Mustafa Kemal Ayvalık’ta Mehmet Onur Önder Aksoy Nihan Taştekin Cunda ve Düğün Fotoğrafları Hamidiye Camisi Luis Romero Adnan Ok
TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ BÖLGE TOPLANTISI
Rahmi Gençer, ‘Kıyı Kenti Ayvalık’ta Doğal-Kültürel Mirasın Korunması’ başlıklı sunumunda Ayvalık’ın tarihi ve kültürel kimliği hakkında bilgi verdi
AYVALIK BELEDİYESİ TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ BÖLGE TOPLANTISINA EV SAHİPLİĞİ YAPTI
U
NESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde ‘Endüstri Peyzajı’ ile yer alan Ayvalık’ta, Belediye ve Tarihi Kentler Birliği işbirliğiyle 23-24 Mart 2018 günlerinde ‘Tarihi Kentler Birliği Bölge Toplantısı’ düzenlendi. Küçükköy Halil Başyazgan Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde yapılan ‘Yerel Yönetimlerde Yeni Yaklaşımlar ve Ayvalık Örneği’ başlıklı buluşmaya Tarihi Kentler Birliği üyesi belediyelerin başkanları, yöneticileri, teknik ekipleri, çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi ve izleyiciler katıldı. Vali Ersin Yazıcı, Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu, Kaymakam Gökhan Görgülürarslan, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt, ÇEKÜL Vakfı ve TKB Danışma Kurulu Başkanı Prof. Metin Sözen’in de hazır bulunduğu toplantıda ilk olarak TKB’nin hazırladığı ve yönetmenliğini Hasan Özgen’in yaptığı ‘Vatan Nedir?’ adlı belgesel izlendi. Ayrıca Paris konserine hazırlanan Zeytin Çekirdekleri Korosu bir konser verdi.
2
Rahmi Gençer toplantıda ‘Kıyı Kenti Ayvalık’ta Doğal-Kültürel Mirasın Korunması’ başlıklı bir sunum yaptı, Ayvalık’ın tarihi ve kültürel kimliği hakkında bilgi verdi. Kentte iki bini aşkın tarihi binanın bulunduğuna dikkat çeken ve bunların çoğunun elden geçirilmesi gerektiğini söyleyen Gençer, Vali Ersin Yazıcı ve Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu’ndan da özellikle Ayvalık’ın alt yapısı konusunda ‘tam destek’ istedi. Kafaoğlu isteği olumlu karşılayarak ilçenin kanalizasyon ve su drenajları konularında destek sözü verdi. Toplantıda ÇEKÜL Kent Çalışmaları Koordinatörü Mimar Alp Arısoy, ‘Yasallaşma Sürecindeki Kentsel Tasarım Rehberlerinin Oluşturulmasında Temel Noktalar’ konulu bir sunum yaptı. İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan Prof. Necmi Karul, ‘Arkeolojik Alanlarda Yeni Denemeler: Arkeoparklar’ konusunda konuştu. Panel, ÇEKÜL Vakfı ve TKB Danışma Kurulu Başkanı Prof. Metin Sözen’in kapanış konuşmasıyla sona erdi.
Balıkesir Vali Ersin Yazıcı
Ayvalık, ülkemizin nadide güzelliklerini içinde barındırıyor
söyleyebilirim ki, çok sayıda SİT alanına ve iki binin üzerinde tescilli yapıya sahip bulunan Ayvalık’ta daha da fazlası var. Tescilli yapıların bir an önce elden geçirilmesi gerekiyor. Ancak bu yapıların onarımı ilçe performansının çok üzerinde. Dolayısıyla bu büyük güzelliğin ciddi manada bir finansal kaynağa ihtiyacı var. Kaymakam olarak rica ediyorum, toplumumuzun hafızasını, bu güzelliği kaybetmeden harekete geçirelim. Bu hususta Bakanlığın bize yardımcı olması gerekiyor.” ***
Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu
“Y
ıllar önce bir kaymakam adayıyken, devletimiz bizi Fransa’nın başkenti Paris’e göndermişti. Paris gerçekten tarihi bir şehir. Ama on-on beş kilometre uzağında gökdelenlerin yükseldiği, iş merkezlerinin bulunduğu modern bir şehir daha kurulmuş. Anadolu’ya döndüğümde hep şunu düşünmüşümdür: Bunu Fransızlar yapabiliyorsa, biz niye yapmıyoruz? Örneğin Ayvalık, ülkemizin nadide güzelliklerini içinde barındıran bir beldemiz. Çarşı ve sokağında dolaşırken gerçekten mutluluk duyacağımız bir kent. Çünkü tarih burada, güzellikler burada… Tarihimize ve kültürümüze sahip çıkmamız gerekiyor. Biz Osmanlı’nın torunlarıyız, yani büyük bir milletin evlatlarıyız. Hangi işi yapıyorsak en iyi şekilde yapmalıyız.”
*** Ayvalık Kaymakamı Gökhan Görgülüarslan
Toplumsal hafızamızı Ayvalık’ın güzelliklerini kaybetmeden harekete geçirelim
Tarihine ve kültürüne sahip çıkmayan milletlerin geleceği olamaz
***
ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Metin Sözen
Ayvalık kimliğini korumuş bir kent
“T
arihi Kentler Birliği toplantısının Ayvalık’ta düzenlenmesinden memnuniyet duydum. Bu toplantıya yetişebilmek için dün Kilis ve Afrin’de yaşayan vatandaşlarımıza moral verebilmek amacıyla gerçekleştirdiğimiz ziyaretimizden döndük. Ben öncelikle, bu programa ev sahipliği yapan Ayvalık Belediye Başkanımıza teşekkür ediyorum. Tarihimiz önemlidir. Tarihine ve kültürüne sahip çıkmayan milletlerin geleceği olamaz. Bu nedenle bu zirveyi önemsiyorum. Özellikle de bu zirveye katılan belediye başkanlarının tarihimize ve kültürümüze sahip çıkmalarını, daha aktif rol almalarını ve bizi biz yapan tarihi değerlerimize sahip çıkmalarını istiyorum.” ***
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt
Balıkesir’de üç bin dört yüz kültür varlığımız var ve yarıdan çoğu Ayvalık’ta
“A
ltı aydır Ayvalık’ta görev yapan bir kamu görevlisi olarak şunu
Kültür Bakanlığı sağlıyor. Ülkemizde bugüne kadar korumayla ilgili tüm işlere öncülük eden, yol gösteren ve ışık tutan Bakanlığımızdır. Balıkesir’de üç bin dört yüz kültür varlığımız var. Bunların yarıdan çoğu Ayvalık’ta... Ayvalık muhteşem bir coğrafya, muhteşem bir şehir olduğu için Geçici Liste’de kalmaz, gelecekte mutlaka UNESCO’nun kalıcı listesine girecek. Bu amaçla devlet, yerel yönetim ve genel müdürlük olarak el ele vereceğiz. Uygulayacağımız stratejik planlarla Ayvalık’ımızı süperlerin süper ligine taşıyacağız. Plan yapıldı ve adım adım gerçekleştireceğiz.”
“T
ürkiye’de tarihi değerlerin korunmasını kurumsal olarak
“T
arihi Kentler Birliği olarak bu yılın ilk toplantısını Ayvalık’ta düzenlemeyi kararlaştırırken Ayvalık’ın bunu çok iyi şekilde gerçekleştireceğine inandık. Ayvalık çok bozulmamış ve kimliğini korumuş bir kent. Bu toplantıda Ayvalık’ı
örnek alarak, bu güzel ilçenin çok yönlülüğünü vurgulamak istedik. Türkiye’nin kıyı kentlerinde kültürel alışveriş, tarihin ilk yıllarından bu yana hep var olmuştur. Anadolu’nun değişik yerlerinden ve bu bölgeden gelen arkadaşlarımızın bu coğrafyanın derinlikli bir tarihe sahip olduğunu algılaması, arkeolojik değerlerin yeni yöntemlerle nasıl diri kalabileceğinin görülmesi lazım.”
3
Ayvalıklılar, Ayvalık adının daha da duyulması için elinden gelen çabayı gösteriyor
TKB TOPLANTISI KENT GEZİSİYLE SONA ERDİ
T
arihi Kentler Birliği Bölge Toplantısı için Ayvalık’a gelen konuklar, restorasyonu tamamlanan Panagia Phaneromeni Ayazması’nın yanı sıra Camlı Kahve, Hayrettin Paşa Camisi, Aya Tiriada Kilisesi, Şeytan’ın Kahvesi, Çınarlı Cami, Saatli Cami, At Arabacılar Meydanı, Taksiyarhis Anıt Müzesi ile Alibey adasındaki Sevim-Necdet Kent Kütüphanesi ve Rahmi Koç Müzesi- Taksiyarhis
Kilisesi’ni de gezdi. Belediye Başkanı Rahmi Gençer gezi sırasında yaptığı açıklamada, “Ayvalık’ta yaşayan herkes Ayvalık adının daha da duyulması için elinden geleni fazlasıyla yapıyor. Bizler Ayvalık’ta yaşamaktan mutluyuz, gururluyuz ve kentimizin değerini biliyoruz” dedi.
TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ KORUMA PROJELERİNE MALİ DESTEK DE SAĞLIYOR
A
ydınlar, akademisyenler ve gönüllü uzmanların özverili çabalarıyla ve atılan küçük adımlarla gelişen tarihsel çevreyi koruma ve yaşatma çabası, 90’lı yıllardan sonra STK’ların girişimleriyle bir ölçüde ivme kazandı ve bir birikim sağlandı. 2000 yılına girerken Avrupa Konseyi’nin başlattığı ‘Avrupa Bir Ortak Miras’ kampanyası bu çabaları tetikledi, yaygınlaşmasını sağladı. Söz konusu kampanya, ‘Tarihi kentler arasında kültürel miras alanında işbirliğinin geliştirilmesini hedefleyen bir birliğin kurulmasını’ da öngörüyordu. 7-8 Ekim 1999’da Strasbourg’ta kuruluş toplantısını yapan Avrupa Tarihi Kentler Birliği’ne Türkiye de davet edildi. Toplantıya gözlemci üye olarak katılan Bursa Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Tarihi Kentler Birliği’nin kuruluş çalışmalarını başlattı ve yürütücülüğünü üstlendi. İçişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, ÇEKÜL Vakfı ve Mimarlar Odası’nın katkılarıyla tamamlanan kuruluş aşamasında Dışişleri, Orman ve
4
kent belediyesi tarafından kabul edilen birlik tüzüğü ve yayınlanan kuruluş bildirgesiyle Tarihi Kentler Birliği kuruldu. TKB, 2001 yılında da Avrupa Tarihi Kentler Birliği’nin 12. üyesi oldu.
Milli Eğitim bakanlıklarıyla UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği ile Marmara ve Boğazları Belediyeler Birliği de TKB’nin yanında yer aldı. 22 Temmuz 2000’de Bursa’da 52 tarihi
Tarihi Kentler Birliği kurulduğu günden bu yana tarihi kent dokularının ve kentsel-kültürel mirasın korunması amacıyla üye belediyeler arasında işbirliği ve deneyim alışverişi sağlıyor. Belediyecilik, koruma, kültür, çevre, imar ve tarihi kent konularıyla ilgili bilgi, belge, mevzuat, kaynak ve eğitime dönük çalışmalar yapıyor. Eğitim seminerleriyle üyelerinin proje yapma ve uygulama yeteneklerini geliştiriyor. Üye aidatlarından sağlanan geliri, hibe programlarıyla yine üyeleri arasında dağıtarak koruma projelerine mali destek sağlıyor. Dahası, örgütlenme ve tanıtım başlıkları altında doğal/ kültürel mirası koruma/yaşatma çalışmaları yürüten ÇEKÜL Vakfı’yla eğitim çalışmaları gerçekleştirerek belediyelere yeni ufuklar açıyor.
8 bin 762 kişiyle yüz yüze görüşüldü
RAHMİ GENÇER BİR KEZ DAHA TÜRKİYE’NİN EN BAŞARILI İLÇE BELEDİYE BAŞKANLARI ARASINDA YER ALDI
S
iyasi, ekonomik, sosyal kamuoyu ve pazar araştırmaları yapan bağımsız kuruluş Gezici Araştırma şirketi 16-23 Şubat 2018 tarihleri arasında, TÜİK örneklemlerini dikkate alarak, Türkiye genelinde bir anket gerçekleştirdi. Farklı sosyo-demografik grup üyesi kişilerden, yaş, cinsiyet ve eğitim kotalarına göre, tesadüfi yöntemle seçilen 8 bin 762 kişiyle yüz yüze yapılan anketin amacı büyükşehir ve ilçe belediyelerinin hizmetlerini değerlendirmek, buna bağlı olarak vatandaş memnuniyetini saptamaktı. Anket sonuçlarına göre Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer, ‘Türkiye’nin En Başarılı 6. İlçe Başkanı’ seçildi. En başarılı ilçe başkanlarında ilk 10 şu şekilde gerçekleşti: 1. Adana-Çukurova Belediye Başkanı Soner Çetin (Yüzde 64.4) 2. Muğla-Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon (Yüzde 63.49 3. İzmir-Buca Belediye Başkanı Levent Piriştina (Yüzde 63.1) 4. İzmir-Bornova Belediye Başkanı Olgun Atilla (Yüzde 62.7) 5. Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Bilal Özkan (Yüzde 62.4) 6. Balıkesir-Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer (Yüzde 61.1) 7. Bursa-Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey (Yüzde 60.2) 8. İzmir-Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar (Yüzde 59.8) 9. İzmir-Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur (Yüzde 56.7) 10. Ankara-Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar (Yüzde 54.2) Özellikle siyasi kurumların ihtiyaçlarına yönelik kamuoyu araştırmalarında uzmanlaşan Gezici, medya araştırmaları ve sosyolojik araştırmalar alanında deneyimli ve güvenilir bir kuruluş. Türkiye’de 81 ilde düzenli olarak yaptığı araştırmalarla toplumun kanaatlerini sürekli gözlemlemesiyle biliniyor. Ülkenin her yerinde araştırmalar yürütebilecek bir örgütlenme yapısına sahip. Türkiye’de 63 ilde irtibat noktası bulunan Gezici Araştırma, dünyanın birçok ülkesinde, Avrupa, Ortadoğu ve Türki Cumhuriyetler’de de araştırmalar yapıyor.
İmar Komisyonu’nun rüzgâr enerji santrallerine izin vermeyen raporu Belediye Meclisi’nde oy birliğiyle kabul edildi
KÖYLERDE RES’E İZİN YOK!
A
yvalık’ın Çakmak, Odaburnu ve Kırcalar kırsal mahalleleri arasındaki dört ayrı noktada yapılmak istenen rüzgâr enerji santralleri (RES), Belediye Meclisi’nin Nisan Ayı Olağan Toplantısı’nda görüşüldü ve Meclis, İmar Komisyonu’nun ‘RES’ e izin vermeyen raporunu oy birliğiyle kabul etti. İmar Komisyonu Başkanı Yalçın Taş tarafından okunan raporda, ‘Yapılan incelemede talep edilen alanın çevresindeki kırsal yerleşimlere yer yer 450 metre kadar yaklaştığı görüldüğünden, yerleşim alanlarına yakın olması nedeniyle uygun olmadığı anlaşılmıştır’ görüşüne yer verildi. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, konuya ilişkin olarak şöyle dedi: “Oralarda yaşayan halkımız da, muhtarlarımız da RES’e karşı... Sanki Ayvalık’tan başka yer yokmuş gibi her şeyi Ayvalık’a yapmak istiyorlar. Hep bir zorlama söz konusu bu bölgeye... Yatırımcılık elbette güzel bir şey ama bunların yerlerini doğru belirlemek gerek. Burası doğal yaşam yeri, dolayısıyla dokusunun bozulmaması gerekiyor. Altınova’da madencilik sorununu aştık. Kısacası, Ayvalık bugünlere korunarak geldi. Bundan sonra da böyle olacak.”
5
Çevre sokakların düzenlenmesiyle yaratılacak sosyal alanlarda Ayvalıklıların keyifle vakit geçirmeleri sağlanacak
K
RESTORASYONU TAMAMLANAN PANAGIA PHANEROMENI AYAZMASI ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR
emalpaşa Mahallesi’nde bulunan ve içindeki bir yazıta göre 1867 yılında inşa edildiği bilinen Panagia Phaneromeni Ayazması, Ayvalık Belediyesi’nin öncülüğü ve çok sayıda gönüllünün katkısıyla restore edilerek 24 Mart 2018 günü kapılarını ziyaretçilere açtı. Tarihi Kentler Birliği Ayvalık Bölge Toplantısı’nın ardından gerçekleşen açılış sırasında görüşlerini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer şunları söyledi: “Kentsel SİT alanında yer alan ayazma ‘kutsal su’ anlamına geliyor. Panagia ise Ortodokslar tarafından Meryem Ana’ya verilen isim... Phaneromeni de ‘canlanan, yeniden doğan’ demek... Ayazmanın içindeki suyun içen kişiye şifa verdiğine,
P
BELEDİYE SATTI, BELEDİYE KURTARDI!
anagia Phaneromeni Ayazması mübadeleyi izleyen süreçte de -1946 yılına kadar- önemini korudu. 1950’de Ayvalık Belediyesi tarafından satışa çıkarıldı ve Yereli Ailesi’ne satıldı. Sonra Andart’lara geçti. 1980’lere kadar zeytinyağı fabrikası olarak kullanıldı. Ardından Anıtlar Kurulu’na devredildi. 2005 yılında yeniden Ayvalık Belediyesi’ne tahsis edilen ayazma kısa bir süre sanat galerisi olarak değerlendirildikten sonra bir kez daha kaderine terk edildi. Ayazmanın 2012 yılında hazırlanan restorasyon projesinin Bursa Kültür
6
arzularının gerçekleşmesini sağladığına inanılıyor. İnanç gözetmeksizin herkes son yüzyıllarda burayı ziyaret ediyordu. Öyküsü de kısaca şöyle: Yıl 1851... Ayvalıklı 16 yaşlarında bir kız çocuğu bir rüya görür. Rüyasında Meryem Ana sürekli aynı yerde durup buradaki kaynaktan fışkıran suyu içmekte ve küçük kıza da bu suyu işaret etmektedir. Bunun üzerine belirtilen yer kazılır. Bir yıl sonra Meryem Ana’nın ikonası ve kutsal su bulunur. Buraya yapılan ayazmanın üzerine 1890 yılında daha büyük bir ayazma inşa edilir. Yani burası Meryem Ana için yapılıyor. Neo-klasik üslupla ve Ayvalık’ın yöresel malzemesi olan sarımsak taşı kullanılarak, yığma sistemle
Prof. Ömer Özyiğit
Varlıkları Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanması üzerine Foça Kazıları Başkanı Prof. Ömer Özyiğit
ve ekibi yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini tamamladı. Ayvalık Belediyesi’nin gerekli parasal desteği sağlamasıyla birlikte 2016 yılında restorasyon başladı. Restorasyon sürecinde tüm çalışmalar Ömer Özyiğit’in eşi arkeolog Suzan Özyiğit’in gözetiminde gerçekleşti. Ayazmanın tarihçesi ve restorasyon projesi hakkında geniş bilgi için: -Prof. Ömer Özyiğit, ‘Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması (19. Yüzyıldan Korinth Düzeninde Bir Prostylos Tapınak Yapısı)’, Ayda Bir Ayvalık, Sayı: 18-22 -ayvalikholyspring.com
Rahm restor
inşa ediliyor. Ayazma, yenileme çalışmaları sonucunda, yalnızca Ayvalık’ın tarihi dokusu için değil, ulusal kültür mirasımız adına da çok önemli bir kazanım. Bilindiği gibi, çevresinde dar sokaklar ve 19. yüzyıla ait dokuyu oluşturan evler bulunuyor. Belediye olarak ayazma çevresini de ele aldık. Burada sosyal alanlar yaratıp, bu sokaklarda insanların uzun süre vakit geçirmesini sağlayacağız.”
mi Gençer, Arkeolog Suzan Kantarcı ile rasyonun ilk günlerinde...
Bağımsızlığımızın ve özgürlüğümüzün en güçlü simgesi...
İSTİKLAL MARŞIMIZIN 97’NCİ YILINI KUTLADIK
12
Mart İstiklal Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde, Pakmaya Kenan Kaptan Mesleki ile Teknik Anadolu Lisesi tarafından düzenlenen bir etkinlikle kutlandı. Etkinliği yerel yöneticilerin yanı sıra gaziler, okul müdürleri, öğretmenler ve öğrenciler izledi. Yaptığı konuşmada, toplumların dokusunu dil, tarih, yurt, bayrak ve amaç birliği gibi ortak değerlerin oluşturduğunu belirten Okul Müdürü Hüseyin Aday “İstiklal Marşımız özgürlük marşıdır. Şanlı savaşımız özgürlük ve egemenlik türküsüdür ve bize ait bir destandır” dedi. ‘Mehmet Akif Ersoy’u Anma ve İstiklal Marşı’nın Kabulü’ konulu yarışmada dereceye giren öğrencilerin de ödüllendirildiği etkinlik, ‘Rol Model Mehmet Akif Ersoy’ temalı slayt gösterimi ve ‘Tarihin Akışında İstiklal Marşı’ konulu oratoryonun sahnelenmesiyle sona erdi.
7
Yeryüzünde hiçbir silah, hiçbir mekanik güç vatan ve millet sevgisinden üstün değildir
18
ÇANAKKALE RUHU AYVALIK’TA DA SONSUZA KADAR YAŞAYACAK
Mart Çanakkale Zaferi’nin 103’üncü yıldönümünde, bütün yurtta olduğu gibi Ayvalık’ta da törenler düzenlendi. Ayvalık Şehitliği’ndeki törene Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Garnizon Komutanı Albay Fevzi Koyuncu, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Cumhuriyet Başsavcısı Metin Tokel, gaziler, şehit aileleri, siyasi parti ve STK temsilcileriyle vatandaşlar katıldı. Şehitlikte dualar edildi, şehit ailelerine taziyelerde bulunuldu, şehit mezarlarına karanfiller bırakıldı. Törende bir konuşma yapan Teğmen Ersoy Gezgin, askerin tek ülküsünün, Türk istiklali ve Cumhuriyeti için savaşta da, barışta da bütün zorluklara karşın görevini yerine getirmek olduğunu söyledi ve “Bugün, Türk’ün Çanakkale zaferi ile başlayan sonsuza kadar var olma mücadelesinin 103’üncü yıldönümüdür. Bugün maneviyatın, inancın ve Türk’ün askeri gücünün matematik ölçülerini alt üst ettiği gündür. Tarihten silinmek istenen kahraman Türk milletinin, tarihte eşine rastlanmayacak inanç, istiklal azmi ve milli kahramanlıkla varlığını bütün dünyaya kabul ettirdiği milli direniş ve şahlanışın başlangıcıdır” dedi. Kaymakam Gökhan Görgülüarslan şehitlik özel defterine, “Çanakkale; dünyada eşi benzeri görülmemiş çetin bir zaferdir. Toprağın her zerresinin şehit kanıyla sulandığı, vatanın ve milletin bekası ve mutluluğu için canlarını feda eden yüz binlerce kahramanın ilahi bir mücadele gücüyle milletimizi yüceltme ülküsüdür. 1915’te bir kez daha görülmüştür ki, yeryüzünde hiçbir silah, hiçbir mekanik güç vatan ve millet sevgisinden üstün olamayacaktır” diye yazdı. Rahmi Gençer de Çanakkale zaferinin 103’üncü yılı nedeniyle yayınladığı mesajda, ‘Çanakkale Geçilmez’ diyerek, tüm yurda umut olan Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ü ve destanı yazan aziz şehitleri saygı, minnet ve rahmetle andığını belirtti.
Böyle anlamlı bir etkinliğin yapılması, şehitlerimizi bir kez daha anmamız açısından büyük değer taşıyor
Ç
ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ ANISINA YELKEN YARIŞMASI DÜZENLENDİ
anakkale deniz zaferinin yıldönümü nedeniyle şehitlerin anısına, Gençlik Hizmetleri ve Spor İlçe Müdürlüğü öncülüğünde ve Yelken İhtisas Kulübü’nün ev sahipliğinde optimist-laser yarışması düzenlendi. Kaymakamı Gökhan Görgülüarslan ile Belediye Başkanı Rahmi Gençer’le birlikte çok sayıda sporseverin ilgiyle izlediği etkinlikte Yelken İhtisas Kulübü’nün yanı sıra İzmir Göztepe, Urla ve Çeşmealtı yelken kulüplerinden 7 laser, 25 optimist olmak üzere 32 sporcu mücadele etti.
8
Yarışmadan duyduğu memnuniyeti dile getiren ve çocuklarla gençlerin şehitlerimize yönelik hissiyatlarını bu yolla en iyi şekilde gösterdiklerini söyleyen Gökhan Görgülüarslan, “Bilindiği gibi, Yetenek 10’la Gelecek projesiyle çocuklarımızın eğitim/ öğretim faaliyetlerinin yanı sıra sporla da uğraşmalarını amaçlıyoruz. Böylelikle onların zihinsel ve bedensel gelişimlerine de katkı sağlayacağımızı düşünüyoruz” dedi. Eski bir yelken sporcusu olduğunu
belirten Rahmi Gençer ise, 18 Mart’ın Türk tarihindeki en şanlı günlerden biri olduğunu vurguladı ve şunları söyledi: “18 Mart, ‘Çanakkale Geçilmez’ sözünü tüm dünyaya kabul ettirdiğimiz gündür. Bu nedenle, Ayvalık’ta çocuklarımıza yönelik böyle anlamlı bir etkinliğin yapılması, şehitlerimizi bir kez daha anmamız açısından büyük değer taşıyor. Zaten, Ayvalık’ta deniz sporlarını çok önemsiyoruz. Denizde yapılabilecek en güzel spor da yelkenciliktir.”
