Mübadele Günleri Hüsniye Yatkan Eşref Jale Tuzak
Akçapınar Mahallesi Cavit Atmaca Panagia Phaneromeni Midilli-Ayvalık Alışveriş Tercihleri
AYVALIK ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI TARIM SATIŞ KOOPERATİFİ
Cumhuriyet Meydanı’nda dev bir Türk bayrağı açıldı
19
GENÇLERİN BAYRAMI GENÇLERİN ÖNCÜLÜĞÜNDE KUTLANDI
Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının 97. yılında bir kez daha kutlandı. Gençlerin coşkulu katılımıyla renklenen ve Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Garnizon Komutanı Albay Aydın Nazlı ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in de izlediği kutlamalar sabah saatlerinde belediye bandosu eşliğinde, Marina önünden Cumhuriyet Meydanı’na yapılan yürüyüşle başladı. Meydana ulaşıldığında, Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürü Cem Hamzaoğlu bir konuşma yaptı. Rio de Janeiro olimpiyatlarında yarışacak olan milli atlet Mert Atlı’nın bayrağı göndere çekmesinin ardından Ayvalık Folklar Araştırma Derneği halk oyunları ekibi bir gösteri sundu. Meydanın yola
2
bakan kısmında açılan dev Türk bayrağı büyük ilgi gördü. Günün ikinci etkinliği Ayvalık Anadolu Lisesi’nde düzenlendi. Burada öğrenciler şiirler okudu, belediye bandosu eşliğinde marşlar söylendi. Yarışmalarda başarılı olan öğrencilere ödülleri verildi. 19 Mayıs etkinliklerinin son töreni, Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü’ne ait spor salonundaydı. Burada da gençler farklı spor dallarındaki yeteneklerini sergiledi. Akşam saatlerinde gerçekleştirilmesi beklenen Serhan Savaşkan konseri ise Hakkari’den gelen dört şehit haberi nedeniyle iptal edildi.
Bağımsız bir ülkede özgür ve birlik-beraberlik içinde yaşıyorsak bunu şehitlerimize borçluyuz
AYVALIK İLK KURŞUN GURURUNU 97. KEZ YAŞADI
K
urtuluş Savaşı’nın ilk 'askeri' kurşunu, 97 yıl önce, 29 Mayıs 1919 günü Ayvalık’ta atıldı ve Yarbay Ali Çetinkaya kumandasındaki 172. Alay’ın kahraman askerleri düşmana kararlılıkla direnerek milli mücadele ruhunu ateşledi. İlk kurşunun atılışı her yıl olduğu gibi bu yıl da törenle kutlandı. Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Garnizon Komutanı Albay Aydın Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Cumhuriyet Başsavcısı Metin Tokel’in katıldığı Cumhuriyet Meydanı’ndaki törende gaziler, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri de yer aldı. Jandarma Teğmen Yusuf Güvenilir yaptığı konuşmada, Ayvalık’ta düşmana atılan ilk kurşunun tüm yurdun yanı sıra dünyaya da mal olduğunu vurguladı ve konuşmasını “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” diyerek tamamladı. Daha sonra Belediye Başkanı Rahmi Gençer söz aldı ve şunları söyledi: “97 yıl önce Ayvalık’ta atılan ilk askeri kurşun, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşması yolundaki ilk adımlardan biridir. Çünkü bu kurşun 8-9 yıldır savaşan Anadolu insanına bir umut oldu. Küçükköy’den Elmas ve Kasım Bey, Bağyüzü’nden Kırağı, Altınova ve Gömeç’ten birçok insan Ali Çetinkaya’nın yanında yer aldı. Fahri Üsteğmen ilk şehitlerimizdendi. Ali Sansür ilk kurşunu bütün Anadolu’ya telgrafla duyurdu. Mili mücadele Ayvalık’ta başladı ve 15 Eylül 1922’de yine Ayvalık’ta sonuçlandı diyebiliriz. Gençlerimize bu gururu anlatmalıyız. Bizi birbirimize kenetleyen laik Cumhuriyet’i yüksek sesle savunmalıyız. Fahri Üsteğmen’e ve İstiklal Savaşı'nda yitirdiğimiz tüm şehitlerimize, hain terör saldırılarında şehit olan polislerimize, askerlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Bağımsız bir ülkede özgür ve birlik-beraberlik içinde yaşıyorsak bunu onlara borçluyuz.”
“Emekçiler bu ülkede çok şey değiştirdi”
1 MAYIS BİRLİK BERABERLİK VE BARIŞ GÜNÜDÜR
1
Mayıs İşçi Bayramı Ayvalık’ta da kutlandı. Ayvalık Belediyesi, siyasi parti temsilcileri ve STK’ların birlikte düzenlediği kutlamalar Öğretmen Evi’nden Cumhuriyet Meydanı’na yapılan yürüyüşle başladı. Yürüyüşe Belediye Başkanı Rahmi Gençer, başkan yardımcıları ve Meclis üyeleri de katıldı. Rahmi Gençer Cumhuriyet Meydanı’nda yaptığı konuşmada, “Türkiye’mizin ihtiyaç duyduğu birlik-beraberlik şu anda bu meydanda gerçekleşmiş durumda. Ülkesine bağlı, vatanını seven herkes burada. Emekçiler bu ülkede çok şey değiştirdi, bu nedenle onlara borcumuz büyük. Emekçilerle birlikte bu ülkede birlik ve beraberliği koruyacağız, ülkemizi asla böldürtmeyeceğiz. Ne Mutlu Türk'üm diyene!” dedi.
3
Engelliler Haftası renkli etkinliklerle kutlandı
AYVALIK BELEDİYESİ ‘ENGELLİ DOSTU BELEDİYELER ÖDÜLÜ’NE LAYIK GÖRÜLDÜ
A
yvalık Belediyesi’nin öncülüğünde Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen Engelliler Haftası kutlamalarına Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, STK temsilcileri ve çok sayıda engelli vatandaş ile aileleri katıldı. Türkiye Zihinsel Engelliler Federasyonu önceki dönem Başkanı Hamdi Atay yaptığı konuşmaya, “Ayvalık’ta güzel şeyler oluyor” sözleriyle başladı ve “Özel çocuklar, Ayvalık’ta son derece sosyalleşti ve şehir dışında müsabakalara katılıp başarılar elde etti. Bu kapsamda özel ‘ampute’ takımımızın da kurulup hayata geçirileceğine inanıyorum. Uzun adam Alper Altıoğlu’na ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer’e katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Ayvalık Belediyesi, Sosyal
Hizmetler Müdürlüğü’nü kurarak, Evde Bakım Hizmetleri’ni başlattı. Bakıma muhtaç herkesin tüm ihtiyaçlarını gideriyorlar. Bu devrim niteliğinde bir çalışmadır. Nisan ayında da Ayvalık’ın sesi Ankara’da duyuldu. Ayvalık Belediyesi, federasyonumuzun düzenlediği ‘Engelli Dostu Belediyeler Ödülü’ne layık görüldü’’ dedi. Atay, Kaymakam Namık Kemal Nazlı’ya da kendilerini her konuda desteklediği için teşekkür etti. Ayvalık Belediyesi Zihinsel Engelliler Okulu tarafından hazırlanan halk oyunları gösterisinin ardından, Başkan Gençer ve özel çocuklar müzik eşliğinde eğlendi. Hafta kapsamında, Ayvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü de Sarı Zeybek Spor Tesisleri’nde özel çocuklar için temsili olarak ‘Askeri Kına Gecesi’ düzenledi.
Ayvalıklı 18 özel çocuk, Edremit 19. Mekanize Piyade Tugayı’nda bir gün temsili askerlik yaparak terhis oldu. Törene Rahmi Gençer ve Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka da katıldı. 4
RAHMİ GENÇER: “ÖZEL ÇOCUKLARIMIZIN MUTLULUĞUNU GÖRDÜKÇE ENERJİMİZ KATLANIYOR’’ Ayvalık Belediyesi, Engelliler Haftası kapsamında askerlik dönemine gelmiş 18 özel çocuğa ‘Temsili Askere Gönderme Eğlencesi’ düzenledi. Cumhuriyet Meydanı’na davul-zurna eşliğinde gelen özel çocuklar burada oyunlar oynadıktan sonra Askerlik Şubesi’ne, oradan da Sarı Zeybek Spor Tesisleri’ne geçtiler. Tesislerdeki kına eğlencesine, Başkan Rahmi Gençer ve eşi Yasemin Gençer, Müftü Mehmet Emin Karataş, STK temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı. Çocuklara kınalar yakıldı, Müftü Karataş dualar okudu. Başkan Gençer yaptığı konuşmada, “Türk insanı davul-zurnayla, güle oynaya askere gider. O yüzden bu ülkeye hiçbir şey olmaz. Çocuklarımızın aileleri ve kendileriyle gurur duyuyoruz. Onlar sayesinde güvenle uyuyacağız. Böylesine mutlu olduklarını gördükçe enerjimiz katlanıyor’’ dedi
Rahmi Gençer’in de katıldığı toplantıda yerel yönetimlerin izlemesi gereken yol haritası üzerinde duruldu
CHP’Lİ BELEDİYE BAŞKANLARI ANKARA’DA BİR ARAYA GELDİ
C
umhuriyet Halk Partisi, yerel yönetimlerde gerçekleştirilen hizmetleri daha ileriye taşımak adına Ankara’da bir toplantı düzenledi. CHP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun’un koordine ettiği toplantıya Belediye Başkanı Rahmi Gençer de katıldı.
Toplantının açılış konuşmasını Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu yaptı ve gündemle ilgili görüşlerini belirtti. Ardından, yerel yönetimlerde izlenmesi gereken yol haritası üzerinde duruldu. 2019 yerel seçimlerine kadar geçecek üç yıllık süreçte neler yapılabileceği tartışıldı. Toplantı sırasında İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ve Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka ile görüş alışverişinde bulunan Belediye Başkanı Rahmi Gençer Ankara’daki buluşmaya ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “CHP ve CHP’li belediye başkanları olarak ‘sosyal belediyecilik’ anlayışını savunuyoruz. Siyasi anlamda hep birlikte, önümüzdeki üç yılda ne gibi projeler geliştirebilir ve ne tür yeni hizmetler ortaya koyabiliriz, bunları konuştuk. Toplantımız çok verimli geçti. Bizim temel politikamız daima halka yakın, yani ‘insan odaklı’ projeler geçekleştirmek. Bu bakımdan gelecek üç yılı çok iyi değerlendirmek istiyoruz.’’
Rahmi Gençer, Ayvalık Belediyesi’nin yaz boyunca gerçekleştireceği etkinlikler hakkında bilgi verdi
A
AYTUGEB SEÇİMLİ GENEL KURUL'U YAPILDI
yvalık Turizm Geliştirme Birliği’nin Genel Kurul’u, kent merkezinde yeni hizmete giren Orchis Butik Otel’de yapıldı. Toplantıya Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Belediye ve Birlik Başkanı Rahmi Gençer, Ticaret Odası Başkanı İbrahim Kantarcı‘nın yanı sıra birliğe üye kuruluşların temsilcileri katıldı. Yaptığı açılış konuşmasında, Ayvalık Belediyesi’nin yaz boyunca gerçekleştireceği etkinlikler hakkında bilgi veren Rahmi Gençer, Ayvalık’ın tanıtımı konusunda önemli bir yere gelindiğinin altını çizdi. Konuşmaların ardından, toplantıda 2015 yılı mali bütçesi, yeni birliğin encümeninin oluşturulması, görev dağılımları, plan/proje komisyonlarının seçimi 'Ayvalık Blogger' CD’si hazırlanması konuları görüşülerek karara bağlandı.
5
Belediye Başkanı Rahmi Gençer, her hafta bir mahalleye konuk olmaya ve orada yaşayanların sorunlarını ilk ağızdan dinlemeye devam ediyor. ‘Başkan Burada’ halk toplantıları kapsamında Rahmi Gençer bu kez önce Yenimahalle’de, ardından 150 Evler’deydi
YENİMAHALLE’NİN EN ÖNEMLİ SORUNU PEK ÇOK KONUTA YAPI KULLANMA İZNİ VERİLEMEMESİ
Y
enimahalle’deki buluşmada, Gençer’i kahvehaneler önünde mahalle muhtarı Beytullah Gündoğan karşıladı. Rahmi Gençer, açılış konuşmasında Büyükşehir Yasası’na göre, kendilerine düşen görev ve sorumlulukları anlattı, belediyenin bütçesi hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Su, kanalizasyon, sinek mücadelesi ve altyapı çalışmalarının yanı sıra yollarda oluşan bozulmaların da büyükşehir belediyesinin sorumluluğunda olduğunun altını çizdi. Kendilerinin bu konuda sadece aracı olduklarını ve sorunları yetkililere zamanında iletmeye özen gösterdiklerini belirtti.
Büyükşehir Belediyesi’ne ileteceklerini belirtti.
Toplantı bitiminde Rahmi Gençer ve muhtar Beytullah Gündoğan, Ayvalık Belediyesi’nin ‘Evde Bakım’ ekiplerinin hizmet verdiği bir evi ve Yenimahalle Spor Tesisleri’ni ziyaret etti.
Toplantının ikinci bölümü soru-cevap şeklinde geçti. İlk soru Yenimahalle’nin imar problemiyle ilgiliydi. Çarpık bir yerleşimin yaygın olduğu bölgede birçok eve yapı kullanma izni verilemediği konuşuldu. Rahmi Gençer, “Bu durum can güvenliğiyle ilgili, bu nedenle çok önemli ve aynı zamanda vahim bir mesele... Sorunu ortadan kaldırmak için uzmanlardan oluşan bir ekip kurulması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de konunun birçok örneği var. Buradaki imar problemini daha fazla ertelemeden, bir an önce çözüme kavuşturmalıyız. Bunun için büyükşehirden uygun görürlerse destek alabiliriz. Şu var ki, sadece bizim değil, herkesin taşın altına elini koyması gerekiyor’’ dedi. Mahalleliden Rahmi Gençer’e gelen talepler arasında, dolmuş hattında güzergah değişikliği, sivrisineklerin çok oluşu gibi hususlar öne çıktı. Gençer, bu konuları bir kere daha Balıkesir
150 EVLER’DE YAŞAYANLAR İSTEK, ÖNERİ VE ŞİKAYETLERİNİ DOĞRUDAN BAŞKAN’A AKTARDI
A
yvalık Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Başkan Burada’ halk toplantılarının 7.’si 150 Evler Mahallesi’nde yapıldı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i mahalle muhtarı Yener Koşvar karşıladı. Çok sayıda vatandaşın izlediği ve sorunlarını dile getirme imkanı bulduğu toplantıya Rahmi Gençer’in yanı sıra, her zaman olduğu gibi, Başkan Yardımcısı Gökay Bacan ve idari amirler
6
de katıldı.
dönük projelerini paylaştı.
Gençer açılış konuşmasında Büyükşehir Yasası’na değinerek görev ve sorumlukların paylaşılması ve böylece mevcut tüm sıkıntıların çözüme kavuşturulması konusunda büyükşehir ile Ayvalıklılar arasında köprü olmaya devam edeceklerini belirtti. İki yıldan bu yana sürdürülen hizmetleri anlattı, geleceğe
Mahalle halkının kayıt altına alınan istek, öneri ve şikayetlerinden bazıları şöyleydi: Park ve sokak düzenlemelerine önem verilmeli. Su patlakları çalışmaları sonunda oluşan yol bozuklukları hızla tamir edilmeli. Meşale Sitesi, kış aylarında Cennet Tepesi eteklerinde yaşanan su baskınlarından kurtarılmalı...
Belediyeyi ziyaret ederek Onursal Başkanları Rahmi Gençer’e teşekkürlerini sundular
ATLETLERİMİZ BAŞARILARINI SÜRDÜRÜYOR
A
“Annelerimizi yılda bir gün değil, her gün hatırlamalıyız”
SEBZE VE MEYVECİLER ODASI’NIN ANNELER GÜNÜ BULUŞMASINDA HERKES MUTLUYDU
S
ebze ve Meyveciler Odası Başkanı Elmas Özmen’in öncülüğünde Armutçuk Pazar Yeri’nde düzenlenen Anneler Günü kutlama programına Belediye Başkanı Rahmi Gençer eşi Yasemin Gençer’le birlikte katıldı. Hazırlanan çiçek standında Gençer, eşi ve Elmas Özmen’le birlikte pazara gelen kadınlara gül vererek annelerin özel gününü kutladı.
rt arda önemli başarılara imza atarak sadece Türkiye’nin değil, Ayvalık’ın adını da uluslararası alanda duyuran atletlerimiz Mert Atlı, Özgür Ozan Pamuk ve Şahin Şenoduncu antrenörleri Sabahattin Tatar’la birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Ziyarette görüşlerini bildiren antrenör Sabahattin Tatar, “Gençlerimiz zor şartlar altında şampiyonalara hazırlandılar. Onlar, yurt dışında ülkemizi en iyi şekilde temsil ediyor. Bu kapsamda bize desteklerini esirgemeyen Onursal Başkanımız Rahmi Gençer’e teşekkürlerimizi sunmak için buradayız” dedi. Küçükköy Spor Kulübü’nden milli atlet Mert Atlı 20 km yürüyüşte, Rio de Janeiro’da yapılacak olimpiyatlara gitmeye hak kazandı. Ayvalıkgücü Spor Kulubü’nden milli atlet Özgür Ozan Pamuk, Roma’da yapılan Dünya Şampiyona’sında 50 km yürüyüşte, yeni Türkiye rekorunun sahibi oldu. Yine Ayvalıkgücü’nden milli atlet Şahin Şenoduncu ise Çek Cumhuriyeti’nin Podebrady şehrinde yapılan Permit yarışmalarında 23 yaş altı Akdeniz Oyunları barajını geçmeyi başardı. Şenoduncu Türkiye’yi Tunus’ta temsil edecek.
Düzenlenen programın örnek bir davranış olduğunu ve bu yolla Ayvalık halkına çok güzel bir mesaj iletildiğini belirten Rahmi Gençer, Oda Başkanı Özmen ve yönetim kurulunu bu ince davranışları nedeniyle kutlayarak, “Annelerimizi yılda bir gün değil, her gün hatırlamamız ve kendilerini özel hissettirmemiz gerekir” dedi.
RAHMİ GENÇER HIDIRELLEZ YEMEĞİNE KATILDI VE ANNELERİ KUTLADI Yenimahalle halkının kendi arasında gerçekleştirdiği geleneksel hıdırellez yemek hayrının 8.’si düzenlendi. Yemek hayrına Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve eşi Yasemin Gençer de katıldı. Yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı etkinlikte sunulan yemekleri mahalle sakini kadınlar kendi elleriyle hazırladı ve gelen konuklara yine kendi elleriyle ikram etti. Rahmi Gençer, yemekten önce kısa bir konuşma yaptı ve “Başta Yenimahalle muhtarı Beytullah Gündoğan’ı ve mahalle sakinlerini kutluyorum. Büyük bir birlikberaberlik örneği sergiliyorlar. Baharı her yıl, hep beraber dualarla ve umutlarımızın hiç bitmemesi dileklerimizle karşılıyoruz” dedi. Gençer ve eşi daha sonra yemekleri hazırlayan ‘ev sahibi’ kadınların anneler gününü kutladı.
7
Kentimizde en fazla sigortalı personel çalıştıran kurum Ayvalık Belediyesi
AYVALIK SGK MÜDÜRÜ EKİBİYLE BİRLİKTE BELEDİYEYİ ZİYARET ETTİ
Rahmi Gençer bir şükran plaketiyle teşekkür etti
A
yvalık Sosyal Güvenlik Kurumu Müdürü Mehmet Özkaya ve çalışma arkadaşları, ‘Sosyal Güvenlik Haftası’ nedeniyle Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. SGK Haftası kutlama ziyaretlerine Ayvalık Belediyesi’nden başladıklarını belirten Mehmet Özkaya, Rahmi Gençer’in kişiliğinde tüm belediye çalışanlarına başarılar diledi. Özkaya ve beraberindekilere ziyaretleri için teşekkür eden Rahmi Gençer, Ayvalık Belediyesi’nin, kentteki en fazla sigortalı personel çalıştıran kurum olduğunu vurguladı ve bu kapsamda hizmetlerin aksamaması için yoğun çaba harcadıklarını söyledi.
ADEM ÖZDEMİR EMEKLİ OLDU
2003 yılından bu yana Ayvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü Elektrik İşleri Birimi’nde çalışan ve Küçükköy Mahallesi’nde görev yapan Adem Özdemir emekliye ayrıldı. Rahmi Gençer, bir şükran plaketi verdiği Özdemir’e çalışmaları nedeniyle teşekkür ederek sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir emeklilik diledi.
ArtClan üyesi sanatçılar eski Kırlangıç Fabrikası’nı atölye olarak değerlendirdi
2. ULUSLARARASI SANAT ÇALIŞTAYI’NA FARKLI ÜLKELERDEN FARKLI SANAT DİSİPLİNLERİNDEKİ SANATÇILAR KATILDI
A
yvalık Cunda Sanat Çalıştayı 1-7 Mayıs 2016 tarihleri arasında gerçekleşti. ArtClan üyesi 21 sanatçı, atölye olarak değerlendirdikleri eski Kırlangıç Fabrikası’nda başta resim, heykel ve fotoğraf olmak üzere birçok dalda eser üretti. Bu eserler, Orhan Peker Sanat Galerisi’nde düzenlenen sergiyle sanatseverlerin beğenisine sunuldu.
Kırlangıç Fabrikası’na gelerek atölye çalışmalarını yerinde izleyen Belediye Başkanı Rahmi Gençer, sanatçılara bir kez daha kültür, sanat ve tarih şehri Ayvalık’ı seçtikleri için teşekkür etti. Farklı ülkelerden, farklı sanat disiplinlerindeki sanatçıların katıldığı çalıştayda, karşılıklı sanat görüşlerinin buluşmasıyla ortaya çıkacak eserlerin Ayvalık’a farklı bir değer katacağını söyleyen Gençer, “İkincisini gerçekleştirdiğimiz bu çalıştayın süreklilik kazanması bizi ayrıca mutlu ediyor” dedi.
ÇALIŞTAYI KAPSAMINDA ORTAYA ÇIKAN ESERLER SERGİLENDİ ArtClan üyesi 21 sanatçının yer aldığı ve kuratörlüğünü Günseli Toker’in üstlendiği 2. Uluslararası Ayvalık Cunda Sanat Çalıştayı sergisinin açılışına, Rahmi Gençer’in şehir
8
dışında olması nedeniyle Başkan Yardımcısı Ahmet Erkal ve çok sayıda sanatsever katıldı. Açılışta konuşan Ahmet Erkal, ‘’Biz bu salona yabancı değiliz, Meclis toplantılarımızı burada yapıyoruz. Sayenizde sanatla iç içe toplantılar gerçekleştiriyoruz. Çalıştayda emeği geçen tüm sanatçılarımıza Ayvalık’a değer kattıkları için teşekkür ediyorum. Önümüzdeki yıl desteklerimizi daha sistemli bir şekilde sürdüreceğiz’’ dedi. ArtClan organizatörü İldem Arabacıoğlu da, verdiği katkı için Ayvalık Belediyesi’ne teşekkür etti. Arabacıoğlu, farklı kültürlerden yetişmiş bir ekip olduklarını belirtti ve kültürlerarası etkileşimlerin giderek arttığına dikkat çekti.
