Bekir Coşkun 12. Hasat Günleri Yeniköy Mahallesi Ersin Taş Sevinçer Öğmen Dört Nesil Ayvalık Yak Bir Sigara J. L. Sargent Beni Okumadan Geçmeyiniz
YAŞASIN CUMHURİYET
Öğrenciler daha rahat gidip gelecek
GÜZEL SANATLAR LİSESİ’NİN YOLU YAPILDI
K
İPA ile Sebahat-Cihan Şişman Güzel Sanatlar Lisesi arasına Ayvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü tarafından yol yapıldı. Öğrencilerin okullarına kolayca ulaşmalarını hedefleyen çalışmalar sırasında bölgedeki dere yatağında bulunan kanalizasyon kaçağı da BASKİ ile yapılan koordineli bir çalışmayla giderildi.
Yayalar ve araçlar için tehlike yaratan bozukluklar tek tek gideriliyor
ALT YAPI ÇALIŞMALARI SIRASINDA ZARAR GÖREN YOLLAR YENİDEN DÜZENLENİYOR
A
yvalık’ta ana ve ara yollarda UEDAŞ ve BASKİ tarafından yapılan çalışmalar sonrası meydana gelen yol bozuklukları, belli bir program izlenerek sırayla gideriliyor. Trafik akışı sırasında yayalar ve araçlar için büyük tehlike arz eden, Yeni Gümrük binası ve Askerlik Şubesi arasındaki yolda çalışmalar iki günde tamamlandı. Ayvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri 150 Evler, Aliçetinkaya, Küçükköy ve Altınova mahallelerinde de bakım/onarım/düzenleme çalışmalarına ağırlık verdi.
2
“Başkan Burada” toplantılarında dile getirilen sorunlar çözülüyor
150 EVLER’DEKİ DERE ISLAH EDİLİYOR
A
yvalık Belediyesi’nin pek çok mahallede art arda düzenlediği “Başkan Burada” toplantıları sırasında Rahmi Gençer’e iletilen sorunların çözümüne ilişkin çalışmalar devam ediyor. Bu bağlamda, 150 Evler’deki derenin ıslahına başlandı. Gençer çalışmalar hakkında şunları söyledi: “Bize bildirilen şikayetlerin hepsi kayıt altında... İmkanlarımız doğrultusunda tümüne çözüm üretme çabası içindeyiz. Öncelikle ekip, ham madde ve teknik ihtiyaçlarımızı tek tek giderdik. Fen İşleri Müdürlüğümüz bünyesinde çalışan ekiplerimiz, Ayvalık’ın dört bir köşesindeki faaliyetlerini aralıksız sürdürüyor. Çalışmalarımız kısa zamanda sonuçlanacak ve sorunlar ortadan kalkacak.”
Motosikletler Perşembe Pazaryeri’ne ücretsiz olarak park edebilecek
YASAKLARA UYMAYAN MOTOSİKLETLERE CEZA KESİLİYOR
T
rafiğe kapalı alanda park eden motosikletlerin fotoğraflarını çeken zabıta ekipleri, motor sahiplerine 5326 sayılı Kabahatler Kanunu gereğince 105 TL ceza kesiyor. Uygulama Talatpaşa Caddesi ve Bedesten sokağında başladı. Zabıta ekipleri, fotoğraf çekip belge hazırladıktan sonra durumu Emniyet Müdürlüğü’ne bildiriyor. Bu arada, motosiklet sahipleri araçlarını Perşembe Pazaryeri’ne ücretsiz olarak park edebilecek.
Muharrem ayı bu yıl da unutulmadı
CUMHURİYET MEYDANI’NDA AŞURE HAYRI DÜZENLENDİ
A
Yıllar içinde önemli oranda hasar görmüş ve denize atılmıştı
ALİBEY ADASINDAKİ TAK YENİLENDİ
T
yvalık Belediyesi, daha önceki yıllarda olduğu gibi, Muharrem ayı nedeniyle Cumhuriyet Meydanı’nda aşure hayrı düzenlendi. Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü tarafından kurulan stantta, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, aşureyi vatandaşlara bizzat ikram etti.
ürklerin Alibey adasına ilk ayak bastığı yer olarak bilinen noktaya, Ayvalık Belediyesi’nin eski Belediye Başkanlarından Ahmet Tüfekçi tarafından yaptırılıp dikilen Tak, Ayvalık Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nce aslına uygun olarak yeniden yapıldı ve eski yerine yerleştirildi.
Aşure hayrına Rahmi Gençer’in yanı sıra Belediye Başkan yardımcıları Gökay Bacan ve Uğur Dündar, Meclis üyeleri, Ticaret Odası temsilcileri, Belediye çalışanları ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Sarımsak taşından yapılmış olan ve üzerinde “Türklerin Adaya İlk Ayak bastığı yer/1922” ibaresi bulunan Tak yıllar içerisinde önemli oranda hasar görmüş ve denize atılmıştı.
3
93. YILINDA, CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü VE KURTULUŞ SAVAŞI’NIN BÜTÜN KAHRAMANLARINI SAYGI VE MİNNETLE ANIYOR, BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE YAŞAYACAĞIMIZ BARIŞ DOLU GÜNLER DİLİYORUZ.
“’Kayıtsız-şartsız’ deyimiyle açıkladığımız hakimiyeti millete vermek demek, bu hakimiyetin bir zerresini bile sıfatı ve adı ne olursa olsun hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir.”
TAŞHAN’DAN İSTASYONA GİDEN YOLUN SAĞ BAŞINDAKİ BOZ RENKLİ TAŞTAN YAPILI MECLİS BİNASININ BÜTÜN IŞIKLARI YANIYORDU
24
TEMMUZ 1923...
Lozan’da Barış Antlaşması imzalandı. Mustafa Kemal’in, “Bu antlaşma, Türk ulusuna karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr antlaşmasıyla tamamlandığı sanılan büyük bir suikastın çöküşünü anlatan bir belgedir. Osmanlı dönemi tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal zafer eseridir” sözleriyle nitelendirdiği bu gelişmeyle birlikte, artık bütün dünya yeni ‘Türk Devleti’ni tanıyordu. Ama İsmet Paşa’nın belirttiği gibi, ‘eksik’ bir tanımaydı bu... Türkiye’nin yönetim biçimi neydi, ne olacaktı? Krallık mı, padişahlık mı, cumhuriyet mi?.. Evet, bunun adını koymanın zamanı gelmişti. Aslında, 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyeti temsil ediyordu.
4
Ama öncüler, ana devrimciler Mustafa Kemal’in isteğine uyarak bu sözcüğü kullanmamışlardı. Mustafa Kemal bu konuda bütün arkadaşlarından daha ateşli, daha istekliydi. Fakat kendisini tutuyor, şaşılacak bir sabırla en uygun zamanı bekliyordu. Örneğin, zaferden sonra 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldığında Avusturya’da yayınlanan ‘Neue Freie Presse’ gazetesinin muhabirine şunları söylemişti: “-Yenileşme çabalarımız henüz son şeklini almadı. Türkiye Anayasası kesinleşmedi. ‘Kayıtsızşartsız’ deyimiyle açıkladığımız hakimiyeti millete vermek demek, bu hakimiyetin bir zerresini bile sıfatı ve adı ne olursa olsun hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir. Bunun ne ifade ettiğini kolaylıkla anlayabilirsiniz... Atılan adımlar, bundan sonra atılması gereken adımların başlangıcıdır. Bu adımlar hem çok hızlı hem de çok uzun olmalıdır.”
28
EKİM 1923...
Mustafa Kemal toplantı halindeki Halk Partisi’ne ‘Başkan’ sıfatıyla davet edildi. Kesin olmamakla birlikte, bir hükümet listesi hazırlanmıştı. Ancak muhalifler de alttan alta gizli çalışmalar içindeydi. Koltukların paylaşılması konusunda ciddi görüş ayrılıkları yaşanıyordu. İşte, bir parti kurmayı, Cumhuriyet’i ilan etmeyi ve Meclis’in bir cumhurbaşkanı seçmesini düşünen Mustafa Kemal o gün, orada, yıllardan beri kalbinde sakladığı ‘sır’ı uygulamaya karar verdi. Çankaya’ya döndü. Yanında İsmet Paşa ve Fethi Bey (Okyar) vardı. Yemeğe ayrıca kendisiyle görüşmeye gelen Kemalettin Sami ve Halit paşaları da çağırmıştı. Çankaya’da Afyon Milletvekili Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) ile Rize Milletvekili Fuat Bey de (Bulca) onu bekliyorlardı. Yemek neşeli bir hava içinde geçiyordu ancak Mustafa Kemal biraz düşünceli görünüyordu. Herkesin gülüşüp-konuştuğu bir sırada, “Bir dakika arkadaşlar...” dedi. Masadakiler sustu ve ona baktı. En sıkışık anlarda bile soğukkanlılığını kaybetmediğini
bildikleri Mustafa Kemal belki de ilk kez böylesine heyecanlıydı. Mustafa Kemal sigarasının külünü tablaya silkti ve ağır ağır konuştu: “-Bunu söylemekten büyük sevinç duyuyorum... Yarın, Cumhuriyet’i ilan edeceğiz!..”
29
EKİM 1923...
Ankara kuru soğuğun hakim olduğu gecelerden birini daha yaşıyordu. Kavun dilimi kadar bir ay, ortalığa donuk bir ışık serpiyordu. Büyük Millet Meclisi’nde, saat 8’i 30 dakika geçe alkışlar arasında Cumhuriyet ilan edilmişti. Hemen ardından saat 8’i 44 geçe ise Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilmişti. Haber kulaktan kulağa ulaştı. Çok geçmeden Ankara’nın eğri-büğrü, karanlık yolları fesli, kalpaklı, çizmeli, poturlu, feraceli, çarşaflı bir kalabalıkla doldu. Birkaç fener, titreyen ölgün ışıklarıyla, bu insan yığınlarının gölgelerini birbirinin üzerine düşürüyordu. Giderek büyüyen kalabalıktan sesler bir uğultu halinde yükseliyordu. Aksakallı, yaşlıca bir adam yanındaki küçük oğlanın omuzuna dayanmıştı: “-Hey oğul hey... Hey oğul hey... Yel üfürdü, su götürdü!” “-Neyi götürdü ki yel?..” “-Padişahı oğul, padişahı!..” Gecenin kaçıydı, kimse bilmiyordu. Top atışları devam ediyordu. Bundan sonra kimde uyku kalırdı ki? Atpazarı’ndan, Samanpazarı’ndan, Ulucanlar’dan akın akın gelenler, Karaoğlan’dan ve Hacıbayram’dan gelenlerle Taşhan’da buluşmuştu.
şimdi...” Taşhan’dan istasyona giden yolun sağ başındaki boz renkli taştan yapılı Meclis binasının yakılabilecek bütün ışıkları yanıyordu. Savaşın yoğurduğu yanık yüzlü askerlerden oluşan bir birlik Meclis’in önünde nöbetteydi. Kalpağını gözlerinin üstüne eğmiş genç bir subay askerlerin önünde dimdik bir aşağı bir yukarı dolanıyordu. Kurtuluş günlerinin o acı-tatlı anılarıyla küçük Meclis binasının önünde biriken kalabalık, şimdi başka bir heyecan yaşıyordu. Bu arada, Meclis’ten birkaç kişi çıktı. Kalabalık, onları görmek için dalgalandı. Çıkan acaba ‘Gazi Paşa mıydı?’ Hayır, değildi. Sonra kapının yanında bir dalgalanma, ardından bir alkış koptu. Biri bağırdı: “-Gazi Paşa, Cumhurreisi olmuş!..”
Her kafadan ayrı ses çıkıyordu ama anlamı tekti:
Bir alkış koptu:
“-Oldu, değil mi hemşerim...”
Alkışlar artarak sürdü:
“-Oldu, oldu!..”
“-Yaşasın, var olsun!..”
“-Cumhuriyet ilan edildi!..” “-Zaten Cumhuriyet değil miydik?..”
Kalabalığın sesi, bir uğultu halinde Taşhan’dan dalga dalga çevreye, çok daha uzaklara yayıldı.
“-Öyleydik... Ama ilan ettik
(Kaynak: Yıllarboyu Tarih dergisi)
“- Yaşasın, var olsun!..”
5
Ş
BU BAYRAK DÜNYANIN EN GÜZEL BAYRAĞI...
imdiki çocuklar da herhalde benim çocukluğumdaki gibi, heyecanla katılacak törenlere.
Okullarda Bayrağı taşımak için, mutlaka her biri yarışacak. Gözler ışıl ışıl, başlar dimdik, alınlar apaçık bir şekilde Cumhuriyet denen o sevgiliye yine marşlar söylenecek. Kokusu Türk, rengi Türk, özü Türk. ... Her 29 Ekim güzeldir. Geçen sene bugün. Hayır... 10 sene evvel bugün. Hayır... 40 sene evvel bugün.
6
Hepsi güzel. Ama benim için en güzeli, O’nunla tanıştığım gece. Kimbilir kaçıncı yaşını kutluyordu. Disiplinine, prensibine, otoritesine, memuruna, öğretmenine, askerine, kadınına kızına bakarak, O’na ilk anda sevdalandım. Eve döndüğümüzde babam bana Dumlupınar’ı, Sakarya’yı, Çanakkale’yi anlatıyordu. Yıllar sonra ayın heyecanı çocuklarımıza aktardığımız için mutluyum. - Bayrak asın. Bu bayrak, dünyanın en güzel bayrağı. (Rauf Tamer, Hürriyet gazetesi, 28 Ekim 2007)
Ka 4-5-6
sım
2 0 16
12.
Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri
ayvalık tatları
7
4-5-6 Kasım 2016 günlerinde Ayvalık’ta bir kez daha hasadın bereketi yaşanacak, yeni hasat zeytin/zeytinyağı tadılacak, gerçekleştirilecek çeşitli etkinliklerle kentimizin sosyal yaşamı canlılık kazanacak.
12. AYVALIK ULUSLARARASI ZEYTİN HASAT GÜNLERİ’NDE HEP BİRLİKTE BARIŞA ZEYTİN DALI UZATACAĞIZ
A
yvalık Belediyesi ve Ayvalık Ticaret Odası işbirliğiyle gerçekleştirilen ve gelenekselleşmesinin yanı sıra uluslararası bir boyut da kazanan Ayvalık Uluslarası Zeytin Hasat Günleri bu yıl 12’nci kez düzenleniyor. Dikkatleri Ayvalık zeytini/zeytinyağı üzerinde toplamayı ve ülkemizde özellikle zeytinyağı tüketimini arttırmayı birincil hedef belirleyen etkinlik, kurumsallaşmanın doğal sonucu olarak ciddi bir sponsor desteğini de arkasına alıyor. Sonuçta her yıl daha geniş bir katılımla, daha canlı geçiyor; Ayvalık’ın toplumsal/ekonomik yaşamında vazgeçilmez bir rol oynuyor. Kısacası, Ayvalık bu yıl 4-5-6 Kasım 2016 günlerinde bir yandan hasadın bereketini yaşarken bir yandan da, bir kez daha üreticisi, işletmecisi, markaları yaratan iş adamları, ithalatçısı, ihracatçısı, özel konukları, medya mensupları, sanatçıları ve halkın yoğun katılımıyla ‘renkli’ bir şenliğe ev sahipliği yapacak. DÜNYADA ÇOK AZ BESİN HEM LEZZETLİ HEM SAĞLIKLIDIR. BUNLARDAN BİRİ DE ZEYTİNYAĞIDIR Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer, geçen yılki şenliğin açılışında yaptığı konuşmada Ticaret Odası
8
Başkanı olarak Zeytin Hasat Günleri’ni başlatırken temel amaçlarının Türkiye’deki zeytinyağı tüketimini arttırmak olduğunu ve bu değeri öncelikle yöremizde/ bölgemizde tanıtmayı ve tüketim yetersizliğini aşmayı hedeflediklerini söylemişti. Gençer o konuşmasında şunları dile getirmişti: “Bundan on bir yıl önce kişi başına 800 gram zeytinyağı tüketiyorduk. Yani ürettiğimiz zeytinyağının maalesef dörtte birini tüketebiliyorduk. Bu arayışla yola çıktığımız Hasat Şenliği’nin de katkısıyla bugün zeytinyağı tüketimi 1,8-2 kilogram civarına yükseldi. Bu gelişmede, bizim bu şenlikleri düzenlerken tüm medya unsurlarıyla birlikte hareket etmemizin rolü var. Özellikle gurme yazarları, sağlık yazarları, hekimler her defasında zeytinyağının ne kadar yararlı olduğunu vurguladılar. Şunu her zaman hatırlayalım: Dünyada çok az besin hem lezzetli hem sağlıklıdır. Bunlardan biri de zeytinyağıdır.” Rahmi Gençer, önümüzdeki Hasat Günleri için de şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu heyecanı 12 yıldır tüm Türkiye ile paylaşıyoruz.
Geçmiş yıllarda kullanılan ve hafızalardaki yerini koruyan
SLOGANLAR ZEYTİN ALTINDAN DEĞERLİDİR Zeytinimi seviyorum Ortak istek, zeytine destek Zeytinyağı: Türkiye’nin milli yağı Zeytinyağı, hayat bağı Zeytin varsa hayat var
“Bundan on bir yıl önce kişi başına 800 gram zeytinyağı tüketiyorduk. Yani ürettiğimiz zeytinyağının maalesef dörtte birini tüketebiliyorduk. Bu arayışla yola çıktığımız Hasat Şenliği’nin de katkısıyla bugün zeytinyağı 1,8-2 kilogram civarına yükseldi."
Kırsal mahallelerimizde, tarım beldemiz Altonova’da, kültür ve turizm bölgemiz Küçükköy’de, turizmin kalbi Cunda’da, birlik ve beraberlik içinde ve bu kez en eski zamanlardan bu yana zeytinin simgelediği barış şemsiyesi altında buluşacağız. Yeni hasat zeytinimizi ve zeytinyağımızı herkese tattıracağız. Uzun yıllar Türkiye’ye zeytinyağının önemini anlatmak ve bunu sonucunda tüketimi arttırıp üreticimizin gelirini yükseltmek için çalıştık. Bu hedefimize yaklaştığımız için mutluyuz.” PANELLERDE ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI SEKTÖRÜNÜN SORUNLARI ELE ALINACAK, ÇÖZÜM ÖNERİLERİ TARTIŞILACAK Ayvalık Ticaret Odası Başkanı Benhan İbrahim Kantarcı da herkesi 12. Zeytin Hasat Günleri’nde, ‘barış ve sevgi kenti’ Ayvalık’a davet ettiklerini belirterek, şunları söyledi: “Ayvalık sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da en önde gelen zeytinyağı merkezidir. Bu nedenle zeytinyağımızın kalitesini herkesin bilmesini istiyoruz. Coğrafi İşaret’li Ayvalık zeytinyağımızı önce iç, daha sonra dünya pazarlarında en çok aranan ürün konumuna yükseltmek için çalışıyoruz. Bu arada, Hasat Günleri’nin program zenginliği ve katılımcı sayısı açılarından her geçen yıl gelişme göstermesinin, Ayvalık’ta hizmet veren turizm işletmelerine önemli girdi sağladığını sevinerek gözlüyoruz. Bu yıl yine çok sayıda etkinlik planladık. Zeytin ve zeytinyağı pazarımız daha geniş kapsamlı olacak. Sokak aralarında Ayvalık tatları sunulacak. Düzenleyeceğimiz panellerde zeytin ve zeytinyağı sektörünün sorunları ele alınacak, çözüm önerileri tartışılacak. Zeytinin simgesi ‘barış’ın vazgeçilmezliği vurgulanacak. Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi (AIMA) organizasyona zenginlik katacak.”
