AYVALIK BELEDİYESİ YAŞANAN FELAKETİN İZLERİNİ SİLMEK İÇİN SEFERBERLİK İLAN ETTİ
HABERLER Belediye tüm birimleriyle Merkez, Cunda Adası, Altınova, Küçükköy ve Sarımsaklı’da aralıksız görev yaptı
U
ŞİDDETLİ YAĞMUR VE FIRTINA ÖNEMLİ HASARA YOL AÇTI
zun zamandır yağmur almayan Ayvalık’ta 28 Kasım günü adeta bir afet yaşandı. Saat 16.00’da başlayan ve aralıksız yağan yağmur önemli hasara yol açtı. Bu süre içinde adeta bir rekor kırıldı ve metrekareye 270 kilograma yakın yağmur düştü. Çamlık’ta oluşan hortum sonucu evlerin bahçelerinde ve kamuya açık alanlarda 30’u aşkın ağaç devrildi. Çamlık Meydanı'nda devrilen ağaç 4 araca hasar verdi. Fırtına nedeniyle bazı evlerin çatısı uçtu. Çok sayıda hayvan telef oldu. Herhangi bir yaralanma ve can kaybının yaşanmaması acıları dindirdi. Ayvalık Belediyesi’nin Merkez binasında kriz masası oluşturuldu. Belediye
ekipleri Merkez, Cunda Adası, Altınova, Küçükköy ve Sarımsaklı'da aralıksız görev yaptı. Bazı evlerdeki su tahliye edildi. Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve ekibi yaşanan olumsuzlukları yerinde izledi. Saha ekiplerini toplayan Gençer, kentin dört bir yanında incelemelerde bulundu, halkın görüşlerini aldı. Vatandaşlardan kendilerine yardımcı olmalarını isteyen Gençer, “Şiddetli yağmurun yağdığı saatlerde ve sonrasında kentimizde sıkıntılar yaşandı. Ancak tüm birimlerimizle acil müdahale ettik. Yaraları sarmak için elimizden geleni yaptık, yapıyoruz” dedi.
AYVALIK’TA BÖYLESİ GÖRÜLMEDİ
Metrekareye 12 saatte 215 kg, 30 saatte 271 kg yağmur düştü. Oluşan hortum nedeniyle bazı evlerin çatıları uçtu, 30’dan fazla ağaç devrildi. Bu ağaçlardan bazıları araçların üzerine düştü. Gıda Tarım Hayvancılık Müdürlüğü’nden verilen ilk bilgilere göre 7 bin 500 dönüm tarım arazisi ile 700 dönüm zeytinlik alan sular altında kaldı. 818 koyun, 29 keçi, 21 büyükbaş hayvan, 37 kanatlı hayvan, 1 at ve 5 köpek telef oldu. 2
En büyük zarar Sancak Tül villalarında yaşandı
AYVALIK BELEDİYESİ YAŞANAN FELAKETİN İZLERİNİ SİLMEK İÇİN SEFERBERLİK İLAN ETTİ
A
yvalık Belediyesi Fen İşleri, Temizlik İşleri, Park ve Bahçeler, Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü, 50’yi aşkın ekibiyle ve çok sayıda iş makinesiyle Küçükköy/Sancak Tül villalarında temizlik faaliyeti başlattı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer olayı haber alır almaz sitede incelemelerde bulundu. Site sakinlerine, iki-üç gün içinde her köşenin temizleneceği sözünü verdi. Bunun üzerine ekipler hemen harekete geçti. Çalışmaları yönlendiren Başkan Yardımcısı Gökay Bacan, “Sel burada akıl almaz bir çöp birikintisine yol açmış. Evlerin içi bile, bırakın kullanmayı, girilemeyecek durumda... Vatandaşlarımız fazlasıyla mağdur. Çalışmalarımıza ara vermeden devam edeceğiz. Buradaki çalışmalarımızı bitirince Altınova’daki arkadaşlarımıza destek vereceğiz” dedi.
Ayvalık Belediyesi, Çanakkale-İzmir karayolu üzerinde sular altında kalan çok sayıda fabrika ve işyerinde bütün imkânlarını kullanarak kurtarma çalışmaları yaptı.
Sulu yemek ikram edildi, ilaç talepleri yerine getirildi
SOSYAL YARDIM İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ AYVALIK’IN HER YERİNDE VATANDAŞIN YARDIMINA KOŞTU
A
yvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü ekipleri meydana gelen afet sonrası Altınova, Küçükköy mahalleleri, Cunda adası, şehir merkezi ve Sarımsaklı’da vatandaşlara sulu yemek ikram etti, erzak yardımında bulundu. Yemek dağıtımına Kızılay ekipleri de destek verdi. Bu arada sağlık ekipleri ihtiyaç duyanları muayene ederek, reçeteli ilaç taleplerini yerine getirdi.
3
75 kişi misafir edildi
RAHMİ GENÇER, BOĞAZİÇİ OTEL’DE KORUMA ALTINA ALINAN AİLELERİ ZİYARET ETTİ
Y
aşanan sel felaketi sonrası Ayvalık Belediyesi’ne ait olan Boğaziçi Otel’de koruma altına alınan aileleri ziyaret eden Belediye Başkanı Rahmi Gençer “Geçmiş olsun!” dedi ve durumları hakkında bilgi aldı. Otelde 75 kişinin misafir edildiğini belirten Gençer, afetzedelerin yaralarının bir an önce sarılması için gerekli çabayı göstereceklerini söyledi.
Ekipler yorulmak bilmeden, gece-gündüz çalıştı
SADECE SANCAK TÜL VİLLALARINDAN 70 KAMYON SEL ARTIĞI ÇIKARILDI
A
yvalık Belediyesi yaşanan sel felaketinde ve sonrasında, her fırsatta vatandaşların sorunlarıyla yakından ilgileniyor ve çözüm üretme çabalarını sürdürüyor. Bu amaçla, Belediye Başkan Vekili Gökay Bacan Kaymakam Namık Kemal Nazlı ile birlikte, afeti en yoğun biçimde yaşayan bölgelere giderek, vatandaşların sorunlarını dinledi.
Bacan bu konuda şöyle dedi: “Altınova Karakoç çayı ve Sancak Tül villalarında hayatın normale döndüğünü söyleyebilirim. Buralardan şimdiye kadar 70 kamyon sel artığı çıkardık. Tüm imkânlarımızı zorlayarak görev yapıyoruz. Ekiplerimiz gecenin geç saatlerine kadar özveriyle çalışıyor.”
Ayvalık Belediyesi ekipleri Kazan, Demet Altın ve Volkan siteleriyle Sefaköy villalarında vatandaşların yardımına iş makinalarıyla koştu.
4
Hasar gören iş yerleriyle evleri gezdi
VALİ ERSİN YAZICI AYVALIK’TA İNCELEMELERDE BULUNDU
B
alıkesir Valisi Ersin Yazıcı, Ayvalık’ta meydana gelen sel felaketi nedeniyle önemli maddi kayıpların yaşandığı Ayvalık’ı ziyaret ederek incelemelerde bulundu. Yazıcı ve beraberindeki heyet, Kaymakam Namık Kemal Nazlı ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer’le hasar gören iş yerleriyle evleri gezdi. İncelemelerini Yudum Gıda fabrikası, Sancak-Tül villaları, Sarımsaklı ve Çamlık-Laka’da sürdüren Vali Yazıcı selden etkilenenlere tüm güçleriyle yardım edeceklerini, Laka deresinin de ıslah edileceğini söyledi. Ziyaret sonrası bir açıklama yapan Rahmi Gençer, “Sayın valimize bizi yalnız bırakmadıkları için teşekkür ediyorum. Kendileriyle Ayvalık ve Ayvalıklılar olarak içinde bulunduğumuz güçlükleri ve çarelerini paylaştık. Sesimizin daha gür çıkması gerekiyor. Değerli valimize bu konuda verdikleri destek için ayrıca teşekkür ediyorum. Ayvalık’ın afet bölgesi ilan edilmesini istiyoruz” dedi.
Geçmişte yapılan yanlış çevre düzenlemelerinden vazgeçilecek
LAKA DERESİ İÇİN DAHA PROFESYONEL ÇÖZÜMLER ÜRETİLECEK
B
alıkesir Valisi Ersin Yazıcı’yla birlikte afet bölgelerinde incelemelerde bulunan Rahmi Gençer, Laka deresinin yarattığı sorunların giderilmesi konusunda şunları söyledi: “Laka’da geçmişte yapılan yanlış çevre düzenlemelerinden derhal vazgeçilmesini sağlayacağız. Afeti en iyi yaşayanlar bilir düşüncesiyle, vatandaşlarımızın da görüşlerini aldık. Görünen o ki, çalışmaların sadece deniz tarafından yapılması yeterli değil, ıslah faaliyetlerinin dağ yamaçlarına kadar uzatılması gerekiyor. Dere yatağından kanalizasyon kanalı geçiyor. Bu kanallar için BASKİ’nin görüşlerini de alarak daha profesyonel çözümler bulacağız.”
Laka deresi en kısa zamanda hem derinleştirilecek hem de duvar örülerek 500 metre uzatılacak.
5
Öneri ve istekler sıcağı sıcağına değerlendiriliyor
RAHMİ GENÇER VE EKİBİ YENİMAHALLE’DE VATANDAŞLARLA BULUŞTU
A
yvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve ekibi Yenimahalle’de vatandaşlarla bir araya gelerek sorunları birinci ağızdan dinledi. Sahipsiz arsa sayısının fazlalığıyla bilinen mahallede, kamuya açık arazilerin amaçsız kullanıldığı dile getirildi. Başkan Gençer, bu konuya dikkat çekti ve ilgili kişilerin uyarılması talimatını verdi. Aliçetinkaya Ortaokulu’ndan gelen talepleri dinledi ve mahallede oynayan çocuklarla konuştu. Her gün farklı bir mahalleyi ziyaret ederek vatandaşların görüşlerine kulak verdiklerini belirten Gençer, “İnanılmaz önerilerin yanı sıra basit ama çok yararlı taleplerle de karşılaşıyoruz. Zabıta, Fen İşleri, Temizlik İşleri ve Park Bahçeler müdürlerimle birlikte hepsini dikkatle dinliyor, sıcağı sıcağına değerlendiriyor ve yönlendiriyoruz. Bizleri içtenlikle karşılayan mahalle halkına ve muhtarımız Beytullah Gündoğan’a teşekkür ederim” dedi.
Çocuk oyun alanı, fitness alanı ve banklar yer alacak
FETHİYE MAHALLESİ DE PARK VE ÇOK AMAÇLI YAŞAM ALANINA KAVUŞUYOR
A
yvalık Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü, Fethiye Mahallesi sakinlerinin geçtiğimiz aylarda düzenlenen ‘Başkan Burada” toplantıları sırasında bizzat Belediye Başkanı Rahmi Gençer’den istedikleri park ve çok amaçlı yaşam alanının yapımına başladı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer teknik ekibi, Meclis üyesi Salman Kayran ve mahalle muhtarı Harun Ziyansız’la birlikte alanda incelemelerde bulundu. Aralık ayında tamamlanması planlanan parkta, çocuk oyun alanı, fitness alanı ve banklar yer alacak. 150 Evler ve Ali Çetinkaya mahallelerinde de çok amaçlı park yaptıklarını hatırlatan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Yapımı süren parklarımızı gün aşırı geziyoruz. Herkesin kullanımına açık olması için teknik düzeltmeler yapıyoruz. En iyi, en modern ve en kullanışlısını bulmaya çalışıyoruz. Mahalle halkından tek isteğimiz, amaçsız kullanıma izin vermemeleri” dedi.
Altınovalılarla buluşan Rahmi Gençer şikayet, istek ve önerileri dinledi
A
SORUNSUZ BİR ALTINOVA İÇİN ÇALIŞMALAR HIZLANDIRILACAK
ltınova’ya giden Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Başkan Yardımcısı Ahmet Erkal ve Meclis üyesi İbrahim Mühürdaroğlu’yla birlikte uğradığı Selimiye Mahallesi’nde vatandaşlarla buluştu. Altınova Avcılık ve Atıcılık İhtisas Kulubü’nde üyelerle sohbet eden Gençer iletilen istek ve önerileri dinledi. Altınova eski garaj ve buradaki tuvalete ilişkin şikayeti Balıkesir Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME)’ye bizzat iletti. Merkez yetkililerinden soruna çözüm getirileceği sözünü aldı. Daha sonra çarşıyı dolaşan Gençer, dile getirilen sorunları ve yaşanan aksaklıkları daire amirleriyle paylaşarak kısa zamanda çözüm üretilmesi talimatını verdi.
6
Park alanları her yaş grubundan vatandaşlara hitap ediyor
MAHALLELERDEKİ SOSYAL ALANLARIN SAYISI VE KALİTESİ ARTIYOR
B
elediye Başkanı Rahmi Gençer, yapımı süren Aliçetinkaya Mahallesi Muammer Aksoy Caddesi ile Armutçuk Camisi arasında ve 150 Evler Mahallesi Şehitler Camisi çevresindeki park alanlarında bir inceleme gezisi yaptı. Gençer, “Park alanları her yaş grubundan insanımıza hitap edecek, uygar bir ortamda zamanlarını en iyi şekilde geçirmelerini sağlayacak. Parklarımızda teknik düzenlemeyi bu anlayışla gerçekleştiriyoruz. Kalıcı ve Ayvalık’a özgü olsun diye elbette sarımsak taşımızı tercih ediyoruz” dedi.
Ulaşımda güçlüklere neden oluyordu
GÖNÜL YOLU’NDAKİ GEÇİCİ YAN YOL ONARILDI
B
alıkesir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapımı devam eden Taş Köprü nedeniyle geçici olarak oluşturulan toprak yolda meydana gelen çukurların ve aşırı tozun ulaşımda güçlükler yaratması üzerine Ayvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri sorumluluk alarak yolu düzenledi. 28 Kasım günü yağan yoğun yağmur yüzünden yeniden ve bu defa daha ağır hasar gören yol bir kez daha bakıma alındı ve sorunlar giderildi.
Hizmet götürebilmek için her şeyden önce yol gerek
AKÇAPINAR VE ÇAMOBA’DA YOL YAPIMI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
A
yvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü kırsal mahallelerdeki çalışmalarına, ekip sayısını ve teknik malzeme kalitesini arttırarak devam ediyor. Akçapınar ve Çamoba mahallelerindeki yol yapım faaliyetlerine ilişkin görüşlerini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, kıraç arazide yolu bile olmayan köylerin bulunduğunu söyledi. Bu soruna hızla çözüm getirilmesi gerektiğini, bu nedenle söz konusu alanlarda Fen İşleri ekiplerinin sürekli çalıştığını vurgulayan Gençer, “Hizmet götürebilmemiz için her şeyden önce yol gerek. Şehir merkezinde uyguladığımız temizlik, park ve yaşam alanları yapımı, evde bakım hizmetleri gibi tüm faaliyetlerimiz buralarda da devam ediyor” dedi.
7
Sakarya Avcılar Kulübü ve Camlı Kahve’yi ziyaret etti
B
RAHMİ GENÇER, HALK VE ESNAFLA SORUNLARI KONUŞTU
önerileri ilk ağızdan dinledi. İlgili birimlerden yol bozuklukları, yıkılma tehlikesi gösteren binalar, su birikintileri, düzensiz çöp atılması ve kent estetiği gibi konularda çalışmaların hızlandırılmasını isteyen Gençer, daha sonra Camlı Kahve’ye uğradı ve orada da vatandaşlarla sohbet etti.
elediye Başkanı Rahmi Gençer, Zabıta, Fen İşleri ve Temizlik İşleri müdürleriyle birlikte, Hayrettinpaşa Mahallesi’nden Sakarya Mahallesi’ne kadar uzanan bölgede ve Atatürk Caddesi’nde incelemelerde bulundu. Sakarya Avcılar Kulübü’ne de uğrayan Gençer halk ve esnafla sohbet etti, sorunları ve
Yıllarca kendi imkânlarıyla ayakta durmaya çalıştılar ama önemli sorunları var
A
KIRSAL MAHALLELER TEMİZLENİYOR
yvalık Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü, kırsal mahallelerin dağlık bölgelerinde arazilere atılmış atıkları topluyor ve kontrollü olarak imha ediyor. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, yanıcı ve büyük boy malzemeleri çöp toplama merkezine getiren ekiplerin çalışmaları hakkında şunları söyledi: “Yıllardan bu yana kendi imkânlarıyla ayakta durmaya çalışan kırsal mahallelerimizin hepsinde göz ardı edilemeyecek sorunlar var. Neredeyse tümü sanıldığından çok daha fazla hizmete ihtiyaç duyuyor. Oysa buralarda görülmeye değer çok güzel ovalarımız bulunuyor. Bu güzelliklerin doğal kalması için koşullarımızı zorlayarak, elimizden geleni yapıyoruz.”
Haftada en az bir gün Belediye çalışanlarıyla bir araya geliyor
RAHMİ GENÇER TEMİZLİK İŞÇİLERİYLE YEMEKTE BULUŞTU
R
ahmi Gençer, Temizlik İşleri Müdürlüğü’nün 140 kişilik ekibiyle bir yemekte bir araya geldi. Yenimahalle’deki toplanma yerinde düzenlenen ‘kaynaşma yemeği’ne başkan yardımcıları, daire amirleri ve çok sayıda mahalle sakini katıldı. Haftada en az bir gün Belediye çalışanlarıyla birlikte yemek yediğini belirten Rahmi Gençer, bu tür buluşmalara çok önem verdiğini, bu sayede belediye çalışanlarının maddi-manevi sıkıntılarını yakından görme imkânı bulduğunu ve yüz yüze gelmek suretiyle karşılıklı moral takviyesi yaşadıklarını söyledi. “Her geçen gün daha koordineli çalışıyoruz” diyen Gençer, düzenli ve temiz bir Ayvalık için vatandaşlarımıza çevreye karşı duyarlı davranmaları gerektiğini hatırlatma fırsatı bulduklarını da ekledi.
8
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLANDI
Ö
ğretmenler Günü, Cumhuriyet Meydanı’nda ve İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde kutlandı. Emekli öğretmenlere plaket, çeşitli yarışmalarda birinci olan öğrencilere ödüllerinin verildiği kültür merkezindeki etkinliğe Kaymakam Namık Kemal Nazlı ve Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan da katıldı.
Kaymakam Namık Kemal Nazlı ve eşi, Milli Eğitim Müdürü Erkan Bilen, Garnizon Komutanı Albay Aydın Nazlı, Jandarma Komutanı Yüzbaşı Özay Dörttepe, Belediye Başkan Vekili Gökay Bacan, Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Erkal, vatandaşlar ve öğrenci velileri katıldı. Açılış sonrası davetlilere pilav, ayran ve irmik tatlısı ikram edildi. 250 bin liraya mal olan iki katlı ana sınıfının üst bölümünde çok amaçlı bir salon, alt katında ise iki derslik, mutfak ve tuvaletler bulunuyor.
konuklarını Zeytin Çekirdekleri projesi, yol yapım çalışmaları, Küçükköy Kültür Merkezi ve mesire alanı hakkında bilgilendirdi; öğrencilere süt ikram etti, hikaye kitabı verdi.
RAHMİ GENÇER ‘ATATÜRK ANI DEFTERİ’Nİ İMZALADI
A
ltınova Ondört Eylül İlkokulu öğrencileri Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 78. yıldönümü nedeniyle hazırladıkları ‘Atatürk Anı Defteri’ni Rahmi Gençer’e imzalattı. Gençer imza
AHMET YORULMAZ PARKI’NA ÇOCUK OYUN PARKI YAPILDI
Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Öğretmenler Günü mesajında şu görüşlere yer verdi: “Ülkemiz zor günlerden geçiyor. Buna rağmen dimdik ayaktayız. Bunu laik Türkiye Cumhuriyeti’mizin kuruluşundan bugüne kadar yetiştirdiğiniz genç neferlere borçluyuz. Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde yürüyen tüm öğretmenlerimizi saygıyla selamlıyor, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.”
ŞABAN-FUNDA TOLA ADINA YAPILAN ANAOKULU HİZMETE AÇILDI
Ü
ç yıl önce bir trafik kazası sonucu hayatlarını kaybeden astsubay Şaban Tola ile eşi Funda Tola’nın anılarını yaşatmak amacıyla
Ayvalık Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ekipleri Ahmet Yorulmaz Parkı’ndaki çocuk oyun alanını yeniledi. Alana kauçuk zemin döşendi, çevrede yeşillendirme ve ağaç bakımı yapıldı. Oyun parklarının çoğunun yıprandığını ve zaman içinde kullanılmaz
sonrası birlikte fotoğraf çektirdiği öğrencilere, “Atatürk’ün gençliğe hitabesinde dile getirdiği gibi, Türk istiklâlini, Türkiye Cumhuriyeti’ni sizler koruyacak ve savunacaksınız. Bu konuda hepinize sonsuz bir güven duyuyorum. Çünkü sizler bizim geleceğimizsiniz” dedi.
hale geldiğini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Parklar çocuklarımız için tehlikeli sonuçlar yaratabiliyor. Bu nedenle yenileme işlemlerini hızla sürdürüyoruz” dedi.
