Ayda bir ayvalik sayi 15

Page 1

Atatürk'ün Son Günleri Çakmak Mahallesi AYBEGEM Ayvalık Tostu Küçük Salcı Kız Kadın Mutfakları Seyir Defteri Ölmez Ağaç

SABİH KANADOĞLU


92. yılı coşkuyla ve birlik ruhu içinde kutladık

C

AYVALIK CUMHURİYET’İ VE ATATÜRK’Ü ÇOK SEVİYOR

umhuriyetin kuruluşunun 92. Yılı Ayvalık’ta törenlerle kutlandı.

Kutlamalar 28 Ekim’de, Cumhuriyet Yürüyüşü ile başladı. Öğrencilerin büyük bir Türk bayrağı taşıdığı Cumhuriyet Yürüyüşü’nün ardından Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Garnizon Komutanı Albay Aydın Nazlı ve Belediye Bakanı Rahmi Gençer, Atatürk anıtına çelenk koydu. Aynı günün akşamı, Ayvalık Belediyesi’nin öncülüğünde bir Fener Alayı düzenlendi. Bando eşliğinde gerçekleşen ve çok sayıda Ayvalıklının katıldığı yürüyüşten önce Belediye katılanlara meşale ve Türk bayrakları dağıttı. Fener Alayı’nın sonunda öğrenciler “Andımız”ı okuyarak Cumhuriyet’e olan bağlılıklarını

2

dile getirdiler.

Cumhuriyet’in 92. Yıl kutlamalarına 29 Ekim günü devam edildi. Törenler Kaymakam Namık Kemal Nazlı’nın makamında kutlamaları kabul etmesiyle başladı. Daha sonra Hüsnü Uğural Stadı’na geçildi. Burada bir konuşma yapan Kaymakam Namık Kemal Nazlı, “Bağımsız yaşama arzusuyla elde edilen büyük zaferi sürekli hale getirmek isteyen ve hedefi, daha en baştan tam bağımsızlık ve çağdaş medeniyetler seviyesini aşmak olarak belirleyen Mustafa Kemal Atatürk, bu hedeflere ancak ve ancak Cumhuriyet ve demokrasiyle varılabileceğini görmüştü,” dedi. Kaymakam Nazlı’nın konuşmasının ardından, folklor gösterileri yapıldı; öğrenciler şiirler okudu.


En son teknolojilerin uygulandığı merkez 23 Nisan 2016’da açılacak

A

KÜÇÜKKÖY KÜLTÜR MERKEZİ'NİN TEMELİ ATILDI, YAPIMI HIZLA SÜRÜYOR

yvalık Belediyesi’nin, Küçükköy kavşağında yükselecek olan çok amaçlı Kültür Merkezi’nin temeli 29 Ekim 2015 günü törenle atıldı. Merkez 2016 yılının Nisan ayında tamamlanarak hizmete açılacak. Kalabalık bir katılımla gerçekleşen ve Kaymakam Namık Kemal Nazlı’nın da yer aldığı törende konuşan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Kültür merkezimizin temelini 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda atmış oluyoruz. İnşallah açılışını da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda birlikte yapacağız,” dedi. Gençer şunları söyledi: “Göreve başladığımız ilk günden itibaren verdiğimiz sözleri unutmamak adına buradayız. Kültür Merkezi’miz 4000 metrekare alan üzerine inşa edilecek. Toplam 1000 metrekare kapalı alana sahip olacak. Ayrıca 600 kişilik bir düğün salonunu barındıracak. İçinde konferans ve sergi salonları, fuaye, gelin-damat odası gibi bölümler bulunacak. Merkez, Ayvalık’ın en önemli cazibe noktalarından Sarımsaklı’da kongre turizmini teşvik edecek. Kapıları, bölgedeki tüm otellere ücret talep edilmeksizin açık olacak. Ayrıca, Küçükköy ve Ayvalık halkı düğünlerini en keyifli şekilde burada yapacak. Biliyorsunuz, Küçükköy sanata dönük bir gelişim ve değişim içinde. Küçükköy’de bugüne kadar 7-8 sanat galerisi açıldı. Bunlar daha devam edecek. Temelini attığımız salon çeşitli sergilere de ev sahipliği yapacak. Bu salonu yaptırıp hibe ederek bizlere kazandıracak olan Doğuş Grubu’na ve Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk’e huzurunuzda teşekkür ediyorum. İşçilerimize de teşekkür ediyor, kazasızbelasız çalışmalar diliyorum. İnşallah 23 Nisan’da Ayvalık Kültür Merkezi’mizi yine hep birlikte açacağız.” Konuşmanın ardından Kaymakam Namık Kemal Nazlı ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer, konuklarla birlikte temel atma butonuna basarak, Kültür Merkezi’nin ilk harcını temele attı. Törende ayrıca kurban kesildi, dualar edildi. Konuklara pilav ve ayran ikramında bulunuldu. Merkezin önemli bir özelliği var, o da yapımında tamamen yeni inşaat tekniklerinin kullanılıyor olması. Kazılan temelde ‘Jet Grout’ teknolojisi uygulandığı için bina her türlü depreme dayanıklı olacak. Bu teknolojide, temele silindir şeklinde çukurlar açılıyor ve sıkıştırılmış beton sütunlar oluşturularak bunun üzerine temel betonu atılıyor. Bu da sağlamlık ve güvenlik anlamına geliyor.

Kültür Merkezi 4000 m2 alan üzerine inşa edilecek. Toplam 1000 m2 kapalı alana sahip olacak. Ayrıca 600 kişilik bir düğün salonunu barındıracak 3


Roth Belediye Başkanı Ralph Edelhauser bir heyetle birlikte Rahmi Gençer’i ziyaret etti

A

AYVALIK’A KARDEŞ KENT GELİYOR

lmanya’nın Bavyera eyaleti sınırları içinde yer alan Roth kentinin Belediye Başkanı Ralph Edelhauser, eyalet eski Adalet Bakanı ve Roth Encümen Üyesi Dr. Manfred Weib ile Dr. İsmail Baloğlu’nun da aralarında bulunduğu bir heyetle Ayvalık’a geldi ve Kaymakam Namık Kemal Nazlı ile görüşmesinin ardından Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i makamında ziyaret etti. Roth ile Ayvalık’ın “kardeş şehir” olması girişimleri çerçevesinde, öncelikle kültürel ve sosyal açıdan bir dostluk köprüsünün kurulması adına gerçekleşen buluşma samimi bir havada geçti. Görüşme sırasında, endüstriyle ekolojik yaşamı dengede tutmayı başardıklarını belirten Belediye Başkanı Edelhauser, “Hem coğrafi hem de kültürel zenginliklerine hayran kaldığım Ayvalık’ın başlıca tarım ürünleri zeytin ve zeytinyağı ise bizim kentimizde de şerbetçiotu önemli bir gelir kaynağıdır,” dedi. Edelhauser, ayrıca, Rahmi Gençer’in kendilerine gösterdiği yakınlığın her iki kent arasında ciddi bir sevgi bağının kurulmasında önemli rol oynadığını vurguladı. Rahmi Gençer de, Almanya’nın Nürnberg kentinde yaşayan Dr. İsmail Baloğlu’nun girişimiyle tanıştığı Ralph Edelhauser ve Dr. Manfred Weib’i Ayvalıkta görmekten duyduğu mutluluğu dile getirdi. Gençer şöyle dedi:

Misafirlerimize, bizlerle birlikte geçirecekleri süre boyunca kentimizin kültürel yapısını ve sosyal yaşamını tanıtacağız.” Konuşmaların ardından Rahmi Gençer, konuklara, üzerinde “Sevgiyi hissedin, Ayvalık’tasınız...” sloganının yer aldığı minyatür bir Ayvalık evi kapısıyla, bir gün önce sıkılmış erken hasat sızma Ayvalık zeytinyağı armağan etti. Bu arada, “Zeytin Çekirdekleri” Alman konuklara Belediye’ye ait eski Kırlangıç Fabrikası’nda bir bir konser verdi. Konser sırasında Rahmi Gençer çocukların bir şarkısına eşlik ederek konuklarına sürpriz yaptı.

“Sayın Baloğlu’nun yardımıyla Bavyera eyaletinde sıkı dostluklar kurduk. Almanya’da Ayvalık’ın kendisine bir kardeş kent edinmesine ilişkin hedefimiz doğrultusunda bugün burada konuk heyetle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Bu bizim için gerçekten önemli.

Ağırlıklı olarak Boğaz’ın derinleştirilmesi ve Sevgi Yolu’na yapılacak köprü üzerinde duruldu

BALIKESİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI EDİP UĞUR, RAHMİ GENÇER’İ ZİYARET ETTİ

E

dip Uğur, Ekim ayı içinde Ayvalık’a geldi ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Görüşme sırasında Gençer, Uğur’dan Ayvalık Boğazı’nın derinleştirilmesi konusunda destek istedi. 2013 yılında yapılan başvuru sonrasında Boğaz’ın derinleştirilmesi için gereken tüm belgelerin hazır olduğunu belirten Gençer, bu konuda Ayvalık Liman Başkanlığı’yla gelinen son noktayı da paylaştı. Edip Uğur da, Ayvalık için alternatif bir proje olan Armutçuk ile Lale adası arasındaki Gönül Yolu’na köprü yapılmasına ilişkin proje konusunda Rahmi Gençer’e bilgi verdi. Her iki Başkan, ön görülen projeler hakkında Ayvalık’ta yaşayanların görüşlerinin alınması konusunda fikir birliğine vardılar.

4


Evler temizleniyor, bahçeler düzenleniyor

“EVDE BAKIM”DAN SONRA “EVDE TEMİZLİK” HİZMETİ DE BAŞLADI

İ

nsan odaklı belediyeciliğin bir gereği olarak, ihtiyaç duyan hasta ve yaşlılar için, geçtiğimiz günlerde “Evde Bakım” hizmetini başlatan Ayvalık Belediyesi şimdi de “Evde Temizlik” hizmeti sunmaya başladı. Bu amaçla Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü bünyesinde kurulan yeni bir ekip, “Evde Bakım” için gidilen adreslerdeki evlerin genel temizliğini yapıyor; gerektiğinde bahçeleri temizleyip düzenliyor.

Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri görev başında

A

KİPA KAVŞAĞI HIZLA ŞEKİLLENİYOR

yvalık Belediyesi tarafından sanayi yolu üzerinde başlatılan ve KİPA kavşağı olarak da bilinen bölgedeki çalışmalar hız kesmeden devam ediyor.

Trakya’dan konuklarımız vardı

Fen İşleri Müdürlüğü ekiplerinin yoğun çalışması sonucunda KİPA kavşağı hızla şekillenirken Belediye Başkanı Rahmi Gençer de sık sık bölgeye gidiyor ve yapılan çalışmaları yakından takip ediyor.

YENİMUHACİR BELEDİYE BAŞKANI RECEP ORDU AYVALIK’TAYDI

E

dirne’ye bağlı Keşan/Yenimuhacir Belediye Başkanı Recep Ordu, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Samimi bir ortamda gerçekleşen buluşmada Gençer ve Ordu, belediye çalışmaları hakkında karşılıklı bilgi alışverişinde bulundu. Ziyaret sonunda Rahmi Gençer, konuk Belediye Başkanı Recep Ordu’ya Ayvalık zeytini ve zeytinyağı hediye etti.

5


Kaymakam Namık Kemal Nazlı verilen penaltıyı gole çevirdi

VETERANLAR DOSTLUK KARŞILAŞMASINDA HEYECAN VE NEŞE BİR ARADAYDI

A

yvalık Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü öncülüğünde, Balıkesir Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu tarafından 3. Amatör Spor Haftası kapsamında düzenlenen Veteranlar dostluk karşılaşması Ekim ayı içinde Hüsnü Uğural Stadı'nda yapıldı. Ayvalık Veteranlar Karması, Kaymakam Namık Kemal Nazlı’nın kaptanlığında Mehmet, Güngör, Rıza (Mesut), Hüdai (Ali), Hasan (Süreyya), Raci (Murat), Hüseyin, İsmail, Ali İhsan, Cengiz ve Murat’tan oluştu. Kaptanlığını Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in

üstlendiği Altınova/Küçükköy/Cunda Veteranlar Karması’nda ise Cumhur (Fatih), Cemil, İlhan (Mesut), Ferit (Atmaca), Sait (Hüsnü), Mustafa, Ercüment (Hüseyin), Öznur (Aydoğan), Fahri (Özkan) görev yaptı. Kentimizin tanınmış futbolcularından Mustafa Gürbüz’ün yönettiği ve Kaymakam Namık Kemal Nazlı’nın penaltıdan bir gol attığı maç 2-2 berabere bitti. İzleyenlere zevkli anlar yaşatan dostluk maçı sonrasında, her iki takımın oyuncularına Gençlik Hizmetleri Spor İlçe Müdürü Cem Hamzaoğlu tarafından baklava ikram edildi.

"Boyunca Kitap Oku, Bisikleti Kap!"

A

AYVALIK BELEDİYESİ EN ÇOK KİTAP OKUYAN 14 ÖĞRENCİYE BİSİKLET HEDİYE EDECEK

yvalık’taki 14 ortaokulda öğrenim gören 5., 6., 7. ve 8. sınıf öğrencilerine kitap okuma alışkanlığı kazandırmak, kendilerini ifade etme yeteneklerini güçlendirmek, iletişim ve sosyal becerilerinde gelişme sağlamak amacıyla düzenlenen “Boyunca Kitap Oku, Bisikleti Kap” kampanyasına Ayvalık Belediyesi de 14 bisiklet ile katkıda bulunma kararı aldı. Bu konuda, Belediye Başkanı Rahmi gençer ile Milli Eğitim Müdürü Erkan Bilen bir protokol imzaladı.

Rahmi Gençer, 19 Mayıs 2015’te sona erecek kampanya boyunca en çok kitap okuyan 14 öğrenciye birer bisiklet hediye edeceklerini belirtti ve şunları söyledi: “Belediye olarak halkımıza bisiklete binme alışkanlığını kazandırmak ve bisikleti olanlara rahat ve güvenli pedal çevirme imkanı sağlamak için kentimizin ilk bisiklet yolunu geçtiğimiz haftalarda açtık. Buna paralel olarak, Milli Eğitim’in öğrenciler

6

için hayata geçirdiği “Boyunca Kitap Oku, Bisikleti Kap” projesini de destekliyoruz. Hikaye, roman ve deneme kitaplarını okuyarak özetlerini çıkaracak olan öğrencilerimiz bu ödüle hak kazanacak.”


Engelliler Şenliği için bin iki yüz kişi geldi

“ENGELSİZ BİR TÜRKİYE, ENGELSİZ BİR DÜNYA” DİYENLER 23. KEZ AYVALIK’TA BULUŞTU

Dostluk duyguları içinde özgürlüğün tadını çıkardılar

ZİHİNSEL ENGELLİLER OKULU ÖĞRENCİLERİ PİKNİK YAPTI

A T

ürkiye Sakatlar (Engelliler) Konfederasyonu ile Ayvalık Belediyesi’nin birlikte düzenlediği 23. Ayvalık Engelliler Şenliği’ne bu yıl da Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen çok sayıda engelli katıldı. Şenlik, engellilerin ve ailelerinin yer aldığı kortej yürüyüşüyle başladı. Düzenlenen törende ilk konuşmayı Türkiye Sakatlar (Engelliler) Konfederasyonu Başkanı Yusuf Çelebi yaptı ve Ayvalık’ın diğer illere örnek olması gerektiğini söyledi. Törende söz alan Belediye Başkanı Rahmi Gençer de, konuşmasına Türkiye’de 12 milyonun üzerinde engelli olduğunu belirterek başladı ve şöyle devam etti: “Ayvalık’ta yaşadığımız bu birliktelik, çok güzel bir tablo. Bu şenlikler tam yirmi üç yıldan bu yana Ayvalık’ta düzenleniyor ve bizler bundan mutluluk duyuyoruz. Söylememe gerek yok ki, insana verilmiş en büyük hediye hayattır. Bu şenlik günlerinde coşkulu, sevinçli ve hayat dolu kardeşlerimizle/arkadaşlarımızla beraber olduğumuz zaman bunu çok daha iyi anlıyoruz. Bu yıl bin iki yüz kişi konuğumuz oldu. Ayvalık’ta hava iki gündür kapalıydı; onlar geldi, güneş yine açtı. Her zaman olduğu gibi, engelsiz bir Türkiye ve engelsiz bir dünya diliyorum.” 4 Ekim 2015 Pazar günü sona eren şenlik boyunca “Engelsiz Kent, Engelsiz Turizm” ve “Engelli Haklarının Dünü-Bugünü” adlı toplantılar yapıldı. Ayrıca kültür ve müzik etkinlikleri düzenlendi.

yvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü, çatısı altında yer alan Zihinsel Engelliler Okulu öğrencileri için bir piknik düzenledi. Güneşli bir havada, Lale adasındaki Ayvalık Belediyesi Atatürk Koruluğu Mesire Alanı’nda yapılan piknik neşeli bir ortamda gerçekleşti. Engelliler Okulu öğrencileri piknik boyunca dostluk duyguları içinde eğlendiler ve öğretmenlerinin gözetiminde özgürlüğün tadını çıkardılar.

Voleybolcularımız başarılı bir performans sergiledi

CUMHURİYET KUPASI AYVALIKGÜCÜ'NÜN

A

yvalık Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü’nün düzenlediği “29 Ekim/Cumhuriyet 3’lü Kızlar Voleybol Turnuvası,” Balıkesir Büyükşehir Belediyespor, Balıkesir DSİ Spor ve Ayvalıkgücü Belediyespor voleybol takımları arasında yapıldı.

Turnuva sonunda Cumhuriyet Kupası’nı Ayvalıkgücü Belediyespor kazandı. Balıkesir DSİ Spor ikinci, Balıkesir Büyükşehir Belediyespor üçüncü oldu Takımlara kupalarını Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan ile Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürü Cem Hamzaoğlu verdi.

7


10 KASIM 1938-10 KASIM 2015 77. yıl önce kaybettiğimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü, aziz hatırasını kalplerimizde sonsuza kadar yaşatmak kararlılığıyla, bir kez daha minnetle anıyoruz

ATATÜRK’ÜN SON GÜNLERİ SON SÖZLERİ...

B

ilindiği gibi, Atatürk’ü ölüme kadar götüren “sinsi” hastalık, ilk işaretlerini 1937 yılı başlarında vermişti. Önceleri inişliçıkışlı bir seyir izleyen hastalık, gösterilen bütün özene rağmen giderek ilerledi. Sonunda, Ulu Önder’i milletinden koparıp aldı. Uzun yıllar Atatürk’ün hep yanında bulunan insanlardan biri olan Hasan Rıza Soyak, doğal olarak onun hastalık sürecinin de en yakın tanıkları arasındaydı. Dürüstlüğü, çalışkanlığı, yetkilerini kullanmaktaki titizliği ve sorumluluk bilinciyle tanınan Soyak, Atatürk’e içten gelen, derin bir sevgiyle bağlıydı. Bu duygularla, Atatürk’ün aramızdan ayrılmasının ardından, beraberlikleri boyunca yaşadıklarını, tanık olduğu olayları, edindiği izlenimleri daha sonra “Atatürk’ten Hatıralar” adlı iki ciltlik kitabında bir araya getirdi.

ATATÜRK’TEN HATIRALAR Hasan Rıza Soyak Yapı Kredi Yayınları 2005, 776 sayfa

Atatürk’le ilgili pek çok araştırmaya kaynaklık eden bu kitapta Büyük Kurtarıcı’nın kişiliği, günlük yaşamı, hayata bakışı gibi özel bilgilerin yanı sıra dönemin siyasal/sosyal gelişmeleri aktarılır. Hilafetin kaldırılması, Cumhuriyet’in ilanı, Şeyh Sait isyanı, İstiklal Mahkemeleri, İzmir suikastı, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu, Hatay meselesi gibi devletin iç ve dış politikalarını belirlemiş olaylar ve kişiler ayrıntılarıyla anlatılır. Aramızdan ayrılışının 77. yılında, Milli Mücadele’nin ilk günlerinden başlayarak ölüm anına kadar Atatürk’ün “yanı başında” görev yapan Hasan Rıza Soyak’ın anılarından yola çıkarak O’nun son günlerini bir kez daha anımsatmak istedik.

8

Hasan Rıza Soyak’ın görevleri değişirken, değişmeyen bir tek şey vardı: Mustafa Kemal’in kendisine karşı beslediği güven...

SAAT TAM DOKUZU BEŞ GEÇE BİRDENBİRE AÇTIĞI GÖK MAVİSİ GÖZLERİNDE HALA BİLDİĞİMİZ ÇELİK PARILTILARI IŞILDIYORDU

“A

ziz hastamızın artık iştahı büsbütün kesilmiş, zaafı artmıştı. Evvelce bir kere alınmış olduğu halde karnında su süratle çoğalıyor, göğsüne doğru tazyik ediyor, nefes almasını güçleştiriyordu. Dayanılmaz bir ıstırap içindeydi. Açıkça görülüyordu ki, hastalık son safhasına girmiş ve her halde ikinci kere su almak zarureti belirmişti. Kendisi de ısrarla bunu talep etmekteydi. Yalnız doktorlar, ölümü çabuklaştıracağını bildikleri için bu işi mümkün olduğu kadar geciktirmek istiyorlardı. Fakat buna imkan bulamadılar. Atatürk, 8 Kasım 1938 Salı sabahı kendilerine, daha fazla dayanamayacağını, suyun derhal alınmasını kesin bir dille bildirdi. Doktorlar hiç olmazsa 24 saat daha kazanmak için son teşebbüste bulundular. İlk suyu alan Prof. Operatör M. Kemal Öke’nin sarayda olmadığını, o sırada Gülhane’de talebesine ders vermekle meşgul bulunduğunu söylediler ve işin ertesi güne bırakılmasını rica ettiler, dinlemedi. ‘İşte, Doktor Mehmet Kamil Bey var. Zaten bu işi en iyi beceren


de o imiş... O yapsın!’ emrini verdi. Çaresiz kalan doktorlar, hazırlık yapmak için odadan çıkınca kaşlarını çattı; hiddetli bir sesle:

Boşuna... Artık söylenenleri anlamıyordu. Dilini uzatacağına tamamen içeri çekti. Başını biraz sağa çevirerek Dr. Neşet Ömer İrdelp’e dikkatle baktı ve:

‘Neden tereddüt ediyorlar, olacak olur. Fakat bu (karnını işaret ederek) insupportable (dayanılmaz) dır!’ dedi.

