Demokrasiye Evet, Darbeye Hayır! 30 Ağustos Tıfıllar Mahallesi Yurdan Şalmanlı Turan-Susen Karakoç Hayat Bayram Olsa Bedri Karayağmurlar Abbas Sayar Şifa Kaynağı Zeytin Hasat Jetonları
DENİZDEN AYVALIK
Bu ülkenin güzel insanları bu ülkenin caddelerinde, sokaklarında, meydanlarında, parklarında özgürce gezebilmelidir
HER TÜRLÜ DARBEYE VE PARLAMENTER SİSTEMİN ÜZERİNDEKİ HER TÜRLÜ VESAYETE KARŞI ÇIKMAK DEMOKRASİDEN YANA OLANLARIN BU ÜLKEYE NAMUS BORCUDUR
C
HP’nin İstanbul Taksim Meydanı’nda düzenlediği ‘Cumhuriyet ve Demokrasi Mitingi’ on binlerin katılımıyla, 24 Temmuz 2016 günü yapıldı. Tünel, Tepebaşı, Beşiktaş, Vodafone Arena ve Şişli’de bir araya gelen ve Türk bayraklarıyla Atatürk posterleri taşıyan vatandaşlar gruplar oluşturarak Taksim’e doğru yürüdü. “Darbeye karşı omuz omuza”, “Yağma yok, Cumhuriyet var”, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”, “Türkiye laiktir, laik kalacak”, “Darbeye geçit yok” şeklinde sloganların atıldığı miting Kemal Kılıçdaroğlu’nun Taksim Meydanı’na gelmesinin ardından şehitler için saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. CHP lideri Kılıçdaroğlu, konuşması sırasında 10 maddelik ‘Taksim Bildirisini’ni açıkladı. Bildiride, öncelikle 15 Temmuz darbe girişiminin doğrudan doğruya parlamenter demokrasimize karşı yapıldığı belirtildi. TBMM’nin bombalandığı, buna rağmen parlamentonun bombalar altında görevini yaptığı ve darbeyi püskürttüğü vurgulandı. Darbe girişiminin sorumluları, varsa iç ve dış destekçileri kınandı, lanetlendi. Daha sonra şu görüşlere yer verildi:
2
“Bütün siyasal partilerin darbe girişimine karşı çıkması, demokrasi konusunda Türkiye’de tartışmasız bir ortak payda oluşturmuştur. Her türlü darbeye ve parlamenter sistemin üzerindeki her türlü vesayete karşı çıkmak, demokrasiden yana olanların, bu ülkeye namus borcudur. Hep birlikte ve her zaman, ‘Ne darbe, ne dikta, yaşasın tam demokrasi’ demeliyiz. Darbe girişimi halkın direnme hakkını kullanmasıyla ayrı bir anlam kazanmıştır. Direnme hakkı demokrasiyi korumanın meşru bir yolu olarak ortaya çıkmıştır. Demokrasimizin teminatı olan demokratik laik ve sosyal hukuk devleti ilkesinin Türkiye için ne kadar yaşamsal olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Balyoz, Ergenekon ve casusluk gibi davalarda mağdur edilen insanların itibar ve haklarının iadesi bütün siyasal partilerin gündeminde olmak zorundadır. İnancı, kimliği, yaşam tarzı ne olursa olsun, bu ülkenin güzel insanları bu ülkenin caddelerinde, sokaklarında, meydanlarında, parklarında özgürce gezebilmelidir. Hiç kimse unutmasın; 15 Temmuz darbe girişimi üçüncü sınıf demokrasinin ortaya çıkardığı bir tablodur. Bu ülkenin insanları üçüncü sınıf demokrasiye değil, özgürlükçü demokrasiye layıktır.”
YAŞASIN ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİ!
“H
ep birlikte bir tarih yazdık. Demokrasiye sahip çıktık. Hep birlikte cumhuriyetimize sahip çıktık. Cumhuriyeti emekle, alın teriyle kurduk. Binlerce şehidimizin kanı var. Bizim ayakkabımız yoktu, çarıklarımızı giydik. Yiyeceklerimiz yoktu, kara ekmeği bölüştük. Silah yoktu, para yoktu. Ama bir şey vardı, birlik ve beraberlik vardı. İnşallah yine birlik ve beraberlik içinde Türkiye’yi hep birlikte çağdaş uygarlığa ulaştıracağız. Babalarımız ve dedelerimiz bize cumhuriyeti kurdular ama o cumhuriyeti özgürlükçü demokrasiyle taçlandırmak bizim görevimiz. Her bir vatandaşımız, kimliği, inancı, yaşam tarzı ne olursa olsun özgürlükçü demokrasiyi getirmek ve cumhuriyeti taçlandırmakla görevlidir. Bu görevi 79 milyon yurttaşın yerine getirmesi gerekir ve bizim namus borcumuzdur. İstanbul Taksim’den Hakkari’ye, Edirne’ye, Muş’a, İzmir’e Yozgat’a, Balıkesir’e, Antalya’ya, Karadeniz’e, Zonguldak’a, Trabzon’a selam olsun. Demokrasi için selam olsun. Özgürlük için selam olsun. Biz Taksim’den bütün Türkiye’ye gönlümüzü açıyoruz. Ne darbe, ne dikta, yaşasın özgürlükçü demokrasi!”
Egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletinde olduğunu, bunun hiçbir silahlı güç tarafından ele geçirilemeyeceğini herkesin bilmesi gerekir
A
AYVALIK BELEDİYE MECLİSİ OLAĞANÜSTÜ TOPLANARAK 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNİ ORTAK BİR BİLDİRİYLE KINADI
yvalık Belediye Meclisi 28 Temmuz’da özel bir gündemle toplandı ve 15 Temmuz darbe girişimine tek ses olarak karşı çıktı, hain saldırıyı kınadı. Ayvalık Belediyesi CHP grubu adına Nusret Kantarcı, AK Parti grubu adına Sinan Oğuz Başkurt, DSP grubu adına Özge Toygar, Bağımsız üyeler adına da Halil Gür birer konuşma yaparak görüşlerini açıkladı. Toplantıda okunan ve oybirliğiyle kabul edilen basın bildirisi şöyle: “Ülkemiz 15 Temmuz 2016 akşamı tarihimize kara bir sayfa olarak kaydedilecek bir darbe girişimine tanık olmuştur. Türk ordusunun içerisindeki paralel yapılanmanın uzantısı olan çetelerin milli iradeye karşı yaptıkları bu darbe girişimi ile ülke huzuruna ve bekasına kastedilmiştir.
Bu sinsi çete mensupları; Türk bayrağı taşıyan gençlerimizi, güvenlik mensuplarımızı, Atamızın emaneti olan Millet Meclisimizi ve Cumhurbaşkanlığı Sarayını bombalarken hiçbir ulusal değer gözetmemişlerdir. Maalesef bu bombalar milletimizin yüreğine, milli iradeye ve egemenliğin kayıtsız şartsız olduğu Meclise atılmıştır. Türk ulusunu bölüp parçalamak, FETÖ örgütünün maşalığında dış güçlerin en büyük idealidir. Yıllar önce bu örgüt, harp okullarında, dershanelerde pırıl pırıl beyinleri yıkayarak kendine kulluk eden bir ordu yaratmıştır.
Ülkemizin üzerine bir kâbus gibi çöken bu darbe girişimi sağduyulu halkımızın, Türk polisimizin ve ordu içerisindeki Atatürkçü personelin mukavemetiyle püskürtülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti Büyük Atatürk’ün kurduğu laik bir hukuk devletidir. Bizler de bu devletin yılmaz bekçileri olarak görevimizin başındayız ve olmaya da devam edeceğiz. Bu bağlamda bizler CHP, AK Parti, DSP ve Bağımsızlardan oluşan Ayvalık Belediyesi Meclis üyeleri olarak; Anayasamızda belirtilen bağımsız, sosyal, laik, çoğulcu parlamenter sisteme dayalı olan Cumhuriyetimizin yılmaz bekçileri olduğumuzu, Devletimizi oluşturan yasama yürütme ve yargı erkini elinde bulunduranların bu gücü kullanırken anayasal çizgiden ve demokratik kurallardan ayrılmamaları gerektiğini, Egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletinde olduğunu, bunun hiçbir silahlı güç tarafından ele geçirilemeyeceğini herkesin bilmesi gerektiği inancıyla buna teşebbüs edenleri şiddetle lanetliyoruz. Bu bağlamda 15 Temmuz 2016 darbe kalkışması gecesinde şehit olan polislerimize, askerlerimize ve vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, milletimize başsağlığı dileriz. Türk halkının ve medyanın gösterdiği kahramanlıktan dolayı teşekkürlerimizi sunarız. Bir daha ülkemizin böyle kaoslar yaşamamasını diliyoruz. Gün beraberlik günüdür.
3
Her akşam yüzlerce Ayvalıklı ellerinde Türk bayraklarıyla Cumhuriyet Meydanı’nda toplandı
DEMOKRASİ NÖBETLERİ AKSATILMADAN VE KARARLILIKLA SÜRDÜRÜLDÜ
15
Temmuz gecesi yaşanan askeri darbe girişiminin ardından, Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi Ayvalık’ta da düzenli olarak ‘Demokrasi Nöbeti’ tutuldu. Bu amaçla, her akşam yüzlerce Ayvalıklı ellerinde Türk bayraklarıyla Cumhuriyet Meydanı’nda toplandı ve ülkenin geleceğini karartmayı hedefleyen kanlı darbe kalkışmasını lanetledi. AK Parti Ayvalık İlçe Başkanı Hakan Kayaalp’in yanı sıra partinin ilçe yöneticileriyle çok sayıda vatandaşın katıldığı, Mehter marşlarının yanı sıra 10. Yıl marşının söylendiği nöbetlerin 8. gecesinde, Cumhuriyet Meydanı’nı dolduran yüzlerce kişiye pilav-ayran ikramında bulunuldu. Ayrıca, darbe girişiminde hayatlarını kaybeden demokrasi şehitleri için Ayvalık Müftüsü Mehmet Emin Karataş tarafından Mevlid okundu. Yapılan duanın ardından meydanda dev bir Türk bayrağı açıldı.
‘Demokrasi Nöbeti’ne 30 Temmuz akşamı Belediye Başkanı Rahmi Gençer de eşi Yasemin Gençer’le birlikte katıldı. Aynı akşam Cumhuriyet Meydanı’nda bir araya gelen Ayvalık Belediye Meclisi üyeleri de darbe girişimini hep birlikte lanetlediler.
BAYRAK YÜRÜYÜŞÜ’NE KATILIM ÇOK YÜKSEKTİ
A
yvalık Kaymakamı Namık Kemal Nazlı tarafından organize edilen Bayrak Yürüyüşü, 5 Ağustos Cuma günü akşamı yapıldı ve 15 Temmuz’da halkın iradesine karşı kalkışılan darbe girişimi bir kez daha lanetlendi. Yürüyüşe başta gazilerimiz olmak üzere, kamu kurumları çalışanları, Ticaret Odası yöneticileri, siyasi parti ve STK temsilcileri ve kalabalık bir vatandaş topluluğu katıldı.
RAHMİ GENÇER BALIKESİR’DE YAPILAN ‘MİLLİ İRADEYE SAYGI’ MİTİNGİ’NE KATILDI
B
elediye Başkanı Rahmi Gençer, Balıkesir Valiliği tarafından düzenlenen ve 7 Ağustos günü Kuvayı Milliye Meydanı’nda yapılan ‘Milli İradeye Saygı Mitingi’ne, Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka ile birlikte katıldı.
4
CHP’NİN ‘LAİK, DEMOKRATİK VE TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE MİTİNGİ’NDE DEMOKRASİ ŞÖLENİ YAŞANDI
C
HP Ayvalık İlçe Örgütü tarafından düzenlenen ‘Laik, Demokratik ve Tam Bağımsız Türkiye Mitingi’, 8 Ağustos’ta Cumhuriyet Meydanı’nda yapıldı. Mitinge Kaymakam Namık Kemal Nazlı, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Milletvekilleri Şanal Sarıhan, Mehmet Tüm, Atilla Sertel, Faruk Demir, Devrim Kök, Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka, Dikili Belediye Başkanı Mustafa Tosun da katıldı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer mitingde yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Ayvalık önemli bir yer... Kurtuluş Savaşı’nın ilk ve son kurşunu Ayvalık’ta atıldı. Ayvalık çağdaş, uygar bir yer ve burada herkes el ele, sevgiyle yaşıyor. 15 Temmuz akşamı hainler kanla, savaşla kurulan cumhuriyetimize karşı eyleme geçti. Ancak hiçbir güç bu yüce milletin önünde duramazdı ve duramadı. Laiklik olmazsa, demokrasi olmazsa, cemaatler görmezden gelinirse başımıza bunlar gelir. Tek yol Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur. Bu topraklar kolay kazanılmadı. Bu nedenle hainler mutlaka cezalarını çekecek ama bizler de uyanık olmalıyız.”
5
Park Bahçeler Müdürlüğü çalışmalarını aralıksız sürdürüyor
AYVALIK’IN DÖRT BİR KÖŞESİNE 20 ÇOCUK PARKI YAPILIYOR
A
yvalık Belediyesi sosyal tesislerin yapımına hız verdi. 3 halı sahanın temelinin atılmasının ardından, 20 çocuk parkı ve açık hava fitnes parklarının yapımına geçildi. Park Bahçeler Müdürlüğü Ekipleri, Cunda Adası ve Hamdibey Mahallesi’ndeki çalışmalarını tamamladıktan sonra Ali Çetinkaya Mahallesi Tapu Kadastro Evleri’nin önündeki parkın yapımına başladı. Yeni parklarda sağlığa zararlı maddeler içermeyen, tamamen doğal malzemeler kullanılıyor. Zemin çalışmaları sırasında, en güvenli yöntem olduğu için, önce beton dökülüyor ve üstü kauçuk malzemelerle kaplanıyor.
Çocuk Parkı yapımı programı hakkında bilgi veren Belediye Başkanı Rahmi Gençer şunları söyledi: “Parklarımızın programını merak eden çocuklarımız var. Onların bu haklı heyecanının farkındayım. Hamdibey Mahallemiz ve Cunda adamızdaki parkımızın yapımını tamamladık. Bir ayda 20 park yapmayı hedefliyoruz. Ali Çetinkaya’ya 3, 150 Evler’e 3, şehir merkezimize 3, Altınova’ya 4, Çamlık'a 1, Küçükköy-Sarımsaklı’ya 4 park yapacağız. Ayrıca eski devlet hastanesinin önünde bulunan geçmişten günümüze birçok çocuğumuzun büyüdüğü parkımızı da yeniden canlandıracağız.’’
2 haftada 12 kırsal mahalleden 550 çocuk, anneleriyle birlikte heyecanlı saatler yaşadı
ÇOCUKLAR LUNAPARKTA DOYASIYA EĞLENDİ
‘A
yvalık’ın kırsal mahallelerinde lunapark görmeyen çocuk kalmayacak’ hedefiyle yola çıkan Ayvalık Belediyesi, iki yıldan bu yana olduğu gibi bu yıl da kırsal mahalle çocuklarını lunaparka götürmeye devam ediyor. Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü tarafından yürütülen etkinlikte 550 çocuk anneleriyle birlikte Sarımsaklı’daki lunaparkta keyiflerince eğlendi ve heyecanlı saatler yaşadı. Dünyanın her geçen gün gelişip değiştiğine dikkat çeken Belediye Başkanı Rahmi Gençer, çocuklara yönelik projelerin bitmeyeceğini ve temel amaçlarının çocukların geleceğine ışık tutmak olduğunu söyledi.
6
BAŞKAN GENÇER KURT AİLESİNE PLAKETLE TEŞEKKÜR ETTİ
Rahmi Gençer, Sarımsaklı’daki lunaparkın, Ayvalık Belediyesi’nin lunapark projesine destek veren işletmecisi Nesrin Kurt ve ailesine bir plaket verdi ve teşekkür etti. Hayatlarında ilk kez lunaparkta eğlenen çocukların mutluluğunda lunapark sahiplerinin büyük katkısı olduğunu belirten Gençer, Kurt ailesine Ayvalık halkı adına teşekkür etti. Nesrin Kurt da Ayvalık Belediyesi’nin bu projesini çok olumlu bulduklarını ve her zaman destekleyeceklerini söyledi.
Spor Toto Teşkilat Başkanlığı da destek veriyor
SARI ZEYBEK TESİSLERİ YENİLENİYOR
S
osyal alanları yenileme çalışmalarını hızlandıran Ayvalık Belediyesi, kentte yapılacak 20 çocuk parkıyla eş zamanlı olarak, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’yla birlikte, Hamdibey ve Altınova mahallelerinin ardından Sarı Zeybek Tesisleri’nde de halı saha yapımına başladı. Tesislerde halı sahanın yanı sıra soyunma odaları, tuvaletler, oyun parkı bulunacak, çevre düzenlemesi gerçekleştirilecek. Belediye Başkanı Rahmi Gençer çalışmalara ilişkin olarak birçok projeyi eş zamanlı yürütmek zorunda olduklarını söyledi ve “Mahalle yollarımızın yapımına da başladık. Bu süreçte bazı mahallelerimizde teknik çalışmalarımız olacak. Ayvalık’ın mevcut sosyal tesislerindeki eksikliğin farkındayız. Elimizdekileri yenileme sürecindeyiz. Bu projede bize destek sağlayan Spor Toto Teşkilatı’na da teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.
Temeller atıldı, yapımlarına başlandı
AYVALIK’A ÜÇ HALI SAHA BİRDEN KAZANDIRILIYOR
A
yvalık Belediyesi ve Spor Toto Teşkilat Başkanlığı işbirliğiyle Ayvalık’a üç halı saha kazandırılıyor. Sahaların yapımına Hamdibey Mahallesi’nden başlandı. Proje gereği Sarı Zeybek Tesisleri 24x44 metre, Altınova Mahallesi sahası 20x44 metre, Hamdibey Mahallesi’ndeki ise 34x66 metre boyutlarında olacak. Hamdibey Mahallesi halı sahasının temel atma töreninde konuşan ve yapılacak halı sahanın neredeyse standart bir futbol sahası büyüklüğünde olacağını belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer şöyle devam etti: “Sahamız önce Hamdibey’e sonra tüm Ayvalık’a hayırlı olsun. Bu mahalledeki çocuklarımızın potansiyelini biliyoruz ve normal halı sahaların ebatlarının üstünde planladık. Bu sahanın yanında, mahallemizde birçok çevre düzenlemesi de yapacağız. Bu sahamızı şimdiden Hamdibey Kayasporlu gençlerimize, çocuklarımıza emanet ediyorum.”
7
Çalışmalar üç koldan sürdürülüyor
A
170 BİN METREKARE KİLİT PARKE YOL YAPIMINA BAŞLANDI
yvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü, çevre düzenleme hizmetlerine devam ediyor. Hedef, 10 ay içinde 170 bin m2 kilit parke yol yapmak... Cunda adasında başlayan taş döşeme çalışmalarını Belediye Başkanı Rahmi Gençer de yerinde inceledi. Gençer şunları söyledi: “Çalışmalarımıza diğer hizmetlerle birlikte koordineli olarak devam ediyoruz. 10 aylık programımızı hazırladık ve işe daha önce söz verdiğimiz gibi aciliyet sırasına sadık kalarak başladık. Ardından ikinci bir ekip devreye girecek ve çalışmalar Küçükköy Mahallesi Sarımsaklı mevkiinde sürdürülecek. Hemen ardından bir diğer ekibimiz Altınova Mahallesi’nde görev alacak. Yani üç koldan faaliyette olacağız. Bu hizmet kırsal mahallelerimize de taşınacak.”
Sokak hayvanlarının sağlıkları bize, yaşam hakları hepimize emanet
A
VETERİNER İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ 7 KİŞİLİK EKİBİYLE 7/24 GÖREV BAŞINDA
yvalık Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü, Ogan Cemal Can Tedavi Merkezi’nin faaliyete geçmesiyle birlikte hizmet kapsamını daha da genişletti. Bir yıl önce kurulan müdürlük yedi kişilik bir kadroyla hizmet veriyor. İki veteriner hekim, bir tekniker, şikayetler ve ekipten sorumlu bir personel, bir büro elemanı ve iki şoför sürekli görev başında. Oluşturulan yakalama ekibi, 7 gün 24 saat, trafik kazası geçiren ve hastalanan sokak hayvanlarına müdahale ediyor. Köpek Bakım Çiftliği’nde bulunan ve sayıları 500’ü bulan köpeğin bakımı, kuru mamayla beslenmesi ve alan temizliği bu ekip tarafından sağlanıyor. Bu arada Köpek Bakım Çiftliği ameliyathanesinde, uygulanan randevulu sistemle her hafta 30-40 sokak hayvanı kısırlaştırılıyor.
Veteriner İşleri Müdürü Seher Tuna Görgün, çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: “Ekip olarak kaza sonucu yaralanma ve acil vakalara 24 saat boyunca mesai kavramı gözetmeksizin müdahale ediyoruz. Sokak hayvanları sadece belediyelerin çözebileceği bir sorun değil. Veteriner İşleri Müdürlüğü olarak gönüllülerimizle ortak çalışmalar düzenliyoruz, düzenlemeye devam
8
edeceğiz. Önerilere ve tüm katkılara açığız. Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’in dediği gibi, sokak hayvanlarının sağlıkları bize, yaşam hakları hepimize emanet.” Köpek Bakım Çiftliği Sorumlusu Veteriner Hekim Gönenç Olgun’un görüşleriyse şöyle: “Sokak hayvanları, iklim şartlarının olumlu olması ve yazlık alanlarda bilinçsiz sahiplenmeler nedeniyle bölgemizin en büyük sorunlarından biri. Bizler, birim olarak bunları çözmeye çalışıyor ve faaliyetlerimizi yasalar çerçevesinde sürdürüyoruz. Şikayetler daha çok sokaklarda fazla sayıda köpek olması yönünde.... Bu güzel hayvanlar ortadan kaldırılamayacağına göre, sorunun iki çözümü var: Ya alışacağız, ya da kaçacağız… Alışmanın en kolay yolu, hiç kuşkusuz sevgi. Hayvanlara sevgiyle yaklaşır, onlara merhamet edersek bu sorunun üstesinden kolaylıkla gelebiliriz.” Ayvalık Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü’nün çalışmaları konusunda şikayet, öneri ve destekte bulunmak isteyenler, 0850 811 10 10 numaralı Alo Belediyem hattı üzerinden müdürlüğe ulaşılabilirler.