BAHÇEŞEHİR ÖĞRENCİLERİ BELEDİYEYİ ZİYARET ETTİ
B
Altınova’daki Atatürk İlkokulu’nun bahçesinde anaokulu olarak yapılan ek bina hizmete açıldı. Açılış törenine Şaban Tola’nın babası İbrahim Tola, abisi Erol Tola,
ahçeşehir Okulları/Ayvalık Müdürü Tamer Suna, öğretmenler ve üçüncü sınıf öğrencileriyle birlikte, ‘Yaşayarak ve görerek öğrenme’ uygulaması kapsamında Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Çocuklar Gençer’e yaptığı çalışmalar ve seçim kazanmanın incelikleri hakkında sorular yöneltti. “Seçimlerde başarılı olmak için herkesin elini sıkmak ve gözlerine bakmak gerekir. Başkan olduktan sonra da oy versin ya da vermesin, herkese eşit mesafede durmalısınız” diyen Rahmi Gençer
KADIN DAYANIŞMA MERKEZİ İÇİN TOPLANAN İMZALAR RAHMİ GENÇER'E SUNULDU
B
ağımsız Kadın İnisiyatifi üyeleri, Kadın Dayanışma Merkezi'nin açılması amacıyla topladıkları 1085 imzayı, resmi bir dilekçeyle birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer'e verdi. Gençer, Kadın İnisiyatifi üyelerine merkezin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde açılacağını söyledi.
9
Giritli Ali Bey’in oğlu Hüseyin Öztürk; fiilen yaşamadığı halde iliklerine kadar hissettiği mübadelenin ağırlığıyla küçük yaşlarda tanışan, çok renkli, çok yönlü bir insan… Canlı, hareketli, neşeli, esprili ve hayat dolu! Kendisini bildi bileli çalıştığını söylüyor. Bugün seksen dört yaşında ve hâlâ ayakta, işinin başında. Yirmi altı yıl görev yaptığı Mal Müdürlüğü’nden emekli olmuş. Ama hem boş oturamadığı hem de artık sadece kendisi için çalışmak istediği için 1979’da muhasebe bürosunu açmış. Hayatından memnunmuş. Ancak altı-yedi yıl kadar önce çıkarılan Ticaret Kanunu’yla serbest muhasebecilik ve mali müşavirlik yapacaklar için üniversite mezunu değillerse ruhsat alma koşulu getirilince, yetmiş sekiz yaşında önce teorik sınava, ardından fark dersleri sınavına girmiş. Ege Üniversitesi’ndeki sınava gelenlerin içinde ondan daha yaşlısı yokmuş. Sınav sırasında bir denetmen hanım yanına yaklaşıp da, “Amca! Hâlâ yapıyor musun bu işi?” diye sorunca, “Dur be kızım, daha yeni başladım!” demiş. Sürekli mücadele etmek zorunda kaldığı hayat karşısında mizah duygusunu asla yitirmeyen Hüseyin Öztürk’le söyleşmek çok keyifliydi. Sizlerin de okurken aynı tadı alacağınızı umuyoruz 10
GİRİT’TE ÇOBANLIK YAPANLARIN HEPSİ USTA KEMENÇECİYDi, CUNDA’YI ONLAR ŞENLENDİRİRDİ
H
üseyin Öztürk’ün mübadillere özgü; ‘Oradaymış ve her şeyi bire bir yaşamış gibi’ akıcı bir üslûpla anlattığı öyküsü 1919 yılı öncesi Girit’inden başlıyor.
-Girit dağlık bir adadır. Orada açık arazi, ova pek yoktur. Bu nedenle halkın ana geçim kaynağı hayvancılıktı. Halil dedem, içinden Girit’in en yüksek noktası olan Siloti (Psiloritis) dağından akan derenin geçtiği bir köyde yaşıyordu. O derenin iki yanında düz bir arazi vardı. İşte orası dedemindi ve çocuklarıyla birlikte çiftçilik, besicilik yapıyordu. Babamla İbrahim amcam bahçeyi ekip biçiyorlardı. Bahçe derenin suyuyla sulanıyordu. Kışlık ve yazlık sebze yetiştiriyor, bunları Resmo’daki pazarcılara satıyorlardı.
Gülbeniz Şentay
Ayrıca birinde keçiboynuzu, diğerinde zeytin ağaçlarının olduğu iki tarlaları daha bulunuyordu. Mahmut amcam dana sürüsünden sorumluydu. Altı yüz koyuna da Mustafa ve Mehmet amcamlar bakıyordu. Çok faal bir çiftçi ailesiydiler yani. Ayrıca evin içinde iki dokuma tezgâhı vardı ve kadınlar dokudukları battaniyeleri, çarşafları yine Resmo’da satıyorlardı. Hayvanlar da kasaplara veriliyordu. Dedem aynı zamanda Siloti dağının eteklerindeki vadide arıcılık yapıyordu. İlkbaharda vadi adeta bir çiçek bahçesine döner, kovanlardan bal taşardı. Yani hâlleri-vakitleri yerindeydi. Ne var ki, Yunanlıların İzmir’i işgal etmesiyle birlikte manzara değişti. Venizelos’un çeteleri köyleri basıyor, evleri yağmalıyor, köylünün elindekini, avucundakini alıyorlardı. Artık köylerde yaşayacak hâlleri kalmamıştı. Dedemin anlattığına göre işte tam bu sırada Osmanlı döneminde gelip daha sonra Girit’te kalan ve ‘Yeniçaro’ diye tanınan bir eski yeniçeri askeri ortaya çıktı; bir gecede bütün köyleri organize etti. Sabah gün ağarırken, köylüler Yeniçaro’nun kumandası altında köylerini bırakıp şehirlere indiler. Zaten o yıllarda Girit’te üç vilayet vardı: Hanya, Resmo ve Kandiya... Köylerini terk edenler mallarını-mülklerini arkalarında bıraktı. Hayvanlarını beraberinde getirmeyi başarabilenler, onları şehirlerde sattı. Fakat kalanı, Yunan işgalinin sürdüğü üç yıl boyunca şehirlerde büyük sefalet yaşadı. BÜTÜN EVLER BOŞ, BULDUĞUNUZA GİRİP OTURUN! Kurtuluş Savaşı
Hüseyin Öztürk bir hıdırellez günü arkadaşlarına saz çalıyor...
kafileler halinde Yetiştirme Yurdu’nda karantinaya kazanılınca mübadele başladı. İnsanlar Yanya, alındı. On beş gün karantinada kaldıktan sonra Kavala, Selanik, Rodos ve Girit’ten Türkiye’ye göç etti. kendilerine, “Bütün evler boş, bulduğunuza girip Aralarında benim ailem de vardı. Okumuş, eğitimli oturun!” dendi. E, tabii Midilli mübadilleri bizden daha bir adam olduğu için kendisine ‘Halil Hoca Efendi’ önce geldikleri için daha güzel diye hitap edilen rahmetli dedem, evler, hatta bazılarının içi mallarla 1924 yılında on çocuğuyla birlikte 1924 yılında on çocuğuyla dolu dükkânlar bile buldular. Ayvalık’a geldi. Gemi Dalyan Açtılar dükkânları, malları satmaya Boğazı’ndan içeri girdi, Cunda’daki birlikte Girit’ten Ayvalık’a başladılar. Yani bunlar da oldu… eski Yetiştirme Yurdu’nun karşısına, gelen dedeme, bir gün Tavuk adasının önüne demirledi. Halil dedem, Maden Caddesi’nde sormuştum: “Dede yahu! Hiç İlk gördükleri, ‘Despotun Sarayı’ çocuklarıyla birlikte sığışabilecekleri denilen bina oldu. (Aslında orası babaannemi düşünmedin mi? büyükçe bir eve yerleşti. Ancak ne Despotun Sarayı değil. Ben Milli On tane çocuk? Nasıl baktı?” yapacakları bir iş vardı ortada, ne Emlâk memuruyken mübadele de onlara iş verebilecek kimse... Dedem, “Ah be evladım!” öncesi yaşadıkları evleri görmeye Yetkililer sahipsiz tarlaları gösterip, gelen Midillililer o binaya ‘palati’ demişti, “O zamanlar koyunlar “Buyurun, isteyen eksin, biçsin!” yani ‘saray’ derlerdi ama palatinin süt veriyor; sütten peynir, diyorlardı. Lâkin, eker ekmez ürün başında despotun adı geçmezdi. alınmıyor ki... Babam henüz on yoğurt, çökelek yapılıyordu. Et Zaten o dönemdeki despotun evi yedisinde bir delikanlıydı. Yorganını hayvanlardan, yağ zeytinden, yukarıdaki ana kilisedeydi.) sırtladı, Cunda’dan Ayvalık’a geçti. bal arılardan geliyordu. Altınova yakınlarındaki Makaron Ahali geminin kaptanından çiftliğine gitti. Çiftlikte neredeyse Türkiye’de olduklarını Halimiz vaktimiz o kadar iyiydi karın tokluğuna çalıştı. Eline öğrendiklerinde sevinçten silaha ki, çocuk yapmaktan başka geçen birkaç kuruşu da hafta sarılıp havaya ateş etmeye başladı. işimiz yoktu!” sonları dedem alıyordu. Çünkü Bunun üzerine ne olduğunu kalabalık bir aileydiler. Dedem anlamak için Ayvalık Nahiye hepsine bakamıyordu. Nitekim biraz Müdürü gemiye sandalla birkaç büyüyen çocuklar, tıpkı babam gibi, nerede iş varsa adam gönderdi. Adamlara, “Sevincimizden ateş oraya gittiler, dağıldılar sağa-sola... O günlerde dedem ediyoruz... Artık Türkiye’deyiz ya!” demişlerdi. Bunları biri kız iki evladını veremden kaybetti. Eskiden soğuklar anlatırken inanın hâlâ çok duygulanıyorum, gözlerim kim bilir nasıldı? Örtünecek battaniyeleri bile yoktu yaşarıyor. zavallıların. Bir on yıl kadar çok eziyet çektiler. Derlenip Gelenler gemiden inip karaya ayak bastıklarında toparlanmaları uzun sürdü.
11
BİZİM YARIM GÂVUR OKUR BUNU! Babam yirmi yaşlarındayken aynı mahallede oturan annemle evlendi. Annem otuz beş yaşında; bir evi, mesleği olan, kendi ayaklarının üzerinde duran bir kadındı. Terziydi. Yirmi zeytin ağacından başka mal varlığı bulunmayan babamın hayatı bu evlilikle birlikte biraz olsun kolaylaştı, düzene girdi. Zeytin budamayı Girit’te öğrenen babam, Ayvalık’ta budama ustalığı yaptı. Kış aylarında ise zeytinyağı fabrikalarında taş baskı ustası olarak çalıştı. Beş çocukları oldu. 1932’de ben dünyaya geldim. Babamın aldığı keçilerin çobanlığını yaptığımda altı-yedi yaşlarındaydım. Evimiz dedemlerin evinin karşısındaydı. Sonra ilkokula başladım. Ben yüksek sesle ders çalışırken dedem gelip müdahale etmeye bayılırdı. Okumuş adamdı. Girit’teki rüştiyeden mezundu. Diyelim ki, Himalaya dağlarını ezberliyorum. Hemen söze girer, “Biz şöyle okuduk: Himalaya daglarinde Agori Sangar tepesi seçiz bin seçiz yüz seçsen iki metre!” derdi. Halil dedem Türkçeyi Girit’teki Türk okulunda öğrenmişti. Ama ailede ondan başka Türkçe bilen yoktu. Bunun nedeni şuydu: Midilli’de Türklerle Rumlar sadece şehirlerde birlikte yaşıyorlardı ve şehirde yaşayan Türkler Rumca da konuşuyorlardı. Ancak adadaki Türk köylerinde Rum yaşamadığı için bu köylerde hep Türkçe konuşuluyordu. Oysa, Girit’te ana dil her yerde Rumcaydı. Bu yüzden bizler ancak büyüdüğümüzde okullarda Midillili çocuklardan öğrendik Türkçeyi. Mesela, benim şivem ortaokula giderken bile bozuktu. Bu yüzden Midillili arkadaşlarım bana “Yarım gâvur!” derlerdi. Aramızda espri konusu olurdu bu. Fakat enteresandır, annemden öğrendiğim Yunan alfabesi ve ‘yarım gâvurluğum’ gün geldi, işe yaradı... 1945 yılıydı. Cunda’nın üzerinden bir Yunan uçağı geçti. Uçaktan aşağıya gazeteler atılıyordu. Bir tanesi tam okulun bahçesine düştü. Yunanca bilen olmadığından öğretmenler gazeteyi alıp “Bizim yarım gâvur okur bunu!” diye bana getirdiler. Ben de okudum. Gazetede Yunanistan’ı işgal eden Almanya’nın teslim olduğu yazıyordu. Yunanistan bayram yapıyordu!
şükretmeyi bilirdik. Bir evde iki keçi-iki koyun oldu mu, inanın o ev aç kalmıyor. Ben bunu gözümle gördüm. Tarlanızı ektiniz mi karpuzdu, kavundu, bamyaydı, börülceydi sebzeniz gelir. Zeytini de topladınız mı yağınızı sıkarsınız. Yani paranız yoktur ama gıdanız yerindedir. Elbette çalışmak şartıyla!.. Tembel insanlar da vardı çevremizde... Maalesef onların adı ‘fakir’di. Bizler onlara yardımda bulunurduk. Bana gelince… Ben hep tarlada çalıştım. On iki-on üç yaşındayken sabahtan akşama bamya topladığımı bilirim. Gün doğarken tarlaya gelir, gün batarken dönerdik. Hasat zamanı ise ekin biçerdik. Arkadaşlarım top oynarlardı. Ben mahrum kalırdım. Cunda’da daha ziyade Giritlilerin bir sosyal hayatı vardı. Girit’ten gelenlerin belki yüzde yetmişi okumamıştı ama o yüzde yetmişin yarısı hatta yarısından fazlası mutlaka bir enstrüman çalmayı bilirdi. Özellikle Girit’te çobanlık yapanların hepsi usta kemençeciydiler. Cunda’yı da onlar şenlendirirdi. Ayrıca Giritlilerin sirto, sirtaki, pirifto gibi türlü türlü oyunlarına, türkülerine, manilerine, atışmalarına herkes bayılırdı. Düğünlerde ‘Adalılar’ şöyle derdi: “Yahu! Giritli kızlar
GİRİTLİ KIZLAR GELMEZSE DÜĞÜNÜN TADI ÇIKMAZ! Babam cahilliğin sıkıntısını çok çektiği için hepimizin eğitim almasını sağladı. Biz beş kardeş hem okula gider, hem keçi güder, hem de tarlada çalışırdık. Hiç oyunumuz yoktu. Ama şikayetçi de değildik. Halimize
Türk Halk Müziği Korosu’nda solo okuyorum
Sanat Okulu mezunu genç bir delikanlıyken bir gün bir yerde bir saz gördüm. Saza mı para vermek istemedim, yoksa marangozluğumu ölçmek mi bilmiyorum, kendi kendime, “Ben bundan bir tane yapacağım!” dedim. Bir değil, tam üç saz yaptım. İkisini sattım. Birini de yıllarca ben kullandım. Şu an çalamıyorum elbette… Parmaklarım artık gitmiyor ihtiyarlıktan. Ama hâlâ şarkı, türkü söylüyorum. Daha önce Mesut Duran Müzik Derneği’ndeydim. Şimdi AYSAM-AYVADA Sanat Merkezi Türk Halk Müziği Korosu’ndayım. Yedi-sekiz yıldır solo okuyorum.
12
Hüseyin Öztürk’ün babası
gelmezse bu düğünün tadı çıkmaz!” Düğünler çok şaşalı olurdu gerçekten... Eğlenceler gazinolarda, kahvelerde değil evlerde ya da evlerin bahçelerinde yapılırdı. Kemençeler, udlar, kemanlar çalınırdı. Paşo Hasan kemençeyi mükemmel çalardı. Kardeşi Hüseyin Ağa ise adeta kemençeyi konuştururdu. Kadınların arasında mandolin çalanlar çoktu. Kısacası düğünler, herkesin eğlendiği, sosyalleştiği alanlardı. SEVDİĞİM KIZ GÜZELDİ, BAŞKASI KAPMASIN DİYE ASKERDEN GELİR GELMEZ KAÇIRDIM ONU İlkokul bitince sanat okuluna gittim. Mezun olunca İzmir Tekel Fabrikası’nın marangozluk bölümünde işe başladım. Kazancım çok azdı. Yine de yiyecek paramı ayırır, kalanını anneme gönderirdim. Diğer kardeşlerimin de eli iş tutunca biraz ferahladılar. Ancak o zaman Cunda’ya geldiklerinde annemle babama verilen kırk ağaç zeytin dışında bazı mallar edinebildiler. İki-üç tarla satın aldılar. Önceleri sadece bir tarlamız vardı ama biz ürününe ortak olduğumuz altı-yedi tarlayı sürerdik. Her şey yetişirdi o tarlalarda. Bamya, börülce, domates, mısır, enginar... Enginar tarlamız hâlâ duruyor. Konumuza dönersek, fabrikadan ayrılıp askere gittim. İki yıl süren askerliğin ardından Ayvalık’a döndüm ve hemen evlendim. Çünkü ev çok kalabalıktı ve ben kazandığım parayı anneme-babama vermekten usanmıştım. “Ben bu aileden çıkayım artık!” dedim. Sevdiğim kız güzeldi. Başkası kapmasın diye askerlik biter bitmez onu kaçırdım. Evlendik. Üç ay Cunda’daki çinko-kurşun madeninde çalıştım. Sonra bir gün Mal Müdürlüğü’nün önünden geçerken bir ilan gördüm. Müdürlüğe ortaokul mezunları arasından sınavla eleman alınacağı yazıyordu. Balıkesir’de yapılan sınavı kazandım ve 1956 yılında Edremit Mal Müdürlüğü’nde Milli Emlâk memuru olarak göreve başladım. On yıl sonra beni Ayvalık’a verdiler. Hazine avukatlığı ile birlikte çalışıyordum. Avukatın adı İhsan Çakın’dı. Ben açılan bütün davaların evraklarını güzel güzel hazırlıyordum, o da kazanıyordu. Tam otuz beş yıldır süren bir davayı devralmıştı avukat. Dava bir türlü bitmiyordu. Temyize gidiliyor, bozuluyor, yeniden açılıyor vs. vs... İhsan Bey o davayı da kazandı ve mahkemelik olan yerin tescilini Hazine adına yaptık. Onunla çalışırken hukuk bilgim artmıştı. Medeni Kanun’u, Vergi ve Borçlar Kanunu’nu adeta ezberlemiştim. Ayrıca memuriyetim sırasında Vergi Dairesi’nin bütün servislerinde görev almış, emekliye ayrılmazdan önce de Milli Emlâk memurluğuna ilaveten veznedarlık yapmıştım. Bu birikim sayesindedir ki, emekli olur olmaz muhasebe bürosunu açmaya cesaret ettim. Tam otuz yedi yıldır serbest muhasebeci ve mali müşavir olarak işimin başındayım. Büromu, stajlarını benim yanımda yapan torunlarıma bırakacağım. Mezuniyetlerine üç yıl var. Bu da demektir ki en az üç yıl daha ‘tam emekli’ olamayacağım!
Uzun yıllar Günaydın ve Yeni Asır gazetelerinin Ayvalık muhabirliğini yaptım Ayvalık Milli Emlâk’ta tek memurdum. Gece saat on bir-on ikilere dek çalıştığım olurdu. Ama ne yapar eder, ek işler için fırsat yaratırdım. Çünkü üniversitede çocuk okutuyordum ve memur maaşım yetmiyordu. Bu nedenle 1965-1979 yılları arasında Günaydın ve Yeni Asır gazetelerinin Ayvalık muhabirliğini üstlendim. Bir yaz günü Çamlık’ta 1969 Türkiye Güzeli Şermin Ayşin’i gördüm. Kaçırır mıyım! Hemen gidip kendimi tanıttım. Ayvalık’ın en güzel yerlerinde onun fotoğraflarını çektim. Yeni Asır, o fotoğraflara arka sayfasında kocaman bir yer ayırmıştı. Muhasebeciliğe başlayınca muhabirliği bıraktım.
Bitirmeden, bir şey daha söyleyeyim: Ben çalışkan, becerikli bir insandım. Ancak bugün sahip olduklarımı büyük ölçüde, çocuklarını elinden geldiğince okutan babama borçluyum diye düşünüyorum. .......... *Hüseyin Öztürk’ün söyleşimizde sözünü ettiği hazine avukatı İhsan Selahattin Çakın babamdı (Gülbeniz Şentay).
13
‘Düz ayak’ bir coğrafyaya sahip olduğu için bisiklete her zaman yakın duran Ayvalık’ın ilk bisiklet yolu geçen yıl açıldı. Bu önemli bir yenilikti ve doğal olarak bisiklet dostlarını sevindirdi. Artık pedallar daha bir mutlu ve güvenle çevriliyor. Üstelik açık havada yapılacak bir bisiklet gezintisi, bize Ayvalık’ın güzelliklerini her defasında yeniden keşfetme imkânı da veriyor. Konuyu, ‘alternatif ulaşım aracı’ bisikletin yeniden hayatımıza girmesi için Ayvalık’ta adeta bir ‘bisiklet seferberliği’ başlatan ve 2013 yılında kentte ilk bisiklet şenliğinin gerçekleşmesinde önemli payı olan Piraye Bayman’la konuştuk.
