• EVDE SAĞLIK VE EVDE BAKIM • SOSYAL HİZMET MERKEZİ • AŞEVİ • AYBEGEM • HOŞ GELDİN BEBEK • GENÇLİK MERKEZİ • ZEYTİN ÇEKİRDEKLERİ • PAŞALİMANI • SARI ZEYBEK TESİSLERİ
Ata’mıza, şehitlerimize ve gazilerimize vefa borcumuz var
AYVALIK KURTULUŞ SEVİNCİNİ 95. YILDA DA HEP BİRLİKTE VE İLK GÜNKÜ HEYECANLA YAŞADI
A
Gençer şöyle dedi: “9 Eylül 1922’de İzmir ve 15 yvalık’ın düşman işgalinden kurtuluşunun Eylül’de de Ayvalık düşman işgalinden 95. yıldönümü Cumhuriyet kurtuldu. Bugün bu önemli günü Meydanı’nda, Atatürk anıtının anıyor ve kutluyoruz. Zaferden önünde kutlandı. Ayvalık’ın Kurtuluş Savaşı’nın sonra Büyük Atatürk laik Türkiye göreve yeni atanan Kaymakamı zaferle sonuçlanmasının Cumhuriyeti’ni kurdu ve Gökhan Görgülüarslan’ın da kalkınmayı başlattı. Devrimler katıldığı törende öğrenciler ardından Büyük Atatürk laik birbirini izledi. Bu arada şiirler okudu, geleneksel Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu demiryollarını yabancılardan halk oyunlarından örnekler ve kalkınmayı başlattı. Devrimler satın aldı. Uçak fabrikası sunuldu. Belediye Bandosu birbirini izledi. Bu arada demiryollarını kurdu. Belçika’ya bile eşliğinde geçiş yapan ve çok yabancılardan satın aldı. Uçak fabrikası uçak ihraç ettik. Denizaltı sayıda esnafın yer aldığı yapmaya başladık. Bankalar araç konvoyu yüzlerce kurdu. Belçika’ya bile uçak ihraç ettik. kuruldu. Yollar yapıldı. Ayvalıklı tarafından ilgiyle ve Denizaltı yapmaya başladık. Sümerbank faaliyete geçti. alkışlarla izlendi. Bankalar kuruldu. Yollar yapıldı. Kısacası, dışarıdan satın Belediye Başkanı Rahmi Sümerbank faaliyete geçti. aldığımız her şeyi ülkemizde Gençer törende bir konuşma üretmeye başladık. Bir yandan Kısacası, dışarıdan satın yaptı. İzmir’in işgalinin hemen da kapitülasyonlar nedeniyle aldığımız her şeyi ülkemizde ardından Ayvalık’ın da işgal Osmanlı’dan miras kalan borçlar üretmeye başladık. edildiğini hatırlatan Gençer, ödendi. Üstelik bütün bunlar sadece Anadolu’da yaşayan herkesin, etnik on yıl içinde başarıldı. Gençlerimize kökeni ne olursa olsun, Mustafa Kemal bu gerçekleri mutlaka anlatmalı ve Atatürk’ün arkasında kenetlendiğini belirtti. öğretmeliyiz.”
2
Birlik ve beraberliğimizi koruduğumuz sürece üstesinden gelemeyeceğimiz sorun yok
A
ALTINOVA’NIN KURTULUŞU YÜKSEK BİR KATILIMLA KUTLANDI
ltınova’nın düşman işgalinden kurtuluşu bu yıl daha kapsamlı kutlandı, Cumhuriyet Meydanı’ndaki törene katılım yüksek oldu. Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Garnizon Komutanı Fevzi Koruyucu, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, gaziler, şehit aileleri ve çok sayıda Altınovalı kurtuluşun mutluluğunu paylaştı. Folklor gösterisinin ardından Ayvalık Belediyesi araçları ve vatandaşlar tarafından araç konvoyu oluşturuldu. Konvoy, bando takımı eşliğinde halkı selamladı.
Belediye Başkanı Rahmi Gençer törende yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, 30 Ağustos 1922’de, ‘İlk hedefimiz Akdeniz’dir’ diyerek Afyon’dan başlattığı hareketten 15 gün sonra Altınova’ya gelindi. Yani, Türk ulusunun İstiklal Savaşı’yla bağımsızlığını kazanmasının hemen ardından Altınova da düşmandan kurtarıldı. Bizlere bugünleri hazırlayan ve bağımsız bir ülkede özgürlük içinde yaşamamızı sağlayan kahramanlarımızı, şehitlerimizi, gazilerimizi defalarca minnetle anmamız gerekiyor.
Onlar cesaretleriyle, akıttıkları kanlarıyla, alın terleriyle bize bu güzel ülkeyi armağan ettiler. Bunu unutmayacağız. Sadece böyle kurtuluş günlerinde değil, her zaman sevgiyle, saygıyla, minnetle hatırlayacağız. Birlik ve beraberliğimizi koruduğumuz sürece üstesinden gelemeyeceğimiz sorun yok. Atatürk Cumhuriyeti’nden, demokratik, laik, hukuk devleti Türkiye yolundan asla sapmayacağız. Kurtuluş günlerimizi bayram havasında kutlamaya, bir arada coşku ve sevgiyle yaşamaya devam edeceğiz.”
3
25 yıldır kentimizde düzenlenen Türkiye’nin tek Engelliler Şenliği’nde yine renkli görüntüler oluştu
A
AYVALIK 1600 ENGELLİYİ AĞIRLADI
ile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu ve Ayvalık Belediyesi işbirliğiyle düzenlenen, Türkiye’nin tek Engelliler Şenliği’nin 25.’si, ülkemizin dört bir yanından gelen engelliler ve ailelerinin katılımıyla gerçekleştirildi. Renkli görüntülere sahne olan şenlikte, engellilerin yaşadıkları sorunlar ve çözüm önerileri de dile getirildi. Açılışta konuşan Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Genel Başkanı Yusuf Çelebi, engellilerin bütün sektörlerde kendilerini kanıtladıklarına dikkat çekti ve bundan böyle vali, kaymakam, belediye başkanı, genel müdür konumundaki işlerde de var olmaları gerektiğini söyledi. Belediye Başkanı Rahmi Gençer de yaptığı konuşmada engelliler ve aileleriyle bir kez daha bir arada olmaktan duyduğu mutluluğu belirtti. Gençer, “Her yıl Ayvalık’ta halkımızla birlikte kucak açtığımız engelli konuklarımız,
buradan öylesine güçlü bağlarla ayrılıyorlar ki, gelecek yıl düzenleyeceğimiz şenlikler için takvim yapraklarını hızlı hızlı kopararak adeta gün sayıyorlar” dedi. Ayvalık Belediyesi olarak ilçede gelenekselleşen şenliklere her zaman destek vereceklerini ve engellileri Ayvalık’ta buluşturmayı sürdüreceklerini belirten Gençer, 25 yıldan bu yana şenliklerin gerçekleşmesinde emeği geçen herkese teşekkür etti. Konuşmaların ardından engelli gençler dans gösterileri sundu, halk oyunları sergiledi. Ayvalık Engelliler Şenliği’nin açılış etkinliği olarak düzenlenen geleneksel engelliler korteji ise her yıl olduğu gibi izleyenler tarafından alkışlarla karşılandı. Şenliğin, Belediye Başkan Yardımcısı Gökay Bacan’ın da katıldığı kapanış gecesinde ise, Sarımsaklı’daki Maliye Kampı’nda geleneksel kamp ateşi yakıldı. Engelliler aileleriyle birlikte şarkılar ve türküler söyledi, dans etti.
RAHMİ GENÇER: "Her yıl Ayvalık’ta halkımızla birlikte kucak açtığımız engelli konuklarımız, buradan öylesine güçlü bağlarla ayrılıyorlar ki, gelecek yıl düzenleyeceğimiz şenlikler için takvim yapraklarını hızlı hızlı kopararak adeta gün sayıyorlar."
4
Onlar özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı ve bölünmez bütünlüğümüzü simgeliyor
GAZİLER GÜNÜ KUTLANDI
Şöhretler Turnuvası kupaları da verildi
M
ustafa Kemal Atatürk’e, TBMM tarafından ‘Gazilik’ unvanı verilmesinin 96. yıldönümü Ayvalık’ta da bir kez daha ‘Gaziler Günü’ olarak kutlandı. Cumhuriyet Meydanı’ndaki törene Kaymakam Vekili Hüseyin Öner, Garnizon Komutanı Albay Fevzi Koyuncu, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Gaziler ve Şehit Aileleri Kültür ve Dayanışma Vakfı Ayvalık Şube Başkanı Hüseyin Köksal ile şehit ve gazi yakınları katıldı. Hüseyin Köksal yaptığı konuşmada kahraman gazilerin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve tek Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün temsilcileri olduğunu söyledi. Görüşlerini belirten Rahmi Gençer de, “Özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın ve bölünmez bütünlüğümüzün simgesi gazilerimize şükran ve minnetlerimi sunuyor, kendilerini saygıyla selamlıyorum” dedi.
A
SPOR KULÜBÜ TEMSİLCİLERİ RAHMİ GENÇER’İ ZİYARET ETTİ
yvalık’ta faaliyet gösteren ve bir süre önce bir araya gelerek ortak hareket etme kararı alan dokuz amatör futbol kulübünün başkanları Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret ederek, birliktelik kararlarını ve ortak projelerini paylaştı. Kulüp başkanlarını tek tek dinleyen Gençer, birlikte hareket etmenin önemini vurguladı ve “Kulüplerimizde yetişen bütün çocuklar bizim çocuklarımız. Ben elimden geldiği kadar destek veriyor ve yardımcı oluyorum. Her ay yapacağınız toplantılarda da sizlerle beraber olmaya hazırım” dedi. Görüşme sırasında Rahmi Gençer, Ayvalık Belediyesi’nin düzenlediği Şöhretler Turnuvası’nda finale kalan Altınovaspor, Ayvalıkgücü Belediyespor ve Hamdibeykayaspor’a kupalarını verdi. Bilindiği gibi, turnuvanın ilk dört takımı olan Yenimahallespor, Armutçuk Gençlikspor, Barbarossefaspor ve Küçükköyspor kupalarını daha önce almıştı.
Altınovaspor, Ayvalıkgücü Belediyespor ve Hamdibeykayaspor da kupalarına kavuştu 5
Önümüzdeki turizm sezonuna yetiştirilmesi planlanıyor
B
ALİBEY ADASI KIYI BANDI KENTSEL TASARIM PROJESİ TANITILDI
elediye Başkanı Rahmi Gençer düzenlediği bir toplantıyla, Alibey adası esnafına ve sivil toplum örgütü temsilcilerine ‘Alibey Adası Kıyı Bandı Kentsel Tasarım Projesi’ hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Projeyi, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na göndereceklerini
6
ve Ayvalık turizminin gelişmesi için el birliğiyle çalışmaya devam edeceklerini belirten Gençer, toplantıya katılanların görüşlerini aldı, sorularını yanıtladı. Önümüzdeki turizm sezonuna yetiştirilmesi planlanan projenin Alibey adasına yepyeni bir görünüm kazandırması bekleniyor.
Çağdaş, laik ve bilimin ışığında bir eğitim yılı diledi
RAHMİ GENÇER İLKÖĞRETİM HAFTASI KUTLAMALARINA KATILDI
Ayvalık’ın kırmızı mercanlarının ve diğer su altı zenginliklerinin korunması amacıyla harekete geçildi
DENİZ TERK EDİLMİŞ AV ARAÇLARINDAN TEMİZLENİYOR
T
2
016-2017 eğitim yılının başlaması nedeniyle farklı etkinlikler düzenlendi. Cumhuriyet Meydanı’ndaki törenden sonra Altınova Atatürk İlkokulu’na geçildi. Milli Eğitim Müdürü Güner Bahadır burada yaptığı konuşmada, Belediye başkanı Rahmi Gençer’e eğitim ve öğretime sağladığı katkılardan dolayı teşekkür etti. Gençer de, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda “2017-2018 eğitim-öğretim döneminin başladığı bugün, tüm öğretmen ve öğrencilerimizin heyecanını yürekten paylaşıyorum. Çocuklarımızın eğitimlerinin yanı sıra sosyal alanda da gelişmeleri için, her zaman olduğu gibi, üzerimize düşen ne görev varsa yapmaya hazırız. Öğretmen ve öğrencilerimize çağdaş, laik ve bilimin ışığında bir eğitim yılı diliyorum” dedi.
arım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın ‘Denizlerin terk edilmiş av araçlarından temizlenmesi’ projesi kapsamında Ayvalık’ta da çalışmalara başlandı. Bu bağlamda, Balıkesir ve Ayvalık’tan konuyla ilgili yetkililer Vali Ersin Yazıcı ile birlikte Alibey adasından tekneyle Karaada’ya giderek balıkçılarla görüştü. Heyet üyeleri, balıkçılardan doğanın korunması ve gelecek kuşakların daha sağlıklı bir ortamda yaşayabilmeleri için ağlarını denize bırakmamalarını istedi. Belediye Başkanı Rahmi Gençer de, denize bırakılan ya da unutulan ağların doğaya çok yönlü zararlar verdiğini, balıkların yuvalanmasına ve yaşamlarını sürdürmelerine engel oluşturduğunu söyledi. Gençer şöyle dedi: “Ayvalık’ımız su altı yaşamı açısından çok özel, çok zengin bir bölge. Yaşayan bir su altı dünyamız var. Özellikle kırmızı mercanlarımız neredeyse benzersiz ve bu bizim için çok önemli. Bu proje ile denizlerimizi temizleyen bakanlığımıza ve İlçe Tarım Müdürlüğü ekiplerimize teşekkür ediyorum. Son çalışmaları yerinde izledik, devamını da bekliyoruz.”
7
YOL YAPIM ÇALIŞMALARI 5 AYRI EKİPLE DEVAM EDİYOR 150 EVLERPEHLİVANOĞLU MARKET ÇEVRESİ TAMAMLANDI
A
yvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü 150 Evler ve Aliçetinkaya’da ikişer, şehir merkezinde ise bir ekiple yol yapım faaliyetlerini aralıksız sürdürüyor. Kentteki tüm sokak ve caddelerin bakımının belli bir program kapsamında ve mümkün olan en hızlı şekilde yapılacağını belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer çalışmaları yakından takip ediyor.
SAKARYA İLKOKULU VE HÜSNÜ UĞURAL STADYUMU ÇEVRE YOLLARI YENİLENDİ
S
akarya İlkokulu ve Hüsnü Uğural Stadı çevresinde de yollar Ayvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü tarafından yenilendi. Böylece, uzun yıllardır yaşanan yol sorunu çözüme kavuştu. Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in yerinde incelediği çalışmalarda ayrıca bölgede çevre düzenlemesi ve ağaçlandırma yapıldı.
AYVALIK’IN DÖRT BİR YANINDAKİ YAĞMUR SUYU KANALLARI TEMİZLENİYOR
İ
şbirliği içinde görev yapan Ayvalık Belediyesi Fen İşleri ve Temizlik İşleri müdürlükleri yağmur suyu kanallarının açılması çalışmalarına hız verildi. Çalışmaları denetleyen Belediye Başkanı Rahmi Gençer, geçtiğimiz Kasım ayında Ayvalık’ta 36 saat içinde metrekareye 270 kilogram yağış düştüğünü hatırlattı ve iklim değişiklikleri nedeniyle kısa süreli şiddetli yağışların arttığını belirtti. Gençer, “Yıllık yağış miktarımızın yarısı bir buçuk günde gerçekleşti. Acil müdahalelerle ve ekiplerimizin üstün gayretleriyle hasarı en aza indirmeyi başardık. Önümüzdeki kış mevsimi için önlemlerimizi şimdiden alıyoruz. Ekiplerimiz şehir merkezinden sonra Altınova, Küçükköy ve Alibey adasında çalışacak. Ardından kırsal mahallelerimize geçeceğiz. Bu hizmetimiz, hiç ara verilmeden bir ay sürecek” dedi.
8
Çalışmalarla eş zamanlı olarak gereken yerlerde yeni kaldırımlar yapılıyor, mevcutlar onarılıyor, çevre düzenlemesi uygulanıyor
Y
AYVALIK BELEDİYESİ 2 AYDA 30 KİLOMETRE SICAK ASFALT DÖKECEK
az sezonunun sona ermesiyle birlikte yol yapım hizmetlerine hız veren Ayvalık Belediyesi, Altınova sahil yolunda eski asfaltın sökülmesinin ardından sıcak asfalt dökme çalışmalarına başladı. Parke döşeme çalışmaları da aralıksız sürüyor. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Meclis üyeleri Ahmet Erkal, İbrahim Mühürdaroğlu ve Fen İşleri Müdürü Umut Akçay’la Altınova’ya giderek incelemelerde bulundu.
Gençer tarafından bizzat hazırlanan program çerçevesinde, Altınova Sahil Mevkii, Ayvalık İtfaiye Hizmet Binası ve Sahilkent Mahallesi’nde asfaltlama çalışmaları yapılacak ve ayrıca kaldırımlar düzenlenecek. Bu arada, Batı Büfe dolmuş güzergâhından Armutçuk son durağa kadar eski granit taşlar sökülerek yerine sıcak asfalt
dökülecek.
Bütünüyle Ayvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nün kendi imkânlarıyla yürütülen çalışmalar Sebahat-Cihan Şişman Güzel Sanatlar Lisesi ana yolunu, Gönül Yolu Köprüsü ile Cunda ilk boğaz köprüsü (Lale Adası) arasını, Küçükköy çöplük yolunu, Şeytan Sofrası yolunu, Küçükköy Köprübaş Mevkii Sarıkaya çöplük yolunu ve Altınova şehir içi çırçır fabrikası çevresini de kapsıyor. Buralarda da gereken yerlerde kaldırım oluşturulacak ve mevcut kaldırımlar yenilenecek. Yaklaşık bir yıldır hazırlandıkları çalışmaların böylece hayata geçtiğini belirten Belediye Başkanı Rahmi Gençer, “Yapacağımız çalışmalarla birlikte iki ay sonunda şehir merkezi, Altınova, Küçükköy ve
Alibey adasında yol sorunumuz en aza inecek. Çevre düzenlemelerimizi de eş zamanlı yürütüyoruz. Birçok bölgemizde kaldırım bulunmayışı büyük bir eksiğimizdi. Bu sorunu çözüme kavuşturacağımız için ayrıca mutluyuz” dedi.
9
Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in Ayvalık halkına vaat ettiği sosyal projelerin en önemlisiydi
“İ
AYVALIK BELEDİYESİ EKİPLERİ MUHTAÇ, YAŞLI VE HASTALARA EVLERİNDE BAKIYOR
nsanlar için sağlık en temel haktır ve bir kent halkının mutluluğu sağlıklı bir ortamda yaşamasıyla doğru orantılıdır” gerçeğinden yola çıkan Ayvalık Belediyesi, bu hedef doğrultusunda, 2015 yılının Temmuz ayında Evde Sağlık ve Bakım hizmetlerini başlattı. Ücretsiz olan ve özellikle yalnız/yaşlı/engelli vatandaşların yaşam kalitelerini yükseltmeyi amaçlayan bu proje Belediye Başkanı Rahmi Gençer’in Ayvalık halkına vaat ettiği sosyal projelerin en önemlisiydi.
Ayvalık Belediyesi’nin Evde Sağlık ve Bakım Hizmetleri ekibi, personel ve fiziki alt yapı standartlarına özen gösterilerek oluşturuldu. Bu ekip özveri ve sevgiyle çalışan eğitimli, enerjik ve müşfik gençlerden oluşuyor. Çalışmalar vatandaşlar arasında din, dil, ırk, kültür, sınıf ve düşünce ayrımı gözetilmeksizin; tam bir eşitlik içinde sürdürülüyor.
AYDA ORTALAMA 50 ŞEHİR İÇİ, 30 ŞEHİR DIŞI NAKİL HİZMETİ VERİLİYOR
E
vde Bakım ekibi 7’den 77’ye, ihtiyaç duyan herkesin yanında. Kimin gerçekten ihtiyacı varsa onların yardımına koşuyorlar. Günlük, haftalık ve iki haftada bir periyodlarda gidilen hastalar var. Bunlardan 50’sine haftalık bakım uygulanıyor.
10
Evde Bakım Ekibi
1 Kurum Hekimi 1 Sosyolog 5 Hemşire 2 Acil Tıp Teknisyeni 2 Hasta Bakım Ambulansı 1 Evde Bakım Aracı 1 Cenaze Nakil Aracı 3 Şoför
Sistem vatandaşın kendisi, bir yakını hatta komşusunun
0850 811 10 10 NUMARALI ‘ALO BELEDİYEM’ hattından ya da bizzat belediyeye gelerek talepte bulunmasıyla işlemeye başlıyor.
Sunulan Sağlık Hizmetleri
Enjeksiyon Pansuman Hastaneye ulaşım ve yönlendirme Yardımcı araç desteği Şeker, tansiyon ve nabız ölçümleri Sonda değişimi Damar yolu açma Kan alma Rehabilitasyon merkezine yönlendirme
Sosyal Hizmetler
Sıcak yemek Yakacak, ev eşyası, kıyafet Ziyaret ve ev temizliği Saç-sakal tıraşı, tırnak kesimi Yatalak hastalara yatağında banyo Kişisel temizlikler Bebek ve hasta bezi yardımı Tekerlekli sandalye yardımı Refakat
GECE DE OLSA, ACİL BIR ÇAĞRI GELDİĞİNDE EKİP AMBULANSLA HEMEN VERİLEN ADRESE YÖNLENDİRİLİYOR
G
ece bakımlarında gerekiyorsa kişi hastaneye yönlendiriliyor. Kendisine hastalığıyla ilgili tıbbi terimler açıklanıyor, ilaçlarını nasıl kullanacağı anlatılıyor. Bütün işlem ve uygulamalar hastanın onayından sonra yapılıyor, mutlaka kayıt altına alınıyor.