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... RAHMİ GENÇER EL EMEĞİ GECE PAZARI’NI GEZDİ
ZABITA MÜDÜRLÜĞÜ KIRSAL MAHALLELERDEKİ DENETİMLERİNİ SIKLAŞTIRDI
A
T
alatpaşa Caddesi’nde her yaz açılan ve bütünüyle el emeği ürünlerin satışa sunulduğu El Emeği Gece Pazarı her yıl olduğu gibi bu yıl da ilgi görüyor. Belediye Başkanı Rahmi Gençer eşi ve bazı Belediye Meclisi üyeleriyle pazarı ziyaret ederek tezgahları tek tek gezdi ve hayırlı işler dileğinde bulundu. Pazardaki tezgah sahipleri de taleplerini ve önerilerini Gençer’le paylaştı.
yvalık Belediyesi Zabıta Müdürlüğü ekipleri kırsal mahallelerdeki çalışmalarını yoğun şekilde sürdürüyor. Bu doğrultuda gerçekleştirilen denetimler sonucu, mahalle meydanlarında izinsiz ekmek satışı yapanlar engellendi. El konulan ekmekler Köpek Bakım Çiftliği’ne getirildi. Ayrıca söz konusu mahallelerde çok sayıda işletme denetlendi.
9. AYVALIK SATRANÇ TURNUVASI’NDA İLK HAMLE BAŞKAN GENÇER VE EŞİ YASEMİN GENÇER’DEN GELDİ
AYVALIK BELEDİYESİ ARAÇ PARKI YENİ İŞ MAKİNELERİYLE GÜÇLENDİRİLDİ
9.
A
yvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü bünyesinde hizmet verecek iki traktör ve iki kepçe alındı. Kepçeler, ağır hizmet tipi ve kazıcı-yükleyici özelliğe sahip. Daha önce taş ocağında kullanmak amacıyla taş kırma makineleri alındığını belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Bu kez, yol yapımı başta olmak üzere genel hizmetlerde kullanmayı hedeflediğimiz traktör ve kepçe satın aldık. Güçlenen araç parkımızla birlikte çalışmalarımız da hızlanacak ve daha geniş bir alana yayılacak” dedi.
Ayvalık Satranç Turnuvası Ayvalık Satranç Spor Kulübü’nün organizasyonu, Türkiye Satranç Federasyonu’nun denetimi, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Ayvalık Belediyesi’nin katkılarıyla İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde yapıldı. Yaklaşık yüz sporcunun katıldığı turnuvanın açılışında konuşan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, çeşitli yerlerden Ayvalık’a gelen yarışmacılara teşekkür etti ve gelecek sezonda yarışmayı uluslararası hale getirmeyi hedeflediklerini belirtti. Turnuvanın ilk hamlesini Rahmi Gençer eşi Yasemin Gençer ile birlikte yaptı.
ürünlerin arasında karadut suyunun yanı sıra süt ve zeytin/ zeytinyağı da bulunuyor.
ŞİŞE BOYAMA KURSLARI KADINLARA EK GELİR İMKANI SAĞLAYACAK
Y
udum Gıda öncülüğünde, Ayvalık Belediyesi ve Kent Konseyi işbirliğiyle gerçekleştirilen şişe boyama kursları Kırlangıç Fabrikası’nda başladı. Ayvalıklı kadınlara ek gelir sağlamayı amaçlayan ve sloganı ‘Zeytinin Bereketi, Kadınının Emeği’ olan projeye yakın ilgi duyan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, kursu ziyaret ederek çalışmaları yerinde izledi.
OKTAY EKİNCİ KARİKATÜRLÜ EV ÇOCUK ATÖLYESİ EĞİTİMLERİNİ SÜRDÜRÜYOR
O
ktay Ekinci Karikatürlü Ev Çocuk Atölyesi, Ayvalıklı çocukların gelişimine katkı sağlamak hedefiyle eğitime başladı. Eski Kırlangıç Fabrikası’nın girişindeki atölyede, kayıtlı 15 çocuk Abdullah Şengörenoğlu gözetiminde haftada iki gün eğitim görüyor. Eylül ayına kadar sürecek kursun sonunda bir de sergi düzenlenecek.
ZABITA MÜDÜRLÜĞÜ KARADUT SATICILARINA FIRSAT VERMİYOR
A
yvalık Belediyesi Zabıta Müdürlüğü, resmi hiçbir belgesi olmadan tezgahlarında karadut satanlarla mücadelesini sürdürüyor. Müdürlükten yapılan açıklamada, E87 karayolu üzerinde ve yola 25 metre yakınlıkta bulunan tüm karadut tezgahlarının kaldırıldığı belirtildi. Ekiplerin el koyduğu
9
30 Ağustos 1922, her şeyin bittiğinin sanıldığı bir dönemde, Anadolu halkının işgalcilere karşı kararlı duruşunu bütün dünyaya gösterdiği ve bu duruşu zaferle taçlandırdığı gündür. Çağdaş Türkiye’nin temelleri bu zaferle atılmış, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte tarihimizde yepyeni ve tertemiz bir sayfa açılmıştır.
30 AĞUSTOS’TA MUSTAFA KEMAL VE KAHRAMAN ASKERLERİ EMPERYALİSTLERE “DUR” DEDİ
30
Ağustos 1922 günü yaşanan Büyük Zafer, Türk ulusunun var olma mücadelesinin son ve elbette en önemli halkasıdır. İnönü ve Sakarya savaşlarının ardından içte ve dışta siyasi başarılar kazanılmış, Yunan ordusunun ilerlemesi durdurulmuştu. Bu amaçla, Batı cephesindeki kuvvetlerimiz başlıca iki ordu olarak örgütlenmiş ve düzenlenmişti. Sakarya’dan sonra tasarlanan
10
saldırı planının ana hedefi düşmanı yok edecek bir meydan savaşı yapmaktı. Bunun için kuvvetlerimiz Yunan güçlerinin ağırlıklı olarak bulunduğu Afyonkarahisar yakınlarında toplanmıştı. Düşmanın en can alıcı noktaları Akarçay ve Dumlupınar’dı. Çabuk ve kesin sonuç alabilmek için bu kanattan saldırmak doğru olacaktı. 28/29 Temmuz gecesi ordu kumandanlarıyla genel saldırı planı üzerinde görüşülmüş,
6 Ağustos’ta ordulara ‘gizli’ uyarısıyla mücadeleye hazır olmaları bildirilmişti. 26 Ağustos sabahı Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi kumandanına asıl emri verdi ve baskın biçiminde saldırmalarını söyledi. Mustafa Kemal’in emrindeki ordular, 26 Ağustos 1922 günü sabahı Yunan işgal güçlerine karşı Büyük Taarruz’u başlattı. Türk ordusunun bu taarruzu 30 Ağustos’ta düşman ana kuvvetlerinin imha ve esir
edilmesiyle sona erdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı ve Başkumandan Gazi Mustafa Kemal, Mehmetçik’in hedefini, millet ve orduya zaferi müjdeleyen 1 Eylül 1922 tarihli bildirisinin son cümlesinde şöyle dile getirdi: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!..” Mehmetçik, bu emrin gereğini hemen yaptı ve İzmir’e doğru kaçmakta olan Yunan birliklerinin peşine düştü. Büyük Zafer’den on gün sonra, 9 Eylül 1922’de Milli Mücadele ateşinin ilk kıvılcımının yakıldığı yer olan İzmir kurtuldu. Böylece 15 Mayıs 1919’da başlayan işgale karşı sürdürülen direniş zaferle noktalandı. Bir başka deyişle, Mustafa Kemal doğudan batıya, kuzeyden güneye Türkiye’nin her bölgesinden gelen ve geleceğe inanan kahraman askerleriyle birlikte emperyalistlere “Dur!” dedi.
İKİ DİLİM ASKER EKMEĞİ, BİRKAÇ ZEYTİN, BİR PARÇA BEYAZ PEYNİR... ZAFER KAHVALTISI BUNDAN İBARETTİ
“26
Ağustos 1922... Atatürk Kocatepe’de... Tanyeri ağarıyor...
Sabahın sessizliğini, gökleri yırtarak uçan bir top mermisi bozuyor. Arkasından sanki bu patlamayı bekliyormuş gibi bütün toplar ateş püskürmeye başlıyor...
“Meydan Savaşı ulusların bütün varlıklarıyla, bilim ve fen alanlarındaki dereceleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, kısacası bütün maddi ve manevi güçleri ve iyi huylarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır.” M. Kemal Atatürk
seslerinden sonra, çok gecikmeden duymayı beklediği sese veriyor dikkatini... Yarım saat sonra makineli tüfek ve piyade tüfeklerinin sesini duyunca rahatlıyor... Tüfek sesleri, düşmanın üzerine, tam planladığı gibi gecikmeden, baskın halinde varıldığını haber veriyor çünkü...
Tepelerin ardındaki Yunan ordusunun mevzileri altüst oluyor...
Düşünceli halinden sıyrılıp kendine geliyor, canlanıyor. Sanki yeniden yaşamaya başlıyor.
Sabahın ilk aydınlığı ateş, barut, duman, toz, toprak içinde...
Pelerinini altına toplayıp yanında durduğu kayanın üstüne oturuyor.
Her taraf yanıyor... Topçuların ateşi giderek daha da şiddetleniyor...
Ülkeyi işgalden kurtaracak, bağımsızlığına kavuşturacak zaferi görebiliyor artık...
Güneş, olacakları görmek ister gibi ilk ışıklarını göndermeye başlamış...
Gözü ilerde, başını hafifçe yana çevirip sesleniyor:
Mustafa Kemal dimdik ayakta, bir yay gibi gergin... Üstünde pelerini...
-Şimdi kahvaltıyı getirin!
Bütün dikkati, ateş ve dumana boğulmuş düşman hatlarında... Neredeyse soluk almadan, gözünü kırpmadan bakıyor... Eli, dürbüne uzanıyor... Dürbün yavaşça sağdan sola dönüyor. Sonra soldan sağa... Duruyor, sonra tekrar dönüyor. Topların hedeflerine ulaştığından emin olmak istiyor Mustafa Kemal... Sonra dürbünden uzaklaşıyor... Cehennemi gürültü içinde, top
Hemen bir tepsi koşturuluyor... Yanına bırakıyorlar... Tepsinin içinde iki dilim asker ekmeği, birkaç zeytin, bir parça beyaz peynir... Zafer kahvaltısı bundan ibarettir. Mustafa Kemal, gözünü düşman hatlarından hiç ayırmadan, kahvaltısına başlıyor. (Az Bilinen Yönleriyle Atatürk, Yayınlayan: Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2004, İzmir)
11
GÖKYÜZÜNDE UÇUŞAN ŞEHİT RUHLARI, DEVLETİMİZİN VE CUMHURİYETİMİZİN EBEDİ KURUCULARIDIR
C
umhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, 29 Ağustos 1924’te, yani Büyük Zafer’in ikinci yıldönümünde, ‘Meçhul Asker Anıtı’nın temel atma törenine katılmak üzere eşi Latife Hanım’la birlikte Dumlupınar’a gitti. Ertesi gün törenin yapılacağı Çaltı Tepe’ye ulaştı. Temele ilk harcı koyduktan sonra bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: “Hiç kuşku yoktur ki, yeni Türk devletinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada atıldı. Ebedi hayatı burada taçlandı. Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçuşan şehit ruhları, devletimizin ve cumhuriyetimizin ebedi kurucularıdır. Burada esasını koyduğumuz ‘şehit asker’ anıtı, işte o ruhları, o ruhlarla birlikte gazi arkadaşlarını, fedakar ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu anıt Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını; gücü ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.”
'Meçhul Asker Anıtı' Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu ve Taşçı Kadir Usta’nın eseriydi
12
Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafçısı Etem Tem:
E
GAZİ, FOTOĞRAFLARA BAKTI, PARMAKLARINI ÜZERİNDE GEZDİRDİ VE “ÇOK GÜZEL” DEDİ
tem Tem, adı az bilinen ama çok önemli biri... Unutulmamayı fazlasıyla hak ediyor... Kurtuluş Savaşı yılları boyunca Mustafa Kemal’in tüm fotoğraflarını hep o çekti. Örneğin, bu sayfalarda yer verdiğimiz ünlü ‘Kocatepe›deki Atatürk’ fotoğrafında da onun imzası var. Bu siyah-beyaz kare kararlı bir askerin sıra dışı bir anını belgeliyor. 1920 yılı başında yayınlanmaya başlanan ve Milli Mücadele’nin gazetesi olarak bilinen Hâkimiyet-i Milliye’ye de fotoğraf veren Etem Tem, Afyon Kocatepe’de yarattığı ‘anıt fotoğrafı’ nasıl çektiğini, gazeteci Fikret Otyam’a anlatmıştı. Dahası, ülkenin kaderini belirleyen o sabahı ve ardından gelen günlerde neler yaşandığını da… 4 Aralık 1960 günü Ulus gazetesinde yayınlanan söyleşiden bir bölüm sunuyoruz:
Fotoğraf: Etem Tem
“Afyon Kocatepe Saat 05.30... O sabah Kocatepe’de bulunuyorduk. Taarruz, şafak vakti saat beşte başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, günler ve geceler süren yorgunluğuna rağmen ayakta, vaziyeti adım adım takip ediyor, direktifler veriyordu. Bir ara kumandanlardan ayrıldı. Tek başına, kayalıklar arasında dalgın ve düşünceli dolaşmaya başladı. Zaman zaman sahra dürbünleriyle düşman cephesine bakıyordu... Bir aralık o kayalık tepenin ucuna geldi. Hafifçe eğilmişti. Başparmağı dudaklarının arasındaydı. Hemen objektifimi çevirdim, adeta nefes almayacak kadar bir sessizlik içinde deklanşöre bastım, resmini çektim. Saat 11’di... O gün 7x11 boyunda sekiz-on rulo film çektim. Bir kaç tane
10x15 cam... Mustafa Kemal Paşa, bütün gün ağzına bir lokma koymamıştı... Gece ric’ate (geri çekilmeye) başladılar. 2 Eylül’de Uşak’a girdik. Vakit yoktu. Ahır bozması bir yerde birkaç film yıkadım. Fotoğraflar birbirinden güzeldi. Hemen dört tane yaptım, ertesi sabah götürdüm. İçeri aldılar. Berberi tıraş ediyordu. Odada portatif bir masa, bir portatif karyola, iki iskemle vardı. Bir aralık odayı işaret etti: ‘A be...
Bu bir başkumandan odasına yakışmaz!’ dedi. Salih (Bozok) odayı halılarla süsleyeceğini söyledi. Zira o gün Trikopis getirilecekti. Gazi, fotoğrafları aldı, baktı. Parmaklarını fotoğrafların üzerinde gezdirdi ve çekti: ‘Çok güzel!’ dedi. 9 Eylül’dü... Kadifekale’ye çıkmıştık. Zaman güneş batımına yakındı. Deniz pırıl pırıldı. Şehir ayaklar altındaydı. Körfezde bazı vapurlar vardı. Dumanlıydı vapurlar... Bir rapor geldi.
Süvarilerimiz İzmir’e girmişti. ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri...’ emri yerine getirilmişti. İzmir bizimdi yine... Sonra otomobillerle şehre girdik. İlk işim bir fotoğrafçı bulmak oldu. Kocatepe’de çektiğim sekizon rulo filmi bir Rum fotoğrafçıya verdim. Zaman geçirmek için etrafta biraz döndük, dolaştık. Sonra yeniden geldik. Fotoğrafçı geldiğimizi, içeri girdiğimizi görünce ‘Fotoğraflarınız bir harika!’ diye bağırdı. Baktım fotoğraflar daha yaş yaştı. Doya doya baktım. Hakikaten birer harikaydı. Taa Uşak’tan İzmir’e kadar bu anı bekliyordum. Fotoğrafların kuruyup, hazır olması için bir gün daha lazımdı. Ertesi gün gelip almak üzere karargaha, Bornova’ya döndük. Ertesi sabah otomobille indik İzmir’e. Millet yollara dökülmüştü. Bayram vardı. ‘Biraz sonra Mustafa Kemal gelecek’ dedik. Görmeliydiniz o anı... İzmir yanıyordu. Ne dost ne düşman belliydi. Cayır cayır yanıyordu İzmir. Fotoğrafçı dükkanının olduğu yere güçlükle varabildik. Fakat ne görelim? Dükkan yanmıştı. Uşak’ta o ahır bozması yerde yıkayabildiğim birkaç film kalmıştı elimde. Ötekilerin hepsi fotoğrafçı dükkanıyla birlikte yandı kül oldu.” Etem Tem 1971’de vefat etti. Eşi elindeki Atatürk fotoğraflarını onun ardından arkeolog İlhan Akşit’e verdi ve o görüşmeden hemen sonra 1979 yılında yaşama veda etti. Akşit’in belirttiğine göre görüşme sırasında akli durumu pek yerinde değildi. O nedenle Etem Tem hakkında elde fazla bir bilgi yok. Çocuklarını olup olmadığı bile bilinmiyor.
13
Tıfıllar Mahallesi Muhtarı MEHMET KARAMAN TIFILLAR’IN HAVASI ASTIM, KOAH GİBİ ÜST SOLUNUM YOLLARI HASTALIKLARINA BİRE BİR
A
yvalık’a yirmi bir kilometre uzaklıktaki Tıfıllar Mahallesi Muhtarı Mehmet Karaman ile birlikteyiz. Kendisiyle Ayvalık’ın en güzel kırsal mahallelerinden biri olan Tıfıllar’ı konuşacağız. Her söyleşimizde olduğu gibi önce kendisini tanımak istiyoruz.
Sayın Mehmet Karaman, sizden kısa bir özgeçmiş alabilir miyiz? -Tabii. Ancak ben sözlerime demokrasi şehitlerimizi anarak başlamak istiyorum. 15 Temmuz kalkışmasını bütün mahalle halkı olarak şiddetle kınıyor; şehitlerimize rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. Türk milleti olarak çok büyük bir sınavdan geçiyoruz. Bu kara günleri milletçe atlatacağımıza inancım sonsuz. İnşallah bir daha böyle bir gün yaşanmaz, böyle bir sınavla karşılaşmayız. Mehmet Karaman Çok üzgünüz. Tek tesellimiz bu menfur olay karşısında bütün bir halkın kenetlenerek oynanmak istenen oyunu bozması, ülkesine ve demokrasimize sahip çıkması… Hayat bir yandan devam ediyor. Siz bu röportajı yapmak, ben de sorularınıza cevap vererek mahallemi tanıtmak, sorunlarını dile getirmek durumundayım. İçimiz yansa da hepimiz işimizi yapmaya devam etmek zorundayız. Gerçekten çok büyük bir badire atlattık. Son sözlerinizle hepimizin ruh halini dile getirmiş oldunuz. Dediğiniz gibi hayat devam ediyor, sorumluluklarımız var... -Evet! Şimdi ilk sorunuza cevap verebilirim. Ben 1980 Ayvalık doğumluyum. İlkokulu köyümde, ortaokulu Edremit’te, liseyi Ayvalık’ta okudum. Zeytin ve yaş sebze komisyonculuğu, çiftçilik yapıyorum. Ayrıca Ziraat Odası Meclis Başkan Yardımcısıyım. Evli ve iki çocuk babasıyım. 2014 yerel seçimlerinde muhtar adayıydım. Nasip oldu ve kazandım. Mahallenizin adı nereden geliyor? Bir öyküsü var mı? -Köyün tarihçesine baktığımızda karşımıza bir öykü çıkıyor. Tıfıllar’ın geçmişi 1600, 1700’lü yıllara kadar uzanıyor. Çok eski bir yerleşim birimiyiz. Atalarımız hayvancılıkla uğraştıkları için göçebe hayatı yaşıyorlarmış. Bizler Karakeçeli Yörüklerindeniz. Köyümüz de bir Yörük köyü. Veba salgınının ülkeyi kasıp-kavurduğu yıllarda Karakeçeli üç aile, hastalıktan korunmak için daha yukarılara, yaylalara doğru kaçmışlar. İşte bugün Tıfıllar Mahallesi’nin bulunduğu bölgeyi mesken tutmuşlar. Ufaktefek insanlarmış. Bu nedenle onlardan söz edilirken, “Üç tıfıl insan!” veya “Üç tıfıllar!” denirmiş. Kısacası bu üç aileden zamanla kocaman bir köye dönüşen mahallemizin
14
adı Tıfıllar olarak kalmış. 1900’lü yılların başlarına dek hayvancılıkla geçinen Tıfıllar köylüsü göçebe hayatını sürdürmüş. Bahar, yaz aylarında sürüleriyle beraber Madra dağındaki yaylalara çıkarlarmış ki bizler hala yazları dedelerimizin o yaylalarına gider, üç-beş gün kalırız. Ancak özellikle 1960’lardan sonra hayvancılığın günden güne azalması nedeniyle yerleşik hayata geçmişler. Otuz yıl öncesine kadar mahallenin iki yüz elli hanesinde de yerleşik olarak oturuluyordu. Şimdilerde sürekli ikamet edilen ev sayısı seksen kadar. Neden?
