Üçkabaağaç Mahallesi Şeref Yahyabeyoğlu İlk Kurşun Dergisi Macit Gönlügür Dr. Mağmumi Kadın Mutfakları
11. AYVALIK ULUSLARARASI ZEYTİN HASAT GÜNLERİ
Büyük Kurtarıcı her zaman aklımızda, her zaman kalbimizde...
U
ATATÜRK’Ü SAYGI, SEVGİ VE ÖZLEMLE ANDIK
lu Önder Mustafa Kemal Atatürk, aramızdan ayrılışının 77. yılında Ayvalık’ta bir kez daha saygı, sevgi ve özlemle anıldı. Anma etkinlikleri Atatürk anıtına çelenk konulmasıyla başladı. Saat 09.05’de siren sesleri eşliğinde 2 dakikalık saygı duruşu yapıldı. Törene katılanlar, büyük kurtarıcıya olan bağlılıklarını Atatürk anıtına çiçekler bırakarak gösterdi. Bu arada, Kaymakamlık tarafından Cumhuriyet
Meydanı’na getirilen yeni düzen beğeniyle karşılandı. Cumhuriyet Meydanı’ndaki törenin ardından, İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğretmen ve öğrencilerinin öncülüğünde düzenlenen anma programına geçildi. Öğrencilerin şiirler okuduğu tören Oratoryo ve koro ile sona erdi.
AYVALIK BELEDİYESİ ATATÜRK VE SİLAH ARKADAŞLARININ ANISINA HELVA HAYIRI YAPTI
A
yvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü, Büyük Kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’ün 77. ölüm yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde helva hayırı yaptı.
Cumhuriyet Meydanı’nda Atatürk ve silah arkadaşları için gerçekleştirilen helva hayırını vatandaşlar ilgiyle karşıladı, helva dağıtılan standın önünde uzun kuyruklar oluştu.
2
480 dönüm arazi üzerinde 40 işletme yer alacak
AYVALIK GIDA VE GIDA İŞLETMELERİ İHTİSAS ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ 1500 KİŞİYE İŞ OLANAĞI SAĞLAYACAK
A
yvalık Gıda ve Gıda İşletmeleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi 2. Bilgilendirme Toplantısı Kasım ayı içinde Ticaret Odası’nda yapıldı. Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in başkanlık ettiği toplantıya iş adamları, Belediye Meclis üyeleri, Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyeleri ve basın temsilcileri katıldı.
şunları söyledi:
“Bölgede yer alacak gıda üretimi işletmeleri yılın 12 ayı çalışacak. Böylece yörenin kalkınmasına büyük bir katkı sağlayacak. Bilindiği gibi, verimli tarım arazileri yavaş yavaş çiftliklerine Altınova’da kurulması hobi dönüşüyor. Projemizi hayata geçirdiğimizde planlanan Organize bu olumsuzluğa da dur demiş olacağız. Sanayi Bölgesi'nde Verimli arazilerde yer alacak gıda üretimi sözleşmeli tarım yapılacak ve bölge çiftçisi kalkınacak.” işletmeleri yılın
Rahmi Gençer, Toplantıya katılan yaptığı konuşmada 12 ayı çalışacak, Bilim Sanayi Altınova’da 480 Teknoloji Balıkesir dönüm arazi üzerinde böylece yörenin İl Müdürü Mehmet kurulması planlanan Organize Sanayi kalkınmasına büyük bir Ali Aşuk da İhtisas Organize Sanayi Bölgesi oluşturma Bölgesi çalışmalarının çalışmalarının katkı sağlanacak büyük bir hızla Ayvalık Belediyesi ilerlediğine dikkat öncülüğünde çekerek, kısa zamanda çok yol başlatıldığını, burada yaklaşık 40 kat edildiğini belirtti. Aşuk, kamu işletmenin bulunacağını, en az 1500 olarak projeyi desteklediklerini kişiye iş olanağı sağlanacağını ve ve bu konuda üzerlerine düşeni dolayısıyla Ayvalık için yaşamsal yapacaklarını söyledi. önem taşıdığını belirtti. Gençer
Ayvalık’ın “Kardeş ülke”den konukları vardı
GİRNE BELEDİYE BAŞKANI NİDAİ GÜNGÖRDÜ BAŞKAN GENÇER’İ ZİYARET ETTİ
11.
Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri etkinliklerine katılmak üzere davetli olarak Ayvalık’a gelen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Girne kenti Belediye Başkanı Nidai Güngördü, Girne Belediyesi Genel Sanat Yönetmeni Derman Atik’le birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i makamında ziyaret etti. Cumhuriyet Halk Partisi Balıkesir Milletvekili Namık Havutça’nın da katıldığı ziyaret sırasında iki başkan belediye çalışmaları hakkında karşılıklı görüş alışverişinde bulundu. Gençer, konuğuna Ayvalık hakkında bilgi aktardı. Bu arada, Başkan Güngördü, Gençer’e Kıbrıs’a özgü bir tepsi ve çeşitli hediyeler verdi. Başkan Gençer de konuk başkan ve beraberindekilere zeytin ve zeytinyağının yanı sıra Ayvalık’ı tanıtan basılı ve digital malzemelerin bulunduğu bir hediye paketi verdi.
Kültür Merkezi 4000 m2 alan üzerine inşa edilecek. Toplam 1000 m2 kapalı alana sahip olacak. Ayrıca 600 kişilik bir düğün salonunu barındıracak
3
Çalışmalar bütünüyle Ayvalık Belediyesi Fen İşleri ekipleri tarafından gerçekleştirildi
K
KİPA KAVŞAĞI ARTIK DAHA GÜVENLİ
İPA Kavşağı adıyla bilinen bölgede çalışmalarını hızlandıran Ayvalık Belediyesi, açılan yeni yol ve düzenlenen kavşaklarda bordür/refüj/ kaldırım çalışmalarını tamamladı ve yolları asfaltladı. Bütünüyle Ayvalık Belediyesi Fen işleri ekipleri tarafından sürdürülen ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in sık sık denetlediği çalışmalarda, Devlet Hastanesi’nden inen ve birleştiği noktada trafik açısından büyük tehlike oluşturan yolun güzergahı değiştirilerek diğer yollarla buluşması sağlandı. Bu amaçla yeni kavşaklar oluşturuldu.
Tüm kaldırımlarıın yenilenmesiyle birlikte peyzaj çalışmalarına da hız verildi. Rahmi Gençer, açılan yeni yolun düzenlenen kavşaklarla birlikte araç akışını büyük ölçüde rahatlatacağını ve bu sayede trafik kazalarının önüne geçileceğini belirtti. Gençer, “Hedefimiz, insanlarımızın daha düzenli bir kentte yaşamasını sağlayabilmek... Bu uğurda hiçbir özveriden kaçınmıyoruz. Bozuk yolları belli bir program çerçevesinde sırayla yeniliyoruz, yenilemeye devam edeceğiz,” dedi.
Yol çalışmalarında Ayvalık Belediyesi’ne ait tesislerden sağlanan malzemeler kullanılıyor
20 yıl sonra ilk kez çalışma yapıldı
KÜÇÜKKÖY YOLU ASFALTLANDI
A
yvalık’ın Altınova, Sarımsaklı, Cunda Adası, kent merkezi gibi farklı bölgelerinde sürdürülen yol yapım ve onarım çalışmalarında sıra bu kez Küçükköy’e geldi ve Küçükköy’ün girişindeki yol sıcak asfaltla kaplandı.
B
ESKİ ALTINOVA YOLU YAPILIYOR
elediye Başkanı Rahmi Gençer’in talimatıyla eski Altınova yolunun yapımına başlandı. Fen İşleri Müdürlüğü ekiplerince sürdürülen çalışmalarda yol 20 cm kalınlığında dolgu malzemesiyle düzeltilerek silindirle sıkıştırıldı. Verilen bilgiye göre, yol yapımında kullanılan malzeme özel ve doğa koşullarına dayanıklı. Çalışmalar sona erdiğinde mevcut yolları kış aylarında kullananlar çok daha güvenli ve rahat yolculuk imkanına kavuşacak. Konuya ilişkin görüşlerini aldığımız Rahmi Gençer, Belediye olarak tüm imkanlarını harekete geçirdiklerini ve Ayvalık’ta yaşayan herkese en iyi hizmeti verebilmek için çalıştıklarını belirtti. Gençer, “Yol yapım faaliyetlerimizde ve benzeri çoğu işimizde belediyemize ait tesislerden sağlanan malzemeleri kullanıyoruz. Böylece maliyeti düşürüp az harcamayla daha çok iş yapmak için çaba harcıyoruz,” dedi.
4
Ayvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri, Meclis Üyesi Fahri Güren’in gözetiminde yaklaşık bir buçuk kilometrelik yolu asfaltladı. Yola son olarak günümüzden 20 yıl kadar önce asfalt dökülmüştü.
Daha çağdaş ortamlarda daha işlevli hizmet sunacaklar
A
BAKIMA ALINAN KÜLTÜR MERKEZLERİ BAŞTAN SONA YENİLENİYOR
yvalık Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, İsmet İnönü ve Altınova Atatürk Kültür merkezlerinde yenileme çalışması yapıyor.
Belediye Başkan Rahmi Gençer’in talimatıyla başlanan ve Başkan Vekili Ahmet Erkal ile Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Ersin Pilas tarafından yakından takip edilen çalışmalarda önce İsmet İnönü Kültür Merkezi dış cephesinden iç ünitelerine kadar yenilendi ve daha çağdaş bir görünüm kazandı. 1993 yılında kapılarını açan Altınova Atatürk Kültür Merkezi’nin bir uçtan bir uca elden geçirilmesine de başlandı. İki ay sürecek çalışmalarda Merkez’in yer karoları, sahnesi, tavanı, tuvaletleri, kapıları, iç boyası yenilenecek ve akustik kalitesi arttırılacak.
Olası su baskınlarına karşı önceden önlem alındı
MAZGAL VE YAĞMUR SUYU KANALLARI TEMİZLENDİ
A
yvalık Belediyesi yağmur mevsimine girilmesi nedeniyle, olası su baskınlarının önüne geçmek amacıyla kentin değişik noktalarında bulunan mazgallarda ve yağmur suyu kanallarında temizlik yaptı. Belediye Temizlik İşleri Müdürlüğü ekipleri dört koldan harekete geçerek mazgalların içindeki çöpleri ve yağmur suyu kanallarında biriken ağaç dallarını “derinlemesine” temizlediler. Çalışmalar, Başkan Yardımcısı Gökay Bacan’ın gözetiminde gerçekleştirildi.
5
Soba küllerinin sokaklara ve çöp konteynerlerine dökülmesi yangınlara yol açabiliyor
A
AYVALIK’IN HER KÖŞESİNE SOBA KÜLÜ KOVALARI YERLEŞTİRİLDİ
yvalık Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü, kış mevsiminin gelmesiyle birlikte yakılan sobalardan çıkan küllerin çöp konteynerlerine dökülmesini önlemek için kentin hemen her köşesine özel kül kovaları koydu. Bu çerçevede yaklaşık 850 “soba külü kovası” Ayvalık merkez, Sarımsaklı, Altınova, Cunda Adası ve Küçükköy ile tüm kırsal mahallelere dağıtıldı. Vatandaşları çöp konteynerlerine kesinlikle soba külü dökmemeleri konusunda uyaran Temizlik İşleri Müdürlüğü bu konuda şu görüşleri paylaştı: “Sobalardan çıkan küllerin çöp konteynerlerinin içindekileri tutuşturması sonucu küçük çaplı da olsa yangınlar çıkabiliyor. Ayrıca konteynerler zarar görüyor ve çürüyebiliyor. Bu olumsuzlukların önüne geçebilmek amacıyla şehrimizin dört bir yanına, Belediyemizin kendi olanaklarıyla hazırladığımız özel çöp kovaları yerleştirdik. Vatandaşlarımız bize yardımcı olsunlar ve soba küllerini lütfen sokaklara ya da çöp konteynerlerine dökmesinler.”
“Alo Belediyem”in 0 850 811 10 10 numaralı telefonunu aramak yeterli olacak
SOĞUTUCULU CENAZE NAKİL ARACI HİZMETE BAŞLADI
Herkes her istediği yere, her istediği tabelayı asamayacak/takamayacak/çakamayacak
GÖRÜNTÜ VE ÇEVRE KİRLİLİĞİNE YOL AÇAN TABELALAR BİRER BİRER SÖKÜLÜYOR
A
yvalık Belediyesi Zabıta Müdürlüğü ekipleri, kentin çeşitli noktalarına gelişi-güzel yerleştirilen ve yarattıkları görüntü kirliliği nedeniyle haklı olarak tepki çeken tabelaları bulundukları yerden sökmeye başladı.
A
yvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü araç filosuna, yıllardır eksikliği duyulan bir araç daha katıldı. Müdürlük; evde bakım, temizlik, ambulans ve sağlık hizmetlerinin yanı sıra bundan böyle özel olarak tasarlanan ve tam donanımlı bir soğutucu sistemine sahip olan cenaze nakil aracıyla da hizmet verecek. Araca gereksinim duyan vatandaşların, “Alo Belediyem”in 0 850 811 10 10 numaralı telefonunu araması yeterli olacak.
6
Konuya ilişkin olarak bir duyuru yapan Ayvalık Belediyesi Zabıta Müdürlüğü, izin alınmaksızın dikilen ve Ayvalık’ın görsel dokusunu bozan reklam tabelalarını bulundukları yerlerden sökmeye devam edeceklerini, ayrıca ilgili kuruluşların mevcut yasalar uyarınca cezalandırılacağını belirtti. Açıklamaya göre, reklam tabelası uygulamak isteyenler Ayvalık Belediyesi İlan-Reklam Servisi’ne başvuracaklar ve istedikleri yer Zabıta Müdürlüğü tarafından uygun görülürse tabelalarını değerlendirebilecekler.
Yaşamlarını olumsuz hava koşullarından etkilenmeden daha sıcak bir ortamda sürdürecekler
A
BARINAKTAKİ KÖPEKLER İÇİN 90 YENİ KULÜBE ALINDI
yvalık Belediyesi Köpek Barınağı’na daha çağdaş bir ortam kazandırma çalışmaları devam ediyor. Bu bağlamda Belediye Veterinerlik İşleri Müdürlüğü, barınaktaki sahipsiz köpeklerin önümüzdeki kışı üşümeden geçirmeleri için Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in talimatıyla 90 yeni kulübe aldı.
Sokak hayvanlarının en iyi koşullarda barınması, beslenmesi, tedavi edilmesi ve kısırlaştırılması amacıyla çaba gösteren Veterinerlik İşleri Müdürlüğü’nden, konuya ilişkin olarak yapılan açıklama şöyle: “Yeni ve kullanışlı kulübelerimiz sayesinde, hayvanlarımız yaşamlarını olumsuz hava koşullarından etkilenmeden daha sıcak bir ortamda sürdürecek. Bu arada eski kulübelerimizin bir bölümünü elden geçirdik ve kullanmaya devam ediyoruz. Bazıları ise çeşitli nedenlerle kullanılamayacak haldeydi, onları mecburen devre dışı bıraktık. Yeni kulübelerimiz gerçekten çok nitelikli. En zorlu iklim koşullarına bile dayanacak şekilde üretilmişler. Ayrıca hem daha hijyenikler hem de temizlenmeleri çok daha kolay. Üstelik kulübelerimiz geri dönüşümle üretildikleri için çevre dostu.”
Sayıları giderek artacak
SOKAK KEDİLERİ İÇİN ÖZEL “KEDİ EVLERİ” UYGULAMASINA CUNDA’DAN BAŞLANDI
A
yvalık Belediyesi, geçtiğimiz günlerde bir ilke daha imza attı ve pilot bölge olarak belirlenen Cunda adasında 10 adet kedi evini, Ayvalık Belediyesi Veteriner İşleri Müdürü V. Seher Tuna gözetiminde, adada bulunan park alanlarının yakınlarına yerleştirdi. Veteriner İşleri Müdürlüğü’nden yapılan açııklamada, hayvanseverleri mutlu eden bu uygulamanın devam edeceği ve ilerleyen günlerde kedi evlerinin sayısının arttırılacağı belirtildi.
7
“İmkan Bizden, Oynamak Sizden”
MAHALLE LİGİ FUTBOL TURNUVASI BAŞLADI
B
alıkesir Valiliği, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri ile Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü işbirliğiyle, “İmkan Bizden, Oynamak Sizden” sloganıyla gerçekleştirilen Mahalle Ligi Yıldız ve Gençler Futbol Turnuvası’nın Ayvalık etabı başladı. Turnuva, Ayvalık Meslek Yüksekokulu Halı Sahası’nda oynanan 15 Eylül Ortaokulu-Mehmet Akif Ersoy Ortaokulu maçıyla başladı. Bu ilk karşılaşmada başlama vuruşunu Belediye Başkan Vekili Ufuk Ova yaptı.
Turnuva’ya Ayvalık’tan on beş yıldız, dokuz da genç takımı katıldı. Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin gençlerin boş zamanlarını değerlendirmeleri, kötü alışkanlıklardan uzak durmaları ve spora yönelmelerini sağlamak amacıyla başlattığı turnuva beş ay sürecek ve turnuva bitiminde ilçelerde birinci olan yirmi takım il şampiyonluğu için ter dökecek. İl şampiyonluğunu yakalayacak takımlar yurtdışında maç izleme şansına kavuşacak.
Birinci olarak kupayı alan genç sporcuların başarısı Ayvalık’ı gururlandırdı
KICK BOKS ŞAMPİYONLARI MUTLULUKLARINI BAŞKAN GENÇER’LE PAYLAŞTI
A
birinciliği Küçükköy Belediye Spor Kulübü Kick Boks Yıldızlar Takımı elde etti. Takımın 8 sporcusu Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret ederek kazandıkları başarının sevincini paylaştı.
Ayvalık Belediyesi’nin de destek verdiği şampiyonada
Rahmi Gençer ziyaret sırasında, rakiplerini geride bırakarak şampiyonluğu yakalayan Ayvalıklı sporculardan oluşan Kick Boks Yıldızlar Takımı’nın bu başarısının Ayvalık’ı gururlandırdığını dile getirerek genç sporcuları tek tek kutladı ve başarılarının devamını diledi. Sporcular da Gençer'e teşekkür etti.
yvalık Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü öncülüğünde, Ayvalık Judo Ju Jitsu Spor Kulübü ile Adana Tokyo Fit Spor Kulübü tarafından organize edilen ve BJJJu Jitsu-MuayThai ve Kick Boks branşlarında gerçekleştirilen 1. Uluslararası Ayvalık Kupası Şampiyonası Yunanistan, Azerbaycan, İran ve Türkiye’den toplam 122 sporcunun katılımıyla Ayvalık’ta 6- 8 Kasım 2015 günlerinde gerçekleştirildi.
8
“Eğitim’in N’leri”ne ödülleri verildi
ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLANDI
24
Kasım Öğretmenler Günü çeşitli etkinliklerle kutlandı. İlk tören Cumhuriyet Meydanı’nda yapıldı. Daha sonra İsmet İnönü Kültür Merkezi’ne geçildi. Burada önce Milli Eğitim Müdürü Erkan Bilen bir konuşma yaptı. Ardından emekli olan öğretmenlere Kaymakam Namık Kemal Nazlı tarafından Hizmet Şeref belgeleri verildi. Mesleğe yeni başlayan öğretmenlerin yemin etmesinden sonra Kaymakam Nazlı, Balıkesir’de düzenlenen “Eğitimin N’leri” seçiminde birinci olan okulların müdürlerine ve Milli Eğitim Müdürü Erkan Bilen’e teşekkür plaketi sundu. Öğretmenler Günü konulu çeşitli yarışmalarda derece alan öğrencilere teşekkür plaketleri verildi. Kutlamalar öğrencilerin sergilediği oratoryo ve halk oyunları gösterileriyle sona erdi.
Cunda’ya Eski Yol’dan gittiler, Yeni Yol’dan döndüler
BİSİKLET FESTİVALİ’NDE PEDALLAR BARIŞ İÇİN ÇEVRİLDİ
“B
arış İçin Pedal” sloganıyla Ayvalık Belediyesi, Ayvalık Tabiat Platformu ve Ayvalık Bisikletlileri Derneği işbirliğiyle düzenlenen 1. Ayvalık Uluslararası Bisiklet Festivali, 100’ü aşkın bisiklet severin katılımıyla yapıldı. Ayvalık Belediyesi tarafından hayata geçirilen yeni bisiklet yolunun kullanıldığı etkinlik Ayvalık Öğretmenevi önünde başladı ve ilk bölümü Cunda adasında tamamlandı. Bisiklet dostları, adaya Cunda Eski Yol’daki bisiklet yolunu kullanarak ulaştı. Ekip daha sonra Yeni Yol’da da bisiklet yolunu izleyerek Ayvalık’a döndü.
AYVALIK BELEDİYESİ’NDEN ÖĞRETMENLERE YEMEK VE KARANFİL... 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, Belediye Başkanı Rahmi Gençer adına bir grup öğretmen öğle yemeğine davet edildi. Belediye Başkan Vekili Ahmet Erkal, eğitimci kimliğiyle de tanınan Meclis Üyesi Nusret Kantarcı ve Meclis Üyesi Nilay Toprak’ın da katıldığı yemek sıcak bir ortamda gerçekleşti. Öğretmenlere karanfillerin verildiği yemek sırasında bir konuşma yapan Belediye Başkan Vekili Erkal, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerin Öğretmenler Günü’nü kutladı.
