Aykırı Karga #kültürkargası
.
SUBAT 2016 ‘
#KÜLTÜRKARGASI
fanzIn
aykiri karga
sayi: 1
Kültür&Sanat edebiyat (süresiz yayın)
@aykirikarga
Bu
s ay ı da . . .
Neden Aykırı Neden Karga
sy.3
H a y a t a D ai r
sy.4
Alnımızdaki
sy.5
bıçak yarası
Nereye Koysam Yakışıyorsun
sy.8
Susmaya Karar Verdim
sy.9
Boyle Ara Sokakta,
hi ç
sy.10
göğe bakma durağı
sy.12
Kaçış
sy.14
Ç o c u k i ş ç i l i ğ in e K a r ş ı b ı r Spartacus; Iqbal Masih
sy.17
#kültürkargası
2
N
NEDEN AYKIRI NEDEN KARGA?
eden Aykırı Neden Karga’nın cevabına geçmeden önce sanırım Aykırı Karga kimdir, nereden çıktı, ne yapıyor, ne yapacak sorularının cevaplarını vermek gerekir. Aykırı Karga, bundan yaklaşık 3 yıl önce,kültür-sanat, güncel-politik bir blog olarak ortaya çıktı. İnternet ortamındaki varlığını bir süre sürdürdükten sonra günlük uğraşlar, okul, çalışma hayatı gibi geçersiz sebeplerden dolayı önce yayınları aksadı sonra da bir süreliğine sırra kadem bastı. Ancak bir cesaretle tekrar kanatlanan Aykırı Karga’nın dönüşü muhteşem oldu. Tekrar blog yayınına başlayan Karga, dostlarında aldığı güçle yoluna fanzin olarak devam etme kararı aldı. Var olan onlarca fanzine saygıyı bir borç bilmekle birlikte, kendimizi ifade etme alanlarımızın daraldığı, yozlaşmanın ve kültürsüzleşmenin bir akım olarak hayatımızda büyük yer bulmaya başlamasıyla kendimize nefes alma alanı yaratmak istedik. Kısacası işte geldik buradayız. Şimdi gelelim Neden Aykırı Neden Karga meselesine. Yukarıda da bahsi geçtiği üzere 3 yıl önce bir şeyler yazalım, anı olsun, okunsun diye düşlerken site açalım fikri ortaya çıktı. Tabii ki beraberinde isim tartışmaları yerini aldı. Sivri dilli olsun ama çokta batmasın, sesi gür çıksın, eleştirsin derken birden Aykırı’da hem fikir olduk. Tek başına yavan kaldı. Bir şeyler eksikti. Yanına ekleme yapmamız lazımdı. Bu ekleme Aykırı’yı tamamlamalıydı, uzun soluklu olma isteğimizi yansıtmalı, aykırı olacaksa biraz çirkin olmalıydı. Ee öteki olmasa bir yanı eksik kalırdı. Karga’dan başkası Aykırı’ya sanırım bu kadar yakışamazdı dedik. Dedik diyorum çünkü gerek fikrin oluşumunda beni destekleyen, gerekse #kültürkargası
isme katkısını sunan iki güzel insan daha vardı bu işin içinde. Onlara teşekkür etmeden bitirsem ellerim kendi yakama yapışırdı. Ferican ve Atilla’ya sonsuz teşekkürü bir borç bilerek, ikisini de yakında fanzin sayfalarında görmeyi umut ediyorum. Bitirirken sözlerimi siz sayın okuyucu dostlara da bir şeyler söylemek istiyorum. Fanzinler bir araya gelenlerden oluşur yine bir araya gelmek isteyenlerce büyütülür. Bizlere ulaşmaktan çekinmeyin. Güzellikler paylaşıldıkça çoğalır. Yazılarınızı ve şiirlerinizi bekliyoruz. Hepinize iyi okumalar.