-Mahallemiz otuz yıldır hep göç verdi çünkü... Köyümüzün okumuş gençleri arasından çok sayıda memur çıktı. Sigortalı işlere yerleşenler oldu. Örneğin biz dört kardeşiz. Üçümüz memur oldu. Okumuş gençlerimizin yüzde sekseni işleri gereği köyden ayrıldılar ancak Tıfıllar’la asla bağlarını koparmadılar. Evleri açık. Yaz/bayram tatillerinde gelip kalıyorlar. Ayrıca emekli olanlar da geri dönmeye başladı. Ben köyümüzün bu halini; insanların köklerine, topraklarına olan bağlılıklarını çok seviyorum. Bu sahiplenme sayesinde köyümüz yaşıyor, yok olup gitmiyor. Kışın iki yüz-iki yüz elli olan nüfusumuz, yaz aylarında dört yüz kişiyi buluyor. TIFILLAR, AYVALIK’IN GELECEK VAAT EDEN TURİZM BÖLGELERİNDEN BİRİ OLACAK DİYE DÜŞÜNÜYORUM Herkesin bu denli sahip çıktığı mahallenizi bize biraz tanıtır mısınız? -Seve seve... Çünkü ben kırsal bir mahalle olan köyümü anlatmayı çok seviyorum. Bizim topraklarımızın yüzde sekseni deniz görür. Bir tepenin üstünde durduğunuzu düşünün. Karşınız Kaz dağları, önünüz deniz. Kaz dağlarından gelen oksijenle aranızda hiçbir şey yok. Herhangi bir şekilde bozulmadan, kirlenmeden olduğu gibi Tıfıllar’a gelen tertemiz bir hava… Arkanız ise alabildiğine yeşil bir orman. Yani mahallemizin güzelliği anlatmakla bitmez. Gelip görmeniz lazım. Yapılan resmi ölçümler sonucunda Kaz dağlarının oksijenini ilk bizim aldığımız saptanınca, köy hudutları içerisinde bir astım hastanesinin yapılması gündeme geldi. Bu proje inşallah gerçekleşir. Çünkü Tıfıllar’ın havası astım, KOAH gibi üst solunum yolları hastalıklarına bire bir. Nitekim son beş yıldır Ankara’dan, İstanbul’dan insanlar gelip buradan arazi almaya başladılar. Deniz manzaralı kesimlerde Botanik Köy gibi yapılaşmalar başladı. Birkaç firmanın
da büyük oteller inşa etmek amacıyla ciddi girişimlerde bulunduklarını biliyorum. Özetle Tıfıllar, Ayvalık’ın gelecek vaat eden turizm bölgelerinden biri olacak diye düşünüyorum. Peki, betonlaşmaktan korkmuyor musunuz? -Gerek diyalogda olduğumuz insanlar, gerekse mevcut projelerle imar yasalarından dolayı bu konuda duyarlı davranılacağına inanıyorum. Aldığımız duyumlar da Tıfıllar’da betonlaşmaya izin verilmeyeceği yönünde. Mahallenin dokusuna uygun yapılaşma konusunda hem ilçe, hem Büyükşehir ile görüşmelerimiz oldu. Kaz dağlarındaki konut ve işletmeleri gördüm. Doğayla uyumlu çok güzel ahşap binalar yapılmış orada. Mahallemiz için de böyle bir yapılaşma düşünülebilir. Bizim insanımız çok sevecen, çok sıcakkanlıdır. Birbirine saygılıdır, destektir. İmece usulü bizde hala devam ediyor. Örneğin köy meydanını kirli görsem ve iki delikanlıya desem ki, “Gençler, şu meydanı bir temizleyiverelim!” kimse “Hayır!” demez. Yani aramızda böylesi bir bağlılık, birbirini sahiplenme var. Turizmin de, gelenlerin de başımızın üstünde yeri var. Mahalle olarak üzerimize düşeni yaparız tabii ama elbette doğamızın, dokumuzun bozulmaması kaydıyla… Sayın Karaman, turizmden eğitime geçelim. Mahallede okuryazar oranı anladığım kadarıyla çok yüksek? -Okur-yazar oranımız da, dediğim gibi meslek sahibi insan oranımız da diğer mahallelerle kıyaslandığında fevkalade yüksek. Doktordan tutun emniyet müdürü, öğretmen, askeri personel gibi hemen her meslek grubunda görev alan vatandaşlarımız var. İlköğretim taşımalı sistemle yapılıyor. Çocuklar Akçapınar’a gidiyorlar. Sonrası için ise Ayvalık’a geliyorlar. Kız çocukları dahil, bütün çocuklar okutuluyor. Örneğin tıp fakültesinde okuyan bir öğrencimiz var. Ailesi ev aldı, çocuğunun başında duruyor. Sadece okul tatile girince ya da hasat zamanı zeytinini işlemeye geliyor. Bu denli önemseniyor okumak. GEÇEN YIL YAPILAN OYUN PARKIMIZ ÖNEMLİ BİR İHTİYACA CEVAP VERİYOR. BAŞKANIMIZ RAHMİ GENÇER’E ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUZ Peki, mahallelinin temel geçim kaynağı nedir? Hayvancılık tamamen bitti mi? -Hayvancılık tamamen bitmedi. Hala her evde küçükbaş hayvan, hayvan sürüleri var ama eskisi kadar değil. Bu nedenle ana geçim kaynağı zeytin diyebilirim. Yazın ise bamya, domates gibi su istemeyen yaş sebze yetiştiriciliği yapılıyor. Kadınlar üretime katılıyorlar mı? -En büyük avantajımız aile ziraatı yapıyor oluşumuz. Bizde kadın-erkek, ilkokul çağı dışındaki çocuklar hep birlikte gün ağarırken kalkar, tarlaya gideriz. Saat on bire kadar işleri bitirir eve döneriz. Tarım işçisi istihdam etmediğimiz için maliyet düşer ve biz üreticilerin eline daha fazla para kalır.
Saat on birden sonra ne yaparsınız? Nasıl geçer zaman? -Saat on birden sonra ne yapılır? Kendimden örnek vererek anlatayım. Sabah çok erken yola koyulduğumuz için eve dönüşte önce ailece kahvaltımızı eder, ardından hepimiz dinlenmeye çekiliriz. Yaz aylarındaysak, çolukçocuk lunapark ister, deniz ister. “Ayvalık’a gidelim, bir yerlerde bir şeyler yiyelim,” denir. Amaç biraz değişiklik, biraz sosyal hayata katılmak... Bunlar aile bağlarını
güçlendiren şeyler. Gençler de zaman zaman toplaşıp denize, gezmeye, dondurma yemeye Ayvalık’a inerler. Tabii imkanı, arabası olanlar için bu böyle zira hala merkeze ulaşımda sıkıntımız var; sistem oturmadı bir türlü. Sonuçta gündüz kadınların, çocukların gönlü yapılır, akşam kahveye çıkılır. Kahve kültürümüz var, özellikle kış akşamları. Köyümüzde kısaca hayat böyle. Sosyal tesis anlamında bir tek oyun parkımız var. Geçen yıl yapıldı ve önemli bir ihtiyaca cevap veriyor. Başkanımız Rahmi Gençer’e çok teşekkür ediyoruz. Sayın Karaman, anladığımız kadarıyla işsizlik, geçim sıkıntısı Tıfıllar Mahallesi’inde yok gibi? -Yok denecek kadar az. Onu da kendi içimizde çözüyoruz. Yani öyle sosyal yardım alan vatandaşımız yok. Fakat Ayvalık Belediyesi’nin ‘Evde Bakım’ hizmetlerinden yararlanan birkaç kişi var. Sağlık hizmetleri, hasta nakil ve bakım konusunda ilgi çok iyi. Gerçekten çok güzel çalışıyorlar. Üstlerine düşeni canla-başla yaptıklarını biliyorum. Bazen bir hastaya günde iki kez geliyorlar. Onlara da teşekkür etmek lazım. GÖMEÇ SINIRLARI İÇİNDEKİ MICIR OCAĞINA GİDEN YOL TIFILLAR’IN ORTASINDAN GEÇİYOR. GÜNDE ELLİ KAMYON BU YOLU KULLANDIĞI İÇİN YOL DİYE BİR ŞEY KALMADI Tıfıllar Mahallesi’nin ihtiyaç ve sorunları neler, diye sorsak? -En büyük sorunumuz Gömeç sınırları içindeki mıcır ocağı... Çünkü bu ocağa giden yol bizim köyün ortasından geçiyor. Günde elli kamyon bu yolu kullanıyor. Yol diye bir şey kalmadı. Her taraf toz-toprak. İnsanlar kapıpencere açamaz, çamaşırını asamaz durumda. Son derece mağduruz. TIR şoförlerini en azından meskun yerlerden geçerken biraz daha duyarlı olmaya davet ettik, yolun yapılması için gerekli makamlara başvurdu, yani her türlü girişimde bulunduk. Yolun yapımının programa alındığını öğrendik ancak sanırım bürokratik işlemler nedeniyle gecikiyor. Bizim itirazımız yolun kullanılmasına değil, onarılsın istiyoruz. Yol yapılsa dahi yine bozulma riski taşıdığından, ben başka bir öneride bulundum. Mahallenin arka tarafında Bergama yoluna çıkan tali bir yol var. Kamyonlar bu hattı kullandıklarında mahalleyle hiç alakaları kalmayacak. Bu yol çok daha mantıklı geliyor bize. Bakın, Tıfıllar’a turizm gelecek diye konuşuyoruz. “Kaz dağlarının oksijeni bizde!” diyoruz ama birisi ocak açıyor, ortalığı toza boğuyor. Dışardan gelen insanlar da, “Burada ne oluyor?” diyor. Bunu söyletmemek lazım. Ben epeyce yer gezdim, gördüm. Israrla diyorum ki, dünyanın en güzel köşesindeyiz. Duyarlı insanlar sayesinde yaşadığımız sıkıntının aşılacağına ve bu güzelliğe sahip çıkılacağına inanıyorum. Mahallemizin bundan daha büyük bir sorunu yok. Sadece kanalizasyon konusunda ufak bir çalışma gerekiyor, o kadar. Mahallelinizden beklediğiniz bir şey var mı, peki? -Öncelikle şunu söylemek istiyorum, on altı kırsal mahalleyle kıyasladığımda, bizim insanlarımızın birbirine olan bağı, kaynaşması bir başka. Müthiş bir dayanışma içinde yaşıyoruz. Yanı sıra ilçemiz ve Büyükşehir ile ilişkilerimizde yöneticilerimizden daima destek görüyoruz. Rahmi Başkan, Tıfıllar’da çok sevilen bir insan. Hem Ayvalık hem de Büyükşehir Belediye başkanlarımıza mahallemize destekleri için çok teşekkür ediyoruz. Mevcudiyetimiz gayet iyi gidiyor. İnşallah dirliğimiz bozulmasın. Ülke bir an önce düzlüğe çıksın.
15
“Acısıyla tatlısıyla 80 yılı geride bıraktım” diyen Yurdan Şalmanlı, adadan tek bir sandıkla ayrılan Girit mübadili bir aileden geliyor. Annesinin söylediği Girit manileri ve şarkılarıyla büyümüş, 1944 depreminde ölümden kıl payı kurtulmuş. Uzun yıllardan bu yana 41 Evler’de yaşıyor. Anılarını bizimle paylaştığı için kendisine teşekkür ediyoruz.
AYVALIK ÇOK BÜYÜDÜ, ÇOK DEĞİŞTİ AMA HEP AYNI KALAN 41 EVLER’DE DOĞA VE İNSAN İLİŞKİLERİ HİÇ BOZULMADI Gülbeniz Şentay
-H
Böyle bir durumda gelmişler Ayvalık’a. Gemi mi, kayık mı, neyse artık onları Cunda’da indirmiş. Eşyalarını alıp, kendilerine gösterilen eve yerleşmişler. Mehmet Ali abimi annem bu evde dünyaya getirmiş. O yıl kış o kadar sert, o kadar soğuk geçmiş ve öylesine bir yoksulluk yaşıyorlarmış ki, oturdukları evin panjurlarını söküp odanın ortasında yakarak ısınmaya çalışmışlar. Nihayet bir süre kaldıkları bu evden ayrılıp Ayvalık’a geçmişler. İlk gelen mübadillerden olmadıkları için paylarına çok güzel bir ev düşmese bile daha korunaklı olması onlara yetmiş.
anyalı Hüseyin Bey ile Resmolu Nazife Hanım’ın dört çocuğundan biriyim ben… Annemle babamın Girit’ten Ayvalık’a gelişleri çok acı olmuş. Düşünün; evinizibarkınızı, sahip olduğunuz her şeyi arkanızda bırakıp hiç tanımadığınız, orada sizi neyin beklediğini bilmediğiniz bir ülkeye geliyorsunuz. Dil yok, para yok! Akrabalarınızın her biri bir yerlere savrulmuş, dağılmışsınız. Kimi tarihçiler mübadeleyi bir büyük göç değil de, tarihin en büyük sürgünü olarak niteliyorlar. Doğrusunu isterseniz bu fikre katılmamak elde değil! Hele ki çocukluğunuz mübadelenin yürek sızlatan öyküleriyle geçmişse...
Annem, Resmo’da iyi bir hayat yaşadıklarını, varlıklı bir ailenin kızı olduğunu anlatır, “Anneannem saçlarını kendisi taramazdı. Onun saçlarını tarayan kadınları vardı!” derdi. Tabii zamanla o zenginlik kalmamış ama mübadele öncesinde Resmo’da hep birlikte huzurlu, sakin, güzel bir hayat sürüyorlarmış. Nitekim annemle Giritli Rum komşuları çok iyi anlaşırlarmış. Herkes birbirinin bayramına saygılıymış. Bizim bayramımızı onlar kutlar, onların paskalyalarında çörekler, paskalya yumurtaları birlikte yenirmiş. Kardeş kardeş yaşarlarmış adada. Her şey savaştan sonra değişmiş. Tek bir sandıkla ayrılmışlar Resmo’dan. Artık o sandığa ne koyabildiyse annem? Dediğim gibi, varlık anlamında yanlarına hiçbir
16
şey alamamışlar. Bir tek annemin çeyizi konmuş sandığa… Yastık başları, ‘delik işleri’, lambalar, peşkirler… Atlas üzerine altın simle işlenmiş bir yatak örtüsü vardı örneğin. Onu evlenirken kızıma verdim. O da örtüyü pano yaptı ama hiç unutmuyorum, o kadar ağırdı ki örtü, duvara asmaları olay olmuştu. Mübadele sırasında abim Mustafa bir buçuk yaşındaymış. Annem ise ikinci çocuğuna hamileymiş…
İlk zamanlar babamın ne iş yaptığını bilmiyorum. Kişi başına verilen yirmişer ağaç zeytinle geçindiklerini sanıyorum. O yıllarda Ayvalık-Cunda arasında ulaşım kayıklarla sağlanırmış. Kaptanlığı olan babam sandalcılık da yapmış olabilir. Yine de kesin konuşamam çünkü net anımsayamıyorum. Ancak daha sonraları babam zeytinyağı fabrikalarında asit ölçme işiyle uğraşmış ve hayatları yavaş yavaş bir düzene girmeye başlamış. ANNEM TÜRKÇE BİLMEZDİ, BEN ONUN SÖYLEDİĞİ GİRİT MANİLERİ VE ŞARKILARIYLA BÜYÜDÜM Ben 1936 yılında Saha Sokağı’nın deniz tarafındaki evimizde doğdum. Harika bir çocukluk yaşadım o sokakta. Bahçemizde tavuklar, keçiler vardı. Bugün seksen yaşındayım ve inanın ufak tefek şikayetler dışında sağlığım son
derece yerindeyse, bunu içtiğim keçi sütlerine, tavuklarımızın yumurtalarına borçluyum. Evet, sevgiyle büyütülen bir çocuktum. Komşularımız deseniz, bize akrabadan yakındılar. Hele Nazlı Hanım... İştahsız, yemek yerken mızıldanan bir çocuk olduğumu bilir, sevdiğim şeyleri pişirdiğinde mutlaka bir tabak yollardı! Annem Türkçe bilmezdi. Ben onun söylediği Girit manileri ve şarkılarıyla büyüdüm. Akşam oldu mu Mehmet Ali abim sazını eline alır, o çalarken annem de Giritçe maniler okurdu ve ben bundan büyük keyif alırdım. Epeyce mani öğrenmiştim. Genç kızken sesim güzeldi, ben de söylerdim: “Mesa sta fila tis kardyas Pune to mavro ema Tin eho tin agapisu Grameni me ti bena…” Çevirisi şöyle: “Kalbin derin yaprakları arasında, simsiyah kanın bulunduğu yerde, yazmışım sevgini simsiyah mürekkeple...” Giritçe çok şiirsel, çok nazlandırıcı, çok güzel bir dildi. Şarkıları da aynı duygusallıkta, sevgiyle dolu şarkılardı. Neyse… Aslında Ayvalık’ta Türkçe bilmeyenler için okul açılmış fakat annem iki çocuğunu bırakıp gidememiş. Bu kurslara katılan babamsa gayet iyi Türkçe öğrenmişti. Dilimizi hayatı boyunca hep yarım-yamalak konuşabilen annemin yaptığı hatalar hepimizi gülmekten kırar geçerdi. Bir keresinde ziyaretine gelmek isteyen komşusuna, “Komşucuğum, çok işim var. Çamaşır yıkanıyorum!” demişti. Kısacası annemin Türkçesi hepimizin en büyük eğlencesiydi. Bana gelince… Ben Türkçeyi sokakta öğrendim. 1944 DEPREMİ SONRASINDA ŞİMDİ ÖĞRETMEN EVİ’NİN OLDUĞU YERDE ÇADIRLAR KURULMUŞTU 1944 yılında sekiz yaşındaydım. O yılın 6 Ekim günü evimiz büyük bir gürültüyle sallandı. Deprem olmuştu. Babamın peşinden, iki odanın arasındaki terasa koştuk. Bu sayede ölümden kurtulduk. Evimiz epeyce zarar görmüştü. Şimdi Öğretmen Evi’nin olduğu yerde çadırlar kurulmuştu. O çadırları çok net hatırlıyorum. Çadırlarda yaşamaya başladık. Beş-altı gün sonra bir yağmur, bir afet, bir
17
tufan… Uçmak üzere olan çadırı, abilerimle babam; üç erkek güçlükle zapt ediyorlardı. Fırtınanın ertesinde halamın Çınarlı Cami yakınlarındaki evine sığındık. Yıkılan evimiz onarılana kadar, aylarca orada kaldık. Deprem anne ve babamı tam biraz toparlandıkları, biz çocuklarını büyütmeye koyuldukları bir zamanda vurmuştu. 44 depreminden on yıl kadar sonra bir kez daha sallandı Ayvalık. Ailece bir kez daha sarsıldık. Bunun üzerine yine aynı mahalledeki bir başka eve kiracı çıktık. O sırada yirmi yaşlarındaydım. Genç kızlık yıllarımı anlatacağım ama öncesinde yine çocukluğuma dönmek istiyorum. Okumayı çok seviyor ve istiyordum. Beni Gazi İlkokulu’na verdiler. Kadri Bey adında yaşlı bir öğretmenimiz vardı. O kadar yaşlıydı ki sınıfa gelip öylece oturuyor, bizi de kendi halimize bırakıyordu. Anlayacağınız doğru-düzgün eğitim falan yaptığımız yoktu. Sonuçta beşinci sınıf bitirme sınavlarını veremedim. Sınıfta kaldım yani. Annem okumayacağıma kanaat getirdi ve bana “Seni bir terzinin yanına yerleştirelim, okumak zor!” dedi. Çok üzülmüştüm. Çaresizlik içinde çırpınıyordum. Derken Ayvalıklıların çok sevdiği, saydığı Ümmü öğretmen imdadıma yetişti. Anneme, “Ya Yurdan’ı okula yollarsınız ya da polis zoruyla aldırtırım!” diye haber göndermişti. O korkuyla annem beni hemen hazırlayıp okula uğurladı. Beşinci sınıfı bir kez daha ama bu kez muhteşem bir insanda okudum. Bu defa sınıf birincisiydim. ÇAMLIK AYVALIK’A GÖRE DAHA BİR ‘SOSYETE’YDİ Mezun olduktan sonra öğretmenim beni ‘parasız yatılı’ sınavlarına soktu. Kazandım ve Bursa’da yatılı okudum. Okul bitince Ayvalık’a döndüm, bir bankada çalışmaya başladım. Hayatımız daha bir güzelleşti. Bizim hayatımız değişirken Ayvalık da değişiyor, gelişiyordu elbette. Örneğin çocukluğumda sinema, televizyon nedir, bilmezdik. Bütün eğlencemiz yaz akşamları sandalyelerimizi alıp deniz kıyısına inmekti. Sahilde şimdiki gibi kaldırım falan yoktu. Kara, denize doğru dümdüz uzanırdı. Genç kızlığa adım attığım
18
yıllarda ise kıyıdaki kahvelere gitmek modaydı. Derken sinemalar açıldı. Yine de komşulara gitmek, denize inmek gibisi yoktu. Evlerde toplandığımızda birbirimize masallar anlatır ya da aile büyüklerinin başından geçen öyküleri dinlerdik. Çamlık Ayvalık’a göre daha bir ‘sosyete’ydi, daha bir yönlendiriciydi. Ve orada oturanlar çok aristokrat, çok güzel bir hayat yaşadılar. Her 23 Nisan’da, 29 Ekim’de balolar düzenlenirdi. Çamlık’ta garden partiler verilirdi. Bu partilere hanımlar tuvaletle, beyler smokinlerle katılırlardı. Babam, Enver Alay’ın fabrikasında çalışırken Enver Bey’in eşi Sabahat Hanım’ın kurduğu bir sofraya oturmuş ve hayran kalmıştım. O eski şaşaalı günleri biraz ucundan yakalayabildim, diyebilirim. Benim dönemimin en gözde mekanı Enver Örnek’in işlettiği Örnek Restoran’dı. Her cumartesi arkadaşlarla, dostlarla orada buluşurduk. Yemekler yenir, şarkılar söylenir, danslar edilirdi. ŞALMANLI OTEL 41 EVLER’İN İLK OTELLERİNDEN BİRİYDİ 1961 yılında babacığımı kaybettik. Onun ölümü benim için büyük bir yıkımdı çünkü babamı çok severdim. Mustafa abim Ayvalık dışında yaşıyordu. Mehmet Ali abim uzaktan akrabamız da olan Şalmanlı ailesinin kızı Şadan Hanım’la evlenmişti. Annem, ben ve küçük kardeşim Yusuf kalmıştık. Yengem Şadan hanımın Teoman adında bir erkek kardeşi vardı. Tanıdıkça birbirimizi sevdik ve evlendik. 1962 yılında 41 Evler’deki evin alt katına gelin geldim. Evin iki katı oteldi. 41 Evler’in ilk otellerinden biri olan Şalmanlı Otel’i Şadan Hanım işletirdi. Çok fedakar, çok candan bir kadındı. Bütün müşterileriyle kardeş gibiydi. Ben çalıştığım için otelle pek ilgilenemezdim. Buna rağmen otel müşterileri arasından kalıcı dostlar edindim. Hatta otelin kapanışının ardından sürekli müşterilerden olan iki genç kızı evimde ağırlardım. Başka bir yerde kalmak istemezlerdi. Gerçekten Ayvalık’ın en güzel ve özel yerlerindendir 41 Evler; çünkü Ayvalık çok büyüdü, çok değişti ama 41 Evler hep aynı kaldı, kalabildi. Hala o muhteşem komşuluk
ilişkileri semtimizde devam ediyor. Yani doğa ve insan ilişkileri hiç bozulmadı burada. Bu bakımdan fevkalade şanslıyız. İnşallah olduğu gibi kalır, korunur. MÜBADELE İLE YER DEĞİŞTİREN İNSANLARIN ÇOCUKLARI, TORUNLARI OLARAK DENİZİN İKİ YAKASINDA KÖKLERİMİZİ ARIYORUZ Elli dört yıldır burada yaşıyorum. Annem, abilerim, küçük kardeşim, eşim hep vefat ettiler. Onları çok arıyorum. Ama ne çare! İnsan kaybettiklerini özledikçe anılarına sarılıyor… Ne zaman doğduğu topraklar gözünde tütse, annem, “Ah, o Girit’in portakalları! Ah, o Girit’in sebzeleri, meyveleri…” demeye başlardı. Bir de Resmo’daki dar fakat upuzun bir sokaktan söz ederdi. Öyle bir anlatırdı ki, sokağın ucu-bucağı yok sanırdınız. Girit’e gittiğimizde o sokağı buldum. Küçücük bir sokaktı. Annemin anlata anlata bitiremediği o portakallardan tattım, aynı bizim portakallardı. Girit’e duyduğu özlemle her şeyi gözünde büyütmüştü anlaşılan. Anneme Girit’i görmek bir daha nasip olmadı… Gerçek şu ki, bütün gelenler, geri dönmek üzere gelmiş ama dönememişlerdi. Şimdi mübadele ile yer değiştiren insanların biz çocukları, torunları denizin iki yakasında köklerimizi arıyoruz. Biz gidiyoruz, onlar geliyor… O kadar çok dostumuz var ki Girit’ten, Atina’dan, Midilli’den... Aslında Rumlar bizi çok seviyorlar. Bunu oraya gidince anlıyorsunuz. Bizi her yerde, “Hoş geldin komşu! Biz beraberdik!” diye karşılamalarını unutamam. Bakın, Teoman’cığımın cenazesine Midilli’den üç aile katıldı. İnanmazsınız, ‘okuma’yı da dinlediler… Ben, bizleri birbirine düşman eden şeyin politikalar olduğunu düşünüyorum. Evet... Acısıyla tatlısıyla seksen yılı geride bıraktım. Rahmetli eşimi bir kez daha sevgiyle anmak istiyorum çünkü güzel bir birliktelik yaşadık. Beraber çalıştık, beraber kazandık. İki güzel evladımız oldu. Sanırım onları iyi yetiştirdik. Teoman çok iyi bir aile reisi, iyi bir baba ve iyi bir insandı. Onun yokluğunda çocuklarım, torunlarımla avunuyor, mutlu oluyorum. Hayat işte!