‘Cumhuriyet’in Taç Kapısı’
UNESCO sürecinde önemli bir gelişme daha yaşandı
U
AYVALIK ALAN YÖNETİM PLANI’NA İLİŞKİN PROTOKOL ANKARA’DA İMZALANDI
NESCO sürecinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü ile Ayvalık Belediyesi arasında protokol imzalamak için Ankara’ya giden Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt’la bir araya geldi. Kurt ve Gençer, Ayvalık Alan Yönetim Planı’na ilişkin protokolu imzaladı.
Çanakkale Savaşı’nın 103’üncü yıldönümü nedeniyle Milli Eğitim Müdürlüğü öncülüğünde, Ayvalık Atatürk Anadolu Lisesi tarafından İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde de bir anma töreni yapıldı. Ayvalık’taki okullar arasında düzenlenen resim, şiir, kompozisyon yarışmalarında dereceye giren öğrencilere ödülleri verildi. Konuşmaların ardından, Atatürk Anadolu Lisesi’nin hazırladığı ‘Cumhuriyet’in Taç Kapısı’ başlıklı gösteri izlendi. Gösteri büyük beğeni topladı.
‘Mehmet Akif Ersoy’la Anlaşabilmek’
Protokolla, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne giren Ayvalık’ın Kalıcı Liste yolculuğu süreci, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü ve Ayvalık Belediyesi arasında gerçekleştirilecek işbirliğiyle yürütülecek. Rahmi Gençer konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Ayvalık’ın tarihi, kültürel, arkeolojik ve doğal değerlerini korumak ve geliştirmek, ulusal ve uluslararası tanıtımını yapmak, gelecek kuşaklara korunarak aktarılmasını sağlamak için UNESCO sürecinde Alan Yönetimi Planı’nı Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü ile birlikte hazırlayacağız ve UNESCO yolunda emin adımlarla ilerlemeye devam edeceğiz.”
Cunda Uygulama Oteli’nde şehit yakınları ve gaziler için verilen yemeğin ardından Uygulama Oteli konferans salonunda Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Büyükşehir Belediye Başkanı Zekai Kafaoğlu ve Milli Eğitim Müdürü Güner Bahadır’ın katılımıyla iletişim uzmanı ve yazar Fatih Akbaba, ‘Mehmet Akif Ersoy’la Anlaşabilmek’ başlıklı bir konferans verdi. Mehmet Akif’in yaşamından kesitler sunarak bilinmeyen yönlerini anlatan Akbaba, “Önemli olan Mehmet Akif’in şiirlerini iyi okumak değil, fikri ve sosyal dünyamızda Akif’in fikirlerinden hangi izler taşıdığımızı sorgulamaktır” dedi.
9
‘Dünya turizminin barometresi’ olarak bilinen buluşma 52. kez gerçekleşti
A
AYVALIK, ITB BERLİN FUARI’NDA FARKLI ZENGİNLİKLERİYLE BİR KEZ DAHA TANITILDI
yvalık, bir kez daha, Berlin’de düzenlenen ve ‘dünya turizminin barometresi’ olarak nitelendirilen ITB Berlin Fuarı’nda tanıtıldı. Ayvalık’ı turizmde dünya vitrinine taşımayı amaç olarak belirleyen Ayvalık Belediyesi ve AYTUGEB işbirliğiyle düzenlenen ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanmış Türkiye bölümünde yerini alan Ayvalık standı ziyaretçilerden ilgi gördü. Bu yıl 52. kez düzenlenen ve 180’i aşkın ülkeden 10 bini aşkın bölge ve kurumun turist çekmek için çaba gösterdiği fuarın açılışına Angela Merkel de katıldı. Turizmin istihdam yaratan bir ekonomik faktör olduğunu belirten Merkel, “Turizm küreselleşme şansı için mükemmel bir örnektir” dedi. ITB’de yer alan ve Ayvalık Belediyesi adına Ümit Özgültekin, AYTUGEB adına Nurhan Fidancıoğlu’nun ev sahipliği yaptığı Ayvalık standında bu yıl, kentin UNESCO Dünya Mirası sürecine ağırlık verildi. Ayrıca görsel güzellikleri, özgün mutfağı,
10
zengin kültür birikimi ve turizm etkinlikleri tanıtıldı. Standı Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, TURSAB Başkanı Firuz Barbaros Bağlıkaya, Anatolia Turizm Geliştirme şirketinin başkanı Hüseyin Baraner ile çok sayıda yerli ve yabancı konuk ziyatet etti, Ayvalık hakkında bilgi aldı. Fuara ilişkin bir açıklama yapan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, iç turizmde Ayvalık’ın çok farklı bir ivme kazandığını ve bu konuda misyonunu tamamladığını belirtti. Son üç yıldır hedeflerinin, Avrupa’daki fuarlar olduğunu söyleyen Gençer sözlerini şöyle sürdürdü: “Yurt içi fuarların günümüzde işlevini tamamladığını düşünüyoruz. Zaten, yurt dışı fuarlara göre dört-beş kat daha pahalıya mal oluyor. Dışa açılmak önemini koruyor ve dolayısıyla uluslararası fuarlar öne çıkıyor. Ayvalık kültür turizmiyle, mimarisiyle, su sporlarıyla, Balkan ve Ege mutfaklarının benzersiz uyumuyla nitelikli turizm anlamında şu anda dünyaya açılmayı hak ediyor ve biz buna hazırız.”
KIŞ SEZONUNDA ALMAN OPERASYONLARI TIPKI ESKİSİ GİBİ YENİDEN BAŞLAYACAK
2
ÜMİT ÖZGÜLTEKİN
018 ve 2019 yıllarının turizm açısından nasıl geçeceği ITB Berlin Fuarı’nda bir kez daha belirlendi. Biz de Ayvalık ekibi olarak her yıl olduğu gibi yine oradaydık ve Türkiye salonu yeni tasarımıyla konuklarını karşılamaya hazırdı. Bu yıl bütün fuarda ılımlı bir hava vardı ve önümüzdeki sezonun iyi geçeceğinin işaretleri verildi. Gerçekten, her bölgeye baktığımızda kontratlar imzalanıyor; oteller, uçak firmaları, seyahat acentaları, tur operatörleri anlaşmalar yapıyordu. İki yıllık durgunluktan sonra Alman tur operatörlerinin Türkiye’ye büyük bir ilgi göstermesi ülkemiz için hiç kuşkusuz olumlu bir gelişmeydi. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Ayvalık standı dikkate değer bir ilgi gördü. Hatta standımız fuarın gözdesiydi diyebilirim. Neredeyse ‘bize uğramayan’ hiç kimse olmadı. Hem devlet camiasından hem de Alman acentalardan yakın ilgi gördük. Daha ilk gün Kültür ve Turizm Bakanımız Numan Kurtulmuş ve Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu standımızı ziyaret etti. Ayrıca yeni TÜRSAB Başkanımız Firuz Barbaros Bağlıkaya da standımıza geldi ve yeni sezon için iyi dileklerini sundu. Bu arada Alman devlet televizyonu ARD bizimle röportaj yaptı, Ayvalık hakkında bilgi aldı. Özellikle su altı zenginliklerimize büyük ilgi vardı. Bizler de AYTUGEB ekibi olarak Ayvalık’ın tanıtımı için çeşitli görüşmeler yaptık. Bunlardan biri de, Haziran ayında Ayvalık’ı ziyarete gelecek olan on kişilik tur operatörü ve gazetecilerle gerçekleştirdiğimiz buluşmaydı. Öte yandan, fuarda bizimle birlikte olan deneyimli otelcilerimiz Korkut Billurcu ve Levent Billurcu da yeni sezon için anlaşmalar yaptı. Ayvalık için bir diğer olumlu gelişme de kış sezonu için Alman operasyonlarının eskisi gibi tekrar başlayacak olması... Bu doğrultuda otellerle görüşmeler başladı, sözleşmeler yapılıyor. Anlaşma yaklaşık 6 bin kişilik bir potansiyeli kapsıyor. Fuar boyunca katıldığımız konferanslarda ve görüşmelerimizde tanık olduğumuz bir gelişmeyi de belirtmekte yarar görüyorum. Almanya’da en önemli konu artık deniz, kum, güneş tatilinden çok kültür, sağlık, spor ve her türlü hayvansal ürünün dışlandığı vegan turizmi... Bu yolda çalışmalara başlanmasının ve bölgelerin hazırlanmasının gerekliliği sık sık vurgulandı. Ayvalık bölgesinin bu temalara özellikle çok uygun olması nedeniyle görüşme talepleri geldi.
Ayvalıklı çocuklar önce hayal edecek sonra da hayal ettiklerini tasarlayacak
SABANCI ÜNİVERSİTESİ KÜÇÜKKÖY’DE KAMPÜS AÇIYOR
Ayvalık Belediyesi ve Sabancı Üniversitesi işbirliğiyle hazırlanan Yaratıcı Teknolojiler Okulu’nun açılması için protokol imzalandı ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer okulun anahtarını Sabancı Üniversitesi Operasyon ve Teknik Hizmetler Direktörü Onur Aksoy’a teslim etti. Kampüste eğitim/öğretim Temmuz 2018’de başlayacak. Ayvalık Belediyesi Başkanlık binasındaki ilk görüşmeye Sabancı Üniversitesi adına Teknik İşler ve Planlama Yöneticisi Özden Sakarya ile Operasyon ve Teknik Hizmetler Direktörü Onur Aksoy katıldı. Eğitim alacak 12-18 yaş arası çocukların tamamının Ayvalık’tan seçileceğini belirten Rahmi Gençer şöyle dedi: “Binamızın tüm izinlerini İçişleri Bakanlığımızdan aldık ve 25 yıllığına tahsisini sağladık. Altınova, Küçükköy, Alibey adası ve köylerimizde yaşayan çocuklarımız önce hayal edecekler, sonra da hayal ettiklerini tasarlayacaklar. Bunların yazılımlarını yapıp üç boyutlu yazıcılarla üretimlerini sağlayacaklar. Dünya’da ilk 500 üniversite arasında yer alan Sabancı Üniversitesi’nin Ayvalık’ın sosyal/eğitim/kültür hayatı için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu ortak çalışmalarımızın her konuda artarak devam etmesini diliyorum.”
Söz konusu görüşmelerin ilki Haziran ayında Ayvalık’ta gerçekleşecek. Bu çalışmaların Türkiye genelinde yürütülmesi amacıyla ‘All Anatolia’ adı altında bir oluşum, TÜRSAB yurt dışı temsilcisi Hüseyin Baraner tarafından kuruldu ve her bölgede profesyonel turizmcilerden birer temsilci seçildi. Anadolu turizmi ile dünya pazarlarını buluşturma misyonuyla yola çıkan All Anatolia’nın Ayvalık ve Körfez bölgesi temsilciliğini Ümit Özgültekin üstlendi. Kısacası, bu yılki ITB Berlin 2018 Fuarı’nı Ayvalık Belediyesi ve AYTUGEB olarak başarıyla tamamladık. Başta Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’e ve AYTUGEB yönetimine verdikleri destek için teşekkür ederiz.
11
13 Nisan 1934… Henüz ‘Atatürk’ soyadını almamış olan Mustafa Kemal, Ankara’dan trene bindi. Manisa, İzmir, Bergama, Dikili ziyaretlerinin ardından Ayvalık’a geldi. Ayvalık’ta birkaç saat kaldıktan sonra Gömeç, Burhaniye ve Edremit üzerinden Çanakkale’ye geçti. Her gittiği yerde büyük bir ilgi ve sevgi gördü. Yaklaşık on gün süren ve Balıkesir’de noktalanan gezide Ayvalık öncesi ve sonrasında neler yaşandığını araştırdık.
C
AYVALIK HALKI ERKEK, KADIN VE ÇOCUK HEP BİRLİKTE CADDELERİ GEÇİLEMEYECEK KADAR DOLDURMUŞTU
umhurbaşkanı Mustafa Kemal, 1934 yılı Haziran’ında Türkiye’ye gelmesi beklenen İran Şahı Rıza Pehlevi’yle birlikte ziyaret edeceği kentlerin son durumunu görmek ve buralardaki birlikleri denetlemek amacıyla 7 Nisan 1934 günü Ankara’dan İzmir’e doğru trenle yola çıktı. Bir amacı da halkla kucaklaşmak, ülkenin durumunu ve gerçekleştirilen devrimlerin nasıl karşılandığını yerinde gözlemekti. Bu gezide kendisine Kılıç Ali, Salih (Bozok), Nuri (Conker), İzmir milletvekili Kâzım (İnanç) ve İkinci Ordu Müfettişi İzzettin (Çalışlar) eşlik ediyordu. Mustafa Kemal, Uşak ve Salihli’de bazı askerî birlikleri denetledikten sonra 8 Nisan akşamı Manisa’ya ulaştı. Mustafa Nuri, ziyaretin ilk anlarını Manisa Halkevi’nin dergisi Yeni Doğuş’ta sevgi ve coşku dolu şu cümlelerle anlatmıştı: “Büyük istasyonun dışı daha öğleyin insan sağanağıyla kaynaşıyor. Bütün gönüllerde bir heyecan, tatlı bir eziliş, tatlı bir sızı, tatlı bir sabırsızlanış, başlarda yükseklere doğru bir kalkış; bütün gazetelerde mesut bir ümit dalgası var. Ortalık çalkalanıyor. Halk ayaklanmış, şen şakrak bir tabiat var. Her şey gülüyor. Gülüyor, çünkü ‘Gazi’ geliyor!.. Nihayet onun treni, önünde bütün karanlıkları delen iki parlak gözüyle etrafı aydınlatarak makastan girdi. Kimse soluk almıyor. Sanki en ufak bir kıpırdanışı bu yüce manzarayı ihlâl edecekmiş gibi duruyor. Elektrik ışıkları içinde trenden boz bir gölge indi. Zarif, yakışıklı boyuna yaraşan bir boz renk yerli malı kostüm içinde, o ne vakarlı yürüyüştü. Tarihin seyrini değiştiren bir yürüyüş, milletin kötü talihini yenen bir varlık. İnsan boyunda, fakat başı göklere değen
12
temiz, pak bir alın. O yürürken, o yürümüyordu, sanki vatan canlanmış ona doğru gidiyorduk. O gelmiyordu, sanki ayaklarımız altında yurt toprakları yerinden oynamış bizi onun huzuruna, sıcak ve müşfik kollarına doğru götürüyordu. Hepimiz onun kudret-i cazibesine tutulmuştuk. Kimse bir şey düşünemiyor ve söyleyemiyor. Yalnız onun uzanan elini yakalayabilmek saadeti...” Geceyi Manisa istasyonunda, trende geçiren Mustafa Kemal ertesi sabah İzmir’e hareket etti. Menemen’de durarak piyade alayını denetledi ve otomobille Foça’ya geçti. Burada hem topçu bataryasını hem piyade alayını teftiş etti, bir otel inşatını inceledi. Feribotla gittiği Uzunada’da topçu alayını denetledi. Tekrar trene bindi ve akşam saatlerinde İzmir’e ulaştı. Yol boyunca, çevre kasaba ve köylerde yaşayan hemen herkes sevinç gösterileri içindeydi. Kadınlar ve öğrenciler güzergâhta toplanıyor, yollara çiçekler atıyordu. İzmir’deki karşılama son derece renkli oldu. Halk motor ve vapurlarla denize açılmış, rıhtımı da iskeleden Konak’a kadar doldurmuştu. Mustafa Kemal karaya çıkınca bir alkış tufanı koptu, her taraftan çığlıklar yükseldi. Limandaki bütün vapurlar düdük çalarak bu heyecana katıldı. İzmir’e her gelişinde, 150 yılı aşkın bir süredir Kordon’u süsleyen tarihi konakta kalan Mustafa Kemal yine orayı tercih etmişti. (Bu konak 1941’de Atatürk Müzesi’ne dönüştürüldü.) YAPTIĞIMIZ VE YAPMAKTA OLDUĞUMUZ DEVRİMLER İÇİN BİLİMİN VE AYDINLARIN YOLUNDA GİDECEĞİZ 10 Nisan… Mustafa Kemal sabah trenle Gaziemir’e gitti. Piyade alayını, tayyare topçu bataryasını,
Seydiköy’deki hava kuvvetleri birliklerini teftiş etti ve Selçuk’a geçti. Kuşadası üzerinden otomobille Samsun dağına kadar bir gezinti yaparak İzmir’e döndü. 11 Nisan… Sabah önce Reşadiye tayyare alay karargâhını denetleyen Cumhurbaşkanı’nın bir sonraki durağı Seferihisar’dı. Bütün şehir baştan aşağı donatılmış, dükkânlar kapatılmış, kadın-erkek-çocuk bütün Seferihisarlılar yolun iki yanına dizilmişti. Mustafa Kemal halkı selamladı, hatırlarını sordu. Zabit Yurdu’na (Orduevi) geçti ve öğle yemeğini orada yedi. Bu sırada yurdun önünden ayrılmayan kalabalık hep birlikte millî şarkılar söyledi. Yemek sonrası Sığacık limanını gezen Mustafa Kemal oradan Bornova’ya geçti. Onun geleceğini işiten halk, yolları yine sağlı-sollu doldurmuştu. Otomobilinden inen Mustafa Kemal’e rengarenk
çiçeklerden oluşan çok sayıda buket verildi. O da vatandaşların arasına karıştı, bir süre yürüyerek herkese ayrı ayrı güzel sözler söyledi.
Atatürk Ayvalık'ta
Bornova’daki 57’nci Tümen’in topçu alayını teftiş eden Mustafa Kemal’in bu ziyaretten duyduğu memnuniyet, daha önce Batı Cephesi İstihbarat Müdürlüğü’nde görev yapan Baki Vandemir’in anılarında şöyle dile getirildi: “Ulu önder, alayın yirmi dört topluk bütün varlığıyla ortaya çıkan sakin fakat heybetli duruşunu, ‘Mükemmel’ diye niteleyip gönül aldı. Bizzat istediği hareketleri kendisinin emredeceğini söyleyerek alayı yürüyüşe geçirtti. O kadar topun toprak üzerindeki izi sadece iki tekerlekten ibaretti. İstediği yanaşık hareketler sessiz, sanki tek topmuş gibi akıp gidiyordu. Kısa bir açılma ve mevzilenmenin yıldırım gibi hızla sonuçlandığını görünce, ‘Kumandan beyefendi, bu alay görevini her zaman başarıyla yapar. Bu alayı görmeseydim çok üzülürdüm, teşekkür ederim!’ dedi. O gün bütün arkadaşların bayram günü oldu; alay için de bir onur günü olarak kaydedildi.” Mustafa Kemal aynı gün İzmir’e döndü. Katıldığı akşam yemeğinde kısa bir konuşma yaptı. Sözlerinin sonunda, “Arkadaşlar!.. Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimler için bilimin ve aydınların yolunda gideceğiz. Hedefimiz cehaleti
13
Mustafa Kemal, Ayvalık’ın girişinde otomobilinden indiğinde halkın heyecanı iyice arttı ve salonlarında düzenlenen her taraftan alkış tufanı koptu. Bu baloya gitti. coşkun sevgi havası içinde bir süre Bu beklenmedik ziyaret yürüyerek yol alan Mustafa Kemal başta çocuklar, baloya daha sonra otomobille Çam tepesini katılan herkesi fazlasıyla heyecanlandırdı. Onu bir ziyaret etti. Ardından belediyeye anda karşısında gören Ali geçti ve tarihi binanın o günlerde isminde bir öğrenci hemen kullanılan arka kapısından girerek yanına koştu. Ne var ki üst kata çıktı. Bir süre deniz o da herkes gibi fazlasıyla heyecanlıydı, bir türlü tarafındaki balkonda konuşamıyordu. Derken birden oturdu. ‘açıldı.’ Kollarını Mustafa Kemal’e yenerek, çağdaş uygarlık düzeyine çıkmaktır” dedi. ATATÜRK, BERGAMA GEZİSİ SIRASINDA GEÇECEĞİ YERE SERİLEN HALIYI ÇOK BEĞENDİ VE ÜSTÜNE BASMAYARAK KENARINDAN GEÇTİ 12 Nisan 1934… İzmir… Mustafa Kemal bir süre dinlendi. Sonra rıhtım boyunda halkın arasına karıştı. Öğrenime yeni başlayan Gazi İlkokulu’nu ziyaret etti. Akşam saatlerinde bir sürpriz yaparak Hâkimiyet-i Milliye İlkokulu öğrencilerinin yararına İzmir Palas Atatürk Ayvalık'a gelmeden önce uğradığı Foça'da
doğru uzattı. İçten gelen coşkulu bir sesle, “Senin ismini andıkça, senin resmine baktıkça, seni karşımda görünce damarlarımda bir şeylerin kaynadığını duyuyorum. Ah seni doya doya öpmek istiyorum!” deyiverdi. Etkilenen Mustafa Kemal de kollarını açtı. Küçük Ali’ye, “Öyleyse gel bakalım!” dedi. Ali’nin koşup onun boynuna atıldığını gören diğer çocuklar hep birlikte, “Biz de, biz de!..” diye bağırarak harekete geçtiler; Mustafa Kemal’in çevresini sararak onu öpmeye başladılar. Vali Kazım (Dirik) Bey, paşalar, yaverler... herkes heyecan ve sevinç içindeydi. Çocukların samimi coşkusu Mustafa Kemal’i duygulandırmıştı. Yanındakilere
döndü, mutluluk okunan bir sesle şöyle dedi: “İşte benim neslim bunlar... Onlar benim akranım!” Ve 13 Nisan… Sabah saat 8… Mustafa Kemal üstü açık bir otomobille İzmir’den Bergama’ya hareket etti. Kendilerini havadan iki uçak izliyordu. Yanında Fahrettin (Altay) ve İzzettin paşalarla, İzmir Valisi Kazım (Dirik) Paşa ve İzmir CHP İl Başkanı Hacim Muhittin (Çarıklı) bulunuyordu. Yol boyu, tepeler/bayırlar insan kalabalığından geçilmiyordu. Mustafa Kemal eski İzmir garajının yakınında, askeri kuvvetlerin bulunduğu eğitim alanına uğradı. Piyade ve topçu alaylarını teftiş etti, tatbikat yaptırdı. O sırada topçu alayında Batarya Komutanı olan Sadettin Yalçın o günü anılarında şu cümlelerle paylaştı: “Mustafa Kemal Paşa, verdiği bir komutla tatbikatı başlatıp izledi. Gerçek bir savaşın canlandırıldığı bu tatbikat Bergamalıları da heyecanlandırdı. Kalabalığın hepsi birden alkışlayarak, ‘Yaşasın Gazi Paşa!’, ‘Yaşasın kahraman ordumuz!’ diye coşkulu bir tezahürat yaptı. Paşa, bir ara tatbikat alanına girdi. Mevzilenmiş erlerin yanına giderek, ‘Burada ne yapıyorsunuz?’ diye sordu. Ahmetbeyler köyünden Tevfik Karakuş adındaki er, ‘Komutanım… Karşıdan düşman geliyor, biz de karşı duruyoruz!’” diye karşılık verdi. Mustafa Kemal Paşa, ‘Hepiniz o tarafa bakıyorsunuz… Düşman ya bu taraftan gelirse ne olacak?’ diye ikinci sorusunu yöneltti. Aynı er, ‘Başımızda senin gibi bir komutan varken dört yandan da gelseler bize vız gelir!’ diye cevaplayınca, Mustafa Kemal erlerin sırtlarını sıvazladı ve yanlarından ayrıldı.” Mustafa Kemal Bergama’da daha sonra Halkevi’ne uğradı. Halkevinin ön giriş kapısına yaklaştığında geçeceği yerlere serilmiş olan halıları görünce durdu, bir süre ilgiyle halıları izledi. Bir halıyı işaret ederek, “Bakınız efendiler... Yüce ulusumuzun sanatkâr elleri bizlerin üstün becerisiyle zevkini bu şahesere ne büyük ustalıkla işlemişler. Bu sanat eserimiz sokakta yerlere serilmek ve çiğnenmek yerine gururla saklanmalıdır” dedi. Kaymakam ve Belediye Başkanına halıların kaldırılmasını
14
ayrılan Mustafa Kemal, Gömeç ve Burhaniye’den geçerek bir saat kadar sonra Edremit’e ulaştı. 13 Nisan gecesini orada geçirdi. (Edremit’te kaldığı Tuzcumurat Mahallesi Çayiçi Caddesi üzerinde bulunan terkedilmiş haldeki bu ev geçtiğimiz günlerde Edremit Belediyesi tarafından kamulaştırıldı. Aslına uygun olarak restore edilecek.) Ertesi sabah ilk işi piyade alayını teftiş etmek olan Mustafa Kemal, Edremit’ten ayrıldıktan sonra Ezine’deki dağ sancağıyla Sarıçalı’daki topçu birliğini denetledi ve akşama doğru Çanakkale’ye vardı. Atatürk Ayvalık'ta söyledi; üzerlerine basmadan kenardan yürüyerek Halkevi’ne girdi. (Atatürk’ün beğendiği halı o günlerin Kaymakamı Fikri Şengül ile Belediye Başkanı Hasan Çelebioğlu tarafından halı sahibinin de onayıyla, ‘Bergama hatırası’ olarak Atatürk’e hediye edildi. Halı günümüzde Ankara’da, Etnografya Müzesi’nde, Atatürk’e ait eşyalar bölümünde sergileniyor.)