‘Aleykümüsselam!’ dedi.

Hazırlık bitince rahmetli Dr. Mehmet Kamil Berk, suyu çekmeye başladı. Atatürk bütün suyun alınmasını emrediyor ve her an kaç litre alındığını öğrenmek istiyordu. Su alındıktan sonra ateşi biraz yükselmiş olmakla beraber, oldukça rahatlamış, akşam saat 20’den gece yarısına kadar sakin uyumuştu. Gece yarısı uyanmış, saat 2’den sonra kendisinde hafif bir unutkanlık hali başlamış ve bu hal dört saat kadar devam etmişti. ARTIK SÖYLENENLERİ ANLAMIYORDU 9 Kasım günü çok yorgun olmakla beraber sakindi. Doktorlar ara sıra yanına giriyor, gereken tedaviyi yapıyorlardı. O gün gıda olarak saat 6’da altı kaşık sütlü kahve, 8.30’da beş kaşık sütlü çay, 11’de bir miktar yulaf unundan puriç, 13’de altı kaşık süt, 15.10’da biraz çorba ve 17.15’de dört kaşık elma suyu almıştı. Saat 18’den sonra yanından ayrılıp günlük işlerimle uğraşmak için büroma inmiştim. Çok geçmeden telefonla fenalaştığını söylediler (18.35). Telaşla dairesine koştum. Yatak odasının iç içe olan iki kapısı arasındaki boşlukta Ali Kılıç duruyordu. Nöbetçi doktor Abrevaya ile o sırada yetişen Prof. Neşet Ömer İrdelp, kendisine bir taraftan bazı iğneler yapmaya bir taraftan da buz yutturmaya başladılar. Bir ara sağ tarafında bulunan tuvalet masasının üstündeki saate baktı. Herhalde iyi göremediği için bana sordu: ‘Saat kaç?’ Cevap verdim. ‘Yedi, efendim.’ Aynı soruyu iki kere daha tekrarladı. Biraz sakinleşince. Yatağına yatırdık. Başucuna sokuldum: ‘Biraz rahatladınız mı?’ ‘Evet...’ dedi. Arkamdan Neşet Ömer İrdelp yanaşıp rica etti: ‘Dilinizi çıkarır mısınız efendim?’ Dilini, ancak yarısına kadar çıkardı. Dr. İrdelp tekrar seslendi: ‘Lütfen biraz daha uzatınız.’

Son sözü bu oldu ve ikinci su alınışından tam otuz saat sonra komaya girdi. Bu seferki koma devresi sakin geçiyor, yatağında adeta uyur gibi yatıyor, gerçi ara sıra küçük çırpınışlarla hafifçe sıçrar gibi oluyorsa da, bu asabi haller her defasında ancak iki saniye sürüyor ve tekrar sakinleşiyordu. PROF. DR. AKİL MUHTAR ÖZDEN ODANIN İÇİNDE TELAŞLA DOLAŞIYOR, HEM AĞLIYOR, HEM DE BİTEVİYE ‘AMAN YARABBİ!’ DİYE MIRILDANIYORDU Saatler ilerledikçe hançeresinde yavaş yavaş kesik hırıltılar başlamıştı. Doktorlar bir an bile yanından ayrılmıyor ve her zaman olduğu gibi görevlerini canla başla yapıyor, ilmin emrettiği bütün tedbirleri alıyorlardı. Ne çare ki bunların hiçbiri tesirli olmamakta, büyük kurtarıcı her an ölüme yaklaşmaktadır. 1938 yılı Kasım ayının onuncu günü, saat 09.00. Türk vatanının kurtarıcısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, eşsiz inkılapçı ve insanlığın müstesna evladı büyük insanın dünyada ancak beş dakikası kalmıştır. Gözleri kapalıdır. Göğsü mütemadiyen inip kalkmaktadır. Sağ tarafta, başı ucunda operatör M. Kemal duruyor, Dr. Kamil Berk başını onun omuzuna dayamış hıçkırıyor. Prof. Dr. Akil Muhtar Özden kendinden geçmiş, odanın içinde telaşlı adımlarla durmadan dolaşıyor, hem ağlıyor, hem de biteviye ‘Aman Yarabbi!’ diye mırıldanıyor. Ben, yatağın sol tarafında ayakta duruyorum. Yanımda Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe var. Her tarafım uyuşmuş, bütün duygularım donmuş bir halde o güzel, o onurlu çehreye bakıyorum. Hazin sessizlik içinde kulağıma yalnız Dr. Mehmet Kamil ve Prof. Akil Muhtar’ın hıçkırıkları geliyor. Saat tam dokuzu beş geçiyor. Birdenbire gözleri açılıyor. Dikkat ediyorum! Gök mavisi gözlerinde hala bildiğimiz çelik parıltıları ışıldamaktadır. Bir an sert bir hareketle başını sağa çeviriyor. Bana öyle geliyor ki, bu hareketiyle etrafındakilerin şahıslarında ilahi bir aşk ile bağlandığı ve inandığı aziz milletini son kere ve askerce selamlamaktadır. Birkaç saniye sonra o azametli varlık, milletinin kalp ve idrakiyle insanlık tarihindeki ölümsüz hayatına göçmüş bulunuyordu.”l

9


Ekim ayının son günleri... Çamlık’ta, Paşalimanı’ndayız. Deniz çarşaf gibi. Hafif bir esinti var. Sabah, saat on. Sevinçli ve heyecanlıyız. Çünkü bir büyük hukuk adamı; Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Türk Hukuk Kurumu Başkanı Sabih Kanadoğlu’yla konuşuyoruz

TÜRKIYE’YI HASTA EDEN HER OLAY AYVALIK IÇIN DE GEÇERLIDIR

S

Özel röportaj: Gülbeniz Şentay

ayın Kanadoğlu, Fikriye-Osman Kanadoğlu çiftinin ilk ve tek çocuğu olarak 1938 yılında Menemen’de dünyaya geldiniz. Yaşamöykünüzü bizimle paylaşır mısınız?

oradan ayrılıp Ayvalık’ta yaşamaya karar vermişler. Babam Ayvalık’ta dava vekilliğine başlamış.

- Annem ve babam Makedonyalı. Balkan Savaşı sırasında Olimpos dağının eteklerindeki Service’den kalkıp, Türkiye’ye gelmişler. Hazine avukatı olan dayım o sırada Menemen’de ve aynı zamanda belediye başkanı... Ona yakın olmayı istedikleri için Menemen’e yerleşmişler. Ancak ben doğduktan kısa bir süre sonra

-Service’yi annemin anlattıklarıyla tanıdım ve yıllar sonra gidip görmek istedim elbette. 2004 yılında sınıf arkadaşım Hulusi Sağlamer’le birlikte Balkan turuna çıktık. Ne yazık ki annemden dinlediğim Service’yi bulamadım orada. Türklüğe ait tek bir ize rastlayamadım. Ayvalık’ta Rumlardan kalan pek çok

10

Merak edip Service’ye gittiniz mi hiç?


tarihi yapı var. İyi-kötü ayaktalar. Ama Service’de bizden hiçbir şey yoktu. Üzüldüm.

1961 ANAYASASI’YLA BİRLİKTE TÜRKİYE DÜŞÜNMEYİ, TARTIŞMAYI ÖĞRENDİ

Öğrenim hayatına Ayvalık’ta başladığınızı ve Cumhuriyet İlkokulu mezunu olduğunuzu biliyoruz. Bize o yıllardan söz eder misiniz?

Yıl 1955... İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisisiniz. Neden hukuk?

-O günlerden çok net kareler hatırlıyorum... Örneğin okumayı erken sökmüştüm ve İkinci Dünya Savaşı’nı gazetelerden izliyordum. Ama beni küçükken en çok etkileyen olay 1944 depremidir. Hiç unutmam ilkokula başladıktan birkaç gün sonra, 6 Ekim’de olmuştu deprem. Öğretime uzunca bir süre ara verilmişti çünkü Ayvalık epeyce hasar görmüştü. Fay hattının şimdiki 06’ya kadar uzanan bölgeyi nasıl yardığı hala gözümün önündedir. Çok berbat bir şeydi... İlkokulu Ayvalık’ta okudum, evet. Ortaokulu da. Yani yetmiş yedi yıldır buradayım ve Ayvalıklıyım. Cumhuriyet İlkokulu’na, Akademi binasına dair anılarınızda neler var? -Akademi binası duruyordu tabii. Ama daha da önemlisi bahçede lahitler vardı. Sanırım Romalılar devrinden kalmaydılar. O lahitlerin etrafında koşmaca oynarken çocuğun biri çelme takıp beni yere düşürmüştü. Başımı lahite çarpmış, gözümü evde açmıştım. Gerçekten çok enteresan bir binaydı. Şimdi yarısı gitmiş... Nezahat Irmak, Ali Şuri Bey gibi çok tatlı öğretmenlerin öğrencisi oldum. Dördüncü ve beşinci sınıfı Ali Şuri Bey’de okumuştum. Allah rahmet eylesin, Ayvalık’a her gelişimde elini öperdim. 1949’da ilkokulu bitirdim, ortaokula başladım. Bir bisikletim vardı. Annemin yemekleriyle dolu üç katlı sefertasını selesine yerleştirir, okula onunla gider-gelirdim. Ortaokul arkadaşlarımın tamamının numaraları hala hafızamdadır. Çok güzel günlerdi... Yazları yüzmeye Kara Mehmet’in yelkenlisiyle Cunda’ya giderdik. Poyraz ters estiğinde kıyıya sırılsıklam inerdik. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi’nde okudunuz ve bir öğretmeniniz de Behçet Necatigil’di. Onun gibi bir büyük şairin öğrencisi olmak nasıl bir şeydi? -Doğrusunu isterseniz ne denli büyük bir şairin öğrencisi olduğumuzun farkındaydık ama bilincinde olduğumuzu söylemem mümkün değil. Nasıl bir hocanın rahle-i tedrisinden geçtiğimizi sonraki yıllarda çok daha iyi anladık. Tabii Kabataş’ta unutamadığım tek hocam Behçet Necatigil değildi. Allah rahmet eylesin bir Galip Vardar’ı her zaman saygıyla anarım. Samim Kocagöz’ün “Doludizgin/Kalpaklılar’ın Devamı” adlı kitabındaki “Talip” karakteri bizim Galip Vardar’dır. Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’ya açılan kapıdan; yani İnebolu’dan giriş-çıkışlara nezaret eden adamdır. Daha da önemlisi, Damat Ferit Paşa’nın kızıyla arkadaşlık kurarak elde ettiği gizli belgeleri Ankara’ya ulaştıran adamdır. Bu nedenlerle Galip Baba’yı hiç unutmadım, unutamam... Aslında bütün hocalarımı isim isim sayabilirim. Geçtiğimiz Mayıs ayında lisenin “60. Yıl” plaketini alırken bunu yaptım zaten ve şöyle dedim: “60. Yıl plaketi’ni yaşıma borçluyum. Ama sonradan aldığım bütün ödülleri, plaketleri Kabataş Erkek Lisesi’ne borçluyum!” Kısacası Kabataşlı olmanın onurunu hep taşıdım ve bana bu onuru ödüllerle birkaç kez daha yaşattılar. Örneğin 2011’de de “Yılın Aydın Adamı” seçtiler.

-Dediğim gibi, babam Ayvalık’ta dava vekiliydi. Haydar Sezen’le birlikte çalışıyordu. Haydar Bey’in oğlu Behçet hukuk fakültesini bitirince, baba-oğul çalışmaya başladılar. Babam yalnız kaldı. Ekbir’in şimdiki satış mağazasının olduğu yer babamın yazıhanesiydi. Önümüzdeki baba-oğul örneğini görünce ben de hukuk okumaya karar verdim. Amacım babamla beraber Ayvalık’ta avukatlık yapmaktı. Ne yazık ki son sınıftayken, 1959 yılında babamı kaybettik... Bir meslek iki nedenle seçilir; ya o mesleğe aşıksınızdır ya da şartlar sizi ona götürür. “Temel hak ve özgürlüklere olan bağlılığımdan ötürü hukuk okudum,” gibi bir cümle kurabilirim ama bu yanıt pek samimi olmaz. Çünkü kendimizi, altyapısı hazırlanmadan geçilen çok partili bir sistemin içinde bulmuştuk. Demokrasi, temel haklar ve özgürlüklerin oluşmadığı ve sonu da çok kötü biten bir dönemin içinde. Zaten liselerde de sosyal koşullar öğretilmiyordu. Böyle bir ortam yoktu. Nasıl bir ortam vardı? -Sorunuza bir örnekle yanıt vereyim... Kabataş Erkek Lisesi’nde Şeref Çintan adında bir astronomi hocamız vardı. Astronomi kitabının bir kenarında gördükleri ve yan çevirip baktıklarında orak-çekiçe benzettikleri bir şey için, neredeyse adamcağızın canına okuyacaklardı. Olmayacak şeylerden kalkılarak insanların hayatlarının söndürüldüğü yıllardı. Bütün bunları görüp yine de, “Ben hukuk okuyacağım!” derseniz, sizi kutlarım. Ama zordur, onu söylemek istiyorum. Yani benim seçimim daha çok şartlar gereğiydi. Sözünü ettiğim dönem 27 Mayıs’a kadar sürdü. 27 Mayıs elbetteki bir darbeydi. Bunların hepsi doğru ancak Türkiye’nin düşünce şekline, içeriğine ondan daha çok yardım eden de başka bir şey olmadı. 1961 Anayasası’yla birlikte Türkiye düşünmeyi, tartışmayı öğrendi. HER DAVA BİR İNSANLIK DRAMIDIR Babanızın vefatından sonra ne yaptınız? -Ayvalık’a döndüm. Balıkesir Barosu’na kaydoldum ve staja başladım. Sürekli beraber olduğum, babamın arkadaşı İzzet Hamuroğlu bir akşam bana, “Sabih, sen kendi işini bile takip etmeyen bir adamsın. Başkalarının işini nasıl takip edeceksin? Gel, bu avukatlıktan vazgeç!” dedi. Düşündüm, gerçekten de doğruyu söylüyordu. Çünkü ben bazen vergilerini bile zamanında yatıramayan bir adamdım. Burhaniye’de başladığım stajı İstanbul’da tamamladım ve yirmi dört yaşında Orhaneli’ne Cumhuriyet Savcısı olarak atandım. Çiçeği burnunda bir savcıydınız. Orhaneli nasıl bir savcıyla karşılaştı? Fazla mı serttiniz, nispeten hoşgörülü mü? Neler yaşadınız? -Tabir-i caiz ise, Orhaneli suç işleme oranı açısından müthiş bir hazineydi(!) İki bin beş yüz nüfuslu ilçenin tam yüz yirmi dört köyü vardı. Yani nahiye ve köyleriyle birlikte çok kalabalık bir ilçeydi. İlginçtir, özellikle kurban bayramlarında çok kan dökülürdü. Sanki o günler “suç işleme günü”ymüş gibi. Ve ben, kurban bayramlarında otopsi için köy köy dolaşır, dört gün

11


boyunca evime gidemezdim. Nasıl bir savcı olduğuma gelince... Savcının duruşmadaki rolü abartılacak bir şey değildir. Davayı açan, hazırlayan insandır savcı. Yani iddia makamıdır. İddianızı kanıtlıyorsanız, davayı kazanırsınız ve dava mahkumiyetle sonuçlanır. Ha, bu insanı memnun eder mi? Hiçbir şekilde etmez. Zevk verir mi? Hayır. Sadece iddianızın doğruluğu ortaya çıkar o kadar. Çünkü her dava bir insanlık dramıdır. HUKUKUN AKLA, MANTIĞA UYGUN VE BELİRLİ BİR ŞEKİLDE EVRENSEL OLMASI GEREKİR Son cümleniz çok sarsıcıydı ve bize Orhaneli’nin nasıl bir savcıyla karşılaştığını da çok net anlattı. Sayın Kanadoğlu, Orhaneli’nden sonra Erzurum Cumhuriyet Savcılığı, Bingöl Sulh Hukuk Hakimliği, Tokat/ Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı, İzmir Ceza Hakimliği, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı yaptınız. Daha sonra Yargıtay üyeliğine, Yargıtay Daire Başkanlığı’na seçildiniz. 2001 yılında da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı oldunuz. Şimdi, en doğru yanıtı sizden alacağımız için sormak istiyoruz: Hak nedir? Hukuk nedir? Adalet nedir? Bu kavramların içi boşalırsa ne olur? -Öncelikle söylemek isterim ki, bu kavramların içi boşaldığında kaos olur. Kaosun hüküm sürdüğü yerde hak olmaz, hukuk olmaz, adalet olmaz. Hak; bireylerin toplumsal yaşam içerisinde sahip oldukları inançlar, savundukları fikirler gibi temel özgürlüklerdir. Hukuk bu hakları yasalarla güvence altına alır ancak hukukun akla, mantığa uygun ve belirli bir şekilde evrensel olması gerekir. Hazırlanan her yasa, yasadır ve kanunidir ama hukuki olmayabilir. Bu nedenle, “Hukuk herkese lazımdır!” dediğimiz nokta da budur. Adalet de hukukun tecelli etmesi midir?

HAKİMLİK BİR SANATTIR Şimdi izninizle bir başka konuya geçmek istiyoruz. Sayın Kanadoğlu, kendimizi bildik-bileli yasal boşluklardan faydalanılan durumlarla karşılaşıyoruz. Bizim yasalarımızda neden boşluk var?

Ahmet Yorulmaz, ancak 1960’tan sonra kendisinin bir değer olduğunu kanıtlama imkanını bulabildi. “Ayvalık’ı Gezerken” kaç baskı yaptı, bir bakın. Bu yolda yazılmış en güzel kitaptır o...

-Hiç şüphesiz. Adaletin doğru-dürüst bir tespiti de yapılamaz zaten. İnsanoğlunun vicdanının, bilincinin kabul ettiği şeydir adalet. Onun için hak başka bir şeydir, hukuk başka bir şeydir, adalet başka bir şeydir ve bunların tek bir tanımı yoktur.

Hiç yasalarla vicdanınız arasında kaldığınız oldu mu, peki? -Olmaz olur mu? Elbette oldu. Ama şimdi aklıma bir örnek gelmiyor. Çünkü ben ağır ceza mahkemesi başkanlığından ayrılalı otuz bir yıl oldu. O nedenle şu olayda bunu yaşadım, diyemem. Verdiğiniz en ağır ceza neydi diye sorsak? -İdam! Meslek hayatımda beni en çok üzen şey, bir sanığın yüzüne “idam” cezasını söylemekti. Yani, “Oğlum, seni idama mahkum ettim!” diyebilmek kadar bu mesleğin insana eza veren, insanı üzen bir yanı daha yoktur. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanıyken bu olay, benim başıma sekiz kez geldi. Hiçbiri infaz edilmedi. Buna rağmen bir tanesini asla unutmam... Duruşmalar sırasında sanıklarla onlardan genç olduğum halde, “Oğlum, evladım,” diye konuşurdum. Bir insana “Oğlum, seni idama mahkum ettik!” demek ne demektir? Gözünüze uyku girmez, kendi kendinizi yersiniz. Gerçekten üzülmemek elde değildir. O gün de

12

öyle oldu, sabaha dek uyuyamadım ama idamına karar verdiğim adam hiç ummadığım bir tepki gösterdi; “Reis Baba, anlıyorum ki çok üzülüyorsun... Üzülme, ben bu cezayı hak ettim!” dedi ve dışarı çıktı. O çıktıktan sonra duruşmaya ara verdim çünkü kendime gelmem lazımdı. Böyle bir tepkinin insana neler yaşatacağını, neler hissettirebileceğini düşünün. İdam cezası gerçekten kabul edilecek bir ceza değildi ve kaldırılması lazımdı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda çok tartışmalarımız oldu. Ancak bir ceza varsa ve yargılanan insan bu cezayı hak ediyorsa, cezayı uygulamak durumundasınız. “Ben böyle bir ceza veremem,” deme hakkınız yoktur. Sadece bu cezaların kalkması için çalışırsınız. Nitekim idam cezası kaldırıldı ve yerini “ağırlaştırılmış müebbet”e bıraktı...

-Sorunuzun cevabı için yasaların nasıl hazırlandığına, çıkarıldığına bakmak gerekir. Yasalar ya teklif ya da tasarı yoluyla gelir. Bakanlar kurulunun hazırladığı tasarı, Yargıtay gibi kurumların görüşü alınarak, üzerinde çalışılarak, tartışılarak, gerekli düzenleme ve düzeltmeler yapılarak yasalaşır. Ancak milletvekillerince getirilen teklifler bu süreçten geçmezler. Üzerinde doğru-dürüst çalışılmayan bu teklifler, belli amaçları gerçekleştirmek adına hazırlanmışlarsa yasalaşmaları halinde yasal boşluklar da oluşur, o boşluklardan yararlanmak isteyenler de... Örneğin son beş-on yılda “İhale Kanunu”nun yüz kereden fazla değişmesi, sorunuzun cevabını kapsıyor zaten.

Bir de sık sık gündeme gelen ve çok tepki alan “iyi hal” uygulamaları var. Takım elbiseyi giyip kravatı takana önemli cezai indirimler yapılıyor. Sizce kimler “iyi hal”den yararlanmalı? -Hakimlik bir sanattır. Neden sanattır? Çünkü insanı yargılıyorsunuz... Yargıladığınız insanda “pişmanlık” saptayabiliyorsanız, bu pişmanlığa karşılık bir ceza indirimine gidebilirsiniz. Sizin sandığınız kadar büyük bir indirim de değildir bu. Cezanın altıda biridir. Ancak bu uygulamadan önce fiile bakarsınız. Nedir bu eylem? Suç nasıl işlendi? Niçin işlendi? Suçu işledikten sonra yargıladığınız kişi ne halde? Gerçekten pişman mı? Yoksa; söylediğiniz gibi kravat bağladı diye indirim yapılmaz. Hakimliği bir sanat olarak almayan bazı hakimlerimizde, “Ne kadar az ceza verirsem, o kadar iyi olur!” düşüncesi vardır. Bunu herkese uygulamayı bir marifet sanabilirler ama mesleğin ne anlama geldiğini bilmeyenler tarafından yapılır bu. Kırk yıldan fazla devlete hizmet ettiniz ve 2003 yılında Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı sıfatıyla emekli oldunuz. Halen Türk Hukuk Kurumu Başkanı’sınız. Ödüllerle dolu, aktif bir yaşantınız var. Neler yapıyorsunuz?