Ayvalık Belediyesi’nin girişimleri sonucu tapu tahsisi de yapıldı
ALTINOVA AVCILIK VE ATICILIK İHTİSAS KULÜBÜ’NÜN YENİLENEN LOKALİ AÇILDI
A
yvalık Belediyesi sivil toplum kuruluşlarına destek olmayı sürdürüyor. Bu bağlamda, Altınova Mahallesi, Ahmet Balkanlı Çamlığı’ndaki Avcılık ve Atıcılık İhtisas Kulübü’ne Ayvalık Belediyesi’nin girişimleri sonucu tapu tahsisi yapıldı, ayrıca derneğin hizmet binası da yine Ayvalık Belediyesi tarafından yenilendi. Kulüpte düzenlenen törene Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Başkan yardımcıları Gökay Bacan ve Ahmet Erkal, Meclis üyeleri, Altınova eski belediye başkanı Asım Sürer ile Dernek Başkanı Süleyman Ölez’in yanı sıra çok sayıda mahalle sakini katıldı. Rahmi Gençer törende yaptığı konuşmada, yeni binanın hayırlı olmasını diledi ve Dernek Başkanı Süleyman Ölez’le dernek üyelerine gösterdikleri çaba için teşekkür etti. Gençer’in, “Bu serin atmosferde güzel çaylar için, güzel sohbetler edin, güle güle kullanın” dileğinin ardından, törene katılanlara Ayvalık Belediyesi Aşevi tarafından hazırlanan pilav ikram edildi.
Ayvalık Belediyesi Gençlik Merkezi öğrencilere destek vermeye devam ediyor
TEOG SINAVINDA BAŞARILI OLAN AYBEGEM ÖĞRENCİLERİ ÖDÜLLENDİRİLDİ
A
ltınova Mahallesi’nde hizmet veren ve Ayvalık Halk Eğitim Merkezi’nin desteğiyle faaliyetlerini sürdüren Ayvalık Belediyesi Gençlik Merkezi (AYBEGEM) başarılı öğrenciler yetiştirmeyi sürdürüyor. Üçüncü sınıftan sekizinci sınıfa kadar ağırlıklı olarak kırsal mahallelerde yaşayan çocukların ders aldığı merkeze devam eden ve sınavlarda başarılı olan öğrencilerden İsa Çakır, Hatice Gül Oral, Mürüvvet Kütahya; Çakmak İlköğretim Okulu’nda, Burcu Akıner ise 15 Eylül İlköğretim Okulu’nda eğitim görüyor. Ödül töreni öncesi öğrencileri tek tek kutlayan ve Mustafa Kemal Atatürk hakkında sorular soran Belediye Başkanı Rahmi Gençer, öğrencilerden aldığı doğru yanıtlar karşısında duyduğu memnuniyeti, “Siz her şeyi öğrenmişsiniz, hepinizi kutluyorum” sözleriyle dile getirdi. Gençer, AYBEGEM’e katkıları için Halk Eğitim Merkezi’ne bir kez daha teşekkür etti. AYBEGEM’deki eğitim ve öğretimden sorumlu Meclis Üyesi Nusret Kantarcı da, gelecek sezon LYS ve YGS’ye girecek öğrenciler için Küçükköy Mahallesi’ndeki hizmet binalarında yeni bir kurs açmayı hedeflediklerini belirtti. Kantarcı, “Devam eden yaz kurslarımıza kayıt yaptırmak isteyen velilerimiz 0266 338 12 12 numaralı telefonu arayarak ayrıntılı bilgi alabilirler” dedi. AYBEGEM’de düzenlenen ödül törenine Altınova Mahallesi’nden sorumlu Başkan Yardımcısı Ahmet Erkal, Meclis üyeleri ve merkezde görevli öğretmen ve öğrenciler de katıldı.
19
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
Taş Kahve…
Ö
zellikle son yıllardaki yerleşim atağı, İstanbul ve Ankaralı sanatseverlerin katkılarıyla canlanan kültür sanat faaliyetleri, sahil boyunca sıralanan benzersiz balık lokantaları ile Cunda ayrı bir dünyadır. Bu dünyanın neredeyse merkezinde yer alan bir yapı vardır. Yerlisinin gönlündeki, yabancısının gözündeki değeri farklı, ‘içinden kırlangıç geçen’ bu mekanın adı Taş Kahve’dir. Ama bugünkü yazının konusu bu Taş Kahve değil. Cunda’yı ve Cunda’nın Taş Kahvesi’ni başka, bağımsız bir yazıya bırakalım ve gelin bugün size ancak eski Ayvalıklıların hatırlayabileceği, Ayvalık’ın Taş Kahvesi’nden söz edeyim. Çünkü bizim kuşağımızın çocukları ve onların çocuklarından oluşan yeni nesiller ile Ayvalık’a sonradan gelip yerleşenler, Ayvalık’ın sadece (Cunda’daki Taş Kahve gibi) bugününü, haydi olsun olsun dününü bilirler. Ama bu topraklarda yaşayan herkesin bu toprağın evladı olduğu geçmişin Türkiye’si ve onun bir parçası olan geçmişin Ayvalık’ını bilmeyenlere anlatmak, öğretmek, bilip de unutanlara hatırlatmak yarınımız için çok önemlidir. Bugün Halk Bankası’nın olduğu köşede eskiden geniş, ferah bir kahvehane vardı. ‘Taş Kahve.’ Adını; sahipleri ve işletmecileri olan ailenin soyadı olan ‘Taş’tan alıyordu. Ailenin benim hatırladığım temel direkleri (adları benim 65 yıllık belleğimden de düşmüş olan diğer üyelerinin bağışlaması dileğiyle) Mehmet, Hasan ve Mustafa Taş kardeşlerdi. Elbette her birinin, kimi benden büyük, kimi yaşıtım olan çocuklarıyla kendi çekirdek aileleri de vardı ama bu çok katarlı trenin lokomotifi Mehmet Taş’tı. İki girişi vardı Taş Kahve’nin. Biri şimdiki taksi duraklarının yanından, diğeri çarşıya giden yolun başından. Bu girişin hemen ağzında da her zaman Ayvalık’ın bir başka silinmez resmi, Çekirdekçi Şerif dururdu. Üst katında hem kahvenin içinden hem de dışarıdan müstakil girişi olan ve yine aynı ailenin işlettiği otel yer alıyordu. Taş Kahve’nin içi, üç
20
basamakla inilen iki kattan oluşuyordu. Tam ortada; giren çıkan herkesi ve her şeyi denetleyen dikkatiyle Mehmet Taş’ın ocakçılığını yaptığı çay ocağı vardı. Kahveler kömür mangalında pişer, içecekler askılı tepsilerde servis edilirdi. Gün boyu kahvaltısını etmeye gelen, iş arayan, bir soluklanma molası veren, evlerinde yedikleri akşam yemeği sonrası ‘kahveye çıkan’ yüzlerce insana ev sahipliği yapardı Taş Kahve. Hasan Taş; iri gövdesi, sakin halleriyle herkesin sevgi ve saygı duyduğu, ailenin bilgesiydi. Mustafa Taş, yüzünden hiçbir zaman eksik etmediği gülümsemesini oğulları ve sevgili arkadaşlarım olan mimar İsmail Taş ve Belediye’de yıllarca hizmet vermiş Suat Taş kardeşlerime de miras bırakmış, uzun boylu, maharetli bir marangozdu. Taş Kahve sadece; gün boyu ‘çay, kahve, tarçın, ada çayı, somata’ seslerinin duyulduğu bir kahvehane değil, sosyal bir paylaşım mekanı, Taş ailesi de sadece birer işletmeci değil, zorda kalan herkese el uzatan dürüst ve yürekli insanlardı. 1950 yılında; genç karısı, üç çocuğu, Cilavuz Köy Enstitüsü’nde bu vatan için feda ettiği sakat bacağı, denklere sarılmış üç-beş parça eşyasıyla Ayvalık’a yanaşan bir gemiden savrulmuş, hayatlarında ilk kez Batı’ya gelmenin şaşkınlığı ile nereye gideceğini, ne yapacağını bilmez bir ürkeklik içinde rıhtımda bekleşen öğretmen Zakir Güven’e de ilk el uzatan Mehmet Taş olmuştu. Bütün aileyi; kısa süre sonra aileye dördüncü çocuk olarak bu satırların yazarının katılacağı, Macaron mahallesinde bir ev bulana kadar otelinde barındırmış, ihtiyaçlarıyla aileden biri gibi ilgilenmişti. O evin ilk eşyası da Taş Kahve’den verilen küçük, yuvarlak, demir bir yemek masası idi. O masa, ne yazık ki ülkemizde artık geçmişte kalan kardeşlik ve dayanışma günlerinin demir gibi sağlam bir anısı olarak Ayvalık’taki baba evimde hala duruyor. Bir zamanlar Ayvalık’ta bir ‘Taş Kahve’ olduğunun unutulmaması dileğiyle bu yüce gönüllü ailenin kaybettiğimiz fertlerine Tanrı’dan rahmet, yaşayanlara sağlık diliyorum.
Uzun zamandan beri elinden düşürmediği makinesiyle, doğup büyüdüğü Ayvalık’ı ve çevresini görüntüleyen Göksel Kantarcı bir ilke imza attı ve bu kez kentimize ‘denizden’ baktı. Kantarcı’nın belgesel tadındaki fotoğraflarında kıyı boyunca uzanan özgün Ayvalık evleri, eski fabrikalar, ayakta kalmayı başarabilmiş bacalar, boy boy tekneler, tepeleri süsleyen çamlar, hoş görünümlü palmiyeler, pırıltılı bir deniz ve aydınlık bir gökyüzü selamlıyor bizleri...
DENİZDEN AYVALIK
21
DENÄ°ZDEN
22
N AYVALIK
23
Eşi Susen Karakoç’la birlikte tam 5 yıldır, artık Ayvalıklılarda ‘alışkanlık’ yaratan ‘Ayvalık Magazin’ dergisini hazırlayıp yayınlayan Turan Karakoç’u kentimizde tanımayan insan sayısı herhalde çok azdır; belki de yoktur. Deneyimli bir magazin muhabiri olarak özellikle geceleri elinde kamerasıyla karşımıza çıkar. Son derece enerjik, her zaman güler yüzlü, herkese karşı naziktir. Sadece bir fotoğrafçı değil, özellikle ‘eğlence’ perspektifinden bakıldığında, Ayvalık’ın toplumsal yaşamı hakkında ‘aydınlatıcı’ verilere ulaşabileceğimiz bir ‘kaynak’tır da... İşte bütün bunları konuşmak için Turan-Susen Karakoç çiftine konuk olduk.
S
ŞİMDİLERDE GECELERİ BİRDEN FAZLA MEKAN GEZMEK AYVALIK’TA DA MODA BÖYLE YAŞAYAN 250 KİŞİ VAR Gülbeniz Şentay
ayın Turan Karakoç, fotoğrafçılığa nerede, ne zaman adım attınız?
-On altı yaşındayken İstanbul’da fotoğrafçılığı öğrenmeye başladım. Yalova/Çınarcık’ta iki yıl fotoğrafçılık yaptım. O zamanlar adımız ‘şip-şakçı’ydı. Kendimi bir hayli geliştirip yetiştirdikten sonra İzmir’e gittim ve Ege Ekspres gazetesinde foto muhabiri olarak görev aldım. Muhabirlik yaşamıma birçok gazete, dergi ve ajansta devam ettim. 1987’de Ayvalık’a geldim. Kendi işimi kurdum. Bir taraftan da Sarımsaklı’daki otellerin fotoğrafçılığını yaptım. Otel müşterilerinin fotoğraflarını çekip, panoda sergiliyordum. Müşteriler beğendikleri fotoğrafları satın alıyorlardı. Gece saatlerinde de diskoteklere gidiyordum. Orada eğlenenleri çekiyordum. Sabah plaja geliyor, tabettirdiğim resimleri zarflıyor, sahiplerine almak isteyip istemediklerini soruyordum... Epeyce yoğun ve yorucu günlermiş, öyle değil mi? -Evet... Bu işi yaparken çok eziyetler çektim gerçekten. Baskı makinemiz yoktu. Dışarıda yaptırıyorduk. Hatta bazen negatifleri İzmir’e gönderiyordum. Ben böyle para kazandım. “Resminiz var, alır mısınız?” diyerek. O zamanlar magazin böyle yapılıyordu. Tabii Sarımsaklı’daydım ama magazin muhabirliğinden kopmuş da değildim. Türkiye Gazetesi’nin magazin servisine haberler göndermeyi sürdürüyordum. Rahmetli Ceynur Karagözoğlu’nun desteğiyle Yeni Asır gazetesine de haber geçiyordum. Bütün o süreç, benim magazin gazeteciliği hakkında deneyim kazanmamı sağladı. Bir zaman sonra Ayvalık merkezdeki stüdyomu açtım. On altı yıldır fotoğraf stüdyosu olarak hizmet veriyoruz. 2011 yılından bu yana da eşim Susen ile birlikte Ayvalık Magazin dergisini çıkarıyoruz. VİTRİNİMİZDE ÖNCELİK AYVALIK’IN VE AYVALIKLILARIN... Susen Hanım, öğrendiğim kadarıyla derginin "fikir annesi" sizsiniz. Bu fikir nasıl oluştu? -Yurt dışındayken çok sayıda basılan ve ücretsiz dağıtılan bir reklam dergisi görmüştüm. Eşime bu derginin benzerini burada çıkarmayı önerdim. Turan da içinde magazin sayfalarının yer alacağı bir reklam dergisinin Ayvalık gibi turistik bir kentin ruhuna daha uygun olacağını söyledi. Bu şekilde derginin çerçevesi
24
çizildi ve işe koyulduk. Ayvalık Magazin sadece reklam gelirleriyle yaşayan bir dergi. Ücret yok, abonelik yok. Tamamen Ayvalıklı esnafın desteğiyle yolumuza devam ediyoruz.
