvenlik durağımızı yaparken biraz gezindiğimizde, kıĢın göremediğimiz konu bütünlüğüne artık sahiptik. Sıradaki dalıĢlarımızı buna göre planlamaya baĢladık. Fazla değil dört günümüz vardı ve haritalama için ölçüm. Belgeleme için de fotoğraf ve video görüntüleri almamız gerekiyordu. Ġlk günün ardından yolunda gitmeyen bir Ģeyler vardı. Su bulanıyor, aĢağıda iĢ yapmamızı zorlaĢtırıyor ve motivasyonumuzu bozuyordu. Suyun durulması için beklemekten baĢka bir Ģey yapamazdık.
Günde iki dalıĢtan tek dalıĢa düĢmüĢ ve ister istemez araĢtırma kampı ortamından, keyif kampı ortamına doğru tatlı bir kayıĢ göstermekteydik. Bir kadeh soğuk rakı kıvamında bize bakan bu göz karĢısında biz de teselliyi, kasap kebaplarının yanında tabii ki anasondan olma arpadan bozma güzelliklerde buluyorduk. Biraz malzemeler ile oynuyorduk. Gırtlağından aĢağıya doğru süzülürken sanki kulağı- Yapılacak baĢka bir Ģey varsa da onu yapıyor ve yimızın dibinde çalıĢan bir kamyon sesi duyduk. ġela- ne dalmaya çalıĢıyorduk. Orhan ve Hande'nin çıktığı dalıĢı hatırlıyorum. Ölçümleri yazdığı tahtadaki notlenin sesi öylesine artmıĢtı ki, damarlarımızda yüklar, sağ sıfır, sol sıfır, alt 30cm ,tavan yok gibi notselen adrenalin; soğuk su ve derinlikle ''hafif hoĢ lar ile doluydu. Orhan’la çok dalga geçsek de malzeolmuĢtum'' desem, yeridir. Dibe vardığımızda Volkan ile ilginç Ģeyler gördük. DöĢediğimiz hattan geri- me ortadaydı. Adam ne yapsın görüĢ mesafesi sıfırdı. Orhan, Koray ve Ali Yamaç yaptıkları espriler ile ye kalanlar, bir tahta parçasına sarılan dikiĢ ipleri günlerimize anlam katıyordu. gibi duruyordu, kütük parçasının üstünde. Mağaranın dibi yaklaĢık bir metre yükselmiĢti. ElemgeleriO, kocaman ağzının kenarında, bir kürdan tutarmıĢcasına duran dudaklarıyla karĢıladı bizi. ĠĢtahımız kabarmıĢ ve iyi ki dalıĢımız gelmiĢti. Uzaklardaki sevdiceğine kavuĢma anındaki mutluluk gibiydi ilk dalıĢımız.
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
8
Mağara dalıcılığı üzerine konuĢuyor, konuĢtukça iĢin neresinde olduğumuza bakıyorduk. Lumi ve Ali Yamaç, çevredeki ihbarları değerlendiriyordu. Puff! Acaba suyu bulandıran neydi? Aramızda bir hayli tartıĢtık. Sonucu bize YeĢilgöz'ün kendi söyledi. ''Siz bulandırdınız, süpürdünüz yerleri, dalgalandırdınız kenarları. Ben de attım üstümdeki örtüyü üstünüze. Yüzerliliğinizi ayarlayın da gelin!'' diyormuĢ meğer. Üçüncü gün dalmadık ―su biraz durulsun‖ diye çünkü ertesi gün öğleden sonra dönecek ve görüntü alabilmek için bir dalıĢ Ģansımız olacaktı. Dördüncü günün sabahında, Ali ve Volkan görüntü alabilsin, ben de aĢağıdaki hattımızı toplayım diye bir sürü ekipmanla düĢtük suya. Çok Ģanslıydık, Birkaç güzel fotoğraf ve çekim yapabilecek kadar görüĢ vardı aĢağıda. Sol duvardan hattın aĢağı ucuna ulaĢmıĢ, ve kol ayrımına kadar güvenli bir Ģekilde gelmiĢtik koca kütüğe. Maske altındaki gözlerde mutluluk vardı, bu kez. ĠĢimizi biraz da olsa yapmanın huzuru ile mağaranın sağ duvarındaki hattan yukarı doğru süzülürken, beyaz saçları rüzgarda uçuĢan orta yaĢlı yeĢil gözlü bir kadını andıran bu hanımefendiye, ''elbet yakında yine görüĢeceğiz'' diyorduk içimizden. Mağaranın ağzına geldiğimizde, ağızdaki kürdana benzettiğim kütükten bizimkileri uğurladım. ġimdi bütün hattı toplamalı ve bu hanımefendiyi bulduğumuz gibi bırakmalıydık. Ġki saate yakın süren bu dalıĢın ardından satıha ulaĢtığımda, kamp toplanmıĢ ve gitmeye hazırdık. Yakında görüĢmek üzere güzel gözlü! Diyerek düĢtük yollara…
Fotoğraflar: Fatih ġen, Ali Ethem Keskin, Emine Azak
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
9
Sel Geliyor ! Nuray Ada ġAHĠN (ASPEG) MaraĢ KeĢ Dağı düdeni, perĢembe günü… Bugüne kadar -140 metreye kadar inildi. Biz, Murat Eğrikavuk, Emine ve ben araĢtırma devamı ve ölçüm için tekrar mağaraya giriyoruz. Sabah KaradaĢ ailesinin hazırlamıĢ olduğu taze keçi peyniri, taze gömbe (bir çeĢit yöreye özel muhteĢem bazlama) gibi kahvaltılıklarla muhteĢem kahvaltımızı yaptık. Sabah 9’da kamp yerimizden düden’in ağzına yürümeye koyulduk. Tabii Ģunu belirtmek gerek ki, mağaraya sadece girenler gitmiyor, geçirmek için tüm ekip mağara ağzında bulunuyor ve KaradaĢ ailesinden de mutlaka bir ekip bizimle beraber geliyor. Bu gezide bu Ģekilde bir gelenek geliĢtirdik. Mağaraya geçirme seremonisi. Mağara ağzına geldik, hazırlıklarımızı yaptık, kontroller yapıldı. Herkes de battaniye var mı? Yedek pil var mı? Ġlk yardım seti var mı? ĠniĢe geçtik. 40 metrelik direk iniĢ.
