Sayi 43 web

Page 1

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ “DÜNYADA HER ŞEY KADININ ESERİDİR” Ayvalık Belediyesi Kadın Danışma Evi Türkel Minibaş ● Hatice Akıncı Sevinç Subaşı ● Aysun Kara ● Meliha Alatur


Mahalle sakinleri ilgiyle karşıladıkları Gençer’e kahve ikram etti

RAHMİ GENÇER HAMDİBEY’DEKİ YOL YAPIM ÇALIŞMALARINI YERİNDE İNCELEDİ Tarihi Kentler Birliği Bölge Toplantısı’na yetiştirilmesi hedefleniyor

AT ARABACILAR MEYDANI’NDA FAALİYET HIZLANDI

B

B

Vatandaşların çok fazla ihtiyacının bulunduğunu belirten Gençer, Ayvalık Belediyesi olarak öncelikle halkın rahatını ve düzenini düşündüklerini söyledi. Göreve başladıkları ilk günden itibaren Ayvalık’ı daha çağdaş ve yaşanabilir bir yer haline getirmeyi hedeflediklerini vurgulayan Gençer, “Çalışma arkadaşlarımızın çabalarıyla kent genelinde belediyeciliğin gerektirdiği görevleri birer birer yerine getiriyoruz” dedi. Ekiplere, sorunlara hızlı çözüm üretmeleri ve hava koşulları el verdiği müddetçe çalışmalara aralıksız devam etmeleri talimatını verdi. Hamdibeyliler ilgiyle karşıladıkları Gençer’e gerçekleştirilen çalışmalardan dolayı teşekkürlerini sunarak kahve ikram etti.

Gençer konuya ilişkin olarak şu açıklamayı yaptı: “At Arabacılar Meydanı yıllar içinde kimliğinden uzaklaştı. Oysa burası kentimizin en özel yerlerinden ve bizler için çok değerli. Bu değeri eski güzelliğine kavuşturmak boynumuzun borcuydu. Projemizi bu bilinçle hazırladık. Proje gereği öncelikle altyapıya çözüm ürettik. Su tesisatını, yağmur suyu kanallarını, elektrik ve telefon hatlarını el birliğiyle yeniliyoruz. Bu işler bitince taş döşemeye başlayacağız. Proje tamamlanıp, meydan son şeklini aldığında Ayvalık’ımıza çok yakışacak ve herkes çok beğenecek.”

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Fen İşleri Müdürlüğü’nün sürdürdüğü granit taş döşeme çalışmalarını yerinde gözlemek için Hamdibey Mahallesi’ne gitti. Çalışma alanlarını gezen ve bilgi alan Gençer bu arada mahalle sakinleriyle görüştü, talep, öneri ve şikayetlerini dinledi.

elediye Başkanı Rahmi Gençer, 23-24 Mart’ta Ayvalık’ta, Belediye ve ÇEKÜL Vakfı’nın birlikte gerçekleştireceği Tarihi Kentler Birliği Bölge Toplantısı’na yetiştirilmesi hedeflenen At Arabacılar Meydanı bakım/onarım/yenileme çalışmalarını her fırsatta denetliyor.

Hizmetlerimiz ihtiyaç ve aciliyet durumuna göre aralıksız devam edecek

AYVALIK ÇARŞIDAKİ ARA SOKAKLAR TEK TEK YENİLENİYOR

K

entin çehresini değiştirmek adına belirlenen program çerçevesinde, çalışmalarını yoğun tempoda sürdüren Ayvalık Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri, kent genelindeki faaliyetleri kapsamında cadde ve sokaklarda kilit parke ve kaldırım yapım çalışmalarının yanı sıra yenileme çalışmalarına da kararlılıkla devam ediyor. Daha önce Polis Karakolu çevresine andezit taş

2


Düzenlemeler esnaf ve vatandaşlardan tam not aldı

B

YENİLENEN PERŞEMBE PAZARYERİ AYVALIKLILARA HİZMETE DEVAM EDİYOR

elediye Başkanı Rahmi Gençer, çatısı hem daha estetik hem de daha dayanıklı hale getirilen, tuvaletleri yenilenen, bebek bakım odası oluşturulan Perşembe Pazaryeri’nde incelemelerde bulundu. Gençer, Sebzeciler ve Meyveciler Odası Başkanı Elmas Özmen ve Fen İşleri ile Zabıta müdürlükleri ekipleriyle

birlikte pazaryerindeki tüm tezgâhları ziyaret etti.

Pazarcı esnafı ve vatandaşlarla sohbet ederek görüşlerini alan Rahmi Gençer, “Sadece Ayvalık’ın değil, bir bakıma bölgenin alışveriş cenneti sayılan pazarımızın esnafına ve hemşehrilerimize daha kaliteli hizmetler sunmak için her

zaman elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Benim kendilerinden beklentim yapılanların korunması konusunda titizlik göstermeleridir” dedi. Sohbet sırasında pazaryerinin yenilenmesinden duydukları mutluluğu dile getiren esnaf, sadece Perşembe Pazaryeri için değil, Altınova Pazaryeri için de Gençer’e teşekkürlerini iletti.

uygulayarak yepyeni bir görünüm kazandıran Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri bu kez Ayvalık 2. Noteri, Ticaret Odası ve Ayvalık Postane arkasındaki yolların bakım ve onarımına başladı. Yol yapım ekiplerini her hafta başı denetlemeyi alışkanlık haline getiren Belediye Başkanı Rahmi Gençer, çalışmalarda gelinen noktadan duyduğu memnuniyeti ifade etti. Gençer, “Halkımızın istekleri doğrultusunda yol onarım ve düzenleme faaliyetlerini önemle ele alıyor ve harekete geçiyoruz. Tüm birimlerimiz ve çalışma ekibimizle aralıksız görev başındayız. Bu yöndeki hizmetlerimiz ihtiyaç ve aciliyet durumuna göre aralıksız devam edecek” dedi.