Turan Bey, magazin dergisi çıkarmak kolay değil. Çalışma yönteminizden ve aranızdaki iş bölümünden söz eder misiniz? -Gerçekten de kolay bir iş değil bu. Böyle bir işe
kalkışmak için öncelikle geniş bir çevreniz olacak, mesleki birikiminiz, ilkeleriniz olacak. Kimseyi rahatsız etmeden, kimsenin özel hayatına müdahalede bulunmadan çalışacaksınız. Ben bu anlayışla dört kişilik ekibimle akşamları çıkıyorum. Ünlü-ünsüz insanlarla konuşuyorum, söyleşiyorum, onlardan bilgi alıyorum, fotoğraf çekiyorum. Daha sonra elimdeki verileri Susen’e veriyorum çünkü derginin mutfağında o var. O zaman tekrar Susen Hanım’a dönelim ve mutfakta neler oluyor diye soralım... -Vallahi güzel şeyler oluyor… Önce alınan bilgilerin, söyleşilerin, röportajların deşifresi yapılıyor. Ardından fotoğraflarla birlikte sayfa düzenine geçiliyor. Fotoğraflar tek tek etiketleniyor. Bu konuda zaman zaman stajyerlerimizden destek alıyorum. Derginin tasarımı bitince son okumalar, son dokunuşlar için dergimizin sahibi, sorumlu yazı işleri müdürü, editörümüz yazar/ çevirmen Sevsen Aslantepe devreye giriyor. Yeri gelmişken, Ayvalık Magazin’e köşesiyle de katkı sunan, ilk öykü kitabı “Adı Soyadı: Çocuklarının Annesi” ile edebiyat dünyasında ilgiyle karşılanan Sevsen Aslantepe’nin annem olduğunu gururla dillendirmek isterim. Yine kız kardeşim Esen Aslantepe, özellikle metinlerin hazırlanmasında bize büyük destek veriyor. O da çevirmendir. Özetle sıkı bir ekiple yol alıyoruz, diyebilirim. Hazır söz sizdeyken, internet üzerinden yaptığınız yayınlar hakkında da bilgi verir misiniz? -Takipçilerimize internet üzerinden 2012 yılında ulaşmaya başladık. İki yıl önce de Ayvalık Magazin TV faaliyete geçti. Bu yayınlarımızda insanların düğün, nişan, mezuniyet, doğum günü gibi özel günlerinde yanlarında oluyoruz. Yeni açılan firmaların, işletmelerin sahipleriyle röportajlar yapıyor, tanıtımlarına katkı sağlıyoruz. Zaman zaman Ayvalık’a gelen ünlülerle söyleşiyoruz. Vitrinimizde öncelik Ayvalık’ın ve Ayvalıklıların.... Dikkat ederseniz yayınlanan reklamların yüzde doksanı Ayvalık esnafına aittir. Ulusal basında yer alan kurumsal firmaların reklam payı bizde çok azdır. Genelde Ayvalık halkıyla yürüyoruz ve yine dediğim gibi vitrinimizde öncelik sosyetenin değil, halkın. Zaten bu nedenle çok sevildiğimizi, her kesim tarafından aranan ve izlenen bir dergi haline geldiğimizi düşünüyoruz. Yani Ayvalık Magazin’de halk hem kendisini, hem de hayranı
Mesleğim gereği pek çok anı biriktiriyorum. Örneğin bir akşam Kıvanç Tatlıtuğ ve eşini Cunda’da yemek yiyorlardı. Görüntülemek istedim elbette. Önce resim almama bile karşı çıkmıştı ama sonra kendisini kapak yapmama izin verdi ve “Kapak değil, istersen Ayvalık’a büstümü dik!” dedi. olduğu, Ayvalık hayranı ünlüleri görüyor. AYVALIK MAGAZİN TV, INSTAGRAM GİBİ MECRALAR DAHİL, BİR GÖRÜNTÜ PAYLAŞTIĞIMIZDA EN AZ OTUZ-OTUZ BEŞ BİN KİŞİYE ULAŞABİLİYORUZ Turan Bey, magazin muhabirliği zor çalışma şartlarının ötesinde, bütün ünlüleri tanımanızı gerektiren de bir iş. Bu alt yapıyı hangi mecraları kullanarak oluşturuyorsunuz? Artı, özellikle ünlülerin kentte oldukları haberini hangi kaynaklardan alıyorsunuz? -Bir kere yazılı ve görsel basını yakından izliyoruz. Tiyatro, sinema dünyasını mercek altına alıyoruz, televizyon dizilerini ve magazin programlarını kaçırmamaya çalışıyoruz. Kendi adıma ben umut vaat eden, yetenekli gençleri çoğu zaman kapak yaparak
25
onlara destek olmaya, dikkati bu gençlere çekmeye çalışıyorum. Bu anlamda sosyal medyayı çok iyi kullanıyoruz. Şu an facebook’ta on beş bin takipçimiz var. Ayvalık Magazin TV, Instagram gibi mecralar dahil, bir görüntü paylaştığımızda en az otuz-otuz beş bin kişiye ulaşabiliyoruz. Önemli bir hizmet sunuyoruz; işimizde iddialıyız ve gerçekten çok seviliyoruz. Bunun nedeni ‘paparazzilik’ten uzak durmamız. Son derece seviyeli, insanları tedirgin etmeden, her defasında izinlerini alarak mesleğimizi yürütüyoruz. Diğer sorunuzun cevabına gelince… Az önce de vurguladığım gibi bu işin temeli çevrenizin olması. Örneğin gece saat birde beni arıyorlar, “Falanca tiyatrocu, filanca yerde!” diye. Atlayıp Tabii bazen enteresan gidiyorum. Bu camiadaki olaylara da tanık hemen herkesi tanıyorum oluyorum. Bir gün dış zaten. Otel sahipleri, otel müdürleri, restoranlardan çekimdeyim. Gelin hanım tutun, garsonlara, otopark at üstünde çekim istedi. çalışanlarına kadar herkes Her şeyi hazırladık, tam de bizi tanıyor. Ana haber kaynaklarımız onlar. Sonuçta işe başlayacağız; damat, biz haberi duyurarak onların “Ben ata filan binmem!” reklamını yapıyoruz, onlar da diye tutturdu. “Hayvan bize bu imkanı sağlıyorlar. severdin, sevmezdin,” diye Birlikte Ayvalık ve Ayvalık esnafı için çalışıyoruz. Ayvalık bir kavga, bir kavga… artık çok ünlü ve her gün Sonunda ben de isyan buraya tanınmış simalar ettim ve “Çekmiyorum!” geliyor. Biz de onları, gittikleri mekanları izliyoruz. Ayvalık dedim. hakkındaki düşüncelerini dergimizde paylaşıyoruz. Meslekleri, özel yaşamlarıyla ilgili uzun röportajlar yapıyoruz. AYVALIK’TA DAHA ZİYADE YEME-İÇME AĞIRLIKLI BİR EĞLENCE ANLAYIŞI HAKİM Ayvalık’a gelen ünlüler nerelerde, nasıl vakit geçiriyorlar? -Maalesef Ayvalık’a gelen ünlüler burada kalmıyorlar. Örneğin konser için gelmişse, konser sonrasında konaklamadan kentten ayrılıyor. Parayı burada kazanıyor ancak gidip Alaçatı’da, Bodrum’da harcıyor. Çünkü Ayvalık’ta gözlerden uzak, rahatsız edilmeden tatillerini geçirebilecekleri; konaklamadan eğlenceye kaliteli hizmet alabilecekleri mekan sayısı çok az. Örneğin beach clubları ele alalım… Ayvalık’ın beach clubların ne olduğunu iyi anlaması lazım. Eğer siz, sabahtan gece yarılarına kadar müşterilerinizi ambiyansınızla, servisiniz ve servis elemanlarınızın kalitesiyle, diskjokeyinizin maharetiyle, eğlence programlarıyla orada tutabiliyorsanız, astığınız tabelanın hakkını veriyorsunuzdur. Bizim beachlere baktığınızda, akşam saat sekiz dediniz mi, kumsal boşalıyor. Özetle Ayvalık paralı turiste hitap edecek, onların beklentilerini karşılayacak işletme ve tesis anlamında bence yetersiz kalıyor. Oysa Çeşme’ye gittiğinizde konaklamadan beachlere uzanan son derece seçkin mekanlar görüyorsunuz. Bu bir sistem işi. Sistem böyle çalışıyor yani. Susen Hanım siz bu tespite katılıyor musunuz? -Katılıyorum. Ayvalık’ta turizme yönelik alternatif mekan
26
sayısı gerçekten yok denecek kadar az. Ayvalık’a gelen ‘paralı’ kesimin burada seçenekler sınırlı olduğu için kentte zaman geçirmediklerini ifade ediyorsunuz. Şimdi Turan Bey’e şunu sormak istiyorum: Ayvalık’ta nasıl bir eğlence anlayışı var? -Ben eğlence anlayışının arz-talebe göre şekillendiğini düşünüyorum. Daha ziyade yeme-içme ağırlıklı bir eğlence anlayışı hakim. Ayvalık Magazin TV, Instagram gibi mecralar dahil, bir görüntü paylaştığımızda en az otuz-otuz beş bin kişiye ulaşabiliyoruz. Bugün bir Tarkan’ı dinlemeye herkes gelir. Ancak bu iş sürümden kazanma amacıyla yapılır, makul fiyat politikaları uygulanırsa düzenleyen mekan para kazanır. Örneğin beachler, büyük oteller bu tür etkinlikler için çok uygun. Ancak ünlü bir sanatçıyı angaje edecek alt yapı yoksa işe yerel sanatçılarla başlanabilir. Haftada bir değişik sanatçıların sahne alması o işletmenin ilgi görmesini sağlar diye düşünüyorum. Söyler misiniz, Ayvalık gecelerinde de metropollerdeki gibi hemen her akşam, hatta gecede birkaç mekan dolaşarak yaşayan kaç kişi var? -Şimdilerde geceleri birden fazla mekan gezmek burada da moda. Böyle yaşayan iki yüz elli kişi var. Ancak Ayvalık’a büyük kentlerden adeta insan akıyor. Yeni gelenlerle birlikte verdiğim sayı her geçen gün artıyor. Genelde sözünü ettiğim kitle otuz beş yaş ve üstünü kapsıyor. Doğal olarak çoğu öğrenci olan ve kısıtlı bir bütçeyle yaşayan gençlere gözde eğlence yerlerinde pek rastlamıyorum. Magazinden reklam konusuna dönmek istiyorum. Susen Hanım, derginizin üstlendiği bir misyon var. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyim? -Turan her zaman Ayvalık’ta hala reklamın öneminin kavranmadığını, bir tesisin sadece sosyal medyayı kullanarak kendi tanıtımını yapamayacağını söyler. Maalesef bu hâlâ böyle... Fakat Ayvalık’taki mekanların canlanmasına, gece hayatının renklenmesi ve çeşitlenmesine katkıda bulunduğumuzu yani misyonumuzu yerine getirdiğimizi düşünüyorum. Yeni yerlerin açılması, var olanların birbiriyle kaliteli hizmet yarışına girmeleri bizleri mutlu ediyor. Ayvalık Magazin ekibi olarak her atılımı, her yeniliği elimizdeki bütün imkanları kullanarak seve seve destekliyoruz. DIŞ ÇEKİMLERDE ÖZELLİKLE AYVALIK’IN MUHTEŞEM BİR FON OLUŞTURAN TARİHİ SOKAK ARALARINI TERCİH EDİYORUM Sayın Turan Karakoç, fotoğraf stüdyonuzda vesikalıktan aktüel çekimlere kadar hizmet vermeye devam ediyorsunuz. Bize biraz da çok revaçta olan ‘özel gün’ çekimlerini anlatır mısınız?
-Nişan, düğün gibi özel çekimleri herkes istiyor. Biz de en iyisini yapmak amacıyla önce ekipman anlamında donanımımızı gerçekleştirdik. Ancak bu iş sadece teknolojiyle olacak şey değil. Yeterli birikimden, fotoğrafçı gözünden yoksunsanız, sıradan bir iş çıkarırsınız. Ben özellikle dış çekimlerde Ayvalık’ın tarihi sokak aralarını tercih ediyorum çünkü o sokaklar muhteşem bir fon oluşturuyor. Ama görmek lazım! Çekimler, çekim saatleri isteğe göre değişiyor. Sabah kuaförde gelin başından, damat tıraşından başlayıp düğün sonuna dek dronları da (havadan çekim yapılmasını sağlayan araç) kullanarak yaptığımız ve ‘takip’ adını verdiğimiz çekimler var. Düğünün ertesinde dış çekimler var. Stüdyo çekimleri var. Biz insanların istekleri doğrultusunda hizmet veriyoruz ve her türlü taleplerini karşılıyoruz. Şunu da belirtmekte fayda görüyorum, kazançlı buldukları için bu işe bilenbilmeyen soyunuyor ancak fotoğrafçılığın okulunu bile okumuş olsanız belgelerinizi, sertifikanızı alacaksınız. Fotoğrafı görmeyi bileceksiniz. İşinizi profesyonelce yapacaksınız. Biz eşimle birlikte sürekli kendimizi yenileyerek, mesleğimize hep yeni bir şeyler katarak kazandığımız parayı hak etmeye çalışıyoruz. Eğer deklanşör sesine aşık değilseniz fotoğrafçılık yapamazsınız. Ya sıkılır siz işi bırakırsınız, ya da müşteriler sizi bırakır. Sizce bu dış çekim modası daha ne kadar sürer? -Bu bir akım. Ancak artık insanlar her yerde gelin görmekten sıkılmaya başladı. Birkaç yıl sonra bu akımın duracağını ve yeniden stüdyo çekimlerine dönüleceğini düşünüyorum. Şu an varlıklı aileler dış çekimleri bıraktı zaten. Ev ya da tekne çekimlerini tercih ediyorlar.
KAMPANYALAR DÜZENLİYORUZ, BARINAK HAYVANLARI İÇİN YEMEK TOPLUYORUZ
"Bizim hayvan sever olduğumuz doğrudur ama eksik bir tanımdır. Biz doğadaki her şeyi seviyor, saygı duyuyor ve her canlının yaşam hakkı olduğuna inanıyoruz. Beş bin yıldır birlikte yaşadığımız hayvanları insanlarımız itiyorlar. Sokak hayvanlarından söz ediyorum. Ne yapalım onları? Ölüme mi terk edelim?
Sabah stüdyoyu açar açmaz önce kediler, köpekler için dışarı su, mama koyuyorum. Bakın şu an kapının önünde üç köpek yatıyor. Toplamda yirmi sokak hayvanını burada besliyoruz. Evimizde kedilerimiz, köpeklerimiz var ama sadece onlara bakmakla yetinemeyiz. Hayvan severlik bu değil! Biz kampanyalar düzenliyoruz, barınak hayvanları için yemek topluyoruz. Çalışmalarımızı ve bu çalışmalara destek olan yardımseverleri, sağladıkları katkıyı insanımızla paylaşıyoruz. Herkes sosyal sorumluluklarının farkında olmalı. Herkes şu sıcak havalarda kapısının önüne bir kap su, bir kap yemek koymalı. Biz elimizden geldiğince onları koruyup besliyoruz ancak bana göre herkes duyarlı olmak zorunda. Hayata saygı duyuyorsa tabii…"
OKURLARIMIZ, “DERGİ KALMADI!” CÜMLESİNİ KABUL ETMİYOR VE “NASIL KALMAZ!” TEPKİSİYLE KARŞILAŞIYORUZ Bu güzel söyleşi için sizlere teşekkür ediyorum. Son olarak ne söylemek istersiniz? Susen Hanım, sizden başlayalım... -Magazin yoluyla Ayvalık’a, Ayvalıklı işletmecilere katkı sağlıyoruz ve artık Ayvalık Magazin bir marka. Çok izleniyoruz. Dergimiz beş bin adet basılmasına rağmen talebi karşılayamıyoruz. Okurlarımız, “Dergi kalmadı!” cümlesini kabul etmiyor ve “Nasıl kalmaz!” tepkisiyle karşılaşıyoruz. Sadece Körfez bölgesinde değil, Türkiye’nin hiçbir yerinde reklam geliriyle yaşayan ve ücretsiz dağıtılan bir dergi daha yok. Bütün Körfez şu an bizi takip ediyor. Tek amacımız Ayvalıklıların desteğiyle yürüyen bu derginin varlığını sürdürmesi. Sayın Turan Karakoç, siz neler söylemek istersiniz? -Evet, bir markayız artık. Google’a ‘Türkiye’de magazin dergisi’ yazdığınızda bizim dergimiz birinci, bilemediniz ikinci sırada çıkıyor. Yine ‘Magazin TV’ dediğinizde Ayvalık Magazin TV çıkıyor. Ünlüleri kapak olarak kullanan dergilere bakıldığında Şamdan, Elele dergilerinin ardından Ayvalık Magazin geliyor. Bütün bunlar özellikle Ayvalık için, Ayvalık’ın tanıtımı için çok önemli şeyler. Kendi payımıza düşeni layıkıyla yaptığımız için gerçekten mutluyuz. Ancak Ayvalık halkı bizi desteklemeseydi, ilk günden itibaren yanımızda yer almasaydı bu denli başarılı olamazdık. Sizin kanalınızla tüm izleyenlerimize bir kez daha teşekkür ediyoruz.
27
Akademik Bakış
Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
Turistik destinasyonlar, taşıma kapasiteleri ve Ayvalık
T
urizm; yabancıların bir yere yaptıkları yolculuklarından ve devamlı kalma, para kazanma amacı gütmeyen, sürekli kalışa dönüşmemek ve gelir sağlayıcı hiçbir uğraşıda bulunmamak koşulu ile yabancıların geçici süre kalışlarından doğan olay ve ilişkilerin tümüdür. Turizm, turistik bölgelerde yaşayan yerel halk üzerinde de büyük bir etkiye sahiptir. Üzerinde iyi çalışılması halinde turizm; yerel halk için önemli bir gelir ve istihdam kaynağı olabilir. Turizm, temelde bir bölgenin toplumsal yapısı, doğal ve kültürel mirasına bir tehdit durumu da yaratabilir. Ancak, iyi planlandığında ve yönetildiğinde yerel halkın korunması için önemli bir güç teşkil edebilir. Bu çerçevede turistik yörelerin taşıma kapasiteleri dikkate alınmalı ve bununla ilgili planlamalar ön planda değerlendirilmelidir.
Taşıma kapasitesi, kaynaklara negatif etki yapmadan, ziyaretçi tatminini düşürmeden veya yöre toplumu, ekonomisi ve kültürü üzerine istenmeyen etkiye neden olmayan maksimum kullanım olarak tanımlanabilir. Taşıma kapasitesi kavramının ilk uygulama alanı mühendislik ve mimarlıktır. Bu alandaki çalışmalarda, taşıma kapasitesi kavramından, fiziki yapıların kapasitesini belirlemek amacıyla bir planlama aracı olarak yararlanılmıştır. Turizm taşıma kapasitesini, bir alanın turistleri, yeni turistik tesis ve etkinlikleri belli bir düzeye kadar karşılama yeteneği olarak da tanımlanabilir. Turizme uygun taşıma kapasitelerini ekonomik, psikolojik, çevresel ve sosyal olarak sınıflandırabiliriz. Taşıma kapasitesinin belirlenebilmesi için öncelikle psikolojik, ekolojik, ekonomik ve sosyal özelliklerin çok iyi incelenmesi gerekmektedir. Taşıma kapasitesi çalışmaları, kavramın çok boyutluluğu nedeniyle disiplinler arası yürütülmelidir. Taşıma kapasitesi, sayıları içeren bir formül değildir. Kabul edilebilir değişiklik sınırları yol gösterici olarak algılanmalıdır. Taşıma kapasitesi, çevresel etki değerlendirmesi ile birlikte kullanıldığında yöneticiler ve planlamacılar için turizmin olumlu gelişmesini sağlayacak güçlü bir araçtır. Ayvalık, doğal güzellikleri, plajları, tarihi ve kültürel mekânları, iklimi ve adaları ile birlikte turizm potansiyeli yüksek yörelerden biridir. İlçenin doğal güzelliklerinin yanı sıra Ayvalık merkez ve Alibey (Cunda) adasındaki neo-klasik sivil mimari örneklerinin oluşturduğu kent dokusu da turizm arzını zenginleştirmektedir. Esas itibariyle ilçe açık bir müze görünümündedir. Ayrıca,
28
çevre il ve ilçelerde bulunan antik kentler de turizm açısından büyük önem taşımaktadır. Büyükşehir Belediye Yasası ile Balıkesir’in de Büyükşehir Belediyesi statüsüne geçmesi noktasında Ayvalık’taki iki ilçe belediyesi kapanmış (Küçükköy ve Altınova) ve bu iki ilçenin de Ayvalık nüfusuna eklenmesiyle kış nüfusu 65-70 bin kişi olarak saptanmıştır. Bu nüfus özellikle yazın (Haziran-Temmuz-Ağustos) 400-500 binlere çıkmakta ve her anlamda yörenin taşıma kapasiteleri zorlanmaktadır. Doğal olarak kış nüfusuna göre dizayn edilmiş yerel hizmetler (elektrik, su, zabıta, güvenlik, trafik vb. gibi) yaz aylarında zorlanmakta veya aksamaktadır. Bu noktada yerel yönetimlerin elini güçlendirmek için ilave personel istihdamı noktasındaki bürokratik ve yasal engeller kaldırılmalı ve turistik destinasyonlardaki yerel istihdam teşvik edilmelidir. Bu yapıldığı taktirde turistik yörelerdeki sürdürülebilir turizm ve kalkınma ilkeleri daha kolay uygulanabilir hale gelecektir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir diğer uygulama ise; turistik destinasyonları geçici olarak kullanan yerli ve yabancı turistlerin ekolojik çevreye karşı olan tutum ve davranışlarıdır. Burada temel amaç korunarak kullanma ilkesi olmalıdır. Ayvalık’ın bu taşıma kapasitesi geçtiğimiz aylarda Ramazan Bayramı nedeniyle ilçeye gelen yerli turistler tarafından aşılmıştır. Bayram nedeniyle ilçedeki yoğunluk artmış, elektrik ve sular kesilmiş, oto parklar ve oteller dolmuş, marketler boşalmış ve çöpler toplanamaz olmuştur. Bu yoğunluğun bir kez daha yaşanmaması için yerel ve kamu yönetimleri ortak hareket etmeli ve mümkünse bir kriz masası oluşturulmalıdır. Bu noktada bir diğer söylemek istediğim şey tatil amacıyla kentte gelen yerli turistlerin kenti, sokakları, plajları, restoran ve otelleri hor kullanmamalarıdır. Bu süreç maalesef bu bayram Ayvalık’ta yapılmış ve kente tatil amacıyla gelen yerli turistler Ayvalık’ı bu anlamda hor kullanmışlardır. Masanın diğer tarafında yer alan arz sahipleri ise yani otelciler, restoran sahipleri, otoparkçılar vb işletmeciler astronomik rakamlarla yerli turistlere fahiş fiyatlarla hizmet sunmuşlardır. Örneğin; normalde günlük 10 TL olan oto park ücreti 30 TL’ye çıkmıştır. Turizm bir disiplin aynı zamanda bir denge olayıdır. Karşılıklı diyalog süreçlerinin açık olması, güven telkin etmesi, hizmet karşılığının verilmesi, müşterinin aldatılmaması ve
konukların da Ayvalık’ı kendi evi gibi görmesi ve kirletmemesi asıl olan bir davranıştır. Umarım önümüzdeki süreçlerde ve zamanlarda bu yaklaşımı olayın her iki paydaşından da görebiliriz. Bayram süresince yaşadığımız ve gözleme dayalı bu tatsız gelişmelere karşın Ayvalık’ta son günlerde güzel faaliyetler de gerçekleştirilmektedir. Sörf sporunu ilçede yaygınlaştırmak için Windsurf Liginin ilk etabı Ayvalık’ta Yelken İhtisas Kulübü’nde yapılmıştır. Bu faaliyetin ana sponsoru olan Ayvalık Belediyesi’ne, Ayvalık Ticaret Odasına ve diğer sponsorlara teşekkür ediyoruz. Bu arada on iki seyahat yazarı (blogger) Ayvalık’ta ağırlanmış ve sosyal medyada (facebook, instagram ve twitter gibi) Ayvalık’ın güzellikleri ve turistik çekicilikleri daha çok ön plana çıkarılmıştır. Turizm; son yıllarda kaydedilen gelişmelerle Türkiye’nin ‘yükselen yeni sektörü’ konumundadır. Türkiye turizm endüstrisi 1980’lerin ortalarından itibaren hızlı bir gelişim süreci yaşamış, özellikle de kitlesel turizm pazarlarındaki payını bu yıllardan itibaren arttırarak turist sayısını 1,5 milyondan 13 milyona ve gelirini de 400 milyon dolardan 8,5 milyar dolara yükseltmeyi başarmıştır. 2014 yılında ülke turizminde 41 milyon turist ve 35 milyar dolar döviz girdisinden bahsedilir hale gelmiştir. Ancak son 2 yılda yaşanan olumsuz gelişmeler Türk turizmini ciddi dar boğazlara sokmuştur. Ülkenin değişik noktalarında çeşitli tarihlerde gerçekleşen terör olayları ve patlayan bombalar, Rusya ile yaşanan uçak düşürme krizi ve sonrasında yaşanılan olaylar ülke turizmini sıkıntıya sokmuştur. Üzülerek ifade edeyim ki bu olumsuzluklara bir de 15 Temmuz akşamı yaşadığımız darbe girişimi eklenmiş ve Türk turizmini adeta nakavt etmiştir. Öncelik ülke turizmi olmak üzere Ayvalık ve turizmi için yapmamız gereken çok proje ve stratejiler var. Bunları öncelikler sıralamasına göre belirlememiz ve el birliğiyle çözmemiz gerekmektedir. Ancak bu noktada hızlı bir şekilde yurt dışı elçilik, konsolosluk ve diğer birimlerde reklam, halkla ilişkiler ve lobi faaliyetlerine hemen başlamamız gerekmektedir. Ayrıca rekabet seçeneklerinin ayrı ayrı tespit edilip, Türkiye’nin doğal güzellikleri, kültürü, misafirperverliği, plajları, tarihi kentleri ve en önemlisi güvenli ülke imajı öne çıkarılmalıdır. Bu bağlamda Ayvalık için de yeşil bir kent dokusu, zeytin ve zeytinyağı kültürü, tarihi binaları ve oksijeni bol bir kent olma özellikleri ön plana çıkarılmalıdır. Ayrıca, su altı zenginliklerini, kırmızı mercanları ve amforaları da unutmamamız gerekmektedir. Bir diğer yapılması gereken strateji de Türkiye ve Ayvalık’ın sosyal medyada (facebook, instagram ve twitter gibi) daha çok ön plana çıkarılmasını sağlamaktır. Daha güzel ve mutlu günlerde buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın…
Genel Kurul’a katılımın yüksekliği Ayvalık’a verilen önemin kanıtıydı
KENT KONSEYİ’NİN YENİ YÖNETİCİLERİ BELLİ OLDU
27
Temmuz günü İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde yapılan Genel Kurul’da Kent Konseyi’nin yeni yöneticileri seçildi. 15 Temmuz gecesi hayatlarını kaybeden şehitler için saygı duruşunun ve İstiklal Marşı okunmasının ardından açılış konuşmasını Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer yaptı. Gençer şöyle dedi: “Ayvalık’ın kazanması için hep beraber çalışmalıyız. Şu an yaklaşık 350 kişiyiz, katılımın böylesine yüksek olması Ayvalık’a ne kadar önem verildiğinin kanıtıdır. Seçime katılan kamu kurumlarımız başta olmak üzere, muhtarlarımız, siyasi parti ve sivil toplum örgütleri temsilcilerine, spor kulüplerimizin temsilcilerine gösterdikleri ilgi için teşekkür ediyorum.” Sözlerine, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor günlere ilişkin görüşlerini belirterek devam eden ve darbe girişimini lanetleyen Gençer şunları ekledi: “Gün birlik-beraberlik günüdür. Ülkemize gerçek demokrasinin gelebilmesi için kuvvetler ayrılığı ve medya bağımsızlığı büyük önem taşıyor. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinden kopmamamız gerekiyor. Bu felsefeden sapmalar olduğunda demokrasiye yönelik tehditler de devam edecektir.” Toplam 113 oyun kullanıldığı seçimler sonunda, Kent Konseyi Başkanlığı’na 80 oyla Filiz Karayelli seçildi. Başkan Karayelli’nin listesinde asil üye olarak şu isimler yer aldı: Neslihan Kürtül Anaz, Tülin Çalışıcı, Nail Filiz, Halil Cevdet Kantarcı, Celalettin Şentürk, Oya Uğral, Necdet Uğral. Yedek üyeliklere ise Özgür Demir, Gürsel Koyuncu, Berke Coşkun, Songül Can, İsmail Yeniköylü, Fatma Antekin ve Sabahattin Tatar getirildi.
