Sesler, Yüzler, İzlenimler/Altınova Refik Halid Ayvalık’ta İlhan Usmanbaş Zeustones Yıldırım Alp ve Ebru Cafe Caramel-Antikhane Kördüğüm Miriam Escofet Hatıra Defteri
ATATÜRK’ÜN MANEVİ EVLADI SIĞIRTMAÇ MUSTAFA ÇOBANLIKTAN TANK SUBAYLIĞINA
Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluşunu sağlayan kahramanlar milletçe kalbimizde yaşıyor
18
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ FARKLI ETKİNLİKLERLE ANILDI
Mart Çanakkale Zaferi’nin 102. Yıldönümünde, Çanakkale şehitleri ülkemizin her köşesinde olduğu gibi Ayvalık’ta da farklı etkinliklerle anıldı. Garnizon Komutanlığı’nın düzenlediği törene, Çanakkale Savaşı’nda şehit düşen Tabur Komutanı Ali Tahsin’in torunu Mehvar Farahi, Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Garnizon Komutanı Albay Aydın Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Savcı Cihan Toprak ile gaziler ve çok sayıda vatandaş katıldı.
AYVALIK BELEDİYESİ’NDEN HELVA HAYRI
A
Teğmen Rıdvan Tuncel yaptığı konuşmada Çanakkale Zaferi’nin Türklük mücadelesi olduğunu ve Mehmetçiğin Mustafa Kemal’in önderliğinde düşmanı ‘darmaduman ettiğini’ vurguladı. Yarışmalarda ödül alan öğrencilere plaket verilmesinin ardından şehitliklere gidildi, şehit ailelerine taziyelerde bulunuldu ve dualar edildi.
AYVALIK ANADOLU LİSESİ’NDEN ANMA PROGRAMI
A
yvalık Anadolu Lisesi, İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde Çanakkale şehitlerini anma programı düzenledi. Etkinliğe şehit aileleri, gaziler, öğrenci velileri ve kalabalık bir vatandaş topluluğu katıldı. Şiir okunmasından ve Anadolu Lisesi tarih öğretmeni Ahmet Babalık’ın konuşmasından sonra Türk Kızılay’ı Ayvalık Şubesi, bahçeye kurulan çadırda hoşaf ve peksimet dağıttı. Ayvalık Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan programı gerçekleştiren öğretmen ve öğrencilere tek tek teşekkür etti.
2
yvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü tarafından 150 Evler Mahallesi Şehitler Camii’nde 18 Mart Çanakkale Şehitleri için Cuma namazı çıkışında helva ikramı yapıldı. Hayra katılanlara teşekkür eden Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluşunu sağlayan en büyük direnişlerden olan Çanakkale zaferimizde, vatanımız için şehit olan atalarımızı saygı, minnet ve rahmetle anıyorum” dedi.
Ayvalık Belediyesi’nin yakında hizmete açacağı merkez bütünüyle gençlere hitap edecek
RAHMİ GENÇER BİRLİKTE KİTAP OKUDUĞU ÖĞRENCİLERE ‘BÜYÜK NUTUK’U HEDİYE EDİYOR
Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Savaşı kahramanları rahmet, minnet ve saygıyla anıldı
İSTİKLAL MARŞIMIZ 96 YAŞINDA
İ
stiklal Marşı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilmesinin 96. yılında İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde bir tören düzenlendi. Açılış konuşmasını 15 Eylül Ortaokulu Müdürü Soner Suyolcu’nun yaptığı etkinliğe ilişkin olarak Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Bu önemli yıldönümünde başta Mehmet Akif Ersoy olmak üzere, İstiklal Savaşı’mızın tüm kahramanlarını rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum” dedi. Ödül dağıtımının ardından İstiklal Marşı’nın protokol üyeleri ile esnaf ve sanatkar vatandaşlar tarafından seslendirildiği video izlendi. 15 Eylül Ortaokulu öğrencilerinin hazırladıkları şiir dinletisinden sonra konuklara şehit ve gazilerin ruhları için lokma hayrında bulunuldu.
A
yvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer, çocuklarda kitap okuma alışkanlığının yaygınlaştırılmasını amaçlayan ‘Kitaptan Kanatlar’ etkinliği kapsamında okul ziyaretlerine devam ediyor. ANADOLU LİSESİ Atatürk Anadolu Lisesi’ni ziyaret eden Rahmi Gençer, önce öğretmenlerle sohbet etti, daha sonra okul müdürü Nevzat Saçı ve tarih öğretmeni Ayşe Şahin’le birlikte 10/A sınıfına geçti. Burada hep birlikte 20 dakika süreyle kitap okundu ve 20 dakika sohbet edildi.
CİHAN YORGUN ORTAOKULU Rahmi Gençer, 24 Mart’ta da Altınova Cihan Yorgun Ortaokulu’na gitti. Okul Müdürü Atiye Duran yönetiminde 8/D sınıfında 20 dakika kitap okudu, 20 dakika da öğrencilerle sohbet etti. Her okul ziyaretinde olduğu gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’unu gençlere hediye eden Gençer, “Hayata kitap okuma alışkanlığı kazanarak başlarsanız, çok rahat edersiniz. Hayatta başarı elde etmek istiyorsanız, Nutuk’u mutlaka ve dikkatle okumalısınız” dedi.
Sohbet sırasında önce kendi öğrencilik yıllarının geçtiği ve mezun olduğu Ayvalık Lisesi’ni anlatan Gençer, “Okuma alışkanlığını biraz geç de olsa edindim. Şu anki insanlarla diyaloğumu buna borçluyum. Kitap okumaktan ne olursa olsun vazgeçmeyin. Sizler için 19 Mayıs’ta temelini atacağımız bir ‘Gençlik Merkezi Projemiz’ var. Tamamen siz gençlerimize hitap edecek” dedi. öğrencilere Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Büyük Nutuk’u hediye eden Rahmi Gençer, “Türkiye Cumhuriyeti kolay kurulmadı, O zamanlarda Ayvalık’ımızda neler olup-bitti, hangi kahramanlar neler başardı, bu kitapta bunları bulabilirsiniz” dedi.
3
Birden fazla noktada çalışıyorlar
FEN İŞLERİ İLE PARK VE BAHÇELER EKİPLERİ GÖREV BAŞINDA
“Camiler ikinci evimizdir”
AYVALIK’TAKİ 43 CAMİ TEK TEK TEMİZLENİYOR
C 13 NİSAN CADDESİ YENİDEN DOĞUYOR
13
Nisan Caddesi ve çevresinde sürdürülen yol yapım faaliyetleri yoğun biçimde devam ediyor. Fen İşleri Müdürlüğü sorumluları, gerçekleştirilen çalışmalar hakkında mahallede yaşayanların görüşlerini alıyor. Caddenin yenilenmesinin, Atatürk’ün Ayvalık’a gelişinin 83. yıldönümünün kutlanacağı 13 Nisan’a kadar tamamlanması hedefleniyor.
YENİ YAŞAM ALANI EŞSİZ MANZARASIYLA DİKKAT ÇEKİYOR
A
liçetinkaya Mahallesi’ndeki yaşam alanı 23 Nisan’da açılıyor. Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından yapılan alanda oyun parkları, spor aletleri ve banklar bulunuyor. Yemyeşil ağaçlarla süslenen tesisin eşsiz Ayvalık manzarasıyla, vazgeçilmeyecek bir uğrak yeri olmasına kesin gözüyle bakılıyor.
BOZULAN YOLLAR TEK TEK ONARILIYOR
A
yvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri Kemalpaşa Mahallesi Merkez Hastane Caddesi’ndeki çalışmalarını sürdürüyor. Ekibi kutlayan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Kentimizin yolları yeterince bozuktu. Bu kış hem sel felaketi hem de altyapı hizmetleri yolları fazlasıyla kötü duruma getirdi. Halen sekiz farklı noktada çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ara vermeden tüm yollarımızın onarımını gerçekleştireceğiz” dedi.
MEVLANA CADDESİ’NDE ÇALIŞMALAR İLERLEDİ
A
libey Adası’nda bulunan ve neredeyse tüm sokakları inanılmaz derecede zarar gören Mevlana Caddesi’nde çalışmalar ilerledi. Caddedeki yağmur suyu kanalları da yeniden düzenleniyor.
4
amileri temizleme çalışmalarına kırsal mahallelerden başlayan Ayvalık Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü bir günde iki cami temizliyor. Bir ay içinde şehir merkezindeki tüm ibadethanelere hizmet vermeyi hedefleyen müdürlük, kırsal mahallelerden sonra Ali Çetinkaya Mahallesi ve Alibey adasındaki camileri temizledi. İnsan sağlığına zararlı olmayan özel dezenfekte ilaçları kullanan temizlik ekibi, vakumlu ve kurutmalı makinelerle çalışıyor. Camilerin ‘ikinci evimiz’ olduğunu söyleyen Rahmi Gençer, “Bahar aylarının gelişiyle birlikte, temizliğe başladık. Vatandaşlarımızın huzuru için üzerimize düşen ne varsa yapmaya hazırız. Bu kapsamda ibadethanelerimizin sadece iç temizliğini değil, çevre temizliğini de aksatmadan sürdürüyoruz” dedi.
Türkiye’nin ilk ve tek roman milletvekili olarak şimdiden tarihe geçti
A
ÖZCAN PURÇU AYVALIK’A GELDİ
yvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer, aynı zamanda ülkemizin ilk ve tek roman milletvekili olan Özcan Purçu’yu ağırladı. Referandum çalışmaları için Ayvalık’ı seçen CHP İzmir Milletvekili Purçu, görüşmelerine Ayvalık Belediyesi’nden başladı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer’le, Hamdibey Mahallesi’ne uğrayan Purçu, burada mahalle sakinlerinin sorunlarını dinledi. Daha çok barınma gereksinimi içinde olduklarını dile getiren mahalle sakinleri bu konuda yaşadıkları sorunların birçoğunun Rahmi Gençer’in ilgisiyle giderildiğini belirtti.
Rahmi Gençer, başarıdan başarıya koşan genç satranç ustasına hediye çekiyle teşekkür etti
A
ALİMERT ÖZSOY TÜRKİYE SATRANÇ MİLLİ TAKIMI’NA SEÇİLDİ
lt yaş kategorilerinde satranç sporunda yedi yıldır Balıkesir 1.’si olan Alimert Özsoy bu kez Milli Takım havuzuna seçildi. 14 yaş kategorisinde Türkiye 4.’lüğü de bulunan Alimert, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu Müdürü Mustafa Kurtuluş, Ayvalık Satranç Kulübü Başkanı Nail Filiz, Kulüp yöneticisi Nebahat Dinler, Alimert’in babası Özcan Özsoy, annesi Elif Özsoy ve kardeşi Merve Özsoy’un da bulunduğu ziyarette Alimert’in başarılarının derlendiği kitapçık ve kazandığı madalya Başkan Gençer’e sunuldu. Ziyaret sırasında görüşlerini belirten Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Ayvalık’ı onurlandırdıkları için Alimert ve ailesine teşekkür etti. Gençer, “Ayvalık’ımızın çocukları ve gençleri başarıdan başarıya koşuyor. Bu başarılarda önemli payı olan tüm eğitimcilerimizi ve öğretmenlerimizi tebrik ediyorum. Biz de çocuklarımızın güzel bir gelecek kurmaları için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız” dedi. Gençer, buluşma sonunda Alimert Özsoy’a bir hediye çeki verdi.
Ağaç diktiler, halat çektiler, top taşıdılar, dans edip pasta kestiler
A
DOWN SENDROMU GÜNÜ KUTLANDI
yvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü, ‘Dünya Down Sendromu Günü’ nedeniyle, yeni faaliyete geçen Ayvalık Belediyesi Sosyal Hizmet Merkezi’nde 21 Mart’ta bir dizi etkinlik düzenledi. Özel Çocuklar, Ayvalık Rahim Usta Lisesi Almanca öğretmeni Sevcan Bilgin yönetiminde öğrencilerle birlikte ağaç dikti, halat çekme yarışı yaptı, top taşıma oyunu oynadı. Ayrıca bol bol dans edip, pasta kesti. Etkinliğe Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve eşi Yasemin Gençer’in yanı sıra, başkan yardımcıları, Meclis üyeleri ve daire amirleri katıldı.
İlk kez İngiliz hekim John Langdon Down tarafından 1866’da sistematik bir şekilde sınıflandırılan ve sendrom olarak tanılanan bu genetik bozukluğa dikkat çekmeyi amaçlayan bu özel gün 2012 yılından beri kutlanıyor. Down sendromunu iyileştirecek veya yok edecek bir tıbbi tedavi bulunmuyor. Tek yol eğitim… Sosyalleşme, bu eğitimin vazgeçilmez bir parçası. Bu yüzden, Down sendromlu bireylerin sosyal hayatta tüm insanlarla beraber, ‘izole edilmeden’ yaşamaları büyük önem taşıyor.
5
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KÜÇÜKKÖY SPOR KULÜBÜ MMA TAKIMI DÜNYA ÇAPINDA BİR BAŞARIYA ULAŞTI
denk düştüğü için, kentimize gelecek olan ve yarışmaya katılmayı arzulayacak konuklara da fırsat vermeyi amaçladık.”
RAHMİ GENÇER, BALIKESİR ŞAMPİYONU AYVALIKGÜCÜ BELEDİYESPOR U17 TAKIMINI KUTLADI
bulunan Sosyal Hizmetler Merkezi’ni ziyaret etti. Tesisi gezen Akın, Balıkesir’deki pek çok huzurevini gördüğünü ve Ayvalık’taki bu tesisin konforuyla dikkat çektiğini söyledi. “Demek ki çalışınca oluyor” diyen Akın merkezin gerçekleşmesinde emeği geçenleri kutladı.
‘ZEYTİNDE KADIN ELİ’ SERGİSİ SANATSEVERLERİN BEĞENİSİNİ KAZANDI
A K
üçükköy Spor Kulübü MMA (Karışık Dövüş Sporları) Takımı, Antalya Kemer’de WMM Federasyonu tarafından düzenlenen ve 33 ülkeden 753 sporcunun katıldığı Dünya Şampiyonası’nda büyük bir başarıya imza attı. 71 kiloda antrenör Tuncay Talay dünya şampiyonu, 105 kiloda sporcu Murat Şevik dünya şampiyonu, 86 kiloda sporcu Emre Kuru dünya ikincisi oldu. Üç sporcu Belediye Başkanı Rahmi Gençer'i ziyaret etti. Ziyarette Meclis Üyesi Fahri Güren de hazır bulundu. Gençer, zor bir spor dalında dünya şampiyonu olan takımın Ayvalık’ı gururlandırdığını söyledi.
FOTOĞRAF YARIŞMASINA KATILMA SÜRESİ 1 MAYIS’A KADAR UZATILDI
A
yvalıkgücü Belediyespor altyapıya verdiği önemin sonucunu aldı ve U17 futbol takımı Balıkesir şampiyonluğunu ilan etti. Hüsnü Uğural Stadı’nda sporcularla bir araya gelen Belediye Başkanı Rahmi Gençer ortaya koydukları centilmence mücadele ve ulaştıkları başarı nedeniyle genç futbolcuları tek tek kutladı. Buluşmada Kulüp Başkanı Mehmet Babayiğit, Futbol Şube Sorumlusu Erkan Göral, A Takım Teknik Sorumlusu İlker Seven, Altyapı Sorumlusu Ender Akan, Altyapı Teknik Sorumlusu Cengiz Konan ve Altyapı Antrenörü Selahattin Engin de hazır bulundu. Sporculara, “Hepinizin hayali futbolcu olmak mı?” diye soran Rahmi Gençer hepsinden olumlu cevap alınca, “O zaman korkumuz yok... Ayvalıkgücü’müzün geleceği emin ellerde demektir!” karşılığını verdi.
AHMET AKIN, SOSYAL HİZMET MERKEZİ’Nİ GEZDİ
A
yvalık Belediyesi tarafından Ahmet Yorulmaz anısına düzenlenen ‘Fotoğraf ve Yorumu Yarışması’nın son başvuru tarihi, fotoğraf severlerin talebi üzerine 1 Mayıs’a kadar uzatıldı. Yarışma jürisinin başkanı, dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı Arif Aşçı bu konuda şu açıklamayı yaptı: “Bilindiği gibi fotoğraf çekme açısından en güzel, dolayısıyla en uygun ay nisan ayıdır. Bu nedenle, süremizi 1 Mayıs 2017’ye kadar uzatma kararı aldık. Aynı zamanda, turizm sezonunun başladığı döneme
6
yvalık Kültür Sanat Derneği Resim Atölyesi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Orhan Peker Sanat Galerisi’nde ‘Zeytinde Kadın Eli’ başlıklı bir karma sergi açtı. Açılışa Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in yanı sıra AYKÜSAD Başkanı Yaşar Akçay, dernek üyeleri ve çok sayıda sanatsever katıldı. Rahmi Gençer, Kadınlar Günü nedeniyle 2014 yılının ekim ayında aramızdan ayrılan sanatçı Uğur Bilge’nin eşi Figen Bilge’ye çiçek verdi.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle açılan serginin özel bir anlam taşıdığını belirten Gençer, “Zeytin emek ister. Zeytin sevgi ister. Zeytin kadınsız olmaz. Sergiyi hazırlayan herkese teşekkür ediyorum. Çok güzel çalışmalar gerçekleştirmişler” dedi.
‘BİR KADIN, BİR ÇOK HAYAT HİKAYESİ’ SAHNELENDİ
İ
smet İnönü Kültür Merkezi bu kez anlamlı bir oyuna ev sahipliği yaptı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle ülkemizde yaşanan kadın erkek eşitsizliğini
C
HP Balıkesir milletvekili Ahmet Akın geçtiğimiz günlerde hizmete açılan ve içerisinde Kadın Dayanışma Evi, Erken Doğmuşlar Konuk Evi ile Engelli Destek Birimi
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... konu alan ‘Bir Kadın, Birçok Hayat Hikayesi’ adlı oyun sahnelendi. Ayvalık Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nün düzenlediği etkinliğe sanat severler ilgi gösterdi. Oyunu Belediye Başkan yardımcıları Gökay Bacan, Figen Güren, Meclis üyeleri Salman Kayran, Fahri Güren, Mehmet Ali Tuncer de izledi. Bir konuşma yapan Başkan Yardımcısı Figen Güren, kadınlara hak ettiği değerin mutlaka verilmesi gerektiğini vurguladı. Gökay Bacan da, ülkemizde yaşanan kadına şiddet olaylarının bu tür etkinliklerle gündemde tutulmasının önemine dikkat çekti.
ziyaret etti. Dernek Başkanı Hüseyin Köksal ve temsilcilikte bulunanlarla sohbet eden Gençer, “Başkan Köksal’ın kişiliğinde tüm gazilerimize misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum. Ayvalık Belediyesi her zaman olduğu gibi milli değerlerimizin yanındadır ve yanında olmaya devam edecektir. Üzerimize düşen ne varsa yapacağımızın sözünü vermek istiyorum” dedi.
Metin Tokel ve Milli Eğitim Müdürü Güner Bahadır katıldı. Konuklar, açılış kurdelesini küçük ressamlarla birlikte kesti. Daha sonra sergi gezildi ve çocuklar resimleri hakkında sorulan soruları cevaplandırdı.
MEHMET AKİF ERSOY ORTAOKULU MAHALLE LİGİ’NDE 2. OLDU
YENİMAHALLE SPOR KULÜBÜ BAŞARILARINI RAHMİ GENÇER’LE PAYLAŞTI
RAHMİ GENÇER SAĞLIK ÇALIŞANLARININ BAYRAMINI KUTLADI
B M 14
Mart Tıp Bayramı nedeniyle Ayvalık Devlet Hastanesi’nde düzenlenen programa Belediye Başkanı Rahmi Gençer de katıldı. Üç yüze yakın sağlık çalışanının hazır bulunduğu etkinlikte görüşlerini belirten Rahmi Gençer, “İnsan sağlığını her şeyden üstün tutan; hem birey, hem toplum olarak bizlerin yaşam kalitesini yükselten, tüm değerli sağlık insanlarımızın Tıp Bayramı'nı kutluyorum” dedi.
ahalle Ligi Futbol Turnuvası’nda 3. olan Yenimahalle Spor Kulübü, eski Kırlangıç Fabrikası’nda Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Ziyarette Kulüp Başkanı Necdet Mansız, Yönetici Hüseyin Dikme, Antrenör Eren Tayanç, Takım Kaptanı Eren Tayanç ve on sporcu hazır bulundu. Ayvalık’ı gururlandırdıkları için kulübü kutlayan Rahmi Gençer, sporcuları tek tek ödüllendirdi.
alıkesir Büyükşehir Belediyesi tarafından organize edilen Mahalle Ligi Futbol Turnuvası’nda finalde rakibine penaltılarla elenerek ikinci olan Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu futbol takımı Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Gençer, genç sporculara tek tek teşekkür ederek başarılarının devamı dileğinde bulundu. Takımın ödül olarak, Bursaspor-Beşiktaş maçını izleyeceği belirtildi.
DEVECİLER DERNEĞİ YÖNETİCİLERİ RAHMİ GENÇER’İ ZİYARET ETTİ
'KÜÇÜKTEN BÜYÜĞE' TEMALI KARMA RESİM SERGİSİ AÇILDI
AYVALIK BELEDİYESİ GAZİLERİN VE ŞEHİT AİLELERİNİN YANINDA
M F B
elediye Başkanı Rahmi Gençer, Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı Ayvalık Temsilciliği’ni
emin Art’ta düzenlenen ‘Küçükten Büyüğe’ temalı karma resim sergisinin açılışına Kaymakam Namık Kemal Nazlı ve eşi Sağlık Müdürü Dr. Hazin Gülçin Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Başkan Yardımcısı Gökay Bacan, Cumhuriyet Başsavcısı
ustafa Yatkın başkanlığındaki Ayvalık Deveciler Derneği Yönetim Kurulu üyeleri Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret ederek, deve güreşi organizasyonlarına sağladığı destek için teşekkür etti. Güreşlerin tam bir şölen havasında gerçekleşmesinden duyduğu memnuniyeti dile getiren Rahmi Gençer, yüzlerce yıllık Türk geleneğini Ayvalık’ta yaşatmaya devam edeceklerini söyledi.
7
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN “Çocuklarımızı, artık düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde; yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışılmalıdır.” MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
ÇOCUKLARA OLAN SEVGİSİYLE BİLİNEN ATATÜRK 8 YAŞINDAKİ SIĞIR ÇOBANI MUSTAFA’YI HİMAYESİ ALTINA ALDI VE TANK SUBAYI OLMASINI SAĞLADI
T
ürkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk büyük bir lider olmanın yanında insancıl kişiliği ve çocuklara olan sevgisiyle de bilinir. Onlara her zaman değer vermiş ve önemsemiştir. Gerek Ankara’da, gerekse yurt gezileri sırasında kendisini karşılayan büyük kalabalıkların arasında özellikle çocuklarla ilgilendiği ve onlara özel bir yakınlık gösterdiği bir gerçektir. Atatürk’e göre vatana sahip çıkmak, çocuklara sahip çıkmakla eş anlamlıydı. Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalıydı. O’nun çocuk sevgisinin bir başka göstergesi de çevresindekilere, yaşları ne olursa olsun, sık sık ‘Çocuk’ diye seslenmesiydi. Bu sözcük O’nun dilinde sevgi, içtenlik, canlılık ve yaşam anlamlarına geliyordu. Çocuk sevgisini en belirgin biçimde, ülkemizin tarihinde bir dönüm noktası olan 23 Nisan’ı Türk çocuklarına bayram olarak armağan etmesiyle ortaya koyan Atatürk, gençlik yıllarından başlayarak kız ve erkek, dokuz çocuğu evlat edinmişti. Büyük kurtarıcının evlat edinmediği ama himayesi altına alarak sevgiyle yaklaştığı ve ‘hayatını kurtardığı’ bir çocuk daha vardı: Yalovalı Sığırtmaç Mustafa... ŞU GÖRDÜĞÜN SIĞIRLARI GÜDERİM! Yıl 1929... Mevsim yazdan sonbahara dönmek üzere... Atatürk Yalova gezisindeydi ve Balaban deresi yakınlarında dolaşmaya çıkmıştı. Atının üzerinde yavaş yavaş ilerliyordu. Bir anda az ötesinde küçük bir erkek çocuğu çarptı gözüne... Zayıf, bakımsız ve yorgun görünüyordu. Yoksul bir aileden geldiği belliydi. Çocuğun adı Mustafa’ydı. Sığır çobanlığı yaptığı için ‘Sığırtmaç Mustafa’ diye çağrılıyordu. Soyadı Demir’di.
8
Mustafa Demir, hayatının akışını değiştiren o günkü karşılaşmayı, daha sonra şöyle anlatacaktı: -O zaman henüz sekiz yaşındaydım. Sığırları otlata otlata çiftliğin yolunu tutmuştum. Derken, uzakta yirmi kadar atlı belirdi... En öndeki atlı bana doğru geliyordu. Yaklaşınca atından indi; çiftliğe nereden gidildiğini soruyordu. Elimle işaret ettim: “Siz, yanlış yoldan gelmişsiniz... Çiftliğin yolu, şuradadır!” Bu atlı, benden adımı öğrenmek istedi: “Mustafa!” diye cevap verince gülümsedi: “Benim de adım Mustafa... Demek adaşız!” Sonra birdenbire sordu: “Gazi’yi tanır mısın?” “Tanımam!” “Onu sever misin?” “Severim!” “Niçin seversin?” “Paşa olduğu için severim!”
Tekrar gülmeye başladı. Ben, cılız, çelimsiz, hasta bir çocuktum. “Bu adam, benimle eğleniyor galiba...” diye geçirdim içimden. Fakat O, sorgularının arkasını kesmiyordu; tekrar sordu: “Sen, ne iş görürsün?” “İşte şu gördüğün sığırları güderim!” “Ne kazanırsın?” “Ayda üç lira...” “Peki, söyle bana o zaman... Ayda üç lira, yılda kaç lira eder?..” Kendisinin ve yanındakilerin yardımıyla, ayda üç liranın bir yılda ne ettiğini hesaplayarak cevap verdim: “Otuz altı lira eder!” “Sana bu otuz altı lirayı versem, ne yaparsın?”