SERGİDE ESERLERİ BULUNAN ArtClan ÜYESİ SANATÇILAR Ben Goerens, Cahide Erel, Cana Atay, Çiğdem İrtem, Dila Atay, Eda Bahadınlı, Emine Berkan, Erdal Uzunoğlu, Günseli Toker, Hakan Kürklü, İldem Arabacıoğlu, Mustafa Özkan, Mehmet Özcan, Nalan Beyaz Kansu, Nicole Huberty, Pepe Pax, Romina Meriç, Sema Bicik, Serap Gümüşoğlu, Sevgi Yıldızlı ve Sylvie Reusch.
Sergiler, söyleşiler, belgeseller ve konserler büyük kalabalıklar tarafından izlendi mübadil mutfağından örnekler sunuldu
‘CUNDA MÜBADELE GÜNLERİ’ YOĞUN İLGİ GÖRDÜ ADA OLAĞANÜSTÜ GÜNLER YAŞADI
A
yvalık Belediyesi ile Alibey (Cunda) Adası Kalkındırma ve Koruma Derneği, 93 yıl önce yaşanan mübadele sonucunda, gidenlerin ve gelenlerin anılarını yaşatmak amacıyla ‘Cunda Mübadele Günleri’ başlıklı bir etkinlik düzenledi. Sergiler, söyleşiler, belgesel gösterimleri ve konserlerle zenginleşen etkinlikte mübadil mutfağından örnekler de sunuldu.
21 Mayıs 2016 günü ilk olarak Ayvalık Belediyesi’nin kullanılabilir hale getirdiği Cunda’daki Eski Karakol’da ‘Fotoğraflar ve Eşyalar’ sergisi açıldı. Açılışa Girit, Midilli ve Samos adalarından gelen konuklar da katıldı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer yaptığı konuşmada önce Yunanlı konuklarla bir arada olmaktan duyduğu mutluluğu dile getirdi ve “O günlerin tekrar yaşanmasını istemiyorsak, köklerimizi hatırlamak ve gelecek kuşaklara öğretmek zorundayız. Yoksa, köksüz ağaçlar gibi olur ve savrulup gideriz. Yeni kuşaklara Cunda kültürünü ve mübadil mutfağını öğretmemiz gerekiyor. Sayın Kaymakamımız da uygun görür ve Eski Karakol belediyemize tahsis edilirse burasını mübadele müzesi yapmayı planlıyoruz” dedi. Sergiyi Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Yunanlı avukat/panelist Lemakis Eftimis ve mübadil Hüseyin Öztürk birlikte açtı. Serginin ardından Sanat Sokağı’na geçildi. Sokakta resim, fotoğraf, minyatür, seramik gibi birçok sanat dalı vatandaşların beğenisine sunuldu, şarkılar söylendi. Aynı gün Cunda Kültür Merkezi’nde bir dizi söyleşi düzenlendi. İlk sözü etkinlik için özel olarak İran’dan gelen tarihçi Prof. İlber Ortaylı aldı. Büyük bir kalabalık tarafından izlenen Ortaylı’dan sonra Dr. Nikos Livadaras, Vasilis Vetsos, Lekakis Efthimios ve Sophia Koufopoulou görüşlerini izleyenlerle paylaştı.
9
İlk günün son etkinliği Tolga Çandar’ın Cunda sahilindeki konseriydi. Sevilen türkülerin art arda söylendiği konseri çok sayıda sanatseverle birlikte Rahmi Gençer de izledi. Eski bir CHP milletvekili olan Çandar sahnede kaldığı süre içinde ilginç anılarını da sevenleriyle paylaştı. Rahmi Gençer konser sonrası sahneye çıkarak Tolga Çandar’ı kutladı. Gençer, ‘’Çandar'ın söylediği türküler ve anlattığı hikayelerle gelecek adına içimize umut doldu. Çandar, değerli babasını iki gün önce kaybetmesine rağmen sözünde durdu ve bizlerle oldu. Böyle bir değer yetiştirdiği için ne mutlu o babaya... Nurlar içinde yatsın’’ dedi. Etkinliğin ikinci gününde, öğleden önce Su Ürünleri Kooperatifi’nde ‘Doğaçlama Anılar’ dile geldi. Maniler okundu, şarkılar söylendi, danslar edildi. Ardından Cunda sahilinde kurulan stantlarda ‘mübadiller mutfağı’ndan özgün lezzetler sunuldu. Mübadil torunları tarafından hazırlanan yemeklerin yer aldığı stantların önünde uzun kuyruklar oluştu. Otlar, deniz ürünleri, etli yemekler, zeytinyağlılar, hamur işleri ve tatlılar beğeniyle karşılandı.
10
RAHMİ GENÇER: ‘TEFERİÇ GÜNLERİ’, ‘CUNDA MÜBADELE GÜNLERİ’ GİBİ ÖZEL ETKİNLİKLERİ MUTLAKA GELENEKSELLEŞTİRECEĞİZ”
“B
undan 93 yıl önce mübadeleyle birlikte nüfusta önemli bir hareketlilik yaşandı ve 500 bin kişi buraya yerleştirildi. Çok sayıda insan vatanından toprağından koparıldı. Ege’nin her iki yakasında da mübadele sonrasında uzun yıllar bir kargaşa hakim oldu. Sonunda düzlüğe çıkıldı ve Türkiye’ye gelen mübadiller laik Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıktılar. Onlara çok şey borçluyuz. Bugün canımız pahasına koruduğumuz Cumhuriyet’in temelinde onların harcı var. Bize düşen mübadillerin mücadelesini, kültürlerini, anılarını yaşatmaktır. Söylememe gerek yok ki, Ayvalık bir mozaik... Uyum içinde yaşayan insanlardan oluşan, barışı savunan bir mozaik... Bu kültürleri yaşatalım ki, bir daha o günler geri gelmesin. Tarihine sahip çıkmayan toplumlar yok olup gider. Bu inançla ‘Teferiç Günleri’, ‘Cunda Mübadele Günleri’ gibi kültürel zenginliklerimizi geleceğe taşıyacak özel etkinlikleri mutlaka gelenekselleştireceğiz.”
BÜYÜMEK, GENÇ KIZLIĞA ADIM ATMAK ‘DANTEL ÖRMEK’ DEMEKTİ. ÖRDÜĞÜM DANTELLERİN KUKALARI ODAYA SIĞMAZ Gülbeniz Şentay İLBER ORTAYLI: “COĞRAFYA İNSANLARA NE EMREDİYORSA İNSANLAR ONU YAPAR” “Bilindiği gibi biz bir imparatorluktan geliyoruz. Bu imparatorluk öncelikle Rumeli’de genişledi. Kuruluşumuzdan iki yüz yıl sonra Osmanlı bir ‘Balkan İmparatorluğu’ oldu. Sonraları buralar elimizden çıkınca biz de Anadolu’ya kapandık. Tarihe meraklı bir millet olmadığımız için maalesef bunları pek bilmiyoruz.”
“Anadolu halkının mübadeleyi çok da istediği söylenemez. Mübadelede 900 bin kişiyi yolladık; oradan da bize 500 bin kişi geldi. Ne yazık ki bu 900 bin kişinin içinde dinleri Ortodoks olan ama öz Türkçeden başka bir dil konuşamayan insanlar gitti. Türkiye’nin 13 milyon kişi olduğunu düşünürsek büyük bir kayba uğradık.” “Bir takım adamlar dinle etnisiteyi karıştırıyor. Bunların ikisi karıştırılmaz, bağdaşmaz. Ayrı şeylerdir. Öyle tek başına kimlik çıkartamazsınız. Bir takım sloganlar atarak onları ikna edemezsiniz. İnsanlar doğarken onlara ‘Nereli olacaksın?’ diye sorulmuyor ve olduğun şeyden vazgeçemiyorsun. Burada biz bir mübadele yaptık, bu mübadeleyle ortalık değişti. Yunanistan tarımı zarar gördü, buradan gidenler aksine şehirli nüfusuydu. Şehirli nüfus Yunanistan’a çok zor yerleşti. Ülke göçmen kabul etmeye hazır değildi.” “Gidenlerin kurduğu zeytinyağı sanayi dini ve dili ayrı olmasına rağmen gelen nüfus tarafından korundu. Bu dünyada tek örnektir. Ayvalık bunu koruyabilen tek şehir. Bu dine bağlı değildir. Coğrafya insanlara ne emrediyorsa insanlar onu yapar, yapmazsa o sanat ölür. Oysa burada ölmemiş. Burada mübadeleyle gelenler zaten aynı işi yaptığı ve uyum özellikleri yüksek olduğu için aynı işi devam ettirdi.” “Muhaciri memnun edemezsin. Çünkü kimse yerini sevmez, eski yerini hatırlar. Ama Türkiye’ye gelen mübadiller kısa zamanda bir kuşak içinde uyum sağladı. Eğitimli ve elinden iş de gelen insanlar Ege Bölgesi’ni kalkındırdı. Türkiye’de ziraat ve endüstriyel ziraatlar çeşitlendi. 13 milyonluk bir ülkede erkek nüfusunda dengesizlik vardı kısa sürede kendini topladı. Türkiye mübadele meselesini halletti ve gelen nüfus ülkeye yardımcı oldu.”
Hüsniye Yatkan
Nazlı Ayan Yalkınoğlu’yla birlikte anneannesi, daha doğrusu eşinin anneannesi Hüsniye Yatkan’ı ziyarete gidiyoruz. Yol boyu Nazlı Hanım 97 yaşındaki Resmolu Hüsniye Yatkan’ın evlerinin neşe kaynağı olduğunu anlatıyor. Gerçekten de gülmeyi/güldürmeyi seven, ‘muzip’ bir kadınla karşılaşıyorum. Biz hazırlıklarımızı yaparken torununa dönüyor ve “Niye bana fotoğrafımın çekileceğini söylemediniz? Hiç değilse bir ruj sürdürtürdüm!” diyor ve kahkahayı basıyor. Kayda girdiğimizdeyse, koltuğuna daha bir yerleşiyor. Sırtını iyice geriye yaslayıp gülümsüyor ve bu kez de kendisine maaş bağlanmazsa ağzını açmayacağını söylüyor. Ama konuştukça bütün o neşenin, bizleri kırıp geçiren esprilerin bir maskelenme, bir savunma mekanizması olduğu çıkıyor ortaya... Mübadelenin travmatik izlerinin hala kaybolmadığına tanık oluyoruz
Ÿ 11
patatesten buğdaya ağzına kadar dolu bir ambarımız olduğunu ama yanında hiçbir şey getiremediğini söylerdi. O günleri şöyle anlatırdı:
IĞA GENÇ KIZL BÜYÜMEK, K ‘DANTEL A ADIM ATM MEKTİ. E ÖRMEK’ D DANTELLERİN M Ü ÖRDÜĞ ODAYA KUKALARI SIĞMAZ -Babam Mustafa, Girit’teyken çiftlikleri olan çok zengin bir adammış. Onun ırgatları varmış; kendisi çalışmaz, işlerinin başında dururmuş. Varlığı çokmuş. Resmo’da, manastırın yakınındaki evimize ‘gavur’ bir kadın gelirmiş. Fakirmiş. Evin temizliğine falan yardım edermiş. Annem ona para verir, birlikte yer-içerlermiş. Bir akşamüstü bu kadın korkudan gözleri yuvalarından uğramış bir halde gelmiş. Zangır zangır titriyormuş. “Halime bu gece sizin evi basacaklar, Mustafa’yı öldürecekler!” demiş. O akşam babam bir şekilde İzmir’e gitmek üzere Girit’ten kaçmış. Gerçekten de gece vakti evimizin kapısı çalınmış. Askerler gelmişler. Biz beş kardeş, yatakta yan yana, sıralı yatıyormuşuz. Annemin gözü hep altı aylık oğlu Kemal’deymiş. Neyse ki ona dokunmamışlar. Çocuklarıyla birlikte Girit’te kalan anneme Nazife adındaki komşusu kol-kanat germiş. Zaten Girit’ten de birlikte ayrılmışlar. Annem Resmo’yu terk edişlerini ağlayarak anlatırdı. Evini bıraktığına üzülürdü, düzenini bıraktığına üzülürdü… Bize; cevizden kestaneye,
Eski Cunda bakımsız bir yerdi. Cunda sonradan Cunda oldu. Sokakta bir fenercik vardı. Erkekler kahveye inerken azıcık ışık gösterirdi. Elektrik yoktu, su yoktu. Sağda solda birkaç çeşme vardı. Akardı. O ne suyuydu bilmem ama galiba onu içerdik. Evlerde ise gazlı lambalar yakılırdı. Sonraları gaz da bulunmaz oldu. Babama dört fitilli bir yağ kandili yapmışlardı. Onu yakardık. At arabalarından başka taşıt yoktu. Her şey onlarla taşınırdı. 12
“Sadece gideceğimiz yerde kimseye yük olmamak, sizleri aç bırakmamak için bir koyunla bir keçi almıştım. Evimizde çalışan kadının kardeşi askerdi. Beni öyle keçiyle, koyunla görünce koşarak yanıma geldi. Hayvanları götürmeme izin yoktu. Kimseye ayrıcalık tanıyamayacağından, üzgün olduğundan dem vurdu. Koyunla keçiye el koydular. Hiç unutmam, ben şimdi çocuklarıma nereden süt bulacağım, onlara ne yedireceğim, diye gözyaşı dökmüştüm. Çok sevdiğim bir gümüş tepsim vardı. Eşyaların arasında onu koyacak bir yer bulamamıştım. Gavur kadın üzülmememi, tepsiyi bana göndereceğini söylemişti. Nereye, nasıl gönderecekti ki? Gelmedi tepsi. Bari onu alaymışım!” Biz Ayvalık’a en son gelen mübadillerdeniz. 1923 yılında ben üçdört yaşlarında bir çocuktum. Gemiyle yaptığımız yolculuğu, bir adamın yolculuk sırasına annemin ayağına bastığını, annemin de adama, “Ayağımı kırdın!” diye acı acı bağırdığını hayal meyal hatırlıyorum. Kıyıya çıkar çıkmaz bizi büyük bir yere koydular. Okul muydu, neydi, bilmiyorum. İzmir’den bizi karşılamak için Ayvalık’a gelen babam yanımızda mıydı, oradan nasıl, nereye çıktık, doğrusu onu da bilmiyorum. Sonunda oradan çıktık. Cunda’ya gittik. PATERİÇA’DA ENGİNAR TARLALARIMIZ VARDI. HEP ENGİNAR YERDİK. BU DENLİ UZUN YAŞAMAMIN SEBEBİ BELKİ DE O ENGİNARLARDIR Annem Girit’ten gelirken çiftliklerin tapularını da getirmiş. Bütün umutları o tapularmış çünkü devlet mübadillere orada bıraktıkları malların değerinde buradan yer veriyormuş. Babam hiç
Hüsniye Yatkan Türkçe bilmediği, okuması-yazması da olmadığı için, işlemlerini yürütsün diye tapuları başkasına vermiş. O adam da kalkmış, bir güzel malları kendi üstüne geçirmiş. Kim olduğunu biliyoruz da, nur içinde yatsınlar, hepsi ölüp gittiler. Hal böyle olunca kendilerine verilenle yetinmek zorunda kalmışlar. Paylarına iskan hakkı bir ev, yirmişer ağaç zeytinle Pateriçe’de bir arazi düşmüş. Midillili bir komşum vardı. O, geldiklerinde hangi evi boş buldularsa içine girip oturduklarını, hatta kendisinin seçtiği evde Rumlar apartopar gittikleri için odada sofrayı, ocakta yemeği bile hazır bulduğunu söylerdi. Ne var ki biz son mübadiller ne kaldıysa ona razı olduk. Babam toprak sahibi, hayatında hiç çalışmamış bir insandı. Üstelik bütün
mal varlığını da kaptırmıştı. Cunda’ya geldikten sonra rençperlik öğrendi. Pateriça’da enginar tarlalarımız vardı. Hep enginar yerdik. Bu denli uzun yaşamamın sebebi belki de o enginarlardır. Pateriça’ki damımızda koyun, keçi beslerdik. Ürün tarladan kalkana dek o damda kalırdık. Dam denize yakındı. Bir hastalık geçirmiştim. Herkese iyi gelen deniz bana dokunuyordu. Yüzmezdim ama suyun içinde gezinirdim. Balıkçılar sandallarla gelirlerdi. Sepetlerinde istemediğin kadar balık olurdu. Balığı severdim. Hala da severim. Annem çok güzel ekmekler yapardı. Balıkçılara iki ekmekle bahçeden topladığı taze sebzelerden verirdi. Onlar da annemin tepsisini balıkla doldururlardı. Balığa hiç para vermezdik. Artık ne öyle balık var, ne de balıkçı. Ben hiç okula gitmedim. O yıllarda fakirlik diz boyuydu. Beş kardeştik. Hangi birimizi okutacaklardıki? Zaten dil de bilmiyorduk. Türkçeyi mahalledeki Adalı çocuklardan kaptım biraz. Midilli’den gelenlere ‘Adalı’ derdik. Annemse torunları büyümeye başladığında az-buçuk öğrendi Türkçeyi. GİRİT BATTANİYESİ YAPMAKTA ÜSÜTÜME YOKTU. HALA ÖRÜYORUM TORUNLARIMA Küçükken mahalleden dışarı pek çıkmazdım. Sokağın çocuklarıyla oynardım. En iyi arkadaşım karşı komşumuzun kızı Ümmü’ydü. Benden bir-iki yaş büyüktü. Bir bayram günüydü. Ben ayağımda takunyalar, kapının önünde oturuyordum. Ümmü geldi dedi ki, “Hüsniye, Ayvalık’a beşikler gelmiş. Biz de gidelim mi?” “E, haydi gidelim o zaman!” dedim. Bizi sandalcığıyla dayısı götürecekti. O da çocuk sayılacak yaşta, yeni yetme bir delikanlıydı. Kıyıya indiğimizde ıslanmasınlar, denize düşmesinler diye takunyalarımı kucağıma aldım çünkü onların nasıl ıslandıklarını anneme anlatamazdım. Kayığa atladık, gittik. Saatlerce beşiklere bindik, oynadık, zıpladık. Meğer annem bütün gün beni arayıp durmuş. Bizi tam evin önünde yakaladı, “Neredeydiniz?” diye bağırdı. Özür dileyerek anlattım, “Anneciğim Ayvalık’ı bilmiyordum, merak ediyordum, gittim!” dedim. Annem hışımla, “Tamam! Gittin gezdin, beşiklere bindin. Şimdi gir içeri!” diye emretti. Süklüm-püklüm eve girdim. Aman Allah’ım! Allah’ım! Bir dayak, bir dayak bana! Sokağa çıkmaya tövbe ettiğim o günü unutamam. Büyümek, genç kızlığa adım atmak ‘dantel örmek’ demekti. Benim ömrüm
Genç kızlığımdan kalan en güzel anılardan biri de Atatürk’ü görmemdi. “Yedi Kuyulardan Ayvalık’a inecek!” demişlerdi. Yukarılara doğru çıktık, ahaliyle birlikte yol kenarlarında bekleşmeye başladık. Atatürk yanındakilerle birlikte göründü. Aradan kaç yıl geçti ama hala dün gibi gözümün önündedir. Başında bir şapka, ayağında külot pantolon… Çorapları uzundu, dizlerine kadardı. Artık millette ne bağırmaklar, ne bağırmaklar: “Atam! Hoş geldin! Hoş geldin!” Aramızdan geçip Ayvalık’a gitti. Onu Ayvalık’ta nereye götürdüler bilmiyorum. Bir daha görmedim Atatürk’ü. Bu; ilk ve sondu. boyunca ördüğüm dantellerin kukaları bu odaya sığmaz. Girit battaniyesi yapmakta da üstüme yoktu. Kendi eğirdiğimiz yünlerden, beş şişle motifli pitaları (on-on beş santimlik kare parçalar) örer, sonra da birleştirirdim. Hiçbir şey o battaniyeler kadar insanı ısıtmazdı. Hala örüyorum torunlarım için ama hazır yün işte, eğirmenin hakkını vermiyor. KARDEŞİM HASAN’A İKİ BUÇUK LİRA VERMİŞTİM, BANA NİŞANLARDA, DÜĞÜNLERDE OYNANAN BÜTÜN OYUNLARI ÖĞRETMİŞTİ Tabii ki bütün genç kızlığım sadece dantel, battaniye örmekle geçmedi. Sabahları kadınlar birbirlerinin evinde toplanır, muhabbet eder, kahve içerlerdi. Çay yoktu o zamanlar. Ramazan ayı geldi mi, hep birlikte sahura kadar oturur, fincan, tombala oynardık. Bayramlarda, konuklarımıza anasonlu Girit peksimetiyle Girit’in özel tatlısı ‘kserotiğana’ (cevizli, yağda kızartılan bir tatlı) yapar, ikram ederdik. Nişanlarda, düğünlerde çok eğlenirdik. Biri ut çalar, biri keman çalar biz oynardık. Ne Girit şarkıları söylenir, ne oyunlar oynanırdı. ‘Serto’ vardı, ‘pedozali’, ‘pirihto’ vardı. Herkes bilirdi bu dansları. Kardeşim Hasan’a iki buçuk lira vermiştim, bana bütün oyunları öğretmişti. Şimdikiler oyun mudur? Öyle salınıp, gezinip duruyorlar. Ben çıksam daha iyi oynarım vallahi! Zenginler de fakirler de aynı şekilde eğlenirdik. Çünkü bizi ‘eyleyecek’ ne radyo, ne televizyon vardı. Yıllar sonra babam bir gramofon almıştı. Taş plak çalardı. O günler başkaydı... Kimsede kötülük
yoktu. Dedikodu yoktu. Sevgi vardı, saygı vardı, paylaşma vardı. Pateriçe’de Emin Süner’lerle komşuyduk. Sabahtan gelirlerdi bize. Annem yemek yapardı. Anneme, “Halime Hanım, nerede pişirirsin bu güzel yemekleri?” derlerdi. Fırın yok, ocak yok. Odun ateşinin üstünde pişerdi her şey. Rahmetli babam bir çukur kazar, içinde odun yakardı. Odunlar kömüre döndüğünde kestiği kuzuyu ateşin üstünde çevirirdi. Hep birlikte afiyetle yerdik. Süner’ler zengindi, biz fakirdik ama zenginlik kenarda kalırdı. Hepimiz bir olurduk. Geçti o günler! 1946 yılında kardeşim Kemal’in menenjitten ölümüyle adeta hayata küstüm. O en küçüğümüzdü ve onu çok severdim. Bana hep, “Evleneceğinde sana gelinliğini ben alacağım!” derdi. Askerden geleli yirmi dokuz gün olmuştu. Bahriyeliydi. Otuzuncu günü göremedi… Onun ardından üç gün dilim tutulmuş benim. Üç gün hiç konuşmamışım. Babam beni alıp İzmir’e doktora götürmüştü. Hava değişimi olsun diye sık sık İzmir’e, akrabalarımızın yanına yollardı. Kemal’in ölümünden sonra renkli entariler giyemedim ben. Hep siyah, hep siyah! Kemal’den üç yıl sonra babam vefat etti. Konu-komşu evlenmem için ısrar edip duruyordu. Evlenmek istemiyordum. Anneme bakacağımı söyleyip taliplerimi geri çeviriyordum. Sonunda görücülerden birini kabul ettim. Kardeşim yoktu. Babam yoktu. Hepten öksüzdüm. Kardeşime evlenirken onun alacağı gelinliği giyeceğime söz vermiştim. Ama o ölmüştü. Bu yüzden ne gelinlik giydim, ne düğün istedim ne bir şey. Dul gibi gittim ben, dul gibi… 1952’de Cunda’dan çıktım, Ayvalık’a, Hayrettinpaşa Mahallesi’ne gelin geldim. Küçücük, kutu gibi bir evim, mazbut bir hayatım vardı. Kocam iyi bir insandı. Beni üzmez, hiçbir şeyden mahrum bırakmazdı. Allah için onun yanında çok rahattım. Biri kız, biri erkek iki çocuk verdim ona. İyi geçindik, güzel günlerimiz oldu. Onu da kaybettim. Şimdi kızımla oturuyorum. Torunlarımla avunuyorum. Artık gözlerim pek görmüyor. Merdiven inip çıkamıyorum. Bacaklarım ağrıyor. Kimselere gidip gelemiyorum ama arayanım, soranım çoktur. Hele kızım alışverişe falan gittiğinde yalnız kalmayayım diye konu-komşu hemen gelir. Döndüğünde kızım der ki, “Anne, maşallah... Bizim ev yine Taş Kahve’yi geçmiş!”
