Sayi 37 web

Page 1

30 Ağustos İlk Kurşun ve Ali Çetinkaya 13. Kültür Sanat Günleri Ece’nin Sepeti Artizan Bakkal Keysun Çetinkaya Adalar Denizi Sahilinde: Ayvalık Kazası

YILMAZ BÜYÜKERŞEN: AYVALIK DAHA SICAK, DAHA SAMİMİ, DAHA BİZDEN


Ayvalıklılar marşlara ve şarkılara coşkuyla eşlik etti, Atatürk anıtını çiçeklerle süsledi

BİZLERE BAĞIMSIZLIĞIMIZI ARMAĞAN EDEN BÜYÜK ZAFERİ COŞKUYLA KUTLADIK

A

yvalık’taki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları Kaymakamlık’ta başladı. Bu ilk etkinlikte Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Garnizon Komutanı Albay Fevzi Koyuncu kutlamaları kabul etti. İkinci tören Cumhuriyet Meydanı’nda yapıldı. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı söylendi ve Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘Zafer Türküsü’ adlı şiiri okundu. Daha sonra Ali Çetinkaya İlk Kurşun Rehabilitasyon Merkezi Hizmet Birliği Komutanı Piyade Yüzbaşı Ersoy Gezgin bir konuşma yaptı. Gezgin konuşmasında, 1919’da başlayıp, üç yıl süren Kurtuluş Savaşı’nın 30 Ağustos 1922’de bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın sevk ve idaresinde gerçekleşen ‘Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ ile taçlandığını söyledi. Törenin ardından Ayvalık Belediye Bandosu Şef Ergün Tekincan’ın yönetiminde marşlardan ve Atatürk’ün sevdiği şarkılardan oluşan bir konser verdi. Ayvalıklılar marşlara ve şarkılara coşkuyla eşlik etti, Atatürk anıtını çiçeklerle süsledi.

2


AYVALIK DEVLETİNE, MİLLETİNE VE ATA’SINA TÜM GÜCÜYLE SAHİP ÇIKMAYA DEVAM EDECEK

30

Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları akşam saat 19.00’da Altınova Taş Köşk’ten yola çıkan araç kortejiyle devam etti. Kortej Sarımsaklı, Çamlık, Yenimahalle ve Alibey adasından geçerek halkı selamladı. Yol boyunca toplananlar da ellerinde bayraklarla korteje sevgi gösterilerinde bulundu. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Cumhuriyet Meydanı’nda bir araya gelen Ayvalıklılara seslendi ve “Ayvalık’ımız devletine, milletine ve Ata’sına tüm gücüyle sahip çıkmıştır ve çıkmaya devam edecek. Bu zafer geleneğimizi tüm mahallelerimize yayıyoruz. Kortejimize katılan ve bayraklarıyla karşılayan yüzlerce vatansever yurttaşımıza teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.

FARUK DEMİR’İN KONSERİNİ YÜZLERCE KİŞİ İZLEDİ

30

Ağustos Zafer Bayramı’nın son etkinliği, sanatçı ve 21. Dönem Ardahan Milletvekili Faruk Demir’in, zafer kortejinin ardından Cumhuriyet Meydanı’nda verdiği konser oldu. Söz yazarlığı ve beste çalışmalarının yanı sıra Anadolu’nun çeşitli yörelerinden derlediği geleneksel türküleri kültürümüze kazandırmasıyla da tanınan Demir, sözleri Aşık Mahzuni Şerif’e ait olan ve Mustafa Kemal Atatürk’e yazılan ‘Sarı Saçlım, Mavi Gözlüm’ adlı türküyü güncel hale getirmesiyle de tanınıyor.

Kortejin yol aldığı güzergah boyunca toplananlar ellerinde bayraklarla sevgi gösterilerinde bulundu. 30 Ağustos çoşkusu Ayvalık'ın her köşesinde yaşandı.

Konser öncesi bir konuşma yapan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, en vazgeçilmez, en büyük sevginin vatan, bayrak, Türkiye Cumhuriyeti, birlik beraberlik ve Mustafa Kemal Atatürk sevgisi olduğunu belirtti. Gençer, “Şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz ve Büyük Zafer’i her yıl artan bir coşkuyla kutlayacağız” dedi.

3


Bu güzel ülkede huzur ve barış içinde yaşamak istiyoruz

RAHMİ GENÇER ADALET KURULTAYI’NA KATILDI

CHP

’nin, ‘Adalet Kurultayı’ Çanakkale savaşlarının yaşandığı Eceabat Kocatepe’de, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun katılımıyla gerçekleşti. Kurultay Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı şehitlerinin anısına saygı duruşuyla başladı. CHP lideri kurultay öncesi Çanakkale Şehitliği’ne üzerinde yalnızca ‘Adalet’ yazan bir çelenk bıraktı. Kurultay boyunca alanda, adalet ve Atatürk afişleri dışında başka hiçbir pankart ya da bayrağa yer verilmedi.

görüşlerinden, inançlarından insanlarımız bu topraklarda kucak kucağa yatıyor. Bu memleketin acıyla, kanla, gözyaşıyla kurulduğunu Çanakkale bize hatırlatıyor. Adalet Kurultayı’mızın Çanakkale’de olmasının bir anlamı var. Biz biriz, bütünüz, vatanseveriz, biz bayrağımızı ve insanımızı seviyoruz. İnsanlarımız arasında hiçbir ayrım yapmıyoruz. Görüşü ve kimliği ne olursa olsun, bütün insanları kucaklıyoruz. Biz gerginlik, kavga istemiyoruz. Kendi ülkemizde huzur içinde barış içinde yaşamak istiyoruz. Biz adaletli bir Türkiye istiyoruz.”

Kurultayın açılış konuşmasını Kemal Kılıçdaroğlu yaptı ve şunları söyledi: “Çanakkale destanını yazanların topraklarındayız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin önsözünü yazdığı topraklardayız. Ve onlar, yani Çanakkale savaşını verenler hep birlikte mücadele ettiler. Türkiye’nin bütün illerinden,

Kurultay’a CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın, Balıkesir İl Başkanı Ender Biçki, Bandırma Belediye Başkanı Dursun Mirza ve Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka ile birlikte katılan Rahmi Gençer, “Bizler yürekten inanıyoruz ki, bu güzel ülkede adalet tekrar hakim olacak” dedi.

4

SEVGİ, BARIŞ VE ADALET İÇİNDE YAŞAMAYA KARARLIYIZ

A

dalet Kurultayı’nın ikinci gününde, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in tasarımını yaptığı, ‘Adalet ve Düzen Tanrıçası’ Themis’in heykeli için bir tuğla da, “Sevgi, barış ve adalet içinde yaşama kararlılığıyla buradayız” diyerek Rahmi Gençer koydu. Heykel, Çanakkale’nin merkezinde bulunan Özgürlük Parkı’nda yer alacak. Rahmi Gençer, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu, Çanakkale Adalet Kurultayı dönüşü diğer partililerle birlikte Altınoluk’ta karşıladı. Akçam Otel’de akşam yemeği yiyen Kılıçdaroğlu daha sonra Ankara’ya uğurlandı.


İlk durak, TSK Ali Çetinkaya İlk Kurşun Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi'ydi

A

KURBAN BAYRAMI HUZURLA VE PAYLAŞIM DUYGULARI İÇİNDE KUTLANDI

yvalık’ta bu Kurban Bayramı da birlik, beraberlik ve huzur içinde kutlandı; paylaşım duygusunun güzellikleri sergilendi. Kaymakam Namık Kemal Nazlı, Garnizon Komutanı Albay Fevzi Koyuncu, Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Cumhuriyet Savcısı Tuncay Dursun bayram nedeniyle Garnizon Komutanlığı, Devlet Hastanesi ve Merkez Polis Karakolunu ziyaret etti.

İlk durak, TSK Ali Çetinkaya İlk Kurşun Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi oldu. Ardından Devlet Hastanesi’ne geçildi. Burada yatarak tedavi gören hastalarla ve acil servis çalışanlarıyla bayramlaşıldı. Hastalara Ayvalık Belediyesi tarafından hazırlanan özel çantalar sunuldu.

AYVALIK BELEDİYESİ AİLESİ PAŞALİMANI'NDA BAYRAMLAŞTI Baştan sona yenilenen ve son derece çağdaş bir görünüm kazanan Ayvalık Belediyesi Paşalimanı Restoran/Cafe/ Bar, Kurban Bayramı’nda bu kez Ayvalık Belediyesi çalışanlarını ağırladı. Düzenlenen bayramlaşma buluşmasında bir konuşma yapan Belediye Başkan Rahmi Gençer, dört yüz bin metre kare yol yapımından evde bakım ve sağlık hizmetlerine, yeni tesislerden çocuk oyun parklarına, kültürel etkinliklerden çevre düzenlemelerine, ağaçlandırma çalışmalarından festivallere, finansal düzenlemelerden temizlik çalışmalarına kadar pek çok konuda gerçekleştirilen hizmetler için çalışma arkadaşlarına teşekkür etti. Gençer, “Bu faaliyetlerin aynı kararlılıkla ve aralıksız olarak sürdürüleceğinden kimsenin kuşkusu olmasın” dedi.

RAHMİ GENÇER BU BAYRAMDA YAŞLILARI YİNE UNUTMADI Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Kurban Bayramı’nda Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü tarafından belirlenen on dört yaşlıyı evlerinde ziyaret ederek iyi bayramlar diledi. Bilindiği gibi, Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü yüz yirmi beş ihtiyaç sahibinin evde sağlık ve evde bakım hizmetlerini yerine getiriyor. Kalan kişilerin morallerini yükseltmek ve kendilerini terk edilmiş olarak görmemelerini sağlamak için Erken Doğmuşlar Konuk Evini de giden ve orada kalanlarla sohbet eden Rahmi Gençer, sosyal medya üzerinden Atatürk’ün Nutuk’unu isteyen bir konukevi sakinine de kitabını teslim etti.

5


Tabiat parkının kaldırılmasına ve SİT alanlarının derecelerinin düşürülmesine bütün Ayvalık karşı çıkıyor

RAHMİ GENÇER: CENNET KOYU RANTA AÇILMAYACAK, YİNE ORMAN OLACAK

A

yvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer ile CHP Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın ve beraberindekiler, Türkiye’nin en büyük tabiat parkının sınırları içinde yer alan Cennet Koyu’nda yaklaşık yirmi hektarlık alanın yandığı bölgede sembolik olarak ağaçlandırma çalışması yaptı. Etkinlikte bu konudaki görüşlerini açıklayan Rahmi Gençer şunları söyledi: “Tabiat Parkı’mızın tam ortasında çıkan yangınla yirmi hektarlık bir ormanı kaybettik. Çok üzgünüz. Yanan ormanla birlikte bu bölgede yaşayan endemik bitkilerle birçok yabani hayat da zarar gördü. Adeta ciğerimiz yandı. Ancak, çok şükür yangın hızlı bir şekilde bastırıldı. Rüzgâra rağmen, havadan yapılan müdahalelerle çabuk atlatıldı. Orman İşletme Bölge Müdürlüğü ve Balıkesir Büyükşehir Belediyesi ekiplerine üstün hayretleri için teşekkür ediyorum. Ancak burası bir tabiat parkı. Bundan on bir yıl önce de bu bölgede büyük bir yangın çıkmıştı. Bu yangınlar bize, artık buraların giriş-çıkışlarının kontrol altına alınması gerektiğini gösteriyor. Görünen o ki, yangına bir kundaklama yol açmış olabilir. Bizler, en önemli doğal güzelliklerimizin başında gelen tabiat parkımızın kaldırılmasına razı olamayız. SİT alanlarımızın derecelerinin düşürülmesini asla kabul edemeyiz. Bu bölgelerin yapılaşmaya açılmaması konusunda kararlıyız. Ben Sayın Bakanımızın yaptığı açıklamayı duydum ve bu nedenle çok sevinçliyim. Belediye olarak, Belediye Meclisi’ndeki farklı partilere mensup tüm üyelerle birlikte bunun takipçisi olacağız. Bakanlık, Eylül ve Ekim ayında yanan alanların temizlenmesi ve Kasım ayında da ağaçların yeniden dikilmesi için bir karar aldı. Bu karara uyulacağına inanıyorum.” CHP Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın da yaptığı konuşmada, “Çok zor yetişen ağaçlarımız, ormanlarımız, bitkilerimiz -inşallah öyle değildir ama- bir rant uğruna kurban ediliyor. Biz, bu yanan alanın bir an önce ranta değil doğaya açılması gerektiğine inanıyoruz. Kaybettiklerimizin daha fazlasının bu bölgeye dikilmesi lazım. Bu konuda ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, hükümetin burayı yeşertebilmek adına bir an önce gerekli çalışmayı yapacağına inanmak

6

istiyorum. Allah bir daha böylesi afetleri ülkemize göstermesin” dedi. Ağaç dikimi sırasında Silvikültür Şube Başkanı Sezgin İşbakan ile Burhaniye Doğa Koruma ve Milli Parklar Şefi Atasay Tanrısever, Bakanlığın kararı uyarınca yanan bölgenin yeniden ağaçlandırılması için çalışmalara başladıklarının müjdesini verdi.

SİLVİKÜLTÜR NEDİR?

S

ilvikültür; yeni ormanların planlı olarak kurulması ve bunların doğal olarak kurulmuş ve varlığını sürdüren ormanlarla birlikte yetiştirilmesi (bakımı), gençleştirilmesi ve varlıklarının en iyi şekilde devam ettirilmesiyle uğraşan bir bilim dalı... Silvikültürün temel hedefi ormandan en az masrafla en yüksek kalite ve nitelikte çok yönlü ürün elde etmek, ülkemiz ekonomisinin orman ürünleri ihtiyacını sürekli karşılayacak nitelikte, dış etkilere dayanıklı verimli ormanlar meydana getirmek... Kısacası, ormanların sürdürülebilirliğinin sağlanması, belirlenen görevleri yapabilecek biçimde işletilmesi silvikültürel uygulamalarla gerçekleşiyor. Silvikültürel uygulamalar, ormanın oluşturulmasıyla başlıyor bakımlarla (gençlik, sıklık bakımları, aralamalar) devam ediyor ve yeniden gençleştirme çalışmalarıyla noktalanıyor.


Balıkesir Valisi Ersin Yazıcı:

Tabiat Parkı’mızın halen

C

incelediğimizde, hele yürürlükte olan yönetmeliğe hele Şeytan Sofrası’na göre sözde değil, gerçek çıkıp geniş bir açıdan gözlem yapınca yangının anlamda korunmasını istiyoruz. Halen Burhaniye’de çıkış noktası olarak bulunan Tabiat Parkı Şefliği Ceylan Sitesi’nin birkaç yüz metre acilen Ayvalık’a taşınmalıdır. kuzeybatısındaki Tabiat Parkı’na giriş kapıları tepelik alanın yamacı yapılarak kontrollü giriş olduğunu tespit ettik sağlanmalıdır. İsteyen herkes ve şaşırmadık. Bu elini kolunu sallayarak bu nokta denize ve piknik alanlarda gezememeli, yapılabilecek noktalara ateş yakamamalı, kazı uzaktı. Dolayısıyla bu yapamamalı, avlanamamalı, tür yangınlardan sonra bitki toplayamamalıdır. ilk olarak dile getirilen Alan kılavuzlarına işlerlik ‘mangal ateşi’ olasılığı ortadan kayboluyordu. kazandırılmalıdır. Sürekli En yakın yola uzaklığı devreye gezen bekçilerle tüm ise elli metre kadardı. alan denetlenmelidir. Adaları, Bu da ‘sigara izmariti’ koyları, gezi tekneleri ve olasılığını ortadan ormanlarıyla sürekli yangın kaldırıyordu. Bu tehdidi altında olan Ayvalık’a yangının ‘sabotaj’ en kısa zamanda bir deniz sonucu ortaya çıktığını iddia etmek için elimizde itfaiyesi kurulmalıdır. Yangının çıkış nedeni mutlaka ciddiyetle yeterli kanıt ya da veri araştırılmalıdır. yok. Ama bu yangın çıkış noktası, yanan alanın önemi ve başlama zamanı değerlendirildiğinde bizler için ‘şüpheli’ bir yangındı. Görevini ihmal eden görevlilerin de bu yangında payı vardır.

Ayvalık Tabiat Platformu olarak yanan bölgeye bir inceleme gezisi yaptık. Kavrulmuş toprak, küle dönmüş ağaçlar, çalılar, böcekler, kuşlar… Genzimizi yakan ve nefes almamızı güçleştiren yanık kokusu. Yer yer yükselen

Türkiye’nin en büyük tabiat parkı olan Ayvalık Adaları Tabiat Parkı’na yönelik saldırılar herkesin malumu. Bu yangının ve benzer yangınların, bu saldırıların bir parçası olduğunu iddia ediyoruz. Bodrum ve Sürmene örneklerinde ve daha pek çok yurt toprağında olduğu gibi, yanan bölge ile ilgili planları olanların buna asla heves etmemelerini belirtiyoruz. Yetkililerin ‘Can kaybı yok’ açıklamasını üzüntüyle karşılıyor ve böceğiyle, çalısıyla, ağacıyla, kuşuyla, yitirdiğimiz tüm ‘can’ların yasını tutuyoruz. Duyarlı Ayvalık halkının geçmişte olduğu gibi bu olayda da rant amaçlı saldırılara karşı duracağını biliyoruz.”

ANAYASA’MIZA GÖRE YANAN ORMANLIK ALANIN BAŞKA BİR AMAÇLA KULLANIMI MÜMKÜN DEĞİL

B

alıkesir Valisi Ersin Yazıcı, 20 hektarlık alanda 10 bine yakın ağacın zarar gördüğü Hakkıbey Yarımadası Cennet Koyu’nda incelemelerde bulundu. Yazıcı, bölgenin tabiat parkı olduğunu hatırlattı ve yapılaşmaya açılmasının söz konusu olamayacağını belirtti. Ersin Yazıcı incelemeleri sonrasında şu açıklamayı yaptı: “Yangının nedeni henüz tespit edilemedi. Fakat başlangıç noktasına bakıldığında sabotaj ihtimali bulunuyor. İki noktadan başlayan yangına yaklaşık 30-40 dakika içinde ilk müdahale yapılmış. Orman Bölge Müdürlüğü Balıkesir ve diğer illerden gelen takviyelerle hem havadan, hem karadan 16.10 civarında başlayan yangın 19.00 civarında kontrol altına alınmış. Sahada temizlik çalışmaları da başladı. Ekiplerimiz en seri şekilde dikim zamanı olan Ekim-Kasım aylarına sahayı hazırlamış olacak. Anayasa’mıza göre yanan ormanlık alanın başka bir amaçla kullanımı mümkün değil. Yapılaşmayla ilgili bir şey olması söz konusu değil. Orman ve Su İşleri, Ayvalık Belediyesi ve Büyükşehir Belediyesi’ni zan altında bırakmak doğru değil.”

Ayvalık Tabiat Platformu:

CENNET KOYU YANDI, CANIMIZ YANDI ennet Koyu’ndaki yangınla ilgili olarak Ayvalık Tabiat Platformu şu açıklamayı yaptı:

“Ayvalık yeni bir orman yangınını daha kimine göre ucuz, bize göre ise çok pahalı atlattı. Ayvalık Adaları Tabiat Parkı sınırları içerisindeki Hakkıbey Yarımadası’nın en güzel koylarından biri olan Cennet Koyu ve arkasındaki tepelik alan alevlerin kurbanı oldu. Yangın Şeytan Sofrası’ndan, Çamlık’tan, Cunda’dan, Ayvalık’tan kaygıyla izlenirken, oluşan yoğun dumanın Kaz Dağları’ndan bile görüldüğü bildirildi.

dumanlar. Kuşuyla çiçeğiyle her an coşkulu, canlı bir ortam sunan ormanda ölüm sessizliği hakimdi. Çevre ilçelerden gelen orman işçileri, ağaç gölgesi bulamadıkları için arazözlerin gölgesine uzanmış, dinleniyorlardı. Rüzgârın yönünü ve hızını hesaplayıp araziyi

Ÿ7


AYBEGEM eğitimde fırsat eşitliği sağlamanın yanı sıra çocukların sosyal hayata daha donanımlı olarak katılmalarına da destek veriyor

RAHMİ GENÇER AYVALIK BELEDİYESİ YAZ OKULU ÖĞRENCİLERİYLE BULUŞTU

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Altınova Taş Köşk’te AYBEGEM yaz okulu öğrencileriyle buluştu. Öğrenci ailelerinin yanı sıra öğretmenlerin de katıldığı kahvaltıda Meclis üyeleri Ahmet Erkal ve İbrahim Mühürdaroğlu da hazır bulundu. Yaz okulunu tamamlayan AYBEGEM öğrencileri şimdi TEOG sınavına hazırlanacak. Göreve gelir gelmez başlattıkları Yaz Okulu projesiyle aynı zamanda eğitimde fırsat eşitliğini sağlamayı ve çocukların sosyal hayata daha donanımlı olarak katılmalarına destek vermeyi hedeflediklerini belirten Rahmi Gençer, AYBEGEM’e katkı sağlayan herkese teşekkür etti kahvaltı sonrası çocuklarla basketbol oynadı.

Dün olduğu gibi bugün de Ayvalık’ın sosyal yaşamındaki yerini alması bekleniyor

PAŞALİMANI HER ŞEYİYLE YENİLENDİ

UZMAN ÖĞRETMENLERİN GÖREV YAPTIĞI AYVALIK BELEDİYESİ GENÇLİK MERKEZİ, AYVALIK, ALTINOVA VE KÜÇÜKKÖY’DE ÖĞRENCİLERİ GELECEĞE HAZIRLIYOR Ayvalık Belediyesi Gençlik Merkezi AYBEGEM, 2010 yılından bu yana faaliyetlerini sürdürüyor. Temel hedef, çocuklarımızı artı bir maliyet getirmeksizin, en iyi öğretmenler tarafından geleceğe hazırlamak. Bunun için öğrencilere ilkokul üçüncü sınıftan sekizinci sınıfa kadar, etüt ve kurslar aracılığıyla temel eğitim dersleri veriliyor. Kendi okullarında aldıkları eğitim güçlendirilip pekiştirilerek YGS, LYS ve TEOG sınavlarına da hazırlanıyorlar. Branşlarında uzman, deneyimli öğretmenlerin görev yaptığı AYBEGEM’in halen 100 öğrencisi var. Ayvalık Milli Eğitim Müdürlüğü ve Halk Eğitim Merkezi’nin de destek verdiği AYBEGEM bünyesindeki öğrenciler Balıkesir Sırrı Yırcalı Anadolu Lisesi, Çanakkale Biga Fen Lisesi, Çanakkale Ayvacık Fen Lisesi, Burhaniye Sağlık Meslek Lisesi, Ayvalık Anadolu Lisesi, Ayvalık Atatürk Anadolu Lisesi gibi başarılı okullara yerleşmiş bulunuyor. Yine Halk Eğitim Merkezi’nin desteğiyle 2016-2017 eğitim döneminde Küçükköy’de hizmet veren üniversite hazırlık kursunda İstanbul Üniversitesi Mühendislik ve Balıkesir Üniversitesi Necati Eğitim fakültelerini kazanan öğrenciler var.

8

Ç

amlık’ta bulunan ve benzersiz konumuyla bilinen Ayvalık Belediyesi Paşalimanı tesisi; restoran, plaj ve bar olarak hizmet vermek üzere bütünüyle yenilendi ve 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda kapılarını açtı. Sırtını çam ağaçlarına dayayan ve denizle iç içe konumuyla dikkat çeken restoran, uygun fiyatlarla yazkış hizmet verecek. Geçmişte ‘Ali İhsan’ın Plajı’ olarak anılan ve Ayvalıklıların ‘iyot ve çam kokuları arasında güneşi batırdıkları’ Paşalimanı’nın dün olduğu gibi bugün de Ayvalık’ın sosyal yaşamındaki yerini alması bekleniyor.