“Hiç!.. Almam ki...” “Neden almıyorsun?” “Otuz altı lira çok para...” Sonra biraz düşünerek ekledim: “Neden aldın? diye sorarlar... “ Tanımadığım yolcu yine gülümsedi: “Aferin oğlum, böyle olmalı işte... Fakat, bu parayı yol gösterdiğin için veriyorum sana! Kimse bir şey demez!” Hâlâ benimle alay edildiğini sanıyordum. Otuz altı lirayı kabul etmeye bir şartla razı oldum. Yolda yemek için getirdiğim yarım okka kadar ceviz vardı: “Bu cevizleri alırsan, ben de senin paranı alırım!” dedim. O, bana bir avuç para verdi, ben ona bir avuç ceviz verdim. Böylece ödeşmiş olduk. Ayrılacağı sırada, tekrar adımı sordu: “Mustafa,” dedim. “Benimki de Mustafa, ama...” dedi, “Yanında ‘Kemal’i var. Mustafa ile Kemal, bir araya gelirse ne olur?” Küçük kafamın içi birdenbire karıştı. İlk defa olarak kendime sordum: “Sakın, bu atlı Mustafa Kemal Paşa olmasın?..” Sonra etrafındakilerin ona karşı gösterdikleri saygılı hareketleri hatırlayarak, kararımı verdim: “Odur!... Odur!...Gazi Paşa'dır” Ancak, kendisine onu tanıdığımı belli etmedim. Bir süre sessizlik oldu. Giderken sordu:
“Beni, başka bir yerde görsen tanır mısın?..” Başımı salladım: “Tanımaz mıyım ya!.. Sen Gazi Mustafa Kemal Paşa’sın!” Hayvanlarını dörtnala sürüp gittiler. Ben de sığırlarımı alarak çiftliğe döndüm. KÂHYALIK İŞİ İÇİN AYDA DÖRT LİRA VERSEM YETİŞİR Mİ? Ertesi gün, dedem ve babamın yaşadığı eve polisler geldi. Polisleri görünce ikisi de dehşetli bir korkuya kapıldı. Acaba Gazi’ye karşı bir suç mu işlemiştim? Dedem benden yana emindi. “Benim oğlum kötü bir hareket yapmaz!” dedi. Heyecanlıydı yine de... Polisler onu yatıştırdılar ve niçin geldiklerini söylediler. Gazi, benim Termal’e gelmemi istemişti. Hem de çoban kıyafetiyle... Hemen hazırlandım, polislerle birlikte Termal’in yolunu tuttum. Orada beni önce Atatürk’e çok benzeyen bir kişi karşıladı. “Beni tanıdın mı, dün seninle konuşmuştuk” dedi. Ben karşımdakinin Gazi olmadığını anlamıştım. “Hayır siz o değilsiniz?” dedim. Bu sırada Atatürk içeriye girdi. Konuşulanları dinlemiş olmalı ki, “Aferin, çok parlak bir zekan var” diyerek bana iltifatta bulundu. Hemen gidip elini öptüm: “Mustafa...” dedi, “Seni çiftliğime kâhya yapacağım! İster misin?..” “Kâhya ne demek?” diye sordum. “Çobanların en büyüğü odur!”
9
doktorları ve hastalar Sığırtmaç Mustafa sayesinde Gazi’yi yakından görme ve konuşma mutluluğuna da erişmişlerdi.”
Atatürk, öldüğü zaman onun naaşı önünde saygı duruşunda bulunanların arasında gencecik bir Kuleli Lisesi öğrencisi, dünün sığır çobanı, çok sevdiği Mustafa’sı da vardı. Cevap vermedim. O tekrar sordu: “Kâhyalık işi için ayda dört lira versem yetişir mi?” “Siz bilirsiniz!” dedim. Gülümsedi. “Hayır, Mustafa... Seni kâhya yapmayacağım, mektebe göndereceğim. Orada okuyup yazma öğreneceksin!” Sevindim: “Mektebe gönderiniz!.. Bu daha iyi...” dedim. Aradan yirmi dört saat geçmeden kendimi Şişli’deki Himaye-i Etfal (Çocuk) Hastanesi’nde bulmuştum. Bana, orada çok güzel bakıyorlardı. Dört ay içinde tanınmayacak kadar değiştim. Yüzümün sarılığı kayboldu, iştahım geldi. Bir gece yarısı hiç unutmam, Atatürk hastaneye gelmişti. Doğruca benim yattığım odaya girdi. Onu görünce şaşırmıştım. Ayağa kalkmak istedim. Atatürk eliyle engel oldu: “Sen ayağa kalkmayı bırak da, buradan nasıl çıkacağını düşün!”
Hastaneden çıktıktan sonra Atatürk, beni yine aratarak, Beşiktaş’ta 19’uncu İlk Mektep’e yazdırdı. Beşiktaş’taki okula bir yıl kadar devam ettim. Ardından beni Maçka’daki Fevziye Mektepleri Vakfı Işık Lisesi’nin orta bölümüne kaydettirdi. Lisenin dokuzuncu sınıfındayken, sınava girdim, Kuleli Askerî Lisesi’ne geçtim. Kara Harp Okulu’nu da 1941-D döneminde bitirip tank subayı oldum. Yüzbaşı rütbesindeyken tanıştığım Rıfkıye Hanım’la evlendim ve binbaşılığa kadar yükseldim... ATATÜRK’ÜN EN BEĞENDİĞİ ÖZELLİKLERİ KAHRAMANLIĞI, DÜRÜSTLÜĞÜ VE VERDİĞİ SÖZÜ YERİNE GETİRMESİYDİ Bu ilginç anıların sahibi Sığırtmaç Mustafa (Demir) 1960 yılının Kasım’ında kalp rahatsızlığı geçirince emekliye ayrıldı ve Yalova’ya yerleşti. Burada sessizsakin bir yaşam sürdürdü. 15 Ocak 1987’de hayatını kaybetti. Binbaşı Mustafa Demir’in, adını Makbule Hanım’ın koyduğu kızı Tacınur Hanım da hem Atatürk’e duyduğu büyük hayranlık nedeniyle hem de babasının anısını yaşatmak amacıyla oğluna Mustafa adını vermişti. Tacınur Hanım, izleyen yıllarda ‘Sığırtmaç Mustafa’nın son yıllarını şöyle anlattı: “Ölünceye kadar Atatürk’ü dilinden düşürmedi. Ona toz kondurmaz, aleyhine bir tek söz söylemeye kalkışanı hemen sustururdu. Beni de Atatürk sevgisiyle yetiştirdi. Atatürk’ü daha çocukken onun anlattıklarıyla tanıdım, sevgi saygı duydum. Atatürk’ün en beğendiği özellikleri kahramanlığı, dürüstlüğü ve verdiği sözü yerine getirmesiydi...”
Sonra gülümseyerek devam etti: “Hani, seninle pazarlığa girişmiştik, dört lira aylığa razı olmuştun! Şimdi ver bakalım hastane paralarını!..” Küçüktüm, sığırtmaçtım ama şaka ettiğini anlamıştım: “Sen koskoca Gazi Paşa’sın. Elbette hastane parasını da verirsin!” KOCA BİR CUMHURBAŞKANI, KARNI SITMADAN DAVUL GİBİ ŞİŞMİŞ BİR ÇOBAN ÇOCUĞU ZİYARETE GELSİN, OLACAK ŞEY MİYDİ BU? Büyük Atatürk beni uzunca bir süre yattığım ve aynı zamanda tutulan özel hocalardan okuma-yazmayı öğrendiğim hastanenin 6 numaralı pavyonunda üç kez ziyaret etti. Her defasında, “Küçük adaşım nasıl?” diye sorarak durumum hakkında bilgi aldı. Bu ziyaretlerle ilgili, o günlerde Cumhuriyet gazetesinde şu haber yayınlanmıştı: “Gazi’nin sabaha karşı saat 02.00’de hastaneyi ziyareti olay olmuş, nöbetçi doktorlar ve hastalar, beklemedikleri bir anda o büyük insanı karşılarında görünce gözlerine inanamamışlardı. Koca bir Cumhurbaşkanı, karnı sıtmadan davul gibi şişmiş bir çoban çocuğu ziyarete gelsin, olacak şey miydi bu? Ama bu inanılmaz olay gerçekleşmiş, hastane
10
2014 yılında Yalova’da açılan ‘Atatürk ve Sığırtmaç Mustafa’ heykeli
KAYNAKÇA 1-Cemil Sönmez, “Atatürk’te Çocuk Sevgisi”, Atatürk Araştırma Merkezi, 2004. 2-Selahattin Güngör, “On Yedi Milyondan Biri-Atatürk’ün Öksüz Bıraktığı Çocuk Neler Anlatıyor?”, Cumhuriyet Gazetesi, 15 Kasım 1938. 3.Perihan Çakıroğlu, “Ata’nın Manevi Çocukları-Yazı Dizisi”, Milliyet Gazetesi, 10 Kasım-15 Kasım 1985. 4-Cem Atabeyoğlu, “Atatürk’ün Evlat Bildiği Manevi Çocukları”, Yıllar Boyu Tarih Dergisi, Nisan 1982. 5-Ertan Ünal, “Çoban Mustafa”, Sabah Gazetesi, 23 Nisan 1998. 6-Süheyla Gözdereliler, “Atatürk ve Sığırtmaç Mustafa”, Hürriyet Gazetesi, 21 Ağustos 2014.
SESLER, YÜZLER, İZLENİMLER / ALTINOVA
BURASI ALTINOVA... TARİHİ ZENGİN TOPRAKLARI BEREKETLİ DENİZİ BERRAK GÜNEŞİ SICAK HAVASI TEMİZ İNSANLARI DOST
Ayvalık’ın zengin ‘insan malzemesi’nden yola çıkarak hazırladığımız yeni bir diziyle karşınızdayız. Bundan böyle, bu sayfalarda eski/yeni Ayvalıklılarla ve Ayvalık’ı sevenlerle yaptığımız ‘portre-röportajlar’a yer vereceğiz. Onların yaşamlarından yola çıkarak ve onların tanıklıklarıyla geçmişten bugüne, bugünden yarınlara bir köprü oluşturmayı amaçlıyoruz. İlk durağımız, son yıllarda bir turizm merkezi olarak öne çıkarken kültürel değerlerini de özenle koruyan ve cana yakın, dürüst, konuksever insanlarıyla tanınan Altınova...
GÜLBENİZ ŞENTAY
Mehmet Şensal
ALTINOVA’DA EVLER HEP İRİLİ-UFAKLI MEYDANLARA BAKAR
eriştelerini, salçalarını yaparlarmış. Biçilen harman da oraya getirilir, orada dövülürmüş. Yine düğünler bu meydanlarda olurmuş. Yani bu meydanlar, zamanında önemli bir işleve sahipmiş. Altınova camileri ve hanlarıyla da ayrı güzeldir. Hacı Bayram Veli Camii, Selçuklular’dan kalan ve içinde İbrahim Dede’nin türbesinin de bulunduğu küçük cami, şu an harap durumdaki Saffet Bey’in Hanı gibi tarihi yapılar, 15. yüzyıldan kalma evler mahallemize gelen turistlerin ilgi odağı oluyor. Ben özellikle hanlar gibi tarihi yapılarımızın bir an önce onarılıp Altınova’ya kazandırılmasını istiyorum.
Akdoğan Çelik
-A
nnem Altınova’ya Karaağaç’tan gelin gelmiş. Babam Osman Şensal, Altınovalıydı. Çiftçilikle uğraşırdı. Pamuk, buğday, pancar ekerdi. Zeytinliklerimiz vardı. Ben de babadan kalma zeytin, zeytinyağı işine devam ettim ama artık her şeyi oğluma devrettim. Altınova havasıyla, suyuyla dört dörtlük bir yer... Deniziyle, kumuyla, bitki örtüsüyle turizm potansiyeli olan bir yer. On dört kilometre uzunluğunda, geniş bir sahil bandına sahibiz. Altın gibi bir kumumuz, altın gibi bir ovamız var. Dikkat ederseniz caddelerimiz geniş, sokaklarımız ferahtır. Evler hep irili-ufaklı meydanlara bakar. Babaannemin söylediğine göre eskiden bu meydanlarda konukomşu toplanır, kışlık tarhanalarını,
SİNEMA BİNASI OLMADIĞI İÇİN AVLULARA BEYAZ BİR PERDE GERER, KARŞISINA DA SANDALYELERİ DİZERDİK
-1935
doğumluyum. Annem Giritli. Rumeli göçmeni olan babam Nazmi Çelik önce İstanbul’a, oradan da bir arkadaşıyla Ayvalık’a gelmiş. O zamanlar Ayvalık bomboşmuş. Zabıtanın gösterdiği bir evde kalmaya başlamışlar. Fakat birkaç gün sonra işten döndüklerinde evlerinde ışık yandığını görmüşler. Birilerinin gelip yerleştiğini anlayınca yataklarını alıp başka bir yere gitmişler. Böyle böyle aşağı-
yukarı üç-beş ev değiştirmişler ama baş edememişler. Bakmışlar ki hangi eve girseler birileri gelip oturuyor, yukarı çıkılamasın diye taşındıkları son evin merdivenlerini yok etmişler. Derken babam Altınova’ya gelmiş ve burada kalmış. Babam esnaftı. Hem bugün yıkılmak üzere olan hanı hem de altındaki kahveyi uzun süre işletmişti. Bergama pazarının bütün esnafı o yıllarda mallarını satmaya Altınova’ya gelirdi. Hepsinin at arabaları vardı. Hanlar dolar taşardı. Kısacası babam beş-on yıl hancılık, kahvecilik yaptı. Ancak bizleri büyük şehirde okutmak istediği için İzmir’e taşınmamıza karar vermiş ve orada bir kahve açmıştı. Oysa biz Altınova’dan ayrılmak istemiyorduk. Hâl böyle olunca babam geri geldi. Yeniden hanı işletmeye başladı. Han 1950’li yılların başlarına kadar çalıştı diye biliyorum. Ardından bir süre için Bergama’ya gittik. Sonra yine Altınova’ya döndük. Sinemacılık yaptık. İtalyan malı bir makine almıştık. Tabii sinema binası falan yoktu.
11
Avlulara beyaz bir perde gerer, karşısına da sandalyeleri dizerdik. Örneğin hanın avlusunda çok film göstermiştik. Film bitince her şeyi toplardık. Yabancı film getirmezdik. Zaten millet yabancı artistleri de tanımazdı. Türkan Şoray’ın, Ediz Hun’un, Ayhan Işık’ın siyah-beyaz filmlerini oynatırdık. İlk sinemayı biz açmıştık. Sonra sinemalar iki oldu, üç oldu. Aramızda koyu bir rekabet yaşanırdı. Müşteri çekmek için filmin yanında bedava gazoz falan dağıtılırdı. Sinemalardan biri Ömer Yiğit’indi. 1953 yılındaki zelzeleden sonra halk sinemaya gelmez oldu. İşler kötüledi. Taksitler, borçlar artınca yürütemedik, sinemacılığı bıraktık. Makineyi Edremit’e sattık. Bir-iki yıl hiçbir şey yapmadık. Ardından çarşıdaki Bahçeli Kahve’yi çalıştırmaya başladık. Tam 57 sene o kahveyi işlettik. 2000’lere geldiğimizde, mal sahibi bizden fahiş bir kira isteyince boşalttık kahveyi. Birikimlerimle sahil tarafında birkaç arsa almıştım. O ara müteahhitliğe başladım. O gün bugündür devam ediyorum. Sahilimiz muhteşem. Ne yazık ki yeterince değerlendiremiyoruz. Turiste hizmet verecek tesislerimiz yok denecek kadar az. Pansiyon, butik otel, sosyal tesis ihtiyacımız var. Bir de ne yapıp edip sezonu uzatmamız gerekiyor. Kısacası, Altınova’mız çok güzel. Ama eski Altınova’yı, Altınova’nın insanlarını ben de özlüyorum. Allah rahmet eylesin, hepsi dürüst insanlardı. Örneğin Şakir Bey adında bir belediye başkanı vardı. Adam öyle bir yürürdü ki, bütün caddeyi doldururdu.
Ezer Arda
ALTINOVA’MIZ İLÇE OLMAYA LAYIKTI, MAALESEF MAHALLE YAPILDIK
-D
ede tarafım Altınova’ya Limni adasından göç etmiş. Babam buraya geldiğinde sekiz yaşındaymış. Kendisi çiftçiydi. Ayrıca TARİŞ’te bekçilik yapıyordu. Ben doğma-büyüme Altınovalıyım. Yöremi çok severim. Bizleri böyle bir beldede yaşattığı için Allah’a şükrediyorum. Ben de babam gibi çiftçiydim. Genelde pamuk, bakla,
12
Ayşe Bodur
EŞİMİN LOKANTASININ BULAŞIKLARINI EVDE KÜLLÜ SUYLA HEMEN YIKAR, DÜKKÂNA GERİ YOLLARDIK
-D
patates yetiştirirdik. Her yıl, her mevsim ekilen ürün değişirdi. Pamuğumuzu tüccar Ramazan Çetin alırdı. Başka tüccarlar da gelirdi ama kim iyi fiyat verirse ürünü ona satardık. Geçimimizi böyle sağlardık. Ah! Ah! Ah! O eski Altınova, o eski insanlar, o eski dürüstlük şimdi nerede? Nerede o Şakir, Şükrü, Edip, Ümit Beyler? Bunlar çok sayılan insanlardı. Değer verilen insanlardı. Şimdi kahvelerdeki muhabbetlerin bile tadı kalmadı. Yemin ederim kalmadı. Durum böyle. Ben emekliyim. Emekli maaşıyla geçinen bir kişiyim. Kötü alışkanlıklarım yok. Eski dostlarla bir araya gelip çayımızı, kahvemizi içmek, anılardan konuşmaktan keyif alıyorum. Vaktim böyle geçiyor. Bildiğiniz gibi artık Ayvalık’ın mahallesi olduk. Halk bu durumdan hoşnut değil. Çünkü Altınova’mız ilçe olmaya layıktı, maalesef mahalle yapıldık. Kendi yağıyla kavrulan bir belediyemiz vardı. Doğrudan hizmet alabiliyorduk. Yani mahalle olmaktan çok şikayetçiyiz. Yazın Altınova’ya yetmiş-seksen bin insan geliyor. İhtiyaçlar artıyor. Örneğin Sahil Yolu çok bozuk. Sezondan önce yapılsın istiyoruz. Ama ne yapsın Belediye Başkanımız? Hepsine yetişemiyor. Ayvalık, Küçükköy, Cunda, Altınova hep hizmet bekliyor. Yoksa Başkanımız çok faal, çok değerli bir insan. Halk çocuğu. Ama ne yapsın!
oksan yaşındayım. Babam rençperdi. Tütün, pamuk ekerdi. Biz de hep tarladaydık. Pamuğa gider çalışırdık, tütüne gider çalışırdık… Sağlığımı çocukluğumdan beri toprağın üstünde olmaya borçluyum. Toprakta piştim ben! Seksen yaşına kadar doktor nedir bilmedim. Doktora ilk defa beş yıl önce, İstanbul’da gittim. Bir Abbas Dede vardı. Ben tarlada çalışırken bastonuyla belime vurur, “Bu kadar çalışma, kamburun çıkar!” derdi. Erkenden tarlaya giderdim. Önce tayfalara tütün fidanı dağıtırdım. Fidan bitti mi, ben de onlarla birlikte ekmeye başlardım. Tütün kırma zamanı tayfalara fener tutardım. Herkes tütün kırardı. Gün ışıdığında ben de tütün kırardım. Hiç unutmuyorum, bir gün uyuya kalmışım. Kalktığımda tayfalar gitmişti. Tütün kıyafetlerimi kucakladığım gibi fırladım evden. Kahvelerin önünde arabaya yetiştim. Çocuktuk işte! Genç kız olunca evlendim. Kocam berberdi. Sonra kardeşiyle lokanta açtı. Çorba satarlardı. Küçük bir yerdi. Bir adı var mıydı, hatırlamıyorum ama eşim muhtarlık yaptığı için Muhtar İsmail’in Lokantası, derlerdi. Ufak
çıkarılırdı. Kalabalık gelini görmeden dağılmazdı. Böyle hoş adetlerimiz vardı. Altınova’mızın eski halini özlüyorum tabii. Yol yoktu, her yer topraktı ama içinde insanlar mutluydu.
bir çocuk tutmuşlardı. O lokantanın bulaşıklarını bir sepete doldurur, takır-tukur eve getirirdi. Biz iki elti ocakta kaynayan küllü suyla bulaşıkları hemen yıkar, dükkâna geri yollardık. Çorbalık ayak, işkembe temizler, kaynatırdık. Kayınvalidem de geceden çorbaları pişirirdi. Eşimle otuz yıl güzel güzel geçindik. Ben elli iki yaşındayken vefat etti. Çocuklarla kaldım. Sıkıntılı günlerdi. Onları evlendirmek için tarlada çalışmaya devam ettim. Pamuk ektim. Pamuk topladım. Yani hep çalıştım. Hayatım hep mücadeleyle geçti. Şimdi oturdum. Yirmi senedir bir iş yaptığım yok. Artık pek dışarı çıkmıyorum. Ama eskiden konu-komşuyla güzel vakit geçirirdik. Sinema açıldı sonra... Kayınvalideme, “Anne! Çocuklara baksan da biz eltimle sinemaya gitsek!” diye yalvarırdım. O da, “Çocuklarınız büyüdüğünde gidersiniz!” der, erkek torunlarını yanına alır kendisi sinemaya giderdi. Şimdi eski artistlerin çoğunun adını unuttum ama Türkan Şoray’ın çok filmi gelirdi.
Özkalp Kesici
DÜĞÜN SONA ERDİĞİNDE GELİN OĞLAN EVİNİN ÖNÜNE GETİRİLİR, HERKES GÖRSÜN DİYE YÜKSEK BİR SANDALYENİN ÜZERİNE ÇIKARILIRDI
-A
nnem Yunanistan göçmeni. Altınova’da tanışıp evlendiği babam, ne yazık ki, ben doğduktan altı ay sonra vefat etmiş. Beni ninem büyüttü. On beş yaşına bastığımda evlendim. Eşim ayakkabı tamircisiydi. Esnaflık geçinmemize yetmiyordu. Biz de eşimle tarlada çalıştık. Tütün, pamuk ektik. Çocuklarımızı okuttuk. O yıllarda Altınova bir başka güzeldi. Ev muhabbetlerimiz, komşuluklarımız çok iyiydi. Gece gezmelerimiz keyifliydi. Mısır patlatırdık. Nohut kavururduk. Kuruyemiş yoktu. Çocukluğumuzdan beri en büyük eğlencemiz sinemaydı. Biz Selimiye Mahallesi’nde otururken babam bizi, komşularımızı at arabasına doldurur, sinemaya getirirdi. Üç
Zihni Ulutaş
AYVALIK’A ULAŞIMIN KOLAYLAŞTIRILMASINI BEKLİYORUZ. ARAÇ SAYISI AZ, OTOBÜSLER TIKLIM TIKLIM!
tane sinemamız vardı. Uzun Ömer’in sineması, Özen Sineması, diğerinin adını hatırlayamadım şimdi. İzzet Günay’ın, Türkan Şoray’ın filmlerini oynatırlardı. Filmler siyah-beyazdı. Evlerin bahçesinde yapılan düğünlerimiz bir başka şenlikti. Üç gün-üç gece sürerdi. Kına gecesi davullarla kız evine kına getirilirdi. Düğünlerde eğlence, keşkek-pilav mutlaka olurdu. Son gün Sığırönü Meydanı’nda davul-zurna eşliğinde gençler oynardı ve bütün herkes mutlaka o meydandan geçerdi. Ardından ‘kardeş toplamak’ üzere davulcuyla birlikte damadın sağdıçlarına gidilirdi. Sağdıçlar hediyeleriyle birlikte oynaya oynaya oğlan evine gelirdi. Orada bu kez ‘kardeş kavuşması’ yapılır, sağdıçlar birbirlerine elma, portakal atarlardı. Düğün sona erdiğinde ise gelin oğlan evinin önüne getirilir ve herkes görsün diye yüksek sandalyenin üzerine
-1960
yılında Altınova’da dünyaya geldim. Emekliyim. Sanat Okulu mezunuyum. Emekliliğin ardından pek çok iş yaptım. Şimdi Deveciler Derneği’nin kahvesini işletiyorum. Altınova’nın köklü ailelerinden birine mensubum. Hacı Ömer Ağa’nın soyundan geliyorum. Dedem İbrahim Ağa, babası Hacı Ömer’e küsüp Altınova’dan ayrılmış, Bosna’ya gitmiş. Orada Kaymakamlık yaparken annesi hastalanmış, yatağa düşmüş. Babası annesini son bir kez görebilsin diye onu memlekete çağırmış. Dedem geri dönmek için iki şart ileri sürmüş: “Babam Altınova’nın girişine bir ilkokul yaptırırsa ve ben oraya ayak bastığımda kendisi de Hacca giderse, dönerim!” Hacı Ömer Ağa şartları kabul etmiş. Altınova’nın girişine, beş ay önce yıkılıp yeniden inşa edilen Merkez İlkokulu’nu yaptırmış. Kendisi de Hacca gitmiş. Kısacası baba tarafım Altınova’nın tanınmış, varlıklı bir ailelerinden
13
Bürokratların, futbolcuların, sanatçıların sahilde evleri var. Yazı burada geçiriyorlar. Kültürel etkinliklerimize destek oluyorlar. Yavuz Bingöl ve Sezen Aksu, Altınova Turizm Festivali’mize katıldılar örneğin. Elbette gelişmekte olan Altınova’da bazı sıkıntılar yaşanıyor. Ancak yavaş yavaş çözüleceğine inanıyorum. Ayvalık Belediyesi mahallemiz için elinden geleni yapıyor. Ancak imkân meselesi tabii. Biz Ayvalık’a ulaşımın daha kolaylaştırılmasını bekliyoruz. Araç sayısı az. Otobüsler tıklım tıklım. Artı sefer konması şart.
Ali Rıza Çelik biriydi. Ancak dedem bir hayli savurgandı ve babama gelene dek mal varlığı tükenmişti. Ama iyi bir adamdı, önemli bir adamdı, Allah rahmet eylesin! Babam Adil Ulutaş’ı ise iki ay önce kaybettik. 92 yaşındaydı. Belediyeden emekliydi. Endeks memuruydu. Bu memleketin en iyi elektrik tamircilerinden biriydi. Kasabaya elektrik veren makineleri o çalıştırırdı. Kendisi burada sevilir ve sayılırdı. Dediğim gibi, arkadaşlarımla birlikte Altınova Deveciler Derneği’ni kurduk. Yirmi beş yıldır geleneksel olarak her mart ayında deve güreşleri düzenliyoruz. Güzel bir arenamız var. Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’in de desteğiyle her geçen gün daha bir zenginleşerek güreşleri şenlik havasında gerçekleştiriyoruz. Mahallemiz canlanıyor. Bu canlılık esnafa maddi katkı olarak yansıyor. Böylece yaşanacak en doğal, en bakir yerlerden biri olan Altınova’mızın adını duyuruyoruz. Mahallemizi görmeye gelenler beldemizin havasına, suyuna hayran oluyor ve bir ev alıp buraya yerleşiyorlar. Bizler misafirperver insanlarız. Konuklarımızı ağırlamaktan, onlara yardımcı olmaktan zevk alan insanlarız. Ayrıca Altınova’mız çok bereketlidir. Yani adı üstünde! Toprağı altın gibidir. Ne ekerseniz çıkar. Kumsalımız, denizimiz tertemizdir. Limanımız Allah vergisidir. Turizm açısından yeterli tanıtılmadığı halde yaz aylarında nüfus yüz-yüz elli bine ulaşıyor.
14
TROLLER VE BİLİNÇSİZ AVLANMA DENİZDE BALIK BIRAKMADI. NE LÜFER KALDI, NE BARBUN!