13
1950’lerin başlarında Ayvalık-Cunda arasında çalışmaya başlayan ve şimdilerde eski günleri yaşatmak amacıyla sadece yaz aylarında sefere çıkan Cunda motorlarının yeri hepimizin anılarında çok özeldir. Birer birer kaybolup giden Cunda motorlarının her birinin ayrı bir hikayesi var. Tıpkı kendileri gibi hikayeleri de yitip gitmeden Cunda motorlarını yazmak, tarihe kayıt düşerek onlara olan vefa borcumuzu bir nebze olsun ödemek istedik. Bu amaçla önce Ayvalık’a ilk motorlu tekneyi getiren, Ayvalık-Cunda arasında ilk düzenli seferlerin yapılabilmesini sağlayan Ali Jale’nin (Ali Kaptan) oğlu Eşref Jale ile konuştuk
AYVALIK’IN ZEYTİNİ, ZEYTİNYAĞI VE SABUNU İZMİR’E, İSTANBUL’A HEP YELKENLİLERLE GÖNDERİLİYORDU Gülbeniz Şentay
-A
tadan, dededen denizci bir aileyiz. Girit’te deniz yoluyla taşımacılık yapan dedem Eşref Jale, mübadele anlaşmasının imzalandığını yük almak için geldiği Limni adasında öğreniyor. Anlaşmaya öylesine seviniyor ki Girit’e dönmek yerine yelkenlisinin rotasını, daha önceden bildiğini sandığım Ayvalık’a çeviriyor. Öğle saatlerine doğru Ayvalık’a geliyor, boğaz önlerine demirliyor. Sandalını denize indiriyor ve iki gemiciyle birlikte Cunda adasına çıkıyor. Şöyle bir dolaştığı adada kediler ve köpeklerden başka hiçbir canlıyla karşılaşmıyor. Etrafına bakındığında Ayvalık tarafından ince bir dumanın yükseldiğini görüyor. Sandala atladığı gibi Ayvalık’a doğru kürek çekiyor. Dedemi kıyıda eczacı Zeki Önen’in babası Hüseyin Bey, Osmanlı zaptiyesinin başı Mehmet Bey, Dalkıran Mehmet ile şimdi adını hatırlayamadığım biri daha karşılıyor. Dedemin bu dört kişiyle olan dostluğunun ölünceye kadar sürdüğünü, birbirlerine sık sık gelip gittiklerini biliyorum.
Son derece canlı bir ticaret hayatına sahip olan Ayvalık’ı dedem çok seviyor. Ne var ki, ailesini almak için hemen Girit’e dönmesi gerekiyor. Dostları ona, “Bekle, birazdan Türk askerleri geçecek, onları gör de öyle git!” diyor. Dedem de bekliyor. Çünkü, Girit’in Suda limanında gördüğü o muazzam, görkemli Yunan donanmasını yenmeyi başaran Türk askerini merak ediyor. Derken yüz-yüz elli kadar yaya, otuz atlı ve bir küçük toptan ibaret Türk birliği görünüyor. Eski adıyla Köprü durağından (şimdi 06 deniyor) günümüzde heykelin bulunduğu yöne doğru ilerleyen birlik, kendilerine şaşkın şaşkın bakan dedemin önünden geçerek Sakarya Mahallesi’ne doğru yürüyüp gidiyor. Dedem doğru-
14
düzgün bir asker üniforması bile olmayan, üstü-başı perişan birliğin ardından gözyaşlarına boğuluyor. Tanık olduğu manzarayı her anlatışında hem kendisi ağlar hem de bizi ağlatırdı. Uzun lafın kısası, Ayvalık’a ilk ayak basan mübadillerden biri olan dedem, ailesini Ayvalık’a getirmek üzere Girit’e giderken, arkadaşlarına “Bana deniz kıyısında bir ev ayırın!” diyor. Girit’te işlemler uzadıkça uzayınca dedem ancak 6 Mayıs 1924’te Ayvalık’a gelebiliyor. YELKENLİLER AYVALIKCUNDA ARASINDA GÜNDE EN FAZLA BİR YA DA İKİ SEFER YAPABİLİYORLARDI
Mübadele sırasında evinin bütün bir eşyasını getirebilen aile sayısı çok azdır. Biz de o az sayıdaki şanslı ailelerden biriyiz. Dedem yelkenlisine kendi eşyalarının yanı Eşref Jale sıra akrabalarının eşyalarını da yüklüyor. Yaklaşık elli kişi yola çıkıyorlar. Dedem Ayvalık’a ayak bastığında dostlarının onun için ayırdığı ve hala içinde yaşadığımız Vehbibey Mahallesi’ndeki eve yerleşiliyor. Kendisi burada da en iyi bildiği işi yapmaya devam ediyor. Tabii o yıllar her şeyin kağnılar ya da yaylı arabalarla taşındığı yıllar... Yol yok, kamyonlar yok. Bu nedenle deniz yoluyla yapılan taşımacılık revaçta. Dedem de ‘Güvercin’ adındaki yelkenlisiyle İstanbul-İzmir-Ayvalık üçgeninde yük taşıyor. Ayvalık’ın zeytini, zeytinyağı ve sabunu İzmir’e, İstanbul’a hep yelkenlilerle gönderiliyor. Tabii yelkenli gemiler hava koşullarına göre yol aldıkları için gidip gelmeleri on-on beş günü buluyor. 1924 ve sonrasında gelen mübadillerle kalabalıklaşan Ayvalık ile Cunda arasında ulaşım da o günlerde yelkenli teknelerle sağlanıyor. Kimi burada bulduğu, kimi ise Girit’ten gelen altı ile sekiz metre boyunda,
tek yelkenli teknelerle yolcu ve yük taşıyorlar. Bu yelkenlilerin en bilinenleri ‘Kara Mehmet’ ve ‘Masaud’tur. Tabii ben dedemden, babamdan duyduğum şeyleri aklımda kaldığı kadarıyla size aktarıyorum. Daha sonraları Midilli’de ‘Perama’ denilen tersane gibi bir yerde yapılan yedi-sekiz metrelik ‘Ankara’, ‘Başlangıç’, ‘Pelikan’ adlarındaki yelkenliler; yük ve yolcu taşımaya başlıyorlar. Ancak rüzgara bağlı oldukları için bu yelkenliler Ayvalık-Cunda arasında günde en fazla bir ya da iki sefer yapabiliyorlar. Bu nedenle Ada halkı genelde kendi ürettikleriyle yetinmek zorunda kalıyor.
büyük ve sevindirici bir gelişme oluyor, beklenenin de üstünde ilgi görüyor. Çocukların okula, memurların işlerine, hastaların/hamile kadınların doktora gitmeleri veya doktorun hastasına gelmesi sorun olmaktan çıkıyor. İşler açılınca babam tekneyi büyütmeye karar veriyor. Cunda’daki, şimdi ‘Bahtiyar’ın Yeri’ adını taşıyan restoran, o vakitler tersanedir. Çekek yeri de hemen yanındadır. İşte o tersanede atölyeleri bulunan, çok güzel sandallar yapan İbrahim ve Ali ustalar Atom’u
Sürekli yük taşımacılığı yapan dedem, Girit’ten geldiğinde bir buçuk yaşında küçük bir çocuk olan babam büyüyünce, onun için bir gemi yapıyor. Gemi dediysem, aklınıza öyle çok büyük bir şey gelmesin. On altı-on yedi metre boyunda, otuz beş tonluk bir yelkenliden söz ediyorum. Babam o yelkenliyle on yedion sekiz yaşlarındayken İzmir-Çandarlı-Foça-Ayvalık arasında bakkaliye ürünlerinin dağıtımını yapmaya başlıyor. Aydınlanmada kullanılan gaz yağından tutun, çaya, şekere, tuza kadar her şeyi Ayvalık’a getiriyor. Takip eden yıllarda dedemin yaptırdığı 150 tonluk motorlu çektirmesiyle taşımacılığa devam ediyor. Bu arada annemle evleniyor. 1940’lı yılların sonlarına doğru şartlar değişiyor. Yollar açılınca taşımacılığın yeni gözdesi kamyonlar piyasaya çıkıyor. Babam da gemiyi satıp bir Rum meyhanesi açıyor. Çalgılı-çengili bir tavernadır bu. Ne var ki, tavernacılık onu tatmin etmiyor. Ayvalık-Cunda arasında hala yelkenlilerle yapılan taşımacılığın yetersiz kaldığını, ihtiyaca cevap veremediğini fark etiği için zaten aklı da denizde...
Zamanının en büyük Cunda motoru ‘Posta-5’ (yıl 1957)
AYVALIK-CUNDA ARASINDA KISMEN DE OLSA DÜZENLİ SEFERLER ALİ KAPTAN’IN ‘ATOM’ ADINDAKİ TEKNESİYLE BAŞLADI O günün koşullarında tekne yapmak, tekneyi yapacak usta bulmak imkansız elbette... Babam da İngiliz yapımı, on iki metre boyundaki yattan dönme bir tekne alıyor. ‘Atom’ adını taşıyan tekneye küçük bir motor koyuyor. Kış için kapalı, yaz için açık yolcu oturma yerleri gözetilerek tekne yeniden yapılandırılıyor ve Ayvalık-Cunda arasında kısmen de olsa düzenli seferler başlıyor. Özellikle kış aylarında Cunda’dan Ayvalık’a gelmekte güçlük çeken halk için Atom’un seferleri
2. Dünya Savaşı yıllarında Edremit körfezine gaz-şeker taşıyan özel gemi: ‘Jale’
Önce yolcu, sonra balıkçı gemisi ‘Eşref’ (yıl 1967)
Cunda motoru ‘Posta 5’ (yıl 1957)
15
Bir zamanlar Cunda’da, şimdi ‘Bahtiyar’ın Yeri’ adını taşıyan restoranın hemen yanında bulunan tersanedeki atölyelerinde çok güzel sandallar yapan İbrahim ve Ali ustalar iş başında (Hüseyin Öztürk’ün arşivinde yer alan bu fotoğraf ‘Cihat Teker’le Ayvalık Tarihi’ adlı facebook grubundan alınmıştır.) arkasından kesiyor ve ek yaparak teknenin boyunu on beş metreye çıkarıyor. Özellikle İbrahim usta hakikaten çok büyük bir sanatkardı. Yine o yıllarda Ayvalık’a gelen ve Ayvalık’tan gidecek olan mallar, gemiler limana yanaşamadıkları için mavnalarla taşınıyor. Bu nedenle mavnaları çeken motorlara talep giderek artıyor. Cunda’daki madenden çıkarılan kurşun da mavnalarla naklediliyor. Orada da iki adet motorlu tekne olduğunu biliyoruz. Bu teknelerden birinin adı ‘Güzin.’ Ayvalık’taki ise ‘Servet.’ Bunlar kah Ayvalık’ın kah madenin mavnalarını çekiyor. Maden ekonomik değerini yitirince Güzin, kamara düzeni yapılarak yolcu motoruna dönüştürülüyor. Servet de deniz taşımacılığı popülaritesini kaybettiğinden yolcu motoru oluyor. Bu arada dedem hem yaşlandığı hem de gemi seferleri on beş günde hatta ayda bire düşürüldüğü için gemi taşımacılığı işini bırakıyor. Gidiyor, römorkörden bozma ‘Bereket’i satın alıyor. Bu kez Ayvalık-Cunda arasında yolcu ve yük taşımacılığı yapıyor. Motorlardan önce Cundalılar; kağnılara, yaylı at arabalarına yükledikleri zeytinlerini, yağlarını, enginar ve baklalarını Babu Mustafa’nın işlettiği salla Ayvalık’a getirebiliyorlardı. Bu özellikle rüzgarlı havalarda son derece zor, meşakkatli bir işti. Üstelik bir kağnı, bir at arabası ne kadar mal alabilirse, o kadarını yükleyebiliyorlardı. Motorlar sayesinde bütün mallarını gidecekleri yere zahmetsizce ulaştırabildikleri için motorlar taşımacılığın göz bebeğiydiler.
16
Solda en uçta ‘Bereket’, ortada ‘Atom’ (yıl 1953) MOTORLAR ALİBEY ADASINDAKİ KÜÇÜK TAHTA İSKELEDEN KALKARDI. AYVALIK’TAKİ DURAKLARI İSE HEMEN BELEDİYENİN ÖNÜYDÜ 1950’li yıllarda Eymir’den çıkarılan demir madeni de Akçay’da gemilere yükleniyordu. Orada da mavnalar ve bu mavnaların bakımını yapan ustalar vardı. O ustalardan birkaçı kabuk halinde bir tekne inşa ediyor ve Ayvalık’a gelerek teknelerine alıcı arıyorlar. Cundalı Hasan Yaman tekneye talip oluyor, alıp Ayvalık’a getiriyor. Tekne İbrahim ve Ali ustaların atölyesine çekiliyor. Tabii eskiden gemi kerestesi bulmak, keresteyi getirmek kolay değil. Ustalar Kozak’a gidiyorlar. Orada
on-on beş gün kalıyorlar. Ağaçları seçerek kesiyor, ‘lata’ haline getiriyorlar. Tersaneye taşıyıp imalata başlıyorlar ve ortaya baştan aşağıya yepyeni olan ilk motor ‘Yaman’ çıkıyor. Yaman’ın üstü yazlıktı ve açıktı. Kışlık olan alt kat, içerisi görünmesin diye üstü kapatılan motorun sıcaklığıyla ısınırdı. Motorlar Alibey adasındaki küçük tahta iskeleden kalkardı. Ayvalık’taki durakları ise hemen Belediyenin önüydü. Motorların biraz ilerisinde bakkaliye işlerini yapan on-on iki metrelik bir sandal dururdu. ‘Koçine’ ve ‘Kiço’ lakaplı iki kardeş Cunda’da yetiştirilen bakla, enginar gibi sebzeleri Ayvalık’a taşır, Ayvalık’tan da adanın ihtiyacı olan bakkaliyeyi alır, adaya götürürdü. Yolcu motorları da yük kabul ederlerdi ama asıl taşımacılığı bu iki kardeş yapardı. Adları Ali Reis ve Mustafa Reis’ti. Adeta bir kamyon/kamyonet gibi çalışırlardı. Günde bir tek sefer yapar, sabahları gider ve gelirlerdi. Bütün inşaat malzemelerini de onlar taşırdı. 1960’lı yıllara gelindiğinde Cunda bir sayfiye yeri kimliği kazanmaya başladı çünkü Ayvalık’ta sadece Cunda’da plaj vardı. Yaz aylarında herkes akın akın yüzmeye Cunda’ya geliyordu. Ayrıca yine Cunda, insanların hafta sonu tatillerini geçirdikleri, kahvelerinde oturup çay kahve içtikleri bir gezinti merkeziydi. Motorlar insanlarla dolup taşardı. Hasan Sevi de İzmir’den ‘Uçarı’yı almış, kamarasını şekillendirerek seferlere başlamıştı. Böylece Cunda, Güzin ve Servet’i saymazsak, o günün koşullarında konforlu, modern diyebileceğimiz iki motor kazanmış oluyordu. ‘Posta 5’ adındaki teknenin katılımıyla bizim Ayvalık’taki motorlarımızın sayısı da beşe çıkmıştı. Babam kendi teknelerini tersanesinde kendisi yapıyordu. Ailenin kullandığı, otuza yakın tekne onun elinden çıkmıştır. Yani böyle bir hummalı çalışma vardı o zamanlar. BOĞAZ ÜZERİNE KÖPRÜ YAPILIP ADA İLE AYVALIK ARASINDA KARAYOLU BAĞLANTISI KURULUNCA MOTORLARA İLGİ AZALDI Takvimler 1965 yılını gösterdiğinde babam biri hariç bütün teknelerini sattı ve Ayvalık-Cunda hattında çalışmayı bıraktı, gezi tekneciliğine başladı. Babamın işi bırakmasının ardından, sanırım 1970 yılında Barış Ali Bölgel kum taşıdığı teknesini motora çevirdi. Bir yıl kadar sonra da üç-dört kişinin ortaklığıyla ‘Uçarım’ motoru yapıldı. Bu arada İstanbul’dan da ‘Neptüne’ diye bir tekne getirildi. Ancak boğaz üzerine köprü yapılıp, ada ile Ayvalık arasında karayolu bağlantısı kurulunca motorlara ilgi azaldı, herkesin kazancı düştü. Ali Yıldız’ın önayak olmasıyla motorcular önce bir dernek kurdular. Ardından kooperatifleşerek daha hızlı, daha modern motorlar getirerek deniz taşımacılığını ayakta tutmaya çalıştılar. Yine 1970’lerde İstanbul’dan getirilen ‘İstanbul’ adındaki tekneye rağmen motorcular kara yoluna yenildiler. Gelirleri artık giderlerini karşılamıyordu. Önce Jale ailesi çekildi piyasadan. Onu Yaman ailesi izledi. Hasan Sevi de rahatsızlanınca motorunu sattı. Kısacası bu üç aileden sonra tekneler birer birer el değiştirdi. Eskilerden Yaman ve Uçarı sadece yaz aylarında da olsa, Ayvalık-Cunda arasında gidip gelmeyi sürdürebildiler. Ancak geçen yıl artık hizmet veremeyecek durumdaki Uçarı servisten alındı. Dağıldı
gitti. Yalnız kalan Yaman ise Ali Yıldız’ın oğlu sayesinde Ayvalık’ta nostalji rüzgarları estirmeye tek başına devam ediyor. Babamın teknesi Atom’la başlayan Cunda motorlarının benim bildiğim hikayesi işte böyle…
EŞREF JALE GEMİ İNŞAAT MÜHENDİSİ OĞLUYLA BİRLİKTE ÇALIŞMAYA DEVAM EDİYOR
D
edesiyle aynı adı taşıyan Eşref Jale, 1949 yılında Ayvalık’ta dünya geldi. Endüstri Meslek Lisesi’nden sonra Yıldız Mimarlık ve Mühendislik Akademisi’ne girdi. O dönem Türkiye’de politik ortam çok gergin olduğundan eğitimini yarım bırakıp askere gitti. Askerlik sonrası memuriyet dahil pek çok iş yaptı ancak 1977 yılında dede mesleğini seçerek denize döndü. 1982 yılında sacdan bir tekne yapmaya başladı. Çevresindekilerin alaycı bir yaklaşımla ‘batmasını beklediği’ tekneyi 1984’te denize indirdi. Ardından teknesiyle Kuşadası’na çalışmaya gitti çünkü bütün birikimini tüketmişti. Kuşadası-Somos arasındaki seferler, Yunan adalarına gelen turistlerin Türkiye’ye ilgisi, ona bir başka ilham verdi. Aynı yılın sonlarına doğru Ayvalık’a döndü. Tıpkı Midilli’de fahri konsolosluğun bulunduğu yıllarda babası Ali Jale’nin yaptığı gibi Midilli-Ayvalık hattında çalıştı. Yunan adalarındaki turistlerin Türkiye’ye günü birlik gelmelerini, Bergama’yı ziyaret etmelerini sağlayan bir proje hazırladı. Önceleri ihtiyatla bakılan proje tuttu ve 1985-1986 yılında adeta yolcu patlaması yaşandı. Ayrıca tıpkı babası gibi 1965’lerde Ayvalık adalarını tanıtan tekne turlarını başlattı. İnsanların güneşlenebileceği iki-üç katlı, teraslı tekneler yaptı. Midilli-Ayvalık arası yolculuğu kısaltmak ve çok daha konforlu bir hale getirmek amacıyla katamaranları hizmete soktu. Evli ve iki çocuk babası olan Eşref Jale, gemi inşaat mühendisi oğluyla birlikte çalışmaya devam ediyor.
17
Akçapınar Mahallesi Muhtarı
YASİN ATAŞ YEŞİLLER İÇİNDEKİ AKÇAPINAR’DA BAHÇELERDEKİ BADEM, AYVA, ÇAM AĞAÇLARINDAN EVLERİ GÖREMEZSİNİZ
B
u kez Akçapınar Mahallesi Muhtarı Yasin Ataş’la beraberiz. Kendisiyle, doğanın bir armağanı olduğunu söylediği mahallesini, mahallelinin yaşamını ve sorunlarını konuştuk.
çalıştıklarından pek okutulmamışlar. Yani okuma oranı çok yüksek değil. 2000’li yıllara kadar mahallemizden üç-dört memur ancak çıkardı. Şimdi bu sayı kırk-elli civarında. Artık kız-erkek ayırımı yapmadan isteyen bütün çocuklar okutuluyor.
Sayın Yasin Ataş, söyleşimize sizi tanıyarak başlamak istiyoruz. Özgeçmişiniz hakkında kısaca bilgi verir misiniz? -1983 yılında dünyaya geldim. Akçapınarlıyım. İlkokulu köyümde okudum. Ortaokulu Yeniköy’de bitirdim. Evliyim, iki çocuk babasıyım. Bamya ve zeytin alım-satım işiyle uğraşıyorum. Son yerel seçimlerde aday olarak muhtar seçildim. Bu benim ilk dönemim. Hangi mahallelerle komşusunuz, Ayvalık’a uzaklığınız kaç kilometre? -Karaayıt ve Çamoba mahalleleriyle komşuyuz. Ayvalık’ın en büyük mahallelerinden biriyiz. Merkeze yirmi kilometre uzaklıktayız. Yirmi dakikada bir Ayvalık’a araç kalkıyor. Ulaşım sorunumuz yok yani. Akçapınar’ı bize nasıl anlatırsınız? -Akçapınar yeşiller içinde, doğa zengini bir mahalle. Bahçelerdeki badem, ayva, çam ağaçlarından evleri göremezsiniz. Manzaramız süperdir. İnsanlarımız çok çalışkandır. Misafirperver ve cana yakındır. Mahallemiz yüz-yüz elli yıllık bir geçmişe sahip. Önceden köylü göçebeymiş. Hayvancılıkla uğraştıklarından yaz aylarında Madra Dağı’na göçerlermiş. Daha sonraları yerleşik hale gelmişler. Bir Yörük köyü olan Akçapınar hiçbir zaman göç alan ya da göç veren bir köy olmamış. Kendi geleneklerimizi hala kız istemelerde, düğünlerde, düğün yemeklerinde sürdürüyoruz. Geleneksel dokumacılığımız da ne yazık ki kalmadı. Nüfus ne kadar? -Dört yüz elli hanemizde bin yüz nüfus var. Merkez mahallelerden biri olduğumuz için ilk ve ortaokulumuz, sağlık ocağımız mevcut. Lise ya da meslek okullarında öğrenim görecek gençlerimiz ise Ayvalık’a gidiyorlar ama geçmişte çocuklar anne-babalarıyla birlikte
18
Mahallede sağlık ocağı var değil mi?