9
Hasat Şenliği ve Ayvalık Tatları Günleri özgün ve renkli etkinlikleriyle dikkat çekiyor
12. AYVALIK ULUSLARARASI ZEYTİN HASAT GÜNLERİ PROGRAMI
GENEL PROGRAM 4 KASIM 2016 CUMA
4-5-6 KASIM 2016
10:00 “Zeytine Minnet Yürüyüşü”, Ayvalık Migros Mağazası önünden Cumhuriyet Meydanı’na 10:30 Zeytinyağı Pazarı Açılışı, Cumhuriyet Meydanı
10:30-18:00 •
“Komşunun Işığı” Midilli-Sakız-Bergama-İzmir Dernekleri Ortak Fotoğraf Sergisi, Orhan Peker Sanat Galerisi
14:30 Sektörel Panel: “Ayvalık Zeytin Çeşidinin Özellikleri ve Tek Çeşit Yetiştiriciliğinin Artıları-Eksileri”, Türkan Saylan Kültür Merkezi/Zeytin Müzesi Moderatör: • Murat Küçükçakır, Edremit Zeytincilik Üretme İstasyonu Müdürü Konuşmacılar: • Ali Ekber Yıldırım, Dünya Gazetesi Tarım Yazarı • Antonio Giuseppe Lauro, Uluslararası Zeytinyağı Danışmanı-İtalya • Suzan Kantarcı Savaş, ATO Zeytinyağı Duyusal Analiz Lab. Panel Lideri
•
Fotoğraf, Resim, Ebru ve Macit Gönlügür Parşömen sergileri, Macaron Konağı-Aivali D’Art-Orchis Otel-Biz Sanat Evi
•
Ayvalık Yemek Kitapları Satışı, Macaron Mahallesi-Bit Pazarı-Alibey Adası Pazaryeri
•
Ünal Cimit Seramik Sergisi, Little BuddhArt Sanat Galerisi, Alibey Adası
•
Yemek ve El Sanat Standları-Macaron Mahallesi-Eski Köylü Pazaryeri
19:30 Sunum: "Herşeye Rağmen Mazeret Yok", Dr. Şaban Kızıldağ, Kişisel Gelişim Uzmanı
12:00 Aşçı Fok’dan Zeytin Çorbası, Cumhuriyet Meydanı ATO Çadırı
5 KASIM 2016 CUMARTESİ 10:00 Panel: “Her Hasat Bir Barış Buluşmasıdır”, Küçükköy Cumhuriyet Kültür Merkezi Moderatör: • Prof. Dr. Güngör Uras, Milliyet Gazetisi Konuşmacılar: • Prof. Dr. Canan Karatay, Sağlık Uzmanı, Yazar • Cem Seymen, Gazeteci, TV Programcısı • Oded Salmon, Zeytincilik Proje Yöneticisi, İsrail
19:00 Film Gösterimi: “Rembetiko”, Sanat Fabrikası
13:00 Hasat Gösterisi ve Yemek İkramı, Altınova/Hacı Bayram Veli Camisi Meydanı
18:30 Şeflerin Yemek Sunumu: İsmail Yıldırım ve Giannis Pitsoulis, Aivali D’Art , Macaron Mahallesi
15:00 Zeytinyağı Pazarı ziyareti
19:00 Elektra Vasili Konseri, Köylü Pazarı Meydanı
16:00-17:30 Zeytinyağı Temel Tadım Eğitimi, ATO Standı, Cumhuriyet Meydanı
20:00 AIMA Müzik Dinletisi, Güneş Saati Meydanı, Alibey Adası
6 KASIM 2016 PAZAR 09:00 Yoga Etkinliği, Alibey Adası Sahili 12:00 Damien Dessane ile Fransız Tatları Workshop’u, Cafe Bistro Midi (Sakarya Mahallesi)
10
AYVALIK TATLARI PARALEL ETKİNLİKLERİ
4 KASIM 2016 CUMA
(Gün Boyunca Sokak Müziği) 5 KASIM 2016 CUMARTESİ 14:00 Yemek Yarışması, Aivali ‘DArt & Food, Macaron Mahallesi 15:00 Ayvalık Zeytin Özel Eğ. Reh. Mrkz. Folklor Gösterisi, Cumhuriyet Meydanı
HASAT GÜNLERİNİN BU YILKİ SLOGANI: “HER HASAT BİR BARIŞ BULUŞMASIDIR”
Ümit Özgültekin AYTUGEB Genel Sekreteri
İ
nsanlar barışı çağlar boyunca farklı biçimlerde simgeledi. Bu simgelerin her biri çoğunluk tarafından kabul edildi ve evrensel bir değere dönüştü. Ama öyle bir simge var ki, dünya durdukça barışın ve insani değerlerin bir numaralı yansıması olarak kalacak: Zeytin ağacı/zeytin dalı... Çünkü, barış da tıpkı ölümsüz ağaç zeytin gibi hep yaşamalı, hep yaşatılmalı. Beyaz güvercin ve zeytin dalı, büyük tufan sonrasında Nuh’a gagasında bir zeytin dalıyla geri gelen güvercinin öyküsünden kaynaklanıyor. Güvercin taşıdığı zeytin dalıyla, tufanın sona erdiğini ve insanlar için yeni bir başlangıcın mümkün olduğunu müjdelemişti. Ve bir başka gerçek: Dünya üzerinde savaşlar sözlüklerden silinemediği sürece barış kavramı da hep var olacak. Barış özlemi hep diri kalacak. Çünkü barış değerlidir. Barış kırılgandır. Barış sürekli akılda tutulması gereken, unutulmaması gerekendir. Umudun, dostluğun, bilgeliğin, bereketin, zaferin ve elbette barışın simgesi zeytine/zeytin ağacına özen gösterilmeye/sahip çıkılmaya devam edilmesi için bu yılın sloganı: “Her hasat bir barış buluşmasıdır.”
AYVALIK TATLARI GÜNLERİ AYVALIK’IN SEVGİ, BARIŞ VE LEZZET KENTİ OLDUĞUNU BİR KEZ DAHA KANITLAYACAK
A
YTUGEB’in bir projesi olan Ayvalık Tatları Günleri, Belediye Başkanımız Sayın Rahmi Gençer’e sunuldu. Kendisi Hasat Günleri ile birleştirme düşüncesini bizimle paylaştı. Sonrasında Ayvalık Ticaret Odamızın Başkanı Benhan İbrahim Kantarcı ve Yönetim Kurulu’nun da katkılarıyla kapsamlı bir proje ortaya çıktı. Belediye Başkanımız, Hasat Şenliği’ni zeytincilerin ve turizmcilerin birlikte kutlaması gerektiğini uzun zamandır dile getiriyordu. Bu yıl ilk defa bunu başarıyoruz. Halkımızın bu projeye destek vermesi bizler için büyük bir moral kaynağı oldu. Ayvalık Tatları Festivali’ni gerçekleştirme amaçlarımızdan biri Ayvalık’a bir festival kazandırmak... Bunun yanında, bilindiği gibi, turizm Türkiye’de büyük bir darbe yedi. Adeta üzerimize büyük bir çığ düştü. Bunu üzerimizden atabilmemiz ve olumsuz etkilerinden bir an önce kurtulabilmemiz için her branşta profesyonellere ve elbette halkımıza ihtiyacımız var. Önemli bir gerçeği burada bir kez daha tekrarlamakta yarar görüyorum: Ayvalık’ımızda turizm sezonunu mutlaka uzatmamız gerekiyor. Bunu yakın geçmişe kadar yabancı turistlerle sağlayabiliyorduk. Ancak, ne yazık ki onlar şu sıralarda pek ortalarda görünmüyor. Bu nedenle, Türkiye’de bir marka haline gelen Ayvalık’ımızın sezonunu yeni festivaller ve şenliklerle en az altı aya çıkarmak hedefiyle elimizden geleni yapmalıyız. İşte, Ayvalık Tatları Günleri bu bilinçle doğdu. Bu özel günlerin 12. Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri ile aynı tarihlerde yapılacak olması çok önemli... Ayvalık Tatları Günleri’nin ikincisi de ilkbaharda gerçekleştirilecek. Etkinlikler, Hasat Günleri’nin bu yılki sloganı olan ‘Her hasat bir barış buluşmasıdır’ inancıyla Ayvalık’ın kendine özgü güzellikleriyle dikkat çeken kent merkezinde düzenlenecek. Böylece Ayvalık, zeytincileriyle ve turizmcileriyle birlikte, sevginin ve barışın yanı sıra benzersiz bir lezzet kenti olduğunu sadece Türkiye’ye değil, bütün dünyaya anlatacak. Festival boyunca üç gün sürecek çok zengin ve doyurucu bir program hazırlandı. Ayvalık’a özgü zeytinyağı yemekleriyle Ayvalıklı kadınlarımız, el sanatlarında harikalar yaratan kadınlarımız, lezzete lezzet katan profesyonel aşçılarımız, usta müzisyenlerimiz, özgün işlere imza atan sokak sanatçılarımız, ressamlarımız, pansiyoncularımız, kafe işletmecilerimiz, restoran sahiplerimiz, tatlıcılarımız, Midilli’den gelecek olan müzisyenler, Midillili aşçılar... Hepsi bizlerle olacak, hepsi Ayvalık için, Ayvalık’ta yaşayanlar için ürettikleri değerleri paylaşacak. Ayvalık’ta 4-5-6 Kasım 2016 günlerinde yapılacak Hasat Günleri ve Ayvalık Tatları Günleri’ne bütün halkımızı, bütün Türkiye’yi davet ediyor; 7’den 70’e herkese şu mesajı gönderiyoruz: ‘Ayvalık’a gelin, sevgiyi hissedin.’
11
Yeniköy Mahallesi Muhtarı TEKİN ÖZCAN BİZ AYVALIK’TA ORTA DERECELİ OKULUNU YAPAN İLK KIRSAL MAHALLELERDEN BİRİYİZ
K
ozak Yaylası’na çıkarken karşılaşacağınız ilk şirin kırsal mahalle Yeniköy ve Yeniköy muhtarı Tekin Özcan’la birlikteyiz.
Sayın Tekin Özcan, söyleşimize sizi tanıyarak başlamak istiyoruz. Kısaca kendinizden söz eder misiniz?
-1972 yılında Yeniköy’de dünyaya geldim. İlk ve ortaokul öğrenimimi köyde tamamladım. Sonra Ayvalık Endüstri ve Meslek Lisesi’ne devam ettim. Üniversiteye gidemedim. Ayvalık’ta esnafım; Ayvalık Birlik’te minibüs işletmeciliği yapıyorum. Yanı sıra tarımla uğraşıyorum. Ana ürün zeytin. Bahçe tarımı da var ama kendi ihtiyacımız olan şeyleri, kendimize yetecek kadar ekiyorum. 2004’ten bu yana da köyümün muhtarıyım. Bu, üçüncü dönemim. Evliyim. İki kız babasıyım. Kızımın biri bu yıl üniversiteye başladı. Ziraat mühendisi olacak.
Mahalleniz, adı gibi yeni midir? -Evet! Yeni bir yerleşim. Eski ismi Bektaşdere’ydi ve bir kilometre daha aşağımızdaydı. Arazi çok engebeli olduğu için 1972 yılında dönemin idarecileri tarafından yapılan müracaatı devlet kabul etti ve köy şimdiki yerine taşındı. Yeniden yapılandırıldığı için Ayvalık’ın en planlı kırsal mahallelerinden biriyiz. Sokaklarımız geniş, ferah. Bütün evlerin önünden yol geçiyor. Projelendirilmiş bir köyüz. Tarım arazilerimizin yer aldığı ovanın hemen başlangıcındayız. Bu bize büyük kolaylık sağlıyor tabii. Ayvalık’a uzaklığımız ise on sekiz kilometre.
Mahallenizi, tarihçesini biraz anlatır mısınız? -Biz de bir Yörük köyüyüz. Tarihe meraklıyımdır. Yaptığım araştırmalara dayanarak Oğuzların Kayı boyunun Karakeçili aşiretinden geldiğimizi söyleyebilirim. Köyümüz güzel bir köydür. Kazdağları’nın tertemiz havası, poyraza açık olduğumuz için ilk bize uğrar. Bu nedenle tertemiz bir havamız var. İnşallah da böyle kalır. Madenciler bizlere de zarar vermezler. Mahallemizde yaklaşık dört yüz kişi yaşıyor. Yüz elli haneyiz. Genç bir nüfusumuz var. Fakat tarım arazileri artan nüfusa artık yetmiyor. 1970 yılında hangi arazi varsa, bugün de elimizde o var. Daha fazla genişleme şansımız olmadığı için Ayvalık’a göç vermeye başladık.
KIZ-ERKEK AYRIMI OLMAKSIZIN BÜTÜN ÇOCUKLAR EĞİTİM ALIYOR Yeniköy’de okur-yazar oranı nedir? Bütün çocuklar okutuluyor mu? -Aslında biz okumanın kıymetini yeni yeni anladık. Şimdi bizde okur-yazar oranı yüksek ama yükseköğrenim bazında yeni yeni gelişme kaydediyoruz. Yeni yeni öğretmen, mühendis yetiştiriyoruz. Biraz geç kaldık yani. Bunda tabii herkesin ailece tarım yapmasının payı büyük. Ne var ki, arazi yetmemeye başlayınca, gençler farklı arayışlara girdiler. Okumak da bu seçeneklerden biri oldu. Bu nedenle kız-erkek ayrımı olmaksızın bütün
12
çocuklar eğitim alıyor. Ben hiçbir ailenin okumak isteyen evladının arkasında durmadığını görmedim.
Mahallenizde okul var mı? -Biz Ayvalık’ta orta dereceli okulunu yapan ilk kırsal mahallelerden biriyiz. Yanılmıyorsam ortaokul 1979’da kuruldu. 1990’lı yıllarda ‘merkez okul’ olmak için devletle protokol imzalamıştık. Temelini bile açmıştık. Devlet bize malzeme verecekti, inşaatı biz yapacaktık. Ancak sonradan okul Akçapınar’a taşındı. Şu an çocuklarımız taşımalı sistemle Akçapınar’da öğrenim görüyor. Lisede okuyan gençlerimiz de aynı sistemle Ayvalık’a geliyorlar. TEOG’da başarı kazananlar ise çevre kasaba ya da illere gidiyorlar.
Peki, Yeniköy’de sağlık ocağı, sosyal tesis var mı? -Sosyal tesis yok. Çocuklar için bir oyun parkı var. Gençlerin spor yapabilecekleri alan dar. Buldukları bir yeşil alanla idare ediyorlar. Sağlık ocağı da yok ama haftada bir doktor geliyor ve aile hekimliği hizmeti alıyoruz. Kalan bütün sağlık hizmetleri için Ayvalık’a gidiyoruz.
Sayın Özcan, mahallenizde yaşayan insanların temel geçim kaynaklarının tarım olduğunu söylediniz. Konuyu biraz açar mısınız? -Ana gelir kaynağımız zeytincilik. Bizde zaten sulu tarım yok. Kuru tarımda da arazi ne kadar verirse, yani Allah’ın yağmurlarıyla ürün alıyoruz. Burada herkes ailece tarım yapıyor. Başkasını çalıştırmadığı için kazanabiliyor. Hayvancılık yok denecek kadar az. İnsanlar kendi ihtiyaçları için hayvan besliyorlar. Kendi peynirini, yoğurdunu yapan; kendi keçisinin/koyununun/ineğinin sütünü içen, kendi tavuğunun yumurtasını yemeye alışmış bir kültürden geliyoruz. Kimsenin malına kötü demiyorum, yanlış anlaşılmasın ama alıştığımız damak tadını vermediği için elimiz market raflarına gitmiyor. Bu nedenle herkesin kendine yetecek kadar hayvanı oluyor.
AYVALIK UZAK DEĞİL, ARABASI OLAN İÇİN ON DAKİKALIK BİR YOL Kadınlar üretime katılıyorlar mı? -Tabii… Kadınlarımız çok vefakar ve cefakarlar. Bu konuda kimse onların hakkını yiyemez. Erkeklerin işi belli ama kadınların sorumlulukları çok daha ağır. Hem ev işi, hem çocuk bakımı, hem yaban işi… Maalesef onlar bizden daha çok çalışıyor ve yoruluyorlar.
Yeniköy’ün sosyal hayatından da söz edelim mi? -Köylerde malum kahve kültürü var. Kadınların da akşam misafirlikleri var. Akrabalarıyla bir araya gelir, öyle vakit geçirirler. Elişi yaparlar, kızlarına çeyiz hazırlarlar. Yani onlar hiç boş durmazlar. Yaz ayları daha renklidir ama... İnsanlar çocuklarını alır, denize giderler. Ne bileyim, lunaparka giderler. Ayvalık uzak değil. Arabası olan için
Tekin Özcan
on dakikalık bir yol. Düğünlerimiz, nişanlarımız olur. Fakat düğünler, geleneklerimiz nedeniyle üç gün sürüyor. Bu gerçekten günümüz şartlarında bir yıkım. Bir günle sınırlandırabilsek iyi olacak ama herkesin bu fikirde olması lazım.
Hemen hemen bütün Yörük köylerinde artık o güzelim halılar dokunmuyor. Sizde de böyle mi? -Ne yazık ki öyle… Ben çok uğraştım ölmekte olan bu sanatı diriltmek için. Ayvalık’a ilk halı dokumacılığı kursunu ben getirdim. Kendi imkanlarımızla Balıkesir Halk Eğitim Merkezi’nden sekiz dokuma tezgahı aldım. İki yıl boyunca isteyen herkese halı dokumayı öğrettik. Kurslar çok ilgi görüyordu. Dönemin kaymakamı da bizi destekliyordu. Bildiğiniz gibi kışın günler uzun. Saat üçte iş bitiyor. Ayrıca gerek zeytin, gerek bamya sezonu arasında üç ay bir boşluk oluşuyor. Bu zamanları değerlendirelim, gelirimizi çeşitlendirelim düşüncesiyle bu işe önayak olmuştum. Ancak pazar ağını oluşturamadık. İnsanlar emeklerinin karşılığını alamadığı için ne yazık ki yürümedi. Oysaki Ayvalık turistik bir yer. Turizmciler, büyük işletmeler bizi sahiplenebilirlerdi. Cunda’da bize bir teşhir standı, satış yeri verilebilirdi. Ne bileyim, olmadı işte… Biz doğru kapıyı bulamadık belki.
Yeniköy Kozak Yaylası eteklerinde, çok güzel bir köy. Turizm açısından bölgenizde bir canlılık yaşanıyor mu? -Haklısınız, yöremiz gerçekten çok güzel ancak biz henüz bu güzelliği değerlendirebilmiş değiliz. İnsanlar artık nefes alabilecekleri sessiz, sakin yerler arıyorlar. Evlerimizi turizme açamadık ama Bergama’nın bir köyü, Demircidere bunu yaptı. Demircidere için başlangıçta külfet olan şeyler, şimdi nimete dönüşmüş durumda. Biraz içe kapalılığımız, biraz eğitimsizliğimiz, turizmi külfet gibi görüşümüz, biraz girişimci ruhumuzun/cesaretimizin olmayışı bizim turizme açılmamızı engelledi sanırım. Ama bir yerden başlayacağız inşallah!
Sayın Özcan, diyelim ki arabamız yok. Yeniköy’e nasıl geliriz, ulaşım kolay mı? -Ulaşım artık hiç sorun değil. Sabah yedide minibüsler Ayvalık’a çalışmaya başlıyor. Akşam saat yediye-sekize
kadar hizmet veriyorlar. Cumartesi, pazar günleri de aynı şekilde.
ORTAK BİR ‘PAZAR ALANI’ TALEBİMİZ VAR. KÖYLÜ MALINI GETİRİP SOKAKTA SATACAĞINA, KÖYLÜ PAZARINDA SATSIN İSTİYORUZ Biraz da mahallenizin ihtiyaç ve varsa sorunlarından konuşalım mı? -Dediğim gibi, yeni yapılandığımız için fazla sorunumuz yok. Ancak 2004 yılında göreve başladığımda Yeniköy’de altyapı, üstyapı sorunları vardı. Şu an altyapı tamamen aktif durumda. Biraz üstyapı eksiklerimiz var. Nedir onlar? Bazı yollara, ara sokaklara parke taşı döşenmesi gerekiyor. Ama ihtiyaçlar sınırsız, imkanlarsa sınırlı. Biz de bunun bilincindeyiz. Bizim kendi imkanlarımızla yaptığımız bir aşevimiz var. Bu yıl bütün bir Ramazan boyunca kullanıldı. Sakinlerimiz iftarlarını orada açtılar. O mekanın biraz daha derlenip toparlanması, daha iyi hizmet verecek hale gelmesi lazım. Ayrıca köylülere ait ortak bir ‘pazar alanı’ talebimiz var. Köylü malını getirip sokakta satacağına, köylü pazarında satsın istiyoruz. Zeytinden yazmaya ne üretiyorsa doğrudan satış yapmaları çok önemli. Çünkü bamya tarlada iki buçuk lira, pazarda yedi-sekiz lira. Bizler kendi ürettiklerimizin patronu olmadık hiç. Böyle bir pazaryeri bizlere bu imkanı sağlayacaktır. Kozak yolu üzerinde olmak gibi bir avantajımız var. Hafta sonları insanlar Kozak’a akın akın geliyorlar. Bu yol üzerine bir köylü pazarı kurulabilir. Bu tür bir uygulama için yerimiz hazır. Belediye sadece gelecek, satış yapabileceğimiz stantları kuracak, o kadar. Kanımca çok güzel olur. Köylüye artı kazanç olur.