Kaan Saç
3
HAYATA DAİR hayatın hiç de sıradan olmadığı günlerinizde, bir tutam ilham verir her şey. yalnız yağmur ya da toprak kokusu değil yerde bulduğunuz bir bozuk para; okurken, çalışırken kirlenmiş gömleğiniz ve muhtemelen sessizliğin unutulmuş sokaklarında yürüyen topal bir kedi.. hissizlikten dem vurduğunuz günlerinizde, sizi mutlu eder her şey ve istekleriniz başa gelir, istemesenizde gördüğünüz bir minik uçurtma o uçma isteği, o özgürlük isteği her şeyi bırakıp bir deniz kenarına taşınma isteğine dair, küçük, lacivert beyaz bir kulübe.. daha ne kadar aşık olabilir ki insan dediğiniz günlerde, aslında aşık olduğunuzdur her şey.. gökyüzüne baktığınızda kalpten bulutlar gördüğünüzde ardından denizin alışlılagelmiş mavi ufku selamladığında sizi bir sabah, “daha ne kadar maviyi sevebiliriz ki” dedirten ve sizi hayata daha da bağlayan o tanrısal aşk.. kendinizi bir adım önde tutabilme çabasında bulunduğunuz günlerde, aslında hayatın bir yarış olmadığını anlatır her şey.. ve sizden daha az, sizden daha çok eşit olan insanlar gördüğünüzde kıvamından biraz az bir gülümseme şiddetli bir ağlamaya dönüşmek üzereyken hayallerinize sarılmanıza sebep olan o mutlu insan yüzleri...
Ilgaz Onur Taş #kültürkargası
4
ALNIMIZDAKİ BIÇAK YARASI Dönemin toplumsal ahlakı ve kurallarının içerisinde sıkışmış bir aşk hikâyesi… Filmi izlemeden önce konusuna dair bilgi sahibi olmasak bile burnumuza buram buram ‘ahlak’ kokusu gelir. Farklı hayatlar yaşayan iki karakterin yollarının kesiştiği noktada sorunlar başlar. Tam da sinema da alışık olduğumuz bir öykünün içine düşeriz. Filmin karakterlerinden Sabiha, pavyonda çalışıp konsomatrislik, Halil ise manavlık yapar. Halil bir gece arkadaşlarıyla pavyona gider ve orada Sabiha ile tanışır. Her şey tam da burada başlar. Ancak başlayan şey bir aşk hikâyesinin de ötesinde bir ‘namus’ meselesine dönüşür. Tabi işin bu rahatsızlık verici boyutunun farkına varırsak… ‘Bu evi şimdi seviyorum. Ondan evvel, ne bileyim, bir barınaktı sadece. Şimdi ev oldu.’ Bir erkek tarafından kurtarılmayı bekleyen kadındır Sabiha. Halil’le tanıştıktan sonra ona âşık olur ve onun uygun gördüğü şekilde yaşamaya, giyinmeye başlar. Toplum yapısına aykırı olsa da bir aile gibi yaşamaya başlarlar. Her an her yerde beynimize işlenen ‘erkeğin uygun gördüğü şekilde evde kadın olmak’ düşüncesi böylelikle Sabiha’nın da yaşamında var olur. Hayatı düzene girmiş ve kurtulmuştur, ta ki Halil’in eşinin ve çocuklarının olduğunu öğrenene kadar… #kültürkargası
5