Benim ilk dikey mağaram ve ikinci iniĢim. Ġlk iniĢten daha sakin olduğumu hissediyorum. Ġlk iniĢimde de kendimi sorgulamıĢtım ―ya ben neden korkmuyorum? Aslında korkmam gerek biraz değil mi?‖ gibi kendimle epey muhabbet etmiĢtim. Bu defa ise ―ilk iniĢ değil, neden heyecan yapıyorsun Nuray? Evet muhteĢem mağaraya tekrar giriyorum‖ muhabbeti yapıyorum kendimle. Emine ipe ilk, ben ikinci olarak girdik. Ġnerken ipteki iniĢin muhteĢem salınımını hissediyordum. Bu sevilesi bir olay diyorum kendi kendime. Kayaların yüzeyine güneĢ ıĢığı gelince hafiften parlıyorlar. MuhteĢem! Bir tuhaflık hissediyorum, ortam gittikçe kararıyor. Neden acaba? Ve o da ne! IĢığımı yakmayı unutmuĢum. Yukarıdakilere sesleniyorum ―niye söylemediniz led’im kapalı‖ diye. Yukarıdan gelen cevap ―Nasıl olsa fark edecektin‖. Sonra Murat Eğrikavuk aĢağıya iniyor ama ―kıskansam mı acaba?‖ Benim tin tin indiğim yerden hoplaya zıplaya hızlıca indi. ―Bende büyüyünce böyle ineceğim ipten‖ diyorum. O muhteĢem mağaraya giriĢimize baĢladık. Kayalardan hopluyoruz, zıplıyoruz, kendimizi çekiyoruz. Ama kayalar öyle böyle değil, devasalar. Kamyon ve 2 tır büyüklüğünde değiĢen boyutlardalar. Bu arada Emine ve ben Murat’tan ara sıra yardım istemeyi ihmal etmiyoruz. ―Bir el ver Murat‖. Büyük galeriyi geçiyoruz ve 3 istasyon geçiĢli iniĢe geliyoruz. Beni, yine heyecan sardı. Ee kolay mı, gerçek bir mağarada ilk geçiĢlerimi yapıyor olacağım. Emine indi. Ben ipe giriyorum, yaptıklarım için Murat’tan onay alıyorum. Böyle yapıyorum doğru mudur? Onaylar alınıyor, ben geçiĢlerimi yapıyor ve iniyorum. Ġlkinden sonra rahatladım. Artık kim tutar beni. Ġniyoruz. Kaç istasyon geçiĢi olursa olsun fark etmez. Son noktaya geldiğimizde iki derin iniĢ vardı. Biz büyük kayaların üstünde duruyoruz aslında zemin aĢağıda kalmıĢ durumda. Çevremizdeki kayaların hemen hemen hepsi dökülmüĢ olduğundan dolayı Murat dübel çakılacak yeri seçmekte oldukça zorluk çekti. En sonunda zorlukta bulabildiği zemine iki büklüm ve yatay vaziyette dübeli çakarken biz Emine ile birlikte, üĢümemek için, çeĢitli dans figürlerini pratik ediyorduk. Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
En son noktada ise atılan taĢın sesini duyamaz hale gelmiĢtik. Mağara devam ediyor ve 100 belki 200 metrelik iniĢe gelmiĢtik. Ġpimiz bitmiĢti ve ölçüm yapma vaktinin geldiğini anladık. Murat ipleri topluyor biz ölçümümüzü keyifle yapıyorduk. Biz karınca ekip olarak hızlı çalıĢtığımız için planımızın önündeydik ve bir yemek molası vermeye karar verdik. Bizim erzağımızda tabii ki gömbe de vardı ve ne yesek acaba bolluğundan ĢaĢırarak karnımızı doyurduk, keyif çayımızı içtik. Tamam, Ģimdi ip toplamaya ve çıkıĢa devam dediğimiz bir anda Murat ġahin’in sesini duyduk. DıĢarıda neler oluyor… Her zaman ki geçirme seremonisinin arkasından hep birlikte kampa diğer ekibimiz geri dönüĢ yaptılar. Ancak ikinci bir ekip olan Murat ġahin ve Ali Ethem Keskin, Ali Ethem’in Atlas dergisi’ne fotoğraf çekimi yapması için tekrar mağaraya inecekler. Ġkinci ekip için Barbaros tekrar seremoniyi gerçekleĢtiriyor ve KeĢdağı düdenine Murat ġahin’i ve Ali Ethem’i getiriyor. Onlar iniyorlar ve Barbaros kampa geri dönüĢ yapıyor ve KaradaĢ ailesinin hazırlamıĢ olduğu mükellef öğle yemeğini yiyorlar. Bu arada havada kara bulutlar yukarıdan yaylaya gelmeye baĢlıyorlar. Eyüp KaradaĢ diyor ki ― Üzülme sen yukarıdan gelen bulutlardan zarar gelmez. AĢağıdan gelirse korkarız‖. Ancak, aĢağıdan kara bulut yaklaĢıyor ve herkes pür dikkat bulutları izliyor. Barbaros tetikte. AĢağıdan gelen kara bulutlar yukarıdan gelenlerle birleĢiyor ve Zekariya KaradaĢ ― Barbaros gardaĢ sen bi aĢağıya inip haber ver‖ diyerek Barbaros’un omzuna el atıyor. Barbaros ve Engin yine KaradaĢ ailesinin eĢliğinde, harekete geçiyorlar. Sanırım bu iniĢ Barbaros’un hayatındaki en hızlı iniĢ oldu. Barbaros çok hızlı bir Ģekilde Murat ġahin ile Ali Ethem ekibine ―Yağmur Tehlikesi‖ haberini iletiyor ve hızla dıĢarıya çıkıyor. Bize de haber hızla geliyor ve plan yapılıyor. Emine ile ben önden gidiyoruz, Ali ve Murat, Murat Eğrikavuk’a yardım edip arkadan geliyorlar. Nasıl da malımıza sadığız. Yağmur tehlikesi var deniliyor ve ipleri aĢağıda bırakmamak için organize olmaya çalıĢıyoruz. Yok böylesi… Biz sırayla, önde Emine arkada ben iplere girip tıkır tıkır çıkıĢlarımızı yapıyoruz. Az önce ― el verir misin Murat‖ diyen kızlar yok. Aniden değiĢim gösterip birer amazona dönüĢüyoruz. Ben nedense bu çıkıĢta onay ihtiyacı duymadan istasyonlardan geçmeyi çok seri bir Ģekilde baĢarıyorum. Kayalardan geçerken Emine ile biraz omuz biraz el ile bize çok zor gelen bacağımızı dahi kaldırmakta – boyumuz kadar olan kaya bloğundan bahsediyorum- zorlandığımızı yerleri geçmeyi baĢarıyoruz. Yukarıdan ses geliyor ve tehlike geçti. Biz biraz rahatlamaya fırsat tanımıyoruz kendimize. AĢağıya bilgiyi aktararak yola devam ediyoruz. ÇıkıĢı yaptıktan sonra Barbaros ve Engin’i yine KaradaĢ ailesinin desteği ile birlikte karĢımızda görüyoruz. Ama bende artık istasyona göbek bağını takacak hal kalmamıĢ. Barbaros önce Emine’yi sonra beni görmüĢ rahatlamıĢ
10
bundan sonra nasıl olsa çıkarsın diyor ancak dayanamıyor ve bir el uzatıyor. Ancak bu ele gerçekten ihtiyacım vardı. Amazonluk da bir yere kadar… Herkes derin derin nefes alıyor. Hava karanlık ancak biz teker teker çıkarken gözlerdeki endiĢe de yavaĢ yavaĢ gidiyor ancak aĢağıda insanlar var. ġimdi onları bekliyoruz. Ve… Çay ve tereyağlı gözlemeler mağaranın ağzına servis yapılıyor. Bu keyif gerçekten çok güzeldi. Tarihte baĢka kimlere nasip olur bilmem ama biz bu aile ile tanıĢmakla oldukça Ģanslıydık sanırım. Mağaradan çıkan ekibi bir elimizde cam bardaklar içinde çay ve diğer elimizde gözleme ile karĢılıyorduk. Mağara’dan en son ipe geldiklerinin sesini duyunca Barbaros tam anlamıyla ―çocuklar gibi Ģendi‖. Bizim içeride çektiğimiz sıkıntının kaç mislini dıĢarıda bizim için endiĢelenen insanların çektiğini o an anlayabildim. Bu kadar güzel bir ekiple bu kadar güzel bir mağara gezisinde olmak oldukça keyifli ve tarifsiz güzellikteydi. En önemlisi ise hayatımızı birbirimize teslim ederek aĢağıya iniyor olduğumuzu anlamak ve böyle bir ekibin üyesi olduğumu bilmek ise tarifsizdi. Bir kez daha ASPEG’li olmaktan mutluluk duydum.