3


Teklif veren firmalarla fabrikaların belirlenmesi ve parselleme gibi konular görüşüldü

OSB’NİN MÜTEŞEBBİS HEYETİ İLK TOPLANTISINI YAPTI

A

yvalık Belediyesi’nin projesi olan Ayvalık Gıda ve Gıda İşlemeleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi Müteşebbis Heyeti, ilk kez bir araya geldi. Altınova Belediyesi hizmet binasındaki toplantıya Müteşebbis Heyet Başkanı Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Başkanvekili Belediye Başkanı Rahmi Gençer ile diğer üyeler İbrahim Mühürdaroğlu, Eşref Uslu, Ahmet Erkal, Zekeriya Babayiğit, Aydın Şensal, Halil Cevdet Kantarcı, Mustafa Büyükçıvgın, Ahmet Süner, Orhan Tunç ve OSB sorumlusu Ozan Coşkun katıldı. Heyet daha sonra fabrikaların kurulacağı arazide incelemelerde bulundu. Rahmi Gençer, Altınova’nın bugüne kadar tarımla var olduğunu ancak günümüzde tarım potansiyeline turizm potansiyelini de eklediğini belirtti ve şunları söyledi: “480 dönümlük OSB alanı üzerinde yapılacak üretimin her aşamasını bizzat çiftçilerimizin kendilerinin gerçekleştirmesini hedefliyoruz. Bu sistemle üreticilerimiz ‘kümeleşerek’ büyük üreticilerle aynı desteği alacak. Dolayısıyla onlarla rekabet edecek güce kavuşacak. Sonuçta tüm gelir bölge halkında kalacak. OSB’nin diğer önemli yanı bölgede istihdam yaratacak olması. Böylece işsizlik ve göç sorununun çözümü yolunda büyük bir adım atmış olacağız. Şimdi bize düşen burada istihdam yaratacak firmaları belirlemek. Hayvancılık ve süt ürünleri konularında teklifler geldi. Bamya, domates, salça, konserve, meyve suyu fabrikaları sırada bekliyor. Yem tesisleri olacak. Açıkçası OSB hayata geçtiğinde bölgemiz

kalkınma yolunda büyük ivme kazanacak.” OSB’nin ülkemize ve Ayvalık’a büyük katkı sağlayacağını bir kez daha vurgulayan Kaymakam Gökhan Görgülüarslan da geniş bir arazi üzerinde kurulması planlanan Organize Sanayi Bölgesi'nin Müteşebbis Heyeti olarak teklif veren firmalarla fabrikaları belirleme ve parselleme konusunu görüştüklerini belirtti ve “Gıda ve Gıda İşlemeleri İhtisas Organize Sanayi Bölgesi Ayvalık’a şimdiden hayırlı olsun” dedi.

Gerekli çevre düzenlenmesi de yapılarak sorun yaşamadan hareket etmesi sağlanacak

ÖĞRETMENİ BİLDİRDİ, BELEDİYE MUHAMMED’E AKÜLÜ TEKERLEKLİ SANDALYE HEDİYE ETTİ

Ç

akmak Mahallesi’nde öğretmen olarak görev yapan Münevver Agababaoglu Dıvarcı’nın, öğrencisi Muhammed’in bir akülü tekerlekli sandalyeye ihtiyaç duyduğunu Ayvalık Belediyesi’ne bildirmesi üzerine Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü kısa sürede aracı temin etti.

Belediye Başkanı Rahmi Gençer Başkan Yardımcısı İbrahim Mühürdaroğlu, Meclis Üyesi Ahmet Erkal ve Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü ekipleriyle birlikte Çakmak Mahallesi’ne gitti. Buluşmada Çakmak Muhtarı Nihat Kara, Kırcalar Muhtarı Ercan Kırca, Okul Müdürü Birol Kılıçarslan ve

4

öğretmenler de yer aldı. Rahmi Gençer, “Muhammet zeki, başarılı ve neşeli bir evladımız. Yeni aracıyla bundan böyle okuluna rahatlıkla gelip gidebilecek. Çalışma azmini derslerine daha da yansıtarak, ailesini, bizleri ve arkadaşlarını yeni başarılarıyla mutlu edecek” dedi.

Gerekli çevre düzenlenmesinin de en kısa zamanda yapılarak Muhammed’in daha elverişli bir ortamda hareket etmesinin sağlanacağını belirten Gençer, ziyareti sırasında, öğrencilerin spora daha çok zaman ayırabilmeleri için okula yaklaşık 20 adet futbol, basketbol ve voleybol topu hediye etti.


SEÇİMLERİNİ BAŞARIYLA GERÇEKLEŞTİREN ODALARIN YÖNETİCİLERİ RAHMİ GENÇER’İ AYRI AYRI ZİYARET ETTİ

S

ESNAF VE SANATKÂRLAR ODASI

eçimli genel kurul sonucu Ayvalık Esnaf ve Sanatkârlar Odası başkanlığına yeniden seçilen Melih Çakırca, Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i makamında ziyaret etti. Gençer görüşme sırasında yeni yönetimi kutladı ve “STK temsilcilerimizle sık sık bir araya gelip onların değerli fikirlerinden yararlanmayı önemsiyoruz. Bu buluşmalarda hem belediyemizin çalışmalarını anlatma imkânı buluyoruz hem de gelecekteki faaliyetlerimize ilişkin fikir alışverişi yapabiliyoruz. Esnaf ve Sanatkârlar Odamızla birlikte gerçekleştireceğimiz etkinliklere Ayvalık Belediyesi olarak her türlü desteği vermeye devam edeceğiz” dedi.