KISA

KISA...

KISA

ZABITA TEŞKİLATI 191 YAŞINDA

B

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Zabıta Haftası nedeniyle Zabıta Müdürlüğü’nü ziyaret etti ve bir buket çiçek verdi. Buluşmada Zabıta Müdürü Hasan Narin, komiserler ve çok sayıda zabıta görevlisi hazır bulundu. Zabıta birimine tam destek verdiğini belirten Gençer, “Gayretli çalışmalarınızdan memnunum. Ayvalık Belediyesi’nin görünen yüzüsünüz. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da görevinizi layıkıyla yapacağınıza inanıyorum. Ayvalık Belediyesi olarak sizlerle gurur duyuyoruz” dedi.

MESLEK YÜKSEK OKULU’NUN YENİ MÜDÜRÜ ŞAHAN, RAHMİ GENÇER’İ ZİYARET ETTİ

A

yvalık Meslek Yüksek Okulu’nun yeni müdürü Doç. Dr. Hasan Hüseyin Şahan, Müdür Yardımcısı Yrd. Doç. Figen Erdoğdu ve Okul Sekreteri Ahmet Öztürk’le birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Görüşmede, kurumlar arası işbirliğinin önemini vurgulayan Şahan, “Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’le yardımlaşarak eğitim ve öğretim çalışmalarını sürdürmek istiyoruz. Bunun sözünü başkanımızdan aldığımız için mutluyuz” dedi. Yüksek okulun üniversiteye dönüşme vaktinin geldiğini belirten Rahmi Gençer de, işbirliğini bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam ettireceklerini söyledi.

ÖZEL SOKAK TEMİZLEME EKİBİ GÖREVE BAŞLADI

A

yvalık belediyesi daha temiz bir Ayvalık hedefi doğrultusunda özel sokak temizleme ekibi kurdu. Bu ekip her sokağa girerek, çöp temizliğinin yanı sıra moloz ve kuru ağaç dallarını toplayacak. Belediye Başkanı Rahmi Gençer bu yeni hizmete ilişkin şöyle dedi: “Her zaman dile getirdiğimiz gibi, Ayvalık rüzgârlı bir kent. Bu nedenle kapı önüne ya da konteyner çevresine bırakılan çöp ve artıklar bütün sokağa yayılabiliyor. Ayvalık sokaklarının temiz

KISA...

KISA

KISA...

kalmasını istiyorsak sorumluluk almalıyız. Temizlik işleri personelimiz bu çalışmalarla birlikte camilerimizin temizliğini de yapıyor. Ayrıca menfez temizliği ve konteyner yıkama hizmetlerini de aralıksız sürdürüyor.”

CAMİLER TEK TEK TEMİZLENDİ Temizleme hizmetlerinde köylere öncelik veren ve günde iki cami temizleyen Ayvalık Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü ekipleri, ilçe genelindeki 43 caminin temizlik ve hijyen çalışmalarını 20 günde tamamladı. İnsan sağlığına zararlı olmayan özel dezenfekte ilaçların kullanıldığı çalışmalarda vakumlu ve kurutmalı makineler tercih edildi. Her kesimden insanın ortak buluşma noktası olan ibadethanelerin temizliğine gösterilen özen cemaat tarafından olumlu karşılandı.

DERE YATAKLARINA İSTİNAT DUVARI

G

eçtiğimiz Kasım ayında 30 saatte metrekareye 272 kg yağmur düşmesi nedeniyle yaşanan afetin izlerini silme faaliyetlerine devam eden Ayvalık Belediyesi, Alibey adası Mevlana Caddesi boyunca bölge bölge istinat duvarları yapıyor. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, yağış sonrası meydana gelebilecek su taşkınlarında konutların ve yeni döşenen kilit parkelerin zarar görmemesi için aralıksız çalıştıklarını söyledi.

ALİBEY ADASI CUMHURİYET CADDESİ’NDE YOL YAPIM ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

A

yvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri yaz-kış demeden yol yapım çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Bu bağlamda, Alibey adası arka denizde yol yapım çalışmaları tamamlandı. Kış süresince bölgede sürdürülen kilit parke döşeme çalışmalarının bitmesinin ardından ekipler Zeytin Evleri ve Çağla Kent Mevkii’ne yönlendirildi.

9


29 Mayıs 1977 tarihinde Ayvalık’ta, o günkü belediye başkanı Ahmet Tüfekçi’nin girişimiyle ‘İlk Kurşun Anma Toplantısı’ yapıldı. Etkinliğe Atatürk Araştırma Merkezi Bilim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Mustafa Balcıoğlu konuşmacı olarak katıldı. Balcıoğlu’nun

konuşması daha sonra Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nin Kasım 1997 tarihli 39. sayısında yayınlandı. Ayvalık’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 95. yıldönümünde konuşmanın tam metnini paylaşıyoruz.

Ali Bey’in işgale karşı koyuşu, ilk kurşunu atışı, harp yorgunu bu büyük milletin vicdanına ve namusuna sahip çıkmak demekti

İLK KURŞUN VE ALİ ÇETİNKAYA

S

Doç. Dr. MUSTAFA BALCIOĞLU Atatürk Araştırma Merkezi Bilim Kurulu Üyesi

aygıdeğer Ayvalıklılar, Sevgili Gençler;

Bugün, Millî Mücadele’miz esnasında, büyük Türk milletini boğmak isteyen düşmana atılan ilk kurşunun, Türk’ün millî vicdanının, millî sesinin haykırıldığı günün 78. yılındayız. Bugün Ayvalıklıların ve Türk milletinin, onur ve haysiyetlerine sahip çıktıkları destanî kahramanlık günüdür. Bu kutlu günde, bu aziz şehrin, Ayvalık’ın kahraman insanlarını minnet ve şükranla anıyorum. Büyük milletimizin şanlı tarihinde öyle şehirler, beldeler vardır ki; bunlar olmaksızın bir Türk tarihi düşünülemez. Ötüken böyledir, Kaşgar, Buhara, İstanbul, Edirne, Erzurum, Urfa, Maraş, Antep böyledir. İşte bu şehir, Ayvalık şehri de “Türk tarihi tükendi, bitti” diyenlere “Türk tarihi yeniden başlıyor” dedirten destanî bir kahramanlığın adı, bayrağı olmuştur. Daha doğrusu Türk vatanının en talihsiz ve en uğursuz günlerinde, bütün rüzgârları yanık kokusu getiren, harap bir memleketin, en mukaddes değerlerinin ayaklar altında çiğnendiği o kötü günlerde, binbir zorluk karşısında yorulmuş, bunalmış bir halkın, Türk milletinin, ‘İkinci Ergenekon’u olmuştur. Sevgili Ayvalıklılar, Büyük Atatürk’ün çok güzel tasvir ettiği gibi, o günlerde Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda mağlûp olmuş, şartları ağır bir ateşkes imzalamıştı. Bu harbin, uzun seneleri zarfında millet fakir ve yorgun düşmüş. Ordunun elinden silah ve cephanesi alınmış ve alınmaktaydı. Mütarekeden hemen sonra, Türk Antalya, Adana birer suretle işgal edilmiş ve en nihayet 15 Mayıs 1919’da emperyalizmin şımarık çocuğu Yunanistan, güzel İzmir’imizi işgal etmişti. O gün, bu ordu, ak saçlı kadınları, kundaktaki yavruları süngülerin ucunda İzmir sokaklarında gezdirdi. O gün, milletin ve ordunun şerefi, haysiyeti, gururu Kordonboyu’nda kaldırımlarda sürüklendi ve çiğnendi. Aç kurtlar gibi bu verimli, aziz vatan topraklarımıza saldıran Yunanlılar, kısa sürede işgallerini genişlettiler.

10

İşte o günlerin manzarası şöyleydi: Eğer ayda ve yıldızlarda da Türk bulunduğunu söyleseler, oralara da istila orduları göndermekten çekinmeyecek olan Avrupa’nın namert politikacıları, Osmanlı İmparatorluğu en çok nasıl parçalanabilir diye haritalarının üzerine eğilmişler, askerleri kalelerimizi içerden ve dışardan zaptediyorlardı. Padişah payitahtını işgal eden düşman kumandanlarının ellerine, ayaklarına sarılıyor, onun vezirleri uluslararası konferanslarda elpençe divan duruyorlardı. Ve bazı gafil entelektüeller, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nden, Wilson prensiplerinden yahut Amerikan mandacılığından medet umuyorlardı. Kimileri de bu kutsal vatanımızı bölmek gibi beyhude bir gayretin, ham bir hayalin peşine düşmüşlerdi. Öte yandan, İzmir’den sonra Manisa kısa sürede hadisesiz işgal edilmiş, Yunan işgal kuvvetleri tuz-ekmekle karşılanmış, şehirdeki cephane işgalcilere teslim edilmişti. O günkü Manisa Mutasarrıfı Hüsnü’nün yardımıyla, burada bulunan askerî birlik baş eğerek düşmana teslim olmuştu. Başsız kalan halkın da yapabileceği bir şey kalmamıştı. Yine aynı günlerde Yunanlılar Menemen’de, İzmir’deki gibi kadın-çocuk, yaşlıgenç istisna tanımayan bir katliam yapmışlardı. Türk milleti, sanki beşeri bir felaketle, doğal bir afetle karşı karşıya kalmış gibiydi. Ve nihayet 26 Mayıs 1919’da, Yunan gemileri Ayvalık’a, 172. Alay’ın kontrol ettiği bölgeye yanaştılar. İngiliz filosu Yunanlıları her yere kucağında taşıyor gibiydi. Bu defa da böyle oldu. Torpido boğazdan görünür görünmez, Rum fabrikaları düdükleriyle, kiliseler çanlarıyla Yunanlıları karşıladılar. Vatanımız topraklarının zengin ettiği yerli Rumlar, sevinç ve memnuniyetlerinden evlerine mavi-beyaz Yunan bayrakları asmışlar, kadın-erkek, çoluk-çocuk, “Yaşasın Venizelos!” naraları atıp Türklere hakaretler ederek sahile koşmuşlardı. İstanbul hükümetinin gafil temsilcisi Ayvalık kaymakamı Osman Nuri de, Rum çılgınlıklarına alet oluyor, yardım ediyordu. Ayvalık’ın işgali yaklaşmıştı.


Ayvalık, “Türk tarihi tükendi, bitti!” diyenlere “Türk tarihi yeniden başlıyor!” başlatılmıştır. Bölgede diğer dedirten destanî bir kahramanlığın cepheler oluşmuş ve direniş fikri adı, bayrağı olmuştur. Daha doğrusu dalga dalga Ayvalık’tan çevreye Türk vatanının en talihsiz ve en uğursuz yayılmıştır. Bu vesileyle bu kutlu günün yıldönümünde günlerinde, bütün rüzgârları yanık bize istiklal ve hayat bahşeden kokusu getiren, harap bir memleketin, Ayvalıklı kahramanlarımız en mukaddes değerlerinin ayaklar Seyit Beyleri, Haydar Niyazi, altında çiğnendiği o kötü günlerde, Cavit, Ali Beyleri, İnce Efe, binbir zorluk karşısında yorulmuş, Kır Ağaları ve diğer adsız kahramanları burada minnet bunalmış bir halkın, Türk ve şükranla anıyorum. Bilhassa milletinin, ‘İkinci Ergenekon’u Ayvalık şehrinde birçok yerde olmuştur.

Ve nihayet, 29 Mayıs 1919’da, bundan tam 78 sene evvel, yine böyle bir Perşembe günü şehre Yunan ordusunun ihracı başladı. İşte o anda, Türk’ün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicdanı, 172. Alay Kumandanı Yarbay Ali Bey, Ali Çetinkaya, kendi yurdunda tutsak yaşamamak, vatan ve onurunu korumak ve kurtarmak için silaha sarıldı. O büyük asker, o millî kahraman Trablusgarp çöllerinde, Makedonya dağlarında vatan savunması esnasında şunu çok iyi öğrenmişti. Yaşadığı toprakları böyle zamanlarda terk edenler, yalnız bir şeyden emin olabilirler ki, o da dünyanın hiçbir yerinde hür ve bağımsız yaşama hakkını hiçbir zaman koruyamazlar. İşte, Ali Bey’in işgale karşı koyuşu, ilk kurşunu atışı, harp yorgunu bu büyük milletin vicdanına ve namusuna sahip çıkmak demekti. Sadrazam Damat Ferit’in, “Dünya ile uğraşılır mı? Dünya ile baş edilir mi?” dediği o dönemde, adeta bir delinin kahkahası gibi, tüyler ürperten ilk kurşun direnişi teslimiyetçilere iyi bir ders olmuş, Millî Mücadele ateşinin yakılmasında unutulmaz bir rol oynamıştır. Bundan sonra artık düşmana saltanat ordusuyla değil, Türk milletinin millî teşekkülleri tarafından fiili direniş

adı ve aziz hatırası yaşatılan, millî kahraman, Cumhuriyetin müdafii ve yeni Türkiye’nin mimarlarından Yarbay Ali Bey’in, Ali Çetinkaya’nın aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.

Sevgili Ayvalıklılar, yeni, modern Türkiye’nin aydınlık yüzlü gençleri; bir daha o kötü, uğursuz günlerin geri gelmemesi, o günleri yaşamamak için, Atatürk’ümüzün ifade ettikleri gibi daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bu millet, millî birlik ve beraberlik içerisinde, her güçlüğü yenmesini bilmiştir. Sizlerin sayesinde Türk’ün büyük millet olduğunu, bütün dünya bir kere daha tanıyacaktır. Bu tarihi ve anlamlı günü bizlere yaşatan çalışkan, fedakâr ve bilge belediye başkanımız, Sayın Ahmet Tüfekçi’ye burada, huzurlarınızda teşekkürü bir borç olarak görüyorum. Teşekkür ederim.

11


RAHMİ GENÇER: HER YIL OLDUĞU GİBİ BU YIL DA ÇOK ÇEŞİTLİ SANAT DALLARINA YER VERMEYE ÖZEN GÖSTERDİK

“A Ayvalık Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü tarafından düzenlenen 13. Ayvalık Kültür Sanat Günleri, 21-27 Ağustos tarihleri arasında sekiz farklı noktada yapılan on yedi farklı etkinlikle ve birbirinden değerli sanatçıların katılımıyla gerçekleşti. Müzikten edebiyata, söyleşiden resim ve fotoğraf sergilerine, tiyatrodan dans gösterilerine, atölye çalışmalarından panellere uzanan bir yelpazede sanatseverler unutulmaz güzellikler yaşadı. Etkinliğin sunuculuğunu, tarihçi, kamu yönetimi uzmanı ve hitabet eğitmeni Gökhan Bayram üstlendi.

yvalık Kültür Sanat Günleri Ayvalıklı hemşerilerimizin ve misafirlerimizin merakla beklediği özel günlerdir. Bu yıl üç hafta daha öne aldık ve kentimizin hak ettiği bir program hazırladık. Ayvalık zaten yüzyıllardır sanatçılara ilham vermiştir. Aynı zamanda sanatçılar da Ayvalık’a çok şey katmıştır. Ayvalık’ın tanıtımında büyük rol oynayan bu etkinlikleri sürdürdüğümüz için ayrıca mutluyuz. Her yıl olduğu gibi bu yıl yine çeşitli sanat dallarına yer vermeye özen gösterdik. Sanatçılarımızı, Ayvalıklı sanatseverlerin yanı sıra değerli misafirlerimizle buluşturmak gerçekten heyecan verici. Bizi yalnız bırakmayan sanatçılarımıza, kentimize sadece sanat için gelen konuklarımıza tek tek teşekkür ediyorum...”

13. AYVALIK KÜLTÜR SANAT GÜNLERİ'NDE SANATSEVERLER UNUTULMAZ GÜZELLİKLER YAŞADI AYVALIK SABAHATTİN ALİ’Yİ UNUTMADI, UNUTMAYACAK

13.

Ayvalık Kültür Sanat Günleri’nin ilk etkinliği 21 Ağustos Pazartesi Günü Ayvalık Muhabbet Sokağı’nda bulunan ve eski bir zeytinyağı fabrikasından dönüştürülen sanat galerisinde gerçekleşti. Önce, Türk edebiyatının önemli isimlerinden, toplumcu yazar ve şair Sabahattin Ali adına fotoğraf sergisi açıldı. Yine aynı mekânda, yazarın kızı Prof. Dr. Filiz Ali, şair Asuman Susam ve akademisyen/ yazar/küratör Sevengül Sönmez’in yer aldığı panel izlendi. Ardından ‘Sabah Yıldızı’ adlı belgesel gösterildi.

12

Belediye Başkanı Rahmi Gençer yaptığı konuşmada Kültür Sanat Günleri’ni Sabahattin Ali’ye adadıklarını belirtti ve şöyle dedi: “Ayvalık bir kültür-sanat kentidir. Sanata ve sanatçıya gerçekten önem verir. Biz de, göreve geldiğimiz günden bu yana kültür ve sanat etkinliklerini tüm hızıyla sürdürüyoruz. Bu anlamda, örneğin Zeytin Çekirdekleri çok değerli bir proje… Böylece sanatı her yaş grubuyla buluşturuyoruz.” Bu ilk etkinlikte, çok sayıda sanatseverin yanı sıra CHP Ankara Milletvekili Şenal Saruhan, CHP Balıkesir milletvekilleri Namık Havutça, Ahmet Akın ve Mehmet Tüm ile eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk da konuklar arasındaydı.


50

MUZAFFER AKYOL ETKİLEYİCİ RESİMLERİYLE ORHAN PEKER SANAT GALERİSİ’NDEYDİ

yılı aşan sanat geçmişiyle, Türk resminin önde gelen isimleri arasında yer alan Muzafffer Akyol’un ‘Ayvalık Aşkım-Zeytin Ağacımın Türküsü’ başlıklı kapsamlı resim sergisi Kültür Sanat Günleri’nin ikinci gününde sanatseverlerle buluştu. Orhan Peker Sanat Galerisi’ndeki açılışa Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve eşi Yasemin Gençer'in yanı sıra Prof. Dr. Aykut Kazancıgil de katıldı.

Muzaffer Akyol, Anadolu coğrafyasını konu edinen, toplumsal sorumluluğu, doğayı ve insanı sanatının merkezine alan bir ressam... 1960’lardan günümüze uzanan sanat serüvenine bakıldığında, Anadolu insanının mitolojik hikâyeleriyle beslendiği ve bu hikâyeleri günümüz sorunlarıyla eşleştirdiği görülüyor. Resimlerinde sıkça karşılaştığımız dilek ağaçları, tanrıçalar, şahmeranlar geçmiş zamana ait izlerle birlikte bugünü de yansıtıyor.

Muzaffer Akyol: Ben zeytin ağaçlarıyla konuşurum, bir bilgeye danışır gibi onlardan mesaj alırım “1976 yılında Burhan Uygur’la Ayvalık’a Orhan Peker’i kutlamaya geldik. Benim Ayvalık’a ilk gidişim. Ben o gün Ayvalık’la bir duygu alışverişine girdim, orada beni çeken bir enerjiyi gördüm. Ve tam 41 yıl Ayvalık ile iletişimim sürdü. Beni Ayvalıklı zannederler. Ayvalık’ın kültürel boyutu, mimarisi, doğası beni çok etkiledi. Özellikle de zeytin ağaçları. (...) Ben zeytin ağaçlarıyla konuşurum. Hem Ayvalık’ta hem Datça’da zeytin ağaçlarının altında günlerce kaldığımı bilirler. Yaz aylarında onlarla büyük bir aşk yaşarım. Bir bilgeye danışır gibi onlardan mesaj alırım. Son zamanlarda zeytin ağacına karşı olan tavır beni çok rahatsız ediyor.” (Erkan Aktuğ röportajı, Hürriyet gazetesi, Kitap-Sanat Eki, 25 Ağustos 2017)

13


‘ÇAKIRCALI EFE’ DANS TİYATROSU İLGİYLE İZLENDİ

K

ültür Sanat Günleri’nin Amfitiyatro’daki ilk gösterisinde İzmir Devlet Opera ve Balesi sanatçıları sahne aldı. Yaklaşık bin sanatsever Yaşar Kemal’in 1972’de yayınlanan destansı romanından uyarlanan ve Osmanlı’nın son dönemlerinde haksızlıklara karşı dağa çıkmış bir eşkıyanın yaşamını konu alan iki perdelik ‘Çakırcalı Efe’ adlı dans tiyatrosunu ilgiyle izledi. Günümüzde türkülerle/deyişlerle anılan ve Anadolu’da adeta efsaneleşen halk kahramanı Çakırcalı Mehmet Efe’nin hayatından kesitler sunan gösteriyi Yekta Oktay sahneye koydu. Müzikleri Cem İdiz’e ait. ‘Çakırcalı Efe’yi izleyenler arasında Belediye Başkanı Rahmi Gençer de vardı. Kısa bir açıklama yapan Gençer, Ayvalık’ın Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e olan bağlılığını bir kez daha hatırlattı ve bunun bütün Türkiye’ye yayılması dileğinde bulundu.

EYLEM SÜRER RAHMİ GENÇER’İN MASKINI YAPTI

A

ynı zamanda mask eğitmeni olan Eylem Sürer’in mask sergisi Kültür Sanat Günleri’nin üçüncü gününde Sanat Fabrikası’nda açıldı. Sanatçı açılışta mask sanatı hakkında bilgi verdi ve bir atölye çalışması gerçekleştirdi. Düzenli olarak sanat ve politika dünyası insanlarının yüzlerinden kalıp alan ve bu anlamda ciddi bir koleksiyon oluşturan Sürer, Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in de maskını yaptı. 1973 Muş Varto doğumlu olan Sürer’in mask sanatı hakkındaki görüşleri şöyle: “Fotoğrafçılığın gelişmediği dönemlerde, savaş meydanlarındaki yaralı ya da ölmüş olan askerlerin aileleri tarafından tanınabilmesini sağlamak amacıyla, adli tıbbın bir parçası ve tanımlama tekniği olarak ölüm maskları kullanılmış. Daha sonrasında önemli politikacılar, şairler, yazarlar öldüğünde yüzlerinden kalıp alınmış. Shakespeare, Goethe, Stalin ve Napolyon gibi sayısız karakterin

S TATİL ÜSTÜ SANAT

H

azırsanız başlıyoruz, sanat yelpazesini açıyoruz. Yelpaze bu sene de geniş, baştan uyarıyoruz. Müzik, edebiyat, şiir, söyleşi, resim ve fotoğraf sergileri, tiyatro, dans, atölye çalışmaları, paneller... Say say bitmez! Sekiz farklı mekânda, 17 farklı etkinlik var. (....) Ayvalık’ın çalışkan, üretken, güler yüzlü, dost başkanı Rahmi Gençer, tüm misafirperverliği ile sanat dostlarını Ayvalık’a davet ediyor. “Gelin birlik beraberliğimizi sanatın ışığı altında kenetlenerek gösterelim” diyor. AYNUR TARTAN 19 Ağustos 2017/Hürriyet Gazetesi

14

BİR NEJAT UYGUR KLASİĞİ: MARKO PAŞA

üheyl-Behzat Uygur Tiyatrosu, Nejat Uygur’un uzun yıllar başarıyla sahneye taşıdığı Marko Paşa’yı yeni bir yorumla müzikal olarak Amfitiyatro’da sergiledi. Oyunu, Belediye Başkanı Rahmi Gençer'in yanı sıra birçok tiyatrosever izledi. Etkileyici bir müzikal olarak hazırlanan yeni ‘Marko Paşa’, Dünya Tiyatrolar Günü’nde perde açmıştı. 15 farklı şarkıyla ve danslarla zenginleştirilen, tuluat ve modern tiyatronun bileşimi olarak bir operet tadında izleyiciye sunulan oyun büyük alkış aldı. Marko Paşa’nın egemenliğini ilan ettiği konakta damadı, damadının arkadaşı, kızları ve oğlu arasında yaşanan olaylar üzerine kurulu oyunda Nejat Uygur’un rolünü oğlu Süheyl Uygur, Bahri Beyat’ın rolünü Behzat Uygur üstlendi. Rahmi Gençer yaptığı konuşmada Uygur ailesinin Ayvalık’la bağını anlattı ve sanatçıları Ayvalık’ta daha sık görmeyi arzuladıklarını söyledi. Gençer, “Büyük usta Nejat Uygur’u unutmayacağız ve vasiyetinde belirttiği gibi her zaman gülerek anacağız” dedi.