-Yurt içinde ve yurt dışında panellere katılıyorum. Yedisekiz kere Almanya ve İsviçre’ye gittim. Meslek yaşamım boyunca üç ödül aldım ancak emekli olduktan sonra “Fahri Doktorluk” dahil yirmi ödülün sahibi oldum. Bu ödüller içerisinde İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun, ODTÜ Senatosu’nun ödülleri de var. Uğur Mumcu Ödülü’nü üç-dört defa bana verdiler. Bunların hepsi çok önemli, övünç duyduğum ödüller... YÜZMEK İÇİN BAHRİ USTA’NIN OĞLU KAMURAN GÜNDEMİR’LE DOLAP BOĞAZI’NA GİDERDİK Uğur Mumcu’yu anmışken, Ayvalık’ta kendisiyle birlikte zaman geçirir miydiniz? -Tabii ki... Uğur Mumcu’yu, iyi arkadaşlarımdan olan rahmetli Ahmet Yorulmaz’ın evinde tanıdım. Daha sonra dostluğumuz Ankara’da da devam etti. Eşi Güldal Hanım’la hala görüşüyoruz. Geçenlerde ziyaretine gittim. Peki, Ahmet Yorulmaz için neler söylersiniz? -Ahmet Yorulmaz’ın Ayvalık’a hizmeti çok büyüktür. Kendisi lise yıllarından beri arkadaşımdı. Fakat hatırlanması dahi insanı rahatsız eden dönemlerden geçiyorduk. O tarihlerde de yine demokratik olmayan bir ülkede yaşıyorduk. Bir başka deyişle, “insan değeri”nin boşa çıkarıldığı yıllardı. Bu kıymet bilmezlikten Ahmet de nasibini almıştı. O, ancak 1960’tan sonra kendisinin bir değer olduğunu kanıtlama imkanını bulabildi. “Ayvalık’ı Gezerken” kaç baskı yaptı, bir bakın. Bu yolda yazılmış en güzel kitaptır o... Özetle şöyle diyebilirim, Ahmet’in arkadaşlığından hep onur duydum. Böyle değerleri birer birer kaybetmek, insanın içini acıtıyor. Sayın Kanadoğlu, yılın kaç ayını Ayvalık’ta geçiriyorsunuz? -Ortalama Haziran ayından Ekim ayı sonlarına dek Ayvalık’ta kalıyorum. Sanırım artık daha uzun bir süre kalabileceğim. Ayvalık’ta en çok neleri yapmaktan keyif alıyorsunuz? -Ayvalık’ta olmak başlı başına bir keyif zaten. Burada olmak bile yetiyor insana. Belirli bir şey yapmak gerekmiyor. Ama nasıl zaman geçirdiğimi soruyorsanız, denize gidiyorum. Bazen Tenis Lokali’ne uğruyorum. Akşamları dostlarımla birlikte oluyorum. Aslında yazmak istediğim kitaplar var. Ama her geçen gün insanın çalışma azmi biraz daha kırılıyor. Sizin Ayvalık’la bağınız hiç kopmadı... Her fırsatta buradaydınız. Önceki sayımızda İbrahim Aybar’ın kızıyla konuşmuştuk. Halkevleri’ni anlatırken anılarının bir yerinde, sizden de söz etmişti. -Doğrudur, bağım hiç kopmadı Ayvalık’la ve o günleri de hatırlıyorum. Muharrem Onursal’ı, Kıvanç Hanım’ı... Bando Şefi Halim Bey’i hiç unutmadım. Bir Kenan (Alatur) Bey’i, bir Bahri (Gündemir) ustayı unutmak mümkün mü? Bahri ustanın tamirhanesinden yukarıya döndüğünüzde karakolun arkasında kalan ev bizim evimizdi. Oğlu Kamuran’la yüzmek için Dolap Boğazı’na giderdik. Bir keresinde güneşin altında fazla kalmıştık. Öyle bir yanmıştım ki, yirmi dört saat bağırdım desem, yeridir. O vakitler Kamuran evliydi. Ben de galiba hukuk öğrencisiydim. Geçmişe baktığımda, yaşanan pek çok güzelliği görüyorum,

Ayvalık’ın eski halini iyi bildiğiniz gibi geçirdiği değişimin/ gelişimin/büyümenin de yakın tanığısınız. Çok sevdiğiniz Ayvalık’ta gözlemlediğiniz ve sizi üzen bir şey var mı? -Şimdi, bir toplum belirli noktalarda çok iyidir, bazı noktalarda da kötüdür. Türkiye’yi hasta eden her olay, Ayvalık için de geçerlidir. Bu nedenle insan sevgisinin ve saygısının azaldığı yerlerden biridir şimdilerde Ayvalık. Bütün ülkede karşımıza çıkan bu durum beni üzüyor. Bir de doğanın katledilmiş olduğu yerleri görmek... Sayın Kanadoğlu, Ayvalıklılar, Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’na sahip çıkıyorlar. Ama bizlerin kulağına parkın imara açılacağı söylentileri geliyor. Hem bir Ayvalıklı hem de “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Hukuku” isimli kitabın yazarı olarak ne dersiniz? -Ayvalıklıların tabiat adalarını koruma çalışmalarını Türkiye’ye mal etmeleri lazım. Bu noktada elbette öncülük görevi belediyenindir. Ben Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in böyle bir girişimi önleyecek ve Türkiye’ye mal edecek çapta bir insan olduğuna inanıyorum. Sayın Kanadoğlu, bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.l

13


Çakmak Mahallesi Muhtarı

NİHAT KARA

“KÖYÜMÜZDE KANSER VAKALARI ARTTI. GENEL BİR SAĞLIK TARAMASININ YAPILMASINI VE BUNUN NEDENLERİNİN ARAŞTIRILMASINI BEKLİYORUZ”

M

uhtarlarla söyleşilerimizi sürdürüyoruz. Konuğumuz bu kez Çakmak Mahallesi Muhtarı Nihat Kara...

-Sağlık ocağı binası ilköğretim okulunun yanında. Sağlık ocağı, çevre köylere de hizmet götürmesi amacıyla yapılmıştı ancak hizmet o binada verilmiyor. Yani atıl durumda. Köye haftada bir gelen aile hekimi köyün içinde bakıyor hastalara. Yedi mahalleye de yanıt verebilecek, donanımlı bir sağlık ocağına ihtiyacımız var. Açılacağını söylediler, bekliyoruz...

Sayın Nihat Kara, tüm diğer muhtarlarımız gibi sizi de kısaca tanıyabilir miyiz? -1971 Çakmak doğumluyum. Evliyim. İki çocuk babasıyım. Çiftçilikle uğraşıyorum. 2014 yerel seçimlerinde muhtar oldum. Bu benim birinci dönemim.

Peki, mahallenin okur-yazar oranı nedir?

Mahalleniz hakkında genel bir bilgi alabilir miyiz? -Çakmak eski bir yerleşim alanı. Geçmişte Ayazment’e yani şimdiki Altınova’ya bağlıymış. Osmanlı’ya dayanan bir tarihi var yani. Günümüzdeyse, Ayvalık’ın bir mahallesi. Güneyde Üç Kabaağaç, doğuda Odaburnu, batıda Ayvalık, güney-batıda Altınova, kuzeyde Kırcalar’a komşu. Mahallemizde üç yüz elli-dört yüz civarında ev var. Nüfus bin iki yüz-bin üç yüz kişi arasında. Ayvalık’a uzaklığı ne kadar? -Yirmi dört kilometre... Ancak Ayvalık veya Altınova’ya ulaşımımız yok. Otobüs, minibüs çalışmıyor. Mahallemiz gerek büyüklüğü gerekse öğrenim imkanları açısından beş-altı köyün merkezi durumunda. Taşımalı sistemle çevre köylerin çocukları Çakmak İlköğretim Okulu’na geliyorlar. Fakat okul mahallemizin adını taşımasına rağmen, mahallemize de epeyce uzak. Odaburnu’yla Çakmak arasında... Çakmak’ın çocukları okula yürüyerek gidip-geliyorlar. Ne taşımalı sistemden ne de öğrencilere çıkan yemekten faydalanabiliyorlar. Milli Eğitim Müdürlüğü’ne dilekçe yazarak durumu bildirdik. Sonucu bekliyoruz... Çakmak’ta sosyal tesis var mı? -Bir spor kompleksi yapıldı. Küçük çocuklar için park, futbol-basketbol sahası var. Çocuklar gidip oynuyorlar. Ama spor hocaları yok. Ya sağlık ocağı?

14

-Sakinlerimizin yüzde doksandan fazlası okur-yazar. Mahallemizin yüzde sekseni ilkokul mezunu. Lise ve üniversite düzeyinde eğitim alanların sayısı çok az. Bu durumda gençler arasında işsizlik yaygın, diyebilir miyiz? Nihat Kara

-Çakmak’ta hemen herkes çiftçilik yaptığı için gençler de işsiz kalmıyor. Tarım yapıyorlar.

Çok güzel... Peki, mahallelinin tarımdan başkaca bir geçim kaynağı var mı? -Genelde geçim tarımdan sağlanıyor. Zeytin ve bamya yetiştiriyoruz. Az miktarda pamuk üretimi de yapılıyor. Eskiden hayvancılık da yaygındı. Ama girdilerin maliyeti, yemin pahalılığı, meraların yetersizliği nedeniyle sürüler azaldı, besicilikten uzaklaşıldı. Nüfusun sadece yüzde onu hayvan besliyor. Kadınlar da üretime katılıyorlar mı? -Elbette... Onlar da bizimle beraber tarlada bamya topluyorlar. Zeytine gidiyorlar. EN BÜYÜK SORUNUMUZ YOLLARIN BOZUKLUĞU VE ULAŞIM. KÖYÜN İÇİNDEN GEÇEN ANA YOL DA, KÖYÜN İÇİNDEKİ YOLLAR DA ÇOK BOZUK Mahallede sosyal hayat nasıl? -Erkekler kahvelerde oturur. Kadınlar birbirlerine gelip-giderler. Genç kızlar çeyiz işlerler. Bir internet kafe vardı, kapandı. Çocuklar, gençler artık parka, spor kompleksine gidiyorlar. Bu iyi oldu. Ama internet


de gerekiyor bazen... Bunların dışında on üç-on dört çocuğumuz Zeytin Çekirdekleri’ne gidiyor. Bence her eğitimin çocuklara da topluma da faydası vardır. Daha başka şeyler de yapılabilirse iyi olur. Örneğin, çocuklar Ayvalık’ın tarihi yerlerini görebilse... Ne bileyim, bir Çanakkale’ye gidebilseler... Tarihi yerler hakkında yerinde bilgi sahibi olabilseler... Burada da bir kütüphane kurulsa... Gençlerimiz kahvelerden çekilir, okuma alışkanlığı edinirler diye düşünüyorum. Sayın Kara, Çakmak’ın ihtiyaçları, sorunları neler? -En büyük sorunumuz yolların bozukluğu ve ulaşım. Hem köyün içinden geçen ana yol hem de köyün içindeki yollar çok bozuk. Köyden geçen ağır tonajlı vasıtalar hem ana yolu bozuyorlar hem de tehlike arz ediyorlar. Yolun iki tarafında evler var. Bu evlerin önünde çocuklar oynuyor. Mahalleli özellikle rampadan aşağı inerken, Allah korusun, ya kamyonlardan birinin freni boşalırsa diye korkuyor. Ayrıca bu araçlar geçerken yol kenarındaki evler zangır zangır titriyor. İnsanlar evlerinin yıkılacağından endişe duyuyor. Yani, sizin anlayacağınız, bir çevre yolu istiyoruz. Bu şart. Ayrıca köyün içindeki yolların kilit taş olması lazım. Bir diğer sorun merkezlere ulaşım. Büyükşehir Belediyesi’nden Altınova’ya, Ayvalık’a çalışacak ve yedi mahalleye hizmet verecek otobüs ya da minibüsleri hizmete sokmasını bekliyoruz. İÇME SUYUMUZDA YÜKSEK ORANDA ARSENİK ÇIKTI. TÜM DUYURULARA RAĞMEN HALKIN YÜZDE SEKSENİ BU SUYU KULLANMAYA DEVAM EDİYOR Yol ve ulaşım dışında başka sorun var mı? -Yolların bozukluğundan kaynaklanan çöp sorunumuz var. Mahallemiz için seksen konteyner tahsis edilmişti. Ancak kırk tanesini yerleştirdiler. Çünkü çöp aracı bu kırk tane konteynerin bulunduğu yerlere girebiliyor. Ayrıca bir ricamız oldu belediyeden, köy meydanıyla sokak aralarının temizlenmesini istedik. İlerleyen günlerde yapılacağı söylendi. Bu önemli çünkü her şey eğitimle olur. Mahalleli temiz gördüğü yeri kirletmekten çekinir. Çevreyi temiz tutmayı, yere çöp atmamayı öğrenir. Eskiden konteynerler yoktu. Herkes, “Yağmur suyu götürür!” deyip çöpünü derelere atıyordu. Ne oldu? Dereler kirlendi, doldu-taştı... Şimdi her yağışta evleri su basıyor... Bu da bir başka sorun. O derelerin acilen ıslahı gerekiyor. Altyapı artık yetersiz kalıyor zira mahalle çok büyüdü. Bu yönden de sıkıntılarımız var. Nedir onlar? -Mahalle plansız-programsız büyüdü. Yapıların yüzde doksanı hazine arazisi üzerinde. 2 B yasası gereğince tapulandırmaya gidildi. Valilik bize buraları altı yıl vadeyle satacaklarını söyledi. Bu çalışmaların hızlanmasını bekliyoruz. Diğer yandan bildiğiniz gibi içme suyumuzda yüksek oranda arsenik çıktı. Tüm duyurulara rağmen halkın yüzde sekseni bu suyu kullanmaya devam ediyor. Su arıtma tesisi yapılıyor; bitmek üzere. Balıkesir’den gelen kontrol şefi, “Sistem kurulduğunda suyunuz memba suyu gibi olacak!” dedi. Bu konuda daha geniş bilgilendirilmek istiyoruz. Sudaki arsenik oranı gerçekten normal değerlerine inecek mi, merak ediyoruz. Bir de köyümüzde kanser vakaları arttı. Genel bir sağlık taramasının yapılıp, bu artışın nedenlerinin araştırılmasını bekliyoruz. Çünkü sudaki

arsenik değeri yüzde ellilerden yüzde otuz beşlere düşmüş ama hala insanlar bu suyu kullanmaya devam ediyorlar. Mahalleli size en çok hangi taleplerle geliyor? İhtiyaç ve sorunlarda öncelikleri neler? -En çok yolların bozukluğu için geliyorlar. Fen İşleri’nin gelip burada durumu görmesi gerek. Çünkü çöp aracının giremediği sokaklara ambulans da, itfaiye de giremiyor. Ulaşım deseniz, o da bir dert. Her gün iğne yaptırmak zorundaki vatandaşın Ayvalık’a ya da Altınova’ya gideceği bir araç yok. Kendi imkanlarıyla iğnesini olabiliyorsa, oluyor. Zaten asıl bu noktada bir sağlık ocağına ihtiyaç duyuyoruz. Biz dahil yedi köy, bekliyoruz. Sayın Kara, muhtarları olarak sizin mahallelinizden istediğiniz bir şey var mı? Çevreyi temiz tutmak, dereleri kirletmemek, dere yataklarına ev yapmamak gibi örneğin? -Bütün bu söylediklerinizi ben de isterim elbette ama yüz yıllık alışkanlıklardan insanların kurtulması kolay değil. Zamanla ve eğitimle değişecek her şey. Doğrusunu görecek o zaman. Yani önce temiz, temizlenen bir mahalleyi görecek sonra onu kirletmemeyi öğrenecek. Şimdilik onlardan, sorunları yetkili makamlara duyurarak çözmek adına, sadece oy istiyorum. Dikkatinizi çekmiştir: Nihat Kara’nın röportajımız boyunca en çok kulladığı sözcük, “Bekliyoruz!” oldu. Umarız ve dileriz ki; yol, ulaşım, sağlık ocağı, çöp, su arıtım, tapuların verilmesi gibi konulardaki beklentileri en kısa sürede gerçekleşir.l

Onlar için ne yapılsa azdır

GAZİLER BAŞKAN GENÇER’İ ZİYARET ETTİ

1

9 Eylül Gaziler Günü’nde Eski Garaj’da “Tüm Gaziler ve Şehit Aileleri İrtibat Bürosu”nun açılmasının ardından, Ayvalık’ta yaşayan gaziler Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i makamında ziyaret etti.

Sıcak bir ortamda gerçekleşen buluşmada öncelikle gazilerin sorunları masaya yatırıldı. Ülkemizde son dönemlerde yaşanan ve tüm toplumu derinden yaralayan terör olayları ve sonuçları üzerinde duruldu. Böyle günlerde birlik-beraberlik içinde hareket etmenin önemi dile getirilerek, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne vurgu yapıldı.

15


Yaklaşık bir yıl önce Ayvalık Belediyesi Gençlik Merkezi (AYBEGEM) Altınova’da faaliyete geçmişti. Belediye Meclis Üyesi ve Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Eğitim Kolu Sorumlusu Nusret Kantarcı ile görüşmüş, AYBEGEM’i etraflıca tanıtmıştık. Faaliyet alanını genişleten AYBEGEM son derece başarılı bir eğitim-öğretim yılını geride bıraktı. Etütlere katılan on beş ortaokul son sınıf öğrencisi Fen, Anadolu ve Meslek liselerine girmeye hak kazandı. Bu büyük başarının yanı sıra, Ayvalık merkezde de hizmete giren AYBEGEM’i ve gelecek yıllarda yapacağı atılımları konuşmak üzere bir kez daha Nusret Kantarcı ve AYBEGEM Eğitim Koordinatörü Muzaffer Köse ile buluştuk.

AYBEGEM SAYESİNDE BAŞARIYI YAKALAYAN ÖĞRENCİLER GELECEĞE DÖNÜK ÖNEMLİ BİR ADIM ATTILAR S ayın Kantarcı, dergimizin üçüncü sayısında yayınlanan söyleşimizde, Altınova’dan sonra Küçükköy ve Ayvalık’ta da Merkez kuruluş çalışmalarının sürdüğünü belirtmiştiniz. Kaldığımız yerden devam edelim mi?

-Evet, o gün belirttiğim gibi öncelikle Altınova’daki fiziki koşulları düzelttik. Kursları genişlettik. Sonra orada yaptığımız çalışmayı Türkan Saylan Kültür Merkezi’ne taşıdık. Şu an Altınova ve Ayvalık merkezde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bildiğiniz gibi bir da Küçükköy projemiz vardı. Ancak öğretmen kadromuz yeterli olmadığı ve öğrencilerin kurslara ulaşımlarını sağlama açısından bazı sıkıntılar yaşadığımız için henüz gerçekleşemedi. Şu an kurslarımız maddi açıdan Halk Eğitim Müdürlüğü’nce destekleniyor. Doğrusu, yeni bir taleple onların koşullarını fazla zorlamak istemiyoruz. Yani Küçükköy için biraz daha zamana ihtiyacımız var. Lise derslerine destek ve üniversiteye hazırlık kurslarının da faaliyetleriniz arasında yer alacağını söylemiştiniz. Bu konuda bir gelişme oldu mu? -Geçen yıl bu kursları başlatmayı planlamıştık. Ancak öğretmen kadrosunu gönüllülük esasına dayanarak oluşturmak, takdir edersiniz ki kolay değil. Ayrıca Altınova ve Küçükköy’de mekan bulabilsek bile, Ayvalık’ta o noktada tıkanıyoruz. Türkan Saylan yerleşkesi bizim için çok uygun. Ne var ki, sivil toplum örgütlerinin pek çoğu burada. STK’lara yeni

16

Nusret Kantarcı ve topluca faaliyet gösterecekleri bir ortam yarattığımızda mekan sorunumuz çözümlenecek. Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’in projesi, bir “dernekler yerleşkesi” inşa edip, bütün dernekleri orada toplamak. Böylece bizim üniversiteye hazırlık kurslarını açmamız da kolaylaşacak. HAYATA HAZIRLADIĞIMIZ ÖĞRENCİLERİMİZİ AYNI ZAMANDA ATATÜRK’E, ATATÜRK TÜRKIYESİ’NE YAKIŞIR BİREYLER OLARAK YETİŞTİRİYORUZ Bu kez, daha çok LYS sınavlarındaki başarınızı konuşmak istiyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz? -Ben bu konuda çok fazla bir şey

söylemek istemiyorum. Çünkü sağlanan başarıyı başta Muzaffer Köse olmak üzere tüm öğretmen arkadaşlarımıza borçluyuz. Bizler yerel yönetime gelmeden önce onların Altınova’da başlattıkları kurs programı altyapının oluşmasını sağladı. Biz belediye olarak kendilerine lojistik ve fiziki kapasite konusunda destek verdik. Ortaya çıkan başarı takım çalışmasının ürünü ve güzel bir örneğidir. Kendi içimizde son derece uyumlu çalışıyoruz. Hayata hazırladığımız öğrencilerimizi aynı zamanda Atatürk’e, Atatürk Türkiyesi’ne yakışır bireyler olarak yetiştiriyoruz. O’nun izi ve ilkeleri doğrultusunda yürüyecek gençler olmalarına özen gösteriyoruz. Çünkü uygar


dünyada başka türlü yer alamayacağımızı biliyoruz. AYBEGEM çatısı altında bir kursiyeriniz ilk defa fen lisesini kazandı. Neler söylemek istersiniz? -Eğitimci olarak gurur duyuyorum elbette... Biz eğitimciler, Çakmak Ortaokulu’ndan fen lisesine öğrenci göndermenin nasıl büyük bir başarı olduğunu çok iyi biliyoruz. Çünkü fen liselerine öğrenci sokmak gerçekten çok zordur. Muzaffer öğretmenin bulup çıkardığı Mustafa Muzaffer Köse Küçük başarılı bir gencimizdi ancak işlenmemiş bir bilgiler ve İngilizce branşlarında madendi. Bütün öğrencilerimizin not ortalamalarını öğretmenlerimizin çabasıyla bizler yükseltmeyi ve özellikle 8. sınıflarda Mustafa’yı kazandık ve ülkemize LYS sınavlarını hedefliyoruz. Beş kazandırdık. Bundan daha ana derste dokuz öğretmenimizle büyük bir mutluluk olamaz. Ben çalışıyoruz. İngilizce öğretmenimiz uygulamalarımızı “Milli seferberlik” hem Altınova hem de Ayvalık olarak nitelendiriyorum. Çünkü o AYBEGEM’de derslere giriyor. ruhla başladık ve devam ediyoruz. Ayvalık’ta toplam yüz elli beş, Öğretmen arkadaşlarımız, Milli Altınova’da ise yüz altmış sekiz Eğitim Bakanlığı bünyesindeki öğrencimiz var. Geçen yıldan meslekdaşlarının aldıkları maaşın bu yana epeyce kalabalıklaştık. yarısını alıyorlar. Ama onlar Kurslarımız Ayvalık’ta hafta sonları, gönüllü ve gönülden çalışıyorlar. Altınova’da özellikle 3. ve 4. sınıflar Örneğin Altınova’daki Türkçe için hafta arası; pazartesi, salı ve öğretmenimiz ders saatleri dışında çarşamba günlerini de kapsayacak sekreter arkadaşımıza yardım şekilde sürüyor. ediyor. Dediğim gibi her biri kendi branşında uzman olan emekli Kurslara katılım konusunda bir ölçüt öğretmenlerimizle genç ama başarılı söz konusu mu? kadromuz el birliğiyle, hedeflerine -Hayır, isteyen herkese kapımız kilitlenmiş bir şekilde ve büyük açık. Ancak öncelik başarılı ve bir özveriyle projeyi sürdürüyorlar. maddi durumu destek gerektiren Bizler de onlarla çalışmaktan son çocukların... Nusret Hanım’ın derece keyif alıyoruz. söylediği gibi Halk Eğitim AYVALIK BELEDİYESİ YER, Müdürlüğü öğretmen maaşlarının ISINMA GIDERLERİ VE ULAŞIM ödenmesinde bize destek oldu. IHTİYAÇLARIMIZI KARŞILIYOR Ayvalık Belediyesi de yer, ısınma giderleri, ulaşım ihtiyaçlarımızı Sayın Köse, şimdi de size sormak karşılıyor. Bizler böylece üç istiyorum. Bize kursların niteliğinden, yüzün üzerinde öğrencimizi kadronuzdan, öğrenci sayınızdan, kucaklayabiliyoruz. Bizim için çalışma günlerinizden söz eder azımsanacak bir rakam değil bu ve misiniz? giderek artacak, biliyoruz. -“Ortaokul Destekleme Kursları” Sizden çocuklarımızın, kazandıkları adı altında çocuklarımızın okulların isimlerini öğrenebilir miyiz? derslerini takviye ediyoruz. Türkçe, -Tabii... Mustafa Küçük Biga Fen matematik, fen bilgisi, sosyal