-K
um Ada ile sahili birbirine bağlayan köprüye adını veren ‘Melek’ lakaplı abim Ahmet Çelik iyi bir denizci, iyi bir balıkçıydı. Elli yıl boyunca ekmeğini bu denizlerden çıkardı. Ayrıca gazino işletirdi. Sahilde ilk o gazino açmıştı. Oğlumla kızımın işlettiği gazinomuza 2001 yılında vefat eden abimin adını verdik. Anısını böyle yaşatıyoruz. Abim, Melek Ahmet Köprüsü’nü Çamlık Sitesi sakinlerinin isteği üzerine yapmıştı. 1980’li yıllarda tek tek ziftlediği ağaç kazıkları birer birer balyozla denize çakarak
inşa etmişti köprüyü. Yapımı altı ay sürmüştü. Karşılığında biraz da para kazanmıştı. Vefatının ardından Belediye köprüye onun adını verdi. Zamanla ahşap köprü yıprandı ve yıkıldı, yerine yenisi yapıldı. Ben de elli yıllık balıkçıyım. Mesleği abimden öğrendim. Eskiden burada lüferimiz çoktu. Barbun, levrek, çipura çoktu. Ama bu troller, bilinçsiz avlanma denizde balık bırakmadı. Ne lüfer kaldı, ne barbun! Denize ağ atamıyoruz. Şimdi bir de deniz patlıcanı çıkarıyorlar... Denizin dibini tarıyorlar. Tarla gibi çift sürüyorlar. Bu gidişe kimse de ‘Dur!’ demiyor. Niye demiyor, benim aklımhavsalam almıyor. Bindiğimiz dalı kesiyoruz. Burada bir balık katliamı yaşanıyor ve defalarca şikayet ettiğimiz halde gereği yapılmıyor. Biz balıkçılar sadece sübye ve ahtapot çıkarabiliyoruz denizden. Balık bitti! Sahildeki balıkçıların hepsi ahtapota gidiyor. O da olmasa burada bir tane balıkçı kalmaz. Oysa ki trolleri beş yıl yasaklasalar, yüz liralık balığı on liraya yeriz. Balık o kadar bollanır. Gerçekten Altınova’mız bir cennet. Turizm açısından da canlanmaya başladık. Rahmi başkan çok ilgileniyor. Şimdi sahilimizi bir gelin, görün. Çok değişti. Ne yaptıysa Rahmi başkan yaptı. Hâlâ da yapıyor. İnşallah daha da güzel şeyler olacak ve turizmden hak ettiğimiz payı alacağız. Bu deniz, bu kum, bu hava hiçbir yerde yok. İskeledeki iyot kokusu hiçbir yerde yok. Köprünün üzerinden sabah bir gidip-gelin bakın ciğerleriniz nasıl açılacak!
Osman Tenim
ALLAH RAZI OLSUN AYVALIK BELEDİYESİ’NDEN, İSKELE’YE DAHA ÖNCE KİMSE ELİNİ SÜRMEMİŞTİ!
-A
nnem Selanik göçmeni. Baba tarafım Burhaniyeli. Babam rahmetli at arabacısıydı. Güğümlerle Ayvalık’a süt taşırdı. O nedenle kendisine ‘Sütçü Kemal’ derlerdi. 70’li yıllarda ulaşım aracı azdı, insanlar sahile de at arabalarıyla giderlerdi. At arabaları taksi gibi
Mehmet Ali Özer
PAMUK SULAMAYA GELEN İŞÇİLER PARALARINI ALINCA ÜÇER-BEŞER PANTOLON DİKTİRİP KÖYLERİNE ÖYLE DÖNERLERDİ
-B kullanılırdı diyebilirim. Pek çok şeyden mahrum yaşıyorduk belki ancak mutluyduk. İnsanlar birbirini kucaklar, birbiriyle kaynaşırdı. Komşuluk ilişkileri sıcacıktı. Şimdi herkes iş-aş derdinde. Tabii kırsal mahallelerde hâlâ o yılların samimiyetini yakalıyorsunuz. Ama apartmanlarda pek yok. Yine de bizim gibi eski çocukların buluştuğu apartmanlarda hâlâ komşuluk ilişkisi sürüyor. Gelinip-gidiliyor. İnsanlar birbirini koruyor, kolluyor; arkasını arıyor. Memleketimiz çok güzel. Memleketimi çok seviyorum. Arkadaşlarıma hep, “Bizim denizimizi, güneşimizi, yeşilimizi, havamızı insanlar televizyondan seyrediyor. Bu zenginliğin kıymetini bilelim!” diyorum. Garibanlıktan, hatta açlıktan geldik ama bugün Allah’a şükrediyorum böyle bereketli topraklarda doğduğum için. Altınova’mı seviyorum. Ayvalık’ımı seviyorum. Büyükşehir’e bağlandıktan sonra hizmetlerin gelmesi biraz zaman aldı. Ancak yavaş yavaş eksikler gideriliyor. Allah razı olsun Ayvalık Belediyesi’nden, İskele’ye daha önce kimse elini sürmemişti. Sanırım şimdi Cunda gibi yaşayan bir yer olacak. Yollarımızın yapımına da başlandı. Bunların hepsi turizm açısından önemli hizmetler. Tabii ilçe belediyelerinin mahalleye dönüştürülmesi nedeniyle Rahmi Başkan’ın kaynak sıkıntısı çektiğini, her yere yetişmekte zorlandığını biliyoruz. Ama yavaş yavaş da olsa Altınova’nın sorunlarına çözüm buluyor. İyi niyet olduktan sonra her şey olur.
en Mehmet Ali Özer. 1948 Altınova doğumluyum. Anne ve babam Kırcaali’den gelip Keşan/Enez’in Çavuş köyüne yerleşmişler. Kırcaali’de tütüncülük yapıyorlarmış. Ancak Enez’de tütüncülük olmadığı için Altınova’ya göçmüşler. Sonra bizler dünyaya gelmişiz. On üç yaşında hayata atıldım. Önce ayakkabıcının çırağıydım. Bir yıl sonra ustam İzmir’e taşındı. Ben de terzinin yanına girdim. Adı İsmet Akderi’ydi. Usta bir terziydi. Derken askere gittim. Teskeremi aldım ama Altınova’ya hemen dönmedim, İstanbul’da kaldım. Bakırköy’de beş yıl terzilik yaptım. Ülkede anarşik olaylar artınca, İstanbul’un tadı kaçtı. Geri geldim. Dükkânımı açtım. Evlendim. 1975’den bu yana Altınova’da terzilik yapıyorum. Vergi mükellefiyim. Ödemelerimi hiç aksatmam. Emekliyim. Hayatımı böyle sürdürüyorum. Dükkânımı ilk açtığımda İstanbul’daki ustamla birlikte Feza
Kumaş’a gitmiş, Altınyıldız, Aksu gibi en iyi kumaşlardan top top alıp, Altınova’ya getirmiştim. Tüccar terziydim. O yıllarda Altınova’da pamuk, tütün çok ekilirdi. Pamuk sulamaya gelen işçiler sulamayı bitirdiklerinde paralarını alır, bana gelirlerdi. Her biri üçer-beşer pantolon diktirip köylerine öyle dönerlerdi. Dükkân nasıl çalışıyordu anlatamam! Hatta İzmir’in ünlü terzilerinden Hakkı Tosyalı gelmiş, bana iş teklif etmişti. Altınova’nın zenginlerini, ağalarını o giydirirdi. Ona, “Sağ olun! Ama bu işler bırakılıp da İzmir’e gidilir mi?” diye sormuştum. Kalıptan değil ölçüyle, provayla çalışırdım. O nedenle aklınıza ne gelirse; pantolon, gömlek, takım
15
Öner Barın
ALTINOVA’YA GAZETEYİ İLK GETİREN KİŞİ SARAÇ NEZİR ABİ’DİR
-B
elbise, pijama, palto her şeyi dikerim. Tabii zamanlar değişti. konfeksiyonculuk terzilere olan ilgiyi azalttı. Top top kumaş aldığım, kumaşların dükkâna sığmadığı günler geride kaldı. Şimdi iyi bir kumaştan bir pantolon diktiğimde maliyet yüz lirayı geçiyor. Ne oluyor? Adam gidiyor yirmi-yirmi beş liraya hazır pantolon alıyor. Kalite aramıyor ki! Ama yine de Allah’a şükür. Merkez’deki tek terziyim. Bazen kapatmaya niyetleniyorum. Çalışmaya ihtiyacım yok çünkü... Ama müşteriler bırakmıyor. Allah’a şükür sağlığım el verdiği için devam ediyorum. Bana da bir oyalanma oluyor. Terzilikte gelir düşünce arıcılık yapmaya başlamıştım. Şimdi yüz elli kovanım var. Hem çam hem çiçek balı üretiyorum. Çoluğumaçocuğuma yedirdiğim, organik diyebileceğim balları burada satıyorum. Dükkân benim değil. Belediye’nin kiracısıyım. Ali Akçalı döneminden beri bu dükkân tadilat görmedi. Dediğim gibi Çarşı’daki tek terziyim. Beni yaşatmaları lazım. Kazancım dükkânı elden geçirmeme yetmiyor. Başkandan bu işe de el atmasını rica ediyorum. Bana Altınova’nın dününübugününü soranlara şöyle anlatıyorum: Artık Altınova’da tütüncülük, pamukçuluk kalmadı. Ama seviyorum Altınova’yı. Eskiden bu dükkânın önü pazardı.
16
Her yerden Çarşamba Pazarı’na mal gelirdi. Örneğin Menemen’den su testisi getirir satarlardı. Çünkü tütüne gidenler akşamdan testileri suyla doldururlar, tarlaya gittiklerinde testilerdeki bu buz gibi suyu içerlerdi. Daha önce tam karşımda çok güzel bir fırın vardı. Kara Fırın derdik. Onun yanında sırf sarımsak taşından inşa edilmiş muazzam bir kahve yer alıyordu. Kahve yıkıldığında molozların arasından Allah için bir parça alçı, çimento çıkmadı. Taşları birbirine kurşunla tutturmuşlardı. O kadar güzel bir kahveydi. Kahvenin yanı ise gazozhaneydi. Orada ‘Erdemler’ yerli gazoz imal ederlerdi. Gazoz şişelere doldurulup kapakları kapatılırken, ‘fış, fış’ diye ses çıkardı. Çocukken gider o sesi dinlerdik. Buzdolabı olmadığı için gazozlar kuyulara sarkıtılırdı. İçeceğiniz zaman sepeti kuyudan çeker, bir tane açar verirlerdi. Yine burada çok eski, kullanılmayan bir hamamımız vardı. Selçuklulardan kalmaydı. İçi mermerdi. Kubbesini yıkıma gelen kepçe yerinden zor oynatmıştı. O denli muhteşem bir yapıydı. Keşke daha önce bu yapılar koruma altına alınmış olsaydı. Şimdi sit alanı ilan edildik. Bence iyi de oldu. En azından yıkılmayanlar korunur, onarım bekleyenler onarılır, kurtarılır diye düşünüyorum. Zira onlar bizim kültür mirasımız, geçmişimiz. Geçmişi hepimiz özlüyoruz. Artık Altınova çok değişti, gelişti, kalabalıklaştı ama inanın yine de insanları hiç değişmedi.
abam 1930 göçmenlerinden... Türkiye’ye Bulgaristan’dan gelmiş. Sanırım yerleşebileceği uygun bir yer ararken yolu Altınova’ya düşmüş. Buradan geçerken bir kahvede soluklanmış. Oradakiler babamın berber olduğunu öğrenince, “Bizde berber yok. Gitme! Burada kal!” demişler. Babam da kalmış. Ona küçük bir dükkân vermişler. Babam dükkânı ikiye bölmüş. Yarısında berberlik yapmış, yarısında barınmış. Sonra annemle tanışmış ve evlenmiş. Abim ve ben dünyaya gelmişiz. 1944 doğumluyum. İlkokulu bitirince babamın yanında çıraklık yapmaya başladım. Fakat bir yıl sonra babam felç geçirdi. O yatağa düşünce berberlik bana kaldı. On dört yaşındaydım. Anlayacağınız elli sekiz-elli dokuz yıldır Çarşı’da berberim. Altınova’nın eski halini çok iyi bilirim. Çarşı zamanla epey değişti. Eskiden bambaşkaydı. Çok güzeldi. Dükkânımın arkasındaki Saffet Bey’in Hanı da tıpkı Ziya Şensal’ın fabrikası gibi eskiden kervansaraydı. Kervancılar geçerken develeriyle gelir, hanın üst katında gecelerlerdi. Ben bu hanın çalıştığı günleri hatırlarım. Çok da iyi iş yapardı. Benim zamanımda Hacı Bayram Veli Camii’nin olduğu meydanda Çarşamba Pazarı kurulurdu. 1950’li yıllarda AyvalıkDikili arasında doğru-düzgün yol yoktu. Bu yüzden pazarcılar mallarını at arabalarıyla taşırlardı. Altınova’ya bir gün öncesinden gelir, bu kervansarayda kalırlardı. Hayvanlar aşağıda dinlenirken, onlar üst katta yatar, ertesi gün pazarı yapıp giderlerdi. Pazar küçüktü ama sebzeden meyveye, manifaturadan giyime bütün ihtiyaçlarımızı karşılardı. Hatta kuyumcumuz bile vardı. Ayvalık’tan, elinde camlı çantasıyla kuyumcu Andart’ın kardeşi gelirdi. Bir tezgâha çantasını açar, altın satardı. Küçük altın, büyük
gibi kokan çiçekler süslerdi. Ben de fesleğenler ekmiştim. Böyle keyifli bir ortamımız vardı. Tabii zamanla kalmadı bunlar.
altın, bilezik, yüzük, ne ararsanız bulunurdu. Yollarımız Arnavut kaldırımıydı ve çok dardı. İki araç yan yana yol alamazdı. Zaten pek araba da yoktu. Günde sadece üç vasıta geçerdi buradan. Biri Çanakkaleİzmir bağlantılı bir otobüstü. Diğeri ‘Bergama Posta’ dediğimiz bir arabaydı. Bir tane de kamyon geçerdi. İnönü Caddesi (Eski Çarşı Caddesi) üzerinde küçük bir postanemiz vardı. Orada bir müdürle bir eleman çalışırdı. Müdür Hikmet Şentay’dı. Çok iyi bir adamdı. Rahmetliyi vefat edene dek ben tıraş etmiştim. Çaprazımdaki fabrikada Ziya Şensal zeytinyağı üretir, un öğütürdü. Altınovalının ana geçim kaynağı çiftçilikti. Pamuk ve tütün yetiştirilirdi. Sinan Bey adındaki bir tüccar pamuğu üreticiden toplar, kamyonla İzmir’e götürür, satardı. Araba olmadığı için her yere atlarla gidilirdi. İki-üç nalbant akşama kadar atları nallar dururdu. Tam karşımda, kahvenin yanında ise saraç vardı. Bu dükkânda Nezir Saraç iki kardeşiyle birlikte çalışırdı. Uzaktan onları izlerdim. Koşum takımları yapışları hâlâ gözümün önündedir.
bir mahalleye dönüşen Selimiye Mahallesi’nden gelirdi. Sucular gaz bidonlarına benzeyen büyük bidonlara koydukları suyu at arabalarına yükler, teneke teneke halka dağıtırlardı. Akşamüstü dönerlerken de Nezir Saraç’tan beş tane gazete alır, Selimiye’nin kahvelerine bırakırlardı.
1950’li yılların başında Altınovalı gazete nedir bilmezdi. Altınova’ya gazeteyi ilk getiren kişi saraç Nezir Abi’dir. İzmir’de baş bayi olan Hamdi Gürsoylar, Nezir Saraç’ın askerlik arkadaşıydı. Gazeteleri o yollardı. Az önce söylediğim gibi Çanakkale-İzmir arasında çalışan Sezer firmasının otobüslerine Hamdi Bey yirmi,-yirmi beş gazete verirdi. Otobüs Altınova’dan geçerken muavin arka kapıyı açar, saraç dükkânının önüne bir tomar gazeteyi atıp, giderdi. Rahmetli Nezir Abi de onları abonelerine birer birer dağıtırdı. Ben Hürriyet alırdım. Hürriyet, Milliyet, Tercüman bir gün gecikmeyle elimize ulaşırdı. Çünkü kurşun kalıplar İstanbul’da hazırlanır, basılmak üzere uçakla İzmir’e gönderilirdi. Sadece Yeni Asır, Sabah Postası, Demokrat İzmir, Ekspres gibi İzmir gazetelerini günü gününe okuyabilirdik. Zamanla gazete okuyanların sayısı artmış ve daha çok gazete gelmeye başlamıştı. Nezir abi Selimiye’ye de farklı bir uygulamayla gazete gönderirdi. Eskiden Altınova’nın suyu içilmezdi. Su, şimdi koca
Benim dükkânım, bir anlamda Altınovalıların sohbet yeriydi ama siyaset pek konuşulmazdı. Zaten iki tane parti vardı. Biri Demokrat Parti, biri Cumhuriyet Halk Partisi... Fakat halk o zamanlar birbirine çok bağlı olduğu için insanlar farklı partiden olsalar bile gayet iyi geçinirlerdi. Günlük konular konuşulur, şakalar yapılırdı. Aralarında çok renkli simalar vardı. Altınova’da bugün bile o insanlar saygıyla anılır, hatırlanır. Meselâ bir Şükrü Şensal, Ali Varlı, Necdet Bey, Fahrettin Bey, Saffet Bey... Bu isimlerin hepsi Altınova’nın tanınmış toprak ağalarıydı. Hemen yan tarafımdaki hanın altındaki bina Ağalar Kahvesi’ydi. Oraya sadece ağalar çıkardı. Bizler genç olmamıza rağmen onların önünden geçip içeri giremezdik. Ağalara büyük saygımız vardı. Binanın arkasından dolaşır, çayımızı alır, gözlerine görünmeden dışarı çıkardık. Kahvenin yanındaki lokanta; bahçesi, bahçesindeki envai çeşit çiçekle harika bir yerdi. O güzellik de korunamadı, yıkıldı gitti. Yine bütün kahvelerin, dükkânların önünü tenekelerin içine ekilmiş mis
Benim gençliğimde zengin-fakir, herkes üstüne-başına özen gösterirdi. Örneğin saç kulakların üzerine bindi mi, insanlar hemen gelir tıraş olurlardı. Şimdiki gibi değişik saç modelleri de yoktu. Çocuklar on yedi-on sekiz yaşına gelene dek çocuk sayılırlardı ve sıfır numara tıraş olurlardı. Köylerde berber yoktu. Köylerde yol da yoktu. Köylüler Altınova’ya eşeklerle gelirlerdi. Eşekler odun yüklü olurdu. Köylü odununu satıp eline geçen parayla alışveriş yapardı. Köylerine dönmeden önce de eşek sırtında getirdikleri çocuklarını tıraş ettirirlerdi. Bazen bana. “Yaşlılarımız, hastalarımız var. Bir ara gelip onları tıraş eder misin?” diye sorarlardı. Kaç kere Pazar günleri çantamı alıp gitmişimdir. Eskiden tıraş makinelerimiz elektrikli değildi. Hepsi elle çalışırdı. Bir de ustura kullanırdık. Makineler, makaslar, usturalar körlenince Sinan abiye verirdik. İzmir’e pamuk satmaya giderken götürür bileyiciye bırakır, on beşyirmi gün sonra alır gelirdi. Böyle de sıkıntı çekerdik yani. Ama çok mutluyduk. Herkes mutluydu aslında çünkü şimdiki gibi çekmiş, kredi kartıymış yoktu. Taksit bile yoktu. İnsanlar ayaklarını yorganlarına göre uzatırlardı. Kanaatkâr bir halktık, kıskanç değildik. Hatırlıyorum da bizler varlıklı ağa çocuklarıyla çok iyi geçinirdik. Örneğin o yıllarda Altınova’da tek bir fırın vardı. Annelerimizin yaptığı ekmekleri pişiren bir fırındı ama belirli kişiler için az sayıda ekmek de üretirdi. Bu ekmekleri daha ziyade ağalar alırdı. Zengin çocukları bizim, biz onların ekmeğine imrenir, ekmeklerimizi değişirdik. Sonra bütün evlerde şöyle bir adet vardı: Pişen yemekten mutlaka komşulara bir tabak gönderilirdi. Evlerin bahçelerinde kocaman avlular bulunurdu. Ve buralarda on-on beş tavuk beslenirdi. Kesinlikle parayla yumurta almazdık. Komşulardan bir yumurta istediniz mi, size on yumurta birden verirlerdi çünkü ortalık tavuk doluydu. Yani Altınova’mız böyle güzeldi.
17
YOLU AYVALIK’TAN GEÇENLER Usta yazar 67 yıl önce ve yine bir Nisan ayında Ayvalık’taydı
Y
REFİK HALİD KARAY, ÇAMLIK BELEDİYE GAZİNOSU’NDA HASIR KOLTUĞA OTURDU… ÇAM VE DENİZ KOKULARI İÇİNDE ÇAYINI İÇTİ
alın, zengin, etkili Türkçesiyle farklı türlerde çok sayıda kitaba imza atan ve Türk edebiyatında ilk kez eserleriyle Anadolu’yu tanıtan Refik Halid Karay aynı zamanda gezip tozmayı, yemeyi, eğlenmeyi, dünya nimetlerinden yararlanmayı seven biriydi. Arkadaşı Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘Hayat adamı’ diye tanımladığı Karay, 1938 ve 1965 yılları arasında Tan, Akşam, Yeni İstanbul, Zafer gibi dönemin en çok ses getiren gazete ve dergilerinde mutfak, yemek, yemek kültürü üzerine yazılar yazdı. 1950 yılı Nisan ayında çıktığı bir Ege gezisinde Ayvalık’a da uğradı. Daha sonra izlenimlerini Yeni İstanbul gazetesinde yayınladı. Refik Halid’in Ayvalık yolculuğu, ‘Her tarafı temiz tutulan ender şehirlerden biri’ olarak tanımladığı Balıkesir’den başlamıştı. Dağcıklarla çevrili küçük/ bakımlı/güleryüzlü ovalardan geçmiş, yokuşlara tırmanmış, çam ağaçlarıyla kaplı dağ ve orman bölgelerini arkada bıraktıktan sonra, uzaktan da olsa, tepeleri karlı Kazdağları’nı görmüştü. Ayvalık’a yaklaştığında çamların yerini zeytinlikler almıştı. Tutkuyla sevdiği denizle buluştuğunda ise sevincine diyecek yoktu. “İstanbul çocuğu ne kadar kısa bir ayrılık devresi geçirse denizi görür görmez, Kristof Kolomb’un tayfası kadar sevinçle haykırmak ister: ‘Deniz! Deniz göründü!’ der. Hele
18
bu deniz ‘Ege Denizi’ gibi girinti ve çıkıntıları, yüksek dağ sırtları, çam koruları, zeytin bahçeleriyle; her taraftan serpilmiş adaları, adacıkları, hele suya yetişmek, birbirlerini geçmek için yarışa koşulmuş tazılarınki gibi sipsivri uzanmış burunlarıyla en kaprisli ve en süslü sahillerden nasibini almış olursa…” AYVALIK’IN YOLLARINDAN BİR ARABA GÜÇ GEÇİYOR; NEREDEYSE DUVARLARA SÜRÜNECEĞİZ Refik Halid, Edremit yolu üzerindeki Osmanlar Aşevi’nde karnını doyurup Akçay’a da uğradıktan sonra, bakımlı bir şose üzerinden ‘denize bir yaklaşıp bir uzaklaşarak’ ve yine zeytinlikler arasından ilerleyerek Ayvalık’a ayak basmıştı. Ne yazık ki, Balıkesir’i çok seven ve övücü cümleler sıralayan yazarımızın Ayvalık’la ilgili ilk değerlendirmesi hiç de iç açıcı değildi. “Ayvalık, ömrümce görüp gezdiğim kasabaların en darı ve en sıkıntılısı. Yollarından bir araba güç geçiyor; neredeyse duvarlara sürüneceğiz; üstelik sokaklar hazin bir harabezar (viranelik) tesiri yapmakta. Rumlardan kalmış kocaman bir deri fabrikası çökmek üzere… Tek yeni binaya rastlamadığımız gibi eskilerini de çökertmişiz. Güzel bir Akdeniz şehri farz ederek çocukluğumdan beri görmek istediğim Ayvalık bu mu?” Bu ‘eleştirel’ satırların hemen ardından
Siyasi mizah yazılarıyla da tanınan Refik Halid’in, Ayvalık’a geldiği sırada tüm Türkiye hareketli/heyecanlı günler yaşıyordu. Çünkü, Cumhuriyet tarihimizin ilk iktidar değişikliğinin gerçekleşeceği ve demokrasi maceramızda bir dönüm noktası anlamına gelen 14 Mayıs 1950 genel seçimlerine birkaç hafta gibi kısa bir süre kalmıştı. Usta yazar buna rağmen, nedense Yeni İstanbul’daki yazı dizisinde Ayvalık’taki politik ortama hiç değinmemiş. sorduğu sorunun cevabının yine kendisinden geldiğini görüyoruz: “Evet, Ayvalık kasabası bu. Fakat bereket versin onun bir Çamlık’ı var!” Ayvalık’ı ‘sıkıntılı’ bulan usta yazar, buna karşılık Çamlık’ı çok beğeniyor ve Heybeliada kadar, hatta birkaç bakımdan Heybeliada’dan bile güzel olduğunu belirtiyor. “Kasaba ile Çamlık arasında belediye muntazam otobüs servisi yaptırıyormuş. Ayrıca telefonla da otomobil istetebilirmişiz. Gidiyoruz. Deniz kenarında, rıhtımlı bir meydandan geçtik. Uzaklaşıyoruz ve uzaklaştıkça ferahlıyoruz. Manzara da değişti: Çamlar arasına kurulmuş gayet güzel, kimi eski, kimi yeni yapı, hepsi de bakımlı villalar -gülleri açılmış, çiçeklerle donanmış bahçeleriyle- zevkimizi okşuyor. Büyükada’nın bir caddesi, sanki… Fakat çamlarının sıklığı ve gürbüzlüğüyle daha ziyade Heybeli’yi andırıyor.” Ancak, ‘zor beğenir’ yazarımız bu kez de Çamlık’ın tenhalığına takılıyor. Köşklerde ve bahçelerde kimsecikler görünmediği gibi pancurlar ve kapılar da sımsıkı örtülü olduğu için canı sıkılıyor. Tek bir kadına, çocuk arabası süren bir dadıya, gül derleyen yahut bisiklete binen genç bir kıza rastlayamayınca adeta öfkeleniyor. Ama gerginliği uzun sürmüyor. Midesine düşkün ve güzel yemeklerden zevk alan biri olarak,
ALTINOVALI ‘ŞEN BERBER-ŞENGÜL’ AYNI ZAMANDA DEMİRCİ, BİSİKLET TAMİRCİSİ, DOĞRAMACI VE İLÂVETEN MEZAR TAŞÇISIDIR
“A
ltınova’ya yaklaşıyoruz. Burası yeni isim almış bir mübadiller kasabası. Sonra Dikili’ye, tekrar deniz kenarına varacağız ve oradan yine içeriye, Bergama ovasına dalacağız. Altınova, genişlemesine yayılmış, bir ucundan öbür ucuna gitmesi epeyce zamana muhtaç, birbirini andıran evlerden dolayı göz oyalamayan bir kasaba. Kaç kahve ve dükkân önünde mola verdik, bilemem. Saymadım amma duraklardan sıkıldım. O duraklardan birinde bir dükkân dikkatimizi çekti. Üzerinde şu tabelâ okunuyor: ‘Şen Berber-Şengül.’ Fakat bu hezarfen (çok bilen, elinden her iş gelen) berber aynı zamanda demirci, bisiklet tamircisi, doğramacı ve ilâveten mezar taşçısıdır. Dükkânın önünde bütün bu işleri gördüğünü ispat eden alâmetler karmakarışık duruyor: Parçalanmış bir bisiklet, imal halinde parmaklıklar, birkaç tane pencere çerçevesi ve iki tane mezar taşı! Hepsine nasıl yetişebiliyor? Bana öyle geldi ki herhangi siparişte bulunan müşteri saat, gün, hafta, ay, sene hattâ, seneler diye bir zaman ölçüsünü hesaba katmayacak. Berberlik tarafı hariç, ötekiler için beklemeyi bile unutacak. Ara sıra hatırlayacak, uğrayacak, soracak ve dönüp gidecek. Ustanın bugün taş, yarın tahta, öbür gün demir işleriyle uğraşmak gibi programlı bir çalışma usulü gütmediği malûm. Şen Berber dükkânı sahibi Bay Şengül’ü o çifte şen isimlere uymayan mezar taşları önünden çekip tıraşa davet edecek müşteri, fikrimce berberden de acayip bir insandır.”