Vatandaşlara iki kazan aşure dağıtıldı
AYVALIK BELEDİYESİ AŞURE HAYIRINI BU YIL DA İHMAL ETMEDİ
A
yvalık Belediyesi, Muharrem ayı nedeniyle, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da aşure hayırı yaptı. Cumhuriyet Meydanı’nda kurulan stantta Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Belediye bünyesinde hizmet veren Aşevi’nde hazırlanan iki kazan aşureyi vatandaşlara dağıttı. Aşure hayırına Rahmi Gençer’in yanı sıra, Başkan Yardımcısı Gökay Bacan ve Meclis üyeleri katıldı. Aşure dağıtımına, Rahmi Gençer’in eşi Yasemin Gençer de yardımcı oldu. Rahmi Gençer aşure almak için sıraya girenlere teşekkür etti ve “Yüzyıllar önce Kerbela’da yaşanmış olan acı olayda Hz. Hüseyin ve onlarca canın şehit edilişini bir kez daha anıyoruz. Allah bir daha böyle acılar göstermesin!” dedi.
9
Daire müdür ve amirlerinin mesleki ve teknik birikimleri güçlendiriliyor
BELEDİYENİN HİZMET KALİTESİNİ ARTTIRMAYI HEDEFLEYEN BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ SEMİNERLERİ BAŞLADI
A
yvalık Belediyesi’yle Boğaziçi Üniversitesi arasında kısa bir süre önce imzalanan protokol kapsamında BÜ temsilcileri, Belediye daire müdür ve amirleri için bir eğitim semineri düzenledi. Ayvalık Belediyesi’ne ait tarihi Kırlangıç Fabrikası’nda gerçekleşen seminerde, “Proje Değerlendirme Yöntemleri” başlıklı ilk modül eğitimi Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Mumcu, ikinci modül eğitimi ise “Rakamlar Ne Söylüyor, Ne Söylemiyor: Kantitatif Araştırma Yöntemleri” başlığıyla, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Fikret Adaman tarafından verildi.
Seminerler belli bir programa bağlı kalınarak, düzenli biçimde yinelenecek ve bu yolla Belediye çalışanlarının mesleki ve teknik birikimleri güçlendirilerek görevlerini daha bilinçli bir şekilde yapmaları sağlanacak.
Tümü elle çizilmiş 50 kartpostal görücüye çıktı
“KURTULUŞ SAVAŞI PROPAGANDA KARTLARI” SERGİSİ O GÜNLERİN HEYECANINI VE COŞKUSUNU GÜNÜMÜZE TAŞIDI
C
umhuriyet Kadınları Ayvalık Şubesi tarafından düzenlenen “Kurtuluş Savaşı Propaganda Kartları” sergisi Ayvalık Belediyesi’nin ev sahipliğinde, Orhan Peker Sanat Galerisi’nde açıldı. Faruk Ergelen koleksiyonunda yer alan 50 farklı kartpostalın görücüye çıktığı ve 10 Kasım-30
10
Kasım 2015 tarihleri arasında açık kalan sergiyi CKD Genel Başkanı Canan Arıtman ve Ayvalık Şubesi Başkanı Gülden Sarıbaş ile şube yöneticileri birlikte açtı. Bir bölümü işgalin başladığı ve Milli Mücadele’nin yoğun olarak sürdüğü günlere ait olan, bazıları da işgalden kurtuluşun ertesinde yaşanan mutluluğu yansıtan
ve tümü elle çizilmiş kartlar izleyicilerden ilgi gördü. Koleksiyoner Faruk Ergelen sergiyi, “Bu kartlarda işgalle başlayan hüzün ve acıyı, Milli Mücadele’yle gelen coşku ve sevinci açıkça görmemiz mümkündür. Diğer bir deyişle o günlerde halkımızın içinde bulunduğu ruh halinin canlı bir ifadesidir,” sözleriyle değerlendirdi.
11
Fotoğraf: Göksel Kantarcı
11 yıl önce kişi başına 800 gram olan zeytinyağı tüketimi bugün 2 kilograma yaklaştı. Tüm çabalar bu artışın ivme kazanarak önümüzdeki yıllarda da devam etmesi için...
GELENEKSELLEŞEN VE ULUSLARARASI BOYUT KAZANAN HASAT GÜNLERİ AYVALIK ZEYTİNYAĞININ KALİTE BİLİNİRLİĞİNİ HER YIL DAHA DA ARTTIRIYOR
B
elediye Başkanlığı, Ticaret Odası ve Ziraat Odası işbirliğiyle düzenlenen 11. Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri, 6-7-8 Kasım 2015 tarihlerinde yapıldı. Şenliğin bu yılki sloganı, zeytinin tarihsel önemine ve değerine dikkat çekmek amacıyla, “Zeytin Varsa Hayat Var, Bin Yıllardır...” olarak belirlendi. Her yıl olduğu gibi “Zeytine Minnet” yürüyüşüyle başlayan şenliğin konukları arasında Balıkesir Valisi Mustafa Yaman, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur, CHP Balıkesir Milletvekili Namık Havutça, Ayvalık’ın bir önceki Kaymakamı Nihat Nalbant, Kıbrıs-Girne Belediye Başkanı Nidai Güngördü ve Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka da vardı. Minnet Yürüyüşü’nün ardından Eski Garaj’da kurulan Geleneksel Zeytin Pazarı’na geçildi. Burada ilk konuşmayı Ticaret Odası Başkanı İbrahim Kantarcı yaptı ve Coğrafi İşaretli Ayvalık zeytinyağının kalite üstünlüğüyle giderek daha geniş bir alandan adını duyurmaya başladığını belirtti.
Daha sonra Belediye Başkanı Rahmi Gençer söz aldı. Gençer, Zeytin Hasat Günleri’ni on bir yıl önce başlatırken temel amaçlarından birinin de Türkiye’deki zeytinyağı tüketimini arttırmak olduğunu söyledi. Gençer şöyle devam etti: “Bundan 11 yıl önce kişi başına 800 gram zeytinyağı tüketiyorduk. Bir başka deyişle ürettiğimiz zeytinyağının, ürettiğimiz kadarının dörtte birini tüketebiliyorduk. Oysa bugün zeytinyağı tüketimi 1.8- 2 kilograma yaklaştı. Biz bu şenlikleri yaparken tüm medya unsurlarıyla beraber hareket ettik. Özellikle gurme yazarları, sağlık yazarları, doktorlar zeytinyağının yararlarını anlattılar. Dünyada çok az şey hem lezzetli hem de sağlıklıdır; zeytinyağı
12
bunların başında gelir.” CHP Balıkesir Milletvekili Namık Havutça da yaptığı konuşmada, parlamentoda zaman zaman öne çıkan zeytinle ilgili tartışmalar üzerinde durdu ve şu görüşleri savundu: “Zeytin ve zeytinle ilgisi olmayan sanayi alanlarının açılması uzun bir süredir kanunla yasaklanmıştır. Ancak birileri ve bazı lobiler ucundan ve kenarından en ufak bir fırsat bulduklarında zeytin yasasını değiştirmek için derhal harekete geçiyor. Jeotermal alanlar, askeri yatırımlar, maden aramaları ve her türlü imar yatırımları bahane edilerek zeytinlik alanlar yok edilmeye çalışılıyor. Zeytin bir enerjinin konusu mudur, yoksa bir tarım konusu mudur? Hiç kuşkusuz tarım konusudur.” Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur ise konuşmasına, Ayvalık denilince akla ilk önce zeytinyağının geldiğini ve dünyanın en kaliteli zeytinyağının bu bölgede çıktığını vurgulayarak başladı. Uğur, sözlerini şöyle sürdürdü: “Zeytin meyvesinin suyu olan zeytinyağı aslında bir ilaç... Mesela ben sağlığımı zeytine ve zeytinyağına borçluyum. Mutlaka her sabah kahvaltıda ekmeğimi zeytinyağına banıyorum. Ama maalesef bizler ürettiğimiz halde, zeytinyağını tüketemiyoruz. Yıllık tüketimimiz 1.8 kilogramda kalıyor. Yani Suriye, Yunanistan, İspanya, İtalya kadar tüketemiyoruz, ne yazık ki. Eğer Türkiye’nin 78 milyonu yılda sadece 3 litre yağ tüketmiş olsa ihraç edecek mal bulamayız.” Açılışta son konuşmayı Balıkesir Valisi Mustafa Yaman yaptı. Ayvalık Hasat Günleri’nin artık uluslararası bir statü kazandığını hatırlatan Yaman, şunları söyledi: “Yöremizde zeytinin tarihi geçmişi de, bu yılın ‘Zeytin Varsa Hayat Var, Bin Yıllardır...’ sloganında belirtildiği gibidir. Hem sağlık açısından hem de ekonomik açıdan zeytinin hayatımızda çok önemli bir yeri var. Dolayısıyla zeytin için yapılan bu tanıtımlar Ayvalık ilçemizi de, Balıkesir’imizi de bir marka şehir haline getiriyor. Ayvalık’ımızın ve Balıkesir’imizin ulusal ve uluslararası platformlarda tanıtılmasını sağlayacak bu tür
değerlerimizin korunması ve paylaşılması büyük önem taşıyor. Bu nedenlerle ülkemizin en önemli değerlerinden biri olan zeytine sahip çıkmamız gerekiyor. Bizler de bu gerekliliği her platformda vurguluyoruz.” Hasat Şenliği’nin ikinci gününde etkinlikler ağırlıklı olarak Küçükköy’de devam etti. Burada yapılan sembolik hasatın ardından Zeytin Çekirdekleri izleyenlere bir konser verdi.l
RAHMİ GENÇER: "KİŞİ BAŞI ZEYTİNYAĞI TÜKETİMİ ARTTI”
11.
Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri çerçevesinde Alibey Kültür Merkezi’nde Gazeteci Yazar Nedim Atilla’nın moderatörlüğünde ve konuşmacı olarak tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Akdeniz Zeytinci Şehirler Birliği Başkanı İtalyan Enrico Lupi ve Zeytin Tarihçisi Alman Doktor Horst Schafer Schuchard’ın katıldığı “Zeytin Varsa Hayat Var” konulu bir panel düzenlendi. Panelde konuşan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Bu şenlikler sonunda gurur verici bir tablo görüyorum. 2005 yılında bu etkinliğe başladığımızda
Türkiye’deki kişi başına zeytinyağı tüketimi 800 gramdı, şimdi 2 kilogram... Geçen yıl 1.8 kilogram demiştim, bu yıl 2 kilogram diyorum. Artışların devam ettiğini gösteren bu rakam bize gurur veriyor,” dedi. Panel sonunda, Hasat Günleri’nin başlatıcısı olması nedeniyle Ticaret Odası tarafından Belediye Başkanı Rahmi Gençer’e bir plaket sunuldu. Başkan Gençer’in plaketini Ekonomi Bakan Yardımcısı Müsteşar Adnan Yıldırım verdi. Panelde ayrıca Ayvalık Ziraat Odası tarafından “En iyi çiftçi” seçilen Levent Karadağ da ödülünü aldı.
13
Üçkabaağaç Mahallesi Muhtarı
ERSİN BOZKURT
“GENÇLER GEÇİCİ İŞLERDE ÇALIŞIYORLAR, AYLAK KALINCA DA KAHVEDE ‘ŞIK-ŞIK’ TAŞ DİZİYORLAR”
Y
ine yemşeşil, yine bereketli topraklarda; Üçkabaağaç Mahallesi’ndeyiz. Bizi burada da kocaman bahçelerin içindeki rengarenk evler karşılıyor. Köyün uzun, ince sokaklarında yürürken, yanıbaşımızdan bir keçi sürüsü geçiveriyor. Onları birkaç köpek izliyor. Hava tertemiz. Güneş içimizi ısıtıyor. Etraf sessiz. Bütün köy yukarıda, düğün alanında... İlerliyoruz. Az sonra düğünün tüm neşesini yansıtan bir müzik ulaşıyor kulağımıza. Kahveyi geçiyoruz. Yokuş bitiyor. Kendimizi ışıl ışıl, pırıl pırıl, şıkır şıkır bir kalabalığın içinde buluyoruz. Genç kızlar gelinle birlikte Ersin Bozkurt müziğin ritmine kendilerini kaptırmış dans ediyorlar. Yöresel giysileri içinde gökkuşağını andırıyorlar. En az kızları, gelinleri kadar parıltılı olan köyün kadınları sol tarafta oturmuş, muhabbet ediyorlar. Erkekler daha çok sağ taraftalar. Arkamızda barbekü kurulmuş, köfteler çoktan üzerine atılmış. Çocuklar sağa-sola koşuşturup duruyor. Bir süre bu hoş manzaraya dahil oluyoruz. Sonra muhtar Ersin Bozkurt’la köyün kahvesine geçip oturuyoruz ve Üçkabaağaç’ı konuşmaya başlıyoruz.
mahalleyiz.
Mahallenin geçim kaynağı nedir? -Mahalleli çiftçilik yaparak geçimini sağlıyor. Zeytin, bamya temel gelir kaynağımız. Bir de küçükbaş hayvancılık yapılıyor. Kadınlar üretime katılıyorlar mı, peki? -Katılacaklar da, bunun için ortamları yok. Bamya bitti mi, zeytine gidiyorlar. Zeytin bitti mi, evde oturuyorlar. Yıllar önce köyümüzde dikiş kursu açılmıştı. Yine olsa; kadınlar bir meslek edinir, aile bütçesine katkı sağlarlar diye düşünüyorum. ERKEN EVLİLİK İYİ DEĞİL, HER ŞEYİN ZAMANI VAR Ayvalık Belediyesi Gençlik Merkezi (AYBEGEM) kurslarındaki Üçkabaağaçlı gençler, TEOG sınavlarında olağanüstü başarı gösterdiler. Okuma yazma oranı nasıl? -Yüzde yüz... Gerçekten aileler kız, erkek ayırt etmeden çocukları okusun, meslek sahibi olsun diye çırpınıyorlar. Son beş-on yıldır böylesine güzel bir gelişme var. Bazıları, “Kızım okumasın, nasıl olsa erkenden evlenecek!” düşüncesindeler ama çoğumuz “Önce okul!” diyoruz. Bence erken evlilik iyi değil, her şeyin zamanı var.
Önce sizi tanıyalım, kimdir Ersin Bozkurt? -1963 Üçkabaağaç doğumluyum. Evliyim. İki çocuk babasıyım. Çocuklarımı biri üniversite, diğeri yedinci sınıf öğrencisi. İlk kez muhtar seçildim. Muhtarlığın yanı sıra çiftçiyim. Mahalleniz hakkında bilgi alabilir miyiz?
doğru mu?
Bildiğimiz kadarıyla, çocuklar Çakmak’taki ilkokula gidiyorlar,
Mahallenin sınırlarını çizersek, kimlerle komşusunuz?
-Doğrudur. Taşımalı sistem uygulanıyor. Okul döneminde her sabah iki minibüs gelip öğrencileri alıyor. Bayağı kalabalıklar yani. Ancak soğuk, yağışlı havalarda taşıtı beklerken çocuklar üşüyorlar ve ıslanıyorlar. Sırıksıklam giysilerle okula gidemeyecekleri için dönüp eve geliyorlar. Onlar için kapalı bir durak yapılırsa çok mutlu olacağız.
-Güneyimiz İzmir il hududu. Alt kısımda Altınova, kuzeyimizde Çakmak, Odaburun köyleri bulunuyor. Beşiktepe doğumuzda kalıyor. Dört yüz kırk üç seçmenimiz var. Yani nüfusumuz aşağı-yukarı sekiz yüz-dokuz yüz kişi. Arazi ve nüfus anlamında büyük bir
-Yaz geldi mi, otellere gidiyorlar. Kışın da zeytin silkmeye... Yok ki bir şey. Bir fabrika yok ki gidelim. Geçici işlerde çalışıyorlar, aylak kalınca da kahvede “şık-şık” taş diziyorlar.
- Üçkabaağaç eski bir yerleşim birimi. Dedelerimizin söylediğine göre, bir zamanlar yedi haneli, küçük bir köymüş. Şimdi çok büyüdü tabii. Burası göçün yaşanmadığı bir köy. Ne bizim insanımız köyden gidiyor ne de dışarıdan göç alıyoruz.
14
Gençler ne işle uğraşıyorlar peki?
BAŞKANIMIZDAN BİR DÜĞÜN SALONU İSTİYORUZ. AÇIK-KAPALI FARK ETMEZ Mahallede sosyal hayat nasıl? İnsanlar neyle vakit geçiriyorlar? -Kadınlar, kızlar oya işler. Erkekler kahveye gider. Bugünkü gibi düğün olursa, bayram olursa o zaman eğlenilir, zıplanır ama düğün-bayram dışında bir eğlencemiz yok. Gördüğünüz gibi onları da sokakta yapıyoruz. Ancak sokakta eğlence düzenlemek bazı sorunlara yol açıyor. Ya yakındaki ev sahipleri jandarmaya şikayet ediyor ya da geçen akşamki gibi yağmur yağıyor, düğün rezil oluyor. Başkanımızdan bir düğün salonu istiyoruz. Açık-kapalı fark etmez. Oturacak masa, sandalye bulalım yeter. Ama düzgün bir şey yapılırsa daha başka olur tabii... Köyde gençler için sosyal tesis bulunmuyor. Ama Zeytin Çekirdekleri’ne giden çok sayıda çocuk var. Orada keman çalıp, sosyalleşiyorlar. Mahallelinin durak ve düğün salonu dışında sizden, Belediyeden beklentileri neler? -Sokak aralarında yollar çok bozuk. Geçen gün bir miktar taş geldi bize. Sokağın birisine döşedik. Diğer sokakta oturanlar, “Bizim yolumuzu niye yapmıyorsun?” dediler. Köylerden sorumlu Meclis üyesine durumu ilettik. Benim köyümde taş döşeyen beş tane ekip var. Bize taş versinler yeter. Biz döşeriz. Yolların bozukluğu çöp sorununa da yol açıyor. Çünkü çöp aracının giremediği sokaklara konteyner konmadı. Köylü bunların dışında merkezlere ulaşımın sağlanmasını istiyor. Onlar benden istiyorlar, ben de gidip Belediyeye asılıyorum. Tabii, belediyenin imkanları da kısıtlı.
-Vallahi, sosyal yardıma ihtiyacı olanlara devlet maaş veriyor. Zor durumda iki yaşlımız var. Birisi yatalak bir kadıncağız. Oğluyla yaşıyor ama oğlan felçli gibi. Elinde sopası olmadan şuradan şuraya yürüyemez. Çalışamıyor. Beygir ahırından bozma bir odada yaşıyorlar. Evde banyo yok, tuvalet yok. Çok mağdur durumdalar. Ne var ki, Balıkesir’de oğlana “Çalışabilir“ raporu vermişler. Bu durumda Sosyal Hizmetler de bir şey yapamıyor. Acaba yeniden muayene edilemez mi? Raporu gören, “Buna bir şey yapamayız,” diyor. Benim imkanlarım düzgün olsa, ben koşturacağım, ama değil. Biz sorunu dile getiririz ancak siz de belediyenin Sosyal İşler Müdürlüğü’ne ana-oğulun durumunu anlatın, mutlaka ilgileneceklerdir. Yeri gelmişken, Ayvalık Belediyesi’nin Evde Bakım Hizmetleri’nden faydalanıyor musunuz? -Faydalanıyoruz. Hastamıza, trafik kazası geçiren çocuğumuza yardımcı oluyorlar. Belediye araba veriyor, ambulans veriyor. İhtiyaç sahibini hastaneye götürüp, getiriyorlar. Evde pansumanlarını yapıyorlar. Sağolsunlar. Belediye bize çok destek çıkıyor da, imkanlar kısıtlı işte. Siz muhtar olarak mahallelinizden neler bekliyorsunuz? -Ben insanların birbirlerine sevgi, saygı göstermelerini beklerim. Herkes büyüğünü, küçüğünü tanısın, sevsin isterim. Zaten bunları yapmazlarsa hiçbir şey doğru gitmez. Gençlerimizin motor kullanırken kurallara uymalarını beklerim. Bazen şuradan geçerken arkalarından bağırıyorum hatta... Anne ve babalarını, “Oğluna söyle, böyle araç kullanılmaz!” diye uyarıyorum.
GENÇLERİMİZDEN MOTOR KULLANIRKEN KURALLARA UYMALARINI BEKLİYORUM
Sayın Ersin Bozkurt, söylediklerinize eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Sosyal yardıma ihtiyacı olan, yaşlı, yalnız, engelli mahalle sakinleri hakkında bilgi verir misiniz?