GEÇMİŞTE AYVALIK’TA FAZLA TAŞIT YOKTU VE KARBON SALINIMI AZDI. ŞİMDİLERDE ÇOK YÜKSELDİĞİ İÇİN BİSİKLETLE ULAŞIM ÖNEM KAZANDI Gülbeniz Şentay
-B
isiklet kullanmayı sekiz yaşında, pek çok çocuk gibi mahalledeki arkadaşlarımın bisikletlerine binerek öğrendim. Ankara’da oturduğumuz semt özellikle biz çocukların bisiklet sürmesi açısından çok uygundu. Kardeşim Atiye ile birlikte bizim de binebileceğimiz bir bisikletimizin olmasını çok istiyorduk. Sonunda anne ve babamı ikna ettim. Ancak kızmalarından korktuğum için kullanmayı bildiğimi gizledim. Bir gün ailece Türkiye’nin ilk ulusal süpermarket zinciri olan Gima’ya gittik. Boyuma göre bir bisiklet seçtik. Sevinçten havalara uçuyordum. Sanırım Çekoslovak malıydı. Mağazadan çıktık. Kaldırımdan evimize doğru yürürken, bisikletin iki yanındaki yardımcı tekerleri usulca havaya kaldırdım. Sonra seleye atladığım gibi, anne ve babamın şaşkın bakışları arasında evin yolunu tuttum. Kardeşimle bindiğimiz o bisikletle epey yaramazlıklar yaptım diyebilirim... Hiç unutmam, bir keresinde Ziya Gökalp Caddesi’ndeki evimizden çıkmış, ta Hukuk Fakültesi’ne kadar, üstelik de ana yoldan gidip gelmiştim. On yaşında filandım. Tanıdıklar görüp de anneme söyleyince okkalı bir azar işitmiştim. Piraye Bayman'ın çocukluğu ve gençliği spor yaparak geçmiş, mahalle takımında futbol bile oynamış.
ise takım kaptanıydım. Orada da Türkiye şampiyonu olduk. Kısacası TED Ankara Koleji ve Boğaziçi Üniversitesi’nde spora devam ederken, bisiklete sadece keyif duyduğum için biniyordum. Amerika’ya gidince orada ilk profesyonel yarış bisikletimi aldım. O gün bugündür hayatımda hep bisiklet var. Tam bir sevdalıyım yani! Peki, insanlar niçin bisiklete binmeli?
PİRAYE BAYMAN
A
nne ve baba tarafı Midilli göçmeni olan Piraye Bayman, Ankara’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini TED Ankara Koleji’nde tamamladıktan sonra ODTÜ’ye girdi. Eğitim boykotlar nedeniyle kesintiye uğrayınca Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’ne geçti. Master’ını da BÜ’de tamamlayan Bayman, ‘Bilişsel Psikoloji’ dalındaki doktorasını Amerika’da, Kaliforniya Üniversitesi’nde yaptı. Doktora sırasında üniversitedeki öğrencilere ders verdi.
Türk üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak görev almak istediyse de ülkedeki anarşik ortam yüzünden bu arzusu gerçekleşmedi. Amerika’da kaldı, on dokuz yıl boyunca New Jersey’de bir telekomünikasyon firmasında araştırma/ geliştirme görevlisi olarak çalıştı.
-Her şeyden önce bisiklet insanın kendisini özgür hissetmesini sağlıyor. Doğanın içinde, kendi gücünüzle etrafı görerek, kuşları duyarak dolaşıyorsunuz. Bu küçümsenmeyecek bir ayrıcalık. Ama bisiklet kullanımının yaygınlaşması için uğraş vermemin tek nedeni bu değil. Doğa gittikçe artan karbon salınımı nedeniyle kirleniyor. Oysa, örneğin Çamlık’ta yaşayan sağlıklı insanların üçte biri ulaşımda özel araçları yerine bisikleti tercih etseler bu tehlike azalacaktır. Bisiklet kullanımını özellikle bu açıdan çok önemsiyorum. Ayrıca bisiklete binmek sağlığımız için de çok yararlı. Dolaşım sistemimizi çalıştırıyor. Yol boyu hem güneşten D vitamini alıyor, hem temiz hava soluyorsunuz. Bisiklet, kesinlikle çevreci ve sağlıklı bir araç. E n güzeli, bisiklete binmeyi çocukken öğrenmek ama hangi yaşta olurlarsa olsunlar yetişkinler de bunu becerebilirler.
2013 YILINDAKİ ŞENLİĞİN -İlkokul ikinci ya da üçüncü 2002 yılında Türkiye’ye dönen Piraye ARDINDAN AYVALIK’TAKİ BEDEN sınıftaydım. Annem, “Artık futbol Bayman, bir üniversiteden teklif EĞİTİMİ ÖĞRETMENLERİ, oynama... Bacakların çarpılacak!” almasına ve öğrencilerle birlikte olmayı ÖĞRENCİLERİNİ MOTİVE ETTİLER dedi. Oysa takımın aslarındandım çok özlemesine rağmen, Ayvalık’ta VE ÇOK SAYIDA ÖĞRENCİ ARAMIZA ve mahalledeki erkek çocuklar yaşamaya karar verdi. STK’larda KATILDI babamın yolunu kesip, “Piraye gönüllü olarak çalışmalarını sürdürüyor. gelmezse gol atamayız!” diye Piraye Bayman’a bisiklet sevdalılarının yalvarıyorlardı. Babam da buluştuğu ‘Ayvalık Bisikletlileri’ grubunu zaman zaman oynamama izin soruyoruz. verirdi. Ortaokulda okulun voleybol takımına girdim. -2002 yılından beri Ayvalık’ta çeşitli sivil toplum Son sınıfta ise basketbola başladım. 1978 yılına örgütlerinde görev aldım. Çok emek verdiğim dek Kolej A takımında ciddi bir spor hayatım oldu. Ayvalık Tabiat Platformu da bunlardan biri. Orada İki kez Türkiye birinciliğini elde ettik. Üniversitede
14
çalışırken bisiklet kullanarak karbon salınımını azaltmayı gündeme getirdim. Arkadaşlarımın da onayıyla bir ‘bisiklet seferberliği’ başlattık. facebook’ta oluşturduğumuz Ayvalık Bisikletlileri grubu ile Tabiat Platformu, Ayvalık Belediyesi ve Ayvalık Ticaret Odası’nın desteğiyle 2013 yılında Ayvalık’ta ilk bisiklet şenliğini gerçekleştirdik. Bisiklete binmeyi her zaman destekleyen Belediye Başkanımız Rahmi Gençer, o zaman ATO başkanıydı. Üzerinde ön tekerleği kalp şeklindeki logomuzun yer aldığı tişörtlerimizi ATO’nun desteğiyle hazırlatmıştık. Hasat Günleri kapsamında gerçekleştirdiğimiz bu etkinliği daha sonra yılda iki kez yapmaya başladık. Yola elli-altmış kişiyle çıkmıştık. sağınıza park eden araçlardan birinin kapısı her an Geçen yıl yüz otuz-yüz kırk kişi olduk. Giderek açılabilir ve önemli bir kaza meydana gelebilir. büyüdük ve adımız/etkinliklerimiz duyulur, Bu nedenle park halindeki araçların en az bir ses getirir hale geldi. 2013 yılındaki buçuk metre ötesinden geçilmesini salık 1960’lı yıllarda şenliğin ardından Ayvalık’taki beden veriyoruz. Tabii bu durumda da trafik Ayvalıkgücü eğitimi öğretmenleri, öğrencilerini bloke oluyor. Bu kez durağına yetişmek motive ettiler ve çok sayıda öğrenci ya da müşteri kapmak derdindeki Spor Kulübü ilçede aramıza katıldı. Tur öncesi bir şoförün tacizine uğruyorsunuz. mahalli bisiklet yarışları sponsorumuz sayesinde İzmir’den Örneğin araç bacağınızı yalayarak düzenliyordu. Katılımın yirmi bisiklet kaskı getirttik. Kurayla geçiyor. Bu benim başıma geldi. on kız-on erkek öğrenciye kaskları Kısacası, yetkililerden toplu taşım yüksek olduğu bu yarışlar dağıttık. Bütün çocuklarımızın aracı kullananlara, bisikletlilere nasıl Cumhuriyet Meydanı güvenle yol almalarını istiyoruz davranacakları hususunda eğitim ile Çamlık arasında çünkü. İnşallah başka sponsorlarımız vermelerini talep ediyoruz. Yayalara da devreye girecek ve bu konudaki tanınan geçiş önceliğinin bizlere de yapılıyordu. eksiğimizi kapatacağız. tanınmasını bekliyoruz. Son katılım isteğinin Zeytin Çekirdekleri’nde yer alan bir grup öğrenciden geldiğini, onlara sadece bisiklete binmeyi değil, güvenli sürüş tekniklerini ve bisikletli olarak trafikteki haklarının ne olduğunu öğreteceklerini söyleyen Bayman, Ayvalık Bisikletlileri’ne artık Körfez bölgesinden de katılımların olduğunu belirtiyor. “Barış İçin Pedal dediğimizde Foça’dan Altınoluk’a kadar uzanan hattan elli-altmış bisikletli gelip, bizimle pedal çevirdiler. facebook’ta iki yüzün üzerinde üyemiz var. Bu sayı her geçen gün artıyor!” diyor ve Ayvalık’ın bisiklete binmek için ideal özellikler taşımasına rağmen, sorunlar yaşandığını vurguluyor. -Yokuşumuz çok az ama eksiklerimiz var. Bu eksiklerin ilki, toplu taşım araçlarının trafikte bisikletlilere öncelik hakkı vermeyişi… Ayvalık’ın merkezi yerlerinden geçerken yolun ortasından gitmek zorundasınız. Çünkü
BİSİKLET YOLUNUN TEMİZ TUTULMASI, DENETLENMESİ VE AMAÇ DIŞI KULLANIMA KAPATILMASI ŞART Sözü Cunda’daki bisiklet yoluna getiriyoruz. Piraye Bayman genellikle olumlu cümleler kuruyor. Ancak sıkıntılar da yok değil! -Ben acemi sürücüleri hep bu yola yönlendiriyorum. Orası antrenman açısından çok faydalı. Belediyemize bu imkân için teşekkür ediyor ve yolun Sarımsaklı’ya kadar uzatılmasını diliyoruz. Ancak bazı tehlikeler içerdiğini de söylemem gerek. Örneğin evlerinde tadilat yapan insanlar kumlarını, çimentolarını yolun üstüne bırakıyor. Kimileri de araçlarını park ediyor. Hızla giderken ve bir dönemeç sonrası ansızın karşınızda beliriveren bu engeller çok tehlikeli. Yine bisiklet yolu üstündeki dubalar, cam kırıkları kazalara
15
davetiye çıkarıyor. Son turnuvada dört çocuğumuzun lastiği patladı. Yani bisiklet yolunun temiz tutulması, denetlenmesi ve amaç dışı kullanıma kapatılması şart. Giderek sayımızın çoğaldığı göz önüne alınırsa, bir başka ihtiyacımız da bisiklet parkları ve toplu taşım araçlarına takılacak bisiklet askıları olacak. Zira diyelim ki, bisikletle Cunda’ya gittim. Orada frenim ya da lastiğim patladı. Ne yapacağım? Bayman, bisiklet kullanımını ve sporunu yaygınlaştırmak adına çeşitli gruplarla sürekli bağlantı halinde. Dahası, kendisi de bu gruplarda bisiklete biniyor. -‘Çevreci ve küreselleşme karşıtı bir grup’ şeklinde tanımlayabileceğim ‘Critical Mass’ bunlardan biri. ‘Ayvelo’ ve kadınlardan oluşan ‘Demir Atına Atla Gel’ de birlikte olduğum gruplar. Dediğim gibi, Körfez’de uzun yol binen arkadaşlarımız var. Akçay, Burhaniye, Edremit’te faaliyet gösteren gruplarla sürekli diyalog halindeyiz. Ayvalık’taki çocuklara örnek olmaları amacıyla onları her fırsatta davet ediyoruz. Turlarımıza katılıyor, gençleri, çocukları destekliyorlar. Kaskları, özel giysileri, profesyonel bisikletleriyle geldiklerinde çocuklar onlardan elbette çok etkileniyor ve bu spora bağlanıyorlar. Piraye Bayman, söyleşimizi noktalamadan önce, üzerinde durulması gereken bir konuya daha dikkat çekiyor. -Amacımız; bir zamanlar olduğu gibi Ayvalık’ta yeniden bisikletle ulaşımı yaygınlaştırmak... Eskiden Ayvalık’ta fazla taşıt yoktu ve karbon salınımı azdı. Fakat şimdilerde karbon oranı çok yüksek. Bu nedenle bisikletle ulaşım çok önemli. Zaten dünyada böyle bir eğilim başladı. Alternatif ulaşım aracı olarak her geçen gün daha çok tercih ediliyor. Ayvalık’ı seven ve sağlığını düşünen herkesi bizimle birlikte olmaya çağırıyorum.
Ve bir anı...
KOMAYA GİREN MİLLİ BİSİKLETÇİ NUSRET ERGÜL’ÜN AYVALIK DEVLET HASTANESİ’NDEKİ TEDAVİSİ YAKLAŞIK 15 GÜN SÜRDÜ
K
epirtepe Köy Enstitüsü çıkışlı eğitmen bir babanın oğlu olan Sezai Erol, Balya’da ortaokulu bitirdikten sonra Çanakkale Sağlık Koleji’nde öğrenime başladı. O yıllarda kolejin ‘mecburi’ yaz dönemi stajları vardı ve Sağlık Bakanlığı öğrencileri 15 Haziran30 Eylül tarihleri arasında istedikleri hastanelere gönderiyordu. Sezai Erol Ayvalık’a hiç gitmemişti ama Ayvalık’ı yakından tanıyordu. Bu nedenle staj için Ayvalık Devlet Hastane’sini istedi. Üst üste birkaç yıl haziran ayında, daha sonra vergi dairesi olarak kullanılan ve şimdilerde boş olan ‘o güzel binada’ staj yaptı. O yıllarda Dr. Aslan Ergüven başhekim, Nimet Hanım başhemşireydi. Sonrasını Sezai Erol’un kendisinden dinleyelim: “Yıl 1968... Aylardan Haziran... Uluslararası Cumhurbaşkanlığı Marmara Bisiklet Turu devam ediyordu. Sıra Edremit-İzmir etabındaydı. Ayvalık’ta, hastanede günlük işlerimizi yapıyorduk. Caddeden tek-tük araç geçiyordu. Birden araç trafiğinin yoğunlaştığını fark ettik. Dışarıya çıktığımızda, trafik kazası geçiren, Bisiklet Milli Takımımızın Konya bölgesi bisikletçilerinden Nusret Ergül’ün getirildiğini gördük. Yarış devam ederken bir at arabasına çarpmıştı. Yüzünde yaralar vardı ve kendinde değildi. Komadaydı. Kısa süre sonra, kaza nedeniyle yarışı bırakan, yine Konya bölgesi milli bisikletçimiz Seyit Kırmızı geldi. Aslan Bey duruma hemen el koydu ve Ergül’ün tedavisini başlattı. Yüzündeki yaralar dikildi. Bu arada ajansların ve gazetelerin telefon trafiği birden yoğunlaştı. İlk gün bilgi karmaşası yaşadık. Bunun üzerine Dr. Aslan bey bu konuda yalnızca benim açıklama yapmamı istedi. Doktorlar, helikopterle İzmir’e götürülmesini tehlikeli buldukları için bisikletçimizin tedavisi yaklaşık 15 gün boyunca Ayvalık Devlet Hastanesi’nde sürdü. Giderek iyileşti. O günlerde hastane olarak yoğun bir ziyaretçi trafiği yaşadık. İkisi de çok başarılı birer sporcu olan Ergül ve Kırmızı daha sonra antrenörlük yaptılar. Ben onları unutmadım, onlar da beni unutmadı. Aramızda çok güzel bir arkadaşlık oluştu. Atamayla Anamur’a gittiğimde, 1970 yılında Akdeniz Bisiklet Turu yapılıyordu. Varış çizgisinin hemen yakınında bisikletçileri izliyordum. Gelip geçtiler ve etap sona erdi. Birkaç dakika sonra bir el omuzuma dokundu ve birisi “Koço!” diye seslendi. Sesin sahibi Nusret Ergül’dü. Finiş sırasında geçerken beni görmüş ve hemen yanıma gelmişti. Ayvalıklı değilim ama sanki orada doğmuş, büyümüş gibiyim. Gençliğimin en güzel günleri orada geçti. Çok arkadaşım vardı. Soyadlarını unuttum. Bu kaza ve sonrasında yaşananlar Ayvalık’ın yakın tarihinin bir sayfasının bir köşesinde ufacık bir anı olarak kalsın istedim...”
16
Ayvalık giderek daha çok tanınan bir turizm merkezi. İnsanlar her fırsatta kentin kendilerine sunduğu nimetlerden yararlanmak amacıyla Ayvalık’a geliyor. Denize giriyor, güneşleniyor, eğleniyor, spor yapıyor, dinleniyor, eski sokakları dolaşıyor, tarihi yapıları, müzeleri geziyor. Ve bir şey daha yapıyor. Ayvalık’ın esnaf lokantalarına ‘mutlaka’ uğrayıp, büyük kentlerde fast-foodun, kebapçıların gölgesinde kalan zeytinyağlı ev yemeklerini tatmanın zevkine varıyor. Biz de Ayda Bir Ayvalık olarak hem Ayvalık turizmine, hem de insan sağlığına hizmet ettiğine inandığımız esnaf lokantalarını okurlarımızla buluşturmak istedik. Bu amaçla, önce, artık bir Ayvalık markası olan ‘Paşa Çorba Salonu’nu ziyaret ettik. Ayvalıklılar kadar, yerli/yabancı turistlerin ve Ayvalık’a gelen ünlülerin müdavimi oldukları Paşa’yı, İzzet Durko eşi Makbule Hanım’la birlikte işletiyor.
İ
AYVALIK’A GELENLER PAŞA ÇORBA’NIN LEZZETLERİNİ TATMADAN DÖNMEZ
zzet Durko, söze 2002 yılında faaliyete geçen Paşa Çorba’nın on beş yıldır aynı yerde hizmet verdiğini belirterek başlıyor.
-İlk açtığımda İstanbullu bir ortağım vardı. Onunla yaklaşık bir yıl beraber çalıştık. Kasımpaşalıydı. Bu nedenle salonun adını ‘Paşa’ koyduk. Bir süre sadece çorba servisi yaptık. Ancak müşterilerimiz başka şeyler de yemek istedi. Bunun üzerine çorba çeşitlerine sulu yemekleri ilave ettik. Mevcut menüye önce kuru fasulye, pilav, zeytinyağlı ıspanak girdi. Listemize aldığımız her yemek tutuldu ve her geçen gün bir yenisini eklemek suretiyle günde yirmi çeşit yemek sunar hale geldik. Neredeyse çorbalar ikinci planda kaldı. Paşa Çorba, daha işin başında belirlenen hedefin gereklerini yerine getirmeyi kararlılıkla sürdürüyor. -Ortağım ve ben bu işe başlarken sadece turizm sezonunda değil, yılın on iki ayında iş yapmayı hedeflediğimiz için, “Mutfağımızda, Ayvalık’ın sızma zeytinyağından başka bir yağ kullanmayacağız!” dedik ve kullanmadık. Çünkü biliyorduk ki, yediği yemek sonrası midesinde yanma/ekşime olan bir müşteri ne yaparsanız yapın, bir daha aynı mekâna asla adım atmaz. Nitekim geçen on beş yıl, bize ne kadar haklı olduğumuzu gösterdi.
Gülbeniz Şentay
Bizim bir özelliğimiz de insanların yapmayı unuttukları veya sevmedikleri yemekleri yeniden onlara hatırlatmak ve sevdirmek... mutlak özendir. Hijyen konusundaki titizliğimiz servis alan müşterimizin gözünden kaçmıyor elbette. Ancak çoğu zaman, “Acaba mutfak da böyle temiz mi?” diye sorduklarını duyar gibi oluyordum. 2011 yılında Ayvalık Belediyesi’nden aldığımız ‘Temiz Gıda, Güvenirlik, Hijyen Belgesi’ adeta, konuklarımızın mutfağımız hakkındaki olası sorularının bir cevabı oldu. Pek çok başvurunun yapıldığı ancak yalnızca yedi kuruluşun hak ettiği bu belgeyi herkes gönül rahatlığıyla yemeğini yiyebilsin diye salonun duvarına astım.