Refik Halid Karay ve Yahya Kemal Beyatlı
19
YEMEK MÜESSESEMİZİN İKRAMIDIR! Refik Halid, Ayvalık Belediye Gazinosu’nda mutluluğu yakalamıştır ve keyfine diyecek yoktur artık… Sofraya oturduğunda yorgunluğundan eser kalmamıştır. Çünkü, Bursa’dan beri ilk kez kadehlerin, tabak ve çatal-bıçak takımlarının birinci sınıf otellerdekinden farksız olduğu bir yerdedir. Barbunya balığına ‘lüzumsuzca defne yapraklı koyu bir salça karıştırılmış’ olsa da her şey yolundadır. Çamlık gazinosunun pek az ülkede rastlanabilecek kadar terbiyeli ve işinin ustası garsonları ise her türlü övgüyü hak etmektedir. Dahası, gazinonun işletmecisi beklenmedik bir ‘jest’ yapar. Refik Halid hesap isteyince yemeğin müessesenin bir ikramı olduğunu söyler. Bu durumdan çok hoşlanan ve gururlanan ünlü yazar yüklüce bir bahşiş bırakarak ‘garsonları memnun etmek suretiyle’ bir bakıma borcunu öder.
Refik Halid’in Ayvalık gezisi sırasında yemek yediği ve “Latif bir yer” olarak tanımladığı Çamlık Belediye Gazinosu’nu o günlerde işleten Mahmut Tahtalı, eşi Teoharica ve oğlu Rahmi Tahtalı ile…
tavsiye üzerine Çamlık Belediye Gazinosu’nu keşfediyor çünkü… Gayet ‘latif’ bir yer olarak tanımladığı gazinoyu şöyle anlatıyor. “Sed sed teraslar, rahat koltuklar, beyaz ceketli garsonlar, masalarda tertemiz örtüler. Belediyenin bir sene evvel yaptırdığı binanın içi gayet iyi döşeli. Hasır koltuklara oturduk, birer çay içtik. Çam ve deniz kokusu içindeyiz. Güneş batmak üzere. Karşımızda biri büyük, öbürü küçük iki ada var. Uzaklarda daha birçok adalar, burunlar, koylar ve ufukta yüksek dağlar. Asıl Çamlık mevkii koyların en güzellerinden birine eteklerini yaymış.”
1950’li yıllarda Çamlık Belediye Gazinosu
20
“Gazinoyu Giritli bir vatandaşımız belediyeden kiralamış, eşi de İstanbullu, Tarabyalı imiş. Teraslarda kadınlı ve erkekli sadece bir müşteri masası var. Diğerlerinde hep erkekler… Birinin önünden geçiyordum, ismimin söylendiğini duydum, doğal olarak baktım. Evvelce tanıştığım kişiler değil ama ayağa kalktılar, yer gösterdiler. Bunlar çeşitli bankaların müdürleri ve memurlarıymış. Hep resim tanışıklığı! Burnumun ve keskin hatlı yüzümün herhalde büyük payı olacak. Azıcık sohbet ettik.” Refik Halid, Bergama’ya gitmek üzere 23 Nisan 1950 günü Ayvalık’tan ayrılır. Ama önce ‘iyi mobilyalı ve bakımlı’ Şehir Kulübü’ne uğrar, limonata içer. O sırada kulüp Çocuk Bayramı nedeniyle akşam düzenlenecek baloya hazırlanmakta, örneğin tavana kağıttan girlantlar asılmaktadır… (Refik Halid Karay’ın sanatı ve kişiliği hakkında kapsamlı bilgi edinmek isteyenlere Şerif Aktaş’ın TDK Yayınları arasında 2014 yılında çıkan ‘Refik Halit Karay’ adlı kitabını, Demet Karabulut’un 2011 tarihli ‘Sürgünlük Edebiyatı Bağlamında Refik Halid Karay’ın Yapıtları’ başlıklı yüksek lisans tezini ve YKY’nin yayınladığı ‘Kitap-lık’ dergisinin Aralık 2010 tarihli 144. sayısını öneririz.)
Kendisini ‘Ayvalıklı’ sayan ve çağdaş müziğimizin yaşayan en büyük isimleri arasında yer alan Prof. İlhan Usmanbaş, çağdaş Türk kültürüne çok yönlü hizmeti geçmiş bir sanat adamıdır. Besteciliği ve eğitimciliğinin yanı sıra konservatuvarlarda yöneticilik yapmış, müziği bilimsel yönüyle ele alan kitaplar ve incelemeler yayınlamış, radyo programları hazırlayıp sunmuştur. Hakkında kapsamlı bir kitap yazan Evin İlyasoğlu’nun, “Yirminci yüzyılı yirmi birinci yüzyıla bağlamış bir bilge” diye tanımladığı Usmanbaş’ın yetiştirdiği öğrenciler bugün yeni kuşak Türk besteciliğinin öncüleri olarak klasik müzik dünyamızı zenginleştirmeye devam ediyor.
AYVALIK’TA DENİZ TAŞLARININ SESLERİNİ DİNLEYEREK TEK BAŞIMA YÜRÜRKEN RUHUMA SİNEN BU SESLER BESTECİLİĞİMİN ÖZÜNÜ OLUŞTURDU
-28
Eylül 1921’de İstanbul’da doğmuşum. Ailem ben iki yaşındayken Ayvalık’a göç etmiş. Bu göç kararının asıl nedeni, babam Hilmi Usmanbaş’ın avukat olması... Mübadelenin en yoğun yaşandığı o günlerde Ayvalık’taki hukuki sorunlarla ilgilenmek istemiş ve Ayvalık’a yerleşmişiz. Bu olay yaşamımda, yarattığı sonuçlar itibarıyla bir dönüm noktasıdır.
Rey’den armoni dersleri aldım. Atıfet (Üçkök) Hanım da o yıllarda orada şan eğitimi alıyordu ve Alice Rosenthal’ın öğrencisiydi. Ben Atıfet Hanım’ın dikkatini çekmedim ama o benim dikkatimi hemen çekmişti. 1942 yılında Ankara Konservatuvarı’nda kompozisyon öğrencisi oldum. Hasan Ferit Alnar’dan armoni, Ulvi Cemal Erkin’den piyano, David Zirkin’den çello, Adnan Saygun ve Necil Kazım Akses’ten kompozisyon dersleri aldım. Ne tesadüftür, benden bir yıl sonra Atıfet de Ankara Devlet Konservatuarı’na, Şan-Opera Bölümü’ne geldi. Böylece Ankara’da da görüşmeye devam ettik. İkimiz de aynı yıl (1948) mezun olduk, nişanlandık ve çok geçmeden evlendik. (Önümüzdeki yıl birlikteliğimizin 70. yılını kutlayacağız.)
İlk ve ortaokulu Ayvalık’ta okudum. O yılların Ayvalık’ı unutulmazdı. Bir kere müthiş kozmopolit bir yaşam vardı. Çok hareketli, çok renkliydi. Her insan kendi kültüründen bir şeyler getirmişti çünkü... Girit’ten, İstanbul’dan, Midilli’den, Makedonya’dan gelenlerin karıştığı besleyici, çok güzel bir ‘kültür harmanı’ydı diyebilirim. O yılların Ayvalık’ı gözümün önündedir: Limana yanaşan gemiler, zeytinyağı fabrikaları, demir atölyeleri... Özellikle de deniz taşlarını hatırlıyorum. O taşların seslerini dinleyerek tek başıma yürürken ruhuma sinen bu seslerin, besteciliğimin özünü oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ayvalık’taki Türk ve Rum kültürünün izleri, çakıl taşları ve makine sesleri, abimin ve annemin kemanla çaldıkları, babamın gramofonundan dinlettiği müzikler, “Türkiye’de yeterli mühendis var, bu nedenle bir besteci olmalısın!” diyen müzik öğretmeni... Ve ben: Seslere ilgi duyan, klasik müziğe doğru yelken açan bir çocuk. Annem ve abim sayesinde, çok erken yaşta viyolonsel sesine aşık olmuştum. İlkokulu bitirdiğim yıl ilk enstrümanıma kavuştum. İstanbul’da okuyan abim Orhan Usmanbaş bir yılbaşı günü bana ‘yarım viyolonsel’ hediye etti. Kendi kendime çalmaya başladım, çok sevdim. Galatasaray Lisesi’ni kazanınca müzik hayatım da başlamış oldu. Viyana’da eğitim görmüş bir viyolonsel hocamız vardı. Adı Sezai Asal’dı. Onun ilgisi ve desteğiyle viyolonselde kendimi geliştirdim.
İLHAN USMANBAŞ’IN HER YENİ ÇALIŞMASI BİR AÇILIMIN ÖNCÜSÜ OLMUŞTUR “Hepimizden çok araştıran, hepimizden ileride, hepimizden alçakgönüllü bir yüce insan. Usmanbaş solodan orkestraya her ortam için 100’ün üstünde eser üretmiştir. Her yeni çalışması yeni açılımların öncüsü olmuştur. Onunla her sohbetimizde yeni bir şeyler öğrenirim. Her telefon konuşmamız bittiğinde yüzüme bir tebessüm yayılır, çünkü o kısacık cümleler içine nice derin düşünceler yansıtmıştır.”
BEN ATIFET HANIM’IN DİKKATİNİ ÇEKMEDİM AMA O BENİM DİKKATİMİ HEMEN ÇEKTİ Galatasaray’ı bitirince İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdim. Felsefe’yi sevmiştim ama müzik ağır bastı. İstanbul Belediyesi Konservatuvarı’nda Cemal Reşit
EVİN İLYASOĞLU
Yüksek Kompozisyon Bölümü’nden mezun olduğum okula öğretmen olarak atandığım o günlerde, aralarında Bülent-Rahşan Ecevit, Bülent-Selma Arel, Suna Kan, Faruk Güvenç, Rasin Arsebük, Nilüfer-Aydın Yalçın, Cemal Bingöl gibi sonradan siyaset ve sanat çevrelerinde ismi duyulacak bir avuç gençle birlikte bir dernek kurmak için çalışmalara başladık. 1952 yılında Helikon Derneği’ni kurduk. Resim kursları verildi, konserler düzenlendi, sergiler açıldı. Dernek kuruluş ilkeleri gereği sanatın tek bir alanında yoğunlaşmadan her alanında faaliyet gösterdi. Bülent Ecevit de bu etkinlikleri Ulus gazetesindeki sanat köşesinde kaleme alarak derneğin tanınırlığını arttırdı. Ne var ki, Helikon 6-7 Eylül 1955 olaylarının ardından, adı Yunanca olduğu için kapatıldı. Bu arada ben UNESCO bursuyla ABD’ye gitmiştim. Bu gelişme orada uluslararası müzik çevreleriyle iletişim kurmamı sağladı. Örneğin, İtalyan müzisyen, piyanist, opera bestecisi ve müzik eğitimcisi Luigi Dallapiccola’nın öğrencisi oldum. ABD’de Fromm ve Koussewitzky ödüllerini aldım.
1957’de Rockefeller bursuyla iki yıl için eşimle birlikte bir kez daha ABD’ye gittim. Amerikalı besteci, müzik teorisyeni ve öğretmen Milton Babbitt’le çalıştım. Klasik müziğin en etkili Amerikan seslerinden Elliott Carter, 20. yüzyıl Amerikan müziğinin önde gelen isimlerinden Henry Cowell, deneysel çalışmalarıyla tanınan Morton Feldman ile besteci, yazar ve şef Aaron Copland’la tanışma imkânı buldum. Bu dönemde New York’taki Juilliard Müzik Okulu’nun öğretim yöntemleri üzerinde çalıştım.
21
‘SANATTA ONURSAL DOKTORA’ UNVANI BENİM İÇİN BÜYÜK DEĞER TAŞIYOR İzleyen yıllarda önce Ankara Konservatuvarı, ardından İstanbul Devlet Konservatuvarı müdürlüklerini üstlendim. 1971’de ‘Devlet Sanatçısı’ ilan edildim. 1973’te Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba tarafından Liyakat Nişanı ile onurlandırıldım. O yıllarda bir yandan da radyoda ‘Yirminci Yüzyıl Müziği’ ve ‘Çağlar Boyunca Müzik’ başlıklı programları yaptım.
Fotoğraf için Faruk Ergelen'e teşekkür ederiz
1978 yılında Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı Bakanlık bünyesinde bir ‘Kültür Yüksek Kurulu’ kurmuştu. Benim de üyesi olduğum bu Kurul’da Doğan Kuban, Emre Kongar, Aziz Nesin, Haldun Taner gibi önemli isimler vardı. Temel amaç Bakanlıkla kültür ve sanat çevreleri arasındaki ilişkilerin düzenlenmesine katkı sağlamaktı. Ayrıca çözüm bekleyen ivedi sorunlar üzerinde görüş bildiriyorduk. 1993’te And Vakfı’nca Onur Ödülü’ne layık bulundum. Son olarak, 2014 yılında Hacettepe Üniversitesi bana ‘Sanatta Onursal Doktora’ unvanını takdim etti. ‘Eğitimci kimliğimle yurt içi ve dışında başarılarıyla adından söz ettiren saygın bestecilerin yetişmesindeki emeklerim, Türkçe müzik yazınına kazandırdığım çeviri kitaplarım, bildirilerim, konferanslarım ve atölye çalışmalarımla ülkemiz sanat yaşamına bir düşünür olarak da katkıda bulunmam’ nedeniyle layık görüldüğüm bu unvan ve onur benim için büyük değer taşıyor. SEFA’DA, DURAĞIN HEMEN DİBİNDEKİ, ÇİÇEKLERİ BAHÇEDEN SOKAĞA TAŞAN EVİMİZDE UNUTULMAZ GÜZELLİKTE GÜNLER YAŞADIK
İlhan Usmanbaş eşi Atıfet Usmanba geçirdiği Ayvalık Sefa’daki bu evi 201 Ev daha sonra satışa çıkarıld
Devlet sanatçısı, Prof. Dr. İlhan Usmanbaş olarak İstanbul’daki evimde eşim Atifet Usmanbaş’la birlikte yaşamaya devam ediyorum.
Her fırsatta ve özellikle yaz aylarında mutlaka uğradığım Ayvalık’a, ne yazık ki aynı sıklıkla gelemiyorum. Ama Ayvalık hep aklımda... Sefa’da, durağın hemen dibindeki, çiçekleri bahçeden ELİMDEKİ sokağa taşan evimizde yaşadığımız Türk şiirinin seçkin örneklerinden unutulmaz güzellikteki günleri İMKÂNLARLA ZİHİN bazılarını benden önce besteleyen özlüyorum... Besteler yaptım orada, sanatçılar olmuştu. Ben de, DÜNYAMI DİNÇ, RENKLİ VE kitaplar yazdım. Eşimle birlikte modern Türk şairlerinin asmaların altında, güllerin AYAKTA TUTMAYA ürünlerine her zaman ilgi duyan arasında dostlarımızı ağırladık. ve şiirle müzik arasındaki ÇALIŞIYORUM Yaz aylarında öğrencilerim ses arayışlarından hiç geldiğinde daha bir canlanırdı vazgeçmeyen biri olarak eçmişte iletişim imkânları çok kısıtlıydı, evin her köşesi... Ece Ayhan’ın ‘Bakışsız dünyayı izlemek zordu. Hakim, avukat maaşıyla Bir Kedi Kara’sını, Behçet Denizin yeri bende yurtdışından yeni plaklar getirten, Türkiye’de Necatigil’in ‘Kareler’ini, İlhan apayrıdır... Daha çok tadına hiçbir kurumda olmayan genişlikte arşive sahip bir Berk’in ‘Şenlikname’sini doyamadığım Ayvalık arkadaşım sayesinde çağdaş müzikteki gelişmeleri besteledim. denizinden söz ediyorum... izlerdim. O mahrumiyet yıllarının acısını çıkarmak Ve değerli dostum Ahmet Uzun denilebilecek sanat için, öteden beri çağdaş müzikteki gelişmeleri hep Yorulmaz’ın çok güzel ifade yaşamımda imza attığım yakından izledim. Çoğunlukla Alman dergilerini, ettiği gibi, Ayvalık’ın insanı yapıtların sayısı 120’yi buldu. gazetelerini takip ettim. Kitaplar getirttim. Adını ilk keyiften delirten imbatı, Bestelerim hemen her çeşit kez duyduğum besteciler hakkında ilginç yazılar benzersiz mehtabı... Kemanın, çalgı müziğini kapsar. Senfoni, okuduğumda, eserlerin notalarını, kayıtlarını akerdeonun, saksafonun konçerto, şan ve orkestra için, bulmaya çalıştım, edinip inceledim. renklendirdiği müzik dolu yaz oda müziği için yapıtlar, bale Kısacası, elimdeki imkânlarla zihin geceleri... Uzaklardan kulağıma ve sahne müzikleri, şan-piyano dünyamı dinç, renkli ve ayakta gelen şarkılar, gazeller... yapıtları, piyano parçaları ürettim. tutmaya çalıştım. Şimdi 96 yaşındayım. Yaşım epeyce Ayvalık’ı hiç unutmadım, ilerledi yani. Ancak hayattan kopmadım. unutmayacağım. Ayvalık’ın da beni Bir ‘bilgi oburu’ olarak dünyayı takip ediyorum. unutmayacağından eminim!
G
nümüzdeki yıl birlikteliğimizin 70. yılını “ÖYLE Ö kutlayacağımız eşim Atıfet Usmanbaş 1923 İstanbul doğumlu... Anlattığına göre, küçükken bütün şarkı söyleyerek, dans ederek oynarmış. BİR oyunlarını Bir gün annesine, “Öyle bir okul olsa ki, her şey şarkılı demiş. Meğer varmış öyle bir okul ve adı da OKUL olsa!” konservatuvarmış! 1940’ta İstanbul Belediyesi Konservatuvarı OLSA Kİ, Nitekim Şan Bölümü’ne girmiş. Şan hocalarının en ünlüsü Alice Rosenthal’den ders almış. O dönem HER ŞEY Matmazel Matmazelin öğrencisi olmak hakikaten ayrıcalıktı. ŞARKILI Eğiteceği öğrencileri kendisi seçerdi. Atıfet üç aylık eğitimin ardından bir öğrenci konserinde OLSA!” sahneye çıktı ve sınıf atladı. İki yıl sonra Ankara Devlet
22
Konservatuvarı Şan-Opera Bölümü’nü kazandı. Yatılı kazanmak çok zordu ama başarmıştı. Sonra Ankara günleri... Küçük rollerle başladı, hızlı ilerledi. Son sınıftayken hep başrollerdeydi. Frieda Böhm’den şan, Karl Ebert’ten sahne dersleri aldı. Konservatuvar eğitimi beş yıl sürdü. İlk rolü, Carmen’de ‘Miceala’ydı. Çok zor bir roldür. Ankara Devlet Operası sanatçısı olarak 28 değişik rolde görev alan Atıfet Hanım, 1974 yılında şan pedagogu olarak İstanbul Devlet Operası’na atandı. Kariyerinin zirvesindeyken, bilgi ve birikimini yeni kuşakların yetişmesi için kullanmak istediğini söyleyerek operadan ayrıldı. Mimar Sinan Üniversitesi Şan Opera Bölümü’nde öğretim görevlisi oldu.
MÜZİK DEDİĞİMİZ ŞEY, BİR BAKIMA ‘TINI SÖYLEVİ’DİR. USMANBAŞ’IN ESERLERİ NEFİS TINLIYOR! İlhan Usmanbaş’ı düşündüm bugün… Kendisini çok az tanırım, ama müziğini iyi bilirim. Mütevazı bir insandır. Anlatmaya çalışalım… Büyük bir besteci İlhan Usmanbaş. (Bunu söyleme cesaretini gösteriyorsam, inanın, hakikaten öyle olduğu içindir.) Sadece dünyadaki ‘Çağdaş Müzik Hareketi’nin Türkiye temsilciliğini yaptığı için değil, zaman zaman o hareketin de önünde gidebildiği için büyüktür.
aş ile yaşamının büyük bir bölümünü 12 yılında Darüşşafaka’ya bağışladı. dı ve şimdi yeni bir sahibi var
ANKARA RADYOSU AYNI ZAMANDA MÜZİK OKULU GÖREVİ GÖRÜYORDU
A
nkara Radyosu 1927 yılında kuruldu ve on yıl içinde yayın alanını genişletti. O yıllarda hazırlanan programlarda Türk müziğinin yanı sıra Batı müziğine de mümkün olduğunca eşit yaklaşılıyor ve eğiticilik görevi önemseniyordu. Devlet Konservatuarı’nın deneyimli hocaları radyoda program hazırlayıp sunuyordu. Batı ile Doğu müziğinin ustaları arasında herhangi bir fark da gözetilmiyordu. Geniş müzik kültürü ve araştırmacı kimliğiyle Cumhuriyet döneminin önde gelen aydınları arasında yer alan Cevat Memduh Altar’ın sunduğu ‘İzahlı
Müzik’, Türk halk müziğine sayısız eser kazandıran Muzaffer Sarısözen’in sunduğu ‘Yurttan Sesler’, Ruşen Ferit Kam, Refik Ahmet Sevengil ve Mesut Cemil Tel’in birlikte hazırladıkları ‘Tarihi Türk Müziği’ gibi bilgilendirici programlar vardı. Ayrıca radyoda ilk çocuk saati yayını yapan eğitimci Neriman Hızır’ın ‘Ayşe Abla’ adıyla hazırladığı ‘Çocuk Kulübü’ de bu bilgilendirici yaklaşımın önemli bir parçasıydı. Kısacası, radyo dışında dünya ile neredeyse hiçbir alış-verişi olmayan Türk insanı, her alanda olduğu gibi müzik alanında da devlet tarafından bilinçli bir şekilde eğitiliyordu.