ölüm maskları yapılmış. Tabi burada artık dinsel bir inançtan söz edilemez. Amaç toplumda önemli olmuş insanların yüzlerini gelecek kuşaklara taşımak. Bunun dünyada çok fazla örneği mevcut. Ülkemizde ise Atatürk, Aziz Nesin, Tevfik Fikret, Sait Faik ve Orhan Kemal’in maskları var. Ben de mask çalışmalarımda birçok değerli isimle yüz yüze geliyorum. En önemlisi, hayatlarının ve kendi hayatımın bir noktasında yüzlerine dokunuyorum. Onların yüzlerini ve aynı zamanda o sıradaki duygulanımlarını fark ediyorum, duygularını alıyorum. Bana yansıyan her duygu çabamı, inancımı ve inadımı doğruluyor. Bunu içimden gelerek ve tüm içtenliğimle toplum adına bir tür minnet duygusuyla yapıyorum.”

ŞAİRLER KENDİ ŞİİRLERİNİ SESLENDİRDİ

9.

kez düzenlenen ‘Şiir Ayvalık’ta’ etkinliği bu yıl da Sanat Fabrikası’nda yapıldı. Adnan Özer, Baki Ayhan, Betül Dünder, Gültekin Emre, Elçin Sevgi Suçin, Hülya Deniz Ünal, Turgut Baygın, Hüseyin Ferhad ve Orhan Alkaya’nın şiirlerini seslendirdiği program akşam saatlerine kadar devam etti. Programın onur konuğu yazar/ eleştirmen Doğan Hızlan'ın katılamadığı buluşmada bir konuşma yapan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Kültür Sanat Günleri kapsamında dokuz yıldır Şiir Ayvalık'ta etkinliğimiz devam ediyor. Ayvalık’taki sivil toplum örgütleri, sanat dernekleri bizleri her zaman daha da ileriye yönlendiriyor; kentimizi Türkiye'de sanatın çekim merkezi haline getiriyorlar. Onların değerli katkılarıyla Ayvalık’ın her yerinde sanatı yaşatıyoruz” dedi.

15


D

AYVALIK KÜLTÜR SANATLA ŞENLENECEK

ün Ayvalık Kültür Sanat Günleri başladı.

Önce Ayvalık’ta yaşayanlardan ve günleri düzenleyenlerden özür diliyorum. Sağlık gerekçesiyle bu sene çok istesem de etkinliklere katılamadım. Bu borcumu başka yıllarda ödeyeceğime söz veriyorum. Etkinliğin organizasyonuyla iyi şair Gültekin Emre ilgileniyor. Bana gönderdiği e-postada şiir buluşmasında benim yeni çıkan ‘Şiirin Coğrafyası’ kitabımın girişinden bir bölümü okuyacağını söyledi, teşekkür görevimi de bu vesileyle yerine getiriyorum. Ayvalık’a iki kez gittim. İlkinde rahmetli hocam Prof. Dr. İsmet Sungurbey’le beraber bir seyahatti. İkincisi ise Filiz Ali’yi ziyaret etmek için gittiğim seferdi. Onun ‘gelecek’ hayallerini dinlerken şimdi gerçekleşmiş bu

AYVALIK MÜZİK DERNEĞİ İZLEYENLERİ BİRBİRİNDEN DEĞERLİ ESERLERLE COŞTURDU

1994

yılında kurulan ve o günden bugüne başarılı çalışmalarını sürdüren Ayvalık Müzik Derneği yaz mevsiminin güzel bir gecesinde ‘Gençleşen Türküler’ gösterisiyle sanatseverlerle buluştu. Birbirinden değerli eserleri seslendiren koro yoğun bir beğeniyle karşılandı. Konseri izleyen konuklar, hareketli şarkılarda alkışlarıyla tempo tuttular, bazı şarkılara eşlik ettiler. Ayvalık Müzik Derneği günümüzde hem Türk müziği, hem de Türk halk müziğini başarıyla temsil ediyor, müzik çalışmalarını konserler ve çeşitli etkinliklerle kapsamlı olarak sürdürüyor. Ayrıca sosyal sorumluluk projelerine destek veriyor. Müziğin yanı sıra dans estetiğini de önemseyen ‘Gençleşen Türküler’ projesi aynı zamanda genç yeteneklerin keşfedilerek akademik bir eğitime yönlenmelerine imkân vermesiyle de önem kazanıyor.

16

müzik okulu sayesinde Ayvalık’ın daha da tanınmasını sağladığını görünce mutlu oluyorum.

Yerel yönetimlerin festivaller, etkinlikler, sanat günleri düzenlemesini, düzenleyen kişi ve kurumlara kolaylık sağlamalarını her zaman destekledim. * 27 Ağustos tarihine kadar devam edecek Kültür Sanat Günleri 13 yıldır yapılıyor. Bir hafta sürecek etkinliklerde sergi, söyleşi, konser, tiyatro, imza günü ve şiir okumaları gerçekleştiriliyor. Etkinlikler Ayvalık’ın gözde mekânları Sanat Fabrikası’nda, Amfitiyatro’da, Orhan Peker Sanat Galerisi’nde izleyicilerle, seyircilerle buluşuyor. Etkinliklerle beraber 9 yıldır, “Şiir Ayvalık’ta” buluşmaları gerçekleştiriliyor.

Şimdiye kadar bu etkinliğin onur konukları Arif Damar, Gülten Akın, Ülkü Tamer, Sennur Sezer, Eray Canberk, Refik Durbaş, Hüseyin Yurttaş, Ataol Behramoğlu oldular.

23 Ağustos Çarşamba günü Sanat Fabrikası’nda gerçekleşecek “Şiir Ayvalık’ta” buluşmalarına Adnan Özer, Baki Ayhan T., Hüseyin Ferhat, Orhan Alkaya, Hülya Deniz Ünal, Sevgi Suçin, Betül Dünder ve Gülçin Sahilli katılacaklar, şiirlerini okuyup ve kitaplarını imzalayacaklar. Ayrıca İzmirli mask sanatçısı Eylem Sürer’in yaptığı şair ve yazarların mask sergisi açılacak. * AYVALIK Kültür Sanat Günleri’nin verimli geçmesini dilerim. Şiir her yeri güzelleştirir. DOĞAN HIZLAN 22 Ağustos 2017/Hürriyet Gazetesi


AYSUN-ALİ KOCATEPE KONSERİNDE SABAHATTİN ALİ BİR KEZ DAHA ANILDI

A TÜRKOLOG ALİ CANİP OLGUNLU: ANADOLU MOZAİK DEĞİL, 12 BİN YILLIK BİR HAMURDUR

13.

Ayvalık Kültür Sanat Günleri’nin dikkat çekici etkinliklerinden biri de, Mimar Sinan Üniversitesi mezunu bir Türkolog olan ve yıllardır Anadolu’yu dolaşan Ali Canip Olgunlu’nun söyleşisiydi. “Benim işim Anadolu kültür tarihi. Anadolu’ya âşık bir adamım. Yılın dokuz ayı yollardayım. Kitaplar yazıyorum, dersler, seminerler veriyorum, öğrencilerim var. Anadolu’yu anlatmayı çok seviyorum” diyen Olgunlu’nun Sanat Fabrikası’ndaki söyleşisi ilgiyle izlendi. Olgunlu, söyleşisinde Anadolu’nun bir mozaik olmadığını ve bu görüşe asla katılmadığını belirtti ve şöyle devam etti: “Ne demek mozaik? Mozaik dediğiniz pano, minnacık parçacıklardan oluşur. Ama o panodan bir parça alın, bütünü temsil edemez. O yüzden benim nezdimde Anadolu 12 bin yıllık bir hamurdur. Oradan bir parça alın; Selçuklu da var, Roma da var, Müslümanlık da var, Hıristiyanlık da var, Paganizm de var, her şey var. O yüzden biz her şeyiz! Ama bir türlü kıymetini bilemiyoruz.” Söyleşiyi izleyen Belediye Başkanı Rahmi Gençer de, Olgunlu'nun bir deha olduğunu belirtti ve “Türkiye’nin geleceğine çağrıda bulunuyor” dedi.

lanında Türkiye’nin en önemli sanatçıları arasında yer alan, ulusal ve uluslararası birçok yarışmada sayısız ödülün sahibi, herkesin yakından tanıyıp çok sevdiği isim Ali Kocatepe ve kendisi gibi başarılı bir sanatçı olan eşi Aysun Kocatepe’nin Anfitiyatro’daki “Sabahattin Ali 110 Yaşında” başlıklı özel konserini kalabalık bir müziksever kitlesi izledi. Sabahattin Ali’nin bir kez daha anıldığı konserle ilgili olarak Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Çok güzel bir gece yaşadık. Sanatçı duruşları nedeniyle Kocatepe çiftine şükranlarımı sunuyorum” dedi.

Bilindiği gibi, Sabahattin Ali ‘Kuyucaklı Yusuf’, 'İçimizdeki Şeytan' ve ‘Kürk Mantolu Madonna’ adlı romanlarının yanı sıra şiirleriyle de tanınıyor. Çok sayıda şiiri bugüne kadar birçok besteci tarafından şarkı haline getirildi. Yazarın şiirlerini en çok besteleyenlerden biri de Ali Kocatepe oldu. Sanatçı Sabahattin Ali’nin dizeleri üzerine ‘Ben Sana Vurgunum’, ‘Melankoli’, ‘Çocuklar Gibi’, ‘Meskenim Dağlar’, ‘Geçmiyor Günler’, ‘Çakır’, ‘Benimsin Diyemediğim’ ve ‘Yaşamak’ isimli şarkıları müziğimize kazandırdı.

“Anadolu deyince aklıma dört mevsim gelir Yarısı sarı ve yeşil, yarısı beyaz ve mavi Anadolu deyince aklıma mimari gelir Yarısı Ayasofya, yarısı Selimiye Anadolu deyince aklıma çınar ve selvi gelir Yarısı serin, yarısı sessiz Anadolu deyince aklıma Halikarnas Balıkçısı gelir Yarısı Ege, yarısı Akdeniz Anadolu deyince aklıma Mezopotamya gelir Yarısı Dicle, yarısı Fırat Anadolu deyince aklıma aşk gelir Yarısı Yunus, yarısı Mevlana Ve Anadolu deyince aklıma bir gelir Yarısı sen, yarısı da ben…” Ali Canip Olgunlu

17


ÖNDER AKSOY’UN BELGE DEĞERİNDEKİ FOTOĞRAFLARINDA YAKIN GEÇMİŞİN AYVALIK’I VARDI

KARŞIYAKA ODA ORKESTRASI ÜNLÜ SANATÇILARLA AYVALIK’TAYDI

A

yvalık’ın yaşayan en eski fotoğrafçısı Önder Aksoy, Ayvalık’ın yakın geçmişini gözler önüne seren özgün fotoğraflarını Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Eğitim Evi’nde sergiledi. Önder sokakları, evleri, doğası ve insanlarıyla Ayvalık’ı yansıtan ve hepsi tek tek belge değeri taşıyan fotoğrafların satışından elde edilecek geliri ÇYDD’ye bağışladı. Sergide ilk fotoğrafı Belediye Başkanı Rahmi Gençer satın aldı. Gençer’in, açılışta yaptığı konuşmadan çok etkilenen ve göz yaşlarını tutamayan Önder Aksoy, 2011 yılında da 47 yaşında hayatını kaybeden yeğeni Dora Aksoy’un anısına, tamamı siyah-beyaz eski Ayvalık fotoğraflarından oluşan bir sergi açmış, bu sergisinin gelirini de yine Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışlamıştı.

ürkiye’nin ilk ilçe belediyesi orkestrası T olan Karşıyaka Oda Orkestrası’nın (KODA), Ayvalık Belediyesi ve Karşıyaka

Belediyesi işbirliğiyle Amfitiyatro’da verdiği konser Kültür Sanat Günleri’nin üzerinde en ok konuşulan etkinliklerinden biriydi. Barok müziğin sevilen bestecilerinden Vivaldi’nin ‘4 Mevsim’inden ‘Yaz’ konçertosu ile başlayan konserde şef Rengim Gökmen, keman virtüözü Cihat Aşkın ve solist Teyfik Rodos sahne aldı. Konseri çok sayıda sanatseverle birlikte Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer de izledi. Rahmi Gençer yaptığı konuşmada, Hüseyin Mutlu Akpınar’a sanat adına büyük bir adım attığı için teşekkür etti ve “Bu güzel orkestramız Karşıyaka’ya, Çağdaş İzmir’e ve Türkiye’ye çok yakıştı. Biz de Ayvalık’ta bir çocuk orkestrası oluşturduk. Zeytin Çekirdekleri’mizle biz de geleceğin orkestrasını kuruyoruz” dedi. Daha sonra söz alan Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar da, seçkin bir izleyici topluluğuna konser verdiklerini belirtti ve “Belediye başkanlığını herkes yapabilir. Asıl görevimiz sanata ve sanatçıya destek olarak bu güzelliği sanatseverlerle buluşturmaktır diye düşündük. Şefimiz Rengim Gökmen’e projeyi sunduk ve Rengim hocam da uygun buldu. Türkiye’nin sayılı orkestraları arasına girdik. Hakan Şensoy, Oğuzhan Kavruk ve Gülsin Onay gibi çok değerli sanatçılarımızla Türkiye’yi geziyoruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘Sanatsız kalmış bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuştur’ sözüne destek verdik. Çalışmalarımızı bu yönde sürdürüyoruz” dedi. Akpınar konserin sonunda şeflik görevini üstlenerek sanata verdiği önemi bir kez daha gösterdi.

18


KÜÇÜKKÖY SADECE AYVALIK’IN DEĞİL TÜRKİYE’NİN DE KÜLTÜREL DEĞERLERİNDENDİR

K

ültür ve Sanat Günleri’nin farklı etkinliklerinden biri de Küçükköy’de yaşandı. Mahallede aynı gün içinde beş sergi ve bir sanat atölyesi açıldı. Belediye Başkan Yardımcıları Gökay Bacan ve Figen Güren’in yanı sıra Meclis üyesi Fahri Güren ve çok sayıda sanatseverin katıldığı açılışlar renkli görüntülere sahne oldu. ‘Artura Vintage Art Gallery’deki Uğur Çalışkan, Hayati Misman ve Özdemir Yemenicioğlu’na ait gravür baskı, heykel ve yağlı boya resim sergisiyle başlayan açılışlar; Rabia Çalışkan’a ait ‘Artura Vintage’daki karma resim sergisi, ‘Galerida Sanat Atölyesi’ndeki Ayşe-Burhan Yıldırım resim sergisi, Profesör Ayhan Taşkıran resim sergisi; ‘Suna Tüfekçibaşı Resim Atölyesi’nde İstanbul’u anlatan resim sergisi ve Simay-Eray Dinç kardeşlere ait ‘Kıraathane Dijital Sanat Atölyesi’ndeki resim sergileriyle devam etti. Sergilerin açılışlarında konuşan Başkan Yardımcısı Gökay Bacan, Küçükköy’ün sadece Ayvalık’ın değil Türkiye’nin de kültürel değerlerinden biri olduğunu söyledi.

MESUT DURAN MÜZİK DERNEĞİ’NİN SANATÇILARI AYAKTA ALKIŞLANDI

A

yvalık Belediyesi Mesut Duran Müzik Derneği konseri, Kültür Sanat Günleri'nin bir diğer önemli etkinliği olarak öne çıktı. Ayvalık Belediyesi’ne ait Amfiyiyatro’da yaklaşık bin beş yüz kişinin izlediği ve TRT sanatçısı Şef Selim Gönüldaş’ın yönettiği konser ‘İzmir Marşı’ ile başladı. Zeki Müren’in milyonlara sevdirdiği ‘Kahır Mektubu’ adlı eserin koro sanatçıları tarafından büyük bir başarıyla seslendirilmesi ayakta alkışlandı. Konserde Yalçın Dokuzoğuz, Çetin Yüksel, Nedim Eroğlu, Ahmet Karan, Halil Ergül, Funda Öztolan, Yavuz Ünsal, Dilek Tan, Nermin Dutlu, Özlem Gökşin, Cumhur Yıldız, Şerif Kırtıl, Gül Kabakçı, Hamiyet Eser, Özlem Çalışkan, Sinem Candan, Turgay Demirlenk, Mehmet Gümüşgül, Yaşar Akçay ve Atilla Tatlıcı’nın solo olarak seslendirdikleri eserler beğeni topladı. Müzik ziyafetinin sonunda Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan tarafından Mesut Duran Müzik Derneği Başkanı Funda Öztolan’a bir plaket verildi.

19


HALUK LEVENT KONSERİNDE İZLEYİCİ REKORU KIRILDI

13.

Ayvalık Kültür Sanat Günleri’nin finalini, ünlü sanatçı Haluk Levent yaptı. Sanatçının Amfitiyatro’daki konserini binlerce kişi izledi. Haluk Levent, konser sırasında, geçtiğimiz günlerde Tabiat Parkı sınırları içinde yaşanan orman yangınıyla ilgili üzüntüsünü dile getirdi ve Kasım ayında fidan dikim etkinliğine katılacağını söyledi. Haluk Levent, şöyle dedi: “İlk kez bir konserimde sahnemiz çam fideleriyle süslendi. Geçtiğimiz günlerde Şeytan Sofrası'nda yaşanan yangını biliyorsunuz. Doğal olarak Ayvalık halkı bu yangına duyarsız kalmadı, sosyal medyada her gün paylaşımlarda bulundu. Ben çok orman yangını gördüm. Ama şimdiye kadar böylesine hiç tanık olmadım. Ayvalık’ın en güzel köşelerinden Şeytan Sofrası eteklerindeki ormanın bilinçli olarak yakıldığını zaten biliyoruz. Bunda hiç kimsenin şüphesi yok. “ Konserin ardından Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Haluk Levent’e bir teşekkür plaketi verdi.

20

USTA MÜZİSYEN DOĞAN CANKU ALTINOVA’DA SEVENLERİNE UNUTULMAZ BİR GECE YAŞATTI

T

ürkiye’nin en saygın gitar virtüözlerinden olan müzisyen, yazar, eğitmen, Doğan Canku’nun Altınova İskele’de grubuyla birlikte verdiği konser izleyicilerden tam not aldı. ‘Yaşamak Güzel’, ‘Sonsuza Dek’, ‘İnsanoğlu’ gibi şarkılarıyla müziğimizin unutulmazları arasına giren ve özellikle flamenko gitarda ustalaşan sanatçı Türk halk müziğini ve klasik Türk müziğini modernize ettiği eserleriyle de biliniyor.


Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, Ağustos ayında Ayvalık’a geldi ve Belediye Başkanı Rahmi Gençer tarafından karşılandı. İki başkan birlikte Alibey adasını, Küçükköy’ü ve ilçe merkezini gezdi. Restorasyonu devam eden tarihi Panagia Phaneromeni Ayazması’nı ve Paşalimanı’nı da ziyaret eden Büyükerşen daha sonra Ayvalık Belediyesi’nde Rahmi Gençer’le buluştu. Gençer, örnek bir belediye başkanını ağırlamaktan ve fikir alışverişinde bulunmaktan mutluluk duyduğunu söyledi. Büyükerşen’in Ayvalık

ziyaretinin kendilerine güç verdiğini belirten Gençer, konuğuna üzerinde zeytin ağacı olan seramik bir tabak hediye etti. Ayvalık’a ilk kez geldiğini belirten Büyükerşen de, Ayvalık’ın çok güzel korunmuş kendine özgü mimarisini görmekte geciktiği için hayıflandığını ve Ayvalık’a yakın zamanda ailesiyle birlikte tekrar geleceğini söyledi. Bu arada, Sayın Yılmaz Büyükerşen, bunca yoğun çalışmalarının arasında bizi kırmadı ve Ayda Bir Ayvalık’ın sorularını içtenlikle yanıtladı.

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen:

SAHİP OLDUĞU DOĞAL VE TARİHİ ZENGİNLİKLER AYVALIK’I DİĞER BÖLGELERİMİZDEN AYIRIYOR

S

ayın Yılmaz Büyükerşen, öncelikle, doğma-büyüme bir Eskişehirli olarak çocukluğunuz ve gençliğiniz nasıl geçti, onu öğrenebilir miyiz?

