UNESCO Röportajları Kazım Karabekir Mahallesi Şakir Oğlu Kasım Ağa Kamuran Gündemir Faytonlar Fikret Mualla Panagia Phaneromeni Soloup
FOTOĞRAFLARIYLA METİN UÇAK
Ana tema “Demokrasi, Değişim ve Kardeşlik”ti
B
RAHMİ GENÇER CHP KURULTAYI’NA KATILDI
elediye Başkanı Rahmi Gençer 16-17 Ocak 2015 günlerinde Ankara Arena Spor Salonu’nda yapılan Cumhuriyet Halk Partisi 35. Olağan Kurultayı’na katıldı. Gençer, sloganı, “Demokrasi, Değişim ve Kardeşlik” olan kurultaydan CHP’nin daha da güçlenmiş olarak çıktığını söyledi.
Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan’ın da katıldığı kurultayda, CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel ve Çankaya Belediye Başkan’ı Alper Taşdelen, Rahmi Gençer ve beraberindekilerle yakından ilgilendi. Kemal Kılıçdaroğlu Kurultay’da yapılan Genel Başkanlık seçimine tek aday olarak girdi ve 1238 delegenin 960’ının oyunu alarak 4. kez Genel Başkan seçildi.
Tesis Ayvalık’ta büyük bir boşluğu dolduracak
AYVALIK KÜLTÜR MERKEZİ 23 NİSAN’DA KAPILARINI AÇACAK
2
9 Ekim 2015 günü Küçükköy girişinde yapımına başlanan ve kent kimliğinin sanatsal ve kültürel yönden zenginleşmesine katkı sağlaması beklenen Ayvalık Kültür Merkezi’nde çalışmalar aralıksız devam ediyor. Merkez, belirlendiği gibi, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na yetiştirilecek. Yüklenici firma tarafından kaba inşaatı büyük ölçüde tamamlanan Kültür Merkezi’nin çevre düzenlemesine de önümüzdeki günlerde başlanacak.
Ayvalık Kültür Merkezi kapılarını açtığında özellikle Küçükköy ve Sarımsaklı’daki oteller tarafından konferans salonu olarak da kullanılabilecek. 4 bin metrekare alan üzerine inşa edilen merkez bin metrekare kapalı alana sahip olacak. 600 kişilik bir düğün salonunu da barındıracak olan merkezde konferans ve sergi salonları, fuaye, gelin damat odası gibi çeşitli etkinliklerin yapılacağı bölümler yer alacak.
2
“Sokaktan Sahaya” projesi de aynı gün başladı
2
YENİMAHALLE SPOR KULÜBÜ TESİSLERİ EK BİNASI AÇILDI
008-Yenimahalle Spor Kulübü’nün, Ayvalık Belediyesi tarafından yaptırılan ek binasını Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve protokol üyeleri birlikte açtı. Tören sırasında Rahmi Gençer gençlerle ve sporcularla tek tek ilgilendi, sohbet etti. Gençer yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Yapılan her işte bir hayır vardır. Bunu her zaman söylerim. Bugün daha da hayırlı bir gün... Çünkü el birliğiyle önemli bir iş gerçekleşti. Bir spor kulübüyle Milli Eğitim Bakanlığı, Spor Bakanlığı, Belediye, Yeşilay ve okullar birleşti, bir proje üretildi. İşte asıl güç, esas verimlilik bu. Şu günlerde en çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var. Birlikteliğin temelini de, gençlerimizinçocuklarımızın kişisel gelişimini sağlayan spor ve sanat oluşturuyor. Yeni Mahalle’nin çocuklara sahip çıkan, spor kulübünü kuran ve bugüne kadar yöneticiliğini yapan bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Yenimahalle Spor Kulübü her yaş kategorisinde özellikle kendi mahallesinin çocuklarına spor terbiyesi veriyor. Aldıkları spor terbiyesi, beraber hareket etme bilinci hayatlarının bundan sonraki dönemlerinde onlar için kazanç olacak. Ayvalık Belediyesi böylesi değerli organizasyonlara destek vermeyi sürdürecek.” Açılışta ayrıca Türkiye Yeşilay Cemiyeti 2015 Mali Destek Programı kapsamında yer alan “Sokaktan Sahaya” projesine de start verildi. Proje, Ayvalık Belediyesi’nin yanı sıra, Yenimahalle Spor Kulübü, Milli Eğitim Müdürlüğü ve Yelken İhtisas Kulübü tarafından yürütülecek. Amaç gençleri sigara, alkol, uyuşturucu gibi zararlı alışkanlıklardan uzak tutmak ve sportif etkinlikler başta olmak üzere sanata ve sosyal hayata yönlendirmek...
Yöntem ve işleyiş konuları üzerinde duruldu
AYVALIK’IN UNESCO SÜRECİ MİLLİ KOMİSYON’DA GÖRÜŞÜLDÜ
A
yvalık’ın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesi yolundaki çalışmalar sürüyor. Bu amaçla, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Ersin Pilas, UNESCO Alan Birimi Yöneticisi Yalın Tüzmen ve Gül Gürsoy Ankara’ya giderek UNESCO Milli Komisyonu Başkanı Prof. Dr. M. Öcal Oğuz ile görüştü. Komisyon Üyesi Doç. Dr. Serhan Ada’nın da yer aldığı görüşmede Rahmi Gençer Ayvalık’ın UNESCO sürecine ilişkin bilgi verdi. Ayrıca UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde hangi alanlarda yer alınabileceği konusu tartışılarak ileriye dönük faaliyetlerinin takvimi belirlendi. Komisyon başkanı Öcal Oğuz izlenmesi gereken yöntem ve işleyiş konularında bilgi aktardı.
3
Ayvalık’ı tanıtan çok sayıda materyal dağıtıldı
AYVALIK, BOOT DÜSSELDORF 2016 FUARI’NDA TANITILDI
A
yvalık, Almanya’nın Düsseldorf kentinde 23-31 Ocak tarihleri arasında düzenlenen “Boot Düsseldorf 2016 Fuarı”nda yer aldı. Ayvalık Belediyesi ve AYTUGEB’in birlikte katıldığı yılın bu ilk yurtdışı fuarında Ayvalık su altı zenginliklerinden gastronomisine, tarihi kültür mirasından doğal güzelliklerine kadar birçok alanda tanıtıldı. AYTUGEB Genel Sekreteri Ümit Özgültekin bir Alman televizyon kanalına konuk oldu ve canlı yayında Ayvalık’ı anlattı. Özgültekin tüm Alman vatandaşlarını tatil için Ayvalık’a davet etti. Boot Düsseldorf 2016’daki Ayvalık standını ziyaret edenlere Ayvalık’ın alışveriş, gastronomi, tarih, spor zenginliklerini yansıtan İngilizce dublajlı tanıtıcı filmlerin yer aldığı USB bellekler ve Ayvalık Belediyesi tarafından İngilizce olarak hazırlanan “Keşfe Değer Yeryüzü Cenneti Ayvalık” adlı kitapçıkla çeşitli tanıtıcı broşürler dağıtıldı. Ayvalık Belediyesi ve AYTUGEB adına Almanya’da bulunan Ümit Özgültekin ve Nurhan Fidancıoğlu, Thea Selling’i ziyaret ederek Ayvalık’ın su altı ve doğal güzelliklerini tanıttı. Ayrıca Türkiye’de faaliyet gösteren Alman Ion Club ve Mistrale Yelken adlı kuruluş temsilcileri de Ayvalık’a davet edildi. Ayvalık Belediyesi ve AYTUGEB’in standını her gün binin üzerinde kişi ziyaret etti.
Fuar, sektörün karar verme yetkisine sahip yöneticileriyle, dünya pazarına açılmak isteyen firma sahiplerini bir araya getiriyor
A
vrupa’nın en önemli yat fuarlarından “Boot Düsseldorf 2016”, kapılarını 47. kez ziyaretçilerine açtı. Fuar, tekne-deniz ekipmanları üreticileri ve yelken üretim firmalarıyla potansiyel müşterileri buluşturdu. 1550 kadar yelkenli yat, motoryat ve gezi teknesinin sergilendiği fuar boyunca 1000 metrekarelik yapay havuzda, ayakta paddling şampiyonası, wakeboard gösterileri ve tüm bunları ziyaretçilerin de deneyebileceği organizasyonlar gerçekleştirildi. Balıkçılık sektörüne ilişkin her şeyin bulunduğu fuarda, ayrıca balıkçılık gezileri, charter gezileri ve sörf tatillerine kadar tatil organize eden birçok şirket ziyaretçilere avantajlı tekliflerini sundu. Çok sayıda yeni projenin ilk kez görücüye çıktığı fuar, sektörün karar verme yetkisine sahip yöneticileriyle, dünya pazarına açılmak isteyen firma sahiplerini bir araya getirme özelliğiyle farklılaşıyor.
Alarm çaldı ve Kırlangıç fabrikasındaki birimler hızla boşaltıldı
BELEDİYE ÇALIŞANLARINA YANGIN SÖNDÜRME EĞİTİMİ VERİLDİ
A
yvalık İtfaiye Grup Amirliği, Belediye personeline yönelik olarak bir yangın söndürme eğitimi gerçekleştirdi. Eğitime katılanlara yangın sırasında öncelikle yapılması gerekenler ve alınacak önlemler hakkında bilgi verildi. Tarihi Kırlangıç fabrikasındaki eğitimde ayrıca uygulamalı yangın söndürme tatbikatı da yapıldı. Tatbikat yangın alarmı verilmesi ve Ayvalık Belediyesi’nin Kırlangıç fabrikasında bulunan birimlerinin hızla boşaltılmasıyla başladı. Bahçede toplanan belediye çalışanlarına yangın söndürme cihazları tanıtıldı, kullanımı hakkında bilgiler verildi.
4
Tek ana arter olan Atatürk Caddesi’ndeki yaz sezonu trafiği rahatlayacak
A
UKOME AYVALIK BELEDİYESİ’NİN PROJELERİNİ BENİMSEDİ VE ONAYLADI
yvalık Belediyesi tarafından hazırlattırılan ve Cumhuriyet Meydanı’nı da kapsayan Atatürk Bulvarı ve pilot bölge olarak Cunda Adası’nda uygulanan bisiklet yolu projeleri Balıkesir Ulaştırma Koordinasyon Merkezi’nce (UKOME) benimsenerek kabul edildi. Rahmi Gençer Ayvalık dışında olduğu için Belediye Başkan Vekili Ufuk Ova’nın konuk ettiği ve Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı ve UKOME Sorumlusu Taylan Engin’in yanı sıra Ulaşım Planlama ve Raylı Sistemler Dairesi Başkan Vekili Kadriye Güldüren ile UKOME mühendisleriyle yetkililerinin yer aldığı yaklaşık 50 kişilik heyet Cunda Adası, Cennet Tepesi ve tek ana arter Atatürk Bulvarı’nda bir dizi incelemelerde bulundu. Proje hayata geçtiğinde, turizm sezonunda Ayvalık’ın ana arteri üzerinde günün belirli saatlerinde trafik tek yönlü olarak sağlanacak. Cumhuriyet Meydanı yeniden düzenlenerek kavisli yol düzleştirilecek. Ayrıca, meydanda yapılacak etkinlikler sırasında bir hidrolik sistemden yararlanılacak. Belediye Başkan Vekili Ufuk Ova, konuya ilişkin şu açıklamayı yaptı: “UKOME yetkilileriyle projemizi yerinde inceledik. Ayrıca, Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’in öncülüğünde gerçekleştirilen ve Ayvalık tarihinde bir ilk olan bisiklet
AYVALIK ALİ ONAY’I UNUTMAYACAK
Ali Onay 1918’de Girit Resmo’da doğdu. 22 Mayıs 1924 günü kendilerini yeni yurtları Ayvalık/ Cunda’ya götürecek olan “Türkiye” adlı gemiye bindi. Sonraki yaşamının tamamı Cunda’da ve aynı evde geçti. Tecrübeli bir işadamı olmasının yanı sıra titiz bir araştırmacıydı. Geçmişe saygısını korurken, bir aydın olarak yüzünü hep geleceğe döndü. Bazen bir mimar inceliğiyle, bazen bir arkeolog titizliğiyle araştırdı, inceledi, yazdı; bizleri bilgilendirdi. Ayvalıklılar olarak O’nu her zaman saygı ve özlemle anacağız. Kendisine Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve Ayvalıklılara başsağlığı diliyorum.
RAHMİ GENÇER Ayvalık Belediye Başkanı
yollarını Balıkesir’den gelen konuk heyete gösterdik. Belediye olarak hazırladığımız, Atatürk Caddesi’ndeki yaz sezonu trafiğini rahatlatmaya yönelik projeyi konuk heyetle yerinde inceledik, kendilerine detaylı bilgi verdik. Yapılacak değerlendirmelerin ardından çalışmaları bir an önce başlatmayı planlıyoruz. UKOME yetkililerinin de gerekli desteği ve katkıyı sağlayacaklarına inanıyorum.”
AHMET KOCAER AĞABEYİMİZİ KAYBETTİK
Ayvalık’ta uzun yıllar başarılı bir şekilde Esnaf ve Sanatkarlar Odası başkanlığı yapan, herkesin tanıdığı ve sevdiği değerli büyüğümüz AHMET KOCAER'i kaybettik. Üzüntümüz çok büyük. Ailesine, yakınlarına, sevenlerine ve tüm Ayvalıklılara başsağlığı diliyorum. RAHMİ GENÇER Ayvalık Belediye Başkanı
5
Her iki bölge de tarihi ve kültürel açılardan önem taşıyor
KAZDAĞI VE MADRA DAĞI BELEDİYELER BİRLİĞİ RAHMİ GENÇER’İ ZİYARET ETTİ
B
alıkesir, Çanakkale, İzmir bölgelerinden toplam 14 belediyenin üye olduğu, merkezi Edremit’te bulunan Kazdağı ve Madra Dağı Belediyeler Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Cahit İnceoğlu ve Encümen üyeleri, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti.
Rahmi Gençer, görüşmede Kazdağı ve Madra Dağı’nın tarihi ve kültürel açılardan büyük önem taşıdığını vurgulayarak her iki bölgenin de özenle korunması gerektiğini belirtti. Cahit İnceoğlu da, Birlik olarak Kazdağı’nın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması yönündeki çalışmaları sürdürdüklerini söyledi.
Etkinliklere Rahmi Gençer de katıldı
EDREMİT ZEYTİN HASAT SONU ŞENLİKLERİ YAPILDI
B
alıkesir Valisi Mustafa Yaman’ın da yer aldığı ve kortej yürüyüşüyle başlayan 1. Edremit Zeytin Hasat Sonu Şenlikleri’ne Belediye Başkanı Rahmi Gençer de konuk oldu. Bölgenin en önemli geçim kaynağı zeytinciliğe dikkat çekmeyi ve üreticilerle müşterileri bir araya getirmeyi hedefleyen şenliğin açılışında konuşan Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka, zeytinin insanlık tarihi boyunca kutsal bir meyve sayıldığını belirtti. Binlerce yıllık geçmişi olan zeytinin şenlik çerçevesinde kutlanmasının üreticiyi sevindirdiğini ifade eden Saka, “Zeytin bizlerin sadece kahvaltılarda tüketilen bir gıda ürünü veya yemeğimize koyduğumuz bir yağ değildir. Zeytin bizler için bir yaşam biçimidir, bir kültürdür” dedi. Açılış konvoyunda Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka ve beraberindekilerle yürüyen Rahmi Gençer, daha sonra stant açılışlarına, geleneksel Meci etkinliğine, Zeytin Karikatürleri ve Ölmez Ağacın İnsanları sergilerinin açılış törenlerine katıldı. Meci geleneğinde, temsili olarak zeytin işçileri sezon boyunca başlarında duran ve patronla ilişkileri düzenleyen kahyayı zeytin toplanan son ağaca bağlar ve bahşiş ister. Edremit’teki etkinlikte de işçiler zeytin kahyası Hüseyin Öztürmen’i urganla zeytin ağacının gövdesine bağladı. Zeytinlik sahibi Evren Ertür de işçilerle pazarlık yaparak kahyayı kurtarmak için bahşiş dağıttı.
6
Bilindiği gibi, Kazdağı ve Madra Dağı Belediyeler Birliği, aynı duyarlılığı paylaşarak doğayı tüketmenin cinayet olduğu fikrinde buluşan belediyelerin bir araya gelerek oluşturduğu bir çevre kuruluşu. Birlik, her iki dağın eteklerinde ve yakın çevresinde yaşayan yerleşik yüz binlerce insanı temsil ediyor.
TUBİTAK’a proje hazırlayan öğrenciler Belediyeyi ziyaret etti
T
RAHMİ GENÇER, GENÇLERLE AYVALIK’I KONUŞTU
ÜBİTAK’a sunmak üzere Ayvalık’la ilgili bir proje hazırlayan Cunda Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencileri Rahmi Gençer’i ziyaret ederek Ayvalık’ın SİT alanları, kentsel SİT alanları içindeki yapılaşmada uygulanan kurallar, bunlara uyulup uyulmadığı, restorasyon çalışmaları konularında bilgi aldılar. Gençlerin Ayvalık’ın tarihi ve coğrafi yapısı hakkındaki sorularını yanıtlayan Gençer, konuklarıyla şu görüşleri paylaştı:
zamanla başka yerlere taşıyacağız. Projeyle birlikte insanımızın tarihi dokuların korunması yönünde daha bilinçli davranacağına inanıyorum. Ayrıca, Ayvalık’ın özgün bir mutfak kültürü var. Korunduğu takdirde Ayvalık bunun faydasını fazlasıyla görecek.”
“Biliyorsunuz, Ayvalık’ımızın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesi için çalışıyoruz. Bu proje, şehrimizin kültürel ve mimari zenginliklerinin korunmasıyla doğrudan ilgili... Ayvalık’ın endüstriyel mirası olan zeytin, zeytinyağı, zeytinyağı sabunu gibi ürünleri ve tarihi binaları var. Bu süreçte sizlerin varlığı çok önemli. Proje konunuz için ayrıca teşekkür ediyorum. Ayvalık çok farklı bir şehir, gerçekten dünyada çok az örneği var. Ayvalık’ın tarihi dokusunun korunması adına pilot bölge olarak Talatpaşa Caddesi’ni seçtik. Projesi hazır. Caddedeki tabela ve görüntü kirliliğinin önüne geçeceğiz. Önümüzdeki bahar aylarından itibaren binalardaki aşırı yoğunluktaki tabelalara çeki-düzen vereceğiz. Binaları, Koruma Kurulu tarafından Ayvalık için seçilen pastel tonlardaki beş renkle boyatarak tarihi dokularının ön plana çıkmasını sağlayacağız. Bunu
Ayvalık Belediyesi’nin işlettiği gümrük kapısından her yıl 180 bin kişi geçiyor
DÜNYA GÜMRÜK GÜNÜ KUTLANDI
D
ünya Gümrük Günü Ayvalık’ta da kutlandı ve Gümrük Müdürü Mehmet Salih Arık ve gümrük personeli, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Arık, Rahmi Gençer’e gümrük müdürlüğünün çalışmalarına sağladığı destek nedeniyle teşekkür etti, çiçek ve plaket verdi. Gençer de tüm gümrük çalışanlarının “Dünya Gümrük Günü”nü kutladı ve şöyle dedi: “Gümrük bir ülkenin en önemli kurumlarındandır. Güvenlik ve ticaret bakımından büyük önem taşır. Dolayısyla, Ayvalık’ta bir gümrük kapımızın bulunması büyük bir avantaj. Balıkesir’de, Kuzey Ege’de feribot iskelesi olan ve yolcu taşımacılığı yapılan tek gümrük... Bu da Balıkesir’in dünyaya açılan yüzü olması bakımından Ayvalık için bir gurur kaynağı. Bu kapıdan180 bin kişi geçiyor, 11 milyon euro’luk ihracat yapılıyor. Böylesine yoğun bir trafiği düzenlemek için özveriyle çalışan arkadaşlarımızı başarıları nedeniyle kutluyor ve teşekkür ediyorum. Belediye olarak işletmeciliğini üstlendiğimiz gümrük kapımızı yenilemek amacıyla bir proje üzerinde çalışıyoruz.”
İlk yarı sona erdi
AYVALIK’TA YAKLAŞIK 12 BİN ÖĞRENCİ KARNE ALDI
2
015-2016 Eğitim ve Öğretim Yılı’nın ilk yarısının sona ermesiyle birlikte Ayvalık’ta merkez ve merkeze bağlı okullarda 12 bin öğrenci karne aldı. İstiklal İlkokulu’nda düzenlenen törende Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan ve Milli Eğitim Müdürü Erkan
Bilen karne dağıttı.
Gökay Bacan, karne dağıtımı sırasında öğrencilere şehir dışında olduğu için törene katılamayan Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in selam ve sevgilerini iletti. Bacan, kendisinin de İstiklal İlkokulu’nda okuduğunu ve mezun olduğu okulda karne dağıtmaktan mutluluk duyduğunu söyledi.
7
Çevre düzenlemesini Ayvalık Belediyesi yaptı
SPOR TOTO SPOR SALONU ENGELLİLERİN KULLANIMINA UYGUN HALE GETİRİLDİ
G “Ayvalık’a ne zaman gelsem, kendimi kendi şehrimde gibi hissediyorum”
MİDİLLİ İLE AYVALIK YILDIZ BASKET TAKIMLARI ARASINDA DOSTLUK MAÇLARI YAPILDI
M
idilli‘de n kız ve erkek basketbol takımları, Ayvalık Belediyesi’nin davetlisi olarak yöneticileriyle birlikte Ayvalık’a geldi ve Ayvalıkgücü Belediyespor Yıldız basketbol takımlarıyla dostluk maçları oynadı. Maçlardan önce, Ayvalık Belediyesi Zihinsel Engelliler Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde eğitim gören zihinsel engelli gençler, hem konuk sporcularla hem de Ayvalıklı arkadaşlarıyla şut atma yarışması yaptı.
ençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü’ne bağlı Spor Toto Spor Salonu elden geçirildi ve engellilerin kullanımına uygun hale getirildi. Salonun çevre düzenlemesini Ayvalık Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü yaptı. Düzenlenen törende Ayvalık Belediyesi Sosyal ve Yardım İşleri Müdürlüğü’ne bağlı Zihinsel Engelliler Okulu Basketbol Takımı bir gösteri maçı sundu, ayrıca engelli öğrencilerin çalışmalarından oluşan el sanatları ürünleri sergisi açıldı. Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı’nın gösterisiyle renklenen törenden önce Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Garnizon Komutanı Albay Aydın Nazlı ve Belediye Başkan Vekili Ufuk Ova spor salonunun bahçesine birer fidan dikti. Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Spor Toto Spor Salonu’nda her türlü engeli kaldırarak engelli bireylere daha çok spor yapma imkanı sağlanmasında katkısı bulunanlara teşekkür etti. Hayırsever bir vatandaş tarafından yaptırılan özel asansör de engelli vatandaşlar arasında sevinç arattı.