11
Yaşlılar en iyi koşullarda bakılıyor, özel çocuklar modern bir ortamda eğitim görüyor, Kadın Danışma Merkezi’nde dileyenlere hukuksal, psikolojik ve sosyal danışmanlık hizmeti veriliyor
AYVALIK BELEDİYESİ SOSYAL HİZMET MERKEZİ İHTİYAÇ DUYANLARIN DERDİNE DERMAN OLUYOR
E
vde Sağlık, Evde Bakım, Hasta Nakil hizmetlerinin yanı sıra Yaşlı Bakım Evi, Engelli Eğitim Merkezi gibi farklı birimler aracılığıyla hizmet veren ve etkinlik alanını her geçen gün genişleten Ayvalık Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü, ‘insan odaklı’ belediyecilik anlayışı doğrultusunda bir ilki daha gerçekleştirdi. Eski vergi dairesi karşısında bulunan ve
12
daha önce Sağlık Ocağı olan bina çok amaçlı bir sosyal hizmet merkezine dönüştürüldü. İçinde Kadın Danışma Merkezi’nin de yer aldığı komplekste aynı zamanda yaşlılar daha iyi koşullarda bakılıyor, özel çocuklar çok daha çağdaş bir ortamda eğitim görüyor. Koruyucu, önleyici, destekleyici, geliştirici hizmetler ile rehberlik ve danışmanlık hizmetleri veriliyor.
RAHMİ GENÇER: SOSYAL PROJELERİMİZ ARTARAK DEVAM EDECEK
G
öreve gelirken amacımız toplumun her kesimine dokunmaktı. İlk olarak çocuklarımıza dokunduk ve Zeytin Çekirdekleri projemizi hayata geçirdik. Evde Bakım Hizmetleri ile beraber, yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımızın yanında yer aldık. Gece-gündüz hizmet verdiğimiz ihtiyaç sahibi vatandaşlarımız için işinin ehli gençlerden oluşan bir ekip kurduk. Araç filomuzu zenginleştirdik, ambulanslarımızı tam donanımlı hale getirdik. Ayvalık’ın bir kültür-sanat kenti olduğu gerçeğinden yola çıkarak, Küçükköy kavşağında, çok amaçlı toplantı/sergi salonlarının yer aldığı ‘Küçükköy Cumhuriyet Kültür Merkezi’ni 23 Nisan 2016 günü açtık. Doğuş Holding’in katkılarıyla gerçekleşen bu merkez en son teknolojilerle inşa edildi. 400 kişilik bir konferans salonuyla önemli bir boşluğu doldurdu. Bunlarla yetinmedik; üç güzel hizmetimizi tek bir merkezde, Sosyal Hizmet Merkezi’mizde topladık. Burada, 2014 seçimlerinden önce öz verdiğimiz Kadın Danışma Merkezi’mizi hayata geçirdik. Ayrıca, özel çocuklarımız orada daha modern bir ortamda, daha kapsamlı eğitim görüyor. Yaşlılarımızı da yine eskiye oranla çok daha iyi koşullarda misafir ediyoruz. Zaten biz onlara yaşlı gözüyle bakmıyoruz. Bizden tek farkları bizden önce doğmuş olmaları. Bu nedenle onlara ‘erken doğmuşlar’ diyoruz. Bu arada Ayvalık’ın önemli eksikliklerinden birine daha el attık ve Gençlik Merkezi’nin yapımına başladık. İnşaat hızla ilerliyor. Merkezde sinema, konferans ve satranç salonları bulunacak. Folklor ekiplerine ev sahipliği yapacak. Gençlerin gönüllerince kullanabileceği bu merkezin, Ayvalık’ın geleceğe dönük en önemli projelerinden biri olduğuna inanıyorum. Ben, Meclis üyesi arkadaşlarım ve tüm personelimiz el ve gönül birliği içinde çalışıyoruz. Sık sık dile getirdiğim gibi, sosyal belediyecilik hizmetlerini mümkün olan en geniş ve en etkin şekilde sürdürmekte kararlıyız. Çünkü, Ayvalık’ımızda herkesin fırsat eşitliği içinde yaşaması gerektiğine inanıyoruz.”
13
Yaşlı, engelli ya da yatağa bağlı yaşamak zorunda kalanların yemekleri servis aracıyla evlerine kadar götürülüyor
AYVALIK BELEDİYESİ AŞEVİ YAŞLI VE ÖZÜRLÜ VATANDAŞLARIN YEMEKLERİNİ YILIN 365 GÜNÜ ADRESLERİNE ULAŞTIRIYOR
O
n yılı aşkın bir süredir hizmet veren Ayvalık Belediyesi Sosyal İşler Müdürlüğü bünyesindeki aşevi, ihtiyaç sahiplerine yılın 365 günü sıcak yemek çıkarıyor. Boğaziçi Oteli’nin mutfağında pişirilen yemekler şehir merkezindeki, belediyeye ait aşevinde servis ediliyor. Ancak yaşlı, engelli ya da yatağa bağlı yaşamak zorunda kalanların yemekleri servis aracıyla evlerine kadar götürülüyor.
HER GÜN YAKLAŞIK 100 KİŞİ AŞEVİNDEN SICAK YEMEK YİYOR Gerçek ihtiyaç sahipleri yapılan araştırma sonucu belirleniyor ve kendilerine aşevinin kimlik kartı çıkarılıyor. Yemeklerini bu kartla alabiliyorlar. Her gün yaklaşık 100 kişi aşevinden yemek yiyor. Günde bir kez servis yapılıyor ama iki öğünlük yemek veriliyor. Yani 100 için 200 kişilik yemek pişiriliyor. Yemekler hazırlanırken protein ihtiyacının karşılanmasına özen gösteriliyor. Ayrıca gıdalarda protein, karbonhidrat, vitamin dengesi de gözetiliyor. Örneğin, bir gün et ağırlıklı yemek varsa, ertesi gün sebze ağırlık kazanıyor.
14
Kaymakamlık’tan ve muhtarlardan alınan bilgiler ve Belediye görevlilerinin yaptığı araştırmalar sonucunda belirlenen ve ‘dezavantajlı grup’ olarak nitelendirilen ihtiyaç sahiplerine servis yapılırken vatandaşların rencide olmamaları için gizlilik ilkesine önem veriliyor.
Yaratıcısı Beriye Başak’ın hedefi Guinness Rekorlar Kitabı’na girmek...
44 ÜLKE DOLAŞAN BARIŞ YORGANI AYVALIK’TAYDI
A
yvalık Belediyesi, Ayvalık Giritliler Derneği ve Ayvalık Tatları Grubu işbirliğiyle ‘Mübadele İki Yaka, Bir Hikâye’ başlığıyla düzenlenen 2. Ayvalık Tatları Günleri kapsamında, üzerinde 44 ülkenin yamalarının bulunduğu 14 metre uzunluğundaki Barış Yorganı’na Ayvalık’tan da 3 parça eklendi. “Dünya’ya kadınların sesi olarak mesaj vermek istiyorum. Savaşlar artık sona ersin ve dünyada barış egemen olsun” diyen Beriye Başak’ın diktiği yorgan, Ayvalıklılardan büyük ilgi gördü. Belediye Başkanı Rahmi Gençer, yorgana Ayvalık’tan bir parça ekledi ve başta ülkemiz, tüm dünya için barış dileğinde bulundu. Bu arada Cumhuriyet Meydanı’nda dans gösterileri yapıldı, sirtaki ve Türk halk oyunları sergilendi.
Aşevleri, toplumsal dayanışmanın kültürümüzdeki en güzel örneklerinden biridir. 15
Yeni dönemde çok yönlü gelişim için akademik çalışmalara, atölye etkinliklerine ve kültürel faaliyetlere ağırlık verilecek
A
AYBEGEM ÖĞRENCİLERİ GELECEĞE HAZIRLIYOR
yvalık Belediyesi Gençlik Merkezi AYBEGEM, 2010 yılından bu yana faaliyetlerini sürdürüyor. Ayvalık, Altınova ve Küçükköy’de hizmet veren kurslar, çocukların artı bir maliyet getirmeksizin geleceğe hazırlanmasını hedefliyor. İlkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine etüt ve kurslar aracılığıyla temel eğitim veriliyor; derslerinde ve sınavlarda başarıyı yakalamaları için destek sağlanıyor. Öğrenciler kendi okullarında aldıkları eğitim güçlendirilip pekiştirilerek YGS, LYS ve TEOG sınavlarına hazırlanıyorlar. Branşlarında uzman, deneyimli öğretmenlerin görev yaptığı AYBEGEM’in halen 100 öğrencisi var. Ayvalık Milli Eğitim Müdürlüğü ve Halk Eğitim Merkezi’nin de destek verdiği AYBEGEM bünyesindeki öğrenciler Balıkesir Sırrı Yırcalı Anadolu Lisesi, Çanakkale Biga Fen Lisesi, Çanakkale Ayvacık Fen Lisesi, Burhaniye Sağlık Meslek Lisesi, Ayvalık Anadolu Lisesi, Ayvalık Atatürk Anadolu Lisesi gibi başarılı okullara yerleşmiş bulunuyor. Yine Halk Eğitim Merkezi’nin desteğiyle 2016-2017 eğitim döneminde Küçükköy’de hizmet veren üniversite hazırlık kursunda İstanbul Üniversitesi Mühendislik ve Balıkesir Üniversitesi Necati Eğitim fakültelerini kazanan öğrenciler var. Merkez, Anayasa’da belirtilen eğitim-öğretim yönetmelikleri çerçevesinde yoluna devam edecek. Dahası, bu eğitimöğretim yılı ile birlikte öğrencilere ‘yeni bir sistemle’ yaklaşılacak. Onlara kolaylıkla ulaşılabilecek bilgiler değil; ancak kendi çabalarıyla elde edilebilecek bilgi ve hayat görgüsü yolu açılacak. Yeni dönemde çok yönlü gelişim için akademik çalışmalara, atölye etkinliklerine ve kültürel faaliyetlere ağırlık verilecek.
16
Ayvalık Belediyesi’nin, ‘sosyal belediyecilik’ anlayışı doğrultusunda çalışmalarını sürdüren ve herkese açık olan AYBEGEM’e devam eden öğrenciler herhangi bir ücret ödemiyor.
Kurslarda eğitim desteğinin yanı sıra öğrencilerin Atatürkçü, çağdaş ve özgüveni yüksek bireyler olarak yetişmeleri hedefleniyor ve toplum sevgisinin önemi üzerinde duruluyor.
Ayvalık Belediyesi bebeklere biberon ve ‘Yeni Doğan Seti’ armağan ediyor, aile ihtiyaç sahibiyse mama ve bebek bezi desteği sağlanıyor
B
‘HOŞ GELDİN BEBEK’ PROJESİ KAPSAMINDA BİR YIL İÇİNDE YÜZLERCE AİLE ZİYARET EDİLDİ
elediye Başkanı Rahmi Gençer’in talimatıyla yaklaşık bir yıl önce başlatılan ‘Hoş Geldin Bebek’ uygulaması kapsamında, bugüne kadar kent genelinde 250’yi aşkın yeni doğmuş bebeğin ailesi ziyaret edildi. Ayvalık Nüfus Müdürlüğü’nden alınan bilgiler doğrultusunda, proje sorumlusu ve sağlık ekipleri tarafından gerçekleştirilen ziyaretlerde aileye Rahmi Gençer’in iyi dilek mesajı iletiliyor; bebeklere biberon ve ‘Yeni Doğan Seti’ armağan ediliyor. Ayrıca, aile ihtiyaç sahibiyse mama ve bebek bezi desteğinde bulunuluyor.
250’Yİ AŞKIN YENİ DOĞMUŞ BEBEĞİN AİLESİ ZİYARET EDİLDİ Ayvalık Belediyesi’nin sosyal sorumluluk bilinciyle sunduğu bu hizmeti ‘sessiz-sedasız’ yürüttüklerini belirten ve ailelerin en mutlu günlerinde onları yalnız bırakmayarak sevinçlerini paylaştıklarını söyleyen Rahmi Gençer, “Bu proje kapsamında bugüne kadar 250’yi aşkın bebeğimizin ailesini ziyaret ettik ve böylece ilçemizin nüfusuna eklenen bebeklerimize ilk hediyelerini verdik. Ben yeni doğan tüm bebeklerimizin analı-babalı büyümelerini diliyor, yeni bebek sahibi olan tüm ailelerimize sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Bu projemiz gelecek yıllarda da tüm hızıyla sürdürülecek” dedi.
17
Kültür, sanat ve spor faaliyetlerinin merkezi olacak
T
GENÇLİK MERKEZİ HIZLA YÜKSELİYOR
emeli geçtiğimiz 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nda atılan Ayvalık Belediyesi Gençlik Merkezi’nin inşaatı bütün hızıyla devam ediyor. İlk üç katı kısa sürede tamamlanan çok amaçlı tesis 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda hizmete girecek. Yapım çalışmalarını yakından izleyen Belediye Başkanı Rahmi Gençer, geleceği inşa edecek gençleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yoldan, Cumhuriyet değerlerine sahip, sanatı ve sporu seven, paylaşmayı bilen, hobileri olan, ufku geniş bireyler olarak yetiştirmeyi görev saydıklarını söyledi. Merkezi teknik anlamda da donatacaklarını belirten Gençer şöyle dedi: “Kentin farklı köşelerinde kendi imkânlarıyla çalışan gençlerimiz bu merkezde bir
18
araya gelecek, birlikte hareket edecek. Halk oyunları ekipleri, Zeytin Çekirdekleri öğrencileri, tiyatro grupları, satranç sporcuları, karikatür meraklıları burada buluşacak... Böylece toplumsal etkileşimin içinde yer alarak hem kendisini geliştirecek hem de bir arada olumlu şeyler paylaşmanın hazzını yaşayacak. İsteyen kütüphanesinden yararlanacak, isteyen etüt salonlarında ders çalışacak ve ödevlerini yapacak. Cep sinemasında seçkin filmler izleyecek. Kafeteryasında arkadaşlarıyla buluşacak, internete girecek. Dilerse bilardo, masa tenisi oynayabilecek. Böylece, zamanlarını ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda değerlendirecekler. Kısacası, Ayvalık Belediyesi Gençlik Merkezi’miz; kültür, sanat ve spor faaliyetlerinin merkezi olacak.”
Doğum günleri kutlanıyor, apartman toplantıları yapılıyor, benzer etkinlikler gerçekleşiyor.
Huzurun ve mutluluğun adresi...
A
SARI ZEYBEK TESİSLERİ YAZ-KIŞ AÇIK
li Çetinkaya Mahalle’sindeki, Ayvalık Belediyesi’ne ait olan ve geçtiğimiz günlerde baştan sona yenilenen Sarı Zeybek Spor Tesisleri, denize sıfır konumu ve muhteşem gün batımı manzarasıyla Ayvalıklılara ve kentin konuklarına yaz-kış hizmet veriyor.
300 kişi kapasiteli kışlık kafeterya bölümüne sahip olan tesiste çocuklar için bir oyun parkı da var. Tesislerde doğum günleri kutlanıyor, apartman toplantıları yapılıyor, benzer etkinlikler gerçekleşiyor. Aynı zamanda her yaştan futbolsever halı sahada spor yapma imkânı buluyor.
19
Ayvalık’a özgü taşla, doğaya uygun bir mimariyle bir uçtan bir uca yenilendi
PAŞALİMANI YEPYENİ GÖRÜNÜMÜ VE KALİTELİ HİZMET İLKESİYLE AYVALIKLILARI BEKLİYOR
G
eçtiğimiz Kasım ayında yaşanan sel felaketinde büyük zarar gören Paşalimanı tesisi bütünüyle yenilenerek, Ayvalık’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 95. yıldönümünde törenle açıldı. Açılışta Belediye Bandosu da hazır bulundu. Ayrıca, plajın ilk işletmecisi ve Ayvalık’ın yakın geçmişinde iz bırakan merhum Ali İhsan Tatlıcı’nın oğlu Atilla Tatlıcı da babasının, lezzeti hâlâ konuşulan köfte-ekmeğini aynı lezzetle hazırlayarak açılışa katılanlara ikram etti. Ayvalık Belediyesi İşletme ve İştirakler Müdürlüğü bünyesinde yer alan ve restoran/kafe/bar olarak hizmet veren tesisin yeniden faaliyete geçmesi
20
nedeniyle bir konuşma yapan Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Ayvalık’ın her köşesinden gelenlerin çoğunun çocukluğunun Paşalimanı’da geçtiğini anımsattı ve “Burayı Ayvalık’a özgü taşla, doğaya uygun bir mimariyle yeniden yaptık. Herkesin bütçesine uygun bir yer olarak kapılarını açtı. Vatandaşlarımız buraya gelerek gençliklerini ve çocukluklarını hatırlayabilirler. Biz, kadınıyla-erkeğiyle bir hoşgörü kenti olan Ayvalık’ın kendine has kimliğini kaybetmemesi için elimizden gelen desteği veriyoruz. Ayvalık herkese kucağını açan sevgi dolu bir yerdir. Bunu hiçbir zaman kaybetmemeliyiz” dedi.
21
Öncelik kırsal mahallelerde olmak üzere, Ayvalık’ın her yerindeki çocukların projeden yararlanması amaçlanıyor
A
YÜZLERCE ‘ZEYTİN ÇEKİRDEĞİ’ KARŞILIKSIZ OLARAK MÜZİK, SANAT VE SPOR EĞİTİMİ ALIYOR
yvalık Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nün 2014 yılı Mayıs ayında ‘İnsanın gelişimindeki en önemli dönem olan çocukluk çağlarını her çocuğunun verimli bir şekilde yaşaması’ gerektiği felsefesiyle başlattığı ve öncü sosyal sorumluluk projesi olarak yürüttüğü ücretsiz eğitim programı Zeytin Çekirdekleri her geçen daha da güçleniyor ve yaygınlık kazanıyor. Kaymakamlık, Milli Eğitim Müdürlüğü, Halk Eğitim Müdürlüğü, gönüllü eğitmenler, bağışçılar, STK’lar, duyarlı esnaf ve iş adamlarının destekleriyle başlangıcından bugüne toplam yüzlerce çocuğun
22
gelişimine katkıda bulunan projede ilk yıl hayata geçirilen ritim ve koro eğitiminin yanı sıra, keman, çello, flüt, piyano gitar, perküsyon gibi enstrümanların eğitimleri verildi ve veriliyor. Dahası, 2016 yılında gerçekleştirilen basketbol, model uçak kursu, İngilizce Kulübü, resim dersleri, rehberlik desteği, konser ve dinletiler, yoga, çevre bilinci çalışmaları, dans eğitimi, çocuk klasikleri/okuma ve yazma, müzikal ve klasik film gösterimleri, okul sonrası etütleri gibi etkinliklerle farklı atölye çalışmaları Zeytin Çekirdekleri’nin donanımlarını arttırma yolunda olumlu sonuçlar vermeye devam ediyor.
-Zeytin Çekirdekleri projesinin temel hedefi, Ayvalık’ın sosyal dokusuyla bütünleşmiş bir anlayışla çocuklara ücretsiz sanat eğitimi vermek... Sanat yoluyla barışın sesini duyurmak, ortak sosyal ve kültürel yaşam alanları yaratarak sevgiyi güçlendirmek.
23
Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com
Gençler ve daima genç kalanlar…
İ
nsan; yaşadığı gün, yer ve çevresinde olup bitenlerden mutlu olmadığı zaman çareyi eskiye dönmekte buluyor. Eskiyi hatırlamak, eskiyi konuşmak, eskiyi özlemek galiba bir ölçüde sigorta oluyor yaşanan çirkinliklere karşı ve bunu da duygusal bir zarfa koyup adına ‘nostalji’ demeyi tercih ediyoruz. Tabii ‘eski’ derken kimin ve hangi dönemin ‘eskisi’ olduğu da başka bir tartışma konusu. Örneğin bazen ‘90’lar’ diye başlayan sohbetlere tanık oluyorum. Çocuklarım için belki çok geride kalmış olan bu zaman dilimi benim için daha ‘dün’ oysa. Benim ‘nostaljim’ 60’lara kadar uzanıyor. 60’ların Ayvalık’ına, Türkiye’sine, dünyasına. 60’larda olanları, yaşananları, insanları hatırlıyor, hatırlatıyor, anlatıyor, yazıyorum. Sadece zaman çarkına göre değerlendirecek olursak 60’lar dediğimiz olgu alt tarafı 10 yıllık bir süreci kapsar. Ama gerek o on yılda yaşananlar gerek sonraki on yıllara bıraktığı miras açısından; adı konulmasa da adeta bir çağın bitip diğerinin başladığı bir parantezdir 60’lar insanlık tarihinde. İzleri sonraki 40 yıla ve 21. yüzyıla imzasını atacak kişilerin önderliğindeki dönüşümler, değişimler, olaylar yaşanmıştır. O on yıllık kısacık dönem, ülkemizde ve dünyada taşların yerinden oynadığı, gençlik hareketleri, sosyal değişimler, Vietnam gibi izler bırakmanın yanı sıra dünyayı, yine ve ebediyen değiştirecek olan güzelliklerle de anılmaya değer. Bunların başında hiç kuşkusuz 1960 yılında, İngiltere’nin Liverpool kentinde, sadece kendi dönemlerini altüst etmekle kalmayıp müzik tarihindeki izleri sonraki yüzyıla da damgasını vuracak olan inanılmaz yaratıcı, doğurgan ve üretken müziklerinin yanı sıra hareketleri, aykırılıkları, saç şekilleri, giyim tarzları ile bütün bir kuşağı etkileyecek olan dört genç gelmektedir. The Beatles… Bu dört genç; bir arada müzik yapmayı bıraktıkları 1967, resmi olarak dağıldıklarını açıkladıkları 1970 yılına kadar geçen sadece birkaç yıl içinde, internet ahtapotunun henüz kollarını dünyaya sarmadığı, mobil telefon adı verilen nimet ve illetin henüz ceplerimize girmediği, televizyon denilen aptal kutusunun günde 2-3 saat yayın yaptığı, kısacası dünyayla entegrasyonun son derece sınırlı olduğu bir zaman diliminde yaşıyor olduğumuz halde, kelimenin tam anlamıyla bir anda dünyayı ve ülkemizi sardılar. Müzik anlayışını, hayata bakışı, toplumsal değerleri sonsuza kadar sarstılar. Ve sonrasında… Hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Müziğin başlı başına bir başkaldırı enstrümanı olduğu keşfedildi. 15-18 Ağustos 1969 tarihleri arasındaki üç gün, düzene müzikle başkaldırının bir başka efsanevi simgesine tanık oluyordu. Döneminin en ünlü grup ve icracılarının üç gün-üç gece boyunca dev bir sahnede yer alarak müzik yaptıkları, resmi kayıtlara göre 500.000 dinleyici/katılımcının yer aldığı müzik ve sevgi festivali olan Woodstock. Dünyadan tek dilekleri vardı gençlerin: Barış!