Aynı anda kırk kişinin yemek yiyebildiği mekân, günde iki yüz konuk ağırlıyor. Perşembe günleri pazara gelen Ayvalıklılar ve Midillililerle bu sayının hayli üzerine çıkıldığını öğreniyoruz. Peki, Paşa’nın menüsünde neler var? -Bir kere, her gün yedi farklı çorba çıkarıyoruz: Paça, işkembe, beyin, tavuk, mercimek, tuzlama, damar. Çorbalarımızı geceden hazırlıyoruz. Çünkü ağırlıklı olarak kemik suyu kullanıyoruz ve kemiğin yağının, iliğinin çıkması zaman alıyor. Sabah saat altıda başladığımız çorba servisi
Paşa Çorba’nın olmazsa olmazlarından biri de hijyen koşullarına gösterilen sınırsız özen... -Paşa; hâlâ ilk günkü dekorasyonu, boyası, badanası, avizeleri, aplikleriyle hizmet vermeye devam ediyor. Müşterilerimizin alıştıkları ambiyansı hiç bozmadık. Bunca yıl geçmesine karşın, her şey ilk günkü gibi duruyorsa, nedeni mekânın temizliğine gösterdiğimiz
17
gün boyu sürüyor. Çıkış noktamız ‘çorba’ olduğu için, bizde çorba hiç bitmiyor. Tüketildikçe takviye yapıyoruz. Zira sadece çorba içmek için gelen çok müşterimiz var. YAZ AYLARINDA YAPRAK SARMA VE KABAK ÇİÇEĞİ DOLMASINI YETİŞTİREMİYORUZ İzzet Durko, Paşa mutfağının kesinlikle Ege mutfağı olduğunu vurguluyor. -Ben de mübadil bir ailenin oğluyum. Baba tarafım Yugoslav göçmeni. Annem Selanikli. Haliyle mutfağımda Boşnak ve Selanik etkisi var. Selanik demek, bir bakıma Girit mutfağı demek zaten. Bu nedenle Ege otları tüm Ayvalıklılar gibi benim de olmazsa olmazım. Çıkardığımız yirmiye yakın yemek çeşidinin sekiz-on tanesi mevsimin otlarından, sebzelerinden yapılıyor. Örneğin şu an arapsaçı, akkız, azma (cibez) ve hindibanın tam zamanı. Zeytinyağlıların yanı sıra konuklarımıza her gün en az altı-yedi çeşit de etli yemek seçeneği sunuyoruz. Daima iki çeşit dana etimiz, hindimiz, tavuğumuz ve yine iki çeşit köftemiz oluyor. Elbette, müşterilerimizin karşısına her gün aynı yemeklerle çıkmıyoruz. Örneğin bir gün İzmir köfte, Ada köftesi yapmışsak ertesi gün misket köfte, terbiyeli köfte yapıyoruz. Ya da haşlayıp salata olarak sunduğumuz otlarımız, bir sonraki menüde etli yemekler arasında yer buluyor. Bir de şöyle bir uygulamamız var. Yaklaşık yirmi farklı yemek hazırlıyoruz. Bunların ilk etapta on beş tanesini tezgâha döküyoruz. Diğerleri biten yemeklerin yerine servis ediliyor. Yani şunu yapmıyorum: Diyelim ki etli bezelye çıkardık ve bitti. Yedekte yine aynı bezelye yemeğini bulundurmuyorum. Onun yerine dana haşlama veya hünkâr beğendi gibi başka bir çeşit ikram ediyorum. Paşa Çorba’nın en gözde yemeklerini merak ediyoruz. -Kış aylarında gelenlerin asla “Hayır!” demedikleri, her gün yapmama rağmen ilk tükenen yemeğim kuzu, dana ya da tavuk etiyle pişen
18
akkız ve arapsaçı... Yazınsa yaprak sarmayla kabak çiçeği dolmasını yetiştiremiyoruz. Öyle ki, ne kadar çok yapmış olursak olalım, saat on ikide tezgâha döktüğümüz dolmalar, en geç bir saat içinde tükeniyor. Bu nedenle müdavimlerimiz eğer gecikeceklerse telefon edip, dolmalarını ayırmamızı istiyor. Yine belirli günlerde pişen, Boşnak mutfağının olmazsa olmazı isli kuru fasulye ile potoplikanın da özel bir müşteri kitlesi var. Ayrıca seçim yapmakta zorlanan ve tüm zeytinyağlıların tadına bakmak isteyen konuklarımız için de bir ‘zeytinyağlılar tabağı’ hazırlıyoruz. Örneğin, bu mevsimde içinde pırasa kavurmadan akkız, hindiba, zoho otu, arap saçı, biber dolması, yaprak sarma, lahana sarma ve mercimek köftesine kadar her şeyin olduğu bu tabağı herkese öneriyorum. Kısacası, bu işe başladığımda gelenlerin Paşa’dan mutlu ayrılmalarını sağlamak tek amacımdı. Bunu başardığımızı görmek beni çok sevindiriyor. Tezgâhımızdaki çeşit, tabağımızdaki lezzet, kalite/ fiyat dengemizle insanları şaşırtmak, memnun etmek ise en büyük ödülümüz, mutluluğumuz. EŞİMİN KADIN MÜŞTERİLERİMİZLE İLETİŞİMİ, ONLARIN RUH HALLERİNİ ÇÖZÜMLEMESİ VE ONA GÖRE DAVRANIŞ GELİŞTİRMESİNİN BAŞARIMIZDAKİ PAYINI YADSIYAMAM İzzet Durko, mecbur kalmadıkça mutfağa girmiyor. “Sürekli mutfakta çalışırsanız, salonun kontrolünü kaybedersiniz!” diyor. -İki bayan aşçımız var. Biri Girit, diğeri Boşnak kökenli... Aslında ev kadını oldukları için gerçek ev yemekleri yapıyorlar. Sabah gelir gelmez işe girişiyor, bir gün öncesinden ayıklayıp yıkadıkları sebzeleri hünerli elleriyle hemen pişirmeye başlıyorlar. Saat on ikide menü hazır oluyor ve servise geçiyoruz. Ben bir yandan yemeğin sunumunu yapıp, bir yandan mekânın temel ihtiyaçlarının siparişlerini verirken eşim Makbule de konuklarımızın hesap işlemleriyle ilgileniyor. Yeri gelmişken eşimin her konuda en büyük destekçim olduğunu belirtmek isterim. Tezgâhta bile... Zira
Pırasayı hiç sevmeyenler bile bayıla bayıla yiyecek
PIRASA KAVURMA
Yeni yıl için ‘ana’ değil ama güzel bir ‘ara’ yemek tarifi vereceğim. Mehmet Yaşin’in de çok beğendiği ‘pırasa kavurması’nı, pırasayı hiç sevmeyenlerin bile bayıla bayıla yiyeceklerinden emin olabilirsiniz. İyice yıkanan bir kilogram pırasa kuşbaşı doğranır. İki bardak zeytinyağında yeterli tuz eklenerek yaklaşık yirmi dakika kavrulur. Kavrulan pırasa fırınlanmak üzere geniş bir tepsiye alınır. Blenderden geçirilen bir yumurta ile süt karışımı sos, pırasaları örtmeyecek şekilde tepsiye ilave edilir. Üzerine karabiber ve bir tutam un serpilir. Yüz seksen derecede on beş-yirmi dakika fırınlanır. Sıcak sıcak servis edilir. ben erkek müşterilerimizin arzularını yerine getirmekte hiç zorlanmıyorum. Çünkü genelde damak zevklerini öğrenmiş oluyorum ve ona uygun yemekler öneriyorum. Ancak kadınlar farklı. Bazen bir kadın müşterim neyi seçeceğine, canının neyi çektiğine bir türlü karar veremiyor. Ne söyleseniz, “Hayır!” diyebiliyor. Mutlu etmekte epeyce zorlanıyoruz yani. İşte böyle durumlarda eşim hemen yardımıma koşuyor. İki kadın arasında ayaküstü, sıradan ama koyu bir muhabbet başlıyor. Sonunda kadıncağızın yüzü gülüyor ve “Ne verirseniz onu yerim!” diyor. Yani eşimin kadın müşterilerimizle iletişimi, onların ruh hallerini çözümlemesi ve ona göre
davranış geliştirmesinin başarımızdaki payını yadsıyamam. Karı-koca çalışmak ve birbirimizi tamamlamak bize mesleki anlamda böyle de bir avantaj sunuyor. Paşa Çorba Salonu’nda kış mesaisi sabah beş buçukta, çorbaların ısıtılmasıyla başlıyor. Öğle servisi hava kararıncaya, yemekler bitinceye kadar sürüyor. Mekân kapandıktan sonra, ertesi günün sabah ve öğle servisi hazırlıkları yapılıyor. -Kışın daha rahatız. Ancak yaz aylarında hava geç karardığı için günde on dört saat çalışıyoruz. Paşa’da günde on kilo et, yirmi kilo sebze tüketiliyor. Midillili konuklar geldiğinde tüketim üçe katlanıyor. -Dediğim gibi, genelde memurlardan oluşan, kemikleşmiş bir müdavim kitlemiz var. Yılın on iki ayı yemeklerimizi yemeyi alışkanlık haline getirmiş olan bu insanlar, saat on iki gibi bizde olur. Onlar salondan çıkarken zeytinyağlı ev yemeklerinin yanı sıra Ege otlarının lezzetini arayan otel müşterileri, yazlıkçılar, Ayvalık’a yerleşenler gelir. Mekânı kapatıncaya kadar yoğun bir trafik yaşarız. Günün sonunda en büyük kazancımız, konuklarımızın ayrılırken söyledikleri sözler olur. Nedir onlar? Kimi, “Bizim oralarda ne yazık ki bu yemeklerden yok!” der. Kimi, “Her şey harikaydı, ellerinize sağlık, çok teşekkür ederiz!” der. En keyiflendiğimiz an işte budur. Bütün yorgunluğumuz uçup gider. TAZE FASULYE YA DA OT YEMEKLERİNİ AFİYETLE YİYEN ÇOCUKLARI GÖRDÜKÇE MUTLU OLUYORUM Paşa Çorba Salonu’nun artık bir Ayvalık markası olduğunu söylemiştik. Ucuz, temiz, sağlıklı ve de leziz yemekleriyle öne çıkan Paşa’nın adından yazılı ve görsel basında, internet ortamında sıkça ve övgüyle söz edilmekle birlikte onu ilk keşfeden, tüm Türkiye’ye tanıtan kişi, CNN Türk’te sunduğu ‘Yol Üstü Lezzet Durakları’ programıyla yazar Mehmet Yaşin olmuş.
PROF. CANAN KARATAY EKMEK YEDİ Mİ, YEMEDİ Mİ?
E
n son Prof. Canan Karatay’ı ağırladık. Yemek yemedi. Çorba istedi. Kendisine paça çorbası ikram ettim. Çok beğendi. Bir tane daha istedi. Diğer konuklarım gibi Canan Hanım’ın fotoğrafını da facebook’ta paylaşınca herkes “Peki, ekmek yedi mi?” diye sormaya başladı. “Cevabı bende kalsın!” deyip soruları yanıtlamadım. Evet, cevabı bende kalsın ama Karatay Hocamızın kül suyuyla yaptığımız klasikleşmiş tatlımız kalbura bastıdan yediğini ve çok beğendiğini söyleyebilirim!
-Çekimler sırasında kendisine Ada köftesi, kabak çiçeği dolması ve bize özel pırasa kavurması ikram etmiştik. Program yayınlandıktan sonra bir yıl boyunca her gün Ada köftesi sattım. Böylece Ada köftesi de olmazsa olmazlarımız arasına girdi. O yayın öylesine etkili oldu ki, diğer televizyon kanallarından da gelip çekim yaptılar. Gerek izleyenler sayesinde, gerek kulaktan kulağa yayılan duyumlarla tanınır ve aranır olduk. Ayvalık’a gelip de görmeden gidilmeyecek yerler arasına girdik. Ayvalık’ı ziyaret eden ve lezzet arayan ünlüler, Ayvalık’ta çekilen dizilerin oyuncuları sürekli müşterimiz oldular. Hep gelirler ve bir çorba olsun içmeden asla Ayvalık’tan ayrılmazlar. Ev tadındaki sıcak ortamı,
güler yüzlü ve nazik servis elemanları, temiz/sağlıklı/nefis Ege yemekleriyle konuklarını ağırlayan Makbule-İzzet Durko çifti için bütün müşterileri özel. “Ancak en değerli konuklarımız, çocuklar!” diyor İzzet Durko... -Taze fasulye ya da ot yemeklerini afiyetle yiyen çocukları gördüğümde inanın çok mutlu oluyorum. Onlar adına, sağlıklı tencere yemekleri yedikleri için seviniyorum. Zira çocuklar fast-foodu çok seviyorlar. Örneğin, Paşa’ya gelen ailelerin çocukları eğer ev yemeği yemiyorlarsa, o aile mekândan çıkıp gidiyor. Buna üzülüyorum. Çocuklarımızı seviyorsak, onlara sağlıklı beslenme kültürünü aşılamamız gerek diye düşünüyorum.
19
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
Geriye kalan…
‘H
afıza-i beşer nisyan ile maluldür’ ya da günümüz Türkçesi ile ‘insan belleğinin unutma hastalığı/zayıflığı vardır’. Söz uçar. Anılar, onları hatırlayanlar olmadığı takdirde unutulur. Geriye; eğer yazan olmuşsa, belge kalır, yazı kalır. Her ay bu değerli derginin bana ayrılan bir sayfasında; eski deyişle ‘ismiyle müsemma’, yani ‘niteliği isminden belli’ diye çevirebileceğimiz ‘Ayvalık Yazıları’nda karınca kararınca yapmaya çalıştığım, yaşanmışlıkları yazıya dökmek ve unutulmamalarını sağlamak.
gencin, denizin üstünde martılar gibi uçuştuğu ‘Optimist’ler için yelken korunağı çalışmalarına başlanmıştı. Sporcuların bir araya gelebileceği bir kapalı mekân ihtiyacı, otobüs durağının diğer yanında Yelken İhtisas Kulübü adıyla bir lokalin yapılmasına yol açtı.
Bu gelişmelerle birlikte zaman içinde artan talep, beraberinde arz ihtiyacını da getirdiği için o küçük büfe; giderek daha büyüdü, içerik olarak zenginleşti. Ve 41 Evler Mahallesi sakinleri ‘Ali’yi tanıdı. Büfeyi işleten bu yakışıklı, sıcak kanlı genci herkes çok sevdi. Herkesle ilgilenir, herkesin alışkanlıklarını, ihtiyaçlarını, okuduğu Bendeniz Macaron mahallesinde doğdum, 41 Evler’de gazeteyi, kaç ekmek aldığını, hangi süt büyüdüm. Mahallemizin; deyim yerindeyse ya da yoğurdu tercih ettiğini bilir, çoğu bir yerlileri vardı, bir de zaman içinde 41 Evler otobüs durağının zaman sabahları bu ihtiyaçların dağıtımını tayin ya da iş nedeniyle gelen, konan, tam karşısında yer alan, evlere bizzat yapardı. Bir süre sonra o göçen geçici nüfusu. Çoğunluğu orta bütün çocukluğumu, da kiracı olarak mahallemizin en eski gelir düzeyine sahip mahalle insanlarımız gençliğimi geçirdiğim, sakinlerinden Nikah Memuru Hüseyin için kira; önemli bir ek gelir oluştururdu. iki katlı küçük evimizin beyin alt katına yerleşince artık iyice Ayvalık’a tayinle gelen memurların bir bir katında yıllar içinde bizden, mahalleden biri oldu. Her yetişkinin kısmı da hem bütçelerine elverdiği için sayısız kiracı konakladı. evladı, her çocuğun ağabeyi gibiydi Ali. hem de sıcak, nezih atmosferi nedeniyle Mühendisten öğretmene, Gün geldi, bir motorsiklet kazasında, çok mahallemizde yaşamayı tercih ederler, doktordan otelciye, genç yaşta aramızdan ayrıldığını duyduk. kaldıkları sürece bizden biri olurlardı. terziden sporcuya, Bir dostumuzu, bir komşumuzu yitirmiş Örneğin 41 Evler otobüs durağının tam subaydan esnafa ve olmanın acısını yaşadık bütün mahalleli karşısında yer alan, bütün çocukluğumu, fotoğrafçıya 30’a yakın aile olarak. gençliğimi geçirdiğim, (sevgili babam ve geldi geçti. annemi yitirdikten sonra bütün anılarımı Sonraki yıllarda gerek büfe; gerek bir spor duvarlarının arasında bırakıp ayrıldığım ve mekânı olarak açılan Yelken İhtisas Kulübü bir daha da kavuşamayacağım) iki katlı küçük evimizin bir çok sahip, kiracı ya da kimlik değiştirdi. Her gelen üzerine katında yıllar içinde sayısız kiracı konakladı. Mühendisten bir şey koydu. Şimdi özellikle yaz aylarında; işleticilerinin öğretmene, doktordan otelciye, terziden sporcuya, sıcak davranışları, mutfağının lezzeti, yol üzeri ulaşım subaydan esnafa ve fotoğrafçıya 30’a yakın aile geldi kolaylığı ve ister gece ister gündüz o muhteşem Cunda geçti. Yaşadıkları sürece büyükler komşumuz/dostumuz, manzarasıyla, eski mirasını en azından ismiyle sürdüren çocukları da arkadaşlarımız, kardeşlerimiz oldular. Hemen ve ‘YELKEN’ adını taşıyan, Ayvalık’ın en gözde uğrak hepsi en az iki katlı olan diğer komşu evlerde de durum yerlerinden biri halini aldı. aynıydı. Bir arada olduğumuz sürece hepsini çok sevdik. Ama yıllar içinde ne kadar değişmiş, farklılaşmış, gelişmiş Hele bazıları çok özel izler bıraktılar bizde. ‘Büfeci Ali’ olursa olsun bizim kuşağımızın mahallelileri için o mekân, gibi… Bir zamanlar (bu yaşlarda söze böyle başladığımız örneğin yol tarif ederken hala ‘Ali’nin büfe’sinin biraz zaman o ‘bir zamanlar’ yaklaşık elli yıl kadar öncesi oluyor) ilerisi, karşısı vs. olarak anılmaya devam etti, ediyor. Tek yukarıda sözünü ettiğim otobüs durağı üç duvar bir çatıdan üzüntüm; elli yıl önceki mahallemizin ana yerleşim planı oluşan, içinde yine tahtaları eksik iki tane bankın olduğu, hâlâ aynı ve evleri hâlâ dimdik ayakta olsalar da o ‘bizim yağmura karşı belki ama ‘deli poyraza’ karşı hiçbir koruma kuşağımızın mahallelilerinin’ de artık parmakla gösterilecek sağlamayan, kulübe bozması, derme-çatma bir yerdi. kadar azalmış olması. Büyüklerimizin hemen hemen Günün birinde o durağın biraz daha genişletildiğini ve sağ tümünü başka bir aleme uğurladık. Sonraki kuşaktan da tarafındaki bölümün kapatılarak bir ‘büfe’ haline getirildiğini yitirdiklerimiz oldu. Sıra yavaş yavaş 65 yaşlarını sürdüren gördük. Mahalleli, ekmek, gazete ve benzeri küçük bizlere geldi, geliyor. Bizler de gidince insan belleğinin ihtiyaçlarını oradan karşılamaya başladı. Aynı dönemlerde unutma hastalığı nedeniyle ‘Büfeci Ali’yi de ve belki bizleri Berk Otel’in sahil kesiminde; Erkek Sanat Enstitüsü de hatırlayan kimse kalmayacak. Geriye; o da sadece öğretmenlerinden Sermet beyin çabalarıyla başlayan ve meraklıları için, bu yazılar kalacak. geliştirilen; sonraki yıllarda Ayvalıklı sayısız çocuğun ve
20
Duvar resimlerinde, mozaiklerde, tuvallerde, vazolarda, kitaplarda, kolyelerde hatta paralarda çok eski zamanlardan bu yana zeytine, zeytin ağacına, zeytin tarlalarına yer verildiği bir gerçek. ‘Barış ağacı’ özellikle ressamlar için adeta bir çekim merkezi. Bu nedenle, yerli ve yabancı pek çok ressam, her biri farklı bir güzelliği sergileyen zeytin ağaçlarının o kendine özgü görünümünden etkilendi ve onları tuvallerine taşıdı. Biz de hasat mevsiminde olmamız nedeniyle usta ressamlardan bazılarının resimlerini sayfalarımıza taşımayı uygun bulduk. Bakalım beğenecek misiniz!
ZEYTİNİ ÇİZENLER...
VAN GOGH (1853-1890), Zeytin Seçiciler, 1889
V
VAN GOGH: ZEYTİN ÇOK ÇARPICI BİR AĞAÇTIR VE İÇİNDE YETİŞTİĞİ YÖREYLE TAM UYUM HALİNDEDİR
an Gogh zeytin ağaçlarına yer verdiği resimlerini daha çok Saint Remy Akıl Hastanesi’nde kaldığı süre içinde çizdi. Ona göre, zeytin ağaçlarının renkleri diğerlerinden çok farklıydı
ve tuvaline bunu yansıtmaya çalışıyordu. O günlerde, kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta şöyle demişti: “Zeytin ağacı bizim Kuzey’deki söğüt kadar değişken. Bilirsin söğüt, ilk ağızda monoton
görünmesine karşın çok çarpıcı bir ağaçtır ve içinde yetiştiği yöreyle tam uyum halindedir. Şimdi, bizim oralarda söğüt neyse, zeytin ile selvi de burada aynen o anlama geliyor.”