Fotoğraflar: Murat ġahin
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
11
Bilgi Kırıntıları KONG SLYDE Göbek Bağına Alternatif Bir Alet Slyde aĢağıdaki görüldüğü gibi basit metal bir alet. Ana prensip ağırlık altında ipin birbirini sıkıĢtırması ve kaymaması. Slyde‟ı, 9 mm dinamik iple kullanmak lazım. Toplam ağırlığı 40 gr ve 25 kN çekmektedir (Kong‟websitesinden alınan bilgiler).
Kullanma avantajları (bana göre)
Kullanma dezavantajları (bana göre) Takıl-geç‟lerde güvenlik için baĢka bir yol bulmanız; El cumarı‟nın karabinini takmak gibi... Kısa göbek bağı durumundayken, ekstradan sallanan ipi bir Ģekilde bir yerlere tutuĢturmak
UYARI: Slyde‟ı kullanırken ipin kalan boĢ kısmına bir durdurucu düğüm atmayı unutmayın ve öyle kullanın. Satın aldık, denedik ve gördük. Verdiğimiz para 4,5 euroydu.
Fazladan 1 karabin, bir 8‟li düğüm olmadığı ve hem uzun hem kısa için aynı ip kullanıl- Fiyat/Kazanç ve fayda durumuna göre alınabilir bir alet. dığı için ipten tasarruf Setin üzerinde gereksiz oradan buradan sallanan iki ip+karabin olmaması
Resimler ve Kaynak: Kong‟un resmi websitesi
Uzun ve kısa göbek bağını kolaylıkla ayarlayabilme ve istediğiniz uzunlukta veya kısalıkta olabilmesi
Ender Usuloğlu
http://www.kong.it/doc408.htm
Not: Bazı arkadaĢlarımız bu aleti bizim göbek bağımızda delta‟ya takılan 8‟li yerine de kullanabiliyor. DeğiĢik kullanma çeĢitleri kiĢiden kiĢiye olabilmektedir ama esas kullanım Ģekli aĢağıdaki gibidir.
* Bizimle ilginç bir bilgiyi paylaĢmak isterseniz; info@aspeg-tr.org’a e posta atın lütfen.
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
12
Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve Sarhoşluk Nafi Onur (EGEMAK) Mağaralara hep kendini göstermeye çalıĢan fakat ne kadar çalıĢsa da bunu baĢaramayan doğal yaratıklar olarak düĢünmüĢümdür. Yaratık diyorum çünkü onlarda aslında canlıdırlar. Onlarda doğarlar, geliĢirler ve ölürler. Bazısı uzun, bazısı kısa yaĢar. Farklı farklıdırlar. Hiçbiri birbirine benzemez. YaĢlısı, genci, cildi kuruyanı, ağlayanı…Onlar da içlerinde çeĢit çeĢit canlı barındırırlar. Olur ya bir insanın iç dünyasına girebilmek için onun psikolojisinden anlamak gerekir, iĢte mağaranın da içine girebilmek için önce bizlerin yani insanların da bu iĢin ―tekniğini‖ ve ―etiğini‖ bilmemiz gerekir. ĠĢte bu teknik ve etik iĢinden anlayan insan topluluğuna ―mağaracı‖ diyorlar. Aslında yukarıda bahsettiğim bu ―etik‖ ve ―teknik‖ iĢinden anlayan da çok az kiĢi var. Hani bazıları etikten anlar, teknik yoktur; yatay mağaraya girerler; yürüyüĢ yapar, belki biraz sürünürler oraları buraları çamur olur çıkarlar; sonra biz mağaracı olduk derler… Bazıları da teknik bilir, etik bilmezler; bunlar mağaraya girerler o mağaranın kendileri gibi canlı olduğunu unuturlar orasını burasını yaralarlar didikler dururlar; Ģu’suna bu’suna zarar verirler ve hiçbir Ģey olmamıĢ gibi çıkar giderler. ĠĢte bu arkadaĢlar mağaracılığın ve mağaranın ruhundan nasibini alamamıĢ yaratıklardır. Birde bazıları vardır ki, hem teknikten hem de etikten anlarlar ve o mağara gerek yatay gerekse dikey olsun fark etmez ―insan‖ gibi girer çıkarlar ve içeride sadece ayak izlerini bırakırlar ayrıca fotoğraftan baĢka bir Ģey çıkartmazlar. ĠĢte bu azınlıkta olan insan topluluğuna biz mağaracı diyoruz. Hatta birde onlar fotoğrafçılık tekniğine göre fotoğraf çekiyorlarsa onlara “fotoğrafçı mağaracı” diyoruz.