24
1958 yılında Gerald Holm adında bir İngiliz tasarımcının Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nın sembolü olarak ürettiği ve 1960’ların başında Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettikten sonra yepyeni bir anlam yüklenen ve sonsuza kadar tüm dünyada aynı evrensel mesajı taşıma görevini üstlenen bir simge. Barış! Müzik 60’lı yılların en yaygın kendini ifade etme aracıydı. Bu dönem yine dünyada ve Türkiye’de ‘folk’ müziğin yeniden doğuşuna da tanıklık etti. Günümüzde sadece müziği değil, her biri birer edebi başyapıt olan şarkı sözleri/şiirleriyle Amerikan şiirinin en önde gelen şairlerinden biri sayılan ve bu alanda “Olağanüstü şiirsel gücü ve lirik kompozisyonları nedeniyle” dünyanın en saygın edebiyat ödüllerinden biri olan Pulitzer’in yanı sıra içinde bulunduğumuz yıl Nobel Edebiyat Ödülü’ne de layık görülen Bob Dylan başı çekmekteydi. Ülkemizde de bu devrime tanık olduk. Günümüzün adeta birbirinin karbon kopyası olan, asıl gelirlerini sanat üretiminden değil, piyasada birazcık boy gösterdikten sonra reklam figürü olmaktan sağlayan, yaratıcılık ve icra fukarası ‘sanatçılarının’ hâlâ sırtlarını dayıyor oldukları ve gençlerimizin belki ‘remiks’ denilen teknolojik saçmalık aracılığıyla tanıyor olabilecekleri birçok parçanın kökleri de 60’lı yılların değerli müzikçilerine uzanır. 60’lı yıllar ülkemizde tam bir folk ve popüler müzik fırtınasının estiği yıllardır. Geriye; Barış Manço, Timur Selçuk, Hümeyra, Kurtalan Ekspresi, Apaşlar, Dadaşlar, Moğollar, Erkin Koray, Durul Gence, Cahit Oben, Fikret Kızılok, Modern Folk Üçlüsü, Mavi Işıklar, Yıldırım Gürses, Özdemir Erdoğan, Vasfi Uçaroğlu-Kamuran Akkor, Bülent Ortaçgil, SelçukRana Alagöz… (unuttuklarım için bağışlanma dileğiyle) gibi unutulmaz sesler, gruplar ve müzikler bırakan yıllar. Bizler için bu isimlerin bir başka anlamı, değeri daha vardı. Yeni nesil Ayvalıklı gençlerin; hatırlamak bir kenara, varlığını bile bildiklerini sanmadığım bir sinema vardı Ayvalık’ta. Ferah Sineması. Düşünün, bundan yarım yüzyıl önce, nüfusu henüz on yedi bin olan kasabamızda tam 1000 kişilik bir yazlık sinemaydı Ferah. İşte biz, delikanlılık dönemimizde yukarıda ismini saydığım sanatçılarımızın hemen hepsini o Ferah Sineması’nın sahnesinde dinleme keyfini yaşamış ve anılarımızın galerisine asmıştık. John, Paul, George ve Ringo ile başlayıp Anadolu Folk’una, oradan Ayvalık’a, Ferah Sineması ve gençliğimize uzandığımız bu kısa yolculukta umarım; benim gibi o dönemleri yaşama şansına sahip olanların gönüllerini biraz titretebilmiş, genç kuşaklara da birkaç satırlık katkıda bulunabilmişimdir. Bu sayfanın, her yaştan olduğunu umduğum okuruna; bu toprakların yetiştirdiği ‘dev’ bir sanatçının, Cem Karaca’nın sahnede kendi ağzından birçok kez duyduğum esenlemesiyle veda etmek isterim. Üzerinde yeşil parkasıyla sahneye çıkar ve davudi bir sesle şöyle seslenirdi bize Karaca: “Merhaba… (devamı yazının başlığında).
Eşsiz kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in 94. yılında, bu büyük günün 10. yılı nedeniyle Cemal Reşit Rey tarafından bestelenen ve Kurtuluş Savaşı sonrasında milletçe sağlanan olağanüstü başarıların tüm dünyaya anlatıldığı Onuncu Yıl Marşı’nın öyküsünü derledik. Bu marş için en güzel değerlendirmeyi Rey’in öğrencisi İlhan Uzmanbaş yapmış: “Bugüne kadar, Onuncu Yıl Marşı gibi, Türkiye’de herkesin ağzında dolaşabilen doğallıkta bir ezgiyi hiç bir bestecimiz yaratamamıştır.”
1933
CEMAL REŞİT REY ONUNCU YIL MARŞI’NI TAM 13 KERE BESTELEDİ
... ‘Kurucu kadro’ Cumhuriyet’in 10. yılını coşkulu törenlerle kutlama hazırlığı içindeydi. Büyük bir coşku yaşanıyordu. Piyesler ve şiirler yazılıyor. bunlar okullarda değişik gösteri ve müsamerelerde okunuyor/sahneleniyordu. Bir yandan da izci yürüyüşleri yapılıyor, değişik spor etkinlikleri düzenleniyordu. Kısacası, Cumhuriyet sevgisi toplumun her kesiminde büyük bir coşkuyla dile getiriliyordu. Mustafa Kemal Atatürk de milletçe şahlanışın doruk noktası demek olan bu yıldönümünü bütün görkemiyle yansıtacak ve yaşatacak bir marşın bestelenmesini istiyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin geride bıraktığı on yıl içinde sağladığı başarılar ve ulaştığı güç tüm dünyaya bu yolla duyurulacaktı. Bu amaçla kurulan düzenleme komisyonu marşı besteleme görevini Cemal Reşit Rey’e verdi. Marşın sözleri, dönemin
Atatürk ve İnönü’den sonraki en etkili kişilerinden biri olan Recep Peker’in yönlendirmesiyle Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel tarafından birlikte yazıldı.
Cemal Reşit Rey, marşı besteleme sürecini daha şöyle şöyle anlatacaktı: “Yaptığım işin büyüklüğünü biliyordum. Bu eser Cumhuriyet’in onuncu yaşını, Cumhuriyet durdukça aradan yüzyıllar geçse de yaşatacak, nesilden nesile söylenecekti. Bu nedenle her bakımdan mükemmel bir eser olması şarttı. Uğraştım, didindim… Beğenilmeyen besteleri yırtıp attım. Onuncu Yıl Marşı’nı tam 13 kere besteledim.” MARŞ, HERKES TARAFINDAN RAHATLIKLA SÖYLENEBİLECEK VE AKILLARDA KOLAYCA KALACAK BİR MARŞ OLMUŞTU Ünlü besteci, bu ‘sancılı’ süreçte ağabeyi Ekrem Reşit’in eleştirilerini de
25
göğüslemek zorunda kaldı. Yaptığı çalışmayı ona bir türlü beğendiremiyordu. Sonunda aklına mehter ritmi geldi ve onun üzerinde yoğunlaştı. Beste 24 Eylül 1933 günü son şeklini aldı. Rey, Onuncu Yıl Marşı’nı Ankara’da toplanan büyük bir jüri önünde, piyanoda çalarak ilk kez kendisi seslendirdi. Marş, gerçekten de mehter marşları ritminde bestelenmişti. Bu özelliğiyle, ‘herkes tarafından rahatlıkla söylenebilecek ve akıllarda kolayca kalacaktı.
balkonundan ‘Tamam!’ işareti verince, aşağıda hazır bekleyen Muhafız Alayı Bando Bölüğü Onuncu Yıl Marşı’nı çalmaya ve söylemeye başladı. O geceyi yaşayanların ifadesiyle, “Çankaya sırtları sarsılıyor, bando bölüğünün sesi bütün Ankara’yı inletiyordu.”
Marşı değerlendirecek olan heyette yer alan dönemin Milli Eğitim Bakanı, Cemal Reşit Rey‘in ‘cumhuriyet’ sözcüğünde majörden minöre geçildiğini, bunun da Cumhuriyet’i küçük düşürmek anlamına gelebileceğini öne sürdü. Ancak Cemal Reşit, “Minör küçük anlamına gelir ama müzikte bu anlamda kullanılmaz. Beethoven’in Napoleone’un kahramanlıkları için yazdığı ‘Eroica’nın ikinci bölümü de do minör tonundadır” diyerek durumu aydınlattı.
Gecenin sessizliğinde coşkuyla söylenen marş, başta Atatürk olmak üzere bütün davetlilerin balkona çıkmasına neden oldu. Marş, gerçekten kolay söylenebilen ve akılda kalabilecek bir marştı. Sözleri de gurur okşayıcıydı. Muhafız Alayı Bandosu’nun seslendirdiği marş büyük bir beğeni ile dinlendi ve başta Atatürk olmak üzere coşkuyla alkışlandı. Ardından istek üzerine bir daha çalındı ve bu kez hep birlikte söylendi. Bütün bu yaşananlar, Onuncu Yıl Marşı’nın onaylanması anlamına geliyordu.
ÇANKAYA SIRTLARI 10. YIL MARŞI’YLA SARSILIYOR, BANDO BÖLÜĞÜNÜN SESİ BÜTÜN ANKARA’YI İNLETİYORDU Ve Ankara’da bir yaz gecesi... Çankaya Köşkü... Zamanın ilerlediği bir saatte, uzun yıllar Atatürk’ün yanında yer alan yazar Münir Hayri Egeli, köşkün
Çank Köşkü’nd sessizliğind söylenen marş olmak üzere bü balkona çıkmasına gerçekten kolay akılda kalabilecek de gurur okşayıcıy Bandosu’nun se büyük bir beğen başta Atatürk coşkuyla a
ONUNCU YIL MARŞI’NIN YAZARLARI... Faruk Nafiz Çamlıbel Demokrat Parti milletvekili olduğu için Yassıada’da yargılandı
‘Devrim şairi’ olarak adlandırılan Behçet Kemal Çağlar ‘Kalamış’ adlı şarkının da söz yazarıdır
C
A
umhuriyet’in onuncu yıl coşkusuna 1933 yılında, Behçet Kemal Çağlar’la ‘Onuncu Yıl Marşı’nı yazarak katılan şair, eğitimci ve siyaset adamı Faruk Nafiz Çamlıbel ‘Hecenin Beş Şairi’nden biriydi ve milli edebiyatın geliştirilmesi yönünde çaba harcadı. Bu arada TBMM’de Demokrat Parti İstanbul Milletvekili olarak uzun yıllar görev yaptı. 27 Mayıs İhtilali’ni izleyen günlerde birçok siyasetçi gibi Yassıada’da yargılandı. Bir yıldan uzun süre cezaevinde kaldıktan sonra aklanarak beraat etti. Yassıda’daki ‘mahpusluğuna’ ilişkin izlenim ve acılarını ‘Zindan Duvarları’ adlı, tamamen dörtlüklerden oluşan kitabında anlattı. Çamlıbel, 1973’te bir seyahat sırasında, Akdeniz’de seyreden Samsun gemisinde geçirdiği kalp krizi sonucu 75 yaşında yaşamını yitirdi.
26
tatürk’e olan bağlılığını ve derin yurt sevgisini yansıttığı şiirleriyle tanınan Behçet Kemal Çağlar, Cumhuriyet döneminin ünlü şairlerindendi ve ‘devrim şairi’ olarak nitelendirildi. Halkevlerinin açılışında yazdığı ve bizzat oynadığı ‘Çoban’ ve ‘Ergenekon’ adlı piyeslerle Atatürk’ün dikkatini çekti. 1935’te Halkevleri müfettişi olarak görevlendirilince Türkiye’nin her tarafını gezdi; bu sayede halk şiirlerini ve halk sanatını daha yakından tanıma fırsatı buldu. Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini Faruk Nafiz Çamlıbel’le beraber yazan Behçet Kemal Çağlar, bazı aşk şiirleri de kaleme aldı. Örneğin, bestesini usta sanatçı Münir Nureddin Selçuk’un yaptığı ‘Kalamış’ adlı şarkının sözleri de Çağlar’a aittir. Şair, 24 Ekim 1969’da, 61 yaşında öldü.
HEPİMİZ, ONUNCU YIL MARŞI’NI HER DİNLEDİĞİMİZDE İLK GÜNLERİN YARATIMCI, KATILIMCI, AKTİF COŞKUSUNU HİSSEDERİZ
kaya degecenin de coşkuyla ş, başta Atatürk ütün davetlilerin a neden oldu. Marş, söylenebilen ve bir marştı. Sözleri ydı. Muhafız Alayı eslendirdiği marş ni ile dinlendi ve k olmak üzere alkışlandı.
Onuncu Yıl Marşı’yla ilgili her görüşten insan tarafından yapılmış pek çok yorum ve değerlendirme var... Bunların en dikkate değerlerinden birinde eleştirmen/ gazeteci/yazar Doğan Hızlan’ın imzası var. Şöyle diyor: “Hiçbir marş (Onuncu Yıl Marşı) kadar bir ağızdan, içtenlikle söylenmedi. Ortak bir duyguyu, ortak bir coşkuyu yansıtıyordu, güftesi ve bestesiyle.
Bir marş, ulusal ve duygusal bir rüzgârı yakaladığında, yarattığı dalganın üzerinde sörf yaparız. O marşlar insanlık tarihinde yıldızın parladığı anların unutulmaz sesidir.
Onuncu Yıl Marşı bütün bu özellikleri taşır. Toplumsal, siyasal hayatımızda nesnel karşılığı olmayan marşlar, belki gemiler geçmeyen bir ummanda tek başına söylenir. Cumhuriyet’in 50. yıldönümü için bestelenen marşı kim hatırlıyor? Hepimiz, Onuncu Yıl Marşı’nı her dinlediğimizde, ilk günlerin yaratımcı, katılımcı, aktif coşkusunu hissederiz. Cumhuriyet’in belli yıldönümlerinde yeniden bir marş yazmanın mantığını anlamıyorum. Ben Onuncu Yıl Marşı’nın Cumhuriyet’in bütün kutlamalarında söylenen bir marş olmasını öneriyorum. Yeni yarışmaların gereksiz olduğu kanısındayım. Marşların kalıcılığını, onu söyleyen topluluklar tayin eder. Bazı marşlar -ki Onuncu Yıl Marşı bunlardan biridir- resmi kimliklerinden sıyrılıp sivil bir kimlik kazanırlar. Kitlesel bir müzik, kitlenin onayını almadıkça yürürlükte değildir. Cumhuriyet’in 75. yılı için yeni bir marş güftesi ve bestesi aramaktan vazgeçelim. Onuncu Yıl Marşı, Cumhuriyet’in tek marşı olsun. Onu zaman dilimine hapsetmeyelim.”
ONUNCU YIL MARŞI Çıktık açık alınla on yılda her savaştan; On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan. Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan; Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan. Türk’üz, Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi, Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri. Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız, Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız. Türk’üz, bütün başlardan üstün olan başlarız; Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız. Türk’üz, Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi, Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri. Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını, Dindirdik memleketin yıllar süren yasını. Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını. Bütün dünya öğrendi, Türklüğü saymasını. Türk’üz, Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi, Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri. Örnektir milletlere açtığımız yeni iz; İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz; Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülkeye biz; Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz. Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi, Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri. KAYNAKÇA - Hasan Ersel, Deniz Koloğlu, Ali Pınar, 2100. Doğum Yılında Cemal Reşit Rey, Pan Yayınevi, 201- Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çolak, Alman Arşiv Belgelerine Göre Cumhuriyetin Onuncu Yıl Kutlamaları, Altıncı Uluslararası Atatürk Kongresi (12-16 Kasım 2007) -‘10. Yıl Marşı’nın Bilinmeyen Hikayesi’, Önce Vatan Gazetesi, 22 Haziran 2016 -‘Onuncu Yıl Marşı’nın Bilinmeyenleri’, Star Gazetesi, 28 Ekim 2016 -Doğan Hızlan, ‘Onuncu Yıl Marşı Cumhuriyet Marşı Olsun’, 24 Nisan 1998 -Milliyet, Cumhuriyet, Hürgün gazeteleri ile Hayat ve Orkestra dergileri arşivi
27
Biraz Ondan Biraz Bundan
ZEYNEP KAZANCIGİL zkazancigil@gmail.com
Dünyanın dört bir yanından iyileşmek, şifa bulmak için beni ziyarete gelirlerdi
S
ize biraz kendimden bahsetmek istiyorum. Belki görmüşsünüzdür, son zamanlarda basında hakkımda haberler çıkmaya başladı. Bu beni sevindiriyor. Şan söhret meraklısı olduğumdan değil, ancak çok uzun zaman kimliğim gizli kaldı. Şimdi gün yüzüne çıkma zamanı… Epeyce meceralı bir hayatım oldu. Her şey şöyle başladı: Küçük bir kız sık sık rüyasında benim şimdi olduğum yerde duran ve ona buradaki kaynaktan çıkan suyu işaret eden Meryem Ana’yı görür. Bunun üzerine küçük kızın söylediği yerde bir kazı yapılır ve Panagia (Meryem Ana) ikonası bulunur. Daha sonra buradan şifalı bir su çıktığı anlaşılır. Derken 1897’de Khioslu bir kaptan olan Mihalis Papazis’in desteği ile beni ben yapan inşaat başlar. Rumcada benim gibi yapılara ‘Hagiasma’ derler. Hagias (kutsal), ma (su) kelimelerinin bir arada kullanımından oluşur. Türkçe’de ise bana ‘ayazma’ denir. Ortodokslar su kaynaklarını aziz ya da azizelere ithaf ederler ve bu kutsal kişilerin su yardımıyla ruhsal ve bedensel şifa verdiğine inanırlardı. Müslümanlıkta da gelenek aynıdır, insanlar kutsal suyu içerek ve üzerlerine dökünerek şifalanırlar. İşte ben de, bir ayazma olarak yıllarca üzerinde yer aldığım toprakların derinliklerinden gelen şifalı sularımla din, dil, ırk, mezhep ayırmaksızın beni ziyarete gelenlere şifa dağıttım. Ayvalık’ın en ünlü ve önemli dini yapısı oldum. Adım Panagia Phaneromeni Ayazması’dır. “Bu da ne demek?” derseniz; Panagia ‘Meryem Ana’, Phaneromeni ise ‘göklerden gelen’ anlamındadır. Ünüm bütün Avrupa’ya, Rusya’ya, Orta Doğu’ya, Kuzey Afrika’ya yayıldı. Dünyanın dört bir yanından iyileşmek, şifa bulmak için beni ziyarete gelirlerdi. Benim sağladığım gelirlerle Ayvalık’a bir de hastane yapıldı. 1922 yılına kadar bu bölgenin en önemli hastanesi oldu. Hastanenin bulunduğu yerde şimdilerde Sakarya Ortaokulu var. Bahçesinde koşup oynayan çocukların sesleri bana kadar ulaşıyor. Ne yazık ki, 1940’lı yılların sonunda beni unuttular ve şifalı havuzlarımın üzerine bir
28
zeytinyağı fabrikası inşa ettiler. Yıllarca zeytinyağ fabrikasının altında gizli bir yaşam sürdüm. Sonraları zeytinyağı fabrikası da işlemez oldu. Benim yanımdan gelip geçenler sütunlarıma bakıp beni eski bir kilise kalıntısı zannettiler. Uzun süre sessizce kaderime razı ve küskün bir şekilde bekledim. Ve sonra bir gün beni restore etmeye karar verdiler. Ayvalık Belediyesi’ne devrolmuştum. Restorasyon ekibinin, belediye başkanının ve sponsorların benim aslında ne olduğuma dair tartışan seslerini dinledim. Muhtemelen kiliseydim, belki de değildim. Elbette ki benim haykırışlarımı duymadılar. Bir kazı yapmaya karar verdiler. Umut içinde gerçeği keşfetmelerini bekledim. Ve hayallerim gerçekleşti. Su havuzlarımı, şifalı kuyularımı, harika bir taş işçiliği ile yapılmış duvarlarımı, tarihi sıvalarımı bir bir bulup ortaya çıkardılar. Dediğim gibi, uzun ve maceraları bir hayatım oldu. İşini bilen, beni sevgiyle kucaklayan bir restorasyon ekibi, inşaatımı destekleyen sponsorlar ve Ayvalık Belediyesi’nin özenli ve şefkatli kollarında yeniden doğuyorum. Yakın zamanda beni ziyarete gelecek olanlara, müze ve ayazma olarak yine hizmet edecek olmaktan mutluyum. ***************************************************
AYAZMA YAKINDA ZIYARETE AÇILACAK Ayazma’nın restorasyonu 2011 yılında Balıkesir Müzesi’nin Prof. Dr. Ömer Özyiğit danışmanlığında Ayazma’da yaptığı kazılar sonucunda başladı. 1867 ve 1890 ayazmalarının havuzları bulundu. Prof. Dr. Ömer Özyiğit ve ekibi, yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırladı. Proje, Bursa Anıtlar Kurulu’nca bir yıl sonra, 2012’de onaylandı. Restorasyon için gerekli maddi destek Ayvalık Belediyesi tarafından sağlandı ve 2016 yılında restorasyona başlandı. Çalışmalar kısa bir süre içinde tamamlanacak ve Ayazma yakında ziyarete açılacak. ************************************************
FotoÄ&#x;raf: Serkan Kibar
29
YOLU AYVALIK’TAN GEÇENLER
M
‘İNSAN BÜLBÜLÜ’ MUSTAFA ÇAĞLAR ÇOCUKLUĞUNUN ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜNÜ AYVALIK’TA GEÇİRDİ
ustafa Çağlar 1910 yılında çiftçilikle uğraşan bir ailenin çocuğu olarak Midilli adasının Kapya köyünde doğdu. 1923 yılında ailesi Türkiye’ye göç edip Ayvalık’a yerleşince çocukluğunun önemli bir bölümünü burada geçirdi. Askerlik hizmetini yaptığı sırada, İstiklâl Savaşı’nın Kolordu komutanlarından, sanat ve sanatkâr dostu/ koruyucusu Balıkesir Valisi Ali Hikmet Paşa’nın Balıkesir’de kurmuş olduğu cemiyete girdi. Daha o günlerden başlayarak sesinin güzelliğiyle dikkat çekmeye başladı. Zaten müziğe meraklıydı ve kendine has bir ses rengine sahip olduğunun farkındaydı.