Ş

ŞOFÖRLER VE OTOMOBİLCİLER ODASI

ubat ayı içinde yapılan Ayvalık Şoförler ve Otomobilciler Odası’nın olağan genel kurulunda tekrar seçilerek güven tazeleyen Oda Başkanı Aziz Ciddi ve Yönetim Kurulu üyeleri Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i makamında ziyaret etti. Seçimlere tek aday olarak ve tek listeyle girip genel kurula katılan 80 oda üyesinin tamamının oylarıyla seçilen Aziz Ciddi, Rahmi Gençer’e kendisine ilettikleri her türlü sorunu önemseyerek en kısa sürede çözüm ürettiği için teşekkür etti. Gençer de Ciddi ve ekibini kutladı. Buluşma sırasında belediyenin yaptığı ve yapacağı çevre düzenlemeleri de konuşuldu.

Y

SEBZE VE MEYVECİLER ODASI

apılan Olağan Genel Kurul’da Ayvalık Sebze ve Meyveciler Odası’nın bir kez daha göreve seçilen Başkanı Elmas Özmen, Yönetim Kurulu ile birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Seçildiği gün, kürsüden yaptığı konuşmada Ayvalık Belediyesi’nin, yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen kendilerine yardımcı olması nedeniyle Rahmi Gençer’e teşekkür ettiklerini söyleyen Özmen buluşma sırasında Gençer’e bir kez daha teşekkürlerini sundu. Gençer de konuklarına pazaryerlerinde devam eden çalışmalara ilişkin bilgi verdi, mevcut aksaklıkların tümünü gidermeye kararlı olduklarını ve bunu en kısa zamanda gerçekleştireceklerini söyledi.

5


KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... Merkezi, Zeytin Hasat Günleri gibi projeleri ve bunlara ilişkin gelişmeleri anlattı.

KIVANÇ SARLICALI FOLKLOR EKİBİ 3’ÜNCÜ KEZ İL ŞAMPİYONU

M AYVALIK BELEDİYESİ İLE TÜM YEREL-SEN ARASINDA TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ YENİLENDİ

illi Eğitim Bakanlığı’nın Balıkesir’de düzenlediği Halk Oyunları Yarışması’nda üç yıldan bu yana başarılı sonuçlar

LOKMAN ARICIOĞLU RAHMİ GENÇER’İ ZİYARET ETTİ

A

yvalık Belediyesi ile Tüm Yerel-Sen arasında, belediyede çalışan 100 memuru kapsayan toplu iş sözleşmesi yenilendi. 1 Ocak 2018’den itibaren geçerli olacak sözleşmeyi Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer ve Tüm Yerel-Sen Balıkesir Şube Başkanı Tamer Gençel imzaladı. 2019 Mart ayı sonuna kadar geçerli olacak sözleşme gereği memurlara 280 ila 306 TL arasında iyileştirme yapılacak. Rahmi Gençer emekleri için memurlara teşekkür etti ve uyumlu çalışmalarını sürdürmelerini diledi.

RAHMİ GENÇER KENT KONSEYİ KADIN MECLİSİ’NE PROJELERİNİ ANLATTI

okullarının stada giden yolunun kısa sürede yapılmasını sağladığı için Rahmi Gençer’e teşekkür etti. “Ayvalık’ın her noktasında uyguladığımız çalışmalarımızı, eğitimin beşiği okullarımız için öncelikle uyguluyoruz. Çünkü çocuklarımız bizim geleceğimiz. Onlar için üzerimize düşen görevleri her alanda yerine getirmeye devam edeceğiz” diyen Gençer de konuklarına gösterdikleri duyarlılık için teşekkür etti.

B elde eden yirmi kişilik Kıvanç Sarlıcalı İlkokulu folklor ekibi yine İl Birincisi oldu ve Türkiye elemelerine katılma hakkını kazandı. Ekip, Antrenörleri Cengiz Gündoğan ile birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i makamında ziyaret etti. Sonuçtan duyduğu mutluluğu dile getiren Rahmi Gençer 3’üncü kez birinci olan minik folklorcuları kutladı. Gençer bu başarıyı kararlılıkla sürdüren okul yönetimine, eğitmenlere ve minik folklorcuların ailelerine katkı ve çabaları nedeniyle teşekkür etti.

alıkesir Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü görevine yeni atanan İl Müdürü Lokman Arıcıoğlu, Ayvalık Gençlik Hizmetleri-Spor İlçe Müdürü Cem Hamzaoğlu ile birlikte Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Belediye Başkanlık binasındaki ziyarette öngörülen projeler hakkında karşılıklı fikir alışverişinde bulunuldu. Rahmi Gençer,

LİSE YÖNETİMİNDEN RAHMİ GENÇER’E TEŞEKKÜR ZİYARETİ

Ş A

yvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Kent Konseyi Kadın Meclisi’yle bir araya geldi, sonuçlandırılan ve devam eden projeler hakkında bilgi verdi. Ayvalık Ticaret Odası’ndaki buluşmaya Kent Konseyi Başkanı Filiz Karayelli, yönetim kurulu üyeleri ve izleyiciler katıldı. Rahmi Gençer yaptığı sunumda Kırlangıç Projesi, Ayazma restorasyonu, Sosyal-Kültürel Yaşam Merkezi, At Arabacılar Meydanı, Gençlik

6

ehit Abdullah Tayyip Olçok Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi yöneticileri Belediye Başkanı Rahmi Gençer’i ziyaret etti. Okul Aile Birliği Başkanı Yeliz Düzgün ve Yönetim Kurulu üyelerinin de katıldığı ziyarette Müdür Nadi Çağıl,

“Çocuklarımızın ve sporcularımızın gelişimleri için üzerimize düşen görevi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz” dedi.