Hep, “Ben Avrupa’daki çağdaş müzik hareketlerinin uzaktan bir takipçisiyim” demiştir. Doğru değil. Öncülerindendir! …… Onlarca eseriyle ödül aldı. Dünyanın her yerinde; Polonya’da, Almanya’da, ABD’de. Eserleri çalındı. Hem de en ciddi festivallerde, en ciddi orkestralar tarafından. …… Türkiye’deki -sadece çok çok küçük bir azınlığın sevdalısı olduğu- çağdaş müzik meselelerinde, bir ‘mızrağın ucu’ gibi önde gitti Usmanbaş. …… Hocam Kamuran Gündemir çok severek çalardı Usmanbaş eserlerini. TRT için kaydettiği bir piyano eseri de vardır: ‘Ölümsüz Deniz Taşlarıydı...’ Diyorum ya; dürüst insanlar bunlar. Deniz kıyısında yürürken; hayattan, tarihten, evrensellikten ve de sanattan bahsederken böyle bir ‘başlık’ doğabiliyor… Ne güzel: ‘Ölümsüz Deniz Taşlarıydı…’ …. Müzik dediğimiz şey, bir bakıma ‘tını söylevi’dir. Besteci tınıları yoğuran adamdır. Usmanbaş tını olayını sihirbaz gibi işleyebilen bir duyuşa sahip. Beni düşüncelere iten, bu yazıyı yazdırtan sebep de bu zaten. Eserleri nefis tınlıyor. Enteresan buluşları var. Özellikle oda müziği tarzı eserlerinde…
FAZIL SAY
Milliyet Gazetesi, 15 Nisan 2001 KAYNAKÇA -Evin İlyasoğlu, “ İlhan Usmanbaş - Ölümsüz Deniz Taşlarıydı”, Yapı Kredi Yayınları, 2011 -Erhan Altan, “Sanatımızda Bir Dönemeç: 50’li Yıllar, Ankara”, Edebi Şeyler Yayınevi, 2014 -Aykut Köksal, Mehmet Nemutlu, Kıvılcım Yıldız Şenürkmez, “Perpetuum Mobile – İlhan Usmanbaş’ın Yapıtı”, Pan Yayıncılık, 2015 -Jülîde Gülizar, “İlhan Usmanbaş ile Yirminci Yüzyıl Müziği Üstüne”, Kitaplık Dergisi, Sayı 174, Yapı Kredi Yayınları -Fazıl Say, “İlhan Usmanbaş”, Milliyet Gazetesi,15 Nisan 2001 -Serhan Yedig, “İlhan Usmanbaş’la Söyleşi", Hürriyet Gazetesi, 11 Haziran 2011 -Yekta Kopan, “İlhan Usmanbaş: Fazıl Say Büyük Aşçı”, Radikal Gazetesi, 3 Şubat 2016 -Bülent Şanlıkan, “68 Yıllık Sevdanın Hikayesi”, Akşam Gazetesi, 14 Şubat 2016 -Darüşşafaka.org, “Rezidans Üylerimiz”
23
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
Komşularımız…
İ
çinde yaşadığımız çağda; teknolojik gelişmeler, göç, hızlı ve aşırı kentleşme gibi nedenlerden kaynaklanan sosyal dokumuzdaki değişim, bize kültürümüzde yüz yıllardır çok önemli bir yeri olan bir kavramı unutturur oldu: ‘Komşuluk.’ O kadar ki; bir gün, Şişli’de sekiz yıl oturduğumuz çok katlı, çok daireli bir apartmanın asansöründe Ayvalıklı, geçmiş yıllarda arka mahallemizden komşumuz olan bir ablayla karşılaşmamız ikimiz için de sürprizin ötesinde, tam bir şok oldu. O sırada, apartmandaki dördüncü yılımızdaydık ve dört Fotoğraf için Kemal Begtaş'a yıldır, bizden sadece teşekkür ederiz iki kat aşağıda yaşıyor olduğunu öğrendiğim ablayla bir kez olsun yolumuz çakışmamıştı. Oysa ikimiz de aynı kökten geliyorduk, kendisi benim yaşıtım, dolayısıyla doğrudan arkadaşım olmasa bile küçük ablamın yaşıtıydı ve mahallede yolumuzun kesişmediği bir gün bile olmazdı. Şaşırdık, sevindik ama üzüldük. ‘Şehir’ denilen kaosun içinde yitip gitmiştik kısacası. Ayvalık’tan hareketle mahallemizi hatırlamaya ve anlatmaya çalıştığım ve aklım var oldukça dile dökmeye çalışacağım bu yazılarda hep o güzel günleri düşünüyorum. Komşularımızı, büyüklerimizi, ağabeylerimizi, ablalarımızı, arkadaşlarımı. Anlattıkça onları siz de tanıyacaksınız, hatırlayacaksınız. Çünkü hepsi, hepimiz sadece 41 Evler’li değil, özünde Ayvalıklı’ydılar, Ayvalıklı’ydık. Hangi sosyal sınıfa ait olursak olalım, kökenimiz, dünya görüşlerimiz, maddi durumumuz ne kadar farklı olursa olursa olsun, mahallemizin temel değerlerini üç sözcükle özetlemek mümkündü aslında: Dostluk, dayanışma, paylaşma. Buna dair çocuk belleğimde yer etmiş ve asla unutmadığım o kadar çok anı ve olay var ki. Örneğin… Babam; doğu kültürüyle yetişmiş, kan kussa çevreye ‘kızılcık şerbeti içtim’ diyen yapıda bir insandı. 6 kişilik bir ailenin sorumluluğunu tek bacağıyla taşımaya çalışan, eğitime verdiği önem sonucu dört çocuğunu da okutmayı bayrak edinmiş bir ilkokul öğretmeniydi. O zamanlar anlamamıza imkan yoktu tabii bu yükün nasıl bir şey olduğunu, babamın ve annemin
24
bizi herhangi bir şeyden yoksun bırakmamak için nelerden feragat ettiklerini, nasıl çaba gösterdiklerini. İşte o günlerden birinde büyük ablamı istemeye gelecekleri haberi ulaştı eve. Ben sanırım dokuz-on yaşlarında olmalıydım. Bir köşede oturmuş, babamla annemin; konukları yüz akıyla ağırlamak için nasıl çareler aradığını, boşa koyup dolmadığını, doluya koyup almadığını bugün gibi hatırlıyorum. O sırada kapı çaldı ve ‘komşumuz’ Kemal (Şalmanlı) amca o iri yarı, babayiğit haliyle içeri girdi. Adeta söyleyeceği şeyden kendisi mahcubiyet duyuyor gibi kızararak, terleyerek (rahmetli biraz kilolu olduğu için çok terlerdi zaten) konuştu. Çocukluk belleğime kazınan, o sırada derinliğini anlamama imkan olmayan şu cümle aradan geçen neredeyse elli beş yıla karşın hala canlılığını koruyor: “Hocam, duyduk kızımızı istemeye geleceklermiş. Sen memur adamsın, bak bir sıkıntın var da söylemezsen hakkımı helal etmem. Kaç para istersen vereyim, ödemeyi falan da hiç dert etme. Komşuluk bugünler için var.” Duyulan sonsuz minnete rağmen; babamın hayatı boyunca bana öğütlediği; “Oğlum bir Allah’tan korkacaksın, bir de borçtan.” ilkesi sonucu yine kızılcık şerbeti içildi ve sonuçta bu dayanışma önerisi; annemin (bütün kadınlarda olduğuna inandığım), ihtiyaca yönelik pratik çözümlemesiyle, serviste kullanılacak bir pasta takımı ve ekstra birkaç sandalyenin ‘ödünç’ alınmasıyla karşılandı. Şalmanlılar’dan; Kemal amca, Feride teyze, Vecihi, Teoman, Atilla, ağabeylerim ve Şadan ve Özcan ablalar, yani ‘O güzel insanlar…’ Yaşar Kemal’in muhteşem sözcükleriyle ‘O güzel atlara binip gittiler.’. Elbette ikinci-üçüncü nesilleri devam ediyor ama benim günlerimden bize bir tek, çok özel bir insan olan Teoman ağabeyden miras, ebedi, ezeli komşumuz Yurdan ablam kaldı. Ve ne kadar ironiktir ki şimdi artık başta yakındığım teknoloji aracılığıyla kendisiyle haberleşiyor, konuşuyor, yazışıyor, uzaktan da olsa ‘komşuluğumuzu’ sürdürüyoruz. Ben İstanbul’da… O, gözümün nuru Ayvalık’ta!
ATÖLYELERDEN Dalgaların ve rüzgârın kim bilir kaç zamandır oya gibi işleyip kusursuz bir tuvale dönüştürdüğü küçücük taşların üzerinde balıklar/gemiler yüzdüren, kuşlar uçuran, zeytin ağaçları yeşerten ya da güneşin ısıttığı sıcacık evler kuran Füsun Aydınlık’ın Barbaros Caddesi’ndeki atölyesi Zeustones’deyiz.
S
TAŞLARI DAHA ÇOK KÖRFEZ’DEN, KUŞADASI’NDAN, FETHİYE’DEN, MİDİLLİ VE SAKIZ ADALARINDAN TOPLUYORUM
ayın Füsun Aydınlık, 1960 yılında İzmir Karşıyaka’da dünyaya geldiniz. TED Ankara Koleji’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’ne girdiniz. Sonra? -Sonra okul bitti. Uzunca bir süre tekstil ve perakende tekstil sektöründe planlama mühendisi olarak çalıştım. Ardından sektör değiştirdim. Reklam filmleri ve uzun metrajlı filmler çeken İFR’de (İstisnai Filmler ve Reklamlar) işe başladım. On altı yıl boyunca ağırlıklı olarak reklam filmleri çektim; belgesellerde ve sinema filmlerinde yapımcılık yaptım. Örneğin ‘Tabutta Rövaşata’nın prodüksiyonu ilk şirketim olan İFR’ye aittir. Güzel güzel çalışırken ‘radikal’ bir karar alarak işimi devrettim ve İstanbul’dan ayrılarak Ayvalık’a geldim. Daha doğrusu altı ay kadar Adatepe’de kaldıktan sonra Ayvalık’a yerleştim. Bir röportajınızda, “Sinan’ın annesiyim. Bir de reklam filmi yapımcısıyım!” diyorsunuz. Kariyerinizin en verimli döneminde böyle bir karar almanızda oğlunuz Sinan’ın payı mı var acaba? -Olmaz olur mu? Reklam sektöründe çok yoğun çalışmanız gerekir. Bazen geceniz gündüzünüze karışır. Bütün bunlara bir de İstanbul’un trafiği eklendiğinde, sevdiklerinize yeterli zaman ayıramazsınız. Ben oğlum
GÜLBENİZ ŞENTAY
beş aylıkken platolara dönmek durumunda kaldım. O büyürken mutlaka kaçırdığım çok şey oldu. Bu nedenle ilkokula başlayacağı yıl onunla daha uzun zaman geçirebileceğim, onu da mutlu edecek bir hayatın içinde olmak istedim. Adatepe’de yirmi yıl önce bir ev almıştım. Yani uzun zamandır Körfez’e, çok sevdiğim Adatepe’ye, Asos’a, Küçükkuyu’ya sık sık uğruyordum zaten. Ayvalık’ta da arkadaşlarım vardı. İlk etapta Adatepe’de kaldık. Fakat kış aylarında ortalık tenhalaşıyor, Sinan oyun oynayacak arkadaş bile bulamıyordu. Okula gelipgitmesi de zordu. Nihayetinde sosyal hayatın daha canlı olduğu Ayvalık’ta yaşamaya karar verdik ve 2006 yılında gelip yerleştik. Aradan on yılı geçmiş... Ayvalık nasıldı o günlerde? -Ayvalık o zamanlar şimdiki kadar popüler ve kalabalık değildi. Yine de, günün erken bittiği kış aylarında oğlumla akşam yemeği yiyeceğimiz bir yer bulabiliyorduk. Pateriça’da piknik yapmak, Cunda’da lokma yemek, Çamlık’ta gazoz içmek gibi, bir çocuğun hoşuna gidebilecek imkânları sunan bir yerdi Ayvalık. Yaz aylarının nimetlerinden söz etmiyorum bile! Bütün bu nedenlerle Ayvalık bize iyi geldi. Ortaokul bitinceye kadar, sekiz yıl boyunca oğlumla planladığımız gibi yaşadık. Ancak Sinan çok iyi bir okulu kazanınca lise eğitimi için İstanbul’a döndü. Ben kaldım.
25
EVDE ÇALIŞMANIN İNSANI SOSYAL HAYATTAN UZAKLAŞTIRDIĞINI FARK ETTİĞİMDE BİR ATÖLYEMİN OLMASI GEREKTİĞİNİ ANLADIM
söz eder misiniz?
-Evet, sanırım öyle... Türkiye’de ilk taş boyayan benim diyebilirim. Dünyada ressamların her şey gibi taşları da tuval gibi kullandıklarını biliyorum. Ancak sanatla zanaatın birbirine karıştığı bir noktada olacak şekilde çalışan birisine rastlamadım. Bu anlamda ‘ilk’im, evet!
-‘Genç mermer’ adı verilen oldukça pürüzsüz, geniş ve düz yüzeyli, yassı taşlarla çalışıyorum. İyi bir kağıda benzemelerine dikkat ediyorum. İnsan zamanla hangi taş boyanabilir, hangisi boyanamaz öğreniyor. Suyun altına tutup, tozlarını akıttığımda işime yarayıp yaramayacakları hemen belli oluyor. Taşları daha çok Körfez’den, Kuşadası’ndan, Fethiye’den, Midilli ve Sakız adalarından topluyorum. Ayrıca bir şekilde beni tanıyanlar Karadeniz’den, Kıbrıs’tan bana taş gönderiyorlar.
Peki, taş boyamak nereden aklınıza geldi?
Taşlar farklı bir teknik gerektiriyor mu?
Bildiğim kadarıyla Türkiye’de ‘taş boyama’ yapan ilk kişi sizsiniz. Ne dersiniz?
-Taşları seviyorum. Eskiden beri Körfez’den taş toplarım. Ayvalık’a gelmezden bir süre önce oturduğumuz evi değiştirmiş, daha küçük bir eve taşınmıştık. Orada fazla yer tuttukları için resim malzemelerimi ortadan kaldırmıştım. Evin içinde fazla yer kaplamadan, hem kendimi hem de oğlumu oyalamak adına topladığım taşları boyamaya başladım. Taşlara gemiler, helikopterler, balıklar çizdikçe Sinan, “Çok güzel olmuşlar!” derdi. Adatepe’ye gelince desenlerimi geliştirecek zaman bulabildim. Adatepe Zeytinyağı Müzesi’nin sahipleri dostlarımdı ve müzenin dükkânını yeni açmışlardı. Zeytin ağacı, balıklar, kayıklar gibi yöresel motifleri yörenin taşlarına taşımam çok hoşlarına gitti. “Bunlar çok farklı şeyler! Yap, biz satalım!” dediler. Yani ilk destekçim onlar oldu. Dekoratif taşlarımın beğenilmesi, para kazanmak hoşuma gitti. Motive oldum açıkçası. Ayvalık’a yerleştikten sonra bir yıl sadece onlar için üretime devam ettim. Ardından Ayvalık’ta birkaç arkadaşımın dükkânında taş boyamalarımı insanların beğenisine sundum.
-Taş boyamaya başladığımda taşa en uygun boyayı bulabilmek için yurt içi-yurt dışı pek çok kaynağa baş vurdum. Bütün yollar, daha dayanıklı olduğundan akrilik boyalara çıkıyordu. İşi minyatüre dökeceğim için benim daha ince malzemelere gereksinimim vardı. Biraz deneme-yanılma yöntemi, biraz zamanla gerçekleşen bilgi akışı sayesinde en uygun malzemenin renkli mürekkepler olduğunu keşfettim. Mürekkep çok kolay dağılan ve çabuk kuruyan bir madde. Bu nedenle çalıştığınız yüzeyin işlenmiş mermer kadar düz ya da bol gözenekli olmaması gerekiyor. Boyarken genellikle ince minyatür fırçalarını kullanıyorum. Seramik boyaları dışındaki bütün boyalar güneşe dayanıksızdır ve zamanla uçar. O nedenle taş boyamaların güneşten korunmaları şart. Bir hatırlatmada daha bulunmak isterim. Benim taşlarım birer ev süsü... Eğer onları hoş göründükleri için içi su dolu bir kâseye koyarsanız boyaları bozulur.
Atölyeniz Zeustones’i ne zaman açtınız?
Sayın Aydınlık, desenlerinizi çizerken nereden ya da nelerden esinleniyorsunuz?
-Evde çalışmanın bir şekilde insanı sosyal hayattan uzaklaştırdığını fark ettiğimde bir atölyemin olması gerektiğini anladım. Bir-iki arkadaşımla birlikte bu binayı kiraladık. 2008 veya 2009 yılıydı. Fakat onlar bir süre sonra atölyeyi bıraktılar. Ben tek başıma kaldım. Hayatımda ilk kez kendime ait bir yerim olmuştu. Burada istediğim kadar malzeme biriktirebildim. Bize biraz da üzerinde çalıştığınız taşların özelliklerinden
26
TAŞLARA ÇİZDİĞİM DESENLER, BİRİKTİRDİKLERİMİN DIŞA VURUMU...
-Başlarda Hint, Orta ve Uzak Doğu, İskandinav desenlerinden esinlenmiştim. Şimdilerde, deyim yerindeyse, desenlerim ‘her telden çalıyor.’ Sanırım hepsi bir potada eridi artık! Yani gördüğüm pek çok şeyden etkileniyorum fakat hiçbir zaman bire bir kopyalamıyorum. Taşlara çizdiğim desenler, biriktirdiklerimin dışa vurumu oluyor aslında. Çok az renk ve detay kullanıyorum desenlerimde. Turkuazı
çok seviyorum. Turkuazı siyah ve beyazla kullanmaya bayılıyorum. Bir taşın boyanması ne kadar zamanınızı alıyor? -Belli olmuyor. Söz konusu düz bir desense, günde on tane yapabiliyorum. Tekrar desenler olunca bu sayı yirmiyi buluyor. Çünkü hazırladığım boyayı yirmi desende birden kullanabiliyorum. Bir tür seri üretim gerçekleşiyor. İnce iş gerektiğinde ya da ayrı ayrı motifler çalıştığımda ise günde ancak iki tane üretebiliyorum. Gerçekten çok zevkli, keyifli bir uğraşım olmakla birlikte ince iş gözlerimi epeyce yoruyor. Daha kaç yıl taş boyayabilirim, bilmiyorum. Belki birkaç yıl sonra seramik, seramik üstü boyama ya da taş baskı gibi gözlerimi daha az yoracağım bir alana kayabilirim. Fakat şimdilik taşlarımla olmaktan mutluyum.
Baharın ülkemize huzur, barış ve güven getirmesini diliyoruz
Siz topladığınız taşlardan takılar da yapıyorsunuz. Takı yapmayı nasıl öğrendiniz? -İnternetten kendi kendime öğrendim diyebilirim. Ama işin tekniği konusunda boncuk atölyesi olan Elif Hanım’dan çok destek gördüm. Örneğin çift delikli boncukla nasıl çalışacağımı, boncukları birbirine ekleme yöntemleri gibi pek çok şeyi bana o öğretti. Kolye ve yüzük yapımında yassı, küçük taşlarla çalışıyorum. Ayrıca yoga tespihleri yapmayı seviyorum. Oğlumun babası Hintli olduğu için Hindistan’da epey zaman geçiriyoruz. Oradaki ritüellere aşinayım kısacası. Tespihlerde değerli ya da yarı değerli taşlar, bunun yanı sıra ahşap kullanmayı tercih ediyorum. Sayın Füsun Aydınlık, taş takılarınızı, dekoratif taş boyamalarınızı meraklıları nerelerde bulabilir?
T
NEVRUZ, AĞAÇ DİKME ŞENLİĞİYLE KUTLANDI
urizm Danışma Bürosu’nun organizasyonu ve Belediye’nin yanı sıra Orman İşletme ve Milli Eğitim müdürlüklerinin katkılarıyla gerçekleştirilen Nevruz kutlamalarına 150 Evler Mahallesi’nde ağaç dikilerek başlandı. Ayvalık Belediyesi dikilen 250 ağaçla ‘5 Yılda 10 Bin Ağaç’ hedefine bir adım daha yaklaşmış oldu. Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Cumhuriyet Başsavcısı Metin Tokel, Milli Eğitim Müdürü Güner Bahadır, Turizm Müdürü Yasemin Gençer ve Kıvaç Sarlıcalı İlkokulu öğrencilerinin katıldığı etkinlikte Devlet Hastanesi bahçesine de ağaç dikildi. Rahmi Gençer yaptığı kısa açıklamada baharın ülkemize huzur, barış ve güven getirmesi dileğinde bulundu.
-Ben atölyede satış yapmıyorum. Daha doğrusu ürünlerimi kendim satmıyorum. Ayvalık içinde ve dışında birkaç satış noktam var. Ayvalık’ta ‘Mola Cunda Hotel’de, Bodrum/Gümüşlük’te ‘Kikkula’da, İstanbul/ Bebek’te ‘Envai’de ve Kuzguncuk’ta 'Bir Kuzguncuk Dükkânı’nda taş boyamalarımı bulabilirsiniz. Sadece el yapımı işler satan bir Amerikan sitesindeki dükkânım hâlâ açık. Kendi adıma verimli bir kış geçirmediğim için şu an oraya ürün yetiştiremiyorum. Fakat en kısa sürede ‘Etsy’deki (etsy.com) satışlara devam edeceğim. Çünkü orası sanatınızı yapabilmeniz/geliştirebilmeniz için de ürettiklerinizi satabilmeniz için de adeta bir cennet. Bu site sayesinde dünyanın her yerinden taş boyama yapan insanlarla tanıştım. Hatta “Dünyanın her yerinden, herkeste bir taş olsun!” deyip kendi aramızda taş değişimleri yaptık. Avustralya’dan, Kanada’dan bile boyanmış taşlar geldi. Ben de boyadıklarımı onlara gönderdim. İşimin böylesi hoş, sürprizli yanlarının olması bana ayrıca keyif veriyor.
27
Akademik Bakış
Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
B
Küçük otellerin geleceği, booking.com sitesi ve Ayvalık
bir konaklama işletmesi için müşteri tercihi açısından en utik oteller, yapısal özelliği, mimarî tasarımı, tefriş, etkili pazarlama ve satış unsurlarıdır. Özellikle, konulu butik dekorasyon ve kullanılan malzeme yönünden özgünlük oteller, hedef pazara görsel sunum açısından farklı tatlar arz eden, işletme ve servis yönünden üstün standart vermekte ve alternatif tatil deneyimleri ve yüksek kalitede, deneyimli veya yaşatabilmektedir. Butik oteller, farklı konusunda eğitimli personelle kişiye özel hizmet anlayışlarını işledikleri tema (konu) hizmet verilen ve en az 10, en fazla 60 çerçevesinde müşterisine sunmakta odalı otellerdir. Butik otel kavramında, Ayvalık turizmi ile ilgili ve büyük beğeni toplamaktadırlar. Bu önemli olan otelin bir ruha sahip olması 2010 yılı verileri; 20 sunumlar, işletmenin sahip olduğu etnik ve bunu işletmenin yönetim bünyesinde, ve fiziki şartlarla standart konaklama çatal-bıçağından logosuna, mobilyasından Turizm İşletme Belgeli işletmelerine oranla daha doğal ve personel kıyafetine, menüsünden servisine Otel, 77 Butik Otel, daha farklıdır. Çekiciliği yüksek olan bu kadar her noktada aynı konsept dahilinde hizmet anlayışı, aracısız seyahat yapan bir bütün olarak uygulayabilmesidir. 70 Nitelikli Restoran, tüketicilerin birinci tercihleri arasında yer Otelin atmosferinde ve tüm tasarımında 153 bin 44 Konaklayan almaktadır. Bu da son yıllarda butik otellere bir bütün olarak özgünlük duygusunu olan talebin artmasına neden olmaktadır. müşteriye aktarabilmesi ve yaşatabilmesi Yabancı Turist ve 179 öncelikli hedeftir. Butik otel işletmesinin Ekolojik uygulamalar. Butik otellerin bin 337 Konaklayan temel amacı, öncelikle hedeflediği müşteri işletme ve pazarlama aşamasında yeşil kitlesini göz önünde bulundurarak, verdiği Yerli Turisttir. Bu pazarlama anlayışını benimsemeleri, hem ayrıcalıklı hizmet ilkesine bağlı kalarak, maliyetlerinin azalmasına ve hem de daha rakamlardan da farklılığı yaratmak ve kazancını maksimize fazla kâr elde etmelerine yol açmaktadır. etmektir. Bu nedenle, yarattığı ayrıcalık ve anlaşılacağı gibi Ayvalık Bu yaklaşım tarzıyla işletmeciler; turizmin farkındalığı hizmet anlayışına yansıtarak, en önemli kaynağı olarak görülen çevreyi özgün bir işletme modelini benimseyecektir. turizmi ağırlıklı olarak korumaya ve onu sürdürülebilir kılmaya Ayrıca, işletmenin sunduğu hizmetler yönelik adım atmışlardır. Butik otel yerli turistler için ve müşterinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek işletmelerinin çevreye duyarlılığını ifade ve uyguladığı yöntemler de tamamıyla küçük oteller için bir eden yeşil otelcilik anlayışı; sektörde yaratıcı bir düşünce sistemi içerisinde önemli bir noktaya taşınmış ve yeşil tüketici turistik destinasyon olacaktır. veya eko turist kavramları kullanılmaya özelliği taşmaktadır. başlanmıştır. Bu önemli aktörler, turizm Ülkemizde sayıları gittikçe artan butik sektöründe gündemin ve arz-talep oteller, yatırımcısını ve işletmecisini dengesinin belirleyicileri olmuştur. Örneğin; sevindiren girişimler olarak görülmektedir. yeşil otel imajı, müşteri sadakatı, yüksek Butik otel işletmesinin, geleneksel talep ve kâr artışı gibi. Günümüzde butik otellerin çoğunda olarak işletilen standart otel mantığından farklı olarak bazı uygulanan ekolojik örnekler işletmelere rekabet avantajı sorumlulukları bulunmaktadır. Bu sorumluluklar da işletmeyi getirmiştir. Bu örnekler; inovatif uygulamalarla desteklenerek kimi zaman pozitif yönde kimi zaman da negatif yönde adeta başlı başına otele olan talebi artı veya eksi yönde etkilemektedir. Butik otel işletmeciliğinin diğer otellerden farklı olan birçok yönü vardır. Fakat yine de bu farklılıkları dört temel belirleyen seçenekler haline gelmiştir. başlıkta inceleyebiliriz. Pazarlama usul ve yöntemleri. Butik oteller; küçük olmaları ve reklam, satış geliştirme ve pazarlama bütçeleri olmadığı İşletme yönetimleri. Genellikle işletmecinin özel zevki ve için ağırlıklı olarak daha ucuz ve zahmetsiz olan sosyal kendine has tarzları ile dekore edilen butik otellerin oda medyayı tercih etmektedirler. Giderek gelişen sosyal medya sayıları 10 ila 30 oda arasındadır. Az oda sayıları, lokasyon ve türevlerini butik oteller önemli bir pazarlama aracı olarak olarak konuşlandığı yerlerin çekiciliği (doğal ortamlar, göl kullanırlar. Butik otellerin bu alanda artan içerik yönetim ve deniz kenarları, otantik bir mahallede veya dağ içinde) ihtiyacı, bu alanda hizmet vermelerine neden olmuştur. Sosyal ve kendine has dekorasyonunun yanı sıra misafirlere medyanın butik oteller açısından önemi; tüketicilerin internet ilgi ve alakayı hiç eksik etmeyen personel, butik otellerin üzerinden tatilde edindikleri tecrübe ve izlenimleri paylaşmaları başlıca özelliklerini oluşturmaktadır. Müşterilerini bir oda noktasında ortaya çıkmaktadır. Bu içerikler çoğunlukla sosyal numarası olarak görmektense kendi ailesinden biriymiş gibi medyada görsel olarak ya da otel değerlendirme sitelerinde misafirperverlik gösteren bu işletmeler de elbette kimi zaman görsel ve yazılı olarak yer almaktadır. Bir butik otel hakkında yönetim sorunlarıyla karşılaşabilmektedir. ne kadar çok içerik varsa, arama motorlarında o kadar üst Mimari farklılıklar. Mimari planlama ve iç mekân tasarımı, sırada yer alacaktır. Bu gösterge, butik otelin web sayfası
28
üzerinden satışlarını arttıracak bir sonuçtur. Misafir ilişkileri yönetimi, satış performansı ölçülerek bu siteler üzerinden yapılabilir. Hedef pazarlama ile genç, yaşlı, evli, bekâr, çocuklu gibi hedef kitle belirlenebilir ve reklam vererek daha çok ilgi ve talep yaratılarak satışlar maksimize edilebilir. Sürdürülebilir yaşam vizyonu doğrultusunda ekolojik dengeyi koruyan, geri dönüşüme önem veren, beslenmeden hijyene kadar organik ürünlerden oluşan bir sistematik doğrultusunda hareket eden ‘butik oteller’ popülaritesini her geçen gün arttırmaktadır. Günümüzde, turizm sektörü yeni hizmet anlayışlarının ve farklı pazarlama stratejilerinin peşindedir. Son dönemde sağlıklı yaşam konsepti çerçevesinde yıldızı gün geçtikçe artan en önemli trend ise, organik hizmet vermeye çalışan butik otellerdir. Son yıllarda özellikle butik otel işletmeleri pazarlama ve satış noktasında sosyal medyanın ne kadar önemli olduğunun farkına varmışlardır. Bugün tüm dünyada, özellikle Akdeniz Bölgesi’nde her şey dahil sistemi; oteller, yöresel ekonomiler ve nitelikli işgücü açısından ciddi sıkıntılar oluşturmaktadır. Bu bağlamda, özellikle internet yardımıyla artık alternatif konaklamada amaç daha nitelikli turisti çekmektir. Yine önemli tatil siteleri yardımıyla (tripadvisor, booking. com, tripbase ve travelife gibi) internetten gideceğiniz sokağa kadar her yeri görebileceğiniz (google.map gibi) portallar yardımıyla tatil yeri bulma, seçme ve satın alma işlemi oldukça kolaylaşmıştır. Diğer bir deyişle; tatil bireyselleşmiş ve aynı zamanda özgürleşmiştir. Özgür seyahat ve tatil kullanıcıları; ağırlıklı olarak gittikleri noktalarda ev kiralamayı veya küçük otellerde (özelikle butik otellerde) kalmayı tercih etmektedirler. Örneğin; İstanbul’da bu portallardan 2009′da bin 700 kiralama yapılırken, bu rakam 2013 sonu itibarıyla 10 kat büyüyerek 10 binlerin üzerine çıkmıştır. Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimi, gelir dağılımının iyileşmesi ve tatil hakkının kitlelere yaygınlaşması, turizm pazarını tüm dünyada büyütmektedir. Büyüyen turizm pazarında talepler çeşitlenmekte, tatil ve konaklama anlayışında da birbirinden farklı alt pazarlar oluşmaktadır. Ekonomik paket turlar, kitle turizmi ve buna uygun konaklama talepleri artarken, bu tercihin tamamen dışında kitle turizmini tercih etmeyen bireysel arayışlar da artmıştır. Butik oteller, öncelikle kültür turizmi için seyahat eden, gittiği kentin tarihi dokusu içinde yaşamak isteyen, çevreye dikkat eden ve çoğunlukla kendi seyahatini bireysel olarak düzenleyen gezginlerin ihtiyacını karşılamaktadır. Başka bir deyişle, butik oteller diğer büyük otellere göre hedef kitlesi tamamen farklı olan turist grupları tarafından tercih edilen işletmelerdir. Bu trend önümüzdeki onlu yıllarda özelikle sosyal medyanın da katkısıyla artacak gibi görünmektedir. Bu eğilimin bir diğer artma nedeni ise, mobil teknolojilerdir. ‘Milenyum gençliği’ olarak tanımlanan grupların mobil teknolojilere talebi her geçen gün artmaktadır. Bu gruplar; bağımsız hareket etmekte, sosyal medyayı ve mobil teknolojileri çok iyi kullanmakta ve çevreye duyarlı uygulamaları aramaktadırlar. Bu talebi gören ve işletmelerini özellikle ekolojik uygulamalara açan butik otel işletmeleri, bu sektörün yeni moda markaları olacaktır. Bu işletmelerin büyük çoğunluğu bugün satış ve pazarlamalarını online portallardan yapmaktadır. En çok kullandığı online rezervasyon portalı da booking.com’dur. Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği (AYTUGEB); 5355 sayılı Mahalli İdareler Birliği Yasası çerçevesinde Bakanlar Kurulu kararı ile 31.10.2009 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak kurulan bir Turizm Birliği’dir. AYTUGEB; bölgeye potansiyel turistik talebin oluşması için sektör paydaşlarını restoranlar,
seyahat acentaları, gurme dernekleri, gezi tekneleri, dalış okulları, turizm işletme belgeli oteller, butik oteller ve benzeri STK’lar tek bir çatı altında toplayan, proje üreten ve projelerine finansal destek alan bir üst organdır. Ayvalık turizmi ile ilgili 2010 yılı verileri; 20 Turizm İşletme Belgeli Otel, 77 Butik Otel, 70 Nitelikli Restoran, 153 bin 44 Konaklayan Yabancı Turist ve 179 bin 337 Konaklayan Yerli Turisttir. Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi Ayvalık turizmi ağırlıklı olarak yerli turistler için ve küçük oteller için bir turistik destinasyon özelliği taşmaktadır. Bu destinasyonda ağırlıklı olarak faaliyet gösteren butik oteller ve küçük pansiyonlar işletmelerini rezervasyon portalı “booking.com” üzerinden doldurmaktadırlar. Bilindiği üzere, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) kendi acentalarını korumak, haksız rekabeti önlemek ve Türkiye’de yaptığı faaliyetler üzerinden vergi ödemediği için booking.com şirketini (Hollanda orjinli turizm ve seyahat sektöründe global online rezervasyon şirketi) 2015 yılında mahkemeye vermiş ve ilgili mahkeme 3 gün önce bu global şirketin Türkiye’deki faaliyetlerini durdurmuş ve ilgili rezervasyon portalını kapatmıştır. TÜRSAB; mahkeme kararını önümüzdeki günlerde Alman trivago.com, Amerikalı tripadvisor.com gibi diğer tüm online rezervasyon sitelerine de göndereceklerini, uymayanlar hakkında yasal yollara başvuracaklarını duyurmuştur. Türkiye’nin turizmle ilgili son 3 yılda yaşadığı sıkıntılar nedeniyle 2017 yılına ait turistik veriler de (özellikle kitle ve şehir turizminin yaygın olduğu Akdeniz ve Ege Bölgesinde ve İstanbul’da) iyi değildir. Örneğin, Mart ayı sonunda yapılan açıklamaya göre, Şubat ayında Türkiye’ye gelen yabancı sayısı, 2016 Şubat ayına göre yüzde 6.51 azalarak 1 milyon 159 bin 833’e düştü. Böylelikle; son 12 aylık verilere göre, gelen yabancı turist sayısında toplam kayıp yüzde 32’yi bulmuştur. Türk turizmi son 3 yıldır zor bir süreçten geçmektedir. Ayvalık gibi iç turizmle ve küçük oteller anlayışıyla yönetilen turistik destinasyonlarda işletmelerin büyük çoğunluğu booking. com üzerinden otel ve oda satışlarını yapmaktadır. Bu sitenin TÜRSAB’ın şikayeti üzerine kapatılması zaten zor geçecek 2017 turizm sezonunu özellikle küçük işletmeler adına zora sokmuştur. Aynı sıkıntı bu site üzerinden bütçesine göre rezervasyon yapan ve satın alan tüketiciler için de geçerlidir. TÜRSAB’ın kendi üyelerini korumak adına bu global rezervasyon sitesinin kapatılmasını sağlaması, bu site üzerinden rezervasyon yapan tüketicilerin TÜRSAB üyesi seyahat acentalarına yöneleceği anlamına gelmez. TÜRSAB’ın burada yapması gereken eylem, bu global şirket ayarında bir rezervasyon portalı yaparak veya yaptırarak pazardaki haksız rekabeti önlemek olmalıydı. Ayrıca, bu pazarda konaklama işletmelerini temsil eden STK’ların (TÜROFED; TUROB gibi) ve bölgesel derneklerin (ALTİD, ETİK, GÜMTOB gibi) kendilerine üye olan konaklama işletmelerinin bu sıkıntıları ve çözüm seçenekleri noktasında açıklama yapmaya ve ortak hareket etmeye davet ediyoruz. Ayrıca; özellikle küçük işletmelerin yaşanılan bu süreçten daha fazla etkilenmemesi için tarafları ulusal ve uluslararası yasa ve yönetmelikler nezdinde bir an önce anlaşmaya, sektör paydaşlarını birlikteliğe, ortak akla ve işbirliğine davet ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu süreç uzadıkça olan Türk turizmine, istihdamına, ekonomisine ve özellikle küçük işletme sahiplerine ve işleticilerine olacaktır. Bütün bu tatsız gelişmelere rağmen Ayvalık’taki tüm turizm paydaşlarına başarılı, bol kazançlı ve iyi bir sezon diliyorum.