Sonunda kararını verdi, müzik dünyasında kendisine yeni olanaklar yaratabilmek için İstanbul’a gitti. Bir paşanın aracılığıyla, amacı Türk musikisini geliştirmek, ses ve saz sanatkarları yetiştirmek olan Darüttalim-i Mûsiki Cemiyeti’ne kaydoldu. Henüz 21 yaşındaydı. Cemiyette neyzen İhsan Bey ile udi Fahri Kopuz’dan destek gördü. Diğer taraftan besteci ve tambur sanatçısı Refik Fersan, kemençeci Kemal Niyazi Seyhun, bestekâr/müzisyen/şarkıcı/oyuncu Münir Nureddin Selçuk gibi ustalardan ders alarak mûsiki bilgisini ilerletti. Genç yaşta Ankara radyosuna geçti. Zaten 1940-1945 yılları arası Türk sanat müziğinin daha çok radyolardan dinlendiği dönemdi. ŞARKI, TÜRKÜ, GAZEL OLARAK PEK ÇOK PLÂK DOLDURDU 1939 yılında evlenen ve Ülfet adında bir kız çocuğu dünyaya gelen Mustafa Çağlar, ısrarlara dayanamayıp sahneyi de denedi. Fahrettin Arslan büyük bir cesaret gösterip Mefharet Yıldırım, Tahsin Karakuş ve Mustafa Çağlar’ı Ankara Radyosu’ndan, İstanbul’un o zamanlar en büyük ve en güzel gazinosu olan Maksim’e transfer ettiğinde adeta yer yerinden oynadı. İzleyenler Mefharet Yıldırım’ın güzel sesine ve müzik bilgisine, Tahsin Karakuş’un usta işi fasıllarına, Mustafa Çağlar’ın gür sesine hayran kalıyordu. Ancak üç sanatçının İstanbul günleri kısa sürdü. Çünkü Ankara Radyosu‘nun okul havasındaki disiplinine alışmış oldukları için sahneye çıkarken kıyafetlerine gerekli özeni göstermiyor, işin ‘show’ yanını önemsemiyor, üstelik notalara bakarak şarkı söylüyorlardı. Sonuçta, Çağlar, tıpkı o dönemin diğer sanatçıları gibi Ankara radyosuna döndü. Parlak, kıvrak ve tiz sesiyle bir kez daha dikkatleri üzerinde topladı. Solistliğinin yanı sıra fasıllardaki başarısıyla da tanındı. Çağlar, bir süre sonra yeniden İstanbul’a geçti, Belediye Konservatuarı İcrâ Heyeti’ne girdi. Heyetin temel taşlarından biri oldu. Sanat müziğimizin altın dönemini yaşadığı 1950-60 yılları arasında ‘yanık’ söyleme tarzıyla büyük ilgi gördü. Şarkı yarışmalarında jüri üyeliği yaparak yeni seslerin müziğimize kazandırılmasında rol oynadı.
30
Mustafa Çağlar ve saz üstadları radyoevinde bir prova sırasında...
Müzik tarihimiz üzerine araştırma yapan yazarların, ‘İnsan Bülbülü’ olarak nitelendirdikleri Mustafa Çağlar 27 Ocak 1961’de, geçirdiği kalp krizi sonucu İstanbul’da yaşama veda etti. Henüz 51 yaşındaydı. MUSTAFA ÇAĞLAR BAZILARI GİBİ MİRASA KONMAMIŞ, GECE-GÜNDÜZ UĞRAŞMIŞ, SABAHIN DOKUZUNDAN AKŞAMIN ON BUÇUĞUNA KADAR MUSİKİ İÇİN ÇALIŞMIŞTIR Besteler de yapan Mustafa Çağlar günümüzde daha çok solist olarak anılıyor. Müzik eleştirmenlerinin belirttiği gibi, Çağlar güçlü tenor sesiyle çok güzel fasıl ve Rumeli türküleri okur, iyi taksim yapardı. Şarkı, türkü, gazel olarak pek çok plâk doldurdu, Kadıköy Süreyya Sineması’nda konserler verdi. Özellikle ‘Fincanı Taştan Oyarlar’, ‘Asker Oldum Piyade’, ‘Genç Osman’, ‘Koyun Beni Yükseklere Yatayım’, ‘Kırmızı Gül’ gibi şarkı ve türkülerde sergilediği başarılı icralarıyla dikkat çekti.
Çağlar güçlü tenor sesiyle çok güzel fasıl ve Rumeli türküleri okur, iyi taksim yapardı.
Gazeteci-yazar Refii Cevad Ulunay, Mustafa Çağlar’ı şu sözlerle değerlendirmişti: “1932 senesinden beri radyoda Türk musikisine hizmet eden bu sanatkârın sanat vadisindeki mevkii, mükteseb bir haktır. Bu adam bazıları gibi mirasa konmamıştır. Gece-gündüz uğraşmış, sabahın dokuzundan akşamın on buçuğuna kadar musiki için çalışmıştır. 1932’de postahane binasında kurulan radyoda başlamış ve birinci sınıf artist payesini almıştır. Mustafa Çağlar’ın nefes kabiliyeti korkunçtur. Sesi hem göğüs, hem de kafa sesidir. Okumaya başladığı zaman insana göğsünden fırlamak, atılmak isteyen bir küheylanın mevcudiyeti hissini verir.” KAYNAKÇA -Dr. M. Nazmi Özalp, ‘Türk Musikisi Tarihi’, MEB Yayınları, 2000 -Nebahat Konu Yılmaz, ‘32 Yıllık Bir Ud Besteleri ile Sustu’, http:// nebahatkonuyilmaz.blogspot.com.tr/ -Milliyet gazetesi arşiv taraması
3
Mustafa Çağlar 27 Ocak 1961’de, geçirdiği kalp krizi sonucu İstanbul’da yaşama veda etti. Henüz 51 yaşındaydı.
Udi Şerif İçli, Mustafa Çağlar’ın radyo programı sırasında saz arkadaşlarının kollarında öldü
Şubat 1956... Udî şerif İçli, İstanbul radyoevine geldiğinde oldukça keyifsiz görünüyordu. Merdivenleri ağır ağır çıktı. ‘D’ stüdyosuna girdi. Burada Mustafa Çağlar’ın ‘Şarkılar’ programının son provaları vardı. Saz sanatkârlarından Cevdet Çağla, Hakkı Derman da gelmişlerdi. Eşlikteki ustalığı ve temiz
icrasıyla tanınan arkadaşı İçli’nin halindeki sıkıntılı durumu ilk fark eden Hakkı Derman oldu. On dakika kadar çalıştılar. Henüz iki eser geçmişlerdi ki, Şerif İçli’nin udunun sesi aniden durdu. Yanından hiç ayırmadığı udu, sanatkârın elinden kayıp yere düştü. Arkadaşları hemen koştular, bütün radyoevi adeta ayaklandı.
Ama olan olmuş Şerif İçli geçirdiği kalp krizi sonucu sanatçı dostlarının kollarında hayata veda etmişti. Son yıllarında şeker hastalığı ve damar sertliğinden tedavi altındaydı. Sonradan açıklandığına göre, ölümüne, Mustafa Çağlar’ın provasına geç kaldığı için radyoevinin yakınında bulunan evinden buz gibi bir havada üstelik aceleyle yürüyerek gelmesi yol açmıştı.
31
BLOGLARDAKİ AYVALIK Blog, insanların öğrendiklerini, bildiklerini, paylaşmak istediklerini yazdığı web tabanlı bir sistem. Web ve Login (weB-LOGin) kelimelerinin birleşmesiyle oluşan bir sözcük. web, internet alemini, login ise içerik girmeyi simgeliyor. Aslında Blog ile site aynı şey...
Çeşitli blog türleri mevcut... Kişisel olanlar bir bakıma salt günlük amaçlı kullanılıyor. Bunlarda insanlar duygularını, düşüncelerini, yaşadıklarını, hayata bakışlarını hatta ilişkilerini web ortamına taşıyor. Bazıları ise doğrudan doğruya bilgi paylaşımı amaçlı. Haber ağırlıklı blogların sayısı da az değil. Bu sayıdan başlayarak, daha çok ‘kişisel’ özellikler taşıyan bloglarda yer alan ‘Ayvalık notları’na yer vereceğiz. Çünkü çok sayıda blogda Ayvalık’a ilişkin neredeyse sayısız değerlendirme var. Biz sayfalarımızda en iyi ve en doyucularını paylaşacağız.
Aslı Bora’nın bloğu ile başlıyoruz. Bora Ayvalık’ta birkaç gün geçirmiş. Zamana direnen Ayvalık’ta o da zamana pek aldırmamış. Kendisi gibi ilk defa yolu Ayvalık’a düşenlere minik bir yol haritası olması için yazmış içinden gelenleri... Ve Ayvalık’ta en sevdiklerini şöyle sıralamış: Zeytin ve zeytinyağının mucizesi, sokaklar, sokaklar, sokaklar... Sırt çantası, fotoğraf makinesi ve küçük bir not defterinden çıkanlar:) 32
aslibora.blogspot.com.tr
AYVALIK’TA ESKİ EVLERİN YILLARA MEYDAN OKUYAN ZARAFETİ VE MELANKOLİSİ İSTER İSTEMEZ İÇİNİZE İŞLER
S
anki paslı bir anahtarla açtığım bir kapıdan geçiyorum. Sonrası iyot kokan sokaklar, sarımsak taşından evler. Bir sinema perdesinde kaybolmuş gibiyim. Her çağın ruhu bu sokaklarda saklı. Zaman göz alabildiğine uzanan zeytin ağaçlarında soluklanıyor. Vizörüm iriliufaklı adacıklarla dolup taşıyor. Ayvalık’tan Cunda’ya bilmediğim bir keşfe çıkıyorum.
Ege Denizi’yle çepeçevre kuşatılmış Ayvalık büyük kentlere olan yakınlığıyla gezginleri dört mevsim kendine çeker. Zeytinle hayat bulan bu şehirde kış mevsiminin sertliği ya da yaz mevsiminin kavuran sıcaklığı görülmez. Ege kıyılarının ılıman seyreden iklimi Ayvalık’ta bir uyuma dönüşür. İklimin sağladığı ahenge kapılan tabiat, burada sonsuz bir cömertlikle gün yüzüne çıkar. Buralarda sokaklarda kaybolmak bir gelenek değilse de kaçınılmazdır. Eski evlerin yıllara meydan okuyan zarafeti ve melankolisi ister istemez içinize işler. Bazen bir pencerenin, bazen bir kapının güzelliğine rengarenk çiçekler eşlik eder. Bölgeden
çıkartılan sarımsak taşı neoklasik çizgilerle birleşir ve şirin bir yerel mimari oluşturur. Bu duvarlarda zaman askıya alınmış gibidir. Ayvalık’tan Cunda’ya evler, pencereler, kapı tokmakları sizi sarmalar ve bambaşka alemlere sürükler.
Ayvalık’ta sokakların dili vardır. Gündelik telaşlar, evhamlar, kahkahalar, sesler ve yüzler hepsi bu sokaklarda birleşir. Yine de sonsuz bir sükunet atmosfere karışır. Onlarca yıllık bir öyküyü kelimelere dökmeden anlatmak da Ayvalık’ın marifetidir işte. Bütün Anadolu gibi Ayvalık da tarih boyu farklı kültürleri koynunda taşımış. Günümüzde bugünlerin izlerini mimari eserler aracılığıyla takip etmek mümkün. Vakti zamanında kilise ve manastır olan birçok yapı zamana yenilmiş. Bazı kiliseler camiye dönüştürüldüğünden halen oldukça iyi durumda. Yakın zamanda gerçekleştirilen girişimlerle müze olarak kullanıma açılan kiliseler de ziyaretçilerini zevkle ağırlıyor. Ayvalık sayısı 20’yi geçen adalarıyla gerçek bir
adalar diyarı. Bu adalardan en büyüğü olan Cunda karayolu ile Ayvalık’a bağlı bulunuyor. Ayvalık’ın el değmemiş diğer adalarına ulaşmanın yoluysa günü birlik tekne turları. Yunan adalarının popüler tatil noktalarından Midilli’ye de Ayvalık üzerinden ulaşmak mümkün. Ayvalık-Midilli feribot seferleri bütün yıl boyunca devam ediyor. Dört bir taraf deniz bir coğrafyada güneşin batışı da başka türlü güzelliklere gebe. Güneş derin maviliklere altın hareler saçarak ufukta kayboluyor. Gökyüzünün ve denizin renkten renge boyandığına, adaların bu pırıltıların arasında dalgalandığına şahit olmak oldukça keyifli. Cennet Tepesi, Şeytan Sofrası ya da sahilin herhangi bir köşesi manzaranın tadını çıkarmak için birebir:) Ayvalık denizi, doğası ve mimarisinin yanı sıra kendine özgü mutfak kültürü ile de öne çıkar. Zeytin ve zeytinyağı bu lezzetli mutfağın can damarı. Deniz börülcesi, deniz fasulyesi,
ısırgan otu, arapsaçı, hardal otu... Kazdağları’nın serin havası ve Ayvalık’ın güneşi ile yetişmiş bu türlü türlü otları köylü pazarından edinmek mümkün. Pazar içinde şöyle bir dolaştığınızda otların nasıl leziz biçimde pişirileceğini de
öğrenebilirsiniz. Balıksız bir Ege sofrası elbette düşünülemez. Hele Ayvalık ve Cunda gibi balıklara maniler düzülen bir rotaya yolunuz düşmüşse... Buralarda mevsim
33
uygunsa papalinadan sinarite tazecik balıklar enfes mezeler eşliğinde sofraları süsler. Deniz mücveri, sıcak ot, kabak çiçeği dolması bu Ege lezzetlerinden yalnızca birkaçıdır. Ayvalık-Cunda rotasının tadına varmak için Taş Kahve’ye de uğramak icap eder. İçinde uçuşan kırlangıçları, meşhur dibek kahvesi, muhabbeti keyifli amcaları ile Taş Kahve vaktin nasıl geçip gittiğine şaşılacak bir mekân. Romantik ve nostaljik Cunda atmosferini sonuna kadar hissettirecek bir diğer durak Aşıklar Tepesi. Yüzyıllar önce burada bulunan manastırdan geriye bir şapel ve taş değirmen kalmış. Uzun yıllar kaderine terk edilen bu tarihi yapı 2007 yılında Cunda’nın müdavimlerinden Rahmi Koç tarafından restore edilmiş. Günümüzde “Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı” olarak araştırmacıları, kafesi ve nefes kesen manzarasıyla da gezginleri ağırlamakta.
Ayvalık’la Cunda’yı birbirine bağlayan Lale adası yakınlarındaki Belediye Plajı bunlardan biri.
Ayvalık pazarından Sevgi teyze... Tezgahındaki her ürün kendi üretimi. Bronşite iyi gelen ağaç kabukları bile bu tezgâhta. Köylü pazarında herkesin eli bol, gönlü bol. Merakla soruşturduğum her şeyi yoğun ısrar sonucu denedim teyzeler sayesinde... Güler yüze, hoş sohbete gel vatandaş:)
Antikacılar Çarşısı ve Antikacılar Pasajı son dönemde Ayvalık’a yolu düşen koleksiyonerlerin gözdesi. Burada gaz yağı lambalarından iğne oyalarına, porselen takımlarından Çanakkale seramiklerine kadar birçok şeyi bulmak mümkün. Antikacılar Çarşısı’nda Cumartesi günleri bir de bit pazarı kuruluyor. Ayvalık sakin koyları ve uzun kumsallarıyla deniz severleri de kendine çekiyor. Upuzun ve cıvıl cıvıl kumsalıyla Sarımsaklı Ayvalık’ın en popüler plajı. Sarımsaklı’ya oldukça yakın bir konumda bulunan Badavut Plajı da son yıllarda tatilcilerle dolup taşıyor. Denizin karayla sarmaş dolaş olduğu böylesi bir coğrafyada ‘Mavi Bayraklı’ plajlar da bulunuyor.
Güneş derin maviliklere altın hareler saçarak ufukta kayboluyor. Gökyüzünün ve denizin renkten renge boyandığına, adaların bu pırıltıların arasında dalgalandığına şahit olmak oldukça keyifli. 34
Sarmaşık güllerine dolanmış tarihi evleriyle Ayvalık sokaklarında yorgunluğunuzu atabileceğiniz bir diğer mekân Şeytan’ın Kahvesi. Palabahçe olarak da bilenen kahvede mevsim uygunsa koruk suyunu deneyebilir ya da sıcak bir çay yudumlayabilirsiniz.
HASAT ZAMANI AYVALIK, EMEĞİN YARATTIĞI ŞENLİĞİN TADINA VARILABİLECEK VAKUR BİR VAHA GİBİ ZİYARETÇİLERİNİ KUCAKLIYOR
A
yvalık’ta yaz mevsiminin hükmünü yitirmesiyle beraber ayrı bir coşku başlıyor. Bu coşkunun nedeni, Hipokrat’ın şifalı olarak nitelediği, Nuh Tufanı’ndan bu yana var olduğu kabul edilen zeytinin hasat zamanının kapıya dayanması. Ayvalık’ın bereketli topraklarının yarısından fazlası bu kadim ağaca hayat veriyor. Hasat zamanı el emeği göz nuru bakılan zeytinlikler hummalı bir çalışmaya sahne oluyor. Gün doğumu zeytin ağaçlarıyla başlıyor
ve akşamın alacası da yine bu ağaçlarla karşılanıyor. Çalışmak neredeyse bir ritüele dönüşüyor. Ege’nin iç gıcıklayan iyotlu havasına zeytin kokusu karışıyor. Tonlarca zeytin seleleri/sepetleri dolduruyor; önce sofralıklar ayrılıyor, ardından zeytinin karası altın sarısına, zeytinyağına dönüşüyor. Hasat zamanı Ayvalık, emeğin yarattığı şenliğin tadına varılabilecek vakur bir vaha gibi ziyaretçilerini kucaklıyor.
ATÖLYELERDEN Uluslararası fuarlara katılan, özellikle zeytin ağacından yaptıkları ahşap ürünlerle başta Amerika, dünyanın çeşitli ülkelerinde sadece Türkiye’nin değil Ayvalık’ın da adını duyuran Gülen Odun Ağaç İşleme Atölyesi’nin sahipleri sosyal antropolog, gazeteci, yayıncı Mehmet Haşim Öz ve grafik tasarımcısı, editör eşi Başak Öz’le birlikteyiz. Tüm birikimlerini, deneyimlerini, kısacası hayatlarını üç TIR’a yükleyip 2012 yılında Ayvalık’a yerleşen Öz çiftinin sıra dışı bir öyküleri var. İlgiyle okuyacağınızı umuyoruz.
G
TASARIMLARIMIZI YAPARKEN TABİAT ANAYA UYMAK ZORUNDAYIZ
GÜLBENİZ ŞENTAY
ülen Odun Ağaç İşleme Atölyesi’nin sahiplerinden Mehmet Haşim Öz, İstanbul Üniversitesi Sosyal Antropoloji Bölümü’nü bitirdikten kısa bir süre sonra gazetecilik yapmaya karar vermiş.