-Elbette. 1937 yılının 8 Kasım günü Eskişehir’de, Köprübaşı olarak tarif edilen bölgenin Bayatpazarı diye anılan muhitinde, ev hanımı Ayşe Hanım ile Belediye Elektrik İşletmesi tahsildarı İhsan Bey’in çocukları olarak dünyaya gelmişim. Üç çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuydum. Benden sonra kardeşim Yener ve sonra da kız kardeşimiz Güzin 5’er yaş arayla dünyaya gelmişler. Çocukluğum Bayatpazarı denilen bu semtte geçti. Dar gelirli bir aileydik ve bizim gibi dar gelirli komşularımızla ve onların çocuklarıyla birlikte büyüdüm. Garip bir şekilde, 3,5-4 yaşından itibaren çocukluğumda yaşadığım hemen her şeyi hâlâ çok net hatırlarım. O dönemde unutamadığım şeylerden biri 2. Dünya Savaşı'ydı. Evimizde Philips marka bir radyo vardı. Babam akşam işten gelince radyoyu açar ve oradan haberleri dinlerdik. Almanya ne yapmış, Hitler ne yapmış, İsmet İnönü neler yapıyor?.. Hepsini radyodan dinlerdik. Cumhuriyet kurulalı henüz 20 yıl kadar olmuştu. Ülkemiz yoksuldu ve benim çocukluğum da, ülkenin bu yoksulluğu içinde yokluklar içinde geçti. Örneğin akşamları evimizi mumla aydınlatırdık. Çünkü bizim mahalleleri besleyen jeneratörün gücü

21


yetmediği için mahalleler ikiye bölünmüştü ve bir akşam bir bölgeye diğer akşam diğer bölgeye elektrik verilirdi. Şimdiki gibi hazır oyuncaklar falan da yok, her şeyi kendimiz yapardık, oyuncaklarımızı bile. Şimdiki çocuklar her türlü oyuncağa kolaylıkla ulaşabiliyorlar, ama kıymet biliyorlar mı? Bilmiyorlar, hevesleri çabucak geçiyor ve bir kenara atıyorlar. Ardından okul yılları geldi. İlk, orta, lise... Merak üzerine okulun tatil olduğu dönemlerde mahallemizde bulunan matbaada çalışmaya başladım. Babam haftada bir gün eve gazete alırdı. Gazetelerdeki karikatürler çok ilgimi çekerdi. Babam okuyup bitirince gazeteyi alır, bazen lamba bazen de mum ışığında, gazetedeki karikatürleri boş bir kağıda yeniden çizerdim. Öğretmenimiz mandolini olanlara kurs verecekti. Birkaç arkadaşım babalarına aldırdılar ancak fiyatı biraz yüksek gelmiş olacak ki babam almadı. Babam mandolin alamadığı için öğretmenim, “O zaman sen de resim çalışırsın” diye teşvik etmişti beni. Karikatüristliğim oradan gelir. 14 yaşımdayken Eskişehir Halkevi binasının alt katında ilk karikatür sergimi açtım. Sergiyi gezmeye gelenlerin, isterlerse elbette, ücretle portrelerini çiziyordum. Para da kazanmıştım yani. İlkokuldan sonra bugün hâlâ, Eskişehir’in en güzel yapılarından biri olarak ayakta duran Atatürk Lisesi’ne başladım. O dönemde hem ortaokul hem lise olarak eğitim veriyordu. Ortaokul ve liseyi orada okudum. Yapılmayan ya da yapılması akla gelmeyen şeyleri yapmayı, yeni bir şeyler ortaya çıkarmayı çok seviyordum. Çok iyi öğretmenlerimiz vardı. Hepsi, genç Cumhuriyetin ilkeleriyle bezenmiş, çoğu Köy Enstitülerini bitirmiş, hem bilime ve eğitime, hem de kültüre, sanata önem veren öğretmenlerdi. Karikatüre, tiyatroya ve sanatın diğer branşlarına olan eğilimim ve sevgim okul yıllarında başladı ve hâlâ da devam ediyor. O dönemdeki gelişme sürecimde hem hafta sonları etkinliklerini izlediğim Halkevi’nin, hem de öğretmenlerimizin büyük katkısı olmuştu. Akademi öğrenciliğim döneminde Halkevleri kapatılmış ve binası parça parça bölünerek satılmıştı. Tiyatro yapacağımız bir salon ve sahne bile yoktu. İşte o dönemde yaptığımız şey, dünyada bir ilk ve tektir belki de, arkadaşlarımla birlikte kanımızı parayla Devlet Hastanesi’nde faaliyete geçen Kan Bankası ünitesine satarak tiyatro kurduk. Sloganımız “Harpte ülke için, sulhta tiyatro için kanımızı veririz”di.

Aslına bakarsanız, çocukluk ve gençlik çağıma ilişkin anlatacak daha pek çok şey var. Ancak, sanırım bu söyleşinin sınırlarını aşar. Gençliğinizde siyasete atılmayı düşünmüş müydünüz? -Hayır, hiç düşünmedim. Çünkü gençlik yıllarımda da, akademik hayata geçtikten sonra da işimle ilgilendiğim kadar, hem şehrimle hem de ülkemle ilgili konulara hep kafa yoruyordum. Ancak bu sorunları, şimdiki gibi siyaset yoluyla değil, hem eğitimle hem de düşünce ve


hayal üreterek çözmek benim açımdan en geçerli yoldu. Siyaseti de, siyasetçileri de hiçbir zaman tam olarak anlamadım. Aramızda kalsın ama siyaseti sevdiğim söylenemez. Sevmedim de, siyasetten hâlâ da pek hoşlanmıyorum. “SAYIN BÜYÜKERŞEN, ÜNİVERSİTE İÇİN ÇOK ŞEY YAPTINIZ VE BAŞARDINIZ. ŞİMDİ SIRA, AYNI ŞEYLERİ ESKİŞEHİR İÇİN YAPMAKTA. SİZİ, PARTİMİZİN BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKAN ADAYI OLARAK GÖRMEK İSTİYORUZ”

Belediye başkanı seçildiğinizde neler hissettiniz? -Diyeceksiniz ki, “Siyaseti hiçbir zaman sevmedim diyorsunuz ama bir ucundan da olsa, belediye başkanı olarak siyasete girdiniz…” Haklısınız. Hem Akademi Başkanlığım hem de Anadolu Üniversitesi Kurucu Rektörlüğü görevim süresince birçok siyasi parti liderinden siyasete girmek için davet aldım. Ancak her seferinde, bu önerileri kibarca geri çevirdim. Rektörlük görevimin ‘2 dönemden fazla rektörlük yapılamaz’ düzenlemesi ile son bulmasının ardından bir süre geri çekildim. Niyetim dinlenmek, aileme daha çok zaman ayırmak, kendim için bir şeyler yapmaktı. Ancak, kendisiyle gerek Eskişehir İTİA Başkanlığım ve gerek Anadolu Üniversitesi’nin kuruculuğunu yaptığım rektörlük döneminde beraber ve keza Açık Öğretim Fakültesi’nin kurulması aşamasında bazı projelerde beraber çalışma fırsatı bulduğum rahmetli Sayın Bülent Ecevit beni arayıp da, “Sayın Büyükerşen, üniversite için çok şey yaptınız ve başardınız. Şimdi sıra, aynı şeyleri Eskişehir için yapmakta. Sizi, partimizin Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak görmek istiyoruz” deyince, kabul ettim. Şunu düşündüm; Anadolu Üniversitesi’ni kurmuş, belli bir seviyeye getirmiştim. Ancak yine de bir şeyler eksikti. Üniversiteyi bitiren öğrenciler Eskişehir’de kalmıyorlar, başka şehirlere gidiyorlardı. Çünkü şehirde onları çekecek, yaşamlarını güzelleştirecek pek az şey vardı. Belki de yoktu. Şehir gelişmeden üniversiteyi istediğiniz noktaya getiremiyorsunuz. Bir sınıra kadar geliyor, orada kalıyor, ileri gidemiyorsun. Başarılı hocalar getireceksin, getiremiyorsun, getirsen de şehirde tutamıyorsun. Başarılı öğrencileri de tutamıyorsun. Çünkü öğrencilik yıllarında kampüs içinde birçok etkinliğe katılıyorlar. Fakat öğrencilik bitip de şehirde yaşamaya başlayınca çok geçmeden bırakıp gidiyor. İşte ben de, üniversitenin gelişimini tamamlayacak, üniversite ile karşılıklı destek alıp verecek bir şehir yapma hayaliyle bu işe girdim. Belediye Başkanı seçildikten sonra neler hissettiğime gelince; zordu. Zaten göreve gelmemizin üzerinden 3-4 ay geçmeden 17 Ağustos felaketini yaşadık. Bu felaket, (Allah bir daha böyle bir felaketi ne bize ne başka bir ülkeye yaşatsın…) yaklaşık 2 yıllık gecikmeye yol açtı. Ancak ben bu dönemi “Ortak Akıl Toplantıları” adını verdiğim ve şehrin ihtiyaçlarının ve önceliklerinin

23


belirlendiği bir sürece çevirdik. Ardından projeleri biçimlendirmeye sıra geldi. Sonra da bu projeleri tek tek hayata geçirdim. Ama özellikle ilk yıllar zordu, böyle bir görevi kabul ettiğim için kendime kızdığım çok zaman oldu. Çünkü büyük bir deprem yaşamıştık, ülkenin tüm harcamaları ve finansman imkânları zorunlu olarak depremden etkilenen bölgelere ve o insanlara aktarılıyordu. Bizzat rahmetli Ecevit’e gidip kaynak talep ettiğimde hep eli boş dönüyordum. Gerçekten zor günlerdi. ESKİŞEHİR, ORTA ANADOLU’NUN BATIYA AÇILAN KAPISI KONUMUNDA OLMASINA RAĞMEN KOCAMAN BİR KASABA GÖRÜNTÜSÜNE BÜRÜNMÜŞTÜ Eskişehir sizin için ne ifade ediyor? -Şunu söyleyebilirim, ben Eskişehir’de doğdum, Eskişehir’de büyüdüm, okudum, çalıştım, evlendim. Çocuklarım burada doğdu. Askerlik görevim, yurt dışı görevlerim ve rektörlükten ayrıldıktan sonra bir-iki yıl kadar kaldığım İstanbul hayatım dışında buradan hiç ayrılmadım. Diyebilirim ki Eskişehir benim ailemden sonraki en değerli varlığımdır. Eskişehir sizden sonra turistik bir şehir oldu. Bunu neye bağlıyorsunuz? -Biz göreve gelmezden önce Eskişehir, başka şehirlerden gelen insanların içinden geçip gittikleri, kalmak için bir nedenleri olmayan bir şehirdi. Aynı şekilde, Eskişehir’de yaşayanların büyük bir kısmı da, “Biz bu şehirden kurtulamadık, bari çocuğum okusun da kurtulsun, başka bir şehirde yaşasın” diye düşünüyordu. Aslına bakarsanız Eskişehir, Cumhuriyetin kuruluşu itibariyle büyük bir gelişim göstermiş, 1950’li yılların başına kadar hep ileriye gitmişti. Ancak, 1950’lerin ortasından itibaren bir duraklama dönemine girmiş, Orta Anadolu’nun batıya açılan kapısı konumunda olmasına rağmen kocaman bir kasaba görüntüsüne bürünmüştü. İnsanlarda bir bıkkınlık, yılgınlık vardı, bir ümitsizlik belki de. İşte biz bu psikolojiyi değiştirdik. Eskişehir’i, insanların yaşamaktan mutlu oldukları ve gurur duydukları bir şehir haline getirdik. Turistik bir şehir olmasına gelirsek; ben ve arkadaşlarım, insanları mutlu ve umutlu, çağdaş bir şehir ortaya çıkarmak için çalıştıkça, Eskişehirlilerden bunun karşılığını aldık. Yaptığımız projeleri beğendiler, benimsediler, koruyup kolladılar. Böyle olunca, şehir

24

kimlik değiştirmeye, gelişmeye başladı. İşte bu çizginin sürekli hale gelmesi, Eskişehir’in hem ülke içinde hem de ülke dışında isminin çokça anılmasına neden oldu. İnsanlar Eskişehir’i merak etmeye başladılar. Bizim, Eskişehir’deki insanlar için yaptığımız projeler ve hizmetler onları da etkiledi. Bugün şehre sayısız tur otobüsleri geliyor. Kendi özel araçlarıyla gelenler de çok fazla var. Bu insanların tümü ‘ŞEHİR’ görmeye geliyor. ESKİŞEHİR İÇİN DE EN BÜYÜK HAYALİM, BİR SANTİM OLSUN GERİYE GİTMEDEN, HEP İLERİYE GİTMESİ Bir kent için sanayi mi yoksa sanat mı ön planda olmalı?
 -Bu ikisi arasında bir öncelik sıralaması ya da bir seçim yapmak zorunda kalmak doğru değil. İkisi de gerekli. Ancak sanayi, zenginleşmek için ön koşullardan biridir. Zenginlik de tek başına olmaz. Zengin olabilirsiniz ama gelişmemiş kalabilirsiniz. Kültürsüzlük fakirliktir. Gelişmek ve zenginleşmek de, kültür ve sanat ortamlarından ve ürünlerinden daha fazla ve daha kolay yararlanmak demektir. İleriye dönük projelerinizden söz eder misiniz? -Elbette ileriye dönük projelerim var. Benim tüm projelerim, hayallerimden doğmuştur. Eskişehir için de en büyük hayalim, bir santim olsun geriye gitmeden, hep ileriye gitmesi. Daha güzel, daha çağdaş, daha huzurlu, daha yaşanabilir bir şehir olması. Eskişehir bugün çok önemli ve fark edilir bir noktadadır, ancak bu asla yeterli görülmemeli. Çünkü şehirler de, insanlar gibi yaşayan birer canlıdır. İhtiyaçları, istekleri hiç bitmez. O nedenle, bir şehre ne kadar çok proje, ne kadar çok hizmet yaparsanız yapın, iki taraf için de asla yeterli olmaz. Yani, ne ben Eskişehir için proje üretmekten vazgeçerim ne de Eskişehir benden proje ve hizmet beklemekten... Politikaya atılmak isteyen gençlere vermek istediğiniz bir mesaj vardır mutlaka… Öğrenebilir miyiz? -Öncelikle siyasete ilgisiz kalmasınlar. Çünkü siyaset çok saygı değer bir iştir. Bir ülke için çok önemlidir. Ne üzücüdür ki, bizim tarihimizde siyaseti başka amaçlar için, kendi çıkarları için kullanan örnekler çoktur. O örnekleri dikkate almasınlar demeyeceğim, o örnekleri “Siyasette neler yapılmamalı?” şeklinde düşünsünler. Yoksa, bu işi tertemiz yapan, üzerinde hiçbir leke olmayan siyasetçilerimiz de var. Yine de çok dikkatli ve temkinli olunması gereken bir kulvardır siyaset. Tam


olarak gelişmiş ve zengin bir devlet olamadığımız için, insanlarımızın siyasetten beklentileri hâlâ çok fazla. Gelişmiş batı demokrasilerine bakın, orada insanlar siyasetle ve siyasetçiyle çok fazla ilgilenmezler. Çünkü, temel gereksinimleri anlamında neredeyse her şeyleri tamamdır. Siyasete yalnızca seçimlerden seçimlere ilgi gösterirler. Bizim o noktaya gelebilmemiz için, daha çok çalışmamız, daha çok üretmemiz ve bunun için de daha düzgün ve daha doğru siyaset modelleri yaratmamız gerekiyor. Bunu gerçekleştirmek de genç nesillere düşüyor. AYVALIK’I, YABANCI TURİSTLERDEN ZİYADE ÖZELLİKLE KENDİ VATANDAŞLARIMIZIN DAHA ÇOK TERCİH ETTİKLERİ BİR YER OLARAK GÖRÜYORUM İlk kez geldiğiniz Ayvalık’ı sevdiğinizi biliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz? -Ayvalık gerçekten de, ülkemizin en güzide bölgelerinden biri. Sahip olduğu doğal ve tarihi zenginlikler onu diğer bölgelerimizden ayırıyor. Ben Ayvalık’ı, yabancı turistlerden ziyade özellikle kendi vatandaşlarımızın daha çok tercih ettikleri bir yer olarak görüyorum. Bu açıdan da özel bir ayrıcalığı var bence. Daha sıcak, daha samimi, daha bizden. Bu doğallığını ve samimiyetini umarım hiçbir zaman kaybetmez. Ayvalık’ta sizi en çok etkileyen şey ne oldu?

-Sevgili Başkan da, bildiğim kadarıyla aynı benim gibi, şu an belediye başkanlığı yaptığı yerde doğup büyümüş, orada yaşamış. Kendimden biliyorum, böyle olunca yaşadığınız şehri daha farklı görüyorsunuz. Ona kıyamıyorsunuz, bir zarar gelmesinden adeta korkuyorsunuz. Şehirdeki çirkin ya da yanlış bir görüntü, sanki evinizin içindeymiş gibi rahatsız oluyorsunuz. O nedenle, bu hassasiyeti çok iyi biliyorum ve Sayın Başkanı bu hassasiyetinden ötürü de kutluyorum. Ayvalık, çift yönlü hayatı olan bir şehir bence. Birincisi, hayatlarını burada sürdüren yerli halk. İkincisi ise, yaşamlarını başka şehirlerde sürdürüp de, tatillerini geçirmek için gelip burada yaşayanlar. Turizm Eskişehir’de de giderek gelişiyor ancak Ayvalık’taki gibi değil. Belediye olarak burada, bir taraftan yerli halkın ihtiyaçlarını karşılayıp, altyapısıyla, üstyapısıyla şehri geliştireceksiniz. Diğer taraftan da, doğayı bozmadan, zedelemeden, çevreyi beton yığınına çevirmeden gelen yerli turistlere yönelik hizmeti sürdüreceksiniz.

Ayvalık halkı Başkanı seviyor ve daha da önemlisi ona inanıyor, güveniyor, kendisiyle Ayvalık sokaklarında gezerken buna bizzat şahit oldum. Bu güveni kurmak ve sürdürmek çok önemli. Halkın bu güveni ve inancı olduğu sürece, her şey daha kalıcı ve daha güzel olacaktır.

-Samimiyeti ve insani açıdan sıcaklığı. Yabancı turizmine ağırlık veren bölgelerimizde bunu çok fazla bulma şansımız olmuyor. Elbette bu bir zorunluluk. Turizm, ülkemizin en büyük gelir kaynaklarından biri ve bunu en verimli şekilde kullanmalıyız. Bu açıdan, diğer bölgeleri eleştirmek için söylemiyorum. O açıdan Ayvalık’ın kendine has samimiyeti beni fazlasıyla etkiliyor. Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in projeleri hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?

Gördüğüm kadarıyla, Sevgili Başkan Rahmi Gençer bu dengeyi çok iyi kurabilmiş. Yapılaşmayı ve üst yapıyı çok dikkatli kurmak gerekiyor. Dengeden biraz uzaklaşırsanız, ya doğayı zedeler ya da halka yeterince hizmet üretemeyebilirsiniz. Bu nedenle de Sevgili Başkan, Ayvalıklı hemşerilerimizle birlikte, bölgenin en büyük gelir kaynağı olan yaz turizmini daha da zenginleştirip olanakları arttırmak ama bu arada doğayı da korumak ve bozmamak için çalışıyor. Ayvalık halkı Başkanı seviyor ve daha da önemlisi ona inanıyor, güveniyor, kendisiyle Ayvalık sokaklarında gezerken buna bizzat şahit oldum. Bu güveni kurmak ve sürdürmek çok önemli. Halkın bu güveni ve inancı olduğu sürece, her şey daha kalıcı ve daha güzel olacaktır.

25


Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com

G

İnternet

enç, güzel ve alabildiğine ‘sarışın’* bir kadın, bir kokteylde Albert Einstein’ın yanına gidip, “Bay Einstein, bana telefonla telsizin nasıl çalıştığını benim anlayacağım şekilde anlatır mısınız lütfen?” der. Einstein, “Hanımefendi, dev bir köpek düşünün; arka ayakları Amerika’da, ön ayakları Avrupa’da. Amerika’da kuyruğunu çektiğinizde Avrupa’da havlıyor. İşte bu telefon!” der. Genç kadın neşeyle ellerini çırpar ve “Ah çok güzel anladım, peki ya telsiz?” diye sorar. Einstein cevap verir: “Telsizde, arada köpek de yok!” Evet dostlar; bendenizin teknolojiyi algılama düzeyi, hiçbir zaman yukarıdaki anekdotta yer alan soru sahibinden çok da yukarıda olmadı. Örneğin -vallahi şaka yapmıyorumhâlâ, “Yahu inanılır gibi değil, tam şu anda İspanya’da Messi topa vurdu, Casillas da köşeden çıkardı. Ben de bunu evimdeki ekrandan izliyorum!” şaşkınlığı içinde, daha televizyonun bile sırrına erememiş bir kardeşinizden söz ediyorum. Ama bu konudaki eksikliğimin ve yetersizliğimin sonuna kadar farkında olarak bundan yaklaşık 25 yıl kadar önce, yakın bir gelecekte hayatımızı teslim etmeye doğru gittiğimizi sezinlediğim şu ‘internet’ denilen oluşumun ne mene bir şey olduğunu öğrenme, daha doğrusu, sorumluluğunu taşıdığım insanlara bu konuda yol gösterme ihtiyacını hissettim. İstanbul’da epey araştırdıktan sonra (o günlerde işin bilimine hakim çok insan yoktu) öğrenimini ABD’de, bilişim teknolojisi üzerine yapmış olan, genç ama işinin gerçekten uzmanı birisini bularak randevu aldım. O sırada yöneticisi olduğum reklam ajansındaki ilgili birimlerde çalışan (sanat yönetmenleri, metin yazarları, grafikerler, müşteri temsilcileri gibi) elemanlarımızı bu delikanlının ofisine, deyim yerindeyse ‘kurs görmeye’ götürdüm. İlk soru olarak kendisine, “En genelinde nedir bu internet? Bunu bana benim anlayabileceğim gibi anlatır mısınız, (!) çünkü eğer ben bile anlayabilirsem, arkadaşlarım bunu yer yutar!” dedim. (İnanılmaz geliyor, değil mi? Bu anlattığım

26

daha sadece 25 yıl önce oluyor. Bir de şimdi geldiğimiz noktaya bakın!) Delikanlı ‘bilgi’ye sahip olmanın mütevazı utancıyla şöyle bir cevap verdi: “Amerika ile Türkiye ya da dünyanın herhangi bir köşesi arasında, uzayda hayali boru hatları olduğunu düşünün. Amerika’da yazdığınız bir mektubu bu boruya koyuyorsunuz, -ve mesela basınçlı havayla diyelim- püskürtüyorsunuz, ama öyle kuvvetli ki bu basınç, mektup bir-iki saniye içinde Türkiye’de elinize ulaşıyor. Bu borunun iki ucundaki kapakların birer bilgisayar ekranı olduğunu ve bu işlemin o ekranlar aracılığıyla yapıldığını düşünün. İşte internet denilen sistemin en kalın çizgilerle anlatımı bu.” Evet anlamıştım ama teknolojiyi keşfeden, üreten, geliştiren ülkelerin insanlarının aksine ben de güzel yurdumun insanlarının büyük bir çoğunluğunda olduğu gibi o bilginin sadece sonuçlarından yararlanangillerden olduğum için bu idrak orada kaldı. Yerini, sadece uyum sağlayarak bu nimeti kullanmak aldı. Yıllardır yazılarımı o hayali boru hattı ile Ayda Bir Ayvalık’a gönderiyorum. Ayvalık’taki dostlarımla, hatta belki 40 yıldır görüşemediğimiz ve Kanada’dan Avustralya’ya kadar dünyanın dört köşesine yayılmış Ayvalıklı ağabeylerimle, ablalarımla, arkadaşlarımla haberleşiyorum, yazışıyorum. Bir bilgiye ihtiyaç duyduğumda bir-iki saniye içinde çalışma odama ulaşıyor. Ama ayın bir de karanlık yüzü olduğu gerçeğini de unutmuyorum. Ve internet denilen sonsuz kollu ahtapota çooook dikkatle yaklaşıyorum. (Bir başka yazıda; ayın karanlık yüzü.) *Eğer bu köşenin okurları arasında ‘sarışın’ bayanlar varsa lütfen anekdotta geçen imayı üzerlerine alınmasınlar. Ben kendi adıma; tarih kadar eski olan bu ‘sarışın’ sıfatının, hep hicvedildiği üzere ‘zeka’ ile bir bağlantısı olduğuna hiçbir zaman inanmamışımdır. Hele gelmiş geçmiş en ünlü sarışın olan Norma Jean Mortenson’un (namı diğer Marilyn Monroe) IQ’sunun birçok entelektüel ve hatta bilim insanından bile daha yüksek olduğu gerçeği ortada iken...


ATÖLYELERDEN Yaşam sevinçlerinin kaynağı olan insan sevgisini ve bu sevgiyle beslenen içlerindeki çocuğun neşesini ev tekstil ürünlerine taşıyan iki kadının, Aysel Beritan ve Ece Sükan’ın küçük ama insana kendisini ‘Alice Harikalar Diyarında’ gibi hissettiren dükkânları Ece’nin Sepeti’ndeyiz.