Yasin Ataş
-Var evet... Sağlık ocağımızda haftanın beş günü halka hizmet veren bir hemşiremiz bulunuyor. Haftada iki gün de doktor geliyor. Bu açıdan sıkıntımız yok.
YETERLİ SUYUMUZ YOK, TOPRAK SUSUZLUKTAN VERİMSİZLEŞİYOR Peki, Akçapınarlıların temel geçim kaynağı ne? -Kışın zeytincilik, yazın bamya temel geçim kaynağımız. Bizim köyümüzde aile ziraatı var. Yani karı-koca, çolukçocuk herkes tarlada birlikte çalışır. Ne var ki tarım da küçülüyor, bitiyor. Çünkü her geçen gün nüfus artıyor, aileler kalabalıklaşıyor. Ayrıca yeterli suyumuz yok, Toprak susuzluktan verimsizleşiyor. Bir yandan da tarım arazileri miras yoluyla bölünüp küçülünce, toprak eskisi gibi aileleri besleyemiyor. Bu nedenle pek çok genç son yıllarda köyünden çıkıp, Ayvalık, Burhaniye gibi merkezlerde buldukları işlerde çalışmaya başladılar. Mahallenizde sosyal yaşam nasıl? İnsanlar nerelerde nasıl zaman geçiriyorlar? -Sosyal yaşam pek yok. Erkekler kahvelerde zaman geçiriyorlar. Mahallemizde kahve alışkanlığı bir hayli fazla. Sabah altı buçuktan akşam on ikiye kadar açık olan kahvelere gittiğinizde herkesi orada bulabilirsiniz. Kadınlar da işlerinden arta kalan zamanda birbirlerine gelir-giderler. El işi, en çok da dantel yaparlar. Çeyizler hazırlanır. Genelde çarşılardan çeyiz almayız. İmece usulü herkes birbirinin çeyizine yardım eder. Mahallenizdeki önemli eksiklikler neler? -Bizim 1947 yılında yapılmış olan ama artık kullanılmayan bir ilkokul binamız var. Binanın çatısı filan kalmadı ancak duvarları sağlam. Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’le de konuştuk. Orayı
altmış beş yaş üstü vatandaşlarımız yardım talebinde içinde kütüphanesi de bulunan çok amaçlı bir kültür bulunuyorlar. Eskiden herkes yaşlısına bakardı. Zaman merkezine dönüştürmeyi amaçlıyoruz. Kış aylarında değişti, şartlar değişti… Günümüzde insanlar ancak düğünlerimizi yağmurun altında, çamurun içinde kendilerini geçindirebiliyorlar. yapmak zorunda kalıyorduk. Kültür merkezi bu sıkıntımızı da giderecek diye düşünüyorum. Ayrıca Yaşlı ve bakıma muhtaç sakinler okulun bahçesini mahallelinin belediyenin ‘Evde Bakım’ ailesiyle birlikte hava almaya Belediye Başkanımız Rahmi hizmetlerinden yararlanıyorlar mı? gelebileceği bir park/çay bahçesi Gençer’le de konuştuk. Eski okulu olarak değerlendirebiliriz. Bir -Birkaç ailemiz var. Onların içinde kütüphanesi de bulunan spor tesisimiz var. Neden kültür adına belediyemize çok teşekkür merkezimiz, kütüphanemiz de ediyorum. Yaşlı, yatalak ve çok amaçlı bir kültür merkezine olmasın? Çocuklar eski okulun kişisel bakıma ihtiyacı olanlara dönüştürmeyi amaçlıyoruz. Kış bahçesinde oynuyorlar. Bina gelip evinde bakıyorlar. Üstleri, aylarında düğünlerimizi yağmurun çökecek ve canımızı yakacak başları, evleri temizleniyor. Saç altında, çamurun içinde yapmak diye korkuyoruz. Dediğim gibi kesimleri, tıraşları yapılıyor. bir tadilata gidildiğinde hem Gerektiğinde de hasta bakım ve zorunda kalıyorduk. Kültür merkezi tehlike ortadan kalkar hem ambulans hizmeti alıyoruz. bu sıkıntımızı da giderecek diye de bizler sosyal faaliyetlerde Her türlü sorun için size gelen düşünüyorum. Ayrıca okulun bahçesini bulunabileceğimiz bir mekana Akçapınarlılardan siz ne kavuşuruz. mahallelinin ailesiyle birlikte hava bekliyorsunuz? almaya gelebileceği bir park/çay BELEDİYEMİZE ÇOK TEŞEKKÜR -Mahallelimizden Allah razı bahçesi olarak değerlendirebiliriz. EDİYORUM. YAŞLI, YATALAK olsun. Bir şey istemiyorum. VE KİŞİSEL BAKIMA İHTİYACI Anlayışlı olsunlar, sadece bana OLANLARA GELİP EVİNDE değil birbirlerine ve konuklarımıza sevgiyle, saygıyla BAKIYORLAR yaklaşsınlar, yeter. Mahallenizin başka ne tür ihtiyaçları var? Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? -Çok geniş ve dağınık bir yerleşime sahip olduğumuz -Allah razı olsun, bizim mahallemizde herhangi bir için sokak aralarındaki yollar bakım istiyor. Çöp sıkıntımız yok. Muhtar seçilmemin üzerinden iki konteynerleri artık yetmiyor. En büyük sorunumuz çöp. yıl geçti. Daha önce seçim zamanı dışında hiçbir Biraz da alt yapı anlamında sıkıntı çekiyoruz. Mahalle belediye başkanı Akçapınar’a gelmemişti. Ama yeni yapılarla büyüyor. Onların da kanalizasyon Rahmi Başkan her fırsatta geliyor, derdimizi dinliyor. sistemine dahil edilmeleri gerekiyor. Başkanımız mahallemizde çok sevilen bir insan ama Akçapınarlıların çok çalışkan olduklarını ve ekonomik biz mahallemizden sorumlu birimlerin, görevlilerin de anlamda sıkıntı çekmediklerini söylemiştiniz. ilgisini bekliyoruz. Üç-beş ayda bir gelsinler; çayımızı Mahallenizde sosyal yardım alan kimse var mı? içip hal-hatır sorsunlar. Halkla iç içe olsunlar yani... Artık Ayvalık’ın bir mahallesiyiz. Ayvalık’a daha yakın -Çok az sayıda sakinimiz Kaymakamlık ve Sosyal olmak istiyoruz. Yardımlaşma Kurumu’ndan destek alıyor. Genelde
19
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
“Ooo, hoş geldin çavuş!”
İ
lkokul 1., 2. sınıftan, yani 7-8 yaşlarımdan itibaren (inanması bana bile zor geliyor ama yarım yüzyıldan fazla zaman geçmiş üzerinden) evin çarşı-pazar alışverişini ben yapardım. İki ablam ve ağabeyim dışarıda, yatılı okullarda okudukları için bu görev bana düşüyordu. Bizim çocukluğumuzda ana-baba sözleri sorgulanmadan yerine getirildiği için hiç şikayet etmez, bunu hayatın bir parçası olarak kabul ederdim. Şikayet ne kelime, benim için başlı başına bir keyifti bu. Kendimi bir işe yarar hissetmenin, bir sorumluluk yüklenmenin ilk tohumlarıydı bu alışverişler. Annem döner kapaklı sepetimizi, alınacak şeylerin listesini ve tahmini tutar olan parayı elime verir; “Hangi dükkana girersen gir önce mutlaka günaydın ya da hayırlı işler de”, “Dükkan sahibi yokken içeri girme, dışarıda bekle”, “Para yetmezse listedeki şunu ya da şunu alma, sakın borç yapma” gibi; bu yaşıma kadar unutmadığımı, damarlarıma işlediğini sonraları keşfettiğim öğütlerle uğurlardı beni. 41 Evler’deki evimizin önünden belediye otobüsüne biner çarşıya inerdim. Listeye bakar ve bir alışveriş güzergahı belirlerdim kendime. (Bunu eşimin gizli gülümsemelerine rağmen Kadıköy çarşısına inerken bu yaşımda hala yapıyorum.) Örneğin yoğurt alınacaksa, önce şimdiki At Arabacıları Meydanı’nın tam köşesinde yer alan, ilkokul arkadaşım Ali’nin babasının mandırası olan (uzunca bir süre sevgili dostum Ethem’in eczanesinin yer aldığı) Üstünsoy Mandırası’ndan başlardım. Sonra yıllar içinde sahipleri değişmiş olmasına karşın benim için mekan olarak hala aynı isimle maruf İhsan amcanın fırınına gider ekmek alırdım. Oradan arka kapısından hale girer ya Orhan ya da İdris ağabeyin manav dükkanından sebze-meyve alır, ‘Zaro’ Hasan’ın kasabına uğrardım. Esnaf, artık alıştıkları bu küçük müşteri ‘hayırlı işler’ diye dükkandan girince beni “Ooo, hoş geldin çavuş!” diye karşılardı. İstediklerimi verir, parayı alır, elimdeki listeye kaç para aldığını yazardı. Her ay başı, babam maaşını aldığında bu alışverişin taçlandığı bir gün olurdu. Çünkü o gün, şekerci dükkanına gidip (geçen ay aramızdan ayrılan) Mahmut ağabeyin 100 gramlık kavanoza, büyük bir tenekeden kepçeyle doldurduğu pralin alma izni vardı. Çeşitli krem çikolata markalarının piyasayı doldurduğu bugünlerin aksine o dönemlerde bir çocuk için kahvaltıda ekmeğin üzerine sürülebilecek en mucize tat
20
bu ender ulaşılabilen pralindi. Mahmut ağabey bununla kalmaz, her çocuğun gözlerini ışıldatacak bakır kapaklı büyük kavanozlarda duran akide şekeri ya da bademlerden ikram ederdi. İşim bitince neredeyse kendim kadar olan sepeti koluma takar, sürükleye sürükleye otobüse giderdim. Ama o günkü alışverişten geriye birkaç kuruş kaldıysa yol üstünde bir durağım daha olurdu. Annemin sonsuz anlayışı ve bilmezden gelmesine sığınarak Tatlıcı Talat’ın dükkanında bir ‘yorgunluk lor tatlısı’ yemek. Yıllar sonra büyüyüp kocaman adam olunca ailemle birlikte her Ayvalık ziyareti sonrası İstanbul’a dönerken bir alışkanlık geliştirmiştik. Son gün yola çıkmadan önce, yine eski alışkanlıkla İdris ağabeyin manavından kasalar dolusu taze sebze-meyve alır, bagaja yükler sonraki haftalarda İstanbul’da, bir garip Ayvalık özlemi ve lezzetiyle onları tüketirdik. 10 yıl kadar önceydi yine bir yolculuk öncesi ritüele uyarak hale gittim. Halin; Türkiye’nin başka hiçbir köşesinde görmediğim zenginlikteki renkleriyle, çeşitleriyle her zaman doğal bir palet görünümünde olan tezgahlarında neredeyse boş denecek kadar az ürün vardı. “Hayırdır İdris ağabey?” diye sordum. “Bugün mal geç kaldı be çavuş” dedi yılların manavı. “Sarımsak hemen şurası İdris ağabey, nasıl geç kaldı?” diye sorduğumda aldığım cevabın yarattığı hayal kırıklığını unutamıyorum. “Sarımsak mı kaldı Hüseynim, malın çoğu İstanbul’dan geliyor artık.” Meğer biz o sebze meyvelere aynı yolu bir daha yaptırıp İstanbul’a götürürmüşüz. 17.000 civarında nüfusu vardı Ayvalık’ın o dönemlerde. Herkes birbirini tanır, sever, sayar, korur, yardımcı olur, güvenirdi. Evet, yarım yüz yıldır yaşanan bütün olumlu gelişim ve değişimlere rağmen o Ayvalık’ı ve o Ayvalıklıları özlüyorum. Denizi, alanda Tımarhane’ye karşı bir sade kahve içmeyi, tembel yaz öğleden sonraları Ağustos (ya da bizim deyişimizle cırcır) böceklerinin kakırdamalarını, ağaçtaki çam kozalaklarının sıcakta gerinip çıtırdayarak açılmalarını, körfezin üzerine tül bir perde gibi sessiz sakin yağmurun düşüşünü, gece yarısı balıkçıların serdikleri ağlara balıkları sürmek için ritmik aralarla kayıklarının gövdelerine vurarak dolaşmalarını, esnafımızı, şoförlerimizi, öğretmenlerimizi, komşularımızı, arkadaşlarımı, Ayvalık’ta doya doya yaşadığım çocukluğumu, gençliğimi özlüyorum. Ama galiba en çok da babamı ve annemi özlüyorum.
1943 yılından beri Tarım Satış Kooperatifleri Birliği Tariş bünyesinde zeytin ve zeytinyağı üreticilerinin hizmetinde olan Çakıllıbahçe Mevkii’ndeki S.S. 79 No.lu Ayvalık Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifi’ne konuk olduk. Tesis müdürü Ercan Güler ile geçmişten günümüze kooperatifin faaliyetlerini konuştuk
TARİŞ KOOPERATİFÇİLİK İLKELERİ DOĞRULTUSUNDA ÜRÜNÜN GERÇEK DEĞERİNİ BULABİLMESİ İÇİN PİYASADA DENGE UNSURU OLMAYI SÜRDÜRÜYOR
Gülbeniz Şentay
E
rcan Güler bizi önce Tariş hakkında kısaca bilgilendirdi:
-1910’lu yılların başlarında ticarette dışa bağımlılık sonucu incir başta olmak üzere Ege Bölgesi ürünleri üstündeki yabancı tekelini kırmak ve üreticileri tefecilerin elinden kurtarmak amacıyla üç genç adam; Nazmi Topçuoğlu, Kazım Nuri Çörüş ve Ahmet Sarı örgütlü bir mücadele başlattı. Tariş, bu üç vatansever gencin verdiği mücadele sonucu oluşan ve incir, üzüm, pamuk, zeytinyağı temelinde örgütlenen kooperatifler birliğinin ortak adı. İlk oluşan birlik, Aydın İncir Müstahsilleri Anonim Ortaklığı’ydı. Onu üzüm, pamuk ve nihayetinde zeytinyağı birlikleri izledi. 1942-43 iş yılında Ayvalık, Edremit, Burhaniye, Küçükkuyu ve Havran kooperatiflerinin kurulumu ve birlik ortaklığına kabul edilmeleriyle zeytinyağının kooperatifleştirilmesi yolundaki en önemli adım atılmış oldu. Böylece zeytinyağı alanında kurulan ilk kooperatiflerden biri olan S.S. 79 No.lu Ayvalık Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifi faaliyete geçti ve Birlik ortaklığına kabul edildi. Güler, Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nin amacını şöyle özetliyor: -Amaç, zeytin fiyatlarında istikrarsızlığın yaşandığı İkinci Dünya Savaşı yıllarında bunun önüne geçmek, zeytinyağı üreticisini tüccar/komisyoncu/ işletmeci sömürüsünden kurtararak, aracılara giden paranın üreticinin cebinde kalmasını sağlamaktı.
Ercan Güler
İlk zeytinyağı fabrikaları Sultanhisar, Edremit, Burhaniye ve Bayındır’da faaliyete geçti. 1947’de yağ fiyatları yükselme eğilimi gösterince Birlik devlet tarafından mevcut stoklarından ucuz yağ satmakla görevlendirildi. Böylece zeytinyağı fiyatlarındaki artış eğiliminin önü alındı.1948’de ürün bolluğundan düşen yağ fiyatlarını tutmak, üreticileri korumak adına devlet Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış kooperatifleri aracılığıyla sınırlı da olsa üreticinin yağını üretim bölgelerinden alarak, yine Birlik kanalıyla ‘Tanzim Satışları’ şeklinde tüketiciye sundu. Kısacası, Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Kooperatifleri Birliği, misyonu gereği yıllardır kooperatifçilik ilkeleri doğrultusunda ürünün gerçek değerini bulabilmesi için piyasada denge unsuru olmayı sürdürüyor. 35 DÖNÜM ARAZİMİZ VAR VE BU ARAZİYİ DEĞERLENDİRMEK İSTİYORUZ Ercan Güler’den, Ayvalık Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifi’nin 5 Mart 1943’te kurulduğunu öğreniyoruz: -100 kurucu ortağı olan kooperatifin as başkanı Seyit Dramalı’ydı. Üyeliklere de Rüstem Özkan, Şükrü Filat, Memduh Kulaksızoğlu getirilmişti. 1949 yılında İzzet Basmacı’ya ait olan Ayvalık’taki zeytinyağı fabrikası 105 bin liraya alınarak, Tariş tarafından çalıştırılmaya başlandı. 1961’de ise Ayvalık Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifi, merkezdeki binasından Sakarya Avcılar Kulübü karşısındaki yeni
21
101 yıl önce Tariş’i kuran üç öncü: (soldan sağa) Nazmi Topçuoğlu, Kazım Nuri Çörüş, Ahmet Sarı
yerine taşındı ve o yıl başlanan zeytinyağı alımları1994’e dek aynı adreste sürdü. Şu an içinde bulunduğumuz tesis ise, 1984’te kontinü fabrikası olarak İzmir Tariş tarafından kuruldu, 1994 yılında da Ayvalık Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifi’ne devredildi. O tarihten bu yana kooperatifimiz yağ alımlarına ve fabrika faaliyetlerine bu tesiste devam ediyor. İzmir yolu üzerindeki tesisi biraz daha yakından tanımak istiyoruz: -Tesisimiz 35 dönümlük bir arazi içinde yer alıyor ve 4077 metrekare kapalı alanı var. Ana binamızın ön tarafında fabrika bulunuyor. Alt katta personel odaları, mutfak, çay ocağı, tuvaletler, arşiv odaları, depo, makine dairesi, yağhane, yağ deposu ile ‘2. Ekstraksiyon’ yani prinadan yağ elde ettiğimiz sistemin olduğu bölüm var. Üst katı idari büro olarak kullanıyoruz. Binanın dışında da geçici olarak satış mağazası yaptığımız bekçi kulübemiz, yem depomuz, gübre depoladığımız eski salamurhane binası ile işçilerimizin misafirhanesi gibi üniteler yer alıyor. Dediğim gibi, 35 dönüm arazimiz var ve bu araziyi değerlendirmek istiyoruz. Ancak imar planı Büyükşehir Belediyesi’nde hazırlanacak. İki üç yıl sürecek bu çalışmayı beklerken, kendi kendime bize çok büyük gelen bu arazide ne yapabileceğimizi sordum. İzmir yolu üstünde olduğumuz için Ayvalık’ın zeytin ve zeytinyağı firmalarının ürünlerini sergileyebilecekleri geçici bir yer oluşturma fikri bana cazip geldi. “Bütün Ayvalık markaları bir arada olur ve tüketici istediğini seçer” diye düşündüm. Bilemiyorum; imar durumundan sonra bu firmalar için arazinin bir bölümü ayrılabilir... Burası başka bir şey olabilir, biz başka bir yere gidebiliriz. Çünkü yapılaşma çok arttı. Evler bile yaklaştı. Özetle bu tür düşüncelerimiz var. Bu arada, yakın zamana kadar Tariş Satış Mağazası’nın yer aldığı Sakarya Mahallesi Avcılar Kulübü karşısındaki eski yerleşkenin geçen yıl ihaleyle otuz yıllığına kiraya verildiğini öğreniyoruz: -Orası tarihi bir binadır, biliyorsunuz. Kiracı binanın
22
onarımını yapacak ve bize de orada satış mağazası olarak kullanabileceğimiz bir mekan tahsis edecek. BİZ GENEL MÜDÜRLÜĞÜMÜZÜN BELİRLEDİĞİ FİYATLA ÇALIŞIYORUZ Ayvalık Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifi tesislerinde ilk yıllardan başlayarak, hangi hizmetlerin verildiğini soruyoruz bu kez: -İlk yıllarda sadece zeytin zeytinyağı alımı yapılıyordu. Gelen yağ tartılıyor, üreticiye Birliğin belirlediği fiyattan, Birliğin belirlediği şekilde ödeme yapılıyordu. Ödemeler genelde haftalıktı. Alınan yağlar hiç bekletilmeden İzmir’e, Genel Müdürlüğe gönderiliyordu. Daha sonra kontinü fabrikalar kuruldu ve sıkım işlemi de bu fabrikalarda yapıldı. Burası da 'kontinüsistem' bir fabrikaydı. Zaman içinde büyüdü, makineleri yenilendi. Tesisimizde zeytin sıkımı yapılıyor. Üretici zeytinini getirip sıktırıyor. İsterse sıkım ücretini ödeyip, yağını alıp gidiyor. Ama dökmek isterse, yağı satın alınıyor. (Tabii rekolte beyanı vermiş olması kaydıyla. Bize her yıl ortaklarımızın, tahmini ne kadar yağ teslim edeceğini belirten rekolte beyanı vermeleri gerekiyor. Rekolte beyanı verilmezse ortağımız zeytinini fabrikamızda sıktırabiliyor ama yağını teslim edemiyor. Bu nedenle ortaklarımızın her yıl Ekim-Kasım aylarında kooperatifimize uğrayarak rekolte beyanı vermeleri gerekiyor.) 2012 yılında ‘çekirdek ayırma’ sistemini kurduk. Bu sistemle yağdan kalan prinanın (posa) içindeki çekirdeklerden sanayi ve apartmanlarda kullanılan çevreci bir yakıt elde ediyoruz. Satışlarımız
çok iyi. Ayrıca 2014’te Güney Marmara Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle ve yatırım kredisi alarak prinadan yağ elde eden sistemi devreye soktuk. Zeytinden kalan posayı, işleyemediğimiz için prina fabrikalarına veriyorduk. Şimdi zeytini sıkıyoruz, yağ çıktıktan sonra kalan posa hemen diğer sisteme giriyor. Orada çekirdekler ayrılıyor ve hiç beklemeden yeniden sisteme alınıp ikinci kez sıkılıyor. Böylece ‘1 asit’ civarında, kaliteliye yakın bir yağ elde ediliyor. İşlemden sonra kalan posayı da prina fabrikalarına satarak kooperatife ek gelir sağlıyoruz. Kredi ödememiz bittiğinde ortaklarımıza sıkım ücretleri, gübre satışları ve her türlü levazım ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik daha etkin bir şekilde destek sağlayacağız. Ercan Güler, tıpkı kendi sıktıkları ya da üreticinin sıktırıp getirdiği yağlar gibi alımını yaptıkları zeytinleri de doğrudan İzmir’e gönderdiklerini vurguluyor: -Bütün ürünler İzmir’e gider. Orada analiz edilir, sınıflandırılır, işlenir, ambalajlanır ve Tariş Zeytin AŞ. tarafından dağıtımı yapılır, satışa sunulur. Biz burada sadece mağazamızda satmak amacıyla küçük çapta doğal zeytinyağı sabunu üretiyoruz. Bir ustamız var. Sabun yapacağımız zaman geliyor. Yağını, kostiğini veriyoruz. Sabun yapıyor. Mağazadaki satış durumuna göre üretim miktarını belirliyoruz. Yaklaşık yılda 1000, 1500 kilo civarında bir üretim gerçekleşiyor. Peki, 1068 ortaklı Ayvalık Tariş yılda ne kadar zeytinyağı alımı yapıyor ve geçmişten günümüze Ayvalık ekonomisine katkısı neler? -Ayvalık Tariş olarak 3 bin ton yağ alımı yaparken son yıllarda maalesef 200-300 tonlara düştük. Eskiden bir tek Tariş vardı, başka fabrikalar yoktu. Üretici Tariş’e sahip çıkar, daha fazla yağ teslim eder, zeytinlerini burada sıkardı. Ancak şimdi piyasada çok sayıda firma var. Tabii bu bizlerin tam kapasite çalışmamızı engelliyor. Yine piyasadaki firmaların alımdan sıkıma kadar değişken fiyat politikaları uygulamaları nedeniyle, üretici kendisine cazip gelen firmayı tercih edebiliyor. Biz Genel Müdürlüğümüzün belirlediği fiyatla çalışıyoruz ama bizim verdiğimiz ve üreticinin düşük bulduğu fiyat piyasanın en fazla 10 kuruş altında oluyor. Kaldı ki biz üreticinin bütün yağını bize getirmesini ya da bütün zeytinini burada sıktırmasını da talep etmiyoruz. 50 ton ürünün 5-10 tonunu getirse, 500 kilo yağ dökse ne olur? Diyelim ki zarar etti. 10 kuruştan 500 kiloda ne kadar zarar eder? Elli lira… Yani beni en çok üzen şey yaklaşık yüz yıllık itibarlı
ERCAN GÜLER KİMDİR?