Ayvalıkgücü Belediyespor Antrenörü Alper Altıoğlu, bu etkinliğin yaklaşık 10 yıldır düzenlendiğini anımsattı. Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan’ın da izlediği karşılaşmalarda, Ayvalıkgücü Belediyespor Yıldız Kızlar basketbol takımı Midilli Adası karmasına 48-38 yenilirken, Yıldız Erkeklerde Ayvalıkgücü Belediyespor rakibi Aelos karşısında sahadan 65-59 galip ayrıldı. Midilli Ada Karması basketbol takımının çalıştırıcısı Takis Kokunakis, Ayvalık’ı en az Midilli kadar sevdiklerini belirtti ve “Ayvalık’a ne zaman gelsem, kendimi kendi şehrimde gibi hissediyorum. Yıllardır Ayvalık’la dostluk maçları yapıyoruz. Dostluğumuzun pekişmesi adına bu çok önemli... Çünkü, biz kendimizi kardeş gibi hissediyoruz. Umarım bu sonsuza kadar böyle devam eder,” dedi.
1 AYVALIKLI ATLETLER 8
4 yeni Türkiye rekoru kırdılar, toplam 6 madalya kazandılar
6 Ocak’ta İstanbul’da yapılan Salon Yürüyüş Atletizm Türkiye Şampiyonası’nda toplam 6 madalya kazanan Ayvalıklı atletler Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Rahmi Gençer, sporcuları kutladı ve hediye çekiyle ödüllendirdi.
BAŞARI SEVİNCİNİ RAHMİ GENÇER’LE PAYLAŞTI
İstanbul’daki şampiyonada Ayvalıklı atletlerden Mert Atlı 3000 ve 5000 metrede yeni Türkiye rekoru kırarken, Şahin Şenoduncu da 3000 ve 5000 metrede U 23 yeni Türkiye rekorunun sahibi oldu. Melek Savcı 2000 metrede U 16 kategorisinde ikinci, Emirkan Demiz U 16’da üçüncü, Sino Erden U 14’de üçüncü ve Yıldız Kızlarda Gürcan Kardelen Erdinç üçüncü oldu.
Devlet Tiyatroları da davet edilecek
AYVALIK, TİYATRO FESTİVALİ’NE HAZIRLANIYOR
7. Bazı sahnelerde gerçek barut kullanıldı, salon patlama sesleriyle yankılandı
Ayvalık Tiyatro Festivali, Ayvalık Belediyesi’nin katkılarıyla 29 Nisan-3 Mayıs 2016 tarihleri arasında yapılacak. Ayvalık Sanat Derneği, Ayvalık Kültür ve Sanat Derneği temsilcileri bu konuda görüş alışverişinde bulunmak üzere, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Gençer görüşmede, sanatın toplumsal yaşamdaki önemine dikkat
çekti ve tiyatronun günümüzde yaşatılmasının gerekliliği üzerinde durdu. Bu yıl için düşünülen yeniliklerden biri de, festivale Devlet Tiyatrolarının davet edilecek olması... Bu konuda girişimler sürüyor. Festival boyunca ayrıca söyleşiler, paneller ve gençlere yönelik atölye çalışmaları düzenlenecek.
HAVRANLI OYUNCULAR AYVALIK’TA DA “ÖNCE VATAN” DEDİ
H
avran Belediyesi KültürSanat Kulübü Kocaseyit Tiyatrosu, Ayvalık Belediyesi’nin davetlisi olarak, İsmet İnönü Kültür Kültür Merkezi’nde “Önce Vatan” adlı oyunu sergiledi. Çanakkale kahramanı Koca Seyit’in yaşamını ve Çanakkale Savaşları’nı konu alan oyunun savaş sahnelerinde düşman gemilerine top mermileri atılırken efekt yerine gerçek barut kullanıldı ve salonda yankılanan patlama sesleri izleyicilere heyecanlı anlar yaşattı. Oyunun sonunda Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan, Rahmi Gençer adına tiyatro ekibine çeşitli hediyeler verdi. Havran Belediye Başkan Yardımcısı Mehmet Yılmaz da oyunu Ayvalık’ta sergilemelerine imkan veren Ayvalık Belediyesi’ne teşekkür etti.
Ödül kazananlar 5 Haziran Çevre Günü’nde açıklanacak
“KAZDAĞLARI’NDAN MADRA DAĞINA” KONULU FOTOĞRAF YARIŞMASI DÜZENLENDİ
A
yvalık ve Edremit kent konseyleri ile EDFOD yöneticileri, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret ederek, “Kazdağları’ndan Madra Dağı’na” konulu fotoğraf yarışması hakkında bilgi verdi, destek istedi. Gençer de, Belediye olarak kültürsanat etkinliklerini önemsediklerin belirtti, Ayvalık başta olmak üzere bölgenin tanıtımında olumlu rol oynayacağına inandığı yarışmaya katkıda bulunacaklarını söyledi.
fotoğraflar daha sonra açılacak sergilerde yer alacak. Fotoğrafların kullanım hakkı çekildiği bölgenin belediyesine ait olacak. Yarışmanın ödül töreni 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde yapılacak.
Yarışmaya katılacak ve dereceye girecek
9
UNESCO GİRİŞİMİ AYVALIK İÇİN BÜYÜK BİR ŞANS VE ÖNEMLİ BİR FIRSAT
Ayvalık’ın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesini hedefleyen çalışmalar kararlılıkla ve bütün hızıyla sürüyor. Geçen sayımızda bu konuda geniş bir dosya sunmuştuk. Bu kez, Ayvalık’ta şöyle bir “turladık” ve farklı mesleklere sahip kişilerle görüşerek Ayvalık’ın Miras Listesi’nde yer alması konusundaki düşüncelerini sorduk. İşte, aldığımız yanıtlar... öngörüyor-, Ayvalık’ta yok olmaya yüz tutan pek çok değer, yeniden hayat bulacak. Örneğin geleneksel usullerle zeytinyağı üretmek, sabun imal etmek gibi... Çömlekçilik gibi...
SERAP TUNCAY (Mimar) ESAS İŞ ADAYLIK DOSYASINDAN SONRA BAŞLAYACAK
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmek, uzun soluk gerektiren bir süreç... Adaylık dosyasının hazırlanması ve “aday olmak” bu uzun sürecin başlangıcı. Mirası Listesi’ne girmiş yerleri UNESCO’nun kendi sayfasından tarayıp baktığımızda Ayvalık’ın bu listeye girmeyi fazlasıyla hak ettiğini görüyoruz. Çünkü Ayvalık; zeytinle birlikte gelen kültürü, kendine özgü mimarisi, Osmanlı döneminde bile sahip olduğu doğal, kültürel zenginlikleriyle pek çok yerleşim biriminden ayrışıp imtiyazlı bir kent statüsüne bürünmesi gibi nedenlerle fark yaratıyor. Bu süreç, koruma boyutunun yanı sıra “eğitim” ve yediden yetmişe Ayvalık’ta yaşayan herkesin katılacağı aktiviteleri de kapsıyor. Sadece kağıtla uğraşan insanların veya teknik kişilerin; mimarların, sanat tarihçilerin yürüteceği bir süreç değil. Gerçekten bu sürece “eğitim” kısmı da dahil edilebilirse -ki UNESCO bunu
10
UNESCO listeyi “somut” ve “somut olmayan” diye sınıflandırıyor. Biz her dalda aday olabiliriz. Örneğin mübadeleyle birlikte yaşananlar, mübadelenin bu kültüre kattıkları, mübadil toplumun kendine has mutfağı gibi... UNESCO benim için bu değerlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması demek ve ben Ayvalık’a çok büyük katkısı olacağını, eğitim ayağıyla birlikte yediden yetmişe herkesin içinde yer alabileceği bir çalışma ve eylemler dizisine dönüşebileceğini düşünüyorum. Bütün bu çalışmalar Ayvalık’ta bir hareketlilik yaratacak. İş olanakları doğacak. Bu adaylıkla birlikte, insanlar projeler yaratmaya başlayacaklar. Örneğin sabun imalatını nasıl projelendireceklerini araştıracaklar. Projeler ortaya çıktıkça bu projelere kaynaklar bulunacak. Bu da hem dokuyu koruyarak hem de insanları içine katarak, geçmişten gelen değerleri genç kuşaklara aktarmak demek. Ayvalık Belediyesi bu konuda çok gayretli. Son derece hızlı bir şekilde harekete geçildi ve yol alındı. Başkan Rahmi Gençer ilk kez Ağustos ayında “UNESCO” adını telaffuz etmişti. Şunun şurasında kaç ay geçti üstünden... Hızlı bir şekilde birim kuruldu. Resmi olarak birimin kurulması en büyük adım çünkü Bakanlık ve UNESCO Komiteleri nezdinde burada bir resmi temsilcilik oluşturuldu. Esas iş zaten adaylık dosyasından sonra başlayacak. Belediye burada resmi makam ve “lider” ama herkesin desteğine ihtiyacı var. Belediyedeki çekirdek birimin tek başına götürebileceği bir süreç değil bu. STK’lara görev verilerek süreç
hızlandırılabilir ve şimdiye kadar kaybedilen zaman telafi edilebilir.
AZİZ YILDIZ (Öğrenci) BELEDİYENİN ÇALIŞMALARINI ÖNEMSİYORUM
On üç yaşındayım. 15 Eylül Ortaokulu’nda okuyorum. 7. Sınıf öğrencisiyim. Ayvalık’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması öncelikle turizmde ve kültürel ortamda büyük etki yaratacak. Turizmin canlanmasıyla esnafın yakınmaları sonlanacak. Farklı kültürlerin Ayvalık’a gelmesi kültürel etkileşimleri, kültürler arası diyalogu arttıracak ve Ayvalık çok daha renkli bir yer olacak. Bunlar önemli şeyler. Belediyenin çalışmalarını önemsiyorum. Çünkü Ayvalık’ın tanıtımı için büyük ve güzel adımlar atılıyor. Ayvalık ne kadar tanınırsa, o kadar fazla turist çeker. Uluslararası bir kimlik kazanır. Ben kentimizdeki
gelişmeleri arkadaşlarımla birlikte izlemeye çalışıyorum. Kendi aramızda gazete ve dergilerden edindiğimiz bilgilerle yorumlar yapıyoruz ama okulda öğretmenlerimiz de bizi bilgilendirirlerse çok daha iyi olur. Almanya’da bir kardeş kentimizin olduğunu öğrendim. Bu gerçekten güzel bir haber, böyle gelişmeler farklı kültürlerle iletişimi arttırıyor.
restorasyonlar için mali kaynak temin edilecek. İnşallah listeye gireceğiz. Bizi kabul edecekler çünkü zeytinyağımız, doğamız, su altı varlıklarımızla Ayvalık gerçekten özgün bir “kültür mirası”dır. Yakın zamanda listeye dahil edilen Bergama, dünyanın merak ettiği, ziyaretçi akınına uğrayan bir belde haline geldi. İnşallah Ayvalık da böyle olacak. Belediye Başkanımızın da dediği gibi, Ayvalık sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada parlayacak.
Dediğim gibi sadece Yunanlılar geliyorlar şimdi. O zaman dünyanın her yerinden insanlar gelecekler. Alış-veriş yapacaklar. Yeni iş sahaları açılacak. Sadece turizmle çark dönmez. Yeni fabrikaların kurulacağını öngörüyorum. Ayvalık kültürel, doğal, tarihi zenginlikleriyle “kültür mirası” olmayı hak ediyor. Esnaf olarak bu konuda fazla bilgi sahibi değilim. “Çalıştay”dan, derginizde bu konunun işlenmesinden haberim olmadı. Dergi bize gelmiyor. Toplantıların duyuruları da bize ulaşmadı. Bu girişimlerden halk haberdar edilir ve bizler bir şekilde aydınlatılırsak, sevinirim.
NİLGÜN KESKİN (Eczacı) AYVALIK AYAĞA KALKACAK Ayvalık’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alacağını ümit ediyorum, çünkü hak ediyor. İnşallah gerçekleşecek. Bu sayede pek çok şeyin değişeceğine inanıyorum. Herkes, bütün dünya bizi tanıyacak. En başta memleketimiz koruma altında olacak. Ayvalık korunacak, bozulmayacak. Bunu çok önemsiyorum. Sonra; ekonomi düzelecek, canlanacak. Restorasyon çalışmaları hız kazanacak. Yıkıkdökük tarihi binalarımız ayağa kaldırılacak. Sonuçta, Ayvalık ayağa kalkacak.
SUAT KAÇAK (İşletmeci) İNŞALLAH LİSTEYE GİRECEĞİZ
UNESCOKültür Mirası Listesi konusundaki çalışmaları bir vatandaş olarak yakından izliyorum. Çalıştay’a, toplantılara ben de katıldım, katılıyorum. Ben olaya özellikle tarihi eserlerin korunması açısından bakıyorum. Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer aldığmız takdirde tarihi Ayvalık evlerinin onarımının hızla gerçekleşeceğine inanıyorum. Bizim bu değerlerimizi geleceğe taşımamız, genç kuşaklara “miras” olarak bırakmamız lazım. Bu açıdan tahminime göre Ayvalık bazı fonlardan yararlanabilecek. UNESCO’dan
BÜLENT GÜNAY (Esnaf)
LİSTEYE GİRDİĞİMİZDE DÜNYANIN HER YERİNDEN İNSANLAR GELECEK
Ben ağırlıklı olarak ayakkabı, çanta, terlik satıyorum. Kış aylarında Ayvalıklılar alış-veriş ediyorlar. Yazın daha çok Yunanlılara hitap ediyoruz. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girdiğimizde, bundan biz esnaflar da fayda sağlayacağız.
EMİNE BERKAN (Sanat Galerisi Sahibi)
EGE’DE KISMEN DE OLSA, KENDİNİ VE KÜLTÜRÜNÜ KORUYABİLMİŞ TEK YER AYVALIK
UNESCO ile ilgili konuyu ilk kez Kırlangıç Fabrikası’ndaki bir etkinliğimiz sırasında dostlarımdan duydum. Sonra billboard’larda gördüm. Gelişmeleri ilgiyle izliyorum. Benim için de çok önemli bir konu. Keşke gerçekleşse ve Ayvalık kurtarılabilse... Gerçekten insanlar burada Ayvalık için çabalıyorlar. Ama amatörce, ama profesyonelce... Bütün sanatçılar bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ayvalık’ın eski imajı çok güzeldi çünkü olduğu gibi özgün bir kültürü yansıtıyordu. Ancak o kültür yitirilmiş.
11
O kültür yeniden gün yüzüne çıkarıldığında onun üzerine çok güzel şeyler kurabilirsiniz ve çok güçlü bir kültürel yapı oluşur. Ama bunun için herkesin el ele vermesi şart. Bence UNESCO’ya da baskı yapmak gerek. Zira Ege’de bir tek Ayvalık kısmen de olsa kendini, kültürünü koruyabilmiş. Ayvalık doğasıyla, iklimiyle, ulaşılabilirliğiyle, kültürüyle, zeytiniyle, zeytinyağıyla, otlarıyla, mutfağıyla, mübadele öyküleriyle, su altıyla, mimarisiyle, her şeyiyle özel bir yer... Müthiş bir turizm patlaması yaşanabilir Ayvalık’ta. Sanat, kültür ve turizmin birlikte yürümesi lazım. Ben “Dünya Mirasları” arasına girebileceğimizi, şansımızın büyük olduğunu düşünenlerdenim. Ama çok çalışmak gerek. Çünkü şimdiye kadar epey zaman ve değer yitirilmiş. Bence Ayvalık oksitlenmiş bir altın gibi. O oksitin kazınıp, altındaki cevhere ulaşılması gerekiyor. Şimdi o cevhere ulaşabilmek için elimizde çok önemli ve güzel bir fırsat var. Bunu mutlaka kullanmalıyız.
adım. Esnafa da halka da faydalı olacağından eminim. Bu konuyu yakından izlediğimi söylemek isterim. İnternetten haber alıyorum. Ayda Bir Ayvalık dergisi ve broşürler geliyor. Bunlar bilgilenmemizi sağlayan kaynaklar. İşlerimin yoğunluğu nedeniyle çalışmalara çok istediğim halde katılamıyorum ama katılan arkadaşlarımdan gelişmeleri öğreniyorum. Ayvalık kültürel, doğal, tarihi zenginlikleri; zeytini, otları, mutfağıyla çok özel bir kent. Bu özellikleriyle korunmayı ve miras olarak gelecek kuşaklara kalmayı fazlasıyla hak ediyor. Ayvalık inşallah bütün dünyanın tanıyacağı bir yer olacak. Kültür, doğa turizmi, gastronomi turizmi kentin ekonomisine büyük katkı sağlayacak. Gençlere iş imkanları doğacak. İşsizlik var evet ama bizler de esnaf olarak kalifiye eleman sıkıntısı çekiyoruz. Gelişmelere paralel olarak kalifiye eleman yetiştirilmeye de önem verilecek sanırım. Gelen turistin kalitesi, eleman kalitesini de etkileyecek. O zaman bizler de yaptığımız yatırımın karşılığını alabileceğiz. Ayvalık’ta güzel şeyler olacak, herkesin yüzü gülecek, buna inanıyorum.
MUSTAFA TEZİŞÇİ (Kuyumcu)
İÇ DENİZİN KİRLETİLMEMESİ ÇOK ÖNEMLİ Ayvalık artık korunacak. Korunması yüzde bin şart. Doğayı, ormanlarımızı, zeytin ağaçlarımızı, tarihi eserlerimizi, bu eserlerdeki dokuyu, kültür varlıklarımızı; Girit, Selanik, Midilli’den gelme insanların kültürel değerlerini korumalıyız. Özel mutfağımız da bu şemsiyenin altında olmalı çünkü Ayvalık’ın balığa, ota, zeytinyağına dayalı apayrı bir yemek kültürü var.
NESRİN ARICI (Pastane Sahibi)
GELEN TURİSTİN KALİTESİ, ELEMAN KALİTESİNİ DE ETKİLEYECEK
UNESCO girişimini Ayvalık için büyük bir şans ve fırsat olarak değerlendiriyorum. Kültürel değerlerimizin, manevi varlıklarımızın korunması, Ayvalık’ın gelişmesi ve kalkınması açısından önemli bir
12
Sahip olduğu bu değerleri bilinçli bir şekilde korumaya başladığımızda Ayvalık fevkalade bir yer olacak. Tabii bu arada denizin kirletilmemesi konusu çok önem kazanıyor. İç denizin kirlenmesinin, kanalizasyonların iç denize akışının mutlaka önüne geçilmesi gerekiyor. Benim önceliğim denizin temizliği, bu şart! Ayvalık Belediyesi’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi için gösterdiği çabayı çok takdir ediyorum. Başkanı tanırım, bütün kalbiyle çalıştığını gözlüyorum. Büyükşehir Belediyesi
de kentimizle yakından ilgileniyor. Bu açıdan memnunum. Alt yapı sorunlarının çözümü için önerilen bütçenin onaylandığını duydum. Yeni kanalizasyon şebekesi yapılacakmış. Yani Ayvalık’ımız için güzel şeyler olacak, bekliyoruz. Gelişmeleri gazetelerden ve Ayda Bir Ayvalık’tan izliyorum. Derginin UNESCO Özel Sayısı’nı okudum. Bizleri aydınlattığınız için sizlere de teşekkür ediyorum.
SAKİ BACAN (Lokma Ustası) ÇOÇUKLARIMIZI DÜŞÜNEREK HEPİMİZ BİR ŞEYLER YAPMALIYIZ
UNESCO çalışmaları Ayvalık için çok güzel. Çalıştay’dan haberim var fakat katılamadım. Eş-dosttan, arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla konu hakkında bilgi sahibiyim. Ayvalık’ın tanıtımı ve Ayvalık’ın sahip olduğu değerlerin korunup ön plana çıkarılması için geçmişte fazla bir çaba gösterilmediğini düşünüyorum. Belediye Başkanımız gerek yurt içinde gerekse yurt dışında Ayvalık’ın tanıtımı için çalışıyor. Yurtdışı ziyaretlerde bulunuyor... Fuarlara katılınıyor. Ayvalık için projeler geliştiriliyor. Gördüğüm kadarıyla iyiye doğru gidiyoruz. Eskiden Ayvalık’ta sezon bir ay sürüyordu. Şimdilerde kış ayları da hareketli geçiyor. Esnaf da memnun tabii... Kuşkusuz UNESCO’yla birlikte Ayvalık sahip olduğu zenginlikleri koruma altına alacak ve gelecek kuşaklara bozulmadan kalmasını sağlayacak.
söyleyeyim. Ayvalık zeytinyağı vce zeytinyağına dayalı mutfağıyla Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmeli. Zaten Rahmi Başkan da gastronomi alanında listeye dahil olmamızı düşünüyor. Bildiğim kadarıyla, eski usul sabun üretimi de önerileri arasında... UNESCO’yla neler değişir derseniz, mutlaka büyük getirisi olur. Bergama’da ne tür değişim, gelişim yaşanıyor ona bakmak lazım. Ama Ayvalık’ın adının geçmesi bile en azından dünyada bir merak uyandırır. Pek çok insan görmek için yöremize gelir. Böyle bir olayın turizme artı değer katacağı kuşkusuz.
Hepimiz için bu çok önemli. Çocuklarımızı düşünerek hepimizin bir şeyler yapmamız gerekiyor. Ayvalık halkı olarak Belediyenin, Kaymakamlığın, Valiliğin yanında yer almalıyız. Elimizi taşın altına koymalı ve bu önemli fırsatı değerlendirmeliyiz. Ayvalık bana göre dünyanın en zengin yörelerinden biri. Doğasıyla, zeytini, zeytinyağıyla, mutfağıyla, deniziyle, balığıyla... Kıymetini iyi bilmemiz lazım.
Bu uzun süreçte herkes Belediyenin, Kaymakamlığın, Valiliğin yanında yer almalı. Çünkü sonuçtan hepimiz faydalanacağız. Bizler bu girişimi halk ve esnaf olarak destekliyoruz ve üzerimize ne düşerse yapmaya hazırız.