AYVALIK’TA ARTIK BİR REKABET ORTAMI OLUŞTU SÜREKLİ KENDİMİZİ YENİLEMEMİZ GEREKİYOR

GÜLBENİZ ŞENTAY

O

n yıl önce Ayvalık’a gelip yerleşen ve dört yıl öncesine kadar da kendi deyimleriyle “ellerine iğne-iplik dahi almayan, düğme dikmeyi bile bilmeyen” Aysel Beritan ve Ece Sükan, şimdilerde gelen taleplere yetişemedikleri için haftanın sadece bir günü (Perşembeleri) dükkânlarını açıyor ve yedi gün boyunca atölyelerinde çalışıp üretiyorlar. Sonra hazırladıkları onlarca ürünü Ece’nin Sepeti’ne koyuyor, müşterilerinin beğenisine sunuyorlar. Deyim yerindeyse, o gün her şey tükeniyor, dükkân adeta boşalıyor. Onlar da bir sonraki haftaya hazırlanmak üzere evlerinin yolunu tutuyorlar. Ece’nin Sepeti’nin öyküsünü, bugünlere gelinceye kadar geçirdiği aşamaları, gördükleri ilginin nedenlerini Ece Sükan’la konuşuyoruz.

-Her öykü bir doğumla başlar, değil mi? Ben de 1966 yılında Ankara’da dünyaya geldim. Yedi-sekiz yaşlarında gittiğim Almanya’dan dokuzuncu sınıf öğrencisiyken Türkiye’ye döndüm. Bornova Anadolu Lisesi’nden mezun olduktan sonra THY’de hosteslik yapma şansını yakaladım. Lise arkadaşlarımın üniversiteyi bitirdikleri dönemde hostesliği bırakıp

Ece Sükan

Aysel Beritan

Girne Amerikan Üniversitesi’nde işletme okudum. Ardından tekstil sektöründe çalışmaya başladım. 2000’li yıllara kadar büyük bir firmada ihracat-ithalat bazında yurt dışı bağlantılı olarak görev yaptım. Bu arada evlendim. Bir oğlum oldu. Yaklaşık on yıl önce de oğlumla birlikte Ayvalık’a yerleştim. Ece Sükan, “Kendimi bildim bileli Ayvalık’a gelirdik. Bir zamanlar Ayvalık Ankara’nın adeta banliyösüydü. O banliyöde bizim de bir evimiz vardı” diyor.

-Evimin olduğu sitede can dostum Aysel’le tanıştım. O ara hem kendimi erken emekli etmemek hem de ekonomik açıdan ayaklarımın üzerinde durabilmek amacıyla Altınova’daki bir ilkokulda sınıf öğretmeni oldum. Epey boş zamanım vardı. Aysel’le birlikte, “Bu boş saatleri nasıl değerlendirebiliriz?” diye düşünürken kendimizi öğrencileri motive etmek için örgü oyuncaklar yaparken bulduk. Sonrasında İngilizce öğretmenliğine geçtim ve farklı okullarda yaklaşık beş yıl ders

27


verdim. Bir gün, “En çok beni sev!” diye bir söz duyduk Aysel’le. Nerede kulağımıza çalındı hatırlamıyorum ama ikimizin de çok hoşuna gitti. Tıpkı bizim gibi başka insanların da etkileneceğini düşünerek bu cümleyi tasarladığımız yastıkların üzerine taşımaya karar verdik. Oysa, daha önce elimize ne doğru düzgün iğne iplik almıştık, ne bir düğme dikmiştik, ne de makine kullanmayı biliyorduk. Fakat yaptık ve oldu. Ürettiklerimizin hemen hepsini İzmir’e yolluyorduk. Günlerden bir gün Ece Sükan, atölyeye dönüşen evlerinden yoğun tempoları nedeniyle nadiren dışarı çıktıklarını ve yaşamdan neredeyse bütünüyle koptuklarını fark etmiş. -“Aysel, bu böyle olmaz! Durmadan çalışıyoruz. Evden dışarı adım atmıyoruz. Biraz sosyal hayata katılmamız lazım!” dedim. Hemen Deniz Tuğhan Arbak’a gittim; bizi de aralarına almalarını ve Antikacılar Sokağı’nda bir tezgâh açmamıza izin vermelerini rica ettim. O pazarda bir yıl boyunca tezgâh açtık, ürünlerimizi sergiledik. Sonra karşımıza bu küçük dükkân çıktı. Depo olarak değerlendirelim derken burası insanların içinde bulunmaktan keyif aldıkları, ev sıcaklığında, renkli, büyülü ve gelenin gitmek istemediği bir mekâna dönüştü. Kısacası insanlar sevdiler… O günlerde neyi sevdiklerini pek bilemiyorduk fakat ne istediğimizin farkındaydık. Bu sektöre yeni girmiştik. Paraya ihtiyacımız vardı ama kimseye sadece müşteri gözüyle bakmadık. Bu nedenle fiyatlarımızı bile aslında müşterilerimiz belirledi. Hiç uçmadık. Zaman bize doğru yaptığımızı gösterdi. Herkese ulaşabildiğimizi gördük. Böylece özgüvenimiz oluştu. YAKLAŞIK İKİ YIL BOYUNCA EVE YÜZLERCE UN ÇUVALI TAŞIDIK Ece Sükan, en çok fiyatlarının ucuzluğu nedeniyle eleştirildiklerini ve sadece fahiş fiyat etiketleriyle kaliteli olunurmuş tarzı bir yanlış algıyla sürekli karşılaştıklarını vurguluyor. -“Neden ucuz bunlar? Kalitesiz mi ki?” imalarına aldırmadık ve bu tavrımız bize her kesimden, her bütçeden insana dokunma şansını verdi. Bu anlamda hâlâ amatör olduğumuzu söyleyebilirim. Sanırım insanların bizi asıl sevme nedenleri işimize hâlâ aynı ruhla devam ediyor olmamız... Şu an geldiğimiz noktayı da buna borçluyuz. Almanya’ya, Slovenya’ya, Avustralya’ya butik ama

ciddi iş yapıyoruz. Slovenya’daki bir büyük çocuk mağazası deniz kızlarımızı alıyor. Almanya’da her şeyin satılık olduğu bir otel var. Onlar instagramdan seçtikleri değişik ürünleri talep ediyorlar. Avustralya’daki müşterinin tercihiyse işçiliği fazla olan keçe objeler, cüzdanlar ve anahtarlıklar... Türkiye’de de başından beri bizi biz yapan işletmeler var. Bunlardan biri Alaçatı’da. Onlar için köşe yastıkları, duvar süsleri, panolar hazırlıyoruz. Kumaşından ipliğine her şeyi bizim zevkimize bırakıyorlar. O zaman çok güzel işler çıkıyor. Fakat, “Şöyle bir şey olsun!” dendiğinde iş yürümüyor, ilerleyemiyoruz. Bu huyumuzu artık herkes öğrendi zaten. Yine İzmir’deki bir anaokuluna önlükler, iki yaş altı çocuklarda algı ve el becerisini geliştirecek oyuncaklar gönderiyoruz. Ayvalık’taki butik otellerle çalışıyoruz. Tabii bir de Ayvalık için üretip dükkânda sergilediklerimiz var. Hal böyle olunca yetişmekte zorlanıyoruz. Ece’nin Sepeti’nde birbirinden güzel, birbirinden zevkli onlarca çeşit ürün var. Ayvalık evleriyle bezenmiş yastıklar, güler yüzlü bebekler, muzip maymunlar, hınzır kediler, sevecen ahtapotlar, neşeli deniz kızları, aplike motiflerle süslenmiş çocuk giysileri, bir örnek anne-kız elbiseleri, çantalar, önlükler, bardak altlıkları, duvar süsleri, panolar, cüzdanlar, anahtarlıklar, Amerikan setler, dilek ağaçları… Ece Sükan’a göre ürün yelpazelerinin genişliği, hep aynı şeyi çalışmaktan hoşlanmamalarından kaynaklanıyor. -Saatlerce internetin başında, “İnsanlar ne isterler, yapılmamış ne var?” bunu araştırıyoruz. “Biz bir şeyi istiyorsak, onu başkaları da isteyebilir!” Bu bir ölçü ve ürün yelpazemizi bu ölçüye dayanarak genişletiyoruz. Bir objeden yüzlerce yapmak yerine onlarca çeşitten az sayıda üretiyoruz. Çünkü sürekli aynı şeyleri yapmak insanı sıkabiliyor. Kısacası, biz çok severek yaptığımız işimizi sıkıcı bir hale getirmek istemiyoruz. Ayrıca Ayvalık’ta artık bir rekabet ortamı da oluştu. Sürekli kendimizi yenilememiz gerekiyor. Ev tekstili buna çok elverişli bir alan. Biz de bu alanı sonuna kadar kullanıyoruz. Nereye kadar gideriz bilmiyorum ama herhalde böyle bir şeyin sonu yok. Aysel Beritan ve Ece Sükan özellikle giysiler ve oyuncaklarda sağlıklı, yüzde yüz pamuklu

kumaşlar kullanıyorlar. Ancak renk ve desenleriyle öne çıkan kumaşlarla da çalışıyorlar. Ece Sükan, tekstilde söz sahibi bir ülke olmamıza rağmen Avrupa’daki desen ve renk zenginliğine ulaşamadığımızı, bu nedenle kendilerini etkileyen bir kumaş bulduklarında ‘kaçırmadıklarını’ anlatıyor. -Aslında biz bu işe el tezgâhlarında dokunan ve çok özel olan bir kumaşla, cendere beziyle başladık. Ne var ki her zaman cendere bezini bulmak kolay olmuyordu. Şimdi rahmetli olan bir yorgancı amcamız vardı. O bize un çuvallarını kullanmamızı önerdi. Yaklaşık iki yıl boyunca eve yüzlerce un çuvalı taşıdık. Onları deniz kenarına götürüyor, silkeliyor ardından da ağarsın diye denize yatırıyorduk. Acayip zahmetli bir işti. Ama öyle bir dokusu vardı ki, çektiğimiz eziyete değiyordu. Ayrıca kumaş ihtiyacımızı son derece ekonomik bir şekilde karşılıyorduk. Ancak çuvallar yüzünden hiç hesapta olmayan garip olaylar da yaşıyorduk. Örneğin Jandarma geliyor, meraklı bakışlarını üzerimize dikip orada ne yaptığımızı sorguluyor, bizi denizi kirletmekle suçluyordu. Biz, “Vallahi de bunlar un! Balıklar yer onları! Merak etmeyin, denizi kirletmiyoruz!” diye dert anlatmak zorunda kalıyorduk. Tabii zamanla kumaş seçimlerimiz çeşitlendi ve Semih Bey’in mağazasını keşfettik. O Ayvalık’taki en iyi kumaşçı. Elbette yanı sıra eskiden iş yaptığımız yerlerden veya internet üzerinden de kumaş alımına gidiyoruz. MÜŞTERİ PORTFÖYÜMÜZÜ TÜRKİYE’NİN VE AYVALIK’IN EKONOMİSİ BELİRLİYOR Beritan ve Sükan, hazır aldıkları kalıplar üzerinden boya ve baskı gibi teknikleri kullanmadan sadece kumaş ve keçeyle üretim yapıyor.


“Biz satış yapmıyoruz, sevgi elden ele geçiyor!”

C

-Aplikeyi çok çalışıyoruz. Örneğin iki yüz-üç yüz küçük parçadan oluşan ve bizi dört-beş gün, bazen bir hafta uğraştıran aplike yastıklarımız çok tutuluyor. Ancak asıl hedefimiz ‘makineyle resim yapma’ diye özetleyebileceğimiz ‘free motion sewing’. Maalesef zamansızlık yüzünden henüz o noktaya bir türlü gelemedik. Ama bir gün mutlaka makineyle resim tekniğinde işler yapacağız. Bir diğer hayalimizse belli bir konsepti olan koleksiyon çalışmaları gerçekleştirmek. Diyelim ki temamız okyanus… Balığı, ahtapotu, deniz yıldızıyla okyanusu yastıktan bardak altlığına bütün ürünlere yansıtmayı tasarlıyoruz. Ama bunun için biraz daha zaman lazım bize… Ece Sükan, son zamanlarda en büyük sıkıntılarının talebe yanıt verememek olduğunu, işletme eğitimi almasına karşın bir türlü planlama yapamadığını ve işinin adeta yönetimi ele aldığını söylüyor. -“Taleplere yetişemediğimize göre büyümek zorunda mıyız?” diye kendi içimizde sürekli tartışıyoruz. Ben tekstil sektöründen gelen, günde on dört-on beş saat çalışan işkolik bir kadınım. Ancak işi büyütmeye kalkarsak eleman çalıştırmak durumunda kalacağız. O zaman bizim amatör ruhumuza ne olacak? Bunları düşündüğümüzde böyle kalmak bize daha mantıklı geliyor. Ece’nin Sepeti az önce saydığım nedenlerle artık bir ‘Perşembe Dükkânı' oldu. Ama o gün buraya gelen mal, aynı gün bitiyor. Bu gerçekten güzel bir şey. Kendimi müthiş şanslı hissediyorum. Çünkü hep sevdiğim işleri yaptım ve insanın sevdiği bir işte çalışması çok önemli. Ece’nin Sepeti’nde her üründen az sayıda üretildiği için Perşembe günleri neredeyse ellerinde hiç mal kalmıyor. Bu nedenle en fazla talep gören ürünü saptamakta

zorlanıyorlar. Elbiseler çok beğeniliyor ve satılıyorsa da aynı ciroyu başka ürünler de yapabiliyor. Ya fiyatlar? -Altı aylıktan on yaşa kadarki çocuk giysileri yirmi beş liradan başlıyor. Oyuncaklar otuz-elli lira arasında değişiyor. Büyük bebekler seksen lira. Küçük çantalarımız on beş, bardak altlıklarımız on lira. Ece Sükan’dan son olarak nasıl bir müşteri kitlesine sahip olduklarını öğreniyoruz. -Müşteri portföyümüzü Türkiye’nin ve Ayvalık’ın ekonomisi belirliyor. Ancak, “Dün neredeydik, bugün neredeyiz?” diye baktığımızda iyi ve doğru bir noktadayız. Güzel bir müşteri profilimiz var. Yurt içine, yurt dışına, yerel işletmelere butik satışlarımız sürüyor. Turistler, çocuklar, anneler, anneanne ve babaanneler Ece’nin Sepeti’ne severek geliyor. Burada mutlaka kendilerini mutlu edecek bir şeyler buluyorlar. Daha annesinin karnındayken müşterimiz olan çocuklar var. Biz onların ilk gülümsemelerini, ilk adımlarını biliyoruz. Yani gözümüzün önünde büyüyorlar. Biz onların kâh oyuncakçı ablaları, kâh şirin giysiler diken teyzeleriyiz. Öyle geri dönüşler alıyoruz ki koltuklarımız kabarıyor. Mükafat böyle bir şey! İşimizde iyi ilerlediğimizi düşünüyorum. Dediğim gibi her kesimden, her bütçeden insana dokunmak istiyoruz. Hatta dokunamadıklarımıza bile. Size nasıl anlatayım bilmiyorum. Örneğin bir anne kızıyla birlikte içeri giriyor. Onun için bir bebek beğeniyor. Oyuncağın fiyatı ne kadar ucuz olursa olsun biz annenin o bebeği o gün, bir hafta, bir ay yani yakın bir gelecekte alamayacağını bir şekilde anlıyoruz. O zaman ikisini de incitmeyecek bir yol bularak bebeği küçük kıza hediye ediyoruz. Çünkü bizim için hiçbir şey bir çocuğun gülümsemesinden daha değerli değil!

ECE’NİN SEPETİ, Barbaros Cad. No: 107A, 0542 242 84 47

an dostum Aysel Beritan da eşi ve iki çocuğuyla birlikte on yıl önce Ayvalık’a yerleşmiş. Dediğim gibi aynı sitede oturuyoruz. Her şeyi birlikte biçiyoruz, dikiyoruz. Ama onu tanımasaydım bu iş asla böyle büyümezdi. Ben yine ürünler hazırlardım ama bu ruhu yakalayamazdım, olmazdı. Zira çalışırken çok stresliyimdir. Beni Aysel sakinleştirir. Bana katlanır. Bütün bunların dışında ‘onaya ihtiyaç duyan’ bir yapım var ve benim için Aysel, bana onay verebilecek tek kişi. Birbirimizi gayet güzel bütünlüyoruz. Eğer onu tanımasaydım Ece’nin Sepeti bu kadar dolmazdı. İşimize içimizdeki tüm sevgiyi vererek çalışıyoruz. O hep, “Biz satış yapmıyoruz, sevgi elden ele geçiyor!” der. Elbette emeğinizin karşılığını almak, para kazanmak önemli. Ama sadece para kazanmak, başarılı olmak ana hedefimiz değil. Biz insanları mutlu ederek mutlu olabiliyoruz. Bugün ortada bir başarı varsa, bu başarıyı bize getiren şey insanlara yaklaşımımız ve hayata bakış açımız sanırım.

“Buraya gelince ruhum dinleniyor!”

İ

şimizde ne kadar başarılı olduğumuzun en belirgin göstergesi çocuklar. Onlar bizim için çok değerli. Bu nedenle özellikle çocuklara yönelik ürettiğimiz her şeye çok özen gösteriyoruz. Şayet bir anne veya baba dükkâna çocuğu için hediye seçmeye gelmişse, ona önce çocuğun yaşını soruyoruz. Çünkü üç yaş altı çocuklara düğme ve benzeri kopabilecek malzemelerin bulunduğu oyuncakları satmıyoruz. Giysiler başta olmak üzere pamuklu/sağlıklı kumaşlar kullanıyoruz. Sormasalar bile onlara kumaş içindeki pamuk oranını söylüyoruz. Bu yaklaşımlarımızın ödülü de aldığımız güzel tepkiler, kurulan dostluklar oluyor. İçeri girdiklerinde, “Ay! Buraya gelince ruhum dinleniyor!” dediklerinde içimizden eve gidip daha çok çalışmak geliyor.


Biraz Ondan Biraz Bundan

ZEYNEP KAZANCIGİL zkazancigil@gmail.com

Ş

Ayvalık’a vapurla gelmek ister miydiniz?

öyle İstanbul’dan bir akşamüstü güneş batarken, mesela Sirkeci’den vapura binip kamaranıza yerleşirdiniz. Gemi İstanbul’u terk ederken güverteden şehrin gittikçe küçülüp ufukta kayboluşunu izledikten sonra akşam yemeği için temiz kıyafetlerinizi giyip yemek salonuna giderdiniz. Belki de kaptanın masasına oturur, onun denizlerde yaşadığı ilginç maceraları dinler, masadaki diğer konuklarla tanışır, yolculuk üzerine sohbet ederdiniz. Bu güzel sohbet ve yemekten sonra kamaranıza çekilip denizin sizi beşik gibi sallaması ile uykuya dalardınız. Sabah erkenden gözünüzü açtığınızda vapurunuz Dalyan Boğazı’ndan, fenerlerin arasından süzülerek Ayvalık limanına giriyor olurdu. Söylediklerim kulağa hoş bir fantezi gibi gelse de 1958 yılına kadar Ayvalık’a İstanbul’dan yolcu vapuru çalışmış. Şu anda, Ayvalık’a karayoluyla veya Edremit Havaalanı’na uçakla gelmekten başka seçeneğimiz yok. Denizyolu ile gelmek aklımıza bile gelmiyor. Ayvalık Dalyan Boğazı aslında bir yalancı boğazdır. Ayvalık Limanı’nı Ege denizine açan dar ve sığ Dalyan Boğazı 1880’lerde genişletilir. Böylece Ayvalık ticari alanda önemli bir konuma gelir. Osmanlı döneminde bağımsız bir ticaret şehri olma hakkına sahip olan Ayvalık’ta çok yoğun bir ticari faaliyet başlar. Bağcılık yaygınlaşır, şarap yapımı hız kazanır. Afrika ve Asya’dan satın alınan ham deriler işlenerek yurt içinde ve yurt dışında pazarlanır. Bir yandan da tepelerde sıralanmış değirmenlerde Makedonya’dan getirilen buğdaylar işlenmektedir. Avrupalı komisyoncular yağ almak üzere artık doğrudan Ayvalık’a yönelirler. Rusya’ya, Balkan ülkelerine sabun ihraç edilir. Yılda 600 buharlı gemiyle 200 yelkenlinin girdiği Ayvalık limanının geliri 1920’de 1.5 milyon altın liraya ulaşır. O dönemin gezginleri Ayvalık’ı “Doğu’nun Boston’u” olarak nitelendirirler. Birkaç yıl önce hikâyelerini aile büyüklerinden dinlediğim İstanbul-Ayvalık vapur yolculukları ile ilgili daha detaylı bilgi edineyim dedim. Bu vapurlar kaç tanedir? Adları nelerdir? Hangi tarihlerde çalışmışlar? gibi soruların cevabını arıyorum... Epeyce kaynak taradım ama Bursa vapuru dışında bir isme rastlamadım. Sonra annem hayatta olmadığı için bunu bilse bilse Bilon Teyze bilir diyerek Sevgili Bilon Gürayman’a telefon açtım. İstanbul’daki evindeydi ve tesadüfen o gün eski Ayvalıklılar onun evinde toplanmışlardı. Vapurların adını sorunca hepsi el birliği ile yardıma koştu. Oydu-buydu derken vapurların üç tane ve adlarının da Bursa,

30

Saadet ve Mersin olduğunu hatırladılar. Tabii bu kadarla kalmadı. Ben İstanbul’un bir yakasında onlar öbür yakasında kulağımızda telefon ahizesi, çoğunda annemin de yer aldığı harika anılar döküldü ortaya… İstanbul’dan kalkan vapur sırasıyla Çanakkale ve Altınoluk’a uğrarmış. Vapurda iki gece yattıktan sonra Ayvalık’a varılırmış. 1930’lardan 50’lerin sonuna kadar Ayvalıklı olup İstanbul’da okuyan çocuklar tatil gelince Ayvalık’a vapurla dönermiş. Okul açılmadan önce yine vapurla İstanbul’a gidilirmiş. Ailesinin eşlik edemeyeceği çocuklar geminin kaptanına veya kamarota emanet edilirmiş. Çoğunlukla gemide birkaç aile büyüğü veya Ayvalıklı tanıdıklar da olurmuş zaten. Kaptanların sert disiplini ve aile büyüklerine rağmen aileleri olmadan iki geceyi vapurda geçiren çocukların yapabileceği türlü türlü muzurlukları gözünüzün önüne getirin bir... Her yanı denizlerle çevrili Ayvalık’ta git gide denizden uzaklaşır gibiyiz. Yine geçmişten bir örnek: Cumhuriyet’in ilk yıllarında şimdi sadece karayolu ile ulaştığımız AyvalıkÇamlık arasında deniz motoru çalışırmış. Anlatılanlara göre, Çamlık’tan Ayvalık’a kadarki yol boyunca oturanlar işlerine her sabah ve akşam denizden gidip gelirmiş. Ayvalık’tan çıkan motor sırasıyla Sefa’ya ve Orta Çamlık’a uğrar ve sonunda Paşalimanı’na varırmış. Cunda’ya gitmenin yolu da yine denizden Ayvalık-Cunda motoru ile olurmuş. CundaAyvalık arasındaki deniz motoru seferleri hâlâ var. Bundan on yıl öncesine kadar evlerin önünden denize girilebilen Çamlık ve Sefa’da, Cunda’da artık kirlilik nedeniyle denize girmek imkânsız oldu. Ayvalık’ın sahip olduğu tarihi ve kültürel miras kadar ona bahşedilmiş olan denizlerle çevrili muhteşem coğrafyası da en büyük şansıdır. Maalesef şu anda ‘İç Koy’ dediğimiz Ayvalık limanını temizlemek için türlü türlü çareler düşünür haldeyiz... Bu sene Temmuz ayında Ayvalık Belediyesi çok güzel bir uygulama başlattı. Çamlık Paşalimanı’ndan Cunda’ya motor seferleri kondu. Aslında Sarımsaklı’dan gelip Cunda’ya bir akşam yemeğine gitmek isteyenler, özellikle bayram tatili gibi trafiğin çok yoğun olduğu dönemlerde arabasını Çamlık’ta bırakıp Cunda’ya balık yemeye veya gezmeye bu motorlarla gidebilir. Gece geç saate kadar çalışan motorlarla hiç trafikle uğraşmadan geri dönebilir. Ama ne ilginçtir ki talep azlığı nedeniyle bu seferler şimdilik biraz aksadı. Trafikte beklemeyi, egzoz dumanlarını, saatlerce park yeri aramayı denizlerle biraz daha fazla haşır-neşir olmaya tercih eder mi olduk acaba? Piknik alanlarına ve sokaklara çöp atanları, çam ağaçlarının altında mangal yakanları gördükçe, “Çevre kirliliği ve yeşili koruma konusundaki duyarsızlığımızı nasıl çevreye özen ve itinaya dönüştürebiliriz?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Eski fotoğraflara bakıp, eski anıları dinleyip, “Geçmiş zaman olur ki...” diye hayıflanacağımıza, bu güzel coğrafyanın, sahip olduğumuz tarihi ve kültürel mirasın kıymetini bilmek, gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarmak bizlere düşen en büyük görev olsa gerek...