21
VASILIS ITHAKISIOS (1878-1977), Zeytin Toplayan Kadınlar, 1910
İRİLİ UFAKLI KAĞITLAR BOY BOY ZEYTİN AĞAÇLARIYLA DOLUYOR
“G
ünlerdir, gövdeleri ateşli aşıklar gibi birbirine dolanmış zeytin ağaçları çiziyor. Görenleri şaşırtan, büyüleyen dallarına uzanma duygusu veren asırlık zeytinler. İrili ufaklı kağıtlar boy boy zeytin ağaçlarıyla doluyor. Kimisi kurşunkalemle kimisi boyalı... Resimin fırçayla, kalemle değil duyguların binbir rengiyle yapıldığını ilk defa kavrıyor. Van Gogh’un acı sarılarının, turuncularının, gece mavilerinin kaynağını kendi yüreğinde keşfediyor. Frida’nın kendine ayna tutup kendi acılarının suretinde gerçekleştirdiği mucizeyi zeytin ağaçlarıyla tekrarlıyor. Gövdeleri birbirine sarılmış, tek olmuş zeytinler içinden kopan çığlığın resmi. Ses çizgiye; çığlık renge dönüşür mü?Dönüşüyor. Zeytinler çok uzakta. Dışarıda; demir, beton, asfalt, taş, toprak bir dünya. Çirkin beton damların, ürkütücü gökdelenlerin, betonlaşmış geçmiş zaman kırlarının ardında güneş batıyor. Gökyüzü kızıl sarı, birazdan eflatun, mor, lacivert, mavi olacak biliyor. Gündoğuşu neyse de gün batışlarına dayanamıyor. Zeytinlikledin ardında çakılları usul usul yalayan deniz vardı. Güneş ufukta, deniz çizgisinde batardı. Böğürtlen çalılarıyla asırlık zeytinlerin kuytusunda sevişirlerdi. Ben görmedim, fark etmedim, senin bedeninle, senin kokunla, varlığınla doluydum. Sen gösterdin bana gövdeleri birbirine dolanmış ihtiyar zeytin ağaçlarını. Yaşlandıkça daha bir sarılır, tek olurlar, dedin.”
(Yetim Kalacak Küçük Şeyler, Oya Baydar, Can Yayınları, 2014)
22
MUZAFFER AKYOL (1945) Cumhuriyet Ağacı, Ölmez Ağacı, 2011
ŞEREF AKDİK (1899-1972), Ayvalık’ta Zeytinlikler, 1961
BİR TEK KONU ÜZERİNE BU NE ÇEŞİT ZENGİNLİĞİ!
S
adece ağacıyla değil, çiçeği, tanesi, yaprağı, dalı, hatta yağı ile sanatın farklı alanlarında kendine yer bulan zeytin ağacı için İngiliz yazar, romancı ve filozof Aldous Huxley şöyle demişti: “Yeterince zamanım ve resim yapma yeteneğim olsaydı, birkaç yılımı sadece zeytin ağaçlarının resmini yapmaya adardım. Bir tek konu üzerine bu ne çeşit zenginliği!” 23
SEMA ÇULAM (1951), Zeytin Toplayıcıları, 2009
CLAUD E Bordigh MONET (1840 -1 er İçind e Zeytin 926) Ağaçlar ı, 188
4
JOHN SINGER SARGENT (1856-1925), 24 Korfu Adasında Zeytin Ağaçları, 1909
Galatasaray’ın ve Milli Takım’ın unutulmaz kalecisi Turgay Şeren, son derece renkli, hareketli va başarılarla dolu bir hayat yaşadı. İlk eşi Ayvalıklı olduğu için bir dönem sık sık Ayvalık’a geldi. Hatta bu ziyaretlerinden birinde, bugünkü adıyla Hüsnü Uğural Stadı’nda kaleye bile geçti.
K
AYVALIK’IN TANINMIŞ AİLELERİNDEN DRAMALILAR’IN KIZIYLA EVLENEN ‘BERLİN PANTERİ’NE AYVALIKLI GENÇLER PENALTI ÇEKMİŞTİ!
aleci, teknik direktör ve futbol yorumcusu olarak tanıdığımız Turgay Şeren kısa bir süre önce, 7 Temmuz 2016’da aramızdan ayrıldı. Futbolculuk kariyerinin tamamını Galatasaray’da geçiren Şeren, 84 yıllık yaşamının bir bölümünde Ayvalık’ta da iz bıraktı. 1954 yılının ilk günlerinde Ayvalık’ın tanınmış ailelerinden ‘Dramalılar’ın kızı (babası Seyit Dramalı, annesi Zehra Dramalı) Emel Dramalı’yla nişanlandı, aynı yılın Mayıs ayında onunla evlendi.
Takvimler 1956 Ağustos’unu gösterdiğinde Turgay-Emel Şeren çiftinin Celâl adını verdikleri oğulları dünyaya geldi. İzmir Özel Türk Koleji’nde okuyan Celâl bir ara Ayvalık’ın amatör takımlarından Ayvalıkgücü’nde santrafor ve solaçık olarak sahaya çıktı. 20 Haziran 1972 tarihli Milliyet gazetesinden öğrendiğimize göre, o günlerde Ayvalıkgücü kulübünün başkanı olan Turhan Özkan, aynı zamanda basketbol ve yüzme sporlarına da ilgi duyan Celal Şeren için şunları söylemişti: “Celal büyük gelecek vadeden bir futbolcumuz. Süratli oyunu ve iki ayağına hakim oluşu, ilerisi için bizlere ümit veriyor.” Galatasaray’ın kalesinde adeta devleşen ve genç yaşta ‘Efsane kaleci’ olarak anılmaya başlayan Turgay Şeren evliliğini izleyen zaman dilimi içinde fırsat buldukça Ayvalık’a geldi ve bu ziyaretlerinden birinde, bugünkü adıyla Hüsnü Uğural Stadı’nda kaleye geçip, Ayvalıklı gençlerin kendisine ‘penaltı çekmesine’ izin verdi. O gün orada olanların söylediğine göre, ‘şakacıktan’ goller yedi. Emel Dramalı ile Turgay Şeren’in evlilikleri on yıldan biraz uzun sürdü ve 1966 yılında sona erdi. Ünlü kaleci daha sonra Arzu Şeren’le hayatını birleştirdi. Bu evliliği de erken bitti. Üçüncü ve son evliliğini Fatma Füsun Şeren’le yaptı. BİR İNSAN NASIL OLUR DA BU KADAR YÜKSEĞE SIÇRAYABİLİR? Turgay Şeren’in babası Sabit Şevki Şeren Mustafa Kemal Atatürk’ün özel kalem müdür muavinlerindendi. Turgay’a adını Atatürk vermiş ve “Senin adın Türkay olsun!” demişti. Ancak, Galatasaray Lisesi’nde ‘parasız yatılı’ okurken gerek öğretmenleri gerekse arkadaşları adını Türkay değil de ‘Turgay’ olarak söyleyince Turgay adını kullanmaya başladı. 1,85 boyundaki Turgay Şeren, Galatasaray Lisesi’nde önceleri voleybol ve basketbola ilgi gösterdi. Çok geçmeden lisenin futbol takımında yer aldı, santrfor mevkiinde oynadı. 17 yaşında Galatasaray A takımına,
25
bir yıl sonra da milli takıma yükseldi. Galatasaray Lisesi’nde öğrenciliği devam ettiği için bir bakıma, adeta ders çalışır gibi kaleciliği öğrendi. 1951 yılında Milli Takım’ın Federal Almanya ile oynadığı 2-1’lik zafer maçında kalesinde devleşerek müthiş kurtarışlar yapan Turgay Şeren’i, Alman Kicker dergisi ‘Bir insan nasıl olur da bu kadar yükseğe sıçrayabilir?’ başlığıyla kapağına taşıdı. Bu maçta sergilediği olağanüstü performans sayesinde ‘Berlin Panteri’ lakabını aldığında Şeren henüz on sekiz yaşındaydı. 1955 yılında bir başka önemli gelişme yaşandı, İzmirli Metin Oktay Galatasaray’a transfer oldu. Kısa sürede gol krallığını ilan eden Metin Oktay ile Turgay Şeren arasında derin bir arkadaşlık başladı. İki yıldız futbolcu, neredeyse bir ömür ayrılmadılar, Galatasaraylılığı adeta yaşam biçimi haline getirdiler. (Turgay Şeren, 1965 yılında çekilen ve Metin Oktay’ın hayatını konu edinen ‘Taçsız Kral’ filminde kendisini oynadı.) ‘Berlin panteri’, kariyerinin tamamını geçirdiği Galatasaray’da 1966-67 sezonu sonuna kadar görev yaptı. Bu süreçte 369’u ligde olmak üzere 400’den fazla resmî maça çıktı. Futbolu bırakmasının ardından 196869 sezonu başında Mersin İdman Yurdu’nun teknik direktörlüğünü üstlendi. Sırasıyla Vefa, Samsunspor ve Galatasaray’ı çalıştırdı. Sonra spor yazarlığı günleri başladı. Bir dönem televizyonda yayınlanan futbol programlarında yorumculuk yaptı. ‘Yolu Ayvalık’tan geçen’ Turgay Şeren’i bu vesileyle anarken belirtmek gerekir ki, o futbol oynadığı dönemde Metin Oktay, Lefter Küçükandoniyadis, Can EŞİ EMEL’E VE KÜÇÜK Bartu, Recep Adanır ve Basri Dirimlili gibi yıldızlarla CELÂL’İNE HİÇBİR ŞEYve statlara birlikte bir önemliSANKİ başarıya daha imza atmış ‘centilmenlik’ kavramının yerleştirilmesinde öncü rol YOKMUŞ İZLENİMİNİ VERMEYE oynamıştı.
ÇALIŞIYORDU
T
urgay Şeren’in pek bilinmeyen kısa süreli bir de Arjantin serüveni oldu. 1959 yılı başlarında Galatasaray kulübüyle arasında bir anlaşmazlık baş gösterince Arjantin’in River Plate takımından bir teklif aldı. Aynı yılın Şubat ayında Arjantin’e uçtu. Yola çıkış öyküsünü dönemin usta spor yazarı Namık Sevik’ten dinleyelim: “Galatasaray ve Milli Takım kaptanı Turgay Şeren duygularını belli etmemek için uzun süre kendisiyle savaştı. Yalnız kaldığı zaman yüzündeki ifade, dalgın ve düşünceli hâli iç hayatında bir takım fırtınaların estiğini gösteriyordu. Ancak, dışarıya karşı, daha doğrusu kendisini uğurlamaya gelen 5-10 dostuna, eşi Emel’e ve küçük Celâl’ine sanki hiçbir şey yokmuş izlenimini vermeye çalışıyordu. Ama son sahne, bütün arzu ve direncini kırıverdi. Oğlu küçük Celâl’le vedalaşıyordu. Elindeki sigaraya çarpan Celâl’e kısık bir sesle, ‘Oğlum, tam iş göreceği bir sırada elimi yaktın!’ dedi. Şöhretli kaleci şimdi ağlıyordu. Sonra hızlı adımlarla uçağın merdivenlerine tırmandı.” Ancak Turgay Şeren’in Arjantin günleri kısa sürdü. River Plate yönetimi ve taraftarı çok iyi bir kaleciye sahip olduk diye sevinirken, Galatasaray başkanı Sadık Giz transfere onay vermedi. “Turgay’ı bırakmak Galatasaray’a ihanettir!” diyerek tavrını koyunca başarılı sporcu Türkiye’ye ve Galatasaray’a döndü.
26
CELÂL ŞEREN AYVALIK’IN AMATÖR TAKIMLARINDAN AYVALIKGÜCÜ’NDE SANTRAFOR VE SOLAÇIK OLARAK SAHAYA ÇIKTI
DUVARDAN SEKEN TOPLARI KURTARMAYA ÇALIŞIRDI
A
deta futbol için doğmuş olan Metin Oktay ve Turgay Şeren, antrenmanlardan sonra sahayı terk etmiyor, ‘gönüllü’ olarak fazladan çalışıyorlardı. Bu özel antrenman Turgay’ın keşfettiği bir yöntemle yapılıyordu. Turgay bir duvarın önünde, duvarla arasında 1 metre mesafe bırakacak şekilde ve yüzü duvara dönük olarak duruyor, Metin Oktay 5-6 metre arkasına geçerek hızla duvara şut çekiyordu. Turgay da duvardan seken bu topları kurtarmaya çalışıyordu. Gerçekten çok zor ve yorucu bir idman şekliydi!
27
Aile dışında, hem kişisel hem de toplumsal kimliğin oluşmasında kitapların katkısı çok büyük... Buna bağlı olarak, kütüphanelerin sayısı ve kalitesi kültürel zenginliğin en önemli göstergelerinden. Bir ülkenin gelişmişliğiyle kütüphanelere duyulan ilgi arasında sıkı bir bağ var. Bu inançla Ayvalık Halk Kütüphanesi Müdürü Aygül Öncel Şahin’i ziyaret ettik. Ulaşım güçlüklerinin farkında olarak, Ayvalık’ta yaşayanların dikkatini kütüphaneye çekebilmek amacıyla hatırı sayılır adımlar atılmasına öncülük eden Şahin’le, Ayvalık Halk Kütüphanesi’nin hedef kitlesini, yeniliklerini, eksiklerini ve en çok da engelliler için yapılanları konuştuk.
S
KİTAPSEVERLER HALK KÜTÜPHANELERİNE KOLAYCA ULAŞABİLMELİ
ayın Şahin, Ayvalık’ta uzun yıllardır bir kitapçı yok. Halk Kütüphanesi bu eksikliğe çare olabiliyor mu?
-Bizim kütüphanemizin zengin kitap birikimiyle Ayvalık’taki bu eksikliği önemli ölçüde giderdiğini düşünüyorum. Yaklaşık 35.000’e yakın kitabımız var. Bu sayıya her yıl en az 4.000 kitap daha ekleniyor. Bu çok büyük bir avantaj... Tek sıkıntımız, yöremizi/ kentimizi konu edinen kitapların yetersizliği... Ancak Türkiye’deki halk kütüphanelerini tarıyoruz. Örneğin, Mersin, Adana ve Konya’da Ayvalık’la ilgili kitapları kargo ücretini ödeyerek ya da gönderilemiyorsa tarayıcıdan geçirip okuyucularımıza sunabilme imkânımız var. Bilgiye ulaşmak internette olduğu gibi, burada da kolay… Salonlar gezildiğinde, kütüphanenin önemli bir yenilenmeden geçtiği hemen fark ediliyor. Öyle değil mi? -Haklısınız... Birçok kitapsever dostumuz da aynı düşüncede. Kütüphane geçmişte gerçekten kasvetli bir yerdi. Yenilemeye girişirken aidiyet duygusuna önem verdik. Bu amaçla döşemelerde Ayvalık’a özgü unsurları kullandık. Ayvalıkgücü’nün renkleri kırmızı-beyaz olduğu için bu renkleri seçtik. Hemen yakınımızda kale var, karşımız deniz. Amacımız kütüphanemizin korkulacak bir yer olmadığını, aksine Ayvalık’ın bir
parçası olduğunu göstermekti.
Serkan Kibar
Özellikle, engelli vatandaşların kütüphaneden kolayca yararlanabilmeleri için gerçekleştirilen çalışmaları merak ediyoruz. Neler yapıldı? -Biliyorsunuz, Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre yeryüzünde yaşayanların yüzde 10’u engelli... Bu yüksek bir oran. Dolayısıyla, engelli bireylerin toplumsal yaşama katılımlarını kolaylaştırmak her yöneticinin, herkesin görevi. Hepimiz engelli adayıyız. Yaklaşık iki yıl önce, “Hiç gelmiyorsun!” diyerek, bedensel engelli arkadaşım Tugay Ezer’i kütüphanemize davet etmiştim. Ezer, 4 katlı ve yamaç üzerinde yapılmış binamızı kastederek, “Üst katlara nasıl çıkayım, çıktıktan sonra raflara nasıl uzanayım!” diye serzenişte bulundu. Onun bu yaklaşımı bizde asansör yaptırma fikrini uyandırdı. Yapılan değerlendirmeler, binamızın elektrik alt yapısının ve statiğinin bu iş için uygun olmadığını gösterdi. Ancak bu durum bize engel olmamalıydı. Girişteki depoyu çağdaş bir engelli salonuna dönüştürebilirdik. Böylece, 2015 yılında ‘Engelsiz Kütüphane’mizi açtık. Kapı genişliğinden raf yüksekliğine, kolçaklı sandalyeden kitaplara, her şeyi engelli yurttaşlarımıza göre düzenledik. Zamanla orayı normal okuyucularımıza verdiğimiz tüm hizmetleri
‘Hissedilebilir yol’ Ayvalık Belediyesi’nin desteği ve Bakanlığımızın katkılarıyla gerçekleşti -Yaklaşık bir yıl önce görme engelli bir vatandaşımızın kütüphanemizi bağımsız olarak kullanma çabası sırasında duvara çarpması bende derin bir üzüntü yarattı. ‘Hissedilebilir yol’ projesi o gün aklıma geldi. Zaman kaybetmeden Ayvalık Belediyesi İmar İşleri Müdürlüğü’ne yazılı başvuruda bulundum. Hemen ilgilendiler ve gelip keşif yaptılar. Birlikte bir dosya hazırlayarak bakanlığa sunduk. Bakanlığımız bütçemizi onayladı. Uygulama sırasında dış cepheden iç cepheye mimar ve inşaat mühendisi arkadaşlarımız Soner Büyükdemirel ve Murat Akkalp her aşamada yanımızda oldu. Yeri gelmişken destekleri için sizin aracılığınızla kendilerine teşekkür ediyorum. ‘Hissedilebilir yol’u her kesimden vatandaş takdirle karşıladı.
28
engelliler için de gerçekleştirebileceğimiz bir salona dönüştürdük. Görme engellilerin işiterek öğrenmelerini sağlayan ‘Konuşan Kitap’ köşesini oluşturduk. Bunu yaparken onların yaşama bağlılığını arttıracak kitapları tercih ettik. Ayrıca internete bağlı bilgisayarlarımız, projeksiyonla görsel sunum imkânlarımız, satranç masalarımız var. İsterlerse el işi ürünlerini burada yapabilir ve kurslar verilebilirler. Onlar için kapımız her türlü öneriyi değerlendirmek üzere sonuna kadar açık. KONFERANS SALONUMUZ BİLE VAR Engelli bireyler kütüphanenin aynı zamanda çok amaçlı bir sosyal merkez olduğunun farkındalar mı? -Üzülerek söylüyorum, değiller... İki yılda sadece iki kez geldiler. Burayı hizmete açarken tek kaygımız vardı: Engelli bireylerin sosyal alanları rahatça kullanmalarını sağlamak... Yani her şeyi onları önemsediğimiz için yaptık. Eğlence ağırlıklı hemen her organizasyonda engelliler Ayvalık’ın her tarafına götürülebiliyor ancak kütüphaneye getirilmiyor. Bu çok üzücü. Çünkü biz salonu sadece kitap okunsun ya da gelip kitap alınsın diye yapmadık.
Gönüllü destekçilerin girişimleriyle Bağyüzü, Tıfıllar, Beşiktepe gibi köylerimize kitap bağışında bulunuyoruz. En son Recai Şeyhoğlu’nun girişimiyle böyle bir projede yer aldık. Koleksiyondaki kitaplarımız zaten imza karşılığında belirli bir süre için okuyucularla buluşuyor. Ayvalık’taki camilere kitaplık açmak, onların da koleksiyonlarını zenginleştirmek istiyoruz. Kentteki imamlarımızla görüşmelerimiz sürüyor. Kısa süre önce bazı STK’lar kütüphanenin şehir merkezine taşınması için imza kampanyası düzenledi. Ayrıca bazı derneklerin kitaplık oluşturma projeleri var. Bunları nasıl karşılıyorsunuz? -Evet, derneklerimizin çalışmalarından haberdarım. Aslında herkesin böyle kitaplığı, kendi kimliğini oluşturan bir arşivi olsa... Resmi kurumların da olmalı. Biz halk kütüphanesi sıfatıyla her kesime hizmet veriyoruz... İmza kampanyasını elbette takip ettim. Bana göre de, halk kütüphaneleri kolay ulaşılabilir noktalarda yani şehir merkezlerinde olmalı. Ulaşım güçlüğü bizim en büyük sıkıntımız. Maalesef, yerleşim alanlarına, okullara uzağız. Ben kişisel olarak yer değişikliğine ilişkin bir girişimde bulunmadım. Buraya çok emek verdiğimiz için böyle bir talebin benden gelmesi, ekip arkadaşlarımın emeklerini çöpe atmak anlamına gelirdi. Hizmet sınırımızı okul öncesi çağdan emeklilik çağına kadar, her yaş seviyesinde genişlettik. Konferans salonumuz bile var. Buna karşılık, arzuladığımız sayıda okuyucu kitlesine sahip olmadığımızın farkındayız. Yine de ciddi bir artış var. Evet, kütüphanemizin temel sorunu ulaşım güçlüğü... Bu gerçeği görmezlikten gelemeyiz!