-Muhabir olarak başladığım gazetecilik hayatımın on iki yılı Hürriyet gazetesinde geçti. Hürriyet’i Star ve Vatan izledi. Her meslek gibi gazetecilikte de imza attığınız işler sizi daha üst basamaklara taşıyor, terfiler alıyorsunuz. Ben de müdür olmuştum. Ancak muhabirlikten aldığım tadı müdürlükte bulamıyor ve sıkılıyordum. Gazeteciliği bırakarak kendi yayınevim HDG’yi kurdum. Artık Texsas, Tommiks, Swing, Örümcek Adam, Tom Braks gibi ülkemizde de çok bilinen çizgi romanları İtalya’da yayınlanan son çizgi romanlarla destekleyerek kendi matbaamda basıyordum. 2009’da eşim Başak’la tanıştık ve evlendik. İstanbul’un hengamesinden uzak yaşamak ikimizin de özlemiydi. Harita üzerinde belirlediğimiz rota bizi Ayvalık’a kadar getirdi. Başak Öz, “Ayvalık’a geldiğimiz ilk gün bir zeytinliğimiz oldu!” derken gözlerinde o gün duyduğu mutluluğu yakalayabiliyorsunuz. -O arada bebek beklediğimi öğrendim ve “Çocuğum burada, Ayvalık’ta doğmalı!” dedim. Evimizin eşyalarını, baskı makinelerini, kağıt ve kitap stoklarını yani bütün hayatımızı üç TIR’a sığdırdık ve geldik! Mehmet Haşim Öz, Ayvalık’a taşıdığı matbaasını on dört yıldır ayakta tutabildiği için mutlu. Ancak sürekli artan kitap fiyatlarıyla baş edebilmelerinin giderek zorlaştığını söylüyor. -Son üç yıldır bastıkça batıyoruz, bastıkça batıyoruz! Çünkü az okuyoruz. Hal böyle olunca maliyet kitap fiyatına bindiriliyor. Kitap fiyatları arttıkça az sayıdaki okuru da adeta cezalandırıyor ve kaybediyoruz. Bugün, bir zamanlar mahalle aralarında çocukların elinden düşmeyen çizgi romanlar bile sadece koleksiyonerler için ve son derece kısıtlı sayıda basılır hale geldi. Baskı adetleri artık yayınevlerini besleyemiyor. Hepimiz para peşinde koşmaktan işin zevkine varamaz haldeyiz. Örneğin biz vaktiyle bastığımız üç bin kitabı yeni yeni eritiyoruz. Dolayısıyla Başak’la bir yayınevi ve grafik tasarım ajansı olarak “Başka ne yapabiliriz?” sorusuna cevaben grafikten internet tasarımına birçok proje ürettik. Hatta Ayvalık’la ilgili her şeyi bulabileceğiniz ve ‘Ayvalık’tayız biz’ adını verdiğimiz bir projeyi de devreye sokmuştuk. Ancak Ayvalık’ın henüz üretilmiş profesyonel işlere hazır olmadığını, firmaların reklam ve tanıtıma çok küçük bütçeler ayırdıklarını, bu nedenle de amatör insanlarla çalıştıklarını gördük. Biraz bilgisayar kursu almış biri yüzyüz elli liraya internet sitesi yaparken aynı işe biz iki bin beş yüz-üç bin liralar isteyince komik olduk. Nihayetinde projelerden vazgeçtim ve karıma, “Başak gel, odun
işleyelim!” dedim. Mehmet Haşim Öz’ün ağaç işlerine ilgisi küçük bir çocukken başlamış. -On yaşındaydım ve arkadaşlarım sokakta top koştururlarken ben zamanımı bir şeyler öğrenebilmek için mahalledeki marangozhanede geçiriyordum. Ustaya çay, kahve taşırdım, o da bir işin ucundan tutmama izin verirdi. Ağacı elime alır almaz hayallere dalardım. Bir gün arka tarafını kocaman bir atölye çevireceğim bir dükkânım olacaktı ve adını ‘Odun’ koyacaktım. Oyuncaklar yapacaktım. Az önce sattığım el oyması filden isteyecekti bir çocuk. Ona, “O satıldı ama gel birlikte yenisini yapalım... Senin için!” diyecektim. Tabii böyle olmadı. Gazetecilik, yayıncılık derken hayat başka bir yöne doğru aktı fakat ahşapla bağım hiç kopmadı. Bulduğum her fırsatta ağaca dokunuyordum. Evim için dolaplar, kapı oymaları, tahta
35
kaşıklar yapmıştım. Odun işleme fikrine Başak da katılınca bu konu üzerine ciddi ciddi eğildik. AĞAÇTAKİ BİR ÇATLAK, BİR BUDAK, BİR KARINCA YUVASI SİZE AHŞABA NASIL YÖN VERMENİZ GEREKTİĞİNİ GÖSTERİR Başak Öz’ün deyimiyle atölye açma sürecine önce bolca düşünerek ve saatlerce karşılıklı konuşarak girmişler. -2014 yılı sonlarıydı ve biz beynimizde her şeyi kurgulamıştık. Haşim işin matematiğini çözdüğünde eyleme geçtik. Profesyonel bir atölye kurduk. Kendi zeytinliğimizden ötürü budama nedir, nasıl yapılır, hangi ağaçların budanması gerekir biliyorduk. Ayrıca Ayvalık’ta bir çevremiz de oluşmuştu. Artık budama yapan tarla sahiplerini de tanıyorduk. Böylece ham maddeye ulaşmamız da kolaylaşmıştı. İşimiz açısından çok önemli bir unsurdu bu. Çünkü ağacı tarladan çıktığı doğal haliyle almak ve işlemek istiyorduk. Hâlâ aynı usul çalışıyoruz. Asla hazır kereste kullanmıyoruz. Öz çifti zeytin, ceviz, dut, kestane, akasya, göknar, dişbudak, kiraz, ıhlamur gibi ağaçlardan kendi kerestelerini kendileri yapıyor. Mehmet Haşim Öz zeytin odununu Ayvalık’tan temin ettiklerini, diğer budanmış ağaçları da Karadenizli bir tedarikçiden sağladıklarını, ev ya da yol yapımı için kesilmiş ağaçlarıysa asla ve bilerek satın almadıklarını belirtiyor. -Ağaç kıyımına şiddetle karşı olduğumuz için budama dışında ağaç kullanmıyoruz. Kendi kerestemizi de kendimiz imal ediyoruz. Çünkü, “Ağaç bize bir gelsin, ne olacağını söylesin bakalım!” gibi bir felsefemiz var. Bunun nedeni de şu: Tasarımlarımızı yaparken tabiat anaya uymak zorundayız. Yani ağaçtaki bir çatlak, bir budak, bir karınca yuvası size ahşaba nasıl yön vermeniz gerektiğini gösterir. Buna aykırı davrandığınızda o ağacı sobada yakmaktan başka şansınız kalmaz. Yani ağacı kesmeyi bilmeniz şart. Normal ağaçların hepsinin bir yönü yani suyu vardır. Suyuna giderseniz işiniz rast gider. Tersten girerseniz kırar atarsınız. Ayrıca ağacı keserken desen mi, hare mi, suyuna düz mü çalışacağınızı görürsünüz. Oysa ki keresteciler için bunun bir önemi yoktur. O nedenle dümdüz keserler. Siz de elinize ne geçmişse onu kullanmak zorunda kalırsınız. Ham halde gelen ağaçtan çay kaşığından dört metrelik masaya kadar her şeyi yapabilen Mehmet Haşim ve Başak Öz, 2015 yılında Barbaros Caddesi Çıkmaz Sokak’taki dükkânlarını faaliyete geçirerek ürünlerini sergilemeye başlamışlar. Kâseler, çanaklar, bardak altlıkları, mumluklar, anahtarlıklar, sunum ve kahvaltı tabakları, aynalar, abajurlar, ıspatulalar, sebze bıçakları, sehpalar yapmışlar. Başak Öz, torna, CNC gibi ağaç işleme makineleri yerine küçük el aletleriyle çalıştıklarının altını çiziyor. -Örneğin dükkândaki kaşıkların hepsi el oymasıdır. Sadece seri üretim gerektiren işlerde elektrikli aletlerden yararlanıyoruz. Bütün ürünlerimizin işlevsel olmasına
36
özellikle dikkat ediyoruz. Küçük kullanım kılavuzlarımızda, objelerin doğal halleriyle satışa sunulduğunu; kesinlikle boya, vernik gibi kimyasallar içermediğini belirtiyor ve bakımını nasıl yapacaklarını anlatıyoruz. Çünkü zeytin çok özel bir ağaç. Siz ona hak ettiği değeri verecek, bakımını yapacaksınız ki uzun süre yaşasın. Öz çifti her şeyin bakteriye açık hale geldiği dünyamızda çorba kâsesinden kahvaltı tabaklarına kadar günlük kullanım ürünlerinde özellikle zeytin ağacını tercih ediyor. Zeytinin anti bakteriyel ve doğal antibiyotiği en güçlü ağaç olduğunu ve zaten yıllarca yaşamasının nedeninin de bu olduğunu vurgulayan Mehmet Haşim Öz, ürünlerin yüzde sekseninde zeytin ağacıyla çalıştıklarını söylüyor. -Muhteşem bir dokusu var ve onu işlemek gerçekten apayrı bir keyif; fakat çok fire veren bir ağaç zeytin... Örneğin geçenlerde on ton zeytin ağacından elde ettiğimiz ürünlerin toplam ağırlığı dört yüz doksan yedi kiloydu. Fireyi düşünebiliyor musunuz? Bir traktör odunun sadece yirmide biri demek bu! Ama değiyor doğrusu. Örneğin ben yıllardır her sabah hiç aksatmadan ve büyük bir zevkle kendi yaptığım bir sunum tahtasını alıyorum. İçlerine zeytin, peynir, reçel, yağ, bal koyduğum küçük kaselerimi tahtanın üzerine yerleştiriyor ve kızıma özel bir kahvaltı hazırlıyorum. İşte Gülen Odun’un da tıpkı benim gibi ahşabı seven, ondan keyif alan bir müşteri kitlesi var. Ağaçla yaşamanın bir tutku olduğuna inanıyorum. Eğer insanlar sadece çorba karıştırmak için bir tahta kaşık arıyorlarsa, pazarlarda üç liraya harika kaşıklar satılıyor. Onları alabilirler ama biz aynı zamanda bu işten tat almak istiyoruz dediklerinde bize geliyorlar. GÜLEN ODUN GEÇTİĞİMİZ KASIM AYINDA BİR AMERİKAN FİRMASININ ÇAĞRISIYLA ATLANTA’DAKİ FUARA KATILDI Başak Öz son iki yıldır hayli tanındıklarını ve Ayvalıklıların yoğun ilgisinin kendilerini ayrıca mutlu ettiğini dile getiriyor. -Sosyal medyadaki paylaşımlar sonucu insanlar bize internet yoluyla ulaşabiliyorlar. Yerli ve yabancı turistler kentle birlikte bizi de keşfediyor ve yine geliyorlar. Özellikle el emeği ahşap işçiliğinden anlayan yabancı turistler Gülen Odun Kırmızı Dükkân’ı boş bırakmıyorlar. Geçenlerde bir İngiliz gelmişti. Eşim bilgi vermek üzere yanına gidip, “Buradaki her şey zeytin ağacından ve el oymasıdır!” deyince, kadın elindeki kâseden başını kaldırdı, Haşim’e baktı ve biraz sert bir ses tonuyla, “Ben de onun için buradayım zaten!” dedi. Biz bunu arıyoruz işte... Kısacası işi bilen, anlayan, emeğe saygılı bir müşteri kitlesine sahibiz ve bu bizi hem motive ediyor hem de gururlandırıyor. Gülen Odun geçen yılın Kasım ayında bir Amerikan firmasının çağrısıyla Atlanta’daki fuara katılmış. Mehmet Haşim Öz, “Biz gidemedik ama logomuzla birlikte tabelamız oradaydı!” diyor. -Fuar için ilk etapta sunum tahtaları, mumluklar, kahvaltı
tabakları, kâseler, kadeh askıları gibi objeleri kapsayan yirmi dört farklı ürün seçtiler. Firma fuarda en çok talep gören ürünleri saptayacak ve verdiği birkaç parçadan oluşan liste üzerinden onlar için üretim yapacaktık. Fakat ikinci parti ürün talepleri de ilkinin neredeyse aynısıydı. Tasarımlarımızı yaparken Amerikan halkının ihtiyaç ve zevkini gözettiğimizde ise bizden istenen ürün yelpazesi daha da genişledi. Atlanta’nın ardından üç-dört fuara daha katıldık. Şu an ürünlerimiz Gülen Odun markasıyla dünyanın değişik ülkelerindeki ‘WoodMarkt’larda satılıyor. Bu noktaya gelmemizde sanırım ilkeli çalışmamızın rolü çok büyük. Zeytin ağacı ürünlerinde bugün İtalya dünyada bir numara. Onu Çin izliyor. Çok merak ettiğim için Çin’den bir tahta kaşık getirttim. On numara bir kaşık geldi. Hemen oturup satıcıya şöyle yazdım: “Çok güzel bir kaşık bu! Bayıldım! Elinize sağlık... Ama hangi makinede yaptınız ve siz hiç hayatınızda zeytin ağacı gördünüz mü?” Zira kaşık zeytin ağacından değildi! HER ŞEYDEN ŞİKAYET EDENLERE İNAT AYVALIK’I ÇOK SEVİYORUM Bu arada ürün etiketlerine bakıyoruz... Anahtarlıklar beş lira. Altılı oval tabaklar yüz lira. Aynalar iki yüz elli liradan başlıyor. Masa iki bin dört yüz, yanındaki sehpa bin lira. Gülen Odun Kırmızı Dükkân’ın satış noktasından çok, insanlarla buluştukları bir adres olduğuna dikkat çeken Başak Öz, burada ahşap severlerle konuştuklarını; ağaçları, dokularını tanıttıklarını ifade ediyor. -Bildiğimiz her şeyi paylaşmak hoşumuza gidiyor. Kimse bir şey almasa da sorun değil! Örneğin bir müşterimiz daha önce zeytin ağacı görmemişti. Bütün o mucizevi
desenleri benim tek tek çizip boyadığımı sanıyordu. Burada kendisine çalıştığımız bütün ağaçları gösterdim, özelliklerini anlattım. Yurt dışında Ayvalık’ı başarıyla temsil eden Gülen Odun’un yakın gelecekteki hedefini merak ediyoruz. Mehmet Haşim Öz yanıtlıyor. -Dünyanın en güzel malzemesiyle çalışıyoruz ancak çok riskli bir iş yapıyoruz. Benim atölyede kullandığım birki alet dünya iş güvenliği yasalarına göre en tehlikeli olanlar listesinde yer alıyor. Aslında dört kişilik bir ekibiz. İşinin ustası iki marangozla birlikte çalışıyorum ama ben kimsenin eline bu aletleri veremem. Hal böyle olunca eleman sıkıntısı çekiyoruz. Yani ne kadar istersek isteyelim daha fazla büyüme şansına sahip değiliz. Çalıştığımız Amerikan firması da bunu biliyor ve karşılayabileceğimizden fazlasını bizden talep etmiyor. Çünkü onlar da özel bir iş yaptığımızın farkındalar. Bizim işlerimizin İtalyanlarınkinden bile güzel olduğunu söylüyorlar. O nedenledir ki ürünlerin yapım aşamasını, adedini, teslim tarihini hep biz ayarlıyoruz. Anlaşmamız da böyle zaten. Bu ‘doyurucu’ söyleşiyi Başak Hanım noktalıyor. -Amatör ruhumuzu kaybetmeden profesyonel işler çıkarabiliyorsak bunu bize huzur veren, şevk veren, zeytin ağacı veren Ayvalık’a borçluyuz. Ayvalık’ta yaşamaktan son derece mutluyuz. Kızım Ayvalıklı. Burada dünyaya geldi. Her şeyden şikayet edenlere inat Ayvalık’ı çok seviyorum ve hiçbir yere gitmeyi de düşünmüyorum. Eğer bir gün Ayvalıklılar da kabul ederlerse, “Ben Ayvalıklıyım!” diyebilmek isteyenlerdenim.
37
Akademik Bakış
Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com
K
Yerel kalkınma, sosyal belediyecilik, uygulama örnekleri ve Ayvalık
üreselleşen dünyada son yıllarda bölgesel kalkınma ve özellikle ‘yerel kalkınma’ anlayışı, ulusal kalkınma anlayışına oranla daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Yerel kalkınma; yerel dinamiklerin harekete geçirilerek, yerel toplulukların ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanlarda sürdürülebilir kalkınma ilkelerine uygun olarak gelişimini sağlamayı amaçlayan bir anlayışı amaçlamaktadır. Bir diğer deyişle, yerel kalkınmada amaç yerel toplulukların söz konusu alanlarda gelişim için kendi güçlerini birleştirmeleri ve merkezi ve yerel yönetimlerin de bu harekete destek olması anlamını taşımaktadır. Bu nedenle Avrupa Birliği (AB) yerel kalkınmada, bölgede mevcut olan doğal, ekonomik, kültürel ve teknolojik kaynakları kullanarak yerel düzeyde sunulan fırsatları azami düzeye çıkarmakta ve bu amaçlı projelere ciddi mali destekler sağlamaktadır.
Bugün genel anlamda yerel kalkınmanın üç temel ilkesi üzerinde durulmaktadır. Bu ilkeler; insan odaklı olma, kapsayıcı olma ve çok boyutlu olma ilkeleridir. Yerel kalkınma ‘insan odaklı’ olmalıdır. Salt büyümeyi amaçlayan, büyümenin bireylere ve topluma yansımalarını ihmal eden yaklaşımlar yetersizdir. Yerel kalkınma mümkün olduğu kadar ‘eşitlikçi ve kapsayıcı’ olmalıdır. Yerel yönetimler; kalkınmanın öncülüğünü üstlenirken; sonuçların toplumun değişik katmanlarını nasıl etkilediğini izlemeli ve gerektiğinde kalkınma sürecinden eşit pay alamayan kesimleri gözetici, pozitif ayrımcı politikalar uygulamalıdır. Bu ilkelerden sonuncusu ‘çok boyutlu olma’ ilkesidir. Yerel kalkınma ‘çok boyutlu’ (ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel) bir süreçtir ve bu boyutlar arasında bir ‘tamamlayıcılık etkisi’ yaratılması gözetilmelidir. Yerel kalkınma alanında yerel yönetimler de dört önemli misyon üstlenmişlerdir. Bu dört önemli görev; ekonomik gelişme, sosyal paylaşım ve kapsayıcılık, siyasal katılım ve kültürel çoğunluktur. Bunlardan
38
ekonomik gelişme; bir yörenin tüm kaynaklarının (doğal kaynaklar, insan, sermaye, teknoloji vb.) akılcı bir şekilde ve belirli önceliklere göre, yöre insanının refahını arttıracak şekilde harekete geçirilmesidir. İkincisi; sosyal paylaşım ve kapsayıcılıktır. Bu süreçte; eşitlik, paylaşım, dayanışma, gönüllülük, toplum hizmeti, ortak gelecek, ortak sorumluluk gibi değer ve kavramların toplumda yerleştirilmesi, geliştirilmesi ve sosyalizasyon sürecinin bir parçası yapılarak tüm sosyal kesimlerin bu sürecin kapsamına sokulması gerekmektedir. Bu sürecin üçüncü başlığı; siyasal katılımdır. Bu aşamada; tüm halkın siyaset ve karar alma mekanizmaları konusunda ilgi ve bilgi sahibi olmaları sağlanarak, demokratik, katılımcı, saydam ve hesap verebilir yapıların ve süreçlerin oluşturulması, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçişin sağlanması gerekmektedir. Son ve dördüncü aşama ise; kültürel çoğulculuktur. Bu süreçte de; bölgedeki ırk, dil, din ve benzeri kültürel farklılıkların, insanları ve grupları ayırıcı değil, aksine, yakınlaştırıcı, birleştirici, sosyal ilişkileri ve toplumu zenginleştirici olmasını sağlayacak politikaların uygulanması gerekmektedir. Yerel kalkınmada önemli bir boyut; sosyal kalkınma ve sosyal belediyecilik ilkeleridir. Sosyal kalkınma; gelir dağılımındaki büyük farklılıkları mümkün olduğu kadar gidermek, kişiye gelir artışları yanında daha iyi bir konut, daha iyi sağlık koşulları, daha iyi ulaşım, daha iyi eğitim ve kültür gibi hizmetleri sunmaktır. Ayrıca, kişi başına ortalama tüketim eğilimini yükseltmek, herkese en azından zorunlu ihtiyaçlarını karşılayabilecek olanaklar hazırlamak ve kolektif düzeyde sosyal-beşeri ilişkileri, sosyal dayanışmayı ve karşılıklı saygınlığı arttırmak da hedefleri arasındadır. Sosyal belediyecilik; yerel yönetime sosyal alanlarda planlama ve
düzenleme işlevi yükleyen, bu çerçevede kamu harcamalarını konut, sağlık, eğitim ve çevrenin korunması alanlarını da kapsayacak şekilde sosyal amaçlara kanalize eden bir anlayıştır. Ayrıca; işsiz ve kimsesizlere yardım edilmesi, sosyal dayanışma ve entegrasyonun tesis edilmesi ile sosyo-kültürel faaliyetlerin gerçekleştirilebilmesi için gerekli olan altyapı yatırımlarının yapılması adına bilinçli politikalar üretmek de hedefleri arasındadır. Bu çerçevede; bireyler ve sosyal kesimler arasında zayıflayan sosyal güvenlik ve adalet anlayışını güçlendirmeye yönelik yerel yönetimlere sosyalleştirme ve sosyal kontrol işlevleri
yükleyen bir anlayışa sahiptir. Sosyal belediyecilik ile belediyeler bir yandan yerel kalkınma, istihdamı arttırma ve girişimcilik politikaları ile işsizlikle mücadeleyi sürdürürken, diğer yandan da sağlık, eğitim ve sosyal yardım gibi hizmet alanlarında da artan bir işlev üstlenmektedirler. Sosyal belediyeciliğin temel işlevlerini dört başlık altında toplayabiliriz; -Sosyalleştirme, Sosyal Kontrol ve Rehabilitasyon: Kişinin aile, okul, mesleki örgütler gibi içinde yer aldığı sosyal kurumların ve yaşadığı kültürel ortamın kendisinden beklediği şekilde davranmayı ve diğer bireylerle uyum içinde yaşamayı öğrenme sürecini ifade etmektedir. Belediyelerin bu alandaki işlevleri tamamlayıcı niteliktedir. -Yönlendirme, Kılavuzluk Etme ve Rehberlik Etme: Belediyeler tüketici danışma merkezi ve benzeri hizmet birimleri aracılığıyla sosyal kesimlere yönelik olarak danışmanlık hizmeti vermekte, belli konularda yönlendirmekte, sorunlarını nasıl ve hangi kurumlarla çözebilecekleri konusunda kendilerine yardımcı olmaktadırlar. -Yardım Etme ve Gözetme (Sosyal Yardım): Belediyeler, beldelerindeki fakir ve muhtaç insanları kolaylıkla tespit edebilmekte, onların sosyo-ekonomik durumlarını izleyebilmekte, asgari yaşam sınırında olanlara gıda, odun-kömür, ilaç, kırtasiye malzemesi, tekerlekli sandalye vb. yardımlarla destek olmaktadırlar. -Yatırım Yapma (Tesisler Kurma): Belediyeler halkın geçim sıkıntısını bütünüyle gidermeye yönelik köklü tedbirler alamamakla birlikte, geçim koşullarını kolaylaştırıcı birtakım hizmetleri de yürütmektedirler. Tanzim satış mağazaları, ekmek fabrikaları, aşevleri, sığınma evleri, sağlık ocakları, mahalle kütüphaneleri bu nitelikteki hizmet yatırımlarını örneklemektedir. Belediyeler, kendi sınırları içerisinde yaşayan birey, aile ve toplulukların sorunlarıyla yakından ilgilenmek durumundadır. Bu sorunların çözümünde iki temel argüman vardır. Bunlar; sosyal hizmetler ve sosyal yardımlardır. Sosyal belediyecilik, geleneksel belediyecilik anlayışının dışına çıkan bir anlayıştır. Bu anlayış, belediyeleri sadece alt yapı yapan bir birim olarak değil de, insanların sosyal ve kültürel hayatına katkıda bulunan, bu konuda görev ve sorumluluklar alan bir hizmet/ yönetim birimi olarak görmektedir. Sosyal bir belediyenin her şeyden önce yapması gereken iş, belediye sınırları içerisinde bir sosyal doku haritasının çıkartılmasıdır.