S.S. 79 No.lu Ayvalık Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifi Tesis Müdürü Ercan Güler, Manisa’da dünyaya geldi. Babası da bir Tariş çalışanı ve müdürü olduğu için Tariş'in bahçesinde büyüdü diyebiliriz. İlk, orta, lise eğitimini Manisa’da yaptı. Üniversite eğitimini Eskişehir’de tamamladı. 1993 yılında Gömeç Tariş’te göreve başladı. 1998-2002 yılları arasında Burhaniye Tariş’te muhasebeci olarak görev yaptı. 2002 yılında Ayvalık Tariş’e müdür olarak atandı. Halen bu görevini sürdüren Ercan Güler evli ve iki çocuk babası.
bir kurumun elli kuruşa değişilmesi. En çok buna üzülüyorum. Bu konunun önemi, Ercan Güler’in şu sözlerinden de anlaşılıyor: -Doğrusunu isterseniz, çoğu kez üreticilerimizin de üzüldüğüne tanık oluyoruz. Piyasada çok değerli firmalarımız var gerçekten. Ancak işini hakkıyla yapmayanların varlığını da duyuyoruz, görüyoruz. Örneğin bir ortağımız bir fabrikada sıkılan yağını bize getirdi. Dışardan gelen yağı hiç bekletmeyiz. Yağı aldık hemen İzmir’e gönderdik. Bu tür yağlar için bize ‘diğer yemeklik’ diye rapor gelebiliyor. Bu yağ için de öyle oldu. Ne demektir ‘diğer yemeklik?’ Körfez bölgesine ait olmayan yağ demektir. Üretici “Vallahi benim zeytinim Ayvalık zeytini!” diyor. Doğrudur. Ama bu zeytin nerede sıkıldı? Nereye, hangi koşullarda kondu? Özensiz çalışan işletmelerde dışardan gelen, Körfez bölgesine ait olmayan yağlarla, sizin yağınız aynı yerde toplanıyor. Bu da yağınızın karışması, özelliğini yitirmesi anlamına geliyor. İLKELERİ OLAN BİR KURUMUZ VE BİR KİLO DAHA FAZLA YAĞ ALACAĞIZ DİYE ASLA KİMYASAL MADDE KULLANMIYORUZ Üreticinin Tariş’i tercih etmeyişinin altında yatan bir başka neden de ilaçlı sıkımlar: -Yine üretici gelip bize diyor ki, “Piyasada randıman yüksek. Siz beş kilo zeytinden bir kilo yağ elde ederken, onlar dört kilo zeytinden bir kilo yağ çıkarıyorlar.” Böyle bir şey yok! Makineler aynı. İşçilik, ustalık aynı… Ama bazı yerlerde ilaçla sıkım yapılıyor. Bir kimyasal sayesinde zeytin daha fazla yağ veriyor. Sağlığa zararlı
23
mıdır, ne kadar zararlıdır, bilemem... Ama aynı üretici kendi tüketeceği yağı getirip bizim tesisimizde sıktırıyor. İlkeleri olan bir kurumuz. Bu nedenle bir kilo daha fazla yağ alacağız diye asla kimyasal madde kullanmıyoruz. Sonuçta bu gibi etkenler kurumumuzu kayba uğratıyor. Ancak kayba uğrayan sadece biz değiliz. Bu arada, zeytinini bizde sıktıran bir üreticimiz de aynen şöyle söylüyor: “Ben yağımı daha rahat satıyorum. Tariş’e sıktırdığımı öğrenen alıcı, ‘Bu yağ karışık değil, gerçek Ayvalık yağıdır!’ düşüncesini taşıyor ve diğer yağlar 20 liradan alıcı buluyorsa, benimkine 22 lira veriyorlar!” Bir kez daha bütün firmalarımızda yağların karıştığını veya ilaçlı sıkım yapıldığını kast etmediğimin altını özellikle çizmek istiyorum. Asla, “Herkes yağını burada sıktırsın” demiyorum ama biz burada üreticimize daha da faydalı olabilmek, ucuz hizmet sunabilmek amacıyla tesisimizi yeniledik, yapılandırdık. Ancak makinelerimiz tam kapasiteyle çalışmazsa verimimiz düşer. Biz niye 6-7 bin ton veya daha fazla zeytin sıkmayalım? Niye üreticimize destek yaratacak bir gelir elde etmeyelim? Ayvalık Tariş’te üç yıldır Toros gübre satışı yapıyoruz. Yine üreticimiz tarafından çok aranan Yemta’nın yemlerinin satıyoruz. Şu an çiftçimize peşin olarak verdiğimiz bu ürünlerde neden vadeye gidemeyelim? Vade uygulamasına geçebilmek için gücümüz olmalı. Bu da ancak ortaklarımızın, çiftçimizin bize destek vermesiyle mümkün. Destek derken kimseden kooperatifçilik ilkeleri haricinde bir talebimiz yok. Sadece ürünlerini işlerken kendi kooperatiflerini tercih etmelerini istiyoruz. Zaten kooperatifçiliğin temelinde de karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma yok mudur? Tesisin tam kapasiteyle çalışmaması sonucu, Tariş olarak Ayvalık ekonomisine fazla katkı sağlayamadıklarını yineliyor Güler: -Üreticinin hala bizi piyasada bir denge unsuru, bir regülatör gibi görmesi, ortaklarımızın yasal yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle eskiye oranla Ayvalık ekonomisine çok büyük katkımız olduğunu söyleyemem. Ancak, Tariş’in geçmişte sadece Ayvalık ekonomisine, Ayvalıklı üreticiye değil, Türk ekonomisine, hatta devlete katkısı çok büyüktü. Hala da öyle. Gün gelmiş, Tariş 40 bin ton yağ almış ve üreticiye çok ciddi miktarlarda ödeme yapmıştır. Bugün Tariş ortalama 12 liradan 40 bin ton yağ alsa 480 milyon civarında ödeme yapması gerekir. Bu, çok ciddi bir rakamdır. Ha, deyince bir üretici kooperatifinin ortaya koyabileceği bir para değildir. Ancak o yıllarda biz, devletten destek alan bir kurumduk. Devlet bize kredi veriyordu. Üreticinin yağına örneğin 12
24
lira fiyat verdiğimizde, 2 lirasını devlet karşılıyordu. Kuruluşundan bu yana üreticinin yanında yer alan Tariş, çiftçiye hep destek oldu, yağına iyi fiyatlar verdi. Tariş ve benzeri yapıda Türkiye’de faaliyet gösteren toplam 16 tarım satış kooperatifleri birlikleri 2000 yılında çıkarılan 4572 sayılı yasayla özerk yapıya kavuştu. 2000 yılına kadar devlet desteği alan bu kuruluşlar, bu tarihten sonra devletten tek kuruş destek almadan örgütlenme gücü ve kendi kaynaklarını kullanarak, gelişme gösterdi. Kuruluşundan bu yana çiftçinin olan ve ancak 1960’lı yıllarda siyasetçilerin denetimine giren bu kuruluşlar, 2000 yılından sonra tekrar özüne döndü ve çiftçi kuruluşları olarak faaliyetlerini sürdürür hale geldiler. Devletin ve siyasetçilerin müdahaleleri o kadar uzun yıllar sürdü ki kurumun ortak üreticileri bile halen kendi kurumlarını devlet kurumları olarak görmekte. Öte yandan bizim hala devlet destekli bir kurum olduğumuzu düşünen üreticin, “Eskiden Tariş çok para verirdi, şimdi vermiyor!” söylemi doğru değil. Zira biz 12 lira gibi bir fiyat açıklarken, kilo başına 2 lira olan zararımızı devlet üstleniyordu, az önce de belirttiğim gibi kredi veriyordu. Ama artık böyle bir katkı söz konusu değil. Tariş kendi parasını kendisi bulmak zorunda. Yani üretici Tariş’e
AROMASI ÇOK ÖZEL OLAN KUZEY EGE YAĞLARININ İHRACAT ORANI DAHA YÜKSEK
Tariş’in çıkardığı karakterli yağlar Kuzey Ege ve Güney Ege’nin yağlarıdır. İnsanlar damak tatlarına göre tercihlerini kullanıp Kuzey veya Güney Ege’nin yağlarını satın alıyorlar. Ancak kurumun ihracatında aroması çok özel olan Kuzey Ege yağlarının oranının çok daha yüksek olduğu kanısındayım. Tariş’in yurtdışında da ambalajlı ürün sattığı mağazaları var. Kendi markamızla birçok ülkeye ihracat yapıyoruz. Tariş marka zeytin ve zeytinyağını ise tüketicilerimiz satış noktalarımızda, Ankara, İzmir ve İstanbul’daki konsept mağazalarımızda, Migros, Metro, Kipa gibi büyük marketlerde bulabilirler.
ne kadar sahip çıkarsa, Tariş de üreticiye o kadar sahip çıkabilir. ALDIĞINIZ İKİ LİRALIK KOSTİĞİN BİLE FATURASI KESİLİR BİZDE Kooperatiflerin üreticinin olduğu kadar devletin de lehine çalışan kurumlar olduğuna dikkat çeken Güler, hiçbir sosyal güvencesi olmayan üreticilerin Tariş sayesinde Bağ-Kur’dan emekli olabildiklerini anlatıyor: -Bağ-Kur yasası çıkar çıkmaz Tariş yasayı uyguladı. 1995-1996 yılı itibarıyla Tariş’e yağ dökenlerin prim kesintileri yapıldı ve o tarihten itibaren Bağ-Kur’lu oldular. Kayıtlar özenle arşivlendiği için üretici belgelerine kolayca erişebildi ve emekliliği için gün, yıl kaybetmedi. Mutlaka bu işlemi başka kurumlar da yapmıştır. Ancak ya arşivleri iyi korunamadığı ya da vatandaş Bağ-Kur kesintisi istemediği için bu kayıtlarda en fazla 5 yıl öncesine gidilebildi. Bu da üreticinin emekliliğinin prim ödemediği yıllar kadar gecikmesi anlamına geliyor. Kesintiler yüzünden o zamanlar belki üreticimiz bize kızıyordu ama yasal yükümlülüğümüzü yerine getirirken, onların geleceklerini de güvence altına aldığımızı anlayıp şimdi bize dua ediyorlardır diye umut ediyorum. Ayrıca Tariş olarak bizim sigorta, Bağ-Kur primleri, stopajlarımızla devlete de katkımız çok büyüktür. Aldığınız iki liralık kostiğin bile faturası kesilir bizde. Özetle, geçmişte üreticiye de, devlete de kazandıran kurumumuzun bugün Ayvalık ekonomisine katkısı maalesef piyasanın denge unsuru olmaktan öteye gitmiyor. Ercan Güler, yüz yıllık geçmişiyle itibarlı/güvenilir bir kurum olan Tariş’in şimdilerde bir geçiş süreci yaşadığını söylüyor ve ekliyor: -Bu süreçte bütün ortaklarımızın, üreticilerimizin desteğini, bize sahip çıkmalarını bekliyoruz çünkü kooperatifler karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma esasına dayanır. Ortaklarımız zeytinlerini bu tesise getirecekler, yağlarını dökecekler, aidatlarını ödeyecekler ki bu tesis yaşasın, kar etsin, kar payı dağıtabilsin, çiftçiye ucuz hizmet verebilsin. İnanın böyle bir kurum kapandığı zaman yeniden kurulması çok zordur. Son yıllarda rekolteler düşük gidiyor ancak ürünün bol olduğu zaman o kadar yağı kim alacak? Tariş dün
olduğu gibi yarın da üreticilerin güvencesi olmaya devam edecek ve bol kazanç elde etmelerini sağlayacak. Bu nedenle bir zamanlar Tariş sayesinde çok kazanan ortaklarımızı, üreticilerimizi bir kez daha günümüzden yüz yıl kadar önce üç vatansever gencin kurduğu Tariş’e sahip çıkmaya çağırıyorum. Söyleşi sonrası Ercan Güler ile birlikte tesisi geziyoruz. Pırıl pırıl, tertemiz ve modern cihazlarla donatılmış bu tesis; yağının kalitesini 10 kuruşa ya da kimyasallarla fazladan bir kilo yağ elde etmeye değişmeyecek, insana ve çevreye saygılı, duyarlı zeytin ve zeytinyağı üreticilerini bekliyor. Yıllardır üreticinin yanında yer alan, ürünlerinin değerini bulmasını sağlayan Tariş bünyesindeki S.S 79 No.lu Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifi’ne bu geçiş döneminde vefa borcunu ödemenin zamanıdır diye düşünüyoruz.
AYVALIK TARİŞ SATIŞ MAĞAZASI YENİ OTOGAR KARŞISINDA
Satış mağazamızda zeytin ve zeytinyağı çeşitleriyle çok özel, hediyelik yağlarımız var. Birlik olarak, her bölgenin yağının ayrı ayrı şişelendiği bir konsept geliştirdik. Ayvalık, Edremit, Burhaniye, Altınova, Gömeç, Bozdoğan’ın da aralarında olduğu 32 kooperatifin adını taşıyan ve sadece o bölgenin ürününün şişelendiği Ege Koleksiyonu adında bir proje bu. Bizim markamız da bu bağlamda ‘Ayvalık’ adını taşıyor. Ürünümüz yeni ambalajıyla çıktı ve çok ilgi göreceğini düşünüyorum. Bunların dışında mağazamızda doğal sabunlar, sıvı sabunlar, bulaşık ve çamaşır makinesi deterjanları, lavanta/ incir/mandalin kolonyaları, pekmez/sirke/nar ekşisi çeşitleri, cevizli incir/portakal reçelleri, kuru incir, Gülbirlik’in cilt bakım kremleri, gül suyu ve şampuanlarından doğal tuza kadar pek çok kalem ürün var. Hepsine, Tariş bünyesindeki kooperatiflerin ürünü ve Tariş güvencesiyle Yeni Otogar karşısındaki tesisimizin satış mağazasında ulaşmak mümkün. S.S.79 No.lu Ayvalık Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifi Yönetim Kurulu: Emin Erdik (Üye), Ercan Güler (Koop. Md.), Hasan Anak (Başkan), Hayati Aslan (Başkan Vk.), Ali Sal (Üye)
25
Şarkılara konuklar da eşlik etti
İktisadi Vizyon UĞUR DÜNDAR
Ayvalık Belediye Başkan Yardımcısı
S
65. Hükümet’in ekonomi yönetimi
ayın Binali Yıldırım tarafından kurulan yeni hükümet programının bir öncekine göre önemli farkı ‘Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi’ vurgusu. İkinci olarak ‘Terörle Mücadele’ öne çıkıyor. Ekonomi yönetimindeki değişiklik de gözden kaçmamalı. Öncelikle artık ekonominin genelinden sorumlu bir Başbakan Yardımcılığına yer verilmemiş. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Hazine, Merkez Bankası ve kamu bankalarından sorumlu. Diğer Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli ise reformlar ve yatırımların izlenmesi ile Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), BDDK ve TMSF gibi düzenleyici ve denetleyici kurumlarla ilişkilendirilmiş. Bu durumda ekonomide bir güçler ayrılığı oluştuğu anlaşılabilir. Özellikle tartışma konusu olan faiz oranı ve bankacılık sistemini düzenleyen kurumlarla, kararları icra eden kurumlar farklı bakanlara bağlanmış oluyor. Yeni sistem, para ve sermaye piyasalarının daha üst düzeyden bir planlamayla yönetileceği şeklinde yorumlanabilir. Maliye Bakanlığı’nda bürokrasiden gelen Naci Ağbal, Ekonomi Bakanlığı’nda Nihat Zeybekçi ve Kalkınma Bakanlığı’nda Lütfi Elvan gibi önceki kabinelerde de bakanlık yapmış tecrübeli isimlere yer veriliyor. Naci Ağbal, kamu maliyesinde bütçe disiplini ile kayıt dışı mücadele konusunda kararlı tutumu ile biliniyor. Büyük bayındırlık harcamalarının gündemde olduğu bir dönemde aynı zamanda güvenlik riskleri de yüksek olduğu düşünülürse kamu gelirlerinde bir gevşetme tercihini ummak doğru olmayacaktır. Başkanlık sisteminde ekonomi yönetimi Son iki yıldır gündemde olan olası başkanlık sisteminin ekonomi yönetimine yansımasını da tartışmak gerekebilir. Dünya’daki uygulamalar güçlü başkanlık modellerinde Başkan’ın çevresindeki bağımsız ve/veya özerk kurumların ekonomi yönetiminde ağır bastığını gösteriyor. Merkez Bankaları, borsayı ve bankaları izleyen ve değerlendiren kurumların özerk olması ekonominin kendine özgü dinamiklerinin devamına imkan sağlıyor. Bu şekilde, Başkanlık sisteminden kaynaklanabilecek radikal tercih değişimlerinin reel ve finansal yatırımlardaki devamlılığı olumsuz etkilemesine bir ölçüde engel olunuyor. Başkanlık sisteminde ekonomiyi asıl etkileyecek kararlar savunmaya ilişkin olanlar Mevcut sistemde Türkiye dışında askeri birlik bulundurmak gibi konular TBMM kararıyla mümkün olabiliyordu. Anlık operasyonlarda TSK’ya günün gereklerine uygun yetkiler zaten veriliyor. Cumhurbaşkanı da aynı zamanda TSK’nın Başkomutanı sıfatıyla görev yapıyor. Ortadoğu’nun Türkiye’ye komşu ülkelerinde devam eden istikrarsızlıklar zaman zaman acil kararlar alınmasını gerektiriyor. Şu anda mevcut yetkilerle sürdürülen operasyonlar genellikle savunma ağırlıklı. Fakat TSK’nın yurt dışında geniş ölçekli faaliyet göstereceği, mesela bir savaşa girmesi gereken hallerde bu derece önemli bir kararın hangi süzgeçlerden geçmesi gerektiği öncelikle tartışılmalı. Başkanlık sistemi, iş ve yatırım ortamının iyileştirilmesi, reform ve yatırımların koordinasyonu, yerli ve yenilenebilir enerji, bilgi tabanlı ekonomi, savunma sanayi gibi önceliklerin takibinde ekonomi yönetimi açısından bir avantaj ise ekonomi bakımından çok önemli risk taşıyan askeri kararların tek başına alınabileceği bir sistem aynı düzeyde büyük bir dezavantaja dönüşebilir.
26
ZEYTİN ÇEKİRDEKLERİ MÜZİKTEN SONRA RESİMDE DE İDDİALI
A
yvalık Belediyesi’nin başlıca sosyal sorumluluk projelerinden Zeytin Çekirdekleri çatısı altındaki çocuklar, Orhan Peker Sanat Galerisi’nde hem resim hem de müzik yeteneklerini sergiledi. ‘İçim Dışıma Sığmaz’ başlıklı resim ve enstalasyon sergisinin açılış kokteyline Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Milli Eğitim Müdürü Erkan Bilen de katıldı. Gönüllü eğitmen Erkan Atay’ın küratör olarak destek verdiği ‘İçim Dışıma Sığmaz’ enstalasyonu, çocukların son bir yıl içinde yaptıkları değişik çalışmaları kapsadı. Ressam Ayla Eriş’in ‘Düşüncenin Renkleri’ ile Erkan Atay’ın ‘Hayatımda Müzik Var’ ve ‘Özgür Renkler’ atölyelerinde 80’e yakın çocuğun kolektif olarak ürettiği ‘işlerin’ yer aldığı sergide, Zeytin Çekirdekleri ayrıca keman çalıp şarkı söyledi. Şarkılara konuklar da eşlik etti.
İnsan sağlığını tehdit eden fabrika kimyasal atıklarına 40 yıl öncesinden dikkat çekerek çevre duyarlılığı konusunda geçerliliğini bugün de koruyan mesajlar veriyor
TÜRK SİNEMASININ İLK ÇEVRECİ FİLMLERİNDEN ‘TUZAK’ AYVALIK’TA ÇEKİLDİ
Ç
evre sorunları kitleselleşen karşı çıkmalara rağmen giderek daha da büyüyor, insanların ve dünyanın geleceği her geçen gün biraz daha kararıyor. Yaşanan sorunların en ‘üstesinden gelinemeyeni’, denizleri alabildiğine zehirleyerek insan sağlığını tehdit eden fabrika kimyasal atıkları… İşte Ayvalık’ta çekilen ve 1976 yılında gösterime giren ‘Tuzak’ bu tehditi ele alan belki de ilk Türk filmi… Film, yer yer Yeşilçam’ın bildik klişelerine yaslansa da, 40 yıl öncesinden, çevre duyarlılığı konusunda geçerliliğini bugün de koruyan önemli mesajlar veriyor. Sinema ansiklopedilerinde ‘dram/ romantik/macera’ türünde değerlendirilen ve ‘bir intikam filmi’ olarak nitelendirilen ‘Tuzak’ Erman Film yapımı. Senaryosunu Umur Bugay yazmış. Yönetmeni ise pek çok ‘kaliteli’ filme imza atan Atıf Yılmaz… Önemli rollerde Cüneyt Arkın, Hulusi Kentmen, Ali Sururi, Selma Güneri, Erol Keskin, Turgut Boralı, Hüseyin Zan var. Filmle ilgili araştırmalarımızı sürdürürken, karşımıza Yrd. Doç Dr. Arif Can Güngör’ün, “Türk
Sinemasında Çevre Sorunlarının Toplumsal ve İdeolojik Boyutta Ele Alınmasının Filmlere Yansımaları” başlıklı makalesi çıktı.