UNESCO İLE NELER DEĞİŞİR DERSENİZ, MUTLAKA BÜYÜK GETİRİSİ OLUR
UNESCO Dünya kültür Mirası Listesi’ne girebilmemiz için Çalıştay’ın yapıldığını biliyorum ancak doğrusunu isterseniz gelişmeler hakkında, fazla bilgi sahibi değilim. Daha çok kulaktan dolma, arkadaşlardan duyduğum şeyler var. Ben size kendi düşüncelerimi
Önümüzde bir Bergama örneği var. Bizim otellerimizin Bergama sayesinde dolduğunu söylesem yalan olmaz. Bergama’da yatak sayısı yetersiz olduğu için Truva, Ayvalık, hatta uzak olmasına rağmen Pamukkale; Bergama’ya gelen turistleri ağırlıyor. Bildiğim kadarıyla her gün üç-dört otobüs, Ayvalık otellerine turist getiriyor. Ayvalık konaklama anlamında elbette ki Bergama’dan çok daha hazır durumda. Tarihi eser açısından Bergama kadar zengin sayılmayız ama bizim de burada çok boyutlu bir tarihimiz, kültürümüz var. Bunu da değerlendirmek lazım. Hava, doğa, deniz, dünyaca ünlü mercan kayalıklarımız, zeytin ağaçlarımız... Bizim zenginliğimiz çok. Alt yapı eksiklerimizi de giderirsek fevkalade olur. Bence, “Ayvalık eski kimliğine nasıl döner? Dönebilir mi?” sorusuna cevap aramalı... Benim çocukluğumun o pırıl pırıl, tertemiz Ayvalık’ını yeniden inşa edebilir miyiz? Saçma-sapan beton binaların olmadığı, eski doğallığındaki bir Ayvalık’ı geri getirebilir miyiz? Bence asıl bu konu çok önemli.
Özetle, Ayvalık’ın bütün dünyanın tanıdığı bir yer olacağına inanıyorum. Ancak esnafın da uluslararası organizasyonlarda yer alması gerek. Örneğin beni “Lokma İmparatoru” olarak sadece Cunda değil, neredeyse dünya tanıyor. Ben de fuarlarda Ayvalık’ımızı temsil etmek, dünyaya açılmak istiyorum ancak bir imkan bulamadım. Fikrimce, biz esnafların katılımıyla bu tür organizasyonlar hem renklenir hem de yöresel tatlarımızı tanıtma şansımız doğar.
HAKAN GÜLÖREN (Zeytin, zeytinyağı, sabun üreticisi)
tutmamız gerek. Allah korusun, hiçbir varlığımıza zarar gelmesin; bütün isteğimiz bu. Bizler de elimizden ne gelirse yapmaya hazırız. Elimizi taşın altına sokmaktan çekinmeyiz. İnşallah başarırız.
HAKAN BEKİT (Restoran Sahibi)
AYVALIK KONAKLAMA ANLAMINDA BERGAMA’DAN ÇOK DAHA HAZIR DURUMDA Öncelikle böyle bir şeye kim teşebbüs ettiyse bir Ayvalıklı olarak ona teşekkür etmek lazım. Ayvalık UNESCO Dünya Kültür Mirasi Listesi’nde yer almayı çoktan hak ediyor. Geç bile kalınmış bence. Bu gecikme nedeniyle bazı şeyler yitirilmiş hatta. Bu değerleri elimizde
13
Kazım Karabekir Mahallesi Muhtarı
A
MEHMET YILMAZ “AYA TRİADA KİLİSESİ’NİN ONARIMINA BİR AN ÖNCE BAŞLANMASINI İSTİYORUZ”
yvalık’ın en eski mahallelerinden birinde, Kazım Karabekir’de, Aya Triada Kilisesi’nin bahçesindeki muhtarlık binasında Mehmet Yılmaz’la birlikteyiz.
Sayın Yılmaz, sizi tanıyabilir miyiz? -1948 yılında Bergama’nın Okçular köyünde dünyaya geldim. 1975 yılında Ayvalık’a yerleştim. Evliyim. İki çocuk babasıyım. Ayvalık’ta yirmi beş yıl boyunca televizyon, elektronik eşya tamiri ile uğraştım. Son yerel seçimlerde muhtarlığa adaylığımı koydum ve kazandım. Muhtar olarak ilk dönemim.
-Yerli ve yabancı turistin ilgisini çeken bir mahalleyiz. Beş-altı tane pansiyonumuz mevcut. İnsanlar tarihi Ayvalık evlerinde konaklamayı, sokaklarında gezmeyi seviyorlar. Yani turizm potansiyelimiz var. Ancak yolumuz uzun. Evlerimizin onarımı şart. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmek için başvurmuşuz. İnşallah olur da restorasyon çalışmaları hız kazanır.
-Doğuda Zekibey, kuzeyde Hayrettinpaşa, paralelinde Kemalpaşa mahalleleriyle çevriliyiz. Güney tarafımızda ise Ayvalık Mezarlığı ve ormanlık alan yer alıyor. Kazım Karabekir’in nüfus ne kadar?
Mehmet Yılmaz
Peki, mahallenizde yaşayanların sosyo-ekonomik profili nedir? -Sakinlerimiz genelde işçi veya emekli. Tarla ve bahçelerde tarım yapan, hayvancılıkla uğraşanlar da var. Bu şekilde idare ediyorlar. “Esnaf hiç yok,” desem yeri... İki tane bakkalımız var, hepsi o! Bize mahallenizin tarihçesinden söz eder misiniz? -O konuda fazla bilgi sahibi değilim ancak eski bir yerleşim birimiyiz ve SİT alanıyız. Sınırlarımız içinde neo-klasik mimarinin özelliklerini taşıyan pek çok evin yanı sıra, gördüğünüz gibi Aya Triada Kilisesi de yer alıyor. 1980 yılına dek tütün deposu olarak kullanılan kilisenin o yıllarda sapasağlam, ayakta durduğunu biliyoruz. Ancak; Tekel özelleştirilince bu güzelim yapı, kaderine terk edildi ve otuz beş yılda harabeye dönüştü. İnsanlar gelip-gidiyorlar, fotoğraflarını çekiyorlar, projelerini çiziyorlar. Geçtiğimiz mayıs ayında restorasyonunun başlayacağı ifade edilmişti fakat hala bir hareket yok. GENÇLERİ TAMAMI İŞSİZ DİYEBİLİRİM
14
-Bu evlerin yüzde onu el değiştirdi ve restorasyon gördü. Genelde İstanbulluların satın aldığı bu evler sayesinde mahallenin çehresi değişti. Fakat onarım bekleyen daha çok ev var. Yerli halkın bu evleri restore edecek ekonomik gücü yok. Bazı evler yıkılmak üzere. İnsan altından geçmeye korkuyor. Bu gibi tehlike arz eden binalara acil olarak çözüm gerekiyor. Dediğim gibi, görüntü kirliliği yarattıkları gibi tehlike de saçıyorlar. Sayın Yılmaz, mahallenizi turizm açısından değerlendirir misiniz?
Muhtarlığınızın sınırlarını çizer misiniz?
-Bin seçmenimiz var. Seçmen sayısından hareketle yaklaşık üç bin beş yüz-dört bin kişinin mahallemizde yaşadığını söyleyebilirim. Nüfusun yüzde sekseni Ayvalık’ın yerlisi. Göç alan bir mahalle değiliz.
Kazım Karabekir’deki eski Ayvalık evleri ne durumda?
Kazım Karabekir’de sosyal hayat nasıl? -Vallahi erkekler kahvelerde vakit geçiriyorlar ya da deniz kenarına iniyorlar. Kadınlar kapı önlerinde dantel, el-işi yapıyorlar... Mahallemizde gençlerin gideceği bir sosyal tesis yok. Tesis yapacak alan da yok zaten. İşsizlik sorunu var mı? -Gençlerin tamamı işsiz diyebilirim. Tabii kendi işinde, tarlasında çalışan da var ama az. Ayvalık’ta işsizlik büyük bir sorun ve biz de o sorunun bir parçasıyız. Gençler bulabilirlerse günü-birlik işlerde çalışıyorlar. Zeytine gidiyorlar. Bazı yağ fabrikalarında sezonluk çalışıyorlar. Yazın turizm sektöründe imkan buluyorlar. Yani hep geçici işler. PERŞEMBE GÜNLERİ 13 NİSAN CADDESİ’NE PARK EDEN ARAÇLAR SORUN YARATIYOR Mahallenizin sorun ve ihtiyaçlarına gelirsek, neler söylersiniz? -En büyük sorunumuz su patlakları için kazılan yolların eski haline getirilmemesi. Gelip hemen patlakları yapıyorlar sağolsunlar ancak açtıkları yerin üzerini günlerce kapatmıyorlar. Bir başka sorun, özellikle
perşembe günleri 13 Nisan Caddesi’ne park eden araçlar. O gün burada bir yangın çıksa, itfaiye araçları nasıl müdahale edecek? Hastanız olsa, ambulans nasıl girecek caddeye? Yayaların bile yürümekte sıkıntı çektikleri bir durum yaşanıyor burada. Bizim Yedi Kuyular Mevkii’nde boş bir arazimiz var. Orası otopark olarak düzenlenirse hem belediyeye kaynak yaratılır, hem de cadde Perşembe Pazarı trafiğinden arındırılır diye düşünüyorum. Son olarak, iki çocuk parkımızın elden geçmesi, beşiklerin tamir edilmesi gerektiğini de eklemeliyim. Park-Bahçeler Müdürlüğü’ne şikayetimizi ilettik. “Yapacağız,” dediler ama gelen-giden yok. Oralar da araç parkına dönüştü. Bunların dışında bir şikayetimiz yok. Temizliğimiz yapılıyor. Çöplerimiz alınıyor. Memnunuz. Yeri gelmişken bir arzumuz var. Onu da dile getirmek istiyorum. Arzunuz nedir? -Bizler Kazım Karabekirliler olarak Aya Triada Kilisesi’nin onarımına bir an önce başlanmasını istiyoruz. Bu kilisenin kültür varlıklarımız arasına katılması sadece mahallemiz için değil, Ayvalık adına da çok önemli.
Çalışmalara Kaymakamlık, Milli Eğitim Müdürlüğü, gönüllü eğitmenler ve saha gönüllüleri katkı sağlıyor
ZEYTİN ÇEKİRDEKLERİ KIŞ OKULU’NDA 100’E YAKIN ÇOCUK HEM ÖĞRENDİ HEM EĞLENDİ
A
yvalık Belediyesi’nin en önemli projelerinden biri olan ve kırsal mahallelerdeki çocuklarla kent merkezindeki çocukların kültür ve sanatla tanışmasını amaçlayan “Zeytin Çekirdekleri” faaliyet alanını her geçen gün biraz daha genişletiyor.
Son olarak Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, düzenlenen “Zeytin Çekirdekleri Kış Okulu” atölyelerinde 100’e yakın çocuğa müzik ve bilim ağırlıklı bir eğitim verdi. Eğitime katılanlar bilimsel konuları deneyerek ve eğlenerek öğrendi. Kış Okulu’nda müzik konusunda keman, çello, ritim, koro ve ses eğitimi de verildi. Çalışmalardan duyduğu memnuniyeti dile getiren Belediye
Başkanı Rahmi Gençer bu konuda şöyle dedi:
“Zeytin Çekirdekleri projemiz İstanbul’dan gelen gönüllü eğitmenlerin değerli katkılarıyla daha da zenginleşiyor ve güçleniyor. Böylece çocuklarımız müzik konusunda ustalaşırken bir yandan da sosyal hayatın içinde yer alarak yepyeni bilgilerle donanıyor ve kendilerini geliştiriyorlar.” Ayvalık Belediyesi ile Boğaziçi Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen ve 6 Şubat’ta sona eren çalışmalara Kaymakamlık ve Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yanı sıra gönüllü eğitmenler ve saha gönüllüleri katkı sağladı.
Sayın Yılmaz, Kazım Karabekirliler en çok hangi taleple kapınızı çalıyorlar? -Sosyal yardım almak amacıyla gelen çok oluyor. Bu yıl sosyal yardımlar yok denecek kadar az. Aşağı-yukarı kırk kişi var, sosyal yardım alan. Kaymakamlığın kömür dağıtımı henüz başlamadı. Kömürün geleceğini duyduk. Bekliyoruz. Mahallenizde belediyenin “Evde Bakım Hizmetleri”nden yararlananlar var mı? -Evet var... Sekiz ailemiz evde bakım ve sağlık hizmeti alıyor ve hepsi de durumdan memnun. Siz muhtarlar olarak, Kazım Karabekir’de yaşayanlardan ne bekliyorsunuz diye sorsak, son kez? -Halkımın sağlık ve mutluluk içinde yaşamasını bekliyorum. Başka ne isteyeyim?
15
ALİ ÇETİNKAYA:
“BİRLİĞİNİ ALIP BENİM YANIMDA BU VATAN İÇİN MÜCADELE EDER MİSİN?”
ŞAKİR OĞLU KASIM AĞA:
“EDERİM... YA BİRLİKTE ÖLECEĞİZ YA DA BİRLİKTE VAR OLACAĞIZ!”
Şakir oğlu Kasım Ağa’nın adını ve bölgemizin yakın tarihindeki yerini çoğumuz bilmeyiz. Oysa müthiş hareketli ve o oranda da heyecanlı bir hayatı olmuş. Karadağ’dan Konya’ya, Kütahya’dan Çanakkale ve Balıkesir’e uzanan, daha sonra Milli Mücadele’de gösterdiği yararlıklar nedeniyle İstiklal Madalyası’yla taçlanan bir hayat... Bu gözüpek ve kararlı savaşçının hikayesini torunu Aydın Sakarya’dan dinledik
Gülbeniz Şentay
İ
etmişler. 1912 yılının sonlarına doğru Diyarbakır’a gelmişler. Bir süre sonra Kahramanmaraş üzerinden Konya’ya geçmişler.
stiklal Madalyası sahibi dedem Şakir oğlu Kasım Ağa, nam-ı diğer Boşnak Kasım Çavuş, günümüzden tam yüz otuz üç yıl önce Osmanlı egemenliği altındaki Karadağ/Kolaşin’de (Akova) dünyaya gelmiş. İklim koşullarının yanı sıra, aşılması zor sarp dağlarıyla Balkanlarda Osmanlı’nın fethine direnebilen tek yerdir Karadağ. Savaşçı bir geçmişe sahip olan Karadağ’ın, Türklere karşı daima Hıristiyanları desteklediği bilinir. Zaten 1912 yılında, bir sınır anlaşmazlığını gerekçe göstererek Osmanlı’ya savaş açan ilk Balkan ülkesi de o olmuş. Bu koşullarda, orada yaşayan Türkler gibi dedemin babası Şakir Ağa da çetin doğa koşullarının yanı sıra sık sık Ortodoks Çetniklerle de mücadele etmek durumunda kalırmış. Dedem gözlerini işte böyle bir dünyaya açmış. Babası Şakir Ağa, hayvancılık yaparak geçiniyormuş. Arazi tarıma elverişli olmadığı için sadece patates yetiştirebiliyorlarmış. Öylesine soğuk oluyormuş ki Karadağ, patatesleri de ürettikleri tereyağı, peynir gibi toprağa gömerek taze kalmalarını sağlıyorlarmış. Karadağ’ın savaş ilanının ertesinde Balkan Savaşı çıkmış. Türklerin orada yaşamaları imkansızlaşmış ve ülkeden kaçmaya başlamışlar. Dedemler de ailece ve kalabalık bir grup halinde sürekli savaştıkları Çetniklerle çatışa çatışa Karadağ’ı terk etmişler. Çatışmalar sırasında dedemin babası öldürülmüş. Onu ormanlık bir araziye gömüp, yollarına devam
16
Doğru-dürüst dilini bile bilmedikleri ve yabancısı oldukları bu topraklarda hayata tutunmaya çalışırlarken Boşnak toplumuna göz açtırmayan Mehmet Delibaş* adındaki bir eşkiya çıkmış karşılarına. Bunun üzerine dedemler Delibaş çetesiyle çatışmaya girmişler. Fakat çok kayıp verdikleri için Konya’dan çekilmek zorunda kalmışlar. Eşkıyanın ihbarı üzerine peşlerine düşen Jandarmayla da çatışınca Osmanlı, dedem hakkında “Görüldüğü yerde vurulacak, yakalandığı yerde asılacak!” diye ferman çıkarmış.
AYDIN SAKARYA KİMDİR? 1946 yılında Küçükköy’de dünyaya geldi. 1965’te ailece İzmir’e göç ettiler. Aynı yıl CHP Bornova Gençlik Kolları’nda çalışmaya başladı. 1977 genel seçimlerinin ardından Bornova Belediye Meclis Üyesi oldu. Ailesiyle birlikte Ayvalık’a döndükten sonra 1994’te Küçükköy Belediyesi Meclis Üyeliği’ne seçildi. Beş yıl Başkan vekilliğinde bulundu. 1999 yılında Küçükköy Belediye Başkanlığı’na adaylığını koydu. Elli yıl siyasetin içinde yer alan Aydın Sakarya evli ve dört çocuk babası.
Beraberindekilerle birlikte Konya’dan ayrılan dedem, Kütahya’ya gelmiş. Orada, kendilerini savunmak amacıyla hemen seksen kişilik bir müfreze kurmuş ve sürekli yer değiştirmek koşuluyla uzunca bir zaman Kütahya’da kalmış. Rahmetli babam da Tavşanlı’da dünyaya gelmiş. Yani Karadağ’dan çıktıklarından beri sıcak bir yatak görmemişler. Öyle ki, sık sık baskın veren jandarma karşısında babaannem, oğluna yani babama dokunurlar korkusuyla kocasının Kasım Ağa olduğunu bile inkar etmiş. Artan baskılar sonucu dedemin kız kardeşleri, en küçükleri Beytullah’ı da yanlarına alarak Karaburun’a yerleşecek kafileye katılmışlar. Ne var ki, şanssızlık orada da peşlerini bırakmamış. On altı yaşındaki
Yunan birliği püskürtüldükten sonra Ali Çetinkaya kendisine destek verenleri tanımak istemiş. Bir subayına, “Liderlerini çağır, gelsin!” demiş. Fakat subay bir türlü liderin kim olduğunu öğrenememiş. Dedem arandığı için kimse çıkıp da onun adını vermiyormuş. Subay gitmiş. Bu kez bir üstteğmeni göndermiş Ali Çetinkaya. Komutanının “kimsenin kılına dokunulmayacağına dair” asker sözü verdiğini söyleyen teğmen, “Sadece sizlere teşekkür etmek istiyor,” diye eklemiş. Dedem beş-altı arkadaşıyla Ali Çetinkaya’nın huzuruna çıkmış Beytullah’ı askere almak istemişler. Delikanlı direnince bir subay vurmuş onu. Kaçak olduğu için sürekli yatak değiştiren dedem olaydan epeyce sonra haberdar olmuş. Subayın birliğini, yerini-yurdunu öğrenmiş. Olayı anlattığı arkadaşları dedeme “Subayı buldun mu?” diye sorduklarında, “Buldum, ama gerisini sormayın bana!” dermiş. Çok sert bir ifadedir bu! “ADIM MESAFESİNİ KORUYARAK YUNANLIYI YARIM AY ŞEKLİNDE ARKADAN ÇEVİRELİM” Birinci Dünya Savaşı bitip de İstanbul işgal kuvvetlerine teslim olduğu sıralarda dedem daha korunaklı gördüğü Kuzey Ege’ye; Çanakkale ve Balıkesir havzasına yönelmiş. Hep birlikte Kozak yaylasından Yunanlıların Dikili’ye çıkardıkları tümeni izlemişler. Bizimkiler son derece deneyimli ve iyi birer nişancı oldukları halde, müdahale edememişler. Çünkü ağır silahlarla donatılmış çok kalabalık bir birlikmiş bu. Birlik Donbay çiftliğinde konaklamış. Çiftlikte hummalı bir çalışma varmış. Kazanların kaynayıp, yemeklerin hazırlanmasından, çiftliktekilerin Yunan askerinin geleceğinden haberdar olduklarını anlamışlar. Askerler yiyip-içip, dinlendikten sonra Bergama/İzmir yönüne doğru yola koyulduklarında dedem müfrezesine, “Şimdi aşağıya ineceğiz ve çifliktekilere güzel bir sopa çekeceğiz!” demiş. Dediklerini yapmışlar. Hayvanları dağlara sürüp, çifliği ateşe vermişler. Ardından Kozak’a dönmüşler. Bundan yirmi yıl öncesine kadar Donbay Çiftliği’nde yangının izlerine rastlamak mümkündü. Ancak şimdi nasıldır, bilmiyorum. Yunanlılar ikinci çıkarmayı Keremköy sahiline yapmışlar. Gümüşlü fabrikasının bulunduğu yere, Balıkesir’e gidecek bir birlik indirmişler. O sırada Ali Çetinkaya yarbay rütbesiyle Karaağaç cephesindeymiş. Yunanlılar, bizim alayın beş katı büyüklüğündeymiş. Techizat bakımından da çok üstünlermiş. Ali Çetinkaya Karaağaç’taki kısa menzilli beş-altı topla Yunan gemilerini dövüyormuş ancak gemilerden bu atışlara misliyle karşılık veriliyormuş. Kozak yaylasında top
Şakir Oğlu Kasım Ağa seslerinden geçilmiyormuş. Dedem, hakkındaki yakalama emrine rağmen aşağı inmeye karar vermiş. Jandarmaya karşı daha kolay savunma yapabilmek için yirmişer adım arayla yürümeye başlamışlar. Epeyce yol kat ettikten sonra cephe tarafından gelen bir adama rastlamışlar. Adama yol boyu bir şey görüp görmediğini sormuşlar. Adam,” Gördüm evlat! Çok Yunan bayrağı gördüm. Bir tane de Türk bayrağı gördüm,” demiş. Cepheye yaklaştıklarında tanık oldukları manzara hiç de iç açıcı değilmiş. Yunan askeri tarafından çembere alınan Ali Çetinkaya’nın uzun süre dayanamayacağını anlamakta gecikmemişler. Dedem Kasım Ağa arkadaşlarına, “Adım mesafesini koruyarak Yunanlıyı yarım ay şeklinde arkadan çevirelim,” önerisinde bulunmuş. Hemen harekete geçmişler. Cephaneleri kısıtlıymış. Her bir merminin değerini bilerek ateş etmeleri gerekiyormuş. Karadağ’da Çetnikler karşısında edindikleri deneyimlerini, eskin nişancılıklarının yanı sıra ellerindeki İngiliz mavzerlerini, avantaja dönüştürmeyi başarmışlar. Ateş altında kalan Yunan birliği afallamış ve o şaşkınlıkla çok kayıp vermiş. Güçlü bir ordu tarafından gafil avlandıklarını sanarak paniğe kapılmışlar. Telaş içinde Türk alayının önünü açmışlar. “KASIM AĞA, SEN İŞİ BİTİRDİN GALİBA!” Yunan birliği püskürtüldükten sonra Ali Çetinkaya kendisine destek verenleri tanımak istemiş. Bir subayına, “Liderlerini çağır, gelsin!” demiş. Fakat subay bir türlü liderin kim olduğunu öğrenememiş. Dedem arandığı için kimse çıkıp da onun adını vermiyormuş. Subay gitmiş. Bu kez bir üstteğmeni göndermiş Ali Çetinkaya. Komutanının “kimsenin kılına dokunulmayacağına dair” asker sözü verdiğini
17
söyleyen teğmen, “Sadece sizlere teşekkür etmek istiyor,” diye eklemiş. Dedem beşaltı arkadaşıyla Ali Çetinkaya’nın huzuruna çıkmış. Sohbet etmeye başlamışlar. Derken Ali Çetinkaya, “Kasım Ağa! Birliğini alıp bu vatan için benimle birlikte mücadele eder misin? Bana ilhak eder misin?” diye sormuş. Dedem böyle bir konuda tek başına karar alamayacağını, arkadaşlarına danışması gerektiğini bildirip biraz zaman istemiş. Alaydan ayrıldıktan sonra müfrezeyi toplamış. “Ya birlikte öleceğiz ya da birlikte var olacağız. Düşman ortak!” deyip, öneriyi kabul etmişler. İlk görevleri Keremköy civarında yol kesen, adam öldüren, halkın malına- namusuna göz diken Dingilli Kerim ve çetesinin bertaraf edilmesiymiş. Karaağaç’tan Bostancıya yürümüşler. Edremit tarafına yönelmişler. Çetenin izini sürüp haklarında istihbarat toplamışlar. Hangi saatta hangi güzergahları kullandıklarını saptamışlar. Şafak sökerken eşkıyanın nal seslerini duymuşlar. Saldırıya geçmişler. Tek bir canlı bırakmamışlar. Dedem; Dingilli Kerem’in Rus malı Ferguson marka köstekli saatini almış, cebine koyup alaya dönmüş. Ali Çetinkaya dedemi görünce, “Kasım Ağa, sen işi bitirdin galiba!” demiş. Dedem, “Evet!” diye yanıtlamış onu. Cebinden çıkardığı saati komutanına uzatarak cümlesini tamamlamış, “İşte bu da kanıtı!”. Ali Çetinkaya saatin hatıra olarak dedemde kalmasını istemiş. Bundan yedi-sekiz yıl öncesine kadar o saat rahmetli annemin sandığında duruyordu. Arkadan kurmalı bir saatti. Anahtarı vardı. Ama annem vefat edince ne oldu o saat, bilmiyorum. Bir
18
YA O KAĞIDI YIRTIP ATINIZ YA DA BENİ DE LİSTEYE DAHİL EDİNİZ
Dedem Şakir oğlu Kasım, Ağa Ali Çetinkaya ile çok iyi dostmuş. Cumhuriyetin ilanından sonra da sürmüş dostlukları. Dedemi çok iyi tanıyor, neyi yapıpneyi yapmayacağını biliyormuş. Bu nedenle de hep arkasında durmuş. Öyle ki mübadele sonrasında Ayvalık’a yerleşenler bir nedenle dedemi Atatürk’e şikayet etmişler. Bu olayı takip eden günlerde Atatürk’ün emri ile dedeme sürgün emri çıkarılmış. Tebligat eline geçer-geçmez dedem Ankara’nın yolunu tutmuş. Gidip Ali Çetinkaya’yı bulmuş. Tebligatı masasının üzerine bırakıp, “Bizim kazancımız bu mu Ali Bey?” diye sormuş. Yazıyı birkaç kez dikkatlice okuyan Çetinkaya, o gece dedemi evinde konuk etmiş. Eski günlerdeki gibi yer sofrası kurdurmuş. Hanımına kurufasulye pişirtmiş. Kuru soğan istemiş. Cephedeki gibi yumruğuyla kırmış soğanı. Ertesi sabah erkenden evden ayrılmış Ali Bey. Doğruca Ata’nın huzuruna çıkmış. Sürgün emrini Atatürk’e uzatırken, “Tek satırını dahi okumadan size verdiğim listenin en başına lütfen benim adımı da ekleyiniz!” demiş. Atatürk listeye bakarken o konuşmasını sürdürmüş,” Paşam! Size ne anlatıldı bilmiyorum. Ama ben Karaağaç cephesinde bu adamların desteğiyle başarıya ulaştım. Onların kahramanlıklarını anlatmaya kalksam, yirmi dört saat yetmez. Lütfen, ya o kağıdı yırtıp atınız ya da beni de listeye dahil ediniz!” Atatürk kağıdı yırtmış olmalı!