-Vallahi, şu an aklıma gelmiyor. Siz gittikten sonra hepsi yığılır önüme... Ama her şeyi konuştuk galiba...l
Evde Bakım Hizmeti'nden faydalanıyoruz. Hastamıza, trafik kazası geçiren çocuğumuza yardımcı oluyorlar. Belediye araba veriyor, ambulans veriyor. İhtiyaç sahibini hastaneye götürüp, getiriyorlar. Evde pansumanlarını yapıyorlar. Sağolsunlar 15
Ü
ç kız kardeştiler; Neşe, Sevinç, Şeref... Yaşamları boyunca neredeyse birbirlerinden hiç ayrılmadılar. Sadece Şeref evlenip İzmir’e gitti bir süre, ancak annesi hastalanınca eşiyle birlikte yeniden Ayvalık’a döndü. Ayvalıklıların söz ederken birbirlerinden ayırmadıkları bu üç kız kardeş, hep tek bir isimle anıldılar. Onlar “Terzi Sevinç Kardeşler”diler. 1940’lı yıllarda Ayvalıklı pek çok kadının şıklık ve zarafetlerini borçlu olduğu ünlü terzi Sevinç Özgür’ün yaşamını ve bu yaşama koşut olarak bir dönemi sizlere yansıtabilmek amacıyla iki katlı bir Ayvalık evinin kapısını çaldık. O evde kardeşlerin en küçüğü Şeref (Şerife) Yahyabeyoğlu yaşıyordu. 2014 yılında kız kardeşlerini art arda kaybetmişti. Acısının tazeliğine rağmen röportaj ricamızı kırmadı. Masal tadındaki anılarını, temiz ve duru Türkçesi’ne güler yüzünü ve içtenlikli konukseverliğini de katarak bizlerle paylaştı. 16
TENİS LOKALİ’NDE CUMARTESİ GÜNLERİ VERİLEN PARTİLERDE BAHRİ USTA’NIN AKORDEONU EŞLİĞİNDE DANS EDERDİK Gülbeniz Şentay
Şeref Yahyabeyoğlu
-A
nneannem, annem yedi yaşındayken hayatını kaybetmiş. Yalnız kalan dedem, mübadele öncesi annemi de yanına alarak Midilli’den tayin olduğu İzmir İngiliz Gümrüğü’nde göreve başlamış. Bir kez daha evlenen dedem ölünce, üvey anneyle oturmak istemeyen annem İstanbul’a, amcasının yanına gönderilmiş. Annem Bedriye orada keman ve Fransızca dersleri alarak tam bir İstanbul hanımefendisi gibi büyütülmüş. Küçükken ona “Fransızca pencere nasıl denir?” diye sorardım. “Lo fonetri!” derdi. İzmirli Gümrük Komisyoncusu Mustafa Şükrü Bey’le yani babamla evlendirilen annem, 1917 yılında on altı yaşındayken Ayvalık’a gelmiş. Babam memuriyet hayatına burada devam etmiş. 1913’te Rumların kaçarken yıktığı ancak yeniden yapılan ve şimdi benim oturduğum bu eve yerleşmişler. Rumların çoğunlukta olduğu mahallede bizimkilerle birlikte beş Türk aile yaşıyormuş. O devirde Ayvalık’taki evlerde damla su yok ama şu gördüğünüz masanın altı boydan boya
sarnıçmış. İçinde çeşmesi bile olan bu evi annem çok severdi. İyi ilişkiler kurduğu Rum komşuları bir gün ona, “Artık evine Yunan bayrağı dikeceksin!” demişler, o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamış. İşgal ve savaş yıllarını korku içinde geçiren annem arka arkaya “ölü” doğumlar yapmış. Nihayet kara günler sona ermiş ve Kurtuluş Savaşı’nın ardından babam “Metruke” müdürü olmuş. Kaçan Rum kuyumcuların bıraktıkları altınları o toplayıp güvence altına alıyor ve jandarmaya teslim ediyormuş. Ayrıca Rumlardan kalan bütün eski eserler, evler, evlerin anahtarları babamın eline verilmiş. Midilli’den mübadiller geldiğinde babam da onlara en güzel evleri takdim etmiş. Kendisi bu evde oturmaya devam etmiş. “Benim hakkım değil!” diyerek daha güzel bir yere taşınmamış. Öyle de dürüst bir insandı yani... Derken annem bir kez daha hamile kalmış. Altıncı çocuğun doğumuna genç bir doktor çağrılmış. Doktor, “Bu da diğerleri gibi, galiba ölü!” dediği
bebeği bir kenara bırakıp annemle ilgilenirken bebeğin yaşadığını fark etmişler. Annem sevinçten havalara uçmuş. “Evimizin neşesi geldi!” demiş ve ablama “Neşe” adı verilmiş. Yıl 1924... Düşünün o yıllarda kaç çocuk Neşe adını taşıyor ki? Neşe el bebek-gül bebek büyürken 1926’da Sevinç, 1929’da ben dünyaya gelmişiz. “TAVUK ADASI” DENİLMESİNİN SEBEBİ, BABAMIN BESLEDİĞİ TAVUKLARDIR E, tabii aradan yıllar geçiyor... Türkiye’de, dünyada pek çok şey olup biterken biz büyüyoruz. Atatürk’ü kaybediyoruz. İkinci Dünya Savaşı yokluk ve yıkımla sona eriyor. Bizse her şeye rağmen mutlu bir aile olarak hayatımızı sürdürüyoruz. Babam; “Mustafa Şükrü Tüccar ve Vapur Acentası”nı kuruyor. İzmir-İstanbul arasında çalışan İtalyan vapurlarının acenteliğini alıyor. Ayvalık’taki tek komisyoncuydu babam. Bütün vapurların acentesiydi çünkü lisan bilirdi. Elenikayı mükemmel konuşur, okur ve yazardı. Fransızcası çok iyiydi. İşi gereği İtalyanca da öğrenmişti. İtalyan gemileri boğazdan geçemedikleri için Gümüşlük’e yanaşırlardı. Zeytinyağı ve sabun yüklenirdi herhalde. Babam çalışkan bir insandı. Komisyonculuğun yanı sıra Midilli’ye hayvan ihraç ediyordu. Yıllık iki yüz elli liraya kiraladığı Tavuk Adası’nda tavuk, ördek, kaz, güvercin ve tavşan besliyordu. Oraya “Tavuk Adası” denilmesinin sebebi, babamın beslediği tavuklardır. Hafta sonları hep birlikte kayıkla adaya giderdik. Kaç yıl bizde kaldı, bilemiyorum şimdi. Ne var ki, adadaki küçük kulübede karısıyla yaşayan bekçinin tavuk ve yumurtaları gizli gizli Cunda’da satmasıyla baş edemeyince babam bu işi bırakmış ve o macera da böylece son bulmuştu. On beş yaşına girdiğim yıl, babam yanı başımda kalp krizinden ölüverdi. Birlikte vapura doğru yürüyorduk. İstanbul’a gidecekti. Elli altı yaşındaydı. Yere yığıldı, kaldı... İdadi mezunuydu babam. Sınıf arkadaşı Fazıl Doğan’la üniversitede okumak için İstanbul’a beraber gittiklerini, Fazıl Doğan’ın tıp fakültesine yazıldığını ama kendisinin ideali olan veterinerlik fakültesine giremediğini anlatırdı. Bu durum onu epeyce üzmüştü. Oysa ki, iyi bir mevki ile Ayvalık’a memur atanmış ve biz onun sayesinde yokluk nedir bilmemiştik. Gerçekten çok güzel bir çocukluk yaşatmıştı bize. Fevkalade bir hayattı... Geceleri süt içmeden yatağa girmezdik. Vapurda bir kurban kesilirse, bir kurban da evde kesilirdi. Sofralar kurulur, dostlar çağrılırdı. Onun ardından hayat zorlaştı. Dört kadın kala-kalmıştık. Ben henüz ortaokul öğrencisiydim. Satmanın sonu yok... Hazır yemek zor... İzmir’de bir evi, üç dükkanı elden çıkardık o ara. Ne yapacağımızı düşünürken Şeref Yahyabeyoğlu'nun Sevinç imdadımıza yetişti: “Ben annesi Bedriye Özgür çalışır bu eve bakarım!”
Neşe, Sevinç ve Şeref kardeşler teyze kızlarıyla
Baktı da... Herkes gezip-tozarken o, çok genç yaşında Ayvalık’ın birinci sınıf terzisi oldu. Bu işin okulunu-kursunu görmeden hem de. Yanında on kalfa çalıştırırdı. Haftada yirmi parça dikiş çıkarırdı. Tayyörler, mantolar, tuvaletler, gelinlikler dikerdi. Modelleri Fransa’dan getirtirdi. Onun diktiği Chanell döpiyeslerin, dublefas (bol kesimli) mantoların bir eşi yoktu. Benim gelinliğim de onun elinden çıkmıştır. Mini etek bir gelinlikti... Üzerinde organzeden çok şık bir mantosu vardı. Yetenekli olmama rağmen Sevinç bana bir şey yaptırmazdı. Ben daha çok gezerdim. Ancak Neşe ablam işin ucundan tutardı. Gelinliklerin, tuvaletlerin bütün nakışlarını o işlerdi. Her ikisi de çok yetenekli ve zevkliydiler. Bütün Ayvalık onların maharetine hayrandı. ORHAN PEKER’İN HEDİYE ETTİĞİ RESİM HALA BENDEDİR 1950’li yıllarda eş-dost, “Artık Çamlık’a gelin!” dediler. Biz de Çamlık’a taşındık. Sevinç Ayvalık’taki evi tamamen atölye yapmıştı. Öğlen eve gelir, yemeğini yer,
17
Üç kız kardeş...
denizine girer sonra yine atölyesine dönerdi. Annemin vefatına kadar, tam yirmi altı yıl orada oturduk. O yıllarda Çamlık cıvıl cıvıl, hayat dolu bir yerdi. Şimdi hiçbir şey yok. Biz gençler kızlı-erkekli gezer, eğlenirdik. Tenis Lokali’nde cumartesi günleri partiler verilirdi. Bahri Usta’nın akordeonuyla çaldığı melodilerle dans ederdik. Her gün ama her gün Kır Kahvesi’ne giderdik. Orada kocaman bir masa olurduk. Pazar sabahları kahvaltıdan sonra Belediye Gazinosu’nda buluşulurdu. Dramalı Zehra Hanım’ın kızları Emel, Zuhal, Gönül samimi arkadaşlarımdı. Sezai, Ömer, Teoman Madra, Muhtar Kent arkadaşlarımızdı ve hep birlikte zaman geçirirdik. Şehir Kulübü’nde, Murat Reis ve Berk Otel’de balolar düzenlenirdi. Bütün bir salon, Sevinç’in diktiği tuvaletler içindeki zarif kadınlarla dolar, taşardı. Onun diktiği giysiler adeta gözümüzün önünde resmi geçit yapardı. Gecenin sonunda davetliler orkestraya Sevinç’in adını anons ettirir, onu sahneye çağırır ve ona teşekkür ederlerdi. Birkaç isim saymam gerekirse; Sengül-Ayşe Cömert, İnci Özyiğit, Müzeyyen Erhanoğlu, Armağan Alemdar, Ferda Zeytinci, Belkıs Gerçek, Kıvanç-Sevil Sarlıcalı, Esma Onursal, Gülgün Doğan, Gönül Karaca, Prenses Naciye (Devrik Afgan kralının kızı, Fazıl Doğan’ın gelini), Ali Güreli’nin, Ali-Aslı Önen’in anneleri, eczacı Zeki Bey’ler, mimar Ünal Tapan’ın eşi Ümit Hanım, Fatma Kürşat... Yani bütün bir Ayvalık Sevinç’in müşterisiydi... Hepsi arkadaşlarımız, dostlarımızdı. Sık sık ziyaretimize de gelirlerdi. Bir keresinde Gönül Karaca eşi Orhan Peker’le
18
birlikte gelmişti. Epeyce oturmuşlardı. Eşim Orhan’a viski ikram etmişti. İçkiye çok düşkündü Orhan. Ne olduysa o içki yüzünden oldu zaten. İçkiden öldü, yazık oldu... O akşam Orhan Peker’in bize hediye ettiği resim hala bendedir... Sergi davetiyesini bile saklamışım, bakın! KIZ KARDEŞLERİMİ ÖZLÜYORUM. ONLARIN VEFATINDAN SONRA ÇOK YALNIZ KALDIM 1960’lar hazır giyimi, konfeksiyonu getirdi Türkiye’ye... Ama enteresandır Sevinç’in müşterileri bir kişi dahi azalmadı. “Biz hazır giyim istemiyoruz.” dediler. Çok vergi verirdi Sevinç. Tabelası olmadığı halde tabela vergisi verirdi... 1980’lerden sonra dikişi bırakınca ortalık ayağa kalktı. “Biz hazır giyime alışık değiliz. Bizi sokaklara mı dökeceksin!” diye isyan ettiler. Ne yapsın, bir süre daha birkaç yakın dostuna dikiş dikmeyi sürdürdü. Ara sıra albümlere baktığımda bütün bir geçmişi yeniden yaşıyorum... Eski Ayvalık’ı özlüyorum. Ne kadar da medeni ve güvenli bir yerdi... Sevinç Ablam, Tarih Vakfı’nın “Tarihe 1000 Canlı Tanık” projesi kapsamında kendisiyle yapılan ve 2003 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajda bu durumu çok güzel dile getirmişti. Şöyle demişti orada: “...Ayvalık çok medeniydi. Kaptanlar, banka müdürleri, paşalar, savcılar vardı mahallemizde. Hepsi değişti şimdi. O ahbaplık mahbaplık bitti. Hepsi gittiler, dağıldılar. İstanbul’a kalkıp giden oldu, ölen oldu... Bir de çok
Ayvаlık UNESCO Dünyа Mirаsı Listеsi’ne girme yоlundа kararlı adımlarla ilerliyor
AYVALIK BELEDİYESİ ICOMOS* TÜRKİYE MİLLİ KOMİTESİ GENEL KURULU’NA KATILDI
A
yvalık Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Kampüsü’nde yapılan ICOMOS Türkiye Milli Komitesi 2015 Yılı Genel Kurulu’na katıldı.
Tоplаntıdа Ayvаlık Bеlеdiyеsi’ni Kültür vе Sоsyаl işlеr Müdür Vеkili Ersin Pilаs, UNESCO Dünyа Mirаsı vе Alаn Yönеtimi Birimi Sоrumlusu Yаlın Tüzmеn, Zеytin Çеkirdеklеri Dеrnеği temsilcileri temsil etti.
güvenliydi Ayvalık. Çamlık’ta otururken, kapımız bile kapanmazdı, korkmazdık. Gece yarısında gezerdik, aklımıza bir şey gelmezdi. Mesela evimizi böylece bırakır, İzmir’e giderdik. Hiçbir sıkıntımız yoktu. Hiç unutmam, bitişik komşumuz eczacı Niyazi beylerin Çamlık’ta balkonları vardı sokak üstünde. Gümüş tabaklar dururdu masalarında, kimse dönüp bakmazdı. Ama şimdi bırakılır mı hiçbir şey? Şimdi bozuldu, eski Ayvalık değil katiyen. Çok yabancı var. Bir de fakir çok artık, göç çok.” Sevinç Ablamı, kız kardeşlerimi özlüyorum. Onların vefatından sonra çok yalnız kaldım. Özellikle Sevinç arkadaşımdı, dostumdu, sırdaşımdı... Onun ölümüne hala alışamadım. Neşe ve Sevinç bekardı. Babam yirmi yaşından önce ablamların evlenmesine izin vermemişti. Zaman ilerledikçe birilerini beğenmek de gittikçe zorlaşıyor tabii... Yani onlardan bana bir yadigar kalmadı. Bir ben evlendim, ne var ki benim de çocuğum olmadı... Ama hala dostlarım var. Geçen gün Prenses Naciye geldi... Beni görmeden İstanbul’a dönmek istememiş. Oturduk, uzun uzun sohbet ettik.
Bu arada, Ayvalık Bеlеdiyе’since hazırlanan ve bugüne kadar yаpılаn Arаyış Tоplаntısı tutаnаklаrını, SWOT аnаlizini vе еylеm plаnını kapsayan “Arаyış Çаlışmаlаrı” başlıklı kitapçık UNESCO Milli Kоmisyоnu Yönеtim Kurulu Üyеsi Sоmut Kültürеl Mirаs İhtisаs Kоmitеsi Bаşkаnı Dоç. Dr. Nеvrа Ertürk, Bursа Alаn Bаşkаnı Prоf. Dr. Nеslihаn Dоstоğlu, Prоf. Dr. Cаn Binаn, Prоf. Dr. Dеmеt Binаn, Yrd. Dоç. Dr. Günsеli Tаnyеli, Prоf. Dr. Zеynеp Ahunbаy, Prоf. Dr. Yеgаn Kаhyа, Prоf. Dr. Cеvаt Erdаr ve UNESCO Dünyа Kültür Mirаsı Sеlimiyе Cаmisi vе Külliyеsi Alаn Yönеtimi’nden Nаmık Kеmаl Dölеnеkеn’е verildi. Genel Kurul sоnrаsındа Kоmitе üyеlеri Ayvalık Belediyesi tarafından düzеnlеnеn “Ayvаlık UNESCO Dünyа Mirаsı Listеsi Yоlundа” çаlıştаyınа dаvеt еdildi. *Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (International Council on Monuments and Sites) (ICOMOS), dünya mirasını oluşturan değerlerin kriterlerini belirleyen ve denetleyen konseydir. 1965 yılında kurulmuştur.
Artık eskisi kadar dışarı çıkmıyorum. En son, benim de öğrencisi olduğum Cumhuriyet İlkokulu’na gidip oyumu kullandım. Evimi seviyorum ve daha çok evde zaman geçiriyorum. Gazete okuyorum her gün. Bulmacalarımı yapıyorum. Sokak hayvanlarım; kedilerim, köpeklerim var. Onlara mama hazırlıyorum. Seksen altı yaşındayım. Bir devir yaşadım, az değil... Her ne kadar ayakta durmaya gayret etsem de sonuçta bir kişi kaldım. Çevremdeki tanıdık yüzler giderek azalıyor, buna üzülüyorum en çok... l
19
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
Ayvalık’a gelen bütün sanatçılar öğle yemeklerini Şehir Lokantası’nda yerdi
S
osyoloji ilginç bir bilim dalıdır. Zamana, gelir düzeyine, eğilimlere, ülkeye, hatta aynı ülke içindeki coğrafi çeşitliliklere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Bunun en çarpıcı örneği siyasi seçimlerde görülür. Bazı Anadolu kentleri; hatta İstanbul, Ankara gibi metropollerdeki bazı büyük ilçeler; değişen koşulların etkisinde kalarak bir seçimde bir partiye oy verirken, hemen sonraki bir diğer seçimde, programı, dünya görüşü, icraatleri ilkiyle taban tabana zıt bir başka partiye oy verir olur. Hele göç alan yörelerde bu sıçramalar daha da keskin görülür. Son on yıldır, sınıfların yörelere göre dağılımını gösteren demografik istatistiklerde ölçüt olarak alınan değerlerden biri nedir, biliyor musunuz? Kebapçı sayısı! Bir yöredeki kebapçı, lahmacuncu sayısı ne kadar artıyorsa o bölgenin ve o bölgeye göç hareketi o kadar fazla demektir. Yanlış anlaşılmasın lütfen; bu söylediğim bir eleştiri değil sadece toplumbilimsel bir saptamadır. Gerek öğretmenliğim gerekse reklamcılığım süresince ve nedeniyle Anadolu’da çok dolaştım. Gittiğim; kaldığım her Anadolu kenti ya da büyük kasabasında cadde, park, lokanta, otel gibi kamunun ortak kullanımına hizmet eden mekanların isimlerinde şaşırtıcı benzerliklerle karşılaştım. Özellikle lokantalar söz konusu olduğunda hep iki isim ön plana çıkıyordu: ‘Cumhuriyet’ ve ‘Şehir.’ O lokantalar genellikle o yerleşim yerinin en nezih lokantaları olurlardı. Kasabanın önde gelen ticaret erbabı, esnafı, mülki amirleri öğle yemeklerini orada yerlerdi. Orada geçirilen 45 dakika-1 saatlik süre sadece karın doyurma amacına yönelik olmazdı. Sohbet edilir, haberler alınır-verilir, sorunlar çözümlenirdi. ‘Fast food’ denilen çılgınlık henüz ülkemize ithal edilmediği için yenilen yemeklerin tadı damakta, sohbetlerin keyfi gönüllerde kalırdı. Şimdiii... Nerede yaşıyor olursak olalım, sokağa çıkalım ve çevremize şöyle bir bakalım. Hemen her ara sokağa
20
kümelenmiş hızlı tüketim lokantalarının dışında; yukarıdaki ambiyansı sürdüren kaç tane lokanta var acaba? Artık Türkiye’de; hayatın her alanına yayılmış olan bireysel, içine dönük, insanların sadece karınlarını doyurma ediminden başka bir şeyin paylaşılmadığı mekanlar. Gelin işin sosyolojik irdelemesini ‘tadında’ bırakalım ve bu yazımızda, benim yaş kuşağımdaki Ayvalıklıların hatırlayacağı; Ayvalık’ın Şehir Lokantası’ndan söz edelim. Gümrük Meydanı’ndan araç yolunu takip ederek çıkarken ilk sola saptığınızda, sağdaki ilk mekan Ayvalık’ın ‘Şehir’ lokantasıydı. Yüksek tavanlı; ferah, tertemiz bir lokanta idi. 10-12 kadar 4’er sandalyeli masalarında bembeyaz örtüleri, porselen tabakları, beyaz kumaş peçeteleriyle yukarıda da sözü edildiği gibi; nezih bir lokanta idi. O yıllarda, yoğun bir film çekimi, turneye çıkmış tiyatro ve konser grupları trafiğine sahip olan Ayvalık’ımıza gelen bütün sanatçılar öğle yemeklerini Şehir Lokantası’nda yerdi. Her gün; jilet gibi tıraşlı, dönemin modası ‘Ayhan Işık bıyığı’, arkaya doğru özenle taranmış saçları, gülümserken göz alan iki altın dişi, her servisten sonra yıkanmaktan pembe-beyaz olmuş elleri, bembeyaz önlüğüyle Hilmi ağabey, her geleni kapıda karşılar, oturacağı masaya kadar eşlik ederdi. Yemek siparişinden önce (ki mutlaka onun önerileri dinlenilirdi) hal-hatır sorulur, ayak üzeri de olsa sohbet edilirdi. ‘Ayda Bir’ de olsa Ayvalık’a dair karalamaya çalıştığım bu yazıların kahramanı olmuş ve olacak olan bütün büyüklerim gibi saygıyla andığım Hilmi ağabey, çok arada bir de olsa babalarımız ya da ağabeylerimizle bir öğle yemeği yeme şansını yakalayabildiğimizde bize yemek adabı ile ilgili çok şey öğretmişti. Sadece lokantanın sahibi değil, usta bir aşçı da olan Hilmi ağabeyin ekşili köftesi ile kadınbudu köftesinin tadı hala anılarımdadır. Siz hiç aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra ‘ah o ne unutulmaz hamburgerdi’ diyen birisini gördünüz mü?l
“İlk Kurşun” günümüzden 42 yıl önce Ayvalık Lisesi bünyesinde bir okul dergisi olarak çıkmış ve kısa sürede adını duyurarak geniş bir okur kitlesine ulaşmıştı. Dergi, sadece Ayvalık’ın eğitim dünyasına değil, sosyal yaşamına ve kültür-sanat ortamına da değerli katkılarda bulunmuştu
A
“İLK KURŞUN”UN TÜFEĞİ AKIL, KURŞUNU KALEMDİ
yvalık Lisesi’nde, 1967-1968 öğretim yılında, Kültür ve Edebiyat Kolu aylık bir gazete çıkarılması önerisinde bulundu. Öğretmenler Kurulu konuyu inceledikten sonra öneriyi benimsedi ve gerekli çalışmaların yapılmasını istedi. Öncelik gazetenin adının bulunmasındaydı. Bu amaçla öğrenciler ve öğretmenler arsında bir anket düzenlendi. Sonuçta, gazetenin adı, Kurtuluş Savaşı’nın ilk askeri kurşununun Ayvalık’ta atılmış olmasından hareketle, “İlk Kurşun” olarak belirlendi. İlk Kurşun gazetesi ilk aşamada dört yıl boyunca, yaz tatillerinde verilen aralar dışında, her ay düzenli olarak yayınlandı. Beğenildi, benimsendi ve sadece okulda değil geniş bir çevrede ilgiyle izlendi; takipçileri her geçen gün çoğaldı. Bu gelişmeden cesaret alan okul yönetimi bu kez gazeteyi dergi haline getirmeyi kararlaştırdı. Dergi de tıpkı gazete gibi aylık olacaktı.