Lisesi’ni, Gülsu Aydın, Fatma Güler, Esra Tülüoğlu, İbrahim Başaran, Salihcan Uzun Ayvalık Anadolu Lisesi’ni, İrem Veran, Fatma Kobacık, Serhat Geçiner Atatürk Anadolu Lisesi’ni, Sedat Oğuz, Semra Savcı, Sinem Yolcu Rahim Usta Anadolu Lisesi’ni, Fatih Tokmak Rahim Usta Anadolu Meslek Lisesi’ni, Esra Koca Burhaniye Sağlık Meslek Lisesi’ni ve Mehmet Akın Karabulut İbn-i Sina Anadolu Sağlık Meslek Lisesi’ni kazandılar. Bu listede yer alan çocuklarımızın çoğu kırsal kesimden... Ben onların okumasını çok önemsiyorum. Çünkü ufukları genişliyor, dünyaları değişiyor. Biz eğitimciler gençlerimizi bilgiyle donatarak, başarıya giden basamakların önünü açıyoruz. Onlar da bizden aldıklarının üzerine zekalarını ve azimlerini ekleyerek geleceğe yürüyor ve kendilerine, ülkelerine katkı sunacak bireyler olma yolunda hızla ilerliyorlar. Listeye baktığımızda özellikle Üçkabaağaçlı öğrencilerin çok başarılı olduklarını görüyoruz. Sizce

Beş ana derste dokuz öğretmenimizle çalışıyoruz. İngilizce öğretmenimiz hem Altınova hem de Ayvalık AYBEGEM’de derslere giriyor. Ayvalık’ta toplam yüz elli beş, Altınova’da ise yüz altmış sekiz öğrencimiz var. Geçen yıldan bu yana epeyce kalabalıklaştık 17


bunun bir nedeni var mı? -Vallahi orada çok ilginç, zeki bir damar, bir cevher var. Bence araştırılmaya değer bir durum. Üçkabaağaç bir Türkmen köyü. Çocukların konuştukları dil de bozulmamış Türkçe üstelik. Öğrencilerimiz dil özellikleri nedeniyle kendilerini ayıplıyorlar ama bize göre bu özellikleri için ödüllendirilmeliler. RAHMİ GENÇER EĞİTİME BU DENLİ ÖNEM VERMESEYDİ BU GURURU, BU MUTLULUĞU YAŞAYAMAZDIK Sayın Köse, LYS’de başarı kazanan çocukların ve velilerinin tepkileri nasıl? -Çocuklarda toplum sevgisinin geliştiğini fark ediyorum. Davranışlarına, “Toplum bana faydalı oluyor ben de topluma faydalı olmalıyım,” düşüncesi yön vermeye başlıyor. Bu harika bir şey... Velilerimizle ise bizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorlar. Hepimize minnet dolu gözlerle bakıyorlar. Ben, özellikle kırsal kesim çocuklarının eğitim almalarını çok önemsiyorum. Çünkü biliyorum ki yaşamları, kaderleri değişecek. Sayın Nusret Kantarcı, aynı soruyu size de yöneltsem? -Muzaffer Hoca’mın da dediği gibi velilerimiz çok müteşekkirler... Mustafa Küçük’ün babasıyla ilk

defa Üçkabaağaç’ta karşılaştım. Bizi görünce ne yapacağını bilemedi. Bamya üreticisiydi. Hepimize alelacele birer kilo bamya armağan etti, zor zaptettiği gözyaşlarıyla. Onun o hali bizleri de çok duygulandırdı. Deneyimlerime dayanarak diyorum ki, bir çocuğun yaşamına pozitif anlamda dokunduğunuzda, ne o çocuk ne de ailesi sizi unutuyor. Eğer bir çocuğun elinden tutup onun aydınlık bir geleceğe yürümesini sağlıyorsanız dünyanın en mutlu, en başarılı, en zengin insanı sizsiniz... Ben bunu yaşadım. Yaşıyorum... Ama şunu da belirtmeliyim; eğer Rahmi Gençer eğitime bu denli önem vermeseydi bu gururu, bu mutluluğu yaşayamazdık. Başkanımızın desteğiyle gençlerimizin yanında olmaya devam edeceğiz. Onları üniversiteye de biz hazırlayacağız. GÜLSU, ESRA, FATMA, FATİH, İBRAHİM, MUSTAFA... HEPSİNİN HEDEFLERİ VAR Üçkabaağaç’ın zeki/çalışkan/ başarılı gençleriyle tanışmak üzere Nusret Kantarcı ve Muzaffer Köse’yle birlikte yola çıkıyoruz. Köyün girişinde bizi Ayvalık Anadolu Lisesi’ni kazanan İbrahim Başaran karşılıyor. Köyde düğün var. Arkadaşlarının bütün köy halkıyla birlikte düğün alanında olduğunu ama telefon ederek geldiğimizi bildireceğini söylüyor. Çocuk Parkı’nın yakınlarında

Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’in projesi, bir “dernekler yerleşkesi” inşa edip, bütün dernekleri orada toplamak. Böylece AYBEGEM'in üniversiteye hazırlık kurslarını açması da kolaylaşacak onları bekliyoruz. Gülsu, Esra, Fatma, Fatih de bize katılınca söyleşimize başlıyoruz. Her birinden kendilerini tanıtmalarını, sınavlara nasıl hazırlandıklarını, ne olmak istediklerini, boş zamanlarını nasıl değerlendirdiklerini öğrenmek istiyoruz. Öğretmenleri tarafından, “Her şeye muhalif” liğiyle bilinen, müthiş bir “fen” kafasına sahip olduğu vurgulanan Gülsu Aydın, Ayvalık Anadolu Lisesi’ni kazanmış. Üzerindeki yerel düğün giysilerini bahane ederek yine muhalifliğini ortaya koyuyor ve yakın plan fotoğraf almamıza bütün şirinliğiyle karşı çıkıyor. -2001 Üçkabaağaç doğumluyum. Annem ev hanımı, babamı kaybettik... AYBEGEM’deki öğretmenlerim benden daha yüksek puanlar bekliyorlardı. Ancak bir ara kurslara devam edemedim. Yine de iyi bir okula girmeyi başardım. Henüz ne olacağıma karar vermedim. Fenciyim. Edebiyatla aram pek iyi değil. Kitap okumayı hiç sevmem. Kulaklıkla müzik dinlemeyi severim. Üç yıl boyunca AYBEGEM’in kurslarına devam eden, LYS’de beş yüz üzerinden dört yüz yirmi beş puan alan Esra Tülüoğlu da Ayvalık Anadolu Lisesi öğrencisi. -2002 yılında burada dünyaya geldim. Babam inşaat işçisi, annem ev hanımı. AYBEGEM’de konuları

18


yaparak hazırlandım. Sınıfta anlamadığım şeyleri, kursta öğrendim. Okul ve AYBEGEM dışında da her gün iki saat evde çalıştım. Ben hukuk okumak istiyorum çünkü yatkın olduğumu düşünüyorum. En büyük zevkim, futbol. Ara sıra arkadaşlarımla satranç oynamayı seviyorum. Bilgisayar oyunlarını da severim.

bir kez daha işleyerek, test çözerek sınavlara hazırlandım. Üniversiteye hazırlık kursu açılırsa, ona da gideceğim. Gördüğüm her mesleğe özeniyorum ama ben de daha ne olacağıma karar vermedim. Son iki yıldır çok yoğunduk. Boş zamanlarımı bile test çözerek geçirdiğim için başka şeylerle ilgilenecek vaktim olmuyordu. Ama değdi... Şimdi çok mutluyum.

AYBEGEM ÇOCUKLARIN BAŞARISINDA ÇOK ETKİLİ OLDU

İlk tercihi olan Ayvalık Anadolu Lisesi’ne girmeye hak kazanan Fatma Güler de diğer arkadaşları gibi zorlu bir sınavı geçerek istediği okulda okuyabilmenin gururunu yaşıyor. -On dört yaşındayım. Üçkabaağaçlıyım. Babam çiftçilikle uğraşıyor. Benim annem de ev kadını. LYS’ye okulda öğrendiklerimizi AYBEGEM’de tekrarlayarak hazırlandım. Ders sırasında anlayamadığım konuları orada öğrendim. Çok test kitabı aldım, çok test çözdüm. Başarımda AYBEGEM’in katkısı büyüktür. İleride öğretmenliği, hemşireliği, avukatlığı veya doktorluğu seçebilirim. Bilemiyorum, şimdilik bu meslekler arasında gidipgeliyorum. Umarım üniversiteye hazırlıkta da AYBEGEM yanımızda olur... Boş zamanlarımda televizyon izliyorum. Test çözüyorum, arkadaşlarımla geziyorum. Yılda iki-üç kitap ancak okuyabiliyorum. Zamanım yetmiyor. Rahim Usta Anadolu Meslek Lisesi öğrencisi Fatih Tokmak, aslında Çakmaklı olduğunu ama Üçkabaağaç’ta oturduklarını dile getiriyor.

İbrahim Başaran

Mustafa Küçük

Mustafa derslerine çok çalışan, geleceğe güvenle bakan bir çocuk. Kendi ayakları üzerinde durmak, doktor olmak istiyor.

-2001 yılında doğdum. Annem çalışmıyor. Babam çiftçi. LYS’de üç yüz otuz puan aldım. İstediğim okuldayım ve mutluyum. Okulda derslerimi iyi dinledim. AYBEGEM’de tekrarını gördüm. Böylece konuları hiç unutmadım. Çok test çözerek yanlışlarımı doğruladım. AYBEGEM’in hepimizin başarısında katkısı büyük. İdealim doktor olmak. Futbol oynamayı, arkadaşlarımla gezmeyi, kültürel etkinliklere katılmayı seviyorum.

anlamamıza yetiyor.

İbrahim Başaran, soyadı gibi başarmış ve dört yüz otuz yedi puanla Ayvalık Anadolu Lisesi’ne girmiş. Bakışları, duruşu, kurduğu cümleler onun da zeki ve özgüven sahibi bir genç olduğunu

-Ben de on dört yaşındayım. Çakmak Ortaokulu mezunuyum. Orada öğrendiğim her şeyin AYBEGEM’de sağlamasını yaptım. Sınavlara çok çalışarak, çok tekrar

AYBEGEM’in iftihar listesindeki ilk isim Mustafa Küçük, Biga Fen Lisesi’ni kazanarak hem Çakmak Ortaokulu’nun, hem AYBEGEM’in gurur kaynağı olmuş. Mustafa yatılı okuduğu için onunla görüşmemiz mümkün olmadı. Biz de onu Babası Ali Küçük’e sorduk. -Mustafa derslerine çok çalışan, geleceğe güvenle bakan bir çocuk. Para harcamayı sevmez. Zira halimizi görüyor. Ben üç-dört ay kadar sigortalı çalışabildim. Şimdi işsizim. Büyük oğlumun bakkal dükkanı var. Ona yardım ediyorum. Mustafa bütün bunları bildiği için tutumlu bir çocuktur. Kendi ayakları üzerinde durmak, doktor olmak istiyor. Ben de destekliyorum çünkü köyümüzde doktor yok, ebe yok... Mustafa okulunun ve AYBEGEM’in sayesinde başarıyı yakaladı diye düşünüyorum. Oğluma emeği geçen bütün öğretmenlerimize; AYBEGEM’e, Ayvalık Belediyesi’ne çok teşekkür ediyorum. Çocuklarımızın hep yanında olan, onları tablet bilgisayarla ödüllendiren Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’e de oğlum adına can-ı gönülden teşekkür ediyorum. Son olarak Üçkabaağaç muhtarı Ersin Bozkurt’a, “Üçkabaağaçlı çocukların zekası genetik mi?” diye sormadan edemiyoruz. -Bilemiyorum ama gerçekten çok başarılılar. On numaralar. İleriye dönük bir adım attılar. Çok güzel bir şey. Artık çiftçilik bile bilinçli yapılıyor. AYBEGEM çocukların başarısında çok etkili oldu. Velilerimizin tümü benim gibi çok memnunlar. Ben nasıl kızım kursa gitsin, okusun istiyorsam onlar da öyleler. Bizler AYBEGEM’e ve Ayvalık Belediyesi’ne, çocuklarımıza verdikleri destek için çok teşekkür ediyoruz.l

19


Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com

İz birakanlar

İ

nsan belirli bir yaşa gelince arada bir durup, geriye bakıp bugünlerine nasıl geldiğinin, kendisini, artısıyla-eksisiyle bugün olduğu insan haline getiren yaşanmışlıkların neler olduğunun muhasebesini yapıyor. Ayvalık’ta doğmuş, büyümüş, okumuş ve kökü hala bu güzelim kasabaya bağlı olan bir hemşeriniz olarak yakın geçmişime dair değil de, o günlerimize ait bu muhasebeyi yaptığımda kendimi çok şanslı hissediyorum. Eminim ki Anadolu’daki onlarca kasaba ve kentte, benim yaşıtım olan yüzlerce çocuk ya da genç, büyürlerken eğitim ve kültür olarak bizler kadar beslenmemişlerdir. Evet gerçekten talihli çocuklardık. İlkokuldan lise sona kadar geçen sürede; dönemin önde gelen neredeyse bütün müzik gruplarını dinleme, tiyatro topluluklarını izleme şansına sahip olduk. Konserlerin değişmez mekanı o dönem birçok büyük kentte bile olduğunu sanmadığım bin kişilik Ferah sinemasıydı. Tiyatro gösterileri ise genellikle Naci Bey’e (Özel) ait olan Şehir Sineması’nın yazlığında sergilenirdi. Cem Karaca ve Dadaşlar, Barış Manço ve Kurtalan Ekspres, Ersen ve Dadaşlar, Erol Büyükburç, Selçuk-Rana Alagöz, Vasfi UçaroğluKamuran Akkor, Durul Gence Beşlisi, Timur Selçuk, Berkant ve hatırlayamadığım kişi ve topluluklar ‘gök kubbeye yükselen hoş sedalarıyla’ ileriye doğru iz bırakarak geçtiler hayatımızdan. Ertuğrul Sadi Tek Çarşamba günleri öğleden sonra öğretim yoktu ve öğretmenlerimiz bu yarım günü; bizi toplu olarak tiyatroya götürerek değerlendirmemizi sağlarlardı. Örneğin ‘radyofonik’ sözcüğünün anlamını ilk kez bu gösterilerden birinde öğrendim. Okulda bize yapılan duyuru; ‘Bugün Şehir sinemasında Namık Kemal’in ‘Vatan Yahut Silistre’ oyunu radyofonik olarak sunulacaktır. Öğrencilerimizin saat 14:00’te sinemada olmaları...’ şeklindeydi. Gittik, tıklım tıkış doldurduk sinemayı ve perdelerin açılmasını, oyunun başlamasını bekliyoruz. Sahnenin önündeki kırmızı perdeler bir türlü açılmıyor. Sonuçta, perdenin arkasından çeşitli kadın ve erkek seslerinin ’radyofonik’ olarak seslendirdiği Vatan Yahut Silistre’yi izledik, daha doğrusu dinledik ve bitti.

20

O zamana yönelik olarak itiraf edeyim ki pek de gönüllü değildik bu faaliyetlere ama bize neler kattığını ancak yıllar sonra, hayatın içinde anlayabildik. Rıfat Ilgaz’ın; Türk sinemasında bir kült olan Hababam Sınıfı ile ilk kez Ayvalık’ta Ulvi Uraz Tiyatrosu aracılığıyla tanıştık. Tiyatronun bu üstadının kadrosunda kimler yoktu ki... Her biri henüz genç birer fidan olan Metin Akpınar, Zeki Alasya, Kemal Sunal, Ahmet Gülhan, Suzan Ustan... Sonraları Kemal Sunal’ın efsaneleştirdiği İnek Şaban’ı Suzan Ustan canlandırıyordu. Tevfik Gelenbe Tiyatrosu, Muammer Karaca, Gönül ÜlküGazanfer Özcan, Aziz Basmacı-Kenan Büke-Hüseyin Baradan Tiyatrosu, Lale Oraloğlu’ndan ‘Kadınlar I-ıh Derse’ oyunu, Kenterler... Ve hepsinin arasında, kendisi için ayrı bir parantez açacağım, Türk tiyatro tarihinde çok ayrıcalıklı bir yeri olması gerekirken ne yazık ki hak ettiği değerin hiçbir zaman verilmediği Ertuğrul Sadi Tek... Ömrünü; daha tiyatro alışkanlığı bile doğru dürüst yerleşmemiş insanımızı üstün tiyatro yapıtlarıyla tanıştırmaya vakfetmiş, Ayvalık’tan Çorum’a, Kars’tan Tekirdağ’a kadar Anadolu’nun her yerinde Shakespeare oyunları sergilemiş bir adanmışlık timsali.... Yıllar sonra, Ankara’da yaşarken karlı bir kış günü evimin karşısındaki bakkaldan alışveriş etmeye gittiğimde; iyice yaşlanmış, yıpranmış, ayaklarını zor sürüyen, üzerinde artık eski bile denemeyecek bir paltoyla içeri girdi Sadi Bey. 100 gram zeytin ve bir çeyrek ekmek alıp çıkarken içim acıdı, ülkemizde sanatçıya verilen değerle günümüzde kendilerine ‘sanatçı’ diyen bir grup insan arasındaki yaman çelişkiyi düşünmeden edemedim. Ve biz; Ayvalıklı gençler olarak bu büyük ustadan Kral Oedipius’u seyretme ayrıcalığına sahip olmuştuk. Ömrümün sonraki yıllarında izlemediğim kadar oyun izledim o yıllarda ve hepsi, bugün olduğum kişi olma yolunda derin izler bıraktı bende. Evet, Ayvalık’ta doğmuş ve büyümüş olmakla kendimi gerçekten şanslı sayıyorum.l


H

AYVALIK TOSTU AYVALIK’TA YENİR!

er yörenin kendine özgü tatları var. Ayvalık bu anlamda hayli zengin bir listeye sahip... Zeytinyağı, tulum peyniri, lor tatlısı, sakızlı kurabiye, Girit leblebisi, Boşnak böreği, koruk suyu, papalina ve elbette Ayvalık tostu... Ayvalık tostu gerçekten çok ünlü, sanıldığından da ünlü. Adının bilmeyen yok gibi. Bunda özel lezzetinin yanı sıra, “taklitlerinin” yurdun dört bir köşesine yayılmış olmasının payı büyük. Ve, tadanların tümü şu ortak kanıyı paylaşıyor: “Ayvalık tostunu Ayvalık tostu yapan özel ekmeğidir!” Bu saptama, gayet açık ki, “Ayvalık tostu Ayvalık’ta yenir!” anlamına geliyor.

Herkes biliyor ama biz yine de tekrarlayalım: Ayvalık tostu; sucuk, sosis, kaşar, domates, turşu, ketçap ve mayonezden yapılıyor. Malzeme çeşitliliğinin yanı sıra, özellikle ekmeğiyle farklılaşıyor ve hiç abartmadan söylersek, “Bir yiyen bir daha yiyor!” Madem ki bu kadar seviliyor ve övülüyor, üşenmedik araştırdık ve bir bakıma “Ayvalık tostu güzellemesi” anlamına da gelebilecek bir derleme yaptık. Bakın, Türk insanı bu adeta “yemeye doyamadığı” tost hakkında neler söylemiş/yazmış, onu hangi cümlelerle anlatmış...

AYVALIK TOSTU ETİNE DOLGUNDUR, İÇİNDE KAŞARLAR TURŞULARLA, SALAMLAR SUCUKLARLA DANS EDER

‰ Ayvalık tostu, Ayvalık dışında Ayvalık tostu diye satılan “şeylerle” alakası olmayan enfes lezzettir. Ayvalık tostunu özel yapan ekmeğidir. ‰ Muhteşem lezzetli, yenildikçe iştah kabartan tosttur. ‰ Olsaydı da yeseydim diye hayıflandığımdır. ‰ “Yerinde yemek gerekir” sözünün birebir uyduğu bir çeşit tost. Gecenin bir yarısı Ayvalık’ta oranın o muhteşem havasını içinize çeke çeke, denizin sahilde bıraktığı sesle birlikte ya da denizden çıkar çıkmaz “Bir karışık!” diye bağırıp, ardından elinizde olan o muhteşem yiyeceği kumların üzerine oturup tadını çıkara çıkara yemek servis önerisidir. ‰ Ayvalık tostu deniz kokar. ‰ Üç öğün de yesem sıkılamadığım şeydir. Ayranıylamayranıyla insanı gökkuşağının altından geçirtir. ‰ Yemesi zor olan canım lezzettir.