daha görmedim. Keremköy’ün ardından Ali Çetinkaya dedeme işgal altındaki Havran ve Balya’ya gitme emrini vermiş. “Allah gazanızı mübarek eylesin!” diyerek onları uğurlamış. Yola çıkmışlar. Stratejilerini Yunan askerini gece boyunca taciz edip, yorgun düşürmek üzerine kurmuşlar. Geceleri baskın veriyor, gün ışırken mevzilerine çekiliyorlarmış. İyice zayıflayan Yunan bölüğünü püskürtmüşler. Dedem Havran’ın anahtarını Edremit Kaymakamı’na teslim edip, Ali Çetinkaya’ya bir telgraf çekmiş: “Havran berkemaldir!” Çetinkaya’dan yanıt gecikmemiş: “O zaman Balya’ya yönelin!” Aynı taktikle Balya da düşmandan arındırılmış. Havran ve Balya’nın işgalden kurtuluşuna ait belgeler Celal Bayar’ın anılarında ve Genel Kurmay Başkanlığı’nın arşivlerinde yer alıyor. (Dedemden kalan bütün belgeleri ise biz Ceynur Karagözoğlu’na vermiştik. O, dedem hakkında bir kitap yazıyordu. Ne yazık ki kitabı tamamlamaya ömrü yetmedi.) BOŞNAK KASIM ÇAVUŞ AYVALIK’TA DOKSAN AĞAÇ ZEYTİN VE BİR EVLE ÖDÜLLENDİRİLDİ Savaş bittikten sonra bir gün Ali Çetinkaya dedemi Makaron Çiftliği’ne götürmüş. İki bin dönüm arazinin ortasında muazzam bir çiftlikmiş. Dedeme “Kasım Ağa, bu çiftliği sana verelim,” deyince dedem hemen
söze girmiş, “Ben onu nasıl alırım Ali Bey? Arkadaşlarıma nasıl açıklarım? Memleketimi, toprağımı, her şeyimi bırakıp buraya kendime yeni bir vatan bulmak için geldim ben. Mal-mülk için değil! Kabul edemem. Herkese ne veriliyorsa, bana da o verilsin,” demiş. Neticede Boşnak Kasım Çavuş Ayvalık’ta “Kilise Mevkii”nde doksan ağaç zeytin ve bir ev ile ödüllendirilmiş. Küçükköy’e yerleşmesi böyle olmuş. Sivil hayatında da memleketinde yaptığı işe devam etmiş dedem. Koyun beslemiş. Altınova’da arazi kiralayıp tarımla uğraşmış. Memleketin kurtarılmasının ve yaraların biraz olsun sarılmaya başlanmasının ardından, Kurtuluş Savaşı’nda vatanı kurtarmak için canını ortaya koyanlardan biri olan dedeme de “İstiklal Madalyası” takılarak teşekkür edildi. Size tapusuyla birlikte dedemin madalyasını da getirdim. Tapu numarası 2120. Bu madalyanın ilk günkü değeri neyse, bizim için şimdi de o. Bazen düşünürüm, “Atatürk okuma-yazma oranının çok düşük olduğu bu ülkede bütün bir halkı birleştirip cepheye nasıl sürebildi?” diye. Hala aklım almaz... *Konya ve çevresinde çeteleşen Mehmet Delibaş, Milli Mücadele yıllarında Kuvay-ı Milliye hareketine karşı hilafetten yana olmuş ve 1920 yılında beş yüz adamıyla birlikte isyan çıkarmıştır.
DEDEM ŞAMBALİ ALIR, BAŞUCUMDAKİ PENCERENİN İÇİNE BIRAKIRDI
Boşnak Kasım Çavuş, nam-ı diğer Şakir oğlu Kasım Ağa, yani dedem çok az konuşan, çok sert bir adamdı. Ama merhametliydi, sevecendi. Ben geceleri onun koynunda yatardım. Yıllar, yıllar önce bir tatlı ustası vardı, adı Adil Karagöz’dü. Rahmetli çok güzel Şambali yapardı. Dedem akşamları çarşıya indi mi şambali alır, başucumdaki pencerenin içine bırakırdı. Saatini bilirdim tatlının. Uyanır, afiyetle yer, tekrar yatardım. Biliyor musunuz, dedem sağken babamı kaybetseydim, inanın bir süre sonra babamın yüz hatlarını hatırlamakta zorluk çekerdim. Kasım Ağa hayatımda böylesine önemli bir yer tutuyordu yani. 1952 yılının 10 Kasım gecesi kaybettik dedemi... Sabaha karşıydı. Evin içindeki kadın feryatlarına uyanmıştım. Çocuktum ama anlamıştım. Dedem, içimde hiçbir şeyin dolduramayacağı kadar büyük bir boşluk bırakarak gitmişti. Ardından çok ağlamıştım. 19
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
“Cumhuriyet Meydanı’nda petrol çıkmış!”
H
er Anadolu kasabasında, esnaftan ve eşraftan, farklı özellikleriyle sivrilmiş isimsiz kahramanlar vardır. Ayvalık’ımızın bu ‘kahramanlar’ galerisi oldukça zengindir. Kişisel özellikleriyle sözleri ve uygulamalarıyla geride nasıl bir iz bıraktıklarını kendilerinin bile bilmediğini sandığım hemşerilerimiz sonsuz naiflikleriyle gelmişleeeer, geçmişlerdir hayatlarımızdan. Örneğin, ne kadar düşünsem de ne yazık ki benim de adını hatırlayamadığım bir zabıta memurumuz vardı. Kısa boylu, erken açılmış başını, geriye kalan birkaç tel saçıyla kapatmaya çalışan, üzerindeki üniformayla Orhan Kemal’in Bekçi Murtaza’sının ete-kemiğe bürünmüş hali olan bu hemşerimiz bir gün meydanda Çamlık’a gitmek üzere otobüsün kalkmasını beklerken (7-8 yaşlarındaydım ve o otobüsteydim) bir sigara yakmıştı. Sonra kendi yaptığından (otobüste sigara içmek) dehşete düşerek kendine bir ceza yazmış ve makbuz kesip cezasını şoför Zihni ağabeye ödemişti. Bir İhsan amcamız vardı. Eski deyişle ‘gazete müvezzii’ idi. Yani ayaklı dağıtıcı. Her sabah daha önceki yazılarımdan birinde sözünü ettiğim, Ayvalık’ın efsanevi kimliklerinden biri olan gazeteci Fuat (Geylan) amcanın dükkanına uğrar, ikiye katlanmış, boyundan askılı muhafazanın içine günlük gazeteleri doldurur ve sonra bağıra bağıra satmaya çıkardı kasabanın içinde. Siyah, bol, üzerinden dökülen pantolonu, (aklımın fotoğraf galerisinde kaldığı haliyle) sarı, pötikare, buruşuk gömleğiyle o da kasabamızın kendine özgü figürlerinden biriydi. Bizim mahalleden (41 Evler) komşumuz, çocukluk arkadaşım sevgili Metin Kazaz’ın babası olan bir Muhtar amcamız vardı, örneğin. Uzun boylu, yakışıklı, gülecen bir adamdı. Onun, bizim mahallenin muhtarı omadığını, adının ‘Muhtar’ olduğunu çok sonraları öğrenmiştim. Bir Hasan beyimiz vardı. Günün herhangi bir saatinde, herhangi bir yerde, herhangi bir şey yapan bir insanı gördüğünde, durumla ilgisi olsun, olmasın “Kolay gelsin!” derdi. Gazete okuyor da olsanız, Ayvalıkgücü’nde oturup Cunda’ya
20
doğru bir kahve içiyor da olsanız, otobüs bekliyor da olsanız ‘merhaba, günayın, nasılsın’ gibi esenleme sözcüklerinin yerine Hasan beyin ilk sözü “Kolay gelsin!” olurdu. Tabii benim güzel Ayvalıklılarım adını koymuştu Hasan beyin. Ondan söz edildiğinde; “Yahu hani şu bizim Kolay Gele Hasan.” denilirdi. Bir Hasan beyimiz daha vardı. Onun da durakta, otobüste, kahvede, yine hangi konu konuşuluyor olursa olsun dilinden düşürmediği bir repliği vardı. “Örgütlenmek lazım abi, örgütsüz olmaz bu işler!” derdi. O ‘işler’in ne olduğunun, söylenen şeyin duruma uyup uymadığının bir önemi yoktu, önemli olan örgütlü olmasıydı. Doğal olarak adı da ‘Örgüt Hasan’dı. Ama çocukluğuma dair yaşadığım ve bir kasaba psikolojisini en güzel yansıtan olay -bilmem ondan mı esinlenilmişti ama- yıllar sonra usta komedyenler Zeki Alasya-Metin Akpınar’ın ‘Petrol Kralları’ filminde sinemaya uyarlanan olaydır. Ayvalık, “Cumhuriyet Meydanı’nda petrol çıkmış!” haberiyle çalkalanıyordu o gün. O yılları hatırlayanlar bilir. Cumhuriyet Meydanı’nda taksilerin arkasında, bugünkü Halk Bankası’nın yerinde Taş Kahve, Vural İş Merkezi’nin olduğu binanın yerinde itfaiye, yanında yıllar yılı bizi hayallerimizin götürdüğü yerlere taşımış olan emektar Kazaz Otobüsleri yazıhanesi ve Yahya Akıncı’nın benzinliği vardı. Yahya beyin vefatından sonra eşi sevgili Hatice teyzemizin ömrünün sonuna kadar 150 Evler’de yönettiği benzinliğin ilk yeri orasıydı. Akşama kadar süren sevinçli konuşmaların, Ayvalık’ta çıkan petrolün nasıl paylaşılacağı üzerine hesapların (petrolün ham bir ürün olduğu, rafineri denilen bir süreçten geçmesi gerektiği gibi akıl yürütmelerin yapılmadığı) yarattığı bu heyecan, akşam üzeri yerini derin bir hayal kırıklığına bıraktı. Çünkü benzinliğin depolarından birinde çatlak olduğu ve içerideki basınçla meydana doğru fışkıran şeyin düpedüz ‘benzin’ olduğu ortaya çıkmıştı. İşte biz, bu ve benzeri yüzlerce insan ve binlerce olayla beslenerek büyüdük. Sevgili Ayvalık’ımızda, sevgili Ayvalıklılarımızla birlikte. Ne mutlu bize, size…
Metin Uçak yaklaşık 8 yıldır Ayvalık’ta yaşıyor, çalışıyor ve fotoğraf çekiyor. Aralık ayı içinde tarihi Kanelo’da ilk sergisini açtı. Sergiden sağlanan tüm geliri ihtiyaç sahiplerine verilmek üzere bir derneğe bağışladı. Sergiyi biz de gezdik ve çok beğendik. Geçtiğimiz aylarda bu sayfalarda Şevket Koca’nın Cunda fotoğraflarını paylaşmıştık, bu kez Metin Uçak’ın “deniz” ağırlıklı fotoğraflarına bakıyoruz
“SEVDİĞİNİZ BİR KONUDA ÇALIŞMAK BAŞARIYI KENDİLİĞİNDEN GETİRİYOR”
M
etin Uçak, 1972 İstanbul doğumlu. 1996 yılında ilk kez geldikleri Cunda’ya ailece aşık olmuşlar ve aynı gün bir ev satın almışlar. On iki yıl boyunca yaz-kış, her fırsatta uğramadan duramadıkları Cunda’ya 2008 yılında yerleşmişler. Uçak, şu anda Cunda’da küçük bir aile işletmesi olan ve “Cunda Mavi” adını taşıyan bir otel/restoran çalıştırıyor. Ayvalık’ın fazlasıyla sakin geçen kış ayları, Metin Uçak’ı ortaokul yıllarından beri ilgi duyduğu fakat bir türlü fırsat bulamadığı için yeterinde zaman ayıramadığı fotoğrafçılığı öğrenmeye yöneltmiş. İlk makinesini 2011 yılında almış. Ancak ondan önce de internet üzerinden fotoğraf paylaşımı yapılan siteleri takip ediyormuş. Bu arada birkaç hafta içinde photoshop’u, fotoğraflarda temel düzenlemeler yapmasına yetecek kadarıyla öğrenmiş. Kadraj kurmada sıkıntı çekmediğini görmek onu mutlu etmiş. Bir yandan da, daha fazlasını öğrenmek için her gece saatlerce ders çalışmış. Söylediğine göre, çalışmaya aralıksız devam ediyor. Uçak’a göre, fotoğrafçılık dibi olmayan bir kuyu… Her konuda olduğu gibi başarının sırrı öncelikle sevmekten geçiyor. İkincisi de çalışmak. “Sevdiğiniz bir konuda çok çalışmak başarıyı kendiliğinden getiriyor,” diyor ve ekliyor: “Her fotoğrafımın arkasında birkaç bin saatlik bir çalışma yatıyor. Hala evde televizyon seyretmek yerine fotoğraf
21
çalışıyorum. Fotoğrafa meraklı olan kişilere bol bol fotoğraf bakmalarını tavsiye ederim; kim neyi nasıl çekmiş? Ona dikkat etsinler.” Fotoğrafta kompozisyonu çok önemseyen sanatçı bu konuda şunları söylüyor: “Ben teknik ve ekipman olarak kendimi geliştirmiş olsam da bu işte en önemli nokta kompozisyon... Doğru kadrajı kurduğunuzda, doğru anı ve duyguyu yansıtabiliyorsanız ekipmanınızın da, tekniğinizin de önemi yok. Yani çok iyi fotoğraf çekmek için çok iyi bir ekipman zorunlu değil. Bugün piyasada 500-1000 TL’ye ikinci el olarak satılan ekipmanlar fotoğrafa başlamak için son derece yeterli. Ancak şunu da eklemeliyim ki, hep daha iyisini isteyeceksiniz ve ilk fırsatta ekipmanınızı geliştirmek için bütçenizi zorlayarak ciddi yatırımlar yapacaksınız. Bir yerde şöyle bir söz duymuştum: ‘Çocuğunuzu kötü alışkanlıklardan kurtarmak istiyorsanız ona bir fotoğraf makinesi alın, böylece hiçbir zaman başka şeylere harcayacak parası olmaz!’ Bence de öyle!” Metin Uçak’la aralık ayı içinde Kanelo’da açtığı sergiyi de konuştuk… “Bir kaç yıldır sergi açmam için üzerimde yoğun bir baskı ve talep vardı. Dünya çapında sergiler açan sanatçı dostlarımın teşviki ve neredeyse zorlaması sonucu kararımı verdim. Bu çok zor ve kaçındığım bir karardı, sonunda çekingenliğimi yenip ilk sergimi gerçekleştirdim. Gelen tepkiler o kadar güzel ve onurlandıcı oldu ki, sergim bitmeden ikincisini planladık. Zira sergilemeye değer bulduğum 70-80 fotoğrafın, yer sıkıntısından dolayı, sadece 20 kadarını sergileyebilmiştim. İnsanların 70-80 civarında fotoğrafı bir arada göreceği bir serginin sonucunu gerçekten merak ediyorum. Bu noktaya gelmemde emeği geçen o kadar değerli dostum var ki, buradan hepsine teşekkür etmek istiyorum. Kimi doğru kaynaklar önererek, kimi sohbet aralarında bilgi paylaşımıyla, kimi de daha iyisini yapmam konusunda bana ilham vererek gelişimime katkıda bulundu. Birini unutursam bile yanlış olur endişesiyle isim vermek istemiyorum.”
22
HER FOTOĞRAFIN BENDE BİR HİKAYESİ VAR…
“Bir gün eve doğru gidiyordum. İşlerimin yoğunluğundan epeydir de fotoğrafa vakit ayıramamışım. Tam en sevdiğim mekanlardan biri olan Armutçuk’tan geçerken fotoğrafçı bir arkadaşım aradı ve ‘Uzun zamandır çekmiyorsun, hayırdır!’ gibisinden bir şeyler söyledi. Başımı bir kaldırdım ki, muhteşem bir günbatımına çok az zaman kalmış. ‘Abi ben seni sonra arayayım!’ deyip telefonu kapattım ve gaza bastım. Evden yıldırım hızıyla makinemi alıp çıkarken, eşim arkamdan ‘Nereye gidiyorsun? Unuttun mu, misafirler gelmek üzere!’ diye hayıflanıyordu. Elbette, cevap bile vermeden arabaya atlayıp yine tam gaz sahile… Son saniyede yetiştim ve aylarca favorim olarak kalan güzel bir kare aldım. Bu sadece bir hikaye de olsa her fotoğrafımın arkasında buna benzer güzel anılar var ve fotoğraflarımı benim için özel yapan şey de bu aslında: Hepsinin bende birer hikayesinin olması!”
Sanatçıya bir plaketle teşekkür edildi
METİN UÇAK’IN FOTOĞRAFLARI İHTİYAÇ SAHİPLERİNİN YÜZÜNÜ GÜLDÜRDÜ Sanatçı Metin Uçak, Kanelo Kafeterya’da açtığı ve 10 gün boyunca birçok kişi tarafından gezilen fotoğraf sergisinden sağlanan gelirin tümünü ihtiyaç sahiplerine verilmek üzere Ayvalık Şefkat Evleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ne bağışladı. Kaymakam Namık Kemal Nazlı ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer, düzenlenen sade bir törenle sanatçıya, teşekkür plaketi verdi. Törende, hiçbir ücret almayarak sergiyi destekleyen Kanelo’nun sahibi Seyit Çalık’a da yine bir plaketle teşekkür edildi. Namık Kemal Nazlı ve Rahmi Gençer sergiyi dolaştıktan sonra destek amacıyla birer fotoğraf satın aldı.