!f ² AYVALIK’TA !

F

estival filmlerini dijital yayın aracılığıyla dokuz yıldan bu yana Türkiye ve komşu ülkelere taşıyan ‘!f Istanbul/Yeni Film Fonu’ ortaklığı şimdi Ayvalık’ta da sinemaseverlerle buluşuyor. Şubat ayı içinde başlayan ve sekiz ay sürecek etkinliğin Ayvalık ayağı Belediye, Kent Konseyi, Ayvalık Sanat Derneği ve İf Ayvalık’ın işbirliğiyle gerçekleşiyor. Filmler Sanat Fabrikası salonunda izlenecek. Proje kapsamında her ay


KISA KISA...

güncel ve alternatif 2 film toplam 33 şehirdeki 50 noktada aynı anda gösterilecek. Gösterimlerin ardından yönetmenlerle gerçekleştirilen söyleşiler Türkiye, Kuzey Kıbrıs, İran ve Filistin’de bulunan Yeni !f² salonlarından canlı yayınlanacak.

RAHMİ GENÇER TÜRK ANNELER DERNEĞİ YÖNETİCİLERİYLE BİR ARAYA GELDİ

T

ürk Anneler Derneği Ayvalık Şube Başkanı Dilek Yenim ve Yönetim Kurulu üyeleri Belediye Başkanı Rahmi Gençer‘i makamında ziyaret ederek dünyaya gelen bebekleri nedeniyle kendisini ve eşi Yasemin Gençer’i kutladı. Görüşmede dernek faaliyetleri hakkında bilgi alan, seçimlerden önce söz verdikleri Kadın Danışma Evi‘ni 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde hayata geçirdiklerini hatırlatan ve yeni projelerde yine birlikte çalışmayı arzuladıklarını belirten Gençer, dernek yöneticilerinden Evde Sağlık Hizmetleri konusunda çevrelerindeki ihtiyaç sahibi aileleri belediyeye yönlendirmelerini istedi.

23 Nisan'da Paris'teler

ZEYTİN ÇEKİRDEKLERİ FRANSA KONSERİNİ 200 YILLIK SALONDA VERECEK

A

yvalık Belediyesi’nin sosyal sorumluluk projesi Zeytin Çekirdekleri kapsamında yer alan Ayvalıklı çocuklar, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları çerçevesinde Paris’te verecekleri konsere heyecanla hazırlanıyor. Bu arada gösterinin yapılacağı salon da belli oldu. Konser 1820 yılında ‘Paris’in kalbinde’ açılan Théâtre du Gymnase’da gerçekleşecek. Mimarisi ve dönem dekorasyonuyla Paris sahnelerinin efsaneleri

arasında anılan Théâtre du Gymnase, aynı zamanda tarihsel bir anıt olarak nitelendiriliyor. Salonunda yıllar içinde Balzac, George Sand, Alexandre Dumas, Cocteau, Jean Genet, Marcel Pagnol, Sacha Guitry gibi önemli yazarların eserlerinin sahnelendiği mekân, günümüzde 50 ile 800 kişilik 6 salonuyla kongre, konferans, atölye, seminer, sergi, ürün lansmanı, kurumsal toplantı ve gala geceleri gibi farklı etkinliklere de ev sahipliği yapıyor.

7


8

MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

A

8 MART’LAR KADINLARIN ÖRGÜTLENME VE EŞİT YAŞAM HAKKI İÇİN VERDİĞİ MÜCADELENİN SİMGESİDİR

merika’nın New York kentinde, düşük ücretlere ve çalışma koşullarının ağırlığına dikkat çekmek amacıyla greve giden 40 bin dokuma işçisinin düzenlediği protesto gösterisine 8 Mart 1857 günü polis sert bir biçimde müdahale etti. Emekçi kadınlar yılmadı, siyasal ve toplumsal haklar açısından erkeklerle eşit olmak istediklerini dile getirerek mücadeleyi sürdüreceklerini haykırdı. Öyle de oldu... O günden sonra kendi yaşamlarına sahip çıkmak adına dünyanın her tarafında örgütlenip seslerini duyurmaya başladılar. 1910 yılında Danimarka’da yapılan bir toplantıda

TÜRK KADINLARI CUMHURİYET’E ÇOK ŞEY BORÇLU...

Ç

ağdaşlaşma sürecinde art arda hayata geçirdiği devrimlerle önemli atılımlar gerçekleştiren Türkiye Cumhuriyeti, erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeleri kaldıran; kadınlara boşanma, velâyet ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanıyan Türk Medeni Kanunu’nu 17 Şubat 1926’da kabul etti.

yazar, teorisyen, pedagog, gazeteci ve kadın hakları savunucusu Clara Zetkin, 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak belirlenmesi önerisini getirdi. Öneri oy birliğiyle kabul edildi. 8 Mart Türkiye’de ilk kez 1921’de Ankara’da, bir bağ evinde gerçekleşen toplantıda anıldı. Kamuya açık ilk kutlama, yıllar sonra 1975’te İlerici Kadınlar Derneği’nin girişimiyle düzenlendi. Etkinliğe 500 kadar kadın katıldı. 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte ülkedeki tüm toplumsal muhalefet gibi kadın örgütlenmeleri de yasaklanınca dört yıl süreyle kitlesel bir anma yapılamadı. ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ çeşitli kadın örgütlerinin öncülüğünde 1984’ten itibaren ülkemizde yeniden kutlanmaya başladı.