“Ayvalık Lisesi Eğitim, Kültür, Sanat Dergisi” alt başlığıyla yayın hayatına başlayan İlk Kurşun dergisinin birinci sayısı günümüzden 42 yıl önce, Ocak 1973’te çıktı. Kapağında, aynı zamanda derginin Yazı İşleri Sorumlu Yönetmeni de olan Resim/Sanat Tarihi öğretmeni Yılmaz Gültekin’in bir deseni vardı ve toplam 28 sayfaydı. Derginin ilk sayısında, İlk Kurşun adının ne ifade ettiği şu sözlerle dile getirilmişti: “İlk Kurşun, ulusal uğraşımızın önderi, eşsiz kahraman Atatürk’ün bize emanet ettiği Cumhuriyet’in, özgürlüğün, bağımsızlığın büyük Türk Ulusunun çağdaş uygarlık düzeyine çıkarılması için; çalışkanlığın, dürüstlüğün ve ahlak kurallarının bir belgesidir.” “İlk Kurşun, yetişme çağında bulunan öğrencilerimizin iyiye, doğruya, ulusal çıkarlara, kültürel ve edebi zevklerinin gelişmesine yönelmiş olan dergimizin adıdır.” “İlk Kurşun, karanlıktan aydınlığa, cahillikten bilgiye, başarısızlıktan başarıya koşmak için atılan ilk adımın adıdır.” “İlk Kurşun’u öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ve öğrenci velilerimiz, hedefine ulaştırmak için çok dikkatli kullanmalıdırlar. Okulumuzda İlk Kurşun’un tüfeği akıl, kurşunu kalem olacaktır.” HEYKEL SANATI DA VAR, SABUN YAPIMI DA… İlk sayının sayfalarını çevirmeye başladığımızda, karşımıza önce, o yılların Ayvalık Lisesi müdürü Mevlüt Oğuz’un, “Eğitimin başarı kazanması için kültürle beslenmesi gerekir,” vurgusunu yaptığı ve bugün de
geçerliliğini koruyan yazısı çıkıyor. Bu ilk sayıda ayrıca şiirler, sanat üzerine değerlendirmeler, Ayvalık Lisesi’nin tarihçesi, 6/Edb-A sınıfı öğrencilerinin ilginç yönleri, Beden Eğitim öğretmeni Ali Erten’le röportaj ve spor haberleri yer alıyor. İlk Kurşun dergisi, yayınlandığı yılların koşulları da dikkate alındığında, kapaklarındaki özgün desenlerle olsun, zengin ve özenli içeriğiyle olsun, “Eğitim, Kültür, Sanat Dergisi” tanımlamasını gerçekten hak ediyor. Örneğin derginin Ekim 1973 tarihli “Cumhuriyet Özel Sayısı” fazlasıyla doyurucu… İçinde Ayvalık’ta yüzlerce -belki de binlerce- öğrenci yetiştiren ilkokul öğretmeni Zakir Güven, herkesin sevdiği bir tıp insanı olan Dr. Hadi İskit, öğrencilerinin kendisinden her
21
1974-1975 Öğretim Yılı İlk Kurşun Yönetici Kadrosu ve Kontrol Kurulu Üyeleri (Soldan sağa): Necdet Sümer, Emin İlkdoğan, Ünal Çallı, Yılmaz Gültekin, Muzaffer Gültekin, Bülent Ayan
zaman sevgiyle söz ettikleri “Kimyacı” Feridun Onursal, eğitimci-yazar İbrahim Zeki Burdurlu imzalarını taşıyan ve heykel sanatından sabun yapımına, Ayvalık’ta balıkçılığın durumundan turizmin Türkiye’nin kalkınmasındaki yerine kadar uzanan birçok yazı var. İsmet İnönü’nün ölümünün ardından Ocak 1974’de yayınlanan 9. sayı da üzerinde durulması gereken özelliklere sahip… Kapağında belirtilmese de, bir tür “İsmet İnönü Özel Sayısı” niteliği taşıyor. Öğretmen ve öğrencilerin 2. Cumhurbaşkanımız için yazdığı şiirlerin yanı sıra, İnönü’nün “Ölüm Raporu”na bile yer verilmiş, bu özel sayıda. OKURUNU ÇOK YÖNLÜ VE BİLİMSEL BİR YAKLAŞIMLA BİLİNÇLENDİRMEYİ ÖNEMSEYEN “CİDDİ” BİR DERGİYDİ Yayınına uzunca bir süre ara verdikten sonra Aralık 1978’de 22. sayısıyla yeniden çıkmaya başlayan derginin ikinci döneminin ilk sayısının kapağında, günümüzden on bir yıl önce yaşama veda eden eğitimciressam Mustafa Rüçhan’ın bir deseni var. Rüçhan aynı sayıda “Çocuk Resimleri ve Çağdaş Sanattaki Yeri” başlıklı bir de yazı yazmış.
“
“Çocuk Yılı” nedeniyle hazırlanan Eylül 1979 tarihli Çocuk Özel Sayısı’nda ise çocukların sorunlarını
İlk Kurşun dergisi, yayınlandığı yılların koşulları da dikkate alındığında, kapaklarındaki özgün desenlerle olsun, zengin ve özenli içeriğiyle olsun, “Eğitim, Kültür, Sanat Dergisi” tanımlamasını gerçekten hak ediyor.
“
22
Kapak resmi: Mustafa Rüçhan
ele alan, pedagojik ve psikolojik içerikli yazılar ağır basıyor: “Çocuklarda Beslenme” , “Çocuk ve Sevgi”, “Anadolu Çocuğunda Şiir”, “Çocukta Kişilik”, “Çocuk ve Yetişkinler”, “Oyun Çocuğu”, “Kitle Sporunda Çocuğun Yeri”, “Çocukta Kıskançlık”, “Çocukta Taklit”, “Çocukta Korku”, “Çocuk Resimleri”, “Ülkemizde Çocuk Suçları ve Ceza Uygulaması”, “Korunmaya Muhtaç Çocuklar…” Görüldüğü gibi bir okul dergisi olmanın ötesinde, ele aldığı her konuda okurunu çok yönlü ve bilimsel bir yaklaşımla bilinçlendirmeyi de önemseyen “ciddi” bir dergiyle karşı karşıyayız. Daha doğrusu, “karşı karşıyaydık!” Çünkü Ayvalık Lisesi öğretmenlerinden Muzaffaer Gültekin’in girişimleri ve Müdür Mevlüd Oğuz’un çabalarıyla yayına başlayan İlk Kurşun artık yok… 21. sayısıyla yayın hayatının ilk dönemini kapatan dergi, yukarıda özetlendiği gibi, üç yıl sonra okurlarının karşısına yenilenerek bir kez daha çıktıysa da pek uzun ömürlü olamadı ve okurlarına veda etti.l
İLK SAYININ KÜNYESİNDE YER ALAN İSİMLER Sahibi: Mevlüd Oğuz
Yazı İşleri Sorumlu Yönetmeni: Muzaffer Gültekin Başkan: Süreyya Başol Başkan Yardımcısı: Oğuz Elkatip Yazı İşleri Müdürü: Ali Elkatip Yazı İşleri Müdür Yardımcısı: Hülya Kıransal Sekreterler: Ayşe Analan-Elvane Dokuz Saymanlar: Hasan Ökten-Osman Orman İnceleme Kurulu: Zafer Özbir-Sedef Nizam-Raşit Elmacı-Nergis Onuk-Füsun Çelik Kapak Kompozisyonu ve Düzen: Yılmaz Gültekin
OFİS UNLARINA ÇUVAL BAŞINA BİR LİRA, SİNEMA BİLETLERİNE YİRMİ BEŞ KURUŞ İLAVE EDİLDİ. KÜLTÜR VE İYİLİK SEVER AYVALIKLILAR BUNU ANLAYIŞLA KARŞILADI
İ
lk Kurşun’un 1973 yılı Ocak ayında yayınlanan ilk sayısında yer alan, Ali Özkatip’in “Ayvalik Lisesi’nin Tarihçesi” başlıklı yazısı bilgilendirici özelliğiyle bugün de değerini koruyor.
“Birçok bakımlardan mükemmel olan şirin beldemiz Ayvalık’ın bir ortaokuldan yoksun oluşu, halkımız tarafından yıllar önce hissedilir bir eksiklik durumunu almıştı. Bunun üzerine ilk kez 1925 yılında ‘Ayvalık Türk Ocağı Öksüz Yurdu Sanat Mektebi’ adı altında bir okul açıldı. Doktor Fazıl Doğan Bey tarafından açılan bu okul; fakir çocukların eğitim ve öğretimi yanında onlara bir sanat da öğretiyordu. Bu özel okul, 1929 yılında ‘Ayvalık Türk Ocağı Muhtelit Orta Mektebi’ adını aldı. 1933 yılına dek özel olarak öğretim yapan okul bu tarihten sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak resmi öğretimine başladı.
Mevlüd Oğuz
1954 yılında Ayvalık’ta bir lisenin kurulması için ‘Lise Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ kurulmuştur. Ayvalık Belediyesi de buna bir katkıda bulunmak amacıyla eski garaj yerini bu derneğe bağışlamıştır. Bu arada zamanın Kaymakamı Zekai Gümüşdiş ile Belediye Başkanı Faruk Saylam ve Belediye Encümeni'nin gösterdiği çabayla, ofis unlarına çuval başına bir lira, sinema biletlerine de yirmi beş kuruş ilave edilmiş. Kültür ve iyilik sever halkımız bunu anlayışla karşılamıştır. İşin ciddiyetine ve Ayvalık’ta bir lisenin gerektiğine inananların başında gelenlerden merhum İhsan Eşsiz; bu maksatla 400 ağaçlık ve 120.000 lira değerindeki bir zeytinliğini merhum Necdet Sağun, Muhip ve Dündar Özyiğit beylerden kurulu Mütevelli Heyeti’ne devretmiştir. Böylece garaj yerine kurulmuş olan lisenin arka kısmına 6 sınıflık ek bir pavyon yapılmıştır. Gerek İdare Heyeti’nde görev alarak, gerekse önceleri özel olduğu için liseyi kendi adına tescil ettirerek büyük çaba gösteren Merhum Eczacı Niyazi Üke; diğer yardımcı arkadaşları Merhum
Faruk Saylam, Mustafa Karal, Emin Süner ve Ahmet Cemil Erener insan üstü çabalarda bulunmuşlardır. Bu arada Ahmet Cemil Erener, Yaşatma Derneği’nin uzun zaman başkanlığını yaparak, binaların tamamlanmasında ve ders araçlarının temininde önemli çalışmalarda bulunmuştur.
Nihayet yapılan çalışmalar semeresini vermiş; lise ilk kez özel olduğu için Vacit Asena ve zamanın Ortaokul Müdürü Kemal Demirer’in çabalarıyla muadelet tasdik ettirilmiştir. İzmir Maarif Koleji binaları sitilindeki ilk inşaatların tamamlanarak açılışının yapılması Ayvalık ve çevresinde büyük sevinç yaratmıştır. Artık bundan böyle, hiçbir öğrenci kalkıp il veya ilçe liselerinde okula gitmeyecekti. Ancak bir sorun daha vardı. Lise özel olduğu için okuyanların, zorunlu masrafları karşılansın diye belirli bir ücret ödemeleri gerekmekteydi. Bu durumun ortadan kalkmasında ve lisenin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasında zamanın Milli Eğitim Bakanı Ahmet Tahtakılıç büyük katkılarda bulunmuş; daha da ilerlemesinde Kaymakam Necdet Enünlü’nün ve sırasıyla o tarihten şimdiye değin lisede müdürlük yapmış; Sabahat Karakaplan, Faik Karaözbek, İclal Erman, M. Salih Şahin’in büyük emekleri geçmiştir. Artık her şey çözümlenmiş ve Ayvalık Lisesi teşekkül ettirilmiştir. Halen Okul Müdürümüz Sayın Mevlüd Oğuz’un yönetiminde; bilgi ve müzik yarışmalarıyla aldığı başarılar, her yıl sahneye koyduğu başarılı piyesleriyle, ayda bir çıkan eğitim, kültür ve sanat dergisiyle, öğretmen ve öğrencilerinin çabaları sonucu bahçeye dikilen Atatürk heykeliyle, ek yeni binalarıyla, bandosuyla, yaptığı radyo yayınlarıyla, yalnız Ayvalık’ı değil çevresini de eğiten verici radyosuyla, kısaca tüm kültürel dallardaki çalışmalarıyla; taşrada olmasına rağmen basında sık sık kendisinden söz ettiren ve herkesin takdir ettiği 1300 mevcutlu bir Ayvalık Lisesi var şimdi.”l
23
Merve Purde, Alp Zerenoğlu, Muhlis Soysal ve Derya Hammaş... Bu dört genç, keyifli bir şeyin arkasından gitme arzusu ve bu topraklarda bir şey üretme, değer yaratma isteğiyle “kariyer” mücadelesini “bir anda” arkada bırakarak birkaç yıl önce farklı bir yolculuğa başladı. Şimdi Ayvalık’talar ve zeytinyağı sektöründe, sadece ülkemizde değil dünyada da adlarını duyurmak için kararlı adımlarla ilerliyorlar. Hasat mevsimi sürerken onlarla buluştuk, ilginç öykülerini anlatmalarını istedik
HEDEF, ZEYTİNYAĞINI YAŞAMLARININ VAZGEÇİLMEZ BİR PARÇASI GİBİ GÖREN VE SAĞLIK/KALİTE/LEZZET ARAYAN BİLİNÇLİ TÜKETİCİLER
Y
aşları yirmi altıyla otuz arasında... Deyim yerindeyse, “hepsi okumuş çocuklar.” Kendi alanlarında emin adımlarla ilerleyip kariyer basamaklarını hızla tırmanırken birdenbire oldukları yerde durup, nereye koştuklarına bakmışlar. Varacakları noktada onları bekleyen cafcaflı etiketleri ve gösterişli hayatları aslında hiç taşımak istemediklerini fark etmişler. Düşlerinin, ideallerinin kanadına takılıp Ayvalık’a gelmişler... Merve Purde, dört kafadarın en genci... Henüz yirmi altı yaşında. Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu. Reklam sektöründe çalışmış. Bir süre Fransa’da yaşamış. Ardından master’ını İtalya’da "strateji ve tasarımı birleştiren" bir program üzerine yapmış. Türkiye’ye dönüşünde yine “kurumsal dünya”ya girmiş. Ama şimdi o renkli, albenili dünyanın içinde değil... Peki, ne olmuş da her şeyi bırakıp, böylesine radikal bir karar almış Merve? -“Sabah dokuz, akşam altı” kültürleri ve plazalar içinde
24
Gülbeniz Şentay
pek bulunmak istemediğimi gördüm. Oysa aldığım eğitim gereği kurumsal hayata, dolayısıyla sisteme katılmak zorundaydım. Bana çizilen yolda ilerlerken günlük yaşamımda mutlu olmadığımı anladım. Yurtdışında “girişimcilik” üzerine yoğunlaştığım için başkalarının kurduğu düzende ve onların dayattıkları şeyleri yaparak yaşamak yerine, elimizi taşın altına koyabileceğimizi düşündüm. İhtiyacımız olan tek şey birazcık cesaretti. Arkadaşım Derya Hammaş’ın “zeytin, zeytinyağı üreticisi olma” fikrinin yaşamlarımıza değer katacağına inandım ve gruba dahil oldum. Araştırmalarımız sırasında Ayvalık’a geldik. Burada toprağa, doğaya dokunarak zaman geçirdik. Sonuçta, “Ben bu işi yapmalıyım!” dedim. İzmirli Alp Zerenoğlu, grubun diğer üyesi Muhlis Soysal’la Bornova Anadolu Lisesi’nde birlikte okumuş. Alp, Ankara Hukuk Fakültesi’ne Muhlis de ODTÜ’ye girince ortaokul yıllarında başlayan dostlukları hiç kesintiye uğramamış. Her genç gibi o da hukuk fakültesinden “idealist fikirlerle” çıkmış. Ağır ceza
avukatı olabilmek için CMK (Ceza Mahkemeleri Kanunu) eğitimlerinden geçmiş. -Şartların umduğum gibi olmadığını, büro avukatlığı yapamayacağımı, sahada bulunmam gerektiğinin ayırdına vardım. O nedenle dava avukatlığı yaptım zaten. “Serbest meslek” sahibi diye anıldığımıza bakmayın... Hukuk bürolarının da patronları var ve siz onların arzularını yerine getirmek durumundasınız. Böylesi bir yapı karakterimle uyuşan bir şey değildi tabii. Merve’nin de söylediği gibi plazalarda, hukuk bürolarında, adliyelerin tozlu odalarında yaşadığım enteresan şeyler beni dört, dört buçuk senenin ardından farklı bir arayışa itti. Çünkü o koşullarda ideallerimin gerçekleşme şansı yoktu... Derya’nın ortaya attığı fikre, “Varım!” dedim. Doğanın içinde, zeytin ağaçlarının altında olmak, bir değer yaratmak... Bunlar; düşünülmesi bile güzel şeylerdi... Ayrıca ekibe hukuki konularda faydam dokunacaktı ve ben tümüyle mesleğimden kopmayacaktım. Hikayenin kilit ismi Derya Hammaş... Onu Muhlis Soysal izliyor. Her iki gencin de geçmişte Ayvalık’la bağları var. Derya’nın dedesi Ayvalık Lisesi eski müdürlerinden Mehmet Erden... Muhlis’in baba tarafı Ayvalıklı. Dedesi Muhlis Soysal, Ayvalık İş Bankası eski müdürlerinden. Babaannesi ise Sakallı ailesinden. Anne-babasıyla İzmir’de yaşayan Muhlis, her yaz ailesiyle beraber mutlaka Ayvalık’a geliyor ve iki çocuk; Derya ile Muhlis, Yelken Kulübü’nde tanışıp arkadaş oluyorlar. Dostlukları o gün bugündür sürüyor. Derya liseyi Ayvalık’ta bitirip Dokuz Eylül Üniversitesi’nde ekonomi okuyor. Ardından Amerika’ya gidiyor. Dönüşünde yelken sporuyla ilgileniyor. Turizm alanında çalışıyor. Kurumsal hayat ona da cazip gelmiyor. Büyük şehirlerin insanı nasıl yorduğunu, tüm enerjisini nasıl çaldığını çabuk kavrıyor. -Yaklaşık bir on yıldır bahçemizdeki zeytinlerden zeytinyağı üretiyordum. Üretim konusunda epeyce bir şeyler öğrendim diyebilirim. İdealim hep kendi işimi kurmaktı. Muhlis’in sayesinde tanıdığım Merve ve Alp’in de katılımıyla kuşkusuz iyi bir ekip olacaktık. “Bu fırsat kaçmaz!” deyip fikrimi onlarla paylaştım. Yola böyle çıktık... İşimiz gereği yılın tamamını Ayvalık’ta geçiremiyorum ama burada yaşanan her gün gerçekten bir ayrıcalık.