23
İktisadi Vizyon UĞUR DÜNDAR
Ayvalık Belediye Başkan Yardımcısı
Yazarımız Uğur Dündar, ablası vefat ettiği için bu ayki yazısını yazamamıştır. Uğur Dündar'ın acısını paylaşır; merhumeye Allah'tan rahmet, kederli ailesine başsağlığı dileriz.
1956 yılında İtalya’nın Floransa kenti Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu
MESLEKTE 60. YILINI DOLDURAN ZEKİ ÖNEN TÜRK ECZACILARI BİRLİĞİ TARAFINDAN PLAKETLE ONURLANDIRILDI
T
ürk Eczacıları Birliği’nin 60. yıl etkinlikleri kapsamında mesleğinde 60 yılı dolduran eczacılara ve eczacı odalarına plaket verildi. Bu bağlamda, 31 eczacı ve 8 eczacı odası onurlandırıldı. Bu onura ulaşanlardan biri de Ayvalık’taki eczanesinde uzun yıllardan bu yana kent sakinlerine aralıksız hizmet veren Zeki Önen’di.
Çolak, ödül töreninde bir konuşma yaptı ve “60 yıllık tarihimiz, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde, ülkemizden, halkımızdan, mesleğimizden ve meslektaşlarımızdan yana emeğin ve mücadelenin tarihidir. Zorlukların üstesinden gelerek birçok başarıya imza atmış bir meslek örgütü olmanın onurunu göğsümüzde taşıyoruz,” dedi.
Altı yıl kaldığı İtalya’da önce dil eğitimi alan Zeki Önen daha sonra 23 Kasım 1956’da yine İtalya’da, Floransa Eczacılık Fakültesi’ni bitirdi.
Çolak›ın konuşmasının ardından TEB’in tarihsel gelişimini anlatan film gösterimi yapıldı. Dünden bugüne Türkiye’deki çalışmaların aktarıldığı filmin izlenmesinden sonra meslekte 60. yılını tamamlayanlara plaketleri verildi.
Türk Eczacıları Birliği (TEB) Başkanı Erdoğan
24
23 yıl önce aramızdan ayrılmıştı
G
UĞUR MUMCU EVİNİN ÖNÜNDE ANILDI
azeteci-yazar Uğur Mumcu, ölümünün 23. yılında, Tapu Kadastro Sitesi’ndeki evinin önünde düzenlenen bir törenle anıldı. Saygı duruşuyla başlayan etkinlikte Belediye Başkan Vekili Ufuk Ova bir konuşma yaptı ve şöyle dedi.:
“Laik cumhuriyet sevdalıları, merhum Uğur Mumcu’nun kendilerine rehber ve reçete olabilecek şu sözlerini daima hafızalarında tutmalı: ‘Ben Atatürkçüyüm, ben cumhuriyetçiyim, ben laikim, ben anti- emperyalistim, ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım, ben özgürlükçüyüm, ben insan hakları savunucusuyum, ben terörün karşısındayım, ben yobazların karşısındayım, hırsızların/vurguncuların/çıkarcıların düşmanıyım. Araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız; öyleyse vurun, parçalayın. Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar doğacaktır!’ Mumcu’yu katledilişinin 23. yılında, işte bu sözlerinin ışığında saygı ve özlemle anıyoruz. Işıklar içinde yatsın.” Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in Ayvalık dışında olduğu için yer alamadığı etkinlik, katılanların Mumcu’nun evinin önüne karanfiller bırakmasıyla sona erdi.
Ufuk Ova
25
Ölümünün 10. yılında Kamuran Gündemir
AYVALIK’TA DÜNYAYA GELDİ DÜNYACA ÜNLÜ PİYANİSTLER YETİŞTİRDİ
K
amuran Gündemir, Midilli’den mübadeleyle Ayvalık’a gelen kundura imalatçısı ve tamircisi esnaf-sanatkar bir babanın, Bahri Gündemir’in oğluydu. Bahri Usta, aynı zamanda gerçek bir müzik tutkunuydu. Ayvalık Halkevi’nin aktif üyelerindendi. Dostlarıyla birlikte oradaki müzik ve tiyatro etkinliklerine yoğun biçimde katılıyordu. Birden fazla enstrüman çalıyor, özellikle nefeslilere olan hakimiyetiyle öne çıkıyordu. İşte Kamuran Gündemir gözlerini Ayvalık’ta, böyle bir ortama açtı. Birçok enstrümanın bulunduğu bir ev… Halkevi’nin canlı, zengin ve “aydınlık” koridorları… Küçük Kamuran da ister istemez müzikle dolu bu dünyada çeşitli enstrümanlara “el attı”, giderek onlardan “düzgün” sesler çıkarmaya başladı. Bandoda obua çalan ve babasının arkadaşlarından Rodos kökenli Halim Bey, notaları renklerle ilişkilendirerek Kamuran’ın henüz üç yaşındayken müziğin derinlikleriyle tanışmasını sağladı. Zaman hızla akıp geçti. Küçük müzisyen evle okul arasında gidip gelirken, özellikle akardeonda ustalaştı. Çocuklar bandosunda çalmaya başlaması müziği adeta bir yaşam biçimi olarak benimsemesini de beraberinde getirdi. Bir yandan da, babasının kunduracı ustası Mikrop Ali, o yıllarda el altından yayılan Nazım Hikmet’in şiirleriyle tanıştırdı Kamuran’ı... Bu nedenle şiire yaşamı boyunca artan bir ilgi duydu. ŞEHİR DIŞINDA ÇOCUK OKUTABİLECEK MADDİ BİRİKİME SAHİP OLMAYAN BİR EVİN EVLADIYDIM O günleri Kamuran Gündemir’in kendisinden dinleyelim: “Evden okula oradan Halkevi’ne koşardım. Belli bir el becerim olduğu için, kundura imalatında çıraklık yapmak üzere babam bazen mağazaya da çağırırdı. Keyifli bir çocukluktu yani… Sonra bir gün her şey değişti.
Kamuran Gündemir
“Üç kardeştik biz. Ablam Vildan, ben ve küçük kız kardeşimiz Değer… Bir kültür yuvası olan Ayvalık hepimizi etkilemişti. Sanatla içiçe olmuştuk. Ablamın yaşamımdaki etkisi ve önemi çok büyüktür. Kardeşim Değer de tiyatroyla ilgilendi ve tiyatro sanatçısı oldu.” 26
Ahmet Adnan Saygun Hoca Ayvalık Halkevi’ndeki sanatsal etkinliklere katkıda bulunma, belli yönlendirme ve yol gösterme yardımlarını da içeren bir teftiş görevi çerçevesinde Ayvalık’a gelmişti. Benzeri şekilde, edebiyat ve tiyatro çalışmalarını yönlendirmek üzere görevlendirilmiş tanınmış öykücü, romancı ve babamın çocukluk arkadaşı Sabahattin Ali de bu teftiş grubunda yer alıyordu. Akerdeon çalan yetenekli bir çocuktan hocalara söz edildiğinde hemen ilgileniyorlar ve beni hayat boyu etkileyecek bir öneriyi dile getiriyorlardı: “Sende müzik yeteneği var. Seni hemen Ankara’ya, Konservatuvar’a aldırtalım. Ankara’daki işlemlerle biz ilgileniriz.” Hayatımın en mutlu tesadüflerinden biridir. Varlıklı bir aile geçmişinden gelip, mütevazı bir yaşam düzeyine razı olmuş bir ailenin üç çocuğundan biriydim. Galiba ciddi geçim sıkıntısı çekmiyorduk. En azından
babam bize bunu hissettirmiyordu. Ama şehir dışında çocuk okutabilecek maddi birikime de sahip olmayan ölçülü ve hesaplı bir aile bütçesiyle dönen bir evin evladıydım. Değil gidip orada aylarca-yıllarca kalıp okumak, bir yol parası uydurup ilk bir temas için İzmir’e, Ankara’ya iki-üç günlüğüne baba-oğul birlikte gidebilme programında bile zorlanacak gibiydik. Ama elbette halkevleri vardı. Yörenin uzmanlar tarafından yetenekli olduğu saptanmış bir çocuğunun önünün açılması yönünde resmi girişimleri Halkevi yükümlendi. Bizim, Ankara’ya ve konservatuvar bağlantılarını kurmaya ilk gidişimizin destekçiliğini Halkevi yaptı.” GECE YARILARINA KADAR PİYANO ÇALDI 16 yaşındaki Kamuran Gündemir, İzmir’de girdiği Ankara Devlet Konservatuvarı sınavını kazanmakta zorlanmadı. 1949 yılında adım attığı bu okulda Ferhunde Erkin’den piyano, Necil Kazım Akses ve Ulvi Cemal Erkin’den kompozisyon dersleri aldı. Aslında, piyanoya ciddi olarak başlamak için hayli geç kalmıştı. Ancak en az on yıllık eksiğini üç yılda giderdi; dokuz yıl sürmesi gereken eğitimini yedi yılda tamamladı. Sabahları beşte kalktı, pijamasının üzerine paltosunu geçirip kahvaltıya kadar iki saat, akşam yemeğinden sonra da gece yarılarına kadar piyano çalıştı ve yılların açığını kapattı. Günlerce, hatta haftalarca gün yüzü görmedi. Olağanüstü disiplini sayesinde, kendisinden çok daha önce yarışa başlayanları geride bırakarak, en zorlu piyano eserlerini kolaylıkla çalabilme becerisine ulaştı. Erhan Karaesmen “Kamuran Gündemir-Piyanist, Hoca ve Cumhuriyet Aydını” adlı kitabında o günleri şöyle özetliyor: “Ayvalıklı gencin Ankara’ya varışında coğrafi ve
2001 yılında Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın Onur Ödülü Altın Madalyası’nı Kamuran Gündemir’e, ödülünü dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer vermişti.
27
1963’te Türkiye’ye döndü. Gündemir, yurda döndükten sonra Ankara Devlet Konservatuvarı’nda yöneticilik yaptı. Bir yandan da eşiyle ikili konserler verdi, ortaya çıkarmadığı eserler besteledi. İlerleyen günlerde yaşamını tamamen eğitime adadı. “Öğrenciyi doğru bilgi kadar, sevgiyle de kuşatmak gerekir” diyordu. Bu süreçte uluslararası başarılara imza atan Fazıl Say, Muhiddin Dürrüoğlu Demiriz, Emrecan Yavuz, Emre Elivar gibi piyanistleri yetiştirdi. Fazıl Say daha sonra hocasını şu sözlerle anlattı:
sosyal iklim değiştirmenin güçlükleriyle karşılaşması kaçınılmazdı. Bu koca şehir, bu koca başkent! Taşradan gelmiş delikanlı bunların belirlediği koşullara nasıl uyum sağlayacaktı? Ancak Kamuran Gündemir, ailesi ve dostlar çevresi tarafından sadece müzik yeteneğiyle beslenerek değil, kişiliği de oluşturularak özel yetiştirilmiş bir insandı. Bir taşra çocuğundan beklenebilecek ürküntülü bir mizaçla donatılmamıştı. Kendinden bir hayli emindi. Alabildiğine azimliydi. Bunların yanı sıra, çok da gerçekçiydi.” GÜN AĞARMAYA BAŞLARKEN ÖĞRENCİLERİYLE BİRLİKTE PİYANONUN BAŞINA OTURUR, AKŞAM KALKARDI Kamuran Gündemir konservatuvarı 1956 yılında bitirdi. Aynı yıl öğrencilik yıllarından arkadaşı piyanist Selçuk Armaner ile evlendi. Eşiyle birlikte konservatuvarda bir süre asistanlık yaptı. Sonra yine eşiyle Paris Konservatuvarı’na gönderildi. Karı-koca Paris’te Lazare Levy’nin öğrencisi oldular. Çift orada dört el piyanoda uzmanlaştı, yorum ve analiz yeteneklerini geliştirdi ve
S
2001 yılında Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın Onur Ödülü Altın Madalyası verdiği Kamuran Gündemir, “Orada da okulları gezip, yetenekli çocukları toplayacağım. Piyanist yetiştireceğim!” kararlılığıyla yaz-kış Ayvalık’ta yaşama planları yaparken, şeker hastalığıyla da mücadele ediyordu. Ankara’dan kaçıp Ayvalık’a gittiği zamanlarında balığa çıktı, kültür politikalarına dertlenip günde üç paket sigara içti. Akşamları sofrasını kurup rakı sohbetlerine devam etti. Ne yazık ki, Ayvalık’ta kendi elleriyle yaptığı taş evinde felç geçirdi. Hemen Ankara’ya giderek, hastaneye yattı. Doktorların umutlu konuşmalarına rağmen, bundan tam on yıl önce 4 Şubat 2006 Cumartesi günü yaşama veda etti. 73 yaşındaydı. Cenazesi Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verildi.
SELÇUK GÜNDEMİR: “EŞİMLE SAHNEYİ, HAYATI PAYLAŞTIK. ÖĞRENCİLERİMİZİN HEPSİ BİRER EVLAT OLDU”
elçuk Gündemir de tıpkı eşi Kamuran Gündemir gibi müzikle dolu bir ailenin içinde doğdu. Piyanoya küçük yaşlarda, müzisyen olan babası Sadi Armaner’le başladı. Konservatuara girdikten birkaç yıl sonra kesintisiz olarak her yıl iki resital vererek sınıf atlayıp birincilikle Fuat Turkay’ın sınıfından mezun oldu. 1952’de uluslararası festivallerde Türk bestecilerinin eserlerini seslendirdi. Türk ve yabancı orkestra şeflerinin yönetiminde Bach, Mozart, Beethoven, Saint Saens ve Ravel’in piyano konçertolarını çaldı. Sonrasını şöyle anlatıyor: “İkimizin de piyanoda oluşu Kamuran’la daha bir
28
”Müzik eğitimim sürecinde çok önemli yeri bulunan üç piyano hocam vardı. Sırasıyla Mithat Fenmen, Kamuran Gündemir ve Düsseldorf’da David Levine... Kamuran Bey sabah beşte evden çıkar, yürüyerek konservatuvara gelirdi. Biz saat 7’de vardığımızda çoktan iki paket sigarayı bitirmiş, dumanlar içindeki bir odada güne hazırlanırken bulurduk onu. Gün ağarmaya başlarken piyanonun başına bizimle oturur, akşam kalkardı. Otuz saniyelik bir pasaj için iki buçuk saat uğraşır, istediği gibi çalınca dersi bitirirdi. İşte bizi böyle sabırla yetiştirdi. Çok şefkatli, ama müthiş titizdi.”
yakınlaşmamızı sağladı. 1956’da evlendikten bir süre sonra tahsil için burslu olarak Paris’e gittik. Orada beş yıl kaldık ve çok değerli hocalarla çalışma imkanı bulduk. Devletin eğitimimize yaptığı bu katkıyı biz de hayatımız boyunca çocukları yetiştirmeyi görev edinerek ödemeye çalıştık. Görev bitmez, hayatın sonuna kadar devam eder. Her çocuk bir ışıktır çünkü… Ülkemize döndükten sonra eşimle eğitimciliğe başladık. Ayrıca özel resitallerin yanında piyano konserleri verdik. Hatta 1972’de Türkiye’de ilk defa F. Poulenc’in “2 Piyano İçin ‘Re Minör Konçertosu”nu Ankara ve İstanbul’da çaldık.
“Bahri Usta”nın kızı, Kamuran Gündemir’in kardeşi Değer İmsel anlatıyor Kamuran Gündemir ve eşi Selçuk Gündemir
BABAM AYAKKABI TAMİR EDERKEN SOLFEJ ÇALIŞIRMIŞ, KAMURAN DA DÜKKANDA OYUN OYNARKEN BİR TARAFTAN BABAMI SEYREDERMİŞ
A
yvalık’ta doğmuş olmamı bir armağan olarak düşünüyorum. Ayvalık’ı seyrederken ağlıyorum. Başta babama ve verdiği eğitime teşekkür ediyorum.
Babamlar, Midilli’nin Molyvos köyünden mübadele ile Ayvalık’a gelmiş. Molyvos’un tanınmış, zengin ailelerindenmişler. Dedem kamyoncu “Hasan Efendi” diye tanınırmış. Hazır ayakkabı dükkanları varmış. Sonra işleri bozulmuş, babam yedi kişilik ailesini geçindirmek için ayakkabı tamir dükkanı açmış. Bir yandan da, müziğe olan tutkusu nedeniyle, Ayvalık Halkevi’nde saksafon çalmaya başlamış. Ayvalık Bandosu’nda görev almış. Arkadaşlarıyla bir topluluk kurmuş, Körfez’in bütün düğünlerinde ve toplantılarında müzik yapmışlar. Bu arada babam ayakkabı tamir ederken solfej çalışırmış. Ağabeyim Kamuran da dükkanda oyun oynarken bir taraftan babamı seyredermiş. Bir gün “Babacığım, ne yapıyorsun öyle?” diye sormuş, babam, “Sen de öğrenmek ister misin?” demiş. Bahri Gündemir Böylece ağabeyim sanatın içinde bulmuş kendisini. Rahmetle andığım Halim Hoca’dan solfej dersleri almaya başlamış. Sonraki yıllarda babam sevgiyle ürettiği emeğinin karşılığını almış. Saygıyla andığım Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kazım Akses yetenekli çocukları bulup çıkamak için Ayvalık’a gelmiş.
Eşimle sahneyi, hayatı paylaştık. Öğrencilerimizin hepsi birer evlat oldu. Fazıl Say, Muhittin Dürrüoğlu Demiriz, Emre Elivar, Emrecan Yavuz ve daha nice değerli öğrencilerimiz yetişti, bizim gurur kaynağımız oldu.” Mersin Devlet Konservatuvarı Kamuran Gündemir anısına 2009 yılından itibaren ulusal piyano yarışması düzenlemeye başladı. Yarışma, 2013 yılında Gülden Turalı Keman Yarışması’yla birleştirildi ve “Gülden Turalı/Kamuran Gündemir Keman-Piyano Festivali (KEPFEST)” adını aldı.
Ayvalıklı dostlar onları babamla görüştürmüş. Babam, abim Kamuran’ın henüz küçük olduğunu söylemiş. Birkaç yıl sonra yine gelmiş ve bu kez babamdan “Olur!” cevabını almışlar. Böylece, abim Ankara Devlet Konservatuvarı’na birkaç sınıf birden atlayarak girmiş. Not: Aslında anlatacak çok şey var... Bülent Şentay ve eşi Gülbeniz Şentay’la hep karşılaşırdık, konuşurduk ama ben isimlerini bile bilmezdim. Beni umuda döndüren son telefonundan sonra Bülent Bey’i tanıdım, çok heyecanlandım ve sevindim. Anladım ki, en güzel söz gönül yoluyla duyuluyormuş. Bana sunulan bu fırsat için Ayda Bir Ayvalık dergisine emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Bu bölümü hazırlarken Kamuran Gündemir’in kız kardeşi Değer İmsel’in bize anlattıklarından, hakkında yazılmış makalelerden ve Erhan Karaesmen’in hazırladığı “Kamuran Gündemir-Piyanist, Hoca ve Cumhuriyet Aydını” adlı kitaptan yararlandık.
29
ALİ YAVAŞ
Faytonlar Türkiye’ye ilk kez padişah Abdülmecit döneminde Fransa’dan getirtildi ve saray arabası olarak kullanıldı. 1950’li yılların sonlarına yani belediye otobüsü, taksi, dolmuş yaygınlaşıncaya kadar belli-başlı kentlerde ulaşım şık Fransız faytonlarıyla sağlandı. 1960’lı yıllarda faytonlar turistik bölgelerde “insanları geçmişe doğru keyifli ve nostaljik bir yolculuğa çıkararak” varlıklarını sürdürdüler. Ayvalık da bu yörelerdendi. Ne yazık ki kentimizde de faytonlar ve dolayısıyla faytoncular zamana yenildiler. Zil ve nal sesleri arasında yitip gittiler. O günlerden hoş bir seda kalsın istedik ve anılarımızı süsleyen yılların faytoncusu Rebi Tünek ile mesleğin ilk temsilcilerinden Kara Hamza’nın oğlu Faytoncu Ali Yavaş’ı bulup konuştuk. 30
S
“FAYTONA DAHA ÇOK YABANCILAR İLGİ GÖSTERİRDİ AMA AYVALIKLI MÜDAVİMLER DE VARDI”
ayın Ali Yavaş, önce Ayvalık’ın ilk faytoncularından babanız Hamza Yavaş’ı okurlarımıza tanıtalım istiyoruz. Bize biraz ondan söz eder misiniz? -Babam 1915’te Midilli/ Sarlıcalı’da (Sarı Ilıca) dünyaya gelmiş. Mübadele öncesi aynı mahallede birlikte yaşadıkları Yunanlı komşuları bir gün dedemi “Katliam olacak, kaçmaya bakın!” diye uyarmış. Dedem hemen ayrılmış Midilli’den. Sonra ailesini yanına aldırmış ve Gömeç’e yerleşmişler. Ne var ki Balıkesir’de dedem vurulmuş. Babaannem üç çocukla dul kalınca ağabeyi Dangalı Ömer Çavuş Ayvalık’ta boş bir ev bulup kız kardeşini yanına almış. Babam o sırada dört yaşındaymış. Babaannem kocası olmadan büyütmüş çocuklarını. Babaannemin gözlük camları şişe dibi gibi kalındı. Bu nedenle lakabı “Gözlüklü İsmet Hanım”dı. Evinde kasacığı küçük bir dikiş makinesi vardı. Onunla yıllarca askeriyeye iç çamaşırı diktiğini söylerdi. Çok çilekeş bir kadındı. “Başımda toprak olsa, çimen biter!” derdi. Neyse, babaannem küçük oğlu Hamza’yı Cunda’daki yetimhaneye vermiş. Babam orada duramamış. Sık sık “Ramazan amca” dediği bir adamın yük arabasındaki zeytin çuvallarından birinin içine saklanır, çok iyi bildiği zeytin aralarına kaçarmış. Sonuçta zeytin toplayıcıların başına kahya olmuş. Peki babanız faytonculuğa ne zaman, nasıl başlamış? -Babam hayvanlara pek meraklıydı. Nisan sonu gibi zeytinlikte işi biterdi. O zaman Çanakkaleye gider, beygir toplardı. “At cambazlığı” yapardı. Bizim ahırda sürekli altı-yedi atımız olurdu. 1950’lerin sonlarına doğru senatör Nejat Sarlıcalı babamı çağırtıyor ve diyor ki, “Hamza, Turizm Bakanlığı’ndan ‘Ayvalık’ın nostaljisi olarak fayton yapınız.’ diye bir yazı geldi.” Bu görüşmenin ardından babam hemen Çanakkale’ye gidiyor, sepetli bir fayton alıyor. Onu Kadavun Hüsnü (Erbilge), Suat Toker, Tirik
Ali Yavaş Tirik Hüseyin, Faytoncu Hüseyin, Tokmak Nuran, Arap Sezai, Rebi Tünek, Osman Evgin izliyor. Bizim iki faytonumuz vardı. Birini Osman Evgin kullanırdı. Ayvalık’taki ilk fayton babanızındı yani? -Ticari anlamda evet. Ancak ben daha küçük bir çocukken Ayvalık’ta şahsa özel iki faytonun olduğunu hatırlıyorum. Bunlardan birisi Fahrettin Katrinli’ye aitti. İki tekerlekli, tek atlı bir arabaydı bu. Fahrettin Bey’in faytonuyla gittiği deniz kenarında keman çalmayı sevdiği bilinirdi. Onların dışında evet, ilk faytonu babam ve Kadavun Hüsnü getirdiler Ayvalık’a. Babanızın Çanakkale’den aldığı faytonu hatırlıyor musunuz? -Tabii ki... İki tarafı sepetli (karşılıklı oturma yeri) bir faytondu. Sepet çevresi yarım ay şeklindeydi. Üstü tenteliydi. Babuşluğu vardı. Şilteleri süngerdendi. İki atın koşulduğu güzel bir faytondu.