O günlerde, dünyada kadınlarına seçme ve seçilme hakkı veren ülke sayısı 28’di ve sadece 17’sinde bu hak kullanılıyordu. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti, kurulduktan 11 yıl sonra kadınlarına erkekleriyle beraber karar mekanizmalarında yer alma hakkını vererek geleceğe dönük çok büyük bir adım atmıştı.

3 Nisan 1930’da çıkarılan bir yasayla 18 yaşından büyük tüm kadınlara, belediye seçimlerinde oy kullanma ve seçilme hakkı tanındı. Cumhuriyet kadınları, en demokratik haklarını aynı yıl yapılan seçimlerde ilk kez kullandı. Çok sayıda kadın belediye meclislerine girdi. Ve dört yıl sonra... 5 Aralık 1934... Türk kadınları, “Dünyada her şey kadının eseridir” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk sayesinde bu kez milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuştu. Seçme yaşı 22, seçilme yaşı 30 olarak belirlenmişti. 1935 yılında yapılan genel seçimlerde, 18 kadın milletvekili Meclis’e girdi.

‘Ayda Bir Ayvalık’ olarak kadınların bu önemli gününü özel bir bölümle kutluyor; farklı alanlardaki başarılarıyla öne çıkan kadınlarımızı saygıyla selamlıyoruz. 8


Yakın çevresinin zeki, sevecen, hayat dolu ve yurtsever nitelemeleriyle tanımladığı Türkel Minibaş bilim insanlığıyla zarafeti, akılla güler yüzlülüğü, güzellikle erdemliliği birleştirmeyi başarmıştı ve sadece eserleriyle değil yetiştirdiği öğrencilerle de topluma çok şey kattı.

İ

AYVALIK’TA DA İZ BIRAKAN TÜRKEL MİNİBAŞ BİLGİ BİRİKİMİ VE YAŞAMA BAKIŞIYLA ÖRNEK BİR İNSANDI

stanbul Üniversitesi Uluslararası İktisat ve İktisadi Gelişme Anabilim dalı öğretim üyesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkan Yardımcısı, kadın ve çocuk hakları savunucusu, Cumhuriyet gazetesi yazarı Prof. Türkel Minibaş 6 Şubat 2009’da aramızdan ayrıldı. 56 yaşındaydı. İlhan Selçuk ardından şöyle yazdı: “Geçmişle geleceği yaşamında bütünleştirip hayatının anlamını zamanın kütüğüne işleyen Türkel Minibaş’ın paha biçilmez değerine erişen bir insan için ölüm nedir ki…” Kızılay’ın kurucularından Ali Bey’in torunu, Nurten Hanım’la İhsan Bey’in kızı Türkel Minibaş 1953 yılında, İstanbul Fatih’teki ‘kütüphaneli bir evde’ dünyaya gelmişti. Böyle bir ortamda doğup büyümüş olmasını hep bir ayrıcalık olarak nitelendirdi. Gerçekten de, ilerleyen yıllarda -kısa süren yaşamına karşınsezgileri, öngörüsü ve yorumlarıyla farklı bir insan olmasında o günlerin katkısı büyüktü. Minibaş, 27 Mayıs 1960 ihtilali yapıldığında ilkokul birinci sınıftaydı. 12 Mart 1971 Muhtırası’nın verildiği günlerde ise AFS bursuyla gittiği ABD’den Pacific Palisades High School mezunu olarak dönmüş ve Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’ne girmişti. Dönem, gerek ülke dışında gerekse ülke içinde, sosyal ve siyasal bakımlardan fazlasıyla hareketli bir dönemdi. Bu durum 1970’ten sonra da çeşitli şekillerde ivmesini korudu. Minibaş, zaten erken yaşlardan itibaren ilgi duyduğu politikaya, daha çok ağırlık vermeye

başladı. Gerçek bir demokrasi savunucusuydu. 1975 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden doçent unvanı alan Türkel Minibaş, ardından Uluslararası İktisat ve İktisadi Gelişme dalında profesör oldu. Öğrencileriyle, yalnızca akademik anlamda değil bir dost olarak da sıcak bir bağ kurdu. Yönünü çizmeye çalışan genç insanlara öngörüleri, açık görüşü ve içtenliğiyle destek verdi. Onlarla ‘iyi’ arkadaş olmayı başardı. Öğrencileri hocalarıyla gelecek planlarını, filmleri, kitapları hatta gönül serüvenlerini bile konuşabiliyordu. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nde hem kadın hakları hem de kız çocuklarının eğitimi için çaba harcayan ve Cumhuriyet gazetesinde pazartesi günleri ‘Gözucuyla’ köşesini yazan Türkel Minibaş, aynı zamanda gerçek bir tiyatro tutkunuydu. Bu nedenle, bilimsel çalışmalarının yanı sıra fakültede bir tiyatro kulübü kurdu, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatroyu anlattı.