Birçok şey yaşanır ve Halil eve geri dönmek zorunda kalır. Evde baskıyı farklı yerden yiyen bir kadın daha vardır. Her şeyi kabullenen sindirmeye çalışan ve hiçbir şey yokmuşçasına eşine yemek hazırlayıp yerini yapan kadın… Sabiha ise yaşamdan bir yara daha almıştır. Ama bu sefer ki bir bıçak yarasıdır. Yaşanan onca gelgitten sonra Halil, bir daha elinin altında tutamadığı ulaşamadığı Sabiha’ya olan hıncını onu bıçaklayarak çıkarır. Peki ya bizler ne kadar yabancıyız bu sahneye? Veya ne kadar mı tanıdık geliyor diye sormak gerek? Yanıtı korkunç. Halil kavgaya tutuştuğunda Sabiha’yı evine gelip uyaran kolluk güçleri, pavyon da tehdit eden patron, evde çocuklarına bakması ve kocasını beklemesi görevi verilen kadın ve hala ‘sevginin’ en somut hali olan erk(ek) şiddeti… Devri olmayan bir baskı düzeni bu. Alnımızdaki bıçak yarası ise hala kanamaya devam ediyor. ‘Alnımdaki bıçak yarası Senin yüzünden; Tabakam senin yadigârın. ‘İki elin kanda da olsa gel ’diyor Telgrafın; Nasıl unuturum seni ben, Vesikalı yârim’ Orhan Veli
Aliye Ceylan #kültürkargası
6
NEREYE KOYSAM SENİ YAKIŞIYORSUN Nereye koysam seni yakışıyorsun. Arkadaşım oluyorsun, sevdiğim oluyorsun, karım oluyorsun, annem oluyorsun, kızım oluyorsun, düşmanım oluyorsun… Nereye koysam seni yakışıyorsun. Gözlerimden yaş olup akıyorsun, dudaklarım geriliyor gülüyorum, yanaklarımda gamze oluyorsun, sigaramın dumanı oluyorsun, içkimin kadehi oluyorsun, hüznümün bayrağı oluyorsun, bir halkın özgürlük umutları oluyorsun… Nereye koysam seni yakışıyorsun. Uyku haplarımı kahveyle içiyorum bu gece, uyku ihanet oluyor gece gözlerine. Gördüğümden beri seni düşünmeden geçen zamanı tutsan, anca birkaç soluk alışverişi derim. Bildiğim tüm yağmurlar Çarşamba gününden beri yetimdir gözümde. Kimsesiz, var oldukça sahiplenilen… Durakta otobüs beklerken izliyordum seni, uzaktan. Sırılsıklam ıslanmıştın. Yağmur, saçlarına dokunuyordu, yüzünü okşuyordu, dudaklarına değince dilinle temizliyordun. Nasıl kısandım bir bilsen. Normal gidişatında olan her şeye anlam katıyordun sen. Kitap almak için girdiğin sahafta, camın ardından izliyordum seni, şehrin gürültüsüne, akışına aitmiş gibi rol yaparak. Cemal Süreya’yı alınca raftan bir başka sevdim seni. En sevdiğim şiirin arasına koyduğum gül yaprağı gibi. İsminde bir güzeldi ki senin… Sevmek, çok politik kalıyordu dudağımda.. Bir cinayetin tam karşısında oturup sigaralar içirirdi saçların..
#kültürkargası
7
Sen çıkardın sesini duvara astın. Ellerin merhamet kokuyordu, coğrafyama barış getirirdi… Lafın gelişi de, gidişi de senin yüzünden olmaya başladığında, İlkel sözcüklerle konuşmak gerekirse, Nasıl desem, şebboy sesli bir cümbüş, eza içinde.
Orçun Kurban #kültürkargası
8
SUSMAYA KARAR VERDİM
Bulunduğum yerin coğrafik konumunu düşünmeden Henüz bir ülkenin dilini öğrenmemişken Yani gülümsemenin hiçbir dilde ki karşılığını bilmeden Karşıma çıkan her Eskimo'ya gülümseyerek Otel bulamayanların en sık uğradığı kaldırımda Bir şey anlatmak istemediğimden değil Okyanusta ki balığı akvaryumda ki balık anlamadığından Yanımda sol görüşe dair sadece kalbimi taşıyorken Susmaya karar verdim Bu dünyaya...
