AYVALIKGÜCÜ BELEDİYESPOR BAYAN VOLEYBOL TAKIMI ŞAMPİYONLUĞA ÇOK YAKIN
Ayvalık’ın büyükşehir belediyesine bağlanmasından sonra vatandaşa hizmet götürme noktasında yaşanan sıkıntıları dile getirdi
RAHMİ GENÇER İSTANBUL’DA DÜZENLENEN ‘YEREL YÖNETİMLER VE ADALET’ SEMPOZYUMUNDA KONUŞTU
S
arıyer Belediyesi ve Ülke Politikaları Vakfı işbirliğiyle ‘Yerel Yönetimler ve Adalet Sempozyumu’ düzenlendi. İstanbul’daki Grand Tarabya Oteli’nde 26 Ocak Cuma günü gerçekleşen sempozyuma CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, Ülke Politikaları Vakfı Başkanı Av. Hüseyin Karataş, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Kent Bilimci/Araştırmacı-Yazar Prof. Dr. Ruşen Keleş konuşmacı olarak katıldı. Moderatörlüğünü eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın’ın yaptığı panele katılan belediye başkanları, ağırlıklı olarak yerel yönetimlerin temelleri üzerinde durdu. Günümüzde yerel yönetim ve adalet konusunun hâlâ
RAHMİ GENÇER: "SİT alanları ve tarihi yapılar orijinallerine döndürülmezse turizm yaratılamaz. Turizm ve tarım bu ülkenin geleceğidir. Biz kentimizde bir değişiklik yapacaksak sivil toplum örgütlerimizin ve orada yaşayan insanların görüşlerini alıyoruz. Onlardan da bunu bekliyoruz" 2
konuşulduğuna dikkat çeken Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, “Gönül isterdi ki, 2018 Türkiye’sinde yerel yönetimi; Yerel Yönetim ve Sürdürülebilirlik, Yerel Yönetim ve Kalkınma, Yerel Yönetim ve Çevre, Yerel Yönetim ve Eğitim gibi çağdaş yerel yönetim gündem konularıyla tartışabilelim. Oysa biz yerel yönetim ve adalet tartışıyoruz. Sadece bu konunun seçimi bile bize aslında içinde bulunduğumuz günleri anlatıyor. Genel Başkanımızın başlattığı Adalet Yürüyüşü’nde de gördük ki, ‘adalet’ toplumun her kesiminin özlemle aradığı bir olgu. Yerel yönetimler adalet olgusunun tam da merkezinde duruyor. Dolayısıyla biz yerel yöneticiler bu anlayışı hâkim kılmak konusunda ısrarlı olmalıyız” dedi. Panelde konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da sözlerine ‘adalet’ vurgusu yaparak başladı ve “Belediyelerimizin hesap veremeyeceği bir şey yok. Devletin yönetiminde bir hiyerarşi vardır. Merkezi hükümet vardır, yerel yönetim vardır. Demokrasilerde her yöneticinin denetlenmesi gerekiyor. En önemli denetleyici unsur halkın kendisidir. Biz bundan şikâyetçi değiliz” dedi. “Ülkemizde hukuk
Prof. Dr. Ruşen Keleş de, seçimle göreve gelen karar organlarının görevlerinin son bulmasına dair nihai sözü yargı organlarının vereceğini hatırlattı ve bunun Anayasa’da da belirtildiğini söyledi. Yaklaşık yirmi yıldır devam eden belediyecilik yaşamında merkezi yönetimin yanlış politikaları nedeniyle yaşadığı olumsuzlukları esprili bir dille anlatan Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen de, hükümetin muhalefet partili belediyeler üzerinde kurduğu baskıdan söz etti. Büyükerşen şunları söyledi: “Belediye başkanlığı görevine geldiğim ilk yıllarda Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetim Delegasyon Başkanlığı görevi de bana verildi. Bu kongrelerde Ruşen Hocam’la beraber, beş yıl boyunca Türkiye’de belediye başkanlarına yapılan haksızlıkların ve hukuksuzlukların hesabını vermek durumunda bırakıldık.”
yas tutuyor” diyen Ülke Politikaları Vakfı Başkanı Avukat Hüseyin Karataş da, “Yargı kimsenin uşağı veya alt kadrosu değildir“ ifadesini kullandı. Ankara eski Büyükşehir Belediye Başkanı Murat Karayalçın ise Türkiye’de yerel yönetimlerle ilgili konuşulması gereken çok fazla konu olduğunu belirtti. Adalet olgusunun yerel yönetimlerin özü olduğunu söyleyen Karayalçın, “Türkiye’de kamu yönetimi merkezden yönetim ve yerinden yönetim olarak ikiye ayrılmıştır. İdare bir bütündür. Fakat bu bütünlük içerisinde ne yazık ki merkezi yönetim, yerel yönetimler üzerinde haksız ve adaletsiz politikalar yürütmektedir” dedi. Yerel yönetimlerde adaletin çok önemli bir olgu olduğuna dikkat çeken Kent Bilimci/Araştırmacı-Yazar
Yerel Yönetimler ve Adalet Sempozyumu’nda son olarak Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer söz aldı. İlçe belediyesi olarak İstanbul’da Ayvalık’ı temsil etmekten hem gurur hem de mutluluk duyduğunu belirten Gençer, belediyenin büyükşehir belediyesine bağlanmasıyla birlikte bir takım sorunlarla karşı karşıya geldiklerini hatırlattı ve bu sorunların vatandaşa hizmet götürme noktasında sıkıntı yarattığını vurguladı. Gençer şöyle dedi: “Hâlâ birçok hizmetin paylaşımı noktasında zorluk yaşıyoruz. Hâlâ bazı yollar bizim mi, büyükşehirin mi bilmiyoruz. Kim hizmet götürecek bilmiyoruz. 70 bin nüfuslu bir kentiz. Ağustos ayında nüfusumuz sekiz-on kat artıyor. Yaz boyu ortalamamız ise altı katı buluyor. Yol ve çöp ihtiyaçlarını karşılamak zorundayız. Ancak genel bütçeden bir lira alamıyoruz.” Ayvalık’ta SİT alanlarının imara açılması gibi bir tehlikenin ortaya çıktığını ve ilçede bulunan yeşil alanlarla doğal parkların işlevinin yitirilmeye çalışıldığının altını çizen Gençer şöyle devam etti: “Biz doğayı korumakla yükümlüyüz. Buraları beton yaptırmayacağız. Sürdürülebilir bir ekonomi ve turizm için çevrenin korunması gerekir. Çevre korunmaz, SİT alanları ve tarihi yapılar orijinallerine döndürülmezse turizm yaratılamaz. Turizm ve tarım bu ülkenin geleceğidir. Biz kentimizde bir değişiklik yapacaksak sivil toplum örgütlerimizin ve orada yaşayan insanların görüşlerini alıyoruz. Onlardan da bunu bekliyoruz.” Rahmi Gençer konuşmasının sonunda toplumun her kesimine sundukları hizmetleri yansıtan tanıtım videosunda Zeytin Çekirdekleri, Hoş Geldin Bebek, Kültür Sanat Günleri, Teferiç Günleri, Mübadele Günleri, Evde Bakım Hizmetleri, Kadın Danışma Evi, Erken Doğmuşlar Konuk Evi, ‘Başkan Burada’ Mahalle Toplantıları, Canlı Yayınlanan Meclis Toplantıları, Ayazma ve Kırlangıç Restorasyonları, Taş Köşk, Paşalimanı, At Arabacılar Meydanı, Gençlik Merkezi, Özel Çocuklar Eğitim Evi, Ayvalık Gıda ve Gıda İşlemeleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi ve diğer hizmetlerini hatırlattı. Gençer sözlerini, Ayvalıklıların çok iyi bildiği ‘Zeytin Duası’ ile sonlandırdı: “Herkese, zeytin ağacınınki kadar uzun, zeytinyağı kadar sağlıklı, zeytin tanesi kadar bereketli ve zeytin ağacının simgeleri olan barış ve huzur dolu bir hayat diliyorum.’’
3
Ayvalık Belediyesi, Kalıcı Liste’ye girmek için çalışmalarını aralıksız ve kararlı bir şekilde sürdürüyor
RAHMİ GENÇER ANKARA’DA AYVALIK’IN UNESCO SÜRECİNİ GÖRÜŞTÜ
Ş
ubat ayının ilk günlerinde Ankara’ya giden Belediye Başkanı Rahmi Gençer, başkentte Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nü ziyaret etti. Ziyareti sırasında Cumhuriyet Müzesi’ni de gezen Gençer’e, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt, Müze Müdürü Bahar Çakırhan ve müze görevlisi Yavuz Ortaakarsu eşlik ederek müze hakkında bilgi verdi. Gençer, Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-27 Ekim 1927 tarihleri arasında CHP Kurultayı sırasında ölümsüz eseri Nutuk’u okuduğu müzede Yalçın Kurt ile Ayvalık’ın UNESCO sürecini görüştü. Yalçın Kurt‘u 23-24 Mart’ta Ayvalık’ta, Ayvalık Belediyesi ve ÇEKÜL Vakfı işbirliğiyle düzenlenecek olan Tarihi Kentler Birliği Bölge Toplantısı’na davet eden Gençer, “Endüstri Peyzajı ile birlikte Ayvalık’ımızın zengin tarihinin dünya çapında tescillenmesi için en
önemli adımlardan birini atarak Geçici Liste’ye girmeyi başardık. Kalıcı Liste’de yer almak içinse, çalışmalarımız aralıksız ve kararlı bir şekilde sürüyor” dedi. Cumhuriyet Müzesi’ni gezdikten sonra görüşlerini açıklayan Rahmi Gençer, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde çok önemli bir yeri olan ilk Meclis’te bulunmaktan duyduğu gururu dile getirdi ve sözlerini, “91 yıl önce Atamız burada büyük eserini Türk milletine sundu. Onun düşüncelerini en iyi şekilde idrak edip, yaşamın her alanında o bilinçle hareket etmekten vazgeçmeyeceğiz. Ayvalık halkı adına Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi huzurunda saygıyla eğiliyorum” diyerek noktaladı. Ankara’daki görüşmeler sırasında Rahmi Gençer’e UNESCO Dünya Mirası Alan Yönetimi Birim Sorumlusu Yalın Tüzmen ile Zeytin Çekirdekleri Proje Koordinatörü Gül Gürsoy eşlik etti.
Rahmi Gençer, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Yalçın Kurt'u 23-24 Mart’ta Ayvalık’ta, Ayvalık Belediyesi ve ÇEKÜL Vakfı işbirliğiyle düzenlenecek olan Tarihi Kentler Birliği Bölge Toplantısı’na davet etti.
4
Genel Başkan ve Parti Meclisi seçimlerinde oy kullandı
RAHMİ GENÇER CHP KURULTAYI’NA BALIKESİR DELEGESİ OLARAK KATILDI
C
HP’nin ‘Adalet ve Cesaret’ temalı 36. Olağan Kurultayı 3-4 Şubat tarihlerinde Ankara Arena Spor Salonu’nda gerçekleşti. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun açılış konuşmasıyla başlayan kurultayın ilk gününde genel başkanlık seçimi yapıldı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 790 oyla yeniden genel başkan seçilirken, rakibi Muharrem İnce 447 oy aldı. Sonuçların açıklanmasından sonra kısa bir konuşma yapan Kemal Kılıçdaroğlu şöyle dedi: “Üstlendiğim görevin sorumluluğunu çok iyi biliyorum. Bu ülkenin her ferdinin hakkını, hukukunu ve adaletini korumak için her türlü mücadeleyi yapacağıma sizlere söz veriyorum. Adaleti, demokrasiyi, hukuku birlikte savunacağız. Birlikte yaşamayı savunacağız. Demokrasiyi yüceltmek zorundayız, bu bizim temel görevimizdir. Kendi ülkemizde barış içinde yaşamak istiyoruz. Afrin’de hayatını kaybeden kahraman askerlerimize şükran borçluyuz.” Kurultay’ın ikinci gününde ise Parti Meclisi (PM) ve 15 kişilik Yüksek Disiplin Kurulu (YDK) seçimleri yapıldı.
7 Ocak 2018 Pazar günü yapılan CHP Balıkesir İl Kongresi’nde Belediye Başkanı Rahmi Gençer de kurultay delegesi olmaya hak kazandı. Gençer bu bağlamda Ankara’daki Kurultaya katılarak Genel Başkan ve Parti Meclisi seçimlerinde oy kullandı.
5
Sırada restorasyonu biten Panagia Phaneromeni Ayazması’nın çevre düzenleme ve yenileme çalışmaları var
AT ARABACILAR MEYDANI VE PERŞEMBE PAZARINDAKİ ÇALIŞMALAR HIZLA İLERLİYOR
B
elediye Başkanı Rahmi Gençer, At Arabacılar Meydanı ve Perşembe Pazarı’ndaki yenileme çalışmalarını denetledi. Büyükşehir Belediyesine bağlı Balıkesir Su ve Kanalizasyon İşletmeleri ekiplerinin de destek verdiği çalışmalar hızla ilerliyor. Ayvalık Belediyesi tarafından hazırlanan At Arabacılar Meydanı düzenleme projesi kapsamında elektrik, su ve kanalizasyon hatları değiştiriliyor, yağmur suyu kanalları yapılıyor. Perşembe Pazarı’nda ise çatı ve yıkılan duvarlar onarılıyor. Giriş kapıları ve tuvaletlerle birlikte ışıklandırma sistemleri yenileniyor. Ayrıca bebek bakım-emzirme odası yapılıyor.
6
İki farklı ama birbirini bütünleyen noktada aynı anda sürdürülen faaliyetleri önemsediklerini belirten Rahmi Gençer şunları söyledi: “Göreve gelmeden önce Ayvalık’ımızın dar sokaklarını turizme açacağımız sözünü vermiştik. Önce, Ulu Önder Atatürk’ümüzün kentimize geldiği 13 Nisan Caddesi’ni, Şeytanın Kahvesi’ne kadar yeniledik. Şimdi, kentimizin simgeleri arasında yer alan tarihi At Arabacılar Meydanı’nı yeniliyoruz. Hazırladığımız proje meydanın ruhuyla uyumlu bir proje. Örneğin, çeşme yine olacak. Projeyi hazırlarken estetik görünümün yanı sıra, daha sonra sorunlar çıkarmaması adına alt yapısını da yenilemeyi planlamıştık.
Kısa sürede bu aşamayı tamamladık. Bize destek olan BASKİ ekiplerine teşekkür ediyorum. Şubat ayı içinde özel olarak hazırladığımız taşlar da döşenecek. Meydan, Ayvalık’a yakışır güzellikte, değerli bir yer olacak. Hemen ardından, restorasyonunu tamamladığımız tarihi Panagia Phaneromeni Ayazması’nın çevresini yenilemeye başlayacağız. Perşembe Pazarı’na gelince… Yaklaşık seksen yıllık bir geçmişi bulunan ve çevrenin en büyük hacimli pazarı olarak öne çıkan pazarımızı bir uçtan bir uca onarıma aldık. Son zamanlarda yer yer harabeyi andıran pazaryerimiz de tuvaletleriyle ve ışıklandırmasıyla çağdaş bir görünüm kazanacak, çok daha kullanışlı hâle gelecek.”
Şampiyonlar hediye çekiyle ödüllendirildi
KÜÇÜKKÖY MMA SPOR KULÜBÜ BAŞARILARINI RAHMİ GENÇER’LE PAYLAŞTI
T
ürkiye MMA (Mixed Martial Arts-Karışık Dövüş Sanatları) Kemer Şampiyonası’nda mücadele eden Küçükköy MMA Spor Kulübü’nün yönetici ve sporcuları Belediye Başkanı Rahmi Gençer‘i ziyaret etti. Bilindiği gibi kulübün sporcusu Tarlan Goyusov 10-14 Ocak tarihleri arasında Antalya’da 350 sporcunun katılımıyla düzenlenen şampiyonada 65 kg. MMA Elit Altın Kemeri’ni kazanmıştı.
Üç ay sürecek incelemeler, doğalgazın kentimize getirilip getirilmeyeceği konusunda etkili olacak
AYVALIK’IN HAVASI ÖLÇÜM CİHAZLARIYLA ‘TAHLİL’ EDİLİYOR
K
aymakamlık, Belediye ve Kent Konseyi’nin Ayvalık’taki hava kirliliğinin ölçülmesini talep etmesi üzerine harekete geçen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlüğü hava ölçüm cihazlarıyla yüklü bir mobil istasyonunu Eski Otogar girişine konuşlandırdı. İstasyon özellikle kalorifer ve sobaların yol açtığı hava kirliliğini ve karbonmonoksit gazının bu kirlilik üzerindeki etkisini ölçecek ve üç ay boyunca aktif olacak. Belediye Başkanı Rahmi Gençer mobil istasyon aracında incelemelerde bulundu ve çalışmalar hakkında yetkililerden bilgi aldı. İstasyonun Ayvalık’taki ev ve işyerlerinde kullanılan kömür ve benzeri yakıtların yol açtığı hava kirlilik oranını tespit edeceğini söyleyen ve “Üç ay süresince Ayvalık’ın tam ortasına konuşlandırılan bu istasyonla Ayvalık’ın havası tahlil edilecek. Çalışmalar sonuçlandığında elimizde resmi bir rapor olacak. Bu yüzden de bu girişim son derece önemli” diyen Gençer sözlerine şöyle devam etti:
Başkanlığını Murat Güren’in, antrenörlüğünü ise Tuncay Talay’ın üstlendiği kulüp şampiyonaya minik, yıldız, genç ve büyük sporcular olmak üzere 15 sporcuyla katıldı. Dört ayrı branşta 8 altın, 5 gümüş, 8 bronz madalya elde edildi. Ziyaret sırasında Tuncay Talay ve sporcuları kutlayan Rahmi Gençer, şampiyonları hediye çekiyle ödüllendirdi. Sporcularıyla gurur duyduğunu söyleyen Antrenör Tuncay Talay başarılarında en büyük etkenin bitmek bilmeyen antrenmanlar ve içlerinde yaşattıkları takım ruhu olduğunu belirtti. Talay kendilerine her konuda destek veren Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in yanı sıra Kulüp Başkanı Murat Güren, Belediye Meclis Üyeleri Fahri Güren, Şakir Sakarya, Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürü Cem Hamzaoğlu ile kulüp yöneticilerine teşekkür etti. Bilindiği gibi, daha önce de genç sporcusu Emre Kuru ile Dünya Kick Boks ve MMA sporlarında sağladığı başarılarla tanınan Küçükköy MMA Spor Kulübü, 2017 yılında Dünya ACB MMA maçlarına Emre Kuru ve Özgür İçöz ile katılmaya hak kazanmıştı.
“Ayvalık’ın havasının temiz kalmasının en güzel yolu ilçeye doğal gazın getirilmesidir. Biz Ayvalık Belediye Meclisi olarak geçen yıl ilçemize doğal gaz gelmesi için resmi müracaatımızı yapmıştık. Hatta doğal gaz hatlarının döşenmesi sırasında kentimizin cadde ve sokaklarında oluşacak olumsuzlukları da Ayvalık Belediyesi olarak karşılama kararı almıştık. Aynı kararı Balıkesir Büyükşehir Belediyesi de desteklemişti. İstasyonun üç ay boyunca yapacağı çalışmaların ardından hazırlanacak resmi rapor ve diğer dokümanlar, coğrafi olarak ilçemize çok yakın olan Burhaniye’ye kadar gelmesi planlanan doğal gazın Ayvalık’a da getirilmesini sağlayabilmek adına bizim için önemli olacak. Kazdağları’ndan gelen poyraz ve denizden esen imbatla Ayvalık’ın havası gerçekten çok temizdir. Ama bazı dönemlerde, özellikle rüzgârın esmediği ve alçak basıncın etkili olduğu günlerde, bacalardan salınan karbonmonoksit ve benzeri gazlar havamızı çok ciddi anlamda kirletebiliyor. Bu durum geçici de olsa Ayvalık’a yakışmıyor.”
7
İçinden geçtiğimiz süreç duayen gazetecinin öngörülerinde ne kadar haklı olduğunu açıkça ortaya koyuyor
25
AYVALIK UĞUR MUMCU’YU BİR KEZ DAHA EVİNİN ÖNÜNDE ANDI
yıl önce bir pazar sabahı Ankara’da, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu yaşamını yitiren gazeteci/yazar Uğur Mumcu ölüm yıldönümünde Ayvalık’taki evinin önünde törenle anıldı. Çağdaş Yaşamı Destekleme, Atatürkçü Düşünce ve Ayvalık Sanat dernekleri tarafından düzenlenen etkinliğe Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in yanı sıra Belediye Meclis üyeleri, siyasi parti ilçe başkanlarıyla temsilcileri, STK temsilcileri ve vatandaşlar katıldı. Törende Uğur Mumcu’yu anlatan sunumlar yapıldı, Turgut Baygın, Nazım Hikmet’in bir şiirini okudu, Mumcu’nun Tapu Kadastro Sitesi’neki evinin balkonuna karanfiller bırakıldı. Rahmi Gençer, Mumcu’yu şu sözlerle andı: “Türk basınının
8
duayen ismi, cesur gazeteci Uğur Mumcu ülkemizin tarihindeki en önemli yazarlardan biriydi. Bu nedenle en büyük kaybımızdır. Ama insanlar onun gibi değerleri aradan yirmi beş yıl geçse de unutmuyor. Mumcu bugün Ayvalık’ın yanı sıra Ankara’da ve Türkiye’nin her yerinde anılıyor. Bir yandan da katledilmeden önce ne söylediyse, bugün hepsinin birer birer gerçekleştiğine tanık oluyoruz. O, emperyalist güçlerin Türkiye üzerindeki baskılarını vurgulamış, ülkemizin birlik ve beraberliğine yönelik tehditlerle mücadele etmek zorunda kalacağımızı önceden haber vermişti. Bugün bu tehditlerle karşı karşıyayız. İçinden geçtiğimiz süreç Uğur Mumcu’nun öngörülerinde ne kadar haklı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. İyi ki Türkiye’nin bir Uğur Mumcu’su varmış.”
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA...
GENÇLİK MERKEZİ’NİN ŞİMDİDEN 4212 KİTABI VAR
A
yvalık Belediyesi ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği arasında, inşaatı hızla devam eden Gençlik Merkezi’nde yer alacak kütüphaneyi birlikte oluşturmak amacıyla bir protokol imzalandı. Çağdaş Yaşam Türkel Minibaş Gençlik ve Çocuk Kütüphanesi adıyla anılacak olan kütüphaneye gönüllü Ahmet Kerim Erhan ilk aşamada 4212 kitap bağışladı. Daha çok Türk ve dünya klasikleriyle Mustafa Kemal Atatürk temalı kitapların bulunacağı kütüphanedeki kitap sayısının birkaç yıl içinde 20 bin olması hedefleniyor. Kütüphanenin Ayvalık’ta yaşayan çocuk ve gençler için yararlı olacağına inandığını belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, bu sayede kitap okuma sevgisinin de artacağını söyledi.
3 BANT BİLARDO TURNUVASI SONUÇLANDI
T
ürkiye Bilardo Federasyonu ile Ayvalık Belediyesi’nin işbirliğiyle düzenlenen ve 74 sporcunun katıldığı 3 Bant Bilardo İl Birinciliği Turnuvası, Ayvalık Kuzey Bilardo Salonu’nda yapıldı. Turnuvada sıralama şöyle gerçekleşti: 1. Necdet Yalçın, 2. Sezai Kaytan, 3. Engin Ada,
4. Uğur Lapanta, 5. Gökhan Aydın, 6.Sabri Karadağ, 7. İ. Hakki Basar. Ödül törenine Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Türkiye Bilardo Federasyonu eski As Başkanı Orhan Kesikoğlu, Balıkesir Temsilcisi ve Hakem Sabri Kunaç’la bilardoseverler katıldı. Yarışmaya ev sahipliği yapmaktan duydukları mutluluğu ifade eden Rahmi Gençer, sporcuları, hakemleri ve organizasyon ekibini kutladı. Gençer, “Geçmiş yıllarda bilardo Ayvalık’ta hemen hemen herkesin ilgi duyduğu bir spordu. Böyle bir turnuvayı kentimizde ilk kez gerçekleştirerek bu geleneği sürdürmüş olduk. Gelecek yıllarda da devam etmek isteriz” dedi.
Ayvalık Belediyesi, Ayvalık Sanat Derneği (ASD) ve Ayvalık Kültür Sanat Derneği (AYKÜSAD) işbirliği ile düzenlenen festival bu yıl 2529 Nisan 2018 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Bilgi almak ya da başvuruda bulunmak isteyenler ayrıntılara ayvalıktiyatrofestivali. com adresinden ulaşılabiliyor.