SON GÜNLERİNDE ACILARI GİDEREK ARTTIĞINDA BİLE KİTAPLARI, NOTLARI YANI BAŞINDAYDI ‘Azgelişmiş Ülkelerde Kalkınmanın Finansman Politikaları ve Türkiye’, ‘Çağ Atlatma Serüveni 14531980’, 'Düşmanın Adı Terör' adlı üç basılmış kitabı, ‘Çalışmaya Hazır İşgücü Olarak Kentli Kadın ve Değişimi’ ve ‘Türkiye’de Yolsuzluğun Sosyo-Ekonomik Nedenleri Etkileri ve Çözüm Önerileri’ başlıklı ortak çalışmalarıyla; para, kalkınma, Türkiye ekonomisi, uluslararası yatırımlar,

9


küreselleşme, kadın ve cinsiyetçilik içerikli yayınlanmış makaleleri bulunan Türkel Minibaş, ÇYDD’deki çalışmalarının yanı sıra Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı Mütevelli Heyet Üyesi, Türk Kültür Vakfı, Türkiye Avrupa Vakfı, Türk Çağ Vakfı, İstanbul Mülkiyeliler Vakfı, Sosyal Demokrasi Vakfı gibi vakıfların da kurucu üyesiydi. Türkel Minibaş’ın üzerinde durulması gereken özelliklerinden biri de mücadeleci kişiliğiydi. Yaşamı boyunca, düşünce ve hayalleri yolunda savaştı. Dünya görüşünden ödün vermedi, eylemcilikten vazgeçmedi. Örneğin, Kazdağları ve Bergama’daki altın madeni şirketlerinin sondaj çalışmalarını protesto gösterilerinde en önde yer aldı. Konu hakkında 2002 yılından başlayarak çok sayıda yazı yazdı. Bunlardan birinin başlığı daha o günlerden her şeyi özetliyordu: “Maden Yasası Değişmedikçe Ne İda Ne Türkiye Kurtulur!”

TÜRKEL MİNİBAŞ'A ARMAĞAN Türkel Minibaş anısına hazırlanan ‘Kriz, Kalkınma ve Türkiye Ekonomisi Seçme Yazılar’ adlı armağan kitapta Minibaş’ın özellikle odaklandığı kriz, kalkınma ve Türkiye ekonomisi başlıklarındaki güncel teorik tartışmaları içeren makaleleri yer alıyor. Ayrıca öğretim üyesi kimliğinin ötesinde; yazarlığı, emekten yanalığı, çocuk ve kadın hakları savunuculuğu, sanatseverliği vurgulanıyor. Emine Tahsin’in derlediği ve 2012 yılında yayınlanan çalışmada Gülten Kazgan, Erol Manisalı, Erdoğan Alkin, Aysel Çelikel, Behiç Ak, Berat Günçıkan, Başak Ergüder, Kerem Alkin ve daha pek çok isimden anma/değerlendirme yazıları var.

Minibaş, bu yoğun tempo içindeyken hiç umulmadık bir zamanda mide kanserine yakalandı. İstanbul Gayrettepe’deki Metropolitan Florence Nightingale Hastanesi’nde bir yıl kadar tedavi gördü. Hastalığı devam ederken birçok ülkeye giderek konferanslara ve toplantılara katıldı. Derslerini, yazılarını, jürileri hiç aksatmadı. Son günlerinde acıları giderek arttığında bile kitapları, notları yanı başındaydı. Durmadan okuyor, güç buldukça yazıyordu. Cunda’daki bahçede sohbetler ettiği dostu Bekir Coşkun’un deyişiyle, insana güven veren sesi, aydınlıktutarlı-kararlı-cesur sözleri ve yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle bilinen ‘çağdaş kadın’ Türkel Minibaş, 6 Şubat 2009 cuma günü sabahı saat 10.30’da yaşama veda etti. Fatih Camisi’nde kılınan cenaze namazının ardından Ayvalık’a getirildi. Alibey adasında, babasının yanında toprağa verildi.

Türkel Minibaş, Türkiye PEN Yazarlar Birliği’nin düzenlediği ‘Düşünce Özgürlüğü ve Özgürlük Şiirleri’ başlıklı toplantıya, dernek başkanı Şükran Kurdakul, Toktamış Ateş ve Erdal Öz’le birlikte konuşmacı olarak katılmıştı

Y

ıllarca birlikte çalıştığı Türkel Minibaş’ın ölümü ÇYDD Başkanı Prof. Türkan Saylan’ı çok sarsmıştı. Kendisi de hasta olan Saylan, Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nde düzenlenen törende 15 yıldır ‘omuz omuza’ çalıştığı Minibaş’ın Türk bayrağına sarılı tabutunun başında kısa bir konuşma yapmış ve “Bu kadar verimli bir insanı bu çağında bizden kim aldı, nasıl aldı, neden aldı?” diye sorarak onu kaybettiklerine inanamadığını söylemişti. Minibaş’ın ölümünden üç ay sonra Türkan Saylan da hayata veda etti.

10


Üretimde ve sosyal yaşamda kadın-erkek hep birlikte olmalıyız

8

8 MART TÖRENLE KUTLANDI

Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Ayvalık Belediyesi ile çeşitli sivil toplum örgütlerinin işbirliğiyle düzenlenen bir törenle kutlandı. Cumhuriyet Meydanı’ndaki törene Belediye Başkanı Rahmi Gençer, STK temsilcileri ve vatandaşlar katıldı. STK’ların ortak bildirisini Ayvalık Belediyesi Kadın Danışma Merkezi’nde görevli sosyolog Zeynep Cantürk’ün okudu. Ardından Rahmi Gençer bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:

RAHMİ GENÇER:

TÜRKEL MİNİBAŞ ÜLKEMİZİN ŞARTLARINI ÇOK İYİ BİLEN BİR AKADEMİSYENDİ

“Günümüzde ne yazık ki kadın-erkek eşitliğinde istenilen seviyede değiliz. Oysa Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı medeniyet yolundan vazgeçmemeli, üretimde ve sosyal yaşamda hep birlikte olmalıyız. Atatürk birçok ülkeden önce kadının ayrımcılığına karşı Medeni Kanun’u çıkartmış; kadınlarımıza seçme sonra seçilme hakkı vermiş. Bu öncülüğüyle de dünyaya örnek teşkil etmiş bir liderdir. Anadolu’da bir söz vardır: ‘Sabahları ilk kadınlar uyanır. Arkasından güneş doğar ve güneşi kadınlar doğurur.’ Eminim ki, bu gerçek gelecekte de aynı kalacak.”