Sayın Tekin Özcan, siz mahalleniz için yıllardır uğraşıyor, onların beklentilerini karşılamaya çalışıyorsunuz. Sizin Yeniköylülerden beklentiniz nedir? -Vallahi ben onlardan ‘Ben!’ demeyi bırakıp, ‘Biz!’ demeye alışmalarını bekliyorum. Bireysel iş yapmak yerine, bir araya gelerek iş yapmayı denesinler. Çünkü birlikten kuvvet doğar. Başka bir dileğim yok! İdarecilerin de köylülere sahip çıkmasını istiyorum. Bizi sadece seçimden seçime hatırlamasınlar.
13
Ayvalık’ın en eski ve köklü ailelerinden biri olan Taş ailesinin ikinci kuşak temsilcisi Ersin Taş bizi eşi Servet Hanım’la birlikte Cunda’daki evinde ağırladı. Hem ailenin hikayesini konuştuk hem de mübadeleden günümüze Ayvalık’ın yakın tarihini bir kez daha hatırlama imkanı bulduk.
BUGÜNKÜ KANELO’DA AÇILAN İLK TAŞ KAHVE’NİN MARKALARI ÇARŞIDA/PAZARDA PARA YERİNE KULLANILIYORDU Gülbeniz Şentay
-B
iz Giritliyiz. Ne yazık ki ailenin en küçük çocuğu olduğum, öğrenimimin büyük bir bölümünü Ayvalık dışında tamamladığım için neredeyse otuz yaşına dek sülalemizin geçmişiyle pek ilgilenemedim. Annem zaman zaman bir şeyler anlatırdı ama genelde hep başka şeylerden konuşurduk. Bu nedenle anne ve babamın geçmişlerine ait bilgilerim daha çok abilerimin anlattıklarına dayanır.
Oturup annemle Girit üzerine sohbet etmeyişime yanıyorum şimdi... Bu yüzden anneannemi tanıma imkanı bulamadım. Dedem Mustafa Efendi hakkında ise dayımın çocuklarından epeyce bilgi edindim. Mustafa dedem Girit’te Osmanlı için çalışırmış. Sonradan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılmış. Ayvalık’a gelmeden önce ya da hemen ertesinde, anneannemden boşanmış; Fatma adında yine Giritli bir hanımla evlenmiş.
B
1917 yılında annemle evlenen babam Girit’te kahve işletirmiş. Kahvehanesi Hıristiyanıyla, Müslümanıyla bütün esnafın bir arada olduğu Hanya’nın ünlü meydanı Splantzia’daymış. Annemin anlattığına göre, kahvenin içinden yukarıya, eve bir merdivenle çıkılırmış. Sevgili Ahmet Yorulmaz’la Girit’e ilk gidişimde meydanı da, kahveyi de buldum. Fakat dördüncü kez gidişimde o kahvenin babamın kahvesi olmadığı söylendi bana. Yanımda akrabamız olan Eşref Jale de vardı. Eşref’in Girit’te tanıdığı insan çoktur. Daha önce de görüştüğüm vali, valinin eşi dostlarıymış. Birlikte oturduk, yemek yedik, çikudya (anasonsuz rakı) içtik. Masamızda
Hıdırellezlerde Çamlık’a giderken babam nargilesini ve kahvenin gramofonunu da getirirdi
en Ayvalık’taki sosyal hayatımı iki bölüme ayırıyorum. Biri babamın vefatına, yani 1951 yılına kadarki dönem; diğeriyse 1960-1966 yılları arası… Eskiden özellikle babalar çocuklarına duydukları sevgiyi belli etmezlerdi. Size söyleyeceklerini, yüz-göz olmamak için anneniz kanalıyla iletirlerdi. Yani arada hep bir mesafe olurdu. Güzel bir sonbahar günü babam yürüyüşe çıkarken beni de yanına aldı. Vefatından hemen önceydi. On bir yaşındaydım. Giritli Hatice Hanım’ın evine dek sahilden yürümüştük. Yol boyunca kehribar tespihini çekmişti. Bir şey konuşmuş muyduk ya da ne konuşmuştuk, hatırlamıyorum ama bu yürüyüş babama en yakın, dolayısıyla en mutlu olduğum
14
Bu evlilikten doğan çocuklar benim üvey dayılarımdır. Gürsoy soyadını taşırlar ve Gürsoy’lar da Ayvalık’ın büyük ailelerindendir. Kısacası dedemin soyu günümüzde Taş ve Gürsoy aileleriyle sürüyor.
zamanlardan biridir. Bir de hıdırellezlerde birlikte olur, eğlenirdik. Bütün bir aile, akrabalar filan Çamlık’a giderdik. Babam nargilesini, kahvenin gramofonunu da getirirdi. Yine o yıllarda aile bağları kuvvetli, komşularla ilişkiler çok sıcaktı. Ya günler düzenlenir ya da buluşmalar kendiliğinden gelişirdi. Örneğin Mehmet Efendi (Emin Süner’in babası) çapraz komşumuzdu. Ziraat Bankası’nın karşısında otururlardı. Annem bana, “Mehmet beyefendena bugün bana gelecek. Git Kemal Ülgen Bey’in hanımına söyle, arzu ederse o da buyursun!” derdi. ‘Beyefendena’ beyefendinin hanımı demekti. Aile içi buluşmalarsa daha samimi geçerdi.
Dayımın hanımı, annemin yakın arkadaşları geldiğinde şarkılar söylenir, oyunlar oynanırdı. Küçük olduğum için yanlarında kalabilirdim. El ele tutuşarak oynadıkları oyunun sözleri ve makamı hala aklımdadır: “Dondiraça, dondiraça, ele dondiraça…” Bayramlarsa başka bir coşkuyla karşılanırdı. Herkes hayırseverdi, herkes çalınan kapısını açardı. Çünkü savaş yıllarının, mübadelenin getirdiği yoksulluk pek çok evde sürüyordu. İnsanlar hep bir dayanışma içindeydi. Bizim evde de özellikle öğle saatlerinde büyük tencereler kaynardı. Evimize gelip yemek yiyen şoförler vardı mesela… Bu dayanışma, destek olma kültürü Ayvalık’ta hala yaşıyor.
bir tarih profesörü, bir de şehir planlamacı arkadaş vardı. Bulduğum kahveyi onlara da gösterdiğimde bana, “Yanılıyorsun! Burası babanın kahvesi olamaz. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sırasında bu meydan bombalandı. Binalar yıkıldı. Eski meydan daha büyüktü ve gerideydi!” dediler. Orada iş bitti zaten… Arşivlere girip meydanın aslına ait belgelere ulaşmamı önerdiler. Bir dahaki gidişimde Eşref de yanımda olursa bu konuyu yeniden ele alacağız. Belki bir şey çıkar. MURAT DAYIM HEP KAYIP BİR ÇOCUK OLARAK KALDI Girit’e gittiğimde, babamın neden Zambetulaki adıyla tanındığını araştırma şansım da oldu. Köyün birinde hala Zambetula diye bir sülalenin yaşadığını öğrendim. Ne yazık ki, köye gidemedim fakat internetten edindiğim bilgilere göre Venedikliler döneminde Akdeniz’deki adaların valisi bir prensmiş… Prensin eşinin adı ise Prenses Zambetu’ymuş. Babamın bir şekilde prensesle bir bağı mı vardı, yoksa bu lakap bir yakıştırma mıydı, bilemiyorum. Her neyse, babam Girit’te kahvecilik yapıyormuş. Mübadele öncesi Rumların Türkleri adadan kovmaya çalıştıkları ve o dönemde babamın silahlandığı da edindiğim bilgiler arasında. Hatta bir akşam, kahveyi kapatırken, kendisini izleyen bir karaltı görmüş ve ateş açmış. Meğer o gölge arkadaşına aitmiş. Bu olayın ardından, babamın bir Libya macerası olmuş. Kaçmış mı, bu olay yüzünden mi kaçmış? Bu sorunun cevabı bende yok fakat bir süre sonra dönmüş. Mübadeleye dek işine devam etmiş. Mübadele sırasında abim Mehmet yedi, Mustafa altı, Hasan ise dört yaşlarındaymış. Söylendiği gibi Ayvalık’a yerleşmeden önce beş-altı ay İzmir’de kalmışlar galiba... Annem İzmir’de, geminin limana yanaştığı anı gözyaşları içinde anlatırdı. Çünkü küçük kardeşi Murat o hengamede kaybolmuş ve bir daha bulunamamış. Maalesef Murat dayım hep kayıp bir çocuk olarak kaldı. Bu olay, mübadele sırasında insanların neler yaşadıklarını, yaşayabildiklerini anlamamızı sağlayan onlarca acı örnekten biri bence... BÜTÜN MARKALAR TOPLANIP BİR TEKNEYE KONMUŞ VE GÖTÜRÜLÜP KÖRFEZİN EN DERİN YERİNDEN DENİZE DÖKÜLMÜŞ Girit’teyken hali-vakti yerinde bir esnaf olan babam, ailesine güzel bir yaşam sunuyormuş fakat anladığım kadarıyla mal-mülk sahibi değilmiş. Zira Ayvalık’a gelirken yanında tapu filan yokmuş. Bu nedenle de kendisine sadece yasalar gereği yüz altı ağaç zeytin, şimdiki Halk Bankası’nın bulunduğu yerdeki bina ile -ki orası Taş Kahve diye anılırdı ve üst katı da oteldi- bu binanın arkasına düşen iki dükkan verilmiş. Babam Ayvalık’ta da kahveciliğe devam etmiş, Taş Kahve Kanelo’yu (bugünkü Kanelo, eski Şehir Kulübü) yıllarca bir Fransız kafesi gibi çalıştırmış. Pasta ve nargile servisinin de yapıldığı, müşterilerin bilardo oynayabildikleri kahvede para yerine üstünde
babamın mührünü taşıyan sacdan yapılma markalar kullanılırmış. Kanelo o denli ünlenmiş ve itibar kazanmış ki halk markaları çarşıda, pazarda para yerine kullanmaya başlamış. Örneğin manavdan aldığı ıspanağın ödemesini bile markayla yapıyormuş. Manav, babama gidip aldığı markayı paraya çeviriyormuş. Böyle bir garip uygulama… Tabii bir zaman sonra devlet duruma el koymuş. Mustafa abimin anlattığına göre babam Edremit’te
Targay Örnek, Ahmet Yorulmaz ve Cevdet Baskın’la birlikte Ayvalık’ın ilk festivalini düzenledik
50’
li yıllardan anımsadıklarım arasında şapkalı şık bayanların, papyonlu beylerin Şehir Kulübü’ndeki balolara gelişleri de var. Ancak ben Ayvalık’taki sosyal hayatı 1960’larda daha iyi yaşadım ve anladım. Halkevi’ni dinledim, ne olduğunu, neler yaptıklarını öğrendim. Yine o yıllarda Ayvalık Turizm Derneği’nin yönetim kuruluna girdim. Targay Örnek, Ahmet Yorulmaz, Cevdet Baskın da yönetin kurulundaydı. Birlikte Ayvalık’ın ilk festivalini düzenledik. 1965 yılında derneğe gelir sağlamak amacıyla tiyatro yaptık. ‘Çemberler’ adlı oyunda Fadıl abimle birlikte ben rol aldım. O dönem epeyce faaliyetimiz oldu. Örneğin yöresel türküleri araştırdık. Bir koro, bir halk oyunları grubu kurduk. Araştırmalarımız sonucu Ayvalık’a özgü bir türküye rastlamadık. Çünkü Ayvalık geçmişte Osmanlı’nın özerklik verdiği bir Rum bölgesiydi. Bergama havalarını çaldık, Edremit oyunlarını bulduk, oynadık.
15
sonsuz kızıllığını hiç unutmadım. Bir fevkaladelik seziyordum, ama neydi? Şafak vaktiydi… Onun kızıllığı mıydı yoksa depremin bir sonucu muydu, bilmiyorum. Bina çok az hasar almıştı. Bağdadi tarzda inşa edildiğinden iyi tutunmuş, yıkılmamıştı. Depremin ardından Cumhuriyet Meydanı’na piramit çadırlar kurulmuştu. Ayrıca devlet isteyenlere çadır dağıtıyordu. Biz de kırk kişilik koca bir sahra çadırı aldık. Mehmet abimin kayınpederinin bahçesine kurduk ve bütün aile bir süre orada kaldık. Sonra yine eve döndük.
yargılanmış. Bütün markalar toplanmış, bir tekneye konmuş ve götürülüp Körfezin en derin yerinden denize dökülmüş. Bu olayın ardından babam Kanelo’nun işletmesini bırakmış, 1940’lı yıllarda Cumhuriyet Oteli’ni açmış. Kanelo’dan kalma yaprak şeklindeki düz ya da ayaklı dondurma kapları, limonata bardakları evimizin bir köşesinde dururdu. 1944 DEPREMİNİN ARDINDAN KIRK KİŞİLİK KOCA BİR SAHRA ÇADIRI ALDIK Biz son dört erkek çocuk üst katı otel, alt katı kahvehane olan ve mübadele sonrasında babama verilen o evde dünyaya geldik: Ali, Esat, Fadıl ve ben. 1944 depremi, doğduğum evi adeta belleğime kazıdı. Dört yaşındaydım. Deprem sırasında aşağıya sarkıtıldığım pencereyi çok net hatırlıyorum. Ayvalık eski itfaiye müdürü Kemal Tunçmen (Gana Kemal) kahvenin tek ayaklı metal masalarından birinin üzerine koyduğu sandalyeye çıkmış, pencereye uzanarak beni aşağıya çekmişti. Yere inerken önümde uzanan denizin
Çok güzel bir arkadaş grubumuz vardı
1951
yılından başlayarak dokuz yıl kadar öğrenimim nedeniyle Ayvalık’tan uzak kaldım ama bağım hiç kopmadı. Tatillerde, bayramlarda hep Ayvalık’a geliyordum. Fakat İstanbul’dan geldiğimde sadece birkaç arkadaşımı bulabildim. Bu nedenle daha çok abilerimin arkadaşlarıyla arkadaşlık ettim. Ahmet Yorulmaz, Fadıl abimin arkadaşıydı. Ne zaman İstanbul’a yolu düşse, bize uğrardı. On beş-on altı yaşlarındayken tanıştığım Ahmet Yorulmaz’ın dostluğu benim için çok özeldir. Zira o, Ayvalık’a döndüğümüzde gerek psikolojik, gerek sosyal ve gerekse dünya görüşü anlamında bana hep ışık olmuştur. 2000’li yıllarda Ahmet sayesinde tanıştığım çok güzel bir arkadaş grubumuz vardı. Üç yıl öncesine kadar haftada bir birimizin evinde toplanırdık. Herkes bir şeyler yapar, masaya koyardı. Gece yarılarına dek oturur sohbet ederdik. Yılda iki kez de aynı grup, mehtap gezisine çıkardık. Sora dökülmeye başladık. Önce Ahmet’i, ardından da Işık Hanım’ı, Kamuran (Gündemir) abiyi kaybettik.
Evimiz Cumhuriyet Otel’inin içindeki iki odadan ibaretti. Odalar arka taraftaki merdivenle bir avluya açılırdı. Avludan şimdilerde biri kuyumcu, diğeri CSM operatörü olan iki dükkana girilirdi. Kuyumcunun olduğu dükkan bizim misafir odamızdı. Yanında da mutfak vardı. Mutfağın altı sarnıçtı. Kış gelmeden sarnıcın içine girilir, bakımı yapılırdı. Su temiz kalsın, kokmasın diye içine kömür parçaları, sönmemiş kireç atılırdı. Bütün yaz o suyu kullanırdık. Lavaboların üzerine asılan yarım silindir şeklindeki musluklu ibriklerden akan incecik suyla el-yüz yıkanırdı. İçme suyunu ise sakalar Yedi Kuyular’dan getirirdi. Otelin alt katındaki Taş Kahve bir esnaf kahvesiydi. İzmir, Balıkesir, İstanbul otobüsleri kahvenin hemen önünden kalkardı. Bu nedenle müşterilerin hemen çoğu hareket saatini bekleyen şoförlerle yolculardan oluşurdu. Kimi çay, kimi meşrubat, kimi nargile içerdi. Taş Kahve’nin nargilesi pek meşhurdu. İstanbul otobüsleri sabah dört buçukta kalkardı. Abilerimden biri her gün o saatte uyanır, kahveyi açardı. Bu iş onlara zor gelirdi. İşin açığı bezerlerdi. Kahvenin bir bölümü şimdiki kaldırım zemininden bir hayli aşağıdaydı. Ziraat Bankası’na bakan taraf daha yüksekti. Bu nedenle içeriye iki ayrı kapıdan girilebiliyordu. Arka tarafta ise otelin merdivenlerine açılan bir kapı daha vardı. Babamın set üstündeki sandalyesi, bütün kahveye, kahvenin önündeki masalara hakim olacak şekilde konuşlandırılmıştı.
Önünde küçük bir mermer masa bulunan bu sandalyeye kimse oturmazdı. Nargilesi masaya gelir ve babam akşama kadar nargile içerdi. Lülesi sürekli değişirdi nargilenin. Avluya inen merdivenle merdiven altı, mahalle arkadaşlarımla benim oyun alanımızdı. Elimizde tahtadan yaptığımız kılıçlar, ‘harpçilik’ oynardık. Kimimiz İsmet Paşa olurdu, kimimiz Fevzi Paşa… Bazen de çember çevirirdik. “ARTIK MEMLEKETİMİZE DÖNME ZAMANI!” Babam ekonomik koşulları çok iyi olmamasına rağmen, çocuklarını okutmaya çalışan bir adamdı. Mehmet, Mustafa ve Hasan abilerim ilkokulu bitirip ortaokula gitmişlerdi. Onlar babamla birlikte kahve işletmeciliği yaptılar. Ali abim hukuk, Fadıl ticaret okudular ancak her ikisi de öğrenimlerini tamamlayamadılar. Çünkü okul masraflarını çıkarmak için bir yandan muhasebecilik yapmaya başlamışlardı. Ali abim İstanbul’da Ali Karşın’ın yanında çalışıyordu örneğin. Para kazanmaya başlayınca, İstanbul Hukuk Fakültesi’nden ayrıldı. Esat’ı ise babam Aydın’da yatılı-burslu okutmayı başarmıştı. Ben ilkokulu İstiklal İlkokulu’nda okudum. Ortaokul birinci sınıf öğrencisiyken babam vefat etti. Üç abim İstanbul’daydı. Biz de kalkıp İstanbul’a gittik. Ortaokul ikinci ve üçüncü sınıfı Kadıköy’ de okudum. Mezun olduktan sonra Ali abim beni İtalyan Ticaret Lisesi’ne yazdırdı. Lise bitince İzmir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne girdim. Askerliğimi yaptım, iş hayatına atıldım, evlendim. TOFAŞ kurulunca, İtalyancamı da kullanabileceğim bir işte çalışma şansını yakaladım. 1970 yılında katıldığım TOFAŞ ailesinde İnsan Kaynakları Direktörü olarak yıllarca görev yaptıktan sonra 1999’da emekliliğimi istedim. “Artık memleketimize dönme zamanı!” diye düşündük. Bütün hayalimiz buydu… Daha önce oteli ve kahveyi satmış, payımıza düşenle Cunda’daki şimdi oturduğumuz evin arsasını almıştık. Şimdilerde güzel, huzurlu bir yaşamımız var. Daha fazlasını istemek nankörlük olur.
E
‘Evet-Hayır’ oyununun daha ikinci sorusunda “Evet!” deyivermiştim
vet! Üniversite son sınıf öğrencisiyken ‘Prens’ seçildiğim doğrudur. Nereden öğrendiniz bilmiyorum ama bazen altmış yıl önceki bu olayı soruyorlar bana… Hikaye şu: Ben öğrenciyken üniversitelerde festivaller düzenlenirdi. Bizim akademide de bu tür organizasyonlar yapılırdı. Festivali renklendirmek amacıyla son sınıf öğrencileri arasından bir prensle bir prenses seçilirdi. Ciddi bir organizasyondu. Prens ve prenses önce üstü açık bir arabayla İzmir turuna çıkar, halkı selamlardı. Ardından yanlarında öğrenci
derneğinin başkanı olduğu halde valiyi, belediye başkanını, garnizon komutanını ziyaret ederlerdi. Akşam Fuar’a gidilir, bir gazinoda halkla buluşulur, sohbet edilirdi. Son gece ise balo düzenlenir, bilet satışıyla derneğe gelir sağlanırdı. Bizim balomuzda Erkan Yolaç sahne almış, esprileri/fıkralarıyla geceye renk katmış, ünlü ‘Evet-Hayır’ oyununu da bizimle oynamıştı. Ben daha ikinci soruda “Evet!” demiş ve kaybetmiştim. Basının da epeyce ilgi gösterdiği bu olay, gençliğimin güzel bir anısı olarak belleğimdeki yerini koruyor.