İstanbul Aydın Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Bölümü öğretim görevlisi Güngör kapsamlı çalışmasında ‘çevre’ konulu üç Türk filmini incelemiş. Üzerinde durduğu yapımlardan biri de Ayvalık’ta çekilen ‘Tuzak’ ve filme ilişkin ilginç değerlendirmelerde bulunuyor. (‘Akademik Bakış’, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, Kasım-Aralık 2012, Sayı: 33) BELEDİYE BAŞKANI AVNİ BABA KARANLIK BİR AYVALIK SOKAĞINDA KALBİNDEN BIÇAKLANARAK ÖLDÜRÜLÜYOR Neredeyse tamamı Ayvalık’ta geçen ve çok sayıda Ayvalıklının da ‘göründüğü’ ‘Tuzak’ın konusu özetle şöyle: Film kirli çevre görüntüleriyle başlıyor: Akan pis sular, başıboş hayvanlar, leşler ve çöpler... Hemen ardından gazeteci Tahsin (Turgut Boralı) ve Belediye Başkanı Avni Baba (Hulusi Kentmen) ile tanışıyoruz. Avni Baba adından da
anlaşılacağı gibi babacan, halkın sevdiği ve saydığı bir yönetici. Kasabada Avni Baba’nın tam karşıtı kişilikte biri daha yaşıyor: Yeni bir fabrika açmaya çalışan ama atık suyu temizleyecek filtreyi satın almak ve takmak istemeyen Fazıl (Ali Sururi). Avni Baba onun bu umursamazlığına karşı çıkıyor. “Kasabaya sanayi getiriyoruz. 250300 kişi çalışacak, işsiz insanlar iş sahibi olacak!” diyen Fazıl’a, “50 milyon harcıyorsun da 500 bin TL’yi kar sayıyorsun. Filtre tak. Bana halk zararına bir şey yaptıramazsın. Kanuna uyacaksın!” diyor. Bunlar olurken, Avni Baba’nın Amerika’da tıp okuyan oğlu Ömer’in (Cüneyt Arkın) tatilini geçirmek
Atıf Yılmaz
27
üzere kasabaya geleceği haberi yayılıyor. Fazıl, Avni Baba’yı oğlunun gelişini kutlamak için meyhaneye davet ediyor. Meyhane çıkışı, karanlık bir Ayvalık sokağından yürüyerek evine giden Avni Baba’yı, Fazıl’ın adamlarından Nuri kalbinden bıçaklayarak öldürüyor. Hemen ertesinde Hasan adında genç bir çocuk ayarlanıyor ve para karşılığı cinayeti üstlenmesi sağlanıyor. Daha eve ulaşmadan babasının ölüm haberini alan Ömer beyninden vurulmuşa dönüyor. Cinayeti adeta bir dedektif gibi araştırmaya başlıyor. Suçu üstlenen Hasan’la görüşüyor. Onun ısrarla cinayeti sahiplenmesinden kuşkulanıyor. Bu arada fabrika törenle hizmete giriyor. Bir anda kimyasal atıklar denizi zehirlemeye başlıyor. Ömer, fabrikanın açılmasına neden karşı çıkıldığını, babasının bunu neden engellemek istediğini öğrenmek için öğretmen Zeynep’le (Selma Güneri) konuşuyor. Zeynep gerçekleri
Ömer’e anlatıyor. Fabrikanın denize tarım ilacı akıttığını ve filtre takılmadığı için çevreyi kirleteceğini bu yüzden hem Avni Baba’nın hem de halkın fabrikaya karşı çıktığını söylüyor. Ömer, Hasan’ın gerçek katil olmadığına iyice emin oluyor.
FİLME İLİŞKİN BİRKAÇ NOT
FABRİKATÖR FAZIL, AYVALIK GAZETESİ MATBAASINI YAKTIRIYOR Suya karışan fabrika atıkları olumsuz etkilerini hemen gösteriyor, denizde balıklar ölmeye başlıyor. Ömer, halkla birlikte fabrika müdürü İdris’e (İsmail Hakkı Şen) gidiyor, durumu anlatıyor. Müdür, Fazıl’ı arıyor. İyice kirlenen sahile ‘Burada denize girilmez’ tabelası asılıyor. Ömer bir gün Fazıl’ın önünü kesiyor. Suyu tahlile gönderdiğini ve temiz olduğunu söyleyen fabrikatöre, “O halde torununu denize sok!” diyor. Fazıl torununu denize atacakken Ömer çocuğu yakalıyor. Fazıl’ın para hırsı yüzünden kendi torununu bile ölüme götürecek kadar tehlikeli biri
AVNİ BABA, ADINI AYVALIK’IN DEMOKRAT PARTİ’DEN SEÇİLEN İLK BELEDİYE BAŞKANI AVNİ BASKIN’DAN ALMIŞ
-Yeşilçam’da özel bir yere ve öneme sahip yapımcı/senarist/yönetmen Atıf Yılmaz kısa zamanda eriştiği biçimsel olgunluğu ve anlatım rahatlığını ‘Tuzak’ta da ortaya koyuyor. -Cüneyt Arkın, bir kasabanın çevre felaketiyle karşılaşmasına yol açan acımasız bir fabrikatörden babasının intikamını almaya çalışan ve hem kasabasına hem de ülkesine karşı görevini yapmak isteyen çevreci/ vatansever doktor rolünde başarılı bir performans sergiliyor.
CÜNEYT ARKIN, TUZAK’I ÇEKMEK İÇİN AYVALIK’A GELDİ, BÜTÜN KASABA TEYAKKUZA GEÇTİ
“İlkokul dörtteyken, efsanemiz Cüneyt Arkın, ‘Tuzak’ filmini çekmek için Ayvalık’a geldi. Bütün kasaba teyakkuza geçti. Tabii biz de Cüneyt Arkın’ı göreceğiz diye uyku uyuyamadık. Filmin bir sahnesinde bizim ilkokulun bando takımı da yer alacaktı. Bando takımının majörü olarak hayatımdaki en artistik yürüyüşümü yaptım kameralar önünde. Evet, denk gelir de izleme fırsatınız olursa, filmin başlarında birkaç saniye görünen eflatun üniformalı bando takımına dikkat edin; en başta yürüyen o mantar gibi majör benim işte... Cüneyt Arkın ise ‘Tuzak’ filmi için, ‘Türkiye’nin ilk çevreci filmlerinden biridir’ diyor. Filmin üzerinden uzun seneler geçti tabii. Türkiye’nin çevresi de, toplumsal çehresi de iyice bozuldu.” (Hakan Gülseven/Radikal/12 Mart 2005)
28
-Pek çok filmde karşımıza tatlısert, babacan-sevecen oyunculuk tarzıyla baba, iş adamı, yargıç, komiser, bahçıvan... gibi rollerde çıkan Hulusi Kentmen, ‘Tuzak’ta çok az görünmesine karşın, yine de akıllarda kalmayı başarıyor. Canlandırdığı belediye başkanı Avni Baba, adını Ayvalık’ın Demokrat Parti’den seçilen ilk belediye başkanı Avni Baskın’dan almış. Baskın aynı zamanda Cumhuriyet’le yaşıt Ayvalık gazetesinin de kurucusu ve başyazarıydı. -Tiyatro, operet ve sinemanın başarılı karakter oyuncularından Ali Sururi, ‘Tuzak’ın kötü adamı Fazıl’ı canlandırırken her zamanki gibi inandırıcı.
olduğunu anlayan Ömer bir gece gizlice fabrikaya girerek babasının rüşvet karşılığı verdiği iddia edilen belgeyi buluyor. Fazıl’ın adamlarının saldırısına uğruyor. Ellerinden kurtulmayı başarıyor ve belgeyi gazeteye veriyor. Dedikoduların tersine, ölmeden önce Fazıl’la anlaşmadığı ve rüşvet karşılığı imza atmadığı kanıtlanan Avni Baba aklanıyor. Bütün bunlar yaşanırken fabrika zehirli atıklarını denize boşaltmaya devam ediyor. Ömer bu kez gizlice atık tüneline giriyor ve orayı dinamitliyor. Ortalık iyice geriliyor. Fazıl da şiddet kullanmaya başlıyor. Önce Ömer’i dövdürtüyor, sonra gazeteci Tahsin’in matbaası yakılıyor. Suçu üstlenen Hasan konuşmaması için öldürülüyor. Bu arada Avni Baba’nın paniğe kapılan gerçek katili Nuri, Fazıl’dan Yunanistan’a kaçmak için para istiyor. Alamayınca onu ağır şekilde yaralıyor. Ömer eve geldiğinde ölmek üzere olan kanlar içindeki Fazıl’ı görüyor. Hastaneye kaldırılmasını sağlıyor. Çok zor bir ameliyatla, babasını öldüren Fazıl’ı kurtarıyor. Bu arada tüm denizciler ve halk kendilerinin dostu olan, sağlıklarını ve geleceklerini düşünen Avni Baba için bir araya geliyor. Avni Baba’nın katili Nuri Yunanistan’a kaçmak üzereyken yakalanıyor. Filmin sonunda, hastanede yatan fabrikatör Fazıl’a, Ömer şöyle diyor: “Çok iyisin Fazıl Bey... Kötüler ölmüyor. Kapıda polis bekliyor seni. Çok iyisin, birden fazla kişinin katilisin ve yargılanacaksın!” Dediğimiz gibi, ‘Tuzak’ta 40 yıl önceki Ayvalık’tan bol bol görüntü var. Cumhuriyet Meydanı, Sabuncugil fabrikası, Çamlık, Şeytan Sofrası, Tımarhane adası, Sakarya İlkokulu, Ayvalık gazetesi... Evler, sokaklar, kapılar... Ayrıca pek çok tanıdık sima da çıkıyor karşımıza. Bu özelliğiyle bir tür Ayvalık belgeseli değeri taşıyan filmin, sağlık ve insan sorunlarını yansıtan yapımların yarıştığı ve Bulgaristan’ın Varna kentinde yapılan ‘Uluslararası Kızılhaç Filmleri Festivali’ne katıldığını da ekleyelim.
29
Akademik Bakış
Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
Ayvalık depolar bölgesi, endüstriyel miras ve kültür turizmi
“19
. y.y.’daki zengin yapı çeşitliliğini koruyan Ayvalık kentinin endüstri ve ticaret merkezi kıyı bandında yer almıştır. Bu üretim ve ticaret alanını; kuzeydeki dokudan kentin ana ulaşım aksı olan Atatürk Bulvarı ayırmaktadır. Kıyı bandının merkezindeki ‘Kanelo’ da denilen burun ve çevresinde daha çok idari ve ticari yapılar yer alırken kuzeye ve güneye doğru fabrikalar, yağhaneler, sabunhaneler ve işlikler yayılmıştır. Kanelo’nun güneydoğu çeperinde kentin ana meydanı, onun da güneydoğusunda ise tarihi depolar ve fabrikalar bulunmaktadır. Ticari merkez özellikle Kanelo aksında Atatürk Bulvarı’nın doğusunda da devam ederken, depolar bölgesi doğudaki konut alanlarına kadar, gridal düzende uzanan dar sokaklarla birleşmektedir. Büyük programlı fabrikaların yanı sıra Ayvalık merkezindeki en yaygın yapı grubu işlikler ve/veya depolar, genişlikleri 4 ila 8 metre arasında değişen ızgara planlı sokaklarda yer alan, çoğunluğu (%71) tek katlı olmakla birlikte 2 ve 3 katlı örnekleri de olan büyük hacimli ve tek mekândan oluşan yapılardır. Bu yapılar parselin tamamını kaplamakta olup, özgününde açık mekânları yoktur. Özgününde yağhane, sabunhane ya da depo olarak inşa edilmiş bu yapılar günümüzde farklı amaçlarla da kullanılmaktadır. Ayvalık’ta 19. yüzyılda zeytine dayalı üretim sayısı birkaç düzineyi bulan dev fabrika yapıları, sayısı yüzlere ulaşan sabunhaneler, işlikler, depolar ve dükkanlardan oluşan ve kentin kıyısına yayılan büyük bir endüstri ve ticari merkez yaratmış, bu durum Ayvalık’ın Osmanlı döneminde İzmir ve Bandırma’dan sonra Ege’nin üçüncü büyük liman kenti olmasını sağlamıştır.” Bu bilgiler, Ayvalık Belediyesi’nin UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne başvuru dosyasından alınmıştır. Bildiğiniz gibi; Ayvalık Belediyesi, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Dünya Miras Alanları Şube Müdürlüğü’ne ‘Ayvalık Endüstriyel Peyzaj Alanı’ varlığıyla şubat ayında başvurusunu yapmıştı. Depolar bölgesinde irili ufaklı amacı dışında kullanılan ve en az 100 yıllık tarihi binalar vardır. Bu bölge Ayvalık’ın kültür turizmi için yeni cazibe merkezi olma yolundadır. Bu lokasyonda geçtiğimiz haftalarda sayın Valimizin açtığı otel bu bölgenin işaret fişeğidir. ‘Orchis Butik Otel’ en az 100 yıllık bir sabunhanenin aslına uygun restore edilerek otele dönüştürülmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu anlamda ilk olma özelliği ile diğer yatırımcılara örnek olacak bir rol modeldir. Bu bölgede onlarca, yüzlerce eski, yıkılmış veya farklı amaçla kullanılan bina vardır. Bu binaların hemen hepsi asırlık binalardır ve günümüzde kimi otopark, kimi depo, kimi marangozhane ve benzeri amaçlarla kullanılmaktadır. Oysa bu bölge çok daha farklı güzelliği, çekiciliği ve turistik
30
talebi hak eden bölge olmalıdır. Bu bölgedeki tarihi binaların resim ve sanat galerisi, butik otel, müze, turistik pansiyon, yöresel mutfak, kafeterya, hediyelik eşya reyonları, küçük sanat atölyeleri ve benzeri formatta hizmete açıldığını düşünelim. Yüzlerce, binlerce yerli ve yabancı turistin bu sokaklarda kültür turizmi çerçevesinde dolaştığını, foto-safari yaptığını ve para harcadığını düşünelim. Ve yine bu bölgede bir o kadar da yerel esnafın ürünlerini sattığını ve yöresel istihdama katkı yaptığını düşünelim.Yerel ekonomiye sağlanan bu katma değeri gözünüzde canlandırabiliyor musunuz! Ancak bu noktada karar alıcılara da önemli tavsiyelerim ve yönlendirmelerim olacak. Buradan öncelikle bir müjdeyi sizinle paylaşmak isterim. Sayın Belediye Başkanım Rahmi Gençer ile yaptığımız bir söyleşide belediyenin bütün imkanlarını 2017 ve 2018 yılları için bu bölgeye tahsis etmeyi düşündüklerini ifade etmiştir. Bir diğer deyişle bu bölgenin kentsel bir dönüşüme gireceğini ve Ayvalık’ta yeni bir cazibe bölgesi yaratılacağını söyleyebiliriz. Sokak ve bina dış cephe iyileştirmeleri, oturma grupları, banklar, elektrik hatlarının yer altına alınması, küçük küçük heykeller vs. bu bölgede yapılacak önemli iyileştirmelerdir. Bu noktada olayın önemli iki tarafı daha vardır. Bu taraflardan biri bu bölgede yatırım yapacak müteşebbisler, diğer tarafı ise bu yatırıma onay verecek karar alıcılardır. Birinci tarafta yer alacak müteşebbislere bir-iki şey söylemek isterim. Bu bölgede yatırım yapacak işletmeler kısa sürede yatırımlarını geri döndürebileceklerdir. Çünkü bölgede kültür turizminden yani yılın 12 ayı yapılacak turizmden söz edebiliriz. Bu noktada Sarımsaklı bölgesinde yatırımları olan işletmelere önerim bu bölgede konaklama yatırımı yapmalarıdır. Böylelikle yıllık otel doluluk oranları artacaktır. Çünkü burada 12 ay turizm yapacaklardır. Yine bu bölgede yatırım yapmalarını önereceğim diğer grup veya gruplar ise İstanbul orjinli yatırımcılardır. Özellikle Ayvalık’ta yatırımları olan Koç, Sabancı, Komili, Boyner vb. gruplaradır. Bu global işletmeler için depolar bölgesinden alacakları ve aslına uygun restore ederek yapacakları binalar aslında bir tür sosyal sorumluluk projesidir. Bu gruplara ait benzer projeleri Ayvalık’ta ve yurdun diğer bölgelerinde de görebiliriz. Olayın ikinci tarafı ise bu yatırımlara onay veren karar verici organlardır. Bunların başında da Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu gelmektedir. Yatırımcı her zaman yatırımını yaparken kaç yılda geri döneceğini hesaplar. Bu bölgeden asırlık bir binayı otel yapmak için alan bir yatırımcının kurula gönderdiği projenin hızlı bir şekilde kuruldan geçmesi ve yatırıma başlanılması gerekmektedir. Kurulda böylesi bir yatırım projesinin gecikmesi yatırım tutarının geriye dönüşünü
Ayvalık Belediyesi’nin sağladığı 14 bisiklet, 14 öğrenciye hediye edildi uzatmaktadır. Bu noktada da yatırımcı bu riski göze almadan yatırımı yapmaktan vazgeçmektedir. Bölgede böylesi örnekler çoktur. Yani kurula takılan ve 2-3 yıl bekletilen yatırımlardan yatırımcı bir noktada vazgeçmektedir. Belki bu noktada Balıkesir’de kurulacak olan Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu sorunu çözmeye yardımcı olabilir. Ayvalık’ta (Cunda, Küçükköy ve Altınova) tescilli 1800 civarında kültür varlığı vardır. Tabi ki bu binaların hepsinin restore edilmesi ve yeni işlevleriyle günümüze kazandırılması hem zaman hem de ekonomik anlamda ciddi çaba gerektirmektedir. Ancak, UNESCO Dünya Miras Listesi için önerilen Ayvalık depolar bölgesi önemli bir başlangıç noktası olabilir. Sadece bir sokağın bu amaçla düzenlenmesi bile Ayvalık’ta diğer sokaklar için domino etkisi yapacaktır diyebiliriz. Bu noktada bir diğer önerim ise; Ayvalık Belediyesi bünyesinde özellikle ilçe dışından gelecek yatırımcılar için bir danışma ve proje ofisi açılmasıdır. Dışarıdan bu amaçla gelecek yatırımcılara info hizmeti verilmesi, yapılacak çalışmaların aşama aşama anlatılması, yol-yöntem gösterilmesi ve bir kitapçık bastırılarak dağıtılması gerekmektedir. Geçtiğimiz hafta Eskisehir’deydim. Öncelikle Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen hocamı kutlamak istiyorum. Önce Anadolu Üniversitesi’ne dokundu. Üniversiteyi üniversite yaptı. Şimdi de şehre dokunmuş ve Eskişehir’i hiç mübalağasız tipik bir Avrupa kenti yapmış. Gitmeyenler için gitmelerini şiddetle tavsiye ederim. Tramvaylar, müzeler, sanat galerileri, operalar, heykeller, gondollar, tekne turları, rekreasyon alanları, kafeler, barlar, yerel mutfaklar ve benzerleri... Kısacası şehri başlı başına yeni bir turistik destinasyon, çekim alanı ve cazibe merkezi haline getirmiş. Bizim de Ayvalık’ta yapmamız gereken bu. Çok dinamik, vizyoner, çalışkan, sevilen, sayılan ve insanlara dokunmasını bilen bir başkanımız var. Sempatik, güleryüzlü, çalışkan bir kaymakamımız var. Yol gösteren, çağdaş, sorunlara odaklanan ve çözüm önerileri getiren STK’larımız var. 2009 yılında kurulan ve Ayvalık’la ilgili projeler üreten, yurt içi ve dışında fuarlara katılan Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği (AYTUGEB) var. Hepsinden daha önemlisi aydın, entelektüel, çevreye duyarlı, yardımsever ve çalışkan bir Ayvalık halkı var. Kimseyi dışlamadan, ötekileştirmeden ortak akılla bu projeyi gerçekleştirebiliriz diye düşünüyorum. Biraz gayret, biraz sağduyu, biraz toplumsal duyarlılık ve biraz imece diyorum.