Cunda Uygulama Oteli’nde bir veda yemeği düzenlendi

A

AYVALIK, KAYMAKAM NAMIK KEMAL NAZLI’YI UNUTMAYACAK

yvalık’ın sevilen kaymakamı Namık Kemal Nazlı, İçişleri Bakanlığı ‘Mülki İdare Amirleri Yaz Kararnamesi’ ile Ağustos ayı içinde Samsun’un Atakum ilçesine tayin oldu. Nazlı’nın yerine Çanakkale’nin Biga ilçesi Kaymakamı Gökhan Görgülüaslan atandı.

Üç yıllık görev süresi boyunca kendisine destek veren Ayvalık halkına teşekkür eden Kaymakam Nazlı, devlet görevinde sürprizler yaşanabileceğini belirterek, “Ayvalık’taki dostlarımızdan, sevdiklerimizden ayrılıyor olsak da, gönlümüz hep burada olacak” dedi. Nazlı şunları söyledi: “Ayvalık’ın kendine özgü değerlerini koruyarak emek verdik. Aynı hassasiyetin bizden sonra da sürdürüleceğine inanıyorum. Ayvalık dünyanın en önemli turizm merkezlerinden biri ve vizyonu açık. Gelecekte de kültürel ve doğal güzellikleriyle turizm pastasından hak ettiği payı mutlaka alacaktır.” 24 Ağustos 2017 günü akşamı Kaymakam Namık Kemal Nazlı için Cunda Uygulama Oteli’nde bir veda yemeği düzenlendi. Yemeğe Balıkesir Valisi Ersin Yazıcı, Burhaniye Kaymakamı Hüseyin Öner, Edremit Kaymakamı Ali Sırmalı, Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Gömeç Belediye Başkanı Kazım Arslan eşleriyle birlikte katıldı. Yemekte Ayvalık Cumhuriyet Başsavcısı Metin Tokel ve daire amirleri de yer aldı.

Namık Kemal Nazlı Yozgat’ın Şefaatli ilçesine bağlı Dedeli köyünde 1964 yılında doğdu. 1988 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. 1990 yılında Sivas kaymakam adayı olarak mesleğe başladı. Çankırı, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Kırıkkale ve Çanakkale’de görev yaptıktan sonra 2014 yılı Eylül ayında Ayvalık kaymakamlığına atandı.

Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Kaymakam Namık Kemal Nazlı’nın sürpriz bir şekilde Samsun’a tayin edilmesi üzerine bir mesaj yayınladı. Gençer’in mesajı şöyle:

S

ayın Kaymakamımız Namık Kemal Nazlı ve Eşi Sayın Doktor Gülçin Nazlı Hanımefendi hiç beklemediğimiz bir anda Ayvalık’ımızdan Samsun’un Atakum ilçesine atandı. Namık Kemal Beyefendi; mütevaziliği, devlet adamlığı ve babacan tavırlarıyla hepimizin kalbinde taht kurdu.

HEPİMİZ İÇİN BURUK BİR AYRILIK...

Ben şanslıydım, benimle birlikte Ayvalık da şanslıydı. Kaymakamımızın çalışma arkadaşlarının da benim gibi düşündüğünü biliyorum. Sayın Kaymakamımız yeni görev yerinde de, eminim ki, bu şekilde karşılanacak ve Ayvalık’ta olduğu gibi orada da unutulmaz kaymakamlar arasında yer alacak. Yolunuz açık olsun Sayın Nazlı... 31


Rahmi Gençer verdiği sözü yerine getirdi

MUSTAFA ŞİMŞEK HEDİYELERİNİ BAYRAM ÖNCESİNDE ALDI

A

yak parmaklarıyla bilgisayar klavyesi kullanarak kendisine ulaşmayı başaran yüzde doksan engelli Mustafa Şimşek için geçtiğimiz günlerde özel bir yol yaptıran Belediye Başkanı Rahmi Gençer daha önce verdiği sözü tuttu ve Şimşek’e bu kez de bir bilgisayar ile akülü bir araba hediye etti.

Fotoğraf: Serkan Kibar

Cunda adasında hayatını sürdüren 47 yaşındaki Şimşek, Kurban Bayramı öncesinde gelen armağanlarla büyük bir mutluluk yaşadı. Kendisi için yapılan özel yolda yeni akülü sandalyesini ilk kez kullanan Mustafa Şimşek’in sevincini de paylaşan Gençer, “Mustafa’ya ve ailesine bir bilgisayar ve akülü araba sözümüz vardı. Bugün bu sözü yerine getirdik. Bu arada, Mustafa’yı sevindirenlerden biri olan Ayvalık Şefkat Evleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği Başkanı Fatma Cavlı ve ekibine de teşekkür ediyorum” dedi.

32


HATIRA DEFTERİ

AYVALIK İZMİR’E BAĞLANSIN MI, BAĞLANMASIN MI?

Ahmet Yorulmaz tarafından çıkarılan ve ilk sayısı 13 Ocak 1961 tarihinde yayınlanan haftalık Türk Dünyası gazetesi, 5. sayısından itibaren Ayvalık’ın İzmir’e bağlanması için bir anket başlatmasıyla da bilinir. “İçtimai mevki gözetmeksizin karşımıza çıkan her Ayvalıklıya bir soru sormayı ve bunu olduğu gibi yayınlamayı kararlaştırmış

bulunuyoruz” açıklamasıyla sunulan ankete çok sayıda Ayvalıklı katılmış ve hepsi de Ayvalık’ın Balıkesir’den ayrılarak İzmir’e bağlanması önerisini olumlu karşılamış. Hatıra Defteri’mizde bu kez, “Ayvalık’ın İzmir vilayetine bağlanmasını ister misiniz? Niçin?” sorusuna, 56 yıl önce verilen ‘samimi’ ve ‘hoş’ cevaplardan bir demet sunuyoruz…

FARUK SAYLAM (Tüccar-Eski Belediye Başkanı)

ENVER ÖRNEK (Tüccar Terzi)

-Ege’nin sıcak ikliminde Ayvalık bir incidir. En haşmetli yerinde bulunan İzmir’e bağlanması elbetteki Ayvalık’ın ideal isteklerinden biridir. Tabiat, iktisat ve sosyal faktörler Ayvalık’ı İzmir’den ayıramaz. Tıpkı bir parmaktaki et ve tırnak gibi.

-Mesleğim icabı bütün ihtiyaçlarımı İzmir’den temin ediyorum ve oraya karşı bir sempatim vardır. Bunda herhalde babamdan ve dedelerimden dinlediğim hikâyelerin tesiri olacaktır.

YUSUF KATERİN (Müstahsil) -Canla başla! Her bakımdan ve tabii olarak İzmir uygundur. Oraya yaraşırız. Tabii hudutlar bile bizi Balıkesir’den ayırıp İzmir’e verir. ENVER ALAY (Fabrikatör-Tüccar) -Nahiye ve köyleriyle beraber 28.237 nüfusu gibi, ben de aynı fikirde olarak Ayvalık’ın izmir’e bağlanmasını candan arzu etmekteyim. Ayvalık’ın hayatı İzmir’e bağlanmakla kaim olacaktır. Bu hususta haklı davamızın izahına sahifeler kâfi gelmez. Bir baba öz evladına ancak bu kadar ilgisiz olabilir. Kırk seneden beri ufak bir alâkalarını görmedik. Balıkesir’e Marmara havası daha güzel gelmektedir. MUSTAFA AKAY (Müstahsil) -Denizi ve havasıyla esasen İzmir’in bir banliyösü durumunda bulunan bu şirin köşenin asıl anasına kavuşması icab eder. Kanaat ve arzum bu. TEOMAN MADRA (Yüksek Ziraat Mühendisi) -Turistik bakımdan Ayvalık’ın inkişafı için zaruri görüyorum. Batı dünyası, turizmin ilmini yapmıştır. Bu ilme göre Ayvalık turistik bir bölge sayılmak lazım gelir. Sonra İzmir’den buraya gelen çok, Balıkesir’den yok! ALİ BÖLÜKBAŞI (Terzi)

ORHAN AKDÖL (Bayi) -Tabii. İktisadi, içtimai sahalarda ilerleyeceğimiz için. Zaten İzmir’in bir minyatürü değil midir Ayvalık? ZEKİ ÖNEN (Eczacı Dr.) -Jeolojik yapılış bakımından dahi Ayvalık’ın İzmir mıntıkasına ait olacağı aşikâr bir surette görülebilir. Tabii güzellikleri bakımından da bilhassa yeni açılmakta olan plaj havalisi ne İtalyan ne de Fransız sahillerini aratacaktır. Yeter ki İzmir’e bağlanalım. Yeni vilayetimiz de önderlik ederek turizm yatırımları yapsın. Ayvalık’ı memleketimize ve bütün dünyaya en kısa yoldan tanıtalım. Ayvalık halkının içtimai terbiyesi yüksektir. Bu da Ayvalık’ı ziyaret edecek seyyahlar için en belli başlı turistik şarttır. İBRAHİM ÖZLALE (Berber) -İstemez olur muyum? İşimiz İzmir’e kaldı. O da olmazsa Allah’a kalır! ALİ YAŞAR SELEK (Tütün Müstahsili) -Sevinç duyarak. Tütüncüler Birlik Federasyonu İzmir’de kurulduğundan ve tütün müstahsili olarak İzmir’le irtibatımız bulunduğundan istiyorum. Saniyen memleketimin geleceğine faydalı olduğuna inandığım için diliyorum. HASAN AKAY (Müstahsil)

-Ah! Tabii. Gezmemi orada yapar, ilacımı oradan alırım.

-İstemek değil, şiddetle arzu ederim. Ferhat ile Şirin’i artık kavuşturmanın tam zamanıdır.

MEHMET BARIN (Tezgâhtar)

EMİN CANDER (Kunduracı)

-Tabii. Futbolda inkişaf edeceğiz sanıyorum. Zira bütün buraya gelen yalnız İzmir takımları oluyor. Sonra İzmir de güzel bir mesire kazanacak.

-Oho!.. İstiyorum ve ben bunun için 25 yıl çalıştım. Ayvalık’ın inkişafı buna bağlıdır. Başka türlü olamaz.

TALAT TAŞÇIOĞLU (Tatlıcı)

ÖZKUL AKIN (İktisat Dr.)

-İstiyorum. İzmir’den daha çok menfaatleneceğiz. Mesela eğitim ve yol davalarında daha çok yardım alacağımızı ümid ediyorum. İzmir, bağlılarını ihya ediyor. Balıkesir tam aksine ihmal ediyor.

-Ayvalık’ın İzmir’e bağlanması lazımdır. Çünkü: Ayvalık’ın İzmir’le olan iktisadi münasebetleri Balıkesir ile olduğundan çok fazladır. İklim ve tabiat şartları bakımından Ayvalık, İzmir’in bir parçasıdır, Balıkesir’in değil. Coğrafya derslerinde bile, Ayvalık İzmir’le beraber Ege Bölgesi’nde mütalâa edilir. Ayvalık’ta istihsal edilen zeytinyağı, pamuk, tütün v.s. mahsulümüz büyük ekseriyetle İzmir’e gider ve Ayvalık’ta istihlâk edilen malların hemen hepsi İzmir’den gelir. Ayvalıklılar İzmir okullarından, İzmir hastahanelerinden faydalanırlar.

CİHAT TURGUT (Tekel Bayii)

MÜNEVVER YILMAZCAN (Kadın Terzisi)

-Amin. Ayvalık’ın iktisaden ve turistik bakımdan inkişafı için arzu ediyorum.

-Gayet tabi isterim. Ayvalık coğrafi bakımdan İzmir’in bir parçası sayılır. Bağlanmayı sabırsızlıkla bekliyorum.

SAFFET AKAY (Manifaturacı)

HASAN TAŞ (Şoförler Derneği Başkanı)

-İlahi! Sorduğunuz suale bakın! Acaba bir Ayvalıklı olarak başka şekilde cevap veren olur mu? Tabii isterim. Hem de nasıl!

-Bizim bütün işlerimiz İzmir’ledir. Bir cıvatamız dahi kırılsa İzmir’den alırız. Otomobilciler olarak ticaretimizin siklet merkezi orasıdır. Bunun için bağlanmayı istiyorum.

-İsterim. Ticari merkezimiz orasıdır. Daha da yardım göreceğimize inanıyorum. İzmir’in diğer kazaları bunun ispat delilidir. ALİ KIRKAYALAR (Muhasip)

GÜZİN ERENER (Ev kadını) -Tabii isteriz. Her bakımdan iyi olacağımız için. Bence her şeyimiz iyi olacak.

HASAN GÜRSOY (Marangoz) -İstiyorum. Sebepleri ise şunlar: Mesleki ihtiyaçlarım için, çocuklarımın da tahsil imkânlarının orada oluşu ve Ayvalık’ın ihyası bakımından.

33


Günümüzde pek çok insan kendileri ve çocukları adına doğaya yakın olmak, temiz bir hava solumak, sağlıklı evlerde oturmak, doğal gıdalarla beslenmek, stresten uzak yavaşlatılmış bir hayat sürmek ve kendilerine sunulan sentetik, plastik, endüstriyel şehir hayatından uzaklaşmak istiyor. Bilge Tuncay da bu insanlardan biri: “Eşim ve benim aklımda zaten hep Ayvalık’a yerleşmek vardı. Bebeğimin dünyaya gelişi bu süreci hızlandırdı. Böylece onun için en doğru yer olduğuna inandığımız Ayvalık’a geldik!” Bilge Tuncay kariyer sahibi genç bir kadın. O bir matematikçi. Kanada’daki eğitiminin ardından Türkiye’ye dönmüş. Matematiğin bir dalı olan ‘aktüerya’ (risk ölçme ve yönetme) alanında yüksek lisansını tamamlamış. On bir yıldır bu konuda hizmet veren bir şirkette çalışıyor. Ancak eşiyle birlikte çocuklarını Ayvalık’ta büyütmeye karar verince kendilerine arzuladıkları yaşamı sunan kente onlar da yapacakları işle katkı sağlamayı seçiyor ve ekmek başta olmak üzere unlu mamuller ürettikleri Artizan Bakkal’ı 19 Mayıs 2017’de faaliyete geçiriyorlar. Bilge Tuncay’la güzel bir Ağustos sabahı buluştuk. Artizan (bir sanatkar tarafından yapılan veya ustalık gerektiren faaliyetler) ürünleri ve Artizan Bakkal’ı konuştuk. 34

ENDÜSTRİYEL MAYALAR BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZİN GENETİK YAPISINI BOZAN VE BİR TÜR ZEHİR OLAN GLÜTENİN VÜCUDUMUZA GİRMESİNE YOL AÇIYOR

-B

en ekmek yemeyi sevmeyen bir insandım. Daha doğrusu kaliteli, nitelikli, güzel ekmek bulamadığım için pek tüketmiyordum. Fakat bir sağlık kontrolü sonrası doktorum ekmek yemem gerektiğini, aksi takdirde vücut insülin salgılamadığı için ileride şeker hastası olabileceğimi söyledi. Söz konusu sağlık olunca bu işe merak sardım ve ekmek yapmaya giriştim. Bir süre sonra dışardan ekmek alıp yiyemez olduk. Sonuçta, “Bu güzel ilçede ne iş yapalım!” diye düşünürken, Ayvalıklılarla artizan ekmeklerimizi paylaşmak bize çok doğru göründü. Aslına bakarsanız burada yaptığımız şeye ‘ekmek’ demesek yeridir. Çünkü birçok fırın ve markette endüstriyel maya kullanıldığı için hamurun kabarıp ekmeğe dönüşmesi işlemi topu topu iki saat sürüyor. Oysa benim ekmeklerimin raftaki yerini alması otuz altı saati buluyor. Ekmeklerimde un ve su karışımının

GÜLBENİZ ŞENTAY

havadaki bakterilerle teması sonucu oluşan ve hiçbir katkı maddesi barındırmayan kendi yaptığım ekşi mayayı kullanıyorum. Bu zaman zaman un ve suyla beslenmesi gereken ‘yaşayan’ bir maya oluyor ve maya uygun kıvama geldiğinde onu hamuruma katıyorum. Bir defada beş-on ekmek üretebilmek için ilk yoğurmada mikser kullanıyorum. Ardından her saat başı glütenin açığa çıkmasını sağlamak amacıyla hamuru elle katlamaya başlıyorum. Glüten açığa çıktıkça hamur kabarıyor. Bu safhada soğuk mayalamaya geçiyoruz ve on altı saat bekliyoruz. Bir kez daha mayalandırdıktan sonra şekil verdiğimiz ekmekleri pişiriyoruz ve gerçekten de ekmek ötesi bir lezzet elde ediyoruz. Bildiğiniz gibi marketlerde de ekşi maya ekmekler satılıyor. Ama şu anlattığım süreci düşündüğünüzde fabrikasyon olan bu ürünlere ancak ‘ekşi aromalı’ ürünler diyebiliriz. Zira başına ‘artizan’ kelimesi eklenen her şey butiktir ve özenerek, ustaca üretilir. Mayıs ayında ekmek yapmaya başlamakla birlikte mekânın düzenlenmesi, mikserin, fırının yenilenmesi, İstanbul’dan getirdiğim mayamın Ayvalık’a alışma süreci nedeniyle dükkânımızı birkaç hafta önce açabildik. Biz bu yapıyı kurarken ekmek ve diğer unlu mamullerin yanında tüketilen gıdaları da satışa sunmayı hedefledik. Kahvaltıda ne isteriz? Güzel bir ekmek isteriz... Yanında aynı güzellikte, doğallıkta peynirimiz, zeytinimiz, yağımız, reçelimiz olsun isteriz. Ve bir zamanlar bizler bütün bunları mahalle bakkallarımızda bulabiliyorduk.


Eşimizin-dostumuzun da fikrini alarak dükkânımıza ‘Artizan Bakkal’ adını severek koyduk. Çok da uydu. Çünkü biz fırın değiliz. Misyonumuz da ekmek yapmak değil. Yinelemekten bıkmadığım cümlemi bir kez daha tekrarlayacağım, gerçekten de burada yaptığımız şeye ‘ekmek’ demesek yeridir. GÜNÜMÜZDE ÖZELLİKLE KÜÇÜK ÇOCUĞU OLANLAR ONLARA NE YEDİRDİKLERİNİ BİLMEK İSTİYOR Söylediğim gibi maya bizim işimizde çok önemli. Endüstriyel maya kullanmıyoruz. Çünkü bu mayalarla pişirilen ürünlerle bağışıklık sistemimizin genetik yapısını bozan ve bünyemizin tolere edemediği bir tür zehir olan glüten vücudumuza giriyor. Ama sağlıklı bir ekmek için sadece doğru maya seçimi yeterli değil. Kullandığınız unların da katkı maddesi içermemesi gerekiyor. Biz unu, ‘Organik Ürün Sertifikası’ sahibi olan tedarikçilerimizden sağlıyoruz. Onlar buğdayı değirmende öğütüp bize saf hali ile getiriyorlar. Özetlersem; katkı maddesiz malzemeler kullandığımız artizan ekmeklerin yapımı sırasındaki işlemler glüteni açığa çıkarıyor. Böylece sofranıza sadece çok lezzetli bir ekmek getirmiyor,

aynı zamanda kan şekerini düzenleyen bu ekmekler sayesinde bağışıklık ve doku sistemimize zarar verebilecek bir protein türünden yani glütenden de uzak durmuş oluyoruz. Size kısaca neler ürettiğimiz hakkında da bilgi vereyim... Müşterilerimiz için, altı farklı undan değişik karışımlarla hamurun içine zaman zaman çiya tohumu gibi değişik lezzetler de ekleyerek sekiz çeşit ekmek yapıyorum. İlk zamanlar Ayvalıklıların damak zevkini öğrenebilmek adına bu sayıyı yirmi üçe çıkarmıştım. Talep geldikçe ürün yelpazesini yine genişletebilirim elbette... Şu an için cevizli, cevizli/üzümlü tam buğday, sarı buğday, çavdar, sade ekmek, kuru domates/mercan köşk/biberiyeli ekmek, zeytinli/ mercanköşklü ekmek, kara buğdaylı ekmek ve Ege Bölgesi’nin Ata tohumundan elde edilen undan yapılan antik tam buğday satışta. Her gün bütün çeşitlerimizin çıkmadığını belirtmeliyim. Dediğim gibi, tek bir çeşidin hazırlanması otuz altı saat sürüyor çünkü. Kaldı ki her ekmeği fırından çıkar çıkmaz tezgâha koyamıyoruz. Örneğin çavdarın hamur olmaması için bir gün bekletilmesi gerekiyor. Ancak

yakında bu konuda bir standart sağlayacağız ve insanlar hangi gün hangi ekmeği alabileceklerini bilecek... Günümüzde özellikle küçük çocuğu olanlar onlara ne yedirdiklerini bilmek istiyor. Bu nedenle organik, kaynağı belli ürünlere yöneliyorlar. Bizim de genelde bilinçli, sağlıklı beslenmeyi ve damak tadını önemseyenlerden oluşan bir müşteri profilimiz var. Bakkalımızı ziyaret edenlerin başında öğretmenler geliyor. Çok olumlu tepkiler alıyorum. Örneğin ekmek yönetmeliğine göre yüzde otuz çavdar unu ile yaptığınız bir ekmeği çavdar ekmeği diye satabiliyorsunuz. Oysa, bizim yüzde yüz çavdar unuyla ürettiğimiz ekmekleri deneyenler, “Bu tat bana çocukluğumu hatırlatıyor!” dediğinde elbette mutlu oluyorum. Ayrıca dükkânımızın müdavimleri arasında şeker hastaları, glüten hassasiyeti olan insanlar var. Ben doktor değilim. Onlara tıbbi bir tavsiyede bulunamam ama onlar gelip ürünlerimizden memnuniyetlerini belirtiyorlar. Kimi, “Şekerimi yükseltmiyor!” diyor. Kimiyse ekmeklerin şişkinlik yapmadığını söylüyor. Hiçbir şey almayan ama ekmeklerimizi tadan