Yani belediye, sınırları içerisinde yaşayan halkın gelir durumu, kültürel donanımı, eğitim durumu, yaşı, cinsiyeti gibi bilgileri, anket, istatistik, kamuoyu araştırmaları vb. bilgi toplama ve araştırma teknikleri ile temin etmelidir. Temin ettiği bilgiler sayesinde nerede, hangi kitlenin, neye, ne kadar ihtiyaç duyduğu konusunda ve hizmet sunumunda etkinlik, verimlilik, adalet gibi değerlerin ön plana çıkması sağlanabilecektir. Sosyal belediyecilik, yardıma ihtiyaç duyanlara yardım etmek yanında, onları yardıma muhtaç olmaktan çıkarmayı da hedeflemelidir. Sosyal belediyecilikte amaç, sosyal sorunların ortaya çıkmasına engel olmak, bu konuda önleyici tedbirler almak, böylece insanların mutlu, huzurlu, sosyal refah düzeyi yüksek bir ortamda yaşamasına olanak sağlayarak; çocuklara, gençlere, kadınlara, yaşlılara, engellilere, muhtaç ailelere hatta tüm halka yönelik sosyal hizmet projeleri üretmektir. Ayvalık’ta sosyal belediyecilik örnekleri çerçevesinde konuya yaklaştığımızda bu çalışmaların çoğunun yapıldığını söyleyebiliriz. Konuyla ilgili belediyenin resmi web sayfasını incelediğimizde, sosyal hizmetler başlığında; Ali Çetinkaya pazaryeri, eğitime destek faaliyetleri, engelliler eğitim merkezi, aşevi uygulaması, dar ve sabit gelirli aileler için uygulanan sosyal market yardımları, erken doğanlar için oluşturulan ve resmi açılışı yapılan yeni huzurevi, erken doğanlar için verilen bakım hizmetleri, köpek barınağı, alo belediyem, evde sağlık ve bakım hizmetleri olduğunu görüyoruz. Yine belediyenin web sayfasında; projeler başlığında Zeytin Çekirdekleri sosyal sorumluluk projesi, Kırlangıç fabrikasının sosyal yaşama kazandırılması projesi, Atatürk Caddesi ve Cumhuriyet Meydanı düzenleme projesi yer almaktadır. Ayvalık Belediyesi Kültür Merkezleri arasında; İsmet İnönü Kültür Merkezi, Türkan Saylan Eğitim Kültür ve Sanat Merkezi, Amfitiyatro, Alibey Kültür Merkezi,Oktay Ekinci Karikatürlü Ev, Altınova Atatürk Kültür Merkezi ve Küçükköy Cumhuriyet Kültür Merkezi yer almakta ve düzenli olarak yıl içerisinde Ayvalık’ta yapılan kültür, sanat vb. etkinlikler bu noktalarda icra edilmektedir. Ayvalık Belediyesi’nin iştirak ve işletmeleri arasında ise; akaryakıt istasyonu, Sarı Zeybek Spor Tesisi, Duba Plajı, Boğaziçi Otel, Altınova Taş Köşk ve Paşalimanı Restoran ve Kafeterya İşletmesi yer almaktadır. Belediye müze ve galeri faaliyetlerini ise Tarihsel Zeytin Galerisi, Orhan Peker Sanat Galerisi ve Küçükköy Kent Müzesi’nde sürdürmektedir. Ayvalık Belediyesi,
geçtiğimiz aylarda kent merkezinde ve sahillerde görüntü kirliliği oluşturan derme-çatma el arabaları yerine mobil simit tezgahlarını devreye sokarak bir turizm kenti olduğunu vurgulamıştır. Belediye, aynı zamanda birçok noktada yolları ve yaya kaldırımlarını iyileştirerek kenti yaşanabilir noktaya taşımaktadır. Yine Ayvalık-Cunda arasındaki bisiklet yolunun açılması da önemli bir proje olarak hayata geçirilmiştir. Ayvalık Belediyesi, ‘Endüstriyel Miras’ başlığıyla şehri Nisan 2017’de UNESCO Dünya Miras Listesi’ne (Geçici Liste) sokmayı başarmıştır. Devam eden üç önemli proje de önümüzdeki aylarda hayat bulacaktır. Bunlardan birisi; Ali bey (Cunda) adası sahil düzenlemesi, ikincisi, geçtiğimiz aylarda temeli atılan Gençlik Merkezi inşaatının bitirilmesidir. Bir diğeri ise; Kırlangıç Fabrikası sosyal ve kültürel aktivite alanının düzenlenmesi ve faaliyete açılmasıdır. Anlatmaya çalıştığımız sosyal belediyecilik faaliyetleri için Ayvalık Belediyesi’ni ve tabi ki Başkanı Sayın Rahmi Gençer’i tebrik ediyoruz ve devam eden çalışmalarında başarılar diliyoruz. Yeni bir sayıda ve yeni bir başlıkta buluşmak üzere sağlıcakla kalın.
Faydalanılan linkler; -http://dergipark.ulakbim.gov.tr/akademikincelemeler/ article/view/5000063766/5000059740 -file:///C:/Users/user/Downloads/50001367705000215463-1-PB.pdf -https://s3.amazonaws.com/academia.edu. documents/37150696/SOSYAL_BELEDIYECILIK_ SOSYAL_DEVLET_SOSYAL_HAKLAR__H._ Ozturk___H._Gul.pdf?AWSAccessKeyId= AKIAIW OWYYGZ2Y53UL3A&Expires=1505898003&Sign ature=fJxNtz0iDWE%2BaHbkN%2FzECg6NLj4% 3D&response-contentdisposition=inline%3B%20 filename%3DSOSYAL _BELEDIYECILIK_SOSYAL_ DEVLETE_VE_S.pdf
39
HATIRA DEFTERİ
CEZAEVİNDE YATAN YILMAZ GÜNEY CUNDA’DA ‘YOL’ FİLMİNİ ÇEKEN YÖNETMEN ERDEN KIRAL’I GÖREVDEN ALMIŞTI
1980
yılını Ekim ayı... 12 Eylül’ün üzerinden henüz bir ay geçmiş. Yılmaz Güney işlediği cinayet nedeniyle İmralı Yarı Açık Cezaevi’nde yatıyor. Bir yandan da yarı açık bir cezaevinden bayram iznine çıkacak olan 11 mahkumun öyküsünü anlatan bir senaryo üzerinde çalışıyor. Önce ‘Bayram’ adı uygun görülen ama daha sonra adı ‘Yol’ olarak kesinleşecek filmin
yönetmeni de belli: Erden Kıral...
Ocak 1981... Erden Kıral çekimlere Ayvalık’ın Cunda adasında başlıyor. Ancak henüz ikinci haftada Fatoş Güney Cunda’ya geliyor, eşi Yılmaz Güney’in çekimleri durdurduğunu bildiriyor. Erden Kıral yönetmenlikten alınıyor, çekimler duruyor. Bütün ekip, hatta bütün Yeşilçam bu haberle sarsılıyor. Erden Kıral bu gelişmeyi daha sonra anılarında şöyle anlatıyor: “Bayram’ın (Yol‘un ilk versiyonu) çekimlerine (Ayvalık’ta) başladım. Bir gece Fatoş otele geldi, ‘Yılmaz filmi durdurdu,’ deyiverdi. Ben İzmir üstünden İstanbul’a, evime döndüm. Eşim (Tezer Özlü) beni karşısında görünce çok şaşırdı. Olayı anlattım. ‘Üzülme, sen iyi bir yönetmensin. Yoluna devam etmelisin,’ dedi. Yaşamımın en karanlık dönemiydi. Yeşilçam’da kazan kaynıyordu. ‘Erden çekemedi,’ diyorlardı. Güney Film bu filme devam etmek istedi, ama çok uzun süre çalışacak oyuncu ve teknisyen bulamadılar.
ÇEKİLEN NEGATİFLER PARTİ PARTİ İSVİÇRE’YE ULAŞTIRILIYORDU İlerleyen günlerde Yılmaz Güney, filmi bitirmesi için daha önce ‘Sürü’ ve ‘Düşman’ filmlerinde birlikte çalıştığı Zeki Ökten’e teklif götürdü. Ancak, Ökten etik nedenlerle teklifi reddetti. Bu kez filmin yönetmenliği Şerif Gören’e teklif edildi. Gören, 12 mahkum yerine 6 mahkumun öyküsünü çekmek koşuluyla, teklifi kabul etti. Oyuncular şöyle belirlenmişti: Tarık Akan, Şerif Sezer, Halil Ergün, Meral Orhonsay, Necmettin Çobanoğlu, Sevda Aktolga, Hikmet Çelik, Tuncay Akça, Semra Uçar, Hale Akınlı, Hikmet Taşdemir, Turgut Savaş, Hikmet Taşdemir, Engin Çelik, Osman Bardakçı, Enver Güney, Erdoğan Seren... Filmin başrol oyuncusu Tarık Akan çekimler sırasında yaşanan zorlukları anılarında daha sonra şöyle anlattı: “Çekilen negatifler kuryeyle İstanbul’a gönderiliyor, İstanbul’da biriktiriliyor, parti parti Türkiye sınırları dışına çıkarılıyor, İsviçre’ye Yılmaz Güney ve eşi Fatoş Güney
Beş mahkum, beş hikâye... ‘Yol’, baştan sona bir romana konu olabilecek kadar hareketli bir serüveni anlatır. Filmde, en kısa deyişle, yarı açık cezaevinden bir haftalığına izne çıkmış beş mahkûmun (Mevlüt, Yusuf, Seyit Ali, Mehmet ve Ömer) yol hikâyesi aktarılır. Önce otobüs ve trenle süren yolculuk boyunca, ayrı ayrı beş mahkûmun hayat hikâyeleri ve yaşamlarından kesitler aracılığıyla bir Türkiye panoraması sunulur.
40
TARIK AKAN ANLATIYOR
Yönetmen Erden Kıral’la Cunda adasında çalışırken Fatoş Güney geldi ve “Film durduruldu” dedi ‘Yol’ filmine başlayalı üç ya da dört hafta oluyordu. Yönetmen Erden Kıral’la Cunda adasında çalışıyorduk. Hapishaneden izne çıkan mahkûmların sahneleri çekiliyordu. Motorlar, sandallar, iki otobüs dolusu figüran… Çekimler oldukça yavaş gidiyordu, öyle ki daha işin başındaydık ama program altüst olmuştu bile. Önümüzdeki uzun rota bizi bekliyordu. Sırasıyla Bursa, Eskişehir, Konya, Adana, Mersin, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır, Bingöl’de önemli çekimler yapılacaktı. Bu sırayla Türkiye’yi dolaşacaktık ama biz hâlâ Ayvalık’taydık. Elimizi çabuk tutmazsak kar kalkabilirdi; bu da çok büyük bir sorun olurdu.
“Ne oldu Fatoş, hayırdır? Sıkıyönetimden bir terslik mi çıkardılar?” “Tarık, hemen yönetmen, prodüksiyon amiri, bütün sorumlu arkadaşları topla, Yılmaz’dan talimat geldi!”
dön! Hemen şimdi! Film durduruldu!”
Acele toplandık. Merakla Fatoş’a bakıyorduk. “Arkadaşlar, Yılmaz Güney’in talimatıdır: ‘Bavul topla! İstanbul’a
“Hayır, böyle bir şey yok. Tamamen Yılmaz’ın kararı. Erden Kıral arkadaşımız yönetmenlikten alınmıştır, başka da herhangi bir olay yok.” Figüranları uyandırdık:
“Fatoş, bize söylemek istemediğin bir şey mi var? Sıkıyönetimin işi mi bu? Lütfen; bilmek istiyoruz.”
“Bavul topla.” Herkes bavulları topladı. Sokağa çıkma yasağı kalkar kalkmaz otobüslerle İstanbul’a dönü lecekti. Hiçbirimiz olup bitenlere inanamıyorduk. Yılmaz Ağabey nasıl olurdu da filmi durdururdu? Kimseye bir şey söyleyemiyorduk. Yeşilçam zaten kaynıyordu, her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimi, Erden Kıral yönetmenlikten nasıl alınır, diyor, kimi de film durdurulduğu için seviniyordu. Ortalık karmakarışıktı.
Bir gece geç saatte odamın balkonunda oturuyorken, hemen aşağıda bir taksi durdu. İçinden Fatoş Güney çıkıp koşarak, telaş içinde otele girdi. Bir terslik olduğunu anlamıştım. Kapıda yakaladım: ulaştırılıyordu. Tehlikeli bir iş yapıyorduk. Yakalandığımız an hepimiz hapse girebilirdik. Tüm ekip bunun farkındaydı ve hepimiz buna razıydık. En azından, çekilmiş negatiflere el koyamayacaklarını biliyorduk. Konya’dan sonra Adana’ya gitmemiz gerekiyordu, ama karlar erimek üzere olduğundan hızla Diyarbakır’a, oradan Bingöl’e giderek tersten bir yay çizmeye karar verdik. Urfa, Gaziantep, Adana, İstanbul; filmin en önemli sahneleri bu şehirlerde geçiyordu. Senaryonun tamamını gizli kamerayla çekmemiz olanaksızdı. Askeri giysiler, gerçek silahlar, askeri araçlar bulmak, rütbeli rütbesiz birkaç subayı filmde oynatmak gerekiyordu. Nasıl yapacaktık, bilmiyorduk. Sıkıyönetimi atlatmanın başka yollarını bulmak gerekiyordu. Yeni bir yöntem denemeliydik.”
Donup kalmıştık.