KİTAPLARI OKUDULAR, BİSİKLETLERİ KAPTILAR
A
yvalık’ta Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından belirlenen 14 okulda, 15 Ekim 2015’ten itibaren en fazla kitap okuyan birer öğrenci Ayvalık Belediyesi’nin sağladığı bisikletlerle ödüllendirildi. Öğrencilere kitap okuma alışkanlığı kazandırarak, toplumsal duyarlılıkla yorumlama bilgi ve becerisi kazandırmak amacıyla düzenlenen ‘Boyunca Kitap Oku, Bisikleti Kap’ projesi için Ayvalık Belediyesi’yle Ayvalık İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü arasında daha önce bir protokol imzalanmıştı. 15 Eylül Ortaokulu’nun ev sahipliği yaptığı ödül törenine Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Milli Eğitim Müdürü Erkan Bilen ve Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan katıldı. Konuyla ilişkin görüşlerini belirten Rahmi Gençer, “Kitap okuyan gençlerimizin gelişim çizgisi de farklı oluyor. Öncelikle derslerinde başarılı bir grafik çiziyorlar. Ayrıca sosyal alanda da kendilerini çok iyi ifade edebiliyorlar. Ben de geçmişteki kadar sık olmasa bile fırsat buldukça kitap okuyorum. Geleceğimizin teminatı olan gençlerimize ve öğrencilerimize maddi/manevi desteklerimizi sürdüreceğiz” dedi. ÖDÜL ALAN ÖĞRENCİLER VE OKULLARI Büşra Yıldız-İmam Hatip Ortaokulu İbrahim Çalışkan-Akçapınar Ortaokulu Ceren Uçar-Sakarya Ortaokulu Yaren Meriç Bursa-Gazi Ortaokulu Gülsüm Korkmaz-Aliçetinkaya Ortaokulu Olcay Dönmez-Bağyüzü Ortaokulu Öykü Mirza-15 Eylül Ortaokulu Feraye Şen-Cihan Yorgun Ortaokulu Zekiye Mısırlı-Çakmak İlköğretim Okulu İkbal Şahin-Necmi Komili İlköğretim Okulu Abdülkadir Arslan-Cumhuriyet Ortaokulu Emirhan Kocaoğlu-Mecit Ataklı Ortaokulu Kezban Devecioğlu-Nuri Zarplı Ortaokulu Şule Bozkurt-Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu
Bir diğer sayıda bölgede yaklaşık son 10 yıldan beri dillendirilen ve 2019 yılında kurulacağı öngörülen Körfez Üniversitesi ile ilgili son haberleri ve Ayvalık olarak yapmamız gerekenleri anlatacağım. İyi sezonlar dileğiyle…
31
AYVALIK PANAGIA PHANEROMENI AYAZMASI-5
(19. Yüzyıldan Korinth Düzeninde Bir Prostylos Tapınak Yapısı) Prof. Dr. Ömer Özyiğit
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi (Geçen sayıdan devam) Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazmasının tavan süslemeleri, naos ve pronaos bölümlerinde farklı boyutlardadır; fakat tümündeki esas aynıdır. Akanthus yapraklarından oluşan bir süsleme, panel ortasında yer alır (Çiz. 1, Res. 1). Bu panel, dikdörtgen biçimindedir. Naos içerisindeki tavanın uzunluğu 13.64 m., genişliği
Çiz. 1- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. Süsleme detayları ise ön tarafta 7.55 m., arkada ise 7.48 m.’dir. Naos bölümündeki dikdörtgen biçimindeki paneller yapı boyunca uzanırlar. Beşik çatının bir eğiminde 5 adet, yapının uzunluğunda ise 10 adet yani 5x10 = 50 adet bulunur. Beşik çatının öbür eğiminde de bu kadar bulunur. Demek ki naosun çatısı 100 adet dikdörtgen biçimindeki panellerle süslüdür. Bunların ortalarında da daha önce söylediğimiz gibi akanthus yapraklarından oluşan bir dekorasyon mevcuttur. Bu paneller alçıdan yapılmıştır; fakat bu yapının arka tarafındakiler korunmamıştır; çünkü yapının çatısı su aldığından alçı paneller yok olmuş ve yalnızca ahşapları görünmektedir. Panellerin boyutları değişir, ortalarda daha uzun, kenarlarda ise daha dardır. Uzunlukları 81.5 cm. ile 1.24 m. arasında değişir. Panellerin genişlikleri de yine 49 cm. ile 53 cm. arasındadır. Pronaos yani narteks bölümünün tavanı ise daha farklıdır. Paneller bu kez naostakilere dik olarak ve narteksin yanlamasına uygun olarak sıralanırlar. Toplamda 12 panel olması gerekirken 3 tanesi tamamen tahrip olmuştur. Bir
32
tanesinde zaten sonraki döneme ilişkin baca deliği bulunur. Alçı panellerin boyutları yine kenarlarda daha küçük, ortalarda daha büyüktür. Kenarlarda 71 cm. x 68 cm. iken ortalarda ise 68 x 118 cm. ölçülerindedir. Yine bu alçı panellerin de ortasında diğerleri gibi akanthus yapraklarından bir süsleme yer alır. I. ayazmanın yazıtına göre, yapının 1 Eylül 1867'de
Res. 1-Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. Tavanından bir görünüm. inşa edilmiş olduğunu biliyoruz. Bu ayazmaya ilişkin havuzun ön bölümü iyi korunmuş durumdadır. Öte yandan I. ayazmaya ilişkin olarak iki kuyunun varlığı ile yine ayazmanın önünde bir mozaik döşemesinin varlığını bilmekteyiz. I. ayazmanın havuzunun ön cephesi yanlara göre daha iyi korunmuş durumdadır. Ön cephede iki iç içe dikdörtgen ve altıgen süslemeler, ortadakinde ise bir adak nişi bulunur. Olasılıkla burada mum yakılıyordu. Onun üstünde kanatlı bir melek yer alır. Meleğin başı kazılar sırasında ayrı olarak ele geçti. Havuzun ön cephesi yani güneybatı cephesinin uzunluğu 2.77 m.’dir. Havuzun orijinal içten içe genişliği ise 2.57 m.’dir. Yan duvarları ise 10’ar cm. olup incedir. Havuzun uzunluğu ve arka duvarı ele geçmedi. Havuz tuğlalar üzerine alçı kaplama olarak yapılmış durumdadır. Yapının içerisinde bilinen 1. kuyu gerçekte I. ayazmaya ait olmalıdır. 2. kuyu da I. ayazmaya aittir ve II. büyük ayazmanın duvarının hemen altında kalmış durumdadır. I. ayazma, 1890 yılında yeni Ayazmanın yapılmasıyla tahrip edilmiştir. II. ayazmanın havuzunun
da I. ayazmanın havuzunun büyük bölümünü tahrip etmiş olduğunu görüyoruz. I. ayazmadaki meleğin, bu kez II. ayazmada alınlığın ortasında yer aldığını fark ediyoruz. I. ayazmanın kutsal suyuna ilişkin kuyu, bir bileziğe sahiptir. Asıl kuyunun bu kuyu olduğunu sanıyoruz. I. ayazma havuzunun derinliğinin en az 50 cm. den daha fazla olması gerekir. Yan duvarları, tuğla üzerine içte kireç dışta ise alçı olarak yapılmıştır. 1. kuyunun çevresinde yaklaşık kare biçiminde killi tüf taşlarından oluşturulan bir döşeme görülür. Bu döşemenin yüksekliği, 0± plankote kodundan 30 cm daha yukarıdadır. Mozaik ise daha aşağı seviyede 16 cm. düzeyindedir. Bu mozaik, I. ayazma havuzunun önüne kadar ulaşıyor olmalıydı. I. ayazmanın 2. su kuyusunun ise, yukarıda söylediğimiz gibi, üzerinden II. ayazmanın duvarı geçirildiği için II. ayazmanın inşası sırasında bu kuyu kapatılmış olmalıdır. Ayrıca I. ayazmanın güneybatıdaki dış duvarı ile kuzeybatıdaki dış duvarı ve özellikle batı köşesinin varlığı ortadadır. Bu duvarlar, II. ayazma duvarlarının altında kalmış durumdadır. 1867 yılında I. ayazma oluşturulduktan sonra ömrü uzun olmamış, burada 1890 yılında yeniden büyük bir ayazma planlanmış ve bugün ayakta duran prostylos tarzındaki tapınak biçimindeki yapı oluşturulmuştu. I. ayazmanın geleneği sürdürülerek I. ayazma havuzunun üzerine II. ayazma havuzunun inşa edilmiş olduğunu görüyoruz. II. ayazma havuzunun uzunluğu 4 m., genişliği ise 3 m.’dir. Bu havuza, havuzun gerisinden yani kuzeydoğu yönünden 9 basamakla iniliyordu. Merdivenlerin en yüksek seviyesi +84 cm.’dir, havuzun tabanı ise -1.00 m.’dir. Yani en üst basamak ile havuzun tabanı arasında 1.84 m. yükseklik vardır. Havuzun içi kireç kaplıdır ve iç duvarlarında nişler bulunur. Merdivenin iki yanındaki nişlerden hemen inerken sağdakinin genişliği 74 cm., yüksekliği 80 cm. ve derinliği de 32 cm.’dir. Bu nişin üstü yarım yuvarlak profille sonlanır. Merdivenin inerken solundaki niş ise yine aynı formda üstü yarım yuvarlak, ancak biraz daha küçüktür. Bunun genişliği 59 cm., yüksekliği 79.5 cm. ve derinliği de 32 cm.’dir. Havuzun dar olan güneybatısındaki duvarında 3 ayrı niş görünür. Bu üç nişin üçünün de üstü yarım yuvarlak profillidir. Ortadaki daha küçük, yanlardakiler ise daha büyüktür. Büyük nişlerden birincisinin yüksekliği 97 cm., genişliği 69 cm. ve derinliği 36 cm.’dir. İkinci büyük nişin yüksekliği 103 cm., genişliği 70 cm. ve derinliği 39 cm.’dir. Ortada yer alan küçüğün ise yüksekliği 70,5 cm., genişliği 39 cm. ve derinliği 24 cm.’dir. Bu nişler, olasılıkla havuzun aydınlatılmasını sağlayan fenerleri koymak için yapılmış olmalıydı. Belki Panagianın da resmi bulunuyor olabilirdi. Bunlardan başka havuzun güneydoğu köşesindeyse tek bir niş vardır. Bu niş, dikdörtgen biçiminde olup 55 cm. yüksekliğinde, 37 cm. genişliğindedir ve derinliği de 31 cm. civarındadır. Havuzun kuzeybatı kenarının ortasında ise niş içerisinde yuvarlak bir künk yeri vardır ki bu, havuza suyu getiren künk olmalıydı. Bunun yüksekliği 58 cm., genişliği 40 cm., derinliği ise 21 cm.’dir. Bu havuzun üstü tonozla kaplıydı. Tonozdan ise ancak doğu köşesinden az bir bölüm daha iyi korunmuş durumdadır ve bunlar da kırmızı mavi biçimde boyalıydılar. Havuzun kazısı sırasında içinde korkuluğa ilişkin çok sayıda parça bulunmuştu. Bu parçalar, tuğla
ile yapılmıştı ve üzerleri de alçıyla profillendirilmişti. Esas büyük havuzun korkulukları, hem içte hem dışta geison ve sima biçiminde şekilleniyordu; ancak geison ve simaların dış yüzey ve iç yüzeydeki profilleri farklı yapılmıştır. Havuza giriş merdiveninin iki yanındaki korkuluklar ise biraz daha farklılık gösterir. Ayrıca burada merdivenin iki yanındaki panolar ise korkuluklara göre daha değişik özellikler gösteriyordu. Panolar, havuza giren hastayı, havuza konsantre etmek ve soyunan hastayı gizlemek için yapılmış olmalıydı. Panoların karşı tarafı ise, olasılıkla bir örtü ile kapatılıyor olmalıydı. Panoların ele geçen mevcut yüksekliği en fazla 136 cm.’dir; fakat insan boyunu çok fazla geçmeliydi; çünkü bunlara ilişkin bir de başlık profilleri bulunmuştur. İki ayrı pano parçası, karşılıklı olarak simetrik biçimde havuzun iki yanında yer aldıklarını bize gösterir. Bahçe duvarlarının rölövelerine baktığımızda bahçe duvarlarının alt bölümlerinin korunduğunu görüyoruz. Üst bölümleri ise korunmamış durumdadır. Küpeştenin özgün olarak yalnızca yapının güneyinde narteksin pronaosa birleştiği noktada korunduğunu görüyoruz. Sıvaları korunmamış olan bahçe duvarının taş işçiliği oldukça iyi bir durumda olduğu görünür. Buradaki iki bahçe girişi de özgün değildir, sonradan yapılmıştır. Bahçe kapılarının söküldüğü, taşlarının alındığı, demir kapılarının da vaktiyle yok edildiğini, götürüldüğünü anlıyoruz. Ayazmanın Restitüsyonu Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması’nın restitüsyon projesinde, en başta göz önünde bulundurulan arkeolojik kazıların sonuçlarıdır. Yaptığımız araştırmaların sonucunda elde ettiğimiz veriler de restitüsyona dayanak sağlamıştır.
Çiz. 2- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. I. Ayazmanın restitüsyon planı Kazılar sonucunda ortaya dört ayrı evre çıktı. İlk iki evre daha eski dönemlere ilişkin yerleşimlere ait kalıntılardı. Üçüncü ve dördüncü evreler ise Ayazma yapısı ile ilgiliydi. Üçüncü evre, yani I. ayazma, Khios’lu kaptan Mihalis Papazis tarafından 1 Eylül 1867 yılında yaptırıldı. Bu ilk Ayazma, daha sonra 1890 yılında yapılan şu anki Ayazma yapısı tarafından tahrip edildi.
33
yıllık Anadolu geleneğinden gelen kiremitlerin yüzyıllar boyunca şekil değiştirmesi sonucunda oluşmuş bir kiremit tipidir. Marsilya tipi kiremit ise, Anadolu topraklarına yabancı bir kiremit tipidir. 19. yüzyılın ortaları civarında Fransa’dan Anadolu’ya getirilmiş olduğunu biliyoruz. Yapıda kullanılan bu kiremitler de, Marsilya’da değişik iki firma tarafından üretilmiş çatı kiremitleri olduğu için, yine aynı kiremitlerin kullanılması gerektiğine inanıyoruz. Restorasyon sırasında, çatının sağlamlaştırılmasından sonra yine aynı kiremitlerin kullanılması ve bozuklarının da yenileriyle değiştirilmesini öneriyoruz.
Res. 2- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. I. Ayazma’nın Restitüsyonu Kazılar sonucunda ortaya çıkan ilk ayazmanın bir bölümü yapılan restorasyon projesinde de gösterildi. Kazılar sonucunda I. ayazmaya ilişkin elde edilen bölümler oldukça önemliydi. I. ayazma’nın havuzunun uzunluğu olmasa da, özgün genişliği kazılarla saptandı. Ayrıca bu ayazmaya ait iki adet su kuyusunun varlığı da ortaya çıkarıldı. Bu su kuyularından birincisi, belki II. ayazma sırasında da kullanılmıştı. İkinci su kuyusu ise II. ayazmanın yapımı sırasında duvar altında bırakılarak kullanıma kapatıldı. Su kuyularının ve havuzun önünde siyah beyaz renkli çakıl taşı mozaiğin varlığı saptandı; ancak çok az bir bölümü, ele geçtiği için motifleri anlaşılamadı; ancak bir başka 19. yüzyıl yapısı olan İstanbul Rum Patrikhanesi’nde kullanılan bir mozaik, restitüsyon ve restorasyon projelerimizde önerildi (Çiz. 2, Res. 2).
Kapılar: Bir ana giriş kapısı ve iki tane de yan kapı olmak üzere üç adet kapı bulunmaktadır. Yan kapılar yapının zeytinyağı fabrikası olarak kullanımı sırasında kapatılmış, ana giriş kapısı ise demirle kapatılmıştır. Kapılara örnek olarak çağdaşı ve birçok yönden Ayazma yapısına benzeyen ve ondaki özellikleri taşıyan, Ayvalık Hayrettinpaşa Mahallesi, Eski Altınova Caddesi bugünkü İnönü Caddesi’nde bulunan 67 numaralı ev örnek alınmıştır. Bu ev Hayrettinpaşa camisinin önünde yer alır. Evin birçok özellikleri Ayazma yapısına benzer. Örneğin ön kapısı üzerindeki üçgen alınlık, akroterler, konsollar, Korinth başlıkları, Attik-İon tipi kaideler, ayrıca Ayazma yapısında bulunan tavandaki akhantus yapraklarından oluşan süsleme, bu evde de karşımıza çıkmaktadır. Evin yapım yılı ise 1892’dir. Ayazma yapısı ile tarihleri ve stilleri yakın olduğu için bu ev örnek alındı. Ayrıca evin kapısının da özgün olduğu saptandığından, bu evin kapısından esinlenerek Ayazma’nın kapılarının restitüsyon çizimleri yapıldı . Ön kapı, yan kapılardan daha kısadır. Yan kapıların üzerinde pencere olmalıydı. Pencerelerin de dörde ayrıldığını sanıyoruz. Kanımızca diğer yan pencerelerde olduğu gibi bunlar da renkli camlarla kaplıydı. Pencereler: Pencerelerde orijinal olarak korunmuş, bozulmamış örnekler bulunuyor. Camların takılacağı demirlerin de özgünlüğünü koruduğu saptandı. Dıştaki koruma demirlerinin çapraz dört ayrı panel biçiminde boşlukları doldurduğu görülür. Camın yerleştirilmesi için içte bulunan demirler ise iki ana bölüme ayrılır. Alt bölümde aydınlatma sağlanması için saydam cam kullanılırken, üstteki bölüm dörde bölünmüştür.
I. ayazma’nın yetersiz kalması nedeniyle, 1890 yılında II. ayazma, daha büyük bir yapı olarak tekrar yapıldı. I. ayazma havuzunun üzerine yeni bir havuz binası geldi. Bunun üzerine de şu anki Korinth düzeninde, prostylos tapınak planına sahip bir yapı yapıldı. Kazılar sonucunda elde edilen en önemli sonuçlardan biri ise, buranın söylenildiği gibi bir kilise olmadığı, doğrudan doğruya ayazma yapısı olduğunun ortaya konması oldu. Burada kilise törenlerinin yapılmadığı, yalnızca Ayazma ile ilgili törenlerin yapıldığı anlaşıldı. Restitüsyon için yapılan bu çalışmalar sonucunda, özellikle zeytinyağı fabrikası olarak kullanımı sırasında oldukça tahrip edilen yapının, nasıl tamamlanacağı konusunda önemli veriler elde edildi. Bununla ilgili olarak: Çatı: Çatının sanılanın tersine alaturka kiremitle değil, Marsilya tipi kiremitle kaplandığı anlaşıldı. Alaturka tipi kiremit, Anadolu’nun özgün kiremit tipidir ve binlerce
34
Çiz. 3- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. II. Ayazmanın yan giriş kapılarının restitüsyonu.
araştırmalar sonucu elde edildi. Havuzun içi beyaz kireçle kaplıydı. Tavanının ise içi mavi dışı kırmızı sıvayla kaplı olduğunu düşünüyoruz. Korkulukların profilleri ise alçıyla biçimlendirilmişti.
Res. 3- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. Yapı içindeki II. Ayazma havuzunun kazılması sırasındaki bir görünüş. Olasılıkla üst bölümde renkli camlar kullanılıyor olmalıydı. Renkli camların kullanılması, 19. yüzyılda dini yapılarda ve evlerde oldukça modaydı. Havuz: II. ayazmaya ilişkin en önemli buluntulardan biri havuzdur. Bu havuz I. ayazma havuzunun üzerine gelir ve ondan daha büyüktür (Res. 3). Havuza arka taraftan bir merdivenle iniliyordu. Rölövede de anlatıldığı gibi, havuzun içerisinde nişler bulunuyordu. Havuzun üzeri tonozla kaplıydı. Tonoz, dik olarak yerleştirilen tuğlaların kireç harcıyla birbirine tutturulmasıyla oluşturulmuş durumdadır; ancak tonozun havuzun üstünü tümüyle kapattığını düşünmüyoruz; çünkü içeriye giren kişinin hava alması ve rahip tarafından okunan duaları duyabilmesi için bir açıklığın olması gerektiğini düşünüyoruz. Restitüsyonu da bu şekilde gerçekleştirmiş bulunmaktayız (Res. 4). Bunun ötesinde bir diğer önemli bulgu ise, üzerinde kimsenin gezmemesi amacıyla tonozun çevresinin bir korkulukla çevrilmiş olmasıdır. Bu korkuluğun profilini tamamen saptamış bulunuyoruz. Korkulukların üst bölümleri, eski Yunan tapınaklarında olduğu gibi içte ve dışta geison ve sima profili biçimindeki süslemeyle bitmektedir (Res. 4). Ayrıca havuza inilen dokuz basamaklı iki merdivenin iki yanında paravana saptanmış durumdadır. Bunun da profilli başlığının var olduğu görüyoruz. Bu paravanalar, havuza inen kişiyi örtüyordu. Önü siyah bir örtüyle kapatılıyor olmalıydı. Böylece şifa alacak kişi, paravana önünde soyunarak, merdivenlerden havuza iniyor ve havuz içerisinde su dökünüyordu. Havuzun içerisinin tamamen suyla dolu olduğunu sanmıyoruz; çünkü gelen suyun künkün üzerini aşmaması gerekiyordu. Su seviyesinin en çok merdivenin iki veya üçüncü basamağına kadar çıktığını düşünüyoruz. Ayrıca burada bulunan nişleri de su kapatmıyordu; çünkü nişlerde de aydınlatma fenerlerinin olduğunu düşünüyoruz. Belki de Panagia’nın resimleri de buraya konuluyordu. Korkulukların yükseklikleri orijinal olarak saptanmamasına karşın, korkuluk ve paravananın yüksekliklerinin normal boyutlarda oldukları varsayıldı; ancak profilleri doğrudur. Bütün bunlar uzun
II. ayazmanın tabanı kazılar sırasında ele geçirilemedi. Tabanın daha önceden defalarca kazıldığını görüyoruz. Gerek define aramak amacıyla, gerekse zeytinyağı fabrikası olarak kullanıldığı dönemde taban tahrip edilmişti; ancak yapılan kazılarda, tabana ait killi tüf taş örnekleri sağlam olarak ele geçti. Bunlar 43 cm. uzunluğunda, 22 cm. genişliğinde ve 5 cm. yüksekliğindedir. II. ayazmanın tabanının bu killi tüf taşlarıyla kaplı olduğunu sanıyoruz. I. ayazmanın kuyusunun çevresinde de kare biçimde killi tüf taşlarından bir platform yapıldığını görmekteyiz. Ayrıca nartekste yapılan küçük bir sondajda kırık, killi tüf taban taşı, özgün durumda bulundu; bu nedenle narteksin çevresi rhyolite taşı (sarımsak taşı) ile kaplıyken, orta bölümün tamamen killi tüf taşlarıyla kaplı olduğu görüldü; fakat yapının ön bölümündeki basamakların ve önündeki taban taşlarının da rhyolite (sarımsak taşı) taşı ile oluşturulmuş olmalıdır. Büyük Sarnıç: Büyük sarnıçın II. ayazma’ya ait olduğu saptandı (Resim 9). Kuyular yetersiz kalınca sarnıca başvuruldu. Sarnıç, özellikle çatıdan gelen sularla besleniyor olmalıydı. Bu yüzden olukların da yapılmış olması gerekir. Bu sarnıç, yapının içinden başlayıp, narteksin altından geçerek narteksin önünde sonlanmaktaydı. Sarnıcın içinde ikisi kare, ikisi yuvarlak dört adet sütun tavanı taşıyordu. Restorasyon sırasında bu önemli yapının da temizlenmesinin ele alınması gerekir. Nartekste (pronaos) bir fener aydınlatma askısı olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bu yapıda büyük ayinler
Res. 4- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. II.Ayazma’nın restitüsyon modeli.
35
yapılmadığı için bir çana ihtiyacı yoktu.
KISALTMALAR
Yapının dışına gelince, bahçe duvarlarının ve kapılarının orijinal olarak korunmadığı görülür; ancak bahçe duvarlarının alt bölümünün günümüze kadar orijinal olarak geldiği saptandı. Ayrıca narteksin bir bölümünde küpeştenin de korunduğu görüldü. Bahçe duvarlarının orijinal rhyolite (sarımsak taşı) ile örüldüğünü ve üzerinin sıvandığını görüyoruz. Bahçe kapısı günümüze kadar korunamamıştır; ancak Ayazma ile aynı zamandan olan, Ayvalık, Çamlık, Doktor Fazıl Doğan Caddesi 43 numaradaki Gültekin Doğan evinin önündeki demir korkuluklar ve kapı demirleri örnek olarak alınarak restitüsyonda önerildi. Yapılan kazılarda avlunun Arnavut kaldırımı ile taş döşeli olduğu anlaşıldı. Aynı döşemenin yapılması restitüsyonda ve restorasyonda önerildi.
Arıkan 1988 Z. Arıkan, “1821 Ayvalık İsyanı”, Belleten, Cilt: LII, Sayı: 203, 1988, 571-600.
Ayazmanın Restorasyon Önerisi
Fotoğraf: Nazım Timuroğlu
Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması’nın restorasyon projesinin, restitüsyon projesinden çok büyük bir farkı yoktur. Restorasyon uygulaması sırasında restitüsyon projesinin tamamen uygulanması öngörülmüştür; ancak restorasyon projesinde I. ayazmanın bir bölümünün de gösterilmesi önerildi. Böylece bu ayazmanın evreleri, görsel olarak sergilenmiş olacaktır. Restorasyon projesinin uygulanması sonucunda Ayvalık’ın turizmde büyük bir atılım yapacağını sanıyoruz.