29
ATÖLYELERDEN Atölyelere konuk olmaya devam ediyoruz. Bu kez Barbaros Caddesi’ndeki Çiğdem Çömlekçilik’teyiz. Küçük, şirin bir atölye burası. Çiğdem Celasin genç kızlığından beri hayali olan çömlekçiliğe farklı bir eğitim aldığı için ancak beş yıl önce başlayabilmiş.
ÇÖMLEKLERİMDE ZEYTİNİYLE, ZEYTİN AĞACIYLA, DENİZİYLE HEP AYVALIK VAR Gülbeniz Şentay
-E
n iyisi size her şeyi baştan anlatayım... Ben Almanya’nın güzel bir ‘şarap kasabasında’ dünyaya geldim. Almanya’da büyüdüm, okudum. Ticaret ve iş yönetimi eğitimi aldığım için ithalat-ihracat ağırlıklı firmalarda çalıştım. Mesleğimi babamın isteği doğrultusunda seçmiştim. Ne var ki, zaman içerisinde bu işi sevmediğimi fark ettim. İnsan keyif duymadığı bir işi olunca bunu zevk aldığı şeylere yönelerek tolere eder; ben de öyle yaptım. Evde fırsat buldukça yağlı boya ve sulu boya çalışıyordum. Aslında çömlekçiliğe hep ilgim vardı, meslek olarak seçmeyi de çok istemiştim. Fakat çömlekçilik merkezleri Almanya’da yaşadığımız bölgeye uzaktı ve ben tam gün çalıştığım için kurslara gidemiyordum. Bir süre sonra evlendim. Çocuklarım oldu. Derken Türkiye’ye yerleşmeye karar verdik. Bir başka hayalimse küçük, sessiz/sakin bir Ege kasabasında yaşamaktı. En azından bunu gerçekleştirebileceğimizi düşündüm. Seçim yaparken, iş kurabileceğimiz turistik bir bölge olmasını da gözetmemiz gerekiyordu elbette... Rumlardan kalma evlerini, zeytin ağaçlarını görünce Ayvalık çok hoşumuza gitti, çok sevdik. Kalmaya karar verdik. Önce kendimize bir ev yaptık. Ardı sıra İsmetpaşa Mahallesi’ndeki eski bir yapıyı restore ederek pansiyon işletmeciliğine başladık. 2010 yılında Halk Eğitim Merkezi’nde çömlekçiliği öğrenme şansını yakalayınca müthiş sevindim. Bütün bir kış kursa en erken gelen ve kurstan en son ayrılan öğrenci bendim. Kalabildiğim kadar kalıyor, hocama yardım ediyordum. Çömlek bende adeta bir tutkuya dönüşmüştü. Kurs boyunca aklımdan atölye açma fikri hiç geçmemişti, sadece öğrenmeyi amaçlamıştım. Ancak kurs bitince evimin arka tarafına küçük bir
30
atölye kurdum. Durmaksızın üretiyordum. Atölyenin ve evin içi çömleklerle dolmuştu. Artık onları bir şekilde satmak zorundaydım. AYVALIK’TA KINA GECELERİNDE ‘TESTİ KIRMA’ ADETİ NEDENİYLE BANA DA GELİP TESTİ SORUYORLAR O yıl Ayvalık’ta ilk defa gece pazarı kuruldu. Bir arkadaşımla ortak stant kiraladık. Baktım,
insanlar çömleklerimi çok beğeniyorlar, cesaretlendim. Yine Barbaros Caddesi’nde ilk atölyemi açtım. Böylece hayli yoğun bir temponun içine girdim. Kendimi geliştirmenin yollarını aradım. Çünkü kurslarda sadece temel bilgileri edinebiliyorsunuz. Deneyerek, okuyup araştırarak, zaman zaman da Midilli’deki çömlekçi arkadaşlarıma danışarak kendimi yetiştirmeye yöneldim.
Biliyorsunuz, Ayvalık’ta sezon kısa... Turizmci ve mimar Serap Tuncay’la ne yapabileceğimizi konuşup duruyorduk. Bu konuda bütün dünyadaki en etkin yol, festivallerdir. Serap Hanım’la yaptığımız beyin fırtınasından da aynı sonuç çıktı. Diğer arkadaşlarımıza düşüncemizi aktardık. Tek tek fikirlerini aldık. Projemizi oluşturduk ve Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’e sunduk. Projeyi çok beğendi, “Sizi Hasat Günleri’yle evlendirelim!” dedi. Böylece Hasat Günleri’nde yer aldık. Müzeleri gezdim. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki dört-beş bin yıl öncesine ait çömlekleri görünce inanılmaz etkilendim. Bu gezi sonrası çömleğin tarihçesine duyduğum merak iyice arttı. Araştırmaya başladığımda ne yazık ki bu konuda Türkiye’de fazla kaynak kitap bulunmadığını gördüm. Yurt dışından getirttiğim bir kitaptan Japonya ve Çin’de bu geçmişin milattan önce on binli yıllara kadar uzandığını öğrendim. Farklı zamanlarda ve farklı kültürlerde artan ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenen çömleğe nerelerde rastlanmış, hangi teknikler kullanılmış?.. Bir hayli bilgi edindim. Bana en ilginç gelen şey; çömlekten kap dışında bütün toplumlarda ortak bir bilinçle aynı anda ve aynı biçimde putlar yapılmasıydı. Örneğin ‘bereket tanrısı’ figürünü insanlar Asya’da da, Amerika’da da, Afrika’da da aynı şekilde tasarlamışlardı. İnsanlığın geçmişinde kap-kacak, testi, küp gibi şekillenen çömlek, günümüzde de yaygın olarak kullanılıyor. Güveç kapları, saksılar, testiler... Örneğin Ayvalık’ta kına gecelerinde ‘testi kırma’ adeti var. Bana da gelip testi soruyorlar. Yoğurt mayalamakta yine çömlekler çok tercih ediliyor. Yani çömlek hâlâ yaşayan bir şey. Bu nedenle panolardan, duvar süslerinden, takılardan çok; tabaklar, kâseler, sosluklar, fincanlar, vazolar, çerezlikler, yağlıklar, çanlar, kutular
gibi günlük kullanıma dönük objeler yapıyorum. Özellikle çanlar çok seviliyor. ÇÖMLEKLERİMDE BÜTÜN RENKLER YER BULUYOR AMA EN ÇOK MAVİ VE TURKUAZI SEVİYORUM Ana malzemem tabii ki kil... Kırmızı kili Menemen’den alıyorum. Beyaz kil bizde az bulunmakla birlikte onu da kullanıyorum. Çamur hazır geliyor. Çünkü çamurun zaman alan ve arka arkaya pek çok işlem gerektiren bir aşamadan geçmesi gerekiyor. Objeleri yaparken bilinen en eski yöntemlerden tornaya kadar tüm teknikleri uyguluyorum.
‘Dolama’ ya da ‘sucuk’ tekniği, hiçbir alete gereksinim duymadan ‘elle şekil verme’ tekniği gibi. Özellikle kâseler, çerezlikler için elle şekil verme çok kolay ve hızlı üretim yapabileceğiniz bir yöntem. Nitekim, Hasat Günleri’nde bir firma zeytinlerini ziyaretçilerine bu teknikle yaptığım zeytin desenli küçük kâselerde sundu. Bir başka yol ise alçıdan kalıp almak... Alçı kilin nemini çabuk çekiyor ve hamur kısa sürede kuruyor. Böylece aynı kalıpla günde beş-altı obje yapabiliyorsunuz. Bunların dışında pigment
31
boyalarımız, fırınımız, tornamız gibi ‘olmazsa olmaz’ malzemelerimiz var. Çömleklerimde bütün renkler yer buluyor ama en çok mavi ve turkuazı seviyorum. Bizim işimizde doğru malzemeleri bulmak gerçekten çok önemli. Örneğin, kırmızı kilin astarıyla sırı uyum içinde değilse, ürününüz defolu çıkar. Bu nedenle en uygun astar ve sır reçetelerini araştırıp, deneyip bulmanız şart. Kullanım amaçlı objeler çalıştığım ve her eve girmek istediğim için insanların alım gücüne uygun bir fiyatlandırma uyguluyorum. Atölyeye gelen herkesin bütçesine göre bir şey alıp çıkması beni mutlu ediyor. İnsanlar burada beş-on liraya hoşlarına giden küçük bir çan, bir kâse ya da fincan bulabiliyorlar. Adına ‘sanat’ deyip de bir objeye üç-dört bin lira etiket koyabilirsiniz belki... Benim amacım, dediğim gibi, her eve girebilmek. Kaldı ki, ben kendimi sanatçı olarak görmüyorum. Ben zanaatkârım ve başından beri de "Çömlekçiyim!" diyorum. Atölyede yalnız çalışıyorum. Atölyem küçük çünkü. Dahası, her şey benim elimden çıksın istiyorum. İşi büyüttüğünüzde zorunlu olarak ‘fabrikasyona’ dönüyorsunuz. Objeleri elemanlarınız yapınca da iş el sanatı olmaktan uzaklaşıyor. Ama deneyimlerimi paylaşabileceğim fırsatları değerlendiriyorum. İlk atölyem büyüktü. Orada bilgi ve birikimlerimi kursiyerlerime aktarabiliyordum. Şimdi yer anlamında buna imkân bulamasam da gruplarla workshoplar düzenliyorum. Keyifli oluyor. Son aylarda oldukça yoğun olduğumu söyleyebilirim. Aldığım toplu siparişleri yetiştirmeye çalışıyorum. Workshoplar ara ara devam edecek.
Çömlek benim için müthiş bir tutku... “Hayatta olmak istediğim her şeyi oldum!” diye düşünüyorum. Çünkü anne olmak istedim, oldum. Bir deniz kasabasında yaşamak istedim, o da oldu. Ayvalık’a gelip yerleşmek ve çömlekçilik kursuna gitmekle birlikte çömlekçi olma hayalim de gerçekleşti. Sahip olduğum her şey için kendimi çok mutlu hissediyorum. 32
Elbette Ayvalık çömleklerime yansıyor. Zeytiniyle, zeytin ağacıyla, deniziyle yansıyor. Benim bütün çömleklerimde zeytin, zeytin ağacı vardır. Öte yandan, kâselerime denizi işliyorum. Maviye boyadığım beyaz kili tekrar beyaz kille karıştırıp tornada çektiğimde deniz efekti oluşuyor. İçine de balıklar boyuyorum. Çok hoş oluyorlar. Ayvalık endemik bitkiler anlamında da öylesine zengin ve renkli ki... İlkbahar geldiğinde laleleri, gelincikleri boyamaya bayılıyorum. “SEZON KISA!” DİYE MIZMIZLANMAK YERİNE, BEN ÇİĞDEM OLARAK NE YAPABİLİRİM, ONA BAKIYORUM Atölyemi açtığımda Ayvalık’ta benden başka iki atölye daha vardı. Selçuk Bey kalıp, Tulya Madra porselen çalışıyordu. Zaten bana da Tulya Madra el verdi. Tornada ‘merkezleme’yi ondan öğrendim. Zamanla insanlar cesaretlendiler ve art arda atölyeler açılmaya başladı. Kültür-sanat etkinlikleri yoğunlaştı. Ayvalık’ın sanatla çoğalması çok güzel bir şey. Ben de elimden geldiğince bu tür etkinliklerde aktif görev alıyorum. En son bazı turizmci arkadaşlarımla birlikte 12. Uluslararası Zeytin Hasat Günleri kapsamında Ayvalık Tatları’nı organize ettik. Sergilerimize, el sanatları stantlarımıza, yemek yarışmamıza, Midilli’den gelen müzik grubumuza Ayvalıklılar büyük bir ilgi gösterdiler. Organizasyondan hem onlar hem biz keyif aldık. Şimdi aynı etkinliği Nisan ayında tekrarlamak istiyoruz. Sanırım Başkanımız yine
bize destek verecektir. Amacımız yaşadığımız yere faydalı olmak, katkıda bulunmak. Birbiriyle çok uyumlu, güzel bir ekibimiz var. Bu sayede iyi ve doğru bir program gerçekleştirebildik zaten. Kendi adıma “Sezon kısa!” diye mızmızlanmak yerine, ben Çiğdem olarak ne yapabilirim, ona bakıyorum. Tek amacım; kişisel ilişkilerim ve organizasyon deneyimimle Ayvalık’a faydalı olmak... Son bir hayalim daha var… Dünyada o kadar çok seramikçi ve seramik tekniği var ki! Onları gidip izlemek, bazılarının yanında gönüllü olarak çalışıp tekniklerini öğrenmek istiyorum. Bu tür pek çok program düzenleniyor. Örneğin, bir çömlekçinin yanına gidiyorsunuz, sizin orada bir hafta konaklamanızı sağlıyorlar. Bir çeşit staj yapıyor, kendinizi geliştiriyorsunuz. Kızım gelecek yıl üniversiteye girince ilk yapacağım şey, bu programlardan birine katılmak olacak. Sonra da bildiğim her şeyi, bütün teknikleri bir kuruş dahi almadan öğreteceğim bir kız çocuğu yetiştirecek, onu seramik lisesine, güzel sanatlar akademilerine hazırlayacağım. Son hayalim bu!
Mübadele tarihin en büyük, en acılı, en çileli göçüydü
‘ADA VATANDAN ANA VATANA’ PANELİ İLGİYLE İZLENDİ
A
yvalık Giritliler Derneği’nin düzenlediği ve Girit adasının tarihiyle adadan Türkiye’ye gerçekleşen mübadelenin ele alındığı ‘Ada Vatandan Ana Vatana’ paneli Sanat Fabrikası’nda yapıldı. Konuşmacı olarak Prof. Dr. Ayşe Nükhet Adıyeke ile Doç. Dr. Nuri Adıyeke’nin katıldığı paneli Belediye Başkanı Rahmi Gençer, eşi Yasemin Gençer ve Belediye Meclis üyeleriyle kalabalık bir topluluk izledi.
Dernek Başkanı Coşkun Tunçmen, panelin açılış konuşmasında amaçlarının Girit kültürünü ana vatanda yaşatmak olduğunu söyledi. Tunçmen mübadele için, “Kan döktükleri, can verdikleri, vatan bildikleri topraklarından sanki orada hiç yaşamamış gibi koparıldılar. Ektikleri tohum toprakta, sütünü sağdıkları hayvanları ahırda, pişirdikleri yemekleri tencerede kaldı. Evlerinin kapılarını bile kilitleyemediler, aralık bıraktılar. Son kez arkalarına bakmak istediler, yürekleri dayanmadı, yapamadılar. Çaresiz meçhule doğru yürüdüler. Bu tarihin en büyük, en acılı, en çileli ve zorunlu göçüydü” dedi.
Ayvalıklı filatelist ve koleksiyoner Serdar Yazgan iki ödül aldı
MİLLİ PUL SERGİSİ’NDE ‘DÖRT NESİL AYVALIK’ VARDI
4
-12 Kasım 2016 tarihler arasında PTT AŞ ve Türkiye Filateli Dernekleri Federasyonu (TFDF) tarafından, Narlıdere Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde ‘İzmir 2016 Milli Pul Sergisi’ açıldı. 135 koleksiyonerin katıldığı, 660 panonun kullanıldığı sergide Ayvalıklı filatelist ve koleksiyoner Serdar Yazgan da iki sunumla yer aldı.
İlk sunumunu ‘Geleneksel Filatel’i dalında yapan ve 8 panoyla sergiye katılan Yazgan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu güne kadar geçen zaman dilimine ait özel pullardan (Spesiyalize) oluşturduğu koleksiyonunu paylaştı.
PROF. DR. AYŞE NÜKHET ADIYEKE Karınlarını doyurdukları vatanlarına en çok Giritliler sahip çıkar “Giritliler kendilerini farklı şekilde tanımlar ve ‘Muhacir ya da mübadil değil, Giritliyim der.’ Karınlarını doyurdukları vatanlarına en çok onlar sahip çıkar. Bu açıdan onları örnek almalıyız. Vatan kaybetmenin acısını bizim kuşağımız anlamadı. Oysa bizden öncekiler yani birinci ve ikinci kuşak mübadiller bunun acısını uzun süre yaşadı. Ama zaman içinde sustular, bir şey anlatmadılar. Çocuklarının teşviki ve zorlamasıyla bazı şeyleri arada bir ortaya koydular. Mübadele, Yunanistan’da da Türkiye’de de bir sır gibi aileler içinde kaldı.”
Taylan Köken’in ‘Ayda Bir Ayvalık’ın 26. sayısında yer alan yazısında sözünü ettiği ‘Dört Nesil Ayvalık’ sunumuysa sergide 3 panoyla yer aldı. Serdar Yazgan, ‘Açık Sınıf’ dalında ilk kez sergilenen bu koleksiyonunun çok önemli olduğunu ve gelecek yıllarda, koleksiyonu daha da geliştirerek Ayvalık’ı en iyi şekilde tanıtmayı amaçladığını belirtti. Serdar Yazgan, ‘Geleneksel Filateli’ dalındaki ‘Spesiyalize Türkiye Cumhuriyeti (19201939)’ koleksiyonuyla ‘Altın Madalya/TFDF Özel Ödülü’nü alırken, ‘Açık Sınıf’ta ‘Dört Nesil Ayvalık’ koleksiyonuyla da Büyük Vermey (Gümüş ile Altın madalya arasındaki değerlendirme) ödülüne lâyık görüldü.
DOÇ DR. NURİ ADIYEKE Giritlilere teşekkür etmeliyiz “Girit’in diğer adalardan farkı, çok sayıda kültürü harmanlamasıdır. Bu çok eski dönemlerden beri böyledir. Tarihe baktığımızda her iki toplumun da acı çektiğini görüyoruz. Bu acıların bundan sonra yaşanmamasının yolunu arayıp bulmak gerekiyor. Derneklerimiz de bu amaçla faaliyet gösteriyor; ‘Bu bizim kültürümüz, bunu gelecek nesillere aktarmalıyız’ diyor. Giritliler bizi anlattıklarıyla, ortaya koydukları belgelerle, ilginç hikayelerle besliyor. Bunun için onlara teşekkür etmeliyiz.”
33
Akademik Bakış
Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
Ayvalık, altyapı-üstyapı sorunları ve yetki karmaşası
28
önüne geçilmesi için mobese ve benzeri takip sistemleri Kasım 2016 gecesi Ayvalık ve bölgesinde yaşanan devreye sokulmalı. Bu konuda halkı bilinçlendirmeye yönelik şiddetli yağış ve fırtına ciddi maddi zarar oluşturdu. ilgili duyuru ve reklamlar yapılmalı, whatsApp ihbar hatları 40 saatte metrekareye 270 kg yağış düştü. Su baskınları nedeniyle zeytinyağı fabrikaları ve pek çok işyerinde kullanılmalı. binlerce liralık zarar oluştu. Yağmur en çok üreticiyi vurdu. -Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Ayvalık köylerinde yüzlerce hayvan telef oldu, Altınova’da Yönetmeliği’ne göre; hassas bölge olarak belirlenen alanların buğday ekili araziler göle döndü. Ev ve işyerlerini su bastı, çevresindeki işletmeler, müzik yayınlarını saat 23.59’da araçlar selin yarattığı büyük çukurlara düştü. Su altında sonlandırmalı. Aynı yönetmeliğe göre; çok hassas bölge kalan bazı mahallelerde yaşayan yurttaşlar iş makineleriyle olarak tanımlanan yerlerdeki açık ve yarı açık eğlence tahliye edildi. E 87 karayolu üzerindeki birçok mekânlarındaki gürültü seviyesinin 5 zeytinyağı fabrikası ve mobilya mağazasında ile 7 desibel arasında olma zorunluluğu Ayvalık merkezde ‘old sel baskını nedeniyle binlerce liralık zarar uygulanmalı. oluştu. Altınova ve yakın köylerde 50’si town’ diyebileceğimiz büyük baş olmak üzere 900 civarında hayvan -Ayvalık’ın yatak kapasitesi en yüksek bölgede sokak aralarındaki telef oldu. Özellikle Sancak villaları, Çamlık noktası olan Sarımsaklı’daki büyük, küçük oto park işletmecileri Paşalimanı alanı ve ‘eski Ayvalık’ dediğimiz ve orta ölçekli tüm otellerin yönlendirme kiraladıkları alan yerine bölgeler ciddi hasar gördü, mal kayıpları ve reklam tabelaları toplanarak, Cunda’da önce daracık sokaklara yaşandı. Kısacası, bu ‘afet’ bize Ayvalık’ta yapılan uygulamanın bir benzeri, çevresel araçları park ediyor ve ciddi bir altyapı sorunu olduğunu bir kez daha dokuya uygun, estetik yönlendirme tabelası haksız kazanç sağlıyor. gösterdi. olarak yapılmalı ve uygun yerlere monte edilmeli. Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği (AYTUGEB) tam da Ayvalık’la ilgili sorunlar ve çözüm önerileri noktasında periyodik toplantılar yaparken başımıza gelen bu tatsız olay bu toplantıların ne kadar gerekli ve önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Yapılan ‘Ortak Akıl’ toplantılarında mevcut sorunların başında altyapı ve yetki karmaşası sorunu ön plana çıktı, katılımcılar bu soruna odaklanılması noktasında fikir birliğine vardı. Toplantılarda Ayvalık’la ilgili önem arz eden diğer sorunlar ve çözüm önerileri şu şekilde belirlendi: Görüntü, gürültü, oto park ve çevre kirliliği Çözüm Önerileri: -Bölgede görüntü kirliliğini en aza indirmek için çeşitli teşvikler oluşturulmalı. Örneğin, en temiz sokak, en temiz mahalle yarışmaları gibi. Caydırıcı cezalar uygulanmalı ve/veya yürürlüğe sokulmalı. Yüksek sezon boyunca gün içinde belediye anonsuyla çevrenin korunması ve kirletilmemesine yönelik hatırlatmalar yapılmalı. STK’ların yürüttüğü temizlik kampanyalarına destek verilmeli. Ayvalık’a gelen yer yabancılarının dikkatini çekmek için bütün yaz boyunca Ayvalık merkezdeki billboardlara şehrin temiz tutulması için afişler asılmalı. -Ayvalık kent çöplüğünün şehrin içinde kalan bu alanı başka bir alana tasfiye edilmeli, günümüz çöp toplama ve ayrıştırma teknikleri uygulanarak çöplerin istiflenmesi ve geri dönüştürülmesi sağlanmalı. -Doğaya atılan moloz yığınlarının doğayı tahrip etmesinin
34
-Şeytan Sofrası gibi tabiat güzelliği sunan çekim noktalarının yapısal olarak kötü bir görüntü sergileyen ve bulundukları çevresel dokuya uygun olmayan malzemelerle inşa edilmiş sundurma ve çatı uygulamalarının hangi izinlerle ve hangi koşullarla yapıldığı denetlenmeli ve kontrol altına alınmalı.