Alp ve Derya derseniz, çocukluk arkadaşlarım... Herkesin aklında geleceğe yönelik güzel kurgular vardı. Zamanlamalar oturdu, yıldızlar aynı hizaya geldiler sanırım ve kendi işimizi kurma sürecine girdik. MARKA YARATABİLMEK ÖYLE SANILDIĞI KADAR KOLAY BİR İŞ DEĞİLDİR Muhlis Soysal bir tele-konferansa katılmak üzere yanımızdan ayrılıyor. Şirketleşme serüvenini, zeytin ve zeytinyağı üreticiliğini nasıl öğrendiklerini bize Alp Zerenoğlu anlatıyor. -İşin yapılabilirliğini görmek adına araştırma-incelemeye giriştik. Evet, amacımız bir değer yaratmaktı ancak ticari boyutu göz ardı edemezdik. O boyut noktasında öncelikle zeytinyağını üretimden tüketime mercek altına aldık. Yurtiçi ve yurtdışındaki markaları inceledik. Üretimle ilgili ciddi araştırma yaptık. Onlarca makale okuduk. Uzmanlarla görüştük. Marka yaklaşımlarını izledik. Gıda fuarlarına gittik. Yağ üreticileriyle görüştük. Araştırmalarımız sonucu, “Tamam, bu iş yapılabilir,” dedik. Onlara göre “yapılabilir” olan bu iş için yakın çevreleri dahil, insanlar ne düşünmüşlerdi acaba? “Maymun iştahlı, şımarık zengin çocukları eğleniyorlar işte! Sıkılınca bırakır giderler!” demişler miydi örneğin? Derya Hammaş, gülerek yanıtlıyor sorumuzu. -Yüzümüze söyleyen çıkmadı ama böyle düşünenler olmuştur mutlaka! Merve’yle Alp, en büyük desteği ailelerinden ve arkadaş çevrelerinden gördüklerini vurguluyorlar. Merve, “Zorlu bir işe kalkıştığımızı bilen ailelerimiz tarafından uyarıldık elbette,” diyor. -Onların ön gördüğü sıkıntıları da zaman zaman yaşıyoruz açıkcası. Çünkü bizler büyük sermayelerle, yatırımlarla değil, gerçekten dişimizi tırnağımıza takarak ilerledik. Sağlam gitmeye çalışıyoruz. Etrafımızdaki herkesin takdirini topladığımızı görebiliyoruz. Pek çok insanın gönlünde böyle doğayla kucak kucağa, şehirden uzakta bir iş yatıyor.
PİNA İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Dördüncü ortak Muhlis Soysal ise ODTÜ Kimya Bölümü’nden mezun olduktan sonra farklı konseptteki işlerin içinde bulmuş kendini... Uluslararası bir şirkette satış müdürlüğü, ardından “marka yöneticiliği” yapmış. Onun kariyerini bırakış nedeni, “Keyifli bir şeyin arkasından gitme arzusu... Bu topraklarda bir şey üretme, değer yaratma isteği.” -Ayvalık’ta aileme ait kimsenin ilgilenmediği araziler vardı. Derya’nın teklifinden sonra oralara gittim. Toprakla, zeytin ağaçlarıyla aramda sıcak bir bağ oluştu ve aidiyet duygusu hissettim. Ağacın verdiği ürünü doğru işlemek, insanlara ulaştırmak düşüncesi beni motive etti açıkçası. Kaldı ki çok yıpratıcı bir işte çalışıyordum. İstanbul herkes gibi beni de çok yoruyordu. Hanidir beynimde ne yapmak istediğimi sorgulamaya başlamıştım. Derya’yla zaten ne zaman bir araya gelsek, aramızda “bir iş yapalım,” muhabbetine dalardık. Merve’yi yaklaşık altı yıldır tanıyorum.
Pina Bausch
Pina, Akdeniz ve Ege’de yaşayan büyük deniz kabuklarının ismi. İçi sedef kaplı ve inci yetişiyor. Maalesef soyları tükenmek üzere ve Ayvalık’ta da korunmaya çalışılıyor. Pina isminin bir diğer esin kaynağı ise, 19402009 yılları arasında yaşayan dünyaca ünlü dans üstadı Pina Bausch.
25
Alp Zerenoğlu ise özellikle fizibilite çalışmaları sırasında bazı olumsuzluklarla karşılaşmış.
Derya Hammaş ilk satışlarını internet üzerinden ve 7 Şubat 2014 günü gerçekleştirdiklerini söylüyor.
-Gerçekten de aile ve arkadaş çevremiz hep arkamızda durdular. Ama görüştüğümüz zeytinyağı üreticileri oldu mesela. Bir kişi bile,”Evet çocuklar, dört genç bir araya gelmişsiniz, yola devam!” demedi. Tersine, “Olmaz! Yapamazsınız! Ben şöyle yaptım da, böyle böyle oldu; aman ha!” gibi yaklaşımlarla geldiler bize. Yine de farklı olma isteğimizi hep koruyarak ve ürün kalitesinden asla ödün vermeyeceğimiz ilkesine sıkı sıkı sarılarak yürüdük. Derya ve Muhlis’in arazileriyle işe başladık. Tabii ortada henüz bir şey yoktu. Sadece şirketi kurmuştuk. Marka yaratabilmek öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Dört kişi kafa kafaya verdik, gecemizi gündüzümüze kattık. Düşüncelerini önemsediğimiz insanlardan destek aldık. “Pina” markası böyle doğdu. Sıfırdan başlamamıza rağmen yavaş yavaş yapılandık.
-İkinci yıl yağın yanı sıra zeytin de, “Pina” ürünleri arasındaki yerini aldı. Birkaç tür denedik ama daha çok “kırma zeytin”e yoğunlaştık. Zeytinyağlı katı ve sıvı sabunlarımızla yelpazemizi zenginleştirdik. Daha farklı, sürpriz ürünler üzerinde de çalışıyoruz.
Merve Purde bu yapı içinde herkesin her işi yapmak durumunda kaldığını dile getiriyor. -Çünkü hiçbirimiz daha önce şirket yönetmedik. Bilgi ve birikimlerimizle birbirimizi desteklememiz kaçınılmazdı. Söze Alp Zerenoğlu devam ediyor. -Her birimiz her işi yapmakla birlikte ayrı ayrı sorumluluklar da üstleniyoruz. Örneğin Derya üretimin liderliğini yürütüyor. Satış ve pazarlama noktasında Muhlis ve Merve devreye giriyor. Dağıtım, bürokrasi ve hukuki meselelerle ben ilgileniyorum. Genelde böyle bir paylaşım var. Hasat döneminde zaten hepimiz mutlaka Ayvalık’tayız. Çünkü zeytinle haşır-neşir olmaktan büyük keyif alıyoruz. Toplanmasından şişelenmesine her ürüne hepimiz değdik, dokunduk. Bu müthiş bir haz. Böyle de devam edeceğiz. ZEYTİNYAĞI ÜRETİCİSİ BİR ÜLKEYİZ AMA ZEYTİNYAĞININ DEĞERİNİ VE KALİTESİNİ PEK BİLMİYORUZ Geçtiğimiz Kasım ayı başında üçüncü hasatlarını gerçekleştiren gençler butik üretim yapmışlar. “Hasat sonrası ilk şişelediğiniz zeytinyağı size neler hissettirdi?” diye sorduğumuzda Merve ve Alp coşkuyla atılıyorlar: -Hemen gösterelim! Cep telefonları çıkıyor. Bakıyoruz. Yağ şişesi ellerinde, mutluluktan havalara uçtukları anı belgeleyen fotoğraf kareleri bunlar. Ayaklar yerden kesilmiş. Ağızlar kulaklarda. Üretmek, değer yaratmak, var olmak herhalde bundan daha güzel ifade edilemez.
26
İpucu istiyoruz. Pek vermiyorlar. Alp Zerenoğlu Avrupa’da örneklerine rastlanan ancak Türkiye’de henüz uygulanmayan bir projenin varlığını belirtmekle yetiniyor. -Bu tür çalışmalarımızın dışında “Pina Büfe” adını verdiğimiz ayrı bir kanalımız, konseptimiz var. Ürünlerimizin bir kısmıyla, özellikle İstanbul’daki restoran şeflerinin katıldığı ve zeytinyağını değişik alanlarda kullanmayı denediğimiz aktiviteler düzenliyoruz. Dip soslardan zeytinyağlıalkollü kokteyllere, çikolatalara kadar. Merve Purde zeytinyağı üreticisi bir ülke olmamıza karşın, zeytinyağının değerinin, kalitesinin pek bilinmediğine dikkat çekiyor. -Zeytinyağını anlatmanın en iyi yolu, onu tattırmak ve bire bir anlatmak. Yağımızı satmaya başladığımızda bunu fark ettik. İnsanların doğru, sağlıklı, kaliteli yağ tüketmeleri için biz ne yapıyoruz? Zeytinleri elle topluyoruz. Güneşin altında bırakmadan, hava alabildikleri kasalara yerleştirip, üç saat içinde fabrikaya gönderiyoruz. Soğuk sıkım yapıyoruz. İyi zeytinyağı ne demek? Zeytinyağı neden ağır olur? Neden kokar? İyi bir zeytinyağı nasıl olmalıdır?.. Bütün bu soruların yanıtlarını hem anlatarak hem de tadım yaptırarak ortaya koyuyoruz; ürettiğimiz yağın farkını herkesin anlamasını istiyoruz. Düzenlediğimiz aktivitelerde “atıştırmalık” konseptlerle sadece sağlıklı zeytinyağını ön plana çıkarmakla kalmıyor, aynı zamanda katılımcıların keyifli bir ortamda bilgilenmelerini sağlıyoruz. AVRUPALI ÜRETİCİ, DESTEĞİ SEZONUN BAŞINDA ALIYOR. BİZDE İSE ÜRETİMİ YAPIP BAŞVURDUKTAN BİR YIL SONRA DESTEK ELİNİZE GEÇERSE, NE ALA! Müşteri portföyleri büyüyünce beş yüz elli ağacın yetersiz kaldığını belirten Derya Hammaş, üretim hacmini arttırabilmek amacıyla toprağını bildikleri çevredeki arazilerin bir bölümünü kiraladıklarını sözlerine ekliyor. -Ayrıca bin küsur da delicemiz var. Onlardan aldığımız yağı Ayvalık Ticaret Odası’nda analiz ettirdik. Aroma olarak badem, kırmızı orman meyveleri ve kırmızı elma
çıktı. Oysa Ayvalık’ta yağlar genelde çimen, enginar aromalı. Bizim yağımızda Ayvalık’ta, hatta Türkiye’de benzerine pek rastlanmayan özel bir tat var. Deliceden ticari anlamda yağ almak mantıklı bir iş değil tabii. Çünkü diğer zeytinlerden elde ettiğiniz yağın üçte biri kadar ürün veriyor. Ama rengi şaraba benzeyen bu yağda, insan sağlığına faydalı maddelerin daha yoğun olduğu saptanmış. Bu yıl delicelerin yağını da pazara sunacağız. Çok özel bir tüketicisi olacaktır diye düşünüyorum. “Delice” işler yapmaya bayılan bu gençler zor günleri geride bırakmış gibi görünüyorlar ama önlerinde uzun bir yol var. Bu yolun pürüzlerle, engellerle dolu olduğunu biliyorlar. Merve Purde; yağlarının kalitesini bir nebze olsun ambalaja yansıtabilmek amacıyla yağ şişelerinin yurtdışından getirildiğini, etiketlerde özel şarap kağıdı kullandıklarını söylüyor. -Ödemelerimizi euro üzerinden yapıyoruz. KDV’si, stopajı derken maliyetler ister istemez artıyor. Hedefleri yurtiçi ve yurtdışında zeytinyağını yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası gibi gören, sağlık/kalite/lezzet arayan bilinçli tüketiciye ulaşmak. Türkiye’de ve dünyada bu anlamda bilinen ve aranan bir marka haline gelmek. 2014 yılında satışa başlamış bir firma olarak, bulundukları noktadan gurur duyuyorlar. Türkiye’deki büyük marketlerin raflarında yerini alan ürünlerini ayrıca Almanya, Amerika, Norveç ve Tayland’a ihraç ediyorlar. Ancak ihracat ayağında Avrupa Birliği’nin koyduğu kota nedeniyle sıkıntı çekiyorlar. Alp Zerenoğlu, Türkiye’nin yüz ton zeytinyağını vergisiz ihraç edebildiğini, buna karşılık Tunus için bu rakamın on bin tona ulaştığının altını çiziyor. -Litre başına 1.27 euro ek vergi ödemek istemeyen alıcılar, bizim yerimize başka ülkeleri tercih ediyorlar. Bu ciddi bir engeldir. Destekler ve geri ödemeler konusundaki sorunları Derya Hammaş özetliyor. -Avrupalı üretici, desteği sezonun başında alıyor. Bizde ise üretimi yapıp başvurduktan bir yıl sonra destek elinize geçerse, ne ala! KOSGEB desteklerinden faydalanabilmek için ise peşin ödemede bulunuyoruz. Örneğin bir fuara katılacağız. Devlet masrafın yüzde altmışını geri ödemeyi kabul ediyor. Ancak bizi zorlayan zaten masrafın tümünü peşin karşılamak. Genç girişimcilerin önündeki bu büyük engel bizleri yoruyor ama çözüyoruz. Peki, para kazanıyorlar mı? Merve Purde’den alıyoruz yanıtını.
etmemiz zor. Eğer zeytinle uğraşmak yerine işimize-gücümüze devam etseydik farklı noktalarda olurduk. Ama bunu göze alarak işe soyunduk. Kazancımızın büyük bölümüyle şirkete yatırım yapıyoruz. Yine de pişmanlık duymayacak kadar kazanıyoruz, diyebilirim. Söyleşimizin sonunda, Vedat Milor’un Hürriyet gazetesinde Ayvalık Hasat Günleri sırasında yayınlanan “Zeytinyağı ve Acı Gerçekler” başlıklı yazısını okuyup okumadıklarını soruyoruz. Zeytinyağının acı gerçeklerini madde madde sıralayan Milor, en kaliteli üç yağ markası arasında Pina’yı da saymış çünkü. Alp Zerenoğlu okuduklarını söylüyor. -“Koşullar ne olursa olsun kalitemizden, ilkelerimizden ödün vermeyeceğiz!” sloganıyla yola çıkmıştık, öyle de devam ediyoruz. Zeytinlerimizi toplarken bile sürecimiz uzuyor, maliyetimiz artıyor. Örneğin sırık kullanmamız gereken yüksek ağaçlarda; ağaç, meyve ve özellikle genç filizlerin zarar görmemesi için bu uygulamaya gitmiyoruz. Bir ağabeyimizin ilginç bir sözü vardı. “Zeytinyağı üreticisi olarak hiçbirimiz cennete gitmeyeceğiz!” demişti. Ama biz gideceğiz! Doğru-düzgün, temiz ve sağlıklı ürünler sunan, kimseyi kandırmayan bir firma olarak anılmak istediğimiz için... Yağımız; “acı gerçekler”i barındırmadığı için... Evet, biz cennete gideceğiz! l
PİNA’CILAR NELERİ SEVİYOR?
Sağlıklı Yaşamayı: “Sağlığımıza dikkat eder, güzel beslenmeyi ve hareket etmeyi ihmal etmeyiz.”
Lezzet Katmayı: “Beraber yemek yapmaktan hoşlanırız. Hem yemeği severiz hem de üstüne konuşmayı.” Paylaşmayı: “Hayatımızı paylaştıkça zenginleştiririz. Benzer yapıda insanlarla bulunduğumuz kalabalıkları severiz.” Sevmeyi: “Ailemiz, dostluklarımız yaşamımızın temelini oluşturur.” Genç Kalmayı: “Dans ederiz, müzik dinleriz, yelken yaparız. Yaşlansak da büyümeyiz. İçimizdeki çocuk her zaman bizimle beraber hareket eder.” Hareket Etmeyi: “En yüksek kayalardan atlarız. Denizin metrelerce altını merak eder, dalıp inceleriz. Her canlıyı ve doğayı severiz.”
-Henüz çok yeni bir kuruluşuz. Ciddi kazançlar elde
27
İktisadi Vizyon UĞUR DÜNDAR
Ayvalık Belediye Başkan Yardımcısı
Ekonomide yeni gündem “refah” olmalı…
28
O bir “Akdenizli” ve seveni çok. İstanbul’da pazar tezgahlarının yanı sıra marketlerde ve manavlarda da sık sık karşımıza çıkıyor. Gördüğü ilgi giderek artıyor olmalı ki, internet aracılığıyla bile pazarlanıyor ve kilosu 3 TL...
AYVALIK KIYILARINDA ÜRETİLEN DENİZ BÖRÜLCESİNDEN YILDA 142.500 DOLAR GELİR SAĞLANIYOR
Ç
evre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) yakın geçmişte ortaklaşa bir proje yürüttü. “Türkiye’nin Deniz ve Kıyı Koruma Alanları Sisteminin Güçlendirilmesi” başlıklı projenin öncelikli amacı ulusal deniz ve kıyı koruma alanları sistemini güçlendirmek ve etkin yönetimini kolaylaştırmaktı.
2009 yılında başlayan bu uzun soluklu proje çerçevesinde Gökova, Foça, Datça, Bozburun, KöyceğizDalyan ve Fethiye-Göcek Özel Çevre Koruma Bölgeleri ile Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nda ekonomik değerleme çalışmaları yapıldı; söz konusu bölgelerin yıllık ürettiği ekonomik değerler saptandı. Toplam 410 milyon dolarlık değerin büyük kısmı turizm ve rekreasyon faaliyetlerinden elde edilirken, atık su arıtımı, karbon tutma, erozyon kontrolü ve balıkçılık gibi başlıkların da değer üretimine önemli katkı sağladığı ortaya çıktı. Araştırma sonunda hazırlanan ve yayınlanan “Ekonomik Analiz Raporu”ndan öğrendiğimize göre, Ayvalık kıyılarında üretilen yıllık ekonomik değer 43 milyon doları buluyor. Bunun 38 milyon doları turizm ve rekreasyon hizmetlerinden, 3.5 milyon doları atık su arıtımından sağlanıyor. Karbon tutma yaklaşık 658 bin dolar, erozyon kontrolü yaklaşık 339 bin 500 dolar, balık yaklaşık 216 bin 500 dolar ve deniz börülcesi ise yaklaşık 142 bin 500 dolarlık katkı yapıyor. Raporda ayrıca deniz kirliliği, altyapı sorunları ve yasadışı balıkçılık faaliyetlerinin Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’nın ekosistemini tehdit ettiği gerçeği ortaya kondu. Bölgede gözlenen denizel kirlilikle birlikte, altyapı ve yapılaşma sorunlarının ve yasadışı balıkçılığın ekosistem için tehlike oluşturduğuna dikkat çekildi. Dahası, bölge yönetim planının oluşturulması, turizmin, bölgenin koruma alanı statüsüne uygun olarak geliştirilmesi ve balık stoklarının verim oranlarının bilimsel yöntemlerle belirlenmesi gerektiği vurgulandı.l
L
DENİZ BÖRÜLCESİ ÇOK DELİŞMENDİR VE HER KILIĞA GİRER
atincesi “salicornia europaea” olan, “kurşun otu”, “geren otu”, “tuzlu ot” adlarıyla da bilinen ve Mayıs ayında arz-ı endam ederek yaz mevsimi boyunca tezgahlarda yerini alan deniz börülcesi tam anlamıyla “Akdenizli” bir ot. Ispanakgiller arasında anılıyor. Denize yakın, kumlu topraklardan hoşlanıyor. Tadına bakıp da sevmeyeni yok. Bir yemek yazarının dediği gibi, deniz börülcesi çok delişmen bir bitki. Her kılığa girebiliyor ve sunduğu lezzet olanaklarıyla sofraları zenginleştiriyor. İster sarımsaklı yoğurtlayın, içine bir tane de domates rendeleyin, ister zeytinyağlı, limonlu sarımsaklı sosa yatırın ya da deniz mahsullerine yatak edin... Ayrıca taratorlusunun pek hoş olduğu da bir başka gerçek. Sözün burasında damak tadına güvendiğimiz gurme-yazar Nedim Atilla’ya kulak verelim: “Deniz börülcesi gerçekten de denizle kucak kucağa büyür. Lezzetli olmasının birinci koşulu da kış mevsimini deniz suyunun altında geçirmesidir. Kumlu, nemli ve tuzlu toprakta yetişir yetişmesine ama asıl koşul denizin suyudur. Deniz kenarı, bataklık kıyılarında kendiliğinden kolayca yetişen “nazsız” bir bitkidir deniz börülcesi. Boyu 40 cm’ye kadar uzayabilir. Eklemli tohumları tespih tanesi gibi dizili, yaprakları gövdeye yapışık pul gibidir. Suyu seven ve depolayan bitkilerden olup, Akdeniz’de sadece Türkiye’nin Ege kıyılarında yetişir. İspanya ve Amerika da biliyormuş bu güzelim bitkiyi. Yaprakları, yağı ve tohumları yüz yıla yakın süredir ilaç hammaddesi olarak kullanılıyordu. Ama biz Egeliler doğal potasyum gereksinimimizi deniz börülcesinden karşılarmışız da haberimiz yokmuş. Tohumlarından elde edilen yağ, ayçiçeği yağına benzer kalitededir. Taze bitkiden çok az bir sürede lezzetli bir çorba yapmak mümkündür. Buharda bile çabucak pişer. Salata olarak ya da özellikle balık ve et yemekleri yanına garnitür olarak da kullanabilirsiniz. Çok sert bir türünden turşu bile yapılmaktadır. İçerdiği potasyum tuzları nedeniyle eskiden külleri sadece cam değil, sabun yapımında da kullanılmıştır.”l
29
Duvarları resimlerle ve aynalarla dolu olan Olimpia Gazinosu’nda kar gibi beyaz önlüklü garsonlar servis yapıyor, müşteriler yaylı sazlar orkestrasının müziği eşliğinde daha çok rakıyla konyak içiyordu
1
ARALIK 1894: OSMANLI AYDINI Dr. ŞERAFEDDİN MAĞMUMİ AYVALIK’TA...