BAŞKAN GENÇER BASIN MENSUPLARIYLA BİR ARAYA GELDİ
B KANATSIZ MELEKLER DERNEĞİ KURULDU
A
yvalık’taki zihinsel ve bedensel engellileri aynı çatı altında buluşturmak amacıyla Kanatsız Melekler Derneği adı altında bir dernek kuruldu. Dernek Başkanı Neslihan Meriç ve Yönetim Kurulu üyeleri Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret ederek kuruluş ilkeleri ve hedefleri hakkında kendisine bilgi verdi, destek istedi. Belediye olarak Ayvalık’taki özel çocukların huzur ve mutluluğu adına ellerinden gelen azami gayreti gösterdiklerini ve göstermeye devam edeceklerini söyleyen Gençer, “Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte engellilerimiz için ekonomik ve sosyal projeler üretmeyi sürdüreceğiz” dedi.
elediye Başkanı Rahmi Gençer, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, nedeniyle Çamlık Paşalimanı sosyal tesislerinde düzenlenen bir kahvaltıda, Ayvalık’ta görev yapan bir grup basın mensubuyla bir araya geldi. Konuklarını kutlayan Gençer bir kez daha gazetecilik mesleğinin önemine dikkat çekti ve hem ülke hem de Ayvalık gündemi hakkındaki görüşlerini paylaştı. Ayvalıklı gazeteciler Ahmet Yorulmaz ve Ceynur Karagözoğlu’nu da anan Gençer, “Gazeteci hakkaniyetli olmalı. Çünkü yapılan haberler yarınlarımız adına en büyük arşivdir. Bir ülkenin gazetecilere bakış açısıyla, o ülkenin demokrasiye verdiği önem arasında ayrılmaz bir bağ vardır ve bu nedenle, basın özgürlüğünden korkmamak gerekir” dedi.
9. AYVALIK TİYATRO FESTİVALİ 25-29 NİSAN TARİHLERİNDE YAPILACAK
G
elenekselleşmesinin yanı sıra her geçen yıl etki alanını genişleten Ayvalık Tiyatro Festivali’nin 9.’suna ilişkin hazırlık çalışmaları başladı ve katılmak isteyenler için başvurular açıldı.
9
YOLU AYVALIK’TAN GEÇENLER
5
AYDIN BOYSAN 55 YIL BOYUNCA 1.5 MİLYON METREKARE BİNA TASARLADI VE BUNLARIN ARASINDA 150 EVLER DE VARDI
Ocak 2018 günü organ yetmezliği nedeniyle İstanbul/ Ulus’taki evinde 97 yaşında yaşama veda eden mimar ve yazar Aydın Boysan, 2013 yılında Ayvalık Belediyesi tarafından gerçekleştirilen 10. Ayvalık Kültür Sanat Günleri’ne ‘onur konuğu’ olarak katılmış ve bir söyleşi yapmıştı. Mizah ve gezi kitapları, gazete yazıları ve televizyonların sohbet programlarıyla ‘kalabalık’ bir okur ve izleyici kitlesinin tiryakisi olduğu Boysan, İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde düzenlenen ve çok sayıda Ayvalıklının ilgiyle izlediği bu etkinlikte, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir çizgide gelişen uzun yaşamından ‘hoş’ öyküler paylaşmıştı. “Çevremde ve dünyada, bin türlü sahne yaşadım. Her türlü yaşam sahnesi içinde oldum. En zorundan, en belalısından en sevinçlisine kadar... Bu denli çeşitlilik, bana gökten paraşütle indirilmedi. Ben durmadan arandım. Elbet bunca değişiklik, dünyamızın, ama özellikle ülkemizin olağanüstü ilginç bir döneminde yaşayışımdan da kaynaklandı. Ne ilginçtir, ben doğduğumda, yani 1921 yılında, daha Osmanlı İmparatorluğu resmen batmamıştı. Ama resmen… Son padişah Sultan Vahdettin hâlâ tahtta idi. Devletimiz İstanbul’da batarken, Ankara’da yeniden doğuyordu…”
10
Pertevniyal Lisesi’nden edindiği ‘az Almanca’, mimari ve statik kitaplarını okumak için yetersiz kalınca, 35 yaşından sonra akşamları Almanca çalışmaya başlayan ve yurt dışından getirttiği kitapları birer birer ‘hatmeden’ Aydın Boysan söyleşisinde, ilerleyen yaşına rağmen, öğretmen olan annesinin korkusunu her zaman hissettiğini ve bu nedenle hiç durmadan çalışmaya devam ettiğini vurgulamış ve “Kendimden hiç vazgeçmedim. Altmış bir yaşında başladığım yazarlığımda çok sayıda kitap yazdım. Siz siz olun, hiçbir şey için geç kaldığınızı düşünmeyin” demişti. Boysan ayrıca, sanattan koparılan toplumların hayatla
ilişkisinin kesileceğine dikkat çekmiş, bir ülkenin ileri demokrasiye ulaşabilmesinin, insanlıkla ilgili kararları güçlü ve gelişmiş beyinlerin almasına bağlı olduğunu vurgulamıştı.
“Toplumumuzda düşünme gücü olmayan, toplumla ilgisiz insanlara ‘gamsız’ sıfatı takılır. Bu kişiler toplumla ilgisi bulunmayan kafa tembelleridir. Gamsızlık, toplum içinde yaşayan kişinin toplum görevlerini sıkılmadan savsaklama hafifliğidir. ‘Düşüncesiz’ olma ilkelliğidir.” SİZE İYİ DAVRANAN İNSANLARI SEVİN, İYİ DAVRANMAYANLAR İÇİNSE SADECE DUA EDİN Aydın Boysan 1945’te başladığı mimarlık mesleğini 2000 yılına kadar ‘fiilen’ sürdürdü. 55 yıl boyunca 1.5 milyon metrekare bina tasarladı. Bunların arasında Ayvalık’ta önemli kayıplara yol açan 1944 depreminden sonra inşa edilen ve ne yazık ki bugün yerinde yeller esen 150 Evler de vardı. (Yıllar sonra oğlu Burak Boysan ile geldiği Ayvalık’ta ilk projelerinden olan ve ‘tek katlı-tek çatılı ikiz villalar’dan oluşan 150 Evler’in ranta kurban giderek her biri ayrı telden çalan apartmanlarla betonlaştığını gördüğünde üzüntüsünü gizleyememişti.) Boysan, Mimarlar Odası’nda 64 yıllık bir hukuka sahip olduğu gibi (Mimarlar Odası’nın ilk genel sekreteriydi), İstanbul Teknik Üniversitesi’nde de 15 yıl proje derslerine girmişti. Bütün bunların yanında hayata bakışıyla gerçekten farklı bir insandı.
“Yaşadığım hiçbir dönemi küçümsemiyorum. İsterse hayal olsun; derim ki, bana bir ömür daha hediye edilirse, ben eski yaşadıklarımın hepsini ama hepsini, hiçbir dakikası ve saati değişmeden bir kez daha yaşamak isterim. Hiçbir yanı ve anı değişmeden ve tıpkısını... Yaptığım yanlışların da, hepsine ama hepsine, olduğu gibi sahip çıkıyorum. Onları da bir daha yaparım. Bir insan ömrünün bütünlüğü vardır. Bir insan ömrü giysi provası yapar gibi çekiştirilip değiştirilemez. O artık yaşanmış ve geçmiştir… Bitmediyse bile! Bir tiyatro eserinin yazarı eserini bitirinceye kadar istediği gibi oynar, değiştirir. Ama aynı yazar kendi ömrünün geçmişini değiştiremez. Artık geçmiştir o değiştirilebilme zamanı. Ayrıca, size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için ise
Ayvalık’ta 6 Ekim 1944 günü sabaha karşı 05.35’te meydana gelen ve yaklaşık bir dakika süren depremden sonra yapılan, projesini Aydın Boysan’ın hazırladığı 150 Ev’den günümüze kadar gelebilenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor.
11
sadece dua edin. Sakın kavga etmeyin ve gününüzü mahvetmelerine izin vermeyin. Çünkü hayat sabahları pişmanlıkla kalkmak için çok kısa...” İYİ BİR MİMAR, USTA BİR YAZAR VE TUTARLI BİR AYDINLANMACIYDI Aydın Boysan aynı zamanda ‘yorulmak bilmez’ bir seyyahtı. Kaliforniya’dan Sibirya’ya kadar ‘yedi iklimbeş kıtayı’ karış karış gezdi. Anılarını kitaplaştırdı. Aralıksız olarak on yıl Hürriyet ve üç yıl da Akşam gazetesinde köşe yazıları yazdı. Boysan’ın önemli bir özelliği de tutarlı bir aydınlanmacı olmasıydı.
“Bir ülkede karanlıkları yırtmak, gerçekleri görmek ve kötülükleri haykırmak durumunda olan vatandaşların sessizliğinden daha kötüsü, yetişkin insan kitlelerinin, üniversitelerin, yazarların, sanatçıların, düşünce insanlarının sessizliğidir. Bu sessizlik kirlenmelerin en pis, en zor temizlenir bir biçimidir. Çünkü bu kirlilik doğacak kuşakları bile zehirleyebilecek yaygınlıktadır. Maddesel karanlıklar biçimleri ve renkleri yok eder.
“İ
Zor olan neşeyi ciddiye almaktır
nsanlar en çok, ölüm ve hastalık gibi şeyleri ciddiye almış görünüyorlar. Kolayına kaçmak bu! Zor olan, neşeyi ciddiye almak. Yaşayışın sözünü etmekten kaçınmak korkaklık olur. Bir dostun başka dünyalara göçüşü, cenazesinin kalkışı yürek yakmaz da ne eder? Ama o ateşi gömmeli... Neden mi? Küllenmeyen ateş biter. Bilmez kalorifer çocukları, ertesi sabah karıştırılan mangaldaki minicik kıvılcımların, nasıl yürek ısıttığını... Göçen dostları, tıpkı küller gibi sevgiye gömmeli, ara sıra da açıp yüzünü görmelidir. Gidenleri sevgimize gömdük; kalanlara bir çift sözüm var: Gitmeye acelemiz yoktur!”
12
Karanlıkta hiçbir şey görünmez.” Aydın Boysan yazdığı kitaplarda siyasetten şiir ve müziğe, gündelik hayattan uzay ve evrene uzanan geniş bir ilgi alanı içinde, hiç elden bırakmadığı merak duygusuyla daldan dala dolaştı; olaylara, insanlara, eşyaya hep mizah gözlüğüyle baktı. Burak Boysan’a göre babası Aydın Boysan ışıldayan bir zekaya sahipti ve uzun yıllar, hınzırca parıldayan bir çift gözün gördüklerini ‘feylesofça’ bir neşeyle yorumladı. İnsanoğlunun çeşitli hâllerini, çelişkilerini, hoşluklarını, ‘beşer şaşar’ esprisi içinde sergiledi. Hayata dair bilgeliğini ve engin tecrübesini, okuruyla -onları gülümsetmeyi ihmal etmeden- paylaştı. Bu anma yazısını, bir okurunun Aydın Boysan’ı çok iyi anlattığını düşündüğümüz sözleriyle noktalıyoruz: “O doğaya ve mimariye saygılı, Cumhuriyet’in ilk mimarlarından iyi bir mimar, yazmaya biraz geç başlamış kültürlü bir beyefendi, varlığı son yüz yıla tanıklık etmiş, anıları/sohbeti müthiş iyi bir yazar, az bulunur bir insan ve ne içtiğini bilen bir rakı severdi.”
A
Sıcakta bile bir tür ‘çanta’ niyetine ceket giyiyordu
ydın Boysan ‘Cep rehberi’ ile de ünlüydü. Bu tam adıyla, “Hangi cebe ne konur?” rehberiydi. Pantolonlarda 4, ceketlerde 5, gömlekte 1 cep olduğu düşünülürse, toplam 10, bir de pardösü giymişse toplam 14 cebi vardı diyelim. İşte Boysan bir şey aradığında bütün ceplerini karıştırmak yerine o rehbere bakıyor ve örneğin, “Ceket iç cebindeymiş!” diyerek aradığını kolayca buluyordu. Bu ‘cep envanteri’ nedeniyle sıcakta bile bir tür ‘çanta’ niyetine ceket giyiyordu. Bir de gömleğinde mutlaka cep olmalıydı; çünkü kalem orada duracaktı!
Ahmet Güman Canatan denizi çok iyi bilen bir isim. Mühendislik bilgisine yılların deneyimini ekleyen Canatan bir tekneyi baştan yaratabiliyor. Yüz yıllık deniz motorlarını, yanmış jeneratörleri ilk günkü haline getirebiliyor. Bu, onun en büyük hobisi… Kendisini Ayvalık Küçük Sanayi Sitesi’ndeki ofisinde (Uzman Marine Teknik) ziyaret ettik ve deniz üstündeki hayattan Marina’ya, tekne alırken nelere dikkat edilmesi gerektiğinden tekne bakımına kadar pek çok konuda bilgisine başvurduk.
AYAĞINI SUYA SARKITIP OLTANI ATAMADIĞINDA YA DA KARPUZUNU SAPINDAN SALLANDIRIP SOĞUTAMADIĞINDA DENİZİ YAŞAMIŞ SAYILMAZSIN GÜLBENİZ ŞENTAY
S
ayın Ahmet Güman Canatan, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
-1946 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. Çocukluğum, ilk gençliğim Heybeliada’da geçti. Sultanahmet Sanat Enstitüsü’nün ardından Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü’ne girdim. Ancak daha enstitüde öğrenciyken Beyazıt’ta dükkânımı açmıştım. Sınıf arkadaşlarım da stajlarını benim yanımda yapıyorlardı. Üniversiteden mezun olduktan sonra askere gittim. Tezkeremi elime aldığımda Çağlayan Camisi’nin pasajında bir yer kiraladım. Radyo, teyp gibi bozuk cihazları piyasadan topluyor, onarıyor, Kuledibi ve Beyazıt’ta ucuz elektronik eşya satıcılarına veriyordum. O günlerde evlendim. Felsefe öğretmeni olan eşimin tayini Çanakkale’ye çıktı. Sevinmiştim çünkü denizden kopmayacaktım. İstanbul’dan ayrılıp bu insanları güzel, denizi bereketli ilimize yerleştik. Yine elektronik üzerine çalışıyordum. Türkiye’de henüz televizyon hayatımıza girmemişken Çanakkale’ye ilk televizyonu getirdim. TRT yayını ulaşmadığı için karlı/parazitli demeyip Bulgaristan, Yunanistan televizyonlarını seyrediyorduk. Çanakkale, aynı zamanda meslek hayatınızda bir dönüm noktası oldu ve siz deniz motorları yapmaya başladınız? -Evet! Dediğim gibi Heybeliada’da büyüdüm. En büyük zevkim balık tutmaktı. Yanı sıra babamın teknesi Arnavutköy’de babaannemin evinin yakınlarında demirliydi. O, Akıntı Burnu’nu kürekle geçen adamdı. Birlikte Küçüksu’ya giderdik. Anlayacağınız denizcilik neredeyse daha kundaktayken içime işlemişti. Çanakkale’de önce ufak sonra büyük teknelerin motorlarını yapmaya başladım. Hayat akıp gidiyordu. Keyifli ve mutluydum. Derken ‘peşin vergi’ diye bir şey çıktı. Tahakkuk edecek miktarı ödemem imkânsızdı. O günlerde Türkiye’de arızalanan teknelerini onardığım İsveçli bir aileden davet almıştım. İşimi tasfiye
edip İsveç’e gittim. İsveç’te de deniz motorları mı yaptınız? -Hayır! Dostlarım bana bir firmada iş buldular. Firma yöneticileri henüz on beş günlük bir eleman olmama rağmen beni Libya’da altmış tane kule vinç kuracak ekibe seçti. Dört ay kaldığım Libya’da kulelerin elektrik/elektronik devrelerini yaptım. Ancak ailesel nedenlerle İsveç’ten ayrılmamız gerekti. Türkiye’ye döndüğümde yeniden tekne işiyle uğraştım. Bu kez dükkânım Çınar Otel yakınlarındaydı. Beykoz’da Hami Kaynak Tersanesi vardı. Hami Baba ‘Türkiye’nin Kaptan Cousteau’ydu. Atatürk’e tekne yapmış bir büyük ustaydı. İnşa ettiği lüks teknenin elektrifikasyon ve mekanik gibi bazı işlerini bana vermişti. Her Allah’ın günü Yeşilköy’deki ofisimden Beykoz’a gidiyordum. Fakat kiraladığım yer satıldı. Barok Mobilya’nın sahibi Muammer Bey iyi müşterimdi. “Sen buralarda ne arıyorsun? İstanbul’dan da hoşlanmıyorsun üstelik... Marmaris’e gitsene; orada tornavida tutmayı bilen adam yok!” dedi. Ailece Marmaris’e taşındık. Netsel Marina’da Yamaha Servisi olarak işime devam ediyordum. Şarık Tara, Dinç Bilgin gibi pek çok tanınmış ismin teknelerinin bakımı bendeydi. Ne var ki eşimi elim bir trafik kazasında kaybettim. Benim için her şey o akşam bitti. Karımın yokluğunda,
birlikte var ettiğimiz evimize girmek artık içimden gelmiyordu. Dükkânın kapısına kilidi vurdum. Arabaya atlayıp Çanakkale/Yeniköy’deki evime gittim. AYVALIK’TA KALİTELİ BAKIM, TEKNİK SERVİS OLANAKLARI BULABİLSELER, HİZMET İSTANBUL’DAN DAHA UCUZ OLSA, ÇEKEK YERİ İHTİYACA GÖRE DÜZENLENSE KİMSE TEKNESİNİ İSTANBUL’A GÖTÜRMEZ Yeniköy’de ne yaptınız? -Hiçbir şey! İki yıl orada hiçbir şey yapmadan yaşadım. Hayata küsmüştüm. Küsmediğim, hatta aksine sığındığım tek şey denizdi. Zamanımın büyük bir kısmını denizde geçiriyordum. Balık tutuyor ya da tutamıyordum… Önemli değildi. Anlayacağınız bir boşluk içindeydim. Bir gün kızlarım, “Yeter!” dediler. Onların çabalarıyla yeniden hayata tutundum. O yıl Boat Show Fuarı’nda karşılaştığım Marintek’in sahibi Cengiz Arsay, Ayvalık’a yerleşmem için çok ısrar etti. Ancak Ayvalık’ta tanıdığım yoktu. “Sorun değil!” diyerek hemen Ayvalık Setur Marina’nın müdürünü aradı; “Sana babam gibi sevdiğim, işinin uzmanı birini gönderiyorum,” dedi. Böylece 2010 yılında Ayvalık’a geldim ve üç yıl boyunca Marina’da teknik servis hizmeti verdim. İşim zevkliydi. Ancak sezon kısa, dükkân bedelleriyse çok
13
dönüldü. Bu anlamda ben de en son üretilenler arasında Jeanneau teknelerinin satıcısı ve resmi servisiyim. Evet, bir tekneyi her şeyiyle yeniden yaratabilirim ama tekne imalâtım yok. TOPLU İĞNE BAŞI BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ BİR DELİKTEN GİREN SU, TEKNENİN BİR UCUNDAN DİĞERİNE YÜRÜR VE POLYESTERİ ÇÜRÜTÜR Sizin gibi bir uzmanı bulmuşken hemen soralım... Tekne almak isteyenler seçimlerini neye göre yapmalılar?
100 yıllık Stuart Marin motor restorasyonu yüksekti. Nitekim euro üzerinden hesaplanan kiralar geçen yıl on-on iki bin lirayı buldu. Hiç değilse kış aylarında kiraların yarıya indirilmesini önerdik, kabul edilmedi. Yanımızda çalışan elemanların maaşları, sigortaları derken maliyeti üstlenemez hâle geldik. Bütün servisler birer birer ayrıldık. Nitekim bugün Setur’da bir tek servis yok! Ayvalık’ta yabancı bir teknenin barınabileceği Setur Marina dışında başka bir yer var mı? -Hayır, yok! Durum böyle olmakla birlikte, yanaşmalarda sıkıntı yaşandığı için Marina da belli bir büyüklüğe kadar olan tekneleri içeri kabul edebiliyor. Diğerleri açıkta konaklıyor. Zaten boğazdan girişte su çok sığ ve büyük teknelerin geçişine izin vermiyor. Ayrıca Marina’da servis alabileceğiniz tek bir ponton (iskele) bulunuyor. Bu yüzden de genelde Bodrum’a, Marmaris’e inişlerde ya da dönüşlerde arızalanan küçük tekneler ve yatlar sadece bir uğrak yeri olarak gördükleri Ayvalık’a dümen kırıyorlar. Fakat burada kaliteli bakım, teknik servis olanakları bulabilseler, hizmet İstanbul’dan daha ucuz olsa, çekek yeri ihtiyaca göre düzenlense kimse teknesini İstanbul’a götürmez; yolun yarısı olan Ayvalık’ta bırakır. Böylece hem Ayvalık hem Marina kazanır diye düşünüyorum.