Mustafa Kemal’in Ayvalık ziyareti 14 Nisan 1934 tarihli Akşam gazetesinde şu satırlarla yer aldı:
Mustafa Kemal Halkevi’nden ayrıldıktan sonra antik yerleri ve Asklepion’u gezdi, Alman arkeologların açıklamalarını dinledi. 1922 yılında açılan Zübeyde Hanım İlkokulu’nun önüne geldiğinde okulun girişinde ve balkonun önünde annesinin yağlı boya ile yapılmış büyük resmini görünce, durup bir süre baktı; “Muhterem valideciğim” diyerek Bergama halkına teşekkür etti.
Erkek, kadın ve çocuk şehir halkı hep birlikte caddeleri geçilemeyecek kadar doldurmuştu. Gazi Hz. şehrin girişinde otomobilden indiler, her taraftan alkış tufanı koptu. Halkın heyecanı zaptedilemez bir hale gelmişti.
MUSTAFA KEMAL PAŞA AYVALIK’TA OTOMOBİLLE ÇAM TEPESİNE ÇIKTI Aynı gün, yani 13 Nisan 1934 öğle sonrası… Mustafa Kemal Bergama’dan Dikili’ye geçti. Kentin her köşesi süslenmişti. Burada da otomobilinden indi. Yürüyerek Gençlik Birliği’ne gitti, bir süre Dikilililerle görüştü. Yakınlarda bulunan süvari alayını teftiş etti. Bir çınar ağacının altında ayran içti ve Ayvalık’a doğru yola çıktı. Bu arada Altınova’ya uğramayı da ihmal etmedi. Orada kısa bir süre kaldıktan sonra Ayvalık’a ulaştı. Üzerinde gri golf giysiler vardı ve elinde bir şapka tutuyordu.
“Reisicumhur, bir süre kaldığı Dikili’den, coşkun halkın arasından geçip Ayvalık’a hareket buyurdular. Ayvalık’ta da yapılan karşılama çok düzenli ve görkemli oldu. Şehir baştan başa donanmış, çeşitli taklar yapılmıştı.
Reisicumhur Hz. bu coşkun sevgi havası içinde uzun süre yaya yol aldılar. Ondan sonra otomobille Çam tepesine çıktılar. Oradan Cumhuriyet Halk Partisi binasına geçerek çayda bulundular. Akşam yedi buçukta Edremit yönünde yollarına devam ettiler.” İRAN ŞAHI GELDİĞİNDE ONUNLA BİRLİKTE ZİYARET EDECEĞİ KENTLERİ GEZEN VE ASKERİ BİRLİKLERİ DENETLEYEN MUSTAFA KEMAL GÖRDÜKLERİNDEN MEMNUN KALMIŞTI Mustafa Kemal Ayvalık’ta belediyeyi de ziyaret etti. Tarihi binanın o günlerde kullanılan arka kapısından girerek üst kata çıktı. Orada deniz tarafındaki balkonda bir süre oturdu. Ayvalık’a yaptığı ilk ve son gezisini tamamlayarak kentten
Çanakkale’deki karşılama töreni de coşkuluydu. Memurlar, öğrenciler, izciler, sporcular ve kadın-erkek bütün halk, önlerinden yaya olarak geçen ve Vali Konağı’na giden Cumhurbaşkanı’nı selamladı. Mustafa Kemal aynı gün savaş alanlarını gezerek anılarını tazeledi; bir yandan da bir kez daha barış mesajlarını paylaştı. Gece onuruna verilen baloya katıldı. Takvimler 15 Nisan’ı, saatler öğle vaktini gösterdiğinde Mustafa Kemal, Çanakkale’den otomobille ayrıldı. Balya üzerinden Balıkesir’e ulaştı. Şehrin girişinde konuşlanan piyade alayını, topçu ve istihkâm birliklerini ziyaret etti. Geceyi Balıkesir Vali Konağı’nda geçirdi. Ertesi sabah trene binerek Ankara’ya döndü. İki ay kadar sonra Türkiye’ye gelecek olan İran Şahı Rıza Pehlevi’yle birlikte ziyaret edeceği kentleri ve buralardaki birlikleri yerinde görüp denetlemiş ve sonuçtan memnun kalmıştı… KAYNAKÇA -Şevket Süreyya Aydemir, ‘Tek Adam’, Remzi Kitabevi, 2003 -Necmi Ülker-Vehbi Günay-Latif Taşdemir, ‘İzmir’in Sevinç Günleri/Atatürk’ün İzmir Ziyaretleri’, Ege Üniversitesi Yayınları, 2009 -Ercan Kostak, ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanı Olarak Katıldığı Askerî Manevralar’, Ankara Üniversitesi Türk İnkilâp Tarihi Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2016 -Yrd. Doç. Dr. Muhittin Gül, ‘Atatürk’ün Yurt Gezilerinin Kamuoyu Oluşturmadaki Rolü’, Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 8-Sayı 3 - Yrd. Doç. Dr. Mevlüt Çelebi, ‘Atatürk’ün Manisa’yı Ziyareti’, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 14Sayı 40, Mart 1998 -İzmir Kültür ve Sanat dergisi -Dr. Eren Akçiçek, ‘Atatürk ve İzmir (Anılarla)’, Hürriyet gazetesi, 9 Eylül 2011 -Cumhuriyet gazetesi, 11 Nisan 1934 -Akşam gazetesi, 14 Nisan 1934 -berksav.org, ‘Atatürk’ün Bergama’ya Gelişi
15
Bir 23 Nisan’ı daha geride bıraktık. Dünyanın ilk ve tek çocuk bayramı olan bu özel günde çocuklarımızın gösterilerini gururla izledik, sevinçlerine ortak olduk, her zamankinden daha fazla mutlu etmeye çalıştık. Zaten bütün çabamız onların yüzünü güldürebilmek için değil mi? Bunun için elimizden gelen fedakârlığı yapmıyor muyuz? Gözümüzden bile sakındığımız yavrularımıza güzel bir yarın bırakmak için var gücümüzle çalışmıyor muyuz? Peki, onları bekleyen tehlikelerden ne kadar haberdarız? Örneğin madde kullanımı... Ne yazık ki bu ‘felaket’ ülkemizde de çocuklarımızın geleceğine kurulan tuzakların başında geliyor. İlgili kurum ve kuruluşlar her ne kadar gereken mücadeleyi veriyorsa da onları bu tuzaklardan korumanın, uzak tutmanın yollarını biz ebeveynlerin öğrenmesi, bilmesi gerekiyor. Bu amaçla, göreve yeni başlayan Ayvalık İlçe Sağlık Müdürü Dr. Mehmet Onur Koçak’ı ziyaret ettik. Koçak sizler adına sorduğumuz tüm sorularımızı içtenlikle ve en doyurucu şekilde yanıtladı. 16
BAĞIMLILIKLA MÜCADELE ‘ÇOK AYAKLI’ BİR YAPILANMA GEREKTİRİYOR VE BİZ BUNA SAHİBİZ. BAŞARIYA ULAŞMAK İÇİN TEK İHTİYACIMIZ TOPLUMSAL BİLİNÇ GÜLBENİZ ŞENTAY
S
ayın Dr. Mehmet Onur Koçak, sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?
-1988’de Antalya’da dünyaya geldim. 2012 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Aile Hekimliği ve İlçe Sağlık Müdürlüğü görevlerinde bulundum. Üç buçuk ay kadar önce Ayvalık’a atandım. Evliyim. İlçe sağlık müdürü olarak göreve başlamanızın üzerinden çok kısa bir süre geçti. Ayvalık’ta ilk olarak hangi konular gündeminizde yer aldı? -Öncelikle sağlık sistemimizin ilçemizde nasıl işlediğine baktım. Hemen belirtmek isterim ki gerek birinci basamak (aile hekimliği) gerek ikinci basamak (hastane) hizmetlerde bir sıkıntı yaşamıyoruz. Göreve başladığımdan bu yana halktan “Şöyle şöyle sıkıntılar var!” tarzı bir geri dönüş de olmadı açıkçası. Tabii ara sıra biz de ufak-tefek sorunlarla karşılaşıyoruz. Ancak genel işleyiş aksamıyor. Bu anlamda sistemin oturmasını olumlu buluyorum. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle bugün çocuklarımızın geleceğine kurulan tuzakları ele alalım ve özellikle
bağımlılık konusunda aileleri uyaralım istiyoruz. Bağımlılığın tanımını yaparak başlayabilir miyiz? -Elbette... Bağımlılık; kişinin kullandığı bir nesnenin ya da bir alışkanlığın üzerindeki kontrolünü kaybetmesidir. Bağımlılığı tütün/ alkol/uyuşturucu ve teknoloji bağımlılığı adı altında, dört ana kategoride ele alabiliriz. Sigara; içinde sağlığa zararlı dört bin maddeyi barındıran ve insanı yavaş yavaş öldüren bir alışkanlık… Tek başına pek çok kanser türünün nedeni… Örneğin sigara içenlerde akciğer kanserine yakalanma riskinin 22 kat arttığı saptanmış durumda. Aynı zamanda sigara amfizem, KOAH gibi yaşam kalitesini düşüren pek çok hastalığa sebep oluyor. Ayrıca bilimsel veriler bize sigaranın madde kullanımında bir basamak olduğunu ve madde bağımlılarının yüzde 85’inin bu işe sigarayla başladıklarını gösteriyor. Alkolün bağımlılık düzeyi daha farklı… Bu nedenle tütün kullanımındaki gibi tek seferde bağımlılık yapmıyor. Ülkemizde 17 milyon civarında alkol tüketen insan var ve bunların yaklaşık 100 bini bağımlı. Yani her alkol alan hemen bağımlı hale gelip alkolizm batağına saplanmıyor. Ne var ki alkol
tüketim yaşı ürkütücü bir şekilde giderek düşüyor. 11 yaşında alkol kullanan çocuklara rastlıyoruz. Teknolojik bağımlılıksa modern zamanların en yaygın hastalığı... Çocuk, genç ya da yetişkinlerin saatlerce bilgisayar, telefon, oyun konsolları başında kaybettikleri tek şey sadece değerli zamanları olsa keşke!.. Maalesef ruh ve beden sağlıklarını da kaybediyorlar. Bağımlılığa neden olan ‘madde kullanımı’ hakkında ne söylemek istersiniz? -İnsana ilk anda keyif veren ama kısa sürede bağımlılığa yol açarak kullanıcının hayatını kâbusa dönüştüren bu maddeler uçucu gazlar, doğal veya sentetik uyuşturuculardan oluşuyor. Madde kullanımıysa kişinin, “Bir kereden bir şey olmaz!”, “Ben bağımlı olmam! İstediğim zaman bırakırım!” demesi ya da sosyal bir ortamda daha öz güvenli, daha rahat davranabilmek adına bu tür bir maddeyi denemesiyle başlıyor. Ne var ki kısa sürede aldığı keyfi ve rahatlamayı arar, ona ihtiyaç duyar hale geliyor. Böylece kendisini bağımlılığa sürükleyecek adımı, o tek kullanımla atmış oluyor. Çocuk ve gençlerimizi madde bağımlılığına iten sebepler neler? -Merak, arkadaş çevresi, fiziksel ve psikolojik sorunlar, sevgisizlik, ilgisizlik, büyüklere özenme, anne veya babanın kaybı, parçalanmış aile, ailede madde bağımlısının bulunması gibi pek çok neden sıralayabiliriz. Fakat kanımca en önemli etken çocuğun gereken eğitimi almayışı... Zira bu iş temeli ailede atılan bir eğitim işi... Birey toplumda yaşaması için gereken bilgi, beceri ve anlayışları önce aile ortamında edinir. Yani anne ve babasının öğretileri, davranış biçimleriyle şekillenir. Evinden aldığı terbiyeyle, bilgiyle hareket eder. Bu birikimin üstüne okulda yeni taşlar döşenir. Nihayetinde toplumsal
eğitimle kendi yolunu çizer. Donanımı yetersiz olduğundaysa özellikle ergenlik gibi hassas dönemlerde aileden kopmalar yaşayabilir. Kendine yeni rol modeller arayışına giren çocuk, az önce saydığımız arkadaş çevresi ve benzeri diğer faktörler yüzünden yanlış bir limana yanaşabilir. Bütün bunlar çocuk ya da genci madde kullanımına itebilir. Son derece kırılgan oldukları bu dönemde ebeveynlerin onlara sabırla, inatla, sevgiyle destek olmaları lazım diye düşünüyorum. UYUŞTURUCU TACİRLERİ KİMİN ÖLÜP, KİMİN KALDIĞIYLA İLGİLENMEDİKLERİ İÇİN SENTETİK UYUŞTURUCULARIN İÇİNE FARE ZEHİRİ, SİNEK İLACI, ÇAMAŞIR SUYU, AMONYAK VE BENZERİ ÖLÜMCÜL MADDELERİ KARIŞTIRMAKTAN ÇEKİNMİYOR Dünya ülkelerinin ortak sorunu olan madde bağımlılığının ülkemizdeki boyutu nedir? -2017 yılında sekiz bakanlık ortak bir çalışmaya imza attı. Milli Eğitim Bakanlığı da bu çalışmanın içinde yer aldı. Madde kullanımına karşı büyük bir mücadele yürüten Yeşilay hazırlanan rapora kurum olarak ciddi katkı sağladı. Yaş gruplarına göre oranlarını bilmiyorum ama hazırlanan rapora göre 2017 yılı itibarıyla madde bağımlılığı tedavisi olmak için 680 bin kişi başvurmuş. Tabii bu rakama tedavi olmak istemeyenler, kayıt dışı olanlar dahil değil. Tedavi merkezi olarak 37 AMATEM’imiz, 6 ÇEMATEM’imiz var. Tedavilere harcanan paraysa 150 milyon lira. Bu da ülke ekonomisi açısından ciddi bir rakam! Peki, Ayvalık’ta durum nasıl? -Ayvalık’a geleli henüz üçdört ay oldu. Kesin rakamı henüz bilmemekle birlikte ülkenin bir parçası olarak burada da madde bağımlılığı
‘AŞI KARŞITLIĞI’ SON DÖNEMLERDE KARŞILAŞTIĞIMIZ VE ÇOCUKLARIMIZIN, DOLAYISIYLA TOPLUMUN SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN CİDDİ BİR SORUN
“Ç
ocuklarımızın ve toplumun sağlığı açısından gündeme getirmem gereken bir konu var: ‘Aşı reddi’ Son zamanlarda özellikle sosyal medyadan etkilenerek çocuklarına koruyucu aşı yaptırmak istemeyen ebeveynler nedeniyle sıkıntılı bir süreç yaşıyoruz.. Maalesef Körfez Bölgesi’nde ‘aşı karşıtlığı’ diyebileceğimiz eğilim yaygınlaşmakta. Bu gerçekten büyük bir sorun. Evet, dünyada artık çiçek hastalığı diye bir şey kalmadı, ülkemizde çocuk felci vakası on beş-yirmi yıldır bildirilmiyor ve ‘Kızamık Eleminasyon Programı’ sayesinde hastalıkla baş etmekte çok iyi bir yerdeyiz. Ne var ki ‘aşı karşıtlığı’ nedeniyle bütün unuttuğumuz hastalıkların hortlaması söz konusu. Korkumuz bu! İşin kötüsü çocuğuna aşı yaptırmayan bir anne ya da baba, “Bakın! Benim çocuğuma bir şey olmadı!” diyor. Oysa bilmediği şey şu: Bugüne kadar süre gelen aşılarla topluma yüzde 90- 95 oranında bağışıklık kazandırılmış durumda. Aşılanmayanların sayısındaki artış nedeniyle bu işin ‘eşik değeri’ aşılırsa toplumsal bağışıklık çöker ve salgın hastalıklar yeniden başlar. Nitekim bugün Avrupa kızamıkla boğuşuyor. Bu yüzden Romanya’da çocuklar ölüyor. Yemen’de difteri salgın halde. Oysa biz bu ülkelere benzememek için gereken şansa sahibiz. O şans da aşılar... Bulaşıcı hastalıklara davetiye çıkarmamak adına Bakanlığımız ve bizler eğitim çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz. Vatandaşlarımızın bu konuda da daha duyarlı ve bilinçli davranmaları sayesinde sorunun kolayca çözümleneceğine inanıyorum.”
17
mevcut... Sevindirici olan nokta şu ki, vahim bir durumla karşı karşıya değiliz. Ancak, “Vahim bir durum yok!” deyip oturmuyoruz. Okullarımızda bilgilendirme çalışmaları yapıyoruz. En son 1-7 Mart Yeşilay Haftası vesilesiyle ‘teknoloji bağımlılığı’ hakkında öğrencilerimizi aydınlatmak amacıyla okullarımızı ziyaret ettik. Bağımlılıkla ilgili İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüz, rehber öğretmenlerimiz aracılığıyla öğrenim çağındaki çocuk ve gençlerimize ulaşıyoruz. Emniyet Müdürlüğümüz bu konuda çok hassas. Kaymakamımızın sorunun üzerinde önemle durduğunu biliyorum. Zaten her fırsatta toplum olarak uyanık olmamız gerektiğini ve sorunun çözümü için ihbar mekanizmalarını çalıştırmak zorunda olduğumuzu dile getiriyor. Zira gerek Emniyet, gerek Jandarma bir yerden istihbarat almak zorunda. Bu şekilde daha fazla madde kullanıcısına anında müdahale edilebiliyor, satanlar yakalanıyorlar. Dediğim gibi kullanım kaygı verici boyutta değil ama maddeye alıştırılan çocuk ve gençlerimiz adına endişeleniyoruz. Çünkü çok acı çekiyorlar. Sayın Koçak, tek kullanımda bile son derece ölümcül olan sentetik uyuşturucular hakkındaki düşünceniz nedir? -Sentetik uyuşturucular tamamen kimyasal maddelerin sentezinden elde edilen, bağımlılık oranı yüksek keyif verici maddeler. Bunlar merdiven altında az-buçuk kimya bilgisiyle üretilebilen, içeriğinde bin bir türlü kimyasalın büyük bir sorumsuzlukla kullanıldığı ve sağlığa vereceği ‘zarar eşiği’ gözetilmeden hazırlanan çok tehlikeli maddeler. Yani sentetik maddelerin içine etkiyle birlikte bağımlılığı arttırmak için ne kadar fare zehiri, ne kadar sinek ilacı, ne kadar çamaşır suyu, amonyak ve benzeri ölümcül madde karıştırıldığı bilinmiyor. Zaten içerdiği kimyasalların miktarı da her seferinde değişkenlik gösteriyor. Bir oran, bir ölçü yok! Çünkü uyuşturucu tacirleri kimin ölüp, kimin kaldığıyla ilgilenmiyor. Hemen her yerde imal edilebilen bu kimyasallar çocuk ve gençlerimizin, vatandaşlarımızın önündeki en tehlikeli tuzaklardan biri konumunda. Zira maliyeti ucuz, erişimi kolay ve bir ilaç tanesi büyüklüğünde oldukları için takibi zor. Sentetik uyuşturucuları nasıl tanıyabiliriz? -Bu maddeler üzerine kalpler, çiçekler çizilmiş veya jelibon, bonbon
18
görüntüsü verilmiş, hatta sevimli minik hayvancıklar biçimine sokulmuş rengârenk, albenili, şekerlere benziyor. Amaç ne? Amaç tabii ki ilgi uyandırmak, maddeye masumane bir kılıf hazırlayarak çocuk ve gençlerimiz arasında kullanımını kolaylaştırmak ve yaymak. Madde bağımlılığının bireyde yarattığı psikolojik ve fiziksel değişimler neler? -Madde kullanımı beynin kimyasını değiştirir. Bu nedenle vücudun kendi akışındaki düzeni bozulur. Beynimizdeki kişilik bilgilerini içeren ön lobun etkilenmesi bireyin kendisini başka biri gibi algılamasına neden olur. Madde beyindeki diğer merkezlere ulaştığında denge bozukluğu, geçici ya da kalıcı bellek yitimi yaşanır. Zaman, mekân, yer kavramları karışır. Sinir hücrelerimiz hasar görür. Baş dönmeleri, kramplar bu patolojik tabloya eşlik eder. Sıvı kaybına bağlı olarak karaciğer, böbrek gibi hayati organlarımız çalışamaz hale gelir. Kan basıncımız, vücut ısımız yükselir. Ya da tam tersi kalp ritmi yavaşlar ki bu durum ani ölümlere yol açabilir. Bunlar fiziki etkilerdir. Davranış değişiklikleri, hayal alemine dalma, halüsinasyonlar, aşırı stres, öfke kontrolünü kaybetme, saldırganlık psikolojik değişimlerin göstergesidir. Özellikle bazı sentetik maddeler bireyin saldırganlığını şiddete, hatta vahşete dönüştürebilir. Örneğin son son en yakın arkadaşlarının vücut bütünlüğüne zarar veren vakalarla bile karşılaşıyoruz. Kısacası görece bir keyif hali; bireyi insanlıktan çıkarıp, hem kendisine hem çevresine cehennem hayatı yaşatabilir. Ne yazık ki bundan dönüş de hiç kolay değildir. YAPILACAK İLK İŞ ÇOCUĞU UYUŞTURUCU MADDEYİ BULABİLECEĞİ ORTAMLARDAN UZAK TUTMAK, ERİŞİMİNİ ENGELLEMEKTİR. EBEVEYNLER BU KONUDA GEREKİRSE EMNİYET GÜÇLERİYLE İŞBİRLİĞİNE GİDEBİLİRLER Aileler çocuklarını bu tür tehlikelere karşı nasıl koruyabilirler? -Çocuklarımızı yalnız başına bir yere bırakmamanın çözüm olacağını sanmıyorum. Yineleyeceğim belki ama "Çare eğitimde!" diyorum. Bebeklikten başlayarak evlatlarımızı hayata hazırlamalıyız. Harçlıklarını yönetmekten arkadaş seçimine kadar geniş bir yelpazede onları eğitmeliyiz. İlkokul, hatta anasınıfından itibaren dışarıda bekleyen tehlikelerden ve sonuçlarından haberdar etmeliyiz. Yine onlara imkanlarımız dahilinde
iyi bir öz bakım, iyi bir gelecek sunmalı; sevildiklerini, birey yerine konduklarını hissettirmeliyiz. Tabii bütün bunları yaparken sağlıklı bir iletişim kurmamız, çocuğun çekinmeden bizimle her şeyi konuşabileceği bir ortam yaratmamız şart. Zira bu ortam aileyle bütünleşmesini sağlar, aidiyet duygusunu pekiştirir ve onu madde kullanımından uzak tutar. Çocuklarımızın nerede, kimlerle ne yaptığını bilmemizin yolu bence buralardan geçiyor. Aslına bakarsanız sözlerim sadece madde kullananları kapsamıyor! Ruhen ve bedenen sağlıklı kuşaklar yetiştirmek istiyorsak değindiğimiz her noktaya dikkat etmek zorundayız. Okullarda bu tür tehlikeleri işleyen bir müfredat programı var mı? -Olmaz olur mu? İlkokullarda Hayat Bilgisi derslerinde özellikle arkadaş seçimi, sosyal bir birey olarak iyi ve sağlıklı ilişkiler kurmanın yolları okutuluyor. Ortaokul Fen Bilgisi derslerinde tütün ve alkol konusunda eğitim veriliyor. Lisedeyse istemedikleri bir tutum ya da yaklaşıma ‘Hayır!’ demek dahil, gençler pek çok konuda uyarılıyorlar. Kendilerine zarar verebilecek, vücut bütünlüklerini bozacak kesici-delici alet/madde kullanımı, suça yönlendirme/teşvik gibi olumsuz davranışlar hakkında bilgilendiriliyorlar. Ayrıca Yeşilay’ın kurduğu internet sitesi (tbm.org.tr) bağımlılıkla mücadele konusunda 11 milyon öğrenciye, 30 bin rehberlik ve psikoloji öğretmenine, 2 milyon veliye ulaşmış durumda. Sayın Koçak, şayet çocuğumuz madde kullanıyorsa ne yapmalı, nasıl davranmalıyız? -Çocuk ya da genç madde kullanıyorsa, “Nasıl yaparsın?” diye bağırıp-çağırmakla sorunun üstesinden gelemeyiz. Sağlıklı aile yapılarında -ki madde kullanımına ender rastlıyoruz- çocukla aile
arasında yaşanan kopukluk kısa süreli oluyor. Ailenin toparlanıp, evlatlarına destek çıkmasıyla birlikte sorun daha kolay aşılıyor. Onlar çocuklarına kızmak yerine madde bağımlılığının ne olduğunu, ruhuna ve bedenine vereceği zararları usanmadan anlatıyorlar. Doğru bir yol izliyorlar çünkü ceza asla onayladığımız ve netice alabildiğimiz bir yöntem değil! Kaldı ki çocuk ya da genç, kullandığı maddeyi bırakma çabası içindeyse ufak-tefek ödüllerle onu motive etmek doğru bir yaklaşım olacaktır. Yanı sıra yapılacak ilk iş, kızımızı ya da oğlumuzu maddeyi bulabileceği ortamlardan uzak tutmak, maddeye erişimini engellemektir. Bu konuda gerekirse ebeveynler emniyet güçleriyle işbirliğine gidebilirler. Zor bir süreç yaşayacaklarını biliyorum ama inanın aşılmaz değil! Ben, bir nedenle çocuklarına yeterli ilgiyi gösteremeyen ancak sıfırdan başlayarak çocuklarıyla iletişim kuran, evlatlarını kurtarmayı başaran aileler gördüm. Sevgiyle yaklaşıldığında gerçekten de çok başarılı sonuçlar elde edilebiliyor. Ayrıca madde bağımlılığıyla mücadele için bağımlılığın yerine konulacak çeşitli spor ve sanatsal aktiviteler kazandırmak çok önemlidir. Tabii ki en önemlisi de mutlaka tıbbi bir destek alınması gerektiğidir. İlçe Sağlık Müdürlüğü olarak madde bağımlılığıyla mücadele konusunda siz nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz? -Çalışmalarımız Türkiye genelinde valiliklerimizin koordinatörlüğünde yürütülüyor. Mücadele konusunda eğitim faaliyetlerinde bulunuyoruz. Mücadeleyi ilgili kurum ve kuruluşlar, Yeşilay vb. derneklerin desteğiyle sürdürüyoruz. Örneğin ihmal nedeniyle bir çocuk madde bağımlısı olmuşsa orada Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız devreye giriyor. Tedavide sorun maddi imkânsızlıksa meseleye Sosyal Yardımlaşma Vakfı el koyuyor. Uyuşturucunun kara, deniz, hava yoluyla ülkeye girişini güvenlik güçlerimiz, Emniyet Müdürlüklerimiz, Jandarma, Silahlı Kuvvetlerimiz, Sahil Güvenlik engelliyor. Anlayacağınız multi-disipliner bir çalışma yapılıyor. Çünkü bağımlılıkla mücadele ‘çok ayaklı’ bir yapılanma gerektiriyor ki buna da sahibiz. Başarıya ulaşmak için tek ihtiyacımız toplumsal bilinç. O bilinç oluştuğunda bu iş hepten bitecektir. Sayın Koçak, son olarak Ayvalık halkına söylemek istediğiniz bir şey var mı? -Bu gibi konular gündemimizde daha fazla yer almalı. Çünkü bir şeyi görmezden gelmek, o sorunu sadece büyütmeye yarar. Belki problemin yüzde yüz önüne geçemeyiz fakat birbirimize saygı duyarak, birbirimizi severek ve toplum bilinci oluşturarak sorunu ‘minimalize’ edebiliriz. “Bana ne?”, “Benim çocuğum değil ki!” vurdumduymazlığıyla hiçbir yere varamayız. Bu sebeple İlçe Sağlık Müdürü olarak basın dahil herkesten destek bekliyorum. Sokaktaki vatandaştan esnafa hepimiz uyanık davranır, kuşkulandığımız durumları gerekli makamlara bildirirsek, çocuklarımızın geleceğine kurulan acımasız tuzakların önüne hızla geçebiliriz.