890’lı yıllar… Osmanlı topraklarında kolera salgını var. Bu ürkütücü hastalıkla mücadele etmeleri için bir grup doktor görevli olarak ülkenin çeşitli bölgelerine gönderiliyor. Bunlardan biri de Dr. Şerafeddin Mağmumi.
Mağmumi sırasıyla Bursa, Bandırma, Erdek, Balıkesir, Edremit ve Burhaniye’ye uğruyor. 1894 yılı Aralık ayında, yağmur altında geçen zorlu bir yolculuğun ardından Ayvalık’a ulaşıyor. Birkaç hafta kaldığı Ayvalık’ta hekimliğin yanı sıra kente ilişkin gözlemlerini not ediyor ve bunları 1908 Meşrutiyeti’ni izleyen günlerde kitap olarak yayınlıyor. Mağmumi’nin anıları yıllar sonra, 2001’de Cahit Kayra tarafından Osmanlıca’dan günümüz diline çevriliyor ve “Bir Osmanlı Aydınının Anıları: Yüzyıl Önce Anadolu ve Suriye” adıyla Boyut Kitapları arasında yayınlanıyor.
Dr. Şerafeddin Mağmumi
30
Eserinin Ayvalık’a ayırdığı bölümünde Dr. Mağmumi Edremit’ten Ayvalık’a gelişini, Ayvalık ve Cunda’ya ilişkin gözlemlerini ve Ayvalık’tan ayrılarak maceralı bir vapur yolculuğu sonrası İstanbul’a dönüşünü anlatıyor. AYVALIK’IN EN ÖNEMLİ EKSİKLİĞİ BİR RIHTIMA SAHİP OLMAMASI Ayvalık’ın sağlık koşullarından çok, morfolojik özelliklerine yer verilen “Bir Osmanlı Aydınının Anıları: Yüzyıl Önce Anadolu ve Suriye”de kentin mimari dokusundan gündelik yaşamına, üretim olanaklarından ticari yapısına.... önemli bilgiler, ilgiye değer ayrıntılar yer alıyor. Yazar bir yandan Ayvalık’taki tamamı taş olan evleri, büyük ve sayıları hayli kabarık kiliseleri, Mısır mimarisi tarzında olduğunu düşündüğü okulları, kaldığı Yorgala
Dr. Şerafeddin Mağmumi'nin kaldığı Yorgala Hanı (şimdi boş olan eski vergi dairesi binası)
Hanı’nı (şimdi boş olan eski vergi dairesi binası) anlatırken; bir yandan da gündelik hayata değiniyor. Ayvalık’taki gazino ve kahveleri, bu mekanlara “takılan” insanların eğlence biçimlerini, içtikleri içkileri, kadın ve erkeklerin davranış kalıplarını ve giyim tercihlerini paylaşıyor okurlarıyla.
Şerafeddin Mağmumi, “Gezmek ve hava almak için özel yerler aramak gerekmez, kent çevresinin her noktasında bin türlü güzellikler vardır,” sözleriyle yücelttiği, ancak hekim gözüyle baktığında sağlık koşullarını pek beğenmediği Ayvalık’tan 11 Ocak 1895’te ayrılıyor ve vapurla İstanbul’a gidiyor. 1931 yılında orada ölüyor.
Bu arada bizi, duvarları resimlerle ve aynalarla dolu olan, bir yaylı sazlar orkestrasının sahne aldığı, kar gibi beyaz önlüklü garsonların servis yaptığı ve insanların daha çok rakıyla konyak içtiği Olimpia Gazinosu’na götürüyor. “Ayvalık’ın en önemli eksikliği bir rıhtıma sahip olmamasıdır!” dedikten sonra o yıllarda zenginliğiyle öne çıkan kentin zeytinyağından, sabun ve deri üretiminden, nasıl bir bolluk içinde olduğundan ve fiyatların ucuzluğundan söz ediyor.
Not: Dr. Mağmumi hakkında daha geniş bilgi edinmek isteyenlere, Prof. Dr. Nazım H. Polat’ın, Büke Yayınları arasında 2002 yılında basılan “Dr. Şerafeddin Mağmumi-Bir Jöntürk’ün Serüveni” adlı kitabını tavsiye edebiliriz.l
Dr. Şerafeddin Mağmumi’den, “Balıkçı alamanalarına benzeyen bir kayıkla gittiği” Cunda Adası’nın 120 yıl önceki durumu hakkında da bilgi ediniyoruz. Özetlersek, 1894 yılında adada yaklaşık 8-10 bin kişi yaşıyor. Hane sayısı bin beş yüz kadar. Yerleşim alanının tepesinde yer alan yel değirmenleri harap durumda. Adada dört ilkokul, bir kız okulu, bir öksüzler yurdu bulunuyor. Sokakları Ayvalık’ın sokaklarından daha geniş ve sanat eseri değerinde süslü kiliselere sahip. Ayvalık limanına bakan Dalyan Boğazı eskiden daha sığken, 1880’li yıllarda yapılan çalışmalarla derinleştirilmiş ve büyük gemilerin geçmesine imkan sağlanmış. Ada sakinlerinin en önemli geçim kaynakları ise zeytincilik, balıkçılık, değirmencilik ve şarapçılık. 2. Meşrutiyet’i hazırlayan Jöntürk Hareketi’nin öncülerinden ve yönlendiricilerinden olan Dr.
AYVALIK'TA EKONOMİ GÜÇLENDİKÇE KÜLTÜR ORTAMI DA ZENGİNLEŞTİ
Bir kıyı kenti olan Ayvalık 18. ve 19. yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde önemli bir Rum yerleşimiydi. Nüfusu 1890 yılında 21.666’ya ulaşmıştı ve bu nüfusun tamamını Rumlar oluşturuyordu. 1880’lerden itibaren zeytin ve yan ürünlerine dayalı üretimin güçlenmesiyle birlikte kent önemli bir ticaret merkezine dönüştü. Ekonomik alandaki bu başarı, kentte zengin bir kültür ortamının gelişmesini de beraberinde getirdi. Kültürel zenginleşme, 19. yüzyılda gündelik yaşamdaki “standardı yükseltmesinin” yanı sıra kentsel dokuyu oluşturan yapı çeşitliliğine de özgün bir nitelik kazandırdı.
31
Kadın Mutfakları yazı dizimizin son iki “lezzet durağı” Cunda’dan: Ayna Yeme İçme Oturma Yeri ve Lal Girit Mutfağı... Damak zevkinize cevap veren yemeklerin yanı sıra farklı/özel/yeni tatları da keşfedebileceğiniz bu özgün mekanlarda arzu edenler bir kadeh bir şey de içebiliyor
NİHAL SAYIN-EZGİ GÜVEN/“AYNA YEME İÇME OTURMA YERİ”
“BULUNDUĞUMUZ COĞRAFYAYA SAYGIYI İLKE EDİNDİĞİMİZ İÇİN, NE KADAR İYİ BİLİRSEK BİLELİM BAŞKA BİR YÖREYE AİT HİÇBİR LEZZETE MENÜDE YER VERMİYORUZ”
C
unda Çarşı Caddesi üzerinde, iki katlı tarihi bir binada hizmet veren Ayna Yeme İçme Oturma Yeri’ni emekli edebiyat öğretmeni Nihal Sayın kızı Ezgi Güven’le birlikte işletiyor. Nihal Sayın Karadenizli. Ayvalık’a on beş yıl önce yerleşmiş.
-Geniş ve çokkültürlü bir aileden geliyorum. Aile mutfağımız kuzeyin, güneyin, doğunun, batının lezzetleriyle zenginleşmiş bir mutfaktır. Buna bir de Ayvalık eklendi. Bu Nihal Sayın ve kızı Ezgi Güven coğrafya; pazarıyla, yöresel yemekleriyle, zeytinyağıyla insana ilham veriyor ve adeta yemek yapmaya zorluyor. Ben de Hayat Bahçesi’nde başladığım yemeiçme işini, 2005 yılında Ayna’ya taşıdım. Burada kızım, kardeşlerim ve kuzenlerimle birlikte bir şeyler yapmaya çalıştık. Geriye dönüp baktığımda, “İyi ki Ayna’yı açmışım,” diyorum. Ayna sade, rahat ve şık bir mekan. Usta eller tarafından tasarlandığı hemen fark ediliyor. Müzik teknolojileri eğitimi alan ancak mesleğini bırakıp on yıl önce annesiyle çalışmaya başlayan Ezgi Güven bu konuda dostlarından yardım aldıklarını söylüyor. -Heykeltraş Can Erçin’in çok katkısı oldu bize. Logomuz da ona ait. Mutfağımız ve diğer tasarımlar mimar kuzenim Barbaros Tosun’un imzasını taşıyor. Zaten içerideki fazlalıklardan kurtulduktan sonra binanın güzelliği ortaya çıktı ve pek bir şey yapmamıza gerek kalmadı. Ortaklaşa bir çalışma ve küçük dokunuşlarla istediğimiz atmosferi yakaladık. Binanın yüksek tavanları büyük aynalar kullanmamıza izin verdi. Böylece daha geniş, daha sıcak, daha aydınlık bir ortam yaratabildik. Mekana “Ayna” adını vermelerinin tek nedeni bu değil.
32
Nihal Sayın aynanın farklı ve güzel anlamlar taşıdığını söylüyor.
-Aynalar hiç yalan söylemez, gerçeği olduğu gibi yansıtır. Öte yandan Ayvalık’taki eski yapılarda fazlasıyla kullanılan bir aksesuvar ayna... Bütün bu saydıklarımız bir araya gelince, “Ayna” ismine karar kıldık. Burası sekiz masalı, otuz altı metrekare bir yer. Sezonda ara sokağa sigara içenler için bir-iki masa ilave ediyoruz. Zaten daha fazlasına yetişemeyiz. Yasa gereği mutfağın metrekaresiyle ağırladığınız konuk sayısı arasında bir oran saptanmış. Biz kendi işletmemizde bu oranı gözetiyoruz ve pek çok büyük restorandan daha geniş bir mutfağımız olduğu halde konuk sayısını arttırarak mutfağımızı sıkıştırmak istemiyoruz. Ayna’nın sekiz kişilik sabit kadrosu, yazın on iki kişiye çıkıyor. Mesai sabah dokuzda başlıyor. Rutin temizliğin ardından görev dağılımına göre herkes işinin başına geçiyor. Kahvaltı servisi, öğle ve akşam yemekleri hazırlanırken, alışveriş yapılıyor. Taze Ege otları, sebzeler Cunda ve Perşembe pazarlarıyla Bergamalı bir toptancıdan sağlanıyor. Arkadaşlarının Kaz dağlarından getirdikleri ekolojik ürünleri de konuklarıyla paylaşan anne-kız özellikle yaz aylarında günde on altı saat çalışıyorlar.
CUNDA’NIN VE AYVALIK’IN YAŞLILARINDAN ÖĞRENDİĞİM UNUTULMUŞ YEMEKLERİ CANLANDIRMAYI SEVİYORUM Nihal Sayın, mutfağını “Ege” olarak tanımlıyor. -Pazarda ne varsa, tencerede o pişiyor. Asla dondurulmuş, kurutulmuş, paket ürün kullanmıyoruz. Bunun yanı sıra bulunduğumuz coğrafyaya saygıyı ilke edindiğimiz için,
ne kadar iyi bilirsek bilelim başka bir yöreye ait hiçbir lezzete menüde yer vermiyoruz. Ben artık Ayvalıklıyım ve insanlar Ayvalık’a yerel tatlar almaya geliyorlar. Bırakın herhangi bir Karadeniz yemeği yapmayı, kendi denizimizden çıkmayan bir tek balığı bile pişirmiyorum. Cunda’nın, Ayvalık’ın yaşlılarından öğrendiğim unutulmuş yemekleri canlandırmayı seviyorum. Örneğin; “Aa! Bu çorbayı anneannem de yapardı...” dendiğinde çok hoşuma gidiyor. Ayvalık’ın, Cunda’nın gastronomik bir özelliği var ve bu özelliğe herkesin saygı göstermesini bekliyorum. Güneyin, kuzeyin tatlarıyla ya da laboratuvarda üretilen yağlarla Cunda yemeği yapılmaz. Derin dondurucuda tutulan, kötü koşullarda stoklanan malzemeleri kullanarak da yapılmaz. Bizim en çok dikkat ettiğimiz noktalar bunlar; her şeyi “Ayvalık usulü” yapmaya özen gösteriyoruz. Ayna’nın üst katında Ezgi Güven’in “unlu mamuller” mutfağı yer alıyor. Kahvaltıda ya da akşam üzeri yiyebileceğiniz pastalar, çörekler, börekler, tatlılar, ekmekler bu mutfakta hazırlanıyor. -Tam buğday unundan ekşi mayayla endüstriyel olmayan ekmekler yapmaya çalışıyorum. Çöreklerde, böreklerde Ayvalık’ın loru, çok özel bir malzeme olarak öne çıkıyor. Lorlu-otlu yumurtamız, arapsaçılı ev böreğimiz konuklarımızın favorisi. Zaten kahvaltılarımızın özelliği tamamen bölgenin ürünlerini kullanmamızdan kaynaklanıyor. Asla büyük marketlerden peynir almıyor, buradaki mandıralardan alışveriş ediyoruz. Teneke tulum, iyi bir bal, gerçek bir kaymak, annemin, teyzemin yaptığı reçeller, yanında zeytinli ekmek... Kahvaltımız böyle. Öğle ve akşam yemeklerinin gözdesi neler? Menü nasıl hazırlanıyor? Bu bilgileri de Nihal Sayın veriyor bize. -Zeytinyağlı yemekler ve deniz ürünleri ağırlıklı kalıcı bir menümüz var. Limonda pişmiş soğuk balık, beş farklı lezzeti tadabileceğiniz zeytinyağlı tabağı iyi birer başlangıç. Izgara kalamar, baharatlı sübye kavurma, peynirli fırın kabak, balık sahanaki, deniz ürünleri güveci, asma yaprağında sardalye, cevizli erişte, şımarık pilav -mürekkepli, siyah bir pilav bu ve en sevilen yemeklerimizden biri-, enginar... Sezonu kırk gün süren enginarın kırk gün boyunca kırk ayrı çeşit yemeğini yapıyoruz. Enginarlı pilav, lorlu enginar, enginar çorbası, sebzeli enginar yemekleri hemen aklıma geliverenler... Deniz ürünleri dışında köfte, bonfile gibi seçenekler sunuyoruz. Listemizde özellikle çocuklu aileler, diyabetli, yaşlı konuklar için mutlaka zeytinli tarhana, ısırganotu çorbası gibi sağlıklı bir çorbamız oluyor. Kısacası menümüz başlangıçlar dahil otuz çeşit. Ayrıca kendileri ve personel için mevsim sebzeleri ağırlıklı bir-iki yemek hazırladıklarını söyleyen Sayın, “Siz ne yiyorsanız, biz de ondan istiyoruz!” diyen müşterilerle bu menüyü de paylaştıklarını dile getiriyor. Yemeğini tatlıyla taçlandırmayı arzu edenleri ise gününe göre ayvalı tart, chese kek, sakızlı muhallebi, armut, lor veya kabak tatlısı, helva gibi özel lezzetler bekliyor.
SEBZE VE MEYVELERİ BİLE FİLTRE EDİLMİŞ SUYLA YIKIYORUZ Tripadvisor’dan 5 üzerinden 4.5 puan alan Ayna’nın müşteri profilini merak ediyoruz. -Daha çok sağlıklı beslenmeyi önemseyenleri ağırlıyoruz. Çocuklu ailelerin en fazla ilgi gösterdikleri mekan olduğumuzu söyleyebilirim. Çünkü pişirdiklerimize katkı maddesi, herhangi bir tatlandırıcı koymuyoruz. Yani hem kendileri hem de çocukları için temiz, sağlıklı gıda arayan ve moda olmuş tatların dışında uygun malzemelerle hazırlanmış özenli yemekleri tercih edenler geliyorlar bize. Ayna açıldığında yirmi beş yaşındaydım. Doğumlarına tanık olduğum çocuklar var. Şimdi kocaman oldular. Onlar benim için çok özeller. Bize destek veren insanlar var sonra. Birkaç gün görmezsek “Neredeler? Başlarına bir şey mi geldi?” diye kaygı duyduğumuz... Yani artık konuklarımızla aile gibi olduk. Ayna Yeme İçme Oturma Yeri pek çok ünlü konuğu da ağırlıyor. Ancak Nihal Hanım kültür/sanat/edebiyat/ siyaset/medya dünyasının tanınmış isimlerini tek tek sayamayacağını söylüyor. -Ama bana ilk kez Ayvalık’ı gezdiren, buraya yerleşmemde etkisi olan Feyza Hepçilingirler’i, tabaklarımı tasarlayan Tulya Madra’yı anmadan geçemem tabii. Yeni yıl yaklaşırken, Ayna’nın bu konudaki hazırlıklarını merak ediyoruz. - Yerimiz olmadığı için müzikli-danslı bir program gerçekleştiremiyoruz. Misafirlerimizle birlikte keyifli bir yemek yiyip, sohbet ediyoruz. Sabit menümüze yeni yıl tatları ekliyoruz. Örneğin kocaman bir balkabağı içine kestaneli, deniz ürünlü pilav yapıyoruz. Ya da Cumhuriyet Fırını’nda üstüne bol baharat, kuruyemiş serpilmiş dev bir ekmek pişirtiyoruz. İsteyen herkes bir köşesinden kesip yiyor. Yani kendi çapımızda sürprizler hazırlamayı seviyoruz. Peki, Ayna’da “kalite–fiyat dengesi” nasıl? -Genelde pahalı bir mekan olduğumuz algısı yaygın ama sağlık koşullarına uyduğunuz zaman maliyet artıyor. Biz sebze ve meyveleri bile filtre edilmiş suyla yıkıyoruz. Her şeyde kaliteyi ön planda tuttuğumuz için kalite-fiyat dengesi gözetildiğinde “hesaplı” bir restoran olduğumuzu belirtmek isterim.l
SEBZELİ SARDALYE
Sardalyelerin kuyrukları kalacak şekilde kılçıkları çıkarılır. Filetolar tuz, karabiber, zeytinyağı ile marine edilir. Bir başka kapta pırasa, kuru soğan, maydanoz, dereotu incecik kıyılarak iç hazırlanır. Sahan ya da tepsiye bir kat sardalye döşenir. Yaptığımız harç eklenir. Bolca zeytinyağı gezdirildikten sonra üzeri kalan sardalye filetolarıyla kapatılır, fırına verilir.
33
EMİNE ELİK/“LAL GİRİT MUTFAĞI”
“FARKLI TATLAR ARAYANLAR İÇİN SEZONDA ANA SICAKLAR DAHİL OTUZ SEKİZ ÇEŞİT LEZZET SUNUYORUZ”
S
ektörde on üç yılı başarıyla geride bırakan Lal Girit’in mutfağı Emine Elik’ten soruluyor. Annesi Selanik kökenli olan Emine Elik’in baba tarafıysa Midilli göçmeni. Bu nedenle her iki mutfağın tatlarıyla büyümüş.