rimizle duygusal bir bağ kursak bile bunu baĢkalarıyla paylaĢabiliriz. Tabi bunun tek yolu fotoğraf olmasa da en duygusal yolu fotoğraflardır. Fotoğraf kartına kiĢi ―o an‖ da yaĢadığını, hissettiğini içinde neler olup bittiğini olaya nasıl baktığını karamsarlığını-iyimserliğini dökebilir. Ayrıca sadece kendi duygu-düĢüncelerini değil karĢısında her ne varsa onunda duygu ve hislerini dökebilir. Hatta öyle ki eğer fotoğrafı çeken kiĢi eğer karĢısındakinin duygularına hükmetmek isterse buna bile karıĢabilir. Onu aldığı karesinin açısını, IġIĞINI, netliğini vs. değiĢtirerek iyiyi kötü, kötümseri iyimser, gerçeği hayal, kesinliği Ģüpheliye dönüĢtürüverir. Fotoğrafçı gerçeğin ta kendisini ( kendisine göre) karesine alır ve onu orada sonsuza kadar hapseder iĢte bu gerçeğin ta kendisini hapsetme iĢini parmaklarıyla o bir anda yapıverir.O anda ona hiçbir Ģey engel olamaz. Fotoğrafçı o anda kadrajının içindekilere hükmeder yani o aslında an’ın ta kendisine hükmeder. O, o anda gerçeğin hükümdarıdır. O gerçek fotoğrafçının parmaklarının ucundaki deklanĢörde ve gözünün önündeki vizördedir. ġimdilerde fotoğraf çekenler nasılda çoğaldı, fotoğraf çekmek nasılda kolaylaĢtı… Alır eline fotoğraf makinesini çeker herhangi bir kare, sonra evine gelir bilgisayarına koyar, orasını ekler burasını çıkarır; orasını eğer burasını büker, oranın rengi güzel olmadı deyip rengini değiĢtirir ya da ―aaaaa bu kuĢun burada ne iĢi var?‖ deyip o kuĢu oradan alır yerine bulut koyar hatta buluta birde kontrast verir. Sonra da diğerlerine sunar. Sonra o, kendisine ―fotoğrafçı‖ der. Ne kadar da kolaylaĢtı bu iĢ canım!.. Ee teknoloji iĢimizi kolaylaĢtırıyor ya…
Mağaranın boĢluğuna kendimi bıraktığımda ipin Ne zaman bir mağaraya girsem ve o mağara özellikle ortrasındayken desandörüme düğümümü atıp Ģöyle bir dikey mağaraysa, herhangi bir derinlikteyken etrafıma dururum ve bu ürkek boĢluğun sessizliğini dinlerim. bakarım sonra kayaya yaklaĢırım onun manzarasının Ama o aslında sessiz değildir. Sessizliğiyle bana ninniher bir noktasına sindire sindire seyrederim ve derim ki: Bu mağaranın içine giren ender insandan biriyim ve Ģu kayanın üzerini örten birkaç çatlağın düzensizliğindeki düzeni gören dünya da yaĢayan belki de ilk ve sonum; veya kayanın çatlağının herhangi bir kıvrımında gezinen yolunu bulmaya çalıĢan minicik böceği bu dünyada gören ilk ve son insanım diye düĢünürüm. ġimdi aklıma Ģu geldi hani bir söz vardır: ―Men always want to be a woman’s first love - women like to be a man’s last romance.‖ — OSCAR WILDE Yani bu büyüğümüz demiĢ ki: ―Erkekler daima kadınların ilk aĢkı, kadınlarsa daima erkeklerin son aĢkı olmak ister.‖ Belki de benim erkek olmam dolayısıyla mağaraların benim ilk aĢkım olmalarını istemem doğal bir içgüdüdür. Tabi burada insanlardan farklı olan bir husus bu- ler anlatır. Ġnerken yukarıdan usulca ama kızmıĢçasına lunmakta… Biz aslında gerçekte olmasa da o gördükle- akan sular üzerimden geçiverir, beni ıslatır. Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
13
Sonra hani deriz ya ―mağaracı sabırlı olmalıdır, beklemeyi öğrenmelidir‖ diye… Arkamdan gelecek veya benden önce gideni beklerken o sessizlik vardır ya iĢte o anda ―mutlak karanlık‖ olur kimsenin ıĢığı ne beni ne o gizemli boĢluğu rahatsız edemez. ĠĢte o zaman sanki karanlığın efendisine ses sözcüğünün olmadığı bir dünyaya kapılarım açılır. ĠĢte asıl o zaman gözlerimi kocaman açarım ve aslında o boĢluğun içinde ne kadar çaresiz olduğumu ama bir o kadar da o’nun beni içine aldığını hissederim. Fotoğraf kartı da sessizdir mağara gibi. Onu da anlamak için hissetmek gerekir. Bakmak yetmez görmek gerekir. Fotoğrafa baktığımda o an sanki fotoğrafı çeken benmiĢim gibi hissederim. Mağaranın içinde benim hissimi paylaĢan arkadaĢımın duygusunu ancak fotoğraflayarak ebediyete gönderirim. Giderim onu kayanın yanındayken onu süzerken onunla konuĢurken çekerim. Giderim onu, kayaya dokunurken çekerim. Giderim onu, sarkıttan damla damla akan suyu hayretle izlerken çekerim. Onu, içinde bulunan derinliğin içinde büyülenmiĢçesine sarhoĢken çekerim. Mağara sarhoĢluktur. Ġçmeden sarhoĢ olmanın tek yolu mağaraya girip içinde hiçbir ıĢın hüzmesinin olmadığı boĢlukta karanlıkta gözlerini kocaman açıp sendeleyerek düĢmektir. ĠĢte o zaman o boĢluğun gücünü hissederim. O zaman o ürkek boĢluğun önünde aslında ne kadar aciz olduğumu anlarım. Mağaranın o uçsuz bucaksız romantik duygusal derinliğine kendimi tüm saflığımla, her Ģeyden arınmıĢ benliğimle ve buz kesmiĢ gözlerimle attığımda yanımda istediğim 2 Ģey vardır: Birincisi burnumda tüten asetilen… Ġkincisi ise hislerimi kalıcı kılan makinem… Saygılarımla…
Fotoğraflar: Ender Usuloğlu, Murat ġahin
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
14
Biliyor muydunuz?
DÜNYA‟NIN EN UZUN SUALTI MAĞARASI NEREDEDĠR?
Meksika’daki Yukatan körfezi beyaz kumlu plajları ve tertemiz berrak suları ile turistlerin gözdesi bir bölgedir. Bu bölge aynı zamanda dünyadaki en uzun sualtı mağara sistemini içinde barındırmaktadır. Ox Bel Ha mağara sistemi 180 km ile Sac Actun mağara sistemi 172 km uzunluğundadır. Meksika’da ki bu iki uzun mağaranın neredeyse tamamı sualtındadır. Zaman zaman sudan çıkabilecek yerlerle birlikte, mağara dalgıçlarının gözünde Sac Actun mağarası dünya’nın en güzel mağara oluĢumlarının olduğu bir mağaradır. Sac Actun mağarasında derinlik en fazla 40 fit (yaklaĢık 10-15 metre arası) ve su ısısı 77 fahrenheit (yaklaĢık 25-30 santigrad)’dır. Sualtındaki oluĢumlar oldukça kırılgan olduğu için dalgıçların su içindeki dengeyi (buoyancy) çok hassas bir Ģekilde tutturmaları gerekiyor. Mağara sistemi belli yerlerden turizme açılmıĢtır.