‰ Gecenin bir saati akla gelip, bünyede Ayvalık’a gitme isteği uyandıran müthiş yiyecek. Evet, Ayvalık’tan başka yerde yendiğinde aynı tadı vermez. Çünkü Ayvalık’ın o temiz havası ve ara ara coşarak esen ılık rüzgarı eşliğinde yenirse tadı çıkar.

‰ Ayvalık tostu dünyadaki en demokratik yiyeceklerden biridir. Çünkü, ekmek hariç tüm içerik müşteri tarafından belirlenir.

‰ Tost severlerin kaçırmaması gereken, bol malzemeli, mükemmel lezzet.

hiç yapmayın. Çekin elinizi Ayvalık tostundan. Sandviç deyin adına, tost deyin. “Ayvalık tostu” demeyin o şeye!

‰ İncecik iki dilim ekmeğin içine sığdırılan lezzet patlaması.

‰ Tost tost diye nicesine sarılsanız da, sizin sadık yariniz Ayvalık tostudur.

‰ Ayvalık tostunun Körfez’in incisi Ayvalık’ta yemek, aşkı Paris’te yaşamak kadar isabetli bir karardır.

‰ Tostun en lezzetli halinin Ayvalık’ta olmasının ana sebebi özel olarak üretilen ekmeği. Ayvalık’taki fırınlarda bulunan bu ekmek, bölgenin iklim şartları nedeniyle çıtırlığını tost haline gelinceye kadar koruyabiliyor. Boğumlu ekmek, tostun içine bol malzeme konulabilmesi için alanlar açıyor. Tostçu ekmeği boğum kısmının şişkin yerinin tam ortasından keser. Bu hem içindeki bol malzemeyle gözünüzün doymasını hem de

‰ Ayvalık’ta yenmeyen tost, Ayvalık tostu değildir. Bir şey değil, yapıyorlar öyle “abidik gubidik” tostları, ele-güne rezil oluyoruz. “Bu mudur, Ayvalık tostu?” diyor millet. Değildir efendim. Ayvalık tostu yemek için Ayvalık’a gidiniz. Ve sözüm size, İstanbul’un Ayvalık tostu taklitçisi büfecikleri. Düzgün yapın şunu, yahut

21


kolay yemenizi sağlar. ‰ Şeytan Sofrası’na çıkılıp o güzel manzara ve çay eşliğinde yenmesi şart olan, dünyanın en güzel tostu denebilecek tost.

Gurme, gezgin ve yazar Mehmet Y

“S

on yıllarda s taraftarlarını ekmek, lezze önemli malzemesi. Bir çok ünlü şef bu konuda ağız birliği etmişçesine, “lezzetli bir tost beyaz ekmek dilimleri arasında yapılır” diyorlar. Bu konunun en ateşli savunucusu ise ünlü İngiliz şef Jamie Oliver. Tostun zaten bir kalori deposu olduğunu söyleyen Oliver, iki dilim beyaz ekmeğin bunca yanında masum kalac

‰ Bu meşhur Ayvalık tostu nerdeyse ortalama bir insan kafası büyüklüğünde olur fakat en iştahsız insan bile sadece 10 dakika dayanabilir. Süperdir. ‰ Büyükçe bir ağıza sahip olmayanların paket yaptırıp evde yemelerinin daha makbul olacağı, aşmış tost. ‰ Özelliği ekmeğindedir. Bu nedenle diğer yerlerde, genellikle “Ayvalık tostu” diye satılan şey; her şeyin ekmeğin arasına doldurulmasıdır, inanmayınız. Ayvalık tostunu; Ayvalık, Altınova, Sarımsaklı, Dikili gibi yazlık mekanlarımızda tadabilirsiniz. ‰ Ayvalık tostu etine dolgundur, içinde kaşarlar turşularla, salamlar sucuklarla dans eder.

Mehmet Yaşin ‰ Mükemmelliği ve enfes tadıyla dikkat çeken fantastik tost. ‰ Ayvalık tostu dünyanın en lezzetli tostudur ve yerken dökmemeniz mümkün değildir. ‰ Aç kalındığında, hele bir de saat geçse, vazgeçilmez yemektir. ‰ Ayvalık’a gidildiğinde sabah-akşam yenilen ve bıktırmak yerine bağımlılık yapan leziz tost. ‰ Ayvalık tostu yemek istiyorsanız karışık yaptırmayın (kaşarlı veya kaşar+sucuk yeter). Ketçap ve mayonezi bol bol koydurtmayın. Turşu, domates yeterli. Kaldı ki, kıpkırmızı ve enfes tarla domateslerinin lezzetini söylemeye bile gerek yok. ‰ Türkiye’ye dair özlenen en can alıcı yiyeceklerden biridir. Sert olmayıp ağızda dağılan, insanın damağına tat katan, harika mı harika bir yemektir. ‰ Ayvalık tostunun en önemli özelliği şudur: Tost makinasının içine koca bir civata konur. Tost makinasının üst tarafı ağırlıkla çöküp tostu ezmez. Böylece ekmeğin dış tarafı çıtır çıtır olur ama içi sertleşmez. Ekmeği ısırdığınızda önce “hırşşş” diye ekmek sesi gelir. Ardından erimiş peynirle birlikte yumuşacık ekmek ağzınızın içinde dağılır gider. Artık mest olmaya hazırsınız.l

22

Köy ekmeği ise bu kon rağbet görmüyor. Bun ekmek dilimlerinde ol hava delikleri. Eriyen bu deliklerden akıp, m

Gurme ve yazar Nedim Atilla, lezzet denilen şeyin ayrıntılarda gizli olduğunu belirtiyor

TOST MAKİNESİNİN SIK VE İYİ TEMİZLENMESİ GEREKİR

“E

fendim, öncelikle tost ekmeği nohut mayasıyla yapılmış olacak; ekmeğin içi-dışı margarine bulanmayacak; içine Ayvalık kelle peyniri ya da eskiden Midilli göçmenlerinin ‘lovuturi’ dedikleri kaşar peyniri konulacak. Bence sadece peynir yeter ama eğer isterseniz sadece Balıkesir ya da Gönen’in meşhur sucukları tercih edilecek; salam, sosis asla ve kat’a… Üzerine Nedim Atilla yumurta da kırılmaz. Tatlandırmak için ketçap-mayonez olmayacak, sadece salatalık turşusu ve eser miktar ev yapımı domates salçası kullanılacak. En önemlisi de tost makinesi sık ve iyi temizlenmiş olacak. Yanında da çay ya da ayran… Haklısınız, “Önce ekmekler bozuldu...” Ancak unutmamak gerekir ki lezzet dediğiniz şey de ayrıntılarda gizlidir. Sandviç, tost, kumru deyip geçmemek gerekir.”


Yaşin beyaz ekmeği tavsiye ediyor

sağlıklı beslenme ın dışladığı beyaz etli tostun en

yanacağını, bunun da tostun tadını bozacağını söylüyorlar. Bu konunun uzmanları, yaş maya ile yapılan çavdar unu ağırlıklı ekmek dilimlerinin de tostta iyi sonuç verdiği konusunda birleşiyorlar. Bu, sıkı ve tok ekmeğin, erimiş peynirle iyi uyum sağladığı öne sürülüyor.

AYVALIK TOSTUNDA EKMEK KADAR DİLİMLERİN KALINLIĞI DA ÖNEMLİDİR

a kalorinin cağını belirtiyor.

nuda pek nun nedeni de luşan büyük n peynirin makinede

AYVALIK TOSTU’NUN YARATICISI ALİ DUTLU “FARK YARATAN” BİR ÖNCÜYDÜ

Burada ekmek kadar dilimlerin kalınlığı da çok önemli. Eğer dilimler kalın olursa, ekmeğin üstü yanar, içindeki peynir ise erimez. Onun için en ideal kalınlığın bir santimetre olması konusunda fikir birliği oluşmuş vaziyette. Bu kalınlıkta ekmek çıtır çıtır oluyor, peynir ise kıvamında eriyor.”

GENÇ AŞÇI, TELEVİZYON PROGRAMCISI VE YAZAR ARDA TÜRKMEN’DEN AYVALIK TOSTU TARİFİ

MALZEMELER (2 KİŞİLİK) 4 parça ayvalık tost ekmeği, 12 ince dilim kaşar peyniri, 6 sosis, 7-8 ince dilim salam, 7-8 dilim sucuk, 1 domates, 6 kaşık Rus salatası, 2-3 salatalık turşusu, etleri sotelemek için 1-2 yemek kaşığı sıvı yağ Sosis ve salamları ince ince boyuna (julyen) doğrayın. Kaşar peyniri, salatalık turşusu ve domatesi boyuna dilimleyin. Sosis, salam ve sucukları yapışmaz tavaya çok az yağ ekleyerek soteleyin. İzli tavayı ısıtın, sonra kalın dilimlediğiniz Ayvalık Tost ekmeklerini ısınmış izli tavaya yerleştirin. Üzerilerine isterseniz elle, iserseniz başka bir tava yardımıyla bastırın ve biraz ekmeğin hacim kaybetmesini sağlayın. Ekmeklerin üzerinde tavanın izi çıkınca diğer taraflarını çevirip aynı işlemi tekrar edin. Daha sonra tavadan kaldırmadan tostu yapmaya başlayın. Önce 3 dilim kaşarı ekmeğin üzerine yerleştirin, ardından salam sucuk sosis karışımını ekleyin, 3 kaşık kadar Rus salatası, 3 dilim domates biraz turşu ve isteğinize göre ketçap ekleyin. En son üste 3 dilim daha kaşar koyun ve diğer ekmeği üzerine kapatıp tavayı tekrar üzerine koyup bastırın. Tost haline getirip bastırırken ocağın altını kapatın. İçindekiler erimeye başlayınca tabağa alıp servis edin.

B

ugünkü Özduran Market’in hemen önünde, köşeye sıkışmış gibi duran küçücük bir büfe vardı... Tabelasında “Olay Tost” yazıyordu. Sahibi 1950 doğumlu, ince yapılı, bıyıklı -bazen sakallı-, güler yüzlü ve sakin bir adamdı, adı Ali Dutlu’ydu. Zeytin kahyası Eyüp Dutlu ile ev kadını Cemile Dutlu’nın ikisi kız, dördü erkek altı çocuğundan biri olarak dünyaya geldi ve hayatını tost yaparak kazandı. Ama sıradan bir tostçu değildi. Kardeşi Gültekin Dutlu’nun deyişiyle, “yenilikçi” bir insandı. Gerçekten, zaman içinde, kasap sucuğu ve ada tulumuyla yaptığı tostları ketçap, mayonez ve Rus salatasıyla zenginleştirdi. Ardından sosisli, salamlı ve karışık türleri geliştirerek bizlere, günümüzde neredeyse efsaneleşen “Ayvalık tostu”nu kazandırdı. Ayvalıklılar olarak, hayatı boyunca emeğiyle yaşayan, kimsenin hakkını yemeyen, “Parayı, kazancı boş verin; tostlarımız güzel mi, değil mi ona bakın!” diyen ve tam üç yıl önce yine bir Kasım ayında aramızdan ayrılan öncü insan "Tostçu Ali’’yi unutmayacağız.

23


İktisadi Vizyon UĞUR DÜNDAR

Ayvalık Belediye Başkan Yardımcısı

2

Ekonomide yeni gündem “refah” olmalı… 013’ün son günlerinden bu yılın Kasım ayının başına dek gündem hep siyaset oldu.

17-25 Aralık’ı milat kabul edersek neredeyse üç yıldır. İş dünyası bakımından olduğu kadar tüketici için de uzun bir askıya alma sürecinin sonu umarım yeni Hükümetle birlikte nihayet bulacak. Kabinenin oluşumu ve ekonomi ile Bakanlıklarda kimlerin yer alacağı gündemin ilk sırasında. İkinci olarak geçici bir bütçenin yapılması ve yeni yılla birlikte asıl bütçenin şekillenmesi gerekiyor. 2016 içerisinde Merkez Bankası yönetiminde ve Para Politikası Kurulu üyeliklerinde yeni dönemin izlerini görebileceğiz. Ekonomide Saray ve Kabine Dengesi bu tercihlere yansıyacaktır. Asgari ücret ve girişimcilere destek önemli Seçim öncesi en çok konuşulan konuların başında asgari ücret seviyesi geliyordu. Hükümetin öncelikle tespit komisyonuna bildireceği ücret seviyesini 1.300 TL olarak belirlemesi gerekiyor. Bunun dışında önemli yasal değişiklik gerektirmeyen daha çok Bakanlar Kurulu kararlarıyla, yönetmeliklerle hayata geçirilebilen konulara ilk üç ayda çözüm getirilmesi şart. Gençlere ve kadın girişimcilere yönelik vergi ve finansman olanaklarının vaat edildiği gibi yerine getirilmesi iç piyasaya pozitif değer olarak geri dönecektir.

Yukarıda bahsedilen kayıp 3 yılın hızla telafisi bakımından Merkez Bankası’nın özerkliği konusunu vurgulamakta yarar var. Önümüzdeki dönemin gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışına işaret ettiğini sağır sultan bile duydu. Bu noktada TL’nin güven vermesi her şeyden önemli hale gelebilir. Hukuk güvenliği

Cari dengenin finansman kalitesindeki sorunlar ve hukuk güvenliği yabancı sermayeye dair algıyı etkilemeye devam ediyor. Özellikle mülkiyet ve teşebbüs hürriyetlerine ilişkin olası kısıtlamaların gündemden çıkarılması gerekiyor. Basın ve ifade özgürlüğü gibi ilk bakışta doğrudan ekonomi ile ilgili olmayan alanların sermaye ithal etmek zorunda olan bizim gibi gelişmekte olan bir ülke için oldukça önemli olduğunu ayrıca belirtmeye herhalde gerek yok. Piyasa ekonomisinin verimli bir şekilde var olmaya devam etmesi için piyasaya giriş-çıkışın, kamuoyunun doğru bilgi almasının ve uyuşmazlıkların çözümünde güvenilen bir yargı sisteminin olmazsa olmazlar arasında sayılması yeni bir yaklaşım değil. Ekonomik aktivitede mihenk taşı beşeri sermaye. Siyasette otoriter hava dağıldıkça yetişmiş insan gücünün ülke içerisinde verimli kullanılması ancak mümkün olabilir. Hükümetin özel sektörü inovasyon ve nitelikli üretim hedeflerine yöneltmesi beyin göçünü tersine çevirmeden kolay değil. AB çıpasına dönüş Şimdilerde pek gündemde olmayan AB ve Gümrük Birliği müktesebatı 2016’da ele alınmalı. Gümrük Birliği ile ilgili güncellemeler önümüzdeki yıl başlayacak. Bu fırsatı Türkiye ekonomisi ve demokrasisinin bir çıpa olarak AB eksenini seçmesi bakımından değerlendirmekte yarar olabilir.l

24


Sanat ve sanatçı dostu Uğur Bilge anısına açıldı

ZAHİT BÜYÜKİŞLİYEN RESİM SERGİSİ BEĞENİYLE İZLENDİ

Ç

ağdaş resim sanatımızın usta isimlerinden, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü Mezunu Prof. Zahit Büyükişliyen, Ayvalık Belediyesi Orhan Peker Sanat Galerisi’nde bir sergi açtı. Geçtiğimiz yıl aramızdan ayrılan sanat ve sanatçı dostu Uğur Bilge anısına açılan sergide Büyükişliyen’in değişik dönemlerine ait çok sayıda eser yer aldı. Açılışta bir konuşma yapan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Zahit Büyükişliyen gibi önemli bir sanatçının Ayvalık’ta resimlerini sergilemesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve şunları söyledi:

“Ayvalık’ın sanatla çok uzun yıllardan bu yana bağı var. Kentimiz çok değerli sanatçılara ev sahipliği yaptı ve aynı zamanda çok önemli sanatçılar yetiştirdi. Bu özelliğini arttırarak sürdürüyor. Çünkü Ayvalık dokusuyla, doğasıyla, sokaklarıyla, insanlarıyla... kısacası her şeyiyle herkese ve özellikle de sanatçılara ilham veriyor.”

Zahit Büyükişliyen: “Yaşamın anlamı yahut anlamsızlığı o yaşamın vardığı, ulaştığı sonuçtan geliyor"

“Sanat anlayışımı varsıllaştıran ve öznel kılan soyut anlatımlarla kurduğum özgün bağların düşünsel sistemi, bence yaşamla kesişir. Yaşam nedir? Yaşamın anlamı nedir? Ne zaman sorulur bu soru, hangi zamanlarda? Dış görünümümüzün altında bir ‘ben’ olduğunun farkına varıp dünyayı bizimle olan ilişkisi içinde sorgulamaya başladığımızda mı? Daraldığımız köşeye sıkıştığımız ya da köktenci bir karar verme aşamasında olduğumuz durumlarda mı? Kendi sesimizin yankısını duyamaz olduğumuzda mı? Beklenmedik bir anda ölümle yüz yüze geldiğimiz zaman mı? Yaşam durmadan çözülüp toparlanan ve ikinci kez ele geçmeyen bir oluşsa, onda anlam bulamamaktan korkarız. Her bir yaşam için ayrı anlamlar üretme gereğini duyarız. Geçmişimizde bizi biz yapan, karmaşık izler, rastlantılar ve insanlar vardır. Anılar kaypaktır, durmadan kaçar gider elimizden... İnsan kendi yaşamını bile içten değil, dıştan bakarak kavrayabilir, bu yüzden... Acılar çekeriz, yaşamın bize daha uysal, daha adil davranmasını beklediğimiz zamanlar olur. Başarıyı, huzuru sevilmeyi ve güven duymayı özleriz. Ama ne olursa olsun öykümüz ancak yaşandıktan sonra gerçek bir öyküye dönüşür. Maceramıza asıl ruhumuz, tutkularımız, özlemlerimiz renk ve biçim kazandırır. Geçmişimizi asıl ortaya koyduklarımızın üzerine düşen aydınlık görünür kılar. Ve yaşamın anlamı yahut anlamsızlığı o yaşamın vardığı, ulaştığı sonuçtan gelir…”

25


Dergimizin Haziran sayısında Dolap Boğazı’nda yıllarca salla taşımacılık yapan ve bu özelliğiyle Ayvalık’ın yakın tarihinde iz bırakan Babu Mustafa’yı (Mustafa Kurt) anmıştık. Yazıyı okuduktan sonra bize ulaşan ve çok duygulandığını belirten torunu Zeynep Yakacak’tan annesinin yani Babu Mustafa’nın kızı Adile Yakacak’ın hayatta olduğunu öğrenince çok sevindik. Çünkü elimizde Babu Mustafa’nın Kuzey Afrikalı bir Berberi olduğu bilgisinden fazla bir şey yoktu... Ailenin kökleri hangi Afrika ülkesine uzanıyordu? Afrika’dan Girit’e ne zaman/nasıl/niye gelmişlerdi? Bütün bunları kızından öğrenebileceğimizi düşündük.

Babu Mustafa

Ne var ki, Adile Hanım alzheimer hastasıydı. Bu yüzden onunla pek konuşamadık. Ancak anneannesiyle aynı adı taşıyan Zeynep Yakacak bildiği her şeyi bizimle paylaştı. Tanık olduğu olayları, yaşadıklarını anlatarak Duba’nın geçmişine adeta ışık tuttu. Kardeşleri Mustafa ve Zehra’nın katkılarıyla eksik parçalar yerine oturdu ve ortaya ilginç bir “sal hikayesi” çıktı.