17
Ayvalık Belediyesi mekan sorununu çözdü, şimdi hedef öğrencileri en iyi koşullarda eğitmek...
K
DERSLERİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSLARI AÇILIYOR
aymakamlık, Belediye ve Milli Eğitim ile Halk Eğitim müdürlüklerinin işbirliğiyle üç farklı noktada ilk, orta ve lise öğrencileri için kurslar açılıyor. Belediye Başkanlığı’nda yapılan protokol imza törenine, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Milli Eğitim Müdürü Erkan Bilen ve eğitimden sorumlu Meclis Üyesi Nusret Kantarcı katıldı. Protokol sonucunda Ayvalık, Altınova ve Küçükköy mahallelerindeki Ayvalık Belediyesi hizmet binalarında öğrenciler TEOG, YGS ve LYS’lar için yetiştirilecek. Ders programı Halk Eğitim Müdürlüğü, eğitmen kadrosu ise Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından belirlenecek.
Kaymakam Namık Kemal Nazlı: “Ayvalık’ta değerli bir eğitmen kadrosu var. Ancak son yıllarda mekan sıkıntısı yüzünden aksaklıklar yaşadığımızı belirtmek istiyorum. Mekan sıkıntımızın Ayvalık Belediyesi tarafından çözülmesi bizi mutlu etti. Kendilerine teşekkür ediyorum. Eğitim ve öğretim için tüm kurumların bir kez daha bir araya gelmesi, Ayvalık adına önemli bir kazançtır.” Belediye Başkanı Rahmi Gençer: “Kaymakamımız Namık Kemal Nazlı’ya, Milli Eğitim Müdürümüz Erkan Bilen’e, Halk Eğitim Müdürümüz Hilmi Özay’a ve eğitim konusunda tüm kurumlarla aracılık görevini üstlenen, eğitimden sorumlu Meclis Üyemiz Nusret Kantarcı’ya oluşturdukları işbirliği nedeniyle teşekkür ediyorum. Çocuklarımızın en iyi koşullarda yetişmesi için üzerimize düşen ne görev varsa yapmaya hazırız.” Milli Eğitim Müdürü Erkan Bilen: ‘’Ayvalık’ta eğitim ve öğrenim konusunda uzun süredir mekan yetersizliği yüzünden kurs açamıyorduk. Belediyeye ait üç hizmet binasında bu kursları düzenlemeyi uygun gördük. Her yaş grubunu kapsayacak kursların, öğrencilerimizin eğitimine büyük destek sağlayacağına inanıyorum.”
Dünya 3’üncüsü olan Ayvalıklı sporcu Emre Kuru rakibini mağlup etti ve kategorisinde birinci oldu
MMA FIGHT NIGHT CUP ŞAMPİYONASI SARIMSAKLI’DA YAPILDI
A
yvalık Belediyesi ve Türkiye MMA Federasyonu tarafından ilk kez profesyonel olarak MMA Fight Night Cup Şampiyonası gerçekleştirildi. Müsabakalara Sarımsaklı ev sahipliği yaptı ve Kapalı Pazaryeri’nde çok sayıda sporcunun katıldığı karışık dövüş sanatları maçları izlendi. MMA Federasyonu Balıkesir İl Temsilcisi, Teknik Kurul Başkanı ve Küçükköy Spor Kulübü Antrenörü Tuncay Talay MMA’ya ilişkin açıklamasında, “MMA, Mixed Martial Arts’ın kısaltılmış hali... ‘Karma dövüş sanatları’ anlamına geliyor. Kafes dövüşleri olarak da bilinen bu spor filmlerde izlendiği şekilde değil hakemler ve kurallar çerçevesinde yapılan ve federasyonu olan bir spor dalıdır. Birçok ülkede hızla
18
gelişiyor. Balıkesir’de ilk defa düzenlenen şampiyonaya Küçükköy Spor Kulübü olarak 13 sporcuyla katıldık. Ayvalık Belediyesi’ne ve tüm sponsorlarımıza teşekkür ederim” dedi. Ayvalık’ın bir doğa ve spor şehri olduğunu vurgulayan Belediye Başkanı Rahmi Gençer de şunları söyledi: “Ayvalık hemen hemen tüm sporların profesyonel olarak yapıldığı bir yer ve Küçükköy Spor da her branşta başarı gösteren bir kulübümüz. Ayvalık Belediyesi olarak tüm kulüplerimize imkanlar çerçevesinde destek veriyoruz, vermeye devam edeceğiz.” Turnuvanın 86 kilogram Fight Night etabı finalinde Türk Milli Takımı’nı başarıyla temsil ederek Dünya 3’üncüsü olan Ayvalıklı sporcu Emre Kuru, rakibi Oğuzhan Edikli’yi mağlup ederek kategorisinde birinci oldu.
Ayvalık’ta şenlikler sayesinde Türkiye’de engellilerin hakları daha fazla önemseniyor
A
ENGELLİLER ŞENLİĞİ ULUSLARARASI OLACAK
yvalık Belediyesi’nin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Türkiye Sakatlar Konfederasyonu’yla birlikte düzenlediği ve bu yıl 24’üncüsü yapılan Engelliler Şenliği, Diyarbakır’dan Zonguldak’a, İstanbul’dan Muğla’ya, Türkiye’nin dört bir yanından gelen bin 300 kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. Ayvalık’ın farklı köşelerinde düzenlenen etkinliklerin açılışında bir konuşma yapan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, şenliği uluslararası hale getirmeye kararlı olduklarını söyledi.
Bu arada, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Başkanı Yusuf Çelebi ve beraberindekiler Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Bu vesileyle, Başkan Yardımcısı Gökay Bacan ve Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü’nü de özverili çalışmaları nedeniyle kutladı.
“Ayvalık’ta şenliklerin başlamasından sonra Türkiye’de engellilerin haklarına daha fazla önem veriliyor. Ayvalık Belediyesi’nin gelenekselleşen bu organizasyonunda özel çocuklarımız aileleriyle birlikte hayatlarından silinmeyecek eğlenceli anlar, sevinç dolu paylaşımlar yaşıyor. Türkiye’nin dört bir yanından gelen engelli kardeşlerimizi ağırlamaktan duyduğumuz memnuniyet gerçekten çok büyük... Ayvalık’tan yaktığımız bu ışık sönmeyecek, her zaman yanacak. Engellilerin sesini kentimizden tüm Türkiye’ye duyurmaya devam edeceğiz. Çünkü özel çocuklarımız bizim en büyük mutluluğumuz. Sadece Engelliler Şenliği’nde değil, yıl içerisinde de hemen hemen her ay onlara yönelik faaliyetlerde bulunuyoruz.”
Şehit ve gaziler toprağı vatan, insanı ulus yapan değerlerdir.
T
GAZİLER GÜNÜ GURURLA VE MİNNETLE KUTLANDI
ürkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Atatürk’e ‘Gazilik’ unvanı verilişinin yıldönümünde kutlanan 19 Eylül Gaziler Günü etkinliğine Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Garnizon Komutanı Albay Aydın Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Kültür ve Dayanışma Vakfı Ayvalık Şube Başkanı Hüseyin Köksal ile gazi ve şehit yakınları katıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri adına konuşan Jandarma Teğmen Rıdvan Tuncer, “Kendisinden sonra gelen nesillere özgür bir vatan ve dalgalanan bir bayrak teslim etmek için göğsünü düşmana siper etmiş tüm şehitlerimizin ve gazilerimizin huzurunda bulunmaktan gurur ve kıvanç duyuyoruz. Türk askeri için vatan hizmetinde savaş ve
barış hali yoktur. Türk askerinin tek ülküsü, Türk istiklal ve Cumhuriyeti uğrunda görevini her ne pahasına olursa olsun yerine getirmektir” dedi. Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı Ayvalık Şube Başkanı Hüseyin Köksal da, kahraman gazilerin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve tek Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşayan temsilcileri olduğunu vurguladı. Köksal şöyle dedi: “Gazilerimiz, şehitlerimizle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarıdır. Şehit ve gaziler, toprağı vatan, insanı ulus yapan değerlerdir. Gazilerin bu aziz vatana olan görevi ve bağlılığı ölünceye kadar devam edecek.”
19
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
İyi ki Ayvalık’ta doğmuş, büyümüşüm
A
yda Bir Ayvalık’ta, bana bu sayfada yazma ayrıcalığı tanındığı günden bu yana ağırlıklı konum hep ‘bizim dönemimizin’, yani 1950’li yıllarda çocuk olanların Ayvalık’ı ve Ayvalıklılar’ı oldu. Aradan geçen ‘onlu yıllar’ içinde bir açıdan Ayvalık’ın çok ilerlediğini, geliştiğini, değiştiğini görmek mümkünse de, diğer bir bakış açısıyla yitirilen çok şey olduğunu söylemek de yanlış olmaz sanırım. Bunların başında da bizzat o eski Ayvalık, Ayvalıklılar ve ‘kasabalılık ruhu’ geliyor. Ailemizden bize kalan son büyüğümüz, değerli annemi iki yıl önce yitirmiş olsam da köklerim hala ve her zaman Ayvalık’ta olduğu ve olacağı için yılda en az iki-üç kez geliyorum memleketime. Ve her gelişimde hem fiziksel hem de sosyal dokuyu biraz daha değişmiş buluyorum. Olumlu olanları memnuniyetle karşılıyorum ama çoğunlukla bir burukluk, bir yitmişlik, yitirilmişlik duygusu yüklenip dönüyorum İstanbul’a. Elbette bunda ilerleyen yaşımın ve zaman zaman eskiye duyduğum özlemin, bir taraftan anıları ayakta tutmaya yararken diğer yandan insanı depresif bir hüzne davet eden ve adına en genel tanımıyla ‘nostalji’ denilen duygunun etkisi olduğunu biliyorum. Ama ister yıllar, ister yaşlar, ister ekonomik zorunluluklar nedeniyle insanların, geleneklerin, yerlerin, dükkanların değiştiğini, birçok kişi ve mekanın artık var olmadığını görmek içimi yaralıyor. Örneğin; Ayvalık’a her gelişimde, her ne kadar kendisi aramızdan ayrılalı çok olduysa da Berber Raif’in dükkanına gidip tıraş olmak benim için eski bir dosta kavuşmakla eşdeğerdi. Çünkü çocukluğum boyunca saygılı bir çekingenlikle koltuğuna oturduğum Raif amcadan bayrağı devralan Erdoğan ağabeyle; babasından, babamdan, eski Ayvalık ve Ayvalıklılar’dan söz eder, hatırlar, üzülür, güler, sevinirdik. Sonraki bir gelişimde ayaklarım yarım yüzyllık bir alışkanlıkla beni yine onun dükkanına götürdü ama bir şeyler değişmişti. Ne duvarda Raif amcanın o çatık kaşlı fotoğrafı ne de son yıllarda ayağını sürüye sürüye de olsa beni kalfasına emanet etmeyip bizzat tıraş etmekte direnen Erdoğan ağabey vardı. Dükkan baştan başa yenilenmiş ve belki de o köhnelikten kurtulup daha modern bir sıfata bürünmüştü ama artık orada ‘anılar’a da yer kalmamıştı. Benim oraya gitmekteki muradım tıraş olmak değildi ki. Ben çocukluğuma, gençliğime gidiyordum aslında ve Erdoğan ağabeyle ve benimle birlikte gençliğimiz de yeni düzene yenilmiş, koltukların altında biriken saçlar gibi yerle yeksan, dışarıya süpürülmüştü. Dayanamadım, çıktım. Artık Ayvalık’a geldiğimde, At Arabacıları Meydanı’na yakın, küçük bir ilkokul
20
öğrencisiyken yıllarca İstiklal İlkokulu’na giderken arka sokakta önünden geçtiğim Metin ağabeyin dükkanında tıraş oluyorum. Sadece insanları da değil yerleri, alışkanlıkları, gelenekleri, tatları da özlüyorum. Örneğin Şeytan Sofrası’nın; sonraki yıllarda üretilmiş ‘dilek ağacı’, ‘şeytanın ayak izi’ gibi turistik yakıştırmalardan uzak doğal çıplaklığını… Bir zamanlar sadece tekneyle Boğaz’dan çıkarak gittiğimiz ve bizim için bir şölen havasında bir gün geçirdiğimiz ama günümüzde eni konu bir kent halini alan Sarımsaklı’nın, arka tepelere kadar uzanan bostanlarıyla o eski bakir halini… Nurettin ağabeyin Ege Plajı’nı, Şehmuz’un midye dolmalarını… Ali İhsan ağabeyin acılı turşusunu… Çekirdekçi Şerif’in kuru yemişlerini… Ahmet ağabeyin sıcak yaz günlerimizi serin bir keyfe dönüştüren limonlu, vişneli, kaymaklı dondurmasını… Naci beyin sinemalarını… 1 Temmuzlar’daki yağlı direkleri… 15 Eylül’lerde zincirlerle bağlanmış genç kızımızın ordumuz tarafından ‘temsili’ kurtarılışını… Ahmet (Yorulmaz) ağabeyimle Ayvalık’ın simge dükkanlarından olan kitapçısında uzun uzun edebiyat sohbetleri yapmayı… Yıllardır tadına hasret kaldığım ve artık sadece dilimin üzerindeki anısı kalmış olan o sert, sulu, mayhoş, başka hiçbir yerde benzerini görmediğim Sarımsak armudunu… Bırakın İstanbul’daki güya aynı adla satılan yüzlerce büfeyi, artık Ayvalık’ta bile aslını bulamadığımız, sadece kelle peyniri ve -o da isteyenler için konulan- bir dilim domatesten ibaret sade ama tadına doyulmaz gerçek Ayvalık tostunu özlüyorum. Artık; saymaya kalksam bu sayfanın değil, derginin tümünün yetmeyeceği o insanların, mekanların, tatların, anıların hiçbiri yok. Kimisi ekonomiye, kimisi sosyal değişimlere, kimisi alınan ve verilen göçlere ve fakat hepsi zamana yenildiler. Geriye sadece; Ümit Yaşar Oğuzcan’ın o olağanüstü dizelerinden Timur Selçuk’un bestelediği unutulmaz ‘Ayrılanlar İçin’ adlı şarkısının sonunda söylendiği gibi ‘bir derin sızı’ kaldı. Hepsini güzelliklerle anıyorum, iyi ki Ayvalık’ta doğmuş, büyümüşüm. İyi ki o coğrafyayı, o insanları, o gelenekleri, o tatları bilmiş, görmüş, tanımış, yaşamışım. Çünkü yarın ben de gideceğim ve…
“Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik Bildiklerimizle övündük, eğlendik Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra? Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik.” (Ömer Hayyam)
O, 1998 yılından bu yana Ayvalık’a geliyor. Yılın dörtbeş ayını, bayram tatillerini, hatta zaman zaman dokuz saatlik yolu göze alıp hafta sonlarını da Ayvalık’ta geçiriyor. Yazılarını, kitaplarını burada yazıyor. Kente olan sevgisini şöyle dile getiriyor: “Bana; nereli olduğumu sorduklarında, ‘Ayvalıklıyım,’ diyebilmeyi çok isterdim!” Bu sözlerin sahibi usta gazeteci-yazar Bekir Coşkun’la hem Ayvalık’ı konuştuk hem de sizler adına merak ettiğimiz soruları kendisine yönelttik. Söyleşi teklifimizi hiç duraksamadan kabul eden, bütün sorularımıza içtenlikle yanıt veren Bekir Coşkun’a ve eşi Andree Coşkun’a ‘Ayda Bir Ayvalık’ olarak teşekkür ediyoruz.
Röportaj: Gülbeniz Şentay Fotoğraf:Serkan Kibar
AYVALIK’I SEVEN HERKESİ ONU KORUMAYA, ONA SAHİP ÇIKMAYA, TEK BİR ÇAKIL TAŞINI BİLE RANT SEVDALILARINA KURBAN ETMEMEYE ÇAĞIRIYORUM
‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹ 21
AYVALIK’I SEVEN HERKESİ ONU KORUMAYA, ONA SAHİP ÇIKMAYA, TEK BİR ÇAKIL TAŞINI BİLE RANT SEVDALILARINA KURBAN ETMEMEYE ÇAĞIRIYORUM
C
unda’nın denize inen sokaklarından birinde, Bekir Coşkun’un evinin önündeyiz. Bahçe kapısında bizi Bekir Bey’le birlikte sadık dostları ‘Postal’ ve ‘Suşi’ karşılıyor. (Hayvan barınağından aldıkları Suşi’yle çabuk kaynaşıyoruz. Postal daha temkinli bir köpek.) Hep birlikte verandaya çıkıyoruz. Dışarda sonbahar… Yemyeşil, çiçeklerle bezeli bir bahçedeyiz. Karşımızda deniz… Etrafta ‘çıt’ yok! Suşi ile Postal, sağımızda-solumuzda yerlerini alıyor. Çevremizi siyah yavru kediler kuşatıyor ve ürkek gözleriyle sarı sarı bakıyorlar.
Bekir Coşkun’un zarif eşi Andree’nin ikram ettiği kahvelerimizi içerken; Türkiye’nin en sevilen, en çok okunan yazarlarından biri olan Bekir Coşkun kimdir, nasıl yaşar, neler yapar, Ayvalık’a ilk ne zaman, nasıl ve neden gelmiştir, kent hakkındaki düşünceleri nedir... Bütün bu soruların yanıtlarını almak üzere kayıt tuşuna basıyoruz. -Ayvalık’ta bulunduğum zamanlarda başka yerlerden, ‘şu an’ dışındaki bir hayattan konuşmak bana garip geliyor. Çünkü bütün dünyam Ayvalık oluyor. Ama haklısınız, insanlar bir yazarı bütün yönleriyle tanımak istiyorlar. Ben Urfa’da dünyaya geldim. Babam memurdu. Annemi hiç tanımadım diyebilirim zira onu kaybettiğimizde dört yaşındaydım. Kız kardeşim daha küçüktü. İkimizin de bakıma ihtiyacı vardı. Bu nedenle bir süre sonra babam yeniden evlendi. Eş seçimini aile içerisinden, bize sahip çıkacağına inandığı bir hanımla yaptı. Yanılmamıştı. Onu annemiz kadar çok sevdik. Bu evlilikten doğan diğer kardeşlerimle birlikte birbirini seven, birbirine kenetlenmiş bir aile olduk. İlk, orta ve lise eğitimini Urfa’da tamamlar Bekir Coşkun. O yılları, “Ömrümün en güzel yıllarıydı!” diye tanımlar hep. İlk çalgısını o yıllarda yapar. Bağlama, kanun çalmaya yine o yıllarda başlar. -Bizim ailede gençlerin hemen hepsi bir enstrüman çalardı. Onları öylesine imrenerek dinlerdim ki, ilkokul beşinci sınıf öğrencisiyken kendi müzik aletimi kendim yapmaya kalkıştım. Uzunca bir tahta parçasını aldım. İki ucuna birer çivi çaktım. Aralarına da tel gerdim. O tek telden sesler çıkarmaya çalıştığımı gören babam bana ‘cura’ dediğimiz küçük bir bağlama hediye etti. Fakat öğreten olmadığı için cura ile bir türlü başa çıkamadım. Bu kez bana bir kanun aldılar. Lisedeyken okulun sanat müziği korosu vardı. Onlara eşlik ediyordum. Amatördüm elbette ve kötü çalıyordum. Bekir Coşkun o günlerde amatörce çaldığı kanunun üniversite eğitimi sırasında bir altın bileziğe dönüşeceğini bilmez. Liseyi bitirip, Ankara Gazetecilik Yüksek Okulu’na girmeye hak kazandığında Urfa’dan ayrılır. -Anadolu’dan kalkıp Ankara gibi büyük kentlere geldiğinizde uyum süreciniz sıkıntılıdır. Hele hele benim gibi öksüzlerin, yetimlerin içe kapalı ruh hali büyük kentlere uygun düşmez. Alışmanız, kendinizi çevrenize kabul ettirmeniz zaman alır. Yanı sıra bir de para sıkıntınız varsa daha da zorlanırsınız. Doğrusunu isterseniz benim halim de tam böyleydi.