-Seçimi, denize ayırabileceğiniz zaman belirlemeli… Şayet iş-güç sahibiyseniz ve yalnızca hafta sonları teknenizde vakit geçirecekseniz size sürat teknesi almanızı salık veririm. Ama deniz sizin için bir yaşam tarzıysa ve günlerce suda kalma imkânına sahipseniz yelkenliden şaşmamanızı öneririm. Yani evvela bu konuda bir karar vermelisiniz. Ardından teknenizi nereye, nasıl bağlayacağınızı düşünmelisiniz. Deneyimsizseniz, teknenizi çamaşır ipi gibi iplerle bağlamışsanız; düğüm atmayı, halat bağlamayı bilmiyorsanız ipler kopar, halat çözülür, tekneniz sağa-sola çarpar durur. Tekne almak işin en kolay kısmı... Zor olan o tekneyi yürütmek! Zira yeterli eğitimden geçmediyseniz kaptanlık ehliyeti sizi kaptan yapmaz. Sayın Canatan, sizce ehliyet öncesi verilen eğitim yeterli mi? -Türkiye’de eğitim yetersiz. Ne yazık ki kaptanlık ehliyeti de araba ehliyeti gibi veriliyor ve siz o belgeyle
o anda dünyanın her yerine doğru yelken açabiliyorsunuz. Kimse size, “Ne yapıyorsun?” diyemiyor. Yurt dışında böyle bir olay yok! Orada bir kaptanın yanında önce tatlı suda staj görüyorsunuz. Ardından tuzlu suda eğitime devam ediyorsunuz. Derken kısa seyirlere çıkarılıyorsunuz. Onu uzun yol izliyor. Bütün bu sürecin sonunda kaptan, ‘stajınız hakkındaki raporu’ liman başkanlığına gönderiyor. Başarılıysanız seyir izni veriliyor. Yani bizdeki gibi ehliyeti aldığınız gün ailenizi de tekneye atıp denize açılamıyorsunuz. Peki, ikinci el tekne alacak olanlar nelere dikkat etmeliler? -Şayet teknelerden pek anlamıyorsanız, ilk yapacağınız iş bir uzmandan yardım almaktır. Çünkü konuyu bilmeyen birisi çıplak gözle teknenin ne durumda olduğunu anlayamaz. Örneğin su moleküllerinin üst kaplamadan gövdeye geçmesi diye anlatabileceğimiz osmosis, dokusal bozulmalara neden olur ve onarımı çok maliyetlidir. Özellikle ikinci el bir teknede ozmoz var mı, iyi bakılmalıdır. Çünkü toplu iğne başı büyüklüğündeki bir delikten giren su, teknenin bir ucundan diğerine yürür ve polyesteri çürütür. Bu durumdaki bir tekneyi kurtarmanız ardı-arkası tükenmeyen pek çok zahmetli işlemi gerektirir. Harcanacak emeği ve maliyeti göz önünde bulundurduğunuzda yeni bir tekne almak daha akıl kârıdır. Zira osmosis’ten kurtulmak, tekneyi yeniden inşa etmekten zordur. Özetlersem, son derece albenili
Kaç yıldır sanayidesiniz? -2016’dan bu yana Sanayi’deyim. Uzman Marine Teknik olarak yılların deneyimiyle atölyemde marangozluk ve polyester dışında bir teknenin A’dan Z’ye her şeyini yapabiliyoruz. Artık babadan kalma motor sistemleri bir kenara bırakıldı ve daha temiz bir deniz için tamamen elektroniğe
14
Onan jenratörünün yanmış hali, tekneden çıkartılırken
görünen bir tekne bir sürü arıza çıkararak dünyanızı karartabilir. Demek ki evvela sorunsuz bir tekne arayacağız. Sonrasında da satacağımız zaman zarar etmemek adına işin borsasına bakacağız. ÖZELLİKLE KIŞ AYLARINDA TEKNENİZ İSTER KARADA İSTER DENİZDE OLSUN ON BEŞ GÜNDE, BİLEMEDİNİZ AYDA BİR MARŞA BASIP MOTORU ÇALIŞTIRMANIZ VE MAKİNE İÇİNDEKİ SU BUHARINI ATMANIZ ŞART Diyelim ki sorunsuz bir teknemiz var. Böyle kalması için ne zaman ve nasıl bir bakım yapmalıyız? -Teknelerin yaz ve kış bakımları var. Yazın bu bakımı denize çıkmadan bir ay önce yaparsanız tatilinizin tadı kaçmaz. Karaya alınan teknenin zehirlisi yapılır, tutyaları değişir. Motorun, şanzımanın yağı yenilenir. Deniz motorları için müşterilerimize periyodik bakım kılavuzu veriyoruz. Bu kılavuzlarda hangi yağı, hangi antifrizi kullanacak, bunları ne zaman değişecek... hepsi yazılı. Ama maalesef hiçbir şeyi vaktinde yapmamak gibi bir alışkanlığımız var. Bu yüzden iki misli, üç misli masraf çıkıyor. Kış bakımı üzerinde ayrıca durmak istiyorum. Ben bu yaşıma kadar bir deniz motorunun çalışmaktan bozulduğunu görmedim. Tersine çalışmayan motor denizin rutubetini alır. Özellikle kış aylarında tekneniz ister karada ister denizde olsun on beş günde, bilemediniz ayda bir marşa basıp motoru çalıştırmanız ve makine içindeki su buharını atmanız şart. Ne var ki döviz fiyatlarındaki artış, maliyetlerin yükselmesi nedeniyle teknesinin yanına üç yıl uğramayan insanlar var. Ne oluyor? Motor mahvoluyor. Başka ne tür uyarılarınız olacak? -Çoğu tekne sahibi mazot, yakıt, yağ filtrelerinin yedeklerini teknesinde bulundurur. Eğer bilinçli bir servis tarafından uyarılmamışlarsa kış aylarında bu tür malzemeler nemi çeker ve geçirgenliğini kaybeder. Yani atıl duruma düşerler. Oysa bir mandıraya, peynir satan bir dükkâna gidip vakumlatsalar aradan on sene de geçse filtreler işlevlerini yitirmez. Kısacası bütün işlemlerinizi karşınızda muhatap bir firmanın olması kaydıyla güvendiğiniz bir ustaya yaptırmalısınız. Kahvenin birinde tanıştığınız ve “O işten ben de anlarım!” diyen birisi her şeyi berbat edebilir. Üzülürsünüz! Yanı sıra parça değişiminde asla ucuza kaçılmaması konusunda tekne sahiplerini uyarmak isterim. Çünkü denizle şaka olmaz! Örneğin arabanızdaki akünün hangi marka olduğu pek fark etmez. Arızalandığında çok çok sağa çeker bir tamirci beklersiniz. Ancak denizin ortasında bu tür bir tehlikeyi
Hepsi anadan doğma kaptan bunların!
savuşturmanız hiç kolay değildir. Bu nedenle akü gibi hayati malzemelerin en kalitelisini edinmek zorundasınız. DEVASA BALIKÇI TEKNELERİ DENİZİ DE BİTİRDİLER. MAŞALLAH HER BİRİ OTEL KADAR... KALDIRMIYOR BU DENİZLER O TEKNELERİ Sayın Canatan siz sadece tekneleri değil, denizi de iyi tanıyorsunuz. İyi bir denizcisiniz. Deniz tutkusu nasıl bir şey? -Deniz insanın kişiliğini tamamen değiştirir ve onda ikinci bir kişilik yaratır. Denizde yaşam çok farklıdır ve o yaşamda lükse, ‘mega mega’ yatlara yer yoktur. Ayağını suya sarkıtıp oltanı atamadığında ya da karpuzunu sapından sallandırıp soğutamadığında denizi yaşamış sayılmazsın. Bana balık tutmayı, ahtapot yemeyi Heybeliada’da yaşayan Taki ve Kalyoki adında bir karı-koca öğretmişti. Fenerbahçe, Dolmabahçe, Paşabahçe adında üç ekspres vapurumuz vardı. Taki ve Kalyoki bugün Koç Müzesi’nde sergilenen Paşabahçe’nin büfesini işletirlerdi. Akşam vapurda onların mekânında buluşulur, yol boyu sohbet edilir, eğlenilirdi. Onların anlattığı deniz öykülerine bayılırdım. Bize okulda denizin rengini gökten aldığı söylenmişti. Gidin Gökova’ya... Yağmur öncesi gökyüzü kapkarayken deniz çivit mavisidir. Cam gibidir. Ama içinde hayat yoktur. Üzerinde tek bir martının uçmadığı yerde deniz ölüdür. Hayatımın büyük bir bölümü Çanakkale’de geçti. Mavra adasına balığa giderdim. Sinaritler, lagoslar, orfozlar yakalardım. Kaldı mı bu balıklar? İş dönüşü istavrite iki çapari atar, elinde akşam balığıyla evine dönerdin. Şimdi var mı istavrit? Karadeniz’de hamsi bitti yahu! Devasa balıkçı tekneleri denizi de bitirdiler.
“B
ugüne kadar binlerce ilginç anım oldu. Pek çok şey yaşadım. Pek çok şey gördüm. Hangi birini anlatacağımı bilmiyorum ama sanırım en ilginç olanı Karadenizli kaptanın hikâyesiydi… Gezi motoru yapılmak üzere Karadeniz’den Marmaris’e çift makineli bir tekne getirilmişti. Teknenin yeni sahipleri gidip bakmamı istediler. Gittim. Teknede ne pusula vardı ne bir şey. Karadenizli kaptan sağa-sola bakına bakına o hırçın denizden çıkmış, el yordamıyla Marmaris’e kadar gelmişti. Akıl alır şey değildi. Hayretler içerisinde kalmış, kendi kendime, “Demek ki Karadenizlinin ruhunda var bu iş... Hepsi anadan doğma kaptan bunların!” demiştim.
Maşallah, her biri otel kadar… Kaldırmıyor bu denizler o tekneleri. Yazık oluyor. Haklısınız! Bu can sıkıcı konudan uzaklaşalım dilerseniz. Bildiğimiz kadarıyla siz antika deniz motorları, arabalar ve motosikletlerle de ilgileniyorsunuz. -Antikacılık kanımda var. Biz Çanakkale’de 1.5 Stuart’la deniz döverdik. O küçücük makineyle ta İmroz’a, balığa giderdik. Stuart dünyanın en güvenilir motorudur. Ne hâlde olursa olsun, bulduğum zaman hiç kaçırmam. Şimdi elimde bir tane daha var. Onu topluyorum. Bittiğinde ilk günkü gibi tıkır tıkır işleyecek! Albin’ler deseniz, başka bir hastalık… Antika arabalara olan ilgimse epeyce eskiye dayanıyor. Bir kuyumcu inceliğiyle onları işlemeye bayılıyorum. 1935 model bir Mercedes’i toplamam tam on beş yılımı aldı. En son bir Peugeot topladım. Benim kumarım, kahve alışkanlığım yok. Bunlarla vakit geçiriyorum.
15
‘Fındıkkıran Balesi’ni izlediler, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın atölye çalışmalarını yerinde gözlemlediler
A
ZEYTİN ÇEKİRDEKLERİ ANITKABİR’İ ZİYARET ETTİ
yvalık Belediyesi’nin önde gelen sosyal sorumluluk projeleri arasında yer alan ve çocukların sosyal/kültürel/sanatsal gelişimlerine büyük katkı sağlayan Zeytin Çekirdekleri projesinde yer alan 32 çocuk Ankara’ya gitti. Proje Koordinatörü Gül Gürsoy, Dernek Başkanı Zehra Kundak ve diğer görevlilerin eşlik ettiği çocuklar başkentte üç gün geçirdi. Bir rehber eşliğinde Anıtkabir’i ziyaret eden ve Atatürk Müzesi’ni gezen çocuklar ayrıca Devlet Opera ve Balesi Orkestrası Çocuk Balesi ve Korosu’nun sergilediği ‘Fındıkkıran Balesi’ni izledi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın tüm atölye çalışmalarını yerinde gözlemleme imkânı buldu. Ayvalık’ta yaşayan tüm çocukların bu projede yer almasını hedeflediklerini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, ziyarete ilişkin şunları söyledi: “Barışın
sesini sanat yoluyla dile getirmeyi hedeflediğimiz bu projeyi aynı zamanda Ayvalık’ın sosyal dokusuyla bütünleşmiş bir anlayışla yürütüyoruz. Amaçlarımız arasında çocukların ve ailelerinin aktif katılımını sağlayarak, dayanışma ve paylaşım duygularını güçlendirmek de yer alıyor. Başta köylerimizden olmak üzere Altınova, Küçükköy, Alibey adası ve Ayvalık şehir merkezinden çocuklarımız var. Birçoğu ilk defa deniz gördü, ilk defa bir enstrümanla tanıştı ve ilk defa ailesi olmadan mahalle değiştirdi. Şimdi İstanbul, Ankara ve pek çok büyük kentimize gidiyor, kültür ve sanat eğitiminin yanı sıra birbirinden değerli sanatçılarla bir araya geliyorlar. Son olarak, Anıtkabir’e gittiler, yıllarca okullarda gördükleri/dinledikleri Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün huzuruna çıktılar. Onlar adına çok mutluyuz. Bu projede emeği geçen Kaymakamlığımıza, Milli Eğitim Müdürlüğümüze ve değerli gönüllülerimize çok teşekkür ediyorum.”
Zeytin Çekirdekleri korosu Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserinde, Atatürk’ün yol arkadaşı İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker ile bir araya geldi. Toker, Zeytin Çekirdekleri projesini çok olumlu bulduğunu ve yakından takip edeceğini belirtti. 16
Ayvalık Belediyesi’nin projesi Türkiye’deki pek çok belediyeye örnek oluyor
ZEYTİN ÇEKİRDEKLERİ PARİS’TE KONSER VERECEK
K
aymakamlık, Milli Eğitim Müdürlüğü, Halk Eğitim Merkezi ve çok sayıda gönüllünün işbirliğiyle gerçekleştirilen Zeytin Çekirdekleri projesinde yer alan çocuklar, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nı temsilen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama etkinlikleri kapsamında Fransa’ya gidecek. Bu amaçla, İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in katılımıyla bir toplantı düzenlendi ve hem geziye katılacak 47 çocuk hem de aileleri bilgilendirildi. Paris’te Ayvalık’ı tanıtacak olan Zeytin Çekirdekleri Çocuk Orkestra ve Korosu ayrıca UNESCO Genel Merkezi’ni, özellikle iç mimarisiyle dikkat çeken Opera Garnier’yi, içinde birbirinden özel, birbirinden ilginç pek çok yapı, kurum ve kuruluşun bulunduğu Parc de la Villette’i ve elbette Paris’i ziyaret eden herkesin gidilecek yerler listelerinde ilk sırada yer verdiği Eyfel kulesine çıkacak ve Paris’i bir uçtan bir uca gezecekler. Pegasus Havayolları’nın ulaşım sponsoru olduğu bu gezide konaklama, yemek, şehir içi ulaşımı ve etkinlik kıyafetleri için bağış kampanyası başlatıldı. Zeytin Çekirdekleri Proje Koordinatörü Gül Gürsoy konuya ilişkin şunları söyledi: “Türkiye’yi ve Ayvalık’ı Fransa’da temsil edecek olan kırk yedi çocuk, gönüllü eğitmenler, program sorumluları ve sponsorları olarak hepimiz fazlasıyla heyecanlıyız. Çünkü büyük bir sorumluluk taşıyoruz. Ancak Paris’teki konserle ilgili olarak maddi ve manevi yardıma ihtiyacımız var. Bu konuda destek istiyoruz. Gelin bağışçımız olun ve bu önemli etkinliği birlikte gerçekleştirelim.” Buluşmada bir konuşma yapan Rahmi Gençer de, Zeytin Çekirdekleri’ne şu sözlerle seslendi: “Projeye bir bakıma hayal olarak başlamıştık. Oysa şimdi Türkiye’deki pek çok belediyeye örnek olduğumuzu görüyoruz. Ankara’dan, İstanbul’dan davetler geliyor. Ayvalık’ımız için Fransa daveti de çok büyük bir gurur kaynağı... Pırıl pırıl çocuklarımız Paris’te üç gün boyunca ülkemizi temsil edecek.” Rahmi Gençer, sözlerini çocuklardan Ayvalık’ı en iyi şekilde temsil edecekleri konusunda söz alarak tamamladı. Programın sonunda Zeytin Çekirdekleri Derneği’nin bağış hesapları paylaşıldı ve sponsor olma çağrısında bulunuldu. Bu konudaki bilgiler şöyle: Garanti Bankası Ayvalık Şubesi, Hesap No:789/6298065, IBAN: TR93 0006 2000 7890 0006 2980 65, EURO-IBAN TR39 0006 2000 7890 0009 0967 11
17
AYVALIK YOLLARINDA SÜRÜCÜ AYNALARINDAN...
H
ikâye, roman, şiir, deneme, sözlük yazarı Hulki Aktunç İstanbul’da doğdu ve kendi deyişiyle, “Yirmi dilin konuşulduğu” bir yer olan Kadıköy’de büyüdü. Zaten, dile düşkünlüğünün kaynağı da bu zenginlikti. Aktunç, bir dil ve anlatım ustasıydı gerçekten. Gerek öykülerinde gerek şiirlerinde Türkçenin olanaklarını bütün özellikleriyle bir kuyumcu gibi işledi. Aktunç, verimli bir edebiyat insanı olmasının yanı sıra, Türkiye’nin önde gelen ajanslarında metin/reklam yazarlığı yaptı. Bütün bu yoğun ‘meşguliyetlerinin’ arasında resim uğraşını ise hiç ihmal etmedi. 1965 yılında, henüz 19 yaşındayken ve ilk öykü kitabından yaklaşık on yıl önce ilk sergisi ‘Lacivert ile Bordo’yu açtı. 1991’de Nâzım Hikmet, Oktay Rifat, Cemal Süreya, Metin Eloğlu ve Afşar Timuçin’le birlikte ‘Şair Ressamlar’ karma sergisinde yer aldı. Buna rağmen, resimle ilgisini uzun yıllar yalnızca bir izleyici olarak sürdürdü. Sanatçı, 2004 yılı başlarında kansere yakalandı. O tarihten başlayarak sağlık sorunlarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Hastalığının geri dönülmez yola girdiği günlerde dinlenmek için bir taşıtın arkasında uzanarak Ayvalık’ gitti. Yol boyunca gördükleri, ‘uyuyan’ resim yeteneğini ateşlemiş olacak ki, ‘yattığı yerden’ gözüne çarpanları -dağları, ormanları, akıp giden yollarıtuvaline aktardı. Aktunç, kendisi gibi yazar olan ve ‘tam kırk yıl evli kaldığı’ eşi Semra Aktunç’la bir süre dinlendiği Ayvalık’ı çok sevmiş hatta fazlasıyla etkilenmişti. Kaldığı evin balkonundan bu kez denizi, adaları özgür bir hızla resimledi. Pastel boyayla ve karışık teknikle yaptığı resimlerini daha sonra İstanbul Kuzguncuk’taki Harmony Sanat Galerisi’nde sergiledi. Serginin başlığı dikkat çekiciydi: ‘Ayvalık Yollarında, Sürücü Aynalarından.’ AYVALIK İZLENİMLERİ VE SÜRÜCÜ AYNALARI BENDE BİR RESİM SÜRECİNE DÖNÜŞMESE, SÜREKLİ RESİM DÜŞÜNMEYE, ÜRETMEYE GİRİŞMESEM BİR SERGİ AÇMAYACAKTIM “Resimlerimde genelde suluboya, guvaş, mürekkep, annelerimizin kullandığı çivit, iyi kaliteli kına, yağlı tebeşir gibi malzemelerden yararlandım. Esin kaynaklarıma gelince, çok sevdiğim halk resmi, eski tepsi resimleri, yastık resimleri, at arabası kaportalarına yapılmış resimler, kıraathane resimleri, cam altı resimleridir...” diyen Hulki Aktunç, ‘Ayvalık yollarında’ yeniden resim yapmaya başlamasının nedenlerini şu sözlerle açıklamıştı: “Beni bir süre yatağa çivileyen hastalıkla boğuşurken bir gece saat üçte birden yataktan düşer gibi kalktım;
18
HULKİ AKTUNÇ: DİL ÜLKESİNDE DOĞAN REKLAMCI
BÜLENT ŞENTAY
H
ulki Aktunç’u önce ‘gıyaben’ tanıdım. Yazdığı öykülerden... Sonra ‘meslektaş’ olduk. Reklam yazarlığına başladığım 1980 yılı onun hayatında da bir dönüm noktası olmuş; bir gazete ilanı üzerine redaktör ‘pozisyonuyla’ girdiği Manajans’tan o yıl usta bir reklam yazarı olarak ayrılmış ve ortaklarıyla birlikte Yaratım adlı ajansı kurmuştu. ‘Kader’ bizi 1987 yılında Foot Cone & Belding ile ortaklığa imza atarak Yaratım/FCB adını alan bu ajansta buluşturdu. Ulusal ve uluslararası markalar için birlikte beyin fırtınaları yaptık.
evdeki bütün boyaları, kartonları, kalemleri çıkarttım ve tekrar başladım, ciddi olarak. Ondan sonra o Ayvalık yolculuğu, onun izlenimleri ve işte 2005 sergisi, ‘Ayvalık Yollarında, Sürücü Aynalarında.’ Ayvalık izlenimleri ve sürücü aynaları bende bir resim sürecine dönüşmese, sürekli resim düşünmeye, üretmeye girişmesem bir sergi açmayacaktım. Daha önce ürettiklerim de olduğu yerde kalacaktı, nitekim bu sergide eskiler yoktu. Hep şunu söyledim: Ben bir ressam değilim, resim yapmayı son derece seven bir edebiyatçıyım. Ama resim yaparken çok heyecanlanıyorum, rüyamda resim yapıyorum ve sabahleyin kalkıp, ‘Nerede yahu o resim, nereye koydum ben onu?’ diyorum. Ama serginin heyecanı çok farklı; o heyecan, yüz sergi aç, herhalde yine olacak. O yüzden sergi, bir tür, tırnak içinde söylersem, ‘mürüvvet, görücüye çıkmak’ gibi bir şey oluyor, bir kere, insana çok şey öğretiyor.”
Yaratım/FCB Şişli’nin merkezinde, Hür-Han’daki ofisindeydi o sıralar. İşler Pamukbank, Halk Sigorta ağırlıklı gidiyordu. Bir yandan da İbrahim Tatlıses’li ‘Bence BMC’ kampanyasının doğum sancıları yaşanıyordu. Yoğun bir çalışma temposu içinde -ve tadına doyulmaz sohbetler eşiliğinde- gecemizin gündüzümüze karıştığı bir süreçti. (‘Bir Yer Göstericinin Hayatı’ yayınlanmak üzereydi; ‘Büyük Argo Sözlüğü’nün çoğu bitmiş, azı kalmıştı!)
Hulki Aktunç uzun bir tedavi sürecinin ardından 29 Haziran 2011 günü, 62 yaşında hayata veda eti. (Semra Aktunç: “Yedi yıl hastalıkla uğraştık. Tabi kanser, çaresi yok. Kaybından hemen sonra beni apar topar Ayvalık’a götürdüler. Sabah denize gidip sırtüstü yatıyordum. Denizle ve suyla kendimi iyileştirebildim. O da hep öyle isterdi; ‘Sakın kendini bırakma. Yazılarına devam et’ derdi.”)
‘Tanıştığıma memnun olduğum’ kişilerin başında gelen Hulki Aktunç ‘çok yönlü’ bir insandı. Yüksek verimli bir merak adamıydı. (Bir dostunun dediği gibi, İznik Gölü’nde bulunan ve Japon balıklarının severek yediği su mercimekleri de, ülkemizde kötü kokulu olduğu için dikimi yasaklanmış tek ağaç olan aylandız da ilgi alanına girerdi. Akvaryum balıklarını da, zehirli trakoyanları da bilirdi.)
Ailesi, ölümünün sekizinci yılında, 25’i Aktunç tarafından yazılan 3 binden fazla seçkin kitabı oğlu Yrd. Doç. Dr. Emrah Aktunç’un Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi olduğu Özyeğin Üniversitesi Kütüphanesi’ne bağışladı.
Aynı zamanda “İletişim bilimdir” diyen bir nabız tutucuydu. Türkçeye sevdalıydı; sözlük okur, biçem üretir, dil kurumu gibi çalışırdı. Bilgiyi her zaman paylaştı, ayrıntıları hep önemsedi, çağından sorumlu bir insan olarak daima ‘doğru-güzel’in peşinden koştu. Aynı zamanda bir ‘sokak çocuğu’ydu, sokağın dilini herkesten iyi bilirdi. Ve yeryüzünde kedileri onun kadar seven bir başka kişi daha yoktu herhalde!
H
ulki Aktunç’un kuşkusuz en büyük eseri, hazırlanması 16 yıl süren, ilk kez 1990 yılında basılan ve kapsam genişliğiyle alanında tek sayılan ‘Büyük Argo Sözlüğü’dür. Coğrafyamız insanının ruhsal, cinsel, toplumsal yapısı ve bakışını tarihten bugüne doğrudan yansıtan zengin bir kaynak olan ve eşsiz bir ‘argo antolojisi’ diye nitelendirilen sözlükte 5237 madde başı, 7290 tanım, 3960 tanık cümle bulunuyor.
Pek çok şey paylaştığım ve Ayvalık’ı neredeyse benim kadar sevdiğini bildiğim dostum/meslektaşım Hulki Aktunç’u vefa duygularıyla ve hüzünle anıyorum.
Aldığı ödüller... -Gidenler Dönmeyenler (1977 TDK Öykü Ödülü) -Bir Çağ Yangını (1980 Abdi İpekçi Roman Ödülü) -Bir Yer Göstericinin Hayatı (1990 Yunus Nadi Ödülü) -Istıraplar Ansiklopedisi (1995 Cemal Süreya Şiir Ödülü) -Sönmemiş Dizeler (2010 Necatigil ve Metin Altıok Şiir ödülleri)
19
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
Meğer ne kadar hızlı geçermiş zaman!
B
u sayfanın okurları bilirler; her ay bir ya da iki yazımı ‘dünün Türkiyesi’nde olup bitenleri hatırlamaya ve hatırlatmaya ayırıyorum. Bu derlemeleri yaparken zamanın vahşi geçişini daha bir hissediyorum. Çünkü; etrafımda olan bitenlerin (derinliğine olmasa bile en azından ‘olaylar’ olarak) farkına varmaya başladığım yaşın 10 olduğunu varsayacak olursak demek ki okuduklarım, dinlediklerim, öğrendiklerimin yanı sıra, 95 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin 56 yılına dair bizzat biriktirdiğim anılar var.
kadar değişen aşamalarında öğretmenlik ve idarecilik... Arada 18 aylık vatani görev. Sonunda reklam sektöründe, yazar, yaratıcı yönetmen, ajans yöneticisi ve ortağı olarak verilen 30 yıllık bir emek... Kendimiz gibi yetiştirmeye çalıştığımız, nitelikleri ne olursa olsun, en azından ‘düzgün’ insanlar olarak büyüttüğümüze inandığımız iki çocuk... Ve yaşam yolculuğunun; son duraktan önceki -geriye ne kadarının kaldığını kimsenin bilemediğisükunet dönemi... Emeklilik. Bir telaşla, bir koşuşturmayla geçmişgitmiş ömür. Ve hiç kıymetini bilememişim zamanın.