Necip Fazıl Say #kültürkargası
9
#kültürkargası
10
İrem Karabatak #kültürkargası
11
Mekan Hikayeleri
İKİNCİ ESKİCİLER-GÖĞE BAKMA DURAĞI
Kafeler, çay bahçeleri bu zorlu hayat koşuşturmasında dinlendiğimiz, derin bi’ soluk aldığımız duraklar gibi tıpkı. Fakat bazı duraklar var ki kalabalıklar içinde kendinizi bulamazsınız, bi’soluk almak için girersiniz fakat boğazınızda binlerce el varmış gibi nefessiz kalırsınız orada… Gelin biz sizi başka bir durağa, biraz eskiye götürelim, ne dersiniz? Burada nefes almak da var, göğe bakmak da! Tıpkı ismi gibi kendisi de şiirlerden fırlayıp gelmiş bir mekân var Bornova’da: İkinci Eskiciler- Göğe Bakma Durağı. Biraz kıyıda köşede; biraz saklı belki, biraz gizlenmiş. Ama bulduğunuzda şöyle bir “Oh!” çekeceğiniz, hatta “Daha önce neden önünden bile geçmedim ki ben?” diye hayıflanacağınız bir yer. Şiirlerin ruhumuzda bıraktığı o iz gibi burası da ruhunuzda tatlı bir iz bırakacak. İkinci Eskiciler- Göğe Bakma Durağı’na girerken kapının önündeki genç şeftali ağacının dallarına asacaksınız “zaman”ı. Zaman, burada duracak çünkü. İçerdeki eşyaların, kitapların büyüsüyle eski’ye doğru bir yolculuğa çıkacaksınız. Burayla tanışmadan önce eşyaların ne kadar ketum olduğunu, dilinin durgun ve sır vermez olduğunu düşünürdüm hep. Ne var ki fena yanıldım; buradaki eşyaların, radyoların, cam şişelerin, ikinci el kıyafetlerin, kitapların ve fotoğrafların büyülü #kültürkargası
12
bir dili ve paylaşacak sırları var. Kapıdan adımınızı atar atmaz duyacaksınız bu fısıltıyı… Çay ile ilgili son zamanlarda bir dünya söz söyleniyor. Hepimiz bir yerde, bir vakitte denk gelmişizdir elbet. Ben bu söz kervanına bir yenisini ekleyeyim: “ Çayı şekersiz de içerim ama muhabbetsiz asla.” İkinci Eskiciler- Göğe Bakma Durağı’nda elinizdeki çayınızın sıcaklığı yanınızdaki dostunuzun, arkadaşınızın muhabbetine karışacak. İçeri girerken şeftali ağacının dallarına astığınız “zaman”ı buradan ayrılırken tekrar geri alıp karışacaksınız şimdi’ye. Bir şiire başlar gibi geldiğiniz bu yerden ayrılmak da bir şiirin bitişine benzeyecek. Göğe baktığınız günler bol olsun! Durakta buluşalım!
İrem Karabatak #kültürkargası
13
KAÇIŞ
Deri hücrelerinin tek tek öldüğünü, ellerinin parçalandığını bilerek ama o muazzam acıyı hissetmeksizin aşağı doğru kayan halatı çekmeye çalışıyordu. Yüz elli metre yükseklikteki kayaların üstünde var gücüyle halatı çekmeye çalışırken, halatın diğer ucunda bağlı olan Murat’ın sesini duymaya çalışıyordu. Yağan yağmuru hissetmiyordu artık. Sırılsıklam olan yüzünden akan gözyaşı yağmura karışıyor toprağa düşüyordu. Bir yandan bağırarak küfrediyordu her şeye diğer yandan ‘ ölmedi ulan, ölemez’ diye mırıldanıyordu umutsuzca. Bağırmaya mecali kalmamıştı artık. Son kez ‘Murat’ diye bağırdı uçuruma doğru. Yağmurun iliklerine işleyen ıslaklığının sesinden başka bir cevap gelmedi boşluktan. O sırada yağmurun yağdığını ve halatın ufak ufak elinden kaydığını fark etti. Halatı bileğine doladı kaymaması için. Geri geri çekmeye başladı. Fayda etmediğini anladı. Halatı, bileğine dolanmış şekilde, gergin yerinden sol omzunun üzerine attı, arkasını uçuruma ve uçsuz okyanusa dönerek tekrar çekmeye başladı. Saniyeler içinde düşünceler silsilesine kapılıyor, gerçeklikten kopuyor, bir anlığına gerçekliğe dönüyor sonra yine anıların arasında buluyordu kendini. Murat ile ölüm üzerine yaptıkları konuşmalar geldi aklına. Henüz buraya, İspanya’ya gelip kayalıklardan midye toplama fikrini heyecanla tartıştıkları günün akşamında yaptıkları konuşma. Yine yağmur yağmıştı ve İzmir’in tüm sokakları ıslaktı. Karşıyaka iskelesinden Bostanlı iskelesine yürümüşlerdi sahilden, karşıya, Alsancak’ın ışıklarına bakarak. Ölüm nedir sence, ne düşünüyorsun diye sormuştu Murat’a. Murat düşünmüş bir alıntı yapmaya çalışmış ama becerememişti. #kültürkargası