Derleyen ve tercüme eden: Ender Usuloğlu Fotoğraf: Ali Ethem Keskin Kaynakça: http://www.caves.org/project/grss/ grlong.htm http://www.nationalgeographic.com/adventure/road-trips/mexico.html
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
15
Speleosanat T he Spe lunk e r s C o de I took a walk into the mountains just the other day. I had my gear, my boots and headlamp I was on my way. The coolest of air I ever did feel was coming out of the ground, I tied my rope upon a tree, for the cave entrance I had found. My palms grew sweaty and legs were weary as I entered in the dark. I watch my feet carefully not to destroy anything or leave a mark. A light beam lay before me, emitted from my lamp. Where will this pit take me, to a river or underground lake? Or maybe a forgotten underground palace, where treasures are forbidden to take. Where will the end of my rope bring me, only time will tell. I only know as I go deeper, I'm closer to heaven than to hell James Daniel Cawley
Mağaracının Kuralı Bir önceki gün, tepelere doğru yürüyordum Malzemem, çizmelerim ve kafa lambam yanımda gidiyordum Hissettiğim en serin hava yeraltından geliyordu Ġpimi bağladım bulduğum mağara ağzında ki ağaca Avuçlarım terledi ayaklarım hissizleĢti karanlığa girdikçe Bir iz bırakmamak ve kırmamak için ayaklarıma bakıyordum dikkatlice IĢık hüzmesi önümde Süzülüyordu lambamdan Bu iniĢ beni nereye götürecek? Yer altı deresine veya gölüne mi? Veya unutulmuĢ bir yer altı sarayına Hazinelerin alınamayacağı bir yere mi? Ġpimin ucu beni nereye indirecek Bunu sadece zaman belirleyecek Tek bildiğim indikçe derine Yakınım cehennemden çok cennete James Daniel Cawley
Uyarlayan: Ender Usuloğlu Fotoğraf:
Ender Usuloğlu
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
16
Meşrutiyet yolunda diz çökmüş bir araştırmacı… A.G. Mehmet Sait Taylan (AKÜMAK) Temmuzun 16’sı, uzun bir otobüs yolculuğundan sonra, Aydın’dan, Ġstanbul’a ulaĢtım. Beni TiyatrocuHukukçu bir arkadaĢımın, Tiyatrocu-Hukukçu kardeĢi Abdullah Gün karĢıladı J. Buradan ġile de bulunan MeĢrutiyet Mağarasına gitmek üzere yola çıkacaktım. Hemen yola koyulduk, çünkü ġile Ġstanbul’a oldukça uzaktı. Bu arada uygun kimse olmadığı için mağaraya tek baĢıma girmek zorunda kalmıĢtım. Mağaracılığın en önemli kurallarından birini çiğniyordum ama mecburdum bu mağaraya mutlaka gidip, tezim için gerekli olan mağara çekirgelerini toplamam gerekiyordu… En son Ender’i aramıĢtım, O da bana iĢlerinin yoğun olduğunu söyleyince, umudumu iyice yitirdim. Neyse ki Abdullah benimleydi. Kadıköy’den, Hareme geçtik. Buradan ġile otobüsüne bindik. Otobüs Ģoförü bize, ileride biletli müĢterilerin binebileceğini ve ayakta kalabileceğimizi söyledi. Neyse dedik, mecburduk, bindik, iki durak sonra ayaktaydık J kalan 2 saatlik yolu ayakta geçirdik. Otobüste, biletli olmayan yolcuların sayısı (yani ayakta olanların sayısı), oturanların iki katı kadardı. ġoför tasarruf için klimayı az açıyordu. Otoban üzerinden gideceğini söyleyen Ģoför, köy yollarına sapmıĢtı. Yolu ve süreyi 2 kat uzatmıĢtı. Bunun sebebiyse yeni girdiği köy yollarından yeni yolcular alıp, ayaktaki yolcuların sayısının oturanların 3 katına çıkarmaktı. Tabi otobüstekiler galeyana geldiler, arkada ayakta duran gençler, Ģoföre Ģarkılar yazdılar, besteler yaptılar, hareket çektiler ama Ģoför oralı olmuyor ve tüm bu olanlara rağmen yolcu almaya devam ediyordu. Ayılanlar, bayılanlar, jandarmayı arayanlar vb... Sonunda otobüs meclisi toplandı ve oy birliğiyle (çokluğuyla değil) Ģoförü dövmeye karar verildi. Tam dövülme Ģekli, yeri vb. planları yapılırken, MeĢrutiyet köyüne geldik ve biz inmek zorunda kaldık. Hava oldukça serindi, içimden bir ses yağmur, dolu Allah ne verdiyse, yağacağını ve bunun da çok uzak olmadığını söyledi. Ġçimdeki sese kulak vermedim. Zavallı Tiyatrocu ve aynı zamanda Hukukçu olan arkadaĢım Abdullah ise baĢına gelebileceklerden habersizdi. Ne yalan söyleyeyim ben de habersizdim. Köye 20 dak. yürüyüĢten sonra vardık (bu arada iki çoban köpeği ters ters baktı, ama hiç oralı olmadık). MeĢrutiyet köyünde iĢimiz çok kolay görünüyordu, çünkü elimdeki veriler, köyden rahatça gidilebildiği yönündeydi. Köyün muhtarını bulamadık, ama karĢılaĢtığıCadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
mız Ahmet Amca, bize mağarayı tarif etti. Yüksek ıhlamur ağaçlarının altında ve köye yaklaĢık 500 metre uzaklıktaydı. Ancak bir sorun vardı, O da mağaranın önündeki ıhlamur ağaçlarına ulaĢmak için aĢılması gereken doğal bir orman J. Neyse yola koyulduk. Köyden çıkmadan bir eve daha sorduk mağarayı, bize BUMAK tan bazı mağaracıların da daha önce geldiğinden bahsettiler. Evde bulunan bir amca ―oğlum Ģimdi gitmeyin oralara, yağmur geliyor, buraların yağmuru çok fenadır‖ dedi. Ben de ―sorun değil amcacım‖ dedim ve yola koyulduk. Bu arada amcam sözünü bitirir bitirmez, bir yağmur damlası burnumun ucuna düĢüverdi, ama henüz çiseleme Ģeklinde olduğu için pek önemsemedim. Yola devam ettik, köyden görünen ıhlamur ağaçları artık görünmüyorlardı. Birden yağmur Ģiddetli bir Ģekilde yağmaya baĢladı, ağaç, çalı ve dikensi formasyonlardan oluĢan orman içinde ıslanmaya baĢladık, yağmur Ģiddetini arttırdı. GPS, cep telefonları, fotoğraf makinesi vb. önemli eĢyaları, çantamda su geçirmez kısma yerleĢtirdim. Bu arada, Abdullah yavaĢ yavaĢ söylenmeye baĢlamıĢtı. Ormanda ilerledikçe, patika kayboldu, tahmini olarak ilerledik ve öyle bir yere geldik ki, adım atamıyorduk artık, her yer dikensi çalılardı ve dikenler çok kötü batıyordu, adım atmak için dalları kesmek/kırmak zorunda kaldık, ancak her dala vuruĢumuzda, bitki ya da çalıdaki bütün sular, üzerimize dökülüyordu. Kıyafetlerimiz tamamen ıslanmıĢtı ve ağırlıklarının 5 katı ağırlığa ulaĢmıĢlardı, yağmur o kadar Ģiddetini arttırdı ki, (bu arada yağmur Ģiddetini arttırdıkça Abdullah da içinden söylediği Ģeylerin Ģiddetini arttırıyormuĢ gibi bakmaya baĢlamıĢtı bana) botlarıma bile su girdi, artık olaydan zevk almanın zamanı gelmiĢti, ıslanmak kaygısını yitirmiĢtik, yağmur eĢliğinde halay, türkü vb. zamanı gelmiĢti. Birden yolumuzdaki dikensi çalılar daha da sıklaĢtı ve yere çökmek zorunda kaldık. Ölmek var dönmek yoktu, çünkü her adım attığımızda, bir sonraki etimize batan dikenli bitkilerden sonra, boĢluğa çıkacağımızı ve ıhlamur ağaçlarını göreceğimizi düĢünmüĢtük. Donumuza kadar ıslanmıĢtık, daha kötü ne olabilirdi, demeye kalmadan, domuz hırlamaları ve peĢinden 3– 4 domuz (ikisi yavruydu) 5 m farkla yanımızdan hızla geçtiler. Hava karanlıktı, dizlerimizin üstüne çökmüĢtük ve ancak öyle ilerleyebiliyorduk, tamamen ıslan
17
mıĢtık, az daha yaban domuzları üzerimizden geçecekti. Masum, hiçbir Ģeyden habersiz benle mağaraya gelmeyi kabul eden, hukukçu arkadaĢım Abdullah sinirden ağlıyor muydu yoksa göz yaĢlarına benzettiğim, yağmur damlaları mıydı, emin değildim ama emin olduğum bir Ģey var, etine batan dikenlere küfürler savururken, içten içe bana da atıfta bulunuyordu. Ender’i aradım, bu mağaraya daha önce gelen ekiplerden, birinin telefonunu aldım, aradım ama ulaĢamadım. Bu arada Abdullah dizinin yanında duran bir Ģeritli engerek (Vipera xantina) gördü. Yılan ürkmüĢtü, küçük bir kayacın yanındaydı, Abdullah yolu açmak için kullandığımız tahtayı alarak yılanın baĢını ezdi. Öldürmesine gerek olmadığını söylediğimde bana ters ters baktı. O konuyu hemen kapattım. KaybolmuĢtuk, ilerleyebilmek için yapmıĢ olduğumuz zorunlu manevralar, bizi daha önce geçtiğimiz bir yere getirmiĢti. Gökyüzü görünmüyordu, orman içinde yön tayini yapmamız gerekiyordu. Pusulam yanımda değildi, ağaç gövdelerindeki yosunlara baktım çünkü yosunlar daima güneĢ görmeyen tarafta yoğun olurlardı. Yani kuzeyi gösterirlerdi. Mağara kuzey doğudaydı ve yosunlara bakarak sürekli aynı yönde ilerlemeye çalıĢtık. Sonunda bir boĢluğa çıktık, yağmur bir an için durmuĢtu.