Faytonlar hangi güzergahları kullanırlardı? -Şimdiki Odak Pastanesi’nin yerinde eskiden İğdeli Kahve bulunuyordu. Fayton durağı orasıydı. AyvalıkÇamlık arasında çalışırdı faytonlar. Zaten o yıllarda Ayvalık’ta doğrudürüst yol bile yoktu. Cumhuriyet Meydanı’nda birkaç taksi vardı. Sonra “mavi Magirus” belediye otobüsü olarak çalışmaya başladı. Çamlık yolu, Sabuncugil’lerin orada daralıyordu ve topraktı. Çakır’ın araba eski Altınova yolundan İzmir’e gelip gidiyordu. Sarımsaklı diye bir şey yoktu ve eski yol, mezarlığın sağ başından inip, Küçükköy’e uzanıyordu. 1965 yılında yeni yol yapılınca Çamlıklılar Küçükköy tarafına odun-kömür taşıyan demir tekerlekli at arabalarını yeni yoldan geçirmek istemediler. Arabacılar tekerleklerine otomobil lastiği takmak zorunda kalmışlardı. Yani Ayvalık’ta trafik diye bir şey yoktu. Ama zamanla araç sayısı arttı, yollar faytonlar için tehlikeli hale geldi. Ayvalık’ta kaç fayton vardı? -On taneden fazlaydı. Turizmin gelişmesiyle birlikte faytonlara ilgi artmıştı. Babamın bir de pikabı vardı. Müşteri biner binmez Berkant’ın ünlü Samanyolu plağını çalmaya başlardı. “Bu şarkı olmadan atlar yürümüyor!” derdi. O günler faytonun altın çağıydı. 1975 yılına kadar da böyle sürdü diyebilirim. YAZ GECELERİ SİNEMA ÇIKIŞLARINDA İYİ İŞ YAPARDIK Siz ne zaman faytonculuğa başladınız? -1970’li yıllardı. Ben Tarım Kredi
Hamza Yavaş
Hamza Yavaş Kooperatifi’nde çalışıyordum ama yedi atımız vardı ve boş vakitlerimde onlarla ilgileniyordum. Babam yaşlanınca onu dinlendirmek amacıyla yaz aylarında mesaim bittikten sonra işe çıkmaya başladım. Alanda Atatürk heykelinin bulunduğu yere sıralanırdık. Aramızda Ayvalık dışından gelen faytoncular da vardı. Edremitli Kır Ali bunlardan biriydi mesela. Nasıl bir tarife uygulardınız? En uzak mesafe neresiydi? Faytona kimler binerdi? İyi kazanır mıydınız? -41 Evler on, Çamlık yirmi liraydı. Dediğim gibi benim tek gelirim faytondan değildi ama sadece faytonculuk yaparak ailenizi geçindirmeniz mümkündü. Hatta kazandığınız parayla altı-yedi beygirin kışlık saman ihtiyacını depolayabilirdiniz. Harman zamanı geldi mi; yağmurda, çamurda hayvanın ekmeği olan o saman mutlaka samanlığa basılırdı. İyi kazanılırdı yani... Faytona daha çok yabancılar ilgi gösterirdi ama Ayvalıklı müdavimlerim de vardı. Allah rahmet eylesin Kasap Tafo sık sık, özellikle de cumartesi akşamları ailesiyle birlikte binerdi faytona. Cumhuriyet Meydanı’ndan alırdım onları. “Ağır, ağır! Benim
acelem yok!” derdi. Çamlık’a gider, hiçbir yerde eğlenmeden Ayvalık’a dönerdik. Hasan Komili, Ali Cömert faytona binmeyi seven insanlardı... Sarımsaklı’ya nadiren giderdik. Faytonun fenerleriyle aydınlatmaya çalışırdık yolu. Bizim için riskli bir yoldu. Yaz geceleri sinema çıkışlarında iyi iş yapardık. Ferah Sineması’nın önüne çekerdim faytonu. Kadastro Evleri’ne bile müşteri çıkardı oradan. Ara sıra tatile veya film çekmeye gelen ünlüler de faytonumu şereflendirilerdi. Hiç unutmam, bir gün Bahar Erdeniz’i aldım Ayvalık’tan. Çadır Pansiyon’da kalıyordu. Üzerinde file bir elbise vardı. Çok güzel bir kadındı. Peki, faytonculuk zor zanaat mıydı? -Kolay iş değildi tabii. İşe çıkmadan önce hayvanların yemlerini, suyunu verirdik. Koşumlarını, giyimlerini giydirir, gece boyunlarına asacağımız torbaları hazırlardık. Torbalarda üçer kilo saman, malamayla beraber yulaf ezmesi olurdu. Gece yarısı eve dönerken harareti gidermek için hayvanların ayaklarını denize sokardık. Çünkü fayton at arabalarına benzemez. Sürekli “tırıs” ister. Eve geldiğimizde rahmetli annem hortumu takar bu
31
kez tatlı suyla atların bileklerini soğuturdu. Böylece hem hayvanların ayakları dinlenirdi hem de ıslanan ahşap tekerleklerin jantı sıkması sağlanırdı. Sıcak yaz günlerinde tekerlekleri çulla örter, dağılmasını engellemek için çeşmelerden, kuyulardan bir kova su alır, üstlerine dökerdik. Yanımızda mutlaka mıh, nal bulundururduk. Bir mıh, bir nal bir atın hayatını kurtarır... Mıhı öten, nalı düşen, tırnakları üzerinde yürüyen hayvan topal olur. Bütün bunların dışında atları yeterince dinlendirirdik. Günde kaç saat örneğin? -Atlar ahırda iki gün kalırlardı. Fayton için yokuş çıkmak değil ama inmek zordur. Yokuşlarda çileyi çeken sağdaki hayvandır. İstediğiniz zaman faytonu durdurabilmek için sağdaki hayvanın kuvvetli olması lazım gelir. Bu nedenle asıl yükü taşıyan beygirin arka ayakları bozulur. İyice dinlenmezse düzelmez. Yani hayvana bakacaksınız... Tımarını, bakımını yapacaksınız. Bakmadığınızda iş ağır gelir. Bir gün yatar kalır yol boyunda... BİR ZAMANLAR FİLMLERDE AYVALIK FAYTONLARI YER ALIRDI Sizin faytonunuz nasıldı, güzel miydi?
-İki atın çektiği, iki fenerli güzel bir faytondu. Oturma yerleri rahattı. Süngerli ve deri kaplıydı. Kaplaması baklava desenindendi. Okun başında, koçan kayışlarının geçtiği delikli timon vardı. Onlar bizim frenlerimizdi. Falakaya takılan ve arabayı çeken çeki kayışları yan taraftaydı. Okun başı, çamurluk üstleri, basamaklar, tutamaklar, fenerler hep sarı dökümdendi. Metal aksamı “kavil” denilen bir tür cila ile parlatırdık. Altın gibi ışıldardı. Kaç yıl faytonculuk yaptınız? -Vallahi ben on-on iki yıl yaptım. Akşamları çalışırdım. Trafik fazlalaşınca mecburen bıraktım zira o koşullarda fayton kullanmak tehlikeliydi. İki araç arasında kaldığınız zaman fayton görünmezdi. Ayrıca Cumhuriyet Meydanı iyice daralmıştı. Atların o trafikte ve o dar alanda dönmesi de imkansızdı. Sonuçta hepimiz birer birer bıraktık mesleği. Ayvalık’ta hiç fayton kalmadı mı yani? -Kalmadı ya! Sünnet düğünlerine giden bir araba var ama ona da fayton denir mi bilmem. Tekerlekleri otomobil lastiği çünkü... Faytonlarınıza, atlarınıza ne oldu? -Babam her şeyi sattı. Ben
karışmadım. O fayton takımlarına, koşumlara, özellikle sarı tokalı koçan kayışlarına, o yularlara, Amerikan eyerlerine acıdığım kadar hiçbir şeye acımıyorum. Ne koşumlar vardı, bilseniz... Hepsini sattı, dağıttı babam. Fayton sefalarının yapıldığı o günleri özlüyor musunuz? -Özlemez olur muyum? Ama bitti o kültür Ayvalık’ta. Burada film çekenler bile artık İstanbul’dan kendi faytonlarını getiriyorlar. Çekim bitince de alıp gidiyorlar. Oysa bir zamanlar filmlerde Ayvalık faytonları yer alırdı. Yani ne bileyim, öyle bir yerdi ki Ayvalık; burada adrese, soyadına hiç lüzum yoktu. Bekçisi de, postacısı da gelir, “lakap”tan bulurdu sizi. Hangi kahveye çıktığınızı bile bilirlerdi. Babam, “Kara Hamza”ydı örneğin. Ya atlar? Onları da özlüyor musunuz? -Çocukluğum at sırtında geçti. Babamın gözünün içine bakardım; ahırdan çıksın da bir tanesini alıp gezeyim diye... “Al” tayın, ya da “Ali”nin terkisine atlar, belediye otobüsüyle yarışırdım. Hey gidi günler! Evet, onları özlüyorum. Atlar akıllı hayvanlardır. Sizinle bir şekilde konuşurlar ve bunu hissedersiniz.
REBİ TÜNEK “HEPİMİZDE RAHMETLİ BERKANT’IN SAMANYOLU PLAĞI VARDI VE ONU ÇALMAYAN FAYTONA KİMSE BİNMEZDİ”
Sayın Rebi Tünek sizi tanıyabilir miyiz?
-Sakarya Mahallesi’nde doğdum, büyüdüm. Hala aynı mahallede yaşıyorum. Seksen beş yaşındayım. Annem, babam Ayvalık’a Arnavutluk’tan gelmişler. Grebeni’den. Babam kasaptı. Beş kardeştik. Okula üç yıl gittim. Sonra kafam basmadı, kaçtım. Çiftçilik, hayvancılık yaptım. 1955’te askere gittim. Döndükten sonra faytonculuğa başladım. Dört çocuğum var. Onları faytonculukla büyüttüm. Pek çok işe girip çıktım. Danacılık, at
32
cambazlığı, zeytincilik yaptım ama faytonculuktan kazandığım parayı hiçbir yerden kazanmadım. Çamlık-Ayvalık arasında mı çalışıyordunuz?
-Evet! On yedi tane fayton vardı Ayvalık’ta. Ayvalık-Çamlık, gidergelirdik... Bir akşam Sarımsaklı’ya, Ankara Oteli’ne bir müşteri götürdüm. Otelin sahibi miydi, müdürü müydü bilemeyeceğim, bir bey vardı orada. Bana “Sen artık burada kal!” dedi. Orada kaldım. Sarımsaklı’daki ilk faytoncu bendim yani... Sabah
gelirdim otelin önüne, gece dönerdim. Ankara Oteli olduğu gibi bendeydi. Müşterileri istedikleri yere bırakırdım. Hepsi yabancıydı. Sonra Sarımsaklı’da faytonlar çoğaldı. Ben de kalktım, Akçay’a gittim. On yıl kaldım Akçay’da. Tekrar Ayvalık’a geldim, plajlarda çalıştım. Çamlık’ta diskolar açılmıştı. Rahmetli Berkant’ın Samanyolu şarkısı ortalığı kasıp kavuruyordu. Hepimizde o plak vardı. Samanyolu’nu çalmayan faytona kimse binmezdi. Gece saat üçe, dörde kadar diskolardan evlerine, otellerine dönenleri taşırdık. İşim öyle yoğundu ki, haftada bir at değiştirirdim. Hayvanlar dayanmazdı.
İndi-bindi kaçaydı?
Faytonları, atları nereden alırdınız?
CUMHURİYET MEYDANI’NA DOĞRU ATLARI ŞAHLANDIRDIM, ALANA GİRİŞİMİ ÇEKTİLER
-Ben çok gezerdim. Gitmediğim yer kalmadı. İstanbul, İzmir. Karacabey... Karacabey’e panayıra giderdim. Oradan fayton, at alırdım. Yastıklı bir faytonum vardı. Onu Akçay’da sattım. Sonra Buca’da tam istediğim gibi bir “Ada” faytonu buldum. Altı kişilik, çok güzel bir faytondu. On kişilik faytonumu verip, onu aldım. Dört fenerliydi. Frenleri vardı. Ayrıca on tane elektrik taktım ona. Lambalar aküyle çalışırdı. Şıkır-şıkırdı yani. “Ballo”su (oturma yeri) yeşildi. Akçay’dayken üstünü naylonla örter, içinde uyurdum. Çok rahattı.
-Vallahi şimdi onu hatırlamıyorum ama binip para ödemeden kaçanlar olurdu. Biri sağdan, biri soldan atlayıp kayıplara karışırlardı. İndi, bindi, para vermedi, ne yapacaksın? Canı sağ olsun! Arkadaş kazanırdım ben. Ankara’dan, İstanbul’dan, İzmir’den insanlar tanırdım. Gençler tanırdım. Çamlık’a çadır kurarlardı. Alışmışlardı bana. Hep benim faytonla gezerlerdi. Paraları yoksa, yanımdan geçip giderlerdi, anlardım. “Atlayın, sonra ödersiniz,” derdim. Çok güzel insanlardı. Hala bana selam gönderirler. Ne diyeyim? Aşıkları gezdirirdim. Evlenip çolukçocuğa karıştıklarında ailece fayton sefasına çıkarlardı.
Fayton kullanmak zor mudur? -Atları bilmezsen bir şey yapamazsın. Hiç kaza tehlikesi atlattınız mı? -Birkaç defa yaşadım öyle bir şey. Sarımsaklı yolu üzerindeki çeşmenin orada bir araba vurdu bana. Atlara da bana da bir şey olmadı fakat fayton hasar gördü. Kamyona atıp, tamir için Havran’a doğru yola çıktık. Gömeç’i biraz geçtiğimizde tente uçuverdi. Uçtu, uçtu, trafik
polislerinin önüne düştü. Tabii durdurdular bizi. Durumu anlattım, bıraktılar beni. Neyse, tamir sonrası getirdim faytonu. Çarpan adamlar on günlük yevmiyemi vermişlerdi. Ayvalık’ta fayton sahnelerinin de yer aldığı filmler çekildi. O filmlerde size ve faytonunuza da rol düştü mü? -Düştü ya... Geldiler, bir tane İş Bankası’nın oraya, bir tane faytonun içine kamera koydular. Kadir İnanır vardı faytonda. Bir de kadın artist. Cumhuriyet Meydanı’na doğru atları şahlandırdım, alana girişimi çektiler. Elli yıl geçti üstünden, filmin adını unuttum. Faytonculuğu ne zaman bıraktınız? -Bir on yıl olmuştur. Atları da faytonu da İstanbul’a verdim. Eski faytonculardan kimse de kalmadı zaten. Bir ben, bir de Tokmak Nuran... Bir gün yeniden Ayvalık caddelerinde faytonları görür müyüz, ne dersiniz? -Bu trafikte olacak iş değil. Eskiden Alan genişti, bu kadar taşıt yoktu. Şimdi insan çok, araba çok... Biz deniz nedir bilmezdik. Kuzuları, koyunları, beygirleri yıkamak içindi deniz. Şimdi kıymetli oldu, insanlar akın akın geliyorlar. Ne diyeyim, keşke faytonlar yine olsa; ben de bir tanesine kurulup, Ayvalık’ı şöyle bir gezebilsem.
33
Akademik Bakış
Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
Turizm fuarları, bölgesel turizme katkıları ve Ayvalık
A
yvalık; zeytin ve çam ormanlarının denizle kucaklaştığı, birbirinden güzel koyların birbirine sırt verdiği, çevresini küçüklü-büyüklü 25 adanın sardığı, adeta bir açık hava müzesini andıran eski tarihi sivil ve dini mimari yapıları, deniz altının zenginliği ve her mevsim dalışa elverişliliğiyle bir turizm cenneti. Son yıllarda yörede turizm çeşitliliğini arttırmak, özellikle alternatif turizm projeleri belirlemek ve güçlü bir marka olabilmek için turizmle ilgili tanıtım ve pazarlama çalışmalarına yoğunlaşılıyor. Bu noktada, üç ürün grubu öne çıkıyor: Kültür turizmi, kongre turizmi ve gastronomi turizmi... Bu ürün grupları aynı zamanda yöredeki mevcut turizm sezonunun uzamasını sağlayabilecek turistik ürünler... Kültür turizmi: Ayvalık merkez ve Ali Bey (Cunda) Adası’ndaki neo-klasik sivil mimari örneklerinin oluşturduğu kent dokusu turizm arzını zenginleştiriyor. Cunda Adası’nda ve Ayvalık şehir merkezinde “old city” denilen mekanlarda 1800 civarında tescilli bina var. Bu binaların restore edilmesi ve sokak iyileştirmelerinin yapılması yöreye daha çok kültür amaçlı yerli ve yabancı turistlerin gelmesini sağlayacak. Kongre turizmi: Ulusal ve uluslararası kongre turistlerinin bölgeye çekilmesi için öncelikle yapılması gereken acilen kongre merkezlerinin açılması veya mevcutların kapasitelerinin artırılması. Bu turizm türü de yılın her mevsiminde yapılabilme özelliğine sahip ve katılan tüketiciler de harcama potansiyeli yüksek kişiler. Kongre oturumları dışında kalan zamanlarını gittikleri destinasyonda geçiriyor, günlük tekne ve şehir turları satın almanın yanında yöresel mutfakları tercih ediyorlar. Gastronomi turizmi: Türkiye’de Akdeniz mutfağının önemli bir göstergesi olan Kuzey Ege Bölgesi ve bu bölgenin içinde yer alan Ayvalık mutfağı gastronomi turizmi açısından ön plana çıkıyor. Bu bağlamda Ayvalık gastronomi geçmişi ve Akdeniz mutfağındaki zenginliğiyle dikkat çekiyor. Kendine özgü ve farklı yemek kültürünü birleştiren Ayvalık mutfağı gastronomi turizmi alanında zengin bir potansiyele sahip. Ayvalık, asırlık
34
mutfağı sayesinde kendine özgü tatları ve çeşitleriyle her geçen gün gastronomik bir rota olma yolunda hızla ilerliyor. Ayvalık’ın turizm sektörüyle ilgili ekonomik parametrelerine baktığımızda, bölgede yaklaşık irili ufaklı 240 turistik tesis ve 18 bin civarında nitelikli turistik yatak olduğunu görüyoruz. Ayvalık; turistik yatak kapasitesi açısından Kuzey Ege’de bölgenin önemli turizm merkezi konumunda. Yine, özellikle konaklayan yabancı turist sayısında bölgede son 10 yıllık dönemde ciddi bir artış yaşandığını söyleyebiliriz. 2000 yılında yaklaşık 28.000 olan yabancı turist sayısı, 2010 yılında 153.000’e yükselmiş. Son olarak; Kültür ve Turizm Bakanlığı, Konaklama İstatistiklerine göre Balıkesir’de konaklayan yabancı turist sayısı 2013 yılında 137.000. Bu rakamın büyük bir kısmı Ayvalık ilçesine ait. Konaklayan yerli turist sayısı ise, yabancı ziyaretçilerin yaklaşık yarısı kadar. Bu durum, bölgedeki ikinci konut sayısıyla açıklanabilir. 2013 yılı verilerine göre; Ayvalık’ta 28 binin üzerinde ikinci konut bulunuyor. Son yıllara kadar bölge halkı tarafından sıkça tercih edilen ikinci konutlar, son dönemlerde büyük kentlerde yaşayan vatandaşların da gözdesi olmaya başladı ve bölge dışında yaşayanların konut edinme talebi arttı. Öte yandan bölgedeki butik otel sayısında da artış gözleniyor. Özellikle tarihi evlerin son yıllarda butik otellere dönüştürülmesiyle bölgenin yatak kapasitesi artmaya başladı. Bu veriler; Ayvalık’ta turizmin öncelikli sektörler içinde bir numaraya yerleştiğini gösteriyor. Ayrıca, son 10 yıllık turizm verilerine bakıldığında bu başarının tesadüf olmadığı da bir gerçek. Çünkü, Ayvalık her yıl ortalama 3-4 yurtdışı (Berlin, Düseldorf, Miami, Dubai, Moskova, Selanik vb. gibi) ve 1-2 de yurtiçi (İstanbul EMİTT ve İzmir Travel Turkey gibi) fuarlara katılarak marka görünürlülüğünü arttırıyor. Bu noktada; Ayvalık Belediyesi, Ayvalık Ticaret Odası, Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği (AYTUGEB) ve Ayvalık Otelciler ve Pansiyoncular Derneği (AYOP) öncü kuruluşlar... Ancak biraz sonra vereceğim bilgiler özellikle yurtdışı turizm fuarlarının eski cazibesini yavaş yavaş kaybettiği yönünde. Örneğin; ITB Berlin Turizm Fuarı’na katılan kurum sayısı her geçen yıl
kademeli olarak düşüyor. Bu fuara, 2011 yılında katılan kurum sayısı 11.163 iken, 2012’de 10.644, 2013’de 10.086, 2014’de 10.147 ve 2015 yılında ise 10.096’ya düşmüş. Günümüzün reklam ve pazarlama şirketleri bu düşüşün ana nedeninin “internet, sosyal medya ve blog pazarlama yöntemleri” olduğunu belirtiyor. ITB Berlin Fuarı, geçtiğimiz yıl sergileme alanlarının yanında katılımcılar ve profesyonellere yönelik tamamına yakını ücretsiz düzenlenen 200’ün üzerinde panel, konferans ve seminerle ön plana çıktı. Söz konusu organizasyonlar profesyonellerin vizyonlarına yaptığı katkının yanında sektörün gelişimine de ışık tuttu. ITB Berlin Fuarı’nın 2015 yılına ait öne çıkan panel başlıkları “Paylaşım Ekonomisi”, “Gelecekte Otel Odalarının Yapısı”, “Sosyal Medyanın Otel Pazarlamasına Etkisi”, “Geleceğin Otelleri”, “Online Turizm”, “E-Turizm ve Kriterler”, “Turizmde Güvenliğin Önemi”, “Spa ve Sağlık Turizminde Trendler”, “İklim Değişikliğinin Turizme Etkileri”, “Bisiklet Turizmi ve Bisiklet Rotaları” ile “Turizmde Sürdürülebilirlik” oldu ve bu konular enine boyuna sektör ve üniversite çevreleriyle oturumlarda tartışıldı. Fuarda, ülkeler ve destinasyonların yanında turizm teknolojisi ve tur operatörleri bölümleri yoğun ilgi gördü.