Başka bir perspektiften bakabilmek için aradan yarım yüzyıldan fazla zamanın geçmesinin gerektiği yaşantılar... Ne yazık, ne kayıp! Şimdi... Dün ile yarın Çünkü insan; 50 arasında bir yerde yaş eşiğini geçince sıkışmış duruyorum. her şey hakkında başka bir farkındalık Artık yarına dair tek geliştirdiğini yaşamadan beklentim mevcudu bilemiyormuş. En korumak. Ki günümüz azından benim için Türkiyesi’nde bu bile öyle oldu, oluyor. 50’li başlı başına bir başarı yaşları da çoktan sayılabilir. Düne gelince; geride bıraktığım ancak şimdi dönüp için bu farkındalık arkaya bakma fırsatı daha da keskinleşti buluyorum. Çünkü bende. Hayata, artık ‘zamanım’ var. ilişkilere, sevgilere, Nerelerden gelmişim, hangi sulardan içmişim, özlemlere, hırslara, ben o yollarda yürürken maddeye, kayıplara, çevrem, ülkem, dünya kazançlara, acılara, ne haldeymiş. Bugün sevinçlere... Her şeye Bu köşeyi okunmaya değer bulan dostlar; yaşınız ne isem, beni hangi başka bir perspektiften koşullar bu noktaya bakar oldum! Ama kaç olursa olsun. Bir ara verin... Bir durun! Bir kez getirmiş. Borçlarım ne? galiba zaman içinde olsun saate değil, ‘zamana’ bir bakın. Alacak bırakmış mıyım gereken önemi hiçbir Ve ‘farkına varabilmek’ için mutlaka boş geride? Çocuklarımdan zaman vermediğim zamanınız olmasını beklemeyin. başka bir izim kalmış konusunda yepyeni bir mı, kalacak mı toprağın aydınlanmaya vardığım üzerinde? en önemli kavram; ‘zaman’ın kendisi. Bu; hayatımla bir Meğer ne kadar hızlı geçermiş zaman! Bilinçaltında; vaktin hesaplaşma değil, kendimle barışma. Demek yaşlanmak böyle daralıyor/ ömrün eksiliyor olduğunu bilmenin de bunda payı oluyormuş diyorum kendi kendime. var elbette. Üzülmüyorum, yaşlanacak kadar yaşamış olmak büyük Geçen gün Ayvalık’taki baba evimden ayrılalı 49 yıl olduğunun mutluluk. Hele o yaşları birlikte kat ettiğin bir yoldaşın varsa. ve bunun son 34 yılını İstanbul’da geçirdiğimin farkına varınca Bu köşeyi okunmaya değer bulan dostlar; yaşınız kaç olursa dehşete düştüm. Önce (şimdiki kuşaklara pek de bir şey olsun. Bir ara verin... Bir durun! Bir kez olsun saate değil, ifade ettiğini sanmadığım) 68 hareketinin dalgalı okyanusuna ‘zamana’ bir bakın. Ve ‘farkına varabilmek’ için mutlaka boş daldığım için yarıda bırakmak zorunda kaldığım ODTÜ zamanınız olmasını beklemeyin. dönemi, sonra Gazi Eğitim Enstitüsü (o zamanlar daha Gazi Çünkü Tagore’un sözleriyle, “Boş zaman yoktur, boşa geçen Üniversitesi değildi adı) İngilizce Bölümü’nü bitirip Merzifon, zaman vardır.” Ankara, İzmir ve İstanbul’da eğitimin ortaokuldan yüksekokula
20
Ayvalıkgücü Belediyespor Bayan Voleybol Takımı, Türkiye Bayanlar Voleybol 2. Ligi’nde mücadele ediyor. Açıkçası lige kötü başlamışlardı. Ama sonradan öyle bir ‘form grafiği’ yakaladılar ki, dergimizi yayına hazırladığımız günlere kadar oynadıkları son 14 maçta 13 galibiyet almış ve gruplarının iddialı takımları arasına girmişlerdi. Bu başarı öyküsünü en ‘yetkili’ ağızlardan dinlemek için biz de soluğu Ayvalık Spor Salonu’nda aldık. Başarılı takımın deneyimli hocası Sedat Oğuz’la, sorumluluk duygusuyla öne çıkan kaptanı Hilal Şanlı’yla ve oyunculardan ‘cankurtaran’ İrem Akçay ile konuştuk.
Ayvalıkgücü Belediyespor Kulübü Voleybol Şube Antrenörü Sedat Oğuz
SABIR, ÖZVERİ VE TAM BİR EKİP RUHUYLA ÇALIŞTIK ŞİMDİ DE 2. LİG’DE ŞAMPİYONLUĞA KOŞUYORUZ
S
ayın Sedat Oğuz, siz Ayvalıkgücü Belediyespor Kulübü Voleybol Şube Antrenörü ve aynı zamanda Ayvalık Anadolu Lisesi beden eğitimi öğretmenisiniz. Bize voleybol geçmişinizden söz eder misiniz? -Yıllardır gönül verdiğim bu sporla uğraşıyorum. Çalıştığım illerde, okul ve kulüplerde voleybolu sadece sevdirmekle yetinmedim, bu branşı en üst seviyeye çıkardım. Yüzün üzerinde şampiyonluk kazandım. Yüzlerce sporcu yetiştirdim. Milli Takım’da antrenörlük yaptım. Milli Takım’a oyuncu kazandırdım ki, onlar benim gururum oldular. Voleybol nasıl bir oyun? Felsefesi nedir? -Voleybolda takım kadroları on dört kişidir. Sahada altışar oyuncudan oluşan iki takım karşılıklı mücadele eder. Felsefesini ise kendi sahanıza atılan topları karşılamak, gelen topu rakip sahaya düşürerek sayı kazanmak diye özetleyebilirim. Ayvalıkgücü Bayan Voleybol Takımı ne zaman, nasıl kuruldu? -Altıova’da beden eğitimi öğretmeni olarak görev yaparken okulun öğrencileriyle altyapı çalışmalarına başlamıştım. Okullar arası müsabakalarda İl Şampiyonu olmuş ve Türkiye Şampiyonası’na katılmaya hak kazanmıştık. Dönemin Belediye Başkanı Asım Sürer’in katkılarıyla oyuncularımızın Altınovaspor Kulübü’nde forma giymesini sağladık. İl Şampiyonluğu’nun ardından Türkiye Şampiyonası’nda çok başarılı sonuçlar elde ettik. İzleyen günlerde voleybolu daha geniş kitlelere yaymak adına Ayvalıkspor ile bir çalışma içine girdik. Belediye Başkanımız Rahmi Gençer bu aşamada bizleri yürekten destekledi ve sporcularımız Ayvalıkgücü Belediyespor Kulübü’nde oynamaya başladı. Kısa sürede Türkiye’nin en başarılı sekiz takımı arasına girdik. Türkiye genelinde tüm kategorilerde İl Şampiyonluğu’nu kazanan tek takım olduk. Sonunda altyapıdan 2. Lig’e terfi ettik. Bugüne kadar yüzlerce sporcu yetiştirdiğinizi söylediniz. Şu an kaç sporcuyla çalışıyorsunuz? -Altyapıdan üstyapıya 100’e yakın sporcuyla çalışıyorum. Voleybola başlamak için ideal yaş nedir? -Voleybol herkesin her yaşta yapılabileceği bir spor... Ancak profesyonel bir oyuncu olabilmek için yedi yaşından itibaren koordinasyon çalışmalarıyla başlamak gereği var. Ayvalık’ta voleybola çocukların ve gençlerin ilgisi nasıl?
GÜLBENİZ ŞENTAY
-Kendi altyapımızdan yetişmiş sporcuların Türkiye şampiyonalarında ve 2. Lig’deki mücadeleleri, sahalarda elde ettikleri başarılar, en iyi takımlar arasında boy göstermeleri ilgiyi giderek arttırıyor. Altyapımız, çocuklar ve Ayvalık için önemli bir şans... Sporu ve voleybolu seven tüm çocuklar bu durumu iyi değerlendirmeliler diye düşünüyorum. İLKOKULDAN ALDIĞIM ÇOCUKLARIN 2. LİG’DE OYNAMASI BANA MUTLULUK VE GURUR VERİYOR Voleybolun çocukların ve gençlerin gelişimine katkısı nedir? -Her tür sporun çocukların fiziksel, bilişsel ve kişilik gelişimine doğrudan katkı sağladığı yadsınamaz bir gerçek. Voleybol tam bir takım oyunudur. Bu nedenle çocuklar ve gençlerin yardımlaşma, sorumluluk duygusu ve iletişim becerilerini geliştirir. Özgüvenlerini pekiştirir. Hayatı planlamayı, zamanı iyi kullanmayı öğretir. Onları alkol, sigara ve benzeri kötü alışkanlıklardan uzak tutar. Vücuda diğer sporlardan daha fazla esneklik kazandırır. Böylece voleybol oynayanların kas yapıları ideal ölçülere ulaşır. Ayrıca çocuk ve gençlerin sosyalleşmelerinde önemli bir yer tutan voleybol, sahada takımları birbirinden ayıran file nedeniyle şiddete kapalı bir oyundur. Sayın oğuz, kulüp olarak eksikleriniz ve sorunlarınız var mı? -Mutlaka sıkıntılarımız oluyor
21
yıl tüm kategorilerde İl Şampiyonu, Bölge Şampiyonu olduk ve Türkiye Finali’ne kaldık. Genç takımımız Türkiye’nin en iyi sekiz takımı arasına girdi. Yıldız takımımız üst üste beşinci kez İl Şampiyonu oldu. A takımımız Bölgesel Lig Şampiyonu olarak 2. Lig’e terfi etti. Şu an 2. Lig’de şampiyonluğa doğru koşuyor. İlkokuldan aldığım çocukların 2. Lig’de oynaması bana mutluluk ve gurur veriyor elbette... Okul takımlarımızdan Ayvalık Anadolu Lisesi de şampiyonluk rekorları kırdı ve genel liseler arasında Türkiye Birincisi oldu.
Bayan Voleybol Takımı’nın son on dört maçta on üç galibiyeti var. Bu büyük başarının sırrı sizce nedir?
ama aramızda çözmeye çalışıyoruz. Sorunların giderilmesi noktasında Belediye Başkanımız Rahmi Gençer de elinden gelen katkıyı sunuyor. Kendisine Ayda Bir Ayvalık kanalıyla bir kez daha teşekkür ediyoruz. Sporcularınızı hangi noktada görmek istiyorsunuz? -Altyapıdan üstyapıya elde ettiğimiz başarılarla hedeflediğimiz noktalarda olduğumuzu söyleyebilirim
-Öncelikle sisteme dayalı bilimsel bir çalışma planı uyguladık. Sabır, özveri ve tam bir ekip ruhuyla çalıştık. Bizim yıllar öncesine dayanan ve Türk sporuna da örnek olacak çok başarılı bir altyapı çalışma sistemimiz var. Temel amacımızsa voleybolu sevdirmek ve bir kitle sporu haline getirmek... Ayvalıkspor Voleybol Okulu’muzda Ayvalık Voleybol Koordinatörü Burçin hocamız ve Muammer hocamız müthiş bir özveriyle görev yapıyorlar. Küçük yaştaki çocuklara voleybolu sevdirerek altyapının temelini atıyorlar. Biz de bu altyapıdan yetişen çocuklarımızı alıp daha üst seviyelere çıkarmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Başarılı da oluyoruz. Aldığımız her maç hepimiz için paha biçilmez bir ödül oluyor.
Bayan Voleybol Takımı bugüne kadar hangi başarılara imza attı?
Hedefe kaç maç kaldı?
-Bunu kısa cümlelerle anlatmak çok zor. Çünkü antrenörlük yaşamım boyunca çalıştığım takımlarla birçok başarı elde ettik, şampiyonluklar kazandık. Antrenörlük yaptığım tüm kulüplerde sporcuları kendim yetiştirdim. Az önce de belirttiğim gibi, bugüne kadar çeşitli kategorilerde yüzün üzerinde şampiyonluk kupası kaldırdık. Bu, takım sporları için ulaşılması çok zor bir sayısal veridir. Sadece geçen
-A Takımımız ile yedi maç kaldı. Ancak bizim çok daha büyük hedeflerimiz var. Örneğin Gençler’le Türkiye Finali’ne kaldık. Orada en iyi dereceyi almaya çalışacağız. Küçük takımımızla ve Okul takımımızla Bölge Şampiyonası’nda mücadele edeceğiz. Bu zorlu yarıştan bütün takımlarımızın zaferle çıkacağından eminim. Onlara hem güveniyorum, hem de inanıyorum.
22
Ayvalıkgücü Belediyespor Kulübü Bayan Voleybol Takım Kaptanı Hilâl Şanlı
-1
HER GALİBİYET BİZİ HEDEFİMİZE BİR ADIM DAHA YAKLAŞTIRIYOR
995 yılında Eskişehir’de dünyaya geldim. Ailem Eskişehir’de yaşıyor. Orta öğrenimimi voleybol takımlarında da yer aldığım Eskişehir Gelişim Koleji, Bursa Tan Okulları ve Bursa Bahçeşehir Koleji’nde burslu okuyarak tamamladım. Halen Giresun Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği son sınıf öğrencisiyim. Ayrıca Üniversite takımında oynuyorum. Voleybolla ilk defa bir yaz okulunda tanıştım. Ne var ki, çalışmalara düzenli katılamamış ve bırakmıştım. Derken okulumuzda seçmeler yapıldı. Beni de seçtiler ama hiç istekli değildim. Çünkü yaşım küçüktü ve her çocuk gibi arkadaşlarımla sokakta koşup-oynamak bana daha cazip geliyordu. Antrenmanlar sıkıcı, disipline olmak zordu. Gönülsüzdüm açıkçası. Ancak altyapıda duygularım değişti elbette…
Altyapıdayken çıktığımız maçları yetenekli oyuncuları keşfetmek amacıyla başka takımların antrenörleri de yakından izliyor, kendi bünyelerine almak istedikleri oyuncuların antrenörleriyle bağlantıya geçiyorlardı. Bu süreçte hocalarımız bizlerle oturup konuşuyor, gelen teklifleri doğru bir şekilde değerlendirmemize yardımcı oluyorlardı. Ben de böyle bir teklif aldım ve yedinci sınıf öğrencisiyken profesyonelliğe adım attım. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde forma giydim. Nilüfer Belediyespor’dan aldığım çağrı üzerine Bursa’ya gittim. İki yıl orada oynadıktan sonra yeniden Anadolu Üniversitesi’ne döndüm. Tire Belediyespor ve Erdekspor’un ardından Ayvalıkücü’ne transfer oldum. Artık bir menajerim var. Bu tür görüşmeleri onlar benim adıma yürütüyorlar. Bugün sözcülüğünü yaptığım arkadaşlarımı kısaca sizlere tanıtmak istiyorum. Ayvalık Bayan Voleybol Takımı’nda on bir oyuncuyuz. Sibel ablamız en büyüğümüz ve hepimizin ablası. Ne sıkıntımız olsa ona koşarız… Beyza, dışarıdan baktığınızda sert bir karakter gibi görünen ama aslında çok sevecen, çok güleç bir arkadaşımız… İlknur takımın kahkahası en bol, en eğlenceli kızı… İrem’se tam bir cankurtarandır. Neresi eksikse onu oraya atarız ve oynar. O bizim her şeyimizdir. Pasörümüz Elif (servis sırasında öne gelen ve genellikle uzun pasla hücum eden oyuncu) şu
an rahatsızlığı nedeniyle aramızda değil. Son derece sessiz/ sakin olan arkadaşımız Elif’in kısa sürede sağlığına kavuşup aramıza katılacağına eminim… Bir diğer başarılı oyuncumuz Ezgi alçakgönüllülüğün timsalidir. Çok iyi bir oyuncudur ama hiç belli etmez… Ekinsu da ona benzer. Bize inanılmaz katkı sağlar ama oyunda yokmuş gibi durur. Hiç övünmez… Ilgın’ı herkes uysallığıyla tanır. Ceren ve Beril takımın en küçükleri ve en konuşkanlarıdır… Selcan’sa pasör ve libero (savunma oyuncusu) hariç her yerde oynayabildiği için vazgeçilmezimizdir. Ben takım kaptanıyım. Elbette bu görevin bana yüklediği bazı sorumluluklar var. Örneğin bir kaptan sürekli oyunda kalmalı, takımdan hiç düşmemelidir. Yanı sıra oyundan düşeni motive etmek ya da onun yerine de oynamak zorundadır. Yani iki kişilik bir performans sergiler. Hocayla takım arasındaki bağı, iletişimi sağlayan da yine kaptandır. Örneğin antrenman gününü ve saatini arkadaşlarıma bildirmek benim görevlerim arasındadır. Antrenmanlarda, maçlarda, deplasman yemeklerinde ne giyileceği gibi konuları hep ben organize ederim.
GELECEKTE BELKİ ANTRENÖRLÜK, MENAJERLİK GİBİ ALANLARA YÖNELEBİLİRİM Yaşım elverdiği sürece voleybol oynamaya devam edeceğim. Zira bu sporun bedensel, sosyal, ruhsal gelişimime katkısı çok büyük… Voleybolla; birlik olmayı, birlikte hareket etmeyi, birlikte yaşamayı, paylaşmayı öğrendim. Bireysel değil, on iki kişilik düşünmeyi öğrendim. Oyun sırasında ne zaman içimizden birinin motivasyonu düşse bir diğeri yardıma gelir ve açığı kapatır. Takım bilinci bunu gerektirir çünkü. Kısacası voleybolu çok seviyorum ve bırakmayı düşünmüyorum. Voleyboldan ve spordan asla kopamayacağımı bildiğim için beden eğitimi öğretmeni olmak istedim zaten. Ama gelecekte belki antrenörlük, menajerlik gibi alanlara da yönelebilirim. Bir fitness salonu açabilirim. Yani sporun içinden yürümek istiyorum. Bizim için her maç Play Off’a (çeşitli spor liglerinde sezonun sona ermesinin ardından düzenlenen ve kazanan takımın doğrudan Şampiyonlar Ligi’ne gitmesini sağlayan karşılaşmalar) bir adım daha yaklaşmak demek. Amacımız Play Off’a gitmek. Takım arkadaşlarımızla her maça çıkmadan önce tek konumuz bu oluyor. Her galibiyet bizi hedefimize bir adım daha yaklaştırdığı için hep, “Az kaldı!.. Az kaldı!” diyoruz. Bütün maçlar zordur ama bazıları daha bir zordur. Örneğin DSİ en dişli takımlardan biriydi ve biz o mücadeleden puan alarak çıkmak zorundaydık. Stres katsayımızın hayli yükseldiği bir maç olmuştu. Bu nedenle skoru beni en çok mutlu eden karşılaşma odur. Önümüzde yedi maç daha var. Bütün enerjimizle ve durmadan hazırlanıyoruz. Kendime biraz zaman ayırabildiğimde kitap okuyorum, müzik dinliyorum. Ritmik, hareketli şarkılar daha bir hoşuma gidiyor. Akşamları yerli ve yabancı dizileri izlemeye çalışıyorum. ‘Game Of Thrones’ favori dizim. Sinemada tercihimse bilim kurgudan yana. Dediğim gibi hepimizde heyecan günden güne artıyor. Ama kazanacağız, biliyorum!
23
Ayvalıkgücü Belediyespor Kulübü Bayan Voleybol Takımı Oyuncusu İrem Akçay
AYVALIK’TA GERÇEKTEN MUHTEŞEM BİR TRİBÜNÜMÜZ VAR, GİTTİĞİMİZ HİÇBİR YERDE BÖYLESİNİ GÖRMEDİK
-1
999 doğumluyum. Dikililiyim. Ancak annebabam da yanımda olabilmek amacıyla Ayvalık’a yerleştiler. Geçen yıl Ayvalık Anadolu Lisesi’nden mezun oldum. Şimdi üniversite sınavlarına hazırlanıyorum. Voleybola Dikili Lodosspor’da başladım. Sekizinci sınıfta Altınovaspor Kulübü’ne geçtim. Sonra hocamın da anlattığı gibi Ayvalıkgücü bünyesine dahil olduk. Altı yıldır voleybol oynuyorum.
Yoğun bir çalışma programımız var. Haftada bir gün, pazartesileri tatiliz. Diğer günlerimiz dolu. Hafta sonlarıysa ya Ayvalık’ta ya da deplasmanda maçımız oluyor. Yani zamanımızın büyük bir bölümü antrenmanlarda ve yollarda geçiyor. Karşılaşmalara belli bir plân çerçevesinde hazırlanıyoruz. Neler yiyip-içeceğimizden uyku düzenimize kadar her şey programlanıyor. Bizlere de sahaya çıkıncaya kadar heyecanımızı kontrol altına almak ve iç motivasyonumuzu diri tutmak düşüyor. Yapım gereği kendimi bir hafta öncesinden motive etmeye kalktığımda bir şeyler iyi gitmiyor. O nedenle her şeyi biraz akışına bırakıp dinlenmeye öncelik tanıyorum. Elbette ki yatağa yattığımda illâki ertesi günkü karşılaşmada nasıl oynayacağımı düşünüyorum. Sabah bu şekilde kalkıyorum. Isınmamı yapıp maça çıkıyorum. Voleybolu ben de en az diğer takım arkadaşlarım kadar seviyorum. Yıllardır oynuyorum. Ancak derslerimde de başarılıyım. Bu nedenle farklı bir meslek edinmek, beraberinde de voleybol hayatımı sürdürmek istiyorum. Amacım elektrik-elektronik ya da makine mühendisi olmak. Fakat voleyboldan kopamayacağımı biliyorum. Devam edebildiğim kadar edeceğim. Sanırım sporu çok önemseyen, spora destek veren Yaşar Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi gibi okulları tercihlerimi yaparken öncelikle düşüneceğim.
BAŞARIMIZDA HER AN ÖZVERİYLE ÇALIŞAN SEDAT HOCA’MIZIN PAYI BÜYÜK Takım kaptanımız Hilâl gibi benim de en büyük zevkim kitap okumak. Her şartta kitap okumak için fırsat yaratıyorum. Üniversite sınavlarına hazırlandığım için dizi, film izlemeye pek vakit ayıramıyorum. Fakat bazı yabancı dizileri, televizyon yarışmalarını takip etmeye gayret ediyorum. Türkiye’de ve yurt dışında oynanan voleybol maçlarını kaçırmamaya çalışıyorum. Beğendiğim pek çok yerli ve yabancı oyuncu var. Voleybol her yıl yeni yeni isimlerin yıldızlaştığı bir spor. Bu nedenle izlemek biraz zor ama İtalyan Ligi’nde yer alan Modena’nın oyuncusu Earvin Ngapeth erkek oyuncularda en beğendiğim isimlerden biri. Onun, tarzıyla voleybola farklı bir renk katması hoşuma gidiyor. Bayanlardaysa Fenerbahçe’den Natalia Pereira ilk sırayı alıyor. Yine bir Eda Erdem Dündar’ı, Naz Aydemir’i sevdiğim oyuncular arasında sayabilirim. Aslında büyük bir hevesle izlediğim daha pek çok bayan oyuncumuz var. Sanırım benim gibi tüm takım arkadaşlarımın hayalinde de onlar kadar başarılı birer
24
sporcu olmak yatıyor. Neden olmasın? İyi bir takımız. Başarımızda her an özveriyle çalışan Sedat Hoca’mızın payı büyük. Ailelerimizin katkısı da öyle... Örneğin ben iki yıl boyunca Dikili’den gidip-geldim. Hiç kolay değildi. Bu nedenle babam emekli olur olmaz ailece Ayvalık’a taşındık. Beni antrenmanlara bıkıp-usanmadan babam götürüp-getiriyor. Geç kalacak gibi olsam, ne yapıp edip maça yetiştiriyor. Ailemin daima yanımda olduğunu bilmek benim için müthiş bir moral kaynağı. Ayvalık halkının desteğini ise nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Gerçekten muhteşem bir tribünümüz var. Gittiğimiz hiçbir yerde böylesi bir tribünle karşılaşmadık! Ayvalık gibi bir seyirciye sahip olmak inanın çok büyük bir şans! Tribünlerdeki coşkuyu gördüğümde gerçekten duygulanıyor ve “Sevgiyi hissedin! Ayvalık’tasınız!” diyorum.
Biraz Ondan Biraz Bundan ZEYNEP KAZANCIGİL zkazancigil@gmail.com
“Only in Ayvalık” - 2
G
eçen ay bu köşede “Only in Ayvalık” başlığı altında bir yazımı paylaştım. Çoğumuzun çocukluk ve gençlik anılarında yeri olan, anlatıla anlatıla artık efsanevi bir hâl alan Ayvalıklı karakterlerin bazılarını anılarımda kaldığı kadarı ile anlatmıştım. Yazıyı fecebook’ta da paylaştım. Bir baktım, çok fazla kişi yorum yazmış. 'Eski Ayvalıklılar'ın hepsi hatırlatmalarda bulunmuşlar. “Toker Amca’yı da anlat!”, “Ahmet Efendi’yi de anlat!” gibisinden, ‘peçeteye istek parçası’ yazmışlar. O zaman, bu ay da elimden geldiğince devam edeyim dedim...