22
Babam eğitimim için bütün imkanlarını kullanıyordu ama tek okuyan ben değildim ki! Ne yapıp edip onun yükünü hafifletmem gerekiyordu. Gazinolarda kanun çalmaya karar verdim. Kötü çalıyordum fakat nasıl olduysa bana iş verdiler. Sanırım üniversiteli olmamdan etkilenmişlerdi. Çünkü eskiden üniversiteli gençlerin çalıp söyleyebilecekleri mekanlar yoktu. Eğlenmek isteyenler gazinolara giderlerdi. Gazinoların saz heyetleri çoğunlukla Roman müzisyenlerden oluşurdu ve adeta gözlerini müziğe açan bu insanlar eğitimlerini yarım bırakarak çok erken yaşlarda eğlence sektöründe çalışmaya başlarlardı. Kısacası ben karşılaştıkları ilk eğitimli kanuncu olduğum için gazinonun imaj figürüydüm. HEMEN HEMEN BÜTÜN KİTAPLARIMDA AYVALIK VARDIR Bekir Coşkun diplomasını alıncaya dek gazinolarda çalışır. Bu arada saz arkadaşlarından sadece kanun değil, keman, ud gibi pek çok enstrümanı çalmayı öğrenir. Zeki Müren başta olmak üzere dönemin ünlü sanatçılarına eşlik eder. 1974 yılında üniversiteden mezun olur, gazeteciliğe başlar. Kanununu gardırobun üstüne kaldırır ve
aralarındaki bağ o gün kopar, gider. -Hür Anadolu gazetesinin foto muhabiriydim fakat fotoğraf makinem yoktu. Bir yerlerden bulduğum ödünç makineyle işe çıktım. Daha önce hiç makinem olmadığı için doğrusu fotoğraf çekmeyi de bilmiyordum. Nitekim ilk çektiğim çok kötü çıktı. İkincisi hiç çıkmadı. Üçüncü fotoğraf zaten kovulma sebebimdi. Süleyman Demirel’i çekmiştim. Fotoğraf çok netti ancak bir tuhaflık vardı. Şimdi hatırlamıyorum ama Süleyman Bey’in gövdesi vardı da kafası mı yoktu, kafası vardı da gövdesi mi yoktu? Her neyse, onu bir bütün olarak çekmeyi becerememiştim. Sonuçta sıkı bir Demirel hayranı olan patronum bana kapıyı gösterdi. Bu olayın ardından bir süre polis muhabirliği yaptım. Onu parlamento muhabirliği izledi. Kendi deyişiyle muhabirliği pek yapamaz Bekir Coşkun. Çünkü her gittiği olayın etkisi altında kalır. Cinayete kurban giden adamın çocuklarını gördüğünde içi burkulur. Katil kocanın geride bıraktığı kadının yanına çöküp neredeyse onunla birlikte ağlar. İnsanlara yardım edeyim derken, yangın yerinden fotoğraf çek(e)meden döner.
-Biraz duygusal bir adamım. Bu duygusallıkla polis muhabiri olamayacağımı anlayınca siyasi muhabirliği denedim. Şimdi… Devlet adamlarıyla konuştuğunuzda şöyle garip bir şey yaşarsınız: Oturur size anlatırlar, anlatırlar, sonra da “Aman! Aramızda kalsın!” derler. Ben sırf bu yüzden en ‘bomba’ haberleri atladım. Ancak o anlatılanların diğer gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlandığını da gördüm. Yani bu tür şeylerden dolayı mesleğimin dördüncü yılında habercilikten vazgeçtim ve Günaydın Gazetesi’nde, Rahmi Turan’ın ‘9. Köy’ adını verdiği köşemde yazmaya başladım. Bekir Coşkun 1987 yılında Sabah gazetesine geçer. Köşesinin adı artık ‘10. Köy’dür. Sabah’ın ardından Hürriyet, Habertürk ve Cumhuriyet’te okurlarıyla buluşur. 2013’ten beri Sözcü Gazetesi’nde yazan Coşkun, meslek yaşamına ‘Dövlet’, ‘Büyük Oyun’, ‘Avukatımı İstiyorum’, ‘Başın Öne Eğilmesin’, ‘Pako’ya Mektuplar’, ‘Titanic Kemancıları’ gibi kitapları sığdırmayı da başarır. -Hemen hemen bütün kitaplarımda Ayvalık vardır. Örneğin ‘Başın Öne Eğilmesin’deki öykülerin neredeyse tamamı Ayvalık’ta geçiyor. İçinde karşıdaki iskelenin, denizin, gecenin hikayeleri var. Komşular var, bahçıvan Hayrettin var. Benim için bir diğer 10. Köy’dür Ayvalık ve hayatımda önemli bir yer tutar. “Neredesin?” diye sorduklarında, “10. Köy’deyim!” derim. Doğup büyüdüğünüz şehrin artık sizin sevdiğiniz, bildiğiniz şehir olmaktan çıktığına, o şehirde artık o şehrin insanlarının yaşamadığına tanık olduğunuzda, kendinizi ait hissedebileceğiniz bir başka yer ararsınız. Ben Ayvalık’ta aradığımı buldum. Kendimi öylesine buraya ait hissediyorum ki! Bana, “Nerelisin?” diye sorduklarında, “Ayvalıklıyım!” diyebilmeyi çok isterim ama Allah kahretsin, nüfus kağıdımda yazmıyor. Belgelere karşı yalan söylemek istemem. Ayvalık müthiş bir yer. Doğasıyla, tarihi dokusuyla, insanlarının kişilikleriyle, kimlikleriyle… Şehirlerin rengi vardır. Kimi yeşildir, kimi kırmızıdır, kimi gridir, kimi tozlu bir kahverengidir. Urfa’nın rengi bana göre sarıdır. Ben Ayvalık’ı boya küpüne benzetiyorum. Nereden, hangi şehirden, hangi yöreden gelirseniz gelin, o boya küpüne mutlaka giriyorsunuz ve bir hafta-on gün içinde Ayvalık’ın rengine, yani pembeye bürünüyorsunuz. ÖNÜMÜZDEKİ YIL SANIRIM TAMAMEN AYVALIKLI OLACAĞIZ Artık Ayvalık’ı, yazarımızın Ayvalık’taki yaşamını, burada nasıl zaman geçirdiğini, yazmak dışındaki uğraşlarını, yazılarını nasıl bir ortamda kaleme aldığını konuşmanın vakti... Ancak Bayan Andree ‘Çay saati!’ deyince küçük bir ara veriyoruz. Verandaya fırından yeni çıkmış kurabiyelerin, böreğin kokusu yayılıyor. Siyah yavru kedilerin her biri bir sandalyeye tırmanarak masaya doğru mevzileniyorlar. Yaptıkları her hamle, sahibeleri tarafından sevgiyle durduruluyor. Kural açık: Sofradan yemek yok! Tazelenen çaylarımız eşliğinde söyleşimize devam ediyoruz. Bekir Coşkun’a Ayvalık’a geliş öykülerini soruyorum. -Gazeteci Orhan Tokatlı bizi Cunda’ya davet etti. Şirin, sessiz, sakin bir kasabada ev almak istediğimizi bildiği için de davetine bir not düştü: “Arkamızda tam da size göre satılık bir ev var!” diye... Birkaç gün sonra
23
Andree, Cunda’ya doğru yola çıktı. Ayvalık’a geldiğinde şu an oturduğumuz evin de satılık olduğunu görmüş. Eve vurulmuş ama burası diğerinden daha pahalı. Bizimse paramız az, çıkışmıyor. Beni aradığında, “Bak Andree!” dedim, “Onun bizim olması için oturup dua edeceğiz. Ben Hazreti Muhammed’e, sen Hazreti İsa’ya!” Neyse, Andree’nin arkasından ben de Ayvalık’a geldim. Onun geceleri el-ayak çekildikten sonra gizlice bu eve gelip, saatlerce denizi seyrettiğini öğrenince, dayanamadım gazeteyi aradım. O sırada Hürriyet’te yazıyorum ve okunan bir yazarım. Niyetim, eğer varsa gazetenin yardım sandığından yararlanmak. Ertuğrul Özkök, “Maalesef!” deyince başka bir yol bulduk. Kıdem tazminatlarımı borçlandım ve böylece 1998 yılında bu evi aldık. O gün bugündür her yıl Ayvalık’a geliyoruz. Uzun uzun kalıyoruz. Geçen yıl, yeni yılı burada karşıladık hatta. Önümüzdeki yıl ise sanırım tamamen Ayvalıklı olacağız. İşime buradan devam edeceğim. Şehir merkezinde ofis olarak kullanabileceğim bir-iki yer baktım. Her ne kadar Andree bana güzel bir çalışma odası yaptıysa da, mesaiye alışmışım. Bekir Coşkun Ayvalık’ta da güne erken başlıyor. -Sabah saat altı-yedi gibi uyanırım. Önce haber sitelerine girer, son gelişmeleri alırım. Gazetede yayınlanan yazımı kontrol ederim. Okur maillerini yanıtlamaya çalışırım. Ardından kıyıya iner, teknede bir sorun var mı, bakarım. Küçük bir marangoz atölyem var. Kahvaltı saatine kadar orada vakit geçiririm. Eski bir kapıyı bir sehpaya, bir banka, bir masaya çevirmek hoşuma gidiyor. Kahvaltının ertesinde günlük gazeteleri okurum. Gazeteler bitince sıra yazımı yazmaya gelir. Yazarken hiç kaprisli değilimdir. Her ortamda ve her şartta çalışabilirim. Bir tek bilgisayara alışmakta zorlandım o kadar. İnsan daktilodan çıkan sesleri arıyor. Ses duymadığınızda harfleri basmadığınız paniğine kapılıyorsunuz. O nedenle ilk zamanlar iki-üç ayda bir klavyeler dağılıyordu. Şimdi iyi bir bilgisayar kullanıcısıyım. Eğer kafamda belli bir konu varsa, yazımı çabuk yazarım. Yazı bittiğinde ise okurlarım gelir. Andree’nin ikramı çaylar, kahveler içilir. Genelde yazarlar hakkında çok az şey bilinir ancak benim okurlarım ailem gibidir. Geçmişimi, Andree’yi, keman çaldığımı bilirler. ‘Pako’yu, ‘Postal’ı, ‘Turna Hanım’ı bilirler. Bizim evde iyi ya da kötü bir şey yaşandığında, öğrenmek onların hakkıdır diye düşünürüm. Kısacası
24
AYVALIK ESNAFI SOKAK HAYVANLARINI GÖZETİYOR, KİMSENİN ONLARA ZARAR VERMESİNE İZİN VERMİYOR
E
vet, hayvanları çok seviyoruz... Herkes de sevmeli. Çünkü bir kedi yavrusunun yaşam hakkının korunduğu bir toplumda çocuklar geceleri açlıktan ağlamıyor demektir. Evde iki köpeğimiz var. ‘Postal’ ve ‘Suşi.’ Ankara’dan bizimle gelir, bizimle giderler. Dışarda ise ‘Kontes’, ‘Çırpı’, ‘Gece’ gibi bir dolu kedimiz, köpeğimiz var. Onları hem biz besliyoruz hem de mahalle sakinleri ilgileniyor. Mamalarını alıyoruz, aşılarını/bakımlarını yaptırıyoruz. Eskiden Ayvalık’ta pek başıboş köpek yoktu. Şimdilerde sayıları çok arttı ama hoşuma giden bir şey var: Ayvalık esnafı sokak hayvanlarını gözetiyor ve kimsenin onlara zarar vermesine izin vermiyor. Geçenlerde Cumhuriyet Meydanı’nda on-on beş köpek gördüm. Hepsinin kulakları küpeliydi. Keyifleri yerindeydi. Çünkü kimse tarafından itilip kakılmıyorlardı. Zaten esnaf böyle bir şeye izin vermez.
gizli-saklı hiçbir şeyim yoktur benim. Örneğin küçük bir operasyon geçirdim, yarım saat sonra bütün Türkiye’nin haberi oldu. GİDEREK POPÜLERLEŞEN AYVALIK’IN BAKİR ALANLARI TEHDİT ALTINDA Geriye dönüp baktığında, utanacağı hiçbir şey görmediğini; heyecan dolu, mücadeleci ve onurlu bir yaşamı olduğunu söyleyen Coşkun, lise yıllarından beri yazmak istediği ancak günlük yazılarından ötürü yazmaya fırsat bulamadığı yeni kitabının yakında raflardaki yerini alacağı müjdesini veriyor. -Bunu ilk kez sizinle paylaşıyorum. Üzerinde yıllardır çalıştığın bu kitap Ayvalık’ta bitecek inşallah. Eylül sonuna yetiştirmeye çalışıyorum. Adı belli elbette! Adı da konusu da çok güzel ama söylemeyeyim, sürpriz olsun!
Bekir Coşkun Cunda’yı, Cunda’daki mahallesini çok seviyor. Komşularının aydınlık, hayvan sever, güzel insanlar olduğunu vurguluyor. Ama Ayvalık’ın bir Bodrum, bir Kuşadası, bir Çeşme ya da Alanya gibi yozlaşmasından, özelliğini yitirmesinden de ‘ölesiye’ endişe duyuyor. Doğal yapının, tarihi dokunun bozulmasından, Ayvalık’ın doymak bilmeyen rant düşkünlerinin pençesine düşmesinden korkuyor. -Ben Ayvalık’ın geçmişini çok iyi biliyorum. Tarih kitaplarından, burada yaşayan yazar-çizerlerden, Belediyenin o güzel dergisinden okudum. Ama asıl merak ettiğim Ayvalık’ın geleceği… Giderek popülerleşen Ayvalık’ın bakir alanları tehdit altında. Özellikle Pateriça, Şeytan Sofrası, adalar, koylar büyük sermayedarların iştahını kabartıyor. Bu tehlike geldiğinde halkın ne yapacağını merak ediyorum. Çünkü sadece yerel yönetimlerin, bir avuç aydının baş edebileceği bir sorun değil bu! Koruma altındaki yerlere herkesin “Bu benim denizim, bu benim balığım, benim ağacım, benim kaplumbağam, benim zeytinim, benim manzaram!” diye sahip çıkması gerekiyor. Yoksa bir bakarsınız, Ayvalık elden gitmiş…
Gidecekler, izleyecekler, dinleyecekler, alkışlayacaklar, “Aferin!” diyecekler, kısacası sahip çıkacaklar. Bekir Coşkun’un ‘Ayda Bir Ayvalık’ okurlarına özellikle iletmemizi istediği bir de mesajı var. -Şimdiye dek söylediklerimi özetlemem gerekirse Ayvalık tarihi dokusu, insanları, doğası, havası-suyu, denizikumu, tabiat parkları, bakir adalarıyla bozulmadan, yozlaşmadan bugünlere gelebilmiş tek yer, elimizdeki tek sığınak. Ayvalık’ı seven herkesi onu korumaya, ona sahip çıkmaya, tek bir çakıl taşını bile rant sevdalılarına kurban etmemeye çağırıyorum.
TEKNEYE ATLAYIP FENERLERE, MİDİLLİ’YE DOĞRU DENİZE AÇILMAYI ÇOK SEVİYORUZ
Ayvalık’ın sosyal-kültürel hayatını çok yakından izleyen biri olarak Bekir Coşkun bu tür gelişmeler yaşandığında Ayvalık’ın rengini de kaybedeceğinden korkuyor. -Burada yaşayanlar ister kentin yerlileri, ister sonradan gelip yerleşenler, ister yazlıkçılar olsun; ister varlıklı, ister dar gelirli olsun, hepsi hayatın içindeler. Kıyıdaki ya da sokak aralarındaki kahvelerde, kafelerde, restoranlarda, gezi teknelerinde, kültürel, sanatsal etkinliklerde hep bir aradalar. Sosyal hayata katılıyor, kentlerinde, ülkelerinde, dünyada neler oluyor, okuyor-izliyorlar. Kimse bana, “Abi! Ne oluyor?” diye sormuyor. “Neden oluyor?” diye soruyor. Hayranı olduğum bir başka şey ise, Ayvalık’a gelen ya da Ayvalık’ta yaşayan herkesin bir diğerinin farklılığına saygı duyması ve burada tek bir renge dönüşmesi ki, ben bütün bu zenginliklerin Ayvalık’ın bir kültürsanat merkezi olma yolunda hızla ilerlemesinde etken olduğunu düşünüyorum. Denizi temizlemek, kentin altyapı sorunlarını çözmek adına adımlar atıldığını görmek sevindirici bir şey. Ne var ki, bir kent sadece bunlarla nefes almaz. Şiirle edebiyatla, sanatla yaşar. Bu anlamda Ayvalık bütün kıyı kentlerimize öncülük ediyor. Bir aracın zar-zor geçebildiği daracık bir sokağa giriyorsunuz, karşınıza bir tiyatro çıkıyor. Büyüleniyorsunuz. Yine o sokaklarda resim, seramik, el sanatları atölyeleri, galeriler var. Yediden-yetmişe herkesin katıldığı bir Türk Sanat Müziği korosu var Ayvalık’ın. Enstrümanlar harika... Solistler harika.... Sosyal, kültürel etkinliklere halkın katılımı muhteşem. Örneğin İsmet İnönü Kültür Merkezi’ndeki söyleşimde salon tıklım tıklım dolmuş, insanlar dışarı taşmıştı. Halkın ilgisi, çevre ilçelerden okurların gelmesi beni fazlasıyla etkilemişti. Ben şuna inanıyorum: Eğer mevcut iktidarlar bir toplum için kültür ve sanatın öneminin bilincinde değillerse ya da bu tür faaliyetler öncelikleri arasında yer almıyorsa, bu görev yerel yönetimlere düşüyor. Bildiğiniz gibi yerel yönetimin elinde para yok. Ama şartlar zorlanarak sanat adına, kültür adına güzel işler yapılıyor. Ayvalıklılara düşense bu etkinlikler sırasında yerel yönetime destek vermek.
B
ekir Coşkun’un Fransız asıllı Türk vatandaşı eşi Andree Coşkun, bir diplomat kızı. Andre Coşkun yıllarca TRT’de çalışmış. Pek çok belgesele yönetmen olarak imza atmış, onlarca ödül almış. Bekir Coşkun evliliklerini şöyle anlatıyor: -Biz seksen darbesinden sonra evlendik. Ben Günaydın Gazetesi Ankara Temsilcisi ve yazarıydım. O sırada sekizinci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal da ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı’ydı. Nikah şahidimiz o olmuştu. Kendi içinde huzurlu, mutlu bir hayatımız var. Andree’yle çok iyi anlaşan bir çiftiz. Çünkü her şeyden önce birbirimizle dost, arkadaş olmayı bildik. Bunu başaramadığınızda evlilikler yürümüyor. Biz her şeyi konuşabiliyoruz, her şeyi paylaşabiliyoruz. İkimiz de hayatı, insanları, doğayı, doğadaki varlıkları seviyoruz. Ayvalık’a, denize olan tutkumuz ortak. Bu nedenle Ayvalık’a ‘temelli’ yerleştiğimizde sıkılacağımızı sanmıyorum. Tekneye atlayıp fenerlere, Midilli’ye doğru denize açılmayı çok seviyoruz. Ayvalık’a her gelişimizde hep Pateriça, adalar etrafındaki eşsiz koylardan birine demirleyip, bütün bir günü orada geçirmek istemişizdir. Şimdiye dek bu hayalimizi bir türlü gerçekleştirme fırsatı bulamadık. Galiba geldiğimizde ilk işimiz bu olacak.
25
Enflasyonun birkaç puan üstünde artış sağlandı
AYVALIK BELEDİYESİ İLE BELEDİYE-İŞ ARASINDA TOPLU SÖZLEŞME İMZALANDI
A
yvalık Belediyesi ile Belediye-İş Sendikası arasında, Ayvalık Belediyesi’nde çalışan 174 kadrolu işçiyi kapsayan görüşmeler sonuçlandı ve toplu iş sözleşmesi imzalandı. Üç yıl süreli sözleşme 15 Eylül 2016 tarihinde uygulanmaya başlayacak. Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerine Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Başkan yardımcıları Gökay Bacan, Uğur Dündar, Belediye-İş Sendikası Şube Başkanı Yüksel Özden, Şube Başkan Yardımcısı Hakan Keskin, Ayvalık Baş Temsilcisi İsmail Yeniköylü, İşyeri temsilcileri Çağlar Kılıç ve Selim Esmer katıldı. Şube Başkanı Özden, “Ayvalık Belediyesi çevre belediyelere göre kısıtlı imkanlara sahip olmasına rağmen enflasyonun birkaç puan üstündeki toplu iş sözleşmesini kabul etti. Sosyal haklarda ciddi artışlar sağlandı. Sayın Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’e emeğe ve emekçiye verdiği değer için Belediye-İş Sendikası olarak teşekkür ediyoruz” dedi. Rahmi Gençer de, imkanları doğrultusunda yapabilecekleri en yüksek zammı yaptıklarını belirtti ve şunları söyledi: “Ayvalık Belediyesi olarak işçi ve emekçinin her zaman yanındayız. Çevre belediyelere oranla, en iyi şartları sunarak emekçimizin yanında olmaya çalışıyoruz. İşçilerimiz her türlü sosyal haklarını fazlasıyla almaya devam edecek. Emekçi kardeşlerime ve çalışma arkadaşlarıma verdikleri destek için teşekkür ederim.”