-D

BABU MUSTAFA VE “KÜÇÜK SALCI KIZ” ADİLE

edem Mustafa Kurt mübadele sonrası, henüz çok gençken gelmiş Ayvalık’a... Kendisine Girit’teki malları karşılığında Cunda’da, Değirmendere’nin hemen altında bir ev verilmiş. Birkaç da zeytin ağacı... Ancak bir deniz insanı olduğu için Ayvalık’ta da en iyi bildiği işte karar kılmış, hayatını balıkçılık yaparak kazanmış. Yaşı ilerlediğinde yalnızlıktan bezmiş, çözümü evlenmekte görmüş. Mahallede kocası ölünce bir çocuğuyla ortada kalmış dul bir kadın varmış. Konu-komşu araya girip onu dedemle baş-göz etmek istemişler. Defalarca “Hayır!” diyen anneannem, sonunda dedemle evlenmeye razı olmuş. Evlenmişler. Anneannem namazında-niyazında, hanımefendi bir kadındı. Dedemin sessiz, sakin bir insan olduğunu anlatırdı bize... Zeynep Yakacak ve kardeşi Mustafa’ya göre, okuması vardır ama yine de cahil bir insandır Babu Mustafa... “Bana bir hayırları yok!” dediği zeytinlerini birkaç şişe şaraba değişivermiştir mesela... Her ne kadar torunları

26

Gülbeniz Şentay

bu davranışını cehalet olarak değerlendirseler de, Babu’nun tek zevki ve tek zaafıdır şarap. Meyhaneye yetecek parası olmadığı için, koltuğunun altına ucuz şarap şişesini sıkıştırarak evine gideceği saati bekler gün boyu... Denizden ekmek parası çıkarmak zordur. Ailesini kıtkanaat geçindiren bir insanın üstüne üstlük, bir de şarap parası ayırması daha da zordur. Ama şans Babu Mustafa’ya yardım eder. Ayvalık’la Cunda arasında sal taşımacılığı yapan Ahmet Ağa yaşlanmış, işi bırakmıştır. Salı Babu devralır. Artık belediyenin maaşlı elemanıdır. Karısı Zeynep ve üvey oğluyla belediyenin “dubacı evi”ne taşınır. Şimdi, yeterli olmasa da, hiç değilse düzenli bir gelire kavuşmuşlardır. Bu onlara biraz nefes aldırır. DALGALARA KARŞI İLERLEMEK İNANILMAZ BİR BEDEN VE KOL GÜCÜ GEREKTİRİYORDU Zeynep’in dünyaya getirdiği çocuklardan sadece üçü yaşama tutunur. Bunlardan biri de 1942 yılında doğan


Adile’dir. Küçük kız zamanı gelince eski Yetiştirme Yurdu’nun tarihi binasında hizmet veren ilkokula başlar. Ama Babu, daha alfabeyi sökemeden “Kız çocukları okumaz!” diyerek onu okuldan alır. -Dedem, o günlerin koşulları gereği, oldukça tutucu bir adammış. Annem kendisini okutmadığı ve çok küçük yaşta evlendirdiği için dedemi hiç affetmedi, diyebilirim. Küçük Adile her ne kadar içten içe kızsa da, bütün kız çocukları gibi babasını çok sever; kendisine örnek alır. Bir erkek çocuğu gibi sürekli babasının yanındadır. Ondan balık tutmayı öğrenir. Ağız dolusu küfretmeyi de... Gücü kuvveti yerinde bir kızdır. Çok geçmeden babasıyla birlikte salı çekmeye başlar. On iki yaşına geldiğinde babası Adile’yi kendisinden yirmi üç yaş büyük olan balıkçı Remzi’ye verir. Damat da “dubacı evi”ne yerleşir. Küçük Adile sekiz çocuğundan ilk beşini bu evde dünyaya getirir. Zeynep Yakacak’ın söylediğine göre, annesi karnı burnundayken bile salı çekmeyi sürdürmüş, o iş başındayken kendilerine anneannesi bakmıştır. -Sıcak yaz akşamlarında üzerinde yattığımız salı çok net hatırlıyorum. Çünkü anneannem bizi orada uyuturdu. Sal dubalar üzerine oturtulmuş tahta kalaslardan oluşuyordu. Kenarlarında tahtadan korkuluklar vardı. Denizin iki yakasına çakılan demir kazıklara palanga dediğimiz makara sistemi kurulmuştu. İki kıyıyı birleştiren zincir bu makaraların içinden geçerdi. Kol ve beden gücüyle ileri doğru atılarak zincir çekilir, sal hareket ettirilirdi. Defalarca zincire asılıp kendinize doğru çekmeniz gerekirdi. Zorlu bir işti. Hele kış aylarında... Dalgalara karşı ilerlemek inanılmaz bir beden ve kol gücü gerektiriyordu. İnsanlar, at arabaları, traktörler, koyun-keçi sürüleri, ev eşyaları, her türlü

erzak, tarladan kaldırılan ürünler... Her şey böyle taşınırdı. Cunda’ya giderken, köprüyü geçer geçmez sol kolda, köprünün hemen aşağısındaki “dubacı evi”ni de çok net hatırlıyor, Zeynep Yakacak. -Tek katlı, kutu gibi bir evdi. Büyükçe bir odanın yanı sıra, bir karyolanın ancak sığabildiği küçük bir odası daha vardı. Orada anneannem yatardı. İki penceresinden birisi kıyıdaki incir ağacına, diğeri denize bakardı. O pencereden ben annemin dedemle beraber üst-baş sırılsıklam bir halde salı çekişini, dalgalarla boğuşmasını izler, korkardım. “Dubacı evi”nin bizim için anlamını size nasıl anlatırım, bilmiyorum. Çünkü orada doğduk, orada büyüdük. Evimiz ıssızlığın ortasındaydı. Çakallar, domuzlar, yılanlar dolaşırdı etrafta. Su yoktu. Elektrik yoktu. Annem evin ihtiyaçlarını almak için Cunda’ya eşek sırtında giderdi. Şimdiki Atatürk Koruluğu’nun karşısındaki kuyudan anneannemle birlikte tenekelere doldurdukları suyu sala kadar sırtlarında taşır, eve getirirlerdi. Annem bizleri de çamaşırlarımızı da götürür, kuyunun başında yıkardı. SALI ESKİSİ GİBİ ÇEKEMEYEN BABU MUSTAFA BİR KÖŞEYE ÇÖKÜYOR, GÜÇSÜZ BEDENİNİ DİNLENDİRMEYE ÇALIŞIYORDU Aile, artan nüfus, hayat pahalılığı gibi nedenlerle bir türlü yoksulluktan yakasını sıyıramaz. Hayatları hep bir mücadeledir. Anneanne, torunlarını balık yiyecek yaşa gelinceye kadar hep un çorbasıyla büyütür. -Oyuncak nedir bilmezdik. Bizim oyuncaklarımız tavşanlar, keçiler, köpeklerdi. Sırtına binip yüzdüğümüz kaplumbağalardı. Öylesine ıssız bir yerdeydi ki evimiz, yabanileşmiştik. İnsan gördüğümüz zaman kaçar, zeytin

Babu Mustafa'nın kızıAdile Yakacak

27


endişesiyle için için üzülür. Hasta bedeni taşıdığı onca yüke daha fazla dayanamaz, 1963 yılında hayata veda eder. -Dedemi Cunda Mezarlığı’nda toprağa verdikten sonra köprü yapılıncaya kadar “dubacı evi”nde oturmayı sürdürdük. Salı annem, babam, teyzem çalıştırdı. Özellikle annem o salın kahrını çok çekti. Hep, “Bir gün birileri gelse de şu hayatımı sorsa. Yaşadığım zorlukları, çektiğim ıstırabı yazsa!” derdi. Derginizdeki dedemle ilgili yazıyı okuyunca yakın tanıklar olarak yaşananları sizinle konuşmak istedik. “DERDİ YOK” ADLI KAYIKLARIYLA FENERLERİN DİBİNDE LEVREK AVLIYORLARDI Günler günleri izler ve köprü hizmete girince ailece Duba’dan ayrılıp Ayvalık’a taşınırlar. Önce Kır Ali’nin evinde otururlar. Ailenin yeni reisi Remzi Yakacak kayık sahiplerinin yanında “paycı” olarak balığa gider. Anneanne dahil sekiz nüfusturlar. Arka arkaya doğan üç çocukla birlikte sayıları on biri bulur. Remzi Yakacak’ın kazancı hiçbir şeye yetmez. “Paycı”lığı bırakır. Eşi Adile ile birlikte, bir türlü kopamadıkları Duba’ya yönelirler yine. “Derdi Yok” adını verdikleri kayıklarıyla fenerlerin dibinde levrek avlarlar. Adile Hanım iyi bir balıkçıdır. Sabaha kadar oltasını denize sallar durur. Sonra Ayvalık’taki evine gelir, biraz uyur, okuldaki çocukları için bir tencere yemek pişirip yine Duba’ya döner. Bildiği tek yaşam biçimi budur çünkü. Kalabalıklara karışamaz. -Kızkardeşim Zehra’yla ikimiz Sakarya İlkokulu’na gidiyorduk. Bir tane pantolonumuz vardı. Önlüğün altına bir gün Zehra, bir gün ben giyerdik o pantolonu. Ama çok soğuklarda küçük olduğu için Zehra benden daha fazla üşürdü. O zaman hakkımdan feragat eder, sıramı ona verirdim. Babu Mustafa'nın torunu Zeynep Yakacak ağaçlarının kovuğuna saklanırdık. Sesler kesilince ortaya çıkardık. Hiç unutmam, bir gün arada bir evimize uğrayan dedemin annesi gelmişti. O babamdan daha kuzguni bir Araptı. Küçük kardeşim Zehra, onu görür görmez kaçmaya başladı. Anneannem arkasından seslenmişti: “Korkma morisi! Babaannedir o, babaanne!” Onca yoksulluğa, yoksunluğa rağmen onlar mutlu çocuklardır ve ailenin üzerine çöken kara bulutları pek fark etmezler. Artık salı eskisi gibi çekemeyen Babu Mustafa sık sık salın bir köşesine çöküp güçsüz bedenini dinlendirmeye çalışır. Giderek artan halsizliğine kesik bir öksürük de eklenmiştir. Günden güne sararıp solmaktadır. Karısıyla birlikte gittiği dispanserde verem olduğunu öğrenir. Geçen sıkıntı dolu yıllar, zorlu çalışma koşulları, yetersiz beslenme, sigara ve alkol ciğerlerini yiyip-bitirmiştir. Çok iyi bakılması gereken Babu, tedavi olmak bir yana çalışmak zorundadır. Bir yandan canıyla uğraşırken bir yandan da çoluğunun çocuğunun nafakasını çıkarmaya çabalar. Hükümetin Cunda’ya köprü yapacağı söylentileri ortalığa yayılınca, işini de kaybedeceği

28

“Küçük salcı kız” Adile koca evinde de gün yüzü görmez. Çok yoksuldurlar. Sekiz çocuğuyla birlikte adeta yarı aç-yarı tok yaşar. Üstelik kocası da babası gibi alkole düşkündür. Çocukları dokuz-on yaşına geldiğinde, buldukları her işte çalışır. Oğlanlar simit satar, garsonluk yapar. Kızlar zeytine gider. -Ben on, kardeşim Zehra dokuz yaşındayken zeytine giderdik. Kış ayları çok soğuk geçerdi. Zeytinleri karın içinden toplardık. Zehra’nın elleri donar, ağlardı. Tarlanın ortasında yanan ateşte taş ısıtır, avuçlarına bırakırdım. Yevmiyesi kesilmesin diye benimkiyle birlikte onun sepetini de doldurmaya çalışırdım. Yevmiyemiz yetmiş kuruştu. Elektriği, suyu olan bir eve taşınmıştık. Ayvalık’a televizyonun geldiği yıllardı. Zeytin dönüşü, Zehra’yla televizyonu olan evlerin karşısına oturur, tül perdelerin arkasındaki ekranı görmeye çalışırdık. Bir gün, “Madem çalışıyoruz, para kazanıyoruz, evimize bir televizyon alalım!” dedik. Annemle beraber Kandiya’ya gittik. Çocuktuk ama bize güvendiler. Çünkü dürüst insanlardık. Taksitle aldık geldik televizyonu. Hiç unutmam yedi buçuk liraydı. Sevinçten o gece sabaha kadar uyuyamadık. DENİZ KARNIMIZI HER ZAMAN DOYURDU Adile Hanım, kocasıyla birlikte çevresinden hiç ayrılmadıkları; çocukluğunun, genç kızlığının geçtiği “dubacı evi”nin aşağısına, denizin hemen kıyısına 1980


Başkanın karikatürünü de çizdi

yılında bir kulübe yapar. Balıkçı barınağı olarak kullandıkları bu küçük kulübeyi evi gibi benimser. Etrafını çiçeklerle bezer. Kocası hastalanınca, oğullarıyla birlikte balığa çıkar. Gırtlak kanserine yenik düşen Remzi Yakacak, Adile’yi genç yaşında dul bırakarak göçer dünyadan.

DÜNYA KARİKATÜR ŞAMPİYONU SILA EROĞUL RAHMİ GENÇER’İ ZİYARET ETTİ

-Babam öldüğünde erkek kardeşlerim daha askere bile gitmemişlerdi. Annem balık tutarak baktı bizlere. Gece boyunca oltayla yakaladığı balıkları ya Cunda’daki ya da Ayvalık’taki lokantalara satardı. Onun yaşadığı hayatı kaç kadın yaşayabilir, kaç kadın onun yaşadıklarına dayanabilirdi acaba? Gerçekten çok yokluk çekti, çok zorluk gördük. Ama diyebilirim ki deniz hep karnımızı doyurdu bizim. Çünkü sofrada daima balığımız olurdu.

***

İncir ağacının altındaki ahşap kulübe bugün de duruyor. Çürüyen tahtaları tenekeyle kaplanmış. Kulübenin az ötesinde ise Adile Hanım’ın kayığı “Derdi Yok”un enkazı göze çarpıyor. Denizin içindeki derme çatma çardağın altında Adile Hanım, kızları Zeynep, Zehra ve oğlu Mustafa ile bir süre oturuyoruz. Kulübedeki piknik tüpünün üzerinde (Mustafa kulübeyi balığa çıktığı zamanlarda barınak olarak kullanmayı sürdürüyor) çayımız demlenirken, üç kardeş anılarını kah gülümseyerek, kah gözleri yaşararak birbirleriyle paylaşıyorlar. Geçmişin konuşulması, bizim oradaki varlığımız Adile Yakacak’ı rahatsız ediyor önce. Sonra kulübeye geldiğimiz anki hırçınlığı yavaş yavaş kayboluyor. Sırtını döndüğü denize çeviriyor yüzünü. Oğlu Mustafa’nın balık tuttuğu günlerden kalma küflenmiş ekmekten kopardığı parçaları balıklara atıyor...l

Geçtiğimiz aylarda Hindistan’da yapılan Karikatür Yarışması’nda hem Dünya Şampiyonluğu hem de Mansiyon kazanan 11 yaşındaki Sıla Eroğul, Ayvalık’ta açtığı serginin ardından, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret ederek katkıları için kendisine teşekkürlerini sundu. Ziyarete annesi Melek Güleç ve kuzeni Furkan Özdemir’le birlikte gelen Eroğul, buluşma sırasında Rahmi Gençer’e bir de karikatürünü verdi. Gençer, genç sanatçıya kendisinin yer aldığı karikatürü çok beğendiğini ve evinin duvarına asacağını söyledi.

Babu Mustafa'nın torunları Zehra ve Mustafa

29


Akademik Bakış

Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com

Yerel kalkınmada moda kavram; UNESCO Dünya Miras Listesi ve Ayvalık

D

ünya Miras Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Mirasları Komitesi tarafından belirlenmiş ve bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilmiş, tüm dünya için önemli bir değer taşıdığı kabul edilen doğal ve kültürel varlıkların listesidir. 1972 tarihli Konvansiyonunu imzalayan ülkelerin korumayı garanti ettikleri anıt ve sit arasından Dünya Mirası Kriterlerine uygun bulunanlara listede yer verilmektedir. Uluslararası önem taşıyan ve bu nedenle takdire ve korunmaya değer doğal oluşumlara, anıtlara ve sitlere “Dünya Mirası” statüsü tanınmaktadır. Sözleşmeyi kabul eden üye devletlerin UNESCO’ya başvurusuyla başlayan ve Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) ve Uluslararası Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) uzmanlarının başvuruları değerlendirmesi sonunda tamamlanan bir işlem dizisinden sonra aday varlıklar Dünya Miras Komitesi’nin kararı Dünya doğrultusunda bu statüyü kazanmaktadır.

163 sayılı kararı ile uygun bulunmuştur. Bu planda ise söz konusu çevre düzeni planında yoğun tarihi sit alanı olarak tanımlanan Ayvalık kent merkezi 2863 Sayılı Yasa ve ilgili mevzuat doğrultusunda kentsel sit olarak tanımlanmıştır. Ayrıca 21.4.1995 tarihli ve 6717 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Ayvalık ilçesine bağlı Alibey adası hariç 22 adanın 19’u “Ayvalık Adaları Tabiat Parkı” statüsüne kavuşmuştur. Bu alan; 19.624 hektardır. Günümüzde bu adalar çevresinde profesyonel dalgıçlar dünyada Kızıldeniz’den sonra bir tek bu alanda bulunan “kızıl mercanlara” dalış yapmakta ve fotoğraflarını çekmektedirler.

Ayvalık; “Bir Varlığın Dünya Miras Listesi’nde Yer Alması İçin Sahip Olması Gereken Kriterler (Kültürel ve Doğal)” başlığında belirtilen birçok kriteri bünyesinde barındırmaktadır. Ayvalık kent merkezi ve çevresindeki sit sınırları ilk defa Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 9.6.1978 tarihli kararı ile uygun bulunan çevre düzeni planı ile haritaya bağlanmıştır. Ayvalık kent merkezi ve Ali bey (Cunda) adası merkezi bu planda yoğun tarihi sit alanı olarak belirlenmiştir.

Çünkü; bu listeye girmek yöreye 3 farklı alanda katma değer yaratmaktadır.

Ayvalık Turizm Geliştirme ve Alt Yapı Hizmet Birliği (AYTUGEB), 5355 sayılı Mahalli İdareler Birliği Yasası çerçevesinde kurulan bir turizm birliğidir. AYTUGEB, UNESCO sürecine altyapı sağlamak Miras amacıyla, geçtiğimiz yıl GMKA’ya “Yaşayan Mutfak; Ayvalık”, “Visit Cunda” ve “Info AyvalıkListesi’ne 1972 yılında UNESCO tarafından kabul edilen Geçmişi Koru ve Geleceğe Taşı” başlıklı projeleri “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına girmek artık sunmuş ve her üçü de başarılı bulunarak Dair Sözleşmesi’’ne dayanılarak 1978 yılında finanslanmıştır. AYTUGEB, bu projelerin devamı “Dünya Miras Listesi” oluşturulmuştur. 2012 yörelerin birer olan “UNESCO Süreci ve Ayvalık” (değerlendirme itibariyle “Dünya Miras Listesi’ne” kayıtlı 962 aşamasında) başlıklı bir Doğrudan Faaliyet kalkınma varlık bulunmaktadır. Bunların 745’i kültürel, 188’i Desteği (DFD) projesi hazırlamış ve GMKA’ya doğal ve 29’u ise karma (kültürel/doğal) varlıktır. projesi olarak sunmuştur. Bu projede temel amaç; kamu kurum 1985 yılında ülkemizden üç adet varlığımız listeye kuruluşları ile STK’ları yörenin güçlü olduğu değer buluyor ve girmiştir. bir alanda (UNESCO süreci ve kültür turizminde) bir proje etrafında buluşturmak ve sürdürülebilir Kültür ve Turizm Bakanlığı sorumluluğunda ve bir model geliştirerek dayanışmayı ve sinerjiyi yerel yönetimlerin destekleri ile 2012 yılına kadar arttırmaktır. Bu projenin genel amacı, kültürel ve doğal miras ülkemiz Dünya Miras Listesi’ne 11 varlığımızın alınmasını olan değerleri ile Ayvalık’ı UNESCO Dünya Kültürel Miras sağlamıştır. Bu sayı 2014 (Bergama-İzmir, Cumalıkızık-Bursa) Listesi’ne sokma sürecini başlatmaktır. ve 2015 itibarıyla (Efes Anti Kenti ve Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçesi’nin de girmesi ile) 15’e yükselmiştir. Dünya Turizm, turistik bölgelerde yaşayan yerel halk üzerinde büyük Miras Merkezi’nce son olarak 2015 yılı içinde onaylanan bir etkiye sahiptir. Yerel halk için önemli bir gelir ve istihdam Geçici (Tentative List) Listeye göre ise 53 kültürel varlığımız kaynağı olabilir. UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmek artık gerçek listeye girmek için sıra beklemektedir. yörelerin birer kalkınma projesi olarak değerlendirilmektedir.

Çevre düzeni planının uygun görülmesinden 18 yıl sonra, Ayvalık kent merkezine ilişkin 1:1000 ve 1:500 ölçekli Kentsel Sit Koruma Amaçlı İmar Planı, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 22.1.1994 tarihli ve

30

Bunlardan birincisi; bölgenin bütün kültürel ve doğal değerleri, su altı ve su üstü flora ve faunası koruma altına alınacak ve gelecek kuşaklara aktarılacaktır. İkincisi, bölgeye ve Türkiye’ye ait bu doğal ve kültürel miras Dünya Miras Listesi’ne girerek tüm dünyanın ortak mirası olacaktır. Son olarak; bu kültürel ve doğal mirasın Dünya Miras Listesi’nde yer alması, bölgenin dünyada daha çok görünürlüğünü arttıracak, bölge marka şehir olacak ve daha çok yerli ve yabancı turist bölgeye gelerek yöre ekonomisine katma değer yaratacaktır. Daha fazla turistin bölgeye gelmesi yeni turistik yatırımların ve


yöresel istihdamın artmasını sağlayacaktır. Bunun en güzel örneği 1994 yılında bu listeye giren Safranbolu’dur. Günümüzde Türk turizminde bir yöresel kalkınma projesi olarak yerel yönetimlerin sahiplendiği ve ciddi çaba sarf ettiği UNESCO sürecine Ayvalık da katılmıştır. Bu sürecin olumlu sonlanması ancak yörede yaşayan yerel halkın, kamu kurumlarının ve yerel STK’ların katkısı ve birlikteliği ile gerçekleşecektir. Sürecin olumlu sonuçlanması yörenin marka kent olmasını ve uluslararası turizm pazarında daha fazla görünmesini sağlayacaktır. Bunun getirisi bölgeye daha fazla yerli ve yabancı turistin gelmesi ve ortak kültürel mirasın paylaşılması anlamına gelmektedir. Bu noktada da dikkat edilmesi gereken en önemli husus yörenin taşıma kapasitesinin zorlanmamasıdır. Bu noktada yürüyen iki projeyle ilgili de kısa kısa bilgiler vermek istiyorum. ”Kuzey Ege’nin İncileri” adıyla Foça, Bergama, Ayvalık, Dikili, Burhaniye ve Edremit Ticaret Odaları tarafından başlatılan projenin 4. toplantısı Edremit’te yapılmış ve toplantı sonucunda somut kararlar alınmıştır. Bu oluşum ve yapılan toplantılarla ilgili yakında açılacak kuzeygezginleri.com uzantılı web sayfasından daha detaylı bilgi alabileceksiniz. Bir diğer proje ise AYTUGEB’in GMKA üzerinden yürüttüğü “Visit Cunda” isimli Sosyal Kalkınma projesidir. Bu proje ile ilgili de visitcunda.com sayfasından detaylı bilgi alabilirsiniz. Bir sonraki yazım “festivaller, kültür-turizmsanat etkinlikleri ve yerel ekonomiye katkıları” olacak. Tabi ki yazımda 11.sini gerçekleştirmiş olacağımız Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri’nden de izlenimler olacak. Sevgiyle kalın… Sağlıcakla kalın…l

Sanata kadın eli değdikçe Ayvalık daha da güzelleşiyor

DİLEK TEKİNCAN İLK KİŞİSEL SERGİSİYLE GÖZ DOLDURDU

Dilek Tekincan ilk kişisel resim sergisini, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in de katılımıyla, Barbaros Caddesi 3. Çıkmaz’daki Melas Sanat Galerisi’nde açtı. Rahmi Gençer serginin açılışında yaptığı konuşmada Ayvalık’ta, sokak içlerine, yani kentin kalbinin attığı asıl noktalara sanatın girmesinin önemli bir gelişme olduğunu söyledi ve sanata kadın elinin değmesiyle Ayvalık’ın daha da güzelleştiğini, güzelleşeceğini belirtti. Çalışmalarını Ata Mahmut Altınok atölyesinde sürdüren ve Uluslararası Kadın Sanatçılar Derneği (FeminArt) üyesi olan Dilek Tekincan’ın, “Müziğin Tınısında Renk ve Lekeler” başlıklı sergisi 15 gün boyunca açık kaldı.

31


Kendine özgü menüleriyle yerel ve geleneksel lezzetler sunan Kadın Mutfakları’nı tanıtmayı sürdürüyoruz. Bu sayımızda yine “elinin hamuruyla” mutfağa girerek küçük ve şirin lokantalarında damakları şenlendiren iki “lezzet durağı”nı sizler için ziyaret ettik.