GEREKTİĞİNDE BAŞVURULACAK TEDAVİ MERKEZLERİ İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi ÇEMATEM Tel: 0232 453 02 11 Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi ÇEMATEM Tel: 0224 800 21 00/Dahili: 22 70
Çocuğunuzun madde kullanıp kullanmadığını nasıl anlayabilirsiniz?
K
ullanılan maddeye göre farklı belirtilere rastlamak mümkündür. Ancak aşağıdaki herhangi bir şıkka ‘Evet!’ yanıtını veriyorsanız bu belirtilerin başka bir sebepten kaynaklanmadığından emin olunuz. Yani çocuğunuzun genel olarak yaşadığı değil, son zamanlarda ortaya çıkan değişiklikler olduğundan emin olunuz.
Fiziksel Belirtiler Uyku bozuklukları yaşıyor mu? Gözlerinde kızarıklık ve göz bebeklerinde büyüme var mı? Ani kilo kaybı var mı? Kusma veya iştahsızlık yaşıyor mu? (Aşırı uyuma, uyuyamama vb.) Son zamanlarda sık sık burun kanaması sorunu yaşamaya başladı mı? Epilepsiye bağlı olmayan kasılma nöbetleri geçiriyor mu? Fiziksel görünümünde bir değişiklik var mı? Kişisel bakımını ihmal ediyor mu? Hareketlerinde önemli bir koordinasyon bozukluğu dikkatinizi çekiyor mu? Vücudunun herhangi bir yerinde nasıl olduğunu hatırlayamadığı ya da size açıklayamadığı yaralanma, yanma, burkulma, incinme benzeri bir durum var mı? Alışılmadık bir ağız kokusu hissediyor musunuz? Ya da vücudunda veya elbiselerinde bu tip bir koku fark ettiniz mi? Vücudunda veya ellerinde titreme var mı? Tutarsız veya geveleyerek mi konuşmaya başladı? Bitkinlik, dalgınlık yaşıyor mu? Hareketlerinde bozukluk veya dengesizlik seziyor musunuz? Sinirli ve saldırgan olmaya başladı mı?
Davranışsal Belirtiler Son zamanlarda okulda sorun yaşıyor mu? Okula veya derslere karşı ilgisinde azalma var mı? Ders başarısında düşme var mı? Dikkatte azalma var mı? Performans kaybı var mı? Okul dışındaki aktivitelere (hobiler, spor, vb.) karşı ilgisinde azalma var mı? Arkadaşlarından veya öğretmenlerinden şikâyet geliyor mu? Son zamanlarda harçlığının yetmediği veya para kaybettiği oldu mu? Evden değerli bir eşyanın eksildiği oldu mu? Arkadaşlarından borç para aldığına dair bir duyumunuz oldu mu? Hırsızlık davranışıyla karşılaştınız mı? Son zamanlarda kendini dış dünyadan izole ettiğini, içine kapandığını, şüpheli davrandığını düşünüyor musunuz? Alkol ve uyuşturucuyla ilgili müziklere, gruplara, posterlere karşı ilgi artması var mı? Daha fazla özgürlük talep etmeye başlama, kapıları çarpma, göz kontağı kurmamaya çalışarak konuşma gibi agresif davranışlar gözlüyor musunuz? Arkadaş grubunda veya her zaman gittiği mekânlarda bir değişiklik var mı? Son zamanlarda göz damlası, gözyaşı sıvısı kullanmaya (gözlerindeki kızarıklığı saklamak için) başladı mı? Suç işleme davranışıyla karşılaştınız mı?
Psikolojik Belirtiler Kişiliğinde aniden ortaya çıkan, açıklayamadığınız bir değişiklik gözlüyor musunuz? Duygu durumunda ani değişimler, asabiyet, ani patlamalar veya nedensiz gülme gibi davranışları var mı? Beklenmedik bir şekilde zaman zaman ortaya çıkan bir aşırı hareketlilik, bir aktivite artışı gözlemliyor musunuz? Genel bir motivasyon eksikliği, odaklanma güçlüğü, dalgınlık, uyuşukluk gözlemlediniz mi? Herhangi bir sebebi olmaksızın korku duyduğu, içine kapandığı, gerginlik yaşadığı veya aşırı şüphecilik gösterdiği oluyor mu? Kaynak: Yeşilay Türkiye Bağımlılıkla Mücadele Programı
19
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
Lise/1
A
yvalık’ta doğmuş, büyümüş, çocukluğunu, ilk gençliğini ve delikanlılığını Ayvalık’ta yaşamış, annesi ve babası Ayvalık Kabristanı’nda uzun uykularında dinlenmekte olan bir hemşerinizim. İlkokulu ve ortaokulu (doğal olarak) Ayvalık’ta okudum. Sonra sıra liseye geldi. Lise tam bir değişim dönemiydi. Bir taraftan derslerin çeşitliliği ve zorluğu, diğer taraftan doğanın çağrısı olan; sesin çatallanması karşısında duyulan çaresizlik, dudak üzerinde belli belirsiz kendini göstermeye başlayan bıyık gölgeleri gibi ergenlik sancılarıyla baş etmeye çalışmak... Öte yandan, hayata açılan üniversite penceresinden önceki son durak olmasının yarattığı bilinmezlik ve kaygılar... İşin özünü kaçırıyor olduğumuzun, yani aslında ne kadar güzel bir lise öğretimi ve eğitimi aldığımızın uzun yıllar sonra geriye dönüp baktığımızda farkına varabildik. Gerçekten; düşünüyorum da yaşı şimdilerde yetmişlere dayanan, o zamanın gençleri olarak bizler hayata böyle bir lise ortamında hazırlanmakla ne kadar şanslıymışız. Nereden başlasam anlatmaya? Haydi spor aktivitelerinden söz edeyim önce. Beden eğitimi öğretmenimiz Ali Bey’in önderliğinde okulumuz sporun hemen her dalında faaldi. Beden eğitimi sadece ısınma hareketleri ve kasadan atlamak gibi standart uygulamaların çok ötesindeydi. Her sınıfın bir voleybol ve basketbol takımı vardı ve öğle teneffüsü aralarında gerek sınıf içi gerek sınıflararası maçlar yapardık. O kadarla da kalmaz Balıkesir bölgesi müsabakalarına da katılır diğer kasabaların okul takımlarıyla karşılaşırdık. Bir de çeşitli sınıflardan arkadaşlarımızın katılımıyla oluşturulan futbol takımımız vardı. İsmail, İbrahim, Celal ve Kadri aklımda kalan oyuncularımızdı. Bir atletizm takımımız vardı. Çok yetenekli atletler çıktı o takımın içinden. Yine Ali Bey’in nezaretinde Çamlık’tan okula kadar kros yarışması düzenlendiğini, okulun yukarısındaki sahada kronometre ölçümüyle kısa ve uzun mesafe koşuları yaptığımızı hatırlıyorum. 19 Mayıs törenlerine hazırlanmak, o zamanki aklımızla bize çile gibi gelirdi. Oysa ne büyük şölenmiş o hazırlıklar ve 19 Mayıs’ta Ayvalık halkıyla bütünleşen gösteriler. İnsan elinden alınınca değerini anlıyor. Yüzme takımımız vardı. Ayvalık’ta doğan bütün çocuklar gibi takım üyelerimizin hayatlarının zaten yemek-içmek kadar doğal bir parçasıydı yüzmek. Ama
20
elbette içimizde sevgiyle andığım Apiko kardeşim gibi adeta yüzmek için doğmuş, Çanakkale körfez bölgesi yarışlarında madalyaları toplayan üstün yüzücüler de vardı. Ayvalık-Altınova arasında, herkesin kendi bisikletiyle katıldığı bir bisiklet kros yarışı yapmıştık. Bir kapalı spor salonumuz bile vardı. Şimdiki Sakarya İlköğretim Okulu, o zamanlar ortaokuldu ve bazı derslikleri de lise olarak hizmet veriyordu. Ana kapıdan girildiğinde sağda kalan büyük salon bizim kapalı spor alanımızdı. İçinde her türlü halat, halka, güreş minderleri, paralel barlar, toplar ve çeşitli ağırlıkların olduğu oldukça donanımlı bir salondu. Yağmurlu günlerde beden eğitimi derslerimizi orada yapardık. Spor, ders dışındaki zengin aktivitelerimizin sadece bir tanesiydi kısacası. Sıra geldi bandomuza. Boru ve trampet takımlarına sahip olan Ayvalık Lisesi Bandosu’nun kıyafetleri kırmızı ceket, beyaz pantolon, beyaz gömlek, siyah kravat, sırma şeritli şapkadan oluşuyordu. Ayvalık’ın kurtuluş günü olan 15 Eylül’de ve yine artık elimizden alınmış değerler olan resmi bayram günlerinden bir önceki gün bandonun tüm elemanları yoğun bir faaliyete girişirdi. Kavil adı verilen bir maddeyle borular ve trampetlerin metal kısımları güneş vurduğunda yalım yalım parlayacak kadar ovulurdu. Ertesi sabah takım halinde liseden çıkar, arkamızdaki sınıflara öncülük ederek Köprü durağına kadar serbest adımla gelir, Köprü’de düzenli yürüyüşe geçerek coşkulu bir şekilde meydana doğru yürür, bize ayrılan yerde konuşlanırdık. Bandonun başında tambur majör olarak heybetli yürüyüşüyle geçen yıl kaybettiğimiz sevgili ağabeyim ya da kardeşim Erden (Çelik) majör sopasını kâh sallayarak kâh havalara atıp tutarak yürür, bütün takıma öncülük ederdi. Benden bir yıl önce mezun olup Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne gitmek üzere ayrılınca bu onurlu görevi bana emanet etmiş, sonraki bir yıl boyunca okulun ve bandonun başında ben yer almıştım. Bu sayfayı okuma nezaketini gösteren sevgili okurlar; Ayvalık’ın bugününe dair muhteşem seçkileri, röportajları, incelemeleri, makaleleri, fotoğrafları bünyesinde toplayan Ayda Bir Ayvalık dergisinin bana ayrılan köşesinde; ‘eski’ Ayvalık’a dair anlar ve anıları sizlere aktardığımı bilirler. Yarım yüzyıl öncesinin Ayvalık Lisesi’ne dair daha söyleyecek çok şeyim var ama izninizle onları da bir dahaki sayıda paylaşayım. Umarım gençler babalarının ve annelerinin dönemine dair yaşananları ilgiyle, yaşıtım olan dostlarım da sevgiyle okurlar. Bir dahaki sayıda görüşmek dileğiyle.
Cumhuriyet’le birlikte, sanatın her alanında olduğu gibi fotoğrafçılık alanında da olumlu gelişmeler kendini gösterdi. Ülkemizde ilk fotoğraf çalışmaları Halkevleri’nde başladı. Kurslar, sergiler, yarışmalar düzenlendi. Gazeteler fotoğrafa yer verdi. Batı’nın yeni teknikleri gecikmeden ülkeye getirildi. Bu bağlamda ‘fotoğrafçılar’ stüdyodan dışarı çıkarak ülkenin yaşamını, insanını, doğasını, tarihini görüntüledi. Sonuçta fotoğraf, tıpkı dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de ‘sanat’ kimliği kazandı. Bu gelişmeler sürerken Ayvalık’ta da yaşamı, insanı, doğayı, tarihi ‘fotoğraflayan’ ve fotoğrafı sanata dönüştüren bir usta kendi koleksiyonunu oluşturdu. Adı Önder Aksoy’du...
60 YILDIR FOTOĞRAF ÇEKİYORUM 60 YIL DAHA ÇEKSEM AYVALIK’I BİTİREMEM
S
SERKAN KİBAR
izi tanıyabilir miyiz?
-Ayvalık’ta doğdum. İlkokulu ve ortaokulu Ayvalık’ta okudum. Daha ortaokuldayken fotoğrafa merak sardım. Bu merak lisede iyice depreşti. 1958 yılında lise öğrencisiyken -on beş yaşlarında filandımbir yakınımla ortak fotoğraf stüdyosu açmaya karar verdim ve açtık. İstanbul’da okurken ya da askerlik yıllarımda dükkâna ortağım baktı. Askerlik yıllarım bitince dükkânın başına geçtim. Hiç unutmam, Ayvalık’ta ilk vergi numaram 580’di. O günden bugüne fotoğrafçılıkla uğraşıyorum. 1958-2018... Şaka değil, altmışıncı sanat yılımdayım! Fotoğraf tutkunuzu aileniz nasıl karşılamıştı? -Ailem her zaman yanımda oldu. Ailem edebiyat yanlısı, müzik yanlısı dolayısıyla sanat yanlısıydı. Aile fotoğraf albümlerimiz çok zengindi. Abimin, yengemin, eşim Gönül Aksoy’un maddi ve manevi destekleri çok oldu. Çocukluğumuzdan beri her yıl fotoğraflarımız çekilirdi. Birinci yaş, beşinci yaş gibi her yaş albümlerimiz bulunurdu. Eski Ayvalık arşivlerimi, babamın arşivlerinden oluşturdum. Sonra onun yakınları, amca, dayı dediğimiz büyüklerimizden istifade ettik. Sonuçta, Ayvalık’ta 1900’lerden itibaren çekilmiş oldukça ciddi ve zengin bir eski Ayvalık arşivimiz oluştu. Ayvalık ve dışında kaç sergi açtınız? -Sayısını hatırlamıyorum. Ayvalık’ta hemen hemen her yıl sergi açtım diyebilirim. Yurt içi ve yurt dışı büyük karma sergilerde de fotoğraflarım yer aldı. Sayı önemli değil bence, esas olan Ayvalık için çalışmak. Ayvalık’ta geçen hayatımı bütünüyle ve sadece fotoğraf çekmeye adadım diyebilirim. Fotoğrafçılığı ticari anlamda da yaptım. Ancak amatör ruhla, sergilerle devam ettirdim. Stüdyo mu? Belgesel fotoğrafçılık mı? Sanat fotoğrafı mı? -Daha çok sanat fotoğrafı çekmeye özen gösterdim. Doğa ve insan kaynaklı fotoğraflar çektim. Hâlâ da bu yönde devam ediyorum diyebilirim. Doğa ve insan başta olmak üzere gözümün güzel gördüğü, bana çekici gelen her şeyi çekmeyi seviyorum. Çünkü Ayvalık’ın her köşesi, her sokağı, her konusu ayrı güzel; ayırt edemem. Her yerde fotoğraf çektim ama doğup büyüdüğüm Ayvalık’ın çok farklı olduğunu gördüm. Geçmişte, ülke çapında yayınlanan fotoğraf dergilerinde çok sayıda Ayvalık fotoğrafım yer aldı. Fotoğraf çekmeye başladığınız günlerden bugüne Ayvalık’ta ne gibi değişiklikler oldu?
“Ulusal çapta bir yarışmaya sadece bir defa katıldım. Çok sevdiğim gazeteci Abdi İpekçi anısına 1982 yılında Milliyet gazetesi tarafından düzenlenen fotoğraf yarışmasına katıldım. Ödül aldım, fotoğrafım ülkemizin önemli sanat dergilerinden Milliyet Sanat’ta yayınlandı. Başka yarışmaya katılmadım, kendimle yarışmayı tercih ettim.” -Ayvalık’ta büyük gelişme var. Geçmişte birçok eski eserde bilinçsizce kıyımlar oldu maalesef, onlara çok üzüldüm elbette... Ama biraz geç kalmış olsak da Ayvalık’ı korumaya başladık. Bundan sonra Ayvalık’ın sadece kendini ön plana çıkaracağını düşünüyorum. Çünkü Ayvalık’ın korunması gerek; bu konuda özen gerek.
21
EŞİMLE HAYATIMIZ KARANLIK ODALARDA GEÇTİ DERSEM, ABARTMIŞ OLMAM Geçmişe bakarsak, o günkü fotoğrafçılıkla bugünkü arasında ne fark var? -Teknoloji çok hızlı gelişiyor. Şu an gençler bile takip edemiyor. Bu teknolojinin gelişeceğini kırk yıl önce fotoğrafçı arkadaşlarımla yaptığımız bir sohbet sırasında söylemiştim. “Yeni geliştirilecek fotoğraf makinesinde, makinenin bir tarafına film takılacak, diğer tarafına kağıt takılacak, fotoğraf olarak anında çıktı alınacak!” demiştim. Oldu hepsi... Teknolojiye karşı değilim elbette. Ama sanatta teknoloji benim pek içime sinmiyor, ısınamıyorum. Biz kıtlıklar içinde çalıştık. Bir fotoğrafı hazırlamak çok zaman alıyor hatta saatlerce sürebiliyordu. Çekmek bile zaman alıyordu. Film banyosu var, kurutulması var. Negatifi, agrandizör usulü ile karta basmak var. Bu dediklerim karanlık oda teknikleri olarak nitelendirilmekte. Eşimle hayatımız karanlık odalarda geçti dersem, abartmış olmam... Ben de on yıldır dijital fotoğraf makinesi kullanıyorum. Ancak o günkü tadı bugünkü fotoğraflarda yaşayamıyorum. Genç fotoğrafçılara tavsiyeniz var mı? -Çok çalışsınlar, çok fotoğraf çeksinler. Ayvalık’ta yaşayan fotoğraf meraklılarına tavsiyem; her gün kare kare fotoğraflasınlar ve kesinlikle arşivlesinler.
22
Bugün dijital sistemler sayesinde fotoğraf çekmek çok kolaylaştı. İmkânlar bol... Dediğim gibi, 2018 yılındayız ve ben hâlâ fotoğraf çekiyorum. Altmışıncı sanat yılım... Altmış yıldır fotoğraf çekiyorum. Bir o kadar yıl daha çeksem Ayvalık’ı bitiremem. Ayvalık’ta fotoğraf çekmek için zaman önemlidir. Ancak zaman değişse de farklı güzelliklerle karşılaşıyorsunuz. Geçmişi de çok güzeldi. Bugünü de çok güzel. Ayvalık’ta fotoğraf çekmek nasıl bir duygu diye sorsam?
Ayvalık fotoğraf ya 1984 yılında Ö düzenledi. Tu ve Turizm Dern gerçekleştirile katılım bekl üstünde olmuş kapsamlı açılm
-Fotoğraf çekmek bence zor bir iş. Önemli olan görmek... Işığı görmek. Fotoğrafın anlamı zaten ışıkla çizmek. Işık çok önemli... İyi bir fotoğrafı çekmek için önce güzel bir gözle görmek, güzel bir kadraj yapabilmek gerekir. Ayvalık’ta fotoğraf çekmek kolay. Ayvalık’ta hangi konuda çalışmak isterseniz onu bulabilirsiniz. Doğa çalışmak isterseniz doğa var. Deniz manzarası çekmek isterseniz deniz var. Balık çalışmak isteseniz balık var. Zeytin çalışmak isterseniz zeytin var. İnsan çalışmak isterseniz insan var. Ev deseniz, sokak deseniz, hepsi var. Çok değişik yerlerden, değişik kültürlerden göçle gelmiş insanlar, onların anlam dolu yüzleri var. Girit’ten, Midilli’den Balkanlardan, Trakya kültüründen
insanlar bunlar... Öte yandan Ayvalık hâlâ göç alıyor. Ayvalık’a yerleşen, yerleşmek isteyen çok fazla sanatçı var. Ayvalık’ta sanat yapmak hem çok güzel hem çok zevkli. Sanatçıyı doyuracak her şey var burada. ÇIPLAK TEPEDE İNŞAATLAR BAŞLAYINCA BİR DAHA ORAYA ÇIKMAMAYA KARAR VERDİM Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’in makam odasında da yer alan unutulmaz Ayvalık panoramasının hikâyesinden söz edelim biraz da... Bu konuda neler söylemek istersiniz?
k’ta ilk arışmasını, Önder Aksoy urizm Bürosu neği işbirliğiyle en yarışmaya lenenin çok ve sonrasında ı bir sergi mıştı.
-Çok uğraşmıştım... Çok zaman ayırmış, çok emek vermiştim... Sırtımda fotoğraf çantasıyla Ayvalık’taki bütün tepeleri tek tek gezdim, hepsine çıktım. Sarımsaklı plajlarını fotoğraflarken bataklık gibi görünen Murat Reis civarında sığır sürüsü fotoğrafı çekiyordum. Karşımdaki Çıplak tepede tek başına duran, kuru bir ağaç gördüm. “Bu tepeye çıkmalıyım!” dedim. Zarzor ilk defa o gün Çıplak tepeye ulaştım. İşte “unutulmaz” dediğiniz Ayvalık panoraması o gün doğdu. 1960 yılından 1975 yılına kadar defalarca çıktım oraya, fotoğraf çektim ve panoramaları yeniledim. Seri olarak üretip dünyaya dağıttık Ayvalık panoramasını... Japonya’dan Amerika’ya kadar ulaştı. Doğduğum
kentin tanıtımına katkıda bulunmaktan sevinç ve gurur duyuyorum. Bu arada fotoğrafladığım noktalarda çıkan yangınlar canımı çok sıktı, çok üzüldüm. Çıplak tepede inşaatlar başlayınca bir daha oraya çıkmamaya karar verdim. Koyun üstündeki Çıplak tepe de ilk yangın yerlerindendir. Arşivinizde neler var? -Çok fotoğraf var diyebilirim. Ticari fotoğrafların yanı sıra sanat fotoğrafları var. Çoğunluk sanat fotoğraflarında... 10 yılda bir imha edilen şahıs fotoğrafları var. Koruduğum portre fotoğrafları var... Milli bayramlar var sonra. Onlar tarihimizin en değerli belgeleri. Ayvalık Belediyesi ile birlikte hazırlanacak bir proje bağlamında, sanıyorum yakın zamanda bu fotoğrafların hikâyelerini yazmaya başlayacağız. Son sorum bir ‘ilk’e ait... İlk fotoğraf makineniz hangisiydi? -Çok enteresandı o yıllar... Ortaokulda bir arkadaşımdan aldım. Ansco kutu fotoğraf makinesiydi. 1958’den sonra Rolleiflex kullandım. Bu arada Japonlar piyasaya girmeye başladı. Canon 6’yı da o zamanlar çok kullanıyorduk. Açılmamış Canon A1 serisi fotoğraf makinesi var elimde. Ben laboratuvar ve makine ekipmanlarına çok büyük değer veriyordum, tüm kazancımı buraya yatırıyordum. Herkes han-hamam alırken ben fotoğraf makinesi alıyordum.