26
Sergide tümüyle Ayvalık’ı yansıtan fotoğraflar yer aldı
ARA GÜLER, BU KEZ ORHAN PEKER’DEYDİ
12.
Ayvalık KültürSanat Günleri’nin ilk etkinliği olan ve eylül ayı başında Küçükköy Halil Başyazgan Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde düzenlenen ‘Ara Güler’in Objektifinden Ayvalık’ konulu fotoğraf sergisi, sanatseverlerden gelen yoğun istek üzerine 1-18 Ekim 2016 tarihleri arasında Orhan Peker Sanat Galerisi’ne taşındı. Sergide hepsi Ayvalık’ı yansıtan fotoğraflar yer aldı.
Ara Güler uzun ömründe bugüne kadar deklanşöre milyonlarca defa bastı. Kaybolacak nice değeri, görsel olarak kayda geçirdi. Bu nedenle 20. asrın aynası ve bir görsel tarih yazıcısı oldu.
27
D
ergimizin 15. sayısında Almanya’nın Bavyera eyaletine bağlı Roth kenti Belediye Başkanı Ralph Edelhauser’in beraberindeki bir heyetle Ayvalık’a geldiğini, ‘kardeş şehir’ girişimi çerçevesinde Kaymakam Namık Kemal Nazlı ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret ettiklerini duyurmuştuk. Almanya’da yaşayan Dr. İsmail Baloğlu’nun başlattığı girişim sonrası Rahmi Gençer başkanlığında bir heyetin de Roth’u ziyaretiyle, ‘kardeş şehir’ projesinin hayata geçmesi adına ciddi bir adım atıldığını da yine siz okurlarımızla paylaşmıştık. Bütün bu süreçte Dr. İsmail Baloğlu’na yıllardır Almanya’da yaşayan bir Ayvalıklının, Sevinçer Öğmen’in destek olduğunu öğrendik.
Sevinçer Öğmen, ‘Ayvalık’ dediğinizde gözleri yaşaran bir insan. Tam elli bir yıldır Almanya’da yaşıyor. Bütün tatillerini ise hasretini çektiği memleketinde geçirmiş. “Dünyada bir eşi daha yok!” dediği Ayvalık’ı sadece sevmekle yetinmemiş. Onu büyüten,
okutan, eline bir altın bilezik veren Ayvalık’a, mezun olduğu okula vefa borcunu elinden geldiğince ödemeye çalışmış. Örneğin, öğrencilerin ihtiyacı olan bir ders gerecini alıp hediye etmiş. O, ne ‘kardeş şehir’ projesindeki rolünden ne de özellikle okuluna yaptığı yardımlardan söz edilmesinden hoşlanmıyor. “Yazmayın!” diyor.
Sevinçer Öğmen, artık emekli… Çocuklarından, torunlarından ayrılamadığı için Almanya’dan tümüyle kopamadığını söylüyor. Ama istediği zaman Ayvalık’a geliyor. Dilediği kadar kalıyor. Aynı sokağı, aynı mahalleyi, aynı sırayı paylaştığı arkadaşlarıyla gönlünce beraber oluyor. Ayvalık’ı soluyor, mahalle sıcaklığını depoluyor, hasretini gideriyor, kısacası ruhunu besleyip çocuklarının yanına dönüyor. Anne ve babası Midilli’de doğan Öğmen, mübadele sonrası ailesinin önce Burhaniye’ye yerleştiğini söylüyor ve öyküsünü anlatmaya başlıyor...
ALMANYA’DA ÇALIŞMAK ÜZERE 1965 YILINDA AYVALIK’TAN AYRILDI AMA NE ZAMAN AYVALIK GÖZÜNDE TÜTSE, ATLAYIP GELİYOR
-B
abam okumuş adamdı. Türkiye nüfusunun yüzde beşinin eğitimli olduğu yıllarda Burhaniye’de başkâtip olarak göreve başlamış. Uzun süre Burhaniye’de kalmışlar. Derken tayini Ayvalık’a çıkmış. Beş abim Burhaniye doğumludur. Ben Ayvalık’ta dünyaya geldim. Eskiden herkesin bir lakabı vardı Ayvalık’ta. Bize de ‘Katip Osman’ın oğlanları’ derlerdi. Evimiz Barbaros Caddesi üzerindeydi. Vali Azmi Bey’in evi diye anılan sarımsak taşından yapılma binanın tam karşısında oturuyorduk. Günüm, sokakta oynayarak geçerdi çünkü ben çocukken televizyon filan
28
yoktu. Akşam ezanının ardından annelerimiz bizi alır, sahile inerlerdi. ‘Yatsı’ okunana dek büyükler çay içip sohbet eder, bizler saklambaç oynardık. Sinemaların açılmasıyla birlikte hayatımız birdenbire renkleniverdi. Yaz akşamları açık havada film seyretmenin keyfi bambaşkaydı. Ferah, Yalı, Kulüp sinemalarına giderdik. Naci Bey’in sinemasıysa kışlıktı. Pazar sabahları saat 10.00’da öğrenci matinesi yapar, hep yabancı film oynatırdı. Kadınlar matinesi öğleden sonraydı. Hava bozduğunda hasada gidemeyen genç kızlar da Naci Bey’in sinemasına gelirdi. Abimle yine sinemaya gittiğimiz
bir gündü. Filmin tam orta yerinde birileri geldi, abimle beni salondan dışarı çıkardı, bize babamızın görevi başındayken felç geçirdiğini söyledi. Babamı Hükümet Konağı’ndan alıp eve getirmişlerdi. Eski Kız Sanat Okulu o zamanlar Hükümet Konağı’ydı. İki taraftan merdivenle çıkılırdı. Babamın hastalığı süresince epey sıkıntı çektiğimizi hatırlıyorum. Annem onu ayağa kaldırmak için her çareye başvurdu. Tıbbın yetersiz kaldığı noktada ise hocalardan yardım istiyordu. Soma’dan gelen hocalar tam üç ay Ayvalık’ta kaldılar. Üç ay boyunca evde namaz kıldılar, okudular, üflediler ama
babam bir türlü iyileşemedi. Annem o günlerde yatak yüzü görmedi, desem yeridir. PERŞEMBE GÜNLERİ MAHALLEMİZİN PAZARDAN DÖNEN YAŞLILARINI KARŞILAR, ELLERİNDEKİ FİLEYİ ALIR, KAPILARININ ÖNÜNE KADAR TAŞIRDIK Tabii babamın sağlığında belli bir hayat standardımız vardı. Belli bir mal varlığına sahiptik. Bolluk, refah içinde yaşıyorduk. Fakat artık dikkatli olmamızı gerektiren sıkıntılı günler kapımızdaydı. Astsubay olan Dinçer abim Sinop’a atanınca babamı da alıp onun yanına gittik. Babam orada, elli üç yaşında vefat etti. Biz Ayvalık’a döndük. Ben yedi yaşındaydım. Fethiye Mahallesi’nde, Rehabilitasyon Merkezi’nin yakınlarında bir ev aldık ve oraya yerleştik. Bana ve reşit olmayan abime yetim maaşı bağlandı. Diğer abilerim büyüktü. Hayatlarını kurtarmışlardı. Biri Vakıflar’da çalışıyordu, diğeri Bergama’da terziydi. Dinçer subaydı. Nevzat TRT’de memurdu. Bense bir hayli küçüktüm. Sanırım bu nedenle baba sevgisine, şefkatine hep özlem duydum. Babamı toprağa verdiğimiz yıl annem beni Cumhuriyet İlkokulu’na yazdırdı. Mali açıdan pek de iyi durumda olmadığımız için ilkokul bitince sanat enstitüsüne girdim. Ortaokula, liseye hali-vakti yerinde olan ailelerin çocukları giderdi. Benimse bir an önce hayata atılmam
gerekiyordu. Her şeye rağmen sanat enstitüsünde çok güzel, çok keyifli yıllar geçirdim. Bizim arkadaşlıklarımız da, dostluklarımız da bir başkaydı. Bugün kıyıdaki kahvelere çıktığımızda hala birbirimizi tanır ve severiz.
İki ağabeyimi istihdam ettikleri için beni Vakıflar’a da almadılar. Çoğu arkadaşım gibi ben de işsiz kalmıştım. Şimdiki Avis’in üst katı o zamanlar gençlik lokaliydi. Orayı sabah sekizde biz açar, gece on ikide yine biz kapatırdık.
Ayvalık da bir başkaydı eskiden. Küçüktü ama neşeli bir yerdi. Büyük küçüğünü sever, küçük büyüğünü sayardı. Perşembe günleri mahallemizin pazardan dönen yaşlılarını karşılar, ellerindeki fileyi alır, kapılarının önüne kadar taşırdık. Bize verilen aile terbiyesinin gereğiydi bu. Bizden sonraki gençler de yaşlılarımıza hizmet etmeyi sürdürdüler ancak ne yazık ki bugün aynı duyarlılığı göremiyorum. Bu beni üzüyor. Hele hele otobüslerde yaşlılara yer vermeyen gençlere rastladığımda inanın çok yadırgıyor ve rahatsız oluyorum. Neyse…
En azından harçlığımı çıkaracağım bir iş arıyordum. Altınoluk’taki bir yağ fabrikasına katip kadrosundan girdim. İlk sigorta numaramı orada aldım. Zeytin zamanı fabrikalarda gençler gavata, teneke taşımacılığı, yağ dolumu gibi geçici işlerde çalışırlardı. Benim görevim ise bu işçilerin kartlarını basmak, puantajlarını tutmaktı. Fabrikanın Kutsi adında mükemmel bir ustası vardı. Kutsi ustayla birlikte kazan dairesinin yanında gecelerdik.
1965 YILINDA AYVALIK’TAN AYRILDIM. KARLI, SOĞUK BİR KIŞ GÜNÜ HAMBURG’A AYAK BASTIM 1964’te enstitüden birincilikle mezun oldumsa da iş bulamıyordum. Zira Ayvalık, mesleki anlamda açılım yapabilecek konumda değildi. Bizler de tıpkı babalarımız gibi ya postaneye, ya vergi dairesine, ya bir bankaya memur olarak girecek ya da kendi işimizi kuracaktık. Bunlardan hiçbirini yapamıyorsak Ayvalık’ı terk edecektik. Kendime iş yeri açacak durumum yoktu. Memuriyet imkansız görünüyordu.
Hasatla birlikte benim fabrikadaki görevim de bitmişti. Almanya’dan başvuruma yanıt beklerken otel işleten abime yardım ederek zaman geçiriyordum. Nihayet haber geldi ve ben Almanya’da bir torna fabrikasında çalışmak üzere 1965 yılında Ayvalık’tan ayrıldım. Karlı, soğuk bir kış günü Hamburg’a ayak bastım. Bütün şehir bembeyazdı. “Asla burada kalamam!” dediğim bu kenti zamanla sevdim. Eşimle de orada tanıştım. Evlendik ve Nürnberg’e taşındık. İnşaat sektörüne hizmet veren bir firmada işe girmiştim. Tam otuz altı yıl aynı iş yerinde çalıştım. Bugün sahip olduğum her şeyi o firmada geçen otuz altı yıla borçlu olduğumu düşünürüm hep. Çok çalıştım. Dürüst çalıştım. İnsanın canını yakan bir memleket özlemiyle çalıştım. Sekiz yıl önce emekli oldum. Dediğim gibi çocuklar, torunlar nedeniyle kesin dönüş yapamıyorum henüz. Sağlık sorunlarım da bir başka etken ama ne zaman Ayvalık gözümde tütse, atlayıp geliyorum, istediğim kadar kalıyorum. Bundan daha büyük bir mutluluk olamaz benim için. Ayvalık doğasıyla, dokusuyla, insanıyla güzelliği bitmeyen, eşsiz bir yer.
29
Badavut ve çevresindeki tüm yollar bu kış tamamlanacak
Çalışmalar iki hafta içinde tamamlanacak
2017 YILINDA 350.000 METREKARE YOL YAPILACAK
A
SARIMSAKLI’DA YOL YAPIM ÇALIŞMALARINA BAŞLANDI
yvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü Küçükköy Mahallesi Mecit Ataklı Sokak, Simpaş Sitesi’nde kilit parke döşenmesine başlandı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, çalışmaları başkan yardımcısı Figen Güren’le birlikte izledi. Söz konusu alanda yaklaşık iki bin metre yol yaptıklarını ve çalışmaların iki hafta içerisinde tamamlanacağını söyleyen Rahmi Gençer, “Burada uzun yıllardan beri süregelen bir sel sorunu yaşanıyor. Biz bunu çözeceğiz. Bu çalışmalarla birlikte, Lunapark ile Badavut arasında yer alan tüm yollar yapılmış olacak. Ayrıca bölgede çevre düzenlemesi de gerçekleştireceğiz” dedi.
A
yvalık’ın, denizi ve kumsalıyla dünya çapında özellikler barındıran turizm bölgesi Sarımsaklı’da, Yonca Sitesinde yapılan saha çalışmasıyla birlikte 2017 yılı programı şekillendi. Yasal sürecin en kısa sürede başlatılmasıyla birlikte harekete geçilecek ve Ayvalık’taki yol yapım çalışmaları önümüzdeki yıl içinde bitirilmiş olacak. Öte yandan, içinde bulunduğumuz kış mevsiminde Badavut mevkiinde bulunan tüm yollar tamamlanacak.
Ayvalık bir huzur kentidir
RAHMİ GENÇER PİR SULTAN ABDAL DERNEĞİ’NİN ORUÇ AÇMA YEMEĞİNE KATILDI
M
uharrem ayının 6. günü oruç açma yemeğine Belediye Başkanı Rahmi Gençer, yardımcıları Gökay Bacan ve Uğur Dündar’la birlikte katıldı. Gösterişten uzak, sade bir ortamda gerçekleşen yemek sırasında Rahmi Gençer, Ayvalık’ın bir huzur kenti olduğunu belirterek birlik ve beraberlik içinde yaşamanın önemini vurguladı.
30
Fotoğraf: Göksel Kantarcı
31
Akademik Bakış
Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
T
Bir turizm sezonu daha biterken Ayvalık…
urizm, turistik bölgelerde yaşayan yerel halk üzerinde büyük bir etkiye sahip. Yerel halk için önemli bir gelir ve istihdam kaynağı. Turizm, temelde bir bölgenin toplumsal yapısı, doğal ve kültürel mirasına bir tehdit durumu da yaratabilir. Bu çerçevede; Türk turizmi içinde özgül bir ağırlığı olan ve ağırlıklı olarak iç turizm anlayışının egemen olduğu bölgemizde Foça, Bergama, Dikili, Ayvalık, Burhaniye, Akçay, Edremit ve Altınoluk yöreleri ön plana çıkan ilçeler. Bu bölgelerde yaygın olarak kitle turizmi ve kum-deniz-güneş orjinli yabancıların oluşturduğu bir turizm modeli yok. Bu ilçeler arasında Ayvalık, doğal güzellikleri, plajları, tarihi ve kültürel mekânları, iklimi ve adalarıyla birlikte turizm potansiyeli yüksek yörelerden biri. Doğal güzelliklerinin yanı sıra Ayvalık merkez ve Alibey (Cunda) adasındaki neo-klasik sivil mimari örneklerinin oluşturduğu kent dokusu bu yörenin turizm arzını zenginleştiriyor. Esas itibariyle ilçe açık bir müze görünümünde. Ayvalık ağırlıklı olarak iç turizm faaliyetlerinin yoğun olduğu popüler bir destinasyon. Bir ülkenin turizm gelişme sürecinde sadece dış turizme bağımlı kalmaması pek çok ekonomist tarafından öneriliyor. Her ekonomik faaliyette olduğu gibi turizmde de kendi iç dinamiğine dayanmayan bir gelişme sağlıklı olamaz. İç turizm akımları endüstrinin gelişme dinamiğini oluşturur. Fakat, özellikle Ayvalık, turizmin disiplin altına alınabilmesi için dış turizme açılmalı. Çünkü dış turizm rekabettir, kıyaslamadır, bol kazançtır; fakat aynı zamanda çevreye, yaşama ve ekolojik dengeye saygıdır. Bu nedenle bölgeye daha çok yabancı turistin gelmesi yöre turizmine hem dinamizm kazandıracak hem de disiplinli bir süreci başlatacak. Ayvalık; Türk turizminde 2016 yılında oluşan ciddi daralmadan etkilendi ve özellikle 15 Temmuz sürecinden sonra adeta boşaldı. Çünkü bu bölgede ağırlıklı olarak Türkiye’nin farklı il ve ilçelerinden gelen yerli tatilciler seyahat ve tatil rezervasyonlarını iptal ederek memleketlerine döndü ve konaklama işletmelerinin 1-2 gün içinde doluluk oranları yüzde 80-90’lardan yüzde 1020’lere kadar indi. Bu düşüş; Ayvalık ve Cunda’da son yıllarda sayıları her geçen gün hızla artan butik otellerde de yaşandı. Bu işletmeler Hükümetin yılın ilk çeyreğinde uygulamaya koyduğu Turizm Teşvik kapsamına zaten sokulmamıştı. 3-4 aylık bir sezonluk anlayışla otel kiralayan veya satın alan otel sahipleri bugün ciddi bir mali kriz ve borçlarını ödeyememe noktasına gelmiş durumda. Sezon içerisinde yaşadığımız Ramazan ve Kurban bayramlarındaki yüksek doluluk oranları da mevcut otellerin ödemelerine ciddi katkılar sağlamadı. Bu işletmelerin Hükümetin yılın başında uygulamaya soktuğu Turizm Teşvik kapsamına (bu kapsam genişletilerek) dahil edilmesi gerekiyor. Çünkü bu tür otellerin yöre turizmine önemli katkıları var. Yörenin bu anlamda marka imajına önemli katkılar sağlayan ve ‘çevreci oteller’ olarak algı oluşturan butik oteller; satış ve pazarlama konusunda da bölge turizminde yadsınamayacak bir ağırlığa sahip. Marka değeri yüksek olan ve ciddi anlamda otellerin içinde ve dışında ekolojik uygulamaları bulunan ve bu uygulamalarıyla bölgede farkındalık yaratan işletmelerin sayısının artması için bu destek şart. Önümüz kış... Kıştan önce 4-6 Kasım 2016 tarihlerinde Ayvalık
32
Belediyesi ve Ayvalık Ticaret Odası tarafından bu yıl 12’ncisi düzenlenecek Hasat Günleri var. Bu tür etkinliklerin sayısını Ayvalık’ta artırabilirsek ve ulusal boyuttan uluslararası boyuta taşıyabilirsek sezonu 3-4 aylık bir süreden 7-8 aylık bir süreye uzatmış oluruz. Ayrıca; bu tür çalışmalar Ayvalık ekonomisine katkı sağlayarak, katma değer yaratarak ve turizm işletmelerindeki istihdamı bütün bir yıla yayarak etkisini artıracaktır. 12’nci kez yapılacak Hasat Günleri programı oldukça dolu ve yeni yeni güncel konular ve konuklarla hazırlıklar sürüyor. Bu çerçevede, her iki başkanımızı da tebrik ve takdir ediyoruz. Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen ve artık Ayvalık’la anılan Engelliler Şenliği'ni de büyük bir heyecan ve coşku ile bitirdik. Ayvalık’ta bu anlamda güzel şeyler de oluyor diyebiliriz. Bir diğer etkinlik Eylül ayının ilk haftasında gerçekleştirilen Ayvalık Kültür ve Sanat Günleri’ydi. O program da gelen konuklar ve yerel halkın katılımı ile muhteşemdi. Sıra geldi günün sorusuna... “2017’ye Ayvalık nasıl ve ne yaparak hazırlanmalı?” Bu soruya cevabımız, ”Ayvalık güçlü yönlerini öne çıkararak hazırlanmalı” olacaktır. O halde ikinci bir soruyu da sormamız gerekiyor: “Ayvalık’ın turizm açısından güçlü yanları nelerdir?” İşte cevaplarımız: Ulaşım ve altyapıda güçlü yanları • Bölgenin ana artel yolları Ayvalık’tan geçmektedir. Bölgedeki tek gümrüklü liman Ayvalık’tadır. Bölgenin tek yat limanına sahiptir. Edremit ve İzmir havaalanlarına yakındır. • Balıkesir DDY istasyonu ulusal ağla bağlantılı olarak hizmet görmektedir. • Ayvalık belde ve köy yol ağları asfalt ve açıktır. Plajlara toplu taşıma ulaşımları vardır. • Trafik kontrolü ve yönetimi eğitimli polis teşkilatınca yürütülmekte; belediyeler destek vermektedir. Güçlü gezi motorları filosu vardır. • Bölgede otel işletmeciliği moda bir kavram olan ‘butik otel işletmeciliğine’ doğru kaymaktadır. Cunda yerleşkesi güçlü bir marka olarak ortaya çıkmaktadır.