şarkılar çalardı. Kendisi de neşelenir, bizimle birlikte bağıraçağıra şarkıları söylerdi. Biraz Fransızca da bilirdi. Bu sayede Kamping’e gelen turistlerin de gönlünü çelerdi. Kamping Fransız, İngiliz, Alman turistlerle dolardı. Burada kalan yabancı turistler çoğunlukla her yaz gelirdi. Böylece zaman içinde onlar da Çamlık halkı ile kaynaşırlardı. Kamping’in olduğu ikinci koyda, yemekleri ile ünlü Enver Kulüp, deniz kıyısında 33 Disko ve şimdi apartmanların olduğu yerde de Burçak Disko vardı. O yıllarda diskolara öğleden sonra da gidilirdi. Tenis Lokali’nin girişindeki binanın altı ise Şatzi Kafe’ydi. Şatzi, Ayvalık-Küçükköylü Selahattin ile Alman eşi Maria’nın açtığı kafebirahane arası bir mekândı. O yıllarda Türkiye’de fıçı bira, patates kızartması ve ketçap, kapuçino gibi lezzetler henüz bilinmezken kendisi de gayet hoş sohbet olan Maria Hanım bizi bu lezzetlerle tanıştırmıştı. Çamlık'tan bahsedip “Geeeldi Baahçevan Ahmet Efendi”den bahsetmemek olmaz. Ahmet Efendi at arabası ile Çamlık’ta sokak sokak dolaşır, sebze-meyve satardı. Sabahları “Geeeeldiii bahçevan, patatis vaadır, soğan vaadır, patlıcan vaadır, domatis de vaadır” diyen sesini duyan hanımlar kapının önüne çıkar; hem evin sebze-meyvesini alır hem de Ahmet Efendi’yle sohbet ederler, sevgili atı Leyla’nın halini hatırını sorarlardı.
Öncelikle Ayvalık’a daha ileriki yıllarda gelip de Çamlık’ın 1970-1990 arası dönemine rastlayamamış olan dostlar için bir not düşeyim. Şimdilerde Paşa Limanına ‘Ali İhsan’ın Yeri’ derdik. Orada mavi boyalı tahta dondurmacı Güngör haricinde masa ve sandalyeleri olan küçük bir lokanta da vardı sessizliğe bürünmüş olan Çamlık Meydanı o yıllarda şen şakrak, hareketli, neşeli bir cazibe merkeziydi. Renkli merdivenleriyle dikkat çeken Belediye Gazinosu’nun akşamları yemeğe gidilen güzel bir lokantası vardı. Annebabalarımızın gençliğinde burada çok şık davetler, danslı çay partileri ve balolar düzenlenirmiş. Çamlık’a dönmeden önceki virajda şimdi boş olan arazide Köşem adlı bir kafe ve restoran vardı. Kır Kahvesi akşam üzeri çoluk çocuk gidilen arada bir Cumartesi günleri İbiş gibi kukla gösterilerinin de yapıldığı yazlık buluşma yerimizdi. Meydanda şu anki büfenin olduğu yerde Ayhan Abi’nin Büfesi vardı. Ayhan Abi’nin büfesi günün her saati uğrak yeriydi. Meşhur Ayvalık tostunun en hakikisini yapardı. Çamlık’tan şehre inip alış veriş yapmak istemeyenler Ayhan Abi’nin özene bezene seçip getirdiği kahvaltılıkları, sebzeleri alırdı. Büfe aynı zamanda otobüs durağı da olduğu için Ayhan Abi bütün Çamlık ahalisinin geliş-gidiş saatini, kime hangi misafir geldiğini, kimlerin kimlerle görüşüp kimlerle görüşmediğini, herkesin neyi sevdiğini ezbere bilirdi. Beyefendiliği, her şeyi görüp de görmezden gelmesi, güler yüzü ve esprileri ile uzun yıllar Çamlık Meydanı’nın en renkli karakteriydi. Çamlık Meydanı’nın etrafında sırayla faytonlar dizili dururdu. İsteyenler öğleden sonra fayton turu yapardı. Kimi zaman da araba az olduğundan bir yerden bir yere gitmek için binilirdi. Faytoncu Toker Amca biz çocuklar için efsane bir kişilikti. Dört-beş çocuk bir araya gelir harçlıklarımızı birleştirir ve fayton turu yapmak üzere Toker Amca’nın yanına koşardık. Çoğu zaman bizim harçlıklar turu yapmaya yetmese de Toker Amca bizi hiç kırmazdı. Faytonunda eski bir teybi vardı, çok güzel ‘yabancı şarkılar’ veya 70’li-80’li yıllarda moda olan ‘Türkçe pop’
Bir yaz sabahı ailece balkonda otururken yine Ahmet Efendi’nin sesi duyuldu: “Geeeldi baahçevan, patatis vaadır, domatis vaadır, patlıcan vaadır, avo da vaadır.” Bu ‘avo’nun ne olduğunu anlayamadığımızdan hepimiz birbirimize baktık. Ege’nin kimi yerlerinde incire ‘bardacık’ dendiği gibi muhtemelen bir meyvenin veya herhangi bir otun adıdır diye düşündük. Sonra kapıya çıktık. Ahmet Efendi yaklaşınca babam dayanamadı, “Yahu bu avo da ne Ahmet Efendi?” dedi. Ahmet Efendi, “Göstereyim beyim!” deyip at arabasında duran meyve-sebze kasalarını özenle kaldırdı. Bunların altından kutular içinde Avon kremleri çıktı. Meğerse Ahmet Efendi, Almancı akrabalarının yazın gelirken getirdiği Avon kremlerini de satarmış. Hanımlar ev parasından arttırdıkları para ile alabildikleri, büyük şehirlerde bile bulunmayan bu kremlere çok rağbet ediyormuş. Ve tabi bu ticaret çoğunlukla evin beyinin bilgisi dışında gerçekleşiyormuş... Paşa Limanına ‘Ali İhsan’ın Yeri’ derdik. Kendisi Giritli olan Ali İhsan’ın mavi boyalı tahta masa ve sandalyeleri olan küçük lokantasında, ada köftesi, bakaleros (mezgit) ve salatadan oluşan basit ama tadına doyum olmaz bir menüsü vardı. Burası şimdi ancak Yunanistan tarafına geçtiğinizde adalarda bulabileceğiniz türde bir plaj lokantasıydı. Plajından rahatlıkla tertemiz olan iç koya girilirdi. Uzun iskelesinin ucunda eskiden kalma güzel bir tramplen vardı. Şu anda emlak ilanlarında Çamlık olarak bahsi geçen Laka bölgesi ise tamamen bostandı. Yazın sabah saatlerinde sıcak basmadan evden çıkar, Laka’ya yürür bostanlardan sebzeleri kendimiz toplayıp alırdık. Şimdi sadece anılarda kalan o yıllar, çocukların serbestçe sokaklarda dolaşabildiği, mahallede herkesin birbirini tanıdığı, ‘esnafından eşrafına’ herkesin bir arada ve birbirini olduğu gibi kabul ederek yaşayabildiği yıllardı...
25
Doksan beş yaşındaki Mehmet Kazmacı, kendi deyişiyle bir zamanlar bitirimlerin kol gezdiği, mahalle delikanlılarının köşe başlarında racon kestiği, kadınların yolunun düşmediği eski Macaron’un son sakinlerinden... O, her sabah erkenden kalkıyor. Tavuklarını yemliyor, kuzularını besliyor. İşi bittiğinde ayakları onu yıllardır olduğu gibi yine Camlı Kahve’ye götürüyor. Duvar dibindeki bir masaya oturuyor. Kahvesini söylüyor. Kendine özgü üslubuyla ve bir meddah ustalığıyla anlattığı öyküleri dinlemeyi sevenler birer birer masasının etrafında toplanıyor. Sesindeki heyecan, inişler-çıkışlar, vurgulamalar, o sıcacık Ayvalık şivesi hemen sarıveriyor insanı. İster istemez kulak kesiliyor, hatta bir sandalye de siz çekip bambaşka bir zamana, bambaşka bir hayata kendinizi bırakıyorsunuz.
ON BİR YAŞINDAYKEN ATATÜRK’ÜMÜZÜ GÖRDÜM. YEDİ KUYULAR’IN ORADAN İNERKEN ÇIKARDI ŞAPKACAĞIZINI SALLADI, SALLADI…
GÜLBENİZ ŞENTAY
-B
ütün mübadiller gibi annemle babama da Ayvalık’ta bir ev ve zeytin ağaçları verilmiş. Aslında o vakitler bütün evler boşmuş. Beğendiğin birinin tapusunu alıp oturuyormuşsun. Fakat babamın kafası pek çalışmamış demek ki, ufacık bir eve yerleşmiş. Ben mübadelenin hemen ertesinde dünyaya geldim. Girit’te rahat bir hayat süren babam zeytincilikten hiç anlamazdı. Tavuk, horoz, tavşan, keçi satarak hayatını kazanıyordu. Para-pul işlerini de pek bilmezdi. Zaten hem ilk girdikleri evi hem de zeytinlikleri satmış; tepede başka bir ev almıştı. Büyük bir evdi. Güzeldi... Bahçesi top sahası kadardı. Gel gör ki onu da elinde tutamadı. Annem Ümmü Hanım babamın ikinci eşiydi. Ben annemin bir tanesiydim. Babamın ilk karısındansa altı-yedi kardeşim daha vardı. Hepsi rahmetli oldular. Doğrusu ya, ne çocukluğumdan ne de gençliğimden bir şey anladım. Ömrüm çalışmakla geçti. Okul yüzü görmedim. Affedersin, babam verdi bana iki tane ‘viran’ keçi, bir de ‘geberik’ bir beygir, “Git bunları otlat!” dedi. Ne okula koydu beni, ne bir şey! O otlak senin, bu otlak benim, dolaştım. Cahil kaldım! Ama Atatürk’ümüzü gördüm. On bir yaşındaydım. Yedi Kuyular’ın oradan inerken çıkardı şapkacağızını, salladı, salladı… On beş-on altı yaşına geldiğimde babam hastalandı. Yatıp kaldı! Bir ‘çürük’ eşeciğimiz vardı. Alırdım onu, sayacılık yapan Iskarçi ailesinin arazisine giderdim. Topladığım turp otlarını eşeciğe sarar eve getirirdim. Annemin güzelce ayıklayıp yıkadığı otları eski pazar yerindeki Şerbetçi Hüsnü Bey’e götürürdüm. Adam tartar, elime birkaç kuruş sayardı. O parayla eve ekmecik, babama da sigara alırdım.
ANNEM OTLARI TEMİZLER, DEMET YAPARDI. SONRA GİDER SATARDIK Evin nafakasını tek başıma çıkarmam kolay değildi. Nihayetinde anacığımla birlikte otçuluğa başladık. Altınova’dan arapsaçı, hindiba toplardık. Bazen hava
26
bir bozar, bir kararır, öyle bir yağmur bastırırdı ki sorma! Sabahın dokuzunda öğlen oldu zannederdik. Otuz-kırk kiloyu sırtımıza vurur, bir telaş dönerdik. Annem otları temizler, demet yapardı. Sonra gider satardık. Eve döndüğümüzde kendimize ayırdığımız hindibaları haşlardık. Biraz tuzcağız eker, karnımızı doyururduk. Yağ yok, ekmek yok! Ben bunların hepsini yaşadım. O zamanlar delikanlıydım. Otla geçim olmayınca annem sebze bahçeleriyle dolu olan Çamlık’ta işe girdi. Yirmi yıl ekti-biçti, sebze yetiştirdi. Yan bahçenin sahibi Kadir Ağa annemin nasıl canla-başla çalıştığını her gördüğünde, “Ümmü Hanım, senin emekliliği yapsınlar!” der, annem de ona, “Ne yapacağım ben sigorta?” diye cevap verirdi. Türkçesi bozuktu, ‘çatra-patra’ konuşurdu. Sosyal güvencesi olmadığı için yaşlanınca dımdızlak ortada kaldı. Cahil kadındı! O da babam gibi öldü gitti, Allah rahmet eylesin! Anlayacağın küçüklüğümden beri çalışıyorum. Hiç durmam... Her yeri gezdim... Bir ara Fehmi Bey’lerin fabrikasında çalıştım. Ailem hastaydı.
Para lâzımdı. Biz fakirdik! Tefeci Kel Mehmet Efendi’den yüz lira almış, parayı da zamanında ve faiziyle ödemiştim. Ne var ki adam fabrikaya gelmiş, makinist Mustafa ile Bacak Hüseyin’e, kendisine borcum olduğunu, onu tahsile geldiğini söylemişti. Duyduğumda utancımdan yerin dibine geçtim. Çünkü patron da, fabrika müdürü de, makinistler de beni çok severlerdi. Onlara ne diyecektim? Parayı alana mı yoksa verene mi inanırlardı? Kahrolmuştum! Her akşam iş çıkışı fabrikanın yakınındaki hamama giderdik. Yağlı-paslı iş elbiselerimizi çıkarır, yıkanır, temiz giysilerimizi giyer eve öyle dönerdik. O gün temiz elbiselerimi dahi almadan, üstümün-başımın yağıyla kaçarcasına çıktım fabrikadan. Bir daha da uğramadım oraya.
NİŞANLIM BEN ASKERDEYKEN HARÇ KARIP EVİMİZİ YAPTI Askere gitmeden önceyse Salim Kaptan’ın fabrikasında gavatacıydım. Genç bir adamdım. Evlenme çağım gelmişti. Üstüme-başıma çeki düzen vermek, kendime bir takım elbise yaptırmak istiyordum. Ustabaşıyla konuştum;
yevmiyeler dağıtılırken almayacak, ‘içerde’ bırakacaktım. Kumaşa, terziye yetecek kadar para biriktirdiğimde muhasebeye gittim. Parama üvey abim tarafından el konulduğunu söylediler. Yine yalın ayakbaşı kabak kalmıştım. Bir pantolonum vardı, Allah sizi inandırsın üstünde belki elli yama… Fakirlik işte! Pantolon yamalardan öyle bir kalınlaşmış ve sertleşmişti ki sanki bıraksan içinde bacaklarım varmış gibi ayakta duracaktı. Neyse… O arada nişanlandım. Nişanlım Rumeliliydi. Çok becerikli bir kadındı. Ben askerdeyken o harç karıp evimizi yaptı. Ev bitti, askerlik bitti, evlendik. Yedi yıl nişanlı, yetmiş yıl evli durduk. Üç yıl önce o da beni koyup gitti! Nur içinde yatsın! Üç oğlumuz olmuştu. Ailemi hayvancılıkla geçindiriyordum. Balıkesir’den üç beygir alıyor, onları kuyruklarından birbirine bağlıyor, Ayvalık’a kadar yayan geliyordum. Kamyona verecek para bulamıyordum çünkü. Bazen inek de getirirdim. Gece bastı mı nerede bir kuru ot varsa hayvanları oraya çekerdim. Yolculuk iki gün sürerdi. Cundalılar iyi müşterimdi. “Mehmet abi, senin beygirler çok güzel!” derlerdi. Atlarımın parasını yeni hayvanlara yatırırdım. Böyle böyle Balıkesir’den üç posta hayvan getirmiştim. Sığır yağı satıcılığı da fena iş değildi. Kasaplardan kilosu iki buçuk liradan yağı toplardım. Dört-beş çuval olduğunda akşamdan eczacı Zeki Bey’in karşısına gelen Balıkesir arabasının bagajına çuvalları yerleştirirdim. Balıkesir’de sucuk satan Rafet Abi yağın kilosuna dört lira öderdi. Cebime koyduğum parayla Kepsut’tan kuzucuk alırdım. Oradan da bir ekmecik çıkardı. Nail Ağa adında Balıkesir’de yaşayan uzun boylu, Ayvalıklı bir besici vardı. Bir gün beni çağırdı. Gittim. Çiftliğindeki altmış kuzuyu gösterip, “Bunları kaça alırsın?” diye sordu. “Benim paracığım yok!” dedim. Omuzunu silkti, kapıları açtı. “Ama herhalde bu kuzuları götürecek kamyona paran çıkışır!” dedi. Bir kamyon dolusu kuzuyla Ayvalık’a vardım. Postanenin önünde durduk. Genç Kasap peştamalı dolanıp geldi. Hâsılı kuzuları kestik, sattık. Paraları koynuma sokup Nail Ağa’nın çiftliğine doğru yola koyuldum. Yanına vardığımda emanetini masaya bıraktım. Nail Ağa saydı, saydı… Sonra bir kısmını bana uzattı: “Bu da senin harçlığın!” Ardından kızlarına döndü, “Mehmet abiniz geldiğinde ne isterse verin! Paraysa para… Yemekse yemek… Yataksa yatak!” dedi. Daha dün cenazesini kaldırdık. Genç Kasap da oradaydı. “Nerede o günler? O getirdiğin kuzular?” dedi. İşte ben böyle çalıştım hanım abla! Bu alnım açık! Bugün bile hangi kapıyı çalsam geri dönmem!
"BANA OTUZ TAYFA LÂZIM!" Artık Ayvalık gibi Macaron da değişti. Eskiden hayat çok zordu. Su, Yedi Kuyular’dan, Sütlü Kuyular’dan gelirdi. Dört saka; beygirler, merkepler, midillilerle varil varil evlere su taşırlardı. Milletin tek eğlencesi kapı önlerinde oturmaktı. Beş-
altı komşu sırayla birbirimizin kapısına misafir olurduk. Sererdik yere bir-iki çuval… Halı nerde? Saat on ikiye kadar oturur, muhabbet ederdik. Ne yapacaksın? Elektrik yok, su yok, zeytin yok, odun yok! Rezillikti yani... Ayakkabıcı Hüsnü’nün dükkânı az ötedeydi. Götürürdük ayakkabıları yamasın... “Bıktım sizin ayakkabılarınıza pençe yapmaktan. Artık tutmuyor!” diye söylenirdi. Bağı-bahçesi, tarlası-zeytinliği olmayanlar mevsimlik işlerde çalışırlardı. Ya zeytine ya da tütüne; Makaron’a, Kabakum’a, Dikili’ye, Bergama’ya giderlerdi. Mesela bir ağa gelirdi Dikili’den, “Bana otuz tayfa lâzım!” derdi. Otuz adamı toplar giderdi. İş bittiğinde tayfalar Ayvalık’a dönerlerdi. Bundan altmış, yetmiş sene evvel, benim
‘Mezarcı’ lakabı baba yadigârı!
-G
irit’te Savunaki adında çok zengin bir doktorun yanında çalışan babam, mübadele öncesi Rum çetelerin bir bardak su istemek bahanesiyle evleri bastıklarını; soygun, kıyım yaptıklarını, bu nedenle de tarlalarda saklandıklarını söyler ve şöyle anlatırdı: “Ayağa bile kalkmazdık, hemen vururlardı! Hatta bir gün arazisinin gözetleme kulesinden çevreyi kolaçan eden bir çiftlik sahibini öldürmüşlerdi! Can korkusundan ağanın cenazesini almaya kendi yanaşmaları bile gitmek istemiyordu. Zavallıyı orada öylece bırakmaya gönlüm razı olmadı. ‘Ben giderim yahu! Varsın beni de vursunlar!’ deyip ağayı sırtladım, getirdim. Bu olaydan sonra bana ‘Mezarcı Ali Ağa’ lakabını taktılar. Girit’te yaşadıklarımız bir mektupla Atatürk’e bildirilmişti. Ne kadar zaman sonraysa artık, ufukta büyük bir gemi göründü. Rumlar çanları çalarak halkı Yunanistan’a ait olduğunu sandıkları gemiyi karşılamaya çağırdılar. Limana akın eden Rumlar neşeyle bağırıyorlardı: ‘Bizim gemi geldi! Bizim gemi geldi!’ Ama gemi boğazdan girdiğinde baktılar ki gönderde Türk bayrağı dalgalanıyor… Bu kez sevinme sırası bizdeydi. Artık güvendeydik. Gemideki askerler bizi Ayvalık’a götüreceklerini bildirdiler. Bir hafta içerisinde eşyalarımızı toplamamızı istediler. Bunun üzerine babam büyük bir sandık yaptı. İçine üç keçicik koydu. Yola çıktık!” Hâsılı babamla birlikte lakabı da Ayvalık’a gelmişti. O vefat ettiğinde oğlu kim? Mehmet! Mehmet kim? Mezarcı Ali Ağa’nın oğlu! Yani kim? ‘Mezarcı Mehmet…’ Kısacası ‘mezarcı’ lakabı baba yadigârı!
gibi ekmek peşinde koşan adamlar bırakın kahveye gitmeyi, ortalıkta görünmeye bile korkarlardı. Zira ister işiniz olsun ister olmasın, ister geliriniz olsun ister olmasın herkesten ‘yol vergisi’ adı altında bir tür gelir vergisi alınırdı. Polislerle birlikte gezen tahsildarlara yakalanmamak için yapmadığımız numara, atmadığımız takla kalmazdı. Mesela zeytini toplar, merkebe yükler, hayvanı yola salardık. O evi bilir, bulur, gelirdi. Biz de tepelerden dolanırdık. Hiç unutmam, Ali Efendi’nin mengenesinde çalışırken baskın yemiş, mengene dönmeyi bırakıp arka kapıdan kaçmıştık. Allah rahmet eylesin, muhtar Recai Bey de tahsildardı. Ama fakirlikten anlardı. Kırk yılın başı Camlı Kahve’ye mi çıkmışız, hemen bize haber uçururdu, “Geliyorlar! Kaçın!” diye. Kahvenin camlarını kırar, kendimizi dışarı atardık. Hani hapse girmek neyse de, o vakitler hapistekileri hükümet de doyurmazdı. Şimdi ekmek verirler, yemek verirler… O zaman vermezlerdi. Kodesi boyladın mı açtın! Allah’tan hiç yakalanmadım. Hiç de vergi ödemedim.
CENAZE ARABASI FİLAN YOKTU Her şeyimiz eziyetti-çileydi be hanım abla! Öldüğümüz vakit bile bizi toprağa veren milletin canı çıkardı. O yıllarda bütün İzmir arabaları 13 Nisan Caddesi’nden geçerdi. Mezarlığa da bu yoldan gidilirdi. Cenaze arabası filan yoktu, tabutları omuzlarımızda taşırdık. Yol uzundu. Yokuştu. O nedenle Günebakan Pansiyon’un önüne cenazeyi koyup mola verebileceğimiz demirden bir kaide yapmışlardı. Rahmetliyi üzerine bırakır, biraz dinlendikten sonra yola devam ederdik. Ne günlerdi ama? Ne viranelikti buralar, bilsen? Dört-beş kahvenin bulunduğu Macaron’da bir polis noktası vardı. Buna rağmen delikanlılar yabancıları Macaron’a sokmazlardı. O günlerde kadınlar kesinlikle tek başlarına bu caddeden geçemezlerdi. Geçecek olsa, helikopter gibi uçardı o kadın buradan! Şimdi Macaron kadından geçilmiyor! Devir değişti tabii. Böyle daha iyi... Yavaş yavaş her şey düzeliyor, güzelleşiyor. Zamanın bıçkın delikanlılarının hepsi şimdi mezarda! Unutulup gittiler! Benim yaşımda olup da hayatta kalan kimse yok artık buralarda. Ben de ne yapayım, hâlâ çalışıyorum. Oğlum Taner, Komili’den emekliydi. O da vefat etti. Bana da ondan maaş bağladılar. Nur içinde yatsın! O maaşla idare ediyorum. Başımı sokacak bir evceğizim var Allah’a şükür! Hayvancılık yapıyorum yine. Mesela yeni taksi almış bir arkadaş kurban kesmek istiyor. Geliyor, “Mehmet abi, bir horozcuk var mı?” diyor. “E, var!” Gidip kesiyorum. Ama beş, ama on liracık kalıyor. Bir başkası, “Mehmet abi, kuzu var mı?” diyor. “E, var!” diyorum. Alıp kesiyorum bir kuzucuk. Etceğizimi de veriyor. Bir harçlık da oradan çıkıyor. Allah bin bereket versin! Sonra buraya, Camlı Kahve’ye geliyorum işte. Eski dostlar, yeni dostlar muhabbet ediyoruz. Vakit geçiyor.
27
BLOGLARDAKİ AYVALIK ceylanontheroad.wordpress.com
“Ben Ceylan. 84’lü. Erzurum doğumlu. Konyalı. Abla. Eş. Bilgi Üniversiteli. Fenerbahçeli. Mutlu. Neşeli. Zeki! Babasına göre hiperaktif. Kocasına göre pasaklı. Bana göre… Amaaan neyse ne! Benim işte, öyle veya böyle…” Bu sayımızın ‘konuk’ blogger’i Ceylan kendisini böyle tanıtıyor. Sonra da bize -yazdıklarından çok sevdiğini açıkça anlaşılan- Altınova’yı anlatıyor.