35


insanlar teşekkür ediyor, “Ayvalık’a yeni bir şey getirdiniz!” diyorlar. Zaten biz de dükkânımıza konuk olanların mutlaka bir şey almalarını beklemiyoruz. Çünkü bize daha sağlıklı bir yaşam sürme imkânı tanıyan bu kentin insanları için biz de sağlıklı bir şeyler üretmeyi, bu anlamda bir farkındalık yaratmayı hedeflemiştik. Bizden ekmek alsalar da almasalar da böyle bir misyonu üstlendik açıkçası. Sonuçta, evet, ürünümüz yüksek fiyatlı. Her bütçeye uymayabilir ama sağlıklı yaşamanın, sağlıklı beslenmenin bedelini ödemek isteyen insanlar da var. Sözlerimden lütfen çok parası olanların bu ürünleri tüketebilecekleri anlamı çıkarılmasın. Hayır, bu değil! İnsanlar çocukları ve kendi sağlıkları için bütçelerindeki başka harcamalardan kesinti yaparak artizan ürünleri alıyorlar ve günde üç ekmek yerine her öğün bir dilim daha kaliteli, daha sağlıklı ve doyurucu bir ekmek yiyorlar. Yani bu, paralı olmakla değil farkındalıkla ilgili bir tercih ve gözlemlerim de beni doğruluyor. ARTİZAN KAFETERYA KÜÇÜK ÖLÇEKLİ, ARTİZAN ÜRÜNLERE İLGİ DUYANLARIN BULUŞTUĞU KEYİFLİ BİR MEKÂN OLDU Neden pahalı olduğumuz şu ana kadar verdiğim bilgilerden anlaşılmıştır herhalde... Ben yine de konuyu biraz açma gereği duyuyorum. Fiyatların yüksek oluşunun temel nedeni maliyet. Organik, katkı maddesiz unlar diğerlerine oranla çok pahalı. Bazılarını da her zaman bulamıyoruz. Örneğin şimdilerde siyez un yok, hasatı bekliyoruz. Antik tam buğdayların fiyatı da el yakıyor. Bu ekmeklerin buzdolabında bir ay bozulmadan saklanabilmesi için yüzde yüz pamuklu torbalarda satışını yapıyorum. Bu da bize bir külfet getiriyor. Plastik poşet yerine kullandığım kağıt torbalar deseniz öyle… Elektrikli fırın yine büyük bir maliyet. İmalathane, dükkân başka bir maliyet. Artizan ürünlerin içine eklediğim malzemeleri yerel esnaftan almaya özen gösteriyorum. Cevizden kurutulmuş domatese toptancılarla çalışmak daha kârlı ama her şey sağlıklı ve bizden olsun istiyorum. Hemen her aşamasını elle

36

gerçekleştirdiğimiz ekmeklerimizin üretim süreci uzun olduğu için bir seferde beş yüz adet yapıp sürümden kazanmak gibi bir şansa da sahip değiliz. Günde yirmi ekmek yaparak Artizan Bakkal’ı ayakta tutmak, fiyatlara maliyeti yansıtmadan mümkün değil! Fakat artık herkes sağlıklı beslenmenin bir bedeli olduğunun bilincinde ve açıldığından beri Artizan Bakkal sezonun da etkisiyle epeyce ilgi görüyor. Dediğim gibi şu an günde yirmi ekmek satıyoruz ancak sayının artacağını umuyorum. Çünkü dükkânımız boş kalmıyor. Gelenlerle uzun sohbetler edip, bilgi paylaşımında bulunabileceğimiz minik kafemiz de hizmete girdi. Artizan Kafeterya küçük ölçekli,

artizan ürünlere ilgi duyanların buluştuğu keyifli bir mekân oldu. Orada meraklılarıyla neyi, nasıl yaptığımızı konuşuyoruz. Konseptimiz böyle oluştu ve bu yönümüzle diğer kafelerden ayrışıyoruz. Sohbetler boyunca dileyen çayını, kahvesini yudumluyor. Serinlemek isteyenlere el yapımı limonatamızı ikram ediyoruz. Yanı sıra diğer unlu mamullerimizin; kurabiyelerimizin, kekimizin, turtamızın, sandviçlerimizin tadına bakıyorlar. En çok biscotti’lerimizi seviyorlar. Artizan Bakkal’dan ayrılırken elinde bir ekmek torbası olan da olmayan da sorduğu her sorunun cevabını almanın huzurunu yaşıyor. Bu da işimin en zevkli yönlerinden biri.

Glüten denen zehiri endüstriyelleşmeyle birlikte almaya başladık

itrinimizde ekmeklerimizi görenler, “A, Bak! Ne güzel, köy ekmeği!” V diyor. Bizim ürettiklerimiz köy ekmeği olmamakla birlikte, bundan elli yıl önce ülkemizde ekmek bizimkine benzer bir şekilde üretiliyordu.

Çünkü o yıllarda endüstriyel maya yoktu. Biz glüten denen zehiri endüstriyelleşmeyle birlikte almaya başladık. Köy ekmeğinden farkımız ne peki? Köy ekmeği yaparken hamurdan bir parça maya olarak ayrılır ve bir sonraki hamurda kullanılır. Bizim ürettiğimiz mayaysa su ve unla beslenerek yaşamaya devam ediyor ve hamur hazırlarken hep o mayadan kullanıyoruz. Örneğin benim mayam iki yıldır yaşıyor. Tatile giderken bile onun beslenebilmesi için ya yanımda taşıyorum ya da mayamı güvendiğim birisine bırakıyorum. Bu arada kendi mayasını yapmak isteyen okurlarımız için de bir küçük not düşmek istiyorum. Un, su ve havadaki bakterilerle oluşan maya on gün sonra kullanıma hazır hale geliyor. Fakat o mayadan damak tadı alabilmeniz için gereken süre altı ay!


Akademik Bakış Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com

Y

13. Ayvalık Kültür Sanat Günleri

azımıza kültür ve sanat nedir diye başlayalım mı? O halde önce kültürü tanımlayalım. Sonra da sanatı… Kültürü, insanoğlunun biyolojik olarak değil de sosyal olarak kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve maddi olmayan ürünler bütünüdür şeklinde tanımlayabiliriz. Toplumumuzda insanlar arasında kültür kelimesi, anlam itibariyle okuduğu okulla özdeş kullanılmaktadır. Oysa okul başka, kültür çok başka bir kavramdır. Arasındaki farkı görebilmek önemlidir. Bir insanın iyi eğitim görmesi, o kişiyi kültürlü yapmaz. Diploma ile kültür arasında uçurum kadar fark vardır. Kültür izafi bir kavramdır. Aynı ailede yaşayan iki kişi bile farklı yaşam tarzları ve yaşama bakış açısıyla kültürel farklılıklara sahiptir. Bunun dışında etnik ve dini farklılıklarda da kültür farklıdır. Ama insan olarak kültürlü bir yaşam sürmek, kendini geliştirmek için okumak, analiz etmek ve de yargısız olmak gerekir. Bir başka ifade ile kültür; bir topluluğun tarihi boyunca kazandığı maddimanevi değerlerini, duyuş-düşünüş birliğini oluşturan her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının tümüdür. Kültür, etkileşim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılan bir kavramdır. Bir sanat yapıtının oluşumunda ait olduğu toplumun kültür yapısının önemi büyüktür. Öncelikle sanat özgür bir ortam ister ve içinde bulunduğu kültür özgür değilse sanatın gelişimi de o kadar zor olur. Sanat insanlardan, kültürden, zamandan etkilenir ve dahası etkilemeye çalışır. Hiçbir sanat yapıtı onu yaratan çevreden soyutlanamaz. Sanat eserlerini incelediğimizde içinde bulunduğu kültürün, zamanın ve çevrenin izlerini görürüz. Kültür her ne kadar sanatı etkiliyorsa; sanat da kültürleri etkiler, geliştirir ve güzelleştirir. Yani karşılıklı bir etkileşim vardır. Coğrafi bölgenin, iklim ve çevre koşullarının, inanç ve yaşayış biçimlerinin sanat yapıtının ortaya çıkışındaki rolü büyüktür. Yüzyıllar boyu farklı kültürlerin oluşturdukları sanatlar (Avrupa, Osmanlı, Bizans, İslam sanatı gibi) sanat tarihçisinin uğraş alanı olmuştur. Sanat aynı zamanda insanlık tarihinin her döneminde var olan bir olgudur. Geçirilen evrimler, yaşama bakış, alt yapı, her dönemde sanata bakışı değiştirmiştir. Ancak değişmeyen bir şey varsa o da sanatın ağırlığı ve kolay olmadığıdır. Popüler kültür ve popüler sanat adı altında günümüzde çok basit, geçici şeyler sanat olarak verilmektedir. Kültür eksikliği nedeniyle ve basit yaşam tarzları ile bu moda kavram kolayca alınmakta ve kabul edilmektedir. Oysa sanat sezgi ve anlatımın birliğidir. Amaçsızdır sanat... Tek amaç adı üstünde sanattır, basitlik değil, popülerlik hiç değildir. Sanat yüzyıllar boyu toplumların gelişiminde de önemli rol oynamıştır. Bir toplumun dinlediği müzikle toplumsal alanda ne kadar gelişmiş olduğunu görebilir, anlayabilirsiniz. Sanat ile kültürün en önemli ilişkisi ise; bir sanat eserinin, o kültürün özelliklerini kuşaklar boyunca taşımasıdır. Yani sanat eseri kültürün devamlılığını sağlayan en önemli öğelerden birisidir. Yüce Atatürk’ün şu sözlerinden de sanat ve kültürün değeri çok iyi anlayabiliriz: “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.”

Ayvalık Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü tarafından hazırlanan programla sanat yelpazesini bu yıl da çok geniş tutan Ayvalık Belediyesi, müzikten edebiyata, söyleşiden resim ve fotoğraf sergilerine, tiyatrodan dans gösterimlerine, atölye çalışmalarından panellere kadar birçok etkinliği sanatseverlerin beğenisine sundu. Bu yılki etkinlerde farklı kültürlerin bulunduğu Altınova ve Küçükköy bölgeleri de ön plana çıkarıldı. Festivalin sunuculuğunu ise tarihçi, kamu yönetimi uzmanı ve hitabet eğitmeni Gökhan Bayram üstlendi. Son yıllarda Kuzey Ege’de önemli bir kültür ve sanat kenti olarak ismini duyuran Ayvalık’ın Belediye Başkanı Rahmi Gençer festivalin açılış konuşmasında, “Ayvalıklı hemşerilerimizin ve misafirlerimizin merakla beklediği özel günlere geldik. Bu yıl festival tarihlerini üç hafta daha öne aldık ve Ayvalık’ın hak ettiği bir programı hazırladık. Ayvalık zaten yüzyıllardır sanatçılara ilham kaynağı olmuş, aynı zamanda sanatçılar da kentimize çok şey katmıştır. Ayvalık’ın tanıtımında büyük rol oynayan ve katkı veren bu organizasyonları sürdürdüğümüz için de çok mutluyuz. Her yıl olduğu gibi bu yıl da program etkinliğinde bütün sanat dallarına yer vermeye çalıştık. Bizi yalnız bırakmayan sanatçılarımıza ve kültür emekçilerine tek tek teşekkür ediyorum. Heyecanlı ve gururluyuz. Sanatçılarımızı, Ayvalıklı sanatseverlerin yanı sıra değerli misafirlerimizle buluşturuyoruz. Gelin birlik ve beraberliğimizi sanatın ışığı altında kenetlenerek gösterelim” diyerek 13. Ayvalık Kültür Sanat Günleri’nin açılışını yaptı. Ayvalık’ta kültür, sanat, turizm ve tarih etkinlikleri Eylül ve Ekim aylarında da devam ediyor. Birincisi; 2016 yılında Ayvalık Hasat Günleri içinde yapılan Ayvalık Tatları etkinliği... Bu yıl bu etkinlik 29 Eylül-1 Ekim 2017 tarihlerinde Mübadele Günleri ile birlikte yapılacak. Yemek yarışmaları, resim sergileri ve sokak aktiviteleri olarak programlanan çalışmaların detayı önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşılacak. Ekim ayı içinde yapılacak bir diğer etkinlikse, Ayvalık Ticaret Odası ve Ayvalık Belediyesi işbirliğinde gerçekleştirilecek olan Ayvalık Zeytin Hasadı etkinliğidir. Bu yıl 13.'sü düzenlenecek bu etkinlik programında da paneller, söyleşiler, resim sergileri ve fuar etkinlikleri olacak. Eylül veya Ekim ayı içerisinde bir diğer etkinlik ise Ayvalık Belediyesi ev sahipliğinde yapılacak olan 25. Ayvalık Engelliler Şenliği’dir. Bu etkinlik bu yılla birlikte çeyrek yüzyıldan beri yapılan ve artık Ayvalık’la özdeşleşen ve kurumsallaşan bir etkinliktir. Böylesi etkinlikleri başlatan ve yaşatan kişi ve kurumlara bir kez daha teşekkür ediyoruz. Görüldüğü gibi Ayvalık turizm yanında artık bir kültür sanat kentidir. Bu organizasyonları yapmak, bütçelemek ve gerçekten güçlü sponsorlar bulmadan gerçekleştirmek oldukça zor bir iştir. Bu anlamda öncelikle bu organizasyonların hemen hemen hepsinde var olan Ayvalık Belediyesi’ni ve kültür-sanat yanlısı başkanı Sn. Rahmi Gençer’i bir kez daha kutlamak ve kendisine teşekkür etmek gerekir. İyi ki varsınız Başkanım... Bu yazıyı yazdığımda Ağustos ayının son haftasına yani Kurban Bayramı arefesine girmiş bulunuyoruz. Bir diğer deyişle yaz mevsiminin son haftası içindeyiz. Önümüzde hem Kurban Bayramı hem de uzun bir 10 günlük resmi bayram tatili var. Ayvalık’ta bu yaz turizm açısından çok iyimser veriler ve sonuçlar yaşamadık. Turistik işletmelerin ortalama doluluk oranları (bütün bir yaz dikkate alınırsa) %60’ı geçemedi. Bu uzun tatil başta turistik işletmeler olmak üzere tüm Ayvalık esnafı için önemli bir gelir kaynağı yaratacaktır. Bu noktada hem ürünü arz edenlere (yani Ayvalık halkına) hem de ürünü talep edenlere (Ayvalık’ta tatile gelenlere) uyarılarımız olacaktır. Turizm, disiplinler arası bir bilim dalıdır. Yani her önüne gelen her istediğini yapamaz. Yer sahiplerine yani Ayvalıklılara “Makul fiyat, güler yüzlü hizmet ve misafirperverlik turizmin en önemli üç kuralıdır” diyoruz. Yer yabancılarına da (yani Ayvalık’ta tatil yapanlara da) “Çevreyi temiz tutmak, destinasyonu hor kullanmamak ve mevcut kurallara uymak dikkate almanız gereken en önemli kriterlerdir” diyoruz. Sevdiklerinizle beraber kazasız-belasız, ağız tadında güzel günler diliyorum.

37


Önder Kaya araştırmacı, yazar ve öğretim görevlisi. Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun. Uzun yıllardan bu yana çeşitli özel okullarda tarih öğretmenliği yapıyor. Tarih alanında çok sayıda kitabı var. Ayrıca Hürriyet Tarih, Radikal İki, Şalom, 1453, Kültür, Gezgin, Toplumsal Tarih, Mostar, Paros gibi gazete ve dergilerde yayınlanmış yazıları bulunuyor. 2008 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Şehir Kitapları Ödülü’nü alan Kaya fırsat buldukça dergimize de katkıda bulunacak.

ADALAR DENİZİ SAHİLİNDE: AYVALIK KAZASI

A

yvalık hakkında Osmanlıca dergilerde kıyıda köşede kalmış bazı haber ve yazılara tesadüf etmek mümkündür. Kanaatimce belge değeri taşıyan bu yazıların Ayvalık üzerine okuma yapan kişilerin kullanımına sunulması son derece lüzumludur. Ben de bundan dolayı Sebilürreşad dergisinde Ömer Fuad isimli bir şahıs tarafından kaleme alınan bir yazıyı günümüz Türkçesine transkribe etmeyi düşündüm. Ne yazık ki yazarın kimliği hakkında bir bilgim yok. Kendisi Ayvalıklı mıdır? Ya da Ömer Fuad gerçek adımıdır bunu da bilemiyorum. Ancak yazıda Ayvalık hakkında ilgi çekici bilgiler var. Ayvalık’taki kilise sayısı, zeytinyağı fabrikaları, Rumların yaşamları hakkında bir takım ibareler bulunuyor. Yazıyı okuyanlar göreceklerdir ki Rumlara karşı ciddi bir öfke ve ön yargı hemen kendini belli ediyor. Yazının yayınlandığı dergiden de kısaca bahsetmekte fayda var. Her şeyden önce Sebilürreşad dergisi muhafazakâr bir süreli yayındır. Ancak kültür düzeyi yüksek kalemlerin dergi kadrosunda yer aldığını da hemen belirteyim. Bunlar arasında Mehmed Akif Ersoy, Ömer Rıza Doğrul, Tahirül Mevlevi, İsmail Hakkı İzmirli, Ebulula Mardin, M. Şemseddin Günaltay (ki bir dönem başbakanlık da yapacaktır) ilk akla gelen isimler. Dergi 1908’te evvela Sırat-ı Müstakim adıyla çıkar. 1912’de ise Sebilürreşad adını alır. Sahibi Eşref Edib Fergan’dır. Dergiye yukarıdaki yazarlar dışında İngiltere, Hindistan, Rusya, Japonya, Çin gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlardan da yazılar gelmektedir. Aynı şekilde burada olduğu gibi Anadolu’nun farklı bölgelerinden gelen ve Müslüman toplumları ilgilendirdiği düşünülen yazılar da yayınlanmaktadır. Dergi kendisini “İslam aleminin uyanması için çalışmayı en mukaddes görev olarak kabul eden” bir yayın organı olarak tanımlamaktadır. Aşağıdaki yazının bu bilgiler de göz önüne alınarak okunmasında fayda var. Anadolu özel muhabirimizden

Adalar denizi sahilinde: Ayvalık kazası

Sebilürreşad dergisi, 20 Cemaziyelevvel 1332/3 Nisan 1330 Çarşamba cilt: 12, sayı: 292 (16 Nisan 1914) yvalık, Anadolu’nun Adalar Denizi sahilinde İzmir’den sonra gelen en mühim belde olduğu gibi aynı zamanda Etnik-i Eterya Cemiyeti’nin Osmanlı ülkesindeki acente merkezidir. Yunanistan gazeteleriyle, Osmanlı ülkesinde yayınlanan Rum gazeteleri için burası bir hareket üssüdür. Zira bu gazetelerin haberleri için en verimli topraklar burasıdır. Bir Yunan şehri görmek isterseniz ta Atinalara kadar gitmenize gerek yok. Ayvalık kazası zaten onun küçük bir modelidir. Burayı ziyaret ederseniz bir Yunan kasabası görmüş olursunuz.

A

Kiliselerindeki dualar Atina’dan akis yapan sedalarla ufukları kaplıyor, mekteplerindeki çocuklar Averof zırhlısının pervanesinden çıkan nağmeler ile aynı tonda

38

Çevirim yazı: ÖNDER KAYA

şarkılar söylüyor. Genç palikaryaların başlarındaki şapkalar Yunan subay ve askerlerinin giydikleri şapkanın aynısıdır. Küçük palikaryaların şapkalarının ön tarafında çifte Yunan bayrakları arasında, “Zafer, Konstantinos, Venizelos, Averof” kelimeleri gözünüze girip durmaktadır. Matbuatları cayır cayır Yunanlılık düşüncesini neşredip durmaktadır. Muntazam bir gazeteleri vardır ki haftada üç defa yayınlanır. “Kiriks: Tellal” unvanlı bu gazetenin binlerce nüshası etrafa dağıtılmaktadır. Ayvalık’ta otuz beş bin Rum için on devasa kilise vardır. Bu devasa mabetlerin heybetli çanları hep birden çalınmaya başladığı zaman yedi bin haneye sıkışan otuz beş bin Rum’un kalpleri de birlikte atar. Bu kiliseler kasabaya, sahile hakim bütün noktaları tutmuşlardır. Bu kiliselerin altmış-yetmiş bin lira kadar bir parası vardır ki civardaki Müslümanların ellerinde bulunan zeytin mahsulünü ucuz ucuz, yok pahasına toplamak için tahsis olunmuştur. Bu para seneden seneye artmaktadır. Çünkü her Rum ölürken kiliseye bir miktar para vasiyetini ihmal etmez. Sonra her sene Ağustosun on beşinden yirmi dokuzuna kadar büyük bir panayır kurulur. Adalardan, Yunanistan’dan, Makedonya’dan binlerce Rum gelir. Kalabalık toplantılar yaparlar, nutuklar söylerler. Birçok fikirler getirir, birçok fikirler alırlar. Paralar toplanır, propagandalar yapılır. Ortalık alt-üst olur fakat kendilerinden başka hiç kimse sırlarına eremez. Dışarıdan gelenler görünüşte kiliseleri, hastaneleri ziyaret için geldiklerini söylerler fakat kiliselerde neler konuştukları, neler müzakere ettikleri hiç kimsece malum değildir. Mükemmel bir hastaneleri vardır ki kapıları Rumlar için her zaman açıktır. En uzman doktorlar hastalarının üzerine titrer. İlkokulları, ortaokulları, liseleri, hatta yüksekokulları binlerce palikaryalara ders vermekte böylece de kendilerine hayırlı nesiller yetiştirmektedirler! Öyle dehşetli metropolitleri vardır ki makamına oranla görkem ve debdebesi hayret vericidir. Bütün o binlerce halk metropolitin bir işaretine bakar. İngiliz, Fransız, Yunan konsoloshanelerinin bayrakları Adalar Denizi’nden esen rüzgârlara göre dalgalanıp durur. Yunanistan ile barışı takip eden günlerde Yunan konsolosunun Ayvalık’a gelişi pek gösterişli olmuştu: Konsolosun geliş haberi alınınca bütün Rumlar sahile dökülerek konsolosu karşılarlar, “Zito, zito” diye öperler, kucaklarlar. Sonra konsoloshane önünde büyük bir toplantı yapılır. Sevinçten herkes ağlar, bilhassa metropolit efendinin gözyaşları herkesi coşturur. Saatlerce büyük kilisede dualar yapılır. Konsoloshane önündeki tezahürata karşı konsolos


hazretleri de karşılık vererek: “Böyle çalışır, metanet eder, fedakarlıkta bulunursak o büyük emellerimizde de muvaffak olacağımız şüphesizdir!” der. Ayvalık’a girer girmez, ister istemez, “Acaba burası Osmanlı memleketi midir?” sorusunu kendi kendinize soruyorsunuz. Bir Müslüman görür görmez, “Niçin geldiniz? Ne istiyorsunuz?” diye yakanıza yapışırlar. Despot Efendi’nin izni ve onayı olmadıkça oturacak ev, kiralayacak hane bulamazsınız. Geçenlerde hükümet Ayvalık civarında bir miktar Rumeli muhacirini yerleştirmeye teşebbüs eder. Bunu haber alan Ayvalık Rumları birbirine girer. Derhal metropolit efendi tapu dairesine koşuyor. Ne görüşürse görüşüyor. Neticede tapu memuru Sotiraki Efendi’nin kendisine havale olunan evrak üzerine, “İskana uygun boş arazi yoktur” notunu derkenar olarak düşüyor ve iş halloluyor. Sonra İktisadi hayattaki faaliyetleri de dehşetlidir. Buharla çalışan yirmi iki zeytinyağı fabrikaları vardır. Bütün çevredeki İslam köylerinin zeytinlerini kontrolleri altına almışlardır. Osmanlı ülkesinde yasak ne kadar Yunan gazetesi varsa hepsi Midilli vasıtasıyla buraya getirilip elden ele dolaşmaktadır. Yalnız gazete değil daha birçok yasak eşya da kaçırılmaktadır. Sonra bir Yorgi Kaptan çıkar. Ali Efendi’yi dağa kaldırır, bin beş yüz lira kurtuluş fidyesi alır, bu paranın büyük kısmını Yunan donanmasına verir. Sonra bir Rum gazinoda birini öldürür. Sahilde bağlı bulunan sandala biner, karşıya Midilli’ye geçer. İşte burası böyle bir kazadır. Buna mukabil Osmanlıların bu kaza ile olan alakalarını da inşallah gelecek mektubumda arz ederim.