iltica etti. Orada hemen filmin montajına başladı. Büyük maceralarla bitirilen ‘Yol’, 1982 Cannes Film Festivali’nde Costa Gavras’ın ‘Missing’iyle birlikte ‘Altın Palmiye’ ödülü aldı. Bu ödül, o güne kadar bir Türk filminin ulaştığı en büyük uluslararası başarı olarak kayıtlara geçti. Bu arada Şerif Gören, Yılmaz Güney’in gölgesinde kalmıştı. Çünkü Fransız dağıtımcı haklı olarak ‘Yol’u, Güney’in sinemacı ve siyasi kimliği üzerinden ‘pazarlamıştı.’ Şerif Gören’i kimse tanımıyordu çünkü... ‘Yol’un çok beğenilen müziklerinde Sebastian Argol Kendal imzası görünüyordu. Ne var ki, bu adı o
güne kadar kimse duymamıştı. Gerçekte filmin müziklerini o sırada yurtdışında bulunan Zülfü Livaneli yapmıştı. Yılmaz Güney’in vatandaşlıktan çıkarılması üzerine Livaneli bir tedbir olarak takma isim kullanmıştı. Sebastian Argol Kendal ismini bulansa Abidin Dino’ydu. KAYNAKÇA
-Erden Kıral, ‘Aynadan Yansıyan Hatıralar’, Agora Kitaplığı, 2012 -Tarık Akan, ‘Anne Kafamda Bit Var-12 Eylül Anıları’, Can Yayınları, 2002 -Agah Özgüç, ‘Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney’, Agora Kitaplığı, 2005 -Ahmet Soner, ‘Yol’un Çekim Öyküsü’, yenifilm.net -Sinemia.com, ‘17 Maddede Türkiye Sineması’nın Başyapıtı Yol Hakkında Bilmediğiniz Gerçekler’ -Atilla Dorsay, ‘Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları’, Remzi kitabevi, 2005 -Atilla Dorsay, Milliyet Sanat, 15 Kasım 1982
SEBASTİAN ARGOL KENDAL, ZÜLFÜ LİVANELİ’NİN TAKMA ADIYDI Bu arada hem mevsim, hem de gittikçe sertleşen 12 Eylül koşulları nedeniyle ekip filmi bitirmek için zamanla yarışıyordu. ‘Yol’, parasızlık nedeniyle defalarca kez yarım kalma tehlikesi atlattı. Bu arada Yılmaz Güney’in uzunca bir süredir planlanan kaçışı Ekim 1981’de gerçekleşti ve Güney, Fransa’ya
Şerif Gören
41
Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN
A
AYVALIK’IN MİTOLOJİK BİTKİLERİ/2 Otu çek, köküne bak…
yvalık’ın doğasıyla, mübadele yemek kültürü ve mimarisiyle bağlar kuran bir bitki kültürü var. Ayvalık halkı da sosyolojik yapısı gereği ot yemeklerine düşkün. Bu kültürün arkasına baktığımızda eski çağlardan günümüze dek gelen söylencelere rastlıyoruz. Bu yazımızda da bu söylenceleri sizlere aktarmaya devam ediyoruz. Defne: Bir nympha (su perisi) olan Daphne ırmak tanrısı Peneios’un kızıdır. Apollon, Eros’u ok atma konusunda kızdırınca, Eros okunu öyle bir atar ki; Apollon imkânsız bir aşka tutulur. Daphne bekaretin, saflığın sembolüdür. Bu yüzden el değmemesi gerekiyordur. Apollon Daphne’yi kovalar ve yakalar tam elde edecekken yakarışlarını duyan babası onu defne ağacına çevirir. Buna çok üzülen Apollon, defne ağacını kendi kutsal ağacı olarak benimser… Bu mitolojik hikâye defne hakkındaki söylencelerden sadece bir tanesidir. Ayvalık adaları tarihte Hekatonnesoi (1) olarak geçmektedir. Hekaton(s) ise Apollon’dan başkası değildir. Yoksa Apollon Defne’yi bu adalarda mı kovalamıştı? Ege kültüründeyse efeler kızanlıktan efeliğe geçerlerken defne dallarının üzerinden atlamaktaydı. Bazı krallar ne kadar adil ve temiz bir yönetime sahip olduklarını göstermek için defne dallarından bir çelengi başlarında taşırlardı. Yine Ayvalık’ta restorasyonu tamamlanmak üzere olan Ayazma’nın (2) söylencesi dolaylı olarak bir nympha hikâyesidir. Defne yapraklarıysa özellikle Ayvalık balık yemeklerinde kullanılır ve yemeğe ayrı bir tat verir. Ebegümeci: Anadolu’da ebeler bu bitkiyi tedavilerde kullanırlardı. Yönünü hep güneşe döndüğü için Pisagor’un öğrencileri için kutsal bir ottu. Pilinus her sabah bir kaşık ebegümeci yiyerek tüm hastalıklardan korunurmuş. Latincesi Malva’dır ki yumuşak anlamındadır. Bu yüzden olsa gerek eski çağlarda yaşayan eczacılar ebegümecini kullanırlardı. Ayvalık’ta pazarda satılan karışık otların arasında sıkça görebilirsiniz. Gül: Girit, Midilli, Selanik ve diğer yerlerden gelenlerin buluştuğu Ayvalık’ta farklı coğrafyalardan taşınan en önemli ortak kültür, Hıdrellez kutlamasıdır. Ayvalıklılar günümüzde de 6 Mayıs tarihinde Çamlı(k)’ta toplanmakta, yemekler, müzikler eşliğinde hep beraber eğlenmektedir. 6 Mayıs’ın sabahında dileklerini kırmızı bezlere çizip gül ağacının dalına asarlar. Ağaçta üç gün kalan dilek dualarla açıldıktan sonra denize atılır… Söylence şöyledir: Hz. Hızır ve Hz. İlyas (3) birbirlerine çok bağlı iki kardeştir. Ama ne olmuşsa olmuş, iki kardeş birbirinden ayrı düşmüş; Hızır denizde, İlyas ise karada yaşamaya başlamıştır. Birbirine kavuşmak için her gün dualar eden bu iki kardeşin yakarışlarına kayıtsız kalamayan Tanrı, onların yılda bir kez kavuşmalarına izin verir. Birçok kültürde bu tarih 6 Mayıs’tır. Bahar Bayramı’dır. Bu günde suların uyuduğuna, ağaçlarınsa secde ettiğine inanılır. Hıdır
42
ve İlyas gül ağacının altında buluşurlar. Bu yüzdendir ki; dilekleri kabul olan iki kardeşin buluştuğu ağaca dilekler asılır. İnsanlar özellikle Hızır’ın bolluk, bereket ve maddi olanaklar sağlayacağına inandıkları için dileklerini onun yaşadığına inandıkları denize atarlar. Osmanlı döneminde Ayvalık’ta Rum Ortodoks cemaati iki kardeş adına iki ayrı kiliseyi neredeyse yan yana inşa etmiş: Günümüzde İlkkurşun Tepesi’nde İlyas Peygamber adına Profiti İlias Kilisesi ve hemen eteklerindeki ise Aya George(Yorgi-Corci) yani Çınarlı Cami. Hıristiyanlar için Aya Yorgi, Hz. Hızır’dan başkası değildir. İncir: Kur’an-ı Kerim’de incir bir sureye ismini vermiştir. Tin(İncir) Suresi’nde “İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emin beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik” denmektedir… Neredeyse tüm inanışlar (4) için incir kutsal meyvedir. Yaprakları erkekliği, meyvesi dişiliği temsil eder. Hz. Nuh’un gemisinde bulunanlar 12 ay boyunca incir ekmeği yiyerek hayatta kalmışlardır. Cennetten kovulan Havva ile Adem utanma duygusunu ilk kez hissedince incir yapraklarından yaptıkları örtüyle çıplaklıklarını gizlemişlerdir. Adem örtüyü yapmak için diğer ağaçların dallarına uzanmış fakat Tanrı’ya itaat etmediği için bütün ağaçlar onu kovmuş. Ancak Bilgi Ağacı olan incir ölümsüzlük yerine kendisini seçtiği için yapraklarını ona vermiş. Bereketin, bilgeliğin, doğurganlığın, aydınlığın simgesi olan incir ağacı Ayvalık evlerinin bahçelerinde ve özellikle suyu kıt olan Cunda adasının bazı bölümlerinde bulunmaktadır. Kantaron: Kantaron çiçekleri, zeytinyağının içinde güneşe bırakılarak 40 günde kızıl bir renge ulaşınca süzülüp şişelenir ve artık gölge bir yerde saklanabilir. İşte doğanın bu mucizesi neredeyse Ayvalık’ın her yerinde satılmaktadır. Ayvalıklıların çok iyi bildiği faydalarını tek tek aktarmayacağım. Sadece halk arasında Sarı Kantaron veya Binbirdelik Otu olarak bilinen kantaronun mitolojik öyküsünü özetlemekle yetineceğim: Kantaron sözcüğü yarısı at, yarısı insan olarak bilinen efsanevi Kentaur’lardan gelmektedir. Kantaronun, İngilizcesinin Centaury, Latincesinin ise Erythraea Centaurium olduğunu belirtelim. Şifalı otların ustaları ve piri olan Kentaur’ların tercih ettiği bir ottur. Herakles’in ayağında çıkan bir çıban kantaronla iyileştirilmiştir. Hipokrat’ın öğrencileri ve bölgemizi de ziyaret eden Plinius da şifa dağıtmak için kantarondan faydalanmıştır. Kekik: Dillere destan güzelliği sebebiyle Truva Savaşı’na sebep olan Helene’in gözyaşları toprakla kavuşunca o noktalardan kekikler çıkmaya başlamıştır. Tercihini aşkı Paris’ten yana yapan Helen gözyaşlarını kimseye göstermemiş, daima asil durmayı becerebilmiştir. Bu yüzden kekik asaletin ve cesaretin simgesi olmuş, Yunan ve Romalı askerler bu bitkiyi vücutlarına sürmüşlerdir. Güzel kokusu sebebiyle tapınaklarda tütsü olarak
kullanılmıştır. Kekik, yalnız Ayvalık’ta değil, tüm körfezde, hatta tüm Anadolu’da doğal olarak toplanan, kurutulan ve özellikle etli yemeklere çok yakışan bir baharattır. Şifa amacıyla kekikten birçok farklı şekilde yararlanılmaktadır. Kaz ve Madra dağı silsilelerinin eteklerinde en saf ve temizlerini kendiniz toplayabilirsiniz. Olmadı pazarların yanlarındaki köylü tezgâhlarında çok ucuza temin edebilirsiniz Lotos: Ayvalık Neo-klasik mimarisinde dikkati çeken bir diğer süsleme Lotüs ve Palmet süslemeleridir. Özellikle kamu binalarının ve ibadethanelerin çatı kenarlarında Sarımsak taşından işlenmiş olan lotos figürleri dikkat çekmektedir. Diğer adıyla Lotus, geceleri kapanıp suyun altına giren, güneşi görünce su yüzüne çıkıp çiçeklerini açan bir bitkidir. Bu yüzden güneşin ve yaratılışın simgesi olmuştur. Yeniden doğuşu da simgelediğinden Mısır’da cenaze kültü ve Osiris’in bitkisidir. Ayrıca Odysseus çıktığı maceralı yolculukta çıkan kuzey rüzgârlarıyla, gemisi Kyrene yakınlarındaki Lotophagosların yaşadığı ülkenin kıyılarına sürüklenir. Bu ülkenin halkı lotos çiçeklerini yemekte ve sürekli bir uyku haliyle ortada dolaşmaktadırlar. Odysseus’un askerleri de bu bitkinin meyvesinden yiyince uyuşurlar ve amaçlarından uzaklaşırlar. Zor da olsa Odysseus askerlerini uyandırmayı becerir ve onları gemisiyle bu yerden uzaklaştırır. Mantar: Sümerlilerin MÖ 3500 yılında kullandığı, Mısır’da çok kıymetli sayıldığından sadece firavunların yediği, Romalılarda tanrıların yiyeceği olan mantar 4,5 milyar yıldır 1,5 milyon çeşidiyle dünyamızda yaşamaya devam ediyor. Yine geçen yıllarda mitolojik Kazdağları’nda varlığı keşfedilen Reishi mantarını, Çinliler 4000 yıldır tıpta kullanmaktadır. Tüm Ege ve Karadeniz bölgesinin çam ormanlarında doğal olarak toplanan ve Ekim ayıyla birlikte Ayvalık’ta satışa sunulan mantar ise Kanlıca mantarıdır. Halk arasında Çıntar, Çam Meltisi, Kızıliçi, Tillice diye de bilinir ve bu mantarın körfezdeki adı Melki’dir. Çok sevilen bu mantar nerdeyse etle bir tutulur. Özellikle yağmurların sürekli yağdığı dönemlerde bolca çıkarak tüm körfez köyleri için gelir kaynağı oluşturur.
Daphne ve Apollon
Çınarlı Cami, Lotüs-Palmet Süsleri
Mercanköşk: Ayvalık’ta bulunan Macaron Mahallesi adının Mercanköşk’ten gelme olduğu söylenir. Burada bulunan evlerin bahçelerinde eskiden bol miktarda mercanköşk bitkisi bulunmaktaymış. Bu bitkinin Yunanca adının Macaron, İngilizcesinin ise Marjoram olduğu ve mahallenin isminin buradan türediği belirtilmektedir. Mercanköşk mitolojide Afrodit’in bitkisidir. Latince adı olan Origanum ‘Dağların neşesi’ anlamındadır. Afrodit bu bitkiyi okyanusun dibinden çıkarıp, dağların en yüksek noktalarına bırakmıştır. Bu yüzden kokusu deniz gibidir ve aşkı temsil eder. Ortaçağda evlenen çiftlerin üzerine atılarak, evliliklerinin aşkla, kıvançla ve mutlu geçmesi temenni edilirdi. Ayrıca mezarına dikilen mercanköşk bitkisi faninin ruhunun huzur bulmasını sağlarmış.
Dipnotlar: 1. Ayvalık Adaları, Hekaton-Nesoi yani ‘Yüz Adalar’ anlamındadır. Bilge UmarTürkiye’deki Tarihsel Adlar 2. Prof.Dr. Ömer Özyiğit ve eşi Suzan Özyiğit tarafından çalışmaları yapılan Ayazma ile ilgili olarak Ayda Bir Ayvalık’ın 18-22. sayılarında detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. 3. Hz. İlyas Kuran-ı Kerim’de peygamber olarak anılırken, Hz. Hızır (Hıdır) ölümsüz bir kişi olarak geçmektedir. Semavi dinlerin tamamında Hızır söylencesi kabul görür. 4. Doç. Dr. Aylin Koçak’ın ‘Bilgelik Varlık Bereket Sembolü İncirin Serüveni’ isimli makalesinde incir hakkında geniş bilgiye ulaşabilirsiniz. www.academia.edu
Melki Mantarı
43
BİR KİTABIMIZ VAR Ayvalık’a hiç de yabancı olmayan tanınmış yemek yazarı Pınar Atay Başol, Midilli mübadili olan dedesin Hüseyin B. Kantarcı’dan miras kalan tarifleri derlemiş, buna annesi E. Afet Atay’ın katkılarını eklemiş ve kapsamlı bir yemek kitabına imza atmış.
N
‘AİLE BOYU’ BİR YEMEK KİTABI: LEZZET SIRLARIYLA AYVALIK VE MİDİLLİ MUTFAĞI
e zamandan beri tanıtmak istediğimiz bir kitap var elimizde... Pınar Atay Başol’un, Alfa Yayınları’ndan çıkan ve ilk baskısı 2009 yılında yapılan ‘Lezzet Sırlarıyla Ayvalık ve Midilli Mutfağı’... Doyurucu içeriği, göz alıcı fotoğrafları ve özenli baskısıyla dikkat çeken kitap çorbalar, sebzeler, otlar, otlu yemekler, salatalar, zeytinyağlılar, sıcak sebze yemekleri, köfteler, güveçler ve parça etler, kebaplar, ızgara ve tava balıkları, tepsi balıkları, meze balıkları, pilavlar, çay saati ve zeytin başlıkları altında çok sayıda tarif barındırıyor. Her tarif büyük boy fotoğraflarla desteklenmiş. Pınar Atay Başol, Midilli mübadili olan ve Ayvalık’ın tanınmış aileleri arasında yer alan Kantarcı ailesinin bir üyesi... Kitaptaki tariflerin çoğunu sağlığında dedesi Hüseyin B. Kantarcı yazdırmış kendisine. Annesi E. Afet Atay ise yemekleri tek tek pişirip tariflerin ‘detaylanmasını’ sağlamış. Ayrıca dayıları Benhan İbrahim Kantarcı ve Emin Kantarcı ile yengesi Sevgi Kantarcı da ‘güzel yemekler’ öğretmiş. Bir bakıma, ‘aile boyu’ bir yemek kitabı bu! Kitapta özellikle otlara ve otlu yemeklere geniş yer verilmiş. Çünkü, arka kapaktaki tanıtım yazısında da belirtildiği gibi, Ayvalık’a yolu düşenlerin, yaz olsun kış olsun, her zaman birbirinden lezzetli otlar bulabilmesi mümkün. Belki de pek çok kişinin adını yeni duymuş olacağı istifno, deniz börülcesi, susam otu, radika/hindiba, yaban ıspanağı, muhliye, ebegümeci, kuzukulağı, ısırgan otu, cibes, hardal otu, yaban sarımsağı, akkız/şevketi bostan, turp otu, yaban kerevizi, kazayağı, arapsaçı/rezene, leylekgagası, zoho gibi nice otlar... Bu otlar nerede, hangi mevsimde yetişir, hangi yemeklerde kullanılır ve nelere faydalıdır? Pişirilirken dikkat edilmesi gereken esaslar nelerdir? Hangi et hangi yemeğe yakışır? Hangi balık hangi mevsimde bulunur? ‘Lezzet Sırlarıyla Ayvalık ve Midilli Mutfağı’nda hepsinin cevabı var.
44
BALIKLAR, KALAMARLI PİLAVLAR, ENFES ÇOBAN SALATASI GELDİĞİ ANDA HERKESİN YÜZÜNDE BİR TEBESSÜM OLUŞURDU Pınar Atay Başol’un kitabında Ayvalık’ın yakın geçmişindeki günlük yaşama ilişkin çok hoş satırlar da var: “Ağabeyim ve ben okul biter bitmez üç aylık yaz tatilimizi yapmaya Ayvalık’a gider, dedemlerin bizim için hazırladığı odada kalırdık. Dedem sabah 06.00’da uyanır, anneannemle birlikte yemekleri hazırlamaya başlarlardı. Anneannem daha çok soyma hazırlama işlemi yapar, dedem de kıvamlarını ayarlar, lezzetleri katardı. Bir gün bile bozulan bir yemek olmamıştı. Son derece ustaydılar bu konuda. Saat 08.00 gibi yemek işi biter, kahvaltı edilirdi. Genelde ağabeyim yalnız, eğer uyandıysam beni de yanına alarak botla, karşı ada Tımarhane adasına doğru gider, balık yakalardı. Öğle yemekleri tam 12.00’de yenirdi. Beş dakika şaşmaz bir kuraldı bu. Bu yüzden anneannem önceden tedbirini alır, balkona kırmızı bir bez bağlardı. Ağabeyimle böyle anlaşırlardı. Bu, yemek hazır, dönün artık demekti. 12.00’de yemeğimizi yer, mutlaka bol şekerli kahvemizi içer, sonra denize girmeye Sarımsaklı’ya giderdik. Bazı akşamlar evde büyük bir sofra kurulur, kardeşler, torunlar gelir, sofraya oturulurdu. Balıklar, kalamarlı pilavlar, enfes çoban salatası geldiği anda herkesin yüzünde bir tebessüm oluşurdu. Her bir lokmadan, her bir andan ayrı bir lezzet alınır, tatlı bir sohbet başlardı.” Tarçınlı tavuk, yumurtalı radika kavurması, zoho salatası, kıymalı-bulgurlu ebegümeci, saray dolması, kabak kıstırma, ada usulü keşkek, yufkalı levrek balığı gibi gerçekten özel tariflerin yer aldığı ‘Lezzet Sırlarıyla Ayvalık ve Midilli Mutfağı’nı, Ege yöresine özgü, hafif ve lezzetli yemekler hazırlamak isteyen herkese tavsiye ederiz.
LORLU ISIRGANOTU BÖREĞİ 100 gr=140 kalori Isırganotu: Orta ateşte, ocakta, 15 dakika Börek: 200 derece, fırında, 20 dakika 6 kişilik Malzemeler İç Malzemesi 500 gr Isırganotu 200 gr Tuzlu lor veya Beyaz peynir Bulamaç 1 Yumurta 2 Çorba kaşığı yogurt 1 Fincan süt 1 Fincan zeytinyağı 1 Çay kaşığı tuz Börek 3 Yufka (Tepsi içerisinde 6 kat) 2 Çorba kaşığı zeytinyağı 1 Yumurta sarısı 1 Tatlı kaşığı çörekotu
TARİF 15 dakika kaynar su içerisinde haşlanıp suyu süzülen 500 gr ılık ısırganotu, 200 gr tuzlu lor ile karıştırılıp böreğin iç malzemesi hazırlanır. Bir kap içerisinde 1 adet yumurta, 2 kaşık yoğurt, 1 fincan süt, 1 fincan zeytinyağı ve 1 çay kaşığı tuz iyice çırpılarak bulamaç hazırlanır. Bir fırın tepsisi yağlanır ve içerisine 1 adet yufka yayılır. Arasına hazırlanan bulamaç sürülür. 1 adet yufka daha yaydırılır. Yine bulamaç sürülür. Üçüncü yufkadan sonra hazırlanan iç malzemesinin tümü konulur. Sonrasında yufka, bulamaç, yufka, bulamaç, yufka konulur. En üstüne 1 adet yumurta sarısı ve çok az zeytinyağı çırpılarak sürülür. 1 tatlı kaşığı çörekotu böreğin üzerine serpiştirilir. Önceden ısıtılmış 200 derecelik fırında 20 dakika kadar böreğin üzeri kızarıncaya kadar bırakılır. Tepsi sıcakken fırından alınır ve soğumaya bırakılır. Börek ılıdıktan sonra 7x7 cm’lik porsiyonlar kesilerek servis edilir.
KOBALAK KÖFTE
100gr=180 kalori Köfteler: Harlı ateşte kızgın yağda, ocakta 5 dakika Sosu: Kısık ateşte, ocakta 20 dakika Tepside: Orta ateşte, ocakta 5-10 dakika 6 kişilik Malzemeler 1 kg Kıyma 3-4 Kuru ekmek içi 2 Soğan ½ Demet maydanoz 1 Tatlı kaşığı tuz Karabiber Sos 4-5 Domates 1 Fincan zeytinyağı 1 tatlı kaşığı tuz 1 Tatlı kaşığı salça 1 Kesme şeker 1 Fincan su Kızartma 2 Su bardağı zeytinyağı veya Ayçiçeği yağı
TARİF Kıyma, ufalanmış ekmek içi, rendelenmiş soğan, iyice kıyılmış maydanoz, tuz ve karabiber iyice yoğrulur. Bu kuru köfte. Kuru köftede ben yumurta koymuyorum. Yuvarlak yuvarlak şekil verilir. Kızartılır. Bir kağıt peçete üzerine çıkartılarak fazla yağı alınır. Sossuz olarak da kürdanla, kuru köfte olarak servis edebilirsin. Sosu için, bol bol domates kıyacak, zeytinyağı, tuz ve şeker ekleyerek pişireceksin. Pişmesine yakın salça da eklenir. Eğer suyu az gelirse bir fincan kaynar su da ekleyebilirsin. Hazırladığın sos içerisine kızarttığın köfteleri koyarak köftelerle sos karışımını birlikte 5-10 dakika daha pişireceksin ki köfteler sosu iyice içine çeksin. Yemeği sonradan yemek için 5 dakika sosuyla beraber ısıtıp, kemali afiyetle yersin. Eğer istersen bu yemeği soslamadan, köftelere kürdan batırıp da yiyebilirsin.
45
KEYİFLİ BULUŞMA MEKÂNLARI Cumhuriyet Caddesi 4. Sokak’taki Kvcii tek bir ürünü, kahveyi öne çıkaran konseptiyle diğer kafelerden bir hayli ayrışıyor. Zaten bu nedenle kafenin sahibi Aydın Böke’nin dostları merkezden ve özellikle deniz kenarından uzakta açılacak olan ‘kahve evi’ne pek şans tanımamışlar ve açıkçası ticari anlamda bu fikri biraz da çılgınca bulmuşlar. Ancak bu ‘çılgın’ fikir tutmuş, 2014 yılında faaliyete geçen Kvcii; Ayvalıklıların ve yerli-yabancı kahve severlerin buluşma noktası haline gelmiş. Son yıllarda Türkiye’de hızla gelişen kahve kültürünü Ayvalık’a taşıyan Aydın Böke ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi ilgiyle okuyacağınızı umarız.
SESSİZ, SAKİN, HUZURLU BİR ORTAMDA KAHVEYİ VE MÜZİĞİ İNSANLARLA PAYLAŞMAK ADINA YOLA ÇIKTIM
-Y
oğun iş tempomuzdan, İstanbul’un getirdiği hızlı yaşamdan zaman zaman kaçmak, biraz yavaşlamak, nefes alabilmek amacıyla 2011 yılında eşimle birlikte Ayvalık’ta bir ev sahibi olmuştuk. Geliş-gidişlerimiz arttıkça Ayvalık’ı çok sevdiğimi ve burada daha uzun kalmak istediğimi fark ettim. Doğuş Grubu’ndaki son proje başkanlığımın ardından kariyerimi noktalamaya karar verdim. Zira doğanın sunduğu güzelliklerin farkına varacak, tadını çıkaracak kadar sağlıklıyken kendim için bir şeyler yapmak istedim ve emekli olur olmaz Ayvalık’a geldim.
bir hobim olacaktı. Ayrıca çok sevdiğim Ayvalık’a bir şeyler kazandıracak, artı bir değer yaratma şansını yakalayacaktım.