K
ALTINOVA’DA SAÇINIZI HEP TATLI BİR RÜZGÂR OKŞAR
endimi bildim bileli her yaz Altınova’ya gideriz. Altınova, hiç görmediğim Ahmet dedemin ailemize bir armağanı aslında. Onun yıllar önce yaptığı bir yatırım, her yaz ailemizin unutulmaz anılarının yegâne mekânı… Nur içinde yatsın dedem benim… Altınova, bereketli topraklar üzerine kurulu bir belde… İzmir ile Balıkesir sınırında, Balıkesir tarafında yer alıyor. Hatta İzmir ile Balıkesir’i birbirinden ayıran Altınova Çayı bizim evimizden sadece birkaç kilometre ileride denizle buluşuyor. İzmir’e 1.5 saat, Ayvalık’a 20 dakika uzaklıkta. Tam karşısında, yaklaşık 12 deniz mili açıkta Yunan adası Midilli bulunuyor. Gece karşı kıyıdaki ışıkları çok net görebiliyorsunuz; sanki bağırsanız sesinizi duyacaklar. İnsan anakaraya bu kadar yakın olan bir adanın hangi mantık çerçevesinde başka bir ülkeye ait olduğuna akıl erdiremiyor. İşte bizim yazlık Altınova’da… Neler neler yaşandı o sitede… Eminim çocukluk yazlarını yazlık evlerde geçirenlerin hepsi anlıyordur beni… İnsanı gülümseten anılar şimdi hepsi… Annem-babam, babaannem, halalarım, kuzenlerim, kardeşlerim, oradan-buradan bulduğumuz yazlık evcillerimiz ile geçen güzel, çiçek kokulu, hafif rüzgârlı Altınova yazları...
28
Ekilen-dikilen çiçekler, sürekli çim biçmeler, babamın bitmez tükenmez tamirat-boya işleri, “Öğle uykusu şart mı, dondurmalı meyve salatası yapsak?” önermeleri, çamurdan pastalar, boncuktan dizilen bileklikleri kaldırımda satmaya çalışmalar, küsmeler-barışmalar, uykumuz gelsin diye siteyi koşarak turlamalar, banyo sırası uğruna yapılan kavgalar, iki tekerlekli bisikleti ilk kez sürüşler, ilk kolluksuz yüzmeler, teras hayallerimiz, Bon Jovi eşliğinde yıldız kaydırmaca, kara kaplumbağasını denizde yüzdürmece… Daha kimbilir neler… Bu liste uzar gider. Kısaca çok şey demek benim için Altınova. Ama sizin için somut özelliklerinden biraz bahsedeyim… ALTINOVA’DA SULARIN DERİNLİĞİ ÇOK KARARINDADIR Altınova, İstanbul’dan arabayla yaklaşık 7-8 saat sürüyor. İzmir’den ise 2 saat... İstanbul’dan gelirken; Topçular’dan Yalova’ya feribotla geçip, Bursa-Balıkesir yolu üzerinden denize ulaşıyoruz. Edremit kavşağından güneye kıvrılıp Ayvalık’a doğru ilerliyoruz. Ayvalık’tan 16 kilometre sonra sağ tarafta Altınova… Altınova merkezi denizden 2 kilometre içeride. Yazlık evlere
‘Sahil Siteleri’ oklarını takip ederek ulaşıyoruz. Arabanız yoksa belediye otobüsleri 30 dakika-1 saat ara ile sahile indiriyor, taksi de var ayrıca. Altınova’nın denizi çok güzeldir. Ne bayar sığlıktan insanı, ne de ayakların kuma basmayı özler yüzerken. Çok kararındadır derinliği suların. Sahili ince kumdan oluşur. Düz bir ovadır adından da anlaşılacağı gibi ve deniz ile kıyı aynı seviyededir. Hatta her sene deniz biraz daha üstümüze geldiğinden, “Yakında bizim evler yalı olacak herhalde!” der gülüşürüz her yaz. İklimi tam Ege iklimidir. Asla bayılmazsınız sıcaktan. Hep tatlı bir rüzgâr okşar saçınızı. Biz küçükken o okşamaların tokata dönüştüğü dönemleri hatırlar, güleriz arada. Ketçap sıktığınızda yanınızdakinin tabağına gittiği, tabağınızı boş bıraktığınızda havalandığı dönemler yaşanmıştır. Artık eskisi gibi olmuyor, iklimlerin değiştiği gerçeğine basit bir örnek… Sezonu Haziran’da açılır. 19 Mayıs’ta denize girilebilen yerlerden değildir. Eylül ayının çok güzel olduğu rivayet edilse de bize daha nasip olmamıştır.
Altınova’ya en yakın gezilebilecek yerler Ayvalık ve Dikili... İkisinde de yapılacak bir sürü şey var, birer gün geçirilebilir rahatlıkla. Üstelik günlük tekne turlarına da katılabilirsiniz. Ayvalık’a sürekli minibüs var Altınova merkezden. Tarih ve arkeoloji sevenler Bergama’ya gidip antik kenti gezebilir. Bu yolculuk da arabayla 45 dakika sürer. Altınova’da benim en sevdiğim şeyler; güneşin batışı, havasının güzelliği, insanı asla terletmeyen tatlı sert rüzgârıdır… Ve elbette, canım ailemle birlikte olmak… İşte benim kalemimden kısaca Altınova…
Altınova’nın bereketli topraklarına her türlü sebze meyve yetişir. Hatta her hanenin bir tarlacı teyze-amca takıntısı vardır. Biber illa ‘X Teyze’nin tarlasından, domates ‘Y Amca’nınkinden alınır. Organik mi organik… Pamuk ve patates çok yetişir. Öyle ki patates böceğinin ne olduğunu Altınovalılar bilir! Zeytin ve zeytinyağından bahsetmeme gerek yoktur herhalde… Altınova’dan getirdiğimiz zeytinyağını hiçbir yağa değişmem. AKŞAM YEMEĞİNDEN SONRA BİRÇOK BALKONDAN OKEY TAŞI ŞAKIRTILARI GELİR Altınova’da öyle 4-5 yıldızlı otel yoktur. Tatilciler yazlık evleri tercih eder genellikle. Kendi evi olmayanlar bir haftadan bir sezona kadar yazlık evleri uygun fiyatlara kiralayabilirler. Sitelerin bekçileri kiralık evlerle ilgili bilgi sahibidir. Çok fazla site olduğundan, plansız bile gitseniz illaki bir ev bulursunuz. Bunlar dışında 3-4 pansiyon vardır. Altınova merkezde Çarşamba günleri pazar kurulur. Taze sebze-meyveyi doğrudan üreticilerinden bulabilirsiniz. Sahil sitelerinin merkezinde bir market bulunur. Alışveriş buradan yapılır. Akşam 7’den sonra akşam pazarı kurulur. Tekstilden kitaba, terlikten ev eşyasına her şeyin bulunduğu pazar, bir akşam eğlencesidir. Çünkü akşamları Altınova’da yapılacak başka bir aktivite yoktur. Öyle gece kulübü, disko filan aramayın boş yere… Burası huzurlu ve sessiz bir tatil beldesi… Akşam yemeğinden sonra birçok balkondan okey taşı şakırtıları gelir. Bazıları akşam yürüyüşüne çıkar, dondurma yer, bazıları da akşam pazarına gider. Denizle-bahçeyle geçen günlerin akşamları da böyle geçer bizde… Altınova’ya özel bir yemek bilmiyorum; ama sadece Altınova’da yediğim, çarşıda küçük arabalarda satılan börek bir Altınova klasiğidir. Genelde ‘kamyoncular kahvesi’ tabir edilen otogarın yanındaki kahvenin önünde olur börek arabası. Sıcak ve yağlı kıymalı bir börek, kan kırmızı çay eşliğinde yenir ve uzaklardan gelen misafirler beklenir garda. Fotoğraflar: Haldun Turan
29
Akademik Bakış Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
Uluslararası fuarlar, EMITT ve Ayvalık
T
urizmde yapılan son bilimsel çalışmalar, uluslararası turizm fuarlarının eski cazibesini yavaş yavaş kaybettiğini ortaya koyuyor. Bu düşünceyi doğrulayan birkaç sayısal veriyi sizlerle paylaşmak isterim. Geçtiğimiz yıl, 26-29 Ocak 2017 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen ve dünyanın turizm alanında 5. büyük fuarı olan 21. Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı’na (EMITT) 77.750 ziyaretçinin katıldığı tespit edilmiş. Bu yıl; 2528 Ocak 2018 tarihleri arasında 22.’si gerçekleştirilen Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı’nın (EMITT) rakamları ise şöyle: Toplam ziyaretçi sayısı 54.364. Katılımcı ülke sayısı 85. Yabancı katılımcı sayısı 1.065. Toplam B2B randevu sayısı 7.000. Toplam davetli tur operatörü sayısı 600... Görüldüğü gibi bir önceki yıla göre fuar ziyaretçisinde düşüş oranı % 30’lar düzeyinde. Yine yapılan bilimsel çalışmalara göre uluslararası fuarlara katılımın düşüş nedenleri digital pazarlama, mobil teknolojiler, sosyal medya, web sayfaları ve seyahat bloger’ları olarak belirlenmiş. Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı-EMITT, ilk kez 1997 yılında Voyager Uluslararası Turizm ve Tatil Fuarı adıyla Tepebaşı’ndaki Tüyap Fuar Merkezi’nde düzenlendi. İlk iki yıl iç turizm ağırlıklı olarak gerçekleşen fuar, bölge ülkelerinden ve uluslararası turizm camiasından gelen talep üzerine yabancı destinasyonların da tanıtıldığı bir fuar konumuna geldi. 1999 yılında Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı-EMITT adını alan fuar, Tepebaşı’ndaki fuar alanının yetersiz kalması sebebiyle Büyükçekmece Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi’nde organize edilmeye başlandı. Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı-EMITT, 2009 yılından itibaren ‘ITE Turkey’ bünyesinde yer alan ‘Ekin Fuarcılık ve EUF-E Uluslararası Fuarcılık’ tarafından düzenleniyor. Dünyanın en büyük beş turizm fuarından biri olan, Türkiye ve dünya turizm sektörünü aynı platformda bir araya getiren sektörün en önemli uluslararası buluşma noktası EMITT Turizm Fuarı 22 yıldır sektöre yeni iş ve işbirliği fırsatları sunan bir turizm zirvesi. Emitt Turizm Fuarı sadece Türk turizm sektörünün değil, dünya turizm sektörünün de en büyük buluşma noktalarından biri. Fuar ayrıca her yıl 80’den fazla ülkede ziyaretçi ve katılımcıları bir araya getiren bir iş platformu özelliğinde. EMITT, turizm sektörü profesyonellerinin bir araya geldikleri ticari bir platform olmasının yanı sıra tatil tüketicilerini de buluşturuyor. Katılımcıların iş hacimlerini arttırma olanağı bulduğu fuarda 60 bin metrekarelik alan üzerinde toplam 10 salonda, ülke pavilyonları, tatil destinasyonları, kış turizmi ve outdoor özel bölümleri, oteller, otel destek ürünleri, tur operatörleriyle acenteler yer aldı. Sektörel bir okul niteliği taşıyan EMITT Fuarı’nda; her yıl olduğu gibi bu yıl da katılımcı ve ziyaretçilere
30
turizm sektörünün gelişimine yönelik zengin bir içerik sunuldu. Fuar süresince ‘Türkiye’de Seyahat Acenteciliğinin Geleceği’, ‘Dünyada Yeni Trend; Gastronomi Turizmi’, ‘Şehrin Pazarlamasında Gastronomik Marka Kentler Yaratılması’, ‘Yerel Kalkınma ve Turizm’, ‘Gelişmekte Olan Pazarlarda Online Satış ve Gastronomide Farkındalık’ konulu paneller düzenlendi ve çözüm odaklı sonuçlar elde edildi. Her yıl olduğu gibi bu yıl da EMITT Turizm Fuarı’nda ‘Davetli Tur Operatörü (hosted buyer)’ programı düzenlendi ve ‘TravelShop Turkey’ işbirliğiyle gerçekleştirilen bu program kapsamında 106 ülkeden 600 davetli tur operatörü ağırlandı. EMITT Fuarı'na bakarak, bu yılın ülkemiz turizmi açısından verimli bir yıl olacağını ifade edebiliriz. Çünkü gerek yerli, gerekse yabancı acentelerin fuara katılımı oldukça yüksekti. Bu çerçevede fuarla ilgili Türk turizmi için öne çıkan görüşler de şöyle: 2017’de özellikle ilk 6 ayın çok durgun geçtiğini ifade eden Elite World Satış ve Pazarlama Direktörü Emel Elik Bezaroğlu, geçen yılın ikinci yarısından itibaren doluluğun başladığını ve 2018’in geçen yıla göre daha iyi geçeceğini ifade etti. Odamax.com ETS Online Otel İş Geliştirme Yönetmeni Erhan Atam ise 2017’nin iç pazardaki belirsizlikler ve dış pazarda yaşanan olumsuz gelişmelerden dolayı durgun geçtiğini belirterek 2018’e gayet iyi başladıklarını ve geçen yıla göre erken rezervasyonlarda yüzde 15’lik bir artış olduğunu ifade etti. Bir başka yorum ise; özellikle iç turizm pazarında etkin olan Anı Tur Kontrat Müdürü Volkan Yılmaz’dan geldi. 2017’de yüzde 23 büyüdüklerini dile getiren Yılmaz, “2017 turizm adına verimli bir yıldı. 2018’de de hedeflediğimiz ciroyu yakalayacağız. Bu yıl Rus ve Alman pazarından da yoğun talep alıyoruz. Erken rezervasyonda geçen yıla göre yüzde 35’lik bir artışımız var. 20 Mayıs’a kadar Ege ve Akdeniz’i tam kapasite ile doldurmayı düşünüyoruz” diyerek 2018 yılından çok umutlu olduklarını ifade etti. ‘tatilbudur.com’ Pazarlama Genel Müdür Yardımcısı Yekta Yenilmez de, 2017’de sektörün yüzde 25 büyüdüğünü, 2018’de de aynı trendi devam ettirmek istediklerini vurguladı. Bu iyimser beklentilere rağmen, dünya turizminde son gelişmelere bakıldığında sektörü bekleyen iki önemli tehlikeden söz etmek mümkün. Aslında tüketici açısından bakıldığında bunların bir tehlike değil, aynı zamanda bir fırsat olduğunu söyleyebiliriz. Belirtilen bu iki tehlikeden biri, ‘Airbnb’ yani otelcilere kök söktüren ve ev turizmi yapan global şirketin büyümesi ve kural tanımazlığı. İkinci büyük tehlike ise online seyahat şirketlerinin (booking.com ve expedia. com gibi) dünya turizm pazarının neredeyse tamamını ele geçirmesi ve klasik seyahat acentacılığı yapan işletmelerin hızla piyasadan çekilmesi. Turizm uzmanları; bu iki ana faktörün ortaya çıkmasının temel sebebinin ‘digitalleşme’ ve ‘mobil teknolojilerin yaygınlaşması’ olarak ifade ediyor. Bir diğer deyişle, tüketicilerin bu teknolojileri ve seyahat portallarını kullanarak turizme yön verdiğini söyleyebiliriz. Yine aynı uzmanlar dünya turizminin önündeki en büyük tehlikeyi turistin ve destinasyon güvenliğinin sağlanması olarak belirliyor. Son yıllarda sosyal medya kullanımı diğer sektörlerde olduğu gibi turizm sektöründe de tanıtım, pazarlama ve iletişim alanında etkisini arttırarak devam ettiriyor. Ancak son birkaç yıl her sektörde olduğu gibi turizm sektöründe de sosyal medya türevlerinden birisi olan bloglar, sosyal medya ve SEO’ya göre daha yüksek web sayfası trafiği yaratmaya başladı. Yapılan bilimsel çalışmalara göre mevcut kullanılan pazarlama yöntemlerine nazaran bloglar yüzde 60 daha az maliyetli ve daha etkin. Yeni tür pazarlama, müşterilerin tavsiye, ilham almak ve eninde sonunda sizden satın almak için onları
cezbetme sanatı olarak ifade ediliyor. Bu süreç blog’a daha fazla işlev yüklüyor. Blog, artık tüteticiyi en etkili cezbetme ve satın alma yönünde reflekse geçirme tekniği... Bu tekniğin getirisini keşfeden endüstriler blog dünyasında adeta bir çığ yaratarak (oteller de dahil), her gün 2 milyon blog’un internete yüklenmesine yol açıyor. Bu konunun önemini kavrayan turistik destinasyonlar tüketicilerin dikkatini çekmek için yemek, seyahat, bölgeye ulaşım, turistik çekicilikler gibi farklı yaşam alanlarında ayrı ayrı blog’lar oluşturuyor. Turizm ve seyahat markaları ile blogger’ların işbirliği genellikle yazarın bizzat markayı ziyareti ve ağırlanmasıyla gerçekleşiyor. Örneğin, çocuklu ailelere hitap eden bir tatil köyünün bu noktada genç ve bekar bir blogger seçmesi stratejik hatadır. Bugün dünyada lüks seyahat, çocuklu seyahat, ekonomik seyahat, çiftler için seyahat, vs diye farklı hedef kitlelerine hitap eden yüzlerce blog bulunuyor. Blog içeriklerinde seyahat ve marka önerilerinin yanı sıra destinasyon kılavuzları da blogger’lar tarafından hazırlanıyor. Blogger’ların fotoğraflarla ve/veya videolarla destekledikleri içerikler, arama motorlarında üst sıralarda yer alıyor. Yoğun takipçisi olan popüler bloglar otomatik olarak ciddi bir izleyici tabanı oluşturuyor. Sosyal medya mecralarını da aktif olarak kullanan seyahat blogger’larıyla yapılacak anlaşmada sadece blog sitelerinde yer alma veya sadece instagram hesaplarında tek bir kare ile yer alma gibi obsiyonel seçenekler kullanılıyor. Ayrıca, kendi bloglarının yanı sıra Youtube, Facebook, Instagram, Twitter, Pinterest gibi sosyal mecralar da blogger’lar tarafından pazarlama aracı olarak kullanılıyor. Bu noktada Ayvalık turizmi için de benzer stratejiler önerebiliriz. Özellikle sosyal medya ve türevleri, blog’lar ve web sayfalarının daha çok ön plana çıkarılması ve daha etkin kullanılması önerilerimizden birkaçı... Eğer Ayvalık destinasyonun kalabalıklardan sıyrılıp dikkat çekmesini istiyorsak bu sektörde popüler olan blogger’ları bölgeye çağırıp alternatif turistik ürün gruplarını tanıtmalarını sağlamalıyız. Bu çalışmayı Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği (AYTUGEB) 2016 yılında gerçekleştirmiş, yaklaşık 10 seyahat blogger’ını Ayvalık’ta ağırlamıştı. İlgili dönemde bu seyahat blogger’larının Ayvalık ile ilgili paylaşımları yüz binlerin üzerinde tıklandı. Sonuç itibarıyla şunu söyleyebiliriz, özellikle bloglar yardımıyla destinasyon pazarlamada amaç daha nitelikli turisti çekmektir. Yine, önemli tatil siteleri yardımıyla (tripadvisor, booking. com, tripbase ve travelife gibi) internetten gideceğiniz sokağa kadar her yeri görebileceğiniz (google.map gibi) portallar yardımıyla tatil yeri bulma, seçme ve satın alma işlemi oldukça kolaylaştı. Diğer bir deyişle, tatil bireyselleşti ve aynı zamanda özgürleşti. Özgür seyahat ve tatil kullanıcıları ağırlıklı olarak gastronomik rotaları kullanıyor ve ev kiralamayı veya küçük otellerde (özellikle butik otellerde) kalmayı tercih ediyor. Bu trend önümüzdeki onlu yıllarda özelikle sosyal medyanın da katkısıyla artacak gibi görünüyor. Bu eğilimin bir diğer artma nedeni ise mobil teknolojiler. ‘Milenyum gençliği’ olarak tanımlanan grupların mobil teknolojilere talebi her geçen gün artıyor. Bu gruplar; bağımsız hareket ediyor, sosyal medyayı ve mobil teknolojileri çok iyi kullanıyor ve çevreye duyarlı uygulamaları arıyor. Bu talebi gören ve işletmelerini özellikle ekolojik uygulamalara açan butik otel işletmeleri bu sektörün yeni moda markaları olacak. Dolayısıyla Ayvalık’ta yapılması gereken bir diğer uygulama, konaklama işletmelerinin çevreye duyarlı yaklaşımları ve ekolojik uygulama örneklerinin varlığı ve çeşitliliğidir. Sağlıcakla kalın…
Ürün almak imkânsız hâle gelecek
KARAKOÇ BARAJI TARTIŞMALARA YOL AÇTI
K
ozak Yaylası’ndaki taş ocakları, Karaayıt’taki demir madeni ayrıştırma tesisi, Tıfıllar’a planlanan altın/gümüş madeni projesi ve Altınova’da denizden demir çıkarma girişimi gibi önemli çevre sorunlarıyla karşı karşıya olan Ayvalık, bu kez Altınova Mahallesi’nde yüzde 80’i zeytinlik olan verimli arazide yapılması planlanan Karakoç İçme Suyu Barajı’nı tartışıyor. Bir tür doğa katliamına neden olacağı için yakın çevredeki muhtarlar, bölge sakinleri ve çevreciler projeye karşı çıkıyor. Muhtarların itirazları barajın yapılacağı yerin, devlet desteğiyle zeytin yetiştirilen verimli bir ova olması ve planlanan alanın yüzde 80’inde zeytinlik ve dikmelerin bulunması noktasında ağırlık kazanıyor. Ortak görüşe göre, barajın yapılmasıyla birlikte bölgeden ürün alınması imkânsız hâle gelecek. Dahası, zeytincilik dışındaki tarım faaliyetlerinin yanı sıra doğa ve hayvancılık da olumsuz etkilenecek. Ayrıca bölgede yoğun olarak arsenik bulunduğu için insan sağlığı da tehlikeye girecek.
GÖRÜŞLER/ELEŞTİRİLER/YORUMLAR
Ç
anakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Küçükkuyu beldesi ile İzmir’in Dikili ilçesi arasındaki sahil şeridinin içme suyunu karşılamak amacını güden projede 9 baraj yer alıyor. Bunlardan biri de, toplam 3 bin 500 dönüm arazi üzerinde kurulması planlanan Karakoç Barajı. Projeye ilişkin bazı görüşler özetle şöyle...
KIRSAL MAHALLE MUHTARLARI “Bölge halkı tarımsal faaliyetle geçimini sağlıyor ve başlıca gelir kaynağı zeytincilik. Barajın üreteceği nem zeytin çiçeğini yakacak ve mahsule dönüşmeden zayi olması sonucunu doğuracak. Ayrıca, projede öngörülen alan içinde köy merası olarak kullanılan alanlar da var. Meraların yok edilmesi, hayvancılığın da yok edilmesi anlamına gelir. Baraj yapılacak Karakoç deresi bölgede yaşayan halkın tarımsal faaliyetlerinde kullandığı ve yetiştiricilik için elzem olan su kaynağıdır. Bu kaynağın kaybedilmesi halinde tarım biter. Kısacası bu proje, güç koşullarda tarımsal faaliyet sürdüren ve girdi üreten bölge halkının yok edilmesi ile eş anlamlıdır.”
AYVALIK ÇEVRE KORUMA VE GÜZELLEŞTİRME DERNEĞİ “Baraj bölgenin iklimi, ekolojik dengesi ve ürünleri üzerinde olumsuz etki yapacak. Sonuçta toprak yapısı değişecek, hastalık etmenleri artacak. Daha çok tarımsal ilaç kullanılacak, toprak ve su daha fazla zehirlenecek. Ayrıca, baraj bölgenin iklim klimasını değiştireceği için övündüğümüz zeytinyağını elde edemeyeceğiz. Madra Barajı’nın olumsuz etkilerini zeytinlerimiz şu an yaşarken bir de Karakoç Barajı yapılırsa bu olumsuz etki çok daha fazla hissedilecek. Sadece zeytinlik alan değil, çevredeki ekolojik canlı dengesi bozulacak.”