ÖNDER KAYA'NIN ÇOK SAYIDA KİTABI VAR. BAZILARI ŞUNLAR: • Osmanlı Dünyası • Cihan Payitahtı İstanbul • Avrupa Tarihi • Yitip Giden İstanbul • Cumhuriyetin Vitrin Şehri • Fatih’in Müjdelenen Şehri • Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar • Konstantin’in Kutsanmış Şehri • Anadolu’da Eyyubiler • Tarihin Gör Dediği • Yârim İstanbul

Ayvalık / Ömer Fuad

39


Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN

A

AYVALIK’IN MİTOLOJİK BİTKİLERİ/1 Egeli Kadın: Keçinin yediği her otu yerim!

yvalık mübadelenin başkenti... Ayvalık zeytinin başkenti... Ayvalık neo-klasik mimarinin başkenti... Ayvalık doğanın başkenti… Birçok net özelliği ve güzelliği olan Ayvalık bu değerlerine sahip çıkarak geleceğe bakmalı, tüm yatırımlarını bu değerleri bozmamaya yönelik şekillendirmelidir. Gelecek nesillere bu değerli varlıklarını aktarırken, yukarıda saymış olduğumuz özellikleriyle bağlantılı olarak bitki türlerinin mitolojik hikâyeleri de bulunmaktadır. Bir yazı dizisinde bu söylenceleri/mitosları sizlere aktarırken, ana kaynağımızın arkeolog Deniz Gezgin’in Sel Yayınları tarafından 2010 yılında basılan ‘Bitki Mitosları’ kitabı olduğunu belirtelim. Adaçayı: Diş otu, Altın ot, Meryemiye olarak da anılan adaçayının antiseptik özelliğini, kokusu ve şifasını insanoğlu 4 bin yıl önce keşfetmiştir. Romalıların Kutsal ot dediği adaçayı özel günlerde, özel kişilerce toplanır, Ortaçağda veba, kolera gibi ateşli salgın hastalıkların tedavisinde kullanılırdı. Adaçayını tıbbi amaçlı bahçesinde yetiştiren kişinin ölümsüz olduğuna inanılırdı. Latince adı kurtarmak anlamındaki salvare’den gelen adaçayı bilgelik ve koruyuculuğu temsil ettiği gibi Hz. Meryem’in de simgelerinden biridir. Ülkemizde doğada yaygın olarak bulunan adaçayını Ayvalık kahvehanelerinde çay (1) olarak tüketebilirsiniz. Söylencesi şöyledir: Askerler Kral Herod’un emriyle öldürmek amacıyla Hz. İsa ve Hz. Meryem’in peşine düşerler. Bitkilerin arasına gizlenmek isteyen Hz. İsa ve Hz. Meryem’i saklamayı sadece adaçayı kabul eder. Askerler onları görmeden geçip gidince kurtulurlar. Hz. Meryem de adaçayına, “Sen bundan sonra insanoğlu için en önemli çiçeksin, sana tüm hastalıkları iyileştirme gücü verilecektir” diye seslenir. İşte adaçayı o tarihten bugüne insanoğluna şifa dağıtmaktadır. Akanthus: Vaktin birinde herkesçe sevilen, çok güzel bir kız, yakalandığı amansız hastalığa boyun eğerek hayatını kaybeder. Dadısı genç kızı tüm eşyalarını doldurduğu bir sepetle birlikte gömer. Kısa bir süre sonra kızın mezarında akanthus bitkisi yeşerir ve tüm mezarı çevreler. Bu manzarayı gören dönemin yetenekli mimarı Kallimakhos yeni yaptırdığı bir binanın sütun başlıklarında akanthus yapraklarını süsleme amacıyla kullanmaya başlar… İşte hikâyesini aktarmış olduğumuz akanthus yani ayı pençesi motiflerine Ayvalık’ta birçok dini, kamusal ve özel bina süslemelerinde kullanılan korint ve kompozit sütun başlıklarında rastlamaktayız. Türkiye’de arkeoloji ve güzel sanatlar terminolojisinde (2) akanthus yapraklarıyla benzeşiminden dolayı kenger olarak da anılmaktadır. Yabani enginar, sakız otu olarak da bilinen kenger, Anadolu’da diş temizliğinde ve yemekleri yapılarak tüketilmektedir. Arapsaçı: Yabani rezene, sıralık olarak da anılan arapsaçı baskın anason kokusuyla ayırt edilen bir bitkidir. Tüm Ege

40

ve Akdeniz mutfağında kullanılan arapsaçı, Ayvalık’ta yalnız başına veya karışık ot yemeklerinde tüketilmektedir. Giritli komşularımız arapsaçıyla pişen kuzu eti yemeğini çok severler. Yunanca adı marata olan ve bildiğimiz maraton koşusuna adını veren bitkidir. Söylence şöyledir: MÖ 490 yılında Pers orduları Anadolu’dan Balkanlar’a geçer ve Atina’da yer alan Maraton Ovası’na gelirler. Antik dönemin yazarları bu ovanın arapsaçıyla kaplı olduğundan bu adı aldığını söylemektedir. Dönemin iki büyük ordusu burada çarpışır ve Persler ağır bir yenilgiye uğrar. Komutanlar bu sevinçli haberi hemen Atina’ya ulaştırmak için bir haberci yola çıkarırlar. Hiç durmadan koşarak haberi Atina’ya götüren haberci kente çok kısa bir mesafe kala yorgunluğa daha fazla dayanamaz ve düşüp ölür. Günümüzde yapılan maraton koşularının mesafesi 42 km 195 m’dir ve bu uzunluk ölen askerin koştuğu mesafedir… Asma (Üzüm): Tufana gemisiyle direnen Nuh peygambere ilk müjdeyi ağzında zeytin dalıyla bir güvercin verir. Gemisi karaya oturunca da Hz. Nuh gemideki hayvanları yiyecek bulmaları için dışarı salar. Gemiye geri dönen hayvanlar arasında yalnızca keçi garip davranışlar içinde, sağa-sola toslamaktadır. Hz. Nuh ertesi sabah hayvanları tekrar salınca keçinin peşine düşer. Sonunda görür ki keçi ağaçlara dolanmış olan bir asmanın meyvelerinden yemekte ve sonra neşelenip, sarhoş olmaktadır. Böylece Hz. Nuh şarabı keşfeden peygamber olur. Hikâye uzun, biz burada keselim ve Ayvalık için üzümün önemini kısaca bir kez daha anımsatalım. Kozak üzümü, mevsimi gelince halen pazarlarımızda tercih edilen leziz bir türdür. Bağyüzü köyü, adını köyün girişindeki üzüm bağlarından almaktadır. Osmanlı döneminde Ayvalık limanından ihraç edilen ürünler arasında kuru ve yaş üzüm, şarap kente önemli bir girdi sağlamaktaydı. Günümüzde Atataş mevkiinin arkasında Gömeç köylerinde kıraç ve yüksek tepeler teraslanarak çok güzel üzümler elde edilmektedir. Ayvalık köyleri bu çalışmaları örnek alabilir kanaatindeyiz. Üzüm ve asma dallarının mimaride bir süsleme aracı olarak Ayvalık dini yapılarında kullanıldığını gözlemliyoruz. Bir örnek vermemiz gerekirse; Çınarlı Cami’nin giriş kısmındaki kubbelerde resim olarak, ikonaların bulunduğu İkonastatis bölümündeyse alçıdan kabartmalar olarak kullanılmaktadır. Ayva: Ayvalık’ın adının nereden geldiği konusunda birçok söylence var. Bu söylencelerin en makbulüne göre ise bir zamanlar Ayvalık’ta bol miktarda yabani ayva bulunuyordu. Ayva’nın mitolojik söylencesi ise şöyle: Keos adasında yaşayan yakışıklı genç Akontios, Delos’da düzenlenen Artemis şenliklerine katılmaya karar verir. Yolda Atina’nın soylu ailelerinden birinin kızı olan Kydippe’ye rastlar. Görürgörmez kıza aşık olur. Soylu olmadığı için kızın kendisine verilmeyeceğini bilen Akontios, bir ayva alıp üstüne şu yazıyı


kazır: “Artemis Tapınağı üzerine ant içiyorum ki ben Akontios’a varacağım!” Törenler gerçekleşirken ayvayı kızın önüne atıverir. Kydippe herkesin içinde ayvayı eline alıp yüksek sesle yazılanı okur ve ayvayı fırlatıp atar ama yemini yemin sayılır. Atina’ya döndükten sonra babası kızını üç kez nişanlar. Ama tanrıça Artemis hep araya girer ve kızı hastalandırarak evlenmesine engel olur. Biliciler en sonunda Akontios’un oyununu söyleyince Kydippe onunla evlenmek zorunda kalır. Bu hikâye bana nedense ‘ayvayı yemek’ deyimini hatırlattı! Biberiye: Bazı zeytinyağı firmaları nefaset katsın diye biberiye dallarını yağa katar. Yine Ayvalık mutfağında özellikle balık ve et yemeklerine lezzet katsın diye kullanılır. Eski çağlardan beri bilinen yararı ise zihni açtığı ve hafızayı güçlendirdiğidir. Biberiye, eski mitolojik kaynaklarda, sadakatin simgesi olarak kabul edilmektedir. Antikçağ düğünlerinde ve törenlerinde sembolik olarak kullanılmıştır. Felsefe öğrencileri ise biberiye dallarından yapmış oldukları taçları ve kolyeleri taşıyarak zihinlerini diri tutmaya çalışırlarmış. Latince adı rosmarinus’un Türkçesi ‘denizin çiğ damlası’ anlamına gelmektedir. Bunun uğur anlamına geldiğini düşünen hemen her toplum, kapılarının önlerine biberiye ağacı dikmektedir. (Eski site çalışanımız Hasan Abi, Salihler köyündeki bahçesinden getirip bizim bahçemize biberiye ağaçları dikmişti, tıpkı kendi köyündeki gibi kapı önlerine…) Çam Ağacı: Ayvalık Tabiat Parkı'nda Ağustos ayında çıkan yangınla büyük bir çamlık alan maalesef kül oldu. Oysa mübadele sonrası bu topraklara yerleşen büyüklerimizin ilk işlerinden biri de adeta Yeşil Ayvalık yaratmak olmuştur. 1923 yılında kel ve makilik olan Ayvalık sırtlarını fıstık çamlarıyla donatmışlar… Belki başka bir yazımızda bu münevver (3) kişilerin adlarını bir kez daha anma fırsatını buluruz diyelim ve çam ağacının birçok mitolojik söylencesinden birini aktaralım: Türklere öncülük ederek onları Asya’dan Anadolu’ya getiren bozkurt (Asena) ulu bir çam ağacının gölgesinde Tanrı’ya bırakılan bir bebeği sütüyle beslemiştir. Çam ağacı Tanrı’nın sıfatlarını sembolize etmekte ve tıpkı Tanrı gibi kendisine sığınanı kollamakta ve beslemektedir. Türk kavimleri için çam ağacı kutsaldır. Bu yüzden çam ağacının altında uygulanan birçok ritüelleri vardır. Karaçam ve kızılçam erkeği temsil ederken, fıstık çamı kadını temsil etmektedir. Balıkesir’de Avşarlar, karşısındaki hemşerisinin mezhebini öğrenmek için “Çam mısın, çınar mısın?” diye sorar… Latincesi Pinus Pinea olan fıstık çamı Madra dağı eteklerinde ve özellikle Kozak’ta tarımı yapılan ağaçtır. Asklepios Bergamalı Tıp Tanrısı olup, hekimlerin piridir. Onun sembollerinden biri de çam kozalağıdır. Acaba Bergama’nın uydu kentçiklerinden biri olan ve özellikle yaz aylarında gidilen Perperene’nin (4) etrafının fıstık çamlarıyla dolu olması tesadüf mü?

Çınarlı Cami İkonastatis Bölümü Çınar veya Asma Motifleri

Çınarlı Cami İkonastatis Bölümü Asma Motifleri

Dipnotlar: 1. www.adacayi.gen.tr adresinden bitkinin çok çeşitli tüketim şekillerini öğrenebilirsiniz. 2. Doç. Dr. Yıldız Demiriz’in ‘ACANTHUS; Türkiye’nin arkeoloji ve sanat tarihi terminolojisine yanlış adla girmiş bir bitki motifi’ isimli makalesinde Akanthus ve Kenger arasında farklar aktarılmaktadır. 3. Münevver: Aydın, aydınlatılmış, öncü kişi anlamındadır. 4. Perperene antik kenti hakkında bilgi ve fotoğraflar için www. arkeodenemeler.blogspot.com.tr adresinden yararlanabilirsiniz.

Çınarlı Cami Sütunbaşı Akanthus Motifleri

41


Ayvalık Belediyesi’nin düzenlediği Ahmet Yorulmaz Fotoğraf Yarışması’nda ikinci olan Keysun Çetinkaya, Ayvalıklı sanatseverlerin tanıdığı bir isim… Çetinkaya, Ankara doğumlu. Çocukluk yılları da, üniversite yılları da Ankara’da geçmiş. ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü mezunu. Uzun yıllar Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmış. Oğlu, İstanbul’daki bir üniversiteyi kazanınca onunla birlikte İstanbul’a yerleşmiş. Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi ekibinde yer almış. Orada sekiz yıl çalıştıktan sonra Ayvalık’a yerleşmiş

S

AYVALIK BİR FOTOĞRAFÇIYA ÇOK FARKLI İMKÂNLAR SUNUYOR SERKAN KİBAR

ayın Keysun Çetinkaya, ilk olarak Ayvalık’la bağlantınızı öğrenebilir miyiz?

-Ben Lise yıllarımda ailemle birlikte her yazı Cunda adasında, Dersal Sitesi’nde geçirdim. Ayvalık’la tanışmam Cunda ile oldu. Annemi ve babamı trafik kazasında kaybettim. O yazlığı artık erkek kardeşim kullanmaya başladı. Hâlâ oraya geliyorlar. Benim de orada birçok dostum, arkadaşım var. On yıl kadar önce en büyük ablam Ayvalık’a yerleşti. O ikinci bağlantım oldu; sık sık yanına gelmeye başladım. Ayvalık’ın doğasını, tarihi ve geleneksel dokusunu çok seviyordum. Ayvalık’taki sakin ve huzurlu yaşam bana çok cazip gelmeye başladı. Ablamı ziyaretlerim sırasında kiralık evlere bakıyordum. Sonunda, geçtiğimiz Kasım ayında Ayvalık’a yerleştim. Çamlık-Sefa’da oturuyorum. Ayvalık’taki yaşamınızdan hoşnutsunuz yani... -Çalışma hayatımın son yıllarında büyük şehri bırakıp, daha küçük, deniz kenarı bir kente taşınma isteğim çok fazlaydı. Çocukluğumdan beri bildiğim ve sevdiğim, Ayvalık’ı tercih ettim. Ayvalık son on yılda çok gelişti ve değişti. Kültürel ve sanatsal faaliyetler çok zenginleşti; kafeler, barlar açıldı. Ayrıca; diyalog kurabileceğiniz, kafanıza, dünya görüşünüze uygun çok sayıda yaşayan var Ayvalık’ta. Açıkçası, çevre edinmekte hiç zorlanmadım. İklim de çok elverişli. Ne çok soğuk ne de çok sıcak. Her mevsim ayrı güzel bence... Fotoğrafa ilginiz ne zaman başladı? -Yaklaşık on yıldır fotoğraf sanatıyla ilgiliyim diyebilirim. İstanbul’da yaşarken Anadolu yakasından Avrupa yakasına her gün vapurla geçiyordum. Vapurda sabahın ilk ışıklarını cep telefonuyla çekiyordum. Fotoğrafa merakım bu şekilde başladı. Arkadaşlarım fotoğraflarımı ciddi bir beğeniyle karşılayıp, “Kendine bir fotoğraf makinesi alsana!” diye önerilerde bulununca devamlı

42

yanımda taşıyabileceğim, anlık fotoğraf çekebileceğim bir makine edindim. Ama hiçbir zaman çok profesyonel bir fotoğrafçı olayım, para kazanayım diye bir düşünce taşımadım. Ne katı kurallarım oldu, ne de özel bir eğitim aldım. Tamamen zevkle yaptığım bir şey fotoğraf çekmek... Hâlâ öyle devam ediyor. Beğenildikçe ve facebook paylaşımlarım ilgi gördükçe daha çok keyif almaya başladım. Sergi açtınız mı?

-Ayvalık’ta yaşayan bir arkadaşımın babası ressam... “Gel beraber sergi açalım!” diyerek beni hem mutlu hem de motive etti. Ben de, “Tamam!” dedim. Böylece, Sayın Naim Pelivan ile birlikte 'Doğa ve Yaşam" konulu sergiyi 2016 yılı Nisan ayında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Eğitim Evi’nde açtık. Bu benim ilk sergimdi. FOTOĞRAF İÇİNDE BİR HİKÂYE BARINDIRIYORSA VEYA ÖZGÜN BİR OBJE YAKALAMIŞSA O ZAMAN DEĞER KAZANIR Ayvalık bir fotoğrafçı olarak size neler sunuyor? -Çok fazla imkân sunuyor... Bir kere Ayvalık gerçekten çok özel bir doğaya sahip. Aynı zamanda tarihi dokusu çok farklı... Geleneksel sokakları, özgün evleri var. Günbatımı her gün bir başka güzel... Dahası Ayvalık’ta insan çeşitliliği de şaşılacak kadar zengin. Bütün bunları yakaladığınızda, tatmin edici hatta etkileyici fotoğraflar çekmeniz kolaylaşıyor. Ahmet Yorulmaz anısına düzenlenen fotoğraf yarışmasında ikinci oldunuz. Yarışmaya ilişkin görüşlerinizi alabilir miyiz? -Fotoğraf yarışmasına Ayvalık Tabiat Platformu’ndan arkadaşım olan ve benim fotoğraflarımı yakından bilen Şükrü Kaygısız vasıtasıyla katıldım. Derece almayı beklemiyordum. İkinci olunca çok şaşırdım diyebilirim. Yarışma sonrası açılan sergiyi gezdim. Birbirinden değerli çalışmalar vardı. Yeri gelmişken emeği geçenlere


EYLÜL 2017 YIL: 4 SAYI: 37 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi teşekkür ediyorum. Geleneksel hale getirileceğini öğrenince sevindim. Ayvalık için çok önemli bir organizasyon çünkü... Geçmişte de ödül aldınız mı ya da hangi organizasyonlarda bulundunuz? -Google’da Ayvalık dahil gezdiğim yerlerin fotoğrafları var. Yer bildirimi yapılan birçok sitede de fotoğraflarım mevcut. Bugüne kadar yarışmalara, organizasyonlara katılayım; ödül alayım diye bir kaygım olmadı. Ahmet Yorulmaz anısına düzenlenen yarışma katıldığım ilk yarışmaydı. Fotoğrafla ilgili ileriye dönük projeleriniz var mı? -“Daha profesyonelleş!” diyen arkadaşlarım var. Ancak henüz böyle bir planım yok. Fotoğraf çekmeye devam ediyorum. Zaman ne gösterir, bilemem... Sizce, fotoğraf nasıl ve ne zaman sanat olur? -Fotoğrafın sanat olması için insanları etkilemesi, estetik üstünlük ve duygu taşıması gerektiğini düşünüyorum. Fotoğraf içinde bir hikâye barındırıyorsa veya özgün bir obje yakalamışsa o zaman değer kazanır. Duygusal derinlik de olmalı elbette... Bir de teknik

birikim konusu var. İşin tekniğini özümsemek şart...

GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni

Fotoğrafçılık pahalı bir uğraş mı peki?

BÜLENT ŞENTAY

-Bence değil... Daha doğrusu, fotoğrafçılıkta işin maddi boyutunu amaç belirler. Bu işi profesyonel anlamda yapıyorsanız pahalı olabilir. Örneğin, National Geographic’te çalışıyorsanız kaçınılmaz olarak değerli makineler almanız gerekir. Ama sosyal medya, magazin için düşünüyorsanız o kadar pahalısı şart değil.

Yayın Koordinatörü

Fotoğraf çekmek isteyenlere önerileriniz nedir? -Her fotoğrafçının amacı doğal ve etkileyici fotoğraflar çekmektir. İnsan hangi işi yapıyor olursa olsun severek, hakkını vererek yaparsa başarılı olur. Bir başka deyişle söylersem, zevk alarak, hissederek çekilen fotoğraflar farklı oluyor. Az önce önemini vurguladığım teknik birikime sahipseniz başarılı olmamanız için bir neden yok. Tekniği her yerde öğrenmek mümkün. Kursa gidebilir ya da iyi bir fotoğrafçıdan destek alabilirsiniz. Asıl önemli ve gerekli olan içten gelerek çekmek, deklanşöre keyif duyarak basmak. Ben öyle yapıyorum...

GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ ZEYNEP KAZANCIGİL ÖNDER KAYA HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sit. 5. Cad. No.69 Bağcılar / İstanbul Tel. 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com sertifika no: 29195 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.

43


A

AYVALIK İŞGAL EDİLDİĞİ GÜN KURTARILMIŞTI...

ğustos ayı tarihçiler tarafından haklı olarak ‘Zaferler ayı’ diye nitelendirilir. Gerçekten de, Malazgirt’ten Büyük Taarruz’a uzanan bir zaman diliminde Ağustos ayı unutulmaz zaferlerle doludur. Büyük Taarruz’un hemen ardından gelen Eylül ayı da biz Ayvalıklılar için neredeyse Ağustos ayı kadar önemlidir ve gerçekten özel bir anlam taşır. Çünkü, Ayvalık üç yıldan uzun bir süre düşman çizmeleri altında kaldıktan sonra, Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasının ardından 15 Eylül 1922’de yeniden özgürlüğüne kavuşmuştur. 15 Eylül Ayvalık’ın gurur günüdür.

İşgal yılları her bakımdan olağanüstü bir süreçti... 29 Mayıs 1919 günü düşman kuvvetleri Ayvalık’a çıkarma yaptı ve her tarafı büyük bir hüzün kapladı, dayanılması güç acılar yaşandı. Ancak Ali Çetinkaya önderliğindeki 172.

Alay’ın kahramanca direnişine Küçükköy’den, Altınova’dan, Murateli’nden, Bağyüzü’nden ve diğer köylerimizden katılan milis kuvvetlerinin yiğitliği de eklendi ve ilk ‘askeri kurşun’ Ayvalık’ımızda atıldı. Bu gurur Ayvalıklılar için çok ama çok büyük bir sevinç kaynağıdır. Dünya durdukça bu ‘müstesna’ günü kutlamak, bugünle övünmek Ayvalıklıların hakkıdır. 1959 yılının 15 Eylül günü çekilen yukarıdaki fotoğrafta Gazi İlkokulu öğrencilerini görüyoruz. En öndeki beyaz elbiseli/beyaz kurdeleli kız çocuğu Nimet Zorlu... Yanında, soyadlarını hatırlayamadığı arkadaşları Melahat, Lale, Emine, Ayşe, Fatma ve bir Fatma daha... Bağımsız bir ülkenin özgür bireyleri olarak kentlerinin kurtuluşunu kutluyorlar.

(Fotoğraf için gazeteci arkadaşımız Nilgün Kaya’ya teşekkür ederiz.)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.