14
Hafızası o kadar kuvvetli değildi. Sonra ‘ölüm’ demişti, ‘ yeryüzünde kesinliğe kavuşmuş tek gerçek’. Eline telefonu almıştı. Henüz başlamamış bir birlikteliğin heyecanı, öfkesi ve biraz da umursamaz tavırlarıyla sevdiğini söylediği kadına mesaj atıyordu. Murat anlayışla karşılıyor gibi görünüyordu bu durumu ama gerçekten öyle olup olmadığını kestiremiyordu. Sohbetin geri kalanına vapurda devam etmişlerdi. Sonrasını anımsayamadı. Okyanustan gelen devasa bir dalga önce kayalara sonra kendisine çarptı. Bir anda gerçekliğe döndü. Silkindi, kendine geldi. Şimdi aklındaki tek düşünce canlı ya da cansız Murat’ın bedenini yukarı hızlı bir şekilde yukarı çıkarmaktı. Tekrar son bir gayretle halata asıldı, çekmeye başladı. *** Murat, bedenine çarpan devasa dalga ile kendine geldi. Kendine gelmesiyle kayalara çarpması bir oldu. Bilinci henüz açıktı ve inanılmaz bir acı duyuyordu. Bir an nerede olduğunu kavradı. Yukarıya doğru çekildiğini fark etti ne kadar yükseklikte olduğunu anlayamamıştı. Hareket edemiyordu. Acının nereden geldiğini bilmiyordu. Tüm bedenini kaplamıştı adeta, birkaç yerinin kırılmış olabileceğini düşündü. Kendisini yukarı çekenin Gökhan olduğunu biliyordu. Güven duygusu kapladı her yanını. Acıyı ve yağmuru hissettikçe yaşadığını hissediyordu. Ölüme bu kadar yakınken gülmek geldi içinden. Ölüm dışında her şeyi düşünmeye başladı bir anda. İspanya’ya gelmeden önceki yaşantısını, ailesini, arkadaşlarını… Her şeyden çok olmak istediği yerde miydi, onu düşünüyordu. Bir şeyden kaçıp gelmişti buraya. Ülkesinden, ailesinden, sorumluluklarından kaçmıştı ve bunun farkındaydı. Ama bu durumda farkındalık yerini pişmanlığa bırakmıştı. Okaynaklı bir pişmanlık değildi bu; yapmak istediklerini yapamamanın verdiği bir pişmanlık... Birçok şey yapmak istemişti. Bir kısmını yapabilmiş, büyük bir kısmını, elinde olan ya da olmayan sebeplerden dolayı, ertelemiş ya da vazgeçmişti. Ve şimdi hepsi son bulacaktı. Kelebeklerden farklı olmadığını düşündü. Koca evren için belki saniyenin milyonda biri bir zaman dilimi içinde yaşamış ve sonuna gelmişti. Bu düşünceyle yaşamıştı İspanya’ya geldiğinden beri. Değiştireceğini düşündüğün dünyanın bir anlamı yoktu devasa boşlukta. Doğru ve yanlış kavramlarının anlamı yoktu. Zaten her şey son bulacaktı; o vakit mutlu olduğun şekilde yaşamalıydı hayatı. Kötülüğün varlığını bilerek ancak ona arkasını dönerek #kültürkargası
15
yaşamayı seçmişti. Derinden gelen bir acı hissetti. Yaralarının sebep olduğu bir acı değildi, farkındaydı. Kendisiyle çelişiyordu düşüncelerinde uzun zamandır ama hiçbiri şu anki kadar şiddetli olmamıştı. Yarıda bıraktığı işi tamamlamamanın verdiği pişmanlığı duyuyordu. Belki tamamlamaya ömrü yetmeyecekti. Ama emek verecekti. Kendisi için olmayan, kimsenin çıkarını gözetmeyen saf bir emek. Tekrar ve son defa yaşadığını hissettiğinde, üzerine gelen dalga olağanca gücüyle Murat’ı kayalara fırlatmış, inanılmaz bir acı duymasına neden olmuştu. Son gördüğü şey, aralanan yağmur bulutlarının arasında, sonsuz uzaklıktan gelen yıldızın ışığıydı. Adını biliyordu onun. Gözünü kapattı. Sirius adı. Ölmeden önce aklındaki son düşünce bu oldu.