-Turizm çeşitliliği, planlama ve pazarlamada güçlü yanları • Kültürel yönden zengin alt yapıya sahiptir. Sanatsal değeri yüksek konutlar ve dini yapılar mevcuttur. Ulusal ve uluslararası sanatsal çalışmalara ve kişiliklere sahiptir. • Belediyelerce yürütülen kültürel amaçlı festival ve çalışmalar mevcuttur. Kültür ve sanat amaçlı sivil toplum kuruluşları vardır. • Yunanistan adalarıyla ortak kültürel değerler ve etkileşimler mevcuttur. Ulusal ve uluslararası özel kültür ve sanat okulları vardır. Halk kütüphanesi ve uluslararası ünde özel kütüphane vardır. Özel tiyatro grupları vardır. • 2000 kişilik anfi tiyatrosu vardır. Belediye, Ticaret Odası ve otellerin uygun toplantı ve sergi salonları vardır.
• Dünyada sadece İtalya’nın Portofino kenti ve Balıkesir’in Ayvalık ilçesi açıklarında bulunan kırmızı mercanlar, su altının büyülü dünyasını tanımaya çalışan dalgıçların yoğun ilgisini çekmektedir. Ayvalık’ın su altı zenginlikleri hakkında son yıllarda yerli ve yabancı dalgıçların ilçeye büyük rağbet gösterdiğini söyleyebiliriz. • Kültür turizmi noktasında; Ayvalık merkez ve Ali Bey adasındaki neo-klasik sivil mimari örneklerinin oluşturduğu kent dokusu turizm arzını zenginleştirmektedir. Cunda adasında ve Ayvalık şehir merkezinde “old city” denilen mekanlarda tescilli 1780 adet tarihi bina vardır. Bu binaların restore edilmesi ve sokak iyileştirmelerinin yapılması bambaşka bir turistik ürünün ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu ürünün adı kültür turizmidir. • Gastronomi turizmi, dünya çapında ve özellikle Avrupa ülkelerinde Akdeniz mutfağı ile çok fazla gündeme gelmektedir. Türkiye mutfak yapısıyla Akdeniz kültürünün gastronomik hazinesine sahip önemli ülkelerden biridir. Coğrafi ve çevre koşulları ile Kuzey Ege Bölgesi, Akdeniz mutfak kültürünün yaşatıldığı ender yerlerden biridir. Türkiye’de Akdeniz mutfağının önemli bir göstergesi olan Kuzey Ege Bölgesi ve bu bölgenin içinde yer alan Ayvalık mutfağı; gastronomi turizmi açısından ön plana çıkmaktadır. Ayvalık ekonomik, politik, kültürel faaliyetler açısından geçmişten günümüze kadar bir değişim süreci geçirmiş, bu durum kültürel faaliyet olarak değerlendirilen ‘mutfak kültürünü’ de etkilemiştir. Rum halkının yanı sıra Balkanlardan göç eden Müslüman halkların kültürleri yemek kültürüne de yansımıştır. Bulgar, Boşnak, Girit ve Midilli kültürlerinden etkilenen Ayvalık mutfağının yemek çeşitliliği, tat ve lezzet zenginliği, otantik ve yenilikçi damak zevklerini ortaya koymaktadır.
Bu sayımızda sıra Ayvalık’ta çekilen en eski filmlerden birinde… 1960 yılı yapımı ‘Yak Bir Sigara’dan söz ediyoruz. Çok başarılı bir yapım olduğu söylenemez. Bizim için önemli olan yanı, 56 yıl öncesinin Ayvalık’ından yansıttığı görüntüler. Film akıp gittikçe Ayvalık’ın kıvrımlı sokaklarından geçiyoruz. Tımarhane adasına bakıyoruz. Şeytan Sofrası’na çıkıyoruz. Sabuncugil fabrikasına giriyoruz. Şehir Kulübü’nü hatırlıyoruz. ‘Koca Cömert’ adlı tekneye biniyoruz. Ve Ayvalık’ta çekilen bütün filmlerde olduğu gibi ‘tanıdık’ yüzlere ‘merhaba’ diyoruz.
AYVALIK İTFAİYE AMİRİ ‘GANA KEMAL’ MUZAFFER NEBİOĞLU’NA ÖYLE BİR TOKAT ATIYOR Kİ, ANCAK USTA BİR AKTÖR BU KADAR BAŞARI GÖSTEREBİLİR
• Ayvalık turizmine katma değer yaratan bir güzel uygulama da yerel hediyelik eşya üreten atölyelerin sayısının her geçen gün artmasıdır. Eski, dar ve nostaljik sokak aralarında faaliyet gösteren bu atölyeler yerel istihdama ve yöresel ekonomiye ciddi katma değer yaratmaktadır. Bu çerçevede gelecek vaat eden bir diğer lokasyon da Küçükköy’dür. Bu yerleşkede sanat, seramik ve çini atölyelerinin sayısı her geçen gün artmaktadır. Sonuç olarak; bugün tüm dünyada, özellikle Akdeniz bölgesinde her şey dahil sistemi; oteller, yöresel ekonomiler ve nitelikli işgücü açısından ciddi sıkıntılar oluşturmaktadır. Bu bağlamda, özellikle internet yardımıyla artık alternatif konaklamada amaç daha nitelikli turisti çekmektir. Yine önemli tatil siteleri yardımıyla (tripadvisor, booking.com, tripbase ve travelife gibi) internetten gideceğiniz sokağa kadar her yeri görebileceğiniz (google.map gibi) portallar yardımıyla tatil yeri bulma, seçme ve satın alma işlemi oldukça kolaylaşmıştır. Diğer bir deyişle; tatil bireyselleşmiş ve aynı zamanda özgürleşmiştir. Bu tüketici grubuna dahil olan tatilciler önümüzdeki onlu yıllarda özelikle sosyal medyanın da katkısıyla artacak gibi görünmektedir. Bu eğilimin bir diğer artma nedeni ise; mobil teknolojilerdir. ‘Milenyum gençliği’ olarak tanımlanan grupların mobil teknolojilere talebi her geçen gün artmaktadır. Bu gruplar; bağımsız hareket etmekte, sosyal medyayı ve mobil teknolojileri çok iyi kullanmakta ve çevreye duyarlı uygulamaları aramaktadırlar. Bu talebi gören, turistik destinasyonu ve konaklama işletmelerini özellikle ekolojik uygulamalara açan yerel yöneticiler ile otel müdürleri bu sektörün yeni moda markalarını oluşturacaktır diyebiliriz.
İ
kinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945 yılını izleyen dönemde Türk sinemasında üretilen film sayısı giderek arttı. Filmler, seyirci tercihleriyle doğru orantılı olarak kendini gösteren ekonomik oluşumların da etkisiyle belli bir form yakaladı. Sonuçta, bir yandan ‘gişe gelirleri sağlam’ Mısır filmleriyle Amerikan macera ve güldürü filmleri öne çıktı, bir yandan da Türk sinemasının kendi köklerinden kaynaklanan edebiyat uyarlamaları ve tarihsel filmler ağırlık kazandı. Sonraki dönemde işler yine aynı çizgide ilerledi.
1950’li yıllardan itibaren Türk sinemasında hem istihdam arttı hem de daha çok film yapılır oldu. Art arda gösterime giren filmler Türk sinemasının üretim açısından ‘Altın Çağı’ olarak nitelendirilebilecek 196075 yıllarının temellerini hazırladı. Örneğin, Kültür Bakanlığı’nın verilerinden 1960 yılında Türkiye’de
‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹‹
33
ancak bunu bilmiyor. Doktorun, ressamı neşeli kiracılarının evine yerleştirmesinin nedeni, hiç değilse son günlerini mutluluk içinde geçirmesini sağlamak... Dediğimiz gibi, hepsi de iyi yürekli insanlar olan beş kafadar, ‘günleri sayılı’ ressamı neşelendirmek için ellerinden geleni yapıyor. Ne var ki, evin yeni sakini son derece içe dönük bir insan. Konuşmayı sevmiyor ve kimseyle samimiyet kurmuyor. Onunla sağlıklı bir iletişim geliştirebilen tek kişi ‘pavyon kadını’ Selma oluyor. Ressam, Selma’dan etkileniyor ve bu çekici kadına aşkla bağlanıyor. Selma da ona ilgisiz değil. Ancak, bir gün ressama bir haftalık ömrünün kaldığını söyleyiveriyor. Filmin sonu oldukça trajik... Selma, çalıştığı pavyonun kendisine rahat vermeyen sahibini öldürüyor. Suçu ressam üstleniyor ve teslim olmak üzere Ayvalık Emniyet Amirliği’ne gidiyor. Bu arada, ömrü için biçilen altı hafta dolduğundan, Ayvalık’ın simge binalarından olan ve yakın zamanlara kadar Kız Meslek Lisesi’ne ev sahipliği yapan ama filmde Emniyet Amirliği olarak karşımıza çıkan binanın arka cephesindeki merdivenlere yığılıyor. O sırada beş arkadaş ile Zeynep ve Selma da oraya geliyor. Yerde sırt üstü yatan ressam bir sigara yakıyor ve son nefesini veriyor. Geride kalanlar göz yaşlarına boğuluyor; 100 dakika uzunluğundaki film hıçkırıklar arasında sona eriyor. ŞEYTAN SOFRASI, KIVRIMLI SOKAKLAR, SABUNCUGİL FABRİKASI, ‘KOCA CÖMERT’ ADLI TEKNE, ŞEHİR KULÜBÜ... HEPSİ BU FİLMDE!
81 filmin çekildiğini öğreniyoruz. Bu filmlerden biri de yapımcılığını İlhan Filmer’in, senaristliğini ve yönetmenliğini Agah Hün’ün üstlendiği ‘Yak Bir Sigara’ydı. 35 mm tekniğiyle siyah-beyaz çekilen filmin müziklerini Nedim Otyam yapmıştı; görüntü yönetmeni Ali Yaver’di. YALNIZ VE MUTSUZ RESSAM SADECE 6 HAFTALIK ÖMRÜNÜN KALDIĞINI BİLMİYORDU Bütünüyle Ayvalık’ta çekilen ve ‘dram/gerilim’ türünde değerlendirilebilecek ‘Yak Bir Sigara’, en kısa şekilde söylersek, hasta ve ölüme mahkum bir ressamı, hayatının son günlerinde neşelendirmeye çalışan ‘iyi ruhlu’ insanların öyküsünü anlatıyor. Filmin baş kahramanları yoksul ama neşeli beş arkadaş (Reha Yurdakul, Hakkı Haktan, Cevat Kurtuluş, Ersun Kazançel, Osman Zıt)… Hepsi aynı evde yaşıyor. İkisi Sabuncugil fabrikasında çalışırken, diğer üçü avare bir hayat sürüyor. Onlara yemek, çamaşır gibi ihtiyaçlarında, hayatını dikiş dikerek kazanan üst kat komşuları Zeynep (Muhterem Nur) yardımcı oluyor. Zeynep’in ablası Selma ise (Muzaffer Nebioğlu) bir gazinoda çalışıyor. Şarkıcı ve dansöz. Çok şımarık bir tip. Ev halkını küçük görüyor, kimselere yüz vermiyor. Ev sahipleri olan doktor (Muammer Gözalan) günlerden bir gün, beş arkadaştan bir hastasını (Agah Hün) evlerinde bir süre misafir olarak ağırlamalarını istiyor. Adam ressam; çok yalnız ve fazlasıyla mutsuz biri... Kaza geçirmiş ve bir böbreğini kaybetmiş. İkincisi de iflas etmek üzere... Sadece altı haftalık ömrü kalmış,
34
Yönetmen Agah Hün, ‘Yak Bir Sigara’yı daha çok kapalı mekanlarda çekmiş. Usta işi bir film olduğunu söylemek biraz zor... Senaryosunda bir oturmamışlık, bir dağınıklık var. Sanki biraz aceleye gelmiş. Işık konusu da fazla önemsenmemiş. Kurgu oldukça sorunlu. Bütün bunlar bir kenara, film bizi daha çok 1960 yılının Ayvalık’ından kesitler sunduğu için ilgilendiriyor. Yönetmen Tımarhane adasını çok sevmiş olmalı ki, bu ‘tipik’ adayı bütün güzelliğiyle perdeye yansıtmış. Filmde yer yer Şeytan Sofrası’nı ve kıvrımlı Ayvalık sokaklarını da görüyoruz. Sabuncugil fabrikasının preslerini, ‘Koca Cömert’ adlı tekneyi, Şehir Kulübü’nü izliyoruz. Dahası, Ayvalık’ta çekilen bütün filmlerde olduğu gibi ‘tanıdık’ yüzlerle karşılaşıyoruz. Kentimizde yıllarca itfaiye amirliği yapan ve futbolcu olarak da adından söz ettiren ‘Gana Kemal’ lakaplı Kemal Tunçmen bunların başında geliyor. Kendisi, pavyon kadınını canlandıran Muzaffer Nebioğlu’na filmin bir sahnesinde öyle bir tokat atıyor ki, usta bir aktör ancak bu kadar başarı gösterebilir. Uzun yıllar Kulüp sinemasını çalıştıran Necmi Bey ile İngiltere Sarayı’nda bile yemek pişiren aşçı Fahrettin Orcan’ı da pavyon müşterisi olarak izlediğimizi ekleyelim.
1918-1990 yılları arasında yaşayan ve zamanının çok yönlü sanatçıları arasında anılan tiyatro/sinema oyuncusu, yönetmen ve senarist Agah Hün aynı zamanda usta bir seslendirmeciydi.
TIPKI OYNADIĞI FİLMLERDEKİ GİBİ SIKINTILI, UMUTSUZ VE YALNIZLIK DOLU YILLAR YAŞADI
M
uhterem Nur, Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç eden bir ailenin kızıydı. Uzun yıllar fabrika işçisi olarak çalıştı. Sonra filmlerde görünmeye başladı. 1950’li ve 1960’lı yıllarda oynadığı filmler hasılat rekorları kırdı. Türk sinemasının ülkemizin her yerinde tanınan ilk ve gerçek starı oldu. Daha çok, kent soylu kadın tipinin dışına çıkarak; ezilen, haksızlığa uğrayan kadınları canlandıran Nur bu özelliğiyle Yeşilçam’ın en çok ağlayan, en çok ağlatan, ‘mendil parçalatan’ kadını olarak tanındı. Memduh Ün’ün yönettiği, Fikret Hakan ve Semih Sezerli gibi dönemin güçlü oyuncularının yer aldığı ‘Üç Arkadaş’ (1958) ününe ün kattığı film oldu. Muhterem Nur’un özel yaşamı da oynadığı filmlerdekinden farksızdı. Sıkıntılı, umutsuzluklarla ve yalnızlıklarla dolu günlerden geçti. Bonoyla çalışan film şirketlerinin çalışma ve ödeme şartlarından bıkınca 1965 yılından itibaren sinema çalışmalarını azalttı. Dansöz olarak sahneye çıktı. 1967’de bu kez şarkıcılığı denedi. Giderek daha küçük gazinolarda ve turne ekiplerinde şarkı söyledi. Arabesk müziğin büyüklerinden Müslüm Gürses’le tanışmasıyla hayatında yeni ve huzurlu bir dönem başladı. İki sanatçı 1985 yılında evlendi. Muhterem Nur, şu günlerde 90’ına merdiven dayamış ‘emekli’ bir sanatçı olarak gözlerden uzak bir yaşam sürdürüyor.
35
Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN
Dört Nesil Ayvalık...
G
eçmişe özlem mi diyelim, atalarının yaşamını merak mı diyelim, koleksiyon yapanlar hep bir şeyler toplar. Her şeyi biriktiren hiçbir şey biriktirmemiş olur. Koleksiyon sadece toplamakla, satın almakla oluşmaz. Emekle, bilgi ve araştırmayla olur. Neyi, niçin istediğinizi bileceksiniz. İşte o zaman koleksiyon için eksik bir parça bulduğunuzda onu elde etmenin maddi bir değeri yoktur. O parçayı elde etmek için hiç düşünmeden büyük meblağları gözden çıkarabilirsiniz. Bu iyi bir koleksiyona sahip olmanın ilk şartıdır. Kimi düşük kimi yüksek değerlerle alınmış ama konusunda tek olan koleksiyonlara paha biçilemez. Ayvalık hakkında eski fotoğraflar, kartpostallar, pullar, damgalar, paralar, belgeler toplayan birçok koleksiyoner bulunuyor. Ben dahil olmak üzere Efemera denilen ve günlük hayata dair, ıvır-zıvır, kısa ömürlü küçük ve geçici belge niteliğindeki tüm materyalleri düzensiz olarak toplayanlar da koleksiyoner olarak tanımlanabilir. Oysa işin aslında koleksiyoner, bir Efemerist bile olsa ürünleri belli konu üzerinde yoğunlaşarak topluyorsa ve o konu veya konular üzerinden bilinçli koleksiyon oluşturuyorsa iyi bir koleksiyoner olmuştur. Ayvalık’la ilgili ciddi koleksiyonları olanları anımsarsak; Faruk Ergelen, Mehmet Müjdat Soylu, Mehmet Salim Kaptan ilk akla gelen isimler. Bu değerli büyüklerimiz Ayvalık üzerine araştırma yapanların adeta başvuru kaynağı. Özellikle Ayvalık’la ilgili eski fotoğraflar, kartpostallar, bazı eski belgeler arıyorsanız adres yukarıda isimlerini saydığım koleksiyonerlerdir.
zorluklarından kısaca bahsettim. Ayvalık tanıtımına katkı sağlayan, yurt içinde ve yurt dışında sergilere katılarak, ödüller alarak kentini gururlandıran başarılı bir koleksiyoner ve Ayvalık sevdalısı daha var: Aynı zamanda ödüllü bir filatelist olan Serdar Yazgan. Filateli veya pulculuk kısaca posta pullarıyla ilgilenmek demek. Filateliyle uğraşanlara Filatelist denir ve posta pulu, ilk gün zarfı, özel gün damgası, antiye, posta tarihi ve posta damgalarıyla ilgilenirler. Bir pul koleksiyoncusu ise hem filatelist olup hem de biriktirendir. Bir koleksiyoner pul koleksiyonunu belli bir döneme dayandırıyor ve o bilinçle toplama yapıyorsa koleksiyonu daha nitelikli olacaktır. Serdar Yazgan ülkemizi yurt içinde ve dışında katılmış olduğu sergilerde ‘Geleneksel’ kategoride başarıyla temsil etmiş bir koleksiyoner. ‘Cumhuriyet Koleksiyonu’ ile katıldığı filateli sergilerinde birçok ödüller kazandığını biliyoruz. Serdar Yazgan’ın Cumhuriyet Koleksiyonu 1920-1939 dönemini konu ediniyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluş dönemiyle (1920-1923) başlayan koleksiyon, ilk kez 1924 yılında tedavüle çıkan ‘Lozan Antlaşması’ serisiyle devam ediyor, 1939 yılında ‘Atatürk’ün Ölümünün 1. Yıldönümü’ serisiyle sona eriyor. Hedef dönem aralığındaki koleksiyonda örnek pullar, hatalı basılmış pullar, postada kullanılan zarflar, dokümanlar, antiyeler, özel hatıra damgaları yer alıyor.