23
Biraz Ondan Biraz Bundan ZEYNEP KAZANCIGİL zkazancigil@gmail.com
1
Geylan Kitabevi Ege’de bir kültür durağıydı
980’lerde bir kitapçı dükkânı düşünün… Ayvalık Çarşısı’nda, bir pasajın içinde dar uzun bir dükkân. Bütün vitrini kitaplarla dolu. Çocuk kitabı, roman, inceleme, tarih kitabı, baskısı tükenmiş onlarca eser, Fransızca, Almanca, İngilizce kitaplar, kırtasiye malzemesi hepsi bir arada. Pasaja girip hemen ikinci sıradaki dükkâna yaklaşırken daha camdan içerideki hareket, canlılık, neşe hissediliyor. İçeri girip aradığınız bir kitabı soruyorsunuz. Kitapçının güler yüzlü sahibi size hemen aradığınız kitabı rafların arasından buluyor. Bir konuyu mu merak ediyorsunuz, merak konunuzla ilgili sayısız kitap öneriyor. O anda dükkanda yoksa merak etmeyin, birkaç güne kadar mutlaka gelir. Sonra güzel bir sohbet başlıyor. Kitaplardan, yazarlardan, edebiyattan, tarihten, kültürden, sanattan sohbet ediyorsunuz. Muhtemelen bu sırada sık sık dükkanı yoklayan çaycıdan size nefis bir tavşan kanı çay da söylenmiştir zaten. Sonra dükkânı uzunlamasına ikiye bölen; üstü kitaplarla, içi bin bir çeşit defter ve kırtasiye malzemesiyle dolu bankonun arkasında kalan daracık alanda, bir taburede oturan beyefendiyi fark ediyorsunuz. Alnı biraz açılmış, saçları yer yer kırlaşmış, orta yaşlı, gözlüklü bu bey de lafa karışıyor. Güven veren ses tonu, sohbet konunuz her ne ise o konudaki engin bilgisi, ışık saçan yeşil gözleriyle kendisini bir yerlerden tanıyacaksınız ama tam çıkartamıyorsunuz… Bu sırada dükkâna Alman bir hanım giriyor ve Almanca konuşarak bir kitap soruyor. Kitapçımız hemen dükkân kapısının önündeki döner kitaplıkları gösteriyor. Kapı önünde iki tane döner kitaplık bulunuyor. Fransızca, Almanca ve İngilizce kitaplarla dolu. Biraz da yabancı basının önde gelen dergi ve gazeteleri var. Az sonra heyecanla dükkâna dalıp kitapçıyı hasretle kucaklayarak elindeki Yunanca eserleri gösteren adamın Yunanca selamına bizim kitapçı aynı akıcı Yunanca ile cevap veriyor. Daha sonra taburede oturan misafirini Yunanlı dostuna, “Bu bey Türk gazetecimiz Uğur Mumcu!” diye tanıtacak, heyecanlı Yunanlıyı da kitaplarını Türkçeye çevirdiği yayınevinin sahibi olarak konuğuna takdim edecek. Bu keşmekeşin içinde, sakince dükkâna girip bankonun arkasında geçip Uğur Mumcu’ya dostça bir selam verip başka bir boş tabureye teklifsizce oturuveren zata dönüp “Ooo doktor hoş geldin! Aradığın eski Türkçe kitabı İstanbul’da değil ama İzmir’de sahafta buldum, iki güne geliyor” diyecek… Evet doğru bildiniz; Ayvalık’ın Ahmet Abi’si, Geylan Kitabevi’nin sahibi sevgili Ahmet Yorulmaz karşınızda… Ahmet Yorulmaz ve meşhur kitapçı dükkânı Geylan Kitabevi hayatımda yerini aldığında ilkokuldaydım. Benim için bulunmaz bir cennetti. Yaz olup okullar kapandığında ve en nihayet Ayvalık’a gelebildiğimizde en sevdiğim şey babamla birlikte şehre inip Ahmet Yorulmaz’ın Geylan Kitabevi’ne gitmekti. Burası kitapçı deyip geçebileceğiniz bir yer değildi. Ege’de bir kültür durağıydı, Ayvalıklıların Ahmet Abi’siyse yazdığı Ayvalık ve mübadele konulu kitaplarıyla, Yunanca’dan yaptığı edebiyat çevirileriyle, küçücük dükkânında yarattığı kültür ortamıyla Ayvalık’ın Ayvalık olmasını sağlayan en renkli kişiliklerden biriydi. Bir Ayvalık sevdalısı olarak, tüm hayatı Ayvalık’tı. 2002 yılında
24
çektiğim ‘Midilli’den Ayvalık’a Bir Mübadele Öyküsü’ adlı belgesel için kendisiyle uzun bir röportaj yapmıştık. Ayvalık’ta deniz kıyısındaki bir kahvede yapacaktık çekimleri. Ahmet Abi başında yazlık beyaz şapkası ile geldi oturdu. Kameraları açmadan önce şöyle bir sohbet edelim dedi. Geçmiş günlerden, Geylan Kitabevi’nden, onun evinde ve farklı mekânlarda Ayvalıklı veya Ayvalık’tan gelip geçen yazarlarla, ressamlarla, edebiyatçılarla yapılan sohbetlerden, çocukluğuma ve ilk gençliğime denk düşen günlerden, o zamanki kültürel ortamdan, geçmiş kuşaklardan günümüze Ayvalık yaşantısından, yaşanan zorluklardan ve güzelliklerden özlemle, hasretle konuşmaya başladık. Bir baktık bir saat geçivermiş. Ahmet Abi “Sen aç şu kameranı Zeynep’cim, sor sorularını, yoksa konu Ayvalık oldu mu bu sohbet bitmez, senin çekim de bitemez!” dedi. Eski bir Ayvalık evinde 7 Şubat 1932’de doğan Ahmet Yorulmaz, ortaokuldan sonra okula gitmez. İzmir, İstanbul ve Ayvalık’ta gazetecilik yapar. Kendi kendine mükemmel Yunanca öğrenir. Yunan edebiyatından yaptığı çevirilerle edebiyat dünyasında pek çok eser bırakır ve saygın çevirmenlerden biri olur. Bir süre Türk Dünyası adlı bir gazete çıkarır. 1963’te Geylan Kitabevi’ni kurar. Otuz üç yıl aralıksız kitapçılık yaptıktan sonra yazabilmek ve çevirebilmek amacıyla emekli olur. Çağdaş Yunan edebiyatından büyükler için Kostas Tahçis’ten Üçüncü Düğün Çelengi’ni, Stratis Çirkas’tan Bomba Nurettin’i, Menis Kumandareas’tan Eski Tüfekler’i, Vasilis Vasilikos’tan Üçlü Bir Aşk Hikâyesi’ni, Kostas Tomanas’tan Eski Selânikliler’i, Despina Tomazani’den Konuşmayan Su-Erotik Masal’ı çevirir. Yunan öykü antolojisini hazırlar. Çocuklar için, ünlü savaş karşıtı Stratis Mirivilis’ten Post Avcısı’nı, Ellis Aleksiyu’dan Tombik ile Zıpzıp adlı romanları çevirir. Yine Yunancadan Öldürülenin Eli ve Mucizeler Avlusu adlı iki sahne oyununu dilimize kazandırır. Çevirdiği çok sayıda hikâye ve şiir Varlık, Türk Dili ve başka dergilerde yayınlanır. Asım Bezirci’nin, Dost Türk-Yunan Şairlerinin Diliyle Barış isimli kitabında çevirilerine geniş yer verilir. Sık sık çağdaş edebiyatçıların buluşmalarına, Girit’e Midilli’ye, Atina’ya davet edilir, edebiyat sempozyumlarında sunumlar yapar. Ayvalık’ı gezerken, Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı, Savaşın Çocukları, Ayvalık’tan Cunda’dan, Ulya, Girit’ten Cunda’ya gibi kitaplarında Girit’i, Hanya’yı mübadil olarak Anadolu topraklarına gelenlerin çektiği sıkıntıları ve kuşaklar boyu Ayvalık yaşantısını anlatır. Ahmet Abi 33 yıl boyunca Ayvalık’a değer katan Geylan Kitabevi’yle, yazdığı kitaplarıyla bize kent bilincini, yaşadığımız coğrafyanın tarihini, değerlerini, bunlara coşkuyla sahip çıkmayı öğretti, milli değerleri önemsedi, çağdaşlıktan asla taviz vermedi. Genç kuşaklar Ahmet Yorulmaz’ı tanıyıp Geylan Kitabevi’ni görmek şansına sahip olamasalar da ardında bıraktığı kitapları sayesinde Ayvalık kültürünü, bu şehre damgasını vuran mübadeleyi, Ayvalık’ta iz bırakanları ve geçmiş kuşakların yaşantısını onun samimi anlatımıyla öğrenebiliyorlar. Ayvalık’ın sevgili Ahmet Abi’si 31 Mart 2014’de aramızdan ayrıldı. Şimdi Ayvalık’ta 150 Evler Mahallesi’nde adının verildiği bir park var.
Çoğumuzun ‘Kitapçı Nihan Hanım!’ diye bildiği Nihan Taştekin aslında bir gazeteci ve yazar. Uzun yıllar yazılı ve görsel basında muhabirlik, editörlük yapmış. Aynı zamanda polisiye roman yazarı. On sekiz yıl önce Ayvalık’a gelmiş. Aradığı huzuru, sükûnu, samimiyeti, sıcaklığı bulduğu Cunda’da kalmış. Nihan Taştekin’le zamanının büyük bir bölümünü geçirdiği Barbaros Caddesi’ndeki sahaf dükkânında buluştuk. Kendisiyle kitaplarını, yazarlığını, polisiye yazmanın zorluklarını ve elbette Ayvalık’ı konuştuk.
BENİ POLİSİYE YAZMAYA İTEN ŞEY BELKİ DE İNSANIN DOĞASINA, PSİKOLOJİSİNE VE GÜDÜLERİNE DUYDUĞUM MERAKTIR
-B
GÜLBENİZ ŞENTAY
edemeyeceğiniz kadar zengin, harika bir kütüphane abam okumayı çok seven bir insandı. Bu vardı. Zil çalar çalmaz sınıftan fırlar, koşar adım nedenle evde hep kitap olurdu. Uykudan önce kütüphaneye -diğer gider; kocaman iki kardeşime ve resimli masal de yaptığı gibikitaplarından başucuma ilişir, birini alır bana masallar okumaya okur, hikâyeler başlardım. anlatırdı. Çünkü o yıllarda Gazeteler de günü bile kitap kolay gününe alınır ve ulaşılabilir bir şey hiç aksatılmazdı. değildi. Halamsa hem benim için Babam yeniliklere hem de tam bir meraklı bir ‘kitap kurdu’ insan olduğu diyebileceğim için televizyon ablam için edinen ilk birkaç büyük şanstı. aileden biriydik. Ablam neredeyse ‘Kara kutu’ bütün harçlığını evimize girinceye kitaplara yatırırdı. kadar okumak Sayesinde dışındaki en Gazeteci, televizyoncu, editör, redaktör ve yazar... hatırı sayılır bir büyük eğlencemiz kütüphanemiz Taştekin ailesinin üçüncü çocuğu olarak 1963 yılında İstanbul, Yassıören’de radyoydu. oluşmuştu. dünyaya geldi. 1984’te Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Annemle Arkadaşları da Radyo-Televizyon Bölümü’nden mezun oldu. TRT İstanbul Radyosu radyonun başına ondan farksızdı, Kültürel Yayınlar Şubesi’ndeki stajının ardından Dr. Sezgin Tüzün’ün geçer, TRT’nin dergisiz/kitapsız kurduğu ‘Veri Araştırma’ şirketinde çalıştı. Bu dönemde çok istediği sabah ve akşam gezmezlerdi. Bana sosyoloji dalında, Türkiye’de sosyolojinin kurumsallaşmasında önemli rol kuşaklarında gelince… Armut oynayan Prof. Mübeccel Kıray’ın tez öğrencisi oldu. Ancak bazı nedenlerle yayınladığı ‘Radyo dibine düşermiş yüksek lisansı bırakarak Karacan Yayınları’nda gazeteciliğe başladı. Nokta, Tiyatrosu’ ve ya! Sokakta Tempo gibi çok okunan dergilerde muhabirlik yaparken dil öğrenimi için ‘Arkası Yarın’ oynamak yerine İngiltere’ye gitti. Ülkeye dönüşünde Güneş gazetesinde işe girdi. Uzun yıllar skeçlerini bir köşeye çekilir, APA Ofset’te sektörel bir dergi olan Deniz Yolu’nun editörlüğünü üstlendi. dinlerdik. Bütün elime ne geçerse Refik Ongan ile Günaydın gazetesinin hafta sonu eklerini hazırladı. TV8 zamanını bizlere okurdum. haber merkezinde görev aldı. İş Bankası Kültür Yayınları’nda düzeltmenlik, harcayan annem redaktörlük ve editoryal işler yaptı.1998’den itibaren polisiye kitaplar okumaya pek Babam sıhhiye yazmaya başladı. ‘Kertenkelenin Uykusu’, ‘Yağmur Başlamıştı’, ‘Karganın vakit bulamazdı astsubayıydı. Güldüğü’ (öykü), ‘Zeval’, ‘Mutlu Çocuklara Mutlu Masallar’ (dünya masalları fakat onda başka Ben doğduktan derlemesi), ‘Akapunktur Sevdalısı’ (Akupunktur kavramını ve uygulamasını bir ‘cevher’ vardı. sonra tayini Türkiye’ye tanıtan isimlerin başında gelen Dr. Nüzhet Ziyal’le nehir söyleşi) Ermenekliydi önce Erzurum’a, kitaplarının yazarı Nihan Taştekin, 2001 yılından bu yana Ayvalık’ta yaşıyor. (Karaman) ve oradan da Eskişehir’e çıkmıştı. Erzurum’u değil ama on yaşına kadar kaldığımız Eskişehir’i iyi hatırlarım. Bozüyük’teki okulum iki katlı, sarı badanalı, kâgir bir binaydı. İçinde hayal
Ermeneklilerin o çok özel Türkçesiyle konuşurdu. Bana aktardığı dil duygusunun yanı sıra öğrettiği sözcüklerle de Türkçemi besliyordu. Hâsılı, yazmaya doğuştan bir yatkınlığınız varsa
25
Nihan Taştekin, ilk kitabı ‘Kertenkelenin Uykusu’ ile okuru sonraki kitaplarında da ortaya çıkacak olan yeni bir dedektifle tanıştırmıştı: Cem Beyoğlu... Kendisi orta sınıf bir aileden geliyor. Hukuk eğitimi almış (Babası da eski bir sorgu yargıcı). Fırsat buldukça polisiye öyküler yazıyor. Ofisi İstanbul’da, Sıraselviler Caddesi’ne bakan apartmanlardan birinde ve küçük bir odadan ibaret. Tepesinde dönüp duran kocaman ahşap bir vantilatörü, sinekliği ve tabelasıyla müşterilerini bekliyor. Polisiye tarihinin başka ‘kahraman’larına pek benzemiyor. Bir kahramandan çok, canlı bir kişilik. İşini yaparken zaman zaman yanılabiliyor. Dahası, hepimiz kadar korkak... Yani yalnızca inandırıcı biri değil, aynı zamanda bütünüyle bizden ve aramızda. onu destekleyecek ortamın hazır olduğu bir evde büyüyordum. Her çocuk gibi mutlaka ben de en azından şiir filan yazmayı denemişimdir. Ancak gelecekte yazar olmak gibi bir idealim olduğunu hatırlamıyorum. Lisedeyken “Kompozisyonum iyidir!” derler ya, benim de iyiydi. Edebiyat, sanat tarihi derslerini çok severdim ama o kadar! Yani ciddi ciddi yazmaya gazetecilikle birlikte başladım. Muhabirlikten editörlüğe pek çok alanda görev aldım. Gazete, televizyon ve yayın evlerinde on beş yılım geçti. Mesleğim gereği kimsenin yolunun düşmeyeceği yerlere gittim. Toplumun her kesiminden insanlar tanıdım. Müthiş öyküler biriktirdim ve nihayetinde ilk kitabım ‘Kertenkelenin Uykusu’ 2000 yılında raflardaki yerini aldı. Yazdığım her kitapta bir şekilde kendine yer bulan, macera düşkünlüğü yüzünden başı beladan kurtulmayan, ‘hayalperest aksiyoner avukat’ Cem Beyoğlu karakteri, ‘Kertenkelenin Uykusu’yla doğdu. Benim bu karakteri yarattığım yıllarda Türkiye’de özel dedektiflik diye bir şey yoktu. Bir takım insanlar bireysel çabalarla bazı ‘cinai’ olayları çözmeye çalışırlardı ki bunlar da genelde hukukçular, avukatlardı. RAHMETLİ BABAM FETHİYE MAHALLESİ’NDE BİR EV ALARAK BENİ HEM KİRACILIKTAN KURTARDI HEM DE BİR YERE ‘SABİTLEMİŞ’ OLDU İkinci kitabım ‘Yağmur Başlamıştı’nın yazımı
26
sürerken çok yorgun olduğumu fark ettim. Televizyon muhabirliği, canlı yayınlar, İstanbul trafiği, karmaşa canıma yetmişti. Sessiz-sakin, yavaş bir hayatın özlemiyle yanıp-tutuşuyordum. Dinlenmek için gittiğim Olimpos, bütün cazibesini kullanarak artık İstanbul’u bırakmam gerektiğini fısıldayıp duruyordu. Bu sesi dinlemeli, İstanbul’dan ayrılmalıydım. Ayvalık önceden bildiğim bir yerdi. Ancak 2001 yılında bir arkadaşımı ziyarete geldiğim Cunda’ya, Cunda’da bahçesi rengârenk begonvillerle bezeli eve -ki daha sonra orası Hayat Bahçesi Pansiyon oldu- vuruldum. Gerçekten de o bahçe insana hayat veriyordu! “Ayvalık’ta yaşamak istiyorum!” dedim ve kiralık olan evi hemen tuttum. Bir süre burada kalacak, ardından başka şehirlerin başka kasabalarını, köylerini keşfe çıkacaktım. Ancak fazlasıyla gezgin ruhlu bir kadın olduğumu bilen babamın en büyük arzusu benim bir yere bağlanmamdı. Birikimleriyle Fethiye Mahallesi’nde bir ev aldı. Rahmetli beni kiracılıktan kurtarmakla kalmadı, bir yere ‘sabitlemeyi’ de başardı. On sekiz yıldır Ayvalık’tayım. ‘Yağmur Başlamıştı’ 2002’de Ayvalık’ta bitti. 2005’te ‘Karganın Güldüğü’, 2011’de de ‘Zeval’ basıldı. Doğal olarak Ayvalık her üç kitabımda da var. Örneğin on üç öyküden oluşan ‘Karganın Güldüğü’ndeki ‘Baguk’un Yolu’ diğer on iki öykünün karakterlerini Cunda’daki bir dinlenme evinde bir araya getiren fantastik bir öyküdür. Tanrı katlarından kendisine verilen özel bir görevle Bergama’dan Cunda’ya doğru yola çıkan dedektif karga Baguk ile o günlerde Cunda’da yaşayan kahramanımız Cem Beyoğlu etrafında olaylar hızla gelişir. YAZMAK GERÇEKTEN ZOR, POLİSİYE YAZMAK DAHA DA ZOR! Neden polisiye yazıyorum? En çok karşılaştığım soru bu benim! Bilsem size net bir şekilde yanıt vereceğim ama bilmiyorum. Beni polisiye yazmaya iten şey belki de insanın doğasına, psikolojisine, güdülerine duyduğum meraktır. Yıllarca büyük bir zevkle polisiye kitaplar okudum. Herkes gibi ben de Agatha Christie’ye hayrandım. Sonra, gazeteciliğimin etkisiyle insana çok fazla gözlem yapma şansı tanıyan gerçekçi edebiyata doğru yöneldim. Ancak yazmaya oturduğum zaman kalemim niye hep polisiyeye kayıyor, hâlâ çözebilmiş değilim. Yazmak gerçekten zor zanaat… Dediğiniz gibi polisiye yazmak daha da zor. Çünkü polisiye okuru çok dikkatlidir. Onu kolay kolay kandıramazsınız. En ufak bir falsonuzu anında yakalarlar. Bu nedenle kurgunuzu kusursuz yapmanız gerekir. Kusursuz bir kurgu için elbette açıklarım noktasında araştırıyorum, gitmem-görmem gereken yerlere gidiyorum. Adli tıp kitaplarından ya da hukukçulardan yararlanıyorum. Gerçi, ben daha fazla okur kazanmak, daha çok satmak kaygısıyla şiddet/dehşet duygusu yaratacak seri katiller, cinayetler yazmıyorum. Zaten böyle şeylerden korkarım. Açık söyleyeyim, bu tür yaklaşımları da ayıp sayıyorum. Kaldı ki günümüzde adli tıp öylesine geniş bir alana yayıldı ki onu izlemeye de yakalamaya da imkân yok. Bence insan bildiği ve üzerine yeni bilgiler ekleyebileceği şeyleri yazmalı. Ben hâlâ eski tarz dedektif hikâyelerini yani zekâya, azme, deneyime, cesarete, sezgilere dayalı polisiyeleri seviyorum.
Herhalde başka hiçbir kasabada kendimi Ayvalık’taki kadar güvende ve rahat hissedemezdim.
“A
Kriminal laboratuvarlarda çözülen polisiyeler aynı tadı vermiyor. Bütün insanlar gibi yazarların içinde de birden çok karakter yaşar. Bunlardan en baskın olanı ‘biz’i ifade eder. Ne var ki yazarken bütün karakterler iş başındadır. Bence en zoru da budur! Zihninizin yarısını işgal ederler. Baskın karakterlerle özdeşleşir, onlarla yatar, onlarla kalkar, kalan yarınızla da gündelik hayatınızı sürdürmeye çalışırsınız. Kısacası kalemi elinizden bıraktığınızda dengenizi bulmakta zorlanırsınız. Öykülerde işiniz biraz daha kolaydır. Onları nasıl bitireceğinizi üç aşağı-beş yukarı kestirebilirsiniz. Oysa roman yazarken kuracağınız bir cümle size beklenmedik bir final hazırlayabilir ve “Ne olacak bu hikâyenin sonu?” merakı beyninizi kemirir durur. Hakikaten zordur yazmak! Ne ki, bu illete bir kere bulaşmışsanız, onunla yaşamayı öğreniyorsunuz. Yazdıklarınız ister gün yüzüne çıksın, ister çıkmasın; yazmak hayat tarzınız oluyor. Onsuz yapamıyorsunuz. CEM BEYOĞLU SANIRIM YAZDIĞIM SÜRECE BENİMLE BİRLİKTE YAŞAYACAK Kitaplarımın ne kadar iyi ya da kötü olduğu konusunda fikir yürütemem. Zira insan kendi yazdıklarını objektif olarak değerlendiremez. Fakat yazdıklarımın polisiye edebiyatta ayrıksı bir yerde durduğunu, diğer kategorilere dahil edilemediğim için ‘edebi polisiye’ diye adlandırıldığını biliyorum. Bu tanıma itirazım yok... Hatta hoşuma gittiğini bile söyleyebilirim. Yeni kitabımla birlikte diğerlerinin de yeni baskıları yapılacak. Bağlantılar, yayınevi, her şey hazır ama galiba ben biraz tembelim. Hırs eksikliğimin yanı sıra zamanımı fazlasıyla alan sahaf dükkânımın bu gecikmelerin bir diğer suçlusu olduğunu düşünüyorum. Ne ki, artık kolları sıvamam gerekiyor. Çünkü bırakın kitapevlerini benim bile stoklarım eridi. Okurlar, “Kitaplarınızı nerede bulabiliriz?” diye sorup duruyorlar. Ayrıca yeni bir ‘Cem Beyoğlu’ macerasının hazırlığındayım. Cem’i de, her öyküde Cem’le birlikte yürüyen karakterim gazeteci Ece’yi de özledim. Onları 2011’den beri bir türlü yan yana getiremedim. Özellikle Cem her defasında elimden kayıp gitti. Roman belleğimde. Kurgu tamam. Tek sıkıntı ne zaman ve nasıl bir araya geleceklerinde... Onları bir arada gördüğüm an yazmaya başlayacağım. Sözün özü, bir karakter yarattığınızda ondan kopamıyorsunuz. Cem Beyoğlu da sanırım yazdığım sürece benimle birlikte yaşayacak.
yvalık elbette ki üretkenliğimi etkiledi. Öncelikle şunu söyleyeyim; Ayvalık’ta ben mutlu oldum. Kadın ya da erkek bir yerin yabancısı olmak kolay değildir ve insanı tedirgin eder ama Ayvalık beni hiç yabancılamadı. Aksine hoşgörüyle yaklaştı. Dışarıdan bir süre baktı, gözlemledi, ‘Bu kadın buraya niye geldi?’ dedi belki. Fakat asla sorgulamadı, ön yargılı olmadı. Yaşam tarzıma müdahale etmek yerine beni olduğum gibi kabullendi. Sanırım bu duruş mübadil olmalarından kaynaklanıyor. Ve ben onların bu duruşunu çok sevdim. Yıllar sonra kasabından manavına, fırınından bakkal dükkânına sıcacık bir mahallem oldu. Ben de mahallelinin ‘kitapçı Nihan Hanım’ı’, çocuklarının ‘kitapçı Nihan ablası’ oldum. O çocukların büyüdüklerini, evlendiklerini gördüm. Bütün bunlar kendinizi bir yere ait hissetmeniz için yetmez mi? Zaman zaman İstanbul’dan arkadaşlarım gelir. Onlarla birlikte Ayvalık’ı bir kez daha bıkmadan gezerim. Sosyal bir çevrem var. Dostlarımla Mor Salkım’da, Camlı Kahve’de buluşur sohbet ederim. Genelde evcimen bir insanım. Düzenli bir hayat sürüyorum. Yemek saatlerim bile bellidir, şaşmaz. Evde oturup kitap okumaktan, film seyretmekten inanılmaz keyif alırım. Anlayacağınız hayatım evle iş arasında geçiyor. Yine de havadaki özgürlük kokusuna bayılıyorum! On sekiz yıldır Ayvalık’ta yaşıyorum. Beş yıl öncesine kadar bisikletime atlayıp, dere-tepe dolaşıyordum. Kaza geçirince bıraktım. Ancak gecenin bir yarısı uykum kaçmışsa hâlâ sahilde yürüyüşe çıkıyorum. Bunca yıldır yalnız yaşayan bir kadın olarak başıma en ufak bir şey gelmedi. Ne korktum ne bir rahatsızlık duydum. Herhalde başka hiçbir kasabada kendimi buradaki kadar güvende ve rahat hissedemezdim. Kısacası Ayvalık bütün nimetleriyle beni besledi. Sadece polisiyelerdeki değil, kendi yaşamımdaki düğümleri de çözdüğüm, huzuru bulduğum yer oldu. Burada gerçekten mutluyum.”