Ayvalık Belediyesi teknik destek verecek ve yemek ihtiyaçlarını karşılayacak
ZİHİNSEL ENGELLİLERİ MESLEK SAHİBİ YAPMAYI AMAÇLAYAN KURSLARLA İLGİLİ PROTOKOL İMZALANDI
Son yıllarda sosyal medya kullanımı diğer sektörlerde olduğu gibi turizm sektöründe de tanıtım, pazarlama ve iletişim alanında etkisini artırarak devam ettiriyor. Ancak son birkaç yıl her sektörde olduğu gibi turizm sektöründe de sosyal medya türevlerinden olan bloglar, sosyal medya ve SEO’ya göre daha yüksek web sayfası trafiği yaratmaya başladı. Yapılan bilimsel çalışmalara göre, mevcut kullanılan pazarlama yöntemlerine nazaran bloglar yüzde 60 daha az maliyetli ve daha etkin. Yeni tür pazarlama, müşterilerin tavsiye, ilham almak ve eninde-sonunda sizden satın almak için onları cezbetme sanatı olarak ifade ediliyor. Bu süreç bloğa daha fazla işlev yüklüyor. Blog, artık tüteticiyi en etkili cezbetme ve satın alma yönünde reflekse geçirme tekniği konumunda. Bu tekniğin getirisini keşfeden endüstriler, blog dünyasında adeta bir çığ yaratarak (oteller de dahil), her gün 2 milyon blogun internete yüklenmesine yol açıyor. Bu konunun önemini kavrayan turistik destinasyonlar tüketicilerin dikkatini çekmek için yemek, seyahat, bölgeye ulaşım, turistik çekicilikler gibi farklı yaşam alanlarında ayrı ayrı blog’lar oluşturuyorlar.
A
Bu noktada Ayvalık turizmi adına yurtdışı ve yurtiçi fuarlara bir süre daha katılımalı. Ancak belirli bir süreden sonra özellikle sosyal medya ve türevleri, blog’lar ve web sayfaları daha çok ön plana çıkarılmalı ve daha etkin kullanılmalı. Eğer Ayvalık’ın kalabalıklardan sıyrılıp öne çıkmasını istiyorsak kaliteli, dikkat çeken bloglar yazmalı ve düzenli olarak paylaşmalıyız. Bu bağlamda, özellikle bloglar yardımıyla artık alternatif konaklamada amaç daha nitelikli turisti çekmek... Yine önemli tatil siteleri yardımıyla (tripadvisor, booking.com, tripbase ve travelife gibi) internetten gideceğiniz sokağa kadar her yeri görebileceğiniz (google.map gibi) portallar yardımıyla tatil yeri bulma, seçme ve satın alma işlemi oldukça kolaylaşmış durumda. Diğer bir deyişle; tatil bireyselleşti ve aynı zamanda özgürleşti. Özgür seyahat ve tatil kullanıcıları, ağırlıklı olarak gittikleri noktalarda ev kiralamayı veya küçük otellerde (özellikle butik otellerde) kalmayı tercih ediyorlar. Bu trend önümüzdeki onlu yıllarda özelikle sosyal medyanın da katkısıyla artacak gibi görünüyor. Bu eğilimin bir diğer artma nedeniyse mobil teknolojiler. ‘Milenyum gençliği’ olarak tanımlanan grupların mobil teknolojilere talebi her geçen gün artıyor. Bu gruplar; bağımsız hareket ediyor, sosyal medyayı ve mobil teknolojileri çok iyi kullanıyor ve çevreye duyarlı uygulamaları arıyor. Bu talebi gören ve işletmelerini özellikle ekolojik uygulamalara açan butik otel işletmeleri, bu sektörün yeni moda markaları olacak.
Ayvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü, 48 hafta boyunca cumartesi günleri ve iki saat süreyle gerçekleştirilecek olan kurslara devam edecek engellilere teknik destek verecek ve yemek ihtiyaçlarını karşılayacak.
yvalık Belediyesi ile Özel Zeytin Rehabilitasyon Merkezi arasında zihinsel engellileri meslek sahibi yapmayı hedefleyen bir protokol imzalandı. Protokol gereği, Zihinsel Engelliler Okulu öğrencilerinin yanı sıra kırsal mahallelerde yaşayan engellilere garsonluk eğitimi verilecek.
Protokolü Belediye adına Rahmi Gençer imzaladı. Zihinsel engellilerin günlük hayata kazandırılmasının önemini vurgulayan Gençer, “Zihinsel engellilerimiz evlerinde bir köşede yalnızlık içinde yaşamak yerine açılacak olan kurslara katılarak garsonluğun inceliklerini öğrenecek ve hayata katılacaklar. Bu kurslar hem onlar açısından hem de ailelerine moral kaynağı olması bakımından büyük önem taşıyor,” dedi.
Bir başka sayıda görüşmek ümidiyle, sağlıcakla kalın...
35
İstanbul’da başlayan, bir dönem Ayvalık Ortaokulu’nun sınıflarından da geçerek Paris’te düşkünler evinde noktalanan 64 yıllık bir yaşam… Bu yaşam, sahibi için Çetin Altan’ın değerlendirmesiyle, buzlu bir camın arkasında kıpırdayan, bir türlü anlayamadığı bir gürültü gibiydi. Bu yüzden buzlu camın gerisiyle doğal ve tutarlı ilişki kurmakta hep zorlandı. Sonuçta, neredeyse hiçbir zaman gerçek anlamda mutlu ol(a)madı… Ayvalık’ta da öyle…
FİKRET MUALLA AYVALIK’I NEDEN TERK ETTİ?
R
essam Fikret Mualla geçim sıkıntısı içine düşünce, pek gönüllü olmasa da, öğretmenlik için Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurdu. İsteği olumlu karşılandı ve 1 Şubat 1934 tarihinde Ayvalık Ortaokulu’na “resim muallimi” olarak atandı. Ancak hocalığı uzun sürmedi. 16 Mart 1935’te istifasını vererek Ayvalık’tan ayrıldı.
Mualla’nın Ayvalık’ta öğretmenlik yaptığı dönemdeki yaşamı ve “erken” istifası hakkında yakın zamana kadar yeterli bilgiye sahip değildik. Bu nedenle, sanatçının Ayvalık günleri, tüm kaynaklarda neredeyse tek cümleyle ve hep aynı sözcüklerle özetleniyordu: “Fikret Mualla elektriği olmayan bir şehirde resim hocasına ihtiyaç yoktur diyerek öğretmenliği bıraktı ve Ayvalık’tan
ayrıldı!”
Cümle doğru olmasına doğruydu ama eksikti. Bu eksiklik, Aykut Kazancıgil-Haluk Saner ikilisinin Türk Edebiyatı dergisinin Mart 2007 tarihli 401. sayısında yayınladıkları araştırmayla “kısmen” giderildi. Fikret Mualla’nın Ayvalık serüvenindeki bilinmezlik perdesi böylece aralanmış oldu. AYVALIK’TAN İSTANBUL’A TAYİNİNİ İSTİYORDU Türk Edebiyatı’ndaki araştırma, “Fikret Mualla’dan Edip Hakkı’ya Ayvalık’tan Mum Işığında Yazılan Mektup” başlığını taşıyor. Öncelikle Ayvalık’ta elektriğin tarihi ele alınmış. Yazıda belirtildiği gibi, gece belli bir saatte
Fikret Mualla (arkada, en üstte) Ayvalık Ortaokulu öğrencileri ve öğretmenleriyle… Önde oturan beyaz elbiseli kız, Mualla’nın resimlerini de yaptığı öğrencisi Nur Bekdik. Onun, bize göre solunda bağdaş kurmuş olan zeybek kıyafetli öğrenci ise daha sonra CHP’den senatör seçilecek Nejat Sarlıcalı.
36
kesiliyor olsa da, Mualla’nın yaşadığı günlerde Ayvalık’ta elektrik var. Sanatçının kaldığı evde de elektrik mevcut: “Fakat bu elektrik Fikret’e yeterli gelmez. Asıl gerçek şudur: Ayvalık, Mualla’yı sıkmaktadır. Berlin’den, Paris’ten, İstanbul’dan ve o baş döndürücü sanat aleminden ayrılarak sahil kasabasında mahrumiyet içinde yaşaması çok zordu; bunu denedi fakat başaramadı. Elektrik bütün bunların sembolü olarak ileri sürülmüştür.” Dergide, Fikret Mualla’nın arkadaşı Edip Hakkı’ya yazdığı ve geniş bir bölümünü bu sayfalarda sizlerle paylaştığımız mektubun tam metnine de yer veriliyor. Mektup, içindeki bilgiler ve o döneme ilişkin ayrıntılar açısından değerli bir belge… Mualla uzun mektubunda, önce Ayvalık’taki olanaksızlıkları dile getiriyor. Günlük hayatından, talebelerinden söz ediyor. Cunda adasının ve Çamlık’ın güzelliklerini anlatıyor. İstanbul’un ve Ayvalık’ın “pis burjuvalarını” yeriyor. Dolayısıyla, Ayvalık’a “ısınamamasının” asıl nedenlerine ilişkin önemli ip uçları veriyor. Mektubun en dikkate değer bölümüyse, Ayvalık’tan İstanbul’a tayin edilebilmesi için o günlerde CHP’nin önde gelen isimleri arasında yer alan Salah Cimcoz’un desteğini istediği bölüm... Bu konuda yazdıkları, “uyumsuz ressam”ın Ayvalık’tan bir an önce ayrılmayı arzuladığını açıkça ortaya koyuyor. İster elektriksizlik yüzünden terk etsin, ister burjuvalarını sevmemiş olsun… Ya da Taha Toros’un yazdığı gibi, hırçınlığı ve geçimsizliği nedeniyle uzaklaşsın… Fikret Mualla’nın Ayvalık’ta bıraktığı izler anılardaki yerini korumaya devam edecek.
ÇAMLIK’TA ÇOK GÜZEL AYVA BAHÇELERİ, NAR BAHÇELERİ VE BOSTANLAR VAR Ayvalık, 1.11.1934 Sevgili Kardeşim Edip,
Düne kadar burada havalar sonbahar gibi idi, bugün müthiş bir ayaz esiyor. Üç aydır buradayım, haftada dört saat resim dersim var. Mütebaki zamanım hususi mesai ile geçiyor. Fakat muhitin şark kasveti beni de uyuşturuyor. Fakat hemen kendimi toplayıp çalışıyorum… Kağıt üzerine kalemle… Boyam yok, tuval hele çölde su gibi… yani yok. Muhit oldukça kör ve yobaz. Yazık ki, kış geldi ayaz esiyor… Ayvalık’ın karşısındaki Cunda Adası’na gidemeyeceğim… Oranın zeytin ağaçlarını göremeyeceğim. Bu güzel ve fakir adanın fakir balıkçılarını ağ örerken, oltalarına yem takarken çizemeyeceğim. İstanbul’un pis burjuvalarını göreceğim gelmediği gibi, Ayvalık’ın tütün ve zeytin ticareti yapan pis burjuvaları ile de temasım yok. Daha doğrusu bizzat görüşmüyorum. Talebelerimle meşgul oluyorum. Hele her gün Cunda’dan motorla mektebe gelen talebem diğerlerinden daha fakir, fakat daha munis. Bana daha yakın. Bu basit aile çocuklarına bayılıyorum. Bana hürmetleri samimi. Cunda Adası’ndan başka güzel olarak Ayvalıklıların Çamlık dedikleri bir sayfiye yeri var. Çamlık benim için ancak Ayvalıklılar orada olmadığı zaman güzel. O da yaz ve kış arası… Orada öyle güzel ayva bahçeleri, nar bahçeleri ve bostanlar var ki… Sabahtan akşama kadar bu sakin bahçelerde sırt üstü gözlerim semada yattım… Bu bahçelerin güzelliğini anlatabilmek için Louvre’daki Caillobotte salonundaki Renoir’ın ufak peyzajını hatırlayabilirsen… ne ala… Bütün bunlara rağmen İstanbul gözümde tütüyor. Bir akşam sarhoştum, beni Salah Cimcoz bey evindeki sanat koleksiyonunu göstermeye çağırdı ve bütün sene naçiz şahsımın İstanbul’daki mekteplerden birine becayişim için çalışacağını vaad etmişti. Tarafımdan son derece olarak hürmetlerimi tebliğe memursun sevgili kardeşim. Yani Edip’ciğim unutma, ilk gördüğün münasip bir zamanda Cimcoz Bey’e bunu hatırlat… ve bu hususta da ayrıca becayişim için ne yapmak lazım geldiğini bana nasihat yollu yaz. Çok çok gözlerinden öperim ve cevabını beklerim sevgili kardeşim Edip’ciğim. Fikret Mualla Adresim: Sefa caddesi 8. Sokak No: 3, Ayvalık
Fikret Mualla
*Bu mektup, Edip Hakkı Köseoğlu’nun ölümünden sonra evraklarının arasında çıktı. Eşi Münevver Hanım mektubu Aykut Kazancıgil’e verdi. O da bugünkü dile çevirdi ve yayınladı. Kazancıgil’in belirttiğine göre, Fikret Mualla’nın eski yazısı çok işlek ve güzeldi. Resimlerle süslediği mektupları, duvara asılacak nitelikteydi.
37
AYVALIK PANAGIA PHANEROMENI AYAZMASI
(19. Yüzyıldan Korinth Düzeninde Bir Prostylos Tapınak Yapısı) Prof. Dr. Ömer Özyiğit
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Bu makale ilk kez Prof. Dr. Orhan Bingöl’e armağan kitabında yayımlandı: “Ayvalık’ta 19. Yüzyıldan Korinth Düzeninde Bir Prostylos Tapınak Yapısı: Panagia Phanoremeni Ayazması, Orhan Bingöl’e 67. Yaş Armağanı, Ed. Görkem Kökdemir, Ankara 2013, 485-522.” Bu dergide Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in isteği üzerine yeniden yayımlanıyor. Kendisine teşekkürlerimi sunarım.
B
alıkesir İli Ayvalık İlçesi, Ege denizi kıyısında yer alır. 19. yüzyıla ilişkin tarihi dokusu, günümüze kadar büyük ölçüde korunmuş olarak gelir. Ayvalık İlçesi özellikle bu tarihi dokusuyla oldukça dikkati çeker. Söz konusu Ayvalık Panagia Pharanomeni Ayazması da bu tarihsel, yani kentsel doku içerisinde yer alır (Res.1)
Res.1- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. Güney yönünden genel bir görünüş.
Konumu Panagia Pharanomeni Ayazması , Ayvalık İlçesinin Kemalpaşa Mahallesinde koruma amaçlı imar planında 38 pafta, 301 ada, 8 parselde kayıtlıdır. Ayazma denize yakın bir konumda, deniz kenarına geçen ana sahil caddesinin paralel olan “Sefa Caddesi”ne çıkan sokak üzerinde bulunur. Ayazma yapısının önünde “Merkez Eczanesi Caddesi 7. Sokak” bulunur. Bahçenin kuzeybatı tarafında eski adıyla “Sefa Caddesi”, yeni adıyla “Barbaros Caddesi” konumlanır. Bu sokak Rumlar tarafından “Plati Sokak” yani “Geniş Sokak” olarak çağrılıyordu . Güneydoğusunda “Merkez Hastanesi Caddesi 4. Sokak 4. Ara” yer alır. Yapı doğu-batı doğrultusunda konumlanmamıştır. Ön cephe güneybatıya bakar. Diğer bir değişle yapı güneybatı-kuzeydoğu yönünde uzanır. Uzun kenarları
38
ise güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda yer alır. 2001 yılında kamulaştırma yoluyla özel mülkiyetten özel mülkiyete mali hazinesine geçen avlulu ayazma yapısının bahçesiyle birlikte tüm alanı 390 metrekare ve 75 desimetrekaredir. 390,75 metrekaredir. 9 parselde yer alan evin ayazmanın rahibinin oturduğu ev olduğu söylenir; ancak 9 no.lu parseldeki yapı, bugün ayazmanın mülkiyeti içerisinde görülmez. Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması, kaynaklara göre Hagios Haralambos Kilisesine bağlıydı. Hagios Haralambos Kilisesi de çok uzakta olmayıp, güneybatı yönünde bugünkü Sakarya İlkokulu veya Eski Ortaokul yapısının bulunduğu alanın arkasında bulunuyordu. Bugün tümden yıkılmıştır; ancak Kutsal Hastane’ye ilişkin yapılar, halen ayaktadır. Bu yapılar, 19.yüzyılda Ayvalık’ın ünlü hastanesiydi. “Kutsal Hastane” olarak biliniyordu. Daha sonraları uzun bir süre Ortaokul olarak kullanılmıştı. Kutsal Hastane yapıları, şimdilerde ise Sakarya İlkokulu olarak hizmet görüyor. Aya Triada Kilisesi (Eski tütün deposu) de yine bu Ayazma’dan çok uzakta değildir. Çevredeki diğer yakın kiliseler ise şunlardır: Kato Panagia Kilisesi (Şimdi Hayrettin Paşa Camii), Ayos Antonis Kilisesi (Aya Triada’nın güneyinde), Aya Galatiani (Eski mezarlık, şimdiki stadyum), Ayos Nikolas Kilisesi (şimdi Biberli Camii). Kentsel sit içerisinde yer alan Panagia Phaneromeni Ayazması , Kemalpaşa Mahallesine ilişkin ve yukarıda isimleri verilen dar sokaklarla çevrilidir. Bu dar sokaklarda yine 19. yüzyıla ait eski dokuyu oluşturan evler yer alır. Bu evlerle birlikte Ayazma yapısı, bir tarihsel doku bütünlüğünü oluşturur. Genel Olarak Ayazmalar Ayazma adı Yunanca “Hagiasma”dan gelir. Bu sözcük İncil’de kutsal yer anlamına gelir. Sonraları bu sözcüğün içinde su bulunan yerlerin kutsallaştırıldığını anlatmak için kullanıldığını görüyoruz. Ayazma genellikle Rum Ortodokslarının kutsallaştırarak bir kült biçimine dönüştürdükleri su kaynaklarına verilen isimdir. Ayazma kuyu, pınar, kaynak olabileceği gibi sızma veya damlama yoluyla birikme suretiyle oluşmuş olabilir.
Ayazmalar, Ortodoks kültürüne ait yapılardır. Genellikle Ortodoks kiliselerinin içinde, altında veya yanında yer alırlar ya da bağımsız tek yapı olarak görülürler. Ayazma suyunun içildiğinde kişiye şifa verdiğine ve arzularının gerçekleşmesini sağladığına Ortodoks inançlarına göre inanılmaktadır. Bu Hristiyanlık inancının son yıllarda Müslümanlar tarafından da benimsendiği görülüyor. Ayazmaların hastalıklara şifa dağıttığına, arzuların gerçekleşmesinde etkili olduğuna inanılıyor. Ayazmaların bir şifa merkezi niteliğine sahip olduğu anlaşılıyor. İnsanlar, hangi dinden olursa olsun içinde bulundukları kötü durum nedeniyle umut olarak ayazmaları ziyaret etmektedirler. Ayazmalar, Hristiyanlık inancına göre oluşturulmuş olmalarına karşın, Müslümanlar tarafından da gördüğü rağbet gün geçtikçe artmaktadır. Dinsel özelliğe sahip ayazma yapıları, günümüzde de etkinliklerini özellikle İstanbul’da sürdürmektedirler. Bu ayazmalar yalnızca turistik amaçlı olarak değil, bir ümit kapısı olarak da ziyaret ediliyor. Günümüzde bile ayazmaların çok çeşitli hastalıklara ya da psikolojik sorunlara çözüm alınan yerler durumuna geldiği görülüyor. Değişik dinlere inanan ve çaresizlikle yüz yüze kalmış insanların ayazmalara gittikleri görülüyor.