FATMA-NAZİFE KARAKUŞ/”GİRİT MUTFAĞI”

B

“HAFTANIN ÜÇ GÜNÜ PAZARLARA GİDİYORUM. ÇÜNKÜ SEBZE VE OTLARIN TAZELİĞİ ÇOK ÖNEMLİ”

iki adaya özgü yemeklerin başında hangileri geliyor?

edesten’i renklendiren mekanlardan biri olan Girit Mutfağı’ndayız.

-Girit’e has pek çok yemek sunuyoruz müşterilerimize. Ama en özgünü “Muhliye.” Muhliye; Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında bulunan bir ot. Kendi kendine çıkan bir bitki olmadığı için pek bilinmez ve pazarlarda da satılmaz. Ayvalık’ta muhliye yetiştiren sadece iki kişi var. Biz de onlardan alıyoruz.

2010 yılında Hürriyet Gazetesi’nin “Ayvalık’taki En İyi 10” listesinde yer alan; ulusal televizyonların programlarında tanıtımı yapılan Girit Mutfağı’nı, sorularımızı yanıtlayan Nazife Karakuş ile annesi Fatma Karakuş birlikte işletiyor. -Mübadil bir aileyiz. Babam Midillili. Anne tarafım Giritli. Dolayısıyla her iki adanın da mutfak kültürüyle büyüdüm. İki yıl kadar annemle Cunda’da bir balık restoranı işlettik. Ama ben Girit yemekleri ağırlıklı, damak zevkinin ön planda olduğu bir mekan açmak istiyordum. Annemin desteğiyle bu arzum gerçekleşti ve 2008 yılında hizmet vermeye başladık. Girit mutfağının özelliği nedir? -Kısaca, ot ve zeytinyağı! O zaman, ot ve zeytinyağına dayalı menünüz neleri kapsıyor, öğrenebilir miyiz? -Günde sekiz çeşit yemek çıkarıyoruz. Menümüzde her gün biri etli biri etsiz iki çeşit çorba, iki çeşit etli yemek, üç çeşit sebze bulunuyor. Sebze yemeklerinin biri etli, ikisi mutlaka zeytinyağlı oluyor. Kuru fasulye, barbunya gibi baklagillerin yanı sıra pilav, bulgur pilavı, makarna da var. Mutfağımda mevsim sebzelerini kullanıyorum. Semizotu, arapsaçı, şevket-i bostan, bamya, enginar, börülce, kabak çiçeği... Yazın çok fazla seçeneğimiz oluyor. Enginar ve kabak çiçeği dolması Girit Mutfağı’nın en aranan yemekleri... Bu arada ev baklavası, kabak tatlısı, lor tatlısı ve sütlü tatlılar da menüdeki yerlerini alıyor. Özellikle “ev baklavası”nda çok iddialıyız. Siz yarı Midillili yarı Giritlisiniz. Hazırladığınız, her

32

Bu ot neye benziyor? -Görüntüsü naneye benziyor. Ama nanenin çok daha büyüğünü düşünün... Otun tadı bamyayla semizotu arasında bir tat. Kuzu etiyle pişen muhliye de tıpkı bamya gibi limonsuz pişirildiğinde salyamsı bir şey bırakır yemeğin içine... Önceki sorunuza dönersek, Midilli’nin en bilinen yemeği ise “Ada köftesi” diyebilirim. SEBZE VE OTLARIN TAZELİĞİ ÇOK ÖNEMLİ, İKİ GÜN İÇİNDE TÜKETMEMİZ GEREKİYOR “Girit Mutfağı” da hemen hemen bütün esnaf lokantaları gibi küçük bir lokanta. Günde kaç kişiye hizmet verebiliyorsunuz? -Sekiz masamız, otuz iki sandalyemiz mevcut. Ortalama günde altmış kişi mutfağımızın yemeklerini tadıyor. Güne nasıl hazırlanıyorsunuz? -Hazırlıklar servis bitiminden hemen sonra başlıyor. Ayıklanacak sebzeler ayıklanıyor. Yıkanacaklar yıkanıyor. Kızartılacak bir şey varsa kızartılıyor. Ama genel anlamda yemeğin finali mutlaka o günün sabahı yapılıyor. Sabah sekiz gibi annem, ben, yardımcımız mutfağa giriyoruz. Saat on ikide yemekler pişmiş oluyor.


Yani hazırlığıydı, servisiydi, temizliğiydi, alışverişiydi derken günde on üç-on dört saat çalışıyoruz. Haftanın üç günü pazarlara gidiyorum. Sebze ve otların tazeliği çok önemli çünkü. İki gün içinde tüketmemiz gerekiyor.

Nazife Karakuş’tan da sizler için bir tarif alıyoruz. Bize “ada köftesi”ni anlatıyor. Anne-kız Karakuş’lara bol kazanç dileyerek bir başka “kadın mutfağı”na doğru yola çıkıyoruz.

“Girit Mutfağı” akşamları da açık mı? -Akşam servisimiz yok. Ancak günden kalan yemek bitinceye kadar lokantayı kapatmıyoruz. Tam gün hizmet vermeyi ben de istiyorum. Ne var ki günde on saatten fazla çalışınca, akşam için bize vakit kalmıyor. İşi ikinci bir ekibin devralması gerekiyor. Bu da içimize sinmiyor zira her şey bizim elimizden çıksın istiyoruz. Kahvaltı ve çorba servisinden bu nedenle vazgeçtik zaten. Çok bölündüğümüzü gördük. Biraz da müşteri portföyünüzden söz eder misiniz? -Ayvalıklılar, esnaf, çalışanlar, Yunanlılılar, Ayvalık’a tatile gelenler, yazlıkçılar diye sıralayabileceğim geniş bir müşteri yelpazemiz var. Özellikle banka çalışanlarının tercih ettikleri bir mekan “Girit Mutfağı.” İlk açtığımız yıllarda Midilli’den gelen konuklara cevap vermekte zorlanıyorduk. Artık o eski yoğunluk yok. Geçtiğimiz kışa kadar işlerimiz çok iyiydi. Tatminkardı. Ama sezon iyi geçmedi. Umarım kış aylarımız yaza benzemez. Özel konuklarınız da oluyor mu, sanat dünyasından örneğin? -Olmaz olur mu? Ama bazen günün yoğunluğundan kim gelmiş, kim gitmiş görmüyor insan... Örneğin rahmetli Zeki Alasya’nın lokantamızda olduğunu yemeğin sonunda, önündeki boş tabağı alırken fark edebildim. İçeride, orta masada oturuyordu. Neler sipariş etmişti, hatırlamıyorum.l

ADA KÖFTESİ

Tamamen yağsız dana etini satırla incecik doğrayarak kıyma haline getiriyoruz. Başka bir kaseye bolca bayat ekmek ıslıyoruz. Ada köftesinin en büyük özelliği bu... Bol ve ıslanmış bayat ekmek. Bir de kekik... O da çok bol konuluyor. Diğer malzemeler bildiğiniz klasik köfte malzemeleri... Nedir? Soğandır, baharattır, tuzdur... Hepsini bir kapta yoğuruyoruz. Çok yumuşak bir hamur elde ediyoruz. Elle şekil verdiğimiz köfteleri unlayıp, zeytinyağında kızartıyor, garnitürlerle servis ediyoruz.

33


Sedef Lokantası’nın hayli köklü bir geçmişi var. 1975’te Cunda’da kapılarını restoran olarak açan lokanta, on yılın ardından Ayvalık’ın içinde değişik adreslerde hizmet vermiş. Son iki buçuk yıldır Ayvalık Sebze-Meyve Hali’nde müşterilerini ağırlayan Sedef’in mutfağını Seyhan Sedef yönetiyor.

SEYHAN SEDEF/SEDEF LOKANTASI

S

“LEZZET KADAR SUNUMDAKİ GÖRSELLİK VE HİJYEN DE ÇOK ÖNEMLİ”

ayın Sedef, sizinle birlikte lokantanızda kaç kişi çalışıyor? Günde kaç kişiyi ağırlıyorsunuz?

-En büyük desteğim yıllarca birlikte çalıştığım eşim Mustafa... İki de yardımcım var... Kapasitemiz kırk kişilik. Gün içinde bu sayıyı epeyce aşıyoruz. Grup yemekleri oluyor örneğin. Ayrıca kurumların yemek siparişlerini karşılıyoruz. Sabah kahvaltısı veriyor musunuz? Akşam yemeği servisiniz var mı? -Kahvaltı servisimiz yok. Ama talep gelirse, kimseyi geri çevirmiyorum. Evimde çocuklarıma hazırladığım gibi özenle, her şeyi tadabilecekleri bir kahvaltı sunuyorum isteyenlere. Ben ömrümde çarşıdan reçel almadım. Konuklarıma da ev yapımı reçellerimden ikram ediyorum. Farklı bir kahvaltı adına elimden geleni yapıyorum. Sonra öğle yemeği hazırlığına başlıyorum. Akşam servisimiz de olduğu için yemekleri birer-ikişer kilodan pişiriyorum. Onlar öğlen tüketiliyor. Akşam için yenilerini yapıyorum. Yani sabahtan akşama kadar mutfağım çalışıyor. Şimdi şurada bir kahve içimi mola verdim. Birazdan yine tezgahın başına geçeceğim. Sedef’in müşterileri kimler? -Onları; “damak tadı olanlar, yemek yemekten keyif alanlar” diye özetleyebilirim. Belki biraz iddialı bir cümle oldu bu ama gerçekten öyle... Dışarıda yemek yiyeceği zaman mutlaka bana gelen, kemikleşmiş bir müşteri kitlem var. Lezzetin yanı sıra yemekleri servis ederken görselliğe çok önem veriyorum. Ayrıca hijyen benim en hassas olduğum konu. Yardımcılarımı da Allah gönlüme göre verdi. İki günde bir en büyük ocağımızın bile altı ben söylemeden kalkıyor, temizleniyor. Yani buraya gelen insanlar lezzete olduğu kadar hijyene de güvenerek geliyorlar. Siz günde kaç saat çalışıyorsunuz? -Sabah saat yedi gibi dükkanı açıyorum. Akşam dokuza kadar servis sürüyor zaten. Mesai bitince çalışanlar gidiyorlar. Ben eşimle ortalığı toparlıyorum. Temizliği yapıyorum. Yani günde on dört saat durmadan çalışıyorum. Pazar günleri dahil açığız. Sadece pazar akşamı servisimiz yok. Alışverişimin önemli bölümünü çoğunlukla kendim yapıyorum. Etimi, tavuğumu haldeki kasaplardan alıyorum. Sebzemi Perşembe ve Armutçuk pazarlarından seçiyorum. Pazarda güzel barbunya bulamamışsam dönüp, buradaki

34

manavımızdan tedarik ediyorum. Pazarda beş lira olan şey manavda dokuz lira diyelim. Olsun! En iyisini, en tazesini tencereye koymaya çalışıyorum. EN BEĞENİLEN YEMEKLERİM “TAS KEBABI” VE “İZMİR KÖFTE” Mutfağınızda ne tür yemekler pişiyor? -Midilli göçmeni olduğumuz için anneannelerimizden öğrendiğimiz yemekler illa ki menüde yer buluyor. Ege otları; hindibadan asıl adı “ısparaca” olan izvinyeye kadar, mevsiminde konuklarımızla buluşuyor. Ama geleneksel Türk yemekleri ağırlıklı diyebilirim mutfağım için. Yanı sıra bizi tercih edenler balık çeşitlerinden kalamara, kalamarlı pilava, kalamar çorbasına, karidese uzanan bir yelpazede pek çok deniz ürününü de lokantamızda tadabiliyorlar. Çarşının orta yerinde olduğumuz için deniz ürünlerini alıp dolabımda bekletmiyorum. Müşterim istediğinde taze taze alıp servis ediyorum. Bugün neler pişirdiniz örneğin? -Gelin birlikte bakalım... Ekşili bamya, iç bakla kalmadı gerçi ama olanlar tezgahta...


Domates, domatesli pirinç çorbası, tavuk suyuna mercimek, kelle-paça ve işkembeden oluşan beş çeşit çorba; kuru fasulye, nohut, tas kebabı, türlü, patlıcan/ kabak/patates/biber kızartması, kadınbudu köfte, pirinç ve bulgur pilavı ilk gözümüze çarpanlar oluyor. Seyhan Sedef özellikle geleneksel Türk yemeklerini iyi bildiğini ancak bir “hünkar beğendi” örneğinde olduğu gibi, bazı lezzetlerin insanların damak tadından adeta silindiğini söylüyor. -Yapıyorum ama gitmiyor... Hep alıştıkları şeyleri yemek istiyorlarlar. En beğenilen yemeklerim “Tas kebabı” ve “İzmir köfte.” Tas kebabı her gün çıkıyor. Sezon nasıl geçti? Genel olarak işler nasıl gidiyor? -İyi gidiyor Allah’a şükür. Bizde sezon, yaz-kış fark etmiyor. Çanakkale’den yalnızca enginarımı yemek için geldiğini söyleyen müşterilerim var. Bu çok hoşuma gidiyor elbette. Yazılı ya da görsel basından konuklarınız oldu mu hiç? -Ben işimi yapıyorum. Medyada, internette adımızı duyurmak için artı çaba göstermiyorum. Ama gelip de yemeklerimi yiyenler, bizi basında da tanıtıyorlar. Hiç unutmam, bir gün bir hanımefendi geldi. Bahçedeki masalardan birine oturdu. Önden bir çorba istedi. Verdim, tezgaha döndüm. Çorbası bittikten sonra tezgahı çekmeye başladı. Yemekleri çekiyor diye kadrajdan çıkmaya çalıştım ama ben nereye gidersem orayı fotoğraflamaya devam etti. Boş çorba tabağını alırken, “Bunu yazacağım. Ömrümde ilk defa bir çorba kasesini ekmeğimle sıyırdım!” dedi. Kelle-paça içmişti. Sonraki gelişinde işkembeyi denedi. Meğer Hürriyet yazarı Nergis Bölükbaşı’ymış. İlber Hoca da (Ortaylı) lokantanıza gelen isimlerdenmiş? -Evet. Ona dana etli güveç vermiştim ilk gelişinde... “Güvecin çok güzelmiş. Bir de kuru fasulyenin tadına bakalım!” demişti. Fasulyeyi yedikten sonra sitem etmişti, “Bu daha güzelmiş. Keşke güveci yemeseydim,” diye. Ayvalık’ta olduğunda gelir İlber Hoca... Tas kebabımı, ızgara köftemi çok sever. Hoş şeyler bunlar. Takdir edilmek emeğimin en güzel karşılığı diye düşünüyorum. “Maddiyat” çok daha sonra geliyor. Yaptığı her şeyi, herkesle paylaştığını söylüyor Seyhan Sedef. -“Meslek sırrı” demem. Kim neyi öğrenmek isterse anlatırım. Hiçbir detayı kendime saklamam. Sedef Lokantası da, Girit Mutfağı gibi ucuz ama kaliteli, lezzetli, temiz “kadın mutfakları”na iyi bir örnek. Her ikisinin de özel tatlar için “doğru adresler” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.l HAŞLAMA ET (ELBASAN TAVA) Kuzu incikler tencerenin dibinde az bir su kalana kadar iyice haşlanır. Başka bir kapta yumurta, yoğurt, sarmısak, karabiberle bir miktar zeytinyağı çırpılır. Suyuyla birlikte tepsiye aldığımız inciklerin üzerine dökülür. Nar gibi kızarana dek fırınlanır.

35


“Otuz Beş Yaş” şairinin tek isteği, şu dünyada mutlu-mesut yaşamaktı. Şikayetin sadece ölümden olduğu bir dünyayı özlüyordu. Şiirlerinde, öykülerinde, mektuplarında... kısacası bütün yazdıklarında hep bu özlemini dile getirdi.

Ş

CAHİT SITKI TARANCI BURHANİYE’DE ASKERLİK YAPARKEN AYVALIK’A UĞRAMAYI DA İHMAL ETMEDİ

iir yazmaya genç yaşta başlayan ve Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli isimlerinden biri kabul edilen Cahit Sıtkı Tarancı, 1941-1943 yılları arasında “küçük Ege kasabalarında” yedek subay olarak tamamladığı askerliğinin bir bölümünü Burhaniye’de yapmıştı.

Tarancı, Burhaniye’deki askerliği boyunca, bugün Memiş Mahallesi sınırları içinde bulunan bir evde yaşadı ve en bilinen şiirlerinden “Haydi Abbas”ı burada yazdı. (Ev, epeyce gecikilse de, takdire değer bir kadirşinaslık gösterilerek, Burhaniye Belediyesi tarafından 2014 yılında restore edildi. Kapısına, üzerinde “Haydi Abbas”ın da yer aldığı bir plaket konuldu. Evin altındaki dükkanda uzun yıllardan bu yana berberlik yapan Veli

Cahit Sıtkı Tarancı (en solda) yedek subaylık günlerinde ailesiyle

36

Bozkurt’tun söylediğine göre, özellikle yaz aylarında insanlar buraya büyük ilgi gösteriyor. Pek çok ziyaretçi evi görmeye geliyor, fotoğraf çekiyor.) TARANCI 1943 YILI EKİM AYINDA AYVALIK’A GELDİ VE “ÇARESİZ”İ YAZDI Bir zamanlar Ayvalık’ta diş hekimliği yapan ve o günlerin edebiyat insanlarıyla yakın arkadaşlıklar kurmuş olan Muhlis Künt’ün yazar Ahmet Yorulmaz’a söylediğine göre, Cahit Sıtkı Tarancı, Burhaniye’de bulunduğu dönemde sık sık Ayvalık’a uğruyordu. Künt’ün “kaçamaklar” olarak nitelendirdiği ve genellikle hafta


CAHİT SITKI TARANCI’NIN AYVALIK’TA YAZDIĞI ŞİİR... ÇARESİZ

Civcivli yerine düştüğüm halde Bir kere olsun olta atamadım. Pul pul balıklarım kaldı hayalde; Yaz geçti çipuradan tadamadım. Ne güler yüz kâr etti ne tatlı dil: Çaresiz bıraktı beni bu sahil; Karım, kardeşim, anam babam dahil, Hiç kimselere dert anlatamadım Resim: Bedri Koraman

sonlarına denk gelen bu uğrayışlardan biri de, takvimlerin Ekim 1943’ü gösterdiği günlerde gerçekleşti. Tarancı bir kez daha Ayvalık’a geldi, kimbilir nerede oturdu ve “gençliğinin isteklerini doyuma ulaştıramamış” olmanın düş kırıklığıyla bir şiir yazdı. Bu kısa ve karamsar şiirine “Çaresiz” adını uygun görmüştü. Dizelerinde olta, balık, çipura gibi tanıdık sözcükler geçiyordu. Askerlik görevinin ardından “küçük Ege kasabalarına” veda eden Tarancı, kısa bir süre İstanbul’da yaşadıktan sonra Ankara’ya yerleşti. Değişik devlet kurumlarında çevirmenlik yaptı. Bir yandan da şiir ve öykü yazmayı sürdürdü. Daha yaşadığı günlerde en çok okunan ve en sevilen şairlerden biri olmayı başarmıştı. Ancak karamsarlığı hiç elden bırakmadı. Bir dostunun deyişiyle, “Neşesi bile, acı çeken bir ruhun sahte neşesiydi!” Cahit Sıtkı Tarancı 1954 yılı başlarında ağır bir felç geçirdi. İki yıl tedavi gördü. İyileşemeyince Viyana’ya gönderildi. 12 Ekim 1956’da orada öldü. Yaş otuz beş!/Yolun yarısı eder” demişti ünlü şiirinde... Yani en azından kendisi adına bir 70 yıl ummuştu. Umduğu gibi olmadı. Yaşama veda ettiğinde henüz 46 yaşındaydı.l

C

Cahit Sıtkı Tarancı

EDREMİT’E KAR YAĞIYOR!

ahit Sıtkı’nın mektuplarının toplandığı iki kitap var. İlki, “Ziya’ya Mektuplar” adını taşıyor. Kitaptaki mektuplar bir şairden, “sıkı” dostu olan bir başka şaire, Ziya Osman Saba’ya yazılmış ve tam 57 tane... Diğer kitap ise Tarancı’nın gurbetten annesine, babasına, kız kardeşi Yıldız’a ve çoğu küçük kız kardeşi Nihal’e yazdığı mektupları içeriyor. Prof. Dr. İnci Enginün tarafından derlenmiş, “Evime ve Nihal’e Mektuplar” adıyla basılmış. Tarancı askerlik yaptığı günlerde, Edremit’ten Şahap Sıtkı’ya yazdığı bir mektupta

şu satırlara yer vermiş: “Şahap’cığım, 18.12.1941 tarihli mektubunu ancak dokuz kanunusanide aldım, zira bayramda İstanbul’a izinli gitmiş bulunuyordum. Her nedense İstanbul’da görünmedin; halbuki sözümüz yılbaşında İstanbul’da buluşmak değil miydi? Mamafih ben de gittiğime pek memnun olduğumu söyleyemem. Yolların kapalı olması yüzünden ancak günlerden sonra buraya dönebildim (Edremit’e). Burada tekrar kar başladı. Biraz öksürdüğüm için doktordan bir hafta istirahat aldım. Mangalı yakıp kitap okuyor, yahut yazı yazıyorum.”