27
Günümüzde Alibey adası olarak da anılan Cunda, hiç kuşkusuz, ülkemizin en güzel köşelerinden biri... Başını dinlemek isteyenlerin ve lezzet avcılarının yaz-kış buluşma noktası... Türkiye’nin Ege denizindeki dördüncü büyük adası Cunda son zamanlarda düğün fotoğrafları için de en gözde dış çekim mekânları arasında yer alıyor. Profesyonel düğün fotoğrafçılığını uzun yıllardan bu yana sadece yurt içinde değil yurt dışında da sürdüren Hasan Vardar bu konuda şöyle diyor: “Cunda tarih ve deniz kokan sokakları, kendine has doğası, özgün mekânları ve romantik atmosferiyle düğün fotoğrafları için ideal bir ortam sunuyor. Çiftler adeta insanı içine çeken ve büyüleyen taş döşeli sokaklarda yürüdükçe, en doğal ve en güzel pozlarıyla düğünlerini ölümsüzleştiriyor. Cunda balayı çiftlerinin de en fazla rağbet ettiği yer...” Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen düğün fotoğrafçılarıyla Ayvalık’ta yılda birkaç kez çalıştaylar düzenleyen Hasan Vardar’la işinin ‘inceliklerini’ ve Cunda’nın sunduğu olanakları konuştuk...
S
CUNDA DÜĞÜN FOTOĞRAFLARI İÇİN MASAL GİBİ BİR ORTAM SUNUYOR
ayın Hasan Vardar, her şey nasıl başladı?
düğün fotoğrafları çekiyorum.
-1988 yılında on yaşında bir çocukken, elimdeki makineyle içinde film olmaksızın, durmadan deklanşöre basıp gördüğüm her şeyin fotoğrafını çekmeye çalıştığımı fark eden ailem beni ilk ustamın yanına verdi. Artık çıraktım. Küçük ama bu yaşta ilk aşkını yakalamış bir çocuk… Sevgisi, tutkusu fotoğraf olan, her anı fotoğrafla dolu bir çocuk... İzliyor, nasıl poz verildiğini görüyor, karanlık odada ve ustamın yanında bu büyük tutkum uğruna saatler geçiriyordum.
Size göre düğün fotoğrafçılığı ne anlama geliyor? -Bir düğünün fotoğrafçısı olmak, aslında bir ömür boyu yaşanılacak o beraberliğin en yakın tanığı olmak anlamına geliyor. Çünkü düğün günü hazırlık aşamalarından başlayarak düğün bitimine kadar bir çiftin en büyük mutluluğunu an be an yaşayarak görüntülüyorsunuz. DÜĞÜN GÜNÜNDE KİM NE KADAR HEYECANLI OLURSA OLSUN, GELİN VE DAMADIN HEYECANIYLA YARIŞAMAZ
Ve sonra? -Ve sonra… Ustam bir işi için dışarı çıktığında gelin ve damat içeri giriverdi. Çekim istiyorlardı, üstelik hiç zamanları yoktu. Telaşlıydım, korkuyordum. Benim için belki de çok büyük bir fırsattı bu. Bir masal kahramanı gibi çifti stüdyoya aldım. Tripotun üzerindeki makine sanki bana, “Gel!” diyordu. Çağrıya uydum. Bu nasıl bir cesaretti!.. Bu ne onurlu bir zaferdi!.. Kısacık boyumla makineye uzanıyor hiçbir şey düşünmüyordum. Deklanşöre basıyor, basıyordum. Sanki şu anda bile o günü yaşıyor gibisiniz?
Çekimlere başlamadan önce nasıl bir hazırlık süreciniz oluyor?
Hasan Vardar
“Bazen çiftlerin tercihleri, bazen düğün gününün stresi veya telaşı, bazen de çiftlerin hayal ettiği fotoğraflara düğün gününde ulaşamamaları gibi nedenlerle, düğün fotoğraflarını geleneksel düğün çekimlerinin ardından farklı mekânlarda ve gün ışığından daha iyi faydalanarak düğün sonrasında da çekebiliyoruz.”
-Haklısınız… Müthiş bir gündü çünkü, unutulmazdı!.. Dünya benim, evren benimdi artık. İş bitmişti. Çifti uğurladım. Sonra ustam geldi. Yine kendime güvenimi yansıtan bir üslupla yaptığımı anlattım. Ustam fotoğraflara baktı... Çevirdi, inceledi ve sırtını döndü. Renk vermiyordu. Belki otoriteyi korumak adına, belki “Ustalar konuşurken çıraklar keser sesi!” atasözünden hareketle ama beni de küstürmemek için hafif bir tokatla sanki uyardı beni… Kısacası, küçük yaşta fotoğraf çekme merakımdan dolayı mahallenin fotoğrafçısına ‘çırak verilmemle’ başlayan o amatör heyecan, yurt dışına uzanan eğitimlerle tamamlandı ve zamanla iyi ve kaliteli fotoğraf tutkusuna dönüştü. Düğün fotoğrafçılığına başlayalı epey bir zaman oldu o zaman? -Yirmi yıl kadar Kıbrıs’ta yaşadıktan sonra profesyonel düğün fotoğrafçılığını şimdi Türkiye’de, İzmir’de sürdürüyorum. Kıbrıs’la bağımı hiçbir zaman koparmadım... Daha çok Kıbrıs’ta, bazen de Londra’da
28
-Düğün öncesi çiftlerimle düğün gününe dair ayrıntılı görüşmeler yapmayı önemsiyor ve seviyorum. Düğünle ilgili tüm ayrıntıları öğrendikten sonra düğün gününe uygun bir iş akışı belirliyorum. Kameranın arkasına saklanmak yerine, çiftle iletişim halinde ve iç içe bir düğün çekimi yapmayı tercih ediyorum. Bir düğün fotoğrafçısı fotoğraflarını çekeceği çifte ilişkin, öncelikle neleri bilmeli? Örneğin, siz ilk hangi soruyu sorarsınız onlara?
-“Nasıl tanıştınız?..” Asıl soru bu! Bir düğün fotoğrafçısının bilmesi gereken en önemli konulardan birinin çiftin tanışma hikâyesi olduğunu düşünüyorum. O ilk bakış, ilk heyecan... Ayrıca, çalıştığım çoğu çiftin fotoğraflarını önceden incelerim. Nerelere gitmişler? Neler yapmışlar? Nasıl fotoğraflardan hoşlandıklarını anlarım, fotoğraflarına baktığım zaman. Hayata bakışlarına ilişkin ipuçları yakalarım. Dış çekimlerde en çok nelere dikkat ediyorsunuz? -Dış çekim gününde en önemlisi zaman... Her şey ‘tam zamanında’ olmalı... Bunu biraz açıklayayım... Dış çekimi çoğu fotoğrafçı iki saat süreyle sınırlandırıyor ya da bir-iki saat daha fazla süreyle çekim yaptırmak isterseniz sizden çoğunlukla ekstra ücret isteniyor. Dış çekimleri iki saatle sınırlandırmadığım ve geniş bir zaman aralığına yaydığım, öncesinde yaptığım görüşmelerle çiftimle aramda etkili bir iletişim kurabildiğim için, çekimlerim aynı zamanda keyifli ve eğlenceli geçiyor. Düğün fotoğrafları mutlaka düğün gününde mi çekilmeli ?
Düğün demek pek çok ayrıntı demek... -Kesinlikle evet! Çünkü, düğün gününde kim ne kadar heyecanlı olursa olsun, gelin ve damadın heyecanıyla yarışamaz. O heyecanla gelin de damat da gün bitince düğünden kare kare anılarla ayrılır. Çoğunlukla çiftler o günün heyecanıyla birçok şeyi fark edemez. Hatta bir süre sonra hatırlayamaz. Düğünden yıllar sonra hatıraları canlı tutan fotoğraflardır. Düğün fotoğrafı düğün günü çekilir tezini savunduğum için, “Düğün gününün stresi, telaşı içinde düğün fotoğraflarımız güzel olur mu? Yeterince zaman ayırabilir miyiz?” gibi sorularla karşılaşıyorum. Cevabım kesin: Hem güzel olur hem de yeterince zaman ayırmak mümkündür. Çünkü bir düğün gününün belgeselini oluştururken hazırlık aşamalarından neredeyse düğünün sonuna kadar on-on iki saat süreyle birlikte zaman geçiriyoruz. Bu süre içinde eğlence ve keyif dolu bir ortamda en iyi, en doğal ve ilişkinin ruhuna uygun en sade fotoğrafları sınırsız bir biçimde çekmeyi hedefliyorum.
“Düğün planlaması içinde olan hemen her çift, düğünüyle ilgili birçok ayrıntı ve organizasyonla uğraşır. Genellikle herkes tarafından stresli ve yorucu olduğu bilinen bu dönem aslında o güne özel konukların, aile eşrafının ve arkadaşların hem eğlenebilmesi, hem de rahat edebilmesi içindir. Düğün mekânının belirlenmesi, düğün konsepti, gelinlik ve damatlık seçimi, konuklara ikram edilecek yemek menüsü, hatıra olsun diye hazırlanan objeler ve daha bir sürü ayrıntı... Amaç elbette ki düğün gününü hep birlikte güzel geçirmek ve geriye dönüp bakıldığında güzel anılar biriktirmek... Düğüne katılan herkesi mutlu etmek çoğu zaman mümkün olmasa da, bir zaman sonra düğün hatırlandığında çoğunluğun “Çok iyiydi!” demesi tüm yorgunluğu alır ve insanı mutlu eder.”
Çekimler sırasında doğal ışık da önemli, değil mi? -Olmaz olur mu?.. Dış mekân düğün çekimlerinde elbette doğal ışık kullanıyorum. En güzel dış mekân düğün fotoğrafları için altın saat olarak bilinen zaman dilimini, hem çiftin rahatı hem de fotoğraf kalitesi açısından özellikle tercih ediyorum. Bu zaman diliminde yapacağımız fotoğraf çekimi; renk ve doygunluk olarak daha kaliteli fotoğraflar üretmemizi sağlamanın yanında, çiftimizin keskin güneş ışığının kavurucu ve bunaltıcı etkisinden korunmasını da beraberinde getiriyor. CUNDA’DA DÜŞLERİNİZİN BİLE ÖTESİNDE BİR DÜĞÜN ALBÜMÜ ORTAYA ÇIKIYOR Gelelim Cunda’ya… Adanın düğün fotoğraflarına katkıları hakkında ne söylemek istersiniz? -Dış çekim konusunda en çok tercih edilen mekânlara bakarsak İzmir’de Alaçatı, İstanbul’da Emirgan Korusu,
29
“Son zamanlarda Balıkesir’de ise Cunda çiftlerin düğün sırası adası karşımıza çekimlerinin yanında örneğin; çıkıyor. Cunda, masal gibi bir evlilik teklifi anı, provalar, düğün için hem bekarlığa veda partileri, düğünden deniz, hem de sonra arkadaşlarla yapılan kutlamalar kır düğünü gibi birden çok etkinliğin fotoğraflarını konseptlerinde da çekiyorum. Düğün fotoğrafları tercih edilebilir trendleri içinde bu tür fotoğraflar, bir mekân. En özellikle samimi fotoğraflar isteyen özel gününüzü unutulmaz kılan ve arkadaşları ya da aileleriyle ve hafızalardan vakit geçirmeyi daha çok seven silinmeyen bir çiftler tarafından tercih düğün günü ediliyor.” yaşatıyor. Tertemiz denizi ve eşsiz gün batımıyla Pateriça koyu, arnavut kaldırımlı ve begonvilli sokakları, tarih kokan kapıları, eski Rum evleri ve muntazam tepeleriyle eşsiz güzellikler sunuyor. Birçok balayı çiftimin hem dinlenmek, hem de dış mekân düğün fotoğraflarını çektirmek için tercih ettikleri Cunda, sadece tarihi binalardan, çiçekli-renkli sokaklardan, Girit mezelerinden filan ibaret değil. Cunda’nın insanları da özel... Onları gördükçe ve tanıdıkça, farklı bir mutluluğu fotoğraflara daha bir sıcaklıkla yansıtabiliyorsunuz. Hem eğlenmek hem dinlenmek hem keyifli insanlarla tanışmak ve üstüne de birbirinden farklı mekânlarda isterseniz romantik, isterseniz tüm duyguları yansıtan fotoğraflar çekmek... İnsan başka ne ister! Cunda çekimlerinizde daha çok nelere yoğunlaşıyorsunuz? -Dediğim gibi, Cunda düğün fotoğrafları için taş evleri ve kıvrımlı sokaklarıyla çiftlerin en gözde dış çekim mekânları
30
arasında. Ama denizin, güneşin ve tarihin en göz alıcı, en görülmeye değer örneklerini sergilemesinden dolayı çoğu zaman kalabalık oluyor. Bu yoğunluğun düğün fotoğraflarını olumsuz etkilememesi için özellikle fotoğraf çekimlerinde kullanabileceğimiz farklı alanlar belirledik. Özel tesislerle fotoğraf çekimleri için özel anlaşmalar yaptık. Böylelikle hafta içi ya da hafta sonu fark etmeksizin, doğayla iç içe ve buram buram tarih kokan, mistik ve romantik Cunda adasında en sıra dışı fotoğraf çekimlerini gerçekleştirebiliyoruz. Cunda için adeta cennetten bir köşe diyebilirim.
Peki, Cunda başka ne gibi imkânlar sunuyor? -Bir kere hemen hemen her yerden ulaşımı kolay. Adanın ortamı her bakımdan mükemmel. Aradığınız her şey var. İster tarihi, ister nostaljik, ister doğal çekimler olsun; ister gece veya gündüz çekimleri olsun, zaman kısıtlaması yaşamaksızın günün her saatinde çekim yapabilirsiniz. Cunda o kadar güzel ki bu mutluluk yüzünüze ve dolayısıyla fotoğraflarınıza da açıkça yansıyor. Sonuçta düşlerinizin ötesinde bir düğün albümü ortaya çıkıyor.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergisi var. Adı ‘Tasarım+Kuram.’ Dergi mimarlık, şehir-bölge planlama, iç mimarlık, endüstri ürünleri tasarımı ve ilişkili disiplinlerdeki bilgi üretimine ve bunların yayılmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor. Bu önemli derginin 2001 tarihli 11-12. sayısında, yine aynı üniversitede öğretim üyesi olan Doç. Dr. Mehmet Kerem Özel’in bir araştırması yer aldı. Sakarya Mahallesi’ndeki Hamidiye Camisi hakkında dikkate değer bilgi ve değerlendirmeleri barındıran çalışmanın geniş bir özetini, Sayın Özel’in izniyle 3 bölüm halinde paylaşıyoruz.
KENT STRÜKTÜRÜ İLE TAPINMA YAPILARI ARASINDAKİ İLİŞKİ BAĞLAMINDA AYVALIK HAMİDİYE CAMİSİ / 1
Doç. Dr. MEHMET KEREM ÖZEL Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
B
u makale, belli bir tarihe kadar homojen bir sosyal, etnik ve dini yapıyla gelişmiş bir kentin yerleşme düzenine sonradan eklenen farklı dine ait bir tapınma yapısının mevcut kentsel morfolojiye yaptığı etkiyi ve getirdiği anlamı okumayı amaçlamaktadır. Örnek olarak seçilmiş olan kent, 1923 Mübadelesi’nde bütünüyle Türkleştirilinceye kadarki 18. ve 19. yüzyıllar boyunca Rum nüfusun çoğunlukta olduğu ve Rum kültürünün yeşerdiği Ayvalık’tır. Kent strüktürüne sonradan eklenen tapınma yapısı, 19. yüzyılın ikinci yarısında Sultan Abdülhamit tarafından inşa ettirilen Hamidiye Camisi’dir. Hamidiye Camisi’nin Ayvalık kentindeki etki ve anlamını okuyabilmek için öncelikle kentin o döneme kadar gelişen mekânsal örgütlenme mantığını ortaya çıkarmak gerekir. Ayrıca Osmanlı’nın şehircilik anlayışında tapınma yapılarının yer seçimlerinde izlenen genel yaklaşımlardan bahsedilecektir. Buradan edinilecek bilgilerin ışığında Hamidiye Camisi’nin anlamı, ilk bakışta olağandışı görünen yerleşim seçimi ve kentin mevcut dokusuna etkisi ortaya çıkarılmaya
Doç. Dr. MEHMET KEREM ÖZEL
971 yılında İstanbul’da 1Üniversitesi’nden doğdu. 1995’te Mimar Sinan mimar diplomasıyla
mezun oldu. MSGSÜ FBE Bina Bilgisi Programı’nda 1998’de ‘Dini Mimaride Merkez Kavramı’ adlı yüksek lisans tezini, 2004’te ‘Tapınma Mekânının Çözümlenmesinde Bir Metod Önerisi Olarak Yol Kurgusu ve Sinan Dönemi Osmanlı Şehir Külliyeleri Örneği’ adlı doktora tezini tamamladı. 1998’de aynı üniversitenin Mimarlık Bölümü Bina Bilgisi Bilim Dalı kürsüsüne araştırma görevlisi olarak giren Özel 2005’te yardımcı doçent,
çalışılacaktır. KENTSEL DOKUNUN TARİHSEL OKUMASI Ayvalık’ın, demografik olarak Rumların çoğunluğu oluşturduğu 1773-1923 arasındaki dönemini kentsel dokunun oluşumu, gelişimi ve değişimi açılarından 1821 Yunan ayaklanması öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayrılabilir: Yükselme ve Zenginlik Dönemi (17731821), Duraklama ve II. Zenginlik dönemi (1821-1923). Yükselme ve Zenginlik dönemi (1773-1821) Papaz Dimitrakellis İkonomos, Cezayirli Hasan Paşa sayesinde 1773 yılında Sultan III. Selim’den aldığı özel bir fermanla kente özerk bir yapı kazandırarak, Ayvalık’ın Anadolu ve Ege’deki diğer kentlerden ekonomik ve kültürel olarak farklı ve özel bir konuma gelmesini sağlar. Yunan kaynaklarında belirtilen, ancak Osmanlı arşivlerinde bulunmayan ve dolayısıyla günümüzde gerçekliği sürekli tartışma konusu olan özerklik fermanını Bayraktar, “Bir papazın kerametinden çok, Küçük Kaynarca Antlaşması’nın sonuçlarından biri” olarak değerlendirir. Ayvalık, Osmanlı İmparatorluğu
2017’de doçent oldu. Hâlen bu kürsüde çalışıyor. Mimarlık alanında 1995’ten bu yana yurt içinde ve yurt dışında çeşitli araştırma projeleri yürütüyor, atölye çalışmalarına ve mimari proje yarışmalarına katılıyor. Araştırmalarını içeren bildirilerini ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılarda sunuyor, makaleleri ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlanıyor. Doç. Dr. Mehmet Kerem Özel’in araştırma alanları: Mimari tasarımın kuram ve yöntemleri, mimarlıkta performans, mimarlıkta sekans, mimarlıkta edimsellik, gösteri sanatları binaları, savaş anıtı alanları ve tapınma binaları...
31
ile Rusya arasında yapılan 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra diğer birçok sahil şehri gibi ticari açıdan özel bir gelişme ve teşvik görür. Antlaşma gereğince tüm kıyı kentlerine konsolosluklar kurulmasına izin verilir. Kıyı kentleri Osmanlı idaresinden belli bir biçimde dokunulmazlık ve muafiyetler elde ederler. Antlaşmanın sağladığı özerklikle birlikte demografik yapıda da değişiklikler olur. Ayvalık’ta yerleşmiş olan mevcut Türk aileleri yakındaki köylere göç ettirilir. Bu dönemde Ayvalık’taki Rum nüfusu ise yaklaşık 30.000’dir. Antlaşma ya da özerklik belgesinin sağladığı imkânlar sayesinde 1773-1821 yılları arasında Ayvalık’ta ekonomik ve endüstriyel seviye yükselir. Özellikle zeytincilik ve buna bağlı endüstriler gelişir. Öyle ki Ayvalık bu dönemde Ege’de İzmir’den sonra en önemli sanayi ve ticaret merkezi konumuna gelir. Artan talebi karşılamak için iş gücüne duyulan ihtiyaç yüzünden Ayvalık Anadolu’dan yoğun Rum göçü alır. Ekonomik gelişme ve refah, kültürel ve entelektüel düzeyin artmasını sağlar. Öyle ki, Rumların 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyılın başı arasında Osmanlı topraklarında açtıkları dört akademiden biri İzmir, Sakız ve İstanbul’la birlikte Ayvalık’tadır.
32
Doğal olarak bütün bu ekonomik ve kültürel gelişmeler Ayvalık’ın kentsel gelişmesini de beraberinde getirir. Öncelikle, nüfusunun artması nedeniyle kent büyür. 1750’lerde Sakarya Tepesi’nin eteklerinde konumlanan dört kilisenin çevresinde örülmüş dört mahalleden oluşan Ayvalık’ın yerleşimi, refah ve zenginlik dönemiyle birlikte gelen göçlerle özellikle güney yönünde uzar. 1821’e gelindiğinde Ayvalık sekiz kilisenin tanımladığı sekiz mahalleli bir yerleşimdir. Zeytinyağı sanayisinin gelişmesi ve yabancı ülkelerle kurulan ticaret ilişkiler sonucunda kent dokusunda konut dışında yeni bir yapı türü ağırlık kazanmaya başlar: Değirmen/imalathane. Zeytinyağının Ayvalık’ta daha önceki dönemlerde sadece konutların zemin katlarında ve yerel ihtiyaç için üretildiği tahmin edilmektedir. Dolayısıyla bu amaca hizmet edecek bağımsız yapılara gerek duyulmadığı düşünülebilir. Tarihsel kaynaklar da Ayvalık’ın ilk dönemlerinde herhangi bir zeytinyağı üretiminden bahsetmemektedir. 1821 yılında ise kentte 100’e yakın yağ değirmeni (imalathane) ve 40’a yakın sabunhane bulunmaktadır. Çoğu deniz kıyısında olduğu tahmin edilen ve tek katlı, tek mekânlı ve küçük boyutları dolayısıyla hem rahatlıkla başka işlevlere döndürülebilmeleri hem de boyut ve kütle olarak konutlardan farklarının olmaması yağ değirmenlerini kent dokusu içinde ayırt edilir bir
konuma getirmez. Ayvalık kent dokusu endüstriyel gelişmenin sonucu olarak değirmenlerle tanışırken, kültürel gelişmenin sonucunda da kent strüktürü yeni bir yapı türünü bünyesine katar: 1803’te inşa edilen Akademi binası (Gymnasium Kydonion). Değirmenlerin aksine; avlusu, kütlesi ve yer seçimi ile Akademi binası kent dokusunun önemli nirengi noktalarından biri haline gelir.
günümüzde mevcut yapıların çoğunluğu, kiliseler dahil olmak üzere 1850 ve sonrası yapım tarihlerini taşımaktadır.
1821 Ayaklanması 1840 yılındaki deprem de göz sonrasından mübadelenin önüne alındığında, Ayvalık’ın isyan veya doğal afetler sonucunda gerçekleştiği 1923’e kadarki büyük bir yıkıma uğradığını, dönemde Rum nüfusu 1850 sonrasında kapsamlı çoğunluktadır. 1893 Osmanlı genel bir onarımdan geçtiğini ve nüfus sayımına göre Ayvalık’ta çoğu yapının yeni baştan inşa 20.133 Rum, 1.454 yabancı ve edildiğini söylemek mümkündür. Yeni yapılaşma sonucunda 90 Türk olmak üzere 21.677 Ayvalık’a üç yeni mahalle daha kişi yaşamaktadır. Az sayıdaki eklenir. Türkler yöneticiler ve Kent bu dönemde farklı boyutlara Duraklama ve İkinci Zenginlik Dönemi güvenlik görevlileridir (1821-1923)
Rumlar 1821 Yunan Ayaklanması sonrasında Ayvalık’tan sürülür. Birkaç yıl sonra tekrar kente dönmelerine izin verilir. 1830 yılında bir fermanla Rumlara mallarının önemli bir kısmı ve eski hakları geri verilir. 1843 yılında Ayvalık Osmanlı Devleti’nin Karesi Sancağı’na bağlanarak imtiyazlık hakkını bütünüyle yitirir. Buna rağmen, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması sayesinde kentte konsolosluklar açmış olan Yunanistan, Britanya, İtalya, Fransa ve Norveç ile Ayvalık’ın uluslararası ilişkileri devam eder. Bu sayede zeytinyağı ve yan ürünlerinin ihracatı kentin ekonomisinde tekrar önemli bir rol üstlenmeye başlar. Denizaşırı ticaret ağı kentin sosyo-kültürel olarak yenilenmesine ve gelişmesine fırsat sağlar ve Ayvalık eğitim ve kültür alanında yeniden ileri bir düzeye ulaşır. 1821 Ayaklanması sonrasından mübadelenin gerçekleştiği 1923’e kadarki dönemde Rum nüfusu çoğunluktadır. 1893 Osmanlı genel nüfus sayımına göre Ayvalık’ta 20.133 Rum, 1.454 yabancı ve 90 Türk olmak üzere 21.677 kişi yaşamaktadır. Az sayıdaki Türkler yöneticiler ve güvenlik görevlileridir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, 1914 yılında ise 31.455 olan Ayvalık nüfusunun 454 kişisi Türk’tür. Ayvalık’ın kentsel yapısı 1821-1923 arasında politik ve ekonomik olaylar ve doğal afetlere bağlı olarak önce duraklama ardından tekrar gelişme gösterir. 1821 Ayaklanması sırasında üç gün süren isyanda savunma ve saldırı amaçlı kullanılan binaların çoğu yandığı için kent büyük zarara uğrar. Bu nedenle Ayvalık’ın kentsel gelişimi 10 yıl kadar duraklama evresine girer. 1850 yılına gelindiğindeyse, Rumların kente geri dönmelerine izin verilmesiyle birlikte evler ve kiliseler onarılır veya yeniden inşa edilir. Kentin içinde
sahip bir mimari yapı türüyle tanışır: Zeytinyağı fabrikaları. Daha önce de bahsedildiği üzere tek katlı, tek mekânlı ve küçük boyutlu yağ değirmenlerinin aksine, zeytinyağı üretim teknolojisinin gelişmesi dolayısıyla sadece bu amaçla kullanılabilecek büyük açıklıklar ve mekânlar isteyen fabrikalar Ayvalık için bütünüyle yeni bir yapı türünü oluşturmaktadır.