A

dı Ayvalık 150 Evler Mahallesi’ndeki bir caddede yaşatılan Prof. Türkel Minibaş, ölümünün 9. yılında, 6 Şubat 2018 günü Ayvalık’ta bir kez daha anıldı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Ayvalık Şubesi Eğitim Evi’nde düzenlenen anma törenine, Belediye Başkanı Rahmi Gençer de katıldı. Gençer, yaptığı konuşmada, Ticaret Odası Başkanlığı döneminde düzenledikleri Hasat Günleri sırasında Prof. Türkel Minibaş’la farklı konularda birlikte çalıştıklarını hatırlattı ve şöyle dedi: “Yazılarını da okuma şansını elde ettiğim Türkel Minibaş mücadeleci, çağdaşlıktan yana, Cumhuriyet’e inanan ve Ulu Önder Atatürk’ün ilkelerine bağlı bir kişiydi. Bilgiyle donanmıştı. Ülkemizin şartlarını çok iyi bilen bir akademisyendi. Ayrıca çevreye duyduğu sevgiyle mükemmel bir insandı. SİT alanlarının imara açılmasına karşıydı. Bu konuda bilimsel yazılar yazmıştı. Kendisine bu yazıları için şükranlarımı sunuyorum.” Anma töreninde son olarak Türkel Minibaş’ın videoları izlendi.

C

umhuriyet Meydanı’ndaki 8 Mart kutlamasında, dört yıldan bu yana Ayvalık Belediyesi tarafından yürütülen ve yaklaşık 1700 çocuğa kültür-sanat eğitimi verilen Zeytin Çekirdekleri Projesi’nin koordinatörü Gül Gürsoy’a Rahmi Gençer tarafından teşekkür plaketi verildi.

11


8

MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Eş, anne, bankacı ve iş insanı olarak saygın bir isimdi. 90 yıllık yaşamı boyunca neredeyse hiç oturmadı. ‘Erkeklerin dünyasında ben de varım!” dedi. Çalışkanlığı, cesareti ve zekasıyla el attığı her işi başardı. Zaman zaman Ayvalık’ın vergi rekortmenleri arasında yer aldı. Yedi yıl önce aramızdan ayrıldı. Adı Hatice Akıncı’ydı ve o da unutulmaması gerekenlerdendi…

‘BENZİNCİ’ HATİCE HANIM EŞİ ÜZÜLMESİN DİYE HER AKŞAM EVİNE İSTASYONUN ‘HAYALİ’ HESAPLARINI GÖTÜRDÜ

H

atice Akıncı, hiç tartışmasız, Ayvalık’ın girişimci kadınlarının gerçek öncülerindendi ve uzun süren iş yaşamı boyunca tıpkı Cemile Seçkin, Theoritsa Tahtalı ya da Belma Bellibaş gibi Ayvalık’a değer kattı. Yorulmak nedir bilmeyen bir insandı Hatice Hanım…. Çalışkanlığının yanı sıra ticari zekasıyla da her zaman kendisinden söz ettirdi. Hatice Akıncı, Ayvalık İş Bankası şubesinde görevliyken eşi Yahya Akıncı‘nın işleri iyi gitmediği için ‘stres’ nedeniyle kalp krizi geçirince onun akaryakıt istasyonunu devraldı. Ancak bankacılık ve işletmeciliği birlikte yürütmekte zorlanıyordu. Çaresiz, istasyonu kapatmak zorunda kaldı. Bir yandan da bu durumun eşini daha çok üzmesinden ve dolayısıyla sağlığının iyice bozulmasına yol açmasından kaygı duyuyordu. Düşündü-taşındı ve kararını verdi. Yahya Bey mutlu olsun diye küçük bir ‘oyun’ oynayacaktı. Oynadı da! Evine, akaryakıt istasyonu sanki faaliyetini sürdürüyormuş gibi her akşam ‘hayali’ istasyon hesaplarını götürdü. Bu

12

‘zararsız’ oyun sayesinde eşinin yüzünün güldüğünü görmek, Hatice Hanım’ı da mutlu ediyordu. Burada bir pantez açmakta yarar var. Hatice Akıncı’nın eşi Yahya Bey aydınlıktan yana duruşuyla tanınan, ileri görüşlü ve Ayvalık’ta herkes tarafından sevilen/sayılan bir insandı. Bir zamanlar adeta efsaneleşen Ayvalık Halkevi’nin ‘aktif’ üyelerinden biriydi. Pek çok sosyal ve sanatsal etkinliğe katılmıştı. ‘Petrol Ofisi’ akaryakıt istasyonu -o zamanlar ‘benzinlik’ denirdi- Cumhuriyet Meydanı’ndaydı. Meydanda, bugünkü Halk Bankası binasının yerinde Taş Kahve, Vural Pasajı’nın olduğu yerde İtfaiye, onun yanında da Kazaz otobüsleri yazıhanesi bulunuyordu. Yahya Akıncı’nın benzinliği otobüs yazıhanesinin hemen bitişiğindeydi. EMEKLİYE AYRILMASINA DAKİKALAR KALA BİLE TELEFONLA İŞ BAĞLANTISI YAPMAKTAN VAZGEÇMEDİ Hatice Akıncı, 31 yıl bankacılık yaptı, zamanı gelince de İş Bankası’ndan emekli oldu. Ama çalışmadan duramayacağı belliydi. Çevresindekilerin ‘erkek işi’