29
Geçmiş yıllarda Ayvalık’ta çekilen Türk filmlerini hatırlamaya devam ediyoruz. Bu kez, yakın zamanlara kadar özellikle bayram sabahlarında televizyonlarımızda sık sık karşımıza çıkan bir filmden, ‘Hayat Bayram Olsa’dan söz edeceğiz. Zengin oyuncu kadrosuyla dikkat çeken bu masalsı ve eğlenceli film, iki düşman ailenin birbirlerine aşık olan çocuklarının başından geçenleri anlatıyor.
‘HAYAT BAYRAM OLSA’DA HÜLYA KOÇYİĞİT O GÜNLERDE SAĞLAM OLAN YETİŞTİRME YURDU’NUN TERASINDA GİTAR ÇALIP ŞARKI SÖYLEMİŞTİ
1973
Ne var ki, çok geçmeden ‘acı gerçek’ ortaya çıkar; iki aile arasındaki kan davası bir kez daha fena halde alevlenir. Bu arada ailesi Doğan’ı varlıklı bir ailenin kızıyla evlendirmek üzeredir. Doğan, ‘şişman’ eş adayı ile evlenmeyi, kendisini tüfekle kovalayan Ceylan’ı kıskandırmak için kabullenmiş görünmektedir.
yılı yapımı ‘Hayat Bayram Olsa’da ana temayı, kan davası nedeniyle birbirlerinden ölesiye nefret eden iki ailenin, Ateşoğulları ile Barutoğulları’nın mücadelesi oluştursa da filmde ‘romantik komedi’ özellikleri daha ağır basıyor. Film, Türk sinemasının en verimli yönetmenlerinden Orhan Aksoy’un imzasını taşıyor. Hep aynı türde filmler yapan ve özellikle gerçeklerden uzak aşk öyküleri çeken Aksoy bu alışkanlığını, senaryosunu Bülent Oran ve Ahmet Üstel’in yazdığı ‘Hayat Bayram Olsa’da da sürdürüyor; film boyunca masalla gerçek neredeyse birbirine karışıyor. Filmin müzikleri, ‘Samanyolu’ adlı bestesiyle sadece ülkemizde değil Avrupa’da da tanınan Metin Bükey’e ait… Jenerikteki bazı isimler şunlar: Orhan Kapkı (Görüntü Yönetmeni), Mesut Taner (Yönetmen Yardımcısı), Süha Kapkı (Kameraman), Rıdvan Varol (Işık Şefi)… Ve oyuncular: Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit, Ali Şen, Hulusi Kentmen, Cevat Kurtuluş, Bilge Zobu, Handan Adalı, Şefik Döğen, Yüksel Gözen… DOĞAN, CEYLAN’I KAÇIRIR VE İKİ SEVGİLİ KUTSİ DEDE’NİN YANINA SIĞINIR ‘Hayat Bayram Olsa’, Şeytan Sofrası’ndan panaromik görüntülerle başlıyor. Ardından Ayvalık, Cumhuriyet Alanı, Cunda, Taş Kahve yansıyor perdeye… Sık sık da, her yaştan Ayvalıklının yakından tanıdığı, yenilenmiş ve büyümüş haliyle bugün de CundaAyvalık arasında gidip gelen ‘Yaman’ adlı yolcu motorunu izliyoruz.
30
Ceylan için için sevdiği düşmanı Doğan’ın nişan haberini aldığında fazlasıyla öfkelenir hatta kriz geçirir. Bu duygular içindeyken beklenmedik bir şey yapar; erkek kılığına girerek Doğan’ın nişan törenini basar. Öte yandan kendisi de, yine ailesinin zoruyla epeyce ‘iri yapılı’ ve fazlasıyla kaba-saba bir adamla evlilik hazırlığı içindedir.
‘Romantik komedi’ dedik ama aslında ‘kan davalı komedi’ olarak da nitelendirilebilecek ‘Hayat Bayram Olsa’nın konusu şöyle: Adada, Ateşoğulları ile Barutoğulları adlarıyla tanınan iki aile yaşamaktadır. Aralarında yüzyıllardan beri süregelen derin bir düşmanlık söz konusudur. Bu düşmanlık devam ederken, Barutoğulları’nın oğlu Doğan (Kadir İnanır) yıllar sonra henüz küçük bir çocukken ayrıldığı baba ocağına (Cunda’ya) döner. Olan olur ve adaya ayak basar basmaz, amansız düşmanları Ateşoğulları’nın kızı Ceylan’ın (Hülya Koçyiğit) aşkıyla yanıp tutuşmaya başlar. Ceylan da bu ilgiyi karşılıksız bırakmaz. Söylemeye gerek yok ki, hem Ceylan hem de Doğan birbirlerinin hangi aileden olduğunu bilmemektedir.
Olaylar bu şekilde gelişirken, adada yaşayan ve herkesin güvenip saygı gösterdiği ‘Kutsi Dede’ (Yüksel Gözen) duruma el koyar. Bütün kavgalara rağmen birbirlerinden kopamayan iki aşığı, Doğan’la Ceylan’ı birleştirmek için harekete geçer. Sonunda Doğan, başkalarının da yardımıyla Ceylan’ı kaçırır. Sevgililer birlikte adaya gidip Kutsi Dede’nin yanına sığınırlar. CEYLAN VE DOĞAN BİR ANDA ‘DİRİLEREK’ AİLELERİYLE KUCAKLAŞIR Artık filmde başrol Kutsi Dede’ye geçmiştir. Gençleri ayıranlara karşı bir senaryo hazırlar ve uygulamaya koyar. Senaryo gereği iki gencin ailelerini adaya çağırır, onlara çaresiz aşıkların zehir içerek hayatlarına son verdiğini söyler. Bu sırada Ceylan ve Doğan’ı ‘teneşir tahtasını andıran’ kerevetlerin üzerinde hareketsiz bir şekilde yatarken görürüz.
Her iki aile de Kutsi Dede’ye inanır, adeta şoka girer. Şimdi pişmanlık gözyaşları her iki tarafta da sel olmuş, akmaktadır. Bu anı bekleyen Kutsi Dede gerçeği açıklamadan önce aile reislerinden kan davasını bitireceklerine ve barışacaklarına dair söz vermelerini ister. Bu söz verilince, Ceylan ve Doğan bir anda ‘dirilerek’ aileleriyle kucaklaşır. Ortalık bayram yerine döner. Herkes birbirine sarılıp kucaklaşır. Bu mutluluk filmin sonunda iyice doruğa çıkar. Yapılan çifte düğünle herkes kendi dengiyle evlenir. Kasabanın en güzeli Ceylan kasabanın en yakışıklısı Doğan ile mutluluğa yelken açarken, sabık nişanlıları ‘Manda’ ile ‘Ayı’ birbirlerine kalır. (Bu ‘Ayı’ ve ‘Manda’, Ceylan ile Doğan’ın eski nişanlılarına taktıkları isimlerdir, maalesef!) SENARYO YAZARLARI İŞLERİNİ PEK CİDDİYE ALMAMIŞ GİBİ GÖRÜNÜYOR Artık aramızda olmayan Şenay Yüzbaşıoğlu’nun söylediği aynı adlı şarkıyla başlayıp biten ‘Hayat Bayram Olsa’, hakikaten değişik bir film… Gerilimli senaryosuna karşın komedi olarak çekilmiş. Ne var ki, komik olduğunu söylemek biraz zor… Senaryo yazarları işlerini pek ciddiye almamışlar sanki… Öte yandan, filmin en dikkate değer özelliği, 70’li yılların başlarındaki ‘doğal ve sessiz’ Cunda adasıyla ‘tenha ve sakin’ Ayvalık’ı yansıtan sahneleri… Filmin önemli sürprizlerden biri de, Ateşoğulları’nın yaşadığı ev... Hülya Koçyiğit’in sütunlu terasında gitar çalıp şarkı söylediği bu ev, aslında bütün Ayvalıklıların yakından tanıdığı ve bugünkü perişan durumu karşısında hüzün duyduğu, o güzelim Yetiştirme Yurdu binası... Bu özgün bina film boyunca birkaç kez yeşillikler ve ışıklar içinde çıkıyor karşımıza.
‘Hayat Bayram Olsa’da epeyce uzatılan iki nişan ve bir de çifte düğün sahnesi yer alıyor. Bu sahnelerde küçük rollerde görünen çok sayıda ‘eski’ Ayvalıklı var.
HAYAT BAYRAM OLSA Söz: Şerif Yüzbaşıoğlu Müzik: Nikitsa Kalegiero
Şu dünyadaki en mutlu kişi Mutluluk verendir Şu dünyadaki sevilen kişi Sevmeyi bilendir Şu dünyadaki en bilge kişi Kendini bilendir Şu dünyadaki en soylu kişi İnsafa gelendir Bütün dünya buna inansa Bir inansa hayat bayram olsa İnsanlar el ele tutuşsa Birlik olsa Uzansak sonsuza Şu dünyadaki en olgun kişi Acıya gülendir Şu dünyadaki en zengin kişi Gönül fethedendir Şu dünyadaki en üstün kişi İnsanı sevendir Şu dünyadaki en soylu kişi İnsafa gelendir Bütün dünya buna inansa Bir inansa hayat bayram olsa İnsanlar el ele tutuşsa Birlik olsa Uzansak sonsuza
31
İki yıldır Ayvalık’ta yaşayan ressam, akademisyen, yazar, şair Prof. Bedri Karayağmurlar ile hanidir bir araya gelmek istiyorduk. Ramazan Bayramı’nın ikinci günü bu şansı yakaladık ve Macaron’daki atölyesinde hocamızla keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Doğrusunu isterseniz, yine/yeniden bir mübadele, bir göç öyküsüyle karşılaşacağımızı hiç düşünmemiştik. Gerçi Bedri Karayağmurlar’ın anlattıkları, Ayvalık’ta dinlediğimiz öykülerden bir hayli farklıydı. Bu öykünün kahramanları, Yunanistan’ın Selanik, Bulgaristan’ın Silistre gibi liman kentlerinden alınıp bir Anadolu kentinin, Niğde’nin köylerine gönderilmişlerdi.
AYVALIK FUAT MENSİ’LERE, FİKRET MUALLA’LARA, ORHAN PEKER’LERE DAYANAN KÜLTÜREL ALT YAPISIYLA İNSANIN ÜRETKENLİĞİNİ ARTTIRIYOR
-A
nne tarafım Yunanistan’ın Kozana (Koca Göl)Topçular köyünden. Sanırım o yıllarda Kozana Selanik’e bağlıydı çünkü annem sorulduğunda hep “Selanikten geldik” derdi. Mübadele sırasında diğer Kozanalı göçmenlerin bir kısmı ile birlikte Niğde’ye, Kiçağaç köyüne yerleştirilmişlerdi. Baba tarafımın Silistre’nin Karayağmurlar köyünden Niğde’ye, annemlerin bir kilometre uzağındaki Yeniköy’e (Uluağaç) geliş tarihi ise 1936… Bildiğiniz gibi, kırsal kesimde köyler arasında kız alıp verme yaygındır. Anne ve babam da böyle evlenmişler. Bu nedenle dünyaya gelişimi bir anlamda mübadeleye borçlu olduğumu düşünürüm. Niğde’ye dair belleğimde hemen hemen hiçbir şey yok. Zira ben üç yaşlarındayken ilkokul öğretmeni olan babamın tayini çıkmış ve kentten ayrılmışız. İlk hatırladığım yer, Eskişehir’in Sorgun köyü. Sorgun’dan sonra babam İnegöl’ün Kulaca köyüne atandı. Kulaca çocukluğumun en güzel, en haylaz yıllarını geçirdiğim, balık tuttuğum, ata bindiğim, rengarenk kuşlar yakaladığım, kısacası doğayı keşfettiğim şirin bir köydü. Okula orada başladım. Resim yapan bir insanı da ilk kez orada gördüm. Öğretmenler odası gibi bir yerde babamı Atatürk ve Fatih’in portrelerini kopyalarken hatırlıyorum. Sanırım bir eksiği kapatmak amacıyla eline fırçayı almıştı; bir daha da resim yaptığına tanık olmadım. Kulaca’dan yeni görev yerimiz İnegöl’e taşındık.
32
Gülbeniz Şentay
Artık İshak Paşa İlkokulu’nun öğrencisiydim. Beşinci sınıftayken öğretmenimiz İsmail Hakkı Bey, bir arkadaşımızı sıranın üzerine çıkarıp resmini çizmemizi istedi. Uzun Çarşı’daki bir ayakkabıcının çırağıydı çocuk. Adı Remzi’ydi. Resmi bitirdiğimde aynı zamanda resim bölümü öğrencisi olan öğretmenim, kağıdı bir süre elinde dolaştırıp herkese gösterdikten sonra, onu okulun panosuna astı. Bu olayın ardından, “Ben resim yapabiliyormuşum!” duygusuna kapıldım ve resme ilgi duymaya başladım. Bu arada dedelerimle başlayan göçün bir türlü sonu gelmiyor, bu kez de babamın görevi nedeniyle sık sık yer/çevre değiştiriyorduk. Arkadaşlıklarım geçmişte kalıyor, yenileri ile bağ kurmak için her defasında büyük bir mücadele veriyordum. Bilirsiniz, çocuklar istediklerinde çok acımasız olabilirler. Sizi aralarına kolay kolay almazlar, önce yabancılayıp dışlarlar. Eğer sizden hoşlanmazlarsa sadece yalnız bırakmakla kalmaz, sizi incitir, hatta eziyet ederler. Gittiğiniz her yerde ‘var’ olmakla ilgili sıkıntılı bir süreç yaşarsınız. Bu yüzden çok yer değiştiren, sürekli göç eden biri olmak bana hep travmatik gelir. Gerçekten o çocukların arasına katılmak, onlardan biri olmak özel bir çabayı gerektiriyordu ama desenimin panoya asılması bana güzel resim çizebilmenin kendini var etme, kabullendirme savaşında çok etkili bir silah olduğunu gösterdi. Artık resim yapmayı önemseyecektim. Hemen hemen aynı dönemlerde bir şeyi daha önemseyecektim: Okumak!
50’li yıllarda İnegöl küçük bir kasabaydı. Sinema, park gibi sosyal alanlar yoktu. İshak Paşa Külliyesi içinde iyi bir kütüphane vardı. Kütüphane, kasaba gençlerinin toplandığı, kitap okuyup sohbet ederek vakit geçirdikleri tek mekandı. Ayrıca çocuk kütüphanesi de önemliydi. Biz çocuklar da gider, orada kütüphane müdürü Abdülkadir Bey’in anlattığı masalları, gençlerin konuşmalarını dinler, çocuk kütüphanesinden aldığımız kitapları okurduk. Hiç unutmam, ilkokulu bitirdiğim yaz bir terzinin yanına çırak verilmiştim. O zamanlar tüccar terziler vardı. Hem kumaş satar, hem takım elbise dikerlerdi. Ertuğrul ustanın atölyesi kumaşların bulunduğu yerden birkaç dükkan uzaktaydı. Ben kumaş satılan yerde dururdum. Orada teyel alır, teyel atardım. Usta atölyeden çıkar çıkmaz, bir şekilde elime geçen İnce Memed’i açar, okumaya dalardım. Yaz biterken suçüstü yakalandım. Ustam, “Senden terzi filan olmaz! Git, oku!” deyince çıraklık maceram sona erdi. Kısacası o günlerin kitapla/edebiyatla aramda sıkı bir bağ kurulmasında önemli bir yer tuttuğunu, okuma ve yazma alışkanlığımın temelini oluşturduğunu söyleyebilirim. BİR YANDAN DURMADAN VAN GOGH, PAUL GAUGUIN DESENLERİ KOPYALIYOR, BİR YANDAN DA ŞİİR VE ÖYKÜ YAZIYORDUM Ortaokulda resim hocam Turgut Minez’di. Akademi mezunu olan Minez, iyi bir öğretmen olduğu kadar, iyi bir sanatçıydı da... Resimlerimle öylesine ilgileniyordu
ki, bir heves suluboyanın başına oturuyor, ne görürsem kağıda aktarıyordum. Bana “Van Gogh” diye takılır, “Yahu çocuk! Ben en iyi boyaları kullandığım halde senin bulduğun renkleri bir türlü yakalayamıyorum. Bunu nasıl beceriyorsun?” derdi. Onun yüreklendirmesiyle durmadan kopyalar çalışıyordum. Ortaokulun ardından eğitimime Çanakkale Öğretmen Okulu’nda devam ettim. Sanat eğitiminin önemsendiği bu okullarda yetenek grupları oluşturulurdu. Beni resim grubuna aldılar. Resim öğretmenimiz Niyazi Bey de Minez gibi akademiliydi. Tatillerde, öğretmen okulunda yaptığım resimleri Turgut Minez’e mutlaka gösterirdim. Biri izlenimci diğeri dışavurumcu olan bu iki öğretmen, benim üzerimden atışır, birinin beğendiği resmi diğeri yererdi. Doğrusu onların resim anlayışları etrafında dönen bu çekişme hoşuma giderdi. Bir yandan durmadan Van Gogh, Paul Gauguin desenleri kopyalıyor, bir yandan da şiir ve öykü yazıyordum. İlde açılan yarışmalara katılıyor, ödüller alıyordum. Bir gün okulu ziyarete Çanakkale’deki yerel gazetenin sahibi geldi. Atölyeyi gezdikten sonra, resimlerimi diğerlerinden farklı bulduğunu, ayrıca yazdıklarımı da izlediğini söyledi. Tanışmamızın hemen ertesinde gazetesinde şiirlerimi yayınlamaya başladı. Resim, şiir, öykü ve tiyatroyla dolu geçen günlerin ardından okuldan mezun oldum ve Bor’un Obruk köyüne tayinim çıktı. On sekiz yaşındaydım. İmkânsızlıklar içindeki köyde, nasıl baş edileceğini
33
bilmediğim verem salgını vardı. Köyün halini bir dergide dile getirince Ankara’da yayınlanan Yeni Gün gazetesine yazmam teklif edildi. Böylece köyle ilgili bütün yazılarım, röportajlarım, öykülerim Yeni Gün’de yayınlanmaya başladı. Bu yoğunluğun arasında üniversiteye girebilmek için lise fark derslerini verdim. Ancak ön kayıt sistemi ve ekonomik koşullar nedeniyle üniversite yerine Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’ne kaydoldum. İki yıl yaşadığım Obruk köyünden ayrıldım. Yıl 1971’di… ‘PARAMPARÇA’ ADLI ÖYKÜM 1975 SABAHATTİN ALİ ÖYKÜ YARIŞMASI’NDA BASILMAYA DEĞER ON ÖYKÜDEN BİRİ OLARAK SEÇİLDİ
Fuat Mensi Ayvalık’ta bir çadırın içinde, kötü koşullarda resim yapmayı sürdürmüşse… Fikret Mualla kısacık öğretmenliği döneminde sadece Ayvalık’ta gezinmiş bile olsa, ‘Fikret Mualla ve Ayvalık’ diye bir başlıktan söz edilebiliyorsa… Ayvalık’ta belki umduğu huzuru bulamayan Orhan Peker atları, at arabacılarını resmine yansıtmışsa kentin kültürel oluşumunda iz bırakmışlar demektir.
Gazi Eğitim, benim açımdan hayatımdaki önemli mihenk taşlarından biridir. Bölümümüz ressam değil, sanat eğitimi verebilecek, donanımlı öğretmenler yetiştirmek amacıyla kurulmuştu. Fakat biz öğrenciler sanatçı olmak için hocalarımızca yüreklendirilirdik. Nitekim 1973 yılında benim bir resmim Devlet Resim Heykel Galerisi’nde açılan ve aralarında Bedri Rahmi’nin resimlerinin de olduğu devlet sergisinde yer bulmuştu. O yıllarda hocaların dışında bu tür sergilere katılmak çok zordu. Çıta çok yüksekti çünkü. Bana verilen destek, kafamı da karıştırmıyor değildi. Zira resim öğretmenliğini yazmama imkan vereceği düşüncesiyle seçmiştim. Yazmak hala benim öncelikli işimdi. Dergi ve gazetelere yazmayı sürdürüyordum. Hatta Yeni Gün’de sayfa düzeni yapıyor, başlık atıyordum. Resmimde ise dönemin koşullarına paralel olarak sosyal gerçekçiliğin izleri görülüyordu. Mezuniyet sonrası Amasya’ya atandım. Orada resimden çok edebiyatla uğraştım. ‘Paramparça’ adlı öykümün 1975 Sabahattin Ali Öykü Yarışması’nda basılmaya değer on öyküden biri olarak seçilmesi beni mutlu etmişti.