Kentte 19. yüzyılın son çeyreğinde 7 zeytinyağı fabrikası ve 78 yağ değirmeni varken, 1908 yılı istatistiklerinde bu sayı 70 zeytinyağı fabrikası, 79 zeytinyağı değirmeni ve 28 sabun fabrikası olmak üzere büyük bir artış gösterir. Bu dönemde Ayvalık’ın kent yapısında yaşanan en önemli değişiklik, yıkılan bina kalıntılarıyla denizin doldurulması sonucunda kıyı çizgisinin 100-200 metre batıya kaydırılmasıdır. Kıyıda kazanılan alan endüstriyel ve ticari amaçlı kullanılır, zeytinyağı fabrikalarının çoğu buraya inşa edilir. Dolayısıyla daha bu dönemde kentin denizle olan ilişkisinin koptuğunu söylemek mümkündür. Ayrıca, bu dönemle birlikte kentin silueti de bütünüyle bir değişime uğrar; fabrika kütleleri ve bacaları baskın etkileriyle önce çıkarlar. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türk-Yunan savaşları sırasında kent önce Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, ardından Türkler tarafından geri alınmıştır. Ayvalık 1922’de bir yıl kadar boş kalmıştır. 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte Anadolu’daki Rum nüfusla Yunanistan ve Adalar’daki Türk nüfusun değişimi ‘Mübadele’ gerçekleşir. Bu kapsamda Ayvalık’a Girit, Midilli ve Kuzey Yunanistan’da oturan yaklaşık 15.000 Türk yerleştirilir. Kentte artık hiçbir Rum ahali kalmamıştır. Makalenin kapsamlı kaynakçasını 3. Bölümle birlikte paylaşacağız. (Devam edecek)
33
Akademik Bakış Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
Ayvalık’ın doğal ve kentsel koruma kazanımları ve Tarihi Kentler Birliği Toplantısı
A
yvalık lokasyon olarak stratejik bir noktadadır. Etrafında olarak tanımlanmıştır. Kazdağları, Kozak yaylası, Sarımsaklı plajı, Cunda ve Ayvalık’ın ikinci koruma kazanımı; Bakanlar Kurulu kararı ile 24 ada vardır. Ayrıca, Bergama, Truva ve Çanakkale Ayvalık Alibey adası hariç 22 adanın 19’unun ‘Ayvalık Adaları Şehitlikler’e çok yakındır. Bir saatlik mesafede bir Avrupa Tabiat Parkı’ statüsüne kavuşmuş olmasıdır. Bu alan 19.624 ülkesine (Midilli-Yunanistan) geçme şansınız vardır. Ayvalık’ta hektardır. Günümüzde bu adalar çevresinde profesyonel güneşin batışı ve doğuşu bile farklıdır. Bu anı yaşamak dalgıçlar dünyada Kızıldeniz’den sonra bir tek bu alanda isteyenler için önerimiz akşam üstü Şeytan Sofrası’na bulunan kızıl mercanlara dalış yapmakta ve fotoğraflarını gitmeleridir Sarımsaklı plajlarının temizlik ve uzunluk olarak çekmektedir. Türkiye’de ilk üçe girdiğini söyleyebiliriz. Ayvalık’ın su altı fauna ve florası da son derece zengindir. Bu zenginliklerinin Ayvalık’ın korunması noktasında üçüncü kazanımı; Gıda, en önemlisi kızıl mercanlardır. Dünyada sadece İtalya'nın Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından tarım arazilerinin Portofino kenti ve Ayvalık korunması amacıyla yürütülen çalışmalar kapsamında koruma açıklarında bulunan kırmızı altına alınmış olmasıdır. mercanlar, su altının büyülü Diğer bir deyişle, Bakanlar dünyasını tanımaya çalışan Kurulu kararıyla belirlenen dalgıçların yoğun ilgisini bu ovalar artık ‘tarımsal SİT çekmektedir. Ayvalık Belediyesi, UNESCO Kültür gibi korunacaktır. Koruma Mirası Listesi ve Tarihi Kentler Birliği Ayvalık merkez ve Ali Bey altına alınan 49 il ve 141 ova adasındaki neo-klasik sivil kapsamında yaklaşık 4.5 dakikalık arasında Altınova bölgesi de mimari örneklerinin oluşturduğu bulunuyor. güzel bir video görseli hazırladı. kent dokusu, turizm arzını Ayvalık’ın korunması ile ilgili zenginleştirmektedir. Cunda önemli bir kazanım da şehrin adasında ve Ayvalık şehir 2017 yılında Paris’te toplanan merkezinde ‘old city’ denilen UNESCO Heyeti tarafından mekânlarda 2 bin civarında UNESCO Dünya Miras Geçici tescilli bina vardır. Ayrıca Listesi’ne; Ayvalık Endüstriyel Peysaj ‘Tentative Lists, Ayvalık asırlık bir mutfağa da sahiptir. Kuzey Ege Bölgesi (Industriyel Landscape, Ref.No.6243)’ kararıyla alınmış ve bu bölgenin içinde yer alan Ayvalık mutfağı son yıllarda olmasıdır. Şimdi hedef UNESCO Dünya Miras Listesi Asil gastronomi turizmi açısından tercih edilen ve yoğun talep alan Listesi’ne girmektir. Türkiye’nin bugün itibarıyla UNESCO bir ürün grubu olarak öne çıkmaktadır. Dünya Kültür Miras Listesi’ne giren toplam 17 kültürel ve doğal Ayvalık’ta çok sayıda tarihi cami, kilise ve manastır varlığı vardır. 72 adet de Geçici Liste’de bekleyen kültürel ve bulunmaktadır. Bir diğer deyişle, Ayvalık tarih, kum, deniz, doğal varlığı bulunmaktadır. Turizmde bir yöresel kalkınma güneş, mutfak ve su altı-su üstü turizm değerleri açısından projesi olarak yerel yönetimlerin sahiplendiği ve ciddi çaba oldukça zengindir. Bu saydıklarımız Ayvalık’ın bozulmayan ve gösterdiği UNESCO sürecine böylelikle Ayvalık da dahil günümüze kadar gelen doğal, tarihi ve kültürel çekicilikleridir. olmuştur. Ayvalık’ın bu noktada ‘koruyarak kullanma’ anlayışını egemen kılan önemli yasal kazanımları vardır. Bunlardan ilki Ayvalık’ın Ayvalık’ın UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’ne girmesi tarihi SİT alanı olarak ilan edilmesidir. Ayvalık kent merkezi ve yöreye üç farklı kulvarda avantaj sağlayacaktır. Bunlardan birincisi; Ayvalık’ın bütün kültürel ve doğal değerleri, su altı ve çevresindeki SİT sınırları ilk defa Gayrimenkul Eski Eserler ve su üstü flora ve faunası koruma altına alınacak ve gelecek Anıtlar Yüksek Kurulu kararıyla uygun bulunan çevre düzeni kuşaklara aktarılacaktır. İkincisi; Ayvalık’a ve Türkiye’ye ait planıyla haritaya bağlanmıştır. Ayvalık kent merkezi ve Ali Bey bu doğal ve kültürel miras Dünya Miras Listesi’ne girerek tüm (Cunda) adası merkezi bu planda yoğun tarihi SİT alanı olarak dünyanın ortak mirası olacaktır. Son olarak; bu kültürel ve belirlenmiştir. Çevre düzeni planının uygun görülmesinden doğal mirasın Dünya Miras Listesi’nde yer alması bölgenin 18 yıl sonra, Ayvalık kent merkezine ilişkin 1:1000 ve 1:500 dünyada görünürlüğünü arttıracak, Ayvalık marka şehir ölçekli Kentsel Sit Koruma Amaçlı İmar Planı, Bursa Kültür olacak ve daha çok yerli ve yabancı turist bölgeye gelerek ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından uygun yöre ekonomisine katma değer yaratacaktır. bulunmuştur. Bu planda ise söz konusu çevre düzeni planında Geçtiğimiz günlerde bu çerçevede Ayvalık’ta çok önemli bir yoğun tarihi SİT alanı olarak tanımlanan Ayvalık kent merkezi toplantı gerçekleştirilmiştir. Türkiye Tarihi Kentler Birliği yılın 2863 Sayılı Yasa ve ilgili mevzuat doğrultusunda kentsel SİT
34
ilk bölge toplantısını 23-24 Mart 2018 tarihleri arasında Ayvalık’ta düzenleyerek bu tarihi kentin önemine vurgu yapmıştır. Bölge Toplantısı’nın açılışında Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Hüseyin Deniz, Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu ve ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt söz alarak, konuşmalar yapmışlardır. Rahmi Gençer; konuşmasında daha çok Ayvalık’ın UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne hazırlık sürecine vurgu yapmıştır. Hüseyin Deniz, katılımcılara kentin tarihçesini aktarırken, Gökhan Görgülüarslan da kentin tabiat ve SİT alanlarıyla ilgili tescilli yapılar hakkında bilgi vermiştir. Ayrıca Ayvalık’ın da Safranbolu gibi kültürel miras niteliği yüksek bir kent olduğunu belirterek, güç birliği yapmanın gerekliliğine değinmiştir. Prof. Dr. Metin Sözen bir kıyı kenti olan Ayvalık’ta komşuluk ilişkilerinin ve kültürlerarası ilişkilerin dikkate değer olduğunu belirterek, bu süreçlerin dünya barışına katkı sağladığını ifade etmiştir. Yalçın Kurt, geçici listeye giren Ayvalık’ın UNESCO Kültür Mirası Listesinde yer alması gerektiğini vurgulayarak, çalışmalara devam edildiğini ifade etmiştir.
Alanlarda Yeni Denemeler: Arkeoparklar’ başlıklı bir sunum yapmıştır. Konuşmasında, Ulubat Gölünün hemen doğu kısmında, Bursa kent merkezine yaklaşık 20 km mesafedeki Aktopraklık arkeolojik alanında yaptıkları kazı çalışmalarına ilişkin bilgi sunmuştur. Toplantı, Prof. Dr. Metin Sözen’in genel değerlendirme ve Yalçın Kurt’un kapanış konuşmasıyla son bulmuştur. Prof. Dr. Metin Sözen, konuşmasında Tarihi Kentler Birliği olarak belediye başkanlarının kültür öncelikli kentlerin başkanları olduklarını bilmeleri, bu bilince varmaları ve ciddi sorumlulukları olduklarını bilmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca kültürel değerleri bilmek ve tanımanın temel sorumluluk alanları olduğunu ifade ederek, bu işin büyük sorumluluğunu sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’na yüklemenin doğru olmadığını ifade etmiştir. Bu sorumluluğun tüm bakanlıkların ortak sorunu olması gerektiğini ifade ederek, ayrıca bütün belediye başkanları, kaymakamlar ve tüm yurttaşların bu kültürel değerleri bir arada koruma ve yaşatma mücadelesi noktasında aynı paydada buluşması gerektiğini söylemiştir. Toplantının son Yalçın Kurt, Gaziantep’in bir kültür ekonomisi yarattığını ifade ederek, Ayvalık’ın da çok kısa bir süre içinde UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne gireceğini müjdelemiştir.
Halil Başyazgan Cumhuriyet Kültür Merkezinde düzenlenen ‘Yerel Yönetimlerde Yeni Yaklaşımlar ve Ayvalık Örneği’ konulu Kent gezisiyle son bulan Tarihi Kentler Birliği Bölge Toplantısı için Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen il ve ilçe belediye panel Büyükşehir Belediye başkanları iki gün boyunca Başkanı Zekai Kafaoğlu ve Ayvalık’ın doğal, tarihi ve Vali Ersin Yazıcı’nın açılış kültürel değerleri hakkında konuşmalarıyla başlamıştır. bilgilendirilmiştir. Toplantının Zekai Kafaoğlu, kültürel ve son günü, restore edilen ve doğal mirası korumanın insanın Ortodoksların kutsal su mekânı Ayvalık merkez ve Ali Bey adasındaki öncelikli görevi olduğunu olan Panagia Phaneromeni belirtirken, Ersin Yazıcı neo-klasik sivil mimari örneklerinin Ayazması’nın resmi açılışı kentin, tarihi kent dokusuna oluşturduğu kent dokusu, turizm arzını yapılarak, ziyaretçilerin zarar vermeden gelişmesi zenginleştirmektedir. kullanımına sunulmuştur. gerektiğini ifade ederek Avrupa kentlerinden somut Ve iki güzel haber... Ayvalık örnekler vermiştir. Rahmi Belediyesi, UNESCO Kültür Gençer yaptığı sunumda Mirası Listesi ve Tarihi Kentler Ayvalık’ın doğal, tarihi ve Birliği kapsamında yaklaşık kültürel mirasını, yaşayan yapı 4.5 dakikalık güzel bir video örnekleriyle sıralamıştır. Ayvalık’ta yerleşik yaşamın 1500’lü görseli hazırladı. Bu görseli sosyal medyada ne kadar çok yıllara dayandığını ve Helenistik döneminde de uygarlıklara paylaşırsak o kadar Ayvalık gönüllüsü kazanır ve marka ev sahipliği yaptığını ifade eden Gençer; 1700’lerin ortasında imajını kuvvetlendiririz. Güzel bir çalışma olmuş. Emeği ticarete başlayan Ayvalık’ta 19. yüzyılda kentte 7 konsolosluk geçenleri tabi ki özellikle de Başkan Rahmi Gençer’i tebrik ve birçok ticarethane, 1410’a tarihlenen ve bugün hâlâ ibadete ediyorum. Bir diğer güzel haber de Rahmi Gençer’in bu yıl da açık olan Kadı Camisi, 1490’larda yapılmış olan Hacı Bayram Türkiye’de en başarılı ilçe belediye başkanları sıralamasında Camisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilen ilk altıda yer almasıdır. Gezici Araştırma Şirketi’nin 8 bin 762 Taksiyarhis Anıt Müzesi, Ayvalık Belediyesi’nin öncülüğünde kişiyle görüşerek hazırladığı ‘En Başarılı Belediye Başkanları’ Ömer ve Suzan Özyiğit ile gönüllüler tarafından restore edilen anketinde Rahmi Gençer yüzde 61,1’lik oy oranıyla geçen ve Ortodoksların kutsal su mekânı olan Panagia Phaneromeni yılki sıralamasını korumuş ve 6. sırada yer almıştır. Ayazması gibi pek çok tarihi değere sahip olduğunu İkinci güzel haber de turizmle ilgili...Yapılan son araştırmalara belirtmiştir. Gençer konuşmasının son bölümünde Ayvalık’ta ve gerçekleşen rezervasyon rakamlarına göre Türk turizminin 2006 adet tescilli yapının bulunduğunu ve en büyük amacının bu yıl 2014 yılındaki turist sayısına ve turizm gelirlerine Ayvalık’ı UNESCO Dünya Kültür Mirası Asil Liste’ye sokmak ulaşacağıyla ilgili öngörüdür. 2014 yılında Türkiye’nin toplam olduğunu ifade etmiştir. turizm geliri 34.3 milyar dolar ve gelen turist sayısı da 41.4 Panelin 2. konuşmacısı ÇEKÜL Kent Çalışmaları Koordinatörü milyon kişiydi ve bu rakamlar bugüne kadar Türk turizminin ve mimar Alp Arısoy ‘Yasallaşma Sürecindeki Kentsel Tasarım ulaştığı en yüksek verilerdi. Bildiğiniz üzere 2015, 2016 ve Rehberlerinin Oluşturulmasında Temel Noktalar’ başlıklı bir 2017 turizm açısından sıkıntılı yıllardı. Şu bir gerçek; Akdeniz sunum yapmış ve giderek daha fazla gündeme gelen kentsel ve Ege Bölgesi yabancı turist ile ‘dolmadığında’ her zaman tasarım rehberlerinin temel kavramları ve içeriği hakkında Ayvalık turizmi sıkıntı çekmiştir. Bu yıl Akdeniz bölgesi dolacak bilgi vermiştir. Panelin 3. konuşmacısı, İstanbul Üniversitesi gibi duruyor. Prehistorya Anabilim Dalı Başkanı ve aynı zamanda ÇEKÜL Akademi eğitmeni de olan Prof. Dr. Necmi Karul ‘Arkeolojik Kalın sağlıcakla...
35
Özellikle yaz aylarında Ayvalık’ın en hareketli, en canlı merkezlerindendir Cumhuriyet Caddesi 1. Sokak... Her daim devinim halindedir. Genellikle yeme-içme mekânlarının bulunduğu sokak özellikle akşam olup, diğer esnaf kepenklerini indirdiğinde yerli ve yabancı turistlerin akınına uğrar. Ege’nin cömert lezzetlerinden kendilerine keyifli bir akşam hazırlayan tatilcilerin masaları ilerleyen saatlerde sokak müzisyenleriyle şenlenir… “Allah Allah! Hangi sokak bu?” diye sorduğunuzu duyar gibiyiz. O zaman şöyle tarif edelim: Bir zamanlar sağlı-sollu tenekeci dükkânlarının bulunduğu yerden, yani yaşayan adıyla ‘Tenekeciler Sokağı’ndan söz ediyoruz. Ve orada, günümüzde sadece iki ‘tenekeci dükkânı’nın varlığını sürdürebildiği sokakta, İmren Teneke İmalathanesi’nin sahibi ve son tenekeci ustalardan Adnan Ok’la birlikteyiz.
FABRİKALARDA KULLANILAN YAĞ KAPLARI, HUNİLER, MAŞRAPALAR, SIZMA YAĞ ELDE ETMEKTE KULLANILAN FİLTRELER HEP BİZİM USTALARIN ELİNDEN ÇIKARDI GÜLBENİZ ŞENTAY
-M
idilli mübadiliyiz. Dedemler Ayvalık’a Sarımsaklı’nın tam karşısına düşen ve şimdilerde Rumların ‘Yeni Ayvalık’ dedikleri Balçık köyünden gelmişler. Baba dedem zeytinciymiş. Ayvalık’ta da zeytincilik yapmış. Ayrıca içme suyunun olmadığı yıllarda kuyulardan katırıyla evlere su taşır, satarmış. O vefat ettiğinde babam on bir yaşındaymış. Altı kardeş yetim kalmışlar. Onları eskilerin, “Çok Osmanlı kadındı!” dedikleri babaannem Ramise Hanım büyütmüş… Babam Ali Ok, Ayvalık’ta ‘Tenekeci Avcı Ali’ adıyla bilinirdi. Lakabıysa ‘Ali Efe’ idi. Yanlış anlaşılmasın; kimseye efelendiğinden değil; efeler gibi mert, sözünün eri olduğu için kendisine bu lakap takılmıştı. Hayata erken atılan babam, eniştesinin işliğinde tenekeciliği öğrenmeye başlamış, 1948’deyse kendi dükkânını açmıştı. Ben 1962 yılında Hamdibey Mahallesi’ndeki evimizde Ok ailesinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldim. Çocukluğum babamın dükkânında geçti diyebilirim. Okuldan fırsat buldukça ya da yaz tatillerinde işliğe gider babama yardım ederdim. Sağlı-sollu yaklaşık on beş tenekeci dükkânının sıralandığı sokağı da, sokağın rengini de çok severdim. Yan tarafımızda meşhur bir helvacı vardı. Herkesin bildiği bir yerdi. Bu nedenle çoğu insanın dilinde burası aynı zamanda ‘Helvacı Sokak’ idi. Karşımızdaki hediyelik eşya dükkânıysa o vakitler Angir’in meyhanesiydi. Angir şarap satardı. Şarap fıçılarla gelirdi. Kara Kemal gibi birkaç kişinin daha meyhanesi bu sokaktaydı. Babam dışında Halil Kendik, Ali Kıraç, Bursalı Ahmet dönemin en ünlü teneke ustalarıydı. Tenekeci Faruk, Yörük Ahmet, Tik Mustafa’nın babası Tik Mehmet, adını sık sık duyduğum Tenekeci Laz Seyfi’yi yine hatırladığım isimler arasında sayabilirim. Allah rahmet eylesin, hepsi işinin ehli insanlardı. Tenekecilik altın çağını onlarla yaşadı. Eskiden iş boldu ve on beş tenekeci aynı anda bu sokaktan rahat rahat ekmek yiyebiliyordu. Ben o günleri gördüm! Zaten görmeseydim ne mal-mülk sahibi olabilir ne de mesleği bugüne kadar devam ettirebilirdim. Nasıl çalışılırdı, ne güzel çalışılırdı anlatamam! Elli kilodan iki ton kapasiteye zeytinyağı lancaları (depo) üretilir, Akhisar’dan Nizip’e, Türkiye’nin
36
Eski peynir tenekelerinden yaptığımız dekoratif duvar saksıları daha çok yazlıkçı müşterilerimizin ilgisini çekiyor
"K
oca sokakta artık eskilerden bir biz kaldık, bir de Kemal İncedayı... Ne ki, kendi yağımızla kavruluyor, mesleği yaşatmaya çabalıyoruz. Hemen hemen aynı şeyleri üretiyoruz. Ölçüm kapları, ızgaralar, kovalar, borular, sobalar, banyo kazanları… Örneğin dükkânın önünde sergilediğim ‘iptidai’ banyo kazanı hâlâ talep görüyor. Çünkü içine iki kozalak, biraz çalı-çıprı attınız mı banyo yaparken iliklerinize kadar ısınıyorsunuz. Haznesindeki su eksildikçe takviye edildiğinde arka arkaya rahatlıkla dört kişi, hiç üşümeden banyo yapabiliyor. Geri dönüşüme hizmet amacıyla eski peynir tenekelerinden yapığımız renkli, dekoratif duvar saksılarıysa çoğunlukla yazlıkçı müşterilerimizin ilgisini çekiyor."
Denizin dibine yapılan yapılar Ayvalık’ın oksijenini kesti yağ çıkaran bütün bölgelerine gönderilirdi. Yağcıların fabrikalarda kullandıkları yağ kapları, huniler, yassı ve yuvarlak maşrapalar hep bizim ustaların elinden çıkardı. Sızma yağ elde etmekte kullanılan filtreleri de tenekeciler yapardı.
“Ayvalık’ın bütün sokakları denizden tepelere, Profitilya’ya kadar rüzgâra açıktır. Rumlar kenti böyle inşa etmiş... Sıcak yaz günlerinde kanter içinde çekiç sallarken, bütün esnaf öğle sonrası çıkacak meltemi beklerdik. Akşam geç saatlere kadar esen imbat, Ayvalık’a soluk aldırırdı. Ama biz Cumhuriyet Meydanı’ndan eskiden Köprü diye anılan 06’ya yüksek yüksek binalar yaparak Ayvalık’ın oksijenini kestik. Eskiden Tenekeciler Sokağı da kentin diğer sokakları gibi püfür püfür eserdi. Denizin dibine yapılan yapılar yüzünden artık ne Ayvalık ne de biz nefes alabiliyoruz!”
Yağ lancaları ‘bandon’ adı verilen kalın, kalaylı bir malzemeden imal edilirdi. Halk bandonun bir teneke cinsi olduğunu bilmediğinden, lanca ya da depo yerine, ‘Bandon aldık!’ derdi. Hasılı eskiden tenekecilik öncelikle zeytinyağı sektörüne hizmet ederdi. Hiç unutmam, babalarımız sabahlara kadar yağ tenekelerinin ağızlarını kapatır, lehimler; lehimlenen tenekeler İstanbul/Sirkeci’ye gönderilmek üzere takalara yüklenirdi.
Ayvalık’ta iki-üç tane de teneke fabrikası vardı ama onlar sadece teneke üretirlerdi. Sokak esnafıysa soba başta olmak kaydıyla tenekeden pek çok şey imal ederdi. Klimalar/kaloriferler yokken kışın herkes sobayla ısınırdı. Zengin de, fakir de soba kurardı. Izgaralı sobaların, mangalların yanı sıra yaptığımız ‘çingene’ sobalarının alıcısı çoktu. Çünkü kolay yanar, iyi ısı verirdi. Doğal olarak soba boruları, kömür kovaları, kürekler, yani maşrapadan tutun leğene kadar tenekeyle ilgili ne varsa tenekecilerin konusuydu. DÜMDÜZ TENEKEDEN ADAM BİLE YAPARIM, ÖLÇÜSÜNÜ VERİN YETER! Liseyi bitirmiş, mesleği eni-konu öğrenmiştim. Gerçi başarılı bir öğrenciydim ve özellikle güzel konuştuğum,
ağzımın iyi laf yaptığı söylendiği için öğrenimime devam edip avukat olmak istiyordum. Ancak üniversite olaylarının yoğun yaşandığı yıllardı. İki ağabeyimi motor tamirciliğine yönlendiren babam, benim evden uzaklaşmama karşıydı. Israrcı davranmadım. Kardeşim Hüseyin’le birlikte babamın yanında çalışmaya başladım.