Ancak bulunduğumuz bölgeye dikkatli bakınca mağaranın sağından (20 metre civarı) geçerek yukarı doğru tırmandığımızı anladık, ıhlamur ağaçlarının arasından görünüyordu ama geride kalmıĢtı. Geriye dönüp mağaraya doğru ilerlemeye çalıĢtık ancak çalılar buna izin vermiyordu. Mutlaka bir patika olmalıydı ama bulamamıĢtık. Köye geri dönüp, yedek ve kuru, daha doğrusu az ıslak kıyafetlerimizi giyip tekrar gelmeye karar verdik, aynı zamanda köyden birilerini ikna etmeye çalıĢacaktık. DönüĢte yağmur devam ediyordu ancak çamur ve balçık daha çok rahatsız etmeye baĢlamıĢtı. Mağaraya gelirken en son konuĢtuğumuz aileye gittik, bizi ağırladılar, kendimi ve arkadaĢımı (artık arkadaĢlığımızın devam ettiğinden Ģüpheliydim) tanıttım. Bizi kabul etmelerinin önemi büyüktü çünkü kadın eski bir tiyatrocuydu ve bazı dizilerde de oynamıĢtı. Abdullah tiyatro, sinema ve dizi oyuncularını koruyan ve destekleyen bir Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
sendikanın avukatlığını da yaptığı için muhabbeti hemen kurduk, üzerlerimizi değiĢtik. Mağarayı bulmak için belediye ve muhtardan yardım istedik. Ancak Ģu an boĢta adam olmadığı için ġile belediyesi ve taksicilik yaptığı için muhtar, bize olumsuz cevap verdi. Sonunda köyde birini bulduk, bizi mağaraya götürebileceğini söyledi (sanırım bizi hazineci sandı ve bulacağımız ganimeti paylaĢmayı planlıyordu) ve tekrar yola koyulduk. Orman sınırına girdik ve çok rahatlıkla mağarayı bulduk. Mağaranın giriĢi büyük değildi ama ağzında kocaman bir kuyu vardı. Hazine avcıları büyük bir kuyu kazmıĢlardı. Abdullah’a kalmasını ve arada bana seslenmesini söyledim ve mağaraya girdim. Biraz süründükten sonra diğer bir galeriye ulaĢtım ve çok dar bir geçitle karĢılaĢtım, yalnız olduğum için risk almadan geri döndüm, içeride akrep, örümcek, yarasa, çiyan ve mağara sineği vardı ancak mağara çekirgesi yoktu. Mağara faunası, kliması mağara çekirgeleri için çok uygundu, belki de mağaranın devamında olabilirdi. Köye geri döndük, üzülmüĢtüm, örnekleri bulamamıĢtım, oysa ki MeĢrutiyet mağarasında bulunduğu, bazı kaynaklarda yazıyordu. Ġstanbul’a döndük, bir an için bu kılık ve vaziyette Ġstanbul otobüsü bize alır mı almaz mı korkusuna kapıldıktan sonra otobüs durdu ve bizi aldı. Abdullah beni ağırladı, bütün eĢyalarımızı yıkadık ve elektrikli sobada kuruttuk. Ertesi gün Dupnisa mağarasına gitmek üzere Trakya’ya doğru yola koyuldum. Her Ģeye rağmen çok keyifli ve güzel bir araziydi. Bu geziden çıkardığım sonuçlar; (i) Mağaracı olmayan normal insanlarla (çünkü normal mağaracı yoktur bence) araziye çıkmayın arkadaĢlarınız azalabilir. (ii) Mağaraya ilk defa gidiyorsanız ve nerde olduğunu bilmiyorsanız, civardan bilen birilerini yanınıza alın (iii) Hala yapmadıysanız bir gün mutlaka ormanda deli gibi yağmur altında donunuza kadar ıslanmanın zevkini çıkarın, halay çekin ve Ģarkı söyleyin… Sevgiler…
Fotoğraflar: Ender Usuloğlu
18
İki Romen’le iki gece
Onlar tamir ede dursun ben size matkaptan bahsedeyim. Romenler matkabın bataryalarını çıkarmıĢ ve uzun bir kabloyla bir aküye bağlamıĢlar böylelikle matkabı elde taĢırken ekstradan bataryanın ağırlığını da taĢımıyorsunuz ve kolunuz daha az yoruluyor. ''Ağustos güneĢi en çok ondan kaçıp sığınabileceğiAküyü de sırtınızda çantada taĢıyorsunuz ya da bir niz bir mağara olduğunda güzeldir''. Tabii bu genelistasyona takıp baĢka bir istasyona kablo boyu kalemeyi hazırlanmak için kamp alanından 'kaçıp' geldar ağırlıksız gidebiliyorsunuz, kablonun yetmediği diğimiz Düdenyayla giriĢinde, buna benzer baĢka yerde takım arkadaĢınızdan yardım istiyorsunuz. hiçbir tecrübem olmadan yapıyorum. Mağara kamRomenler ayrıca matkap kullansa da bunu matkap pı... Yanımdaki iki Romen’le beraber iki gece üst dübeli ile yapmıyorlar. Bizim çekiçle yaptığımız iĢin üste kaĢık pozisyonunda uyuyacağımızı bilmeden aynısını matkapla yapıyorlar. Dübel deliğini açıyor'ben biseksüelim' , 'ben aktifim' gibi Ģakalar yaparak lar, açtıktan sonra deliğini dibini düzleĢtirip dübeli mağara giriĢine hazırlanıyoruz. patlatıyorlar. Bence matkap dübeli kullanmaktan daha mantıklı bir yöntem. Ben, Octav ve Razvan o gün Düdenyayla'ya bu ruh haliyle girdik. Onların daha önceden mağara kampı Razvan kablolardaki sorunu buluyor, kısa sürede de tecrübesi var benim yok ama pek bir yabancılık çetamir ediyor. Ardından -Mozart'a inemediğimiz için keceğimi zannetmeden onlara ayak uyduruyorum. ve saatin geç olmasından dolayı- kampı atacak yer Daha doğrusu onlar, bizim bir gün öncesinde yaptıaramaya baĢlıyoruz. Çok iyi niyetle bana sürekli ğımız döĢemeye ayak uyduruyor, pek bir sudan kaçkamp alanının, mümkünse su yolundan uzak, kuru mıĢız bu da hattın zorluk derecesini yükseltiyor. Mabir yerde vs. olması