Serdar Yazgan 3 Kasım 2016 tarihinde PTT’nin desteğiyle Filateli Dernekleri Federasyonu tarafından İzmir Narlıdere Huzurevi’nde düzenlenecek Milli Pul Sergisi’ne iki kategoride katılacak. Ayvalık ürünleri çok pahalı. Bunu iki sebebi var: Hem çok talep Katılımcılara sergide en fazla sekiz pano veriliyor. Serdar Beyin görüyor hem de günümüze ulaşabilen ürün sayısı çok az. Bu Cumhuriyet Koleksiyonu, yüzden Ayvalık’la ilgili Geleneksel kategoride materyal toplayanların sekiz panoda ziyaretçilere işi bir hayli zor. Ayvalık’ta sunulacak. Yine aynı kurulan Bit Pazarı, ekim sergide Tematik kategoride sonunda kapanıncaya üç panoda ‘Dört Nesil kadar her cumartesi Ayvalık’ konulu koleksiyonu düzenli olarak müşterilerini ilk defa sergilenecek. Dört ağırladı. Bu pazarı birkaç Nesil Ayvalık sunumu 'Açık kere ziyaret etmeme Sınıf' olarak adlandırılıyor. rağmen Ayvalık’la ilgili Bu sunumun ürünleri %50 hiçbir fotoğrafa, kartpostala filatelik ve %50 efemera rastlamadım. Kazayla ürünlerinden oluşuyor. pazara düşen birkaç belge Ayvalıklı olması ve Ayvalık de çok büyük rakamlarla adının ilk defa böyle bir alıcısını bekliyordu. sergide anılacak olması Serdar Yazgan: Yurt Serdar Yazgan’ı hem içinde ve yurt dışında heyecanlandırıyor hem de ödüller alan Ayvalıklı bir gururlandırıyor. 1930’lu yılların başında, Lütfi Kırdar’ın Ayvalık ziyareti sırasında filatelist ve koleksiyoner Ayvalık Halkevi’nin önünde çekilen bu fotoğrafta Serdar Yazgan’ın Dört nesildir Ayvalıklı olan babasının amcası olan İbrahim Yazgan’ın yanı sıra Dr. Fazıl Koleksiyonerliğin ne kadar Yazgan ailesinin hikayesini Doğan, Muharrem Onursal, Kıvanç Onursal, Yahya Akıncı, Bahri zor, çaba isteyen bir uğraş de kısaca aktaralım: Aile Gündemir ve Kenan Alatur da var. olduğunu ve Ayvalık büyüklerinden dedesinin hakkında çalışmanın
36
babası Hüsnü Efendi tahminen 1875-1880 tarihlerinde, dedesi Ahmet Mithat Bey ise 1900 yılında Yunanistan’ın Serez şehrinde dünyaya gelmiş. Hüsnü Efendi ve Ahmet Mithat Bey mübadele döneminde önce Selanik’e oradan İstanbul’a göçmüş ve en son durakları Ayvalık olmuş. Ahmet Mithat Beyin Ayvalık’ta üç çocuğu dünyaya gelmiş. Bu çocuklardan Serdar Yazgan’ın babası olan Hüsnü Yazgan 1927 yılında Ayvalık’ta doğmuş. Serdar Yazgan ise 27 Şubat 1957 İstanbul doğumlu. Doğum haricinde tüm çocukluğu Ayvalık’ta geçmiş. İlkokulu İstiklal İlkokulu’nda okumuş, orta ve lise eğitimini Eskişehir Maarif Koleji’nde tamamlamış. 1975 yılında girdiği Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden 1981 yılında Ziraat Yüksek Mühendisi olarak mezun olmuş. Bu yılın başında tamamlanan iş hayatında Türkiye’de süt üretimi yapan büyük firmalarda çeşitli kademelerde görev yapmış. Bir yandan çalışma hayatı devam ederken yaz tatillerinde Ayvalık’a gelmiş, sonra bir koleksiyoner olarak özellikle Ayvalık üzerine ürünler toplamaya başlamış. Günümüzde elinde yalnızca Ayvalık’la ilgili 400’ü aşkın ürün bulunuyor. Ayvalık’a olan sevgisi, tutkusu uzak kalsa bile devam etmiş ve devam ediyor. Alanında şimdilik ilk ve tek olan Dört Nesil Ayvalık koleksiyonu hem aile yadigarı fotoğraflar hem de bilinçli bir şekilde toplanan filatelik ürünlerle oluşmuş.
Toplu Ayvalık damgaları bir arada
Ayvalık gemisi pulu ve fotoğrafı
Ayvalık, 23 Nisan 1968... Serdar Yazgan’ın da yer aldığı tören geçişi
“Ben, bir Ayvalıklı olarak; Ayvalık’ın tarihini, çeşitli dönemlerini inceledim, insanlarının izlerini sürdüm, mesleklerini araştırdım. Gönderdikleri kartpostalları, mektupları, okudukları gazeteleri topladım. Bunları yaparken akrabalarımızın, komşularımızın isimlerine rastladığımda sevinci ve hüznü birlikte yaşadım. Bu koleksiyonu hazırlamaktaki amacım, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ortalarından, orta ve lise eğitimim için ayrıldığım 1968 Eylül’üne kadar olan dönemde, Ayvalık’ın tarihinden, coğrafi konumundan yola çıkarak Osmanlı, İşgal, Mübadele ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşanan sosyal, siyasi, ticari ve ekonomik gelişmelere ışık tutarak kıyaslamalar yapmak. “Ayvalık adına neler kazanıldı?” “Karşılıkları neler oldu?” sorularının cevaplarına katkıda bulunmak...”
Serdar Yazgan 37
Okuyucularımızın hemen fark edeceği gibi, yeni bir hasat mevsimini yaşamamız nedeniyle bu sayımızda barış, bereket, lezzet ve sağlık kaynağı zeytin ve zeytinyağına geniş yer ayırdık. Bu kez, zeytin ağaçlarının benzersizliğinden etkilenerek bir dizi zeytin ağacı/zeytin tarlası resmi yapan John Singer Sargent’ın olağanüstü güzellikteki eserlerinden bazılarını paylaşıyoruz.
600 YILLIK ZEYTİN AĞAÇLARININ BÜYÜSÜNE KAPILDI ONLARI BÜTÜN GÜZELLİKLERİYLE TUVALİNE YANSITTTI
38
John Singer Sargent
İ
talya’da dünyaya gelen ABD’li ressam John Singer Sargent müthiş üretken bir sanatçıydı. 1925 yılında bir kalp krizi sonucu yaşama veda ettiğinde arkasında yaklaşık 900 yağlı boya tablo, 2000’den fazla sulu boya resim, çok sayıda karakalem ve odun kömürüyle çizilmiş eskiz bıraktı. Varlıklı bir ailenin oğlu olarak Floransa’da dünyaya gelen Sargent neredeyse bütün çocukluğunu ebeveynleriyle birlikte çıktığı seyahatlerde geçirdi. Yolculuk yapmayı sevmiş olmalı ki, yaşamı boyunca her fırsatta ‘gezdi’ ve özellikle deniz ulaşımını tercih etti. Başta İtalya, Cezayir, Mısır, Fransa, İspanya, Portekiz, İngiltere, Norveç gibi ülkeler; Venedik, Tirol, Korfu, Paris, Tanca, Maine, Florida... dünyanın dört bir yanını dolaştı. Demir attığı her ‘durakta’ etkilenimlerini harika resimlere dönüştürmeyi ihmal etmedi. Sargent, aslında olağanüstü yetenekte bir portreciydi. Ünlülerin yanı sıra pek çok sıradan insanı karşısına oturttu, tuvaline aktardı ve ölümsüzleştirdi. Sulu boya manzara resimleri de portreleri kadar usta işiydi.
39
COŞKULU BİR RUH HALİ İÇİNDE BİR DİZİ ZEYTİN AĞACI, ZEYTİN TARLASI RESMİ YAPTI Dünyayı ‘turlamayı’ bir yaşam biçimi haline getiren Sargent’in yolu 1900’lü yılların başlarında Yunanistan’a düştü. Daha doğrusu, Yunanistan ile İtalya arasında yer alan ve Arnavutluk kıyılarına yakın bir noktada bulunan Korfu adasına ‘şöyle bir’ uğradı. Son dönemlerde turizm merkezi özelliğiyle öne çıkan bu küçük ada, o günlerde de tıpkı şimdilerde olduğu gibi, Venedikliler’den ‘miras’ 600 yıllık zeytin ağaçlarıyla kaplıydı. Sargent bu ağaçların büyüsüne kapılmakta gecikmedi, hızlı bir çalışma sürecine girdi. Adeta coşkulu bir ruh hali içinde bir dizi zeytin ağacı, zeytin tarlası resmi yaptı. Zeytin ağaçlarını yağlı boya ve sulu boya teknikleriyle tuvaline muhteşem bir güzellikte yansıttı. Evet, madem Ayvalık’ta, yani bir ‘zeytin ülkesi’nde yaşıyoruz... Madem ki, 12. Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri’ne hazırlanıyoruz... John Singer Sargent’in ölümsüzleştirdiği, ‘ölümsüz’ ağaçların gölgesinde dinlenmenin tam zamanıdır diye düşündük. (Bu usta sanatçı Ayvalık’a da uğrasaydı kim bilir daha başka ne güzellikler yaratırdı!)
Sargent bütün dünyayı dolaşırken İstanbul'a da uğramış ve Ayasofya'nın resmini yapmıştı.
40
Selanik mübadili, ‘rençper/zeytinci bir evladın’, Fahrettin Katrinli’nin kalemiyle 67 yıl öncesinden esintiler...
A
BENİ OKUMADAN GEÇMEYİNİZ
yvalık Sahilboyu Sefa Caddesi 21. Sokak, No: 27 adresinde hazırlanan ve 1949 yılında İstanbul’da, Güven Matbaası’nda basılan gerçekten ‘naif’ bir broşür var elimizde... ‘Beni Okumadan Geçmeyiniz’ başlıklı broşür 1923’te mübadele ile Selanik’ten Ayvalık’a gelen Fahrettin Katrinli tarafından yazılmış ve çizilmiş. Çizilmiş diyoruz, çünkü broşürün ön ve arka kapaklarındaki tasarımlar da Fahrettin Katrinli’ye ait. Fahrettin Bey böyle bir işe hangi amaçla giriştiğini şu sözlerle açıklıyor: “Bu küçük broşür size Ayvalık’ı, rençper, zeytinci bir evladının gözüyle tanıtacak. Zeytinyağı hakkında her müstehlikin bilmesi elzem olan doğru ve pratik malumatı sunarken, natürel Ayvalık zeytinyağını, belli vasıflarıyla tarif ederek, onu taklitlerinden ayırabilmenize en müsbet şekilde yardım edecek.
belirterek, amacının ‘zeytinyağı davasına’ fayda sağlamak olduğunu ekliyor. İzleyen satırlarda, natürel Ayvalık zeytinyağının görülen ve duyulan en net özelliklerine geliyoruz. Katrinli, bu özellikleri şöyle sıralıyor: -Limon kabuğunu andıran şeffaf sarı bir renk -Kesafet hissi uyandırmayan ince bir akış -Latif ve çok belli bir zeytin baharı kokusu -Dimağı teshir eden (büyüleyen) üstün bir lezzet -Hazım cihazı en narin bünyelerde bile rahatsızlık vermeyen, reaksiyonsuz ve kolay bir hazım. Sonra ‘nefis’ yağların elde edilmesi için, tabiat koşulları dışında dikkat edilmesi ve özen gösterilmesi gereken hususları öğreniyoruz:
Natürel Ayvalık zeytinyağını bütün vasıflarıyla, kusursuz olarak ve en ufak bir tereddüte yer bırakmayacak şekilde elinize ulaştırmayı tazammun eden (hedefleyen) sarih bir taahhüdün ifadesi olacaktır. Bulunduğunuz yerden külfetsizce ufak bir seyahate katlanmaz mısınız? Bir el hareketi: Bir sahife daha çevirdiniz mi kendinizi Ege’nin Ayvalık sahillerine ulaşmış bulacaksınız. Görenleri daima teshir eden (büyüleyen) ve kendini hiç unutturmayan zengin bir panorama hakiki çehresiyle gözünüzün önünde seyredecek, sonunda da meraklı ve çok faydalı bilgilerle bu seyahatten dönmüş olacaksınız.” AMAÇ ‘ZEYTİNYAĞI DAVASINA’ FAYDA SAĞLAMAK Bu samimi satırların ardından Fahrettin Katrinli şiirsel bir dille önce kısa bir ‘Ayvalık güzellemesi’ yapıyor. Ayvalık’ı, “Emsalsiz bir dekor altında iç içe koyların kucaklaştığı bir renk ve ışık diyarı” olarak tanımlayarak, “Çam kokularını teneffüs ettiğinizde rüya görmediğinizi anlayacaksınız” diyor. Hemen ardından sözü broşürün ana teması olan zeytine getiriyor: “Şöhreti cihanı tutan o nefis zeytinyağını, meyvasının usaresinde yaşatan zeytin ağaçlarının bir arada teşkil ettiği manzara görülmeye değer. Hele onların gölgesinde yaşayanlar, onları tılsımlı özüyle besleyen topraklara alnının teriyle katılanlar, vatan topraklarının hüviyetindeki bu en temiz hasletin temaşasıyla daimi bir istiğrak (kendinden geçme) içindedirler. Zeytin ağaçlarının asırlık gövdelerine vakit vakit yorgun belini dayayan insanların, bu tabiat eskileriyle hasbihali, yalnız madde ve menfaata bağlı kalanların idrakini aşan derin bir hususiyet taşır.” Fahrettin Katrinli daha sonra İkinci Dünya Savaşı’nın kötü koşullarını fırsat bilerek hile yoluna sapan ve Ayvalık zeytinyağına zarar veren ‘insafsız eller’e sesleniyor. Binlerce ağaç zeytine sahip olduğu halde, rençper kalmayı tüccar olmaya tercih ettiğini ve savaş dönemlerinin ‘lastikli’ imkanlarından uzak durduğunu
41
-Don vurmamış ergin zeytin taneleri çürüklerinden ve diplerde günlemişlerden ayrı olarak toplanmalı -Yağhanelere temiz çuvallar içinde taşınmalı -Yağhanede hiç bekletilmeden yıkanmalı ve sıkılmalı -Sıkma sırasında preslerde yağı süzen torbalar temiz olmalı, kötü koku kapmış olmamalı -Elde edilen yağ gerekli koşullara sahip depolarda korunmalı. Fahrettin Katrinli, ‘Beni Okumadan Geçmeyiniz’ başlıklı broşürde son olarak natürel Ayvalık zeytinyağını Natürel A, Natürel B ve Natürel C diye sınıflandırıyor ve bu
yağların özelliklerini sıralıyor: “1) Natürel A: İçilmek üzere, salata, çerez ve mayonezlerde, yani çiğden istihlaklarda (tüketimlerde), yemeklerde lüks olarak 2) Natürel B: En mutena yemeklerin hazırlanmasında ve dahi küçük bütçeler için Natürel A yerine kaim olmak üzere 3) Natürel C: Her keseye elverişli olarak bütün zeytinyağlı yemeklerde kullanılmak üzere. Lezzeti ve rayihası, çiğden istihlaklarda dahi Natürel C’yi bilcümle kupaj ve rafine yağlara tercih ettirecektir. Yalnız ilaç olarak içilmek için, zayıf midelere elbette ki sert gelir."
AYIŞIĞI MANASTIRI’NIN SAHİBİ OLAN FAHRETTİN KATRİNLİ BAZI GECELER EVİNİN ÜST BALKONUNDA KEMAN ÇALARDI
F
ahrettin Katrinli 1904-1991 yılları arasında yaşadı. Entelektüel, ülkesiyle ve dünyayla ilgili, çok yönlü bir insandı. Düzenli olarak ata biner, bazı geceler evinin üst balkonuna çıkarak keman çalardı. Cunda adasının kuzeyinde Pateriça yarımadasının en uç noktasında dik bir tepenin denizle birleştiği noktada yer alan, 18. yüzyılda veya daha öncesinde inşa edildiği düşünülen ve Ahmet Yorulmaz’ın taktığı adla günümüzde ‘Ayışığı Manastırı’ olarak anılan ‘Agios Dimitrios Ta Selina, mübadelede Katerinli (Katrinli) Fahrettin Bey ve ailesine verilmişti. (Katrin, Selanik sancağına bağlı bir kaza
42
Fahrettin Katrinli ve eşi Neyyir Hanım
merkeziydi.)
Aile, uzun yıllar boyunca zeytinlikleri işletti, yaz aylarında kısa sürelerle de olsa manastırın yıpranmış bazı yapılarını kullandı. Fahrettin Katrinli’nin ölümünden sonra defineciler manastırı rahat bırakmadı ve kelimenin tam anlamıyla talan etti. Ayvalık Adaları Tabiat Parkı içinde yer alan ve zeytinlik arazisiyle birlikte toplam 171.3 dönümlük bir alanı kaplayan manastırı ailenin mirasçıları satılığa çıkardı. Tarihi yapı 2008 yılında Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer tarafından satın alındı.
MAVİ GÖKLERİN SÜZGECİNDEN GEÇEN MELTEMLER, UZUN YAZ GÜNLERİNDE KAVRULAN YAPRAKLARIMI, NEMLİ DUDAKLARIYLA OKŞAYARAK CİĞERLERİME DOLDU
“Ş
u yaralı gövdemle, sayısı bir asıra sığmayan yılların yükünü taşıyorum. Devirler boyunca gürbüz köklerim, toprağın derinliklerinde dolaştı. Köhne dünyanın tükenmeyen cevherini onların sayısız ağzından var kuvvetimle emdim. Var kuvvetimle o sihirli özü, vücudumun en genç filizlerine kadar mütemadiyen, usanmadan ve yorulmadan ulaştırdım. Mavi göklerin süzgecinden geçen meltemler, uzun yaz günlerinde kavrulan yapraklarımı, nemli dudaklarıyla okşayarak ciğerlerime doldu. Berrak gecelerin yıldızlarından renk aldım. Güz yağmurlarından rayiha topladım. Ve daha neler nelerle özlendirdiğim meyvamın usaresinden, milyonluk bölüğümüzün iştirakiyle altın bir nehir fışkırdı. Bize bakan, sonsuz emeklerle bizi yaşatan, gayretli, bilgili ve feragatli insanların alınteri de bu nehir boyunca hep aktı ve akıyor. Bu bakir mayi, ilahi bir eliksir gibi, Türk yurdunda bir sıhhat ve sağlık kaynağı olmak içindi. Zevkleri tatlı esaretine alacak, yurt içinde ve dışında, dünya çapında bir şöhret sağlayacaktı. Belki bu şöhret kazanıldı, belki öyle
günler oldu ki, uzak kıtalardan gelen hayranlık ifadeleri yarık bağrıma kadar bir teselli nefesi ulaştırdı. Fakat büyük vatan kitlesi, yabancı bir şahit gibi, yalnız bu şöhreti öğrenmekle kaldı. Herkesten evvel ona bağışlanan bu saf ve bakir özü o, belki bugün hiç tatmıyor, tadamıyor. Çünkü:
Heyhat, en affolunmaz ihmal ve hatalar yüzünden, yolu çevrilen bu altın şelalenin bereketli selini, bugün haris bir toprak emiyor. Onu binbir hilenin süzgecinden geçiren insafsız eller, bu tabiat nimetinden bazen yalnız adı zeytinyağı kalan hüviyetsiz bir mayi vücuda getiriyor. Ayvalık’ın meşhur meralarından feyiz bekleyen yurttaşlara, çok defa garantisi ibaresinde kalan çeşitli etiketler altında sunulan nesne işte budur. Harp sonrasının kötü şartlarını istismar edenler yüzünden, Ayvalık, leke sürülmek istenen şöhretine ağlarken; ben de yurt evlatlarının varlık içinde katlandığı bu acı ve zararla mahrumiyete, zeytin bahçelerinin üzerine titreyen saf çiftçinin düştüğü ümitsizliğe ve gayesine ulaşmadan viran olan ömrüne ağlıyorum.”
EKİM 2016 YIL: 3 SAYI: 26 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Kapak Prof. Dr. SERGEY PRISEKIN Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi Ankara Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/sit Matbaacılar sit. 5.cad. No.69 Bağcılar / İstanbul Tel. 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com sertifika no: 29195 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
43
TAVUK ADASI, CUNDA’DA YAŞAYANLARIN HAYATINDA ÖNEMLİ BİR YERE SAHİPTİ
D
alyan Boğazı’nın ağzında yer alan Tavuk adası Ayvalık’ın simgelerinden biri olarak nitelendirilebilir. Üzerinde, poyraza kapalı olarak inşa edilmiş 2 katlı ve 120 odalı Agia İounnou Tou Prodromou manastırının kalıntıları bulunur. Tarihçilerin yazdığına göre ada 1821 yılında patlak veren Rum isyanı sırasında hareketli ve gergin günler yaşadı. İsyan sürerken Yunanlı komutanlar Cunda ve çevresini kurtarmak amacıyla burada toplantılar düzenledi, planlar yaptı.
17 dönüm büyüklüğündeki Tavuk adası mübadeleden sonra, içindeki manastırla birlikte, bir kişiye mülk olarak verildi. Bu arada Cunda’da yaşayanların bir ayağı yıllar boyunca hep Tavuk adasında oldu. Ağaçların altında piknikler düzenlendi, kadınlar adadaki kuyudan sağladıkları suyla çamaşırlarını yıkadı. Bu ‘minik’ ada şimdilerde oldukça ıssız görünüyor. Kaderini bekliyor gibi bir hali var. Ancak kısa süre öncesine kadar, yakınından geçerken keçilerin otlatıldığına tanık olabiliyorduk.