29
Sanat uçsuz-bucaksız bir evren... Ve sanatçılar sayesinde inanılmaz yolculuklara çıkıyoruz. ‘Kağıt sanatı’ olarak adlandırılan ebru da görsel açıdan zengin, zengin olduğu kadar şık, dahası çok renkli ve fazlasıyla değerli bir sanat... Ayvalık’ta, aynı zamanda yetkin bir öğretici olan bir ebru ustası var: Yıldırım Alp. Aygül Öncel Şahin yönetimdeki Ayvalık Halk Kütüphanesi Ebru Atölyesi bu sanata ilgi duyanlara kapılarını açmış. Ebru, kent kütüphanemizde öylesine yer edinmiş ki, Aygül Öncel Şahin Ayvalık Kültür-Sanat Günleri’nde Yıldırım Alp’i takdim ederken, tatlı bir heyecanla “Ebru Bey” deyivermiş. “Ebru Bey” bizi kırmadı, konuğumuz oldu...
S
EBRU’YA PAHA BİÇİLEMEZ, SADECE EN SEVDİKLERİNİZ İÇİN GÖZDEN ÇIKARABİLİRSİNİZ
SERKAN KİBAR
ayın Yıldırım Alp, ebru sanatının tarihine değinerek başlayalım mı?
-Nasıl isterseniz... Ebru sanatı en eski Türk kağıt süsleme sanatlarından. Orta Asya dillerinden Çağataycada ‘hare gibi damarlı’ anlamına gelen ‘ebre’ kelimesi ebrunun bilinen ilk adı. Ebru sanatının ilk ne zaman ve nerede başladığını ise tam olarak bilmiyoruz. Tarihi bilinmeyen ya da kimin tarafından yapıldığı belli olmayan eserler mevcut. Bunun en büyük nedeni, ebru ile uğraşanların eserlerinin üzerine mütevazılıktan herhangi bir not düşmemiş olmaları. Tarihi saptanmış en eski ebru 1447 yılına ait ve günümüzde Topkapı Sarayı’nda bulunuyor. Ebru tarihinde adı bilinen ilk ebruzen ‘Şebek’ lakabı ile de anılan Mehmed Efendi... Ebru Türkiye’de, uzun yıllar cilt sanatının yanı sıra hat sanatında zemin ve pervaz olarak kullanıldı. Hat sanatının yaygınlık kazanmasıyla, fonda kullanılan bu desenli kağıdın değeri de arttı. Hatta çerçevelenecek kadar önemsenmeye başladı. Ebru günümüzde diğer soyut ve plastik sanatlar gibi değerlendirilen önemli bir yere sahiptir diyebilirim. Ayvalık’ta ebru sanatına ilgi nasıl? -Ayvalık’ta ebru atölyemizde, Halk Eğitim’in kursları dışında kütüphaneye gelen ilk ve orta öğretim öğrencilerimize de bu sanatı elimizden geldiğince ve kendi imkânlarımızla tanıtıyoruz. Daha çok pratik bilgilere ağırlık veriyoruz. Geleneksel sanatı temelden öğrenmeleri açısından katkı sağlayarak önemli bir görev yaptığımızı düşünüyorum. Yetişkinlerde ise her dönem on-on beş öğrenci kabul ediyoruz. Fiziki koşullar nedeniyle ve öğrenme yoğunluğu açısından, öğrenci sayısını ne kadar az tutarsak o kadar daha yararlı olabiliyoruz. Üç öğrencim ustalık seviyesine geldi. Tekne açıp kendi başlarına sanatlarını icra edebilecek durumdalar diyebilirim...
30
toprak boya ve Sarımsak taşından boya elde ediyoruz. Boyalarımızın ham maddesi toprak. Ebruda önemli konu, yoğunlaştırılmış sıvıyı ve boyaları hazırlamak. Boyaların yoğunlaştırılmış sıvı üzerindeki ayarını tutturmak işin ustalık isteyen bölümü... Ebrunun ömrünün uzun olması için ‘aharlama’ işlemine tabi tutup, bunu yanında ‘mühreleme’ dediğimiz parlatma işlemini yapıyoruz. Bütün bunlar ebruya ayrı bir değer katıyor. Öğrencilerimize ebru sanatının temelinin emek olduğunu ve malzemelerin üretim aşamalarını öğretiyoruz.
YILDIRIM ALP Yıldırım Alp, 23 yıl Jandarma Astsubayı olarak çeşitli şehirlerde bulundu. Altı yıl da Ayvalık’ta görev yaptı. 2008 yılında kendi isteğiyle emekli olarak Ayvalık’a yerleşti. İki yıl boyunca Ayvalık Halk Eğitim Merkezi ebru kursuna devam etti. Hocası Nihan Demiralay’dan ders aldı. Gönülden bağlandığı ebru çalışmalarını 2011 yılından bu yana aralıksız sürdüren Alp, edindiği birikimi Ayvalık Halk Kütüphanesi Ebru Atölyesi’nde bu sanata ilgi duyanlarla paylaşıyor. Biraz da kullandığınız malzemelerden söz eder misiniz? -Ebru’da kullanılan bütün malzemeler doğal... Biz bunların bazılarını kendi imkânlarımızla yapıyoruz. Bunun nedeni, malzemeleri temin edememek değil, bu doğallığın ebruya farklı bir değer kattığına inanıyor olmamız... Ebrunun her aşamasında emek var. Fırçalarımızı da kendimiz yapıyoruz. Metal tarakları, kurutma tezgâhlarını yine kendimiz yapıyoruz. Ayvalık’ta oksit sarı, kırmızı aşı boyası, Madra dağından açık yeşil
EBRU TEKNESİNİN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKENİN, ONUN CAZİBESİNDEN KURTULMA ŞANSI YOK Ebru’da emek var, sabır var, teknik malzeme üretim bilgisi var... Peki gaye ne? -Dediğim gibi, ebru sanatının temeli emek. Bana sorarsanız, ebruya paha biçilemez, sadece sevdiğiniz insanlar için gözden çıkarabilirsiniz. Bizim felsefemiz de bu... Ayrıca ebru ustasız öğrenilmez, öğrenilemez. Ustaçırak ilişkisi şart... En az iki-üç yıl ustasından ders almanız gerekiyor. Biz geleneksel ebruyu öğretiyoruz. Ebru tamamlanınca ardından yapılan başka işlemler var, değil mi? -Murakka var... Sanat içinde sanat.. Paspartuyu ve çerçevemizi de kendimiz yapıyoruz. Sergileriniz de oluyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz? -Her yıl öğrencilerimizin hazırladığı ebrulardan sergi oluşturuyoruz. Bu sergiler gerçekten çok ilgi görüyor. Bu tür buluşmalarda, kaymakamımızın, belediye başkanımızın, kütüphane müdürümüzün bu sanata önem vermesi bizi fazlasıyla sevindiriyor. Belediyemizin ebruyu geçtiğimiz yıllarda Ayvalık Kültür-Sanat Günleri ve Engelliler Şenliği programlarına
KEYİFLİ BULUŞMA MEKÂNLARI Kaymakamımızın, belediye başkanımızın, kütüphane müdürümüzün ebru sanatına önem vermesi bizi fazlasıyla sevindiriyor. Belediyemizin ebruyu geçtiğimiz yıllarda Kültür-Sanat Günleri ve Engelliler Şenliği programlarına alması bizi çok motive etti. Etkinliklerde belediyemiz bize malzeme desteği de veriyor.
alması bizi çok motive etti. Etkinlikler kapsamında halka açık atölye çalışması yaptık. Biz de görev almaktan çok mutlu oluyoruz. Ticari bir kaygımız yok. Ayrıca etkinliklerde belediyemiz bize malzeme desteği veriyor; bunun için de ayrıca teşekkür ediyorum. Atölyeniz herkese açık sanırım, öyle değil mi? -Haklısınız, isteyenler atölyemizi ziyaret edebilir. Dileyenler uygulama yapabilir. Sizin aracılığınızla küçük ama dikkate değer bir bilgiyi paylaşayım: Bir kere başlandı mı, kurslarımızdan vazgeçil(e)miyor. Kursumuzun bir özelliği bu... Bir kere başlayan bir daha bırakamıyor. Bir başka deyişle, ebru teknesinin önünde diz çökenin, onun cazibesinden kurtulma şansı yok. Öğrencilerim rüyalarında bile ebru yaptıklarını söylüyor. Aynı şeyi ilk zamanlarda ben de yaşadım!
Ayvalık’ın farklı köşelerinde kendine özgü kimlikleri ve özellikleriyle dikkat çeken pek çok buluşma noktası var. Kiminde manzaranın, kiminde sohbetin, kiminde sükûnetin, kiminde de lezzetin öne çıktığı bu mekânları sizler için birer birer dolaşacağız. İlk durağımız Antikacılar Sokağı’nda bulunan ve Yasemin-Deniz Tuğhan Arbak çiftinin işlettikleri Cafe Caramel-Antikhane... Adından da anlaşılacağı gibi sıra dışı bir konsepte sahip olan Caramel; birbirinin içine geçmiş ama birbirini bütünleyen, birbirini güzelleştiren iki bölümden oluşuyor: Pastane ve Antikhane… Taş duvarları ve yüksek tavanıyla Ayvalık mimarisinin güzelliklerini sergileyen kafe aynı zamanda, artık pek çoğumuzun sadece anılarında kalan eşyalarıyla da insanı bir anneanne/babaanne sıcaklığıyla kucaklayıveriyor. Duvarlarda, konsol üstlerinde, büfe içlerinde pek çok tanıdık objeyle karşılaşıyor, ister istemez çocukluğunuza doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Yerli ve yabancı konuklarının kafeye ‘Babaanne Evi’ adını verdiklerini söyleyen Yasemin Arbak, “Çünkü burada sadece büyükannelerinin eşyalarını değil, aynı zamanda onların yaptıkları pastaların, poğaçaların, keklerin tadını da buluyorlar. Kısacası bizde her şey eski... Tatlar bile!” diyor ve öyküsünü anlatmaya başlıyor...
-İ
AYVALIK’IN SUNDUĞUMUZ LEZZETLERE KATKISI ÇOK BÜYÜK, ÇÜNKÜ BURADA HER ŞEYİN TADI VAR GÜLBENİZ ŞENTAY
stanbulluyum. Dokuz yaşlarındayken ailemle birlikte Fransa’ya, Strasburg’a gittik. Öğrenimime orada devam ettim. Sekreterlik okuluna girdim. Yükseğini okudum. 1987’de İstanbul’a döndüm. Yirmi beş yıl farklı kuruluşlarda genel müdür asistanlığı yaptım. Sonra kendimi bir anda Ayvalık’ta buluverdim. İlk defa 2000 yılında tatil için geldiğim Ayvalık’a aşık olmuştum. Eşim Deniz’le o tatil döneminde tanıştık. Deniz de İstanbul’da yaşıyordu. Evlendik. Fakat artık aklım Ayvalık’taydı. İstanbul’da duramıyordum ve doğacak çocuğum orada büyüsün istiyordum. Eşimin annesi zaten Ayvalık’ta yaşıyordu. Biz de 2007 yılında Ayvalık’a yerleştik. Annem, babam, kardeşlerim, eşim-dostum... hepsi peşimden geldiler. Birlikte tam bir Ayvalık gönüllüsü olduk. Kafe açma fikrinin nereden kaynaklandığını merak ediyoruz. -Oldum olası eski eşyaları severim. Çocukken anneannemin mobilyalarının kapaklarını açıp açıp koklardım. Eski eşya kokusu çok güzeldir. Strasburg’un nostaljik kafeleri bu nedenle hoşuma giderdi ve hep “İmkân olsa da ben de bir gün onlara benzer bir kafe açabilsem!” derdim. Hayalimin gerçeğe dönüşmesi, arkadaşımın Cunda’daki kafesinde çalışmamla başladı. Birkaç dil konuşabildiğim için özellikle yabancı müşterilerle ilgileniyordum. Ancak altı-yedi ay sonra aşçımız işi bıraktı.
31
AYVALIK’IN SUNDUĞUMUZ LEZZETLERE KATKISI ÇOK BÜYÜK, ÇÜNKÜ BURADA HER ŞEYİN TADI VAR
Elemansız kalınca mutfağa ben girdim. Sadece yemek değil pastalar, kurabiyeler de yapıyordum. İşimi çok seviyordum. Kendi kendime, “Aman Allah’ım! Meğer ben bu iş için yaratılmışım!” demeye başladım. Kardeşimin ısrarı ve destek sözü üzerine 2009’da Barbaros Caddesi’nde kendi mekânımı açtım. Cafe Caramel adıyla yerli-yabancı konuklarını ağırlayan Yasemin Arbak, dört yılın ardından Barbaros Caddesi’nde kiracı olduğu yerden ayrılmak zorunda kalır. -Mekân ararken eşimin antika deposu olarak kullandığı bina aklımıza geldi. Bina her şeyiyle işin ruhuna çok uygundu. Karı-koca birlikte çalışacağımız için ayrıca keyifliydik. Badanasından dolaplarına, masa örtülerine dek mavi ve beyazın ahşapla bütünleştiği bir konsept çerçevesinde kafeyi eski eşyalarla dekore ettik. Bu aşamada Deniz’in mesleki birikiminin katkısı büyük oldu elbette. Geriye sadece büyükannelerimizin evinde bulduğumuz güler yüzü, huzuru, dinginliği ve lezzeti mekânın içine yerleştirmek kalmıştı. Onu da başardık. Doğrusu çok sevildik. Sekiz sezonu geride bıraktık ama dokuzuncu sezonu ilk günkü heyecanla karşıladığımızı söylersem inanın abartmış olmam. LİMONATAMIZ AYVALIK’TA BİR NUMARA VE BU KONUDA TEVAZU GÖSTERMEYECEĞİM Yasemin Arbak, konuklarını pazar hariç her gün kendi yaptığı reçeller, doğal yumurtalar, Ayvalık’ın leziz zeytinleri, zeytinyağı ve peynir çeşitlerinden oluşan klasik bir ev kahvaltısıyla karşılıyor. -Simidin eşlik ettiği kahvaltının yanı sıra omlet, patates kızartması, sigara böreği gibi atıştırmalıklarımızı dileyen konuklarımızın beğenisine sunuyoruz. Yazın kahvaltıya talep arttığı için menümüz biraz daha çeşitleniyor. Caramel ilk açıldığında zengin bir öğle yemeği servisimiz vardı. Şimdilerde pasta ağırlıklı çalışıyoruz. Burada yemeği kaldırdık ama mantıya devam ettik. Mantılarımızı altı yıldır aynı lezzeti ve kaliteyi tutturan bir hanım hazırlıyor. Mantı dışında deniz mahsullü, fesleğen pestolu, kırmızı biber pestolu, bolenez soslu hafif makarna çeşitleriyle müşterilerimizi öğle saatlerinde de memnun etmeye çalışıyoruz. Akşama ait özel bir hazırlığımız yok. Çünkü kış aylarında saat altıda kapatıyoruz. Yazın ise saat sekize kadar açık olan kafemizde gündüz menüsü devam ediyor.
-İçeceklerden başlamam gerekirse, bizim spesiyalimiz limonatamız. O, Ayvalık’ta bir numara ve ben bu konuda tevazu göstermeyeceğim. İşin sırrını Cunda’da, Metin ustadan öğrendim. Bana, “Beş limon bir tane de portakalı alacaksın. İçine de bir kilo şeker koyacaksın!” demişti. Püf noktası şu: Geceden sıktığınız limonla şeker karışımı sabaha dek kalacak. Suyunu koyduktan sonra fazla bekletmeden tüketeceksiniz. Bir diğer özel içeceğimiz karadut suyu. Dutlar komşum Filiz Karayelli’nin bahçesinden. Sağ olsun, geçen yıl bize böyle bir imkân tanıdı. Allah’ım o ne dutmuş! Ben ondan ne reçeller yaptım! Ne yazık ki, piyasada karadut suyu diye satılanların çoğu kimyasal. Limonata ve karadut suyundan sonra frappelerimizi ve benim yaptığım likörleri söyleyebilirim. Bu arada çayımın hakkını da yemek istemem. Çünkü sadece çayımızı içmeye gelenler var. Sırada tatlılar var... -Meyve ağırlıklı ve hafif tatlılar hazırlıyorum. Yağlı kremalar yerine muhallebi tarzında yapılanları tercih ediyorum. Piyasadaki en kaliteli kremayı kullanıyorum. Çünkü yiyemeyeceğim hiçbir şeyi müşterilerime ikram edemem. Tatlı ve pastalarımın içinde en arananı frambuazlı cheesecake. İstanbul’a her gidişimde bütün kafeleri dolaşıyor, özellikle cheesecakelerin tadına bakıyorum. Ama şimdiye değin bizimkiler kadar lezzetli ve hafif olanına gerçekten rastlamadım. İnsanlar korkmadan tüketebiliyorlar. Orman meyveli irmikli tatlımız, çilekli/çikolatalı/frambuazlı kup pastalarımız, şeftalili turtalarımızı yine en beğenilen tatlar arasında sayabilirim. Tabii Ayvalık’ın bu noktada bizlere katkısı çok büyük. Burada her şeyin tadı var. Şeftali şeftaliye, çilek çileğe benziyor. Ayvalık’ta frambuazı taze taze köylülerden almak gibi bir ayrıcalığa sahibim. Her şey böyle lezzetli olunca fark yaratıyor ve beğeniliyorsunuz. BAZEN KİMİ MİDİLLİ’DEN, KİMİ KOLOMBİYA’DAN GELMİŞ MÜZİSYENLERİ AĞIRLIYORUZ Yasemin Arbak, yazılı ve görsel basında, sosyal medyada, turizm sitelerinde Cafe Caramel’den övgüyle söz edilmesinin kendileri için teşvik edici olduğunu vurguluyor.
Doğaş olarak, Caramel’in ‘en özel’ tatlarını merak ediyoruz.
Müşterilerim kendilerini o kadar evlerindeymiş gibi hissediyorlar ki, mutfağa girip buzdolabından istediklerini alıyorlar
P
astacılık eğitimi almadım. Kitaplardan, internetten, yemek programlarından izleye izleye, deneye deneye işi öğrendim. Zamanla ustalaştım ve küçük dokunuşlarla kendime özgü tatlar elde etmeye başladım. Fakat şeker hamurundan pasta süsleri yapmak çok farklı bir şey. İstanbul’da iki günlük bir kursa katılarak bu konudaki eksiğimi kapattım. İki yıl öncesine dek yalnız çalışıyordum. Şimdi iki yardımcım var. Biri sağ kolum, kilit taşım, gölgem Arzu Hanım. Kurabiyelerimizi, poğaçalarımızı o yapıyor. Ebru kızım ise
pasta ustası. Artık küçük pastalar onun elinden çıkıyor. Tabii benim tatmadığım, elimin değmediği hiçbir şey servis edilmiyor. Sezonda çok yoğun olsak da kadromuz değişmiyor. Çünkü yardımımıza oğlum geliyor. Ebru Hanım’ın kızı, Deniz’in çocukluk arkadaşı filan derken burada kocaman bir aile oluyoruz. Müşterilerim bile kendilerini o kadar evlerindeymiş gibi hissediyorlar ki, mutfağa girip, buzdolabından istediklerini alıyorlar. Tam da böyle bir ortam yaratmak istemiştim. Allah’a şükür, başardım.