Hatice Akıncı, hiç tartışmasız, Ayvalık’ın girişimci kadınlarının gerçek öncülerindendi ve uzun süren veda zamanı gelmişti artık… Bir ‘jübile’ yapacak iş yaşamı boyunca tıpkı Cemile ve işletmesindeki tüm Seçkin, Theoritsa Tahtalı ya da görevlerini çocuklarına Belma Bellibaş gibi Ayvalık’a değer bırakacaktı. (Fatma adında bir kızı ve Sinan adında bir kattı. Yorulmak nedir bilmeyen oğlu vardı.) bir insandı Hatice Hanım…. Çok geçmeden, ailesinin ve Çalışkanlığının yanı sıra ticari yakın dostlarının katıldığı zekasıyla da her zaman küçük bir ‘devir-teslim kendisinden söz ettirdi. töreni’ düzenledi. Tekerlekli

demelerine kulak asmayarak, eşinin vefatının ardından tıpkı onun gibi gibi akaryakıt istasyonu çalıştırmaya başladı. O artık Ayvalık’ta yaşayanlar için ‘Benzinci Hatice Hanım’dı. 150 Evler’deki istasyonda sabahın erken saatlerinden hava kararıncaya kadar masasının başındaydı. Bu işi, temposunu neredeyse hiç düşürmeden, 40 yıldan uzun bir süre devam ettirdi. Yanında çalışanların sayısı zaman zaman 10 kişiyi buldu. Çok kazandığı günler de oldu, krizlere sürüklendiği süreçler de yaşadı. Bazı yıllar vergi rekortmenleri arasında yer aldı. Takvimler 2010 yılını gösterdiğinde, yani 90 yaşına ulaştığında Hatice Hanım rahatsızlandı. Kendisini çok yorgun hissediyordu. İş yaşamına

İş yaşamını, ‘erkeklerin dünyası’nda tek başına ve 90 yaşına kadar sürdüren ‘Benzinci Hatice Hanım’, solunum yetmezliği nedeniyle 2011 yılında yaşama veda etti. Saatli Cami’de kılınan namazın ardından Ayvalık Mezarlığı’nda toğrağa verildi. Yahya Akıncı

sandalyesiyle yer aldığı bu buluşmada önce iş yeleğini giydi. Yıllardır boş bırakmadığı ‘patron’ koltuğuna son kez oturdu. Bir ara, emekliye ayrılmasına dakikalar kalmasına önem vermeden, telefonla iş bağlantısı bile yaptı. Çevresini kuşatan dostları bu davranışı karşısında hem duygulandılar hem de gülümsemekten kendilerini alamadılar. Sıra ‘patron’un konuşmasına geldiğinde, Hatice Hanım duygusal bir ses tonuyla, yerini bıraktığı çocuklarına tavsiyelerde bulundu. Ardından ‘Ticari yaşamı boyunca çalışkanlığı ve çözümleyici yaklaşımıyla önemli başarılara imza atmış olması nedeniyle’ bayisi olduğu markanın yetkilileri kendisine bir plaket verdi. O günün anısına lokma döküldü. Buruk bir mutluluk yaşadığını gizlemeyen Hatice Hanım çalışanlarıyla tek tek vedalaştı ve 41 Evler, Sardunya Sokak’taki evinin yolunu tuttu.

13


8

MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Cunda’dayız. Konuğumuz, sadece 8 Mart’larda değil yılın her günü kadına yönelik istismar, taciz, şiddet olaylarını sorgulayan ve onların sessiz çığlığını, yaptığı bez bebeklerle kitlelere duyurmaya çalışan Sevinç Subaşı… Sanatçının adeta bir galeriye dönüştürdüğü Cunda’daki atölye evinde; hüzünleri, ürkeklikleri, korkuları, kaygıları, acıları, öfkeleri yüzlerinden okunan onlarca bez bebeğin tedirgin edici bakışları arasında gerçekleştirdik söyleşimizi...

ÜLKENİN KALKINMASI VE ÇOCUKLARIMIZIN EN İYİ ŞEKİLDE YETİŞMESİ İÇİN KADINLARIN KENDİ AYAKLARI ÜZERİNDE DURMASI ŞART

-On iki yıl önce kendimi emekliye ayırdım ve her şeyi bırakıp huzur bulabileceğim bir yer olarak gördüğüm Ayvalık’a yerleştim. İlk zamanlar oğlum ve kızım, “Anne oralarda bir başına ne yapacaksın?” diyorlardı. Ama gele-gide onlar da Ayvalık’ı çok sevdiler ve hem evlerini hem işlerini buraya taşıdılar. Kente gelişimin ardından daha evvel seramikle epeyce uğraştığım için Yeni Sanayi’de bir seramik atölyesi kurdum. Panolar, masklar, gravürlerle kendimi oyalıyordum. Herkes gibi ben de akşamları tek eğlencem olan televizyonun karşısına geçiyor, günün yorgunluğunu atmaya çalışıyordum. Ancak şiddet