Askerlik sonrası Trabzon’un Araklı ilçesinde öğretmenlik
yaparken Buca Eğitim Fakültesi’ne atandım.12 Eylül 1980 darbesinin ardından iki yıl çalıştığım fakülteden atıldım. Bir yıl kadar Fırat Üniversitesi’nde görev aldım. O arada Hukuk Fakültesi’ne girdim. Ancak iki yıl sonra okulu bıraktım zira ülke olarak çok çalkantılı bir dönemden geçiyorduk; o koşullarda okumak mümkün değildi. Buca Eğitim Fakültesi’nde lisans programı açılınca o programa katıldım. Yüksek lisans ve doktora aşamalarının ardından güzel sanatlar liselerinde öğretmenlik yaptım. 1995’te Buca Eğitim Fakültesi’nin kadrosuna girdim. 2002 yılında doçent, 2008’de profesör oldum. İstanbul Aydın Üniversitesi’nde de bir yıl çalıştıktan sonra emekliliğimi istedim.
Tabii bütün bu süreçte durmaksızın resim yaptım, yazı yazdım. Otuz dokuz kişisel sergi açtım. Yurt içinde ve dışında birçok sergiye katıldım. Evet, altı ödülüm var. Resimlerim müzelerde, resmi ve özel kurumların, kişilerin koleksiyonlarında yer buldu. Bir yandan da gazete ve dergilere yazmayı sürdürüyordum. Altı kitabımın basımı yine bu yıllar içerisinde gerçekleşti. TUVAL BÜYÜK BİR BOŞLUKTUR VE ONUNLA BAŞ ETMEK SIKINTILIDIR Akademik kariyerime başlamadan önce resimde sosyal gerçekçi bir anlayışla ilerliyordum. Temalarımı hep çalışan insanlar oluşturuyordu. Soyut resmi “Dünyada olup-biten her şeyden kopuk, keyfe keder bir anlayış” olarak yorumluyor ve açıkçası tepki gösteriyordum. Ancak ‘Sanatsal Yaratıcılıkta Soyutlama ve Günümüz Sanatı’ başlıklı doktora tezimi hazırlarken, soyut sanatın çok önemli olduğunu anladım. Soyut resim çok özel bir biçimlendirme tavrıydı benim için; ben de bu nedenle o dönem, soyut çalışmalara yöneldim. Ben resmi hiçbir zaman duvarlara asmak, mekanları süslemek, para kazanmak ya da vakit geçirmek amacıyla üretilen bir araç gibi algılamadım. Benim için resim, bir düşünme ve biçimlendirme etkinliğidir. Bu etkinlik kanımca düşünme, düşündüğünü biçimlendirme ve kendinden önce üretilenlerle hesaplaşma işidir. Elbette az önce saydığım bütün amaçlar için resim yapılabilir ve kimseyi de “Bunu neden yaptın?” diye sorgulayamayız. Aynı şekilde duvarlarını bu resimlerle süsleyenlere “Bu resmi niye aldın?” sorusunu soramayız. Buna hakkımız yok. Ama benim tavrım bu! Artık ben resme ister soyut, ister figüratif, ister peyzaj olsun, ‘”İyi bir resim mi?” diye bakıyorum. Bu anlamda hepsi kabulüm. Yeter ki iyi olsun.
Çalışırken nasıl bir yol izliyorum? Bunu sormuştunuz değil mi? İşe çok sayıda desen çizerek, bir şeyler karalayarak, boyayarak koyuluyorum. Bu eskizler beynimde düşünsel bir hazırlığın alt yapısını oluşturuyor ve tuvalin karşısına geçtiğimde o birikimden yola çıkarak yeni bir şey yapmaya başlıyorum. Önceden
34
Ancak yıllar içinde Küçükkuyu betonlaştı ve hayallerimden çıktı. Bir süre Urla’daki evimizde yaşadık. Ev bir site içerisindeydi. Duvarlarla sınırlandırılan bir alanda yaşamak dünyama aykırıydı. Sık sık dostlarımızı görmeye geldiğimiz Ayvalık’a gönlümüz kayıyordu. Yerel seçimlerden on beş gün önce, Belediyenin galerisinde sergim açılacaktı. Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen “Hocam, bir ayağınız Ayvalık’ta. Neden buraya yerleşmeyi düşünmüyorsunuz?” diye sordu. Bu sözler içimi ısıttı, bir anlamda motive oldum. Serginin açılışında mikrofonu elime alıp, davetlilere “Sevgili Hemşerilerim,” diye seslenince izleyiciler arasındaki eşim dostlarına sevinçle şöyle demişti: “Hiç haberim yoktu arkadaşlar ama tamamdır, galiba Ayvalık’a yerleşiyoruz.” Ayvalık’a geliş öykümüz böyle başladı. BİR KENT SANATÇILARIYLA VE BİR ŞEKİLDE O KENTE KATKIDA BULUNAN İNSANLARLA VARDIR Ayvalık’a yerleştiğimiz günden beri durmadan resim yapıyorum. Ayvalık resimlerime nasıl yansıyor, bana hangi malzemeleri veriyor bilmiyorum ama benim resimlerimde gizli ya da açık hep bir ev imgesi vardır. Örneğin İnegöl’de oturduğumuz evler bana göre çok özel evlerdi ve mimarisinden içerisinde yaşananlara dek hala belleğimde taptaze duruyorlar. Ayvalık evleri de burada motif olarak beni etkileyen ilk şeydi. Ayvalık resimlerinde kemerli evleri yaptım. Karakterim gereği aralıksız çalışan bir insanım. Bu arada Ayvalık’ın insanın üretkenliğini arttırdığı da bir gerçek. Çünkü Fuat Mensi’ler, Fikret Mualla’lar, Orhan Peker’lere dayanan kültürel bir alt yapısı var Ayvalık’ın. Geçenlerde Şeytanın Kahvesi’nde ‘Kent Kültürü Açısından Yolu Ayvalık’tan Geçen Ressamlar’ başlığıyla bir konuşma yaptım. Orada şunu anlattım: Bir kent sanatçılarıyla ve bir şekilde o kente katkıda bulunan insanlarla vardır. Sadece yiyip-içen, kahvelerde zaman geçiren ve hiçbir şey üretmeyen insanlarla bir kentin kent olma ihtimali yoktur. Kent; kültür olanaklarının organize olduğu ve kent insanının bu olanaklara ulaşmasını sağlayan mekanları barındıran yerdir. Ayvalık’ta bir müzik akademisinin, bir tiyatronun, konser salonunun, galerilerin olması, ‘Ayda Bir Ayvalık’ gibi bir derginin yayınlanıyor olması gibi unsurlar Ayvalık’ı kent yapıyor. çizdiğim bir deseni, taslağı tuvale aktarmıyorum çünkü önceden bütün ayrıntıları değerlendiren bir taslağın, teknik bir uygulama ile tuvale aktarılmasının, resimdeki duyarlı yanı sarstığı kanısındayım. Tuval büyük bir boşluktur ve onunla baş etmek sıkıntılıdır. Yeni bir şeye başlamak zordur, ancak bir an önce tuvalin üzerine bir leke koyarsanız, tuvalle aranızda diyalog kurarsınız. Böylece işiniz kolaylaşır. Kullandığım tekniklere gelince… 1990 yılına dek yağlıboya çalıştım. Pastel, suluboya tekniklerini de kullandım ama genelde tuval üzerindeki tercihim yağlıboyaydı. Yapı itibarıyla sabırsız bir insanım. Hızlı çalışmayı, üretmeyi, düşünmeyi seviyorum. Akrilik boyalar çabuk kurudukları için insana zaman kazandırıyor. Bu nedenle 1990’dan beri yoğunlukla akrilik çalışıyorum. İki yıldır eşim Gülin ile Ayvalık’ta yaşıyoruz. Lise yıllarında en büyük hayalim, İzmir’e gelip-giderken gördüğüm Küçükkuyu’ya emekli olunca yerleşmekti.
Ben fakültede öğrenciyken Erol Toy, Esen Yel, İbram Erdem, gazeteci Adil Gülvahapoğlu’nun da aralarında bulunduğu bir grupla ‘Soluk’ adında bir dergi çıkarmıştık. Dergiciliğin ne kadar zor bir iş olduğunu oradan biliyorum çünkü ikinci sayıyı çıkaramamıştık. Yani dergicilik, arkanızda bir kurum da olsa, çok zor bir iştir. Bu açıdan bu dergi gerçekten kent için çok önemli. Yine AIMA çok önemli bir iş yapıyor Ayvalık’ta. Keşke burada uluslararası bir plastik sanatlar akademisi kurabilsek. Bizim de Orhan Peker gibi böyle bir hayalimiz var. Eşimle birlikte bir vakıf oluşturmaya çalışıyoruz. Başarabilir miyiz, bilmiyorum. Şimdilik hayaliyle yetiniyoruz. Galiba noktayı koymanın zamanı geldi… Son yaptığım resimler Ayvalık’ın izlerini taşıyor ve ben hepsinin altına, ‘Ayvalık’ yazmayı seviyorum. Çünkü burada üretmiş olmak bana iyi geliyor. Ve Ayvalık’ta olmaktan mutluyuz!
35
Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN
Zeytin hasatı jetonları
Z
eytin jetonları, Osmanlı Döneminden beri zeytin hasadında kullanılan ve para yerine geçen jetonlardır. Ayvalık’ta Sezai Ömer (Madra) ve Ali Rıza (Karagözoğlu) beylerin birlikte kurmuş oldukları firma zeytin toplama jetonları basmıştır. Hemen veya daha sonra bu jetonlar üzerine Kontrmark (Countermark) uygulamışlardır. Zeytin hasat jetonları genellikle sert alüminyumdan, sarı metalden ve hatta çerçevelenmiş kartondan imal edilirdi. Sezai Ömer-Ali Rıza zeytin jetonlarının, alüminyum ve sarı metalden altı çeşit olarak darp edildiğini biliyoruz. Ufak boy jetonlar, yıldızlı, sayılı, logolu ve logolu sonradan kontrmarklıdır. Büyük boy jetonlar ise sayılı ve logolu basılmıştır. İzleyen dönemlerde aynı jetonların ortasına üçgen bir delik açılmış daha sonra yeni yazıya geçince S.M. harfleri ve rakamlar ilave edilmiştir. Zeytin hasadı kısa zamanda gerçekleştirilemez, uzun zamanda partiler halinde olurdu. Zeytinler ağaçtan silkelenerek veya elle toplanırdı. Hasat zamanı kasım ayında başlayıp, ertesi yılın mart ayına kadar sürerdi. Toplanan zeytin hemen paraya dönüşemezdi. Günlük yevmiyeyle çalışanlar için emeklerinin karşılığı para yerine jetonla ödenirdi. Yine zeytin hasadında ayrı ayrı iş kollarına ayrı ayrı jetonlar verilirdi. Kahya, Sırıkçı, Toplayıcı ve Sepetçiler ayrı ücrete tabiydi ve ödemeleri farklı boylardaki jetonlarla yapılırdı. Zeytin hasadında yevmiyeciler ailece çalışır, değişik işlerde çalışan bireyler ayrı ücrete tabi olurlardı. Gün sonunda kahyalar yapılan işleri yevmiye defterine işlerlerdi. İşlenen yevmiyeler Osmanlı döneminden gelen bir âdete göre cumadan cumaya ödenirdi. Aile, işini bitirdiğinde anlaşmaya göre haftalık, aylık veya mevsimlik ödeme alırken bu jetonları nakit paraya çevirmekteydi. Kontrmarklı jetonların Ayvalık içinde para karşılığı esnaflarda kullanıldığı da bilinmektedir. Fabrika sahiplerinin aynı zamanda kent içindeki ticari hayatı yönlendiren dükkânların da sahipleri olduğu düşünülürse, kendi içinde para yerine geçen jetonlarla kapalı bir ekonomi oluşturulmaktaydı.
Sezai Ömer Madra
Bu kapalı ticari ilişkinin oluşma nedenlerinden biri; yevmiyeyle çalışanları ve fabrika sahiplerini bağlayan bir hukuk sisteminin olmamasıdır. Söze dayalı sistemde çalışanın işe gelmesini ve hasadın sonuna kadar çalışmasını sağlamak amacıyla jetonlu sistem yaratılmış olabilir. Yevmiyeli çalışan için iş garantisi olmaması daha fazla ödeme yapana ‘kaçmasına’ neden olmaktadır. Bu durumu engellemek için böyle bir sistemin geliştirildiği düşünülmektedir. Zeytin jetonlarına rakam veya kontrmark basılarak ve sık sık değişikliğe gidilerek önceki yıllardaki sahtecilikler ve gelecek yılın işçiliğindeki yevmiye artışları engellenmeye çalışılmıştır. Benzer uygulamalara Osmanlı döneminde Ayvalık Rumlarının belediye ve kilise teşkilatlarında rastlanmaktadır. Yevmiyecilerin ödemeleri kontrmarklı Osmanlı paralarıyla yapılıyor, esnaf ticarette bu paraları kabul ediyor, topladığı paraları yine cuma günü kiliseye giderek asıl paraya çeviriyordu. Kilisenin kârı ise,
36
Ali Rıza - Sezai Ömer
sürekli ödeme yapmayarak parayı elde tutmak ve kaybolan kontrmarkın karşılığının kasada kalmasıydı. Kontrmark paralarının ilk örneklerini Cunda adasında 1880’li yıllarda görebiliriz. Ayvalık, Edremit, Havran, Altınoluk, Güre’de büyük zeytinyağı üreticileri kendi jetonlarını kullanmışlardır. Bilinen isimleri sıralamak gerekirse; Sezai Ömer Madra, Ali Rıza Bey, Mehmet Sezai Arkök, Bölükbaşızade Mehmet, Hacı Osmanzade Mehmet gibi sanayiciler zeytin toplama jetonlarını kullanmışlardır. Büyük firmaların ve çiftçilerin jetonları yalnız zeytin sektöründe görülmezdi. Örneğin; Zümrezadelerden Şakir Zümre Cumhuriyet’in ilk sanayicilerinden olup, belli bir dönem üzerinde ederi yazan, para yerine kullanılan jetonlar bastırmıştır. Şakir Zümre, Mustafa Kemal Atatürk’ün teşvikleriyle ilk askeri mühimmat imalatı yapan fabrikayı kuracaktır. Bizler ise Şakir Zümre adını sobalarından tanımaktayız. Şakir Zümre’nin bu jetonları hangi amaçla kullandığını, ne zaman ve ne kadar süreyle bu uygulamanın devam ettiğini bilmiyoruz. Yine Anadolu’da zeytin haricinde başka tarım ürünlerinin toplanması sırasında o yörenin halkı daha üst konumdaki işlerle uğraşırken, amele işlerinde başka yörelerden gelen aileler istihdam edilmekteydi. Pamuk, tütün ve fındık tarlalarında bu aileler rençper olarak kullanılırdı. Çoluk-çocuk, ana-baba çalışan ailenin günlük ücretleri de farklılık gösteriyordu. Çocuk su taşıyor 1 kuruş kazanıyor, anne çapa yapıyor 3 kuruş kazanıyor, baba ağaç dikiyor 5 kuruş kazanıyordu. Aileye kazandıkları para karşılığı üreticiler veya firmalar değişik boylarda jetonlar veriyordu.
Ali Rıza - Sezai Ömer
Ali Rıza - Sezai Ömer
Kontrmark nedir?
Kontrmark (Countermark) sikkeye ve metal paralara daha sonradan vurulan küçük bir damgadır. Bu terim Nümismatik (sikke ve paraları inceleyen bilim) dilinde ‘İkinci Damga’ veya ‘Üst Damga’ anlamında kullanılır. Yeni basılmış olan sikkenin kendisi ilk damgayı taşıdığından daha sonra üzerine vurulan damga yani ikinci damga kontrmark olacaktır. Para yerine geçen jetonların üzerine vurulan damgalar da kontrmark olarak nitelenmektedir. Bir sikkeye kontrmak vurulmasındaki en önemli dört neden şunlardır: 1) Eskiyen ya da tedavülden kalkan bir sikkeyi yeniden geçerli kılmak. 2) Sikkeyi ait olduğu ya da basıldığı yerin dışında geçerli kılmak. 3) Değerinde bir değişiklik yapılmak istendiğinde, bu değişikliği belirtmek.
Ali Rıza - Sezai Ömer
4) Değerli metalden basılmış sikkenin kalitesinin kontrol edilmiş olduğunu göstermek. M.Ö. 4. yüzyılın ilk yarısında Lykia, Pamphylia ve Klikia bölgelerindeki kentlerin sikkelerinde görülen damgalar, elektron sikkelerin üzerindekilerden daha farklı ve daha büyükçedir. Bu yüzden bu damgalar rahatlıkla kontrmak olarak tanımlanabilir. Böylece kontrmark uygulamasının çok eski devirlerden beri kullanıldığını söyleyebiliriz. Sikke basıldıktan sonra herhangi bir zamanda sikkenin üzerine kazınarak veya çizilerek yazılan yazıya ise ‘Graffito’ denir. Sikkenin üzerinde bir Tanrı adı yazılı ise sikkenin bir tapınağa armağan edildiğini; bir kişi adı yazılı ise sikkenin o kişiye ait olduğunu söyleyebiliriz. (Görsel malzeme ve bazı bilgiler www.ottomancoins.com adresinden alınmıştır.)
37
‘Güçlü, hırslı bir at kişnemesi ovanın dört bir yönüne dağıldı. Dağınık düzen otlayan sekiz-on at başlarını kaldırdılar ve kulaklarını diktiler. İçlerinde güçlü, kuvvetlileri vardı. Kimi kahra uğramış zavallı, kimi yılkının alışığı...’ Bu satırlar Abbas Sayar’ın ilk romanı ‘Yılkı Atı’ndan. Yapıtlarında sadece atların değil, köy insanının dünyasını da başarıyla sergileyen ve yaşamının son yıllarını Cunda’daki evinde geçiren yazarı ölümünün 17. yıl dönümünde anıyoruz.
YAZAR ABBAS SAYAR HAYATININ SON YILLARINI AYVALIK’TA GEÇİRDİ
Y
aşlandığı için artık iş göremez duruma gelen ve sahibi İbrahim tarafından açlığa terk edilen ‘Dorukısrak’ adlı bir atın öyküsünü anlattığı ‘Yılkı Atı’ adlı romanıyla edebiyatımızın unutulmazları arasındaki yerini alan romancı, şair, gazeteci ve ressam Abbas Sayar 1989’da Ayvalık’ı ‘keşfetti.’ Bir süre Sarımsaklı’da yaşadı. Daha sonra ‘temelli’ Ayvalık’a yerleşti. Ayvalık’ta görevli edebiyat öğretmeni Hanife Ender’le ikinci evliliğini yaptı. Sayar, yaşamının son yıllarını Cunda’da, denizin elli metre yakınındaki evinde resim yaparak, roman ve şiir yazarak, dostlarıyla sohbet ederek ve arada sırada da olsa saz çalarak geçirdi. 1990’larda Ankara, Antalya, Ayvalık ve İzmir’de sergiler açtı. Talihsiz bir kaza sonucu beyin kanaması geçiren Sayar, Ayvalık’tan İzmir’e nakledildi. Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Hastanesi yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alındı. Bilinci kapalı olduğu için solunumu cihazlarla sağlanıyordu. Ağustos 1999’da yaşama veda etti. 76 yaşındaydı. Doğduğu kent olan Yozgat’ta toprağa verildi. ‘Bozkırın edebiyatçısı Nail Abbas Sayar, 1923 yılında Yozgat’ta doğdu. Yozgat Lisesi’ni bitirdikten sonra evlenip İstanbul’a yerleşti. Bir süre, İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne devam etti. Öğrenimini parasızlık nedeniyle yarım bırakmak zorunda kalınca Yozgat’a döndü. Gazete bayiliği, kitapçılık, matbaacılık ve çiftçilik yaptı. ‘Bozlak’ adlı aylık düşünce ve sanat gazetesini çıkardı. Daha sonraki yıllarda yine Yozgat’ın ‘Bozok’ ve ‘İleri’ gazetelerinde yazıları yayımlandı. Politikayla ilgilendi; ancak bu fazla sürmedi. İlk evliliği sona erince uzun süre Yozgat’ta, bir otel odasında tek başına yaşadı. Edebiyat dünyasında tanınmasını sağlayan ‘Yılkı Atı’nı yazdığı o günlerde, aslında Abbas Sayar’ın kendisi de bir yılkı atı durumundaydı. ALTIMDA AT, ARKAMDA ATLI SEYİS VARDI Orta Anadolu’nun ağır kış koşullarında verilen yaşam savaşının, halk dilinin zengin sözcük ve deyimleriyle işlenerek, şiirsel bir anlatımla ölümsüzleştirildiği ‘Yılkı Atı’ atların dünyasını yansıtması açısından fazlasıyla gerçekçi bir romandı. Çünkü, gençlik yıllarında atların bakımını bizzat yapan Abbas Sayar’ın kişisel deneyimleri ve yaptığı araştırmalar atlar hakkındaki bilgi sahibi olmasını sağlamıştı. Sonuçta okura roman boyunca, atların çiftleştirilmeleri, yılkılık atların türleri ve kış koşullarında ya da tehlike durumundaki tepkileri gibi konularda gerçeğe uygun ilginç bilgiler
38
aktardı. Yazar, atlarla öteden beri olan ilişkisini ‘Abbas Sayar’ın Anılarından/1’de şöyle öztlemişti: “Amasya’daki inzibat subaylığımda altımda at, arkamda atlı seyis vardı. Kolordu’ya bağlı 32 numaralı seyyar hastanede 50 araba, 70 at vardı. Onların tımarında ahırda bulunurdum. At yabancım değildi.” İkinci romanı ‘Çelo’da yine Orta Anadolu insanının gerçeklerinden yola çıkarak ‘umutsuz sevgi’, ‘erken evlendirme’ temalarını işleyen Sayar, ‘Can Şenliği’ ve ‘Dik Bayır’ adlı romanlarında ise toplumsal hayattaki gelişmeler sonrasında kırsal kesim insanının yaşamında kendini gösteren değişimi, köyden kente göç olgusunu ve bunun sonucu olan Almanya’ya işgücü göçü gibi konuları ele aldı. Yerel sözcük ve deyimlerden yararlanarak oluşturduğu özgün dilinin yanı sıra şiirsel anlatımıyla da öne çıkan ‘Orta Anadolu bilgesi’ Abbas Sayar, ‘Yılkı Atı’ ile TRT, ‘Çelo’ ile Türk Dil Kurumu, ‘Can Şenliği’ ile Madaralı Roman ödüllerini almıştı. Buna karşın, edebiyatımızda pek çok yazarın başına geldiği gibi vefasızlığa uğradı ve ölümünden sonra iyiden iyiye unutuldu.