Yer arayışına girdiğimde bu binayı buldum. Restorasyonu zaten yapılmıştı. Sadece yeniden elden geçirdik. İç mekânın dekorasyonunu ışığından mobilyalarına, mutfağından tuvaletine kadar kendi zevkime göre tasarladım. İnsan neredeyse dünyanın tamamını gezince karşılaştığı her güzel şey beyninde iz bırakıyor. Benim de belleğimde birikenler proje aşamasında gün yüzüne çıktı. Ve Kvcii’yi, “Bizim insanlarımız da AYDIN BÖKE KİMDİR? güzel yerleri hak ediyor!” düşüncesiyle şekillendirdim. Enerjiniz yerindeyken 1963 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Liseden sonra Gerek içerde gerek dışarıda boş duramıyorsunuz. üniversite eğitimi için Amerika’ya gitti. Univercity of hoş, sıcak, samimi, modern Ayvalık’ta sabahları çok Arizona’dan mezun oldu ve Türkiye’ye döndü. Yabancı bir atmosfer yaratmayı erken kalkıyorum. Böylece bir şirkette çalışırken eşiyle tanıştı. Ardından, master sanırım başardım. Fakat iş gün uzuyor ve insan bu için eşiyle birlikte tekrar Amerika’ya gitti. Kaliforniya bununla bitmiyordu. Gerçi saatleri en iyi şekilde Üniversitesi’nde pazarlama dalındaki master ertesinde kahve kültürüm gelişmiş, değerlendirmek istiyor. Türkiye’ye döndü. Otomotiv sektöründe çalışmaya damak zevkim oluşmuştu Kısacası, “Ne yapayım, başladı. Anadolu Grubu ihracat departmanında dört ama bütün bunlar bence nerede ve nasıl vakit yıl kadar görev yaptı. Çelik Motor bünyesinde Orta kahve satabilmek için geçireyim?” diyen bir emekli Asya ülkelerinden sorumlu yönetici olarak yer aldı. yeterli değildi. Konuklarıma olmayayım, sevdiğim bir şey 1998’de Doğuş Grubu’na geçti. Farklı departmanlarda hakkıyla hizmet verebilmem, yapayım, dedim. Yıllarca uzun süre çalıştı. Audi’de Satış ve Pazarlama işimi en doğru şekilde profesyonel şirketlerde, Direktörlüğü’nü üstlendi. VDF’de (Volkwagen Doğuş yapabilmem daha fazlasını plazalarda çalışmak, Finans) geliştirilen bir projenin başına getirildi. Proje gerektiriyordu. O nedenle projelerle içli-dışlı olmak tamamlanınca uzun yıllar çalıştığı kuruma veda ederek merkezi İngiltere’de olan insanı farklı konumlara çok sevdiği Ayvalık’a geldi. bir kuruluşun kurslarına getiriyor. Farklı alışkanlıklar katıldım. Bir buçuk ediniyorsunuz. Kahve içmek aylık eğitim sırasında gibi… İşim gereği yıllarca dünyadaki kahve çeşitlerinden kahvenin kavrulmasına, Almanya’da kaldım. Kahveye ilgim, merakım orada öğütülmesine, pişirilmesine kadar her şeyi öğrendim. başlamıştı. Kahve içmeyi seviyordum. Sonuçta hem oyalanabileceğim hem de eşimin-dostumun Ayvalık’ta İKİ AYRI KAVURUCUNUN ELİNDEN AYNI KAHVE FARKLI beni kolayca bulabileceği bir adrese dönüştürebileceğim BİR TAT ALARAK ÇIKABİLİYOR ‘kahve evi’ projesi böyle doğdu. Yani bu işe soyunurken amacım asla ticari değildi. Öncelikle zevkle uğraşacağım Mekânımın adı, logosu çoktan hazırdı. İş hayatımın
46
son dönemlerinde “Eğer bir gün bir yer açarsam mutlaka Türkçe bir isim taşımalı!” diye düşünmüş ve kahve sunacağıma göre adını ‘Kahveci’ koymaya karar vermiştim. Kahveci’nin logosunu da, toplantı notlarımı tutarken çizmiştim. Ne var ki isim hakkını almak üzere baş vurduğumda patentinin bir başkası tarafından alındığını öğrendim. Üzüldüm elbette. Yeniden arayışa girdik. Onlarca isim bulmuştuk ama hiçbiri içime sinmiyordu. Sonunda kızım, “Baba, aradaki sesli harfleri çıkarırsak hem senin istediğin olur hem de sorun çözülür!” dedi. Kvci’nin sonuna ikinci “i” harfini ekleyerek adımızı daha sıcak ve daha dikkat çekici bir hale getirmek de onun fikriydi. Hani hâlâ “Simitçiiiii!” diye bağırır ya satıcılar. Bu haliyle patenti aldık. Sırada ihtiyacım olan ekipmanlar vardı. En iyi kahve makinesini getirttiğimde -ki çok pahalı bir makineydi- arkadaşlarım ölü yatırım yaptığımı, Ayvalık’ta benim yapacağım kahvelerden kimsenin bir şey anlamayacağını, üstelik sapa bir yerde olduğumu söylediler. Ben de onlara, “Deniz yerine tarihi dokunun içinde olmayı yeğliyorum ve her şeyi öncelikle kendim için yapacağım. Çünkü damak zevkime hitap eden iyi bir kahve içmek istiyorum. İyi bir kahvenin yanında iyi bir müzik dinlemek istiyorum” dedim. Zira kendimi içinde huzurlu hissedeceğim bir dünya yaratırken Ayvalık’ta da bu dünyayı benimle paylaşmak isteyenlerin mutlaka çıkacağına inanıyordum. İnanıyordum çünkü insanlar hak ettikleri iyi şeylere kayıtsız kalamazlar. Nitekim yanılmadım. Bir şeyi bütün samimiyetinizle ve doğru yaptığınızda insanlar bunu hemen algılıyorlar. Özetlersem sessiz, sakin, huzurlu bir mekânda tadına alıştığım kahveyi, müziği insanlarla paylaşmak adına yola çıkmıştım. Ancak zevklerim, hobim Ayvalık’ta bir boşluğu doldurdu ve Kvcii insanların keyifli buluşma noktalarından biri oldu.
Kvcii’de ben dahil üç kişilik bir ekibiz. Yardımcılarımı okul giderlerini karşılayabilmeleri için özellikle öğrenciler arasından seçiyorum. Yaz aylarında haftanın yedi günü sabah dokuz akşam sekiz saatleri arasında hizmet veren Kvcii, sezon biterken yani Ekim sonu, Kasım başı gibi tatile giriyor. Baharla birlikte yeniden müdavimleriyle buluşuyor.
Kahve özellikle son yıllarda bütün dünyada spesiyal bir içecek haline geldi. Ülkemizde de yazılı ve görsel basın sayesinde insanlar bu konuda epeyce bilinçlendiler ve kahve çeşitlerine ilgileri arttı. Artık içtikleri kahvenin Brezilya mı, Kolombiya mı olduğunu bilmek onlara yetmiyor. Örneğin ürünün Kolombiya’nın hangi yöresinden, hatta hangi çiftlikten geldiğini sorguluyorlar. Tabii bu işin içinde başka incelikler de var. Sadece en iyi kahveyi almanız yeterli değil. Zira iki ayrı kavurucunun elinden aynı kahve farklı bir tat alarak çıkabiliyor. Bu nedenle kavurma işlemi sırasında saniyeleri saymanız, çıtlama sesini duyabilmek için başında durmanız gerekiyor. Ben İstanbul’daki bir ithalatçıyla çalışıyorum. Doğru bir yerden, stoklamadan sık sık ve taze alım yapıyorum. Ayrıca konuklarıma her dem taze sunabilmek amacıyla çekirdekleri son anda çekip kahveyi öyle pişiriyorum. ÇEKİRDEK HALİNDE GETİRTTİĞİM KAHVELERİ DAMLA SAKIZLI, BADEMLİ YA DA KAKULİLİ OLARAK MÜŞTERİLERİME İKRAM EDİYORUM Genelde Kolombiya ve Brezilya gibi güney Amerika kahvelerini kullanmayı tercih ediyorum. Kvcii olarak çok fazla çeşit ikram edememekle birlikte benim damak zevkimin yön verdiği ve yüzde kırk Brezilya, yüzde kırk Kolombiya, yüzde yirmi Guatemala kahveleri karışımından elde ettiğimiz bir tat var. Bu karışımla büyük kahve zincirlerinin sunduğu bütün espresso çeşitlerini hazırlayabiliyorum. Ama yaz aylarının gözdesi soğuk, buzlu kahveler diyebilirim. Kısacası büyük kentlerden gelen insanlar, alıştıkları tatları burada bulabiliyorlar. Türk kahvesi tiryakilerini memnun edebilmek adına Eminönü’ndeki Mehmet Efendi’yle çalışıyorum. Çekirdek halinde getirttiğim kahveleri damla sakızlı, bademli ya da kakulili olarak müşterilerime ikram ediyorum. İnsanlar alıştıkları klasik tat dışında, farklı bir lezzetle buluşmaktan keyif alıyorlar. Ana ürünümüz kahve olunca mutfak işine girmek istemedim. Zaten aşçı da değilim ancak içeride bir fırınımız var. Kahveye, çaya eşlik edecek kekler, pastalar, tatlılar o fırında pişiyor. İlk başlarda bu işleri bir hanım arkadaşımız yapıyordu. O ayrılınca iş başa düştü ve yavaş yavaş bazı şeyleri kendim yapmayı öğrendim. Bilinen tatları örneğin tiramisuyu içine farklı lezzetler, aromalar ekleyerek kavanozda sunmaya başladım. Müşteriler ilginç ve değişik
47
buldular. Yine Almanya’da yaşadığım yıllarda edindiğim deneyimlerimden hareketle mascarpone (İtalya’ya özgü bir peynir türü), krema ve vanilyayla kendime ait bir tatlı ürettim. Kavanozlarda hazırladığım bu tatlıya ‘Kvnz’ adını verdik ve onun da patentini aldım. Çok fazla ilgi gördü. Hatta insanlar “Kvnz var mı, gelelim mi?” diye sormaya başladılar. Düğün yemeklerinin de aranan tatlısı oldu kavanoz. Bu yıl menüye portakallı, bitter çikolatalı turtamızla İspanyolların tabansız ve sossuz cheescakelerini ve kruvasanı ekledim. Onlar da çok beğenildi. Özellikle gerçek kruvasan yapmak hayli zordur. Ayrıca sattığınız fiyat, verdiğiniz emeği asla karşılamaz. Ancak bir eksiğimiz kalmasın diye haftada bir gün kruvasan çıkarıyoruz. Zaman zaman da çay severler için tuzlu çeşitlerine yer veriyoruz. Kahveler dışında çay, bitki çayı, limonata, angelos gibi alternatif içeceklerimiz var. Limonata, taze çilekler ve buzla çekerek yaptığımız çilekli limonata en gözde içeceklerimiz arasında. Asıl spesiyalimiz ise angelos... Siyah üzüm koruğunu üzüme dönmek üzereyken karanfil ve ıtır ekleyerek kaynatıyoruz. Kaynarken meyve kendi kendini doğal bir yolla şekerliyor. Buzla ve sıkmadan servis ettiğimiz angelosu insanlar koruk suyu sanıyorlar ama değil. Çünkü koruğun buruk tadını ancak şekerle kırabiliyorsunuz. Bizse asla şeker eklemiyoruz. Benzer bir içeceğe Dikili/Bademli taraflarında rastlamıştık. Rumların angelos adını verdikleri bu içecek ilham kaynağımız oldu ve aynı ismi kullanmak istedik. Birkaç blogger da öyküsüyle birlikte paylaşınca angelos çok ünlendi ve yaz içecekleri listesinde ilk sırayı aldı. GENELDE YAZLIK YERLERDE HER ŞEY KENTLERDEKİ ÜCRETLENDİRMENİN ‘BİR TIK’ ÜZERİNDEDİR Kvcii’nin kapasitesi yirmi sekiz kişi fakat burada dolaşım fazla. Yani yemek işine girmediğimiz için bir masa akşama kadar yedi, sekiz kere dolup boşalıyor. Yaz aylarında sokağa attığımız masalar tercih edilirken yağışlı ve serin havalarda özellikle çocuklu aileler rahat
48
koltukların bulunduğu iç mekânda oturuyorlar. Yüzde seksenini otuz beş yaş üstü kadınların oluşturduğu kemikleşmiş bir müşteri kitlemiz var. Burada kendilerini çok rahat hissettiklerini ve uğramadan geçemediklerini söylüyorlar. Yanı sıra Ayvalıklılar, Ayvalık’ta yaşamayı seçen kent soylular, sanatçılar, yazlıkçılar, yerli ve yabancı turistlerden oluşan bir müşteri profiline sahibiz. Ancak şunu da hemen belirtmek isterim ki bloggerlar, turizm siteleri ve basın sayesinde adımız daha önce Ayvalık’ı hiç görmemiş insanlara dahi ulaşıyor. Giderek tanınıyoruz. Ayvalık’a gelen kültür ve sanat dünyasının ünlü isimlerinin, bilim ve siyaset adamlarının da uğrak yeri haline gelmemizle birlikte Kvcii’de hoş bir ortam oluşmaya başladı. Bu da beni fazlasıyla ‘motive’ ediyor, elbette... Ayvalık’ta mutlaka görülmesi gereken on yer arasına girmek elbette çok sevindirici. Hep yeni bir şeyler katmaya, yeni ürünler sunmaya çalışıyorum. Çünkü işimi çok seviyorum. Tek amacım şu tarihi dokunun içinde dünya standartlarında, çağdaş bir kafe yaratmak. Türkiye’de ithal edilen en kaliteli kahve çekirdeğini ve çok iyi bir makine kullanmama rağmen, bir yandan da fiyatlarımı rekabet çizgisinde tutmaya özen gösteriyorum. Zira maliyetin artması benim seçimim ve bu seçim, fiyatları ikiye katlamama gerekçe olamaz. Büyük kentlerde yaşayan insanların nerelerde ne fiyatlar ödediklerini gayet iyi biliyorum. Genelde yazlık yerlerde her şey kentlerdeki ücretlendirmenin ‘bir tık’ üzerindedir ama ben o tarifelerin hep bir tık altında kalmaya özen gösteriyorum. Ayvalık’taki pek çok işletme de benzer fiyatlamaya gidiyor. Ancak, kullandıkları kahve kalitesi ve makine gibi ekipman bazında aramızda bir eşitlik bulunmamasına rağmen rekabet adına bu uygulamayı sürdürüyorum. Verdiğim hizmet ve ürün kalitesi göz önünde bulundurulduğunda bir hayli ucuz kaldığımızı düşünüyorum. Birkaç örnek vermem gerekirse; İngiliz çaylarıyla aromalandırdığımız ve büyük bardaklarda sunduğumuz çaylarımız üç, Türk kahvemiz altı lira. Geleneksel limonatamız dokuz, angelos on lira.
Ayşın Özen 1961, Ankara doğumlu. Babası 1961-1966 yılları arasında Ayvalık’ta PTT müdürlüğü yapmış. Dolayısıyla çocukluk yılları Ayvalık’ta geçmiş. İlkokulu Ankara’da tamamlamış. İstanbul Fenerbahçe Lisesi’nde okurken sanatla tanışmış. Şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Seramik Bölümü’nü bitirmiş. Şimdilerde Ayvalık’ta bir eğitim kurumunda öğretmenlik yapıyor. Ayrıca bazı sivil toplum kuruluşlarında aktif olarak yer alıyor.
S
AYVALIK NE GEZMEKLE BİTER NE DE ÇİZMEKLE...
SERKAN KİBAR
ayın, Ayşın Özen, resim sanatına ne zaman ilgi duymaya başladınız? O süreci biraz anlatır mısınız?
-Lise yıllarımda, İstanbul’da yakın dostlarımızın aracılılığıyla tanınmış ressamlar Devrim Erbil ve Fahir Aksoy ile tanışma fırsatı buldum. Fahir Aksoy’un atölyesine gittim. Oradaki, henüz yapım aşamasında olan çalışmaları görünce çok etkilendim. İki yıl Devrim Erbil hocamdan eğitim aldım. Artık resim yapmak ‘vazgeçilmezim’ olmuştu. Çok arzuladığım okul ve bölüm olan Devlet Güzel Sanatlar Akademi Seramik Bölümü’nü kazandım. Yüksek lisans eğitimimi orada tamamladım. Okulumuzda iki yıl boyunca temel sanat dersi veriliyordu. O sayede ciddi bir sanat eğitimi aldım diyebilirim. Ve yıllar sonra Ayvalık’a döndünüz?.. -Evet, öyle oldu... Üniversite yıllarımın sonunda ailem ani bir kararla Ayvalık’a yerleşti. Ben de onları izledim. Yirmi dört yaşında Ayvalık’ta seramik atölyemi açtım. Alibey adasında tarihi Cağaloğlu Hamamları’nın sahibi Faris Çağdaş’ın köşkü var, biliyorsunuz. İşte o köşkün süslemelerini yaptım. Ardından evlendim, çocuğum dünyaya geldi. 1996 yılında öğretmen olarak atandım. Bir yıl sonra da yine tayinle Ayvalık’a sınıf öğretmeni olarak geri döndüm. Sınıf öğretmenliği çok fazla sorumluluk gerektirdiğine göre, resime yeteri kadar zaman ayırabildiniz mi? -Öğretmenlik ve içimdeki çocuk sevgisi bütün zamanımı aldığı için doğrusu resime biraz uzak kaldım. Ama
kurulduğu 2000 yılından bu yana AYKÜSAD’ta çalışmalarımı sürdürüyorum. Şu an ikinci başkanlık görevini yürütüyorum. 2006 yıllarında mezun olduğum okulun İDGSA 80’liler Derneği var; çalışmalarıma orada da devam ediyorum. Bu derneğin çatısı altında gerçekleştirdiğim çalışmalarımla, on yıl içinde Türkiye’nin dört bir köşesinde düzenlenen kırk karma
49
sergiye katıldım. Mübadele konulu karma sergiyi hem İstanbul’da Yunan Konsolosluğu’nda hem de Midilli’de açtık. Oradaki resmimi, seçilmesini izleyen günlerde Belediye Başkanımız Sayın Rahmi Gençer’e hediye etmiştim. RESİMLERİMİN TEMELİNİ AYVALIK EVLERİ OLUŞTURUYOR Ayvalık’ta son dönemlerde resimleriniz oldukça gündemde... Bu konuda ne söylemek istersiniz? -2015 yılında Ayvalık Bahçeşehir Koleji’nden emekli oldum. Orada, çocukların primitif, naif, yalın anlatımları beni çok etkiledi. Son iki yıldır resim yapma arzusu bende yeniden depreşti. Ayvalık resimleri yapmaya başladım. Ayvalık çok farklı güzelliklere sahip, çok etkileyici bir yer çünkü... Bu nedenle çok seviyorum. Dar ve kıvrımlı sokaklarını, o sokaklarda hayatını sürdüren ya da dolaşan insanların yer aldığı ‘yaşayan’ resimler yapıyorum. Sokak kahvelerini çizdim. Sokak satıcılarını çizdim. Kapı önünde muhabbet eden, bakla
50
EKİM 2017 YIL: 4 SAYI: 38 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni ayıklayan, kahve falı bakan kadınları çizdim ve hâlâ çiziyorum. İnsanlar çok büyük bir enerji veriyor bu kentte. Naif özellikleriyle ve özgün renkleriyle yansıtmaya çalışıyorum ben de... Bu arada kişisel bir sergi için tanıdıklarımdan teklif gelmeye başladı. Bunun üzerine, geride bıraktığımız yaz mevsimini sergimde yer alacak yeni resimler yapmaya ayırdım. Emekli olursam küçük bir atölye açmayı planlıyorum. Ayvalık’ın sanatçılara geniş olanaklar sunduğu sık sık dile getiriliyor. Sizce de öyle mi? -Evet... Çünkü Ayvalık farklı... Ayvalık’ı tanımak yaşayarak yansıtmak önemli bence. Biz Ayvalık’ın ruhunu biliyoruz. Ayvalık’ı hissederek yaşıyorum. Her seferinde Ayvalık sokaklarını
ilk kez geziyor gibi hissediyorum. Bana göre Ayvalık ne gezmekle biter, ne de çizmekle... Yeter ki Ayvalık sevgisi olsun içinizde. Antalya’nın bir ilçesine gidip resim yaparım ama bir-iki taneyi geçmez, çok sayıda yapamam. Ayvalık’ta yapıyorum. Ayvalık’ın sıcak ve samimi enerjisini yansıttığımı düşünüyorum. Benim resimlerimin temelini Ayvalık evleri oluşturuyor diyebilirim. Küçüçük ama iki katlı, üç katlı ve zarif penceleri olan bu evleri çizmekten büyük keyif alıyorum. Ayvalık bir hazine ve tam anlamıyla bir açık hava müzesi… Ne yazık ki, yakın zamanlara kadar bu güzelliklerin kıymeti bilinmemiş. Örneğin evlerin cephelerini tuhaf bir şekilde boyamışlar. Bir arkadaşımın evinde sıvayı kazıdığımızda altından müthiş güzellikler çıktı.
Düştü mü gönüle Ayvalık Bu sevda sürer gider. Komşu kapısında sohbetler, Bakılır telvelerde fallar. Denize iner, Bu şehirde bütün sokaklar. ************************************* Kimler oturdu bu kahvelerde? Kimler yudumladı ada kokulu çaylarını? Kimler bıraktı kalbini bu kıyıda? Kim bilir? Ah sen yok musun sen, İçinden mavi geçen şehir.
BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ ZEYNEP KAZANCIGİL ÖNDER KAYA HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sit. 5. Cad. No.69 Bağcılar / İstanbul Tel. 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com sertifika no: 29195 Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.
Ayşın Özen
51
K
FOTOĞRAFLARDAKİ DURUM, ZAMAN VE MEKÂN ANLATIMI YAZIDAN DAHA GÜÇLÜDÜR
entlerin ‘eski’ fotoğrafları bir bakıma o kentlerin fiziksel, toplumsal, çevresel ve ekonomik serüvenlerinin aynasıdır.
Eski bir fotoğrafı, kentin bugünkü durumuna bakarak yorumlarken hiç kuşkusuz, ‘değişim’ kavramı öne çıkar. Geçmişin izini sürerken bir yandan da tarihin güzelliğini yaşarız. Kim ne derse desin, fotoğraflardaki durum,
zaman ve mekân anlatımı her zaman bir yazıdan daha güçlüdür.
İşte kanıtı: Ayvalık’ın epeyce eski bir fotoğrafı… Tepelerde artık olmayan değirmenler… Yerinde yeller esen o güzelim sabunhane… Düzensiz Cumhuriyet Meydanı… Bakımsız ve dağınık sahil… Otomobiller 1930, belki de 1920 model… Her şey günümüzdekinden çok farklı yani... Ve fazla söze gerek bırakmıyor…