EROL ŞENÖZ (DSİ 25. BÖLGE MÜDÜRÜ) “Entegre bir proje olan Küçükkuyu-Dikili Arası Sahil Şeridi İçme Suyu Temin Projesi kapsamında Küçükkuyu, Altınoluk, Edremit, Güre, Akçay, Burhaniye, Havran, Ayvalık, Altınova ve Dikili’ye içme suyu sağlayacağız. Bölgenin kış nüfusu 350 bin civarında ama yaz nüfusu 2,5-3 milyonu buluyor. Burada tüm sular yeraltından çekiliyor. Oysa bu alanda bir sürü yüzeysel sularımız bulunmakta. Barajın faaliyete geçmesiyle birlikte bölgenin yaz nüfusuna da yetecek içme suyu sağlayacağız.”
Trakya Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Dergisi yılda iki kez çıkıyor ve mühendislikmimarlık alanındaki teorik ve deneysel makalelere yer veriyor. Derginin Haziran 2014 tarihli sayısında, o günlerde üniversitenin Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi olan Timur Kaprol’un ‘Ayvalık Yerleşiminde XIX. YY Sokak Çeşmeleri’ başlıklı bir araştırması yayınlandı. Halen Namık Kemal Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde Yrd. Doç. Dr. olarak görev yapan Sayın Timur Kaprol’a alanında bir ilk olan bu araştırmayı ‘Ayda Bir Ayvalık’ okurlarıyla paylaşmamıza imkân verdiği için teşekkür ederiz.
AYVALIK’TA, DIŞ MEKÂNDA YER ALAN ÇEŞMELER HALKA SU VERMEK VE ŞEHİR PEYZAJINI SÜSLEYİP ZENGİNLEŞTİRMEK AMACIYLA YAPILMIŞ MİMARİ DEĞERİ YÜKSEK ESERLERDİR
Yrd. Doç. Dr. TİMUR KAPROL Namık Kemal Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi
İ
nsanların su ihtiyacını karşıladıkları çeşmeler, bazen tarihi yerleşmelerin odak noktasını oluşturan meydanlarda bağımsız bir yapı, Balıkesir ve Ayvalık örneğinde olduğu gibi evlerin ön cephe duvarlarına bitişik olarak, bazen de sokaklarda bağımsız bir mimari yapı olarak karşımıza çıkarlar. Çeşmeler, tarihi kent dokularında yer aldıkları mekânlar ile birlikte, kentsel bütünün birer parçası olmuştur. Sokak, meydan, avlu gibi yer aldıkları alanları mimari bakımdan mikro ölçekte ölçülendiren, makro ölçekte ise kentsel silueti zenginleştiren birer odak noktası olurken aynı zamanda kentsel mekânların biçimlenmesinde de
32
önemli birer toplumsal öğe rolü oynamışlardır. Bu çalışmada amaç; Ayvalık’ın tarihi dokusunda yer alan ve günümüze kadar araştırılmamış olan tarihi çeşmelerin envanterinin çıkarılarak, gerek kent mekânında yer alışları, gerekse yapımsal ve stilistik özelliklerini içeren mimari özelliklerini, otuz bir örnek araştırılarak, belgelemektir. Sonuç olarak; su kültürünün, Ayvalık tarihi kent dokusundaki yansıması olan çeşme mimarisinin, kentsel mekânın fonksiyonel ve görsel biçimlenişinde, toplumsal etkileşimin ve beğenisinin verisi olarak ele alınması yanı sıra çeşmeleri inşa eden sanatkârların düşünce
insanı olarak, doğaya, insana ve çevreye duyarlı bir mimari oluşum sergiledikleri gözlemlenir. Öneri: Yaşamsal deneyim ile yoğrulan, sosyal yaşam verileri, yaşam çevresine aktarılarak, yaşam mekânlarının oluşumunu tanımlamaları hususundan hareketle, gerek kentsel kurguda gerekse birim ölçekteki mimari kurgularda yer alan ve uygarlık tarihinde öneme sahip, Ayvalık tarihi dokusundaki ‘çeşmeler’in gelecek kuşaklara aktarımının gerekliliği görüşüne varılmıştır. AYVALIK TARİHİ DOKUSUNU GÜNÜMÜZE KADAR KORUYARAK GELEBİLEN ANADOLU’NUN ENDER BULUNAN YERLEŞİM YERLERİNDEN BİRİDİR
İnsan yaşamının en gerekli ve etkili elemanı su biyolojik, fiziksel ve psikolojik açıdan canlı yaşam çevresinin ana unsurudur. Su olmaksızın insan yaşamı ve kent yapısını düşünmek mümkün değildir. İnsanoğlu suya kendisinin hayat kaynağı olarak biyolojik gereksinimi dışında, yapma çevresini düzenlemede araç olarak ihtiyaç duymaktadır. İnsanlar her zaman doğal su kaynaklarının yanında ya da yakınında yaşama şansına sahip değildirler. Ancak su, insan yaşamının en önemli maddesidir ve bu nedenle insanlar tarih boyunca kanallar, su yolları ve göletler yaparak suyu yaşadıkları bölgelere taşımışlardır. Geçmişte bir yerleşmede yaşayan
ailelerin su ihtiyaçları yerleşmeyi oluşturan mahallelerde inşa edilen çeşmelerden karşılanmıştır. Çeşme sayısı mahallenin büyüklüğüne göre değişmektedir. Çeşme yapıları da diğer yapılar gibi yapıldıkları dönemin mimarisini ve sanatını yansıttığı gibi o yerleşmede yaşayan toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik durumunu günümüze yansıtan kültür mirasıdır. Çeşmeler bazı yerleşmelerde meydanlarda ve sokaklarda, bazı yerleşmelerde ise evlerin sokak cephelerine bitişik olarak inşa edilmişlerdir. Bazı yerleşmelerde de mahallenin meydanında veya sokaklarda yer aldıkları gibi bu yerleşmede yer alan evlerin mutfak
işlevini yüklenen mekânında sokaktan getirilen suyun biriktirildiği taş su deposunun ön cephesi olarak karşımıza çıkar. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde çeşme yapılarına önem verilmiş ve giderek bir külliyenin öğesi olmuştur. Çoğunlukla tek cepheli olarak karşılaştığımız çeşmeler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde meydanlarda 2 bazen 4 cepheli olarak da karşımıza çıkarlar. Osmanlı İmparatorluğu’nda vakıf sisteminin içinde yer alan çeşme yapıları Osmanlı’nın son döneminde vakıfların merkezileşmesi ve kaynak yetersizliği nedeni ile giderek işlevlerini kaybetmiş, yıkılmış ve yok olmuşlardır. Cumhuriyet’in ilanından sonra yerleşmelerdeki
33
“Ayvalık’ta kıyıya sonradan yapılan müdahaleler ile deniz kıyısına açılan ve kıyı boyunca devam eden yol ve bu yolu kara tarafından sınırlayan çok katlı yapılar tarihi doku ile kıyıyı birbirinden koparmıştır.” çeşmelerin bakımı belediyelere bırakılmıştır. Yerleşmelerin dışında kalan çeşmeler bakımsızlıktan işlevlerin kaybetmiş ve süreç içerisinde yıkılmışlardır. Ege Bölgesi’nin kuzeyinde yer alan bir kıyı yerleşmesi olan Ayvalık tarihi dokusunu günümüze kadar koruyarak gelebilen Anadolu’nun ender bulunan yerleşim yerlerinden biridir. Eğimli bir arazide çok yüksek olmayan tepelerin eteklerinde ve deniz kıyısına paralel seyreden sokakların iki yanını sınırlayan yapılardan oluşmuştur. Bu paralel sokaklar zaman zaman denize dik inen sokaklarla kesilerek denizden gelen rüzgârların yerleşmenin iç kesimlerine ulaşması sağlanmıştır. Deniz, Ayvalık tarihi yerleşmesinin fiziki yapılanmasını, kültürünü ve sosyal yapılanmasını önemli derecede etkilemiştir. Ancak kıyıya sonradan yapılan müdahaleler ile deniz kıyısına açılan ve kıyı boyunca devam eden yol ve bu yolu kara tarafından sınırlayan çok katlı yapılar tarihi doku ile kıyıyı birbirinden koparmıştır. Bir kıyı yerleşmesi olan Ayvalık tarihi dokusunda su kültürü kent sakinlerinin sosyal yapısı ile fiziki çevreyi etkilemiştir. Ayvalık kent tarihi kent dokusunda su öğeleri; ayazma, su kemeri, dere yatağı, kuyu, sarnıç ve çeşme yapısı olarak karşımıza çıkar. Ayvalık kent merkezindeki kuyular yeraltı su tabaklarının yüzeye yansımasıdır.
34
1821 yılında Edremit Körfezi’nde yaşayan Rumlar tarafından çıkarılan ayaklanmaya Ayvalık’ta yaşayan Rumlar da katılmıştır. Bu ayaklanma sırasında Ayvalık da zararlar görmüştür. Günümüze gelebilen kentin en eski yapısı, 1820 yılında inşa edilmiştir. 19. yüzyılda inşa edildiği bilinen ve günümüze gelebilen yapılar bu isyan sırasında yıkılıp yok edilmiştir. Günümüze gelebilen tarihi yapıların onarılarak ya da yeniden inşa edilmiş yapılar olduğu bilinmektedir. AYVALIK 1953 YILINDA ALTINOVA’DA BULUNAN KUYULARDAKİ SUYUN ŞEHİR ŞEBEKESİNE KATILMASIYLA İÇME SUYUNA KAVUŞMUŞTUR Ana yol aksları ile farklı bölgelerde oluşan yerleşmenin tamamında tepelere doğru çıkıldıkça yeni yapılaşmanın giderek azaldığı, tarihi yapıların sayısının arttığı görülmektedir. Yerleşmenin bu üst bölümünde yapılar gibi özgün çeşme sayısı da artmaktadır. Kentte bulunan su yapılarından birinin içinde yer aldığı, kutsal su olarak bilinen ve adını bu suyun varlığından alan küçük bir kilise yapısı olan Feneromani Kilisesi ile çok sayıda kuyu ve çeşme yapısı kent yerleşmesinin orta kesimlerinde karşımıza çıkar. Kent merkezinin geçmiş dönemlerini yansıtan haritalar incelendiğinde çok sayıda kuyu ve artezyenin işaretli olduğu görülmektedir. Ancak kentte sonradan seyreden yoğun yapılaşma ile mevcut
kuyuların korunmaları dikkate alınmadığı için çoğu yapıların altında kalmıştır. Oysa kent merkezinin tamamında dere yatağı, kuyular, çeşmeler, su kemeri ve kutsal sayılan suyu barındıran Ayazma diğer adıyla Feneromeni Kilisesi gibi yapay ve doğal su öğeleri arasındaki ilişkinin süreklilik sunduğu gözlenir. Kent merkezinde bu su öğelerinin dengeli bir dağılım gösterdikleri gözlenir. Noktasal su öğeleri çizgisel su öğeleri sayesinde bir süreklilik sunmakta ve düzlemsel öğeler ise bu sürekliliği tamamlamaktadır. Ancak kentte mevcut olan bu süreklilik günümüzde kıyıya sonradan yapılan müdahalelerle koparılmıştır. Yukarıda sayılan su öğeleri tulumbalı kuyular, artezyen kuyuları, sarnıç ve bostan dolaplarıyla beraber bir ızgara sistemine dayalı kentin alt yapısını oluştururlar. Tarihi süreçte Ayvalık kentinin şehir içinin günlük yaşamında her evin su ihtiyacı bu evler inşa edilirken tasarlanan kuyu ve sarnıçta biriktirilen yağmur suyu ile karşılanmıştır. İçme suyu ise kentin güneybatısında ve İzmir yolunun altında kalan Yedi Kuyular’dan karşılanmıştır. Yedi Kuyular’dan getirilen su kentin içme suyu ihtiyacı için yetersiz kaldığında bölgede Kozak yolu mevkiinde bulunan Deve Boğazı kuyuları ile Park yakınlarında yer alan Sarı Su devreye girmiştir. Bu kaynaklardan alınan sular kentin sucuları tarafından fıçılarda biriktirilip tenekelerle evlere satılarak evlerin su ihtiyacı karşılanmıştır. Ayvalık 1953 yılında Altınova’da bulunan kuyulardaki suyun şehir şebekesine katılmasıyla içme suyuna kavuşmuştur. 1953’ten sonra kentteki konutlar ve diğer yapılarda su ihtiyacı şehir suyu şebekesinin bu yapıların iç mekânına alınması ile kentlinin yaşama biçimini değiştirmiştir. Tarihi süreçte su her zaman Ayvalık tarihi yerleşmesinin günlük yaşamında önemli olmuştur. Yukarıda belirtilen üç bölgeden karşılanan içme suyunu kent içine dengeli olarak dağıtmak amacıyla sokaklarda ve meydanda çeşmeler inşa edildiği günümüze kadar gelebilen 30’a yakın çeşme yapısının varlığından anlaşılmaktadır.
ÇEŞMELER ÖZGÜN BİÇİMLERİ İLE GÜNÜMÜZE KADAR ULAŞABİLMİŞLERSE DE ACİLEN ONARILMALARI GEREKMEKTEDİR Ayvalık tarihi dokusunda çeşme mimarisi, nitelikli yaşam koşulları yaratmada sanatkârların elinde biçim bulmuştur. Görsel açıdan estetik, yaşam çevresi açısından sağlıklı ve konfor bileşeni olan su Ayvalık çeşme mimarisinde kendi çağında yapım teknolojisini kılarak, kendisini kullanan toplumun uygarlık düzeyini geliştirici doğal çevre verisi olarak tarihi doku içinde yer alır. Suyu kullanan teknolojinin görsel ve estetik olarak, kent siluetine katkısı yanı sıra fonksiyonel kullanımı tasarlanarak, kullanım koşullarına bağlı, çeşme türleri, kentsel doku içinde inşa edilmiştir. Tarihi dokuda konumlanan su öğelerinin, kıyıya sonradan yapılan müdahaleler ile kıyı ile özgününde kurulan ilişki koparılmıştır. Bu yapılardan, çeşmeler özgün biçimleri ile günümüze kadar ulaşabilmişlerse de acilen onarılmaları gerekmektedir. Kentte en fazla bulunan kuyular ise imar faaliyetleri sırasında korunmalarına özen gösterilmeyerek yapıların altında kalmıştır. Günümüzde sadece cami ve kilise avlusunda bulunan az sayıda kuyu ile karşılaşılabilmektedir. Ayazma: Barbaros Caddesi’ne (eski adıyla Sefa Caddesi) bağlanan bir sokak üzerinde yer alır. İçinde bulunan kuyunun kutsal olarak sayılan suyundan dolayı bu isimle anılır. Aslında bir kilisedir. 1923’te uygulanan mübadeleden sonra zeytinyağı fabrikası olarak kullanıldığından çok hasar görmüştür. Günümüzde Ayvalık Belediye’si tarafından gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları için gerekli olan arkeolojik kazıları yapılmış ve restitüsyon projeleri hazırlanmıştır. Kent içi ve kıyı kesimi ile ilişkisinin yeniden kurulması için kıyıdaki trafiğin hafifletilmesi ve günün belli saatlerinde sadece yayaların kullanımına ayrılması planlanmalıdır. Kentsel mekânın fonksiyonel ve görsel biçimlenişinde çeşmeler değer olarak karşımıza çıkar. Sonuç olarak çeşmeler incelendiğinde, sanatkârın düşünce insanı olarak kültürel miras ile yoğurduğu yaşamsal deneyimini, yaşam çevresine aktarmayı başararak, uygarlık tarihindeki yerini almıştır. KAYNAKLAR 1. Aka, D., ‘Ayvalık İktisadi Coğrafyası’, Ülkü Matbaası, 1944 2. Demir, M., ‘Ayvalık Yerleşmesinin Gelişim Süreci ve Mekânsal Yapı Analizi Bağlamında Koruma Planlamasına Yönelik Öneriler’, Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,1997 3. Doyduk, S.; Çetin, M.; Uçar, H., ‘Ayvalık Ağları Kentsel Yapılar Yaşam ve Su, Ege’nin İki Yakası Sempozyumu’, Ayvalık, 2004 4. Kıyak, A.E., ‘Kentin Biçimsel ve Mekânsal Kurgusunun Çözümlenmesine Dair Bir Yöntem Önerisi Ayvalık ÖrneğI’, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1997 5. Uçar, H. Balıkesir Üniversitesi Müh-Mim Fak. Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı Öğr. Üyesi, ‘Fotoğraf ve Belge Arşivi’, 2014 6. Yorulmaz, A., ‘Ayvalık’ı Gezerken’, Geylan Yayınları,1991
Çeşmelerin önünde bulunan yalak içinde daima su bulunacak şekilde tasarlanmıştır
A
yvalık’ta dış mekân çeşmeleri olarak karşımıza çıkan çeşmeler mahalle ve meydan çeşmesi olarak yer alırlar. Mahalle çeşmelerinin duvar çeşmesi olarak konumlanması yanı sıra meydan çeşmesi de oldukları görülür. Dış mekânda yer alan çeşmeler halka su vermek ve şehir peyzajını süslemek, zenginleştirmek amacı ile önemli noktalara yapılmış mimari değeri yüksek eserlerdir. Şehir içi çeşmeleri olan bu çeşmeler bir binanın duvarına bağımlı olarak veya tamamen bağımsız olarak inşa edilmişlerdir. Ayvalık çeşmeleri kesme taş ile inşa edilmiştir. Çoğunlukla üstte yarım daire kemerle sonlanan bir niş içerisinde yer alan bir ayna taşı ile bu nişin önünde ve tabii zeminle ilişkiyi sağlayan bir mono blok taş yalaktan oluşmaktadır. Bu taş yalağın iki yanında yine bir mono blok kesme taş ile sınırlandırılmıştır. Bu iki dik konumlu taş üzerine su kaplarının konulmasına veya kaba su doldurulurken oturulup dinlenmek amacıyla kullanılan öğelerdir. Çeşmeler şerit silme profilli taştan birer silme ile sonlandırılmıştır. Çeşmelerin önünde bulunan yalak, içinde daima su bulunacak şekilde tasarlanmıştır. Yalağın içi tamamen su dolduktan sonra su yalağın üst bölümüne açılan delikten dışarı akıtılmaktadır. Çeşmeleri iki yanda sınırlayan dikdörtgen formlu plastır üstte yarım daire formlu kemere geçmeden önce şerit silme profilli bir silme ile sonlanır. Çeşmeye karşıdan bakıldığında plastır önünde bulunan ve yalağı iki yanda sınırlayan dikdörtgen formlu dinlenme taşı plastır kaidesini, plastırın üstünde bulunan ve çeşmenin ön cephesinde iki plastır arasında kesintisiz devam eden silme profilli taşta plastır başlığı gibi algılanmaktadır. Bu silme profilli taşın üstünden başlayan ve iki plastırı birleştiren kemer bazen yarım daire şeklinde, bazen ‘S’ şeklinde bazen art arda devam eden ‘S’ şeklinde de olabilmektedir. Bir örnekte de çeşmeyi iki yanda sınırlayan plastır ve bu iki plastırın üzerinde ve çeşmenin ön cephesinde kesintisiz olarak devam eden şerit silme profilli taş ile beraber bir üçgen alınlık oluşturulduğu da gözlenir.
35
Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN
A
Ayvalık ve çevresi antik yerleşimleri
yda Bir Ayvalık’ta yayınlanan son iki yazımızla Por(d)oselene ve Hekatonisa’nın anlamı ve nerede olduğu konusunda, kaynaklardan yararlanarak bilgiler aktardık. Üçüncü yazımızda, Ayvalık ve çevresinde bulunan diğer antik yerleşimlerden bahsederek antik dönem yerleşim bilgilerini şimdilik sonlandıracağız. Yazımızda adı geçen yerleşimlerin birçoğunu 1996-1998 yıllarında ciddi şekilde araştıran ve çoğunu SİT kapsamına alarak kurtaran Prof. Dr. Engin Beksaç(*) Hocama şükranlarımı sunuyorum. Eski Kaynak, Körtükaya ve Yeniyeldeğirmeni Tepe Höyük Günümüzde Ayvalık’ın sınırları içinde kalan en eski malzeme veren SİT alanları Altınova’dadır. Engin Hocam, yüzey araştırmaları için Ayvalık’ta çalışırken gelen bir bilgi üzerine Altınova’ya geçer. Kış aylarının yoğun yağmurlarıyla oluşan taşkınlar, Kaynarca veya Kaynakça olarak bilinen alanda pithos denilen küp mezarlardan oluşan nekropolis (mezarlık) alanını ortaya çıkarmıştır. Nekropolis Kazan Deresi’nin ucunda bulunurken, bu alandan arkalara doğru yüründüğünde yaklaşık olarak 500 m. sonra Körtü/ Körte/Köfte Kaya olarak isimlendirilen bir alana kadar keramik kırıntıları yüzeye yayılmış olarak bol miktarda gözlenmektedir. Eski Kaynak ve Körtükaya’nın birbiriyle bağlantısı kesindir. Yerleşim buluntuları arasında Yortan keramikleri, Geç Bronz Çağı ve Krizli Yıllara(1) ait parlak gri, kahverengi ve bej açkılı dik karineli keramikler, Erken Demir Çağı keramikleri tespit edilmiştir. Yortan kültürü demek bu yerleşimin Anadolu halkı tarafından MÖ.3000 ile 2000 yılları arasında iskân edildiği anlamına gelmektedir. Sonra alan Aiol göçlerini görmüş ve diğer deniz kavimleriyle de bağlantısı olmuştur. Yani Körtükaya en azından (çünkü kazıldığında belki daha başka verilere ulaşılacaktır) 5 bin yıllık bir tarihe sahiptir. Bu adı fazla bilinmeyen fakat çok önemli olduğunu düşündüğümüz alan 1990 yılında 1. derece Arkeolojik SİT Alanı olarak tescillenmiştir. Fakat üzülerek söylüyorum ki, tescilden önce DSİ sulama kanalı Körtükaya’yı tam ikiye
Trikopis Çiftlik
36
ayırarak tahrip etmiştir. Diğer tüm SİT'lerde gördüğümüz gibi kaçak kazılar ve tarım faaliyetleri de bu yerleşimi tahrip eden diğer etmenlerdir. Körtükaya’dan sonra neredeyse yok olmak üzere olan bir başka önemli tarihi SİT ise Yeniyeldeğirmeni Tepe Höyük’tür. 1991 yılında arkeolog Kyriacos Lambrianides tarafından keşfedilen höyük 1992 yılında SİT kapsamında korumaya alınmıştır. K. Lambrianides, Nigel Spencer ile birlikte 1997 yılında üç sondaj kazı yaparak höyüğü inceler. Höyük bir adadır aslında ve antik Gryllios’un (Madra Çayı) getirmiş olduğu alüvyonların doldurduğu ovada zaman içinde bir tepe olarak kalmıştır. İlk Tunç Çağı malzemesi veren höyük, üzerinde bulunan bir artezyen kuyusu, su deposu, çiftlik binası ve yakınından geçen yolla neredeyse tamamen tahrip edilmiştir. Altınova’da ve yakın çevresindeki diğer arkeolojik yerleşimlerin sadece adını anarak geçeceğiz. Detaylı bilgi almak isteyenler bloğumdaki yazıları inceleyebilir. Bahçeli Köyü (Dikili) arazisinde bulunan Höyücek Tepe Höyük, İlk Tunç Çağı yerleşimidir. Yine Bahçeli Köyü arkasındaki Pandır Tepe (Asarkaya) yerleşimin Aiolis yerleşimi olan Attae/Attaia olduğunu düşünmekteyiz. Yine bölgede Engin Hocanın tespit etmiş olduğu Üçkabağaç köyü ile Çakmak köyü yolunun kesiştiği noktada bulunan alanda ise Aiol, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemi keramikleri tespit edilmiştir. Bu alan tüm körfezde gözlemlenen ikili yerleşim formlarıyla benzeşmektedir. Erken dönemlerde deniz kenarında olan yerleşimler daha sonraki dönemlerde kıyıdan uzaklaşarak daha korunaklı iç bölgelere çekilerek varlıklarını sürdürmüştür. Herakleia, Korypanthis, Chalkis ve diğerleri Strabon’un Geographika kitabından bir bölüm Ayvalık çevresindeki yerleşimleri bize şu cümlelerle aktarıyor: Astyra’nın (Güre) hemen yakınında Atinalılar tarafından kolonize edilmiş, hem bir limanı hem de bir deniz üssü bulunan Adramyttion kenti (Burhaniye-Ören) vardır. Pyrrha Burnu’nun (KaraağaçBozburun) ve körfezin dışında terkedilmiş Kisthene kenti
Kız Çiftliği Höyük
(Kız Çiftliği Höyük-Gömeç) bulunur. Bunun yukarısında, daha içerlerde bakır madeni, Perperene (Bergama-Kozak-Aşağıbey Köyü), Trarion (Bergama-Kozak-Yukarıbey Köyü) ve bu ikisi gibi diğer yerleşimler de vardır. Kıyının bundan sonraki uzantısında Mitylene’lilerin (Midilli) köylerine, yani Koryphantis ve Herakleia’ya gelinir; bundan sonra Attea ve sonra Atarneus (Dikili-Ağıltepe) ve Pitane (Çandarlı) ve Kaikos Irmağı’nın (Bakırçay) döküldüğü yer gelir ve burada Elaitikos Körfezi’ne (Çandarlı Körfezi) ulaşmış oluruz. Irmağın diğer tarafında, Elaia (Bergama-Kazıkbağları) ve Kanai’ya (Dikili-Bademli Köyü-Killik Koyu) kadar körfezin geri kalan kısmı uzanır. Kisthene/Pasanda/Trikopis veya Kızçiftliği Höyük Gömeç’in altında Kuzulu Çayı’nın denize kavuştuğu yerin yanında yer almaktadır. 2007 yılında çıkan bir yangınla iyice tahrip olan çiftlik binası Trikopis’e ait yazlıktır. Trikopis’in kışlık eviyse eskiden Ayvalık Kız Meslek Lisesi olarak kullanılan ve şu an atıl durumda olan binadır. Kalkolitik Çağdan Osmanlı Dönemine kadar ikamet gören höyük antik kaynaklara göre önce Pasada/ Pasanda daha sonra Kisthene ve son olarak da Kızçiftliği olarak anılmıştır. Höyük üzerinde bulunan Troya VI-VII dönemine ait keramikler Ege kıyılarında kazılan höyüklerle benzer malzemeler vermektedir. Kuzey Ege arkeolojisi için önemli olan bu höyük tescillenmeden önce iki kooperatifin villalarıyla çevrilmiş, açılan yollar ve tarlalarla tahrip edilmiştir. Son bakiyelerse ancak 1998 yılında 1. derece Arkeolojik SİT Alanı olarak tescil edilmiştir.