-Çocukken üç yıl kadar anneannemin yanında kalmıştım. Bu üç yılın benim için büyük bir şans olacağını o zamanlar bilemezdim tabii. Anneannem sabah erkenden kalkar, yazın Emine Elik bile bamyasını, türlüsünü, çığırtmasını zeytin odununun ateşinde pişirirdi. Boyu bazen bir metreyi bulan incecik bir patlıcan türünden yapılırdı çığırtma. Bu eski tohum patlıcanları omuzunuza attığınızda iki yandan sarkar, sallanırdı. Onları dolama halinde çizer, çiğliği gidene kadar zeytinyağında öldürür, sonra sıra sıra tepsiye dizerdi. Bol sarmısaklı domates sosu ilave eder, fırına sürerdi. Nefis bir yemekti. Hele bir de üzerine yoğurt gezdirirseniz... Bamyanın içine tahta tokmakla çıtlatılıp bırakılan koruğu ya da kül suyuyla kalburabastı yapmayı hep anneannesinden öğrenmiş Emine Elik. -Su değirmeninde öğütülmüş undan yaptığı kalburabastıyı zeytin odununun yandığı maşinganın fırınına atardı. Şimdi ben nereden bulurum o unu? Bu yüzden kalburabastı menümde yok örneğin. Lal Girit Mutfağı iç mekandaki sekiz masasıyla aynı anda otuz beş kişiyi ağırlayacak kapasiteye sahip. -Yazın insanlar açık havada olmak istiyorlar. Bahçeye on yedi, on sekiz masa atabiliyoruz. Tabii sirkülasyon olduğunda yirmi, yirmi beş masaya çıkabiliyoruz. Burası bir aile işletmesi. Büyük kızım mutfakta benimle çalışıyor, küçük kızımsa serviste babasına yardım ediyor. Sezon başladığında öğle yemeğini kaldırıyoruz. Çünkü o yoğunlukta akşam servisine hazırlanmamız ve bu hazırlıkların mutfakta sağlıklı koşullarda sürmesi mümkün değil. Zaman yetmez ve gereken hijyen koşullarını sağlayamayız.
34
ÖZELLİKLE GENÇ ÇİFTLERİN GİDEREK ARTAN İLGİSİ BENİ ÇOK MUTLU EDİYOR
Yazın rezervasyonsuz zor yer bulabildiğiniz Lal Girit Mutfağı, kış aylarında hafta sonunu Ayvalık’ta geçiren İstanbullu, Bursalı, İzmirli konuklarını ağırlıyor. -Aslında on iki ay boyunca Lal Girit Mutfağı’na gelenlerin yüzde seksenini bizi bilen, tanıyan sürekli müşterilerimiz oluşturuyor. Ama her geçen yıl onlara yerli ve yabancı yeni dostlarımız ekleniyor. Özellikle genç çiftlerin giderek artan ilgisi beni çok mutlu ediyor. “Mezenin hası burada,” cümlesini hiç tevazu göstermeden kuracak kadar iddialı olmama rağmen damak zevkine güvendiğim Ayvalıklılar bize pek gelmiyor, kıyıdaki mekanları tercih ediyorlar. Denize karşı yemek güzel elbette ama lezzet ikinci plana atılabilecek bir şey değil. Kısacası bizi besleyen, ayakta durmamızı sağlayanlar İstanbul ve Bursa gibi illerimizden gelen insanlar. Ben Ayvalıklıları da bekliyorum. Sabah alelacele bir kahvaltı edip meze ağırlıklı mutfağına giriyor Emine Elik. Haşlanacaklar haşlanıyor, közlenecekler közleniyor, mezeler yapılıyor. Öğleden sonra fırın yemekleri hazırlanıyor. Sıcak yemekler, kabak çiçeği dolması gibi müşterinin önüne ılık gelmesi gerekenler, saatinde fırına gönderiliyor. -Ben kendi aileme yemek hazırlar gibi çalışıyorum burada. Saat dokuz gibi geliyorum ve son masamız kalkana dek restoranı kapatmıyoruz. Gece bir buçukikiyi buluyoruz yani. İnanın bazen sabah ağzıma attığım birkaç lokma dışında bir şey yiyecek vaktim olmuyor. Restoran boşalınca temizliğe girişiyorum. Ortalık toparlanıyor. Emine Elik alışverişini mutlaka kendisi yapıyor. Cunda, Perşembe, Altınova ve Armutçuk pazarlarına gidiyor. -Otlardan kırmızı ete, her şeyi tanıdıklarımdan alıyorum. Özellikle Altınova pazarı ot açısından mutfağımı çok besliyor. Böreğimizin olmazsa olmazı pırasayı Gömeç’ten, kabak çiçeklerini yine Altınova’dan, yerli üreticilerimizden
temin ediyorum. Dostlarımızın “efsane” diye niteledikleri tandır tadındaki “kekikli kuzu kol”un eti de Cunda’daki kasabımdan... Bu yemeği babaannemden öğrenmiştim. BALIK YAPMIYORUM ÇÜNKÜ İKİ-ÜÇ GÜNLÜK BALIĞI KİMSEYE TAZE DİYE SUNAMAM Emine Elik, menüyü hazırlarken herkesin damak zevkini gözettiğini söylüyor. Konuklarının olmazsa olmazlarını iyi biliyor ve hep bulunduruyor. Örneğin pabucaki, doğal kuru domates yoğurtlaması, pancar salatası, Girit lokumu, biberin bahçesi, közlenmiş patlıcan ezmesi, sıcak ot, kabak çiçeği dolması, asma yaprağında sarılı enginar, enginar dolması, Girit kabağı yoğurtlaması, Girit kabağı mücveri (ızgara), Saganaki (güveçte fırın peynir) gibi... Ana yemek “kekikli kuzu kol” ise mutlaka her gün pişiyor. Bademli ezme, zeytinyağlı ayva, Emine Hanım’ın farklı tatlar yakalama arzusuyla yarattığı lezzetlerden yalnızca birkaçı... Peki Lal Girit’te deniz ürünleri yok mu? -Var tabii ama balık yapmıyorum çünkü iki-üç günlük balığı kimseye taze diye sunamam. Ancak illa balık isteniyorsa, “Getirin, pişirelim,” diyoruz. Balık dışında elbetteki deniz ürünlerimiz var. Taze portakal suyuyla pişirdiğim sübye, zeytinyağı veya tereyağında sarmısaklı/ kekikli kırmızı karides, uskumru füme, midye dolma, soya soslu dil balığı menümüzde yer buluyorlar. Sezonda ana sıcaklar dahil otuz sekiz çeşit lezzeti Lal Girit Mutfağı’na gelenlerin tadımına sunuyoruz. Ayrıca seçilen her şeyin ne olduğunu, nasıl yapıldığını da konuklarımıza tek tek açıklıyorum ki ne yediklerini bilsinler. Örneğin istifnoyu anlatırken onun kendine özgü rayihasını dile getiriyorum çünkü bildiğiniz gibi biraz acıdır ve herkes bu tadı sevmeyebilir. Lal Girit Mutfağı olarak, kalite-fiyat dengesini iyi kurmuş olduklarını gelen konukların tepkilerinden anlıyorlar. -Gelen dostlarımız (müşteri kelimesini sevmiyor), lezzet kadar fiyat politikamızdan da hoşnutlar. NTV’nin ”Bir Evin Bahçesinden Lezzetler”, Kanaltürk’ün ”Burada Ne Yenir” programlarında yer alan ve Mehmet Yaşin’in CNN Türk’te tanıttığı Lal Girit Mutfağı; Foursquare’da (gittiğiniz mekanların akıllı cep telefonlarınız aracılığıyla listenizdeki arkadaşlarınızla paylaşabildiğiniz sosyal ağ sitesi) “I0” üzerinden 9.34 puana yükselmiş. Bağımsız turizm sitesi Tripadvisor’da da övgüyle söz edilen Lal Girit’in konukları arasında iş/siyaset/sanat çevresinden pek çok isim var. -Güldal Mumcu her yaz mutlaka bahçemize konuk olur. Murathan Mungan, Ayşe Kulin hemen sayacağım isimler. Son iki yıldır Rahmi Koç’u ağırlıyoruz. Otlu peynirim (kendi imalatı) Koç’un favori mezesidir. Giderken, İstanbul’a da götürmek istedi. Ben de yaptım. Çok zarif bir insandır. Yemek sonrası bana bir teşekkür mektubu ve bir kutu çikolata göndermişti. Lal Girit Mutfağı’nın 2016’ya nasıl bir menüyle gireceğini merak ediyoruz. -Açık yüreklilikle söyleyeyim ki yeni yıl için fiks menüm, eğlencem yok. Menü aynı menü. Yalnızca adet olduğu üzere küçük bir hindiyi fırına vereceğim, yanına pilavımı yapacağım. Işıklarım, kapım bizimle olmak isteyenlere açık olacak. l
PANCAR KAVURMASI
Taze, küçük kırmızı pancarlar haşlanır. Haşlanan pancarlar “ayva dilimi” doğranır. Salata soğanı gibi kestiğimiz iki küçük soğan, yanmaz tavada az bir zeytinyağıyla karamelize edilir. Soğanın çiğliği giderildikten sonra pancar dilimleri tavaya konur. Tuzu ekilir. Böylece yaklaşık on dakika kadar çevrilir. Başka bir kapta hazırlanan sarmısaklı süzme yoğurt, soğuyan pancarların üzerine dökülür, iyice karıştırılıp servis tabağına alınır. Üzeri herhangi bir yeşillikle veya cevizle süslenir.
35
Akademik Bakış
Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
Festivallerin yerel ekonomiye ve turizme katkıları ve 11. Ayvalık Zeytin Hasat etkinlikleri
F
estival turizmi, dünyada son yıllarda büyük bir gelişme gösteren, sağladığı ekonomik, sosyal ve kültürel getirilerin büyüklüğü ile ülkelerin turizm pazarlama ve stratejilerinde önemli yer tutan bir turizm türü olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’nin turizm alanında en önemli rakipleri arasında yer alan İspanya ve İtalya’nın yerel ve ulusal festivalleri tanıtma, marka farkındalığı yaratma, imaj geliştirme ve yeni destinasyonlar oluşturma gibi noktalardaki başarıları bilinmektedir. Bu çerçevede ilgili ülkelerin festivaller süresince önemli sayılarda ziyaretçi çekerek yerel ekonomiye ve ülkeye küçümsenemeyecek ekonomik kazanımlar sağladıklarını söyleyebiliriz. Günümüzde gittikçe büyüyen turizm pazarından daha fazla pay alabilmek ve potansiyel ziyaretçilerin değişen isteklerini karşılayabilmek isteyen ülkeler ellerinde bulunan imkanların dışında pazara yeni turistik ürünler sunmak için kıyasıya rekabet halindedirler. İnsanlık tarihinin en eski etkinliklerinden olan festivaller; bu turistik ürünlerin en önemlisidir. Toplumların kültürel değerlerinin bir geçmişi olan, geçmişten başlayan ve günümüze kadar gelen festivaller o bölgede yaşayan kültürün gelecek kuşaklara da aktarılmasını sağlayan en önemli araçlardır. Bölgede bir yaşam kültürü yaratan, kültürel ve sosyal yönlerin öne çıkarıldığı ve topluma çok önemli yararlar sağlayan festivaller, günümüzde farklı bir nitelik kazanarak, birçok ülkenin turizm pazarlama stratejilerinde yer almaktadır. Bireylerin farklı kültürleri tanıma ve kültürel etkinliklerde bulunma isteğini en güzel biçimde özgürce, renkli ve eğlenceli faaliyetlerle geçirme istekleri ancak çeşitli festivallerle karşılanabilmektedir. Uzun yıllardır; dünyanın birçok ülkesinde değişik amaçlarla çok renkli festivaller düzenlenmektedir. Aslında birçoğunun çıkış noktası dini birer etkinlik olan bu gelenekler, zamanla insanoğlunun eğlence arayışına yenik düşerek birer festivale dönüşüp amacından çok uzaklaşmıştır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde her yıl geleneksel olarak tekrarlanan bu festivaller arasından en popüler olanları; St. Patrick’s Günü Festivali
36
(İrlanda), Venedik Karnavalı (İtalya), Love Parade (BerlinAlmanya) ve Holi (Hindistan) festivalleridir. Türkiye’den ise bu örneklere Adana Film Festivali eklenebilir. Görüldüğü gibi; festivaller günümüz turizm pazarının önemli bir kolunu teşkil etmektedir. Festivaller çok önemli ekonomik etkilere de sahiptir. Örneğin Cannes Film Festivali ile ilgili paylaşacağım bilgiler herkesi şaşırtabilir. Resmi rakamlara göre; festival, Cannes ve çevresine 2014 yılında tam 72 milyon Euro tutarında bir gelir sağlamıştır. Festival süresince yönetmen ya da dağıtımcı olarak 12.000 kadar katılımcıyı ve bunun yanı sıra 4500 gazeteciyi ağırlayan Cannes şehrinde sinema yıldızlarını Festival sarayının ünlü merdivenlerinde görmek isteyen binlerce turist de kırmızı halının etrafında toplandığından, festival boyunca Cannes nüfusunun üçe katlandığını söyleyebiliriz. 67. kez festivalin düzenlendiği Mayıs 2014’te Provence-AlplerCote d’Azur bölgesini tam 84.400 kişi ziyaret etmiş ve bölgeye 65,3 milyon Euro’luk bir ekonomik girdi bırakmıştır. Yani toplam 72 milyon Euro’luk kazancın yüzde 92’si bölgeye bu etkinlik için gelen turistlerden elde edilmiştir. Nitekim oteller de festival boyunca iki haftalık sürede mevcut cirolarını yüzde 15 arttırmışlardır. Başlangıçta; bu organizasyonun maliyeti 20 milyon Euro olarak hesaplanmıştır. Ancak festival bittiğinde Cannes ekonomisine katkısı dört katı büyüklüğünde olmuştur. Festival turizminin bir diğer katkısı; bölge turizmini hem dönemsel hem de bölgesel olarak genişletmeye yardımcı olmasıdır. Yani; festivaller belli mevsimler ya da destinasyon sınırları içerisine sıkışan ülkelerin turizminin geliştirilmesine katkı sağlamaktadır. Ayrıca festivaller sayesinde yöre ve ülkenin sahip olduğu kültürel değerler sergilenerek ev sahibi ülke, belli kentlerin ve hatta en küçük yerleşimlerin dahi dünya kamuoyuna tanıtımını etkili biçimde yapabilmekte ve yöre kısa sürede marka kentler arasına anılabilmektedir. 6-7-8 Kasım 2015 tarihlerinde Ayvalık’ta gerçekleştirilen “11. Uluslararası Ayvalık Zeytin Hasat Günleri”ne de bu
perspektiften bakabiliriz. Henüz çok yeni ve büyüme döneminde olan bu etkinliklerin fikir babası Ayvalık Ticaret Odası ve Ayvalık Belediyesi’dir. Bu anlamda etkinliği başlatan ve günümüze kadar ulaşmasını sağlayan Ayvalık Ticaret Odası başkanları ve Yönetim Kurulu’na, Ayvalık Belediyesi başkanlarına ve Belediye Meclis üyelerine teşekkür etmek gerekiyor. Yunanistan, İtalya ve Fransa’dan konusunda uzman olan kişilerin katıldığı etkinlikler Ayvalık ve Balıkesir protokolünün da yer aldığı “Zeytine Minnet yürüyüşü” ile başlamıştır. İlk gün Ayvalık Ticaret Odası’nda yapılan panele, ikinci gün Cunda Kültür Merkezi’nde Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın moderatörlüğünü yaptığı ikinci panelle devam edilmiştir. Etkinliğe Küçükköy meydanında verilen geleneksel öğle yemeği ve Ayvalık Belediyesi’nin sosyal sorumluluk projesi çerçevesinde “Zeytin Çekirdekleri” korosunun güzel konseriyle devam edilmiştir. Zeytin üreticileri için geçen yıl Ayvalık merkezde açılan standtlar ilk defa bu yıl farklı bir alana taşınmış ve Eski Garaj’da açılmıştır. Yazımın başında belirttiğim ve dünyadan örneklerini verdiğim festivallerin de başlangıç tarihlerine ve yaşadıkları süreçlere bakıldığında benzer özellikler görülmektedir. Yani dar, sıkıntılı ve daha az katılımcıyla yıllar önce başlayan festivaller; bugün ilgili ülkelerin ve bölgelerin birer ekonomik kurtarıcısı olmuşlardır. Burada önemli olan bu festivalleri başlatabilmek ve kurumsallaşmasını sağlayarak uzun yıllar boyunca sürdürebilmektir. Çünkü neresinden bakılırsa bakılsın bu tür organizasyonlar emek, para ve yetenek işidir. Bu anlamda Ayvalık’ta bu etkinlikleri başlatan ve 11 yıldır yürüten her iki kuruma ve özellikle Sayın Rahmi Gençer ve Sayın İbrahim Kantarcı’yı alkışlamak ve kutlamak gerekir. Her yıl yenilenen ve bölgede farkındalık yaratan bir etkinlik olarak öne çıkan bu çalışmalar aynı zamanda ulusal ve uluslararası görsel ve yazılı basında yörenin de tanınmasına önemli katkı sağlamaktadır. Bu noktada önerim; bu etkinliğin süre olarak biraz daha uzatılması ve içine gastronomi, kültür ve doğa gibi turistik ögelerin konularak daha fazla kişinin yöreye getirilmesinin amaçlanmasıdır. Bunun yanında, yörede bu başlıkları (gastronomi, kültür ve doğa gibi) içeren farklı tarihlerde benzeri etkinlikler düzenlenerek yöre ekonomisine katma değer yaratılabilir. Bu noktada bu etkinliklerin güçlü sponsorlarla yapılması veya güçlü şirketlerin bu tür projelerde yer almasının sağlanması temel zorunluluktur. Önümüzdeki yıl daha güzel, daha doyurucu ve daha çok insanın katıldığı bir etkinlikte buluşmak ümidiyle, sağlıcakla kalın….l
Dergimizi baskıya hazırladığımız günlerde (4-5-6 Aralık 2015) Ayvalık Belediyesi tarafından İsmet İnönü Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Ayvalık UNESCO Dünya Mirası Listesi Yolunda" başlıklı çalıştaya ilişkin geniş haberimizi önümüzdeki sayıda bulacaksınız. 37
Macit Gönlügür “bizim buralardan” bir sanatçı... Bergamalı ve orada yaşıyor. Yüzyıllardır unutulan kültür varlığımız parşömeni gün yüzüne çıkarmış ve resimlerini de parşömen üzerine yapıyor. 11. Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri kapsamında Muhip Özyiğit Kültür ve Sanat Merkezi’nde açtığı sergiyi gezdik, çok beğendik. Bu arada bizi kırmadı, sorularımızı yanıtladı
S
“BERGAMALI” PARŞÖMEN, BERGAMALI SANATÇI MACİT GÖNLÜGÜR’ÜN ELLLERİNDE YENİDEN HAYAT BULUYOR
ayın Macit Gönlügür, sizi tanıyabilir miyiz?
-1951 Bergama doğumluyum. Yaşamım genel olarak yoğun çalışma ortamında geçti. Uzun yıllar otomotiv sektöründe görev yaptım. 2005 yılından bu yana da parşömen üretimiyle uğraşıyorum. Parşömen nedir ve ne zamandır hayatımızda?
istersiniz?
-Bergama’nın bir “ilkler şehri” olduğunu söylemek yanlış olmaz... Bu ilklerden biri de parşömen. Bergama ve parşömen gerçekten de çok iyi örtüşen iki değerimiz. Biraz da, Pergamon Parchment Grubu ve kuruluş amaçları hakkında bilgi verir misiniz?