36
Bohtz 1981 C. H. Bohtz, Das Demeter Heiligtum, Altertümer von Pergamon Bd. XIII, Berlin 1981. Boysal 2012 Y. Boysal, “Die Korintische Kapitelle der Hellenitischen Zeit Anatoliens”, Ord.Prof.Dr. Ekrem Akurgal 100 Yaşında, Anadolu/ Anatolia Ek Dizi III.1 Anı-Armağan Dizini, Ankara 2012, 61-75. Gündoğmaz İpek 2003 G. Gündoğmaz İpek, “A Research for the Churches in the Historical City Center of Ayvalık”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Bölümü, Restorasyon Anabilim Dalı-2003). Kılınç Çimen 2010 D. Kılınç Çimen, “Halk İnanışları Açısından İstanbul’daki Kilise ve Ayazmalar”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri ‘Dinler Tarihi’ Anabilim Dalı-2010). Texier 1862C. Texier, Asie Mineure. Description Géographique, Historique et Archéologique des Provinces et des Villes de la Chersonnése d’Asie, Paris 1862. Φουντουλη 2000 Ι.Μ. Φουντουλη, Η Παναγια Φανερομενη Των Κυδωνιων (Αϊbalί), Μυτίληνη 2000. Φουντοúλη 2007 Ι.M.Φουντοúλη, “ Ναοι Kαι Μοναςτηρια Των Κυδωνιων ”, Mυτιλήνη και Αϊβαλί (Κυδωνίες), Μία αμφίδρομη σχέση στο Βορειοανατολικó Αιγαίο, É Διεθνεζ Συνεδιο Іστοριασ, Аθηνα 2007, 27-37. Uçar 2005 H. Uçar, “Ayvalık’ta Bir Kilise restorasyonu”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, 2005, 49-60.
Cavit Atmaca, ‘Egeli ressamlar’ın önde gelen isimlerindendi. Çizgici ve lekeci bir anlayışın ağır bastığı, insana huzur veren resimler yaptı. Görülmeye değer Ayvalık resimlerine de imza atan ve uzun yıllar İzmir’de yaşayan 85 yaşındaki sanatçı kısa süre önce aramızdan ayrıldı.
E
AYVALIK’I ÇOK SEVDİ. DENİZİ, ADALARI, İSKELELERİ, ÇAM AĞAÇLARINI, ZEYTİN TOPLAYAN İNSANLARI ÇİZDİ
ge’den çok ressam geldi geçti. Resim eleştirmenlerine göre özellikle dört sanatçı önemli işlere imza attı, kalıcı izler bıraktı. Osmanlı döneminde Fuat Mensi Dileksiz, sonra Abidin Elderoğlu, Şeref Bigalı ve Cavit Atmaca...
Bu sayfaları hazırlarken hayata gözlerini yumduğunu öğrendiğimiz, 85 yaşındaki Cavit Atmaca yıllar boyunca hep Ege’yi çalıştı, tuvalinde öncelik hep Ege’nin oldu. İnciraltı, İzmir sahili, Pasaport, Kızlarağası Hanı, Eski Foça, Çeşmealtı, Hisarönü... Konak Meydanı, Saat Kulesi, Asansör Kulesi... Sonra Bodrum, Kuşadası, Tire derken Ayvalık’a uzandı. Ayvalık’tan etkilendi, doğasını sevdi, insanlarıyla sıcak ilişkiler kurdu. Cunda adasına uğramayı ihmal etmedi. Ayvalık’ın zeytinliklerinde zaman geçirdi. Hayatın içinden sakin, duru ve insana umut/huzur veren işlere imza attı. “Ben sade bir hayat sürdüren, ailesi bakımından huzurlu bir insanım. O huzur benim resimlerimden belli oluyor. Resimlerimi izleyenler de, ‘Eserlerinize baktıkça huzur duyuyoruz’ diyorlar. Demek ki ben
kendimi, ruhumu oraya aksettirebiliyorum.” Atmaca 1931 Adapazarı/Akyazı doğumlu. İlkokula beş yaşında, ailesiyle geldiği İstanbul/ Bakırköy’de başlamış. Resimle abisinin karakalem çizimleri sayesinde tanışmış. Ortaokula başladığında resim öğretmeni Turgut Tokat, Atmaca’nın yeteneğini fark etmiş ve onu ressam olması konusunda cesaretlendirmiş.
Ancak, Akademi’ye gitmek istediğini söylediğinde babası tepki göstermiş: “Ressam olacaksın da ne yapacaksın? Köprü altında mı yatıpkalkacaksın!” Genç adam Cavit Atmaca kararlı davranmış, direnmiş ve 1949’da akademiye kaydolmuş. Halil Dikmen atölyesinde başladığı eğitimini Cemal Tollu atölyesinde tamamlamış. 1955 yılında İDGSA Yüksek Resim bölümünden mezun olmuş. “Akademiyi bitirdikten sonra, ‘Köprü altında mı yatacaksın?’ diyen babam haklı çıktı. Çok zor durumda kaldım. Bunun üzerine Erzincan Askeri Lisesi’nde resim öğretmenliği yapmaya başladım. Orada üç yıl geçirdim. İstanbul Selimiye Ortaokulu’nda ve İzmit
37
Cavit Atmaca, 'Ayvalık', 58x79
Lisesi’nde öğretmenliğe devam ettim. Daha sonra hocam Halil Dikmen’in ön-ayak olmasıyla Kütahya Güzel Sanatlar Müdürlüğü’ne getirildim. O dönemde bol bol çalıştım, çok sayıda resim yaptım.” Kütahya günlerinde, Atmaca’nın tuvaline koyu tonlar ve kahverengi hakim olmuş. Köy hayatını yansıtan, çevre görünümlerinin ağır bastığı peyzajlar yapmış ama en çok Anadolu kadınlarını çizmiş. “Ben çizgici ve lekeciyim. Her sanatçı yaşadığı çevrenin, kent ve köyün etkisindedir. Bunu tuvaline şöyle ya da böyle yansıtır. Kent ve köy manzaralarını, oralardaki etkinlikleri, ekin toplayanları veya dans edenleri çizgi ve leke olarak tuvalime aktarırım. Kahvelerde, kıyıda köşede oturur, küçük defterlerime gördüğümü çizer, notlar alırım. Sonra tuvalimin başına geçer, o görüntüyü hayal ederek ve notlarıma bakarak, kendi üslubuma göre yaratırım. Saat Kulesi’ni ve Asansör Kulesi’ni bire bir aynen yapmam, soyutlarım.” Atmaca, Kütahya’dan sonra önce İzmir Resim ve Heykel Müzesi Müdür Yardımcısı olmuş. Ardından 1976’da Buca Eğitim Fakültesi Eğitim Enstitüsü Resim bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamış. Bu görevi 1981 yılına kadar sürdürmüş. Emekliye ayrılınca İzmir’de kendi atölyesini açmış.
38
1991 yılında Londra ve Paris’te ünlü müze ve galerilerde incelemelerde bulunmuş. “Her ressamın kendi anlatım ve görüş biçimi farklı. Her ressam kendi resmini yapar. Dışarıda çok dolaşırım. Hoşuma giden yerler var. Mesela deniz kenarları, kahveler… Konularımın çoğu da oralardan çıkar. Dolaşırken yanımda not defterim olur. Bazı şeyleri çiziyorum. Sonra onları atölyemde geliştiriyorum. Doğada bir şeyin karşısında durarak resim yapmıyorum. Hayal gücüyle yapılmış oluyor yani… Hatta bazı portreleri ya da nü’leri bile hayalden
Cavit Atmaca Hatay’daki evinden saat onda çıkar, Alsancak’taki atölyesinde her gün çalışırdı. Öğrencileriyle de ilgilendiği bu atölye ikinci evi gibiydi. Ayrıca AKM’de ders veriyordu. Aklına estiğinde çıkıp dolaşır, gezmeyi ve defterlerine not almayı çok severdi.
yapıyorum. İlle bir tanımlama yapmak gerekirse, ben soyut dışavurumcu bir ressamım.”
Cavit Atmaca, 'Ayvalık', 59x79
Atmaca emeklilik döneminde Ege’nin antik doğasına, denize, balıkçılara, kahvelere, insanların günlük hayatına yoğunlaşmış. Sahiller, ören yerleri, kalabalık insan grupları, ağaç altları gibi temalar çalışmalarında öne çıkmış. Fırsat buldukça uğradığı Ayvalık’ta da denizi, adaları, iskeleleri, çam ağaçlarını, zeytin toplayan insanları çizmiş. Dingin ve parlak renklerle özgür bir kompozisyon uygulaması geliştirdiği bu döneminde mavi ve mavinin tonlarına ağırlık vermiş. “Mavi ve sarı... Mavi’yi, denizin dinlendirici, hayalleri kışkırtıcı büyüsünden aldım. Sarı ise kontrast renktir, sıcacıktır. Van Gogh’un rengidir, o büyük ressamı hatırlamamı sağlar.” Sanat yaşamı boyunca 50’den fazla kişisel sergi açan, Cavit Atmaca, yurt içinde ve dışında pek çok karma sergiye katıldı. Ankara ve İzmir Devlet Resim Heykel müzeleriyle Milli Kütüphane, Kültür Bakanlığı ve çeşitli bankaların özel koleksiyonlarında eserleri bulunuyor. ‘Egeli ressam’ Cavit Atmaca, 27 Mayıs 2016 Cuma günü yaşama veda etti. Ertesi gün Alsancak Hocazade Camisi’nde kılınan öğle namazının ardından İzmir, Kaynaklar Yeni Buca Mezarlığı’nda toprağa verildi ve ‘unutulmayacaklar’ arasındaki yerini aldı…
Ressam/Prof. Bedri Karayağmurlar: “Cavit Atmaca’nın resimleri batı resim geleneği içinde ayakları yere basan, akademik değerlere sıkıca bağlı bir resimdir.”
Ayvalık Kültür Sanat Derneği (AYKÜSAD) 8. Kültür Sanat Günleri kapsamında sergi düzenledi
İBRAHİM ELMAN’IN BELGESEL DEĞERİ TAŞIYAN FOTOĞRAFLARI BEĞENİYLE İZLENDİ
E
dremitli fotoğraf sanatçısı ve Türkiye Fotoğraf Federasyonu kurucularından İbrahim Elman, Ayvalık Kültür Sanat Derneği’nin (AYKÜSAD), 8. Kültür Sanat Günleri kapsamında Orhan Peker Sanat Galerisi’nde bir sergi açtı. Sergide Edremit’in Tahtalı köyü Türkmen’lerinin günlük yaşamlarından kesitler sunan ‘belgesel tadındaki’ fotoğrafların yanı sıra Türkiye’nin farklı köşelerini yansıtan çalışmalar yer aldı.
8. Kültür Sanat Günleri, 23-28 Mayıs 2016 tarihleri arasında gerçekleşti.
Serginin açılışında bir konuşma yapan Başkan Rahmi Gençer, AYKÜSAD’ın uzun yıllardan bu yana önemli işler gerçekleştirdiğini ve Ayvalık’ta sanata bakışın olumlu yönde değişmesine katkı sağladığını söyledi. Elli yılda yüzden fazla sergi açan İbrahim Elman da Ayvalık’ın, kültür-sanat anlamında ‘Körfez’in 1 numarası’ olduğuna dikkat çekti.
39
‘Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler’ dergisinin ‘Yaz 2015’ tarihli 15. sayısında yayınlanan yeni sayılabilecek bir araştırma Midilli adasında yaşayan ve Ayvalık’ı ziyaret eden Yunanistan vatandaşlarının alışverişlerinde hangi ürünleri tercih ettiklerini ve demografik değişkenlerin ürün seçimi üzerinde bir farklılığa neden olup olmadığını sorguluyor. ‘Midilli’den Ayvalık’a Gelen Turistlerin Alışveriş Tercihlerinin ve Alışverişten Memnuniyet Düzeylerinin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma’ başlıklı çalışmada üç imza var: Balıkesir Üniversitesi Turizm Fakültesi’nden Prof. Dr. Cevdet Avcıkurt, Balıkesir Üniversitesi Burhaniye Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu’ndan Yrd. Doç. Dr. Volkan Özbek ve Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Turizm Fakültesi Araştırma Görevlisi Gamze Çoban
MİDİLLİ’DEN AYVALIK’A ALIŞVERİŞ AMACIYLA GELENLERİN %87’Sİ HAYATINDAN MEMNUN
‘M
idilli’den Ayvalık’a Gelen Turistlerin Alışveriş Tercihlerinin ve Alışverişten Memnuniyet Düzeylerinin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma’da örneklem olarak Midilli adasında ikamet eden ve Ayvalık’a en az bir defa ‘yolu düşmüş’ Yunanistan vatandaşları tercih edilmiş. Bunun nedeni, Ayvalık’a gelen yabancı turistlerin neredeyse tamamının Yunanistan vatandaşı olması… Araştırma bir anketle desteklenmiş ve zenginleştirilmiş. Bu özelliğiyle,
40
yazarlarının da belirttiği gibi, aynı zamanda ‘inceleme’ özelliği taşıyor.
alışveriş amacıyla gelenlerin oranı %44,7.
Araştırmaya katılan cevaplayıcıların %54,60’ı kadın. %44’ü 34-49 yaş arası. %40,50’si lise mezunu. %29,60’ı serbest meslek sahibi. Önemli bir bölümünün (%55,60) aylık geliri 500-1000 Euro arasında. Cevaplayıcıların %46,10’u Ayvalık’ı dört kez ve daha fazla ziyaret etmiş. %53,90’ı günübirlik, %37’si de ailesiyle birlikte gelmiş. Yine büyük bir kısmı (%60,56) bölgeyi yaz döneminde ziyaret etmiş. Sadece
Sıra Ayvalık’ın tercih edilme nedenlerine geldiğinde önceliği %26,32 ile ucuzluk alıyor. İkinci sırada %18,33’le yerel mutfak çeşitliliği, üçüncü sırada %16,45’le iklim özellikleri var. Ayvalık’ın tercih edilmesinde en önemli bilgi kaynağı %37,86’lık bir oranla ‘dost ve akraba tavsiyesi.’ Katılımcıların %95,50 gibi büyük çoğunluğu bölgeye tekrar gelmeyi düşündüğünü belirtirken, %97,20’si ziyaretlerinden memnun
kaldıklarını ve başkalarına tavsiye edeceklerini dile getiriyor. Araştırmada başka ayrıntılara da yer verilmiş. Örneğin cevaplayıcıların %83,10’unun nakit ödeme yaptığını ve en çok satın aldıkları ürünlerin sırasıyla %27,47 ile konfeksiyon, %18,02 ile deri ve %16,25 ile ayakkabı-çanta olduğunu öğreniyoruz. Ürünleri aldıkları yerler sorulduğunda, %37,88’inin küçük ölçekli mağaza ve dükkanları tercih ettiği, %42,62’sinin sadece kendileri için alışveriş yaptığı ortaya çıkıyor. MEMNUNİYET DÜZEYİ, YABANCI DİL YETERLİLİĞİ KONUSUNDA BİRAZ AZALIYOR Ayvalık’ta alışveriş yapan Midilli adası sakinlerinin %86,6’sı hayatından memnun… %85,9’u ürün çeşitliliğinden hoşnut. Dükkan çalışanlarının tutumu ve ödeme seçenekleri de yüksek oranda beğeniliyor. Bu oranlar %80’nin üzerinde…. En düşük memnuniyet ise ürün güvenilirliğinde: %53,2. Memnuniyet düzeyi, yabancı dil yeterliliği konusunda biraz azalıyor. Bu sonuçta, Ayvalık’a gelen turistlerin İngilizceyi çok az bilmesi ya da hiç bilmemesi de etkili oluyor… Ancak, personel yeterli derecede dil bilmemesine rağmen, tutum ve davranışlarıyla turistleri memnun edebiliyor. Dil sorununun çözülmesiyle memnuniyet düzeyinin daha da artacağı kesin. Cevaplayıcılar, fiyatların uygunluğundan da
memnun… Gelirlerinin düşük ve kendi ülkelerinde belli başlı ürünlerin fiyatlarının yüksek olduğu düşünülürse, bu sonucu normal karşılamak gerekiyor. Anketten elde edilen ‘net’ bir sonuç da, Midilli’den Ayvalık’a en çok semt pazarının kurulduğu Perşembe günleri geliniyor olması... Bunun başlıca nedeni konfeksiyon ve sebze fiyatlarının ucuzluğu. Daha çok konfeksiyon, ayakkabı/çanta, takı/aksesuar ve hediyelik eşya satın alan kadınlar, ihtiyaçları olmasa bile alışveriş yapabilirken, erkekler sadece ihtiyaç duydukları
Ulaşım mesafesinin kısa olması ve ulaşımın ucuzluğu Midilli’den gelenlerin Ayvalık’ı tercih etmelerini ciddi oranda etkiliyor. Kısa mesafeden dolayı konaklamayı tercih etmemeleri ise Ayvalık için bir ‘dezavantaj’ olma özelliğini koruyor. 41
ürünlere odaklanıyor ve çabuk karar veriyorlar. Araştırmacıların bu konuda bir önerisi var: Satışların arttırılabilmesi için Ayvalık’ta kadınlara uygun pazar bölümlendirmesi yapılmalı ve ilgilerini çekecek ürünler sunulurken görselliğe de yer verilmeli… Ve son olarak ‘güzel’ bir sonuç daha: Anketi cevaplandıranlar Türk’lere kültür ve aynı zamanda görünüş olarak kendilerine benzedikleri için sempati duyduklarını ve bu benzerlik nedeniyle, neredeyse bütün Türk dizilerini izlediklerini belirtiyorlar. Mübadele dönemine kadar Ayvalık’ta atalarının ikamet etmesinin mutfaklar arasında da etkileşim yarattığını ve böylece Türk mutfağıyla kendi mutfaklarının benzer olduğunu ekliyorlar.
AYVALIK’I TANITACAK HEDİYELİK EŞYA TÜRLERİNİN ÇEŞİTLENDİRİLMESİ GEREKİYOR Araştırmadan elde edilen dikkate değer bazı sonuç ve öneriler şöyle:
-Ayvalık’taki alışveriş kampanyaları ve fırsatlarının tanıtımı yapılmalı. Ürünlerin üzerinde fiyatlarının yazılı olduğu bir etiket olmalı, turist garanti konusunda güven problemi yaşamamalı. Satış sonrası hizmete önem verilmeli. (Satın alma sonrası değiştirme imkanlarının bulunması tüketiciyi memnun edici önlemler arasında.) -Fiyat en önemli faktörlerden biri. Fiyatlandırma stratejisinde başarılı olmak pazarlamayı olumlu yönde etkiliyor. Kampanya ve indirimler hakkında turistler bilgilendirilmeli.
Turistlere Ayvalık’ı hatırlatacak ‘tutundurma’ faaliyetleri yapılmalı. Broşür, katalog basılmalı, reklam kampanyaları düzenlenmeli, Rumca billboardlar asılmalı. Ayrıca internet sayfası ve rezervasyon işlemleriyle e-tanıtıma önem verilmeli. -Turistler dükkanların geç saatlerde de açık olmasından (açık kalma saatlerinden) memnun… Ayvalık’ın güvenilir bir yer olduğuna inanıyorlar. Ayrıca, yerel halkın alışveriş yaptığı yerlerin turistlerce tercih edilmesi yine güvenilirliğin bir göstergesi. - Midilli adasından gelen ziyaretçilerin kendilerini evlerindeymiş gibi huzurlu hissetmelerinin sağlanması için mübadele öncesi dönemde Rum’ların yaşadığı Ayvalık’taki Rum evlerini ve mimari yapıları yansıtan butik oteller yapılırsa, konaklama süreleri uzayabilir. -Konukların Ayvalık’tan hediyelik eşya satın alma alışkanlıkları yüksek. Yaş faktörüyle satın alınan ürünler arasında bir ilişki olup olmadığına bakıldığında ise hediyelik eşya ürünlerini en çok 34-49 yaş grubunun tercih ettiği gerçeği ortaya çıkıyor. Orta yaş grubu olarak adlandırılan bu kitle, sevdikleri, dost ve akrabaları için de hediyelik eşya alıyor. Ancak Ayvalık’ı tanıtacak hediyelik eşya türlerinin yok denecek kadar az olması eleştiri konusu. Bu eksikliğe bir çözüm bulunması iki tarafı da mutlu edecek. -Midilli adasında yaşayanların Türk dizilerini ilgiyle izledikleri ve dizi oyuncularıyla tanışma isteği duydukları bilinen bir gerçek. Bu kitlenin, Cunda adasına yaz aylarında gelen ünlülerden haberdar olmaları sağlanırsa Ayvalık’a daha fazla turist çekilebilir.
‘Grup Biz’ sahne aldı, tavuklu-pilav ikramı yapıldı
‘HIDIRELLEZ ŞENLİĞİ’NDE HERKES ÇOK EĞLENDİ
Ayvalık Belediyesi, 6 Mayıs 2016 Cuma günü Çamlık Kır Kahvesi’nde, tıpkı geçen yıl olduğu gibi, bir ‘Hıdırellez Şenliği’ düzenledi. Şenliğe Belediye Başkanı Rahmi Gençer şehir dışında bulunduğu için Başkan Vekili M. Ali Yalçın Taş, başkan yardımcıları Ahmet Erkal ve Gökay Bacan ile Meclis üyeleri ve 7’den 70’e her yaş grubundan çok sayıda Ayvalıklı katıldı. Hıdırellez kutlamalarının sevilen orkestrası ‘Grup Biz’in sahne aldığı ve tavuklu-pilav ikramının yapıldığı şenlikte vatandaşlar doyasıya eğlendi. Başkan Vekili M. Ali Yalçın Taş yaptığı konuşmada Rahmi Gençer’in katılmayı çok istemesine rağmen Ankara’da olduğu için gelemediğini söyledi. Konuklara teşekkür eden Taş, “Kış bitti ve yaz mevsimini karşılıyoruz. Bir başka deyişle, doğanın canlanışını, doğayla birlikte kutluyoruz” dedi.
42
HAZİRAN 2016 YIL: 2 SAYI: 22 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Prof. Dr. ÖMER ÖZYİĞİT Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ HÜSEYİN GÜVEN UĞUR DÜNDAR
Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com
Basım Yeri Anadolu Ofset Tel: (0212) 567 89 93 Davutpaşa Cad. Kazım Dinçol San. Sit. 81/87 Topkapı, İstanbul Sertifika No: 16231
Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
43
ÇAMLIK HER ZAMAN GÜZELDİR
Ü
stteki fotoğraf Çamlık’tan… Pek çok Ayvalıklının anılarında unutulmaz bir yeri olan ‘Alihsan’ın Plajı’nın (Ali İhsan Tatlıcı) kapısından -Belediye Gazinosu’nun önünden de diyebiliriz- ana caddeye bakıyoruz. Geri planda, anıt gibi çam ağaçlarının arasında, şimdi yerinde yeller esen Saint Nicholas (Ayiu Nikolau) Manastırı’nın kapısı görülüyor. Alttaki fotoğraf da Çamlık’tan… Yine ‘Alihsan’ın Plajı’ndayız ama bu kez durduğumuz yer farklı…
Görkemli çamlar, yüzleri denize dönük evler, kıyıda kampçıların kurduğu çadırlar ilk göze çarpanlar… İskeledeki kalabalığa bakılırsa fotoğraf belki de bir hıdırellez günü çekilmiş. Anılarımızı tazeleyen bu iki siyah-beyaz kare, çamların altına ‘yayılan’ her kesimden Ayvalıklının huzur ve keyifle kutladığı ‘eski’ hıdırellezlerin esintilerini de getiriyor sanki…