Otuz beş yıl önce de babam kendini emekliye ayırdı ve dükkânı tamamen bize bıraktı. Doğrusunu isterseniz iki kardeş iş hacmimizi arttırabilmek amacıyla bazı atılımlarda bulunduk. Özellikle punto makinesi sayesinde zor bir işlem olan ‘perçinleme’ çok kolaylaşmıştı. Emek ve zamandan tasarruf sağlamıştık. Ancak fabrikasyona geçemediğimiz için yeterince büyüyemedik. Yine de diğer işlikler birer birer kapılarına kilit vururken biz varlığımızı koruyabildik. Mesleğimi de çalışmayı da çok seviyorum. İnanın benim artık tenekeden yapamayacağım hiçbir şey yok. Dümdüz tenekeden adam bile yaparım! Ölçüsünü verin yeter! Anlayacağınız işime adeta tapıyorum. Zor yönleri olmasına karşın müthiş keyif alıyorum. Dükkânıma profesöründen komutanına her kesimden insan geliyor. Pek çok dost ediniyorum. Rahmetli babam sayesinde güzel, huzurlu bir hayat sürüyorum. Şükürler olsun!.. Dükkânım, evim, arabam var! O denli memnun, mutluyum ki, dünyaya bir daha gelsem yine tenekeci olmayı seçerim. Bazen “İyi ki okumak için büyük kentlere gitmemişim!” diyorum. Çünkü mesleğimin de, Ayvalık’ın da sevdalısıyım!
37
Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN
Cunda meyhaneleri
Vale tu yero ena raki, na t’urthi san to meli Na dis çe t’anevolema, pos perpatay çe vyeni.(*)
2
(*) İhtiyara bir rakı koy, bal şeker olsun ona Bak bakalım yokuşu, nasıl çıkıyor sonra.
Pikaplı Meyhane kavramını uzun yıllar sürdürmüştür Saki Kaptan. Kaptanlığında Midilli’ye gidip-gelirken eli kolu plakla dolu dönermiş. Girit mübadili ilk kuşak bu meyhaneye takılırdı… Cepken, beyaz gömlek, kırmızı kuşak, dar düğme paçalı pantolon, körüklü çizme giyer, elinde kehribar tespihi düşmez, burma bıyığıyla ağır ağır konuşan Giritli efendiler... Doğruluk abidesi olan bu büyükler, Girit Destanı Erotokritos’u(2) ezbere bilirler, rakının ikinci kadehinden sonra sohbetin durumuna göre belleklerine kazınmış olan madinadesleri(3) bir bir çıkarmaya başlarlardı. Aralarından biri Cunda, başka bir alem… Girit kemençesi olan Lira’yı eline alır başlar çalmaya ve kalkar birileri zeybeğe, sonra da Pedozali’ye(4)… Sonra Saki Kaptan Her şey mübadele sonrası adaya gelen ilk Giritli kuşakla pikaba koyar yeni uzunçalar başladı. Bu kuşak arasından plakları ama illa sona doğru çıktı ilk meyhaneciler ve Samyotisa… Saki Kaptan’ın meyhane ortamını seven Gömeçli Kardeşlerin bulunduğu ardından oğlu Huso lakaplı müşteriler. İlk meyhaneciler binanın arka kısmının, Taş Kahve’ye Hüsnü meyhaneciliğe devam Tavernaki Hasan ve Birneli edecektir. Kısa bir süre sonra bakan tarafında İbrahim ve Halil Saki Onat olurken en uzun asıl yerlerini devredip yine ömürlü meyhaneciyse Selam Artur’un berber dükkânı vardı. Deniz Cunda sahilinde başka bir Aydın olacaktır. Başlayalım tarafında da balık mezatı yapılırdı. mekânda sürdürür faaliyetlerini anlatmaya… Sonraki yıllarda Artur’lar berberliği Hüsnü Bey. Günümüzde Nesos bıraktı. Balık alım-satımı işine girdiler. Poyraz Cafe’nin bulunduğu Restoran’ın bulunduğu O binanın tamamını satın aldılar ve binanın, sol yarısında Gömeçli yerde 1930’ların ortasında Kardeşler(5) adıyla Günay Kanaat Bakkaliyesi vardı. Artur Restoran yaptılar. ve Nadir kardeşler meyhane Girit mübadili Selam Aydın işlettiler. 1973 yılında Cunda’da dükkânını ikiye bölüp sahil çevrilen Kambur ve Hayat kısmına bakan tarafını Bayram Olsa filmlerinin sanatçı ve personeli burada yemek meyhaneye çevirir ve tabelasını asar: Selam’ın Meyhanesi… yer, akşamları rakı/balık yaparlardı. Bir yanlış anlama sonucu İşi bilen Selam Baba, Cunda motorlarını akşam dolduran Cundalı bir delikanlıya yumruk atan K.İ. meyhanede günün iş yorgunu memurları, çalışanları, 500 metre önceden yorgunluğunu atmaktadır. Duruma sinirlenen ve “Cundalıya karşılarmış, “Selam, balık pişiriyor!..” diye. Burada pişen kimse vuramaz” diye bilenip karşı masaya oturan Duman balığın lezzeti, mezelerin dillere destanlığı günümüze Ali birkaç kadehten sonra artisti tek yumrukla burada nakavt ulaşmışsa siz düşünün artık. Adanın elektriksiz günlerinde etmişti… Kardeşlerden Nadir sonradan ayrılıp minibüsçülük lüks lambası ışığında demlenen müşteriler, genellikle yapmıştır. Daha sonraları diğer kardeş Günay da önceleri Bozcada’dan gelen şarapları içerlermiş. Ezkaza yeni aldığı Uçarı Restaurant adıyla faaliyet gösteren binayı satın almış, maaşıyla rakı isteyen bir müşteri olursa bitişikteki bakkaliyede mekâna kendi adını vererek Günay Restoran adıyla devam duran oğlundan bir şişecik uzatılırdı… Meyhane Ramazan etmiş ve etmektedir. ayında tatile girer, kadayıf, muhallebi gibi tatlılar yapan bir tatlıcıya dönüşürdü. Selam Baba 1964’te vefat edince mekânı Gömeçli Kardeşlerin bulunduğu binanın arka kısmının, Taş oğulları Canlı Balık adıyla kısa bir süre çalıştırdılar ve sonra Kahve’ye bakan tarafında İbrahim ve Halil Artur’un berber devretmek zorunda kaldılar. dükkânı vardı. Deniz tarafında da balık mezatı yapılırdı. 000’li yılların başlarında tişörtlere basılan ‘Rakı, Balık, Ayvalık’ üçlemesi vardır ki birçok Ayvalıklı bu tanımdan hoşlanmaz aslında. Bu söz muhtemelen Cunda kıyısında sıra sıra dizili olan balık restoranlarının yaratmış olduğu ortamdan çıkmış olmalıdır. Geçen yazımızda ana kaynağımız Metin Solmaz’ın Overteam Yayınları tarafından yayınlanan Rakı Ansiklopedisi kitabıydı. Bu yazımızda yine bu kitaptan ve iki değerli büyüğüm Tanju İzbek ile Ahmet Anak’ın yaşadıklarıyla Cunda meyhanelerini aktarmaya çalışacağım.
Şimdi Papalinium Restoran’ın olduğu yerde Kukli Saki ‘nin(1) meyhanesi vardı. Adını daha sonra ‘Billur Kadeh Gazinosu, Saki Kaptan’ın Yeri’ olarak tabelaya yazdırdı.
38
Sonraki yıllarda Artur’lar berberliği bıraktı. Balık alım-satımı işine girdiler. O binanın tamamını satın aldılar ve Artur Restoran yaptılar. Cunda köprüsünün yanında da Artur
Muvaffak Girginkardeşler ve eşi Sezer Hanım
mutfakta yani işin başında hizmet verecektir. Abdullah Ertem’in vefatından sonra oğlu Sedat Ertem ve eşi Funda Ertem ile arkadaşları Hüseyin Erdoğmuş mekânı Dalyan Restoran adıyla işlettiler. Şimdi Hop Cunda hizmete devam ediyor. Ertem’lerse iki otelle restorancılıktan otelciliğe geçiş yaptılar. Cunda sahilinde içkili restoran kültürünü devam ettiren birkaç noktayı saymamız gerektiğini belirterek bu son kuşak isimleri de kaynağımızdan aktaralım: Bu dönemin öncülerinden, Midilli göçmeni bir ailenin ferdi Ahmet Nihat Bekit tarafından kurulan Bay Nihat’ın Yeri-Lale Restoran, Ayhan’ın YeriDeniz Restoran, Cunda’nın yeni kök salan meyhaneleri oldu. Masalar arapsaçı, hindiba, turp otu, börülce, hardal otu, popules, akkız, çoho, istifno, muhliye, çipez, stafilinakus ve izvinya (sarmaşık) türleri olan asvaraca, avrones gibi otlarla, lakerda, ahtapot, kalamar, adabeyi (lipsos), fener, tekir balıkları ve yörede karadiken denen deniz kestanesi gibi deniz mahsulleriyle donatıldı. Notlar: (1) Kukli, Horoz manasına gelmektedir. Yani Horoz Saki… (2) Erotokritos-Bir Girit Destanı / Lozan Mübadilleri Vakfı Yayını / 2011 (3) Madinades: Girit manileri (4) Pedozali: Girit Halk Oyunlarında bir çeşit halay. (5) Gömeçli Kardeşlerin babası Şaver Dayı’dır.
Altınova meyhaneleri… Meyhaneler yalnız Ayvalık ve Cunda’da mı vardı? Elbette Altınova beldemizde de eskiden gelen bir meyhane kültürü söz konusu... Altınova’nın yemek kültürü ve lokantacılık üzerine kadim mekânı, Ege Lokantası’nın (Ayda Bir Ayvalık’ın 19. sayısında Gülbeniz Şentay’ın Yurdaer Güven ile güzel bir sohbet yazısını tavsiye ederiz) işletmecisi olan değerli büyüğümüz Yurdaer Güven’in notlarından sırasıyla bu meyhaneleri aktarmaya çalışacağım. Balıkçılık şirketini kurup uzun yıllar devam ettiler. Sonrasında Artur Restaurant tekrar el değiştirdi ve şimdi Bilgin Sevim tarafından Poyraz Cafe adıyla işletiliyor. 1970’li yıllarda Bay Nihat’ın tam arkasında Arif’in Yeri adıyla açılan, Kolsuz Arif olarak bilinen Arif Erol’un meyhanesini muhakkak anmalıyız. Pikapta en damar şarkıların çalındığı, gençlerin en çok uğradıkları, Ahmet Anak’ın da ilk büyük sarhoşluğunu yaşadığı meyhanedir Arif’in Yeri. Arif genç müşterilerine Evlât diye hitap eder, meyhanesinde içilen içkinin toplamı kadar kendisi de içerdi. Hep sarhoştur ama yıkıldığını gören olmamıştır. Öyle çok içerdi ki, müşteriler aralarında, “Meyhaneyi kendisi içsin diye açtı galiba” diye konuşurlardı. Cunda’nın salaş meyhanelerinin sonuncusuydu. Ucuzdu ve buna rağmen hesap istediğinizde Arif’ten, “Sonra verseniz de olur!” veya “100 lira yeter!” gibi sözler duyabilirdiniz. Kimi zevk için içermiş, Kolsuz Arif ise dertten içenlerden olup Cunda meyhaneciliğinin son temsilcisiydi…
Altınova’nın ilk meyhanecisi 1938-1942 yıllarında faaliyet gösteren Meyhaneci Ali Atılgan’dır. Sonra Yurdaer Ağabeyin babası Hüseyin Avni Güven’in 1942-1995 yılları arasında işlettiği Bahçeli Şen Lokantası gelir. Bu meyhane 1995 sonrası Ege Lokantası adını alır ve içki satışını bırakarak günümüze kadar varlığını sürdürür. Sonrakiler, 1942-1948 yıllarında Orhan Aksoy, 1950-1979 yıllarında İsmail Badur, 1960-1965 yıllarında Cemalettin Usta, 19651970 yıllarında Kazım Baba, 1965-1970 yıllarında Burhan Cebe, 1970-1980 yıllarında Meyhaneci Berhan, 1980’li yıllarda Adil Meyhaneci ve son olarak Selimiye muhitinde Tevfik Karadayı’nın meyhanesi bulunmaktadır. Sonuncu hariç bütün meyhaneciler Altınova’nın merkezinde Çarşı olarak anılan bölgede işletmecilik yapmışlardır.
Cunda meyhane kültürü 1970’li yıllarda başlayan turizm hareketliliğiyle birlikte yavaş yavaş balık restoranları kültürüne dönüşecektir. Bu kültürün ilk temsilcisi, Muvaffak ve Sezer Girginkardeşler çiftinin işlettiği Saray Restoran olacaktır. Günümüzde Ayhan Alışık’ın işletmiş olduğu Hop Cunda Restoran’ın mülkü Abdullah Ertem’e aittir. 1960’lı yıllarda kahve olarak işletilen mekânı Şeytan Sofrası’ndan Cunda’ya gelen Muvaffak Bey balık lokantasına çevirir. Birçok kişi tarafından efsane olarak nitelenen eşi Sezer Hanım da
39
HATIRA DEFTERİ
1
‘HAMLET’ 70 YIL ÖNCE AYVALIK’TAYDI! Johan August Strindberg’in, Paris’te yaşayan genç bir oyun yazarını anlatan ‘Suçlu mu?’ adlı eserini Kültürpark’taki Sergi Sarayı’nda sahneledi.
923 yılında ilan edilen Cumhuriyet, Türkiye’de siyasal düzeni değiştirmenin yanı sıra kültürel yaşamı da etkiledi ve sanatın bütün dallarında yeni gelişmelere yol açtı. Cumhuriyet’in ilanından sonra kurulan tiyatro toplulukları tiyatronun yaygınlaşması ve daha büyük kitlelere ulaşmasında önemli rol oynadı. Buna bağlı olarak başarılı tiyatro insanları yetişti.
Dilligil’in İzmir’de ilk işlerinden biri, aynı zamanda aydın kesimin ilgi ve güvenini de kazanabilmek için, yıllardır çok iyi bildiği ‘Hamlet’i sahneye taşımak oldu. O günden sonra sanat çevrelerinde ve gazetelerin sanat sayfalarında adı ‘Hamlet Avni’ olarak anılmaya başladı. (Avni Dilligil, kendisiyle birlikte sahneye çıkan tiyatro ve dizi oyuncusu Ferdi Akarnur’a göre Hamlet’i dünyada en iyi oynayan beşinci adamdı.)
Cumhuriyet dönemi tiyatrosunun önemli isimlerinden biri de Avni Dilligil’di. Tiyatroya tutkulu bir bağlılığı vardı. Daha 1927 yılında Darülbedayi (İstanbul Şehir Tiyatroları) sınavlarına girerek kazanmış ve sahneye ilk kez Şekspir’in ünlü eseri ‘Hamlet’te figüran olarak çıkmıştı. Sanatında gösterdiği başarılarla genç kuşaklara hep örnek olmuş, özellikle amatör tiyatromuzun gelişmesinde emeği geçmişti.
Oyuncu kadrosunda Avni Dilligil’in yanı sıra eşi Nezahat Tanyeri, kardeşi Aliye Rona, Zihni Rona, Muazzez Arçay, Feridun Çölgeçen, Salih Tozan, Renan Fosforoğlu, Şevki Artun, Muharrem Gürses, Kemal Dirim gibi zaman içinde adlarından söz ettirecek sanatçıların bulunduğu İzmir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ekibi 1947 yılında bir turneye çıktı. Bu kapsamda Balıkesir ve Edremit’ten sonra Haziran ayında Ayvalık’a geldiler.
Dilligil, 1946 yılında, birkaç yıldır sürdürdüğü çalışmaları tamamlayarak Belediye Başkanı Reşat Leblebicioğlu’nun desteğiyle İzmir Şehir Tiyatrosu’nu kurdu ve genel sanat yönetmenliğini üstlendi. Tiyatro ilk oyun olarak İsveçli yazar
1
30 OYUNCUYA 11 SEYİRCİ!
946... İzmir... Soğuk sonbahar günleri yaşanıyordu. Avni Dilligil yönetimindeki İzmir Şehir Tiyatrosu o akşam Şekspir’in ‘Makbet’i ile sahne alacaktı. Oyun sergilenmeye başlayalı bir aydan uzun bir zaman olmuştu ve seyirci sayısı her temsilde biraz daha azalıyordu. Akşam saatlerinde oyunun 30 kişiyi bulan kadrosu son hazırlıklarını yaparken gişeden sahne arkasına bir haber ulaştı. O akşam koca salonda sadece 11 seyirci bulunuyordu. Bu durumda Makbet’in oynanıp oynanmaması konusunda bir karar vermek gerekiyordu. Kentte her akşam düzenli temsiller veren, perde açan örnek bir sanat kurumu olmayı hedefleyen yönetim oyunun oynanmasına karar verdi. Gong çaldı ve perde zamanında açıldı. Makbet profesyonel bir anlayışla ve büyük bir ciddiyetle sonuna kadar oynandı. Oyun boyunca salondan çıt çıkmadı. Sobayla ısıtılmaya çalışılan, her yanından rüzgâr alan salondaki 11 seyirci soğuktan büzüşerek, gösterişli olması için elden gelen her şeyin yapıldığı, 30 kişinin
40
sahneye çıktığı temsili sonuna kadar izledi. Boru ve trampet sesleri arasında oyun sona erdi, perde kapandı. Oyuncular selam vermek için sahneye dizilip, perdenin açılmasını beklemeye başladı. Ama perdenin arkasından yani salondan değil alkış, çıt sesi bile gelmiyordu. Avni Dilligil, Mücap Ofluoğlu’na yaklaştı, şaşkınlıkla, “Yahu nasıl şey bu? Hiç alkış yok! Ne yapmalı?” diye sordu. Ofluoğlu da şaşkınlık içindeydi. Ne söyleyeceğini bilemedi. Hiç alışık olunmayan bu garip durum karşısında topluluğun yöneticisi durumundaki Avni Dilligil, “Ben bilirim ne yapacağımı!” deyip perdeciye seslendi: “Aç oğlum perdeyi!” Perdeci iplere asıldı. Sahnedeki 30 kişi ve ısınmak için salondaki iki sobanın başına toplanan 11 seyirci sessizce birbirlerine baktılar. Avni Dilligil iki adım öne çıkıp aşağıdakilere bağırdı: “Beyler, Makbet bitti!..” Isınmaya çalışan seyirciler arasından titrek bir ses cevap verdi: “Tahmin etmiştik!”
ZEYTİNİ ÇİZENLER/12 Avni Dilligil yönetimindeki topluluk Ayvalık’ta toplam dört oyun sahneledi. Bu oyunlardan ilki ‘Boks Şampiyonu’ydu. Daha sonra sırasıyla, ‘O Adam Fidenaki’, ‘Sözün Kısası’ ve ‘Hamlet’i sahneye taşıdılar. Bütün gösteriler Ayvalıklı izleyiciler tarafından ilgiyle izlendi. İKİNCİ GELİŞLERİNDE KOMEDİYE AĞIRLIK VERDİLER İzmir Şehir Tiyatrosu bir sonraki yıl bir kez daha Ayvalık’a geldi ve Halkevi salonunda oyunlar sahneledi. Ancak oyunlar bir önceki yıla göre faklıydı. Tiyatrosever Ayvalıklılara daha eğlenceli ve komedinin ağır bastığı bir repertuvar sunmayı tercih etmişlerdi.
LUIS ROMERO’NUN DEĞİŞİK IŞIKLAR ALTINDA ÇİZDİĞİ ZEYTİN AĞAÇLARI FARKLI GÜZELLİKLER SUNUYOR
Sergiledikleri ilk oyun Fransız yazar Georges Feydeau’nun ‘Hanımlar Terzihanesi’ydi. 3 perdelik bu vodvil bir doktorun kendisiyle parası için evlenen eşinin bitip tükenmek bilmeyen kıskançlıkları ve kaynanasının ‘dırdırından’ çektiklerini anlatıyordu. Oyun Ayvalıklı izleyiciler tarafından çok beğenildi. İkinci turnede oynanan diğer oyunlar ise şunlardı: ‘Paşa Hazretleri’, ‘Filozoflar Kulübü’, ‘Tuzak’, ‘Pencereden Pencereye Gönül’ ve ‘Kısmet Oyunu.” Turne ekibinde tiyatronun rejisörü Avni Dilligil’le birlikte Muazzez Arçay, Muharrem Gürses, Hayri Esen, Nedret Esen, Belkıs Fırat, Hasan Mutlu, Kemal Dirim de yer almıştı. Sanatçıların Ayvalık’tan sonraki durakları Edremit, Gelibolu, Çanakkale ve Bursa olmuştu. Ne var ki, ekonomik sıkıntılar, yönetim boşluğu ve oyuncular arasındaki anlaşmazlıklar gibi nedenlerle İzmir Şehir Tiyatrosu, Belediye Meclisi kararıyla 1950 yılında kapatıldı. Avni Dilligil de sanatçı arkadaşlarını toplayarak Bizim Tiyatro’yu kurdu. Uzun yıllar İstanbul ve çevresinde oyunlar sergiledi. Pek çok filmde oyunculuk ve yönetmenlik de yapan Avni Dilligil, 21 Mayıs 1971’de Kadıköy’de sahne aldığı tiyatroda oyun sonrası dinlenmek için gittiği müdüriyet odasında geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayata veda etti. KAYNAKÇA -Metin And, ‘Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi’, İletişim Yayınları, 2017 -Mücap Ofluoğlu, ‘Bir Avuç Alkış’, Mitos Boyut Yayınları, 1996 -Eftal Sevinç, ‘İzmir’de Tiyatro’, izmirkitap.com
41
➠
EN SEVDİĞİ RENKLER MAVİ VE MOR... “Gördüklerimi, hissettiklerimi boyamak istemiyorum. Birçok kültürlerin iz bıraktığı Endülüs’te muhteşem bir manzara var” diyen Romero resimlerinde figüre neredeyse hiç yer vermiyor ve farklı tarzıyla daha çok zeytin bahçelerini, özgün sokakları, kiliseleri, süslü evleri çiziyor. Bir başka deyişle genellikle aynı temayı ve renkleri (mavi, mor) kullanıyor. Aynı evi, binayı ya da zeytin ağaçlarını değişik ışıkta defalarca resmedebiliyor.
L
uis Romero 1948 yılında İspanya’nın özerk Endülüs bölgesinde yer alan Malaga şehrine bağlı Ronda’da doğmuş. Resim yapmaya 9 yaşında sulu boyayla başlamış. Doğduğu yer muhteşem doğası, farklı mimarisi, tarihi yapısı ve köprüleriyle öne çıktığı için ilk çizimlerinde de hep doğa ve evler varmış. Ayrıca küçük göller, göllere kavuşan küçük dereler, yemyeşil tarlalar, çiçeklerle bezenmiş ağaçlar ve zeytin ağacı ormanları... Yaşadığı kenti çevreleyen güzellikler çok genç yaşlardan başlayarak kendisini etkilemiş. Her fırsatta büyük ressamların hayatlarını inceleyen Luis Romero uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra tüm zamanını resim çizerek değerlendirmeye başlamış. Sadece İspanya’da değil, uluslararası alanda da art arda ödüller almış. Tiyatro ve sinema afişleri, kitap resimleri, tiyatro sahne tasarımlarıyla tanınmış.
42
Ulusal Değer ZEYTİNYAĞI
Küresel Hedef BÜTÜN DÜNYA
Mustafa Kemal Ayvalık’ta Mehmet Onur Önder Aksoy Nihan Taştekin Cunda ve Düğün Fotoğrafları
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ 8 MART DÜNYAEMEKÇİ EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ “DÜNYADAHER HER ŞEY ŞEY KADININ KADININ ESERİDİR” “DÜNYADA ESERİDİR”
Hamidiye Camisi Luis Romero
Ayvalık Belediyesi Kadın Danışma Evi Türkel Minibaş ●● Hatice Akıncı ÖZEL ● Kara ● Alatur Sevinç Subaşı Sevinç Subaşı ● Aysun Aysun Kara ● Meliha Meliha Alatur 13. ULUSLARARASI AYVALIK TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ BÖLGE TOPLANTISI SAYI
Adnan Ok
ZEYTİN HASAT GÜNLERİ
NİSAN 2018 YIL: 4 SAYI: 44 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ Doç. Dr. MEHMET KEREM ÖZEL ZEYNEP KAZANCIGİL HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sitesi 5. Cad. No. 69 Bağcılar/İstanbul Tel: 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com Sertifika No: 29195
Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
43
23
TAM 90 YIL ÖNCE...
Nisan 1920... Ankara’da, Mustafa Kemal’in önderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi toplandı ve Türk halkının kendi iradesiyle yeni bir devlet kurduğu bütün dünyaya duyuruldu. İzleyen günlerde 23 Nisan, TBMM’nin kararıyla yeni Türk devletinin ilk ‘Milli Bayramı’ ilan edildi. Ankara’da öğrencilerin de katıldığı ilk kutlamanın ardından 23 Nisan, Mustafa Kemal Paşa’nın desteğiyle, ‘Çocuk Bayramı’ olarak anılmaya başladı. Daha sonra hem ‘Hâkimiyet-i Milliye’ hem
de ‘Çocuk Bayramı’ başlığı altında kutlanır oldu. Albümümüzde yer alan bu fotoğraf 23 Nisan 1928’de Ayvalık Cumhuriyet Meydanı’nda çekildi. Farklı kıyafetleriyle çocuklar, çiçeklerden yapılmış taçlarıyla kız öğrenciler, başlarında öğretmenleri ve onları ilgiyle izleyen Ayvalıklılar... Herkes, ‘kadife’ gibi bir ilkbahar denizinin kıyısında, iki bayramı bir arada kutlamanın mutluluğunu yaşıyor. (BŞ) (Bu değerli fotoğrafı bizlerle paylaşan Sayın Önder Aksoy’a teşekkür ederiz.)