-Kurucusu olduğum Pergamon Parchment kapılarını 2005 yılında açtı. Butik bir -Parşömenin işletme... Temel amacı, bulunması, ateşin ve “Bugün yalnızca sanatsal amaçlarla kullanılan Bergama’mızın, ne tekerleğin bulunması parşömenin, tekrar Bergama’da üretilmesini, yazık ki, yerin altında kadar önemli bir olay. sergilenmesini, turistik ve hediyelik obje olarak kalan kültürel değeri O günden beri de tasarlanmasını ve imalini, kısaca doğum yeri olan parşömeni yeniden insanlık tarihine ışık Bergama’yla ilişkisinin yeniden canlandırılmasını arzu gün yüzüne çıkarmak. tutuyor. Antik çağ ettim. Çeşitli boyama ve baskı tekniklerini deneyerek Bugüne değin birçok bilimini ve sanatını günümüz parşömenine değişik şekillerde hayat fuara katıldım. Rönesans’a taşıyan da kazandırarak, bizden sonraki kuşaklara Yaklaşık otuz yedi parşömendir diyebiliriz. kez yurt içinde, beş Bilindiği gibi, MÖ 2. bu mirası aktarmış oluyorum.” kez de yurt dışında yüzyıla gelindiğinde, ulusal televizyonlarda dünyanın iki büyük parşömeni anlattım. Bu konuda pek çok belgesel kütüphanesi olan İskenderiye ve Bergama Akropol çekildi. Ülkemizde, çeşitli il ve ilçelerde sergilere arasında bir rekabet başlamıştı. Bunun üzerine katıldım. Merkezi Bergama’da olan parşömen işimi İskenderiye, Bergama’ya papirüsün gönderilmesini geliştirerek sürdürüyorum. yasakladı. Bu durumda yazı materyali açısından, Bergama kütüphanesi zor durumda kaldı. Bergama Parşömen çalışmaya ne zaman ve neden başladınız? kralı 2. Eumenes, papirüse alternatif bir yazı maddesi bulunmasını emredince, Krates ve İrodikos adlı kişiler -Parşömene ilk kez 2005 yılında benim de kurucu parşömeni “keşfettiler.” Hiçbir parşömenin diğeriyle aynı üyeliğini yaptığım Bergama Kültür ve Sanat Vakfı’nın olmaması, yırtılamaması, alev almaması, üzerindeki yazı (BERKSAV) başkanlığı dönemimde “kültürel proje” okunduğunda gözü yormaması ve olağanüstü dayanıklı olarak başladım. Vakfımın kuruluş amaçlarıyla olması parşömeni insanlık kaldıkça dayanır kıldı. örtüşmekte olan “Bergama Parşömen” uzunca bir süre Hipokrat yemini, dünyanın en çok inananına sahip iki kimse tarafından dillendirilmemişti. Ben bu kültürel dinin kutsal kitapları olan Kuran ve İncil de ilk defa değerimizin tekrar ortaya çıkması için adeta bir parşömen üzerine yazılmıştır. mücadele başlattım ve devam ediyorum. Bergama ve parşömen denilince neler söylemek
38
Parşömen için “En iyi yazı malzemesidir!” diyorsunuz, bu
sözünüzü biraz açar mısınız? -Çünkü bu bir gerçeğin ifadesi... Parşömen hiç tartışmasız çok önemli özellikler taşıyan bir yazı maddesi. Kendine has özelliklerini tekrarlarsak; çabuk alev almıyor, kolay yırtılmıyor, üzerine yazı yazıldığında gözü yormuyor. Bugüne kadar biz parşömeni turistik bir obje olarak sunduk. Yeri gelmişken, İzmir ve İstanbul’da yaşayan ve bize çizimleriyle destek veren ressamlarımıza sizin aracılığınızla teşekkür etmek isterim. Şimdiye kadar kaç sergi açtınız? -Kurulduğumuzdan bugüne 30’a yakın sergim oldu. Sergilerinizi izleyenlerden ne gibi tepkiler alıyorsunuz? -Sergilerimizi gezen yerli ve yabancı ziyaretçiler çok güzel, çok olumlu tepkiler veriyor. Bugüne kadar hiçbir şekilde kullanılmamış parşömenin üzerine resim uygulanmasını değişik bir sunuş biçimi olarak algıladıklarını gözlüyorum. Yaklaşımlarından, sergilerimde sanki beklemedikleri ama hoşlandıkları bir sürprizle karşılaşmış gibi olduklarını fark ediyorum. Bergama’nın UNESCO dünya mirasları listesine girmesi biz Ayvalıklıları da mutlu etti. Bu gelişme sizce Bergama’ya ne gibi katkılar sağlayacak? -Bergama’nın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesinin çok büyük avantajları olacağını biliyoruz. Bunların içinde en önemlisi, en çok göz önünde bulundurulması gereken husus turizm potansiyelinde ve dolayısıyla turizm gelirlerinde beklenen artış. Bergama’nın, dünyada giderek daha fazla tanınacağına inanıyorum. Kentin kültür turizminden aldığı pay yerel ekonomiyi canlandıracak, sonuçta yeni yatırımlarla yeni iş alanları doğacak. Bu da Bergama’nın yarınlarının daha güzel olacağı anlamına geliyor. Bu arada, siz sormadan söyleyeyim, Ayvalık’ın UNESCO girişimlerinden haberdarım. Bu haklı isteğinizi tüm kalbimle destekliyorum. Yolunuz açık olsun. İyi dilekleriniz için teşekkürler... Son olarak, Ayvalık’la ilişkileriniz nasıldır? Sıklıkla uğrar mısınız? -Ayvalık; herkesin hayallerini süsleyen bir yer olduğu gibi benim de her zaman aklımda olan muhteşem bir şehirdir. Ayvalık’ı sık sık ziyaret ediyorum. Orada birçok dostum yaşıyor. 11. Ayvalık Uluslararası Zeytin Hasat Günleri’ne Belediye Başkanı Rahmi Gençer tarafından davet edildim. Yeri gelmişken, kendisine ve Ayvalık Ticaret Odası’na davetleri için teşekkür ediyorum. Ayrıca “Ayda bir Ayvalık” dergisine de, sayfalarında yer ayırarak, kendimi anlatma imkanı tanıdığı için teşekkür ediyorum.l
39
Rasime Şeyhoğlu bir Cumhuriyet kızıydı. Kendi kuşağının örnek insanlarından biri olarak öne çıktı ve her zaman iyiyi/güzeli/doğruyu savundu. Adı, oğluyla birlikte kırsal kesimdeki köy ve beldelerde açtığı kütüphanelerde ve anı evlerinde yaşıyor, yaşamaya devam edecek
“KÜTÜPHANECİLER İMPARATORİÇESİ” RASİME ŞEYHOĞLU’NUN HAYATI KİTAP OLDU
R
ecai Şeyhoğlu, aralarında Ayvalık’ın Bağyüzü ve Beşiktepe mahallelerinin de bulunduğu kırkı bulan yerleşim merkezinde, birlikte kütüphaneler ve anı evleri açtığı annesi Rasime Şeyhoğlu’nun yaşamını kitaplaştırdı. “Cumhuriyet Kızının Ardından – ‘Kütüphaneciler İmparatoriçesi’ Rasime Şeyhoğlu’na Veda” adını taşıyan ve Karşıyaka Belediyesi Kültür Yayınları arasında yayınlanan kitap altı bölümden oluşuyor: Fotoğraflarla Çocukluk ve Gençlik Yılları, Kütüphaneler, Annem Rasime Şeyhoğlu, Fotoğraflarda Rasime Şeyhoğlu, Ne Dediler, Mektuplar. Kendi kuşağının örnek insanlarından bir olarak yaşayan ve 21 Ağustos 2015’de aramızdan ayrılan Rasime Şeyhoğlu için, ilginç anılara yer verdiği ve çok sayıda görsel malzemeyle de zenginleştirdiği kitabında, oğlu Recai Şeyhoğlu şunları yazıyor: “Annemi hangi sözcüklerle anlatabileceğimi sorsalar, hiç düşünmeden sıralardım: İp gibi doğru, merhametli, düzenli, bakımlı, titiz, yenilikçi, uyumlu, türkü aşığı, evlat delisi, konuksever…” “Eşi ve çocuklarıyla Türkiye’nin dört bir köşesini gezip dolaştı. Tiyatro, sinema, halk oyunları ve müziğe olan ilgisi hiç kesilmedi. Özellikle türkü dinlemeyi ve söylemeyi çok sevdi. Yakınları ve eğitimci çevresi tarafından ‘Türkü Ana’ olarak bilindi.” “Annemle ilk kez tanışan herkes onu emekli öğretmen sanırdı. Okuduğu şiirler,
40
deyişler böyle bir algıya neden oluyordu. Bundan da rahatsızlık duyuyordu. Bir televizyon programında özellikle değindi bu konuya; ‘Ben ilkokul mezunu bir kadınım,’ dedi ama insanların zihinlerindeki konumu pek de değişmedi.” RASİME ŞEYHOĞLU ÖZELLİKLE KIRSAL KESİMDEKİ KÖY VE BELDELERDE KÜTÜPHANELER AÇMAYI GÖREV EDİNMİŞTİ Kitabın “Ne Dediler” başlıklı bölümünde Rasime Şeyhoğlu’nun çok sayıda seveninin onun için yaptığı içtenlikli ve duygu dolu değerlendirmeler yer alıyor. Bunlardan biri de, Rasime Şeyhoğlu’nu “Kütüphaneciler İmparatoriçesi” ilan eden yazar Muzaffer İzgü’ye ait… İzgü, özellikle kırsal kesimdeki köy ve beldelerde kütüphaneler açmayı görev edinen Rasime Şeyhoğlu için şu görüşleri dile getiriyor: “Rasime Şeyhoğlu istiyordu ki, bu insanlar okusunlar, düşünsünler, kendilerine sorular sorsunlar, kıyaslama ve kavrama yeteneklerini geliştirsinler, kafalarında nedenler niçinler oluştursunlar. Yani o, insanlar bir sürünün koyunu olmasınlar, birey olsunlar istiyordu. Işıklar içinde yat Rasime Şeyhoğlu! Çok insanı birey yaptınız. Siz gittiniz ama yakında açılacak 40. kütüphaneniz de bireyler yetiştirecektir, duygulu insanlar yetiştirecektir. Rahat uyuyun.”l
TIMARHANE ADASI AKVARYUM MİSALİ KÜÇÜK KOYLARINDA BALIKLARIN TEF ÇALDIĞI EMSALSİZ BİR DOĞA PARÇASIYDI
“Tımarhane Adası”/Mehmet Coral, Doğan Kitap, 2006, 115 sayfa.
Mehmet Coral, Ahmet Yorulmaz’ın kitaplarından ilham alarak yazdığı “Tımarhane Adası” adlı romanında sadece Rum kızı Eleni’yle Müslüman Türk genci Ahmet’in iç burkan aşkını anlatmıyor. Kitapta farklı tarihi dönemleriyle, insanlarıyla ve doğasıyla Ayvalık var. “Başroldeki” Tımarhane Adası’nın yanı sıra Ali Çetinkaya, Üsteğmen Fahri, Dalkıran Mehmet Ağa, Sansür Ali, Aya Paraskevi, Şeytan Sofrası, Çıplak Tepe, Dalyan Boğazı, Cunda, Çataltepe, Çamlık, Delikli Taş, Yeniçahori, Pala Bahçe, Kanelo, Ayvalık Akademisi, papalina, istifno ve imbat var
M
ehmet Coral, fazlasıyla üretken olmasına karşın pek ortalarda görünmeyen bir yazar. En dikkate değer yanı, tarihin derinliklerinde dolaşmayı seviyor olması. “Tımarhane Adası” adlı romanında da aynı yolu izliyor. Yaşamını Ayvalık’ta sürdüren bir ailenin mübadele öncesini, sonrasını ve Kurtuluş Savaşı’nı kapsayarak günümüze kadar ulaşan öyküsünü ve bu bağlamda hüzün verici bir aşkı anlatıyor bize.
Romanın ağırlık merkezini, fazlasıyla varlıklı bir Rum ailenin güzeller güzeli kızı Eleni’yle bu ailenin sahip çıkıp büyüttüğü Müslüman Türk genci Ahmet arasında, çocukluk günlerinde başlayıp gelişen ve ilerleyen yıllar içinde vazgeçilmez bir tutkuya dönüşen aşk oluşturuyor. Gerçekten sıra dışı bir aşk söz konusu olan... Eleni’nin, bu beraberliğe hoyratça karşı çıkan acımasız babasının bütün engelleme çabalarına rağmen iki sevgili ilişkilerini gizlice sürdürüyor, birbirlerine taparcasına bağlanıyor. Onların Tımarhane Adası’nda noktalanan destansı ve dayanılmaz acılarla dolu aşklarını oğulları Mustafa’nın aracılığıyla öğreniyoruz. (Romanda, bir söylentiye göre, oğlunun çarmıha gerilişinden sonra Yuhanna ile Efes’e gelip, çevredeki küçük bir Hıristiyan kolonisiyle birlikte zamanını
sürekli ibadet ederek geçiren Meryem Ana’nın yaşamına ilişkin, kurgu ile gerçeğin iç içe olduğu bir öykü daha var. Biz işin bu yanını uzmanlara bırakarak, “Ayvalık’lı” sayfalara yoğunlaşmayı tercih ettik.) İKİ VAZGEÇİLMEZ SEVGİLİ: ELENİ VE AYVALIK! Mehmet Coral, “Tımarhane Adası”nda aynı aile içinde büyümüş olmalarına rağmen, biri Rum diğeri Türk olduğu için bitmez tükenmez sorunlarla boğuşmak zorunda kalan iki gencin umarsız aşkını anlatırken, bizi zaman içinde bir yolculuğa da çıkarıyor. Özellikle 1900’lü yılların başlarındaki Ege’yi, Ege’deki hayat tarzını, insan davranışlarını, dönemin sosyoekonomik dokusunu ustalıkla yansıtıyor. Okurunu o günlerin İzmir’inde, Ayvalık’ında, Ayvalık civarlarında dolaştırıyor; mübadele yıllarıyla Kurtuluş Savaşı’na ilişkin gerçek olaylara yer veriyor. Anlatıcı Mustafa’nın, Kurtuluş Savaşına katılan ve annesi Eleni’nin aşkıyla yanıp tutuşan babası Ahmet’in günlüğünden paylaştığı şu satırlar oldukça çarpıcı: “14 Eylül 1922’de ilk süvari birliğinin en ön safında Ayvalık’a doğru atımı çatlatırcasına sürerken içimdeki umut hala bekaretini yitirmemişti. Hayatımın yoğun tutkularla bağlı olduğu iki sevgilisine kavuşmak, üç yıldır yaşadığım susuzluğu gidermek için koşuyordum, Eleni ve Ayvalık’ıma...
41
Kasabaya girdiğimizde, Rum ordusunun iki gün önce ayrıldığını öğrendik. İlk iş olarak hemen Yunan bayraklarını indirtip, yerlerine ay yıldızlı bayrağımızı diktirdim. İzmir’den yanımda getirttiğim uzun bir gönderi de Ali Bey’le birlikte müstevliye ilk kurşunu attığımız Profitis Elias Tepesi’ne diktirdim askerlerime. Bayrağımız uzun direk üzerinde yükselirken bütün kıta selama durmuştuk. Gözyaşlarımızı tutamıyorduk. O anda fark ettim ki, kasabanın Türk halkı da, sanki bir buyruk almış gibi, çoluk çocuk, yaşlı genç, bizimle beraber gelmiş, bir yandan tekbir getirirken, bir yandan da yemenili ninelerden, memedeki bebelere kadar hepsi askerlerimle birlikte ağlayarak selama durmuşlardı...” TIMARHANE ASLINDA YARIMADADIR Titiz bir araştırma ürünü olmasının yanı sıra incelikli ve mistik üslubuyla da dikkat çeken romanın bir diğer özelliği de, Ayvalık’ın önemli simgeleri arasında yer alan Tımarhane Adası’nın ve adadaki Aya Paraskevi manastırının sık sık karşımıza çıkması. Örneğin, günlüğünün bir yerinde, Eleni’yle yaşadığı aşkın her aşamasına tanıklık eden Tımarhane Adası hakkında oğlu Mustafa’ya şöyle sesleniyor Ahmet: “Belleğimde her türlü yitmeye karşı dimdik duran tek imge eskiden Taşlı Manastır veya Aya Paraskevi dediğimiz Tımarhane adasıdır evlat. Biliyorsun bir yarımadadır aslında burası. Eskiden mucizeleri ile ünlüydü. Manikisler’in Çamlık’tan başlayıp, ta Dalyan boğazına dek uzanan büyük çiftliklerinin de önemli bir parçasıydı. Üzerinde envai çeşit meyve ağaçlarının, sebze bahçelerinin, hüdai nabit dediğimiz istifno, turp otu, ebegümeci, radika gibi ve daha aklına gelebilecek her türlü otun yetiştiği, karacaların serbestçe dolaştığı, akvaryum misali küçük koylarında balıkların tef çaldığı emsalsiz bir doğa parçasıydı. Ayvalık’ın neredeyse gerçek ötesiymiş gibi görünen
42
büyüleyici güzelliğinin kaynağı olduğu sanılan volkanik yapılanmanın iki bacasından biri buradaki ‘Kayalık’, diğeri ise Moshonisi’deki Çataltepe’ydi. Beni tutsak eden imge ise bacanın eteğine yayılmış taş yapıların uzaktan bakıldığında bileşik bir bütün oluşturduğu Aya Paraskevi idi. Babasının kasaba dışındaki zeytinliklerini denetlemeye çıktığında Eleni’mle kimselere gözükmeden değişik tepelere tırmanır, Ayvalık’ın soluk kesen manzarasını el ele tutuşarak, buralardan seyre dalardık.” Aslında kitapta paylaşmak istediğimiz çok bölüm var. Ne ki, yerimiz sınırlı... Özetlemek gerekirse, heyecan dozu yüksek, epeyce gerilimli, fazlasıyla dokunaklı ve neredeyse her sayfasından “Ayvalık geçen” bir roman okumak istiyorsanız Mehmet Coral imzalı “Tımarhane Adası”nın beklentilerinizi karşılayacağından emin olabilirsiniz.l
MEHMET CORAL Çok sayıda kitabı olan Mehmet Coral 1947 İzmir doğumlu. İzmir Maarif Koleji’ni (Bornova Anadolu Lisesi) bitirmiş. Amsterdam Üniversitesi’nde iş idaresi ve ekonomi üzerine ihtisas yapmış. Mezun olduktan sonra Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi’nde lisans üstü çalışmalarda bulunmuş. Ardından İstanbul’a yerleşerek, 1990’lı yıllardan itibaren yazarlığa başlamış. Coral’ın en büyük tutkusu, tarihin üzerinde az durulan ve dolayısıyla az bilinen dehlizlerini eşelemek... Özellikle İstanbul’un geçmiş yaşamını araştırıyor. Kitaplarının temelini de, “Tımarhane Adası” örneğinde görüldüğü gibi, genellikle bu araştırmalar oluşturuyor. Kendi deyişiyle, kitaplarındaki tarihsel verilerin tümü zaman/mekan/özne olarak doğru bilgiler. Eserlerinden bazıları, “Bizans’ta Kayıp Zaman”, “Konstantiniye’nin Yitik Günceleri”, “İzmir, 13 Eylül 1922”, “Ben, El Fakir-ül-Hakir Sinan” adlarını taşıyor.
KİTAPTAN TADIMLIK
KANELO’DA MÜKELLEF BİR MASA KURDURAN ALBAY TOMA, KAYMAKAM NİKOLAKİ VE BİNBAŞI HADKİNSON AYVALIK’IN İŞGALİNİ KUTLUYORDU
“...Büyük savaş bitmiş, büyük felaket başlamıştı. Yunanlılar İzmir’i işgal etti. Hızla Ege’ye yayılmaya başladılar. Sonunda Ayvalık’a da geldiler. Vatan evladı olan hiçbir Türk’ün kabul edemeyeceği bir şeydi bu. 28 Mayıs’ı 29’a bağlayan gece yarısı üç savaş gemisi ve işgal kuvvetlerini taşıyan iki yük gemisiyle Yunanlılar işgal hareketini başlattı.
Cunda’nın yanından çıkartmaya başladılar ilk askerlerini. Garnizon komutanı Ali Bey teslim olmasını isteyen İngiliz komutana karşı çıkıp, hemen sahip olduğu mevzileri yeniden düzenlemeye başladı. Sefa’daki komuta merkezini tüm silah ve teçhizatıyla birlikte Çakıllı Bahçe’ye taşıttı. Üsteğmen Fahri’ye buradaki tüm müstahkem mevkileri savunma görevi verdi. Yiğit Fahri ve emrindeki inzibat bölüğünün vatan evlatları sonradan ilk şehitleri oldu Ayvalık savunmasının. Kısa bir umutsuzluk dönemini takiben işgal kuvvetlerine ilk kurşunu Profitis Elias Tepesi’nden (bugünkü İlk Kurşun Tepesi) atan Ali Bey’in birliğine katılmıştım. Rumlarla iç içe olmam nedeniyle beni kasaba içindeki gelişmeleri gizlice kendisine bildirmekle görevlendirmişti. Telgrafhanede çalışan
Ali Bey ve öğretmen Cavit Bey’le birlikte çalışıyordum. Ali Bey’e hepimiz “Sansür Ali” derdik. Babam da Yeniçarohi’den ayrılmış, Kozaklı Kır Ali’nin kızanlarıyla birlikte çarpışmak üzere dağa çıkmıştı. Kozak onun özyurdu olduğu için çevreyi avucunun içi gibi biliyordu. Çok geçmeden ölüm haberini aldım. Bir Yunan konvoyuna Dalkıran Mehmet Ağa’nın çetesiyle birlikte kurdukları pusu sırasında çıkan çatışmada şehit olmuş. Yunan işgali kasabada delicesine kutlanıyordu. Uzo kokusu Ayvalık’ın burcu burcu esen seher yellerinin havasını bile değiştirmişti. Bütün binalara mavi-beyaz Yunan bayrakları asılmıştı. Yunan gemileriyle birlikte bir İngiliz zırhlısı da limanda demirliydi. Yunan işgal kuvvetleri komutanı Albay Toma, Kaymakam Nikolaki ve İngiltere temsilcisi Binbaşı Hadkinson’la kurmayları cafe chantant’ların en ünlüsü Cafenion Kanelo’ya mükellef bir masa kurdurmuşlar, şen şakrak kahkahalar atarak zaferlerini kutluyorlardı.”l
ARALIK 2015 YIL: 2 SAYI: 16 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ERSİN PİLAS Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ HÜSEYİN GÜVEN UĞUR DÜNDAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Basım Yeri Ceylan Matbaa Davutpaşa Cad. Güven İş Merkezi No: 83/317 No: 318/319 Zeytinburnu - İstanbul Sertifika No: 23352 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
Resim: Foti Kondoğlu
43
ir başka açıdan, yıllar öncesinin Ayvalık’ı… Çok sakin, gayet dingin ve fazlasıyla şirin.
İşte Ayvalık böyle bir yer. Bulutuyla, deniziyle, güneşiyle, ağacıyla, adalarıyla benzersiz bir güzellikler beldesi… Dün de öyleydi, bugün de öyle…
duyulmayan genç çam ağaçları, kim bilir hangi hayatların yaşandığı denizle iç içe evler, romanlara konu olmuş masalsı Tımarhane adası ve görmüş-geçirmiş Dalyan boğazı…
AYVALIK DÜN DE GÜZELDİ, BUGÜN DE GÜZEL...
B
Bu fotoğrafta da birçok güzellik göz kırpıyor bize: Başta Sezai Ömer Madra olmak üzere zamana yenilmemiş fabrikalar, usta ellerden çıkmış biçimli bacalar, çarşaf gibi ve davetkar bir deniz, siyah-beyaz bir fotoğrafta bile yeşilin en güzel tonlarını yansıttıklarından kuşku