-Ayvalık merkezde ‘old town’ diyebileceğimiz bölgede sokak aralarındaki oto park işletmecileri kiraladıkları alan yerine önce daracık sokaklara araçları park ediyor ve haksız kazanç sağlıyor. Bu uygulamanın bir sıkıntısı da, yarın-öbür gün bu sokakların birinde yaşanabilecek bir yangında buralarda sıra sıra park edilen araçlar yüzünden itfaiye araçları ve ambulansların giremeyecek olması. Bu kaçınılmaz son gerçekleşmeden ilgililerin önlem alması gerekiyor. -Ayvalık’ta bir diğer sıkıntı şehir giriş-çıkışlarında ve şehir merkezinde rastgele konulmuş reklam panoları, kaldırımlara konulan işletme yönlendirmeleri ve plastik dubalar. Şehrin ve Cunda’nın yol boylarındaki irili-ufaklı otel, restoran vb tabelaları ciddi bir görüntü kirliliği yaratıyor. Oysa bu pazarlama ve reklam tekniği 20. yüzyılda kaldı. Günümüzün pazarlama ve reklam araçları web sayfaları, sosyal medya uygulamaları ve bloglar. İnsanlar artık oteli, restoranı veya lokasyonu akıllı mobil teknolojilerle (cep telefonlarıyla) eliyle koymuş gibi bulabiliyor. -Ayvalık’ta önemli bir sıkıntı da; özellikle çevrede, sokaklarda (eski Ayvalık’ta ve Cunda’da) ve genel mekânlarda görüntü
kirliliği yaratan terk edilmiş, arabalar, motosikletler, molozlar ve benzeri (sahibi olmayan) çöpsel atıklar. Türkiye’de plaj uzunluğu ve derinliği açısından ilk üçe giren Sarımsaklı plajlarının hâli bu anlamda içler acısı. 5 yıldızlı otelin sağı ve solu moloz birikintileriyle dolu. Seyyar satıcılar da sıkıntı yaratabiliyor, çünkü neredeyse kaldırımlarda yürüme şansı bulunamıyor. Kaldırımlar ya restoranların masaları ya da seyyar satıcılar tarafından işgal edilmiş durumda. Bu çerçevede aslında kayıt dışı bir ekonomiden de söz edilebilir. Bu konuda Ayvalık Belediyesi’nin başlattığı örnek simitçi tezgâhları bu sorunları çözmede yardımcı olabilir. AYTUGEB’in kurumsal kimliği ve katma değeri Çözüm Önerileri: Ayvalık’ta tüm turizm paydaşlarının ortak sesi olan Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği (AYTUGEB) 2009 yılında kuruldu. Ancak; varlığı, ne iş yaptığı ve mali katkı noktasında hâlâ sorgulanıyor. AYTUGEB Ayvalık turizmi için vizyon belirleyen, paydaşlarıyla ortak akıl toplantıları yapan, Ayvalık’ta ilklerin yaşanmasını sağlayan (Windsurf gibi), proje üreten ve yürüten, yurt içi ve yurt dışı fuarlara giderek Ayvalık turizminin tanıtımına ve büyümesine katkı veren şeffaf, hesap verebilen, katılımcı ve paylaşımcı bir sivil toplum kuruluşu. Yaşaması ve Ayvalık turizmine daha çok katkı vermesi için mali açıdan tüm paydaşlarının yasal yükümlülüklerini yerine getirmesinde fayda var. Plaj ve kıyıların işgal edilmesi, Sarımsaklı plajlarının durumu Çözüm Önerileri: -İl Özel İdare, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi ve yerel belediyemiz arasında sürekli git-gel yaşayan Sarımsaklı plajları; yapılacak olan resmi girişimler ve gerekli başvurularla sonuca bağlanmalı ve siyasi fikir ayrılıkları gözetilmeksizin bomboş ve terk edilmiş görüntüsünden bir an önce kurtarılmalı. Plaj, sadece bölgedeki araç sahiplerinin otopark olarak kullanılması dışında daha planlı/modern bir otopark uygulamasının yanında, geniş park ve peyzaj uygulamalarıyla renklendirilmeli; bu tarz kıyı şeridine sahip şehirlerdeki ortak modern uygulamalar örnek alınarak bir an önce hayata geçirilmeli. Örneğin; Antalya Konyaaltı sahil ve plaj düzenlemesi gibi. -Aynı düzenlemeler Ayvalık kent merkezinde de yapılmalı, kıyı ve sahil alanlarının rant uğruna işgali önlenmeli. Sahil kesimlerinde vatandaşa açık olan yer ve mekânlar çeşitli işletmecilere tahsis edilmemeli. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, tahsis edilen bu yerlerde genişletme ve büyütme çalışmaları her yıl yeniden tasarlanıyor ve hızla yapılıyor. Kıyılar ve sahiller Anayasa’nın amir hükümleri gereği tüm vatandaşa açık olmalı. - Bir diğer önemli sorun Cunda sahilindeki restoranların çardak, sundurma vb uzantılarla büyümesi ve doğal dokunun kaybolması. Bu çardak ve sundurma uzantıları sahildeki silüeti bozuyor ve tarihi binaların görselliğini yok ediyor. Bu soruna da olayın paydaşlarıyla uzlaşılarak çözüm getirilmeli. Örneğin; bu birkaç proje hazırlanarak Cunda’daki işletmelere oylatılabilir. Tıpkı Cunda Taş Köprü’nün oylatılması gibi. Ayrıca Sarımsaklı denizi gün geçtikçe kirleniyor. Öncelikle Nikita deresine zeytin fabrikalarının ve Organize Sanayi bölgesindeki işletmelerin bıraktığı sıvı atıkların önüne geçilmeli. Marka değerlere sahip çıkılmaması (Örneğin; Ayvalık Tostu) Çözüm Önerileri: -Ayvalık mutfağının marka değerlerinden biri olan Ayvalık tostunun yapıldığı sokaktaki mekânlar çekiciliğe sahip değil. Ayrıca bu alandaki işletmeler temizlik, çevre
peyzajı ve fiyat açısından denetlenmeli. Bu alan; cazibesi yüksek daha güzel bir alana taşınmalı, eğer bu yapılamıyorsa mevcut yerinde modern işletmeler haline dönüştürülmeli, hijyen ve fiyat açısından denetimi sağlanmalı. Fiyatlı menü uygulaması ve işletme belgesi olmaması Çözüm Önerileri: -Ayvalık’ta turistik işletmelerin (butik otel, restoran, kafe, bar vb) çoğunda bir fiyat politikası (oda, yemek, menü, tur vb) ve menü uygulaması hâlâ yok ve bu uygulama maalesef hâlâ devam ediyor. Bu noktada tüm turistik işletmeleri özellikle restoran ve kafeleri fiyatlı menü uygulamasına davet, teşvik ve kontrol etmek gerekiyor. Bir özellikli restoranda ne yiyeceğini bilen vatandaşın çıkarken ne ödeyeceğini de bilmesi en doğal hakkı. -Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından çeşitli kriterleri yerine getirerek alınan ‘Butik Otel’ kavramını her otelin kullanamaması gerekir. Butik otel işletmecileri bu noktada yetkililerin adil davranmasını ve mevcut yasayı uygulamalarını bekliyor. Eski evlerin restorasyonu ve sokak düzenlemeleri Çözüm Önerileri: -Ayvalık merkezde ve Cunda’da tescilli binaların restorasyonu ve sokak düzenlemeleri çok yavaş gerçekleşiyor. Bu uygulamalar bütüncül bir proje olarak ele alınmalı, sokak sokak toplu olarak yapılmalı. Bu bütüncül proje için Ayvalık’ta bir konsorsiyum kurulmalı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Bursa Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Ayvalık Belediye Başkanlığı ve bina sahipleri bu oluşumda ana aktörler olarak yer almalı. Kültür turizmi noktasında 1800’ün üzerinde tescilli binaya sahip Ayvalık’ta bu binaların toplu olarak etap etap restore edilmesinin şehre müthiş bir katma değer yaratacağı unutulmamalı. Bu uzun soluklu, yüksek bütçeli bir makro projedir. Ancak geri dönüşümü, yaratacağı katma değeri ve istihdam boyutu çok daha büyük olacaktır. Günlük ve haftalık kiraya verilen yazlıklar Çözüm Önerileri: -Bir diğer önemli sıkıntı, bütün otel sahipleri ve yöneticilerinden gelen ruhsatsız ve belgesiz çalışan evler ve yazlık villalarla ilgili şikayetler. Denetimsiz bir ortamda gerçekleşen bu durum hem haksız kazanca hem de devletin ciddi vergi kaybına yol açıyor. Bu nedenle sorunun daha çok denetim, kontrol ve cezai yöntemlerle çözülmesi gerekiyor. Bazı bölgelerin trafiğe kapatılması Çözüm Önerileri: -Trafik ve otopark sorununun bir diğer çözümü de Ayvalık merkezinin Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında araç trafiğine kapatılmasıdır. Eski hastane-Setur Marina önünden bir toplu taşıma aracıyla (turistik şehirlerde olduğu gibi, elektrikle çalışan çekiciler veya shuttle servis araçlarıyla) eski garaja insanlar taşınabilir. Aynı güzergâhta eski garajdan da Setur Marina önüne bir başka shuttle daha konularak her 10-15 dakikada karşılıklı seferler yapılarak yayalar taşınabilir. Bu çözüm için de tüm taraflar ve paydaşlar üzerinde bir oylama yapılabilir. Kent Konseyi böyle bir uygulama sürecinin takipçisi olabilir. Şehir içini trafiğe kapatma projesi pilot uygulama olarak Cunda’da başlatılabilir. Yerel yönetim bu konuyla ilgili Cunda’da yaşayanlar üzerinde bir oylama yaparak, projeye ‘start’ verebilir. Ayvalık’ın sorunlarıyla sizleri yorduğumu biliyorum. Öncelikle herkese büyük geçmiş olsun dileklerimle; güzel, sağlıklı, sorunsuz ve barış dolu yeni bir yılda buluşmak üzere sağlıcakla kalın diyorum.
35
Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN
A
Altınova özgün ve zengin folkloruyla da dikkat çekiyor
ltınova (eski adıyla Ayazmend/Ayazmand) höyükleriyle, antik yerleşimleriyle Ayvalık’tan çok daha eski bir tarihe sahip. Altınova Belediye Başkanı Alaattin Süberoğlu’nun döneminde, belediyenin yayınlamış olduğu ‘Altınova Tanıtım Rehberi’ ve ‘Dünden Bugüne Altınova’ kitapları dışında ayrıntılı bir araştırmanın yapılmadığını gözlemledik. Bu yayınlardan ‘Altınova Rehberi’nde Türkçe-İngilizce olarak kent hakkında kısa, tanıtıcı bilgiler yer alıyor. Tarihçi Ömer Erdem’in hazırladığı kitaptaysa, Osmanlı kayıtlarından da yararlanılarak, Altınova tarihi çok kapsamlı olarak incelenmiş. Ayvalık hakkında kaynak araştırması yapmak için sık sık kütüphaneye gidiyorum. Son gidişimde, Ayvalık ve çevresiyle ilgili tasniflenen kitapların arasında dosya kâğıdı boyutunda, ciltlenmiş, ince bir kitapçığa rastladım. Altınova Lisesi Türkçe öğretmeni H. Gül Sarıcan 1979-1980 döneminde öğrencileri gruplara ayırmış ve onların büyükleriyle konuşmalarını sağlayarak sosyolojik bir araştırma yapmış. Bu araştırmayı dosya kağıdına daktiloyla yazmış, 1980 yılında ‘Altınova Folkloru’ adıyla yayınlanmış. Mütevazı şartlarla gerçekleştirilen bu çalışma çok daha değerli bir araştırma. Bir alan çalışması yapılmış ve günümüzde birçoğu yaşamayan büyüklerimizle konuşularak bir arşiv oluşturulmuş. Kitapçığın önsözünden çalışmanın bilinçle yapıldığını anlamak mümkün: “Folklor, halk bilimi demektir. Konusu halkın inançlarını, gelenek ve göreneklerini incelemektir. Folklor, hayatta olan yaşlı kişilerden yararlanarak belli bir yer ve o yerdeki kişiler hakkında geçmişten günümüze değin bilgi almak ve bunu yazıya aktarmaktır. Belli bir yerde yaşayan halkın, kendilerine özgü adetleri, gelenek ve görenekleri vardır. Her geçen yıl bu adetlerin değişmesine ve kaybolmasına neden olmaktadır. Henüz bunları bilen yaşlıları yitirmeden önce bunları ortaya çıkarmak ve folklora mal etmek bir görevdir. Biz bu bilgileri alırken konuştuğumuz kişilerin, araştırdığımız yörede doğmuş ve burada sürekli elli yıl oturmuş olmalarına dikkat ettik. Halktan aldığımız bu bilgileri özelliğini yitirmemesi için yine halkın diliyle yazıya geçirmeyi yeğledik. Bu arada yaptığımız araştırmalarda bize içtenlikle yardımcı olup bilgilerini aktaran anlatımcı Altınova büyüklerine en derin saygılarımızı sunarız. Kitabın hazırlanmasına olanak veren Altınova Lisesi’ne teşekkür ederiz.”
36
65 öğrenci, 49-94 yaş aralığındaki 67 Altınovalı ile konuşmuş
65 öğrencinin görev aldığı çalışmada Altınova Lisesi öğrencileri beşerli olarak 13 gruba ayrılmış. Bu öğrenciler arasında Naime Çakır, Semih Ulutaş, Necip Günsel, Ayşe Güleçyüz (Yazıcı) gibi daha sonra Altınova belediyesinde ve meclisinde çalışan, emekli olan öğrenciler olduğu gibi Asım Sürer gibi belediye başkanlığı yapmış, halen aktif siyasete devam eden öğrenciler de var. Altınova Tariş’te müdürlük yapan İlkay Tokça (Alpsoy) gibi öğrenciler de bulunuyor. Araştırma için kadınlı-erkekli, 49-94 yaş aralığındaki 67 Altınovalıyla konuşulmuş. Araştırmanın başlıkları şunlar: Altınova coğrafyası, tarihi ve adı üzerine genel bilgiler. Çevreye ait halk bilgileri. Eve ait her çeşit bilgiler. Zanaat ve meslek bilgileri. Giyim kuşam. Gıda hakkında bilgiler. Doğum, sünnet, düğün, ölüm adetleri. Batıl inançlar. Halk ilaçları. Bilgiyle ilgili anlatılar. Şiirler, maniler, türküler, ninniler, tekerlemeler, masallar. Sözlerle ilgili bilgiler. Fıkralar, atasözleri, benzetmeler ve bilmeceler… Evet, neredeyse eksiksiz sosyolojik bir araştırma… Bir özelliği de, anlatıcının özgün anlatımına sadık kalınmış olması. Dolayısıyla bu araştırmada ‘Altınova Ağzı’nı da yakalayabiliyoruz. Sünnet çocuğu acı duymasın diye, sünnet olurken, annesi iki eli arasında oklavayı ovar
Batıl inançlar, kökü çok eski tarihlere dayanan, mantıksal bir temeli olmamasına rağmen, inanmalara ve sözlere dayalı kabul edilmiş davranış biçimleridir. Türklerin yaşadığı bir coğrafya olan Altınova’da günümüze kadar gelen bazı ilginç batıl inançları kitaptan alıntılarla sonlandıralım... Simit ekme yurulurken kimseye gösterilmez, nazar olur. / Akşam ezanından sonra sirke, yoğurt ve turşu verilmez. / Çarşamba geceleri geç vakitlere kadar iş yapılmaz, çünkü çarşamba karısı gelir ve işi paralar. / Suvan, yumurta, tuz vermek çok sevaptır. / Süt pişirilirken taştığı zaman, taşan sütün üstünü tuz atılır, atılmazsa hayvanın memesi ağrır. / Salı günü bir işe başladığından o iş sallanır gider. / Yeni doğuran ineğin yoğurdu satılırken üstüne tuz ya da kömür konur. / Yeni doğan çocuğa üç ezan beklemeden meme verilirse çocuk büyüdüğünde sabırsız olur. / Gebe kadına, “A eline ne olmuş!” derler; elinin içine bakasa kız, üstüne bakasa oğlan olur. / Çocuğun dişi çıkarken, zahmetsiz
çıksın diye iğne dağıtılır. / Sünnet çocuğu acı duymasın diye, sünnet olurken, annesi iki eli arasında oklavayı ovar. / İki zeytin çekirdeği kaplumbağa kabuğu, göz boncuğu çocuğun omuzuna takılırsa nazar değmez. / Bir sepet yumurtayla yağmur kuşağının altından geçenin oğlan olur. / Tavanda tıkırtılar olduğunda periler dolaşıyordur. Altınova’da açılan her kuyuda su çok bol olurmuş
Altınova halkının sık kullandığı bir söz vardır: “Altınova’da kuyu çok, kova yok…” Bu söz hakkındaki söylenceyi kitaptan aktaralım: “Altınova çok sulak bir bölgedir. Kazılan her yerden su çıkar. Bu nedenle eskiden herkes bir kuyu açarmış. Her evde her sokak başında kuyular varmış. Hatta bir sokakta sıraya üç kuyu varmış. Açılan her kuyuda su çok bol olurmuş. Adım başı rastlanan bu kuyuların hepsinde kova bulunmazmış. Kuyunun yanına konan kovalar ya kaybolur ya da bozulur gidermiş. Kuyunun yanına varıp su içmek isteyenler kova olmadığından su içmeden dönerlermiş. Birbirlerine ‘Altınova’da kuyu çok kova yok!’ diye söylemelerinden bu deyiş bu güne değin gelmiş.” ‘Arzuhal attım deryaya / Halimi arzettin ulu Mevla’ya’
Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan Hıdırellez günü, dünyada darda kalanların yardımcısı olduğu düşünülen Hızır/ Hıdır (Veli-Nebi) ile denizlerin hakimi olduğuna inanılan İlyas’ın (İlyas Peygamber) yeryüzünde buluştukları gün olarak düşünülür ve kutlanır. Türkiye’de Hıdırellez 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece kutlanmaktadır. Hıdırellez’de Altınovalılar tarafından yapılan
uygulamalar kitapta şöyle yer alıyor: “Hıdırellezden bir gün önce biri çıkıp kız olan evlerden yüzük toplar. Çömlen içine yüzükleri korla. Üstüne bi mendil bi de kilit korla, çömlen azını kilitlerle. Hıdırellez sabahı yüzük veren kızla hep bi araya gelir. Yaşlanan kızın başında kiliti çevirip, mendili açarla, kızın kısmeti açılsın diye. Çömle açan, eline soka, bi yüzük çıkarı, hekes yüzüğünü tanı. Çıkaran kişi yüzü elinde tuta bi mani okur. Yüzüğün kimin olduğunu bilmez. Okuduğu mani, yüzük kiminse onun olur. Yüzükleri manile çıkarırla.” Hıdırellez gecesi, soğan yapranın ikisi yan yana getirilip kesili. Birine cah(*) birine baht denir. Cah denilene beyaz, baht denilene kırmızı kurdele bağlanır. Hangisi saba kada büyürse, bu sene cahtın büyüyecek, bahtın büyüyecek derle. Hıdırellez gecesi, sokaktan daş toplarla. Taşlarla sıralayıp ‘Allahım bana ev ver’ diye ev yaparla, senesine ev yapa. Hıdırellez gecesi geven, ürün getirilir. Genç kızla toplanır gevene ateş verilir. ‘Günahlamız Mariko’nun olsun’ diye ataştan atlardık. Hızır İlyas o akşam birbirine kavuşur. Sabahına arzuhal yazıp güneş doğarken gidip denize atılır. ‘Arzuhal attım deryaya / Halimi arzettin ulu Mevla’ya’ denir. Sona Kocaçay'a gidilir. Bi tarafta erkekle, bi tarafta kadınla oturur. Fırın vadı orda. Değirmen yanında fırına kuzula verilir. Sıcak sıcak yeşillikte yenir. Çınar ağaçlana salıncakla kurulur. Hekes çoluk çocuk sallanır eğlenirdi. ......... (*) Cah: (Câhe) Makam, kadr, itibar…
37
Geçmişte Ayvalık’ta çekilen filmlerden ’Hayat Bayram Olsa’ ve ‘Kambur’ Cunda ağırlıklıydı. Önceki sayılarımızda tanıttığımız ‘Tuzak’ Cumhuriyet Meydanı’yla çevresini mekân edinmişti. 1971 yapımı ‘Hayat Sevince Güzel’ ise tıpkı ‘Tuzak’ gibi daha çok Cumhuriyet Meydanı’nda geçiyor.