Çetin Kelleci #kültürkargası
16
ÇOCUK İŞÇİLİĞİNE KARŞI BİR SPARTACUS; IQBAL MASIH
Kahramanlar anlatılmıştır hepimize tarih kitaplarında. Savaşta kelle üstünde kelle bırakmayanlar, tek eliyle bilmem kaç kilolar kaldıranlar, şehirleri harita üzerinden toz buz edenler... Ben bu kahramanların hiç birine hayranlık duyamadım. Hiç birinde kendimden bir şey bulamadım. Benim için kahramanlar uçan kaçan, vuran deviren değil zorluklara karşı direnen, başkasının derdini kendi derdi edinebilenler olagelmiştir kendimi bildiğimden beri. Bu kahramanlardan biri Iqbal Masih. Çocuk bedeniyle dünyaları kurtarmaya çalışmış, halı mafyalarına korku salmış ve tüm ezilenlere, modern köleliğe zorlananlara umut olmuş bir kahraman. Iqbal, Pakistan’ın ücra köylerinden birinde 1982 yılında dünyaya gelmiş. Babası onları terketmiş annesi de evi geçindirmek için evlere temizliğe gitmiş. 4 yaşına geldiğinde abisinin evlenebilmesi için gereken 600 rupi(12 dolar) karşılığında yüzlerce Pakistanlı çocuk gibi halı fabrikasına satılmış. Pakistan dünyada en çok çocuk işçi çalıştıran ülkelerden biri. Kölelikten hiçbir farkı olmayan bu sistemde halı mafyası önce çaresiz aileyi bitmez bir borçbatağına sürüklüyor ve daha sonra her yıl artan faizler borcun ödenmesini engelliyordu. İqbal ve daha pek çok çaresiz çocuk bu şekilde aşırı sıcak, havasız bir odada, bir halı tezgahına kaçmasınlar diye zincirlenerek günde 12 saatten fazla çalıştırılıyordu. #kültürkargası
17
Çevresinde kendisi gibi konuşmaya bile korkan 30 çocukla bir tutsak olarak 6 sene yaşadı. Çocukların hemen hepsine sadece hayatta kalmalarına yetecek kadar su ve yemek veriliyordu, tabii bunun da bir sebebi var: Onları mümkün olduğu sürece küçük tutabilmek… Çünkü en pahalı halıları ancak o küçücük parmaklar dokuyabiliyordu. Bu kötü şartlardan dolayı Iqbal fiziksel gelişimini tam sağlayamadı. Yarı yaşındaki çocuğun fiziksel özelliklerine sahipti. 6 yıl boyunca tutsak bir halde yaşam mücadelesi veren İqbal bir gün kasabada Bonded Labor Liberation Front (BLLF) adlı aktivist bir grubun toplantısı olduğunu duydu. BLLF’in toplantısına gitmek üzere yeraltındaki köhne fabrikadan kaçtı. Orada Pakistan devleti tarafından tefeciliğin yasadışı ilan edildiğini öğrendi. Derneğin lideriyle konuşup yardımını isteyen İqbal kısa sürede onu köle taciri patronlarının elinden kurtaracak gerekli evrakları hazırladı. Evraklarını fabrika sahibine bizzat elden verme konusunda ısrar etti. Evraklarını teslim ettikten sonra arkadaşlarına seslendi; “Korkmayın. Herşeyi öğrendim. Benimle gelin. Sizler özgürsünüz.