Hreşdagabet Kilisesi altındaki Azize Artemios Ayazması, Kuruçeşme Aya Dimitrios Ayazması, Arnavutköy’de Aya Paraskevi Ayazması, Çengelköy’de Ayios Pandeleimmon Ayazması, Anadolu Hisarı’nda Meryem Ana Ayazması, Kuzguncuk İcadiye caddesindeki Ayazma Vefa Meryem Ana Ayazması, Arnavutköy Aya Kiryaki Ayazması ilk bakışta göze çarpan ayazmalardır. Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması (Çiz. 1, Res. 1) Kentin içindeki en ünlü ve en önemli dini yapı Panagia Phaneromeni Ayazması idi. Panagia’nın İkonası bir rüyanın sonrasında yapılan bir kazı ile 28 Haziran 1852 yılında bulundu. Buraya 1867 yılında Khioslu Kaptan Mihalis Papazis'in harcamalarıyla bir ayazma yapıldı. İlk ayazma 1890 yılında bozularak aynı yılda üzerine daha büyük bir ayazma inşa edildi. Panagia Phaneromeni Ayazması kentin dini yaşantısında 1920 yılına kadar egemen oldu. Panagia Phaneromeni Ayazması 1922
Ayazmalara gösterilen ilginin nedeni, tapınma olayıyla ilgili değildir. Ayazmalarda kutsal suyla temas eden kişi, suyun kutsallığını belirleyen tanrısal güçle temas kurmuş olma psikolojisi içerisindedir. Antik Yunan’da denizler, okyanuslar tanrıları, ırmak tanrıları ve birtakım su kaynaklarında su perileri vardı. Hristiyanlıkta özellikle Ortodokslarda suyun bulunduğu yerlere kuyu, pınar, kaynak gibi bir aziz veya azizenin adı verilirdi ve o kutsal su onun koruyuculuğuna bırakılırdı. Halk bu suların koruyucusu olan aziz veya azize sayesinde mucizevi tedavilerin gerçekleştiğine inanırdı. Ayazma özel yortu günlerinde halka açık tutulur. Şifa uman tüm insanlar Ayazma’dan geçirilirdi. Aynı zamanda büyük bir dini ayin gerçekleştirilirdi. Başlangıçta sayıları az olan Ayazma’ların Osmanlı döneminde Osmanlıların hoşgörüsü ile çoğaldığını görüyoruz. Öylesine ki hemen hemen her pınar, her su bir Ayazma özelliğini almış durumdadır. İstanbul’da Bizans dönemine ilişkin Ayazma sayısı azdır; ancak Bizans dönemi sonrasında İstanbul Ayazma sayıları oldukça fazladır. Bunların tarihi daha geçtir. Ayazma yönünden İstanbul, Türkiye’de birinci kent durumundadır; fakat ayazmaların birçoğu çeşitli nedenlerle varlığını koruyamamış ve kullanım dışı kalmış görünüyor. Büyüyen kent karşısında, yeni yapılaşma yüzünden birçoğu ortadan kaldırılmış durumdadır . Özellikle 1960’lardan sonra İstanbul'da imar etkinliklerinin artmasıyla terk edilmiş ayazmalar, yapıların altında kalmış durumdadır. İstanbul’da halen yaşayan ve aktif durumda bulunan çok sayıda Ayazma’nın varlığına tanık oluyoruz. Bunlar içerisinde Ayvansaray Aya Blekhernai Ayazması Silivrikapı’da Balıklı Ayazma, Fatih Ayvansaray Eğrikapı Panaia Suda Kilisesi altındaki Timiazoni Ayazması, Balat Ermeni Surp
Çiz. 1- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. Kazılar sonucu ortaya çıkan yapı katlarıyla birlikte genel plan.
den sonra, bölgenin tümüyle Türklerin eline geçmesiyle etkinliğini tamamen yitirdi. Bilimsel nitelikte yapılan arkeolojik kazılar, yapının fonksiyonu konusunda değişiklik olması gerektiğini ortaya koyuyor. Hazırladığımız rölöve, restorasyon ve restitüsyon projelerine göre, yapıya bir “Ayazma Müzesi” biçiminde bir fonksiyon kazandırılmasının zorunlu olduğu anlaşılıyor (Çiz. 1-4-5-7-12-17-22). Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazmasının bir kilise olmadığı kazılar sırasında kesin olarak anlaşıldı. Bu yapının bir apsisi yoktu. Ayrıca yapı tümüyle bir antik Hellenistik ve Roma dönemi tapınağı biçiminde yapılmıştı. Korinth düzeninde prostylos tapınak planına sahipti. Yani önünde dört tane sütun bulunur. Antik dönemde Ayvalık’a en yakın olarak Pergamon Akroplisi’nde beş adet prostylos tapınak vardı. Hellenistik dönemden olan bu prostylos tapınakların yalnızca Orta Kentteki (Orta Gymnasion Tapınağı) Korinth düzenindeydi. Öte yandan Pergamon’da Orta Kentteki Demeter Tapınağının Hellenistik dönemdeki templum in antis yapısı, Roma döneminde andezit yerine mermerden Korinth düzeninde prostylos plana dönüştürüldü . Batı Anadolu’da Pergamon’dan başka, Hellenistik döneme tarihlenen Assos’ta “Agora
39
Tapınağı”, Magnesia’da mimar Hermogenes’e verilen “Zeus Sosipolis Tapınağı”, Didyma’da da Apollon Tapınağı içindeki “naiskos”, prostylos plana sahipti. Antik dönemde yakın bölgede çokça görülen bu "prostylos" plan tipinin 19. yüzyılda Ayvalık'ta Panagia Phaneromeni Ayazmasında karşımıza çıkması, bize göre şaşırtıcı bir sonuç değildir. Panagia, Ortodokslarca Meryem Ana’ya verilen addır. Bizans ve Ortodoks ikonografisinde kiliselerdeki Meryem betimlerine ve ikonalarına da Panagia denilir. Phaneromeni ise canlanan, yeniden ortaya çıkan, görünen anlamındadır. Yani Meryem Ana’nın bir sıfatıdır. İsminden de anlaşılacağı üzere bu yapı, Meryem Ana için yapılmıştı. Yunanistan’ın bağımsızlığına yol açan 1821 Mora ayaklanması, Batı Anadolu kıyılarına da sıçradı. Bunun sonucunda Ayvalık ve Cunda Adası Rumları da isyancılarla birleşerek 1821 yılının Mayıs ayında saldırıya geçtiler. Ayaklanmanın bastırılması için İstanbul tarafından Denizli Voyvodası Tavaslı Osman Ağa görevlendirildi. Bu ayaklanma, en büyük ayaklanmalardan biriydi. Halkın büyük bir bölümü Ayvalık’ı terk ederek adalara sığındı. Mora İhtilali, henüz bitmeden İstanbul, dağılmış olan Ayvalık Rum halkının eski yerlerine dönmeleri konusunda ılımlı davrandı. Ayvalık halkının affedilmesi, dönenlerin yerleştirilmesi konusunda bir buyruk çıkarıldı. 18 Mayıs 1824 tarihinde Midilli muhafızı Mustafa Ağa’dan Babıâli’ye gönderilen bir yazıda, Ayvalık ve Cunda Adası halkının “ celp ve iskan ” edildiği ifade ediliyordu. Yavaş yavaş Ayvalık ve Cunda Adasına gelerek yerleşen Rum halkına daha sonra zeytinlikleri verildi. Charles Texier Ayvalık’a 1832 yılında geldiğinde kent, henüz eski canlı yapısına ulaşmamıştı. Rum Halkın geriye dönmeleri 1832 ile 1840 yılları arasında tamamlanmış olmalıydı. Bu karışıklık yıllarında Ayvalık oldukça tahrip olmuştu. Ayvalık’ın yeniden canlanmasıyla kiliseler ve önemli yapıların tümü, 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştı. Ayvalık Ayazması da yine bu zamandandı. Hagios Haralampos Kilisesi, kentin güney mahallesinde önemli bir dinsel yapıydı. Plan olarak bu yapı bir bazilikaydı. Panagia Phaneromeni Ayazması da bu bazilikanın yönetimi altında bulunuyordu . Aziz Hagios Haralampos için yapılan bu kilise, oldukça büyük bir bazilikaydı ve önemli işlevi kentin hastanesine gelir sağlamaktı . Bu kilise, kentin "Kutsal Hastane" diye anılan hastanenin avlusunda yer alıyordu. Bugün bu kiliseden bir iz kalmamıştır. Kutsal hastane daha sonra yıllarca ortaokul yapısı olarak kullanılmıştı. Şimdi ise Sakarya İlkokulu olarak kullanılıyor. Kutsal Hastane diye anılan bu büyük hastane, oldukça büyük bir üne sahipti. İzmir Hastanesinden sonra Anadolu’daki en önemli hastaneydi. Yılda 1600 Osmanlı altın lirası harcanıyordu. Ayrıca bu hastanenin bir kolu da darülaceze (düşkünler yurdu) ve çocuk yuvasıydı. Burada herkes tedavi görüyor ve bedava tedavi yapılıyordu. Ayvalık Hastanesi, ırk, din ayrımı olmaksızın bütün hastalara açıktı. 1880 yılından itibaren birçok eğitim kurumu gibi Ayvalık Hastanesinin de başpiskoposluğa bağlanmış ve onun tarafından yönetilmiş olduğunu görüyoruz. Bu hastane, İzmir Hastanesinden sonra Anadolu’da hayırseverlik kurumları arasında en önde gelenlerindendi. Zaman
40
zaman buraya çok sayıda arazi, para ve diğer birçok gelir bağışlandığı için parlak bir gelişim gösterdi. Buraya çok yerden hastalar geldi. Fakirlere ise bedava ilaç sağlandı. Kentin doktorları da yine burada istekle ve bedava çalışıyorlardı. Darülaceze bölümünde çok sayıda Ayvalık sakini de bakım görüyordu. Ayrıca bir bölümü de çocuk yuvasıydı. Burada toplanan yetim çocuklara bakılıyordu. Yani bir bölümü yetimhane olarak ayrı bir kurum gibi gelişiyordu. Böylesine büyük iş yapan kutsal hastaneye aynı zamanda Panagia Phaneromeni Ayazması’nın da bütün gelirleri akıyordu. 1 Ayvalık Belediyesi için Phokaia Kazı Ekibimiz tarafından hazırlanan Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması’nın rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri, tarafımın denetiminde ve kontrolunda yapıldı. Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması’nın rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri, 11 Haziran 2012 günü oy birliği kabul edildi. Çizimler, Mimar Hakan Pulat ve Elif Tuğba Gürkan tarafından çizildi. Y.Mimar – Restoratör ve Arkeolog Suzan Özyiğit’in görüşleri doğrultusunda restorasyon projesi oluşturuldu. Fotoğraflar, tarafımdan ve Tarkan Özal tarafından çekildi. Kendilerine çalışmaları nedeniyle teşekkür ederim. Ayrıca konuyla ilgili olarak İstanbul Rum Patrikliği kütüphanesindeki çalışmalarımızda yardımlarını esirgemeyen Yorgo Benlisoy’a teşekkür borçluyuz. İstanbul’daki ayazmaları araştırmamız sırasında tarafımıza yardım eden Foça Kazıları üyesi arkeolog Muammer Demren’e de teşekkür ederim. Öte yandan söz konusu ayazma yapısının içinde Balıkesir Müzesi tarafından yapılan kazılar sırasında yardımlarını esirgemeyen ve tarafımıza her türlü çalışma kolaylığını gösteren arkeolog Tarkan Özal’a da teşekkür borçluyuz (Ne yazık ki öğrencim olan Tarkan Özal, bir süre önce aramızdan ebedi olarak ayrıldı. Kendisini rahmet, minnet ve sevgiyle anıyoruz). Yine proje çalışmalarımız sırasında manevi desteklerini ve yardımlarını bizden esirgemeyen Ayvalık Belediye Meclisi eski üyesi Hatice Arga ile Ayvalık Belediyesi eski İmar Müdürü Seçil Paksoy’a da burada teşekkür etmek isterim. Bize bu yapı üzerinde çalışma şansı verdiği için Ayvalık Belediyesi Eski Başkanı Hasan Bülent Türközen’e de teşekkürlerimi sunarım. 2 Panagia, Ortodokslarda Meryem Ana anlamındadır. Phaneromeni ise, Panagia ismini tamamlayan bir sıfat olup, “ ortaya çıkan, açığa vuran, esin veren, ilham veren, vahiy eden ” anlamlarına sahiptir. 3 Φουντουλη 2000, 7. 4 Panagia Phaneromeni Ayazması, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 28 02 1989 gün ve 795 sayılı kararı ile 30 A envanter numarası ile tescil edilmiş, ayrıca yine aynı kurulun 22 05 2008 gün ve 3637 sayılı kararıyla da grup derecesi 1. grup olarak belirlenmiş olarak görülür. 5 İstanbul’daki ayazmalar için: Kılınç Çimen 2010, 43 vd. 6 Yapı Türkiye Cumhuriyeti Maliye Hazinesine kaldı. 15 Nisan 1946 yılında ilk kez kadastroya geçti. Yapının Maliye Bakanlığında kalması 1951 yılına kadar sürdü. 1951 yılında Hüseyin Avni Baskın'ın Ayvalık Belediye Başkanı olduğu sırada oğlu Cevdet Baskın tarafından ayazma yapısı hazineden satın alındı. Üç gün sonra yani 12 Mart 1951 tarihinde Cevdet Baskın tarafından Ahmet Kamil Yereli'ye satıldı. Ayazmanın mülkiyeti Ahmet Kamil Yereli ve oğullarında 1988 yılına kadar kaldı. Bu zamanda ayazma yapısı zeytinyağı fabrikasına dönüştürüldü. Yapıya birçok eklemeler yapıldı. 21 Haziran 1988 yılında ise mülkiyet Ahmet Çakırca'ya geçti. Yapının zeytinyağı fabrikası olarak kullanılmasına devam edildi. Ayazma yapısı 2001 yılına kadar Ahmet Çakırca ve oğullarının mülkiyetinde kaldı. 9 Ocak 2001 tarihinde Ayazma yapısı kamulaştırılarak Maliye Bakanlığı’na kazandırılmış oldu. Balıkesir İli, Ayvalık İlçesi, Kemalpaşa Mahallesi, Merkez Hastanesi Caddesi, 4. sokakta bulunan Panagia Phaneromeni Ayazması, 9 Ocak 2001 tarihinden itibaren tapuda sahibi olarak maliye hazinesi gösterilerek kaydedildi. 38 pafta, 301 ada, 8 parseline kayıtlı olan yapı, bahçesi ile birlikte 390,75 metrekare idi. 7 Balıkesir ili, Ayvalık İlçesi, Kemalpaşa Mahallesi, Hastanesi Caddesi mevkiinde bulunan Hazineye ait 38 pafta, 301 ada, 8 parsel nolu ve 390,75 metrekare yüzölçümlü avlulu kilise vasıflı taşınmaz, kilise binası ve bahçesi olarak kullanılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne Valiliğin (Defterdarlık) 24 10 2001 tarihli ve 3927 sayılı yazısıyla tahsis edilmişti; fakat Ayvalık Belediyesi Başkanlığının söz konusu yapının etnografya ve sanat galerisi olarak kullanılması başvurusu üzerine, 178 sayılı Maliye Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13.maddesinin (d) bendi uyarınca, Ayvalık Belediye Başkanlığına Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğünün 6 Nisan 2006 tarihli 13987 sayılı yazısıyla tahsisi uygun görüldü. 8 Vitruvius, III, 2. 9 Bohtz 1981, 40 vd. 10 Ayvalık isyanı için bkz: Arıkan 1988, 586 vd. 11 Texier 162, 207. 12 Φουντουλη 2000, 18-19. 13 Φουντουλη 2007, 33. 14 Φουντουλη 2000, 21, dipnot 9.
Çiz. 4- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. Rölöve. Yapının yan cephe görünüşleri.
Çiz. 12- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. I. Ayazmanın restitüsyon planı.
Çiz. 5- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. Korinth tipi sütun ve pilaster başlığı ile Attik-Ion tipi sütun kaideleri.
Çiz. 17- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. II. Ayazmanın uzunlamasına restitüsyon kesitleri.
Çiz. 7- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. Süsleme detayları.
Çiz. 22- Ayvalık Panagia Phaneromeni Ayazması. II. Ayazmanın bahçe giriş kapısının restitüsyonu.
41
Her şey ailesiyle birlikte Türkiye’ye, atalarının doğup yaşadıkları Küçük Asya sahillerine yaptığı ilk seyahatle başladı. Fakat Soloup’u asıl harekete geçiren Midilli’den Ayvalık’a tek başına yaptığı bir sonbahar gezintisi oldu. Bu hüzünlü yolculuk, içinde iki ülke insanını ayıran ve birleştiren olaylar hakkında konuşma ihtiyacı uyandırdı. İçindekileri dışa vurmalıydı, öyle de yaptı... Çalışma masasının başına geçti ve üç yıl boyunca hem yazdı, hem çizdi.
İKİ MEMLEKETLİ BİR KİTAP: AYVALİ-AYVALIK
Y
Dört Yazar, Üç Kuşak, İki Yaka
unanlı yazar-çizer Soloup’un, yoğun bir araştırma ve çalışmayla geçen üç yılda tamamladığı ve okurunu sinematografik bir zaman yolculuğuna çıkardığı “Ayvali-Ayvalık” adlı grafik romanı, Fransızcadan sonra ilk kez Türkçede yayımlandı. Kitapta Ayvalık kökenli, üç ayrı kuşaktan dört önemli yazarın yaşanmış hikâyeleri, günümüzde Midilli ile Ayvalık arasında gerçekleşen kısa süreli bir gemi yolculuğu kurgusu içinde harmanlanmış.
Bu “akıcı” yolculuk, Osmanlı dönemi Ayvalık’ını ve Ege’deki gündelik hayatı/kişileri ustalıkla betimleyen yazar ve ressam Fotis Kondoğlu’nun anlatısıyla başlıyor. Ayvalıklı öykücü İlias Venezis’in 1922 yılı anlatısıyla devam ediyor. Ardından Agapi Venezi-Molivyati aynı dönemi kadın bakış açısıyla yansıtıyor. Son olarak Ayvalık’ın yetiştirdiği önemli yazarlardan Ahmet Yorulmaz, Balkan Savaşları’ndan nüfus mübadelesine uzanan yıllar boyunca Girit Türkleri’nin uğradığı baskı ve cinayetleri aktarıyor. Kökleri İzmir’e uzanan, üçüncü kuşak bir mübadil torunu olan çizer ve anlatıcı Soloúp da tüm bu hikâyeleri, “vatan”ını bulma sorusuyla kendi çıktığı arayış ve yine kendisi gibi bir mübadil torunu olan Mehmet’le yaşadığı karşılaşmanın içine yerleştiriyor. “BU KİTAP DEVASA BİR AYNANIN DİĞER TARAFINA GEÇEBİLMEK GİBİ...” Eleştirmenlerin üzerinde birleştiği gibi, zor bir konu seçmiş, zorlu bir işe girişmiş Soloup… Ama bu zor konunun “sıkıntılı” dehlizlerinde kaybolmamış. Zaman zaman klişelere yaslansa da, heyecanını korumuş. Her ayrıntıyı özenle dokumuş. Her iki bir yakadan da bakabilen başarılı bir “eser” koymuş ortaya. Mübadele konusunun belki de en yetkin isimlerden biri olan ve mübadeleyi ele aldığı “İki Kere Yabancı” adlı kitabı Türkçeye de çevrilen Bruce Clark, yazdığı önsözde çok doğru bir tanım kullanıyor ‘Ayvali-Ayvalık! için: “Bu kitap devasa bir aynanın diğer tarafına geçebilmek gibi...” Gerçekten öyle... Ne var ki, bu kez aynanın öteki tarafında harikalar diyarı yok... Tam tersine acı, üzüntü ve öfke var. Dahası, darmadağın olmuş kültürler, mutsuz insanlar var. Hasan Özgür Tuna’nın çevirdiği ve İstos Yayınları arasında çıkan “Ayvali-Ayvalık”, Ege’nin iki yakasındaki halkların bitmeyen sürgününü, acı, göç ve özlemle ortaklaşan tarihlerini, her iki tarafın da bakış açısıyla anlatan ilgiye değer bir grafik roman...
42
“BİRBİRİMİZİN KÜLTÜRÜNE SAYGI DUYARAK, BARIŞ İÇİNDE YAŞAMA ARZUSUNA SIKLIKLA TANIKLIK ETTİM”
“Bu kitabın iki memleketi var: Yunanistan ve Türkiye. ‘Ayvali-Ayvalık’ta Ege’nin her iki tarafında yaşayanların ‘karşı taraftaki’ne dair önyargılarını yansıtmaya çalıştım. Ancak ve ancak ‘öteki’nin duygularını bilir, onun, ders kitaplarının ya da resmi ulusal anlatıların tasvir ettiği canavar olmadığını anlayabilirsek, bu insanların benzer korkulara, aşklara ve tekinsizliklere sahip olduğunu görebiliriz. Aynı zamanda Yunanistan’da yaşayan bizlerin ve Türkiye’de yaşayan sizlerin, birbirimizin kültürüne saygı duyarak, barış içinde yaşama arzusuna sıklıkla tanıklık ettim ve buna dair söz söylemek istedim.”
ŞUBAT 2016 YIL: 2 SAYI: 18 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ERSİN PİLAS Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Prof. Dr. ÖMER ÖZYİĞİT Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ HÜSEYİN GÜVEN DOĞAN UÇAKER UĞUR DÜNDAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21
“VAKTİ GELDİĞİNDE KİTABI TÜRKÇEYE AHMET YORULMAZ’IN ÇEVİRECEĞİNE DAİR GİZLİ BİR ÜMİDİM VARDI”
“Ahmet Yorulmaz’la mail ve telefon aracılığıyla konuşuyorduk. Bazı fotoğraf çekimleri için Ayvalık’a gittiğimde buluşmayı da kararlaştırmıştık. Ayvalık’a varıp ona telefon ettiğimdeyse sağlığında bir kötüleşme meydana gelmişti, hastaneden konuştuğunu zannediyorum. Bu nedenle buluşmamız hiçbir zaman gerçekleşemedi. “AyvaliAyvalık”ın yayımlanmasından sadece birkaç ay önce ölümünü öğrendiğimde çok üzüldüm. Tamamlanmış halini görmesini isterdim ve vakti geldiğinde kitabı Türkçeye onun çevireceğine dair gizli bir ümidim bulunmaktaydı.”
aydabirayvalik@gmail.com Basım Yeri Anadolu Ofset Tel: (0212) 567 89 93 Davutpaşa Cad. Kazım Dinçol San. Sit. 81/87 Topkapı, İstanbul Sertifika No: 16231
Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
(“Savaşın Ayırdığı İnsanları Hatıralar Birleştirir”, Haziran Düzkan/kultursevisi.com)
43
Cunda Hamidiye Camii
Sefa-Çamlık Camii
Fotoğraf Dilek Sağun’dan alınmıştır
İNANCIN ABARTISIZ SAMİMİYETİNİ YANSITAN İKİ GÜZEL CAMİ…
B
iri epeyce eski (Cunda Hamidiye Camii), diğeri oldukça yeni (Sefa-Çamlık Camii) iki ibadethane… Denizin hemen dibinde, farklı mimari anlayışlarla inşa edilmişler. İkisi de gösterişten uzak, küçük ve sevimli. Tek şerefeli minareleri çok zarif. Sadelikleriyle inancın abartısız samimiyetini yansıtan
bu iki cami, fotoğrafların çekildiği tarihlerde, doğanın ortasında adeta tek başına gibiler… Duvarların arkasında ya da binaların arasında kaybolmamışlar. İnsan “kartpostal değerindeki” bu fotoğraflara baktıkça, yapılmalarından bugüne, bu camilerdeki yaşanmışlıkları ve manevi havayı tahayyül etme ihtiyacı duyuyor.