A
YIL 1971... POLLYANNA AYVALIK’TA!
rzu Film yapımı olan ve insana ‘Maşallah’ dedirten zengin bir oyuncu kadrosunun yanı sıra bol bol 45 yıl öncesinin Orfanos’unu, Liman Başkanlığı’nı, Atatürk anıtını izlediğimiz ‘Hayat Sevince Güzel’in senaryosunu, 1990 yılında yaşamını yitiren Hamdi Değirmencioğlu yazmış. Yönetmeni, Türk sinemasının en üretken isimlerinden Temel Gürsu… Sinema ansiklopedilerinin, cömert davranarak ‘AileDram-Duygusal-Komedi-Müzikal’ olarak nitelendirdiği filmde kimler yok ki: Zeynep Değirmencioğlu, Sertan Acar, Semra Sar, Metin Serezli, Suna Pekuysal, Münir Özkul, Ömercik, İhsan Yüce, Zeki Alpan, Nedret Güvenç, Şefik Döğen, Faik Coşkun, Hakkı Kıvanç, Mualla Sürer, Fatma Belgen, Mürüvvet Sim, Necdet Yakın, Zeki Sezer, Nezihe Güler, Meral Kurtuluş, Sıdıka Duruer, Eşref Vural, Ferdi Özkul, Özen Tutucu.
Görüntü yönetmenliğini Cahit Engin’in yaptığı filmi yeniden izlerken bir kez daha fark ettik ki, Pollyanna’nın nerdeyse ‘bire bir’ yerli uyarlaması olarak çekilmiş. Konusunu özetlediğimizde, çocuk edebiyatının klasiklerinden kabul edilen Pollyanna’yı okuyanlar bize hak verecek... ARTIK KÖYDEN GELEN VE GENÇLERİN PARTİSİNDE ‘KEKLİK’ TÜRKÜSÜ EŞLİĞİNDE KAŞIK OYUNU OYNAYAN O ‘BASİT’ AYŞE DEĞİLDİR Filmin hikâyesi şöyle: Köyde yaşayan ve anne-babasını yitiren Ayşe (Zeynep Değirmencioğlu) bir başına kalınca, trene biner ve hayatını Ayvalık’ta sürdüren varlıklı teyzesinin (Semra Sar) yanına gelmek durumunda kalır. Ayvalık treninden(!) gar süsü verilmiş şimdiki Sakarya Ortaokulu’nda iner. (O yıllarda, Zeynep Değirmencioğlu, Türk sinemasının en ilgi gören yıldızlarındandı ve Ayşecik karakteriyle özdeşleşmişti. Bu nedenle, oynadığı hemen her filmde ismi Ayşe’ydi!) Olaylara her zaman iyi tarafından bakan ve insanlara yardımcı olmak için adeta çırpınan Ayşe, Ayvalık’taki yaşama ayak uydurmakta biraz zorlanır. Zaten teyzesi de Ayşe’ye kötü davranmaktadır. Şehirdeki gençlerse
38
teyzeden beterdir. Ayşe’yi küçümsemekte, şivesi ve giyimiyle alay etmekte, onu horlamakta ve ‘köylü’ Ayşe’yi her fırsatta açık açık aşağılamaktadır. Ne var ki, genç kız fazlasıyla iyi yüreklidir ve hoşgörüyü asla elden bırakmaz. Uğradığı kötülüklere her defasında gülerek karşılık verir, herkese içtenlikle yaklaşmaktan vazgeçmez. Kendi deyimiyle ‘memnunluk oyununu’ oynamayı kararlılıkla sürdürür. Tıpkı Pollyanna gibi...
Ömercik
Semra Sar Günler ilerledikçe, ‘Olmaz!’ denilen şey gerçekleşir ve Ayşe doğuştan gelen ‘pozitif’ enerjisini çevresindekilere de yaymaya başlar. Yaşlarına ve imkânlarına bakmaksızın onların her derdine koşar, dara düşenlerin sorunlarını çözer, hastalara umut saçar. Bir yandan da, kendisini kabul ettirmek için kasabadaki kızlar gibi ‘havalı ve şık’ olmaya karar verir. Kısa zamanda ‘radikal’ bir değişim yaşar. Hem dış görünüşünü hem de şivesini düzeltir. Artık köyden gelen ve gençlerin partisinde ‘Keklik’ türküsü eşliğinde kaşık oyunu oynayan o ‘basit’ Ayşe değildir. Kesinlikle bambaşka biri olmuştur. Ancak karakterini korumuştur. Olumlu kişiliği, neşesi ve iyilikseverliği yerli yerinde durmaktadır. GEÇİRDİĞİ KAZADAN SONRA BACAKLARI TUTMAYINCA DÜNYASI YIKILIR Bunlar yaşanırken Ayşe, Ömer adında, kimsesiz bir çocukla tanışır. Aralarında sıkı bir
Zeynep Değirmencioğlu dostluk kurulur. Ayşe, Ömer’i eve almak isterse de teyzesi buna izin vermez. Ömer gibi daha birçok yoksul ve çaresiz çocuk bulunduğunu öğrenen Ayşe, kasabanın varlıklı insanlarına başvurur, onlardan yardım ister. Ne var ki, hiçbiri kendisini desteklemez.
Selmi Andak’a bestelediği ‘Hayat Sevince Güzel’ adlı şarkı Yeşilçam’ın unutulmaz müzikleri arasında yer alıyor. Hayat sevince güzel Sevince tatlı günler Bir kuşu kelebeği Bir taşı sevin yeter Sevince kalbimizde Ümitler çiçeklenir Kötülükler kaybolur Karanlığa gizlenir Çok sevmeli herkesi Sevgi ömrün neşesi Dünyada en güzel şey Kalpte insan sevgisi
Ayşe sonunda kasabada kendisine inanan birini bulur. Genç arkadaşı Ali ile (Sertan Acar) aralarında sıcak bir dostluk kurulur. Birlikte bir yardım gecesi düzenlerler. Teyzesi gitmesine izin vermeyince Ayşe geceye gizlice katılır. Ancak eve dönerken bir kaza geçirir, bacakları tutmaz olur. İçine düştüğü bu durum iyimserlik timsali ve neşe dolu Ayşe’yi derinden sarsar. Koyu bir karamsarlığa kapılır. Bütün ısrarlara karşın, ameliyat olmayı reddeder. Şimdi görev kasabalılarındır. Ayşe’yi ikna etmek için adeta bir seferberlik başlatılır. Çabalar olumlu sonuçlanır, Ayşe ameliyat olmayı kabul eder. Operasyon başarılı geçer ve genç kız eski haline kavuşur. İşin güzeli, bütün bu yaşananlar teyzesinin kalbini de yumuşatmış, aralarının düzelmesini sağlamıştır.
Kaderimiz aşk olsun Neşe dolsun ömrümüz Eğlenelim gülelim Mutlu geçsin ömrümüz Aşk dolu şarkılarla Kederleri silelim Yaşayan her varlığa Sevmeyi öğretelim Kızma başım kel diye Göbeğine üzülme Fakirlik ayıp değil Yeter ki sevmeyi bil
39
Ve final: ‘Hayat Bayram Olsa’, neredeyse o dönemin bütün Yeşilçam yapımlarında görüldüğü gibi mutlu sonla biter. Bakkal, manav, esnaf, öğrenciler, yaşlılar, gençler kısacası tüm insanlar gelişmelerden duydukları mutluluğu hep birlikte dans edip birbirlerine sarılarak gösterir. Coşku adeta doruğa çıkar.
AYŞECİK UZUN YILLAR EMLAKÇILIK YAPTI
‘H
ayat Sevince Güzel’in başrolünde oynayan Zeynep Değirmencioğlu, Türkiye’nin ilk çocuk yıldızı olarak ‘Ayşecik’ filmleriyle ünlendi. İlk filmini 2 yaşındayken çevirdi ve kısa sürede 50’yi aşkın yapımda rol aldı. Yetenekli bir oyuncuydu. Bu özelliğiyle ABD’li çocuk yıldız Shirley Timple’a benzetilmişti.
KOREOGRAFİ ÖNEMSENMEMİŞ, KURGU YETERSİZ ‘Hayat Sevince Güzel’in müzikal ‘özentisiyle’ çekilmiş sahneleri hakikaten ilginç... Filme adını veren şarkının eşliğinde dans edilen bu bölümde, ‘gösteri’ Cumhuriyet Meydanı’nda başlıyor, İzmir Yolu’nda ve 1. Sefa’nın deniz tarafında bulunan palmiyelerin arasında devam ediyor. Coşku Kapri Plajı’nda daha da artıyor ve yine Cumhuriyet Meydanı’nda Ayşe’nin bir masa üzerinde oryantal yapmasıyla son buluyor. Ancak koreografi önemsenmediği için her şey eğreti duruyor. Kurgu ise aceleye gelmiş olmalı ki, bu sahneler eğlenceli olmaktan çok, can sıkıyor! Sekiz dakikaya yakın devam eden şarkılı-danslı bölümün en çarpıcı yanı, yönetmen Temel Gürsu’nun Ayvalık’tan farklı manzaralar göstereceğim kaygısıyla birbiriyle alabildiğine ilgisiz mekânları iç içe gösteren çekimleri... Filmde başka ‘alakasızlıklar’ da var. Örneğin Ayşe, teyzesinin Çamlık dolaylarındaki evinden birkaç dakikalığına yürüyüşe çıkıyor, sonra bir de bakıyoruz, kilometrelerce uzaklıktaki Şeytan Sofrası’ndan el sallıyor! Aksayan ve eskiyen yanlarına rağmen, ‘sevginin önemini’ anlatan ve bizlere yıllar öncesinin Ayvalık’ından hoş esintiler getiren bu filmin yapılmasında emeği geçen herkesi sevgiyle selamlıyor ve anıyoruz.
Suna Pekuysal
40
Zeynep Değirmencioğlu, senaryolarını Kemalettin Tuğcu’nun romanlarından yola çıkarak, babası Hamdi Değirmencioğlu’nun yazdığı ‘Ayşecik’ filmleri sayesinde dönemin ünlü yıldızlarından daha çok kazandı. Birkaç yıl önce hayatını kaydeden Fenerbahçeli futbolcu ve yönetici Serkan Acar’la evlendikten sonra sinemayı bıraktı ve uzun yıllar emlakçılık yaptı.
ÖMERCİK, BABASININ TAKSİSİNİ TAMİR EDERKEN GEÇİRDİĞİ KAZA SONUCU SOL GÖZÜNÜ KAYBEDİNCE BİR SÜRE HAYATA KÜSTÜ
‘H
ayat Sevince Güzel’in iyi kalpli ve yaramaz sokak çocuğu Ömercik (Ömer Dönmez), Ayşecik döneminin bir diğer sevilen çocuk yıldızıydı. Gerçek hayatta Zeynep Değirmencioğlu’nun teyzesinin oğluydu. İlk filmini 3.5 yaşında çevirdi. ‘Ömercik’i yaratan da yine senarist Hamdi Değirmencioğlu’ydu. 50 kadar filmde oynayan Ömer Dönmez, yaşı ilerlediği için sinemacıların kendisine olan ilgisi azalınca babasının dolmuşunda şoförlüğe başladı. O günlerden birinde, dolmuşun gevşeyen kelebek camının vidasını sıkmak isterken tornavida bir anda elinden kaydı ve sol gözüne battı. Genç adam gözünü kaybedince uzun bir süre hayata küstü. Konfeksiyonculuktan büfe işletmeciliğine kadar pek çok işi denedi. Daha sonra teyzesinin kızı Zeynep Değirmencioğlu’nun emlak ofisinde çalışmaya başladı.
YOLU AYVALIK'TAN GEÇENLER
MAREŞAL LİMAN VON SANDERS TAM 101 YIL ÖNCE AYVALIK’A GELMİŞTİ
1913
yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Alman Askerî Yardım Heyeti arasında bir hizmet sözleşmesi yapıldı. Sözleşmenin imzalanmasının ardından Osmanlı topraklarında yaklaşık 800 Alman subayı görevlendirildi. Bunlar hem Türk askerlerini eğitecek hem de orduda görev alacaklardı. Hemen hepsi kilit noktalardaydı.
Liman von Sanders de Osmanlı ordusunda yenilik yapmak göreviyle Almanya’dan gelen askerlerdendi. Türkiye’ye ayak bastığında takvimler 13 Aralık 1913’ü gösteriyordu. Daha ilk günden itibaren kolları sıvadı, reform çalışmalarına girişti. Bu arada önce 1. Kolordu komutanı, Mart 1915’te de Çanakkale 5. Ordu komutanı oldu. Çanakkale’deki görevine başlamadan önce, Anadolu’nun Çanakkale ile İzmir arasındaki kıyı savunma düzenini denetlemek için bir geziye çıktı. Gezinin amaçlarından biri de Körfez bölgesinin durumu hakkında bilgi edinmekti. Çünkü bölge, başta Ayvalık olmak üzere zeytin/zeytinyağı bakımından zengindi ve bu özelliğiyle ordu için önem taşıyordu. İngilizler de Ayvalık’ı fazlasıyla önemsiyordu. İngiliz ve Yunan gizli servisleri Ayvalık’ta bazı Rumları elde etmişti. Türk ve Alman gizli servisleri yaptıkları çalışmalar sonunda pek çok Rum’u kendi taraflarına çekmeyi başarmıştı. YOLCULUĞUMUZ BÜTÜN GÜN ŞAHANE ZEYTİN ORMANLARI ARASINDA DEVAM ETTİ Liman von Sanders, Körfez gezisine Balıkesir’den ve otomobille başladı. Derin kayalar üzerinde yer alan derme-çatma köprülerden geçti. Anadolu’nun dağ yollarını aştıktan sora ilk durağı Edremit’e ulaştı. Oradaki birlikleri teftiş etti. Varlıklı bir zeytinyağı tüccarının evine konuk oldu. Ertesi sabah Ayvalık’a doğru yola çıkan von Sanders, daha önce bir çay taşmasıyla yerinden sürüklenen Kemer (Burhaniye) köprüsünden geçmek zorunda kaldı. Bu ‘maceralı’ geçişi daha sonra dilimize ‘Türkiye’de 5 Yıl’ adıyla çevrilen anılarında şöyle anlattı: “...Tam o zamanki Türk anlayışına uygun olarak, hiçbir hükümet görevlisi bu köprüyle ilgilenmemiş ve köprü yıkık durumda bırakılmıştı. Bunu da yine Alman istihkâm erleri iyi bir şekilde yeniden yapmak zorunda kaldılar. Otomobilimiz çaydan mandalarla çekilerek geçti. Biz de yüksek manda arabaları içinde çayı aştık. Halk bu çeşit güçlüklere alışıktı. Yoluna devam etmek isteyen herkes başının çaresine bakmak zorundaydı. Ondan sonra yolculuğumuz bütün gün şahane zeytin ormanları arasında devam etti. Bu zeytin ormanları, Anadolu’nun bu bölgesini verimli ve zengin bir duruma getirmişti. İçinden geçtiğimiz zengin Rum köylerinde delikanlılar ve çocuklar, bayramlık giysileriyle yol boyunca sıralanmışlardı.”
41
MİDİLLİ VE DİĞER ADALARA KAÇAKÇILIK YAPILABİLSİN DİYE BAZI GEÇİTLER AÇIK BIRAKILMIŞTI Liman von Sanders anı kitabının izleyen bölümlerinde, ilk kez ziyaret ettiği Ayvalık hakkında şu satırlara yer verdi: “Ayvalık’ta birlikleri teftiş ettim. Liman komutanı, bana limanın kaçakçılığa kapatılması konusunda açıklamalarda bulundu ve limanı gezdirdi. Bu komutan, Midilli ve diğer adalardan kaçakçılığın devam ettirilebilmesi için bilerek açık bırakılan geçitlerden birini de hiç çekinmeden bana gösterdi. Tamamen Türkiye’nin iç işleriyle ilgili bu konuya karışmadım.” Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale ve Filistin cephelerinde Osmanlı ordularına komutanlık eden von Sanders’in, o günün koşulları içinde Türkiye’nin iç işlerine karışıp karışmadığı, karıştıysa ne kadar karıştı gibi konuları tarihçilere bırakıyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa, o da Ayvalık dönüşü Çanakkale’deki tüm idari yetkiyi eline alan Alman kumandanın, düşmanın çıkarma yapacağı noktaları tahminde yanıldığı ve uyguladığı yanlış tabya sistemi yüzünden önemli kayıplara yol açtığıdır. Cephede Mustafa Kemal’le silah arkadaşlığı yapan ve tarihimizde ‘Türk Ordusu’nun Mareşal Liman Paşası’ olarak ünlenen Liman von Sanders, Mondros Mütarekesi’nden sonra bir süre İstanbul’da göz altında tutuldu. Alman askerlerinin ülkelerine geri gönderilmesi çalışmalarını üstlendi. Bir süre geçince kendisi de Almanya’ya döndü. Son yıllarını anılarını yazarak geçirdi. 1929 yılında, 74 yaşında öldü.
42
1915 YILINDA AYVALIK’TA ÇOĞU BUHARLA ÇALIŞAN 80 DERİ İŞLEME ATÖLYESİ VARDI
L
iman von Sanders’in Ayvalık’a geldiği 1915 yılında kasaba hareketli ve canlıydı. 5.500 binada 30 bini aşkın insan yaşıyordu. Nüfusun tamamına yakını Rum’du ve fabrikalarla diğer işyerleri hep onlara aitti. Ticarethane sayısı 500’e ulaşmıştı. 22 zeytinyağı fabrikası, 1 pirina fabrikası, 15 büyük sabunhane, 6 un değirmeni, çoğu buharla çalışan 80 deri işleme atölyesi vardı. Bunlardan başka 6 eczane, 20 doktor, 10 avukat bulunuyordu.
Öte yandan, Ayvalık Rumlarının çok büyük bir bölümü kendilerini Yunanistan’ın bir parçası sayıyor ve Yunan emellerinin gerçekleştirilmesi planları içinde yer alıyorlardı. Ayvalık’taki ‘Akedemia’da okuyanlar Yunanistan’a gidip öğrenim görüyor, buralarda da dini eğitimden çok siyasi eğitimden geçiriliyorlardı.
MUSTAFA KEMAL, CONKBAYIRI’NDA HAYATINI KURTARAN SAATİ LİMAN VON SANDERS’E HATIRA OLARAK VERDİ
10
Ağustos 1915 günü İngilizler Çanakkale’de, Conkbayırı’nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için harekete geçti; ancak başarılı olamadı. Çünkü, Mustafa Kemal ve askerleri bölgeyi kahramanca savundu. O gün gerçekten müthiş bir çarpışma yaşandı. Ortalık cehennemden farksızdı. Düşmanın top gülleleri büyük çukurlar açıyor, gökten adeta şarapnel parçası ve kurşun yağıyordu. Şarapnel parçalarından biri Mustafa Kemal’in tam kalbinin üzerine çarptı. Genç kumandan bir anda sarsıldı, elini göğsüne götürdü. Kan akmıyordu. Sadece kalbinin üzerinde, cebinde bulunan ve annesinin hediyesi olan saat parçalanmıştı. Olayı Yarbay Servet Bey’den başka gören olmamıştı. Mustafa Kemal ona parmağıyla susmasını emretti. Vurulduğunun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi. İşte o gün, orada hayatını kurtaran o saati, Mustafa Kemal, Çanakkale 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders’e hatıra olarak verdi. Çok şaşıran ve heyecanlanan von Sanders de kendi aile armasını taşıyan altın cep saatini Mustafa Kemal’e hediye etti. von Sanders’in saati şimdi Anıtkabir Müzesi’nde...
ARALIK 2016 YIL: 3 SAYI: 28 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sit. 5. Cad. No.69 Bağcılar / İstanbul Tel. 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com sertifika no: 29195 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
43
Yeni Yılınızı Herkese Sevgi Başarı Neşe Güven Mutluluk Huzur Sağlık Dostluk ve Barış Getirmesi Dileğiyle Kutlarız. AYDA BİR AYVALIK
1956
yılının eşiğinde, Ayvalık eski belediye başkanlarından ve Ayvalık Halkevi’nin önde gelen isimlerinden Muharrem Onursal, yine yönetici ve oyuncu olarak Halkevi’nin unutulmazları arasında yer alan eşi Kıvanç Onursal’la Yılbaşı Balosu’nda dans ediyor.