gerektiğinden söz ediyorlar. ''O kul bir sürede görevimizin baĢlayacağı yere varıyokadarını ebem de bilir'' demek istiyorum ama iyi niruz. Bu noktada matkapla döĢemeye baĢladığımız yetleri kırmanın ayılık olacağına kanaat getirip ''he'' andan itibaren matkabın hızı karĢısında gölün üzedeyip geçiyorum. En güzel kamp alanının hepimizin rinde 45 dakikada anca çaktığım dübele acıyarak daha önce iĢediği yer olduğuna karar verip kampı bakıyorum. Matkap gerçekten döĢemenin süresini kurmaya baĢlıyoruz. Razvan'ın durumu iyi gözükühızlandırsa da kendine has sert dikenlere de sahip. yor ama Octav gün içerisinde çok üĢüdü ve bundan Bu dikenlerden bir tanesini Düdenyayla'nın bitmek olsa gerek herhangi bir sürprizle karĢılaĢmak istetükenmez göllerini geçerken yaĢıyoruz; matkap bomediğini çantaları açarken dile getiriyor. Ağzını açzuluyor... Romenlerin de morali bozuluyor, o günlük maz olaydı ki çadır çubuklarının kırık olduğunu görüiĢi bırakmak istiyorlar ama daha erken olduğunun da yoruz ardından da iki kiĢilik olduğunu (bkz: ilk pafarkında oldukları için Octav, ortak fikri sonunda Ġnragraf, kaĢık pozisyonu). Octav ile çubuklara bir gilizce söylüyor ''Sinan, action time''. ''Roger that'' ayar çekip çadırı kurduktan sonra hemen üzerini diyip üĢümüĢ desandörümü ısıtacak Ģekilde (öhüm aluminyum folyo ile örtüyoruz. Bana bunun daha öhüm yani hızlı:) Mozart salonundan önceki gölün sıcak tutacağını ve su geçirmeyeceğini söylüyor. üzerine varıyorum. Razvan'ın dübel çaktığı yer çok Ġçimden 'ulan' diyorum ama hemen sakinleĢiyogüzel ama bitirememiĢ... Devam edeyim diyorum rum... Razvan bize çorbayı hazırlamıĢ bile...Çorbayı ama matkabın bir artısını daha acı bir Ģekilde öğreiçmeden önce tulumlarımızı da çantadan çıkartıyoniyorum. Çok daha yükseğe, çok daha sağa veya ruz. Ben ince olanı seçip diğer iki kalın uyku tulumuçok daha sola ulaĢmak istediğinizde matkap büyük nu onlara veriyorum. Bu iyiliğime karĢılık beni ortabir avantaj. Razvan'ın açtığı deliğin ancak 15 cm larına almak istiyorlar. Ne kadar fark etmeyeceğini aĢağısına bir dübel çakabiliyorum. Ardından 2. sini söylesem de en sonunda orta bana kalıyor. Sıcak de çakıyorum ve bu iki iĢlem bir saati biraz aĢkın bir yemeklerimizi yiyip çadıra girdiğimizde ben tulumum sürede bitiyor. Tabii bu süre matkapçı Romenleri içindeki yün içlikleri fark ediyorum, çok Ģanslıyım. pek tatmin etmiyor, aĢağıda durumun ne olduğunu Artık hem ortada hem de sıcak kuru yün içliklerle sürekli sormalarından artık yukarı çıkmamı istedikleyatacağım, onlarsa sabah ıslak uyanacak; Nihahaha. rini düĢünüyorum zira öyle de oluyor. Tam o sırada Yatmadan hemen önce Razvan saatinin alarmını Razvan'ınkinin de üstünde eski bir dübel görüyorum, kurdu ve Ģu cümleleri sarf etti; ''Mağara kampına iĢe yarar gözüküyor ama artık kullanmak mantıksız. kesinlikle alarmla gelmelisin yoksa 20 saat boyunca 6-7m uzunluğunda göl, kesin yan taraflarında ''Bir uyuyabilirsin'' Octav'da bunu destekledi. Alarmı kutane daha vardır'' diyorum yani en azından olmalı rup uyuduk. Sabah kalktığımızda ise bu olayı bu kaama yok. ''Bu gölü geçen adam ıslanmadan geçmiĢdar çabuk tecrübe ettiğime ĢaĢırdım alarm çalmamıĢ se helal olsun, acaba insan mı?'' düĢünceleriyle yuve biz üç saat fazla uyumuĢtuk... karı çıkıp durumu anlatıyorum. ''iki dübel sonra kıyıdayız'' diyorum ama matkapsız devam edemeyeHızlı bir kahvaltıdan hemen sonra kaldığımız yerden ceklerini söylüyorlar. Orda ısrarcı davranmadım ama verilen kararın hala yanlıĢ olduğunu düĢünmekteyim devam ediyoruz ve gölü kısa bir süre sonra aĢıyoruz. Ardından yüksek ama dar ve dibi dize kadar su gerçi pek de önemi kalmadı. olan bir pasaja geliyoruz. Önce çantaları yukardan Biraz yemek yiyip matkabı tamir etmeye baĢlıyoruz indirmenin iyi olacağını ve bunu yaparken de 9 tane daha doğrusu baĢlıyorlar; kendileri mühendis. çantayla gölü geçmenin zor olacağından dolayı
Sinan Poyraz (ASPEG)
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
19
ber Romenler çıktıktan sonra yedi saat daha mağarada kalabiliyorum. Bu da güzel bir ders oluyor. Ha, bu arada sabah kalktığımızda Razvan yine ocağın baĢında bir Ģeyler hazırlamaya baĢlıyor. Bana bu sabah ne içmeyi arzuladığımı soruyor ve ben de ''cappucino'' diyip yüzümü yıkamaya gidiyorum. Geldiğimde inanamıyorum çünkü beni bekleyen koca bir bardak sıcak cappucino görüyorum. ĠĢte bu sıralarda diğer ekip geliyor ve onlara dahil oluyorum. Hangi ekip mi? Tabii ki Ekip TRĠPOD !!! Ali Aytan ortalığı kırıp geçiriyor, güzelce eğlenip moralleri depoladıktan sonra iĢi yarım bıraktığımız yere gidiyoruz. Çantaları almadan benim yarım bıraktığım iniĢi inmeye baĢladığımızda ertesi gün Mozart salonuna ayak basmaya 6-7m kala iĢi bıraktığımızı anlıyorum ve iyi bir küfür ediyorum. Mağaranın yürünebilen kısmında biraz ilerleyip çıkma kararı alıyoruz çünkü artık yeterli vaktimiz ve insan gücümüz yok. DöĢemeyi toplayarak çıkmaya baĢlıyoruz. Çantaları trolean kurup geçirdiğimiz dar sulu pasajda bu sefer ''elden ele'' yöntemini kullanıyoruz. Kesinlikle daha hızlı fakat canım sıkıldığı için suya girip Ali Aytan ve Ender'in iĢini daha da hızlandırıp gölü geçmeye baĢlıyorum. Burada da sıkılıp kısamı ipten çıkartıp göle atlıyorum; nasılsa çıkıĢta olduğumuz için yapıyorum tabii bu hareketi. Ali Aytan, bu bölümde bana mütemadiyen yeni taktığı lakabımla hitap ediyor. 