Yeni Yeldeğirmeni Tepe Höyük
Çakalya Burnu -Herakleia
Herakleia ve Koryphantis Midilli adasından bölgeye geçerek kolonize edilmiş olan iki küçük köydür. Engin Hocamız Herakleia’nın son kırıntılarını 1998 senesinde Çakalya Burnu’nda tespit edecektir. Bu alanı keşfettiğinde Herakleia çoktan yazlık sitelerin altında kalmıştı. Site aralarında ve yer yer boşluk alanlarda yüzeyde gözlenen keramik kırıntıları burayla ilgili değerli bilgiler vermekteydi. Ege adalarına özgü Bronz Çağı fincan parçası, Aiol keramikleri ve Roma dönemi kırıntılar Strabon’un düşüncesini haklı çıkaran bulgulardır. Koryphantis ise günümüzde Keremköy’ün içlerinde zeytinlikler arasında kalmış olan hemen hemen bulunması çok zor bir yerleşimdir. Yine burada toplanan bol miktardaki Roma dönemi keramiği bu alanın da çok uzun yıllar iskân gördüğünün delilidir.
Körtükaya Pitos Parçaları
Ayvalık sınırları içinde bir başka antik malzeme veren yer, günümüzde Çıplak Ada olarak bilinen ada üzerindeki alanlardır. Osmanlı döneminde Khalkis/Chalkis/Cimno isimleriyle anılan adanın en yüksek noktasında Castrum denilen küçük askeri kale etrafı gözlemlemek için inşa edilmiştir. Tatlı suyu bulunan adanın kale çevresinde iki alanda antik malzeme ele geçmiştir. Aiol, Minyan, Roma ve Bizans döneminde bu alanların küçük de olsa iskân gördüğü belirlenmiştir. Bu yerleşimlerin bir uygarlık(!) oluşturamayacak kadar küçük alanlar olduğunu bir kez daha belirtelim. Son olarak 2013 yılının Aralık ayında Bursa Koruma Kurulu Edremit’te(2) yapmış olduğu toplantıyla Bağyüzü (Köyü) Mahallesi’nde bulunan tescilli üç SİT alanının sınırlarını kesinleştirmiştir. Hepsi 1. derece Arkeolojik SİT Alanı olarak tescilli olan bu alanlar isimleri ve tescil tarih bilgileri şöyledir: 19.2.2010’da tescillenen Karamanlı Avlu mevkiindeki yerleşim ve antik taş ocağı, 3.12.1994 tarihinde tescillenen Bakacak Tepe mevkiindeki yerleşim ve Kocaavlu Bağları mevkiindeki yerleşim 1. derece Arkeolojik SİT Alanı’dır. Bu az bilinen SİT’lerin ileriki yıllarda detaylı olarak incelenerek Ayvalık’ın zengin tarihsel mirasına ışık tutacağını umuyoruz. Yine biliyoruz ki bize yakın geçmişten değerli bilgiler vereceğine inandığımız zeytin meraları arasındaki bazı bakiyeler, adalar üzerinde bulunan küçük kalıntılar ve adaların kıyılarındaki batıklar da incelenmeyi beklemektedir.
Notlar: (*) Prof. Dr. Engin Beksaç’ın üç dönemde tamamlanan yüzey araştırma raporları ve ‘Tarihin Işığında Burhaniye’ kitabından bölge hakkında kapsamlı bilgilere ulaşabilirsiniz. Ayrıca bu yazımızda isimleri geçen yerleşimlerin fotoğrafları ve diğer ayrıntılı bilgileri için http://arkeodenemeler.blogspot.com.tr adresinden yararlanabilirsiniz. (1) Karanlık Dönem olarak da anılan bu dönemde istilacı ve yıkıcı güçlerle birçok Anadolu kenti yok edilmiştir. (2) Alınan karar metinleri www.resmigazete.gov.tr 2015 yılında yayınlanmıştır.
37
HATIRA DEFTERİ
29
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA TÜRKİYE’DE ZEYTİNYAĞI FİYATLARI DÖRT KAT ARTARKEN AYVALIK’TA EKMEK SIKINTISI YAŞANDI
Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ülke sosyal ve ekonomik bakımdan fazlasıyla kötü koşullar içindeydi. Mustafa Kemal bu durumu tersine çevirebilmek için yoğun bir çaba harcıyordu. Gösterilen gayret belli bir ölçüde sonuç verdi. Özellikle Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı doğrultusunda, yurdun farklı köşelerinde fabrikalar ve endüstri kuruluşları hizmete açıldı. Ayrıca tarım ve hayvancılığın gelişmesi yönünde önemli adımlar atıldı. Ne var ki, Türkiye’nin, tüm dünyayı sarsan 1929 ekonomik bunalımının yaralarını sarmaya başladığı bir dönemde bu kez İkinci Dünya Savaşı patlak verdi ve tüm dengeleri altüst etti. Ölçüsüz baskılara karşın, İsmet İnönü’nün ‘incelikli’ dış politikası sayesinde savaşın dışında kalmayı başardık ama yine de askeri hazırlıkları
hızlandırmak zorunda kaldık. Hükümet kararları doğrultusunda, zamanla sayısı bir buçuk milyonu bulan asker silah altına alındı. Üretimde önemli bir iş gücü kaybı anlamına gelen bu durumdan en çok tarım sektörü etkilendi. Hem ekilen tahıl alanlarında hem de yıllık tarım üretiminde savaş öncesi düzeyin epeyce altına inildi. Sonuçta, çözüm arayışları doğrultusunda, eski sistemler terk edilerek savaş ekonomisi uygulamasına geçildi. Türk insanı, kaçınılmaz olarak, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki ekonomik sıkıntıları bir kez daha çekmeye başladı. Savaşın yarattığı ortamda gıda maddelerine olan talep arttı, buna karşılık üretim ve ithalat azaldı. 1940 ve 1950 yılları arasında Türkiye’de çeşitli alanlarda kendini gösteren fiyat artışları, diğer dönemlere oranla çok hareketli bir seyir izledi. Ekmek, buğday unu, pirinç, kesme şeker, toz şeker, çay, tuz, koyun eti, yumurta, süt, beyaz peynir ve zeytinyağı gibi halkın temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları hızla yükseldi. Halkın biraz da ‘panik’ duygusuna kapılarak gereksiz yere stok yapması ise karaborsacılığı tetikledi. Devlet tarafından alınan önlemler yetersiz kalınca savaş boyunca istifçilik, karaborsacılık yaygınlaştı. Özellikle dış ticaretle uğraşan tüccarlar büyük vurgunlar gerçekleştirdi. Savaşın yol açtığı normal üstü kâr ve kazançların devlete aktarılmasını sağlamak amacıyla Varlık Vergisi çıkarıldıysa da karaborsanın önüne geçmek mümkün olmadı. Oysa Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve Maliye Bakanı Fuat
38
Her kişiye kupon karşılığında ve 183 kuruşa 2 aylık hak ediş karşılığı olarak 1 litre zeytinyağı!
19
Mayıs 1945 tarihli Cumhuriyet gazetesinden öğrendiğimize göre, İstanbul Valisi ve Belediye Reisi Dr. B. Lütfi Kırdar düzenlediği basın toplantısında zeytinyağı sorunu hakkında açıklama yapmış ve yağ dağıtımında yaşanan aksaklıklara değinerek şunları söylemişti:
Ağralı, bir kere toplanacak olan Varlık Vergisi’nin konulma nedenlerini şöyle açıklamıştı: -Savaş kazançlarını ve toprak sahiplerinin gelirlerini vergilendirmek -Savaşın neden olduğu enflasyonla mücadele etmek için tedavülden para çekmek -Kamu gelirlerini arttırmak. KARABORSASI YAPILAN ÜRÜNLERİN BAŞINDA ZEYTİNYAĞI, PİRİNÇ, FASULYE VE SABUN GELİYORDU Ayvalık’ta da, daha savaşın ilk günlerinden itibaren ‘vurgunculara meydan verilmemeli’ yaklaşımı benimsenmişti. Yerel yöneticiler ve yerel basın her fırsatta karaborsacılarla kararlı bir şekilde mücadele edilmesinin gerekliliğini dile getiriyordu. Bunlar yaşanırken hükümet, tarımsal alandaki üretim yetersizliği nedeniyle 18 Şubat 1941 tarihinde tek tip ekmek çıkarılmasına karar verdi. Zaten Ayvalık’ta da ekmek sıkıntısı baş göstermiş ve bu sorun giderek artmıştı. 1942 yılında belediyenin üstesinden gelmekte zorlandığı başlıca konu ekmeklik hububat sağlamaktı. Öyle ki, büyük zorluklar ve maddi fedakârlıklar sonucu Konya ve Eskişehir’den buğday getirtildi. Kış mevsimine girilirken buğday stokunun yapılamadığı dönemlerde kasaba halkının aç kalmaması için bazı önlemler alındı. Aslında Ayvalık‘ta belediyenin çözüm aradığı ekmek sorunu o yıllarda hemen ülkedeki tüm belediyelerin başındaydı. Sonunda Ayvalık’ta da ekmek karneye bağlandı. Bununla birlikte, gerek ekmek yeme alışkanlığındaki farklılıklar gerekse deniz ürünleri ve balıkçılık sayesinde Ayvalık’ta, Anadolu’nun diğer
“14 Mayıs 1945 tarihinden itibaren halka zeytinyağı satışına başlanmıştır. Ekmek karnesi adedine göre zeytinyağı alan bakkallar kupon karşılığında her kişiye birer litre yağı 183 kuruşa satmaktadır. Bu miktar yağ iki aylık hak ediş karşılığıdır. Dağıtılan yağ miktarı İstanbul’un normal zamanlardaki tüketimine denk düşmekte ise de bu miktarın daha önce yağ almayan veya şimdiden az ölçüde yağ alabilen insanlar da dahil olmak üzere eşit biçimde taksim edilmesi nedeniyle evvelce fazla yağ kullanmak alışkanlığında olanların darlıktan yakınmaları mümkündür. Fakat daha fazla yağ kullanmak alışkanlığında olanlar bu ihtiyaçlarını üretim bölgelerinden serbestçe getirerek karşılayabilir. Lütfi Kırdar
Bu arada, Ticaret Ofisi’nin bazı semtlere verdiği yağların kötü nitelikte olduğu hakkındaki iddİalar da önemle incelenmektedir. Aldığı yağa kötü yağ karıştıranlar şiddetle izlenecektir. Ticaret Ofisi’nin değişik ellerden satın aldığı yağlar da farklı niteliklerdedir. Bunların bir bölümüne böceklerin zarar vermesi yüzünden asidi düşükse de kokulu ve renkli yağlardır. Bununla birlikte, ileride geleceklerin daha iyi olduğu da söylenmektedir. Yağ kalitesi hakkındaki bazı şikayetlerin de bu nedenlerden kaynaklandığı söylenebilir.”
39
Herkesin karnesini alıp gider, sıraya girip fişleri verir, ekmekleri alırdım
K
arne uygulaması önce İstanbul ve Ankara’da başladı. Kısa süre sonra Amasya, Bursa, Diyarbakır, Çanakkale, Edirne, İzmir, Kayseri, Malatya, Ordu, Samsun, Sivas, Tokat, Trabzon, Zonguldak’a uzandı. İlk ekmek karnesi 11 Ocak 1942 günü İstanbul’da dağıtıldı. Karnelerin dağıtılmasının ardından 14 Ocak günü İstanbullular ilk kez ekmeklerini karneyle aldı. Çok geçmeden ortalıkta sahte karneler dolaşmaya başladı. O dönemi bütün yönleriyle yaşayan gazeteci ve siyaset adamı Altan Öymen karne günlerini şöyle anlatır: “Ekmekçiye gidip ekmek alma görevi bazen bana düşerdi. Herkesin karnesini alıp gider, sıraya girip fişleri verir, ekmekleri alırdım… Evde 6 kişiydik. Ama bizim yarım ekmek hakkımıza karşın kardeşleriminki çeyrek ekmek olduğu için, toplam hakkımız 2.5 ekmekti… Birkaç ay geçtikten sonra bir ekmeğin gramı 750’den 600’e indirildi. Herkesin hakkı ona göre azaldı. Büsbütün yetmemeye başladı. Ama yapacak bir şey yoktu. Çünkü ülkedeki buğday üretimi azalmıştı. O azalışın nedenlerinden biri kuraklıktı, öteki askere alınıp silah altında kalan nüfusun artmasıydı… ”
bölgelerinde rastlandığı gibi büyük acılar ve kıtlıklar yaşanmadı. Belediye başkanının sözleriyle Ayvalık halkı savaş yılları boyunca, “Pahalı ekmek yediyse de aç kalmadı.” (Ayvalık’ın nüfusu 1940 yılında 12.286, 1945 yılında 13.650 ve 1950 yılında 13.101’di.)
-Senin Allah’tan korkun yok mu hanım?.. Güpegündüz balkona çıkıp konuya-komşuya karşı zeytinyağlı dolma sarılır mı?.. (Akbaba dergisi, 10 Mayıs 1945, Cilt 36, No: 59)
en güzel örneği 1942 yılında Türkiye’nin zeytinyağı gereksinimi 15.000 ton kadarken ülke içinde 40.000 ton zeytinyağı olması ve fiyatların 100-160 kuruşa varan fahiş oranda artmasıydı.
Ayvalık’ta bunlar yaşanırken Türkiye’nin diğer yerlerinde de zorluklar artarak devam ediyordu. Halkın temel tüketim maddesi olan ekmek ve şeker başta olmak üzere pek çok gıda maddesindeki fiyat artışı yüzde 400-500’leri bulmuştu. Bunun en büyük sorumluları, ellerindeki malları piyasaya arz etmeyen ve stoklayan toptancılardı. Karaborsası yapılan ürünlerin başında zeytinyağı, pirinç, fasulye ve sabun geliyordu.
Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü 1936-1947 yılları fiyat istatistiklerinden öğrendiğimize göre, 1940 yılında zeytinyağı İstanbul’da 0,60 TL, Ankara’da 0,62 TL’ydi. Buna karşılık 1944 yılına gelindiğinde zeytinyağı İstanbul’da 2,59 TL, Ankara’da 2,50 TL, İzmir’de 2,20 TL’ye yükseldi. Bu rakamlar 1950 yılında az da olsa düştü ve İstanbul’da 2,31 TL’ye, Ankara’da 2,25 TL’ye indi. Yine de zeytinyağı fiyatlarındaki artış oranı 1940 yılına göre yaklaşık dört katı bulmuştu.
KARABORSACILARA İDAM CEZASI VERME YETKİSİ OLAN ÖZEL MAHKEMELER DE İŞE YARAMADI
KAYNAKÇA
Savaşın ilk günlerinden itibaren zeytinyağı fiyatlarında dengesiz bir tablo oluşmuştu. Bunun engellemek isteyen hükümet denetim amacıyla harekete geçti. Önce 1939 yılında merkezi İzmir olmak üzere Türkiye Zeytinyağı İhracatçılar Birliği kuruldu. Birliğin kuruluş hedefleri arasında zeytinyağı ve diğer bitkisel yağların üretim alanlarında kalite ve miktar bakımından gerekli önlemleri almak, ürünün iç ve dış piyasalarda sürümünü arttırmak da yer alıyordu. Savaşın tüm hızıyla sürdüğü 1942 yılında zeytinyağı üretimi bir önceki yıla göre önemli ölçüde düştü. Ege Bölgesi’nde 1941 yılında 35 bin ton olan zeytinyağı rekoltesi 1942’de 25 bin tona kadar geriledi. Karaborsacılığı önlemek için İstanbul, İzmir, Adana ve Samsun’da kurulan, üyeleri Meclis’ten seçilen ve karaborsacılık yaptıkları belirlenen kişilere idam cezasına varan cezalar verme yetkisi bulunan Men’i İhtikâr Mahkemeleri de yeterli olamadı. Bunun
40
-‘İkinci̇ Dünya Savaşı Yıllarında Ayvalık’ta Ekmek Meselesi̇’, Doç. Dr. Serap Taşdemir (İnönü Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü), Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı: 59, Güz 2016 -‘İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Karaborsacılık’, M. Selçuk Özkan (Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Çarşamba Meslek Yüksek Okulu Öğretim Görevlisi)-Abidin Temizer (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi), Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı2/9, 2009 -‘1940-1950 Yılları Arasında Türki̇ye’de Fiyat Artışları ve Bu Dönem Ekonomi̇sinin Genel Görünümü Üzeri̇ne Bir İnceleme’, Yenal Ünal (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi-Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Turizm Uzmanı), Tarih Okulu/İlkbahar-Sayı III, 2009 -‘İkinci Dünya Savaşı Yıllarında İzmir’de Beslenme Sorunu’, Erdoğan Öztürk, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı 4, 2005 -‘İkinci Dünya Savaşının Türkiye’de Sosyal Hayata Olumsuz Yansımaları’, Dr. İrfan Bülbül, (Yayınlanmamış Tez) Milli Eğitim Bakanlığı, 2005 -‘İkinci Dünya Savaşı Sırasında Yaşanan Gıda Sıkıntısı ve Ekmek Karnesi Uygulaması’, Sabit Dokuyan (Dr. Öğretmen-MEB), Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/5 Spring 2013, Ankara -‘Bir Dönem Bir Çocuk’, Altan Öymen, Doğan Kitap, 2003 -‘Milli Korunma Kanunu’, toplumsaltarih.wordpress.com -Cumhuriyet ve Akşam gazetesi arşivleri
ZEYTİNİ ÇİZENLER/10
Zeytin ağaçlarına gönül vermiş bir sanatçıyı daha sayfalarımızda konuk ediyoruz… Adı İrini Karpikioti… 46 yaşında ve Yunanistan’da yaşıyor. Soyut çalışmalarının yanı sıra göz alıcı güzellikteki doğa resimleriyle tanınıyor.
İRİNİ KARPİKİOTİ YAŞAMAK İÇİN BOYUYOR BOYAMAK İÇİN YAŞIYOR
İ
rini Karpikioti çağdaş bir ressam… Geniş bir çevrede özellikle soyut resimleriyle tanınıyor. Söylediğine göre daha ilkokula devam ederken resim yapmaya başlamış. Klasik manzaralar ve çiçekler çizmiş. 1991 yılında Kiev Güzel Sanatlar Üniversitesi’ni bitirmiş. Bir dönem ‘sistemli olarak’ eğitim gezilerine katılan Karpikioti bu süreçte önemli Avrupa müzelerini ziyaret ederek geçmişin sanat birikimini ve günümüzün sanatını incelemiş. Bu arada “Güneşin her zaman parladığı yer” diye nitelendirdiği Yunanistan’a yerleşmiş. Bu ülke bir sanatçı olarak bakış açısını değiştirmiş, boyutlandırmış. Zaman zaman tiyatro ve sinema performansı için sahne tasarımcılığı da yapmış ve yapmakta… 41
SANATIM GELİŞİYOR... DEĞİŞİYOR BU NEDENLE HİÇBİR TASARIMIM AYNI DEĞİLDİR
“Y
aşamak için boyayan ve boyamak için yaşayan bir sanatçıyım” diyen ve yüzlerce resminin dünyanın çeşitli ülkelerindeki evlerde/ iş yerlerinde asılı olduğunu söyleyen İrini Karpikioti sanat anlayışını şöyle özetliyor: “Benim ilham kaynağım her defasında çevremizi saran dünyanın güzelliğidir. Resimlerim sevinç, yaşam, zarafet, doğa, insanlık, şükran, şefkat ve Tanrı sevgisinin bir ifadesidir. Ruh hallerimi, düşüncelerimi veya fantezilerimi zamanın herhangi bir anında onlardan aldığım enerji ve esinle eserime yönlendiririm. Sanatım gelişmeye ve değişmeye devam ettiği için hiçbir tasarımım birbirine benzemez.”
42
Ulusal Değer ZEYTİNYAĞI
Küresel Hedef BÜTÜN DÜNYA
ÖZEL
AYVALIKGÜCÜ 13. ULUSLARARASI BELEDİYESPORAYVALIK BAYAN VOLEYBOL SAYI TAKIMI ZEYTİN HASAT GÜNLERİ ŞAMPİYONLUĞA ÇOK YAKIN
ŞUBAT 2018 YIL: 4 SAYI: 42 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ Yrd. Doç. Dr. TİMUR KAPROL ZEYNEP KAZANCIGİL HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com
ZEYTİN AĞAÇLARI UZUN BİR HİKÂYEYİ ANLATAN GARİP ŞEKİLLİ HARFLER GİBİYDİ
“O
rada erkeklerin uzun sırıkları küçük yapraklı dallara hızla vuruşları ve siyah kıvraklıklarının eteklerini bellerine sokmuş kadınların iki kat eğilerek, soğuktan sertleşen parmaklarla yerden zeytin tanelerini toplayışlarını seyreder, yahut sırtını bir ağaca vererek yere bakardı. Bu buruşuk yüzlü ve her sene budanmaktan şeklini kaybetmiş eğri büğrü ağaçlar, uzun bir hikâyeyi anlatan garip şekilli harfler gibiydi ve herhalde Yusuf bunların dilinden anlıyordu.”
Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sitesi 5. Cad. No. 69 Bağcılar/İstanbul Tel: 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com Sertifika No: 29195
Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
(Sabahattin Ali, ‘Kuyucaklı Yusuf’, Yapı Kredi Yayınları, 2001) 43
(Bu fotoğrafı bize artık aramızda olmayan Numan İrdel ulaştırmıştı.)
Ve işte yıllar öncesinden bir anı... Muradiye Çarşısı sakinlerinden bir grup... Ayvalık’ın renkli simalarından berber İlyas İrdel hulahop’unu ustalıkla döndürüyor, fotoğrafın en sağındaki kunduracı ve müzik insanı Bahri Usta (Gündemir) ile diğer dostları da neşeyle ve ‘takdirkâr’ bakışlarla kendisini izliyor. Herkesin keyfi yerinde yani! (BŞ)
anlaşılacağı gibi Ayvalık’ın Muradiye Çarşısı’na kadar ulaştı!
HERKESİN KEYFİ YERİNDE!
930’larda dünyayı yoyo hastalığı esir almıştı. Ardından 50’li ve 60’lı yıllarda hulahop salgını başladı. Hulahop bele takılan, plastikten yapılmış genişçe bir çember, hulahop çevirmek de vücudun bel bölgesinde kalçanın sağa-sola döndürülmesi suretiyle oynanan bir ‘oyundu.’
1
Hem çocukları hem de yetişkinleri saran ‘hulahop hastalığı’ önce ABD’de kendini gösterdi. Daha sonra İngiltere üzerinden birçok Avrupa ülkesine yayıldı. Çok geçmeden Türkiye’de de ‘popüler’ oldu ve o yıllarda çekilen bu fotoğraftan da