-2012’den bu yana üst üste beş yıldır müşterilerimizin puanlarıyla -ki bu puanlar güleryüz, hijyen, lezzet, sunum, servis, fiyat gibi konuları kapsıyorTripadvisor’un ‘Mükemmellik Sertifikası’nı alıyoruz. Uluslararası saygınlığı olan bu site sayesinde artık sadece Türkiye’de değil, dünyada da tanınıyoruz. Bunu sonucu olarak kafemize özellikle yabancıların ilgisi büyük. Avustralya’dan, Arjantin’den bile konuklarımız oluyor. Caramel’in müşteri portföyünün yüzde seksen beşini konuk yabancılar ve Ayvalık’ta yaşayan yabancılar oluşturuyor. -Genelde bizi belli bir kültür düzeyindeki insanlar, Ayvalık sokaklarını keşfe çıkmış turistler, üniversiteli gençler ve babaanneli-anneanneli küçük çocuklar çok seviyor. Tabii, Bitpazarımız sayesinde pek çok ünlünün de yolu Cafe Caramel’e düşüyor. Örneğin Hülya Avşar Antikhane’den alışveriş yapmıştı. Kendisiyle öyle tanıştık ve dost olduk. Zaman zaman, özellikle de Pazar kurulduğunda sokağımız, kafemiz kültürel etkinliklere sahne oluyor. Bazen müzisyenleri ağırlıyoruz. Kimi Midilli’den, kimi Kolombiya’dan gelmiş… Cumartesileri yaşlı bir amcamız var. Akordeonuyla bütün Bitpazarı’nı mest ediyor. Rezonans gibi sokak müziği yapan gruplar sokağımızı şenlendiriyor. Kısacası burada hepimizin eşlik ettiği ‘kendiliğinden’ konserler gerçekleşiyor. Yazın taş duvarlarımız sanatçılarımızın eserlerini sergileyebildikleri doğal bir sergi alanına dönüşüyor. Sokağın yaşadığını, nefes aldığını hissedebiliyorsunuz. O nedenle bu tür etkinliklere hep açığız ve müthiş keyif alıyoruz. Cafe Caramel-Antikhane’de konukların memnuniyeti her şeyin üzerinde. -Kalite/fiyat dengesini müşteriden yana kurduğumuzu düşünüyorum. Çünkü bir ‘rakam insanı’ değilim. Duygusal bir yapım var ve hiç maliyet hesabı çıkarmam. Ürettiğim şeylerin İstanbul’daki karşılıklarına baktığımda Ayvalık’ta yaşayanların bu paraları vermekte zorlanacaklarını gördüm. O nedenle fiyat listemi buradaki insanların bütçelerini dikkate alarak yaptım. Örneğin kafemizde çay iki buçuk, Türk kahvesi beş lira. En pahalı içeceğimiz on lira olan limonata. Pastalarımız ise hâlâ on lira... ‘Son olarak ne eklemek istersiniz?’ diye sorduğumuzda, Yasemin Arbak’tan kısa ve kesin bir karşılık geliyor. -Burası bir huzur yeri. İnsanlar buraya gelip çaylarını, kahvelerini içiyorlar. Kitaplarını, gazetelerini okuyorlar. Sessiz, sakin bir ortamda tatlılarını yiyip tatlı tatlı konuşuyorlar. İşleri varsa, bilgisayarlarını açıp çalışıyorlar. Yakaladığımız ‘havayı’ bozmamak adına biz de doğum günü ya da benzeri özel kutlamalar düzenlemiyoruz. Yani Caramel’de insan alışmadığı bir atmosferle karşılaşmıyor.
Cafe Caramel’in müşterileri beğendikleri parçaları satın alabiliyorlar. En çok da, kahvelerini içtikleri eski fincanları istiyorlar
C
afe Caramel’in Antikhane bölümünü aynı zamanda Ayvalık Bitpazarı’nın kurucularından olan Deniz Tuğhan Arbak’a sorduk.
-Anne ve babam hem koleksiyoner hem de antikacı oldukları için altı-yedi yaşından beri antika dünyasının içindeyim. Bu konuda kırk yıllık bir birikime sahip olduğumu söyleyebilirim yani. Bizim işimizde para önemlidir ancak bilgi birikiminiz yoksa pek bir işe yaramaz. Bugün bir gazoz kapağının iki yüz elli liraya satılmasını alıcının çok parası olduğuna bağlayamazsınız. Zira bir koleksiyoner istediği şeyin fiyatını bilir. Siz on lira etmeyecek bir obje için yüz lira isterseniz ya da tersini yaparsanız, bu işi bilmiyorsunuzdur ve piyasada çalışamazsınız. Kısacası ciddi bilgi birikimi gerektiren mesleğime 2007 yılından beri Ayvalık’ta devam ediyorum. Balıkesir ve Çanakkale’den Akhisar, Kırkağaç, Dikili’ye kadar uzanan bölgedeki hemen herkesin cumartesi günleri buluştuğu Ayvalık Bitpazarı gerek bizler gerekse koleksiyonerler için büyük bir şans. Ayvalık’ın ve bu sokakların gelişimine Pazar’ın katkısı bence tartışılmaz. Öyle ki, Bitpazarı’nı buradan kaldırdığınızda çevredeki sokaklar şu anki canlılığını kaybeder, öksüz kalır. Ayvalık Bitpazarı olarak bölgenin nabzını tutuyoruz. Ancak ilk mezatları düzenlerken fazlasıyla mekân sıkıntısı çekiyorduk. Caramel sayesinde bu sorun ortadan kalktı. Cafe Caramel Antikhane’yi, Antikhane kafeyi bütünledi ve keyifli bir hale getirdi. Antikhane bölümümüzde satış olmakla birlikte genelde koleksiyonerlerle çalışıyoruz. Onlar ne aradıklarını bize söylüyorlar. Bulunca kendilerine haber veriyoruz. Yani aslında burası bir vitrin. Ama kafe müşterileri elbette beğendikleri parçaları alabiliyorlar. En çok kahvelerini içtikleri eski fincanları istiyorlar. Pastane bölümümüzde sergilediğimiz antikalar, gönülden bağlı olduğumuz eşyalar ve satılık değil. Örneğin konuklarımızın “Yasemin Hanım’ın Mavileri” adını verdikleri cam eşya koleksiyonu bunlardan biri. Bu koleksiyonun en değerlisi ise Osmanlı’dan kalma ay yıldızlı bir bira kupası... Bu bardaklar genelde beyazdır. Ama bizim koleksiyonumuzdaki hem mavi hem çok temiz durumda. Vitrinlerimizi, duvarlarımızı süsleyen tabloların, tepsilerin, hatların içinde çok özel parçalar var. Ancak buradaki en değerli şey zeytinyağı koleksiyonumuz… Faturalar, sabun kaşeleri, Osmanlı dönemine ait Ayvalık yıllıkları, etiketler, şişeler, kasalar ve tabii ki zeytinyağı kutuları. Türkiye’de böylesine zengin bir teneke koleksiyonu daha yok. Ziyaret edenler o bölümü de çok beğeniyorlar ve zeytinyağı kültürümüzün zengin geçmişine hayran kalıyorlar.
33
Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN
Dünden bugüne Altınova/2
G
eçen sayımızdan devamla, değerli tarihçi Ömer Erdem’in Dünden Bugüne Altınova kitabından bilgileri aktarmaya çalışacağız. Bu değerli çalışmanın köylerle ilgili bölümünden ve Ayazmend nahiyesinin diğer yüzyıllardaki durumundan kısaca söz edeceğiz. Köylerin yerleşim durumu ve nüfus yapısı
Osmanlı kayıtlarına göre, Ayazmend nahiyesinde 1530 yılında 13’ü boş olmak üzere 64 köy, 1573 yılındaysa 7’si boş olmak üzere 67 köy bulunmaktaydı. Bu köyler, Tımar(1) sistemine göre ekonomik faaliyetlerini sürdüren zirai arazilere dağılmış köylerdi. Toprak sahibi olan reayalar kayıtlara Çift veya Nim Çift(2) olarak geçmişlerdir. Yine kayıtlara göre 1530-1573 tarihleri arasında hane nüfusu 551’den 597’ye yükselirken, asıl büyük artış mücerred yani bekâr nüfusta olmuştur. 184 mücerred sayısı 43 yıl sonra 517’ye yükselmiştir. 16. yüzyılda Ayazmend nahiyesinde en yoğun olarak II. Murat’ın Bursa’da yaptırmış olduğu külliyeye vakfedilen Yörük cemaatleri bulunmaktadır… Bu cemaatlerin dışında köylere zaman içinde yerleşmiş olan, ama konar göçer topluluklar olarak nitelenen Yörük/Türkmen cemaatleri çoğunluğu oluşturmaktadır. Ayazmend Karyeleri… Ayazmend köyleri yaklaşık 400-450 yıllık bir tarihe sahiptir. Bu köylerin bir kısmı 17. ve 18. yüzyıldaki kargaşalardan harap olmuş, bir kısmı yer değiştirmelerden dolayı terk edilmiş veya isim değiştirerek günümüze kadar varlığını sürdürememiştir. Ömer Erdem kitabında bu geniş kapsamlı bölümü hazırlarken, 1530-1573 kayıtlarından yararlanmıştır. Kuzeyde Gömeç’ten, doğuda Kozak’tan, güneyde Dikili’den bazı köylerin 16. yüzyılda Altınova’ya bağlı köyler olduğunu belirtelim. Bu köylerde genellikle buğday, arpa, mahlut, nohut, bakla, susam, çeltik, badem, soğan, sarımsak, zeytin, armut, palamud, pamuk, bostan yetiştirilmekte; ayrıca bağ-bahçecilik, arıcılık ve küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Ayazmend nahiyesinin kayıtlarda adı geçen fakat günümüzde yok olan veya adı değişerek varlığını sürdüren, yeri saptanamayan köy isimleri şöyledir: Alamüddin, Kayapınar, Karahisarlı, Karahisarlu, Nısf-ı(3) Karahisar (Temürtuman), Kocaklar ma’a Kocalar, Bazarganlar, Belücek, Bilakviran, Nısf-ı Kurtlu ve Nıfs-ı Kıruğı diğer, Nısf-ı Kayı ma’a Esrelek, Kösrelik, Ahmedili, Ballu, Belücek-i Kozak, Sofılar, Kazzazoğlu (Balaban), Dereköy, Kazıklu (Kılıçlu), Kaykucılar, Nıfs-ı Kayı (Ahi) ve Kırıklar, Ebu Hacem, Kırklar (Nıfs-ı Bazarganlu), Akçaköy, Oğulbeyi, Kutluoğlanları, Yaylacılar, Karaköy, Haydari, Benekşek (Beğkesüğü), Çakırlar, Kadı, Nıfs-ı Çavdar, Azizler, Okçılar ve Köprübaşı, Bayezid, Ahmed Bey, Derelü, Beküş, Küreci, Turnacı (Ahmedili), Nıfs-ı Çavdar (Hayyat Halil), Sunkur (İlyaslar), Hisarköy, Sepedci, Kayabeği, Kayabeği
34
(Göbekler), Nıfs-ı Kıruğı. Yer darlığı sebebiyle günümüzde varlığını sürdüren köyler hakkında yine çok kısa bilgiler vermek zorunda kalacağız. Merak edenlerin bu kitaba özel ilgi göstereceğini umuyoruz… Kayıtlarda anılan, günümüzde adları yaşayan Ayazmend köyleri ve kısa bilgileri şöyledir: Avşar: Oğuzların en büyük boylarından olan Avşar/ Afşarlardan adını alan köy kayıtlarda ‘Karye-i Avşar’ olarak kayıtlıydı. Günümüzde Boğazbahçe olarak anılan mevkide kurulu olan köyün Altınova’ya uzaklığı 3 km’dir. Köy Taylı Mahmud Zaviyesi’nin vakfıdır. Şeyhlü (Muradili): Günümüzde Ayvalık’a bağlı olan Murateli köyünün 1573 tarihinde 12 hanesi II. Murat vakfına ait cemaattendi. Köyün çevresinde büyük köknar ağaçları vardı ve bu ağaçların ürünlerinden yıllık 45 akçe gelir alınmaktaydı. Tıfıllar ve Hacılar: Tıfıllar Köyü günümüzde varlığını sürdürürken Hacılar köyü ya bu köyle birleşmiş olmalı veya zamanla yıkılıp gitmiş olmalıdır. Çaşnigir: Ayvalık’ın zeytin merasında mevkii ismi olarak varlığını sürdürmektedir. Bayramiç (Kerem) ve Kargalu ve Gölcüğez ve Oğulbeyi: Kayıtlarda beraber yazılan bu dört köyden yalnızca Bayramiç (Kerem) karyesi günümüzde Keremköy olarak varlığını sürdürmektedir. Hacı Osman: Ayazmend nahiyesinde pazar kurulan köylerden biridir. Pazarın vergisi (Bac-ı bazar) 700 akçe iken 300 akçe de Öşr-i Mahi (Balık vergisi) alınırdı. Günümüzde bu köy Gömeç sınırları içindedir. Adilili (Gömeç): Günümüzde Gömeç merkezdir. Köyde 41 hane II. Murat vakıf cemaati yaşamaktaydı. Köyün vergi hasılı Dereköy ile birlikte 1530’da 3 bin 534 akçe, 1573’de 5 bin 324 akçedir. Onac: Onac karyesi daha sonraları Araplar ve en son Mutluköy olarak bilinmektedir. 16. yüzyılda Ayazmend nahiyesine bağlı zeytin yetiştiriciliğiyle uğraşan bir köy de Onac köyüdür. Başka bir ifade ile Rumlar bölgede yoğunlaşmadan önce Türkler zeytin ziraatı yapmaktaydı. Kabaağaç (Kaba Osman): Keçilü Yörüklerinin oturduğu köyün adı günümüzde Üçkabaağaç olarak geçmektedir. Beşikdepe: İki tepe arasında kurulmasından dolayı bu adı alan köy günümüzdeki Beşiktepe köyüdür. Karaağaç: Mahalleye çevrilmeden önce Gömeç’e bağlı belde olan Karaağaç 16. yüzyılda Altınova’nın kuzey sınırının nerelere kadar uzandığını göstermesi açısından dikkate değerdir.
İbrahim Depesi: Günümüzde Mutluköy’ün güneybatısında yer alan bu tepe ismini tepede bulunan İbrahim Dede yatırından almaktadır. Köyün kalıntıları ise Karakoç deresi kenarındadır. Bağyüzü: Bağcılık faaliyetlerinin 16. yüzyılda da yapıldığı görülen köy o günlerde en kalabalık köylerden biridir. Yayalar: Günümüzde Gömeç merkeziyle birleşen Yaya köydür. Köyün vergi hasılı Hacı Osman ve Sepedçi köyleriyle birlikte 38 bin 560 akçe gibi yüksek bir rakamdır.
Dünyanın en büyük fuarlarından olan organizasyona 187 ülke katıldı
AYVALIK ITB BERLİN TURİZM FUARI’NDA TANITILDI
Ahi (Kaplan): Günümüzde Bergama Kozak nahiyesine bağlı Bergama’nın en büyük köylerinden biridir. Kaplan köyü Ahi adını unutmuşsa da bazı Ahi geleneklerini halen sürdürmektedir. Diğer yüzyıllarda Ayazmend nahiyesinin durumu 16. yüzyılda, kayıtlarda da görüldüğü gibi canlı bir ekonomiye sahip olan Ayazmend nahiyesi 17. yüzyılda ortaya çıkan Celâli isyanlarının da etkisiyle ekonomisinde gerileme yaşamaya başlayacaktır. Buna rağmen Ayazmend kadılık merkezi olarak önemini koruyacaktır. Bölgede zeytinciliğin ilerleme tarihi olarak 17. yüzyılı sayabiliriz. Daha sonraki yıllarda da devam eden zeytin ağacı dikimleriyle günümüzdeki zeytinlikler oluşmuştur. 18. yüzyıla geldiğimizde Ayvalık merkez olarak hızla öne çıkmaya başlayacaktır. 1782 yılında Ayvalık kadılık merkezi olacaktır. 1787 yılında Ayazmend kadılık merkezi olarak varlığını sürdürmesine rağmen artık etki sınırları daralmaya başlamıştır. 1768 tarihli bir belgeye göre Ayvalık ve ona bağlı olan Mutluköy ve Muradili reayasının tasarrufunda 22.896 zeytin ağacı bulunmaktadır. Ayvalık’tan sonra 18.yy.’ın ortalarında Rumlar tarafından kurulan Küçükköy’ün adı KORLUÇORU’dur. Küçükköylüler, Sarımsak taşı işçiliği, zeytincilik, bağcılık, yağcılık, tuğla, kiremit ve toprak yağ küpü imalatçılığı işlerini yaparlardı. Ayazmend nahiyesinde ekonomik gerilemenin işaretini 1831 yılına ait bir belgede rastlamaktayız. Bu belgeye göre nahiyede bir süredir pazar kurulmamaktadır. 18. yüzyılda tüm çevrede olduğu gibi Ayazmend nahiyesi voyvodalar tarafından yönetilmeye başladı. Dönemin voyvodaları Bergama’da Karaosmanoğulları, Ayvalık’ta Elhac Mustafa Ağa ve Ayazmend’te Hacı Ömer Ağa’dır. 19. yüzyılda Ayazmend voyvodalığı hazinelere bağlı voyvodalık olarak geçmektedir. Mart 1831 tarihinde Ayazmend, Edremit ve Çandarlı voyvodalığına saray kapucubaşılarından Mustafa Ağa atanmıştı. Yine 18 yüzyılın sonlarına doğru ve çoğunluğu 19. yüzyılda olmak üzere Ayazmend ve çevresine gayrimüslim nüfus ve özellikle Rumlar yerleşmeye başlayacaktır. 1842-49 arasındaki sayımlarda merkez dışındaki Rum nüfusu 200-250 kişi kadardı. Bu nüfus Kabakum, Makaron, Araplar, Dikili, Müsellim, Salihler köylerinde, Hacı Ömer Ağa (Dombay), İsmail Ağa, Çeltikçi, Hacı Hasan Ağa gibi çiftliklerde ve ağıllarda yaşamaktaydı. 1865 yılında Makaron Çiftliğinde her hafta Cuma günü pazar kurulmasına izin verilmiştir. Bu pazar 1930’lu yıllara kadar kurulmaya devam etmiştir. Ayazmend 14 Eylül 1922 tarihinde Yunan işgalinden kurtulunca şehri terk eden yerli halk yanmış yıkılmış evlerine geri dönmeye başlar. Göçler ve mübadele ile birlikte kente gelen Çerkez, Bulgar, Arnavut ve Boşnak muhacirlerin yerleştirilmesi sonucu nüfusu artmasına rağmen 1950’li yılların sonlarına doğru ancak 3 bin kişiye ulaşacaktır. 2000’li yıllarda ise nüfusu 10 bin kişiye yaklaşmıştır. Ayazmend sonrasında Altınova yıllarca nahiye iken Balıkesir’in büyük şehir olmasıyla birlikte Ayvalık’a bağlı mahalle konumuna düşecek, 1934 senesinde kurulan belediye teşkilatı bu yasayla birlikte sonlandırılacaktır. Dipnotlar 1.Kısaca, devlet adına bir yere ait olan vergi gelirlerinin bir kısmının veya tamamının bir kişiye (sipahi) devredildiği sistemdir. Altınova kayıtlarında boş olarak anılan köylerde sipahiyi geçindirecek gelir bulunmadığından boş olarak yazılmıştır. Oysa o köylerde de yaşayanlar bulunmaktadır. 2.ÇİFT: Bir çift öküzle sürülebilen toprak genişliğidir. 60 ila 150 dekar arasında değişir. Nim yarım çifttir. Çiftlik sözü de buradan türemiştir. 3.NIFS: Yarım, yarı demektir. Nıfs-ı Çavdar ‘Küçük Çavdar’ köyü anlamında olmalıdır.
T
urizm hedefinin Avrupa olarak belirlenmesinin ardından yurt dışı fuarlara ağırlık veren Ayvalık, Boot Düsseldorf’tan sonra Almanya’nın başkenti Berlin’de 8-12 Mart 2017 tarihleri arasında 51. kez düzenlenen ITB Berlin Turizm Fuarı’na katıldı. Dünyanın en büyük turizm fuarlarından olan organizasyonda 187 ülkeden yaklaşık bine yakın üst düzey nitelikli alıcı, 10 bin katılımcı ve 26 bin dolayında kongre ziyaretçisi buluştu. Fuardaki standda Ayvalık Belediyesi ve Ayvalık Turizmi Geliştirme Birliği’ni, AYTUGEB Genel Sekreteri Ümit Özgültekin ve AYTUGEB görevlisi Nurhan Fidancıoğlu temsil etti. Türkiye’nin 3 bin 79 metrekarelik alanda 121 stantla tanıtıldığı fuarı gezen Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Ayvalık standını da ziyaret etti. Avcı, “Son yıllarda ülkemiz sadece genel bir Türkiye markası üzerinden değil, aynı zamanda iller ve ilçeler düzeyinde, farklı destinasyonlar düzeyinde ve ürünler bakımından ayrı ayrı tanıtılıyor. Bunun faydalarını görüyoruz” dedi.
35
Ailece çıktıkları bir tatilde karısını kaybedip küçük kızıyla baş başa kalan bir adamla, turist rehberi bir kızın aşk öyküsü üzerine kurulan ve Ayvalık’ta çekilen ‘Kördüğüm’ gişede pek iş yapamamıştı.
Y
TAM 40 YIL ÖNCE AYVALIK’TA ÇEKİLEN ‘KÖRDÜĞÜM’DE HÜZÜN VE AŞKIN YANI SIRA SOSYAL İÇERİK DE VAR
önetmenliğini, belgesellere de imza atan ve iki yıl önce yaşama veda eden Tolgay Ziyal’in üstlendiği ‘Kördüğüm’ 1977 yılı yapımı... Başrollerde filmin senaryosunu da yazan, Altın Portakal ödülü Hakan Balamir ile yine Altın Portakal’lı Hale Soygazi’yi görüyoruz. Filmin diğer önemli rollerinde televizyon reklamlarından sinemaya geçen çocuk oyuncu Ayşe Mat, aynı zamanda usta bir tiyatro oyuncusu olan Ayfer Feray, kötü adam rollerinin başarılı ismi Selçuk Özer, Türk tiyatrosunun ‘Baba’ lakaplı sanatçısı Selim Naşit ve komedyenliğiyle de tanıdığımız Oya Başar çıkıyor karşımıza...
‘Kördüğüm’ çekim hazırlıklarının sürdüğü günlerde bazı gazete ve dergilere epeyce haber olmuş. Özellikle magazin sayfalarından, “Kamera!” denmesine günler kala, ‘Kördüğüm’ün baş kadın oyuncusunun kim olacağı konusunun fazlasıyla sıkıntı yarattığını öğreniyoruz. 17 Temmuz 1977 tarihli Milliyet gazetesinin yazdığına göre, işin başında filmin başrolleri için Hakan Balamir, Hale Soygazi ve Ayşe Mat düşünülmüş. Haber doğrulanmış ve ‘Kördüğüm’ün adı geçen oyuncularla çok yakında Ayvalık’ta çekileceği açıklanmış. Gel gelelim, Hale Soygazi filmin Ayvalık yerine, tatil yapacağı Alanya’da çekilmesinde ısrar ediyormuş. Bunun üzerine onun yerine Meral Orhansoy’un adı gündeme gelmiş ama o da gerçekleşmemiş. Film deniz kıyısında çekileceği ve denize girme sahneleri olduğu
36
için yüzme bilmeyen Orhansoy’dan ‘mecburen’ vazgeçilmiş. Bu kez, “O rol ‘Arkadaş’ filminin başarılı oyuncusu Azra Balkan’a verildi!” söylentisi yayılmış. Bütün bu dedikodular, Hale Soygazi’nin Alanya tatilinden dönmesiyle noktalanmış. Zira rol yeniden kendisine önerilmiş. O da, hem ikinci tatili yaparım, hem de para kazanırım diye düşünmüş olmalı ki, kabul etmiş. Geçmişin önde gelen magazin yazarlarından Erman Şener’in belirttiği gibi, böylece ‘Kördüğüm’ün kördüğüme dönen başrol oyuncusu sorunu çözülmüş! ‘KÖRDÜĞÜM’, ROMANTİZMLE DRAMI YOĞUN BİR BİÇİMDE HARMANLAYARAK, YEŞİLÇAM STANDARTLARINA FAZLASIYLA SADIK KALDIĞI İÇİN PEK İLGİ GÖRMEDİ
‘Dram-duygusal-psikolojik’ kategorisinde ele alınabilecek ‘Kördüğüm’, işin içine biraz ‘sosyal içerik’ de katarak, bir sahil kasabasında yaşananları anlatıyor. Çok özetleyerek söylersek, bir tatil gezisinde karısını kaybeden bir adamla turist rehberi bir kızın aşk öyküsü de diyebiliriz. Filmin konusu şöyle: Küçük Ayşe (Ayşe Mat) annesi ve babası Murat (Hakan Balamir) ile tatil için kasabaya gelir. Ancak anne bir kaza sonucu ölür. Bunun üzerine baba-kız kasabaya yerleşir. Murat eşini kaybettiği için çok üzgündür ve içine kapanmıştır. Kadınlardan uzak durmakta, hatta adeta kaçmaktadır. Bu arada balıkçılıkla uğraşan kasabalılar da dertlidir.
‘Dram-duygusalpsikolojik’ kategorisinde ele alınabilecek ‘Kördüğüm’, işin içine biraz ‘sosyal içerik’ de katarak, bir sahil kasabasında yaşananları anlatıyor. Çok özetleyerek söylersek, bir tatil gezisinde karısını kaybeden bir adamla turist rehberi bir kızın aşk öyküsü de diyebiliriz. baskı yapmaktadır.
Çünkü, piyasaya hükmeden balık kabzımalı onlara kan kusturmaktadır. Acımasız bir paragöz olan bu adam yüzünden emeklerinin karşılığını alamayan balıkçılar ekonomik olarak zorlanmaktadır. Duruma bir çözüm bulması için Murat’tan yardım isterler. Murat onları kırmaz ve bir kooperatifin kurulmasına öncülük eder. Bunlar yaşanırken, tur rehberliği yapan Alev (Hale Soygazi) Murat’a aşık olur. Genç adam, karısının ölümünden sonra kadınlardan yana herhangi bir duygu beslemediği için Alev’le ilgilenmez. Oysa, anne özlemi çeken küçük Ayşe, Alev’i sevmiştir ve babasının onunla bir an önce evlenmesini arzulamakta, hatta bu konuda
Çok geçmeden umulmadık bir olay gerçekleşir. İşlerini baltalayan Murat’tan kurtulmak için fırsat kollayan balık kabzımalı onu bıçaklar. Bu olay Alev ile Murat’ın yakınlaşmasını sağlar. Duruma en çok Ayşe sevinir ve 91 dakika süren film mutlu sonla biter. PİYASAYA GİDEREK BİRBİRİNDEN DÜZEYSİZ ‘YERLİ SEKS FİLMLERİ’ EGEMEN OLDU Noktalarken belirtmekte fayda var: 1970’ler Türkiye’de pek çok alanda olumlu ya da olumsuz değişimlerin yaşandığı bir dönemdi. Bu değişimlerin en önemlilerinden biri de televizyonun yaygınlık kazanmasıydı. Yeşilçam sineması kaçınılmaz olarak büyük bir itibar kaybı yaşadı. Komediler ve tarihi filmler yapıldıysa da, piyasaya hepsi birbirinden düzeysiz ‘yerli seks filmleri’ egemen oldu. 1977’de Kültür Bakanlığı bünyesinde sinemayla ilgili ilk devlet kurumu sayılan Sinema Dairesi’nin kurulması bu kötü gidişe engel olamadı. Aynı yıl Ayvalık’ta çekilen ‘Kördüğüm’ de bu dönemin filmlerindendi. ‘Düzeysiz’ değildi ama farklı bir şey de söylemiyordu. Romantizmle dramı yoğun bir biçimde harmanlamak suretiyle, Yeşilçam standartlarına fazlasıyla sadık kaldığından pek ilgi görmedi. Biz yine de, tam 40 yıl öncesi Ayvalık’ından hoş görüntüleri günümüze taşıdığı için, "Bu filme bir şans verin ve denk gelirse izleyin!" diyoruz.
AYŞE MAT Beyin kanserine yenildi
1970
’li yıllarda televizyon reklam filmleriyle ünlenen çocuk yıldız Ayşe Mat, 16 yaşında ciddi bir beyin hastalığına yakalandı. Gazi Yaşargil tarafından İsviçre’de ameliyat edilerek adeta ölümden döndürüldü. Ancak yıllarca mücadele ettiği hastalığı tekrarladı ve beyin kanserine dönüştü. ‘Kördüğüm’ün çocuk yıldızı, tedavi gördüğü İtalya’nın Milano kentinde 2011 yılında hayatını kaybetti. 39 yaşındaydı.
HALE SOYGAZİ Avrupa Sinema Güzeli seçilmişti
H
ale Soygazi Fransız filolojisinde okudu. Bir süre mankenlik yaptı. 1972’de Saklambaç Gazetesi’nin açtığı Türkiye Sinema Güzellik Yarışması’nda birinci oldu. Ertesi yıl ‘Avrupa Sinema Güzeli’ seçildi. İlk filmi ‘Kara Murat’tı. ‘Kördüğüm’de oynadıktan bir yıl sonra ‘Maden’deki rolüyle Antalya’da en başarılı kadın oyuncu ödülünü aldı. İlerleyen yıllarda sahneye çıktı, senaryo yazdı, yönetmen yardımcılığı yaptı.
HAKAN BALAMİR Sinemaya serüvenli bir hayattan sonra başladı
E
leştirmenlerin ‘modern ve ekonomik’ oyunculuğunu övdükleri Hakan Balamir, ilk parasını Ankara gazinolarında sahne alan sanatçıların afişlerini İstanbul’da bastırıp asarak kazandı. Serüvenli bir hayattan sonra başladığı sinema yaşamında Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Süreyya Duru, Memduh Ün gibi usta yönetmenlerle çalıştı. Sonra sinemadan koptu.
37
HATIRA DEFTERİ
HER KÖŞEN AYRI GÜZEL MOTORDA ŞARKI GAZEL
Hatıra Defteri’mizin sayfalarında bu kez 56 yıl öncesinin ‘Ayvalık Dedikoduları’ yer alıyor. Dedikodu dediğimize bakmayın, sıcak ve eğlenceli paylaşımlardan söz ediyoruz. Kaynak, ölümünün üçüncü yılında andığımız, değerli gazeteci/yazar Ahmet Yorulmaz’ın çıkardığı ‘Türk Dünyası’ adlı haftalık gazete… 4 Ağustos 1961 1 DOLMA 4 LİRA! Á Sarmısak’ta bir biber dolmasını 4 liraya yiyen bir Musevi vatandaşımız, bir ay perhiz yapmaya karar verdi. MİDİLLİ’YE YÜZECEKTİ, GÜCÜ YETMEDİ! Á Gelen turistlerden biri geçen pazar günü Sarmısak plajından yüzerek Midilli adasına gitmek istedi. Gücü kâfi gelmeyen yüzücü, kuvvetinin tükendiği anda bir motor tarafından kurtarıldı! DEVLET BAŞKANI’NIN KARDEŞİ AYVALIK’TA! Á Sayın Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in kardeşi Celal Gürsel, Bursa’dan gelerek hafta tatilini Ayvalık’ta geçirdi. Bu meyanda meşhur zenginlerimizden Ali Cömert’in çiftliğinde verdiği ve akşam 17’ye kadar süren ziyafette de hazır bulundu.
11 Ağustos 1961 ÇA-ÇA-ÇA’LARI İLE DİKKAT ÇEKEN ALİ KAZAZ DEVAMLI OLARAK ESMER BİR HANIMLA DANS ETTİ! Á Cumartesi gecesi verilen balo, iyi bir organizasyon neticesi çok güzel geçti. Hatta diyebiliriz ki, geçen seneki CHP balosu organizasyon bakımından bayanların mükemmeliyetine erişememiştir. Balo, otellerden ve kamptan gelen misafirlerle daha da neşeli oldu. Geçen sayımızda terzilerine gidemediklerini bildirdiğimiz idareciler, başkanları Kıvanç Onursal’ın dediği gibi; “Bahar misali giyinerek” haberimizi tekzip ettiler. Gecenin şeref misafiri CHP Kadınlar Kolu Başkanı Nimet Barlas idi. Gecenin en genç ve en ihtiyarı ile iki sefer dans etti. Kaymakamımız
38
Necdet Enünlü de eşleri burada olmadığından yalnız gelmişlerdi.
Bayanlar o gece eski bir geleneği bozdular! Tertipledikleri piyangoda hiç boş bulunmadığı gibi, ikramiyeleri kıymetli ve güzel şeylerdi. ‘CHP Kadınlar Kolu’ markalı sigaraların da sürpriz olarak satışa çıkarılması başlı başına bir sükse mevzuu oldu. Tatilde bulunan Milli Basketçimiz Ali Kazaz meşhur Ça-Ça-Ça’ları ile yine en önde idi! Devamlı olarak esmer bir hanımla dans etti. Bu vaziyet onun, İstanbul’u ve İstanbul’dakileri unuttuğunu gösteriyordu. Sekreter Ezer Güngör’ün dediği gibi balo hakkındaki ihtisaslarımızı şu üç noktada özetleyebiliriz: “Neş’e, neş’e ve yine neş’e!..” SADECE ÇAM VE DENİZ KABUKLARINDAN YAPILAN ELİŞLERİ SERGİSİ AÇILDI
bu haftaki yayın planına almış da ondan! Sekreter mi ben mi haklıyım, hükmü siz okuyucularımız vereceksiniz. Bunun için de adı geçen şarkının bir kısmını aşağıda veriyorum: Yurdumun en güzel yöresi Çamların gölgesi Her kuytuda su sesi Ayvalık sana yandım Kanamadım, doyamadım. Her köşen ayrı güzel Motorda şarkı gazel. Sen de koş bu cennete gel Kanamadım, doyamadım. 13 BALIK 116 KİLO Á Pazartesi günü Dr. Yalçın Sağun ve Sümer Yılmaz, yanlarında İstanbul’dan iki arkadaşları olduğu halde Behram’a gitmişler ve orada 116 kilo tutan 13 orfoz ile 40-50 adet arasında çeşitli balık vurmuşlardır. Bu ava G. Doğan, A. Kandemir ve F. Derneli de iştirak etmişlerdir.
Á Ayvalık’ta ilk elişleri sergisi -turizme yardım edecek elişleri sergisi- İlköğretim Müfettişi Niyazi Özel tarafından manifaturacı Saffet Akay’ın vitrininde açıldı. Hakiki bir san’at eseri olan ve yalnız Ayvalık’ın iki maddesinden -çam ve deniz kabuklarından- meydana getirilen eserler ilgiyle seyredildi. Piknik ve devekuşu kompozisyonları birer şaheserdi.
18 Ağustos 1961 HER KÖŞEN AYRI GÜZEL MOTORDA ŞARKI GAZEL Á Turist olarak kentimize gelen İstanbul Anadolu Lisesi tarih öğretmeni Cahide Atakul’a Ayvalık hakkındaki fikirlerini sorduğumda, Ayvalık için yazdığı bir şarkıyı okudu. Beğendim, çok memnun oldum; bunu yayınlarız dedim. Fakat gelgelelim gazetenin sekreteri, “Ben bunu basamam!” demez mi? Sebep? Başka iki şiiri
Dr. Yalçın Sağun ve Ahmet Kandemir
BİR KENTİN KİMLİĞİ: AYVALIK ZEYTİNYAĞI VE SABUN FABRİKALARI/3 (Geçen sayıdan devam) Fabrikaların Plan ve Mimarî Özellikleri Yerleşimdeki zeytinyağı ve sabun üretiminin yapıldığı fabrikalar, iki-üç ya da dört katlı, dikdörtgen kütleli ana yapı kütlesi ve çoğunlukla ana yapıya ya bitişik ya da aynı avlu/alan içinde birkaç farklı üretime sahip birkaç fabrika şeklinde ya da ana üretim binasına bitişik depo ve atölye birimlerinden oluşmuşlardır. Sanayi yapılarının kat sayısı, büyüklüğü ya da küçüklüğü, birkaç yapı grubundan oluşmuş kompleks yapı olup olmamasını belirleyen, işletmenin işlevsel özellikleri ve üretim hacmi ile ilişkilidir. Deniz kıyısında olanların nakliyeleri arka kapıdan denize inen iskele sistemiyle gerçekleştirilmiştir. Buhar gücüne dayalı zeytinyağı, sabun gibi fabrikalarda baca karakteristik öğe durumundadır. Bacaların tamamı tuğla malzemeyle örülmüştür. Genelde üst kısımları çeşitli sebeplerle zaman içinde yıkılmıştır. Günümüze ulaşan ve büyük bir kısmı ayakta olan bacalar genelde silindirik gövdeli bir forma sahiptirler. Yapıların mimarî karakterlerini belirleyen ana unsur, mekân kullanımında işleve yönelik çözüm anlayışıdır. Bu karakterin oluşumunu sağlayan diğer bir unsur ise fabrikalarda yeni yapım tekniklerinin ve sistemlerinin mimarîye uygulanması büyük, kütlevî ve bölüntüsüz iç hacme sahip uygulamalara olanak sağlaması oluşturur. İç hacimler bu sayede derinlemesine dikdörtgen ve bölüntüsüz bir anlayışla planlanmıştır. Bu düzende açıklıkları kolonsuz geçebilmek, önemli rol oynamaktadır. Bu mekân tasarımının temel sebebi üretimde kullanılan enerji kaynağının buhar makinesi
Dr. BERRİN AKIN
oluşudur. Dolayısıyla bütün araçların vargeller ve kolonlar aracılığıyla bu makineye bağlanması zorunludur. Bu da en azından kesintisiz, sürekli bir hacim gerektirmektedir (A.Batur ve S.Batur, 1978, s.33). Enerji üretimi ve mekân düzeni arasında da bir ilişki söz konusudur. Makinelerin yerleştirilme düzeni, mekânın kullanım şeklini belirlemiştir. Alt kata yerleştirilen makineler dışında, üretim için gerekli olan enerjinin buhar gücüne geçmesiyle kazan dairesi fabrikanın içinde yer almış, sonraları makine dairesi için ayrı binalar yapılmıştır. Üst katlar ise genellikle işletmenin basit teknolojisinin kurulduğu, kurutma, paketleme işlerinin görüldüğü mekânlar olarak bölüntüsüz alanlar olarak planlanmışlardır. Özellikle sabunhanelerde bu planlama daha net görülmektedir. Üst katlar sanayi devriminin önemli strüktür elamanı olarak kabul gören demir ve camın kullanımıyla duvar örgüsünü ortadan kaldıracak sayıda ve büyüklükte pencere düzeni ile oluşturulmuştur. Bu düzende iç mekâna yeterince ve birçok açıdan ışık girmesine böylelikle sabunların kurutulmasına olanak sağlanmıştır. Bu yüzden fabrika üretimi yapan sabunhanelerin karakteristik özelliği üst katlarındaki dikey dikdörtgen biçimli büyük ve geniş tutulmuş pencere açıklılarıdır. Fabrika yapılarının taşıyıcı ve örtü siteminde geniş ve büyük açıklıklarını örtebilecek ahşap ya da metal çatı konstrüksiyonları kullanılmıştır. Bu yapıların iç mekân hacminin ve yapı strüktürünün oluşumuna Sanayi Devrimi sonrası gelişen inşaat sektöründeki gelişmelerin etkisi gözlenmektedir. Çelik çatı makaslar
39
anlayışı yerleştirmiştir. Yapıların cephe düzenindeki ve strüktürleriyle geniş açıklıklı yapılar inşa edilmiş, dengeli ve simetriye yakın kompozisyon ile cephe üretime yönelik planlama doğrultusunda demir içeriğine yerleşebilen kemer kilit taşlarındaki geometrik dökme kolonlar sayesinde bölüntüsüz geniş, serbest bitkisel ya da figüratif kabartmalar, alınlık akroterleri ve yüksek hacimler yaratılabilmiştir. Derinlemesine gibi süsleme öğelerinin varlığı, yatay ve düşey silmeler, dikdörtgen bir hacme sahip iç mekânlarda taşıyıcı mimarîlerine etki eden Neo Klasik üslubun yansımaları sistemi dökme demir ya da beton ya da taş, ahşap olarak değerlendirilebilir. Fabrikaların bu özelliklere malzemeli kolonlardır. Bu kolonların üst kısımları V ya sahip içerikleri, yapıların sadece üretim tarihinin da üçlü şekilde açılarak ağırlığı taşıyacak biçimdedir. açısında önemli birer parçası olmadıklarını, aynı Kolonlar kullanılan malzemeye göre yatay demir ya zamanda dönemin mimarî ve süsleme programının da ahşap kirişlerle desteklenmiştir. Yapıların taşıyıcı da birer parçası olarak sanat tarihi açısından da sistemini oluşturan demir kolon ve kirişler ahşap ya da değerlendirilmesi gereken yapılar olduklarını ortaya sonradan betonla kaplanmıştır. Üst katlarda taşıyıcı koymaktadır. sistem görülmemektedir. Geniş bir mekân açıklığını örten beşik, çatı demir ya da ahşap kirişlerin hafiflettiği Fabrikaların cephe düzenine katkı sağlayan başlıca düzenin üzerinden doğrudan yapının duvarları üzerine öğeler ise kapılar, pencereler, kat oturmaktadır. Çatı açıklığı demir ve köşe silmeleri ve alınlıktır. Giriş 19.yüzyılın ikinci elemanlarla detaylandırılmış makaslarla kapılarının biçim ve kompozisyonlarında geçilmiştir. Yapılar beşik ya da kırma yarısından itibaren birbirine yakın düzenlemeler görülür. çatıyla örtülmüştür. Kapıların yüksekliği yapının düşey ya sanayi ve ticaret yatay düzeni ve kat sayısına göre Fabrikaların Cephe Düzeni ve Öğeleri faaliyetleriyle hareketli da oranlamıştır. Giriş kapıları kemerli Yapıların cephe düzeninin, dikey liman yerleşime ya da kemersiz tiplemelerde, kapıyı dikdörtgen geniş bir yüzey ve bu çevreleyen kimi unsurları (sütun, dönüşen Ayvalık’ın yüzeye genelde simetrik ya da simetriye v.b) olmadan genelde yalın bir yakın şekilde kapı ve pencerelerin üretim potansiyelini pilastr düzenlemeyle biçimlenmiş örneklerden yerleşiminden oluşmuş, dengeli ve gösteren ve günümüze oluşmuştur. Genelde demir kanatlı yüksek bir karaktere sahip olduğu kapıların üst bölümlerinde örgü ulaşan endüstri görülmektedir. Alınlık kullanımı şebeke şeklinde düzenlenmiş aydınlık yaygındır. Sabun üretimi yapan yapıları, yerleşimin pencereleri yerleştirilmiştir. fabrikaların cephe düzeninin en tarihini ve kentin Pencereler, yapı mekânının hava ve ışık belirleyici özelliği üst kat duvarını alması gibi işlevsel bir öneminin yanı kaplayan büyük ve geniş pencere mimarî kimliğini sıra cephenin düzeni ve hareketliliği sıraları ile oluşturulmuş olmasıdır. okuyabilme adına açısından da önemli bir konuma Bu düzen, üretimin mimarîye etkisini önemli kaynakları sahiptirler. Büyük kütleli ve çok sunan özelliklerinden biri olarak katlı yapılarda cephe yüzeylerindeki değerlendirmelere katkıda bulunur. oluştururlar. pencere sayıları daha fazladır. Alt Fabrikalar, bağımsız yapılar olmaktan kattaki pencereler dikdörtgen formlu ve çok üretim ile ilişkili birimlerden küçük büyük ölçeklidir. Giriş cephesindeki pencereler genelde yapı gruplarından meydana geldikleri için ana üretim kemerle kuşatılmıştır. Taş sövelidirler. kütlesinin yan cephelerinin genelde atölye, depo gibi birimlerle sınırlandırılmış oldukları, arka cephelerin Alınlık kullanımı da cephe düzeninin karakteristiğine ise kapı ve pencereli giriş çıkışa uygun düzenlendikleri etki eden öğedir. İkizkenar üçgen biçimindeki görülmüştür. düzenlemelerde alınlık kenarları yüzeyden hafif dışarı taşıntı yapacak şekilde duran dışa tek ya da çift sıra Yapıların cephe düzeninin oluşumuna Sanayi Devrimi silmelerle kuşatılmıştır. Yapıya yükselici bir karakter ile ortaya çıkan malzeme, teknik ve inşaat sektöründeki kazandırmaktadır. Yüzeyi boş olan ya da alınlık gelişmelerin sunduğu olanaklar da önemli ölçüde ortasına yerleştirilmiş yuvarlak ya da kare pencereli etki etmiştir. Ayrıca yerleşiminin coğrafî konumu ve düzenlemeleri de vardır. nüfusunun ağırlıklı Rumlardan oluşması, Batı ile artan ticarî ve kültürel ilişkiler gibi başlıca etkenlerden dolayı, Malzeme ve Teknik konut ve dinî mimarî içerikte olduğu gibi, endüstri ve ticarî kimliğe sahip yapıların cephe düzenine ve kimi Endüstri yapılarının kent dokusu içindeki diğer yapı cephelerde görülen süsleme öğelerine, “Neo Klasik” gruplarıyla benzer bir mimarî kimliğe sahip olmasının
40
işlevlerindeki farklılığa rağmen uyumlu bir görüntü vermesinin en önemli sebeplerinden biri yapım malzemesinde yöreye özgü “sarımsak taşı” kullanımıdır. Düzgün kesme taş, ince yonu taş, kaba yonu taş, yığma moloz taş gibi çeşitli tekniklerin kullanıldığı yapılarda cepheye egemen olan sarımsak taşının kırmızımsı kahve tonlarındaki rengi olmuştur. Sarımsak taşı yapıların süsleme içeriğinin oluşabilmesi adına da önemli bir yere sahiptir. Bu taşın kolay işlenebilirlik özelliği cephe öğelerinde dekoratif unsurların işlenmesine olanak sağlamıştır. Geleneksel taş, tuğla v.b yapım ve malzeme şemasının yanı sıra, inşaat sektöründeki yeni yapım ve malzeme teknolojilerini değerlendirilebilecek örnekler vermektedir. (Richards and Mock; 1966, s.26). Özellikle sanayi yapılarında kolay eskimeyen/ bakım gerektirmeyen malzemenin kullanımının daha da önem kazanmasıyla, betonarme ve üst katlarda cam duvar kullanımına yönelik örnekler de görülür. Betonarmenin kullanıldığı yapılar taş malzemeyle birlikte kullanılmışlardır. Üst kat duvarının cam yüzeye dönüştüğü ya da büyük pencerelerin sıralandığı yapılar sabunhaneler ve pirina fabrikalarıdır.
dönüştürülerek pasaj haline getirilmiş yapılarda oluşacak iç mekân/cephelerde dış cephe koşulları aranmaz.” (Erdem,1999,s.54). Bu korumaya yönelik maddeye rağmen, üretim sürecindeki ve teknolojideki gelişmeler, sosyoekonomik koşulların beraberinde getirdiği farklılaşan toplumsal yaşam ve değişen ticaret anlayışı, kent mekânı kullanımdaki değişimler bu yapıların günümüzdeki durumlarını önemli ölçüde etkilemiştir. Sanayi yapılarının üretim yapacak durumda olmamaları “yeniden işlevlendirme” klasik anlayışının uygulanmasını da mümkün kılmamaktadır. Mimarî özelliklerini koruyabilmiş ve sağlam bir görünüşe sahip olsa da yapıların büyük çoğunluğu bu sebeple atıl durumdadırlar. Fakat yapıların yeniden değerlendirilmesi kapsamında bu anlayışa uygun dönüşümlerin olmadığı yapıların daha çok kullanıcı/sahibi ihtiyacına göre değerlendirilmiş olduğu belirtilebilir. Yeniden kullanıma yönelik işlevlendirmelerde ise genelde yapıların cephe düzeni önemli tahribatlara uğramış olduğu görülmüştür.
Ayvalık endüstri yapılarıyla mimarî ve cephe düzeni açısından benzerlik kurulabilecek fabrikalar, genelde Osmanlı Devleti’nde zeytinyağı ve sabun üretimi özellikle Ege kıyıları için önemli bir endüstri alanı olmuş kıyı yerleşimlerdir. Buralardaki yapılar üretim ve mimarî özelliklerinin benzerlikleri açısından karşılaştırma örnekleri oluştururlar. Bu yapılara yakın çevrede Burhaniye Merkez, İskele ve Ören mevkileri, Edremit Merkez ile Güre ve Zeytinli mevkileri, Adatepe yerleşimlerindeki yağ ve sabun fabrikaları verilebilir. Ayrıca 20. yüzyıl başına kadar Osmanlı topraklarında olan ve Ayvalık ile birlikte bölgenin en önemli zeytinyağı ihracatına sahip Midilli adası, (Arıkan, 2006, s.8) gerek merkez gerekse civar bölgelerinde Ayvalık örnekleriyle benzer özellikleri taşıyan fabrikalar mevcuttur. Bu yapılar iki ya da üç katlı alınlıklı ve geniş yüzey üzerine yerleştirilmiş simetrik cephe düzenine sahip görünümleriyle ve tuğla bacalarıyla zeytinyağı ve sabun fabrikaları açısından çalışma kapsamındaki yapılarla aynı tipleme içindedirler.
Yapıların bu durumlarının en büyük sebebi uzun zaman işleve yönelik bir mimarî anlayışı temsil eden bu yapıların tarihsel kimlikleri ve değerlerinin konut ya da dinî mimarî örneklerin gerisinde kalmış olmalarıdır. Endüstriyel Miras, kapsamında değerlendirilmesi gereken yapıların zaman içinde olumsuz etkilenme sürecinin oluşumunda, tarihsel ve kültürel değerlerinin anlaşılması, kent dokusu açısından önemlerinin belirlenmesi noktasında “farkındalığın” geç ortaya çıkması sadece Ayvalık’taki yapılar açısından değil, Osmanlı Endüstri Mirası’na yönelik genel bir sorun teşkil ettiği W. Müler- Wiener’in, “İstanbul’da Erken Dönem Endüstri Yapıları” adlı çalışmasında şu şekilde belirtilmektedir:
Sonuç
Bu sebeple, yapıların tarihsel kimlik algısına yönelik farkındalığın arttırılması öncelikli amaç gibi görünmektedir. Zamanın yaratacağı tahribatlar, müdahaleyi zorlaştıracak hale gelmeden önlem alınması ve özellikle tarihi kent dokusuyla uyum sağlayacak müze, kültür merkezi, sanat atölyeleri gibi yeni mekânlara dönüştürülmesi gibi işlevlendirme olanaklarının yaratılması, yapıların mimarî kimliği ile yaşaması adına daha gerçekçi bir tutum olacaktır.
19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayi ve ticaret faaliyetleriyle hareketli liman yerleşime dönüşen Ayvalık’ın üretim potansiyelini gösteren ve günümüze ulaşan endüstri yapıları, yerleşimin tarihini ve kentin mimarî kimliğini okuyabilme adına önemli kaynakları oluştururlar. Yapıların yine de günümüze ulaşabilmelerindeki en önemli etken Ayvalık’ın, korunması gerekli doğal ve tarihî sit alanı ilan olduğu 1976 yılından itibaren yerleşimdeki endüstri ve ticaret yapılarının da koruma altında alınmış olmasıyla ilişkilidir. Bu koruma koşulları içeriğinde, “Ayvalık Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planına İlişkin” alınan kararda endüstri ve ticaret yapılarının kullanım durumlarıyla ilgili madde şu şekilde verilmiştir. “2. Halen depo, fabrika, konut vb. fonksiyonları üstlenmiş olup perakende ticaret aktivitelerine dönüştürülecek yapılarda, cephelerde (6.2.a) maddesi uyarınca değişiklik yapılacaktır. Büyük kapalı mekân içeren depo ve fabrika binaları pasaj haline dönüştürülebilir. Depo ve fabrika binasından
“…Endüstri tarihi söz konusu olduğunda Osmanlı Mimarîsi’nin uygulanmasında hep önemli bir yer tutmasına karşın, incelemelerde anıtların yanında üvey evlat muamelesi görmektedir. Yapıldıkları dönemde de bu tip yapılar oryantalizmin etkisiyle olsa gerek hep geri planda kalmıştır.”(Wiener, 1998,s.62).
KAYNAKÇA Arıkan, Z.(2006). Midilli- İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti, Tarih Araştırmaları Dergisi, XXV,40, s.1-28. Batur, A ve Batur, S. (1978). Sanayi, Sanayi Toplumu ve Sanayi Yapısının Evrimi Üzerine Bazı Düşünceler. Mimarlık ( Sanayi Yapıları Özel Sayı),78, s.26-71. Erdem, B. (1999). Ayvalık Tarihi Kent Merkezinde Kentsel Yenileme Projesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir. Richards, J.M and Mock; E.B (1966) Modern Mimarlığa Giriş. (Çev.A.Kuran) Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayını. Wiener,W. (1998). “İstanbul’da Erken Dönem Endüstri Yapıları”. Archiscope,3,s.62-64.
41
ZEYTİNİ ÇİZENLER/5
İspanyol bir baba ile İngiliz bir annenin kızı olarak 1967 yılında Barcelona’da dünyaya gelen ve İngiltere’de yaşayan İspanyol ressam Miriam Escofet daha çok, olağanüstü detaylı tekniği ve bu teknikle ürettiği etkileyici portreleriyle tanınıyor. Ama bir Akdenizli olarak zeytin ağaçlarına da hiç yabancı değil.
MIRIAM ESCOFET’IN FOTO-GERÇEKÇİ TARZI ZEYTİN AĞACI RESİMLERİNDE DE YANSIYOR Babası da ressam olan ve üç boyutlu tasarım eğitimi alan Miriam Escofet Londra ve Paris’te çok sayıda kişisel sergi açmış. Aynı zamanda fotoğrafçılık, seramik, kitap tasarımı gibi alanlarda da isim yapmış yetenekli bir sanatçı…
AKDENİZLİ OLUP DA ZEYTİNİ SEVMEMEK ONA SAYGI DUYMAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR
42
“Akdeniz’in mitolojisi, dinleri ve peyzajı içinde çok derinlere yerleşmiş olan zeytin ağacı benim için neredeyse kutsal bir ağaçtır. Zaten Akdenizli olup da zeytini sevmemek, ona saygı duymamak mümkün değil. Bu ağaçlar, bükülmüş gövdeleriyle bir tezat oluşturarak heykelsi bir nitelik taşırlar ve gümüş yapraklarıyla toprağa vuran güçlü gölgelerinde simgesel özellikler yansır.”
NİSAN 2017 YIL: 3 SAYI: 32 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ Dr. BERRİN AKIN HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Kapak Fotoğrafı CEMAL IŞIKSEL Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sit. 5. Cad. No.69 Bağcılar / İstanbul Tel. 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com sertifika no: 29195 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
43
Cumhuriyet İlkokulu öğrencileri özel tören kıyafetleri içinde meydandaki yerlerini almış. Başlarında şık ve zarif öğretmenleri Muzaffer Sayıner... Geleceğe dönük yüzleriyle, hep birlikte aynı hedefi dile getiriyorlar: “Vatanı koruyacağız!” (Fotoğraf için Ceyda Sayıner’e teşekkür ederiz.)
“VATANI KORUYACAĞIZ!”
ünümüzden tam 75 yıl önce... 23 Nisan 1942... Cumhuriyet Meydanı... Ayvalıklılar en önemli bayramlarından birini daha coşku ve inançla kutluyor. Meydan dolu, binaların pencereleri hareketli, çatılar bile kalabalık...
G