9 çantayı tekrar Filler Galerisi'nin baĢına kadar taĢıyıp çıkıĢa geçiyoruz. ÇıkıĢa 150 m kala çantaları toplayacak ekiple karĢılaĢıyoruz. Süha yardıma ihtiyaçları olduğunu söylüyor, ben kalmak istiyorum ama Ender izin vermeyip kendisi yardıma kalıyor. Ali Aytan ve ben çıkıĢa devam trolean hattı kurmaya karar veriyoruz. Burada bu ka- ediyoruz. rar çok mantıklı daha az yorulacağız ve çantaların ıslanma riski de yok. Ama gölden sonraki pasajda da Her ne kadar hedeflenenleri baĢaramasak da kendi trolean kurmaları bence, mağaranın daha derininde adıma bir sürü yeni teknik öğrendiğimden ve bunların bulunan keĢfedilmemiĢ kollarına ulaĢamamızın ikinci içinde kurtarma teknikleri olmasından dolayı çok yanedeni oluyor. Yine de üzülmüyorum çünkü yatay ga- rarlı bir 55 saat geçirdim. Romenlerin tekniklerini tam leride kullandıkları bu tekniğin sedye taĢırken de kul- olarak doğru kabul etmenin ne kadar faydalı olacağı lanıldığını söylüyorlar. Sistemi iyice öğreniyorum ama tartıĢılır ama ufak tefek Ģeyleri bizim tekniğimize ve çok zaman gidiyor burada. ekolümüze devĢirmek gerektiğini düĢünüyorum. Bu çeĢitlilikle mağara keĢiflerinin hızının artmasının yanı Ve yine bir iniĢin baĢına geliyoruz. Bu sefer matkap sıra güvenlik seviyesinin de yükselmesini sağlanacakbende. AĢağıda yine bir göl olduğu için Romenlerin tır. Ama genele baktığımda mağara içerisinde çok yamorali iyice bozuluyor sanırım devam etmek istemivaĢ hareket etmenin hatta çok fazla durmanın makul yorlar ama beni de çözmüĢ olacaklar ki bunu hemen bir hızda ilerlemekten çok daha zararlı olduğunu pek söylemiyorlar çünkü yaptığımız iĢe bakıldığından çok çok açıdan gördüm. Planlananlardan geri kalıyorsuaz yol kat etmiĢtik. Her neyse hızlı hızlı iniĢi döĢüyo- nuz, üĢüyorsunuz, acıkıyorsunuz dolayısıyla erzak rum; eski dübeller burada çok kötü çakılmıĢ dolayıçabuk bitiyor, süre arttıkça moral seviyesi azalıyor sıyla hattı yenileyip hem de sudan biraz daha uzakla- vb... Bunlar benim fikirlerim. Ģarak iniyorum. Son bir dübellik yer kalıyor ama beni yukarıya çağırıyorlar. Bu günlük bu kadar iĢin yeterli Her Ģeyden öte Octav ve Razvan gibi iki harika insanolduğunu söylüyorlar. Kampa geri dönüyoruz. Morala bu tecrübeyi yaĢamak çok güzeldi, onlara da öğlim biraz bozuk ve sol kolum gereksiz yere zorlandı, rettikleri teknikler için çok Ģey borçluyum… ağrıyor. Saatte geç olduğu için uyuyup sabah çıkmaya karar veriyoruz. Kendimi biraz da hasta hissettiğimden hemen uyumak istediğimi söylüyorum ama izin vermiyorlar sıcak bir Ģeyler içip, yiyip öyle uyumamı tavsiye ediyorlar. Sanırım bunun sayesinde sabah çok daha dinç uyanıp Ender ve Ali Aytan ile bera- Fotoğraflar: Ender Usuloğlu
CLAUDE CHABERT
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
20
Yaşadıklarımız
Fotoğraflar: Emine Azak, Egemen Erkanlı, GülĢen Küçükali, Ender Usuloğlu
Haaa? Kes köse?
Alicim, biliyorsun Türkiye’de araĢtırılacak mağara kalmadı o yüzden kendi mağaramızı yapacazz. Ġleri ! hedef kurt Ģeyi...
(Fransız! Mağaracılar)
Kaz, kaz, hissediyorum bu kurt Ģeyi gidecek. Ali: agghhhh ! Düdüyor olum bu!
Nassı yani? Niye gitmiyo bu? -Hevesli ve enayi mağaracılar (1).
ġimdi kazacak mağara kalmadı. Durum değerlendirmesi yapalım. Bir metre yeĢilliğin üzerindeyiz toprağa basamıyoruz. Saat 6 gibi ve balta girmemiĢ orman’a balta gibi girdik mağara aramaya, nasıl çıkacaz? Baltalar: Ender, Ceyhun, Murat
Cevap:Ceyhun’un düdüklu pusulası ile Hevesli ve enayi mağaracılar (2)! Lan olum kaç defa gireceksiniz bu kurt Ģeyine?
Yırttığımızın resmidir! Maalesef mağara yok bulamadık! Gene kaldık kurt Ģeylerine...
Biz bu daralları çok gördük emre hocam! Sen bi de kurt Ģeyini gör!
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
Biz gideros’ta yatıyos, güneĢleniyos ölçüyos biçiyos..Mağara bitiriyos …
Daralı, çatlağı, çamurlusu Ģimdi de sineklisi Ölç-kart’a bedava 155 cm’niz ekyetti be! Hakkaten Tür- lenmiĢtir, güle güle harcayın. kiye’de mağara kalmadı galiba...
BSU ateĢi yanmaya devam ediyor, Olimpos ateĢi gibi sönmüyor mübarek!. Bu bültene de sarktı...
21
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
22