DOKUNMA! 37


Kerim Alpınar’ın “Ulusal Ege Adaları” konulu toplantıda sunduğu “Ayvalık Adalarının Florası” başlıklı bildiri, aradan geçen zamana rağmen günümüzde de önemini koruyor

AYVALIK ADALARI TABİAT PARKI, SU ALTI ZENGİNLİKLERİ VE YER ÜSTÜ BİTKİ ÇEŞİTLİLİĞİ BAKIMINDAN TÜRKİYE ORTALAMASININ ÇOK ÜSTÜNDE BİR DEĞERE SAHİPTİR 38

1

0-11 Ağustos 2001 tarihlerinde Çanakkale/ Gökçeada’da düzenlenen “Ulusal Ege Adaları” konulu toplantıda bildiri sunanlardan biri de, İ.Ü. Fen Fakültesi Botanik Anabilim Dalı öğretim üyesi Kerim Alpınardı. Akademisyen Alpınar’ın “Ayvalık Adalarının Florası” başlıklı araştırması, Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nın farkını ve özgünlüğünü gözler önüne sermesi bakımından bugün de önemini koruyor. 30 Ağustos 1994-17 Nisan 1998 tarihleri arasında gerçekleştirilen araştırma, bölgenin coğrafi konumuyla başlıyor. Sayıları 25’i bulan Ayvalık adalarının adları ve yüzölçümleri veriliyor. Adaların arasında suların çekilmesiyle görülür hale gelen kayalıklar ve çeşitli sığlıklar sıralandıktan sonra jeolojik yapı ve iklim özelliklerine değiniliyor. Ardından, tek tek Ayvalık adaları ele alınarak buraların floristik yapıları özetleniyor. Ancak biz burada, Ayvalık Tabiat Adaları Parkı’nın, zaten zenginliğini bildiğimiz ve üzerine titrenmesi gerektiğini her fırsatta dile getirdiğimiz florasını sonraya bırakıp, araştırmanın son bölümüne ağırlık vermek istiyoruz. “Öneriler” başlığını taşıyan bu bölüm, aradan on yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen geçerliliğini koruyor. Kerim Alpınar’ın ilk önerisi, bize göre de konunun can damarı ve “olmazsa olmaz”ı:


“Tabiat Parkı sınırları içinde kalan, çeşitli ekosistemlerin mevcut olduğu ve aralarında bölgeye has zengin bir florayı barındıran alanda, hiçbir şekilde yapılaşmaya izin verilmemelidir.” Şimdi de diğer önerileri özetleyelim: -Adalarda sürdürülen hayvan otlatılması engellenmeli. -Tabiat Parkı’nın sorumlu kadrosu genişletilmeli. -Olası yangınlarda veya yasal olmayan durumlarda, Adalar’a hızla ulaşabilecek, bölgenin arazi koşullarına uygun kara ve deniz araçları sağlanmalı. -Mevcut “Günü Birlik Kullanım Alanları”nın amaca uygun olarak kullanılıp kullanılmadıkları denetlenmeli. -Kıyılara hem temiz bir görünüm kazandırılması hem de kıyı florasının korunması açısından, iyi kapanan kalın plastik bidonlar konmalı. -Çevrenin korunmasının önemi ve bu amaçla yapılması gerekenler konusunda öğretmenlerden yardım istenmeli, yöre halkını aydınlatıcı toplantılar düzenlenmeli.

-Tabiat Parkı içinde günübirlik doğa yürüyüşleri gerçekleştirilmeli ve çevrenin florası tanıtılarak konuya ilgi çekilmeli. -Biyolojik çeşitliliği iyi korunan bir Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nın, Ayvalık için gurur kaynağı olmakla kalmayıp, Ayvalık’a gelecek turist sayısını arttıracağı gerçeği her fırsatta vurgulanmalı. -Bölgenin biyolojik zenginliğini bir bütün olarak ortaya koyabilecek çalışmalar yapılmalı. -Park sınırlarında bulunan tavşan, tilki gibi memelilerin ve deniz, sulak alanlar ve diğer ortamlardaki kuşların avlanması, kesinlikle yasaklanmalı. -Deniz kabuklularının ihraç edilmek üzere, kontrolsuz bir şekilde toplanmasına mani olunmalı. -Tabiat Parkı sınırları içinde, her türlü doğal malzeme (mercan, sünger, yarı değerli taş gibi) ve arkeolojik malzemenin çıkarılmaması konusundaki yasağa kesinlikle uyulmalı ve durum denetlenmeli. -Özellikle kıyılarda bol olarak bulunan ve denizi oksijenleyerek su altındaki biyolojik zenginliğin artmasını sağlayan Posidonia oceanica (deniz eriştesi) adlı bitkiyi tahrip ettiği için trolle balık avcılığı engellenmeli.l

ADALARDAKİ BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK AYNI ZAMANDA KÜLTÜREL ZENGİNLİK ANLAMINA GELİYOR

A

yvalık Adaları’nda yetiştiği saptanan bitki sayısı 752… Bunlardan en az 183’ünün yöresel adı var. Hastalıkların tedavisinde kullanılan bitki sayısı en az 67, gıda amacıyla kullanılan yabani bitki sayısı ise yine en az 58… Bu sonuçlar bize, yaklaşık her 11 bitkiden 1 tanesinin tedavi, her 13 bitkiden 1 tanesinin de gıda amacıyla kullanıldığını gösteriyor. Tedavi amacıyla, gıda olarak ya da diğer amaçlarla kullanılan 141 bitkinin, toplam 752 bitkideki oranı yaklaşık 1/5. Yani, neredeyse her 5 bitkiden biri günlük hayatta değerlendiriliyor. Söylemeye gerek yok ki, adalardaki floranın tahrip edilmesi, bitkilerden yararlanma konusunda süregelen geleneği ortadan kaldıracak ve kültürel cılızlaşmaya yol açacaktır.

39


3. Arayış Toplantısı geniş bir katılımla gerçekleşti, paydaşlar arasında görev dağılımı yapıldı

Ç

DÜNYA MİRASI LİSTESİ İÇİN ÇALIŞMALAR ÇOK YÖNLÜ OLARAK DEVAM EDİYOR

alışmalarını Ayvalık Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü çatısı altında sürdüren UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi, Ayvalık’ın Dünya Mirası Listesi’ne girmesi yönünde yürütülen çalışmalara koşut olarak “3. Arayış Toplantısı” düzenledi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği/ Fehamet-Ali Kemal Sabuncugil Eğitim Evi’ndeki toplantıda daha önce ortaya konan durum analizi üzerinden yapılması hedeflenen eylemler görüşüldü ve paydaşlar arasında görev dağılımı gerçekleştirildi. Daha sonra kültür ve eğitim, turizm, sosyal, planlama ve kent estetiği, altyapı, ekonomi ve koruma başlıkları üzerinden görüşler paylaşıldı. Öngörülen eylem planında şu öneriler yer aldı: -Belediye çalışanlarına yönelik eğitim seminerleri verilmesi. -Ayvalık’ın ihtiyaçları doğrultusunda lisans eğitimi veren üniversite kurulması. -Yönetim, işletme ve iş geliştirme kursları açılması. -Tiyatro, sinema, gençlik merkezi gibi kültürel, sosyal ve eğlence alanlarının oluşturulması. -Kente entegre olan ve süreklilik arz eden kültür faaliyetleri. -Ara eleman yetiştirme kursları. -Ayvalık mutfağı yemek atölyeleri. -Önemini yitiren sabun endüstrisinin yeniden canlandırılması. -Turizmin dört mevsime yayılması. -Gastronomi turizminin geliştirilmesi. -Kaçak konaklama tesislerinin kayıt altına alınması ve denetimi. -Yatak kapasitesinin kontrol altına alınması. -Yerel ev pansiyonculuğunun desteklenmesi ve denetlenmesi. -Ayvalık’ı tanıtıcı ulusal ve uluslararası reklam kampanyalarının hazırlanması. -Sosyal alanda kent arşivi oluşturulması, kent belleğinin çıkarılması. -Göçmen kültürlerini yaşatacak faaliyetler yapılması. -Mahalle kültürlerinin devamlılığının sağlanması. -Mahalle evleri kurulması. -Kentlinin kenti sahiplenmesini

40

sağlamak. -Planlama ve kent estetiği dalında ulaşım planı hazırlanması. -Toplu ulaşım sistemlerinin güçlendirilmesi. -Uygulama ve koruma amaçlı imar planlarının revizyonu. -Kentsel park oluşturulması. -Yeşil ve açık rekreasyon alanları düzenlemesi. -Sosyo-kültürel faaliyet alanlarının planlanması. -İlan-reklam-tabela komisyonlarının denetim ve faaliyetlerinin güçlendirilmesi. -Görüntü kirliliğini engelleyici denetim mekanizmalarının harekete geçirilmesi. -Kent içinde belirlenecek güzergah ve alanların yeşillendirilme projesi. -Altyapı alanında kent içi trafik yollarının, yaya yollarının ve kaldırımların yaşlı ve engelli ulaşım kriterleri doğrultusunda düzenlenmesi. -Arıtma sisteminin güçlendirilmesi. -Katı atık toplama projesi. -Kent içi sokak temizliğinin sağlanması. -Ekonomi konusunda organize sanayi alanı oluşturulması. -Hizmet sektörünün geliştirilmesi ve hizmet alanlarının arttırılması. -Yerel ürünlerin pazardaki kapasitesinin arttırılması ve tanıtımının yapılması. -İstihdam faaliyetleri. -Kültürel alanda kaybolan kamusal nitelikli, korunması gerekli kültür varlıklarının rekonstrüksiyonu ve restorasyonu. -Korunması gerekli kültür varlığı olan

endüstriyel yapıların yeniden ayağa kaldırılması ve fonksiyon kazandırılması. -Tescilli yapıların envanter fişlerinin yenilenmesi. -Kentsel sit alanlarındaki yapıların korunması, gerekli kültür varlığı kapsamında yeniden irdelenmesi. -Sokakların sağlıklı hale getirilmesi çalışmaları yapılması. -KUDEB’in yeniden aktif hale getirilmesi. -Kültür varlıklarını koruma kurulu ve KUDEB elemanlarının koruma uygulamaları hakkında bilgilendirilmesi. -Kaçak yapılaşma ve uygulamanın önüne geçilmesi. -Halkın koruma alanları ve tescilli yapılar hakkında bilgilendirilmesi. -Piyasadaki mimar ve ustaların basit onarım ve restorasyon konusunda eğitilmesi. -Doğal alanda Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nın korunması konusunda halkın bilinçlendirilmesi ve kamuoyu oluşturulması. -Tabiat Parkı’nda envanter yenileme çalışması. -Tabiat Parkı’nın dokusuna zarar vermeyen kültür ve spor faaliyetleri düzenlenmesi. -Zeytinliklerde envanter çalışması yapılarak, delicelerin sayısı ve yoğunluğunun çıkarılması, zeytin ağaçlarının yaşlarının belirlenmesi. -Zeytinlik alanların planlara ayrı bir lejand olarak işlenerek kent dokusu ile birlikte bütüncül planlamasının yapılması. l


“Giritli Fatma Hanım’ın torunu” Prof. Dr. Artun Ünsal zeytinle ve zeytinyağının lezzetiyle çok küçük yaşta tanıştı, zeytin ağacıyla arasındaki duygusal bağ hiç eksilmedi. Toplumumuzda zeytinyağına yeterince ilgi gösterilmediğini fark edince kolları sıvadı; zeytinin ve zeytinyağının önemine dikkat çekmek amacıyla kapsamlı bir kitap yazdı. Ayvalık’ta yeni bir hasat heyecanını yaşadığımız şu günlerde bu kitabı paylaşmanın yerinde olacağını düşündük.

AYVALIK VE

Artun Ünsal

EDREMİT’İN

ZEYTİNYAĞLARI DÜNYANIN

EN NİTELİKLİ YAĞLARI

ARASINDADIR

“Ölmez Ağacın Peşinde/Türkiye’de Zeytin ve Zeytinyağı” / Yazan: Artun Ünsal / Yapı Kredi Yayınları / İlk baskı: 2003

Y

azar ve akademisyen Artun Ünsal Ayvalık’a, Ayvalık kültürüne aşina bir isim… Girit kökenli bir aileden gelmesinin yanında, Ayvalık Zeytin Hasat Günleri’ni önemsiyor ve hemen her şenlikte kentimize konuk oluyor.

yer alan zeytinle ilgili bölümleri hatırlatıyor.

Titiz bir araştırmacı olan Ünsal’ın farklı konularda, çok sayıda kitabı var. Bunlardan biri de, ülkemizde zeytine ilişkin yapılmış en kapsamlı, en doyurucu çalışmalar arasında sayılan “Ölmez Ağacın Peşinde/Türkiye’de Zeytin ve Zeytinyağı” adlı eseri…

Kitabın ikinci bölümü Anadolu’da zeytin ve zeytinyağına ayrılmış. Ünsal bu bölümde, zeytinin Türkler için neden önemli olduğunu şöyle açıklıyor:

Sunuş bölümündeki daha ilk cümle, kitabın didaktik bir yaklaşımla yazılmadığını, tam aksine, sıcak ve okurun duygularına da seslenen bir araştırmayla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor: “Tarih öncesinden günümüze, gün görmüş gövdesi, dört mevsim güneşte parlayan yeşil gümüş yaprakları, esen rüzgarda mağrur salınması, tane yüklü dalları ve eşsiz yağıyla; yerleşiklik, huzur, bereket, uzun ömür ve barışın simgesi zeytin ağacı, ruhumuzu ve bedenimizi ısıtır, ufkumuzu yeşertir.” Ünsal, kitabının başında, “Tarihten de Eskidir Zeytin Ağacı” diyor ve zeytinin “bilimsel künyesi”ni aktardıktan sonra geniş bir tarihçe veriyor. Zeytinden her dinde söz edildiğini vurgulayarak Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da

OSMANLI DÖNEMİNDE MARSİLYA’YA KADAR MAL SATAN AYVALIK, GELİŞİMİNİ CUMHURİYET’TEN SONRA DA SÜRDÜRDÜ

“Ağacından tabak, kaşık, çatal, masa, yakacak odun, meyvasından sofra zeytini, çekirdeğinden tesbih, bilezik ya da kolye, yağından besin ya da besin koruyucu ve sabun yapılan, küspesi gübre ya da yakacak olan, yerine göre süs, yerine göre yiyecek, yerine göre ilaç, saç veya cilt güzelleştirici, yerine göre lambalık, yerine göre kutsama sembolü, kimi zaman da kaynatılarak öldürücü bir silaha dönüştürülen yağıyla, zeytin Anadolu uygarlıklarının mirasçısı ve bekçisi Türkiye’de de önemli bir konuma sahiptir.” Artun Ünsal izleyen sayfalarda sözü Osmanlı’ya getiriyor ve o yıllarda da önemli bir zeytincilik merkezi olan Ayvalık hakkında şunları yazıyor: “1830’larda nüfusu 30 bini aşan Ayvalık’ta yıllık üretim 1 milyon okkayı (yaklaşık 13 bin ton) geçiyor, yaklaşık 40 yağhanede işlenen zeytinden elde edilen

41


yağlar ve kentteki 30’u aşkın sabunhanenin ürünleri Rusya’ya, Balkanlar’a ihraç ediliyordu. Ayvalık’a bitişik Cunda (Alibey) adası da zeytinlikleri, zeytinyağı fabrikaları, sabunhaneleri ve zeytinyağı depoları işe 5 bin kişilik nüfusuna karşın büyük komşusu ile adeta yarışıyordu. Ayvalık, 1924 Rum-Türk mübadelesinin ardından Girit ve Midilli’den gelen göçmenlerle, Cumhuriyet yönetiminde de gelişti. Osmanlı döneminde Marsilya’ya dek mal satan Ayvalık, ürettiği 7-8 bin ton zeytinyağının bir bölümünü yeniden ihraç etmeye başladı. 1930’lu yıllarda Sezai Ömer Madra ve bir ara ortağı olan Edremitli Karagöz Ali Rıza Bey, Şevket Osman, Nedim İnce, Ayvalık ve çevresinde canlanan zeytinyağı ve sabunculuğun önemli isimleriydi.” ZEYTİNYAĞI, SAĞLIK VE TEMİZLİK DEMEKTİR “Ölmez Ağacın Peşinde”nin sayfaları arasındaki yolculuğumuz sürerken, “Edebiyatımızda Zeytinyağı…” başlığı altında Refik Halid Karay’dan, Mithat Sertoğlu’ndan ve Müsahipzade Celal’den kısa ama hoş alıntılar okuyoruz. Daha da hoş olan bir diğer bölüm ise “Deyişlerimizde, Deyimlerimizde, Atasözlerimizde Zeytin ve Zeytinyağı” başlıklı bölüm… Yazar, burada Ahmet Yorulmaz’dan öğrendiği “Karasuların aktığı aylar” deyimini de hatırlatıyor… Deyimin, zeytin mahsulünün en yoğun olduğu ve zeytinliklerden yağhanelere , fabrikalara… herkesin hummalı bir uğraş içinde bulunduğu Kasım, Aralık, Ocak aylarına vurgu yaptığına ve aynı zamanda gelir getiren bir dönemi ifade

42

ettiğine dikkat çekiyor. Artun Ünsal, kitabının ilerleyen bölümlerinde zeytin ağacının özellikleri, fidan dikimi, hasat, zeytin çeşitleri, zeytinyağı üretim yöntemleri/ çeşitleri/tadımı üzerinde duruyor ve yine kolay anlaşılır bir dille okurunu bilgilendiriyor. Sonra sıra, kaçınılmaz olarak sorunlara geliyor. Üreticiye verilen desteğin yetersizliği, kalite kontrolündeki aksamalar, menşe tartışmaları, diğer sıvı yağlarla rekabet ve ihracattaki sıkıntılar tek tek ele alınıyor. Bir solukta okunan kitapta, sonlara doğru önce zeytinyağısağlık ilişkisi işleniyor. Zeytin ve zeytinyağının bin bir derde deva olduğu vurgulanıyor. Zeytinyağının aynı zamanda temizlik olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, “Geleneksel usulde zeytinyağlı sabunu nasıl yapılır?” sorusunun cevabı veriliyor. Aynı zamanda gurme olan yazarımız, son noktayı koymadan önce değişik yemek tariflerini paylaşmayı da ihmal etmiyor. Zeytinyağında pastırmalı sahan yumurta ile başlayıp zeytin reçeli, taratorlu taze börülce salatası, zeytinyağlı patates pilakisi, kalamar dolması, adalı köftesi, taze iç baklalı enginar ve zeytin böreğiyle devam ediyor ve işi saray lokmasıyla tatlıya bağlıyor. Başta da değindiğimiz gibi, Artun Ünsal’ın “Ölmez Ağacın Peşinde/Türkiye’de Zeytin ve Zeytinyağı” adlı kitabı ülkemizde zeytinle ilgili en kapsamlı, en doyurucu çalışmalardan biri gerçekten. Bir başka deyişle, “Zeytin/ zeytinyağı diyarı” Ayvalık’ta yaşayan ve okuma-yazma bilen herkesin edinmesi gereken zengin bir kaynak…


ZEYTİNYAĞI HİÇBİR KİMYASAL İŞLEME TABİ TUTULMADAN VE YABANCI KATKI MADDESİ İÇERMEDEN, DOĞAL OLARAK ÜRETİLİR

“Zeytinyağı rengi, kokusu, lezzeti ve hazım kolaylığı ile tüm sıvı yağlar arasında eşsizdir. Dahası, ayçiçeği, soya, pamuk çekirdeği, mısırözü gibi bitkisel yağlardan en önemli farkı,

hiçbir kimyasal işleme tabi tutulmadan ve yabancı katkı maddesi içermeden, doğal olarak üretilmesidir. Taze sıkılmış portakal ya da vişne suyu gibi, çiğ ve saf…”

ZEYTİNYAĞLARININ “ŞEREF TABLOSU”

Türkiye’nin dört bir yanında farklı zeytin çeşitlerinden yağ çıkartılıyor. Acaba en değerlileri hangileri? Artun Ünsal kitabında, Aysun Oktar’ın çeşitli bölgelerde yetişen 12 önemli zeytin çeşidi üzerinde gerçekleştirdiği bir bilimsel araştırmaya da yer veriyor. Söz konusu çeşitlerin içerdiği yağ oranları, yağların analitik nitelikleri ve renk/koku/tat özelliklerine göre, ortaya şöyle bir “şeref tablosu” çıkıyor:

1. AYVALIK

2. Memecik (Ege)

“Zeytincilik bir vatan meselesidir. Yurtseverlik, zeytin ve zeytinyağı üreticisine destek olmaktır. Zeytinyağındaki sıkıntılar son 10 yılda aşılmış değil. Zeytinyağı tüketimi arttığı takdirde insanımız sağlıklı beslenir. Kendini seven, kendine

Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY

3. Memeli

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

4. Erkence

ERSİN PİLAS

5. Çakır

Grafik Tasarım

6. Gemlik

KEMAL OKUR

7. Memecik (Akdeniz) 8. Kilis Yağlık 9. Halhalı 10. Nizip Yağlık 11. Yağ Ulağı 12. Karamani

“ZEYTİNYAĞINI KENDİ İNSANIMIZA ANLATALIM”

Prof. Dr. Artun Ünsal, Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi (UZZK) tarafından 2011 yılında düzenlenen “Zeytin ve Zeytinyağı ile Bir İstanbul Günü” adlı buluşmada bir konuşma yapmış ve şunları söylemişti:

KASIM 2015 YIL: 2 SAYI: 15

önem veren insan ülkesini de sever. Üniversitelerin, bakanlığın, üreticilerin, sivil toplum kuruluşlarının birlikte çalışması ve sorumlulukları paylaşması lazım. İhracat yapalım. Japonya’ya, ABD’ye ürünlerimizi götürelim fakat ilk etapta kendi potansiyelimizi değerlendirelim. Zeytinyağını kendi insanımıza anlatalım. Alışveriş merkezlerini bırakalım. Büyük firmalarımız Erzurum’un, Kayseri’nin, Trabzon’un çarşılarına gitsinler. Ürünlerini tanıtsınlar, dağıtsınlar.”

Katkıda Bulunanlar Doç. Dr AYHAN GÖKDENİZ HÜSEYİN GÜVEN UĞUR DÜNDAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Basım Yeri Ceylan Matbaa Davutpaşa Cad. Güven İş Merkezi No: 83/317 No: 318/319 Zeytinburnu - İstanbul Sertifika No: 23352 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.

43


BİSİKLETİN MODASI GEÇMEZ...

A

yvalık’ın ilk bisiklet yolu geçtiğimiz aylarda açıldı. Bu gelişme doğal olarak bisiklet severleri sevindirdi. Pedallar daha bir mutlu ve güvenle çevrilir oldu. Üstelik açık havada yapılacak bir bisiklet gezintisi, bize Ayvalık’ın güzelliklerini her defasında yeniden keşfetme imkanı da veriyor. Aslında Ayvalık, belki de “düz ayak” bir coğrafyaya sahip olduğu için, bisiklete her zaman yakın durdu. 60’lar, hatta 70’lerde okullarına bisikletle gidip-gelen öğrenciler o günleri özlemle anıyor.

Aynı öğrenciler, özellikle milli bayramlarda Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan geçit törenlerine özenle süsledikleri, rengarenk bisikletleriyle katılır ve izleyenlerden büyük alkış alırdı. O günlerden kalan bu hoş fotoğrafı, günümüzde pek çok ülkede yaygın olarak kullanılan “alternatif ulaşım aracı” bisikletin hayatımızda daha çok yer alması dileğiyle paylaşıyoruz.

(Ahmet Özüçer’in arşivinde bulunan bu fotoğraf, “Cihat Teker’le Ayvalık Tarihi” adlı facebook grubundan alınmıştır.)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.