‘YILKI ATI’ DORUKISRAK ARTIK BİR EVİ OLMADIĞINI ANLAMIŞTI
R
omanın ana karakteri olan Dorukısrak güçlü ve hızlı bir attır. Yarışlara katılır, hepsini kazanır ve sahibi İbrahim’i mutlu eder. İbrahim de çok sever onu, kimseye satmaz. Ancak art arda akıp geçen yıllar Dorukısrak’ı da etkiler. Yaşlandıkça gücünü ve hızını kaybeder.
İbrahim’in en büyük hayali çok para kazanmak ve at sürülerine sahip olmaktır. Bir kervansaray yaptıracak sonra da keyfine bakacaktır. Fakat bu düşünü bir türlü gerçekleştiremez. Bütün hıncını Dorukısrak’tan alır. Artık onun işinin bittiğini, dolayısıyla yılkıya gönderilme zamanının geldiğini düşünmektedir. Bu iş için oğullarını görevlendirir. Onlardan atı uzak bir tepeye götürüp bırakmalarını ister. Dorukısrak evin yolunu bulup geri dönerse de ahırın kapısını açamaz. İbrahim acımasızlığını sürdürür, atı tekrar uzaklara gönderir. Dorukısrak yine geri döner. Bunun üzerine İbrahim daha da kızar ve Dorukısrak’ı döver.
1215 motor tutkunu katıldı
AYVALIK’TA DÜZENLENEN 7. MOTOSİKLET FESTİVALİNDE GUINESS REKORU KIRILDI
‘B
alıkesir 10 Riders Motosiklet Spor Kulübü’ tarafından 4-7 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen festival kapsamında Cunda adasında rekor denemesi yapıldı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in de motorcular arasında yer aldığı organizasyonda ‘Dünyanın en kalabalık motor korteji’ rekoru kırıldı. Almanya, Rusya, Pakistan ve Türkiye’nin dört bir yanından 1215 motor tutkununun katıldığı rekor denemesinde Ayvalık’tan da çok sayıda motorcu yer aldı.
Motosiklet dostlarını Ayvalık’ta ağırlamaktan mutluluk duyduğunu ifade eden ve organizasyon ekibi ile motorculara Ayvalık’ı seçtikleri için teşekkür eden Rahmi Gençer, “Motor çok farklı bir tutku, farklı bir yaşam tarzı; kopamıyorsunuz. Sizleri çok iyi anlıyorum. Ben de ilk motorumu 16 yaşında edindim ve fırsat buldukça kullanıyorum” dedi. Festivalin başlatıcılarından Balıkesir 10 Riders Motosiklet Spor Kulübü Başkanı ve BKS Motosiklet Kullanıcıları Federasyonu Genel Başkanı Özgür Çandar da, “İlk yıldan bu yana festivalde her zaman iyisini yapmaya çalışıyoruz. 10 Riders olarak Balıkesir turizmi için ne katkıda bulunabiliriz diye düşündük. Bu yıl en kalabalık motosiklet kortejini 1215 sürücünün katılımıyla başardık” dedi.
Dorukısrak artık bir evi olmadığını anlamıştır. Yıllarını geçirdiği yerden çaresizlik içinde uzaklaşır. Bu sırada Çilkır adlı atla tanışır. İkili birbirlerine destek olmaya karar verir ve birlikte yola düşer. Zamanla diğer yılkıya bırakılmış atlarla tanışırlar. Kışın gelmesiyle birlikte at sürüsüne kurtlar saldırırsa da atlar bu saldırıyı püskürtürler. Ancak açlıkla mücadelede zorlanırlar ve bitkin düşerler. Havanın çok soğuk olduğu bir gün Dorukısrak hastalanır; bir köye doğru gider. Hıdır Emmi adında bir köylü ona acır, bakar ve iyileştirir. Dorukısrak köyde güvendedir. Çok iyi bakılmakta, arpalar yedirilmekte, üstü kilimlerle örtülmektedir. Köydeki iyi insanlar, iyileşince onu törenle gönderirler. Arkadaşlarını bulan Dorukısrak, Çilkır'in öldüğünü öğrendiğinde adeta yıkılır. Baharın gelmesiyle birlikte İbrahim, Dorukısrak’ı bulmak için yollara düşer. Ona ovada rastladığında tayını da annesinin yanına gönderir. Böylece Dorukısrak’ı geri getirebileceğini düşünür. Ne var ki, Dorukısrak ve tay birlikte koşarak kaçar. İbrahim şaşkın ve kızgındır. Tüm aramalarına rağmen bir daha Dorukısrak’ı ve tayını bulamaz.
39
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Melike Kaplan ile Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji Bölümü Arş. Gör. Seda Karaöz Arıhan, 21-24 Kasım 2011 tarihleri arasında İzmir’de düzenlenen 8. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi’nde ‘Antik Çağdan Günümüze Bir Şifa Kaynağı: Zeytin ve Zeytinyağının Halk Tıbbında Kullanımı’ başlıklı bir bildiri sundu. İkili bu bildiriyi daha sonra yeniden gözden geçirdi ve yayınladı. Araştırma, zeytini bir şifa kaynağı olarak ele alıyor; bu konuda yeni ve ilgiye değer bilgiler aktarıyor.
ANTİK ÇAĞDAN GÜNÜMÜZE BİR ŞİFA KAYNAĞI: ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞININ HALK TIBBINDA KULLANIMI
“İ
nsan, çağlar boyunca birçok besin maddesini sadece besin olarak tüketmedi, aynı zamanda bu besinlerin iyileştirici özelliklerinden de yararlandı. Zeytin de şifa kaynağı olarak kullanılan besin maddelerinden biridir. Bu çalışmada, günümüzde Akdeniz başta olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde yaygın biçimde tedavi amaçlı kullanılan zeytin ve zeytinyağının tarihsel olarak geçirdiği evreler ve halk tıbbı açısından kullanımı karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir.” Melike Kaplan ve Seda Karaöz Arıhan, ‘Antik Çağdan Günümüze Bir Şifa Kaynağı: Zeytin ve Zeytinyağının Halk Tıbbında Kullanımı’ başlıklı bildirilerinin amacını böyle açıklıyor ve hemen ardından ‘Zeytinin Kökeni’ üzerinde duruyorlar. Bu bölümde zeytin ağacının anavatanının, günümüzde Doğu Akdeniz’le
40
ülkemiz sınırları içerisindeki Hatay, Gaziantep ve Kahramanmaraş dolaylarını kapsayan Güney Ön Asya olduğu belirtiliyor. Zeytinin anavatanının Suriye olduğunu savunanlar da var. Konu üzerinde farklı yorumlar yapılsa da zeytinin, M.Ö. 4000’lerde, ilk kez Samiler tarafından ıslah edildiği ve bir kültür bitkisi haline getirildiği düşüncesi yaygın. Bu nedenle en erken kullanımının da bu coğrafyada olması doğal… O dönemde, zeytinyağının yemeklerde, kurban törenlerinde, yakmak için lambalarda, saçın parlatılmasında ya da vücudun ovulmasında kullanıldığı da biliniyor. M.Ö. 4000’lere gelindiğinde zeytinin kültür bitkisine dönüştürülme süreci de tamamlanıyor. Ancak yağının çıkarılması ve kullanımının yaygınlaşması ancak 15002000 yıl sonra gerçekleşiyor. Tunç Çağı’nda ve izleyen
dönemlerde Akdeniz’de zeytinciliğin yaygınlaştığını gösteren arkeolojik buluntular arasında yağ presleri, saklamada kullanılan kaplar, zeytin gösterimleri olan vazo ve duvar resimleri sayılabilir. Bunların yanı sıra kazı alanlarında zeytin çekirdekleri de ele geçirilmiş. Önceleri zeytinyağı ticaretiyle başlayan zeytinin yayılma süreci, zeytin fidelerinin taşınmasıyla birlikte kültür bitkisi olarak yayılmasını hızlandırıyor. Fenikeliler’in ticaretiyle açılan kulvarda önce Mısır, Kıbrıs, Girit ve Anadolu yoluyla Yunanistan’a, M.Ö. 700’lerde ise Kuzey Afrika’da Libya ve Tunus’a kadar ulaşması sağlanıyor. Burada dikkate değer olan, bir kültür bitkisine dönüşen zeytinin yayılımının tüm Akdeniz coğrafyasını kaplamış olması... HASTALIKLI ZEYTİNLERDEN YAPILAN YAĞ, KANDİLLERDE AYDINLANMA AMAÇLI KULLANILIYORDU Bildirinin izleyen bölümlerinde sırasıyla ‘Akdeniz Kültür Coğrafyasında Zeytin’, ‘Antik Çağ Yunan ve Roma Dünyasında Zeytin’, 'Antik Çağ Zeytinyağı Üretim Teknikleri’ ve ‘Antik Çağda Zeytinin/Zeytinyağının Kullanım Alanları’ üzerinde bilgi veriliyor. Antik dönem coğrafyasında ele geçen arkeolojik buluntulardan, zeytin ve zeytinyağının o günlerde kandillerde aydınlanma, tıpta ilaç yapımında, beslenmede ve kozmetik amaçlı kullanıldığı belirtiliyor. Girit adasında bulunan yazıtlardan, yabani zeytinin gıda maddesi olarak kullanımının yanı sıra parfüm, kozmetik ya da merhem gibi endüstriyel bir madde olarak da değerlendirildiğini öğreniyoruz. Antik dönem Yunan ve Roma uygarlıklarının yemek kültüründe zeytin ve zeytinyağının gerçekten önemli bir yeri vardı. Zeytinin meyve olarak tüketimi, içerdiği glikozit nedeniyle tuzlamayı gerektirdiği için salamura
yapılan zeytin antik mutfağın vazgeçilmezlerindendi. Meyvenin kalitesine, yağ çıkarma ve saklama yöntemlerine bağlı olarak zeytinyağının kalitesinde, buna bağlı olarak da fiyatlandırmada değişiklikler görülmesi doğaldı. Bu amaçla Romalılar zeytinyağlarını sınıflandırmışlardı. En kalitelisi birinci sıkımda elde edilen ‘olei flos’ halis yağdı. İkinci sıkımda gelen yağ olan ‘oleum sequens’ daha uygun fiyatlıydı. Yere düşen zeytinlerden yapılan yağa ‘caducum’ deniliyordu. Hastalıklı zeytinlerden yapılan yağ ‘cibarium’ ise kandillerde aydınlanma amaçlı kullanılıyordu. Antik yazarlardan Cato ‘Tarım Üzerine’ adlı eserinde zeytin yetiştiriciliğiyle ilgili bilgiler vermekle kalmadı, antik dönemde tüketilen zeytin mezesi tarifini de aktararak bu bilginin günümüze ulaşmasını sağladı. Şöyle anlatıyor Cato: “Yeşil, siyah ya da karışık zeytin mezesi nasıl yapılır? Yeşil, siyah ya da karışık zeytinlerin çekirdeklerini çıkarın, sonra da şu şekilde hazırlayın: Zeytinleri doğrayıp; yağ, sirke, kişniş, kimyon, rezene, sedef otu, nane ekleyin ve kavanoza koyun. Yağ hepsini kaplamalı. Kullanıma hazırdır!” BİLİM DALI ‘FARMAKOGNOZİ’ BİTKİLERİN İÇİNDEKİ MADDELERİ İNCELİYOR, HASTALIKLARI İYİLEŞTİRİCİ ETKİLERİNİ BULMAYA ÇALIŞIYOR Kaplan ve Arıhan’ın bildirisi, ‘Günümüzde Zeytin ve Zeytinyağının Halk Tıbbındaki Yeri ve Kullanımı’ bölümüyle devam ediyor. Burada önce halk tıbbının özellikle şifalı bitkilerle ilgili bilgi ve uygulamalarının modern tıbba kaynaklık ettiği gerçeği hatırlatılıyor. Halk tıbbı aynı zamanda, bitkilerin içindeki maddeleri inceleyerek modern tıbba katkı sağlayan uzmanların çalıştığı bir bilim dalının doğmasına da yol açmış. Bitkilerin içindeki maddeleri çeşitli bilimsel analizlerle inceleyerek, hastalıkları iyileştirici etkisi olanları
41
sarıldığında, iz oluşmasını önler. Zeytinyağının yanı sıra, zeytin çekirdeğinin yutulmasının mide rahatsızlıklarına iyi geldiği ve mide yaralarını iyileştirdiği söylenir. Emziren annelerde oluşan meme ucu çatlaklarına zeytinyağı sürülür. Tırnak kenarlarında çıkan ek tırnaklara, tırnak dikenine ve iltihaba (dolama) geceden zeytinyağı sürülürse, yumuşatır ve sorunu yok eder. Zeytin ağacının kabuğundan sızan zamksı sıvının yara iyileştirici özelliğinin yanı sıra alkolle birlikte uygulandığında saçları güçlendirdiği bilinir. Zeytinyağı biberiye yağıyla birlikte kullanılırsa kepeğe iyi gelir. bulmaya çalışan bu bilim dalına tıpta ‘farmakognozi’ adı veriliyor. Farmakognozi, aslında botaniğin eczacılık bilimine uygulanması… Yani, her ikisinin yöntemlerini de kullanıyor ve ilaç olarak kullanılabilecek etken maddelerin bitkiden verimli şekilde elde edilme yöntemlerini belirliyor. Bitkilerde yüzlerce etken madde bulunabiliyor. Araştırmacılar tarafından bu maddelerin, kimyasal maddelerdeki/ilaçlardaki gibi yararlı etkilerinin yanında yan etkilerinin de olduğu belirtiliyor. Bitkilerden elde edilen miktar tedavi sürecinde büyük önem taşıyor. ZEYTİN AĞACININ KABUĞUNDAN SIZAN ZAMKSI SIVI YARALARI İYİLEŞTİRİYOR Sonra sıra bildirinin asıl konusuna geliyor: Zeytinin ve zeytinyağının insan sağlığına sağladığı faydalar… Önce zeytinyağının ağrı, yanık ve çeşitli yara tedavilerindeki kullanımına değiniliyor. Örneğin, incinen yer zeytinyağıyla ovulduğunda yumuşuyor ve ağrı diniyor. Zeytinyağı iltihaplı bölgeye damlatılınca iyileşme sağlıyor. Yaralanmalarda zeytini çekirdeğiyle ezip sürdüğünüzde iyi geliyor; incinmelerde yumuşama görülüyor. Ve diğer öneriler: Burkulan yere çekirdeğiyle birlikte ezilen zeytin sarılır. Karın ağrısında, sızma zeytinyağına kimyon karıştırıp sürer ve üzerine ılık havlu sararsanız iyi gelir; mide ve karın gazlarını alır. Zeytinyağı yanıklarda, yara tazeyken hiç hava almayacak şekilde
ZEYTİN AĞACININ YAPRAKLARI DA ÇOK FAYDALI Zeytinyağı bebeklerde de olumlu sonuçlar veriyor. Örneğin bebekler pişik olduğunda, zeytinyağı hafifçe yakılarak soğutulduktan sonra pişik pamukla silinirse pişiği önlüyor. Bebeklerde mamanın içine bir çay kaşığı kadar eklenen zeytinyağı, bebeğin sindirimine yardım ediyor. Eklem yerlerinden oynayan çocuklara “Eyesi battı” denir ve bu durumdaki çocuğa kızdırılmış zeytinyağıyla masaj yapılır. Zeytinyağını bir cezvede kızdırıp, asidini uçurduktan sonra yağlanan bebekler rahat uyur. Zeytinyağı aynı zamanda bebeklerde safra söktürücü, bağırsak yumuşatıcı ve kabızlık gidericidir. Günümüzde zeytinyağı çeşitli hastalıkların tedavisi söz konusu olduğunda modern tıp tarafından da öneriliyor. Günde iki kaşık zeytinyağı alanlarda koroner kalp hastalığı riskinin azaldığı bilinen bir gerçek... Zeytinyağı yüksek tansiyon, trigliserit ve kolesterol düşürücü olarak da bilinir. İyi kolesterol HDL’yi yükseltir, kötü kolesterol LDL’yi düşürür. İçerdiği A ve E vitaminleri ve doymamış yağ asitleri sayesinde kalp-damar hastalıklarını önlediği, kalbi desteklediği, kanseri engellediği kabul edilir. Öte yandan, son araştırmalar prostat, kalınbağırsak (kolon), meme kanserlerinde zeytinyağının koruyucu etkisini gözler önüne serdi. Kan dolaşımı rahatsızlıkları da zeytinyağıyla beslenenlerde daha az görülüyor. Zeytin ağacının yaprakları, mikrop öldürücü, ateş düşürücü, yatıştırıcı, kan şekerini ve yüksek tansiyonu düşürücü, iştah açıcı, idrar söktürücü özelliklere sahip.
İSTERLERSE, FİLOZOFLAR DA PARA KAZANIP ZENGİN OLABİLİR
‘A
ntik Çağdan Günümüze Bir Şifa Kaynağı: Zeytin ve Zeytinyağının Halk Tıbbında Kullanımı’ başlıklı çalışmada, Antik dönemin ünlü filozoflarından Miletoslu (MiletAydın) Thales’le ilişkilendirilen bir öykü de yer alıyor. Bu öykünün temelinde, Thales’in kendisini para kazanmak yerine felsefeyle fazlaca uğraşıp zamanını boşa harcamakla suçlayanları şaşırtmaya karar vermesi yatıyor.
Thales bir sonraki zeytin rekoltesinin bol olacağını önceden tahmin ediyor ve parasını Miletos ile Khios civarındaki bütün
42
zeytin sıkma preslerine yatırıyor. Hiç kimse ona karşı fiyat yükseltmeyince ne kadar pres varsa hepsini düşük fiyatla kiralıyor. Hasat zamanı gelip de preslere ihtiyaç duyulunca Thales hiç istifini bozmuyor ve onları istediği fiyattan başkalarına kiralıyor.
Thales bu girişimiyle, hiç kuşku yok ki, filozofların da isterlerse para kazanıp zengin olabileceklerini ancak onların tutkularının başka bir yönde olduğunu kanıtlamak istemişti. Bu öykünün bir başka önemli yanı da, o dönemde Miletos ve Khios çevresinde zeytin işliklerinin bulunduğunu göstermesi…
ZEYTİN, TARİHİN HER DÖNEMİNDE HALK TIBBINDAKİ VAZGEÇİLMEZ YERİNİ KORUDU
AĞUSTOS 2016 YIL: 2 SAYI: 24 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Kapak Fotoğrafı GÖKSEL KANTARCI
D
oğu Akdeniz’in doğal bitki örtüsü olan zeytinin Akdeniz’in kültür bitkisi halini alması binlerce yıllık bir süreçte gerçekleşti. İnsan önce doğal ortamındaki zeytini tanıdı ve bunu ıslah etti. Bu dönüşüm sırasında zeytin coğrafyanın doğal bir parçasıyken kültürün de önemli bir parçası halini aldı. Üç büyük dinde zeytin kutsal sayıldı. Tevrat’ta Nuh Tufanı’nın ardından suların çekilip çekilmediğini anlamak için uçurulan güvercinin zeytin dalıyla dönmesi bir işaret sayıldı, ‘zeytin dalı’ barışın sembolü olarak görüldü. Çok Tanrılı dinlerde, dinsel törenlerin arınma ve kutsama işlemlerinin bir parçası oldu ve zeytine özel bir önem atfedildi. Benzer şekilde İncil’de ve Kur’an’da da zeytinden önemle söz edildi. Zeytin ve zeytinyağı, geçmişte olduğu gibi günümüzde de halk tıbbı pratikleri içinde önemli bir kullanım alanına sahip. Özellikle çeşitli yara tedavilerinde ve yanıklarda yaygın olarak faydası bilinen ve kullanılan zeytinyağının, bebeklerde de pek çok rahatsızlık
durumunda kullanıldığı gözlenir. Halk tıbbı pratiklerinde zeytinin çekirdeğinin ve yağının yaygın kullanımı; zeytinin her yönüyle şifa kaynağı olduğunun kanıtı gibidir. Özetle zeytin, tarihin her döneminde yağı ve çekirdeği de dahil şifa kaynağı olarak görüldü ve halk tıbbı pratiklerinde kullanıldı. Halk tıbbı, çeşitli nedenlerle ihtiyaçtan doğan, halkın içinden çıkmış geleneksel pratikler olarak düşünülürse, zeytin ve zeytinyağının da bu tedavi biçimleri içinde en yaygın kullanılanlardan olduğu söylenebilir.
Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Basım Yeri Anadolu Ofset Tel: (0212) 567 89 93 Davutpaşa Cad. Kazım Dinçol San. Sit. 81/87 Topkapı, İstanbul Sertifika No: 16231 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
43
‘BURUNSUZ’ DAHA KONFORLUYDU!
50
’li ve 60’lı yıllarda daha çok Ayvalık ile Çamlık arasında tarifeli olarak gidip gelen belediye otobüslerinde yolculuk yapanlar için bu iki fotoğrafın çok şey ifade ettiğini ve ‘yığınla’ anıyı beraberinde getirdiğini düşünüyoruz.
Toprak yol ya da asfalt demeden, yaz-kış hemen hemen her yarım saatte bir ‘sefer yapan’ ve her durakta duran bu otobüslerden üstteki ‘burunlu’nun kapıları elle açılır ve kapatılırdı. Alttaki ‘burunsuz’ Ikarus ise ‘fısss’ sesiyle otomatik olarak açılan ön ve arka kapılarıyla hem şoförlerin hem de yolcuların hayatını kolaylaştırmıştı.