“ İqbal o gün 34 çocuğu özgürlüğüne kavuşturdu. Okuma yazma öğrenmek ve eğitim almak için BLLF‘in burslu okullarından birine başladı. Çocuk işçiliğine karşı yapılan sokak eylemlerinde en önde yer aldı. Halı mafyasına kafa tutmaya başladı. Bir grup çocuğu kurtarabilmek için işçi/köle olarak hayatını riske atıp dokuma fabrikalarından birine sızmayı bile başardı. Fırsat buldukça çocukların kulağına fısıldıyordu: “Korkmayın siz özgür doğdunuz. Kimsenin sizi burada tutmaya hakkı yok. Benimle gelin. BENİMLE GELİN.” İqbal kendi çocuksu riskli planlarıyla tek seferde 100’den fazla çocuğu özgürlüğüne kavuşturduktan sonra nihayet dünyanın dikkatini çekti. Reebok insan hakları ödülünü kazandığında konuşma yapmak için Amerika’ya giden İqbal hayatı boyunca yaşayamadığı çocukluğunu kısa bir süre için orada yaşadı. Favorisi Bugs Bunny çizgifilmleriydi. #kültürkargası
18
İsviçre ve Amerika’da bir çok okulda konuşma yapan İqbal farkında olmadan başka çocukların da hayatını değiştiriyordu. İqbal’in hayali çocuk tacirlerinden kurtulan küçüklerin sığınıp eğitim alabileceği bir okul ve yurt yaptırmaktı. Reebok’tan kazandığı 15.000 doları da bu amaç için biriktirdi. “Avukat olmak istiyorum. Henüz kendini savunamayacak kadar küçük olan, seslerini çıkartmaya bile korkan dostlarımın haklarını savunmak istiyorum.” diyordu. 1995’te tekrar Pakistan’a döndü. Amerika’da arkadaşlarına söylediği son söz “Başladığım işi bitireceğim.” di. 16 Nisan günü ailesini ziyarete gittiği köyünde kuzenleriyle bisikletle gezerken üzerine ateş açılarak öldürüldü. 12 yaşındayken 6 yaşında bir çocuğun bedenine sahip küçücük İqbal onları o kadar korkutmuştu ki öldüğünden emin olmak için katil tüm şarjörü üzerine boşalttı. 12 yıllık küçücük yaşamına çok büyük bir kahramanlık sığdıran İqbal bana göre; dağ kadar büyük, çelik kadar sert bir kahramandır. Nerede ‘ucuz iş gücü’ olarak çalıştırılan çocuk görsem aklıma İqbal düşer. Ne İqballer son buldu ne de büyük halı mafyaları. Bugün var olmayan şey, bizlerin görmek, durdurmak için göstermediğimiz çaba. Türkiye’de bilinen 8 binden fazla çocuk işçi var. Bu sadece bilinen. Yüzlerce çocuk ya yaralanmış ya da sakat kalmış. Onlarcası da iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiş. Yeni bir İqbal’i beklemeye gerek yok. Yaşımız kaç olursa olsun buna dur demeliyiz. Yoksa kaybedeceğimiz bir geleceğimiz daha olmayabilir.
Ne yazık ki çalıştığım yerin sahibi, çocukları köle gibi çalıştırmalarını Amerika’nın istediğini söylemişti bize. Amerikalılar’ın bizim ürettiğimiz halı, kilim ve havluları ucuza almak istediğini söylemişti. Ve köle işçiliğin sürmesini istediklerini. Sizden, çocukların köle olarak çalıştırılmasına son vermenizi istiyorum, çünkü çocuklar kalem kullanmalı, işçilerin kullandığı aletleri değil. – İqbal Masih
Kaan Saç #kültürkargası
19
Bu kodu telefonunuzdan okutarak Aykırı Karga’nın internet sitesine ulaşabilirsiniz.