Ayda bir ayvalik 34

Page 1

ZEYTİNE SAHİP ÇIKMAK YURTSEVERLİĞİN GEREĞİDİR


Al-Monitor, ‘Ortadoğu’nun nabzı’ sloganıyla yayın yapan ve geniş bir etki alanına sahip olan uluslararası bir medya sitesi. ‘Dinler arası diyalogu’ ön planda tutuyor, bölgeyi şekillendiren eğilimler ve olaylar hakkında farklı bakış açıları sunarak, özellikle son dönemlerde dikkate değer dış politika analizlerine yer veriyor. Sitede geçtiğimiz günlerde mimar, restorasyon uzmanı ve yemek araştırmacısı Aylin Öney Tan’ın, yeni zeytin tasarısına karşı ülkemizde verilen kararlı mücadeleyi anlatan bir yazısı yayınlandı. Yazıda, zeytin üreten ‘küçük bir yerin’ yani Ayvalık’ın, Türkiye’nin zeytinliklerinde sanayi kurulmasına yol açacak olan yasa tasarısından vazgeçilmesinde oynadığı ‘etkin rol’ dile getiriliyor. Bu önemli yazıyı aynen paylaşıyoruz.

Ayvalık, ülkemiz zeytinliklerinde sanayi kurulmasına yol açacak olan yasa tasarısının geri çekilmesinde kilit rol oynadı

TÜRKLER ‘ZEYTİN KÜLTÜRÜ’NÜ KORUMAK İÇİN GÜÇBİRLİĞİ İÇİNDE

M

ayıs ayının başından bu yana binlerce Türk yurttaşı ‘Zeytin Hayattır’ kampanyasını desteklemek için dilekçeler imzalıyor, gösteriler yapıyor ve sosyal medyada desteklerini sürdürüyor. Bu söylem, hükümetin 1930 tarihli ‘zeytin yasası’nı yeniden düzenlemek için hazırladığı teklife karşı sergilenen ve ülkede zeytinciliği korumaya yönelik birçok aktivitenin lokomotifi olan kampanyanın sloganı. Sert bir muhalefetle karşılaşan hükümet 13 Haziran tarihinde tasarı teklifini geri çekmek zorunda kaldı. Türkiye’deki zeytin lobisi -en azından şimdilikmücadeleyi kazanmış gibi görünüyor.

Hem siyasal muhalifleri hem de zeytin sektörünün tarafları zeytinlik alanlarda, zeytinyağı üretimiyle ilgili olmayan sanayi kuruluşlarının yapımına izin veren tasarının zeytin ağaçlarına, zeytincilere ve zeytin tesislerine geri dönülmez ölçüde zarar vereceği görüşündeler. Muhalifler; tasarının geçmesi halinde zeytinliklerin mahvolacağından, Türkiye’nin zeytinyağı üretimine ciddi hasar verecek olmasına karşın, zeytinlik alanlarında -sözüm ona- ‘kamu yararı’ adı altında maden araştırmalarına, sanayi kuruluşlarına ve konut projelerine izin verileceğinden endişe ediyorlar. En güçlü direnişlerden biri Ege bölgesinin; UNESCO’nun Dünya Mirası Listesin'e aday olan, tablo güzelliğindeki kasabası Ayvalık’tan geldi. Kasabanın bu listeye aday olmasının en önemli nedenlerinden biri zeytin kültürüne dayanıyor. UNESCO organizasyonu kasabanın zeytin üretimini, “Ayvalık’ın doğal

2

yapısının bir parçası” olarak değerlendiriyor.

Ayvalık Belediyesi’nde şehir planlamacısı olarak görev yapan Yalın Tüzmen’in, Al-Monitor’a verdiği bilgiye göre Ayvalık’ın içinde ve çevresinde 2 milyon zeytin ağacı bulunuyor. Öte yandan, çok iyi korunmuş bir 19. yüzyıl sanayi limanı olan Ayvalık’ta, bir zamanlar zeytinliklerden limana zeytinyağı ve zeytinyağından yapılmış sabun taşınmasına hizmet eden son derece kullanışlı yollar hâlâ mevcut. UNESCO’nun Ayvalık’ı sanayi yöresi olarak tanımasının temel nedenlerinden biri de bu olsa gerek. Günümüzde zeytinyağı taşımacılığı, gelişmiş yol bağlantılarıyla yapılıyor ve üretim tesisleri kasabanın ve zeytinliklerin uzağında yer alıyor. Ayvalık ekonomisinin lokomotifi hâlâ zeytinyağı üretimi. Eski fabrikalar ve liman, kasabanın mimari mirasının köşe taşları olarak muhafaza ediliyor. Ayvalık’ın yüksek kalitedeki zeytinyağı, ülkenin en iyi ürünü olarak nitelendiriliyor. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, 2007 yılında Ayvalık Ticaret Odası Başkanlığı

sırasında Ayvalık zeytinyağının coğrafi tescilini alma konusunda çok gayret sarfetmiş. Gençer AlMonitor’la yaptığı söyleşide şöyle diyor: “Zeytin ağacı Ayvalık yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Belediye olarak biz 19. yüzyıldan kalan fabrikaları restore ediyor ve onları birer kültür merkezine çeviriyoruz. Zeytinyağı endüstrisi bizim kültürel kimliğimizin temelini oluşturduğu için bu mirası, zeytin ağaçlarımızı ve çevremizi mümkün olan en iyi şekilde korumak zorundayız. Bu, neredeyse varlığımızın temel nedenidir.” Gençer’in bu tutkusu önerilen tasarıya karşı hükümet ve parlamento nezdinde lobi yürüten yöresel zeytin


İKİ KONUK, İKİ GÖRÜŞ… üreticilerinde de yankısını buluyor. Zeytinyağı üreten bir aileden gelen Zeynep Kürşat Alumur, kendisinin de dahil olduğu zeytin üreticilerinin Ankara’da, tasarının sahibi olan Adalet ve Kalkınma Partisi başta olmak üzere tüm partiler tarafından gayet olumlu karşılandıklarını ifade ediyor. Alumur Al-Monitor’a şöyle söylüyor: “Bütün parlamenterler bizi konukseverlikle ve saygıyla karşıladılar. Sanırım kaygılarımızı ve zeytin kültürümüzü korumadaki kararlılığımızı aktarmayı başardık.” Öte yandan protestocuların çoğunluğu; zeytinin İslam’da kutsal bir meyve olarak kabul edildiği ve Kuran’da bu konudan birçok kez söz ediliyor olduğu gerekçesiyle AKP’nin desteğini alacaklarını umut ediyorlar. Ege Bölgesi, özellikle Urla ve Ayvalık kasabaları Türkiye’nin zeytin kültürünün kalbinde yer alıyor. Yemek kültürü araştırmacısı Banu Özden’in Al-Monitor’a söylediğine göre; “Türkiye, Urla’daki antik Klazomenai’de bulunan ve geçmişi İsa’dan önce 6. yüzyıla kadar uzanan, tarihteki en eski zeytinyağı işliğine ev sahipliği yapıyor.” Özden şöyle devam ediyor: “O zamandan bu yana zeytin ve zeytinyağı bu topraklardaki yemek kültürünün bir parçası olmuştur. Artık Türkiye’de son teknoloji ürünü, çağdaş üretim tesisleri var ve bu ekipmanlarla yılda 178.000 ton zeytinyağı üretiliyor.” Özden’in, Fransa’nın Tours kentinde bu yıl düzenlenen ‘Üçüncü Uluslararası Yemek Tarihçesi Konferansı’nda verdiği tebliğin konusu; “Altın Sıvı’nın Arkasındaki Teknoloji: Tarih Boyunca Batı Anadolu’da Zeytinyağı Üretiminde Kullanılan Teknikler.” Ayvalık’ın zeytin ve zeytinyağı üretimi üzerindeki herhangi bir olumsuzluk, Türk sofrasını büyük ölçüde etkileyecektir. Türk Mutfağı’nda ‘zeytinyağlı’ adı verilen ve soğuk ya da oda sıcaklığında yenilen bir kategori vardır. Bu yemekler tümüyle, günümüzdeki söylenişiyle ‘vegan’dır. Sebzeler zeytinyağında ve kendi sularıyla küçük doğranmış soğanla birlikte pişirilir, bazen içine bir avuç kadar pirinç katılır ve suyu tamamen gidene kadar pişirmeye devam edilir. Bu yöntem sebzeye yoğun bir lezzet katar. Zeytinyağlı yemekler sayesinde Türk mutfağının sebze yemeği çeşitleri çok zengindir. Geleneksel olarak bu pişirme yöntemi Paskalya’dan önceki uzun perhiz döneminde et, süt ürünleri ve diğer hayvansal gıdaları yasaklayan dini kurallar nedeniyle özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan toplulukları tarafından çok tercih edilirdi. Bu yüzdendir ki ‘dolma’, ‘sarma’ gibi yemeklerin zeytinyağlı çeşitleri olan ve Türkçe’de ‘yalancı’ sözcüğü ile ifade edilen, hiç et içermedikleri için bizce bir anlamda ‘sahte’ olarak nitelenebilecek uygulamaları vardır. Dahası, zeytin Türkiye’de kahvaltının da olmazsa olmaz bir ürünüdür. Sadece siyah zeytin ve ekmek bile başlı başına bir şölendir. Zeytinle çeşnilendirilmiş kahvaltı Aylin Öney Tan Ege ya da Ayvalık Mimar, restorasyon uzmanı ve yemek kahvaltısı olarak bilinir. araştırmacısı

AYVALIK İLERİYE DÖNÜK BİR VİZYONLA YÖNETİLİYOR

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Ayvalık Ticaret Odası Başkanı olarak göreve başladığında ilk iş olarak ATO’nun altyapısına el atmış ve bütün teknolojik altyapıyı Deniz Lezgin değiştirmişti. Binanın içindeki, Doğan günümüzde sık sık önemli MSDF İnşaat Sorumlusu toplantılara ev sahipliği yapan İnşaat Mühendisi modern toplantı salonu da onun zamanında yapıldı. Hepsinden önemlisi, iki yıl boyunca ciddi bir gayret sarfederek 2007’de Ayvalık zeytinyağının Coğrafi İşaret Belgesi almasını sağlayan da yine Rahmi Gençer’dir. Öncülüğünü yaptığı Hasat Günleri de artık uluslararası bir nitelik kazandı ve hem Ayvalık zeytinyağının hem de Ayvalık’ın en iyi şekilde tanıtılmasını sağlıyor. Bence Rahmi Gençer, Belediye Başkanı olarak aynı vizyonla yani ‘geleceği düşleyip tasarlayarak’ görev yapıyor. Bunun son örneği, Ayvalık’ın UNESCO tarafından ‘Endüstri Peyzajı’ başlığıyla Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınmış olması. Bu küçümsenecek bir başarı değil… İnşallah, bu zorlu sürecin sonraki aşamalarında da gereken yapılacak ve Ayvalık’ı bütün dünya tanıyacak.

UNESCO DÜNYA MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ’NE ALINMIŞ OLMAMIZ ÇOK ÖNEMLİ

D

aha birkaç ay önce, Türkiye genelinde yapılan bir araştırmaya göre Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Turan Kül ‘En Başarılı İlçe Belediye Emekli Kadastrocu Başkanları’ değerlendirmesinde altıncı sırada yer almış ve bizleri gururlandırmıştı. Ayvalık gerçekten de olumlu yönde bir değişim içinde... Mesela, evde bakım hizmetleri çok önemli, çok yararlı... Yaşlı Bakım Evi, Kadın Danışma Merkezi de öyle... Art arda parklar, halı sahalar açılıyor. Zeytin Çekirdekleri projesiyle yüzlerce çocuğumuz sanatla tanışıyor, farklı alanlarda gelişim gösteriyor. 13 Nisan Caddesi adeta yeniden doğdu. Ayazma restorasyonu bitmek üzere... Gençlik Merkezi’nin inşaatı devam ediyor. Bunlar ilk anda akla geliverenler... UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınmış olmamız ise çok önemli. Zeytin tasarısına topyekun gösterdiğimiz haklı tepki de bize yakıştı doğrusu… Geniş vizyonlu, ön görülü ve çözümleyici yönetim devam ettiği sürece Ayvalık’ın önü açık... Benim bir sloganım var: Ayvalık değişsin ama aynı kalsın… Aynı kalsın ama bir yandan da gelişsin!”

3


Törenler boyunca Ayvalık Belediyesi Şehir Bandosu izleyenleri coşturdu

GENÇLERİN BAYRAMI SEVGİ, BARIŞ VE KARDEŞLİK DUYGULARI İÇİNDE HEYECANLA KUTLANDI

19

Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı Ayvalık’ta her yıl olduğu gibi yine farklı ve renkli etkinliklere sahne oldu. Kutlamalar, Öğretmenevi ile Cumhuriyet Meydanı arasında yapılan ‘Gençlik Yürüyüşü’yle başladı. Meydandaki törende konuşan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Türk milletinin Atatürk’ün izinden hiçbir zaman ayrılmayacağını bir kez daha vurgulayarak, Atatürk’e ve ailesine hakaret edenleri lanetledi.

YOĞUN TALEP ÜZERİNE CUNDAÇAMLIK DENİZ SEFERLERİ DEVAM EDİYOR

Mayıs’ta ilk seferini yapan Cunda-Çamlık 19 deniz motorları, yoğun istek üzerine saat başlarında karşılıklı seferlerini sürdürdü.

Seferler 10.00-19.00 saatleri arasında yapıldı. Göreve geldikleri ilk günden beri deniz trafiğini canlandırmayı hedeflediklerini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, eski Kırlangıç fabrikasıyla Cunda arasında da seferler düzenlemeyi planladıklarını söyledi.

4

Kutlamalara Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü Spor Salonu’nda devam edildi. Burada, Ayvalık’ta çeşitli branşlarda faaliyet gösteren spor kulüpleri yeteneklerini sergiledi. Ardından Gençlik Merkezi’nin temel atma töreni için 150 Evler Mahallesi’nde buluşuldu. Daha sonra araçlarla Cunda adasına gidildi ve oradan da deniz motoruyla Çamlık’a geçildi. Törenler boyunca Ayvalık Belediyesi Şehir Bandosu izleyenleri coşturdu.


Çok amaçlı tesisin temeli ‘Gençlerin Bayramı’nda atıldı

A

AYVALIK BELEDİYESİ GENÇLİK MERKEZİ CUMHURİYET BAYRAMI’NDA KAPILARINI AÇACAK

yvalık’ın önemli ihtiyaçlarından birinin daha giderilmesi için harekete geçildi ve Ayvalık Belediyesi Gençlik Merkezi’nin temeli 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nda atıldı. Yapılan törene çok sayıda vatandaşın yanı sıra CHP Balıkesir Milletvekilleri Ahmet Akın ve Mehmet Tüm ile Tokat İsmet İnönü Kültür Milletvekili Kadim Durmaz Merkezi karşısında da katıldı.

yapılacak binadan gençler, halk oyunları ekipleri, Zeytin Çekirdekleri öğrencileri, tiyatro grupları, satranç sporcuları, karikatür kursiyerleri yararlanacak. Merkezde ayrıca kütüphane, cep sineması, kafeterya, bilardo, masa tenisi bölümleri ve etüt salonları yer alacak.

Belediye Başkanı Rahmi Gençer temel atma töreninde yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Ayvalık Belediyesi olarak yaşlılarımıza, gençlerimize, sanatçılarımıza, sporcularımıza hizmet etmeyi hedef aldık. Yaşlı Bakım Merkezimizi, Evde Bakım hizmetlerimizi, Engelli Merkezimizi yaptık. Türkiye’ye önder olacak Zeytin Çekirdekleri projemize hep birlikte başladık. Şimdi sıra gençlere geldi. Gençlerimiz kentin ücra köşelerinde kendi imkânlarıyla çalışıyorlardı. Merkez kapılarını açtığında, birlikte hareket edecek ve toplumsal etkileşimin içinde yer alacaklar. Gençlik Merkezimizi teknik anlamda da donatacağız. Amacımız sanatı ve sporu seven, hobileri olan, ufku açık gençler yetiştirmek... Meclis üyelerim ve tüm ekibimle birlikte bunun için çalışıyoruz. 19 Mayıs’ta temelini attığımız bu merkezi 29 Ekim’de açmak istiyoruz.” Konuşmasını başta Cihan Şişman olmak üzere, Gençlik Merkezi projesine katkıda bulunanlara teşekkür ederek bitiren Rahmi Gençer’den sonra CHP milletvekilleri Mehmet Tüm, Ahmet Akın, Balıkesir İl Başkanı Ender Biçki söz alarak merkezin Ayvalık’a hayırlı olmasını dilediler. Tören, Rahmi Gençer’in, konuk milletvekilleriyle birlikte Gençlik Merkezi’nin ilk harcını atan butona basmasıyla tamamlandı.

5


Ayvalık Belediyesi’nin düzenlediği iftarlar yoğun ilgi gördü

A

İFTAR BULUŞMALARINDA BİRLİK, BERABERLİK VE DAYANIŞMANIN GÜZELLİKLERİ PAYLAŞILDI

yvalık Belediyesi bu Ramazan ayında da önceki yıllarda olduğu gibi, kentin farklı köşelerinde iftar buluşmaları gerçekleştiriyor. İlk iftar Perşembe Pazarı’nda yapıldı. Yaklaşık bin iki yüz elli kişinin katıldığı iftarda Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Başkan Yardımcısı Gökay Bacan, muhtarlar, Ayvalık Sebze ve Meyveciler Odası Başkanı Elmas Özmen de hazır bulundu. Gençer, iftara katılanlara hayırlı Ramazanlar diledi ve teşekkür etti.

Ramazanın ikinci iftarı Altınova Mahallesi’nde düzenlendi. Rahmi Gençer, Altınova’daki iftar yemeğinde, bir kez daha sevginin, saygının, kardeşliğin, barışın paylaşıldığını belirtti ve “İftarını bizlerle yapan, Perşembe Pazarı

İlk iftar Perşembe Pazarı’nda yapıldı. Yaklaşık bin iki yüz elli kişi katıldı. İftarlar Ramazan boyunca aralıksız devam etti ve son iftar yemeği Bağyüzü’nde yendi.

Altınova

6

ekmeğini bizlerle paylaşan herkese teşekkür ediyorum” dedi. Küçükköy’deki iftar sofrasında ise yaklaşık bin kadar vatandaş bir araya geldi. İftara Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Başkan Yardımcısı Gökay Bacan, Küçükköy’den sorumlu Başkan Yardımcısı Figen Güren, Müftü Orhan Tosun ve Muhtar Zahir Erdem de katıldı. Rahmi Gençer, “Ülkemizde ayrışma çok fazla. Ama Ayvalık’ımızda birlik, beraberlik ve dayanışma var. Her soframız son derece kalabalık oluyor. Bütünleşmenin, bir arada olabilmenin güzelliğini yaşıyoruz”dedi. İftarlar Ramazan boyunca aralıksız devam etti ve son iftar yemeği Bağyüzü’nde yendi. Karaayıt


Amaç, Anadolu mozaiğinin tüm kültürel değerlerini kucaklamak...

K

TEFERİÇ ŞENLİKLERİ’YLE RENKLENEN KÜÇÜKKÖY’DE HERKES DOYASIYA EĞLENDİ

üçükköy’de ikincisi düzenlenen ve ‘Balkan Türkleri’nin Hıdırellezi’ olarak nitelendirilen Teferiç Şenlikleri bu yıl yine yoğun bir ilgiyle karşılandı. Ayvalık Belediyesi’nin organize ettiği şenlik, Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde düzenlenen panelle başladı. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Halk Bilimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu’nun moderatörlüğünü üstlendiği panelde; Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Asker Kartarı, Sanat Tarihçisi Dr. Berrin Akın ve Küçükköy eski Belediye Başkanı Bayram Ertuğrul ‘Balkan Kültürü ve Göç’ü konuştu. En büyük ilgiyi Küçükköy merkezinde kurulan yerel yiyecek stantlarının gördüğü şenlikte Boşnak kökenli vatandaşlarla yabancı ülkelerden gelen konuklar

Balkan müzikleri eşliğinde doyasıya eğlendi. Geleneksel Balkan kıyafetlerinin tanıtıldığı defile beğeniyle izlendi. Bir konuşma yapan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Ayvalık’ın her köşesinde Balkan kültüründen izler bulunduğunu ve Teferiç Şenlikleri’yle Anadolu mozaiğinin tüm kültürel değerlerini kucaklamayı amaçladıklarını söyledi. Gençer, “Ayvalık birçok farklı kültürü bir arada bulunduruyor ve bunları hep beraber bir hoşgörü içinde yaşıyor, yaşatıyor. Bu, Cumhuriyet’in kurulduğu günden beri devam eden bir süreç. Ayvalık’ta bu şenlikleri neden yapıyoruz? Çünkü hiçbir millet kendi kültürünü unutmamalı. Kendi kültürümüzü, zenginliklerimizi paylaştığımız takdirde Osmanlı topraklarından dağılmış Türkleri ve Müslümanları bu coğrafyada toplamış olan Cumhuriyet’e daha fazla sahip çıkarız” dedi.

Ayvalık birçok farklı kültürü bir arada bulunduruyor ve bunları hep beraber bir hoşgörü içinde yaşıyor, yaşatıyor. Bu, Cumhuriyet’in kurulduğu günden beri devam eden bir süreç. 7


KISA

KISA...

KISA

HASTA NAKİL AMBULANSLARI SIKI ŞEKİLDE DENETLENDİ

7

/24 hizmet veren Ayvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü bünyesindeki hasta nakil ambulansları, Balıkesir İl Sağlık Müdürlüğü tarafından kapsamlı bir denetimden geçirildi. Yapılan incelemelerde, tüm araçların Ambulans Yönetmeliği’ne uygun hizmet verdiği ve tıbbi malzemelerin yeterli seviyede bulundurulduğu

belirtildi. Özverili çalışmaları nedeniyle ekibini kutlayan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğümüz, belediyemizin vatandaşlarımıza dokunan bir nevi sevgi dolu eli... Sosyal belediyecilik anlayışının tüm gereklerini, en profesyonel şekilde ve güzel enerjileriyle yerine getiriyorlar” dedi.

1 MAYIS BİRLİK İÇİNDE KUTLANDI

1

Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, sendikalar, siyasi parti ve sivil toplum örgütleri temsilcilerinin katılımıyla kutlandı. Kutlamaya, Belediye Başkanı adına Meclis üyeleri Salman Kayran ve Fahri Güren katıldı. Öğretmenevi önünde toplananlar büyük bir Türk bayrağı ve Atatürk posterinin yanı sıra sendika, siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinin flamalarıyla Cumhuriyet Meydanı’na kadar sloganlar eşliğinde yürüdü. Burada bildiri okundu, türküler söylendi.

8

KISA...

KISA

ZEYTİN ÇEKİRDEKLERİ VE CHROMAS KOROSU BÜYÜLEDİ

Z

eytin Çekirdekleri ve 2015 yılında ‘Müzik renklendirir’ sloganıyla yola çıkan gönüllü koristlerden oluşan Chromas Korosu, Cunda Taksiyarhis Müzesi’nde bir konser verdi. İzleyenlerin ayakta alkışladığı konser sonrası görüşlerini açıklayan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Kırsal mahallelerimizdeki okullar dahil tüm eğitim kurumlarımızdaki

öğrencilerimiz bu projenin içinde yer alıyor. Sayıları şimdiden bine ulaştı. Benim ve arkadaşlarımın en önemli projelerinden biri olduğunu söylemeliyim” dedi.

ZEYTİNYAĞI ŞİŞELERİNİ SANAT ESERİNE DÖNÜŞTÜRDÜLER Ayvalık Belediyesi ve Kent Konseyi işbirliğiyle başlayan ‘Ege’nin Bereketi, Kadının Emeği’ projesi kapsamında, 25-45 yaş aralığındaki kadınlar, Ayvalık Belediyesi’nin katkılarıyla, eski Kırlangıç fabrikasında zeytinyağı şişelerini özel olarak tasarladı. SavolaTürkiye Genel Müdürü Houmer Balazadeh, projede yer alanları plaketle onurlandırdı. Düzenlenen törene katılan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, proje kendisine getirildiğinde çok heyecanlandığını belirtti ve “Çünkü zeytinyağı Ayvalık için çok önemli. Biz zeytinyağını sadece para kazanma kaynağı olarak görmüyoruz. Zeytinyağı bizim yaşam biçimimiz. Bu nedenle

KISA...

KISA

projeyi destekledik. Zeytini ağaçtan toplayan kadınlarımız şimdi de o zeytinyağı şişelerini sanat eserine dönüştürüyor; böylece zeytine duydukları sevgiyi topluma aktarıyorlar” dedi.

RAHMİ GENÇER, AYVALIK MYO 23. DÖNEM MEZUNİYET TÖRENİNE KATILDI

B

alıkesir Üniversitesi Ayvalık Meslek Yüksekokulu’nda dört

bölümden öğrenciler eğitimlerini tamamlayarak mezun oldu. Mezuniyet törenine Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Başkan Yardımcısı Gökay Bacan da katıldı. Yaptığı konuşmada mezun olan öğrencilere bundan sonraki yaşamlarında başarılar dileyen Gençer, “Ayvalık’ımızı da okulumuzu da unutmayın. Sizlerden Ayvalık’ı dışarıda en iyi şekilde temsil etmenizi bekliyorum” dedi. Başarı olan öğrencilere ödülleri ve belgeleri sunulduktan sonra okul merdiveninde kep töreni yapıldı.

SPOR YAPMA KÜLTÜRÜ, ‘SPORDA YETENEK 10’LA GELECEK’ PROJESİYLE YAYGINLAŞTIRILACAK

K

aymakamlık, Belediye, Gençlik Hizmetleri ve Spor, Milli Eğitim ve Sosyal Hizmet Merkezi müdürlüklerinin işbirliğiyle, dezavantajlı bölgelerdeki ilk ve ortaokullarda okuyan risk grubu öğrencilerinin spora


KISA...

KISA

KISA...

kazandırılmasını amaçlayan ‘Sporda Yetenek 10’la Gelecek’ projesinin protokolü Aliçetinkaya İlkokulu’nda imzalandı. Projeyle tekvando, jimnastik, yelken, dart, voleybol, basketbol, futbol, bocce, wushu ve sağlıklı yaşam/ egzersiz çalışmalarıyla öğrenciler spora yönlendirilecek. Buna göre, Aliçetinkaya İlkokulu’nda eğitim gören 7-13 yaş arası kız-erkek öğrenciler 15 ay boyunca spor yapma kültürünün yerleştirilmesi hedefiyle kurslara katılacak, yetenekli öğrenciler saptanacak. Kaymakam Namık Kemal Nazlı okula 2 ping-pong masası, Ayvalık Belediyesi de basketbol ve futbol toplarının yanı sıra 300 eşofman armağan edecek.

OFF-ROAD DOĞA VE MOTOR SPORLARI KULÜBÜ AYVALIK’IN TANITIMINDA SORUMLULUK ÜSTLENMEK İSTİYOR

A

yvalık Off-Road Doğa ve Motor Sporları Derneği Başkanı Murat Silahşör, Başkan Yardımcısı Ahmet Sezer ve yönetim kurulu üyeleri Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Ayvalık’ın doğasıyla Off Road’a çok uygun

KISA

KISA...

ile Kıvanç Sarlıcalı Ortaokulu bahçesinde yapıldı. Turnuvaya katılan öğrenciler kaleli yakan top, mendil kapmaca, yağ satarımbal satarım gibi oyunları oynadı. Turnuvanın ödül törenine çocuklar ve ailelerinin yanı sıra Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan da katıldı. Protokol üyeleri çeşitli branşlarda ödül alan sporculara madalya ve kupalarını verdi.

KARMA SERGİNİN GELİRİ İHTİYAÇ SAHİBİ ÇOCUKLARA BAĞIŞLANDI

K

aymakamlık Yazı İşleri Müdürü Elif Kıvanç, Ayvalık’ta görevli hakimlerden Sibel Tokel ve ev kadını Nuray Torun’un karma resim sergisi Melas Sanat Evi’nde

KISA

KISA...

beş saat süren etkinlikte iki kamyon çöp toplandı. Çöpler Ayvalık Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü araçlarıyla alınarak ayrıştırma merkezine götürüldü. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, organizasyonu gerçekleştiren Katamaran grubuna, çevre kirliliği konusunda gösterdikleri duyarlılık nedeniyle teşekkür etti ve “Kırık camlar, petler doğada kolay kolay erimiyor ve büyük kirlenmeye yol açıyor. Yangın tehlikesi yaratıyor ya da hayvanlara zarar veriyor. Grubun bu davranışının herkese örnek olmasını diliyorum” dedi.

RAHMİ GENÇER, MEHMET AKİF ERSOY ORTAOKULU ÖĞRENCİLERİNİ 'ASKIDA SEBZE VE MEYVE' PROJESİ NEDENİYLE KUTLADI

B

olduğunu ve Ayvalık’ın tanıtımında dernek olarak sorumluluk almak istediklerini belirten Murat Silahşör, doğa keşif sporları, trekking gibi organizasyonlarda Ayvalık Belediyesi ile ortaklaşa çalışmak istediklerini söyledi.

4. GELENEKSEL ÇOCUK OYUNLARI ÖDÜL TÖRENİ YAPILDI

K

aymakamlık tarafından düzenlenen Çocuk Oyunları Turnuvası, Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü Kapalı Spor Salonu

açıldı. Üç ressam, ‘amatör ruhla’ yaptıkları resimlerin gelirini ihtiyaç sahibi çocuklara bağışladı. Serginin açılışına Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Danıştay üyesi Suat Kadıoğlu, Belediyesi Başkan Yardımcısı Gökay Bacan, Cumhuriyet Başsavcısı Metin Tokel ve sanatseverler katıldı.

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Ayvalık’ta Perşembe ve Pazar günleri kurulan semt pazarlarındaki stantlarında ihtiyaç sahiplerine destek vermek amacıyla ‘Askıda Sebze ve Meyve’ projesini başlatan Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu öğrencilerini kutladı. Proje sorumlusu, İngilizce öğretmeni Salim Metin ile öğrenciler Serdar Kaya, Özcan Yiğit Karabacak, Tolga Uçar, Gizem Deniz’i tek tek kutlayan Gençer, Ayvalık’a örnek olacak bir proje başlattıkları için gençlere teşekkür etti.

‘KATAMARAN’ GRUBU 5 SAATTE İKİ KAMYON ÇÖP TOPLADI

K

endilerine ‘Katamaran’ adını veren Ayvalıklı 23 kişilik grup, Küçükköy-SarımsaklıCeylan Sitesi civarında denizde ve karada temizlik yaptı. Yaklaşık

9


Ayvalık yıllardan beri engellilere gereken önemi veriyor ve vermeye devam edecek

ENGELLİLER HAFTASI KUTLANDI

E Bir kültür-sanat kenti olan Ayvalık bu okulu hak ediyor

SEBAHAT-CİHAN ŞİŞMAN GÜZEL SANATLAR LİSESİ AÇILDI

H

ayırsever Cihan Şişman’ın KİPA karşısında yaptırdığı ve 2016-2017 eğitim-öğretim yılında hizmete giren Güzel Sanatlar Lisesi’nin resmi açılışı Mayıs ayı içinde yapıldı. Açılış törenine SebahatCihan Şişman, Balıkesir Valisi Ersin Yazıcı, Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Garnizon Komutanı Albay Aydın Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Cumhuriyet Başsavcısı Metin Tokel ve vatandaşlar katıldı. Cihan Şişman yaptığı konuşmada Ayvalık’ın bir kültürsanat kenti olduğunu ve bu okulu hak ettiğini söyledi. Daha sonra söz alan Rahmi Gençer, Şişman ailesine teşekkür etti ve “Bu okulun varlığı Ayvalık’ımızın UNESCO yolculuğunda daha da önem kazanıyor. Çünkü tarihimizi, kültürümüzü ve sanatımızı bu yolla da korumuş olacağız” dedi. Öğrenci kapasitesi 240 olan Sebahat-Cihan Şişman Güzel Sanatlar Lisesi’nde 8 genel derslik, 6 müzik dersliği, 10 bireysel çalışma odası, 7 görsel sanatlar atölyesi bulunuyor. Halen 39 öğrencinin öğrenim gördüğü okulda 13 kadrolu öğretmen görev yapıyor.

ngelliler Haftası, Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen törenle başladı ve renkli etkinliklerle devam etti. Ayvalık Belediyesi’nin hazırladığı törene Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü Elif Kıvanç ve Sağlık Müdürü Gülçin Nazlı’nın yanı sıra STK temsilcileri, birçok engelli vatandaş ve aileleri katıldı. Rahmi Gençer yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Ayvalık’ta yıllardan beri, engellilere gereken önem veriliyor. Bu konuda Ayvalık halkı olarak gurur duyuyoruz. Altınova’da, Ayvalık’ta ve yeni eğitim evinde çocuklarımızın sosyalleşmesi adına her türlü organizasyonu bütün imkânlarımızla destekliyoruz.” Gençer, konuşmasında, kısa süre önce beklenmedik bir şekilde yaşama veda eden Müjdat Kurt’u da andı ve “Müjdat, bu meydanın gülüydü, güler yüzüyle her yerdeydi. ‘Başkanım, şampiyon olduk. Başkanım bişiler yaptık diye bildirirdi” dedi.

MESİRE ALANINDA ÖZEL ÇOCUKLARIN DA KATILDIĞI PİKNİK YAPILDI Engelliler Haftası nedeniyle Ayvalık Zeytin Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi tarafından düzenlenen ve Ayvalık Belediyesi Özel Çocuklar Eğitim Evi, Erken Doğmuşlar Konuk Evi sakinleriyle Ayvalık Zihinsel Özürlüleri Koruma ve Eğitim Derneği öğrencileriyle eğitmenlerinin buluştuğu pikniğe Belediye Başkanı Rahmi Gençer de katıldı. Gençer, “Özel çocuklarımızın bir gülümsemesi, heyecanlanması bizleri mutlu ediyor. Bu nedenle onlar için hazırlanan bütün etkinliklerde bulunmak istiyoruz” dedi.

10


AYVALIK TATLARI RENKLİ ETKİNLİKLERLE TANITILDI Geçtiğimiz yıl Ayvalık’ta yaşayan gönüllü insanların işbirliği ve dayanışmasıyla başlatılan ve Uluslararası Ayvalık Zeytin Hasat Günler programı içinde hayat bulan Ayvalık Tatları Festivali’nin ikincisi bu yıl 18-21 Mayıs tarihleri arasında yapıldı. Festival kapsamında Ayvalık sokakları şenlendi. Çıkış noktası, ‘Ayvalık’ı gündeme getirerek bu yolla turizm sezonunu uzatmak’ olan şenlik boyunca Eski Köylü Pazarı’nda el sanatları, Ege yemekleri, Girit lezzetleri stantları açıldı. Mübadele Fotoğraf Sergisi ve Antika Pazarı düzenlendi. Sokakta sirtaki, zeybek oynandı. Şeytanın Kahvesi şiir meraklılarını buluşturdu. Camlı Kahve yemek atölyelerine ve yemek yarışmasına ev sahipliği yaptı. Uygur Performans Sanatları’nda dinleti

GÜLBENİZ ŞENTAY

ve film gösterimi düzenlendi. Selanik’ten gelen rembetiko sanatçısı Vasilis Vetsos konserler verdi. Açılan sergileri gezen Belediye Başkanı Rahmi Gençer, stantları hazırlayan Ayvalık Sanat ve El Sanatları Derneği’ne teşekkür etti; bu tür organizasyonların kentin kimliğinin tanıtılmasında çok büyük bir artı değere sahip olduğunu vurguladı.

Festivalin ilk gününde ‘Ayda Bir Ayvalık’ olarak biz de Eski Köylü Pazarı’ndaydık. Festival Komitesi’nde yer alan Serap Tuncay ve Çiğdem Celasin’den ‘Ayvalık Tatları’ hakkında bilgi aldık. Sonrasında El Sanatları Pazarı’nı ve yemek stantlarını dolaştık. Stant sahipleriyle, festivali izlemeye gelen konuklarla konuştuk.

SERAP TUNCAY

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girdiğimiz şu günlerde bu tür organizasyonlar çok önemli

G

eçen yıl ‘Hasat Şenlikleri’ kapsamında gerçekleşen Ayvalık Tatları Festivali bu yıl ilk defa diğer etkinliklerden bağımsız olarak düzenlendi. Bu nedenle ikinci kez yapıyor olmamıza karşın ilk festivalimiz gözüyle bakıyorum. Sezonu uzatmak amacıyla yine aynı gönüllü arkadaşlardan oluşan bir ekiple yola çıktık. Zira her ne kadar hepimizin üyesi olduğu bir dernek varsa da bir-iki derneğin çabası yetmedi. Bütün dernekleri bir araya getirmeyi ise başaramadık. Sonuçta organizasyon tamamen bir gönüllü hareketine dönüştü. Turizmcinin, esnafın veya bir şekilde Ayvalık’ta yaşayan herkesin gönlünde yatan şeyin; sezon dışında da Ayvalık’ımızı gündemde tutmak, bu sokakları canlı, hareketli görmek olduğunu biliyoruz. Bizler de tarihi sokaklarımızı daha iyi tanıtmayı; bir hafta sonu olsun kentin restoranlarına, kafelerine, konaklama mekânlarına, esnafına ticaret ortamı yaratmayı, onlara artı bir gelir sağlamayı, nihayetinde Ayvalık’ı doğru bir şekilde tanıtmayı hedefledik. Ayvalık’ta yaşamın bir parçası olan her şey buraya ait bir tat olduğu için de festivalimize ‘Ayvalık Tatları’ adını verdik. Bu arada 16 Nisan’da yapmayı düşündüğümüz festivalimizi referandum nedeniyle bu yıl Mayıs ayına ertelemek durumunda kaldığımızı belirtmek isterim. Ancak önümüzdeki yıl yine Nisanda

yapacağız. Çünkü zaten 19 Mayıs’ta bir canlılık yaşıyoruz. Dediğim gibi, ‘Ayvalık Tatları Festivali’ henüz çok yeni olmasına karşın bu yıl ulusal basından da hayli ilgi gördük. Akşam, Alem ve EgeTürk’te yazan Oya Pardak’ı ağırlıyoruz. Konuklarımızın arasında ‘yemek. mynet.com’dan Tuğba Yapan ve dijital medya yöneticileri de var. Yanı sıra festivali sosyal medyayı kullanarak da duyurmaya çalıştık, çalışacağız. Benim inancım şu: Bir-iki kez daha gönüllü katılımıyla Ayvalık Tatları’nı gerçekleştirebilirsek sonrasında sponsor da buluruz, daha büyük, daha profesyonel organizasyonlara da gidebiliriz. Önemli olan yılmadan, eleştirileri göğüsleyerek çalışmaya devam etmek ve festivali yerleştirmek. Ayrıca Ekim ayına da taşımayı hedeflediğimiz bu etkinlikte yeni yeni arkadaşların kolumuza girmeleriyle büyümek ve Ayvalık’ın her noktasında, her meydanında birbirinden farklı tatlar sergilemek... Böylece her ilk ve

sonbaharda insanlar sokaklarda açılmış tezgâhlar bulacaklarını, zeybekler-sirtakiler izleyeceklerini, iki yakanın şarkılarını Ayvalık’ta dinleyebileceklerini bilecekler. Adeta bir cümbüş havasında geçen bu iki-üç günün sonunda Ayvalık’ın tadı damaklarında kentimizden ayrılacaklar. Kısacası, içinde yer aldığım oluşumun özü bu diyebilirim. UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne de girdiğimiz şu günlerde bu tür organizasyonların varlığı gerçekten çok önemli. Ben burada yapılacak bütün duyuruların, etkinliklerin UNESCO’ya giden yolu daha kısaltacağına, daha hızlı adımlar atmamızı sağlayacağına inanıyorum. Son olarak hiçbir karşılık beklemeden bizimle yürüyen herkese bir kez daha çok teşekkür ediyorum. Ayrıca konuk sanatçımız Vassilis Vetsos’un bizlerle buluşmasını sağlayan ve sanatçının tercümanlığını üstlenen sevgili Tanju İzbek’e çok teşekkür ediyorum. Katkı vermek isteyen herkes bu festivalin içinde yer alabilir. Herkesi birlikte yürümeye çağırıyorum.

11


SEVTAP ORAN

Güzel Ayvalık’ımızın tanıtımı olacak

A

yvalık Tatları Festivali süresince konuklarımıza patlıcanlı, patatesli, peynirli, lorlu gözlemeler yapacağım. Festivalin keyifli ve zevkli geçeceğine inanıyorum. Umudum çok! Güzel Ayvalık’ımızın tanıtımı olacak.

Örneğin sizin elli beş-altmış santim boyunda minyatür bebeğinizi yapıyorum. Kıyafetiniz, vücut ölçüleriniz kalıp üzerinden çalışılıyor. Bez bebek tasarlamaya başlayalı dört yıl oldu. Zaten İstanbul’dan gelip Ayvalık’a yerleşeli de dört yıl oldu. Eşim de ben de Ayvalık’ı çok seviyoruz. Ayvalık, Balıkesir’in görünen yüzü ama ne yazık ki hak ettiği değeri göremiyor. Buna çok üzülüyoruz. İstanbul’dan Ayvalık’a yerleşen yirmi üç arkadaş ‘Katamaran’ adını verdiğimiz bir grup kurduk ve başta Hakkıbey yarımadası olmak üzere çevre temizliğine başladık. Nedense dışardan gelenlerin kente karşı daha duyarlı olduklarını görüyorum. Ayvalıklıların da bu güzel kasabaya sahip çıkmalarını bekliyorum. Festivalimiz zamanla daha gelişecek diye umuyorum. Bir şeyler üreten insanların daha fazla katılımını bekliyorum.

GÖKBEN KARAKAŞ

Standımızda yer alan yiyecek ve içeceklerin hepsine anne eli değdi

MELTEM BAŞAR

Ayvalık, Balıkesir’in görünen yüzü ama ne yazık ki hak ettiği değeri göremiyor

E

v-atölye olarak çalışıyorum. İlk zamanlar sadece bez bebekler yapıyordum. Sonra bebeklere farklı ürünler eklendi. Şimdi kişiye özel bebekler de tasarlıyorum.

12

S

akarya Ortaokulu Okul Aile Birliği Başkanı’yım. Yönetim Kurulu’ndaki arkadaşlarımızla birlikte okulumuza gelir sağlamak amacıyla bu kermesi düzenledik. Konsepti ‘Ayvalık Tatları’ olan festivalde yer almaktan son derece mutluyuz. Bu etkinliğe katılmamızı sağlayan Belediye Başkanımız Sayın Rahmi Gençer’e ve organizasyon komitesine şükran ve sevgilerimizi sunmak istiyorum. Standımızda


yer alan yiyecek ve içeceklerin hepsine anne eli değdi. Tümünü öğrencilerimizin anneleri hazırladı. Satışlardan sağladığımız gelirle okulumuzun eksiklerini giderecek, bazı giderlerini karşılayacağız. Her şey çocuklarımızın daha iyi koşullarda eğitim almaları için. Bizler de bu konuda Milli Eğitim’e elimizden geldiğince destek vermeye gayret ediyoruz. Bu tür festivallerin kente katkısı çok önemli. Çünkü gelen misafirlerimiz Ayvalık’ımıza özgü lezzetleri tadıyorlar. Aynı zamanda el sanatları stantlarımızda kadınlarımızın el emeklerini onların beğenilerine sunuyoruz. Açılan her standın, Ayvalık’ın kadınlar tarafından en iyi şekilde tanıtıldığının kanıtı olduğunu düşünüyorum. Kısacası festivalde anneler el ele verdiler ve Ayvalık’ımızın reklamını en güzel şekilde yapıyorlar. Hepsinin ellerine sağlık!

CENK GEÇERMİŞ

Ayvalık tarihi, doğası, müziği, mübadil kültürü, zeybeği ve el sanatlarıyla da müthiş zengin bir kent

çeşitlerimiz hayli ilgi görüyor. Örneğin leylak, papatya, zeytin yaprağı, lavanta, aloe-veralı sabunlarımız gibi... İmalatta kostik hariç, asla kimyasal kullanmıyoruz. Doğal maddelerle üretim yapıyoruz. Bizim sabunlarımızı herkes hem el-yüz hem de vücut temizliğinde rahatlıkla kullanabilir. Ben yüzümü de, saçımı da, oğlumu da bu sabunlarla yıkıyorum. Aslında ürettiğimiz her sabunu önce kendimiz kullanarak deniyoruz. Beğenirsek satışa sunuyoruz. Bir satış noktamız yok henüz. Stantlarımızdan ve ‘instagram/atölye.delice’ hesabından dileyen herkes bize ulaşabilir, sipariş verebilir. Festival sadece konuklar için değil, bizlerin açısından da güzel geçecek diye düşünüyorum.

İZZET DURKO

Festivalin değeri ve önemi tartışılmaz

A

yvalık tatlarının, bütün Ege Bölgesi’nin ve Girit mutfağının herkese tanıtılması açısından bu festivalin değeri ve önemi tartışılmaz. Ben de ‘Paşa Çorba ve Zeytinyağlı Ev Yemekleri’ olarak elimden gelen desteği vermeye hazırdım. Tabi bu noktada tek başıma değildim. Sosyal medyada fazlasıyla ilgi gören ve ‘Ayvalık Yemekleri’ sayfasının yöneticilerinden olan Cenk Geçermiş arkadaşımla birlikte yemeklerimizi yaptık. İnşallah herkes Ayvalık lezzetlerini tadar ve beğenir. İlk gün için ben keşkek, arapsaçı, hindiba, istifno, kabak çiçeği dolması, enginar, barbunya pilaki yaptım. Zaman zaman tezgâhta da olacağım. Konuklarımızla muhabbet ederek birlikte güzel vakit geçireceğiz.

B

u yıl ikincisi yapılan festivale ‘Facebook Ayvalık Yemekleri’ olarak katılıyoruz ve etkinliği düzenleyen arkadaşlarımıza destek amacıyla elimizden geleni yapıyoruz. Paşa Lokantası, Emelin Mutfağı ve Ayvalık Yemekleri grubu birlikte standımızı açtık. Festival boyunca gelen konuklara Ayvalık’ın tatlarını sunacağız. Festivalin kentteki büyük bir eksiği gidereceğine inanıyorum. Aslında yıllar önce bu tanıtımı yapabilmeliydik. Ama dediğim gibi şimdi buradayız. Bundan sonra da destek amacıyla burada olacağız. Bu yıl Ekim ayında Mübadele Günleri başlığıyla etkinliği tekrarlamayı düşünüyoruz. Güzel şeyler olacağına inanıyorum. Otun yetişmediği bir yerde ‘ot festivali’ düzenlendiğinde, herkes, “Ayvalık’ın niye bir ot festivali yok? Üstelik otlar buradan Alaçatı’ya giderken?” diye soruyordu. Artık bir adım atıldı ve Ayvalık hak ettiği yere gelecek. Çünkü Ayvalık’ta otun dışında da pek çok tat var. Zeybeğiyle, el sanatlarıyla, müziği, doğası, mübadil kültürü, tarihiyle müthiş zengin bir kentiz. Bizlere düşen görev, değerlerimizi insanlarla paylaşmak adına elimizden gelen katkıyı vermek.

YELİZ İLKAN KÖSEOĞLU

Ayvalık’ın çiçekleriyle hazırladığımız sabun çeşitlerimiz hayli ilgi görüyor

ZELİHA-MEHMET İNAN

Cumhuriyet Meydanı’ndan başlayarak yönlendirme yapılsa iyi olurdu

B

igadiçliyiz... Festival için Altınoluk’taki yazlığımızdan geldik. Stantları gezmeye yeni başladık. Çok güzel, çok hoşumuza gitti. Henüz yiyeceklere bakmaya sıra gelmedi. Ama mutlaka tadacağız. Bu tür festivallerin ekonomik ve sosyal açıdan faydalı olduğu kanısındayız. İnsanların bir araya gelmesi, kaynaşması iyi bir şey. Her hafta Bigadiç’imizde buradaki gibi el emeği

‘A

tölye Delice’ olarak iki arkadaş soğuk yöntemle, yağı kaynatmadan sabun imal ediyoruz. Küçük bir zeytinliğimiz var. Sabunlarda bu zeytinlikten elde ettiğimiz yağı kullanıyoruz. Aromasını mevsimine göre Ayvalık’ın çiçekleriyle hazırladığımız sabun

13


pazarı kuruluyor. İnsanlar paraları yoksa, beğendikleri bir şeyi bir hafta sonra gidip alabiliyor ya da sipariş veriyor. Bize sorarsaız olmuşken, Ayvalık’ta da böyle olsun. Ayvalık daha müsait. Bir de şunu söylemek istiyoruz. Biz meydanı çok zor bulduk. Yönlendirme işaretleri yetersizdi. Bir dahaki sefere Cumhuriyet Alanı’ndan başlayarak istikamet gösteren levhaların bulunmasında yarar var.

yapıp satıyorum. Artık ihracata da başladım. Şu anda Avustralya’ya ihracatımız var. İnşallah buna başka ülkeler de eklenecek. Hareketli, keyifli bir festival olacağına inanıyorum. Buraya bir yılın emeğini getirdim. Stoklarım sağlam. Konuklarımızı bekliyorum.

BİLGE SOYYİĞİT

Asıl işim ev tekstil ürünleri...

A

rtvinliyim. On üç yıl önce Ayvalık’a yerleştik ve Ayvalıklı olduk. El sanatlarıyla uğraşmaya bayılıyorum.. Yatak örtüleri, kırlentler, mutfak önlükleri, yani aklınıza ne gelirse yapıyorum. Yanı sıra balkabaklarından avizeler, abajurlar, duvar süsleri, saksılar, mumluklar, küpeler gibi objeler çalışıyorum. Bu konuda hâlâ kurslara devam ediyorum. Atölye olarak evimi kullanıyorum. Arzu eden herkes bana facebook sayfamdan ulaşabilir.

MAKBULE ALBAYRAK

Şenlik ve festivaller yoluyla el emeği keçe, örgü, boyama, kumaş aplike işlerimi sergiliyorum

H

alk Eğitim Merkezi kurslarından yetiştim. Hemen hemen bütün kurslara katıldım. Artık her şeyi öğrendim. Evimin bir köşesini küçük bir dükkâna dönüştürdüm. Adını da ‘Küçük Mekânda Büyük Düşler’ koyacağım. Evim Bacacan Otel’in sırasında. Perşembe ve cumartesi günleri evimin önünde tezgâh açıyorum. Müşterilerim bana bu şekilde ulaşabiliyorlar. Ayrıca şenlik ve festivaller yoluyla el emeği keçe, örgü, boyama, kumaş aplike işlerimi sergiliyorum. Bütün kış bu festivale hazırlandık. Çok çalıştık. Şu an bile elimde işim var, görüyorsunuz. İnşallah festival hepimiz için çok güzel geçecek.

NAİLE BAŞAK

Yiyecek stantları çok zengin, iştah kabartıyor

İ

lk defa gördüm burayı. Çok beğendim. Şöyle bir dolaşayım, dedim. Ben de el işlerine çok meraklıyım. Bir şeyler satın alır mıyım bilmiyorum. Daha ziyade fikir alma amaçlı bakıyorum ama belli de olmaz. Hoşuma giden bir şeye rastlayabilirim. Yiyecek stantları çok zengin, iştah kabartıyor. Ne yazık ki rejimdeyim!

SEVİM AYCAN

Biz karı-koca Ayvalık’a hastayız!

M

ersinliyim. Eşim ve ben yılın altı ayını Mersin’de altı ayını da Ayvalık’taki evimizde geçiriyoruz. Ayvalık çok güzel. Biz karı-koca Ayvalık’a hastayız, bayılıyoruz! Ben kendimi buralı olarak görüyorum. Kenti çok seviyorum. İnsanlarını çok seviyorum. İklimini çok seviyorum. Her şeyini çok seviyorum. Pazarı bu duygularla ve zevkle dolaşacağım. Yemekler dahil her şeye bakacağım!

EBRU BAŞ

Başta çocuk elbiseleri olmak üzere patikler, şallar, lifler yapıyorum

B

en de ürünlerimi evdeki atölyemde hazırlıyorum. Festival ve şenlikler dışında Ayvalık El Emeği Gece Pazarı’nda ve Salı pazarında stant açıyorum. Sekiz yıldır bu stantlarda başta çocuk elbiseleri olmak üzere patikler, şallar, lifler

14


Ayvalık Tatları Festivali’ne sesi, gitarı ve udu ile ‘karşı’ yakanın dost şarkılarını getiren folklor araştırmacısı, müzik antropoloğu, şair, akademisyen Vassilis Vetsos’la konser öncesi prova yaparken buluştuk ve konuştuk.

V

BİR AÇIK HAVA MÜZESİNE BENZEYEN VE BENİM KARDEŞ MAHALLEM GİBİ OLAN AYVALIK’I ÇOK SEVİYORUM GÜLBENİZ ŞENTAY

assilis Vetsos 1975 yılında İzmir’e gitmek için Midilli’den motora biner ve Ayvalık’a geçer. On sekiz yaşında bir delikanlıdır. Hikâyelerini dinleyerek büyüdüğü Ayvalık’a ilk gelişidir. Kanelo’da (o zamanlar Şehir Kulübü) oturur. Otobüsün hareket saatini beklerken bir çay söyler. Arkasına yaslanır. Evet; Midilli’ye göç eden mübadillerin adını dillerinden düşürmedikleri ‘karşı’da, yani Ayvalık’tadır. Sisin ardına gizlenmiş ‘adasına’ uzun uzun bakar. Doğduğu topraklara bir daha dönemeyecek olsa ne yapacağını düşünür. Yıllarca ama yıllarca Midilli’den Ayvalık’ı görmeye çalışan insanların geride kalan hayatlarına duydukları özlem içini acıtır. Çocukluğunda dinlediği Ayvalık hikâyeleri o gün gözlerinde asılı kalan Vetsos, bu hikâyelerin izini sürmek, kalbinin yarısını ‘karşı’da, Ayvalık’ta bırakan insanların diğer yarılarını bulmak, tanımak için her fırsatta Ayvalık’a gelecektir.

-Midilli’de dünyaya geldim. Pamfilyalı olan babam iyi bir mermer ustasıydı. Agia Varvara Kilisesi’nin mermerlerini o işlemişti. Anlayacağınız ‘ada’ çocuğuyum. Midilli Yunanistan’dan uzakta ve hayli yalnız bırakılmış olmasına rağmen o yıllarda da çok güzel bir adaydı. Küçükken bisikletime atlar, Midilli turuna çıkardım. Her biri birer mimari şaheser olan evlerin önünden geçerdim. Zor zamanların yaşandığı ve yoksulluğun diz boyu olduğu o günlerde evlerin güzelliği beni büyülerdi; kendimi çok büyük bir kente gitmiş gibi hissederdim. Çocukluğum dedelerimin, büyükannelerimin anlattığı Küçük Asya’nın öykülerini dinlemekle geçti. Midilli’den ‘karşı’ya, Ayvalık’a bakar, anlatılan hikâyeleri gözümüzde canlandırmaya çalışırdık. Dilimizden ‘karşı’ kelimesi düşmezdi. Hepimizin bakışları hep ‘karşı’daydı. Savaş sırasında Türkiye’de altı yıl askerlik yapan ve orayı hep özlemle anan dedem bana pek çok Ayvalık hikâyesi anlatmıştı. Belleğimde onun hikâyelerinden oluşan öyle kareler var ki! ...Ama onun Bursa’da başına gelenler bütün şiddetine ve vahşetine rağmen savaşın içinden insani öykülerin de çıkabileceği gerçeğinin adeta kanıtıdır. Öykü şöyle... Dedem Bursa’daki Yunan işgal ordusunun bir askeridir. Neden bilmiyorum, gece vakti dışarıya çıkar ve yabancısı olduğu şehirde kaybolur. Bir evin önünden geçerken bir küp görür. Kapıda duran adama, “Bu küp bizim Mandamados küpü, sen kimsin?” diye sorar. Adam adını söyleyince dedem de kendini tanıtır: “Ben Dimitruların oğluyum!” Adam şaşırır: “Yahu! Biz senin babanla ticaret yapardık!” der. Yani bir küp, bir nesne iki yaka insanını birleştirir ve dedem kaybolmuş bir Yunan askeriyken bulduğu tanıdık yüzler sayesinde o sıkıntılı durumdan kurtulur. Savaş boyunca şiddetin yanı sıra payına pek çok insani öykü

düşen dedem, Yunan ordusu çekilirken askerlere “Kaçarken köyleri yakın!” emri verildiğini ama bu emre uymadığını, hatta dereye atılan bir Türk bebeği kurtarmaya çalıştığını anlatırdı. Gerçekten de bu topraklarda şiddeti ve insanlığı bir arada yaşadık. Bu felaketten insan olarak çıkmak, çıkabilmek biz iki yakada yaşayanlar için büyük bir başarıydı. Çünkü biz aslında kardeş iki halkız. Barış ve dostluk içinde yaşamak zorundayız. Başka seçeneğimiz yok! Söylediğim gibi, hangisini dile getireceğimi bilmediğim sayısız trajik öyküyle büyüdüm. Üniversite çağım gelince Selanik’e gittim. Orada matematik okudum. Daha sonra, küçük yaşlardan beri ilgi alanım olan müziğe yöneldim ve eğitimini aldım. Yazdığım şiirler, şarkı sözleri çaldığım enstrümanın dili oldu. Zira müziğin temelinde söz vardır, hikâye vardır, insanlık tarihi vardır. Bir köşede yalnız başına duran bir müzik aleti size pek bir şey ifade etmeyebilir. Ama aslında o, dünyaya açılan bir yelkenlidir. Biner ve gidersiniz. NECDET SABAN’IN BÜTÜN BEDENİNİ VEREREK ZEYBEK OYNAYIŞI VE MUHTEŞEM EL FİGÜRLERİ BENİM İÇİN BİR DERS GİBİYDİ

Konservatuvarda hocalığa başlamamla birlikte önüme, müziğe farklı bir açıdan bakmamı sağlayacak imkânlar çıktı. Müziği antropolojik açıdan irdelemeye başladım ki, bu da beni yeniden Ayvalık’a getirdi. 2001 yılıydı. Arkadaşlarım Solon ve Kosta ile beraber gelmiş, dostlarımıza çalıp söylemiştik. O gelişimiz sırasında Necdet Saban’ın (Bknz. Ayda Bir Ayvalık, Sayı: 25) At Arabacıları Meydanı’ndaki demirci atölyesinde Ayvalıklı müzisyenlerle tanışmıştım. Bunlardan biri Şükrü Duran’dı. Birlikte müzik dolu enfes bir gece yaşamıştık. Bir ara udumu elime aldım. Şarkılar söylenirken Muhayyerkürdi makamına girdik. Doğrusu epeyce zorlanmıştım. Birlikte ‘Çakıcı’yı da söylediğimizi hatırlıyorum. Kendiliğinden bir grup olmuştuk. Artık Ayvalık’a sık sık geliyordum. Değişik mesleklerden insanlar toplanıyor, hem Necdet’in mekânında hem de Ayvalık sokaklarında müzik yapıyor, müzik konuşuyorduk. Ev hanımları ellerinde alışveriş torbalarıyla yanımızdan geçerken torbalarını yere bırakır, duvarın dibine çöker, bizi dinlerlerdi. Ayvalık insanının beni en çok cezbeden yanıydı bu. Orada, sokakta tanıştığım insanlardan oluşan bir müzik beraberliği doğdu ve benim için adeta bir okul oldu. Çünkü ben müzikle ilgili her türlü bilgiyi almayı çok seviyordum. Öğrendiğim her yeni şey beni besliyordu. Hiç unutmam bir pazar günü Necdet usta beni provalarına davet etti. Türk Sanat Müziği icra ederlerken ben de onlara katıldım. Farklı iş kollarında çalışan bu insanların müzikle ilgilenmeleri, dernekler kurmaları ve müziği önemsemeleri beni fazlasıyla etkilemiş, duygulandırmıştı. Bir at arabacısının bir müzik

15


aletini son derece iyi çalması inanılır gibi değildi. Gördüğüm insanların müzik kaliteleri hakikaten çok yüksekti. Aslında Midilli zeybeğine çok benzeyen Ayvalık zeybeğini oynayan ya da çalan birilerini bulmak için Ayvalık’a gelen ben, geliş-gidişlerim sırasında daha fazlasıyla karşılaşmıştım. Ayvalık, Edremit zeybeklerinin ucunu bulduğumda ise zeybekler hakkında kendimi geliştirme şansına sahip oldum. Özellikle Necdet Saban’ın bütün bedenini vererek zeybek oynayışı ve muhteşem el figürleri benim için bir ders gibiydi. Mübadillerin buraya getirdiklerini biriktirdiklerine tanık olmak şaşırtıcıydı. Sonrasında Cunda’da da benzer insanlarla karşılaştım. Rastladığım yaşlı bir amca bana askerliğini yaparken bir Türk kadına aşık olduğunu ve buralarda kaldığını anlattı. Aşkın gücünün politikaların gücünü aştığına iyi bir örnektir bu… Bütün geliş-gidişlerimden öğrendiğim en önemli şey bizim dost iki ülke olduğumuz ve birbirimize çok benzediğimizdi. Ben insan malzemesi ve müzik noktasında Ayvalık’ı diğer yarım gibi görüyorum. Dinlediğim öykülerin etkisiyle fantastik düşler kuran bir çocukken hayalimde canlandırdığım sahneleri burada gerçekten bulabileceğime dair inancım vardı. Yanılmıyordum. ‘Karşı’ dediğimiz yer, içimdeki diğer yarımdı.

İNSANLIK TARİHİNE BAKTIĞINIZDA ACI ÇEKMENİN MİLLİYETİNİN OLMADIĞINI GÖRÜYORSUNUZ Sevinçlerin, acıların birleştirdiği ortak kültürümüz bizim en büyük mirasımızdır ve biz bundan yoksun kalamayız. Bu mirası birlikte korumak zorundayız. İçinde göz yaşı, acı da olsa… İyiye, güzele ve barışa inananların çabasının asla bitmeyeceğini biliyorum. Küçükken belki farklı kutuplara itiliyorsunuz. Şu Alman, beriki Yunanlı, öteki filanca diye. Ama insanlık tarihine baktığınızda acı çekmenin milliyetinin olmadığını görüyorsunuz. O zaman, “Bizler savaşa mahkum muyuz?” diye soruyorsunuz. Ben mi seni yeneceğim, sen mi beni yeneceksin? Bu mudur kültür? Bir insanın diğerinden daha iyi olması için kaldıraç nedir? Bu dünyada herkes için bir tas çorba, bir tabak yemek varken neyi paylaşamıyoruz? Eğer ortak kültürümüzü bütünleştirebilirsek, çekilen acılara bir nebze merhem olabiliriz diye düşünüyorum. Artık iletişim çağındayız. Dünya gerçekten küçüldü. Birbirimize gelip gidiyoruz. Birbirimizi tanıyoruz. Farklılıklarımız, tarihsel zenginliğimizdir ve düşman olmamızı gerektirmez. Ben merak ediyorum, insanlar bir kap yemek için daha ne kadar zaman birbirlerine tuzaklar kuracaklar? Bu sorunun henüz bir yanıtı yok! Bu birikimle, bu kültürle çekilen acılardan sıyrılarak kardeşçe yaşamak adına elimizden gelen katkıyı vermeliyiz. Bu konuda herkesin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır. Ayvalık’ı çok seviyorum. Çünkü bir açık hava müzesine benzeyen Ayvalık benim kardeş mahallem gibi. Her geldiğimde, kendimi beş yaşında bir çocuk gibi hissediyorum ve içimden zıplamak geliyor. Bunu anaokullarının bahçesinde oynayan minik çocuklarla karşılaştığım için değil; eski, tanıdık bir mahallede olduğum için yapıyorum. Bazen bir sokak arasında, kaybettiğim sevdiklerimin boşluğu boğazıma düğümleniveriyor. Ama yine burada, bir başka sokak arasında onları bulup kucaklayabiliyorum. Bıraktıkları bütün işaretler; gelenekler, görenekler, tatlar, evler, yüzler, sokaklar, kulağıma çalınan sözler bana çocukluğumun mahallesini hatırlatıyor. Yani ne zaman Ayvalık’a gelsem yıllar önce buradan giden insanların diğer yarılarına rastlıyorum. Size egoistçe gelebilir ama ben Ayvalık’ta geleceğimizi inşa edecek bir başka insanlık yakalıyorum. Ayvalık’ta özellikle mimari açıdan rahatsızlık duyacağınız bazı gelişmelere tanık oluyorsunuz ancak kentin temelinde bizi barışa götürecek ışığı, umudu görüyorum. Kısacası Ayvalık’ta kendimi hiç yalnız hissetmiyorum. *Vassilis Vetsos’la buluşmamızı ve kusursuz anında çevirisiyle bu röportajın gerçekleşmesini sağlayan Sayın Tanju İzbek’e çok teşekkür ediyoruz.

16

Bizler barış adına konuşmalıyız. Bu özlemi ifade edebileceğimiz en güzel yol ise müzik...

V

assilis Vetsos, Selanik Müzik Yüksek Okulu mezunu. Halen Selanik’teki özel müzik okullarında ‘şiir ve müzik’ üzerine ders veriyor. Bir dizi konser için kendi grubuyla Amerika, İngiltere ve Küba’ya giden sanatçı folklorik çalışmaları ve müziğin antropolojisi hakkında sayısız seminere, konferansa katılmış. Öğrencileriyle bütün Yunanistan’ı dolaşmış ve Yunan folklorunu belgelemiş. Resitalleri bütün Yunan televizyon ve radyolarında yayınlanmış. Yerel sanatçılardan Solon ile birlikte katıldığı konserler bir CD’de toplanmış. Ege Üniversitesi öğrencilerinin Midilli yerel müziği konulu araştırmalarında görev almış ve öğrencilere yerel müzik örneklerinden oluşan bir dizi konser vermiş. Müziği antropolojik açıdan inceleyen bu akademik çalışma üniversite tarafından CD’leştirilmiş. Şimdilerde yazdığı şiirleri, verdiği konferansları kitaplaştırmaya yönelik bir hazırlığın içinde olan sanatçı, “Sizin aşıklarınızın yaptığı gibi ben de genelde bir öyküden hareketle şiirden müziğe geçmeyi benimsedim” diyor ve ekliyor: “Çünkü söz ve müzik bir bütündür. Özellikle son zamanlarda gruplarla değil tek başıma konserler veriyorum. Tek saz-tek ses zordur ama orkestrasyona gidildiğinde sanki müziğin özünü kaçırıyoruz. Benim şarkılarımın bir hikâyesi var ve hikâyesi olan şarkıların fazla süslenmesi gerekmez. Örneğin Midillili sanatçı Nikos Paralis sadece uduyla yüzlerce insana kendini dinletebilen bir müzik adamıdır. Ben de bu tek kişilik büyülü modeli benimsemiş bir müzisyenim. Geçen yıl gitarım ve udumla Cunda Mübadele Şenlikleri’ne de katılmıştım. Orada çok güzel, çok dost tepkiler aldım. Bence iyilik de kötülük de bu dünyada, kendi içimizde. Savaşarak öbür dünyaya gitmenin mantığı yok! Bizler barış adına konuşmalıyız. Bu özlemi ifade edebileceğimiz en güzel yol ise müzik!”


“…Ben/Ege’de kötülüklerin lodosu/ Barışın meltemiyim/Ben mavi suların derinliklerinde çipura/Midilli sahillerinde, yakamozda ahtapot/Ayvalık’ta kalamar/ Cunda’da papalinayım/Selanik’te kalamata/ Edremit’te çekişte zeytinim/Ben Aydın’da incir/ Alaşehir’de üzüm/Ben, Molivos’ta kale/ Midilli’de cami/Ayvalık’ta Taksiyarhis Kilisesi’yim/Ben Ege’de çevresine barış kokuları saçan/Dikenli bir gülüm...”

1994-1999 yılları arasında Altınova’da Belediye Başkanlığı yapan Alaattin Süberoğlu’yla mahallenin yakın tarihini, bugününü ve yarınını konuştuk. Halıcılık günlerini, ‘Alaattin’in Kilimleri’ni sorduk. Bu arada bizimle şiirlerini de paylaştı (Bu şiirlere önümüzdeki sayılarımızda geniş olarak yer vereceğiz). Süberoğlu’na bu sıcak söyleşi için teşekkür ediyoruz.

TAŞ KONAK’IN ESKİ HALİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ BENİ ÇOK SEVİNDİRDİ GÜLBENİZ ŞENTAY

-K

unduracı Hüseyin Süberoğlu’nun altıncı çocuğu olarak 1947 yılında Altınova’da dünyaya geldim. Annem Selanik göçmeni, babam Aksekili... Akseki, Toros’ların yamacına kurulmuş bir dağ kasabasıdır ve orada yaşam, dağlar kadar çetindir. Bu nedenle yapacak iş bulamayan pek çok Aksekili gibi babam da genç bir adamken geleceğini aramak üzere kasabadan ayrılmış. 1920’li yıların başında Altınova’ya gelmiş; beğenmiş ve yerleşmiş. Dükkânını açmış. Evlenmiş. Üç çocuğu olmuş. İlk eşi vefat edince hayatını annemle birleştirmiş. Rahmetli annem de üç evlat vermiş babama.

Y

apım gereği dinamik bir insanım. Her zaman hedeflerim vardı. Rabbime şükürler olsun ki, bütün hedeflerime ulaşabildim. Enerjim hâlâ çok yerinde. Kafam projelerle doluysa da artık siyasal yaşamın içinde aktif bir rol almam söz konusu değil. Çünkü iki ağır kalp krizi geçirdim. Sakin, dingin bir hayata ihtiyacım var. Yine de, kim benim deneyimlerimden, birikimlerimden faydalanmak isterse telefonum yirmi dört saat açık. Bu gemiyi yüzdürecek herkesin her zaman yanındayım. Çünkü ben Altınovalıyım, Ayvalıklıyım, Küçükköylüyüm, Cundalıyım!

Babamın kundura imalathanesi çarşının en merkezi yerlerinden birindeydi. Yanında on-on iki işçi çalışırdı. O yıllarda ayakkabıcılık, terzilik çok geçerli mesleklerdi. Çünkü hazır giyim, fabrikasyon ayakkabı yoktu. Herkes kunduracılara gider, ayağına göre ayakkabı yaptırırdı. 1950’li yıllarda Altınova’nın ayakkabı ihtiyacını dörtbeş kundura ustası karşılardı. Babam dışında Hüseyin usta, Topal Mustafa, Ahmet Tuzcu, Dursun ustanın adını hatırlayabiliyorum. Babam en iyilerindendi. Onun elinden çıkan körüklü çizmeler bambaşkaydı. Ayrıca bütün Aksekililer gibi ticari zekası vardı ve dikiş makinesi, bataryalı radyo gibi ev gereçlerinin de bölge bayisiydi. Çevre kasabalarda ve dağ köylerinde yaşayanlar radyolarını hep babamdan alırdı. Küçük küçük ticarethanelerle bir manifatura dükkânının bulunduğu Altınova’da ticaretle uğraşanların sayısı otuzu geçmezdi. Şükrü Şensal, Nusret Dervent, İbrahim Güzel gibi isimlerin zeytin sıkımı ve zeytinyağı imalathaneleri

vardı ama kasabalının ana geçim kaynağı tarımdı. Tarım, Madra çayı ile derelerin getirdiği alüvyonla zenginleşen otuz bin dönüm verimli arazi üzerinde yapılırdı. Bol miktarda pamuk ekilirdi. Adana’dan sonra lifleri en uzun pamuk yetiştiren yer Altınova’ydı. Susamdan karpuza, kabağa kadar her şeyin yetiştiği bu topraklarda ciddi boyutta tütün ekimi gerçekleştirilirdi. Yine ailelerin en az yarısı bağcılıkla uğraşır, topladıkları üzümleri kurutur, devlete satarlardı. Yani pamuğun, tütünün, üzümün kısacası tarlalardaki ürünün getirisi Altınovalının kendi yağıyla kavrulmasına yeterdi.

Orta halliden biraz daha varsıl bir aileden gelen rahmetli babam bize hiç yokluk çektirmedi. Kapısı gelene-gidene daima açıktı. Her gün dört-beş kişiyi ‘Tanrı misafiri’ olarak ağırlardık. Kozak’ın, Dikili’nin köylerinden iş takibi için Altınova’ya gelenler bizde kalırlardı. Annemin hazırlayıp büyük bir siniye koyduğu yemekleri, iki kardeş sininin iki ucundan tutar, misafir odasına taşırdık. Onlar da yer, içer, yatar, işleri bitince giderlerdi. Yüzlerini bile görmezdik. Çok zengin değildik ancak bu gelenek babamın vefatına kadar sürdü.

AYVALIK’TAKİ ORTAOKULA OTOBÜSLERLE GİDİP GELİYORDUK. BAZEN OTOBÜS ARIZALANIRDI, EVE DÖNEBİLMEK İÇİN KİLOMETRELERCE YOL YÜRÜRDÜK Bana gelince… Anne ve babam farklı kültürlerin insanlarıydılar. Bu fark benim zenginliğim oldu. Onların sayesinde son derece mutlu, keyifli bir çocukluk yaşadım diyebilirim. Her gün annemin yıkayıp iki büyük küpe doldurduğu kuru üzümlerden bir avuç alır, cebime koyar,

17


evden öyle çıkardım. Arkadaşlarımla birlikte körebe, esir almaca, birdirbir ya da ‘gucu gucu’ oynardık. Gucu gucu; küçük bir topun sopanın ucuyla ilerletilmesi ve arkanızdan aynı şekilde gelenlerin de sizi yakalamaya çalışmasına dayanan bir oyundu. Eğer bir başka oyuncu yetişir ve sopasıyla size dokunursa yanardınız. Bu oyun sayesinde iki-üç kilometre yol yürüdüğümü bilirim. Uçurtma uçurmaksa apayrı bir keyif ve özgürlüktü. Hepimizin bir uçurtması vardı. Parası olanlar uçurtmalarını renkli elişiler, yağlı kağıtlardan yapardı. Olmayanlar renkli kağıtların yerine gazeteleri kullanırdı. Akşama kadar hareket halinde olduğumuz için yorulduğumuzda caminin bahçesindeki incir ve dut ağaçları imdadımıza yetişirdi. Bir yandan dallarına salıncak kurar bir yandan da meyvelerini afiyetle yerdik. Ben de her çocuk gibi Altınova’nın tek okulunda, tarihi Merkez İlkokulu’nda eğitimime başladım. İkinci sınıfta Nazif Karadayı başkanlığında kurulan derneğin çalışmalarıyla inşa edilen 14 Eylül İlkokulu’na geçtim ve oradan mezun oldum. Merkez İlkokulu’nun yanına yapılan ortaokul henüz bitmemişti. Günde iki sefer yapan otobüslerle Ayvalık’taki ortaokula gidip geliyorduk. Bazen otobüs arızalanırdı, kilometrelerce yolu yürüyerek eve dönerdik. Özetlersem, çocuk ve gençlerin eğitim süreçleri çok sıkıntılıydı. Lise zaten yoktu. Maddi gücü olanlar bir şekilde çocuklarını okuttular ancak Altınova’da eğitim düzeyi genelde düşüktü ve üniversite mezunları parmakla gösterilecek kadar azdı. Benim de ortaokul bittiğinde liseye devam etme şansım olmadı. 15 yaşındayken İzmir’e gittim. Ünlü Hasan İkbal mağazalarının sahibi akrabamızdı. Onun yanında tezgâhtar olarak işe başladım. Daha sonra, bir süre Kemeraltı’nda işportacılık yaptım. Derken askere alındım. Teskerenin ardından Altınova’da kalmak istemedim. Çünkü çiftçi değildim, tarımdan anlamıyordum. İstanbul’da bir restoranda işe girdim. Tarabya’daydı; Dario Moreno gibi ünlülerin yemek yediği lüks bir yerdi. Fakat bir süre sonra yine İzmir’e döndüm. Bir yandan manifatura mağazasında çalışıyor, bir yandan da yurt dışına çıkmanın yollarını arıyordum. Çünkü kıt-kanaat geçiniyordum ve burada bir geleceğim yoktu. Nihayetinde İsveç’e gittim. Bir otomobil fabrikasında montör olarak çalışırken halıcılığa merak saldım. İzmir’e gelip beş günde -halı tamiri dahil- bu mesleği öğrendim. Artık Stockholm’de müzayedelerden topladığım değerli halıların satışını ve tamirini yapıyordum. Göteborg valisi bile müşterimdi. Piyasada hatırı sayılır bir yer edindiğimde IKEA’dan bir teklif geldi. Benim aracılığımla Türkiye’den mal almak istiyorlardı. Kabul ettim. Bizden tam yirmi beş milyon dolarlık halı aldılar. Arkasından kilim istediler. Bu işleri kotarmak amacıyla Türkiye’ye döndüm. Tesis ve depolarımı Altınova’da kurdum. Yılda seksen bin metrekare kilim pazarlıyordum. 1981’de Balıkesir vergi rekortmeni, 1991’de ise Türkiye Kilim İhracat Birincisi oldum. Temin ettiğim kilimler on yedi ülkeye gönderiliyordu. Amerika’da da ‘Alaattin’in Kilimleri’ diye satılıyordu.

BELEDİYE BAŞKANIMIZ ALTINOVA’NIN EŞSİZ SAHİLİNE GEREKEN DEĞERİ VE ÖNEMİ VERDİĞİ İÇİN BİR ALTINOVALI OLARAK TEŞEKKÜR EDİYORUM Mesleğimin altın çağını yaşarken Ali Güreli ile Altınova’da yazlığı bulunan ve o günlerde Milli Eğitim Bakanı olan Avni Akyol 1994 yerel seçimlerinde belediye başkanlığına Anavatan Partisi’nden adaylığımı koymamı istediler. Sosyal demokrattım ama öyle ısrar ettiler ki, “Hayır!” diyemedim. Aday oldum. Eski eşimin de desteğiyle başarılı bir kampanya yürüttük. Hemen her eve girerek, herkese

18

SİZİN PAMUKLARINIZ SEYREKLENECEKMİŞ. BENİM TAYFALARIM VAR. İŞE TALİBİM!

Ç

ocukken lider bir yapım vardı. Hiç unutmam, on yaşlarındaydım. Arkadaşlarım pamuk seyreklemeye giderlerdi. Ben de onlara özenirdim. Nihayet bir gün onlarla tarlaya gidebilmek için babamdan yalvar-yakar izin aldım. Biz on beş çocuktan bir kâhya sorumluydu. Kâhya hiç çalışmadan oturuyor; biz beşer lira kazanıyorsak, o her birimiz için bir lira kazanıyordu. Tarladaki üçüncü günümde Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’in babası Ümit Gençer’in karşısına çıktım, “Sizin pamuklarınız seyreklenecekmiş. Benim tayfalarım var. İşe talibim!” dedim. Ümit Bey gülümseyerek, “Allah Allah!” dedi ve ekledi: “Haydi git, getir o zaman!” Mahalledeki çocukları topladım. Gittik. O iş bitti, Osman Şensal’ın pamuklarına başladık. Bir ara Osman abi yanıma geldi ve “Ne o, sen çalışmıyor musun?” diye sordu. Ben de, “Ben kâhyayım! Kâhyalar çalışmaz! Ama geride kalan olursa ona yardım edeceğim!” dedim.


GÜNDÜZLERİ AHIR OLARAK KULLANILAN MEKÂNDA GECE FİLM SEYREDİLİYORDU

A

ilece en büyük eğlencemiz sinemaydı. Altınova’nın üç sineması vardı. Biri Ziya Şensal’ın fabrikasının karşısındaydı. Gündüzleri ahır olarak kullanılan mekân, köylüler atlarını, eşeklerini alıp gittikten sonra temizlenir, sandalyeler dizilerek sinemaya dönüştürülürdü. Sahibi Şakir Güngör’dü. Diğeri ise Uzun Ömer’e aitti. Faruk Öner’in mülkünün olduğu yerde, eski hamamla aynı bahçedeydi. Daha sonra Abbas Özel Selimiye’de, Orta Cami’nin yanına hem yazlık hem kışlık sinemalar açınca rekabet arttı. Çünkü nüfusun yüzde seksen beşi bu mahallede yaşıyordu. Ali Özen’in yazlık sineması da faaliyete geçince Merkez’dekiler boşaldı. Sinemacılar arasında kızışan yarış elbette ki halka yarıyordu. Ucuza film seyrediyorlardı. ulaşarak seçimi kazandım. Altınova’nın çözüm bekleyen pek çok sorunu vardı. Bu nedenle belediye personeline çok çalışmamız ve işimizi en iyi şekilde yapmamız gerektiğini anlattım. Göreve geldiğimde belediyenin ciddi bir borç yükü altında olduğunu gördüm. Kasa bomboştu. Personelin maaşlarını ödeyecek paramız bile yoktu. Kampanya döneminde bana oy versin ya da vermesin bütün Belediye çalışanlarının maaşlarını aksatmadan ödeyeceğime dair sözüm vardı. İlk üç ay, kendi hisse senetlerimi satarak personel maaşlarının günü gününe verilmesini sağladım. Bu üç ayın ardından zaten sistem oturdu. Gelirler, gideri karşılar hale geldi. Çalışanlar beş yıl boyunca tüm sosyal haklarını ve maaşlarını düzenli olarak aldılar. Bu arada, cebimden ödediğim maaş tutarlarının bana iade edildiğini ve borçsuz bir belediye devrettiğimi de belirtmek isterim. Dediğim gibi paramız yoktu ancak Altınovalı ulaşımdan sağlığa hizmet bekliyordu. Önce suyla ilgili sıkıntıları gidermeye çalıştık. Ardından elimizdeki hurda araçları kendi imkânlarımızla tamir ettirdik. Çok sayıda aracımız bulunmasına karşın bu araçların kullanılacağı hizmet alanları yaratılmamıştı. Fen ve İmar İşleri ile toplandık. İmar planı üzerinden gerek yeni açılacak gerekse asfaltlanacak yolları saptadık. İskele mevkiinin İzmirÇanakkale yoluna bağlanması benim için ayrıca önem taşıyordu. Çünkü bu eşsiz sahilin kafeleri ve balıkçı lokantalarıyla ikinci bir Cunda olacağına inanıyordum.

Nitekim öngörülerimin yavaş yavaş gerçekleştiğine tanık oluyorum. Bu konuya Belediye Başkanımızın da gereken değeri ve önemi vermesi beni ayrıca mutlu ediyor. Kendisine bir Altınovalı olarak ayrıca teşekkür ediyorum. Kısacası Madra Çayı’nın getirdiği ham malzemeyle İskele mevkii dahil bütün yolları kısa sürede açtık. Aynı zamanda atıl konumdaki asfalt şantiyemizi faaliyete geçirdik. Bir yıl içerisinde Altınova’nın tamamını asfaltlayarak en önemli sorunlardan birini çözmüş olduk. Zira göreve geldiğimde kasabamın yüzde yetmişi toz-toprak içindeydi. Kışın sokak araları çamurdan geçilmezdi. Ayağı su birikintisine batmadan okula giden tek bir çocuk yoktu. Altınova’dan çamuru, tozu, toprağı temizlerken bir yandan da kasabaya yeni iş sahalarının açılması, turizmle uğraşanların daha profesyonel ve rantabl koşullara kavuşmaları adına çaba sarf ediyordum. Bu amaçla bütün çalışanları Altınovalı olmak koşuluyla bir gözlük fabrikası kurulmasının önünü açtım. Konut projesiyle inşa edilmiş iki katlı turistik tesislerin beş kata çıkmasını sağladım. Ayrıca belediye işçileriyle ihtiyacı olan vatandaşların yakacaklarını karşılamak üzere İzmir yolu çıkışına yedi bin çam ağacı diktim. En büyük arzum Altınova’ya bir sağlık kuruluşu kazandırmaktı... Yönetimi topladım. Düşüncemi onlarla paylaştım. Onaylarını aldım. Asfaltlama biter bitmez Hastane Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ni kurduk. Prof. Aykut Kazancıgil’i iyi tanıyordum. Onun sayesinde

19


Prof. Utarit İzgi hastanemizin mimari projesini hiçbir maddi karşılık beklemeden çizdi. Tıbbi proje için de Aykut hoca destek verdi. Mehmet Siray ise tasarı üzerinden projeyi hazırlamayı üstlendi. Her birine bir kez daha teşekkür ediyorum.

ALTINOVALILARIN PARALARIYLA YAPILAN HASTANE BİNASININ YİNE SAĞLIK AMAÇLI KULLANILACAK OLMASI SEVİNDİRİCİ BİR GELİŞME Bağışlar için açtığımız hesapta paralar birikmeye başlamıştı. 1995 yılında yüz yataklı hastanemizin temelini attık. 1997’de bitirdik ve binayı, gerektiğinde bir katının sağlık eğitiminde kullanılmasına da imkân tanıyarak, Sağlık Bakanlığı’na devrettik. Ancak arada iktidarlar değişti filan, hastane bir türlü açılamadı. Derken polikliniklerin bulunduğu bir ünite ve çamaşırhane faaliyete geçirildi. Hekim ihtiyacı Ayvalık’tan karşılanıyordu. Fakat yarım gün Altınova’ya gelen doktorların çoğu bu uygulamadan pek hoşnut değillerdi ve memnuniyetsizliklerini de hastalara belli ediyorlardı. Neticede insanlar polikliniğe gitmemeye başladılar. Hasta olmadığı gerekçesiyle poliklinik kapatıldı, bina uzun süre kaderine terk edildi. Ayvalık’a güzel bir hastane yapılınca Altınova’da artık hastaneye gerek kalmadığına karar verdim ve binanın hastane dışında bir amaç için kullanılmasına direnmekten vazgeçtim. Balıkesir İl Sağlık Müdürlüğü’yle görüştüm. Sağlık amaçlı inşa ettiğimiz yapının yine aynı amaca hizmet etmesi konusunda anlaştık. Yatılı Sağlık Kız Meslek Lisesi’ne dönüşebilmesi için gereken adımlar atıldı. Kaymakamımız Namık Kemal Nazlı, Belediye Başkanımız Rahmi Gençer ve Meclis üyelerimizin de çabalarıyla binanın tapusu Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi. Sanırım prosedür tamamlanmak üzere. Altınovalıların paralarıyla yapılan hastane binasının yine sağlık amaçlı kullanılacak olması sevindirici bir gelişme. Çünkü atıl vaziyette bırakılsaydı vatandaşa mahcup olacaktık. Bu arada bir açıklamada bulunmak istiyorum... Binayı teslim ettiğimizde Sağlık Bakanlığı, hastanenin adını bizim koymamızı istemişti. Durumu dernek üyelerimizle paylaştım ve bir isim bulmalarını rica ettim. Kendi aralarında görüştüler ve “Bu hastane senin fikrinle, çabalarınla, inancınla yapıldı. Bizler sadece aldığın kararların altına imzamızı attık. Bu nedenle senin adını vereceğiz. Hem gelecek diğer başkanlara da örnek olur. Onlar da okul yaptırır, tesis açarlar” dediler. Bütün itirazlarıma karşın geri adım atmadılar. Yani ismimin verilmesi böyle oldu.

20

O YILLARDA ALTINOVA’DA BIRAKIN SOSYAL TESİSİ, BİR ÇAY BAHÇESİ DAHİ YOKTU Hastane inşaatı sürerken Altınova’nın diğer eksiklerini de hızla tamamlıyorduk. Asfaltlamaların ardından özürlü rampalarıyla birlikte kaldırımları yaptık. Bu Türkiye’de bir ilkti. Peşi sıra Altınova’ya yakışmayan ve ‘hela’ tabir edilen umumi tuvaletlere el attık. Bu tuvaletler hijyen koşullarından uzaktı. Kısacası, pisti! Bir tanıdığım geldiğinde inanın utanıyordum. Seçimlerden önce verdiğim söz gereği o tuvaletleri yıktım. Beş farklı noktaya engelli rampaları, çocuk bakım odaları bulunan çağdaş tuvaletler inşa ettik. Hatta Pazaryeri’ndekine duş dahi koyduk. Tabii önceleri beni "Tuvaletçi Başkan!" diye eleştirenler oldu. Fakat sonra teşekkür ettiler. Engelli tuvaletleri de

ERKEK EVİNİN SORUMLULUĞUNDAKİ DÜĞÜNLERİN ORGANİZASYONUNU ‘EFE BAŞI’ YAPARDI

G

eçmiş yıllarda Altınova’da sosyal hayatın bir parçası da şenlik havasında geçen ve üç gün-üç gece süren düğünlerdi. Bulgaristan ve Yörük geleneklerinin birbirine karıştığı düğünler evlerin iç avlularında yapılırdı. Erkek evinin sorumluluğundaki düğünlerin organizasyonunu ‘efe başı’ yapardı. Ayvalık Hamdibey Mahallesi’nden gelen müzisyenler defler, darbukalar eşliğinde şarkılar söylerken davetli genç kızlar kalkar, oynarlardı. Bu seremoni sırasında kasabanın delikanlıları kendilerine kız beğenirlerdi. Eğer bir delikanlı oynayan kızlardan birine para atarsa, diğer gençler para atan delikanlının o genç kızda gönlü olduğunu anlar ve ondan uzak dururlardı. Düğünün ertesinde ise gençler gelinin önünü keser, ancak efe başına, gençlere dağıtmak üzere bir harçlık verildiğinde gelinin yolunu açarlardı.


Türkiye’de ilk bizim başlattığımız bir uygulamadır. Çok şükür, toplulaştırma projesinden de yüzümün akıyla çıktım. Altınova’da yazlığı bulunan Ali Bozer, Dışişleri Bakanlığı sırasında Madra Barajı projesinin hükümet programına alınmasını sağlamış ve Altınova’ya sulama amaçlı güzel bir baraj yapılmıştı. Ben de vatandaşların farklı yerlerdeki arazilerini bir araya getirmeyi başardım. Toprak altından tarlalara kadar uzanan sulama boruları döşendi. Çiftçimiz bir kuruş mazot parası ödemeden, sadece vanasını açarak tarlasını suladı. Bu hizmetin verilişi sırasında ihaleyi alan firmaya sahile giden yolları genişletmeleri şartını koymuştum. Böylece her iki yolun da genişletilmesini sağladık. Barajın yapımı aşamasında ise olmayanı oldurduk. Uzun uğraşlar sonucu bağlanan bir vana ile kasabaya su tahsisini gerçekleştirdik. Altınovalıların bir başka gereksinimi de anaokuluydu. Belediyemize ait atıl bir binayı restore ettirdik ve anaokulumuzu açtık. Keza, Altınova Otogarı’nı yaptık. Elbette verilen bütün hizmetleri burada saymam mümkün değil. Ama ekibimle birlikte çok çalışıyor ve yol alıyorduk. Bu noktada her şeyi çalışanlarımla birlikte başardığımızı söylemeliyim. Evet, ben fikir üretiyordum ama onlar da beni destekliyorlardı. Son projemin de yine onların sayesinde hayat bulduğunu söylemeliyim. O yıllarda Altınova’da bırakın sosyal tesisi, bir çay bahçesi dahi yoktu. 1998 yılında halkın yaz aylarında bahçesinde serinleyeceği, kışın sevdikleriyle birlikte keyifli saatler geçirebilecekleri bir sosyal tesis projesi hazırladım. Çamlık bir arazimiz vardı. Dağ evi esprisinde ve Altınova’ya has Aktepe taşları kullanarak binayı inşa ettik. Sulama sistemlerini kurduk. Parkı yeşillendirdik. Bahçesinden suların fışkırdığı, derelerin aktığı güzel bir dinlence yeri oldu. Ana binanın bitişiğine ise gençler için duşları, soyunma odalarıyla bir tenis kortu yapmıştım. Aynı zamanda insanımızın ailece gelip kahvaltısını, yemeğini yiyebileceği tesis 1998 yılında bitti. Altınovalıyı çoktan hak ettiği böyle bir tesisle buluşturacağım için çok mutluydum. Ancak 1999 seçimleri yaklaşıyordu. Ben sağlık sorunlarım nedeniyle yeniden adaylığımı koymayacağım için Taş Konak’ın açılışını yeni başkanın yapmasını tercih ettim. Saygı anlayışım bunu gerektirmişti. Ne yazık ki yeni başkanın ilk icraatı başka bir alana ekmek üzere bitkileri söküp, havuzu kapatmak oldu. Peşi sıra “Altınova’da tenis oynamayı bilen yok!” gerekçesiyle tenis kortunu halı sahaya çevirdi. Sonrasında; parkıyla, bahçesiyle, restoranıyla Altınovalının hizmetine sunulan tesis özel şahıslara kiralandı. Hatta bir dönem gece kulübü olarak işletildi. Tam on sekiz yıl sonra Rahmi Başkan bana müthiş bir sürpriz yaptı. Yıllardır kapısı halka kapalı olan Taş Konak’ı eski haline dönüştürerek hem Altınovalıların hem de çevre il ve ilçelerin hizmetine açtı. Ne kadar sevindiğimi anlatamam!

...Ben Senin gibi gülüp Senin gibi ağlayan Zorba’nda Sirtaki Karadeniz’de horon Ege’de Zeybek oynayan Anlasana be kardeşim Şartların getirdiği Beş yüz yılda Ben sen olmuşum Sen de ben!

BULGARİSTAN GÖÇMENLERİ DÜRÜST, OLUMLU, ILIMLI VE ÇOK ÇALIŞKAN İNSANLARDIR

S

ahile dört kilometre mesafede olmasına karşın Altınova’da halk yıllarca denizi sadece uzaktan seyretmişti. 1965 yılına gelindiğinde insanlar at arabalarıyla sahile gelip ağaç altlarında piknik yapmaya başladılar. Aileden birkaç kişi, en çok da küçük çocuklar o arada denize girerlerdi. 1970’li yıllarda Profesörler Sitesi’nin kurucu grubu sahilde örnek bir site yaptılar. Onun hemen yanına da SSK mensuplarına ait bir site inşa edildi. Böylece sahile olan ilgi giderek arttı ve bir zamanlar sadece mesire alanı olan sahil, sitelerle, yazlıklarla doldu. Bu gelişme her ne kadar yavaş gerçekleşse de Altınova’yı değiştirdi ve en çok da Bulgaristan’dan göç edenleri etkiledi. Nasıl mı? Eskiden beş bin yıllık köklü bir geçmişe sahip olan kasabanın topraklarının yüzde yetmişi yaklaşık yirmi aileye aitti. Bulgaristan’dan gelenlere de ‘muhacir hakkı’ adı altında toprak verilmişti. Ancak bu topraklar genellikle tarıma elverişli olmayan deniz kenarlarında yer alıyordu. İşte bu yüzden muhacirlerin çoğu kendi arazilerini ekip-biçemediler. Toprak zenginlerinin yanında ırgatlık yaptılar. Fakat 1970’li yıllarda şartlar değişti ve muhacirlerin deniz kıyısındaki arazileri değerlendi. Pek çok muhacir arazisini paraya çevirdi. Kimileri o paralarla yeni, verimli topraklar, traktörler aldılar. Bulgaristan göçmenleri dürüst, olumlu, ılımlı ve çok çalışkan insanlardır. Hele kadınları… Çocukluğumda insanların birbirine sık sık şöyle dediğini duyardım: “Bir traktör alacağına, üç tane göçmen gelin al! Onlar bir traktörün yaptığı işi yapar!” Gerçekten de bu aileler çok çalıştılar. Yedikleri her lokmada yüzlerinin akı, alınlarının teri vardı. Onların çocukları ise tarımda ciddi yol kat ettiler ve ekonomilerini düzelttiler. 1970’lerin gözde ürünü patatesti. Denemek için ekilen patates Altınova’da yeni zenginler yarattı. Yıllarca ağaların yanında çalışan bu insanlar gerçekten de bileklerinin hakkıyla birikimlerini yaptılar. Ancak bugün bütün üreticiler gibi onların da devlet tarafından gübreden mazota desteklenmesi şart. Altınova’mızda organik tarıma geçilmesi, gıda ve tarıma dayalı üretim tesislerinin kurulması en büyük dileğim. Son yıllarda Altınova’da devlet destekli hayvancılık yapılmaya da başlandı. Bu çok güzel bir gelişme. Kooperatifler aracılığıyla sütler toplanıyor. Ancak en kısa sürede süt ürünlerinin üretimine geçmeleri gerektiğine inanıyorum. Zira şu an sütü sattıkları fiyatla bu işi yürütmeleri imkânsız görünüyor bana.

21


İlk kez düzenlenmesine rağmen katılım yüksekti

Ü

AHMET YORULMAZ ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU

ç yıl önce aramızdan ayrılan yazar Ahmet Yorulmaz anısına düzenlenen ‘Ayvalık Hakkında Her Şey’ fotoğraf ve ‘Mübadele Öyküleri’ yazın yarışmalarını kazananlara ödülleri düzenlenen bir törenle verildi. Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Ticaret Odası Başkanı Benhan

İbrahim Kantarcı ve çok sayıda sanatseverin katıldığı törende konuşan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Ayvalık’ta okuma alışkanlığının yaygınlık kazanmasına önemli katkılarda bulunan Ahmet Yorulmaz, aynı zamanda kentimizin kimlik arayışını başlatan ilk yazarımızdır” dedi.

ÖDÜL KAZANANLAR Mübadele Öyküleri Yazın Yarışması: Birinci: ‘Mübadele Yolcusu Kalmasın’, Simge Alan İkinci: ‘Sevgi Bağı’, Sümeyye Karaman Üçüncü: ‘Gülcemal’, Nur Ece Durak Fotoğraf Yarışması: Birinci: ‘Ayvalık Zeytin Ağacı’, Şevket Koca İkinci: ‘Ayvalık Sokaklarında Piti Piti Kar Yağıyor’, Keysun Çetinkaya Üçüncü: ‘Denizin Emekçileri’, Yıldırım Alp Mansiyonlar: -‘Yorumsuz’, Ayhan Kadan

-‘Doğa ve Çocuk’, Burcu Solmaz -‘Ayvalık Sokağı’, Gamze Oğuztürk -Bulutlar Güneşte Demlenen Zamanı Yudumluyordu’, Mustafa Kasırga, -‘Ayvalık’ta Gün Batımı Bir Rüya Gibidir’, Şevket Koca -‘Zamansız’, Metin Uçak -‘Yorgun Deniz Paşa Limanında Durulmuş, Batan Güneşin Renklerine Teslim Olmuş’, Murat Elmacı -‘Yorumsuz’, Sabriye Çelik Jüri Teşvik Ödülü: -‘Kim Bilir Kaç El Değdi, Heyecanla Bekledi’, Pınar Aran

Fotoğraf Yarışması Birincisi ‘Ayvalık Zeytin Ağacı’ Şevket Koca


Fotoğraf Yarışması İkincisi ‘Ayvalık Sokaklarında Piti Piti Kar Yağıyor’ Keysun Çetinkaya

Fotoğraf Yarışması Üçüncüsü ‘Denizin Emekçileri’ Yıldırım Alp 23


Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com

Selam olsun…

Ö

mrünün büyük bir bölümünü Ayvalık’ta geçirmiş ve bir şey söyledi. “Biliyor musun Hüseyin,” dedi, “Mahallede kasabamızla bağlarını hâlâ çok derin bir şekilde artık çocuk sesi yok.” Anladım, üzüldüm. Çünkü bizim sürdüren biri olarak; bir zamanların Ayvalık’ının mahallemizin o dönemlerdeki en büyük zenginliği birsokaklarını, çarşısını, plajlarını, mahallelerini, sinemalarını, iki hane dışında hemen her evde en az üç-dört çocuk yaşantısını, insanını, belleğimin arka odalarından çıkarıp olmasıydı. Üstelik her kuşağın kendi yaşıtlarından oluşan bu satırlarda sizlerle paylaşmaya çalışıyorum. Bütün bir zenginlikti bu. isteğim, o zamanları, o insanları, o Ayvalık’ı; bilmeyenlerin öğrenmesini, unutanların hatırlamasını sağlamak. Ama “Her Örneğin biz; en küçükleri ben olmak üzere dört kardeştik ve büyük ablamın ayrı, küçük ablamın ayrı, ağabeyimin ve horoz kendi çöplüğünde öter!” sözünden hareketle, her benim ayrı çevremiz, yaşıtlarımız ve arkadaşlarımız vardı. ne kadar eski Ayvalık’ı bütün hücrelerimle yaşamış olsam Hiçbir şeyin yoksunluğunu çekmeden büyüdük. Çünkü da -teşbihteki hatanın affedilmesi dileğiyle- galiba benim yaşantımız, beklentilerimiz, özlemlerimiz hep o mahalle esas ‘çöplüğüm’ kültürü tarafından de zaman belirleniyordu. Fotoğraf için Semih Durak'a teşekkür ederiz. zaman sizlerle Önümüz deniz, genel hatlarıyla arkamız çam paylaştığım 41 ormanıydı. Evler Mahallesi… Denizdeki bütün Eminim bu satırları balıklar, kıyıdaki okuyan her bütün midye ve Ayvalıklı; sonraki karadikenler, yıllarda ayrılsa, ağaçlardaki bütün başka yerde fıstıklar, zaman yaşamak zorunda zaman azar kalsa bile ilk olarak işitsek de komşu içine doğduğu, bahçelerdeki bütün büyüdüğü meyveler elimizin mahallesi altındaydı, daha ne için benim 41 isterdik ki? Evler hakkında Benim cephemden hissettiğim ve bakılınca da işin yıllardır hiç üzücü tarafı; bütün eksilmeyen aynı ‘ait çocukluğumuz olma duygusu’nu boyunca; şu taşıyordur. ya da bu özellikleriyle bizlere örnek olmuş, bizi kendi İnanılmaz bir meslek zenginliğine sahip, toplumun hemen çocuklarıymışçasına sevmiş, kollamış büyüklerimizin de her kesiminden ailelerin yaşadığı, fiziki olarak Ayvalık’ın birer birer aramızdan ayrılmış olmaları. Mahallemizde içiyle Çamlık Mahallesi’nin arasında yer almasının yanı sıra, artık çocuk sesi duyulmadığı gibi, o tanıdık, zaman zaman sosyal olarak da Ayvalık’ın bu iki ucunun tam ortasında bir başımızı okşayan, hatırımızı soran, başımız sıkıştığında denge unsuru gibiydi 41 Evler. yanımızda onlardan birisini mutlaka bulduğumuz, bir kusurumuzu gördüklerinde kendilerinde bizi azarlama En önemlisi; güzel insanlardan oluşan, güzel bir hakkını gören (ki sonuna kadar vardı) amcalarımızın, mahalleydi bizimki. Ne kadar değerli olduğunu ancak teyzelerimizin ve hatta ikinci kuşak abla ve ağabeylerimizin ileri yaşlarımızda anlayabileceğimiz, görünmez bir sevgi birçoğu da artık yoklar. haresiyle çevrelenmiş bir ‘korunma duygusu’yla büyüdük. Her büyüğümüz adeta mahalledeki her çocuktan sorumlu Bunun kaçınılmaz bir doğal döngü olduğunu bilmek insanın hissederdi kendisini. içini pek de rahatlatmıyor doğrusu. Evet çocuklar büyüdüler ve büyükler, artık sönmüş olmalarına rağmen ışıkları Ayvalık’a son gelişimde, her zaman yaptığım gibi, ‘ebedi’ hâlâ sonsuzluğun içinden bize ulaşan yıldızlar olarak komşumuz Yurdan (Şalmanlı) ablamı ziyaretimde, onun gökyüzündeki yerlerini aldılar. o olağanüstü güzellikteki bakonunda Cunda’ya karşı kahvelerimizi içerken yaptığımız sohbette bana çok trajik Hepsine selam olsun.

24


7’den 70’e yüzlerce Ayvalıklı katıldı

BAHARIN MÜJDECİSİ HIDIRELLEZ BU YIL YİNE ÇAMLIK KIR KAHVESİ’NDE KUTLANDI

A

yvalık Belediyesi, her yıl olduğu gibi, bu yıl da baharın müjdecisi hıdırellezde bir şenlik düzenledi. Çamlık Kır Kahvesi’ndeki Şenliğe Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Başkan Yardımcısı Gökay Bacan, Meclis üyeleri ve vatandaşlar katıldı. 7’den 70’e yüzlerce Ayvalıklının keyifli saatler yaşadığı şenlikte hıdırellez buluşmalarının daimi orkestrası Grup Gardaş sahne aldı ve sevilen şarkıları seslendirdi. Buluşmaya katılanlara Ayvalık Belediyesi Aşevi tarafından hazırlanan tavuklu pilav ve lokma ikram edildi.

Ayvalık Belediyesi Cumhuriyet Meydanı’nda dev ekran kurdu

FENERBAHÇE’NİN AVRUPA ŞAMPİYONLUĞU AYVALIK’TA DA HEP BİRLİKTE KUTLANDI

F

enerbahçe-Olympiakos THY Euroleague şampiyonluk maçını, Ayvalık Belediyesi tarafından Cumhuriyet Meydanı’nda kurulan dev ekranda sadece SarıLacivertliler değil, farklı takımları tutan çok sayıda sporsever bir arada izledi. Fenerbahçe’nin maçı 80-64 kazanarak Avrupa şampiyonu olmasının ardından yapılan kutlamalara Belediye Başkanı Rahmi Gençer de katıldı. Maçın dostluk duygularıyla ve hep birlikte izlenmesinden duyduğu mutluluğu dile getiren Gençer, ulusal düzeyde başarılara imza atan diğer takımların maçlarını da yayınlayacaklarını söyledi.

HAMDİBEY MAHALLESİ’NDE DÜZENLENEN GECE NEŞE İÇİNDE GEÇTİ Ayvalık Belediyesi ve Bir Ömür Roman Derneği, Hıdırellez nedeniyle Hamdibey Mahallesi’nde bir eğlence gecesi düzenledi. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Başkan Yardımcısı Gökay Bacan ve CHP İlçe Başkanı Ahmet Toker’e plaketlerin verildiği etkinlikte Romanların sevilen sanatçılarından Soner Aydın sahne aldı. Gecede bir konuşma yapan Gökay Bacan, katılan herkese teşekkür ederek baharı her yıl artan bir coşkuyla kutlamaya devam edeceklerini söyledi.

Bu arada, Beşiktaş’ın ligin bitmesine bir hafta kala Gaziantepspor’u 4-0 yenerek şampiyonluğunu ilan ettiğ maç için de yine Cumhuriyet Meydanı’nda dev ekran kuruldu. Meydanı dolduran Beşiktaş taraftarları şampiyonluğu büyük bir sevinçle kutladı. Meydan yakılan meşalelerle gündüz gibi oldu.

25


Akademik Bakış

Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com

T

Edremit Körfezi ve Ayvalık turizm potansiyeli, öncelikler ve bölgesel pazarlama stratejileri

urizm ve çevre ortak bir ilişkiyi simgeleyen kavramlar. Çevre bir turizm kaynağı olma özelliğini taşırken, turizmin var olması için çevrenin yaşaması gerektiği, doğanın ve çevrenin aleyhine gelişen bir turizmin kendi kaynağını tüketeceği açık bir gerçek. Başarılı bir turizm faaliyeti için temiz ve düzenli çevreye ihtiyaç var. Turistlerin doğa koruma ve çevre sorunlarına gittikçe daha duyarlı oldukları gözleniyor. Dolayısıyla, alternatif turizmde yerel örf ve adetlere saygı gösteriliyor, çevre ve doğanın korunmasına aşırı önem veriliyor. Eko turizm sayesinde çevresel değerler korunurken, kırsal ve endüstrileşmiş bölgelerde ekonominin çeşitlilik kazanması, eko turistlerin kalış sürelerinin uzamasıyla harcadıkları döviz miktarlarının artmasını ve milli ekonominin gelişmesini sağlar. Yerel ekonomiyi canlandıracak mal ve hizmete olan talep artarak, konaklama tesislerinin doluluk oranları yükselir. Eko turizmin belirttiğimiz pozitif katkılarının tersine, ‘Kirleten öder’ prensibi benimsenerek, yerel halk ve yatırımcı da eko turizme entegre edilmeli, turizmden elde edilen gelir vergilendirme yoluyla özellikle altyapı, çevre koruması ve kamu hizmetlerinin temininde kullanılmaya yönlendirilmelidir. Türkiye’nin çok hızlı büyümesi, özellikle turizm bölgelerinde aşırı yoğunlaşmaya ve büyük ölçüde yapılaşmaya neden oldu. Önemli turistik beldeler artık yeşilliklerin ve doğal güzelliklerin hakim olduğu yerler olma özelliklerini kaybetti. Bu nedenle turizm yatırımlarının önemli ölçüde yoğunlaştığı Alanya ve Kuşadası gibi turizm merkezleri artık önemli tur operatörleri tarafından boykot edilmeye başlandı. Aslında kıyıların aşırı yapılaşmasının sorumlusu turizm değil. Ege-Akdeniz kıyıları 4 bin km. uzunluğunda sahil şeridine sahip. Bu şerit üzerinde birçok yerleşim alanı mevcut. Bu yerleşim alanları 28 bin151 hektarlık bir alan kaplıyor. Bu alanın %54’ü kentsel alan, %32’si ikinci konut ve sadece %14’ü turizm alanı. Türkiye’nin çevresel olarak en ciddi sorunu ikinci konutlar. Birçoğunun çok ciddi altyapı sorunları var. Büyük ölçüde atıl kapasite oluşturmakta olan ikinci konutların mutlaka sınırlandırılması gerekiyor. Turistik yörelerde kentsel nüfus süratle artıyor, ikinci konut ve kentsel konut talebini doğuruyor, mahalli idareler kendilerine verilen imar planlama yetkisini bazı durumlarda etkin bir şekilde kullanamadığı için yapılaşma dengeli bir şekilde gelişemiyor. Dünyada özellikle son yıllarda eko-turizm oldukça kabul gören aktiviteler arasında. Örneğin, Dünya Turizm Örgütü (WTO) 2002 yılını ‘Eko Turizm ve Dağlar Yılı’ olarak ilan etti. Eko turizm teriminin sürdürülebilir turizmle aynı şey olmadığını belirtmekte yarar ve gereklilik var. Sürdürülebilir turizm endüstrisinin tüm alanları için zorunludur. Eko turizm, diğer bütün türlerden daha yüksek düzeyde sürdürülebilir gelişme sağlamak için çaba göstermek zorunda. Eko turizm aktivitelerinin yapıldığı alanlar bugün dünyada ve günümüz Türkiye’sinde korunmuş alanlar statüsünde olan (Milli parklar, tabiat parkları, tabiatı koruma alanları, doğal sitler, uluslararası anlaşmalarla korunan alanlar, Ramsar sitleri gibi) alanlarda gerçekleşiyor. Bu nedenle diğer bütün türlerden daha yüksek düzeyde sürdürülebilir gelişme bekleniyor. Bu noktada, Edremit Körfezi ve Ayvalık yöresinde geliştirilecek eko turizm çeşitlerini şöyle sıralayabiliriz. -Dağ-Doğa Yürüyüşü (Trekking): Bölge, Alp-Himalaya kıvrım

26

kuşağı üzerinde yer alması nedeniyle flora ve faunasıyla çok zengin olan dağ ve sıradağlara, dolayısıyla dağ-doğa yürüyüşü için önemli bir potansiyele sahiptir. Proje kapsamında, bölgenin arz kapasitesinin geliştirilmesi, alternatif turizm alanlarının koruma kullanma dengesi içerisinde hizmete sunulması ve tanıtılması gerekmektedir. -Akarsu Turizmi: Bölgenin sahip olduğu zengin, doğal kaynaklardan biri de akarsulardır. Bu akarsuların önemli bir bölümü rafting, kano ve nehir kayağı için çok elverişlidir. Bu akarsuların belli disiplin ve taşıma kapasiteleri belirlenerek turizm talepleri doğrultusunda geliştirilmesi hedeflenmelidir. -Bisiklet Turları: Eko turizm yaklaşımı ile ele alınan trekking, rafting vb... turizm aktivitelerinin yanında yine cazip bir doğa sporu olarak giderek daha çok ilgi ve talep gören bisiklet turlarının geliştirilmesi ve güzergâh çeşitliliği yaratılmasına yönelik faaliyetler bölgede planlanmalı ve kısa zamanda hayata geçirilmelidir. -Atlı Doğa Yürüyüşü: Atlı doğa yürüyüşü ülkemizde Kapadokya, Kastamonu, Antalya ve Muğla gibi yörelerimizde seyahat acentaları tarafından düzenlenmektedir. Ancak geliştirilmesine yönelik faaliyetler arttırılmalıdır. Çünkü bu turizm aktivitesi oldukça yüksek döviz girdisi elde edilebilecek aktiviteler arasında yer almaktadır. Edremit Körfezi bu spor için oldukça elverişli alanlara sahiptir. -Sportif Olta Balıkçılığı: Sportif, rekreasyonel ve animatif faaliyetler bu yöndeki ihtiyaçları karşılayarak, konaklama süresini uzatan, dolayısıyla turizmin ekonomik katkısını arttıran faaliyetler olarak ülkemiz açısından büyük önem taşımaktadır. Sportif olta balıkçılığının bu doğrultuda, özellikle giderek artan doğayla baş başa kalma ihtiyacını karşılayabilecek rekreasyonel spor olarak ele alınması gerekmektedir. -Kuş Gözlemciligi (Ornitoloji) ve Fotosafari: Özellikle kıtalar arasında, güney-kuzey ve kuzey-güney bazen doğu-batı ve batı-doğu yönünde göç eden kuşların kullandıkları köprülerden en önemlilerden biri belki de en önemlisi Anadolu’dur denebilir. Gerek kara, gerekse su habitatlarıyla bu kuşlara, yılda en az iki kez ev sahipliği, birçoğuna ise üremeleri için konak görevi yapan kara parçası yine Anadolu’dur. Türkiye Ramsar sözleşmesine taraf olmuş ve uluslararası öneme sahip pek çok Ramsar siti (sulak alanı) bulunmakta ve bu bölgelerde pek çok kuş türü kışlayıp, üremektedir. -Kültür (Gastronomi) Turizmi: Bu başlıkta yerel gastronomiye de değinmek faydalı olacaktır. Ayvalık’ta tarihi çevrenin korunması ve kültürel yaşam ihtiyaçları içinde yeniden yaşama kazandırılması, mevcut yapı varlığının iyileştirilmesi, planlı ve çevreye saygılı yeni yapılar elde edilmesi üzerine kurulu projelerin yanı sıra tanıtım konusu da önem kazanmaktadır. Türkiye’nin en büyük kentsel sit alanına sahip Ayvalık; tabiatı tahrip etmeyen, çevreye ve mirasa saygılı, katılımcı bir kent karakterini yükseltme gayretiyle yönetilmektedir. İlçe merkezinde 1517, Cunda Adası’nda 317 tescilli binası bulunan Ayvalık’ta kültür turizmi için her şey (daracık sokaklar, neo klasik evler, kiliseler, camiler, sanat galerileri, butik oteller, pansiyonlar, müzeler, yöresel mutfaklar ve yerel sanat atölyeleri) mevcuttur. Türkiye’de Akdeniz mutfağının önemli bir göstergesi olan Kuzey Ege Bölgesi ve bu bölgenin içinde yer alan Ayvalık mutfağı gastronomi turizmi açısından ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda Ayvalık gastronomi geçmişi ve


Akdeniz mutfağındaki zenginliğiyle dikkat çekmektedir. Kendine özgü ve farklı yemek kültürünü birleştiren Ayvalık mutfağının gastronomi turizmi alanında zengin bir potansiyele sahip olduğu görülmektedir. Coğrafi ve çevre koşulları ile Kuzey Ege Bölgesi, Akdeniz mutfak kültürünün yaşatıldığı ender yerlerden biridir. Kuzey Ege mutfağı içerisinde yer alan Ayvalık mutfağı kendine özgü tatları ve çeşitleriyle her geçen gün gastronomik bir rota olma yolunda hızla ilerlemektedir. -Botanik (Bitki İnceleme) Turizmi: Ülkemiz, oldukça zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Avrupa’nın birçok ülkesi yanında komşu ülkeler arasında da oldukça zengindir. Türkiye’nin floristik (bitki örtüsü) zenginliğini Avrupa florası ile karşılaştırdığımızda oldukça zengin olduğu görülecektir. Örneğin; Avrupa’nın tamamında tür sayısı 12 bin civarında iken Türkiye’de bu sayı 9 bin civarındadır. Türkiye endemik (dünyada yalnız herhangi bir bölgede yetişen türler) türler açısından da dikkat çeken ülkelerden biridir. 9 bin türün yaklaşık 3 bini endemik olup bütün Avrupa ülkelerinin endemik türlerinin sayısı 2 bin 500 kadardır. Proje ile bu zenginliğin turizm amaçlı değerlendirilmesi hedeflenmeli ve bu yöndeki çalışmalara Kaz Dağı’nda da hız verilmelidir. -Tarım Alanları ve Organik Tarım (Çiftlik Turizmi): Gelişmiş ülkelerde tarım artık yerini organik tarıma bırakmaya başlamıştır. İnsanlar aldıkları besinlerde doğallığı daha çok aramaya ve bunun sonucunda tarımda yeni yaklaşımlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Organik tarımda amaç, suni gübre yerine doğal gübre, kimyasal ilaçla mücadele yerine biyolojik mücadele yaparak, hormonsuz ve hiçbir yapay katkısı olmayan, doğal halde yetişen sebze ve meyveler yetiştirmektir. Edremit Körfezi’nde bu tür bir yaklaşımın oluşturulması için yerel halk ile birlikte rasyonel bir planlama sonucunda organik tarım yapılabilir. Turizm kaynağının doğal çevre olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Ama eğer konu eko turizm ise doğal çevre kaynakları bu kavramın özü yani kendisi demektir. Eğer bölgemizde eko turizmin geliştirilmesi isteniyorsa öncelikli olarak bu doğal çevre kaynaklarının tespit edilmesi ve korunarak kullanılması gerekmektedir. Turizmde söz sahibi olabilmenin önemli şartlarından biri turizm piyasasına imajı yüksek bir turistik ürün sunmaktır. Bu turistik ürün tercihi, getirisi ve sosyal faydası yüksek bir ürün olabilmelidir. Bu ürün eko turizm olarak düşünüldüğünde, doğal çevreye bağlı olarak yapılabilen birçok aktiviteyi kapsayabilmelidir. Dağcılık, bisiklet turu, yürüyüş parkuru, olta balıkçılığı ve doğal ortam gözlemciliği ürünü kuvvetlendiren faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin bu noktada eko turizm kaynakları bakımından zengin ve yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Kısacası, Edremit Körfezi ve Ayvalık ağırlıklı olarak iç turizm faaliyetlerinin yoğun olduğu popüler bir destinasyondur. Bir ülkenin turizm gelişme sürecinde sadece dış turizme bağımlı kalmaması pek çok ekonomist tarafından önerilmektedir. Her ekonomik faaliyette olduğu gibi turizmde de kendi iç dinamiğine dayanmayan bir gelişmenin sağlıklı olmayacağı bilinmelidir. İç turizm akımları endüstrinin gelişme dinamiğini oluşturmaktadır. Fakat, özellikle Ayvalık’ta turizmin disiplin altına alınabilmesi için dış turizme açılması gerekmektedir. Çünkü dış turizm rekabettir, kıyaslamadır, bol kazançtır fakat aynı zamanda çevreye, yaşama ve ekolojik dengeye saygıdır. Bu nedenle bölgeye daha çok yabancı turistin gelmesi yöre turizmine hem dinamizm kazandıracak hem de disiplinli bir sürecin içine sokacaktır.

Yasa bu şekliyle kabul edilirse ülkede zeytinlik kalmayacak

BURHANİYE’DE ‘ZEYTİNİME DOKUNMA’ EYLEMİ YAPILDI

K

örfez bölgesinde üretim yapan zeytinciler, TBMM gündemindeki Zeytin Ağacı Koruma Kanunu değişikliğine karşı çıkarak, zeytinlik alanların yok edilmesinin önüne geçilmesini istedi. Burhaniye Cumhuriyet Meydanı’nda bir araya gelen üreticiler bir basın açıklaması yaptı. Ayvalık’tan kalabalık bir grupla birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in de katıldığı eylemde Ayvalık Zeytin Üreticileri Derneği Başkanı Aydın Şensal bir konuşan yaptı. Değişikliğin yasalaşması durumunda, dekarda 15 adetten az ağaç olan yerlerin zeytinlik sayılmayacağını vurguladı. Şensal, “Buna göre bütün zeytinlikler zeytinlik kapsamından çıkacak, ülkede zeytinlik kalmayacak. Çünkü eski zeytinlikler seyrek dikildiği için bu vasfa uygun zeytinlik yok. Yasanın geçmesi halinde, yediği-içtiği her şeyden kuşku duyan halkımızın sağlıklı besine ulaşma hakkı engellenecek. Yasanın geri çekilmesini istiyoruz” dedi.

27


Biraz Ondan Biraz Bundan

ZEYNEP KAZANCIGİL zkazancigil@gmail.com

Buluşma noktası

Ç

amlıktaki evin terasına gölge veren dev çam ağacının yanından geçer basamakları çıkarsınız ve işte terastasınız. Gülen mavi gözleri ile teyzem merdivenin başından ayakta karşılar bizi. Arkasında büyük teyzem durur. Eniştem eski usul ferforje bahçe masasından kalkar ve keyifli bir “Hoş geldiniz” der. İşte ancak bu noktada “Çok şükür, Ayvalık’tayım yine!” derim. Evin çift kanatlı kapısı yaz boyu hiç kapanmaz. Kalabalık ailenin İstanbul’dan, Ankara’dan, yurt dışından gelen tüm fertlerinin buluşma noktası bu evdir. Bizim gibi ailenin kışı İstanbul’da geçirenleri ya da Ankara’da olanlar için Ayvalık’a gelmek demek taş merdivenleri tırmanıp terasa varmak, bu evin insanın ruhuna ferahlık veren üyeleri tarafından karşılanmak, büyüklerin hoş sohbetleri, o uzun masada yenen yemekler, kahveler, erik şerbetleri, lor tatlıları, tavşan kanı çaylar, çatal bıçak tıkırtıları, kahkahalar veya “Vah vah vah... Öyle mi olmuş?”lar arasında merdivenlere oturup, o güzelim deniz manzarasına ve Tımarhane adasına bakmaktır. Sonra, terasta oturan büyüklerin yanından sessizce geçerek tel kapıyı açmak ve taş evin serinliğini hissetmektir. Yüksek tavanların ferahlığı ile birlikte sizi sağlı-sollu iki salon karşılar. Arka tarafa devam edersiniz, yemek odasını geçer, kilere giden taş basamakların ve bir el yıkama lavabosunun bulunduğu sahanlığın sağından bu evin can damarını oluşturan mutfağa varırsınız. Yıllardır bu evin çocuklarının, kuzenlerinin, kuzen çocuklarının ve torunlarının büyümesine tanıklık eden Nuran Abla’yı selamlamadan, ağzından eksik etmediği sigarası ile patlıcan böreği yapışını, ada köftesi kızartışını veya taze yapraklara dolma sarışını izlemeden olmaz. Mutfaktan nefis kokular yükseldikçe çocuklar mutfağa doluşur. Nuran Abla, “Hadeyyy!” diye bağırarak hepimizi tek haykırışta dışarı püskürtüverir. Eh çareler tükenmez çocuklarda! Bu sefer bahçedeki meyve ağaçlarına ya da kapının girişindeki çilek tarhlarına göz dikilir.

28

Yaz ayları boyunca her akşam terasta upuzun bir masa kurulurdu Mutfak dediğimde şimdiki mutfaklar düşünülmesin. Yerlerindeki desenli tarihi taş karoları, duvarda sıralanmış eski tarz tabak rafları, ortada kocaman bir masa, dipte sağda büyük bir davlumbaz ve ocak... Sağda cam önünde taş bir evye ve musluk, mermer tezgahlar ve fırının yanındaki kapıdan girilen kocaman bir çamaşırlık... Şimdi unutulmaya yüz tutmuş eski Midilli tarifleri bu mutfakta hayat bulur. Yaz ayları boyunca her akşam terasta upuzun bir masa kurulur. Aile fertleri ve yakın dostlar bu masadaki keyifli sohbet ortamını, büyüklerinin kahkahalarına karışan çocuk seslerini, bu masada yenilen unutulmaz lezzetleri yıllar sonra bile özlemle anarlar. O güzel mutfakta neler pişer neler! Eh hele bir de misafir de varsa... Misafir varsa dediğimde yanlış anlaşılmasın. Yaz ayları boyunca her gece o masa zaten en az 15 kişidir. Misafir dediğim İstanbul’dan gelen arkadaşlarımızdır. Teyzem onları da bu güzel sofraya mutlulukla davet eder. Bayrama denk düşen bir Mayıs ayında teyzemin terasa kurduğu unutulmaz sofralardan birine davetli olan okul arkadaşlarımdan biri aradan 27 yıl geçmesine rağmen hâlâ bu sofradan damağında kalan tatları anlatır. Elde açılmış hamuruyla patlıcan böreği, pabucaki, kendi mürekkebinde pişmiş kalamar yahnisi, ada beyi buğulama, zeytinyağlı taze iç bakla yanında Cunda enginarı, tarator soslu taze börülce, istifno, enginarlı dere otlu pilav, ada köftesi, üzerinde sakızlı dondurma ile servis edilen lor tatlısı hâlâ anlata anlata bitiremediği lezzetlerdir. Şimdilerde o güzel insanların çoğu hayatta olmasalar da, o neşeli ve kalabalık ev şimdilerde biraz sessizliğe bürünmüş olsa da, biz çocuklar ve torunlar bir araya geldiğimizde, büyüklerimizden öğrendiğimiz tariflere göre pişirip yine bir sofra etrafında buluşur, çocukluğumuzun en değerli anılarını tazeleyerek geçmiş güzel günlere selam ederiz.


KEYİFLİ BULUŞMA MEKÂNLARI Kentin en eski ve en güzel köşelerinden biri olan Sakarya Mahallesi’ndeki Midi Café Bistro’yu, ‘Ayvalıkta mutlu’ bir Fransız’, Damien Dessane işletiyor. Kendisinden öğrendiğimize göre, kafenin bulunduğu tarihi yapı bir zamanlar ayakkabıcı dükkânıymış. Sonrasında önce Naşit’in Kahvesi, ardından marangozhane olmuş. Ayvalık’a özgü mimarinin bütün farklılıklarını taşıyan bina, harap bir haldeyken ‘uluslararası beyin avcısı’ Şerif Kaynar tarafından satın alınmış ve restore ettirilmiş. Damien Dessane işte bu tarihi yapıda geçen yılın şubat ayından bu yana yerel malzemeler kullanarak yaptığı Fransız yemeklerini ve ekmeklerini konuklarının beğenisine sunuyor. Kendisini tanımak ve onu Ayvalık’a getiren hikâyeyi öğrenmek için konuğu olduk.

-P

ESKİ AYVALIK MİMARİSİNİN RUHUNA UYGUN OTANTİK BİR HAVA YAKALAMAK ADINA FRANSIZ TİPİ BİR KAFE DİZAYN ETMEKTEN ÖZELLİKLE KAÇINDIM GÜLBENİZ ŞENTAY

aris’te doğdum. Ziraat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, Hollanda’da organik tarım ve gıda konusunda yüksek lisansımı yaptım. Sonra organik çikolata sektöründe çalışmak üzere bir ada ülkesi olan Madagaskar’a gittim. Ardından Hollanda’da eğitim görürken tanışıp evlendiğim Ayvalıklı eşimle birlikte Türkiye’ye geldim. Çünkü çevre mühendisi olan eşim İstanbul’da tam da istediği gibi bir iş bulmuştu. Bense organik tarım mevzuatı alanında çalışıyordum. Çevre ve tarım projeleri yapan bir Türk firmasına geçtim. İki yıl önce, kızımızı düşünerek İstanbul’dan ayrılmaya karar verdik. Zira İstanbul çocuklar için pek yaşanılası bir yer değildi. Hem havası kirli hem trafiği yoğun hem de fazla betondu. Kısacası her yaz geldiğimiz, bildiğimiz, sevdiğimiz bir yere, Ayvalık’a yerleştik. Ayvalık bana doğası, bitki örtüsü, zeytini, zeytinyağı, deniz ürünleri ve tarihi dokusu, kültürüyle biraz Fransa’nın güneyindeki Provence bölgesini ya da İtalya’daki Toskana’yı anımsatıyor. Bu nedenle kenti çabuk benimsedim. Hiç yabancılamadım. ‘Elbette buraya gelip de boş oturamazdım. Bir iş yapmam gerekiyordu,’ diyen Dessane, Ayvalık’ta ziraat mühendisi olarak bir iş bulmuş. Ancak çalışma koşulları ağırmış. -Şerif Kaynar eşimin dayısıdır. Bu binanın restorasyonu bittiğinde, binayı ne yapacağı belli değildi. Özel kütüphanesi olabilirdi ya da bir seramik atölyesi olarak değerlendirilebilirdi. Bir gün bana, “İstersen sen burada bir şeyler yap!” dedi. Dayımızın teklifini kabul ettim ve bu büyük mekânda ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. Etrafta konut olarak

kullanılan yerlerin olmayışı nedeniyle kimseyi rahatsız etmeden kalabalık grupların özel günlerini de kutlayabilecekleri veya müzik dinletileri gerçekleştirebileceğim bir bistro kafe fikri bana sıcak geldi. Dessane dekorasyondan müziğe, insanlara huzur veren sessiz, sakin bir mekân yaratmak için hemen işe koyulmuş. -Ben iç mimar değilim ama duvarlardaki güzelim sarımsak taşı işçiliğini daha bir görünür kılmak için iç mekânda ahşap, Bergama graniti ve bakır kullandım. Fırın, çekmece kulpları hep bakırdır. Mobilyaların bir kısmını Kozak’ın çam ağaçlarından ben yaptım, bazılarını eskiciden aldım. Eski Ayvalık mimarisinin ruhuna uygun, otantik bir hava yakalamak adına Fransız tipi bir kafe dizayn etmekten özellikle kaçındım. Önceden bir lastikçinin deposu olan bahçede de aynı ambiyansı korudum. Lastikçinin bıraktığı geri dönüşümü mümkün malzemeleri kullanarak kanepeler, sehpalar yaptım. ORGANİK TARIM MÜHENDİSİ OLDUĞUM İÇİN PAZARA GİTTİĞİMDE HANGİ SEBZE VE MEYVELERİN KÖYDEN, HANGİLERİNİN HALDEN GELDİĞİNİ HEMEN ANLIYORUM. -Doğrusu mesleğim gereği toprakta yetişen bütün gıda maddeleri hakkında bilgim olsa da onları pişirmekle ilgili bir eğitim almamıştım. Ancak anneannem ve annemden Fransız mutfağı hakkında çok şey öğrenmiştim. İstanbul’da da ‘Tadlı Maya’ adındaki bir restoranın yöneticisi ve ortağıydım. Cihangir’de, tarihi Firuz Ağa Camisi’nin arkasında, beş masalık küçücük bir yerdi. Sulu yemeklerin yanı sıra pide, lahmacun, ekmek çeşitleri ve pasta yapıyorduk. Orası benim için gerek

29


Türk mutfağı/hamur işleri/ekmek yapımı gerekse işletmecilik açısından bir okul gibiydi. Bu arada organik tarım mühendisi olmanın artılarını kafe işletmeciliğinde fazlasıyla yaşadığımı da belirtmek isterim. Sebze ve meyvelerin tazeliği, organik olup olmadıkları benim için çok önemli. Pazara gittiğimde hangi sebze ve meyvelerin köyden, hangilerinin halden geldiğini hemen anlıyorum. Çünkü köyden her gelen ürün organik olmuyor. Zira Ayvalık’ta organik tarım yaygın değil ama köylü en azından daha az kimyasal kullanıyor. Bu nedenle onlardan alışveriş ediyorum. Midi Café’de müşterilerine içeceklerin yanı sıra bistro tarzı çabuk hazırlanan, hafif ve sağlıklı yiyecekler sunan Dessane, “Yerel ürünleri kullanarak Fransız mutfağının lezzetlerini gelen konuklarımla paylaşıyorum” diyor. -Midi Café’de gün sabah dokuz buçukta başlıyor. Arzu edenler kahvaltı yapabiliyorlar. Fransız kahvaltısı diye bir şey olmadığı için klasik Türk kahvaltısı hazırlıyorum ama tabii ki kruvasan bulunuyor. Tabaklarda peynir çeşitleri, tereyağı, siyah ve yeşil zeytin, ev yapımı reçeller, hindi jambon, domates ezmesi, yeşillikler oluyor. Öğle saatlerinde şevket-i bostan, izvinya gibi otlarla kiş (sebzeli tart) yapıyorum. Fransız tipi beşamel soslu peynirli, jambonlu ‘croque monsieur tost’ ya da bu tostun üzerine sahanda pişen bir yumurtanın eklenmesinden oluşan ‘croque madam’ seçenekler arasında. İçinde peynir, jambon, karamelize soğan, mantar bulunan lavaş ekmeği dürüm bir diğer lezzetimiz. Bu üç tuzlu yiyeceğin yanında salata ikram ediyorum. Dördüncü çeşit ise browni, lor peynirli cheese kek, ayva ya da elmalı tart gibi hafif bir tatlıdan oluşuyor. Akşam servisimiz yok zaten. Çünkü dediğim gibi saat altıda kafe kapanıyor. Fakat akşam yemeği için bir talep gelmişse o vakit özel olarak Fransız mutfağı dahil konukların damak zevkine göre hazırlanıyorum. Listeden diledikleri et, balık ya da tavuk yemeğini seçebiliyorlar. Örneğin tavuk etiyle pişirdiğim ‘kokovan’ (coq au vin) müthiş güzel, lezzetli bir Fransız yemeğidir. Ayvalık’ta organik tavuk bulabildiğim için

30

gönül rahatlığıyla bu yemeği pişirebiliyorum. Peki, ya Türk mutfağı? -Türk mutfağını çok zengin, çok sağlıklı buluyor ve seviyorum. Sarmalar, dolmalar, imam bayıldılar, karnıyarıklar… Ama ben Fransız olduğum için bazen Türk yemekleri yapmaya çekiniyorum. Sanki ben pişirirsem, yediklerinde bana, “Senin Türk olmadığın belli!” diyeceklermiş gibi geliyor. Yani onlar kadar iyi yapamayacağımı düşünüyorum. Ama bazen arkadaşlarım, dostlarım ya da mutfaktan keyif alan konuklarımla birlikte yapıyoruz. Çünkü mutfağım isteyen herkese açık ve herkesin bir şeyler öğreneceği bir ortam oluşuyor. Ben yufka açmayı böyle öğrendim mesela. MİDİ CAFÉ BISTRO DOĞUM GÜNÜ GİBİ ÖZEL GÜN KUTLAMALARI VE KOKTEYLLER DÜZENLEYEBİLECEĞİNİZ FERAH BİR MEKÂN Midi Café Bistro’da içecek olarak çay, ada çayı, karabaş otu, kekik, zeytin yaprağı gibi bitki çayları ile kahve çeşitleri bulunuyor. Ancak spesiyali limonata ve taze sıkılmış meyve suları... Bu özel tatlara yazın ev yapımı dondurma da ekleniyor. Ayrıca kış aylarında sadece müşterileri için ekmek yapan Damien Dessane, artık her gün baget ekmek çıkaracak ve bu ekmekleri kafe müşterisi olsun olmasın herkes alabilecek. -Midi Café Bistro doğum günü gibi özel gün kutlamaları ve kokteyller düzenleyebileceğiniz ferah bir mekân. Kapalı kısım otuz kişilik. İçeride çocukların boyuna göre masa ve sandalyelerin bulunduğu bir çocuk köşesi hazırladık. Onların yazarak veya resim yaparak oyalanmaları için bir kara tahta koyduk. Çocuklar Midi’de olmaya bayılıyor ve çok eğlenceli vakit geçiriyorlar. Yetişkinler de böyle ferah ve hoş bir mekânda dinlenmekten keyif alıyorlar. Bahçede de yirmi kişi ağırlayabiliyorum. Dinletileri, çalıştayları burada gerçekleştirmek keyifli oluyor. Çocuklar ve yetişkinlerle birlikte mekik, kiş, çikolatalı kekler, ‘maffin’ler yapıyoruz. Yazlık sinemamız; divanlarına, armut koltuklarına kurulup patlamış mısır yiyerek, soğuk bir içecek veya tatlıyla serinleyerek film seyretmek isteyenleri zevkle konuk ediyor.


Damien Dessane’a göre kafeye gelen müşterilerin profili şöyle: -Midi’ye genelde mahallede yaşayan yabancılar, kendi arkadaş çevrem ve gerek sosyal medyadan gerek kulaktan kulağa duyan insanlar geliyorlar. Facebook, instagram, foursquare gibi mecralarda var olmak, gazete ve dergilerde yer almakla birlikte tanıtım anlamında henüz arzuladığım noktada değilim. Ben kafeme dikkat çekmek adına kocaman bir tabela koymak istemiyorum. Ancak herhangi bir etkinliği duyurmakta zorlanıyorum. Reklamımı nasıl yapacağım? Herkesin kentteki kültürel, sanatsal olaylardan haberdar olabileceği bir duyuru yöntemi gerekli sanırım. Bu noktada şunu da belirtmek istiyorum. Fransız kafesi diye Midi’nin çok pahalı olduğunu düşünerek gelmeye çekinen insanlar olduğunu biliyorum ama yanılıyorlar. Pahalı değiliz. Fiyatlarımız gayet uygun. Herkes gelebilir yani. Örneğin çay iki lira. Fincanda ve özel karışım, kaliteli bir çay ikram ediyoruz. Türk kahvemiz ise dört lira. Ekspresso, latte, kappiçino gibi kahve çeşitlerimiz beş-altı lira. Kiş, salata ve çay menümüz de on beş lira. Söyleşimizin sonunda Damien Dessane’den ünlü ayvalı tartının sizler için tarifini alıyor ve Midi Café Bistro’ya veda ediyoruz.

Malzemeler:

AYVALI TART

3 adet orta boy ayva, 6 çorba kaşığı şeker,1 çay kaşığı karbonat, 60 gram tereyağı, ½ limon suyu

Hamuru için: 150 gram beyaz un, 50 gram tam buğday unu, 30 gram tereyağı, 1 çorba kaşığı zeytinyağı, 1 şekerli vanilin, Bir tutam tuz, Biraz su.

Yapılışı: Önce büyükçe bir kâseye iki çeşit unu, küçük parçalar halindeki tereyağını ve vanilyayı koyuyoruz. Karışımı iki avucumuz arasında yoğurmadan birbirine yediriyoruz. Hamur irmik gibi taneleşip dökülmeye başladığında biraz su ekliyoruz. Yine yoğurmadan top haline getirdiğimiz hamuru buzdolabında yarım saat

bekletiyoruz. O arada ayvaları soyup, ince ince dilimliyor ve yağladığımız borcamın içine istediğimiz gibi şekil vererek diziyoruz. Ardından küçük bir kâsede 3 çorba kaşığı şeker, karbonat, 30 gram eritilmiş tereyağı ve 2 çorba kaşığı suyu karıştırıp, ayva dilimlerinin üzerine ekliyor, önceden 180 derece ısıttığımız fırına veriyoruz. Kırk dakika kadar fırında karamelize olan ve mavimsi bir renge bürünen ayvaların üzerine kırmızı bir renk alması için hazırladığımız limon suyunu gezdiriyoruz. Yarım santim kalınlıkta açtığımız hamurla ayvaların üzerini kapatıp tekrar fakat bu kez 200 dereceye ayarladığınız fırına sürüyoruz. On beş dakika sonra borcamı fırından çıkarıyoruz. Biraz soğumaya bırakıyoruz. Sonra meyvelerin üstte görünebilmesi için borcamı uygun bir tabağa ters olarak çevirip, servis ediyoruz.

Sakarya Mahallesi’ni tanımak isteyenler için bir tur projemiz var ve tarihi mekânların işaretlendiği bir yol haritası hazırlıyoruz

E

skiden sanayinin merkezi olması nedeniyle çok kalabalık olan Sakarya Mahallesi şimdilerde biraz terk edilmiş gibi duruyor. Ama ben yakın bir tarihte Sakarya’nın çok ilgi göreceğini düşünüyorum. Çünkü özellikle yüksek kesimlerdeki evlerin deniz manzarası harika! Yavaş yavaş insanlar keşfetmeye başladılar zaten. Bence bu mahalle gerçekten çok değerli. Ama maalesef insanlar böylesi bir dokuya pek sahip çıkmıyor, onu temiz tutmuyor. Çöpler, sigara izmaritleri hâlâ sokaklara atılıyor. ‘Pirüpak Ayvalık’ adıyla bir grup insan mahalleyi güzelleştirmek ve temiz tutulmasını sağlamak amacıyla bir araya geldik. Mahalleyi tanımak isteyenler için bir de tur projemiz var. Proje sokakları, tarihi evleri, değirmenleri, eski manastırı ve kaleyi kapsayan ve yürüyüş sırasında Ayvalık’ın panaromik manzarasından bol bol faydalanacağınız bir mahalle turundan oluşuyor. Amacımızı semt sakinleriyle de paylaşıyor, sokaklarımızı güzelleştirmek için onların da katkılarını bekliyoruz. Ayvalık’ın UNESCO Geçici Listesi’ne girişi göz önüne alındığında ‘Endüstriyel Peyzaj Mirası’ anlamında bizim sokaklarımızın zenginliği hiçbir yerde yok! Buradaki değirmenlerde un öğütülüyordu. Geçmişte sokaklar sabunhanelerle doluydu. Hemen bir parantez açarak restorasyonlar konusuna da dikkat çekmek istiyorum. Bugün birer birer otele, pansiyona dönüştürülen yıkık haldeki yapıların onarılmaları, kente yeniden kazandırılmaları güzel elbette... Ancak restorasyonlar sırasında ne yazık ki pek çok detay kayboluyor. O nedenle bazı tarihi binaları fazla bir şey yapmadan, oldukları gibi korumak bence daha akılcı. Örneğin hemen kafemin karşısında 1847’de yapılmış bir bina var. Tam yüz yetmiş yaşında ve belki de Ayvalık’ın en eski yapılarından biri. Onarıldığında çok başka bir şeye dönüşmesinden endişe duyuyorum açıkçası. Konumuza dönersek, bizim düzenleyeceğimiz turlar UNESCO Sanayi Mirası çalışmaları kapsamında yer alabilir. Ayvalık kültür ve gastronomi turizmi için son derece uygun bir dokuya sahip. Ancak bir turistin kendi başına Ayvalık’ın tarihini, sanayi geçmişini keşfe çıkması kolay değil. Çünkü elinde onu sokak sokak, mahalle mahalle yönlendirecek bir yol haritası yok. Özetlersem insanlara Ayvalık’ın sadece Cunda’dan, Barbaros Caddesi’nden, Sarımsaklı’dan, rakı ve balıktan ibaret olmadığını göstermemiz gerekiyor. Şimdi biz Turizm Müdürümüz Yasemin Gençer ile konuştuk. Sakarya Mahallesi turu için tarihi mekânların işaretlendiği bir yol haritası hazırlıyoruz. Diğer mahalleler de ‘Pirüpak Ayvalık’ gibi gruplar oluşturarak kendi yörelerini tanıtan aydınlatıcı bir kitapçık hazırlarlarsa turistler hiçbir güzelliği ‘kaçırmadan’ ve sokak aralarında kaybolmadan gerçek Ayvalık’ı keşfedebilirler diye düşünüyorum. Kısacası ‘Pirüpak’ olarak amacımız sanayi mirasını görmek isteyenlerin, sokaklara yerleştirilecek yön levhalarını izleyerek UNESCO Sanayi Mirası Geçici Listesi’nde yer alan bütün bu zenginliği tanıyabilmelerini sağlamak...

31


HATIRA DEFTERİ

Dr. FAZIL DOĞAN AYVALIK’TA HASTANE YOKKEN DOĞUMEVİ AÇMIŞ VE İHTİYAÇ SAHİPLERİNE ÜCRETSİZ SAĞLIK HİZMETİ VERMİŞTİ

G

ünümüzde Ayvalık Belediyesi’ne ait olan eski Kırlangıç fabrikasının ilk Türk sahibi Dr. Fazıl Doğan ilk ve ortaöğrenimini Midilli’de tamamladıktan sonra İstanbul’a giderek Tıp Fakültesi’ne girdi ve oradan mezun oldu. Birinci Dünya Savaşı’na katılarak Nusaybin’de savaşan Doğan, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından İstanbul’a döndü. Nisan 1919’da Emet’e gitti, arkadaşlarıyla birlikte Türk Ocakları’nın ‘Halka Doğru’ hareketini başlattı. Kurtuluş Savaşı’nın ilk dönemlerinde Emet Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurdu; üç yıl boyunca hem sağlıkçı olarak görev yaptı hem de bizzat cephede savaştı. Zaferden sonra ailesinin yaşadığı Ayvalık’a yerleşti. Cumhuriyet’in ilanı Türkiye’nin her köşesinde olduğu gibi Ayvalık’ta da coşkuyla karşılandı. Fazıl Doğan o günlerden başlayarak ölümüne kadar Ayvalık Cumhuriyet Halk Fırkası mutemedi, CHP ilçe başkanı, belediye doktoru, Türk Ocağı ve Halkevi başkanlıkları gibi sıfatlarla Ayvalık’ın sosyal yaşamında önemli görevler üstlendi. Örneğin 1925 yılında Türk Ocağı’nda, bir bölümü yatılı olan ‘Ayvalık Öksüz Yurdu Halk Mektebi’nin açılmasını sağladı.

Fazıl Doğan 1930’da, sonraki yıllarda Kırlangıç adıyla bilinecek olan pirina/yağ fabrikasını satın aldı ve ticarete atıldı. Bir yandan da yaşadığı evi doğumevine çevirmeyi, orada ihtiyaç sahiplerine ücretsiz sağlık hizmeti vermeyi amaçlıyordu. Bu hedefini 1946 yılında gerçekleştirdi, gerekli teçhizatın gelmesinin ardından doğumevini hizmete açtı. DOĞUMEVİNİN YILLIK MASRAFI 12 BİN LİRAYDI Bugünkü PTT binasının hemen arkasında yer alan doğumevinin açılış törenine bandonun çaldığı İstiklal Marşı ile başlandı. Kurdeleyi Belediye Başkanı Muharrem

Onursal kesti ve ardından bir konuşma yaptı. Doğumevini Ayvalık’a kazandıran Fazıl Doğan’a kentte yaşayanlar adına teşekkür eden başkan, doğumevinin varlığını sürdürebilmesi için belediyenin mali destek sağlayacağını ve bu desteğin ileride açılacak belediye hastanesi için önayak olacağını müjdeledi. Bir yıl kadar sonra doğumevinde yeni uzman doktorlar görevlendirildi. Teknolojisi, her türlü doğum müdahalelerini, kadın hastalıkları ameliyatlarını en ileri tekniklerle yapabilecek şekilde elden geçirildi. Pazar günleri hariç her gün sabah 9.00-12.00 arası maddi durumu olmayanlar muayene ve tedavi ediliyor, yine maddi durumu olmayan ama belgelendirilmiş hamilelelerin doğumu gerçekleştiriliyordu. Özel hastalar ise 14.00-18-00 saatleri arasında tedavi ediliyordu.

Fazıl Doğan doğumevini dört yıl boyunca kendi imkânlarıyla ayakta tuttu. Ancak sağlığı pek iyi değildi. Yönetim konusunda zorlanıyordu. Hastalığı giderek ilerleyince çok önemsediği kuruluşunu ‘Ayvalık’a devretmeyi’ uygun buldu. Zaten Belediye Başkanı Muharrem Onursal da yıllık masrafı 12 bin lira olan doğumevinin ayakta kalmasını istiyordu. Bunu sağlamak için şehrin ileri gelenleriyle bir toplantı düzenledi. Onlara, “Eğer kırk kişi yılda 300’er lira verirse doğumevi hizmetini sürdürebilecek!” dedi. Açıkçası, “Lütfen, eller cebe!” çağrısında bulundu. Ne var ki, toplantıya ilgi gösterenlerden sadece beşi konuyla ilgilendi. Onlar da borçlarının fazlalığını öne sürerek böyle bir yardımda bulunamayacaklarını bildirdi. HASTALIĞI GİDEREK İLERLEYEN Dr. FAZIL DOĞAN’IN YAŞAMINI, HAVASI TEMİZ BİR ORTAMDA SÜRDÜRMESİ GEREKİYORDU Bütün çabalarına rağmen bir çıkış yolu bulamayan Dr. Fazıl Doğan, doğumevinin kapısına kilit vurmak zorunda kaldı. Binası ve teçhizatı, milletvekili Enver Güreli’nin aracılığıyla Ayvalık Belediyesi’ne devredildi. Bazı eksiklikler giderildikten sonra doğumevinin yeniden ücret talep etmeden hasta kabulüne başlayacağı söyleniyordu. Ancak bu gerçekleşmedi ve Fazıl Doğan’ın doğumevi, ömrünü tamamlamış oldu. Bu arada Dr. Fazıl Doğan’ın hastalığı giderek ilerliyordu. Yaşamını, havası temiz bir ortamda sürdürmesi gerekiyordu. Durumu öğrenen dönemin hükümeti, Milli Mücadele sırasında gösterdiği özverili çalışmalarına karşılık kendisine Yıldız Sarayı Parkı’ndaki Çadır Köşkü’nü tahsis etti. Fazıl Doğan orada birkaç ay dinlendikten sonra, 1951 yılında hayata gözlerini yumdu. Cenazesi Ayvalık’taki aile mezarlığında toprağa verildi. Adı günümüzde Çamlık’ın merkezindeki, uzun yıllar yaşadığı evinin de bulunduğu bir caddede yaşıyor.

32

‘Hatıra Defteri’nin bu bölümünü hazırlarken, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı’ndan Göktuğ İpek’in 2016 tarihli, ‘Ayvalık’ta Sosyal ve Siyasi Hayat (1940-1950)’ başlıklı Yüksek Lisans Tezi’nden yararlandık.


Daha önce takılan ancak zarar gören suluklar da yenilendi

ŞİMDİ AYVALIK’TA SOKAK HAYVANLARININ OTOMATİK SULUKLARI VAR

Yirmi kursta yaklaşık iki yüz kursiyer hem öğrendi hem üretti

ALTINOVA HALK EĞİTİM MERKEZİ’NİN YIL SONU SERGİSİ ÇOK BEĞENİLDİ

A

ltınova Halk Eğitim Merkezi bünyesindeki yirmi kurstan yaklaşık iki yüz kursiyer bir yıl boyunca yaptıkları çalışmaları, Ayvalık Belediyesi Altınova hizmet binasında sergiledi. Bütünüyle el emeği, göz nuru ürünlerin yer aldığı serginin açılışına Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Belediye Başkan yardımcıları Gökay Bacan, Ahmet Erkal ve Halk Eğitim Merkezi Müdürü Sercan Özcan Ünlü katıldı. Rahmi Gençer, dikiş, seramik, takı tasarım, giyim, resim gibi birçok farklı alanda, her geçen yıl zenginleşerek çeşitlenen kurslarda görev alan öğretmenleri özverili çalışmaları nedeniyle kutladı.

Y

az aylarında artan aşırı sıcaklara karşı sokaktaki hayvanları unutmayan Ayvalık Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü, onlar için ‘Sokaklar hepimizin’ sloganıyla kentin dört bir yanına Altınova’dan başlayarak otomatik suluklar monte etti. Ayvalık Merkez, Küçükköy, Çamlık, Ali Çetinkaya ve Alibey adasında 30 otomatik suluk yerlerine yerleştirildi. Bu sayının ihtiyaca göre arttırılması planlanıyor. Bu arada, daha önce takılan ancak zarar gören suluklar da yenilendi. Sokak hayvanlarının yaşamak için gereksindiklerini, duyarlı Ayvalık halkıyla birlikte karşılamaya çalıştıklarını belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Dünyada bu küçük, sevimli dostlarımızla birlikte yaşıyoruz. Onları görmezden gelemeyiz, gelmemeliyiz. Güzel Ayvalık sokaklarında bizim ne kadar yaşama hakkımız varsa, onların da o kadar hakkı var” dedi.

33


Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN

AYVALIK ÇANI/1 (Çanın yolculuğu)

C

unda Panagia Kilisesi’nin çanı uzun yıllardır Bergama Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde sergileniyor. Çanın önce Ayvalık’a gelişi, oradan da müzeye gidişiyle ilgili birçok farklı görüş var. Hatta çanın Bergama’ya ait olduğunu düşünenler bile mevcut. Ayvalık Çanı’nın hangi kiliseye ait olduğu konusunda da farklı görüşler söz konusu... Bu iki ayrı görüşün sahipleri her zaman rahmetle andığımız değerli büyüklerimiz Ahmet Yorulmaz ve Ali Onay… Onların haricinde bu çan konusunda, Ayvalık tarihine meraklı kişilerin çok farklı görüşleri olduğunu ve değişik söylenceleri gözlemledik. Çan konusunda bu iki değerli büyüğümüzün düşüncelerinden ve Cunda Çanı kayıtlarından yola çıkarak, iki bölüm halinde kısa bir çan öyküsünü sizlere Triada Panagia Taksiyarhis aktarmaya çalışacağım.

Özel kaynakça… Ahmet Yorulmaz; Ayvalık’ı Gezerken isimli monografisinin ilk sayısında Ayvalık Çanı’ndan bahsetmez. Kitabın genişletilmiş 2. baskısından, son baskısına(1) kadar olan kitaplarda çandan bahsedecektir. Ali Onay; Alibey Adası’ndaki Panayia Kilisesi’nin İnşaası ve Yıkılışı(2) isimli makalesinde çanın yapılış süreci, Ayvalık’a taşınması ve Bergama Müzesi’ne götürülmesiyle ilgili detaylı bilgiler verecektir. Alex Baltazzi; değişik kaynaklarda(3) Baltazzi(Baltacı) ailesinin son fertlerinden biri olarak ailenin çanla olan alakası hakkında bilgiler aktarmaktadır.

Ayvalık Çanı Cunda’nındır 34

Kaynak kişilerimiz çanın Cunda adasının çanı olduğunda hem fikirdir. Fakat hangi kiliseye ait olduğu konusunda farklı yorumlar yapmaktadırlar: Ahmet Yorulmaz monografisinde “Alibey Adası’ndaki Taksiyarhis kilisesinin çanı…” derken, Ali Onay Cunda’nın en yüksek tepesine inşa edilen görkemli Panagia Kilisesi’nin çanı olduğunu söyler. Alex Baltazzi de çanın ailesinin Cunda adasına bir hediyesi olduğunu belirtmektedir. Çan, Panagia Kilisesi’nin çanıdır… Taksiyarhis Kilisesi’nin çanı uzun yıllar yerinde durmuş sonra kaybolmuştur… Cunda’da çanın asılabileceği büyüklükte bir kule Triada ve Panagia kiliselerinde bulunmaktaydı. Bu ayrıntı eski fotoğraflardan da açıkça görülmektedir. Kaynak kişilerimiz bu konuda da farklı görüşler belirtiyordu. Panagia Kilisesi, Cunda’nın en yüksek noktasında, günümüzde restore edilen kitaplık ve değirmenler arasında, bahçe duvarları kalmış durumdadır. Ayrıca SİT kayıtlarına göre günümüze üç duvarı kalmış olan Triada Kilisesi, tepede olan ise Panagia Kilisesi’dir.

Çanın Ayvalık’a taşınması… Ayvalık Görsel Arşiv çalışmalarımızda Cundalı birçok büyüğümüzle yapmış olduğumuz söyleşilerde, Cunda’nın muhteşem çanından söz ettiler. Çanın sesinin Midilli’den dahi duyulduğunu belirttiler, çanın Cunda’nın tepesinde, en yüksek noktada bulunduğunu, 2. Dünya Savaşı arifesinde Ayvalık’a taşındığını anlattılar. Ahmet Yorulmaz, çanın 1936 yılında, Sivil Savunma seferberliğinde halkı uyarmak amacıyla İlk Kurşun Tepesi’ne taşındığını belirtmektedir. Ali Onay ise makalesinde tüm


Rıfat Mat ve çan

isteğiyle belediye zabıtasında görevli olan Mustafa Güngör ve arkadaşları çanı topraktan çıkarıp temizler ve tekrar ayağa dikerler. 1970’li yılların sonlarında da çanın Ayvalık meydanında sergilenmesi planlanırken, Bergama Müzesi yetkilileri tarafından götürülerek onların envanterine geçer. Bu tarihten sonra çanın nereden geldiğini bilmeyen Bergamalılar çanın kendilerine ait olduğunu düşünür.

Dünyanın en büyük çanı Almanya’da değil Ayvalık’ta…

ayrıntılarıyla çanın nasıl taşındığını bizlere aktarmaktadır: Sivil Savunma çalışmaları yapılırken, Ayvalık halkını acil bir durumda haberdar etmek için siren(ler) yerine çanın kullanılmasına karar verilir. Zaten o yıllarda Ayvalık’a elektrik sadece geceleri verilmektedir. Bu işten sorumlu olan Sakı Barok Bey yanında çalışan Ali Onay ve Mustafa Bodin Bey’i görevlendirir. Onlar da el birliğiyle çanı Zübeyir Kırağ Ağa’nın öküz arabasına bindirerek yavaş yavaş ‘Kurufitalya’ tepesine çıkarırlar. Amaçları tepe üzerinde bakiyeleri bulunan Profit İlias(4) Kilisesi’nin kulesine çanı asmaktır. Zaman içinde tahrip olan çan kulesinin alt katı demir cıvatalarla desteklenir ve çan yarım kuleye asılır… Denemek amacıyla çalınan çanın o kadar yüksek bir sesi vardır ki Cunda ve Ayvalık’ta halk paniğe kapılır.

‘Kurufitalya’ çanı… Çanın taşınmasını hatırlamayan veya taşındıktan sonra dünyaya gelen birçok Ayvalıklı çanın Profit İlias Kilisesi’nin çanı olduğunu ifade etmektedir. 1945-50’li yıllarda doğan Ayvalıklı büyüklerimiz, çocukken bu tepeye tırmandıklarını, çanın etrafında oynadıklarını, tüm detaylarıyla anlatmaktadırlar. 1944 Ayvalık depremine dayanamayan kule yıkılır ve çan yarısına kadar toprağa saplanır. 1968 yılında Ali Onay’ın

Rahmetli Ceynur Karagözoğlu’nun 18 Ocak 1974 tarihli haberine göre; Ayvalık Turizm Başkanı Acar Kurul Almanların bir kilisede bulunan 2,5 tonluk çanın, dünyanın en büyük çanı olduğunu söylemektedir. Kurul bu bilgiyi Dad Haber Ajansı’ndan alıp Ceynur Bey’e iletince çan hakkında ilginç bir iddia ortaya atılmış olur. Kolonya’da (Almanya) bulunan çan dünyanın en büyük çanıysa, Ayvalık Çanı 3 ton (sadece tokmağı bile 700-800 kilo gelmektedir!) ağırlığında olduğuna göre dünyanın en büyük çanı Almanya’da değil Ayvalık’tadır. Kısa bir araştırma yaptığımızda Almanların bu iddiasının çok abartılı olduğu kesindir. Dünyada bu ağırlığın çok üzerinde nice çan bulunmaktadır… Ayvalık Çanı olsa olsa o dönemde(!) Almanya’da dökülen en büyük çan olabilir düşüncesindeyiz. Yine haberde geçen, çanın Sultan Abdülhamid döneminde kahyalık yapan Ali Ağa tarafından döktürüldüğü gibi hatalı söylentileri bir dahaki sayımızda ele alacağımızı belirterek yazımızı sonlandıralım… Dipnotlar: 1.Ahmet Yorulmaz, Ayvalık’ı Gezerken, 2. Baskı, 1983 Geylan Yayınevi ve 10. Baskı-2011, Remzi Kitabevi 2.Ali Onay, İskenderiye Yazıları, Sayı:24, 2000/Aynı yazı Cengiz Bektaş tarafından ‘Aiolya’nın Başkenti Ayvalık’ kitabında aynen yayınlanmıştır. Bu kitap Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yayınları arasında 2009 yılında çıkmıştır. / Yine bu yazı kısaltılmış olarak Papalina gazetesinde 2010 yılında yayınlanmıştır. 3.Özellikle www.levantineheritage.com adresi ve www.academia.edu adresindeki ‘Ayvalık Çanı ve Baltazzi Ailesi’ dosyamıza bakılabilir. 4.Rumlar bulundukları şehirlerin en yüksek tepesine İlyas Peygamber adına bir kilise inşa ederler. Ayvalık’ta İlk Kurşun veya Kurufitalya Tepesi’nde Profit İlias (Profit İliou / Prophetia Elias) Kilisesi bulunmaktaydı.

35


YOLU AYVALIK'TAN GEÇENLER Çağdaş edebiyatımızın usta ismi Oktay Rifat, emekli olduktan sonra yaz aylarını uzunca bir süre Altınova’da geçirdi. Yazlığının verandasında şiirler, romanlar yazdı. “Sizin için yaşayan en büyük Türk şairi diyorlar” dendiğinde, “Elli yıl sonra şiirimi okuyanlar, ‘Tam becerememiş ama meselenin farkına varmış’ desinler bana yeter!” karşılığını vermişti. Oktay Rifat’ın ölümünün üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti ve kitaplarını okuyanlar, sanatçının meselenin farkına vardığı konusunda hemfikir!

“E

OKTAY RİFAT İLK ROMANI ‘BİR KADININ PENCERESİNDEN’İ ALTINOVA’DA YAZDI

ski tarihle 28 Mayıs 1330, yeni tarihle 10 Haziran 1914’te Trabzon’da doğdum. Babam oranın valisiydi. Çocukluğum ve ilk gençliğim Ankara’da geçti. Ankara Lisesi’ni ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Daha sonra hukuk doktorası yapmak için, devlet hesabına Paris’e gittim. Üç yıl kaldım. Savaş yüzünden hukuk doktoru olamadım.”

Süreyya Berfe’nin ‘Garip’ şiirinden üç dize:

Yıllar içinde bazı kamu kuruluşlarında çalışan ve serbest avukatlık yapan Oktay Rifat 1973’te Devlet Demir Yolları’nda birinci bölge avukatıyken emekli oldu. Artık kışları İstanbul’da yaşıyor, yaz aylarını Altınova’da, bugün kısaca ‘Profesörler Sitesi’ olarak anılan, ‘Ankara Üniversitesi Profesörler Kooperatifi’ndeki yazlığında geçiriyordu.

“Orhan Veli yetenek. Melih Cevdet zekâ şimşeği, disiplin ve kültür. Oktay Rifat dil mimarı, göz ve bakış değiştiren beyin.”

Şair, yazar, gazeteci, vali, milletvekili, müzisyen, Türk Dil Kurumu ilk başkanı, Güneş Dil Teorisi’ni yaratan tarihçilerden Samih Rifat’ın oğlu olan ve daha çok şair kimliğiyle öne çıkan yazar Oktay Rifat, yaşamının ilk dönemini bu sözlerle özetlemiş... Sonrasını edebiyat tarihleri yazıyor: Çok genç yaşlarda Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Cahit Sıtkı Tarancı’yla yakın dostluklar kurdu. İlk şiiri 1936 yılında Varlık dergisinde yayınlandı. 1941’de aynı dergide yazıları yer alan Melih Cevdet ve Orhan Veli’yle birlikte ünlü ‘Garip’ kitabını çıkardı. Garip, gerçekten çok ses getiren bir ‘hareket’ti. Üç genç şair, şiirde yenilenmenin gereğini vurguluyor; Türkçeye daha bir kıvraklık kazandırmak ve halkın beğenisini şiirde egemen kılmak için kalıplaşmış biçimlerden, söylemlerden uzaklaşılmasını savunuyordu. Bir tür ‘başkaldırı’ olan Garip hareketi dalga dalga yayıldı ve yeni/farklı bir şiir akımının başlangıcını oluşturdu. YAZ AYLARINI ALTINOVA’DA, ‘ANKARA ÜNİVERSİTESİ PROFESÖRLER KOOPERATİFİ’NDEKİ YAZLIĞINDA GEÇİRDİ

36

Oktay Rifat, ozanlık dışında her işin kendisine ikinci derecede bir uğraş gibi göründüğünü söylemişti. Buna karşın ‘çok yönlü’ bir sanatçıydı. Avukatlık yaparak geçimini sağlarken şair, romancı, oyun yazarı, çevirmen, ressam, hatta marangoz, balıkçı ve gurme olarak da tanındı.

Cemal Süreya’nın, “Beş duyunun şairidir Oktay Rifat... Somut, dobra, düşünmeye elverişli, çağrışım ağı onarılmış ve yaşama sevinciyle etekleri zil çalan bir dile sahiptir” sözleriyle değerlendirdiği Oktay Rifat, Altınova’da, unutulmaz şiirlerin yanı sıra iki de roman yazdı. Bunlardan ilki, yalın anlatımıyla öne çıkan ve İstanbul’da, bir aydınlar çevresinde, üç çocuklu bir kadının genç bir devrimciyle yaşadığı aşkı anlatan ‘Bir Kadının Penceresinden’di. Edebiyat eleştirmeni Rauf Mutluay yayınlandığı dönemde ‘Bir Kadının Penceresinden’i şöyle değerlendirmişti: “Boğaziçi’nin rastgele bir köyünde, bir bodrum katının ev düzeninden başlayıp azar azar, toplumumuzu yer yer gösteren çok canlı bir ayna. Ve Oktay Rifat şairliğinin, onun şiir gücünün, insan ruhunun ve davranışlarının en küçük ayrıntıya kadar uzanan özelliklerini Türkçenin bütün güzelliğiyle anlatan güzel emeği... Kendini kendinden başkalarının


yerine koymayı bilen yazarlık gerçeğinin yepyeni bir örneği.” OKTAY RİFAT 1944 YILINDA YAZDIĞI ‘AHMET’ ADLI ROMANININ BASKISINI BEĞENMEMİŞ VE DAĞITIMINI ENGELLEMİŞTİ İlk kez 1976 yılında yayınlanan ‘Bir Kadının Penceresinden’, 1980 yılında TRT tarafından televizyon filmi olarak çekildi. Ünal Küpeli’nin yönettiği filmin başrollerini Selma Güneri, Kamuran Usluer ve Mahmut Cevher paylaştı. Burada bir parantez açmak gerekiyor. Evet, 1975 Türkiye’sinden kesitler sunan ‘Bir Kadının Penceresinden’, Oktay Rifat’ın yayınlanan ilk romanıydı ama 1944 yılında yazdığı bir romanı daha vardı. Adı ‘Ahmet’ olan bu roman basılmış ancak baskısı Oktay Rifat tarafından özensiz bulunduğu ve beğenilmediği için kitabın dağıtımı bizzat yazarın kendisi tarafından engellenmişti. Kısacası, ‘Ahmet’ bir tek okura bile ulaşmamıştı. Oktay Rıfat, 1980’de çıkardığı ve Madaralı Roman Ödülü’ne layık görülen ‘Danaburnu’ adlı romanını da yine Altınova’daki yazlığında tamamlamıştı. Sanatçı, Hürriyet gazetesinde okuduğu bir haberden yola çıkarak yazdığı ‘Danaburnu’nda Burhaniye ve Ayvalık kıyılarındaki yazlık site tecrübesini tüm toplumsal eleştirelliği içinde işlemiş, batı ve güney kıyılarının özellikle 1960’lardan sonra hızla turizme açılışının tarihçesine ilişkin değerlendirmelere yer vermişti. Oktay Rifat, 1988 yılında İstanbul’da öldü.

“Denize baktım usanmadan Ölüme inandım Güzel çok güzel olduğunu düşünerek Koca bir yaz geçirdim Şimdi yorgunum biraz” KAYNAKÇA -Oktay Rifat Kitabı, Derleme, Yapı Kredi Yayınları, 1991 -Seçme Romanlar, Asım Bezirci-Refika Taner, Evrensel Basım Yayın, 1997 -Kontrol Kalemi, Murat Yalçın, Can Sanat Yayınları, 2015 -Milliyet Sanat Dergisi, Garip Şiiri 50 Yaşında Özel Sayısı, Kasım 1991 -Gösteri Dergisi, Oktay Rifat’la Konuşma, Doğan Hızlan, Aralık 1980

Sabiha’yı görür görmez onunla evlenmeye karar verdim Oktay Rifat, 1945 yılında Fransızca öğretmeni ve Türk Dil Kurumu Tercüme Bürosu’nda uzun süre çalışan, Fransızca çevirmeni Sabiha Rıfat’la hayatını birleştirmişti: “Sabiha’yı görür görmez onunla evlenmeye karar verdim ve tanıştığımızın ikinci günü kendisine izdivaç teklif ettim. Düşünmesi için de kendisine 24 saat mühlet verdim. Bu müddet sonunda kabul ettiğini bildirdi. Üç buçuk ay nişanlı kaldık.”

Bir-iki defa midye pişirdi, bayıldım! Eşi Sabiha Rıfat bir söyleşide Oktay Rifat’ın ‘ev hali’ni şöyle anlatmıştı: “Hayli marifetlidir. Evvela iyi marangozdur. Misafir odamızdaki masa, koltuk ve sandalyeleri eşim yapmıştır. Sonra birinci derecede aşçı kadar mükemmel yemek pişirir. Ama kırk yılda bir mutfağa girer. Bilhassa mayonezi meşhurdur. Bir-iki defa midye pişirdi, bayıldım! Sonra elinden diğer bütün ev işleri gelir. Mesela musluk tamir eder, soba kurar.”

Mutfaktaki küçük, gösterişsiz bir masada sabahın erken saatlerinden başlayarak çalışırdı Oğlu Samih Rıfat, Oktay Rifat’ın son yıllarını şu sözlerle özetliyor: “Önceleri öfkeli, sert, kavgacı bir o kadar da yaşama sevinciyle dolu, şakacı, güleç biri. Sonra yılların getirdiği değişiklikler, yıpranmalar, yaşlanma. Gittikçe daha az sevinç, daha az öfke, daha çok hüzün. Delice sevgiler, delice kızgınlıklar, tutkular, kırgınlıklarla geçmiş bir ömrün deneyimini sözcüklerde, dizelerde damıtmak için gecegündüz sürdürülen yoğun bir çalışma. Bugün babamı düşündüğümde en çok, Caddebostan’daki evin mutfağına yerleştirdiği, küçük, gösterişsiz bir masada sabahın erken saatlerinden başlayarak çalışan bir adam geliyor gözümün önüne.”

Ayvalık’a gönderilen yıldırım telgraf: ‘Cigara mı, cıgara mı?’ Ve yazar Ferit Edgü’den bir anı: “1979’da Ada Yayınları’nda ‘Bir Cıgara İçimi’ni yayımlayacağım. Kitabı titizlikle kurmuş, pırıl pırıl teslim etmişti Oktay Rifat. Tek işim sayfalara yerleştirip baskıya göndermek. Ancak hem ‘cigara’ hem ‘cıgara’ diyor. Ne olur ne olmaz diye bir yıldırım telgraf gönderdim Ayvalık’a: ‘Cigara mı, cıgara mı?’ Oktay Rifat’tan aynı kısalıkta yanıt geldi: ‘Bazen öyle, bazen öyle.’”

37


Özgün oyunlar, sokak tiyatrosu gösterileri, drama çalışmaları, yazarlık atölyesi ve söyleşilerle renklenen dolu dolu bir şenlik yaşandı

TİYATRO FESTİVALİ HER GEÇEN YIL DAHA DA ZENGİNLEŞİYOR

‘8.

Ayvalık Tiyatro Festivali’ 4-7 Mayıs tarihleri arasında düzenlendi. Ayvalık Kültür Sanat ve Ayvalık Sanat derneklerinin herkesi, ‘Yaşadım diyebilmek için’ sloganıyla salonları doldurmaya davet ettiği etkinlik Ayvalık Belediyesi’nin yanı sıra farklı kurum ve kuruluşların işbirliği ve Ayvalık esnafının desteğiyle gerçekleşti. Etkinlik boyunca 14 oyun sergilendi. İki ayrı okulda çocuklar ve gençlerle drama çalışmaları yapıldı. Programda ayrıca oyun yazarlığı atölyesi, canlı heykel performansları, sokak tiyatrosu gösterileri ve söyleşiler yer aldı. Belediye Bandosu eşliğinde At Arabacılar Meydanı’ndan Cumhuriyet Meydanı’na yürüyüşle başlayan festivale Rasim Öztekin, Göksel Kortay, Haldun Dormen, Mahir Günşiray, Serhat Özcan ve Füsun Kostak gibi sanatçılar katıldı. Festivalin açılışında konuşan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, sanatın bir ülkenin özgürlüğü anlamına geldiğini vurguladı: “Çağdaş ve ileri demokrasi anlayışına sahip ülkelerin hepsinin

temelinde sanat bulunur. Sanatı olmayan, sanatçısı özgür olmayan, konuşamayan bir toplum, hiçbir zaman demokraside ilerleyemez. Dünyadaki tüm gelişmiş demokratik ülkeleri tek tek mercek altına aldığınızda, bunu sanatla başardıklarını görürsünüz. Çünkü sanat yeni fikirdir. Sanat,

özgürlüktür, laikliktir, karşı durmaktır, insan haklarıdır.” Tiyatro sanatçısı Rasim Öztekin de bir ülkede gençlerin varlığının çok önemli olduğunu söyledi ve Ayvalık Belediyesi ile önümüzdeki yıl çok önemli tiyatro atölyesi çalışmaları gerçekleştireceklerini belirtti.

Ulusal ve uluslararası sanatçılar beş gün çalıştı ve farklı eserlere imza attı

E

ARTCLAN ÇALIŞTAYI 3. KEZ AYVALIK’TAYDI

ski Kırlangıç fabrikasında gerçekleştirilen ArtClan Çalıştayı’na katılan sanatçıların resim, heykel ve fotoğraf gibi farklı disiplinlerden oluşan performansları daha sonra Ayvalık Belediyesi Orhan Peker Sanat Galerisi’nde sergilendi. Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in de katıldığı sergi açılışına birçok sanatsever ilgi gösterdi.

Ayvalık Belediyesi, Arçelik AŞ ve Cunda Turizm Derneği’nin ana sponsorluğunda üçüncü kez düzenlenen sergide şu sanatçılar yer aldı: Resim: Dilara Mataracı, Elif Çatlıoğlu, Erdal Uzunoğlu, Fikret Özcan, Filiz Kallenci, Gülcan Karadağ, İldem Arabacıoğlu, Mustafa Özkan, Sema Bicik, Serap Gümüşoğlu. Heykel: Assy Jans, Eda Taşlı, Kadriye İnal. Seramik: Ana Gomez de Pablos, Cahide Erel, Nicole Huberty. Emay: Cahide Erel, Christelle Derenne. Fotoğraf: Emine Berkan, Adil Gümüşoğlu, Hakan Kürklü, Mehmet Özcan, Yılmaz Bulut.

38


AYVALIK’IN İŞGALİ VE BELEDİYE ÇEŞMESİ PROTOKOLÜ/2 Prof. Dr. HALUK SELVİ

Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü

Y

unan askerlerinin gelişi üzerine Ayvalık Rumları’nda bir sevinç ve memnuniyet heyecanı başlamıştı. Rum evlerine Yunan bayrakları çekilmişti. Rumlar Yunan bayraklarıyla sahile yığılmışlardı34. Yunanlılar İzmir’e, İngiliz torpido komutanının çıkartmaya izin vermediğini bildirdiler. Yunanlılar İzmir’deki İngiliz temsilcisinden işgal için gerekli izni aldılar. 27 Mayıs 1919 günü akşamı Yunan birlikleri yeniden Ayvalık limanına geldi. Ali Bey’in Yunan işgaline direneceği anlaşıldığından Yunan kuvvetleri takviye edilmişti. 28 Mayıs 1919 sabahı İngiliz torpido komutanı aldığı emir gereği Ayvalık Limanı’nı terk etti. Böylece Yunan birlikleri çıkarma yapma hususunda serbest kaldı35. Kaza Kaymakamı Osman Nuri Bey Alay komutanına telefonla, Yunanlıların Ayvalık’ı işgal etmek isteyeceklerini ve kendisinin bu hususu İngiliz temsilcisi nezdinde protestoda bulunacağını bildirdikten sonra alayın ne suretle hareket edeceğini sordu. Alay komutanı verdiği cevapta, vazifesinin vatanı müdafaa olduğunu ve bunu da yapacağını bildirdi. Bu telefon görüşmesi İngiliz ve Yunanlılar tarafından öğrenilmişti36. İngiliz temsilcisi Hadkinson, Kaymakam Osman Nuri Bey’e Yunanlıların Ayvalık’ı işgal edeceğini, bu sebeple Türk askerlerinin kasabayı terk etmelerini, ancak mülki idarecilerin yerinde kalabileceğini tebliğ etti. Osman Nuri Bey, durumu hemen Dahiliye Nezareti’ne bildirmiş, 27 Mayıs’ta gayet acele kaydıyla gelen cevapta; “Merkezden bir emr-i sarih ve. İngilizlerden konferansın mııkarreratına dair tebliğ-i kât-î olmadıkça asla Yunanlılar tarafından asker ihracına ve işgaline müsaade edilmemesi ve iktiza ederse her türlü kuvvetlerle mukavemet olunması lazımdır. Gerek Ayvalık Kaymakamlığı’na gerek diğer sevahile bu hususun tebliği...” denmişti37. Fakat bu emirden Harbiye Nezareti de dahil olmak üzere, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye’nin ve XIV. Kolordu Komutanı’nın haberi yoktu. Bu emri Balıkesir Mutasarrıflığı aracılığıyla öğrenen XIV. Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa 29 Mayıs’ta durum soruyor ve bu konuda ne yapılması gerektiğinin bildirilmesini istiyordu. Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa imzasıyla gelen cevapta, İtilaf Devletleri nezdinde teşebbüste bulunulduğu, eldeki kuvvetlerle karşı koymanın mümkün olmayacağı sebebiyle müfrezenin emniyetli bir bölgeye çekilmesi isteniyordu38. Ayvalık’ın da İzmir gibi işgal edileceğini anlayan Osmanlı Harbiye Nezareti, bölgedeki birliklere bir çeki düzen vermek istemiş, bu maksatla 28 Mayıs 1919’da verdiği bir emirle 172. Alayı XVI. Kolordunun 62. Tümenine bağlamıştı39. Ancak bu emir henüz 172. Alay’a ulaşmadan 29 Mayıs 1919 sabahı Yunan birlikleri Ayvalık sahillerine asker çıkartmaya başladılar. Çıkartma başlar başlamaz, memurlar ve Müslüman halk civar kazalara çekilmişti. Kaymakam Osman Nuri Bey de şehri terk edip Gömeç’e geçtiğinden bölgeyle muhabere kesilmişti. Karesi Posta Müdürü Yusuf Bey bu durumu İstanbul’a şöyle haber veriyordu: 28/5/35

“Karesi ‘den Posta Müdüriyet-i Umumiyesi’ne Huzur-ı Celil-i Müdiriyet-i Umumiye’ye Dün akşamüzeri Ayvalık kaymakamı bilâ mııcib Ayvalık merkezini tanımayıp müdürü bir tarafa ve muhabere memurları diğer tarafa savuşmuşdur. Akşamdan beri çalışarak bu sabah mıntıka kumandanı nezdinde bulunan müdüre merkezin derhal yeniden te’sisi için verilen talimata henüz cevab alınamadı. Bu yüzden İzmir ve istanbul muhaberatı da bi’t-tâbi müteessir olmuştur. Kaymakamın şu hareketi Ayvalık’a hatırnâde bir vaziyette ilka eylediğinden muhaberatın inkıta’ına sebebiyet verdirilmemesini esbabının müsta’celen te’min buyurulması müsterhamdır. 128 minh. Yusuf40”. Osman Nuri Bey’e gönüllü kaydına memur edildiği mutasarrıflık tarafından bildirilmiş, o da durumu gayri kanuni sayarak Dahiliye Nezareti’ne bildirmişti41. Ayvalık sahillerinde karaya çıkarak ilerleyen Yunan kuvvetlerine 172. Alay birlikleri silahla karşı koydu. Fakat Türk kuvvetleri üstün Yunan kuvvetleri karşısında fazla tutunmayarak Kazak istikametinde zeytinliklere doğru çekilmek zorunda kaldı42. Türk düzenli birlikleri ilk olarak burada Yunan işgaline karşı koymuşlardı. Bu politik bakımdan da çok önemli bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Çünkü hükümetin emriyle Türk silahlı kuvvetleri harekete geçmiş ve bu suretle de mütarekeyi bozmuşlardı43. Durumu mutasarrıf ve kaymakam telgraflarından öğrenen44 hükümet hemen Meclis-i Vükelâ’yı topladı. Meclis-i Vükelâ direniş gösterilmesini doğru buldu. Harbiye Nezareti de “Yunanlılar ileri harekâtına askerle mukavemet edilmesi, fakat tarafımızdan taarruz edilmemesi” şeklinde bir emri Karesi ve Aydın havalisindeki kumandanlara gönderdi45. Meclis-i Vükelâ’nın bu kararında Ayvalık Kaymakamı Osman Nuri’nin ihbarının etkisi vardı46. Ayvalık Kaymakamı Osman Nuri Bey’in İngilizlerle olan teması ve mukavemete karşı olan düşünceleri biliniyordu. Yunan işgalinin peşinden Gömeç’e çekilmesi ve buradan İstanbul’a gönderdiği telgraflarda mukavemetin imkansız olduğu düşüncesini bildirmesi47 onun bu bölgeden uzaklaştırılmasını gerektiriyordu. Alay kumandanı buna bir çare bulmuş; Gömeç’teki Osman Nuri Bey 30/31 Mayıs 1919 gecesi Edremit’te bulunan bir gemiyle İstanbul’a gönderilmişti48. İstanbul Hükümeti tarafından verilen bu emirler, Kuva-i Milliye teşkilatı konusundaki çalışmalara kötü tesir ettiyse de49 bölgedeki teşkilatlar, yöneticiler ve komutanlar direniş aleyhtarı verilen emirlere uymayarak eski azim ve kararlarında sebat etmeye karar verdiler50. Bu sebeple Ayvalık’ ı işgal eden Yunan kuvvetleri kasabada bir kilometreden fazla ilerleyemediler. Ayvalık’ın hemen gerisinde zeytinliklerde mevzilenen Türk kuvvetleri karşısında durmak zorunda kaldılar. Ayvalık’a Yunan kuvvetlerinin girmesi çevre kasaba ve köylerde çok büyük heyecan yarattı. Ayvalık’ın Türk halkı çoğunlukla Gömeç nahiyesine çekilmişti. Köylüler Balıkesir’e doğru göçe başlamışlardı. Ahali Yunan

39


katliamına uğramaktansa yollarda sürünüp can vermeyi daha ‘ehven’ görüyordu51. 61.Fırka Kumandan Vekili Harbiye Nezareti’ne gönderdiği şifre telgrafta, “Burhaniye bölgesinde müthiş bir panik havası vardır. Vaktiyle bu havaliden gitmiş olan Rumlarla birleşerek İzmir’de olduğundan fazla fenalık yapacaklarının kati olduğu ve ahalinin şiddetle muhafız asker istediği” belirtilmekteydi52 . Yunan tarafının durumu da pek parlak değildi. Onlar Ayvalık bölgesinden böyle bir mukavemet geleceğini düşünmüyorlardı. Bu sebeple zamana ve bölgeye çıkarılacak yeni güçlere ihtiyaçları vardı. Ayrıca Ayvalık’taki Rumlar da adalara doğru çekilmeye başlamışlardı.

istediği anlaşma hakkında görüşmek istediğini bildirmişti. Fakat mutasarrıf Balıkesir’e dönmüş bulunduğundan Gömeç Nahiye Müdürü Sabri Bey kendisiyle görüşmüş, Meclis-i Vükelâ’nın işgalin reddedildiği hakkındaki kararını bildirmiş ve 5 Haziran günü için randevu vermişti55. Aynı gün Meclis-i Vükelâ görüşmelere devam etme kararı verdi.

DİPNOTLAR 34 Ali Çetinkaya, Hatıralar, s.43. Ayvalık Rumlarının tavırlarını ve alınması gereken tedbirleri Dahiliye Nezareti, Hariciye Nezareti’ne 29 Mayıs 1919 tarihli şu telgrafıyla bildiriyordu: “Hariciye Nezaret-i Celilesi’ne,

Belediye Çeşmesi Protokolü (5 Haziran 1919)

28 Mayıs 335 tarihli tezkere-i âciziye zeyldir.

Bölgenin kritik durumu, İstanbul Hükümeti’ni tedbir almaya sevk etmiş, Meclis-i Vükelâ toplanarak Karesi Mutasarrıfı Hilmi Bey’in Ayvalık’a giderek Yunan işgal komutanıyla görüşmesi ve Ayvalık’ta Osmanlı hukukunun temini üzerinde bir anlaşma yapması kararına varmıştı. Bu emir üzerine Hilmi Bey 1 Haziran 1919’da Ayvalık yakınındaki Murateli Köyü’ne gelerek 172. Alay Komutanı Ali Bey’le görüşmüştü53.

Ayvalık kûrbünde Sarmıısak şebih ceziresindeki beylik memlehedan tuz sirkat eylemekte olmasını mebni memlehayı muhafaza için oraya gönderilen bir jandarma çavuşu ile iki neferin Yunda Adası Rumları tarafından beş kayıkla tuz kaçırılmakta olduğunu görmeleri üzerine Rumların silah isti ‘maline ve jandarmaların da bittabi mukabeleye başladıklarını ve bu sırada Ayvalık’taki Yunan Salib-i Ahmer gazalini mahall-i müsademeye gelerek jandarmaya ve takib kayığındaki efrada karşı ateş açarak Rumların firarını teshil ve temin eylediği ve bilâhare gazolindeki Salib-i Ahmer efradı bir maktul ve bir de mecruhu alarak güya bunları balık sid ederken bizini askerlerimizin katlettiklerini ve aynı askerlerin bayraklarını da kurşunladıklarını beyan ve beynelhalk tevlid-i heyecan ettikleri hakkında Karesi Mutasarrıflığı’ndan alınan iki kıt’a lelgrafnamenin leffen takdim kılındığı ve mümessü-i siyasi Binbaşı Hankinson’un Yunan askerinin Ayvalık’a gelmek üzere bulunduğunu işa’e etmesi üzerine Yunan amalini besleyenlerin bilhassa oradaki Yunan Salib-i Ahmer zabitanının avak takımı halkı tahrik ederek habshanenin kapılarını açması ve birkaç İslâm hanesini ettirmiş olduklarını ve Salib-i Ahmer heyetinin birtakım Ayvalık Rum gençlerini toplayarak kayd etmekte ve bu suretle İzmir’de olduğu gibi teşkilat-ı hafiye yapmakta olduğu gelen tahriratla beyan edilmiştir. Yunanlıların Ayvalık havalisinde bir emr-i vâki ihdası için sarf-ı mesaî ettikleri ve buna Salib-i Ahmeri tavassut eylediği bu vekayi’ ve hadisat-ı sa’ire ile katiyyen sabit olııb mezkur Salib-i Ahmer heyetinin orada bekası mezahir-i siyasiyi istilzam edeceğinden mezkur heyetin bir Amerika veya İngiliz Salib-i Ahmeri ile tebdili zımnında teşebbüsat-ı siyasiyenin icrasına müsaade-i âliye-i fehimaneleri şâyân buyrulması ol bâbda emri ferman (BOA. D.H.KMS. 53-4/5, lef 7-10).

Mutasarrıf Hilmi Bey bu görüşmede alınan kararlar doğrultusunda, 2 Haziran’da Ayvalık’a giderek İngiliz ve Yunan komutanlarıyla görüştü. Hilmi Bey, 4 Haziran tarihli raporunda işgal altındaki Ayvalık’ın durumu ve yapılan görüşmeyi Dahiliye Nezareti’ne şöyle anlatıyordu: “İşgal kuvveti şu anda Ayvalık’ın ilerisine geçmemiştir. Kuva-yi Milliye Ayvalık’ı Yunanlılara teslim etmeye gidiyor diye bana karşı geldi, durum kendilerine izah edilerek muhalefetleri ortadan kaldırıldı ve hareket edildi. Bindiğimiz araba askerlerin kontrolü altında kasabaya girdi. Kasabada hemen hemen her ev ve dükkâna Yunan bayrağı asılmıştı. Ahali bizi seyretmek için toplanmıştı. Herhangi bir tahkire maruz kalmadık. Metropolidhane’ye götürüldük, Metropoliti bizi merdivenlerde karşıladı ve Yunan kumandan Dimitri Toma’nın oturduğu odaya götürdü, daha sonra Hadkinson da geldi. İşgal kumandanı ziyaret sebebimi sordu. Ben de, Yunanistan’la harpte olmamamıza rağmen bu işgalin geçersiz olduğunu bunu protesto ettiğimizi, ahalinin perişan olduğunu, halkın galeyan halinde bulunduğunu ve Ayvalık’a yürümek istediklerini söyledim. Hadkinson, Yunanlıların asayişi temin etmek ve adalet için geldiklerini, Yunan Hükümeti’nin Ayvalık’ın 12 kilometre dahiline kadar işgal edilmesi hakkında emri olduğunu belirterek müdafaa kuvvetlerinin zeytin ormanlarından çıkmalarını ve bunun hükümetin emriyle yapılmasını istedi. Ben bu konuda herhangi bir emir almadığımı ve kasabayı boşaltmayacağımızı söyledim. Hadkinson konferansın bu bölgeyi Yunanlılara verdiğini, fakat bunun resmi bir surette ilan edilmediğini, Rumların eski yerlerine iade edileceğini belirtti ve dönüşünde civar köylere dağıtmam için yazdığı beyannamelerden birkaç nüsha verdi. Hiçbir aileye ve memura kötü muamele edilmediğini söylediyse de, dönüşümde kasaba içerisinde kalan birkaç memurumuzun bir binanın üst katında hapsedildiğini gördüm. Mukalemenin sonunda tekrar tekrar zeytin ormanlarının boşaltılmasını ve askeri kuvvetlerin geri çekilmesi istendi. Gözlemlediklerime göre, işgal kuvveti iki binden fazla değildir ve karaya çıktıkları yerde bulunmaktadırlar. İşgal sahası kasabada dahile doğru bir kilometreyi geçmiyor54.” Telgraftan anlaşıldığı üzere Yunan tarafı Hilmi Bey’in Ayvalık’ın boşaltılmasıyla ilgili teklifini reddetmişti. 4 Haziran’da Ayvalık’taki İngiliz temsilcisi Binbaşı Hadkinson, yanında bir Yunan subayı olduğu halde bir muhriple Gömeç İskelesi’ne yanaşmış ve mutasarrıfın

40

35 TIH. H/1, s. 76: Sofuoğlu, Kuzeybatı Anadolu, s. 93. 36 TİH. H/l. s. 76: Ali Çetinkaya, Hatıralar, s. 44. 37 BOA.DH.KMS. 53-4/54. lef 5: Ergeneli. “Anılar”, s. 193. 38 HTVD. Sayı: 37 (Eylül 1962), Vesika No: 902; TİH H/I, s. 81. 29 Mayıs 1919’da aynı mealde bir tel de Dahiliye Nezareti’nden Karesi Mutasarrıflığı’na gönderilmişti (BOA.DH.KMS. 53-4/54, lef. 16-17). 39 HTVD. Sayı: 36 (Haziran 1961), Vesika No: 890. 40 BOA.DH.KMS. 53-4/54, lef. 12. 41 Osman Nuri Bey’in telgrafı şöyleydi: “29/5/35 Saat: 18:30 Gömeç’te Ayvalık Kaymakamı’ndan Dahiliye Nezareti’ne Dün akşam Ayvalık’ın Yunan işgal-l askerisi altına alınacağına dair vaki’ tebliğ üzerine bu sabah Yunan kuvvetleri kazayı işgal ettiler. Elyevm mıntıka kuvvetleri ile müsademe ediyorlar. Ben merkez-i kazaya üç saat mesafede kain Burhaniye kazasının Gömeç nahiyesine geldim. Keyfiyeti livaya bildirdim, Gömeç Nahiyesi’nde kaza tesis olunarak benim de gönüllü teşkilatına memur edildiğim taraf-ı mutasarrıfiden tebliğ edildi. Bu tarz teşekkül ve ta’yin ahval-i fevkalade hasebiyle muvafık-t kanun olabilir mi devlet min külli’l-vücuh daimi mesuliyet olan böyle bir halin ihdasında aslen veya fer’an zimedhal olanların cezaları pek ağır olacağına emrin infazı bir memuru ikrah-ı sûka olmadıkça mesuliyetten kurtaramayacağına binaen istizan-ı keyfiyet olunduğu ma’ruzdur. 29minh. Gömeç’te Ayvalık Kaymakamı Osman Nuri (BOA.DH.KMS.53-4/54,lef.l9-20).” 42 TİH. II/I, s. 80. 43 Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, I, İstanbul, 1991, s. 267. 44 Mutasarrıfın ve kaymakamın telgrafları şöyleydi: 29 Mayıs 335 Saat: 18:30


Vatan sevgisini her şeyin üstünde tutan kahramanlar hiçbir zaman unutulmayacak

Dahiliye Nezareti Celilesi’ne Cephede asker ve birtakım ahali kan döküyor: Bu vaziyeti ne vakte kadar muhafaza edeceğiz. Balıkesir heyet-i milliyesi şimdi Adliye Nafıa nazırlarıyla makine başında görüştüler ve ahalinin müdafayı temdide kudretyap olamayacağını bildirdiler. Müdafaa haydi dört beş saat daha devam etsin sonra ne olacak. Yeniden ahali gönderip takviye mi edeceğiz yoksa askeri çekip cepheyi açacak mıyız? Bu vaziyet karşısında sarih ve kat’i emir istihsaline mecburiyet hissediyorum İradelerine makine başında muntazırım. 29 Mayıs 335 Mutasarrıf Hilmi (BOA.DH.KMS 53-4/54, lef. 17).

AYVALIK, MİLLİ MÜCADELE RUHUNU ATEŞLEYEN İLK KURŞUNUN GURURUNU 98. KEZ YAŞADI

30/ 5/ 335 Saat: 16:20 Gömeç’ten Dahiliye Nezaret-i Celilesi’ne Vaziyet pek mühimdir, düşmanın kuvvet-i muntazamasını bu müsademede pek isti’mal etmediği anlaşılıyor. Şayet müsademenin devamını Ayvalık Rumlarına karşı bir tecavüz add ederek kuvâ-yı mühimme ile Burhaniye, Edremid kazalarının harben işgaline fırsat yâb olur ise mukadderat-ı milleti pek elim bir akıbete duçar olmuş olacaktır. Bunun için madem ki merkez-i hükümet müsademenin tatilini iltizam ediyor vaziyete hakim olan mıntıka kumandanlığına Harbiye Nezareti’nce evamir-i lâzimenin sürat-i mümküne ile tebliği lüzumu ehemmiyetle maruzdur. 30 minh. Gömeç’te Ayvalık Kaymakamı Osman (BOA.DH.KMS 53-4/54, lef. 18, Ergeneli, “Anılar”, s. 202). Ayvalık Kaymakamı 30 Mayıs tarihli diğer bir telgrafında mücadelenin Ayvalık tepelerinde devam ettiğini, her taraftan gönüllü efrad geldiğini, kendisinin müdahale edecek gücü olmadığını bildiriyordu. (BOA.DH.KMS 53-4/54, lef. 21-22). 45 HTVD, sayı: 38, (Aralık 1961), Vesika No: 907; Sofuoğlu, Kuzeybatı Anadolu, s. 96. 46 Ali Çetinkaya, Hatıralar, s. 54. 47 BOA.DH.KMS. 53-4/54 lef.34-36. 48 Osman Nuri Bey’in yerine Ayvalık kaymakamlığına 8 Haziran 1919’da Cemil Bey atanacaktır (Bayraktar, Ayvalık Tarihi, s. 128). 49 31 Mayıs 1919’da Bergama Kaymakamı Rasim imzasıyla Dahiliye Nezareti’ne gönderilen telgrafta, Ayvalık’ın gönüllü efrad istediği, buna cevaz verilip verilmediği soruluyordu (BOA.DH.KMS. 53-4/54, lef. 28). 50 Ali Çetinkaya, Hatıralar, s. 55; Ergeneli, “Anılar”, s. 201. 51 Mutasarrıf Hilmi’den Dahiliye Nezareti’ne 31 Mayıs 1335/1919, (BOA. DH.KMS.53-4/54 lef. 23). Burhaniye Belediye Reisi Salih, aynı tarihli telgrafında şöyle diyordu: “Meclis-i Vükelâ kararıyla Yunanlıların Ayvalık’ı işgaline karşı gerek asker, gerek ahalinin müdafaasını men’i söyleniyor. Binaenaleyh bu havali ve ahalisi kamilen Yunan işgali ve mezalim ve esaretine karşı kan döküyor. Bu yüzden heyecan ve telaş içindeyiz. Ayvalık’a mücavir kurra ve Gömeç nahiyesi halkının merkeze hicret ve perişanlık ve sefalet içinde livaya doğru hareket etmeleri merkez Burhaniye kazasıyla kurrasına da sirayet ile pür heyecan muhaceret başladı. Şu ahvali müessifeye çare olmak üzere tedabir-i acile ve müessireye şimdiden başlanması ve Yunanlıların İzmir ve civarında yaptıkları mezalim ve katliamları tekkerrürüne imkan bırakılmaması ve Yunan işgalini ahalice hüsn-ü suretle karşılamak adem’ül imkan olduğu maruzdu”. (BOA.DH.KMS. 53-4/54 lef. 25-26). Yunan işgal sahasında yaşanan en önemli meselelerden birisi şüphesiz ki bölgeyi terk etmek zorunda kalan Müslüman ahalinin durumu idi. Yunanlıların İzmir, Bergama, Menemen ve Ayvalık çevresinde yaptıkları mezalim bölge halkının göçmesine sebep olmuştu (9 Temmuz 1919 Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nden Dahiliye Nezareti’ne BOA.DH.KMS. 53-4/54, lef. 113). Hilal-i Ahmer Cemiyeti bu muhacirlere yardım etmek için bölgeye iki heyet göndermiştir. (İstiklal, 3Ağustos 1335/1919, sayı: 220; 4 Ağustos 1335/1919, sayı: 221). Balıkesir Yunan işgalinden kaçan halkın sığındığı bir yer olmuş, bu da şehri zor durumda bırakmıştır (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi, s. 1 1,119.162.200.220).

29

Mayıs 1919 günü Ayvalık’ta Yarbay Ali Çetinkaya ve kahraman askerleri tarafından atılan ve Milli Mücadele ruhunu ateşleyen ilk askeri kurşunun 98. yılında Cumhuriyet Meydanı’nda bir tören düzenlendi. Törene Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Garnizon Komutanı Albay Aydın Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Cumhuriyet Başsavcısı Metin Tokel de katıldı. Törende konuşan Rahmi Gençer, 98 yıl önce Ayvalık’ta atılan ilk askeri kurşunun Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan önemli adımlardan biri olduğunu söyledi. Gençer şöyle dedi: “29 Mayıs’ta Yunan askerleri Ayvalık’a çıktı. 172. Alay, yiğit komutan Yarbay Ali Çetinkaya önderliğinde bu saldırının karşısına cesaretle dikildi. Ayvalık çevresinden toplanan milis kuvvetlerle birlikte cephe oluşturuldu. İlk askeri kurşun da onlara nasip oldu. Bu gücü yaratan felsefe Ayvalık’tan başladığı için bu gururu 98 yıldır yaşıyoruz. Kahramanları unutmamamız gerekiyor. Bugün aynı zamanda İstanbul’un fethinin de yıldönümü... Bu bilinçle zengin tarihimize sahip çıkmaya devam edeceğiz.”

52 TIH.II/Is.82. 53 BOA.DH.KMS. 53-4/54. lef. 40-43; Ali Çetinkaya. Hatıralar, s. 36; Ergeneli. “Anılar”, s. 207-208. 54 BOA.DH.KMS. 53-4/54, lef. 44-52. Dahiliye Nezareti, mutasarrıfın bu raporuna 5 Haziran’da verdiği cevapta fiili protestolarla iktifa edilmesini, İngilizlerin verdiği söze güvenilmemesini Meclis-i Vükelâ’nın kararının da bu yolda olduğunu yazıyordu (BOA.DH.KMS. 53-4/54, lef. 54). 55 Ali Çetinkaya, Hatıralar, s. 62-63. TİH. II/I, s. 82. (Devam edecek)

41


Geride bıraktığımız Mart ayı... Sakarya Mahallesi’ni güzelleştirmek amacıyla bir araya gelen ve çevre gönüllülerinden oluşan ‘Pirüpak’ ekibi eski tenekeleri boyadı ve saksılara dönüştürdü. Amaç görüntü kirliliğinin önüne geçmekti. Aynı ekip şimdi de denizcilerin desteğini alarak, çevre ve insan sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturan naylon poşetlerin Ayvalık’ta kullanımını azaltmak amacıyla harekete geçti. Ayvalık TEMA Sorumlusu Yüksek Mimar Haluk Aysu, dört aydır bu proje üzerinde çalıştıklarını belirterek hazırlanan stantta dağıttıkları 250 bez torbanın iki saat içinde tükendiğini belirtti.

Ayvalık Tema Sorumlusu Haluk Aysu:

S

YAZ SONUNA KADAR 5 BİN BEZ TORBA AYVALIKLILARA ULAŞTIRILACAK

ayın Haluk Aysu, öncelikle bez torba projeniz hakkında bilgi alabilir miyiz? -TEMA faaliyetlerini Ayvalık’ta yeniden canlandırmaya çalışıyoruz. Bir takım gruplarla, öğrencilerle temaslarımız var. Şuan ki sorunumuz, yalnızca bizim değil tüm dünyanın derdi olan plastik… Amacımız plastik kirliliğinden kurtulma, arınma ya da en aza indirme.. Bu projeye başlayalı dört-beş ay oldu. İstanbul'dan Uğurteks firması bize 14 top kumaş verdi. Biz ayrıca farklı illerde yaşayan göçmen 20 çocuğa her ay kişi başı 250 lira eğitim yardımı yapıyoruz. Bu desteği her ay sürdürüyoruz. Bu aileler de bize buna karşılık bir yardımda bulunmak istedi. Sürekli irtibat halinde olduğumuz iki göçmen aile bu kumaşları dikti ve 5 bin torba elde ettik. Yüksek sayılabilecek bir rakam... Bunları tüketicilere nasıl ulaştıracaksınız? -Projemizi olumlu karşılayan Ayvalık Belediyesi, Perşembe Pazaryeri’nde bize yer sağladı. Standımızda her

42

SERKAN KİBAR

Kendilerine bez torba hediye edilen vatandaşlar, “Kirlilikle bir türlü başa çıkamadığımız için, doğayı korumak adına biz de bu çağdaş kampanyaya destek veriyoruz. TEMA Vakfı’nın bez torba kampanyası çok doğru bir hareket” diyor. Bu arada Sakarya Mahallesi’ndeki Midi Cafe’nin işletmecisi Damien Dessane da üyesi olduğu Pirüpak grubuna, ‘Kahve içene bez torba hediye’ kampanyasıyla destek veriyor.

hafta 250 torbayı ücretsiz dağıtacağız. İnsanların kullanım alışkanlıklarını değiştirerek plastiği hayatımızdan çıkarmak istiyoruz. Malzemelerimizi tedarik ettiğimizde yine belediyemizin önerisi olan Cunda ve Armutçuk pazaryerlerine de bu projemizi taşımayı hedefliyoruz. Bu arada Pakmaya Kenan Kaptan Mesleki Anadolu Lisesi öğrencileriyle işbirliği yaptığımızı da belirtmeliyim. Poşetlerin doğada yol açtığı zararlara ilişkin neler söylemek istersiniz? -Bir çöp poşeti doğada 15 yılda çözülüyor. Bu süre, plastik sertleştikçe 500 yıla kadar çıkabiliyor. Öncelikli sorunumuz görsel kirlilikti. Menfezlerin ağızlarının plastik ve petlerle tıkalı olduğunu gördük. Eşimle konuşurken, “Bir sel olsa bütün kanallar tıkanır. Bütün mahallece perişan oluruz!” diye konuşuyorduk. Sosyal medyada paylaşmaya başladık. Biz bu çöpleri toplarken bildiğiniz gibi Ayvalık’ta muazzam bir sel oldu. “Yazık olmadı mı?” dedik. Belediye geldi, o menfezleri açtı. “Oldu işte, sellerden kurtulduk!” dedik.


Ancak, bu plastikler denize gitti maalesef... Sonra araştırdık ki zamanla mikroplastik haline dönüşüyor. Hayvanlar ve balıklar bunları yiyor. Birleşmiş Milletler Komisyonu’nun raporuna göre 2050 yılına kadar denizlerdeki plastik miktarı balık miktarını geçecek. Kısaca Pirüpak grubundan da söz eder misiniz? -Grubumuzun tam adı ‘Pirüpak Ayvalık.’ Turizmci Çiğdem Celasin, turizmci Monica Çandarlı ve Sedat Kanal, kafe işletmecisi Damien Dessane ve eşi Esra Dessane, eşim İngrid Aysu ve ben, hep birlikte kurduk. İlk işimiz 55 adet ikinci el teneke kutu satın alarak bunları rengarenk boyamak oldu. Sonra içlerini toprakla doldurduk ve Orman İşletme Şefliği’nden defne ve akasya fidanları, kendi imkânlarımızla da kadife çiçeği, sardunya ve sarmaşık gibi çeşitli çiçekler sağladık. Hazırlanan 55 saksıdan bir kısmını mahallenin çeşitli noktalarına yerleştirdik. Geri kalanlarını da uygun yerlere koymaları için mahalle sakinlerine dağıttık. Sakarya Mahallesi’ni güzelleştirme çalışmalarımız sürüyor. Taşlarımızı boyuyoruz, çöp tenekelerimizi, yollarımızı kendimiz tamir ediyoruz. Eşimle her gün çöp topladığımız gibi İlk Kurşun tepesi çevresini de temizlemeye gayret ediyoruz. Bu arada düzenli olarak ilk ve ortaokul öğrencilerini çevre temizliği için bir araya getiriyoruz. TEMA Ayvalık Eğitim Sorumlusu Aynur Çiftçi’nin öğrencileri de belli bir programla çevreyi temizliyor.”

HAZİRAN 2017 YIL: 3 SAYI: 34 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Prof. Dr. HALUK SELVİ Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ ZEYNEP KAZANCIGİL HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR

TEMA VAKFI, ÖNCELİK TOPRAKLARIMIZDA OLMAK ÜZERE DOĞAL VARLIKLARIN KORUNMASI İÇİN ÇALIŞIYOR

T

EMA, yani tam adıyla Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı, sürdürülebilir yaşam ilkesiyle başta topraklarımız olmak üzere doğal varlıkların korunması için bilim temelli çalışan, ülkenin ve dünyanın geleceğini önemseyen gönüllü, bilinçli ve öncü bir kuruluş... Uluslararası ve ‘muteber’ bir sivil toplum örgütü olma özelliğiyle giderek öne çıkan vakıf temel amaçlarını şöyle özetliyor: -Ülke topraklarımızı tehdit eden erozyon ve çölleşme tehlikesine dikkat çekmek ve bu mücadelenin bir devlet politikası haline gelmesine katkı sağlamak, -Toprakla birlikte dünya üzerindeki ekosistemi oluşturan su, orman, biyolojik çeşitlilik gibi tüm doğal varlıkların korunması ve insan kaynaklı iklim değişikliğine dair politikaların ve toplumsal bilincin oluşturulması için çalışmak, -Kendiliğinden yetişen doğal ormanları korumak, ağaçlandırma çalışmaları yaparak topluma ağaç sevgisi aşılamak,

Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sit. 5. Cad. No.69 Bağcılar / İstanbul Tel. 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com sertifika no: 29195 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.

-Tarım alanları, çayır ve meraları korumak, geliştirmek, amacı dışında kullanılmasını önlemek, -Doğal varlıkların korunması ve doğru şekilde yönetilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasına öncülük etmek, destek vermek.

43


K

BİR TARAFTA CUNDA BİR TARAFTA AYVALIK

apri Plaj ve Gazinosu, Ayvalık-Çamlık yolunda, Sefa’yı geçip 41 Evler’e varmadan ikinci yokuşun hemen sağ tarafındaydı ve 1960’lı yılların en gözde mekânlarındandı. Belma-Hasan Bellibaş çiftinin işlettiği Kapri’ye denizden toplanmış taşlardan yapılmış ‘orijinal’ bir kapıdan girilirdi. Belma Hanım’ın deyişiyle, “Bütün bir Sefa, 41 Evler, Çamlık yüzmeyi o yıllarda Kapri’de öğrenmişti.” Akşam üstüne doğru boşalan plaj saat 18.00 sularında, hava biraz nefes alınır hale geldiğinde kadınların çay saatine hizmet ederdi. O yıllarda

kimsede “Eyvah diziyi kaçıracağım!” gibi kaygılar olmadığı, insanlar hâlâ birbirleriyle görüşmekten, konuşmaktan, komşuluk etmekten zevk aldıkları için mahalleli kadınlar örgülerini, tığ işlerini alır, Kapri’nin çardakları altında toplanır, bir tarafta Cunda diğer tarafta Ayvalık manzarasına karşı çay içer, kumru yer, şen kahkahalar eşliğinde sohbet ederlerdi. Akşam saatlerinden itibaren bambaşka bir kimliğe bürünürdü gündüzün cıvıl cıvıl plajı. Ve özgün mutfağı, farklı manzarası, sıcacık atmosferiyle Ayvalık’ın en tercih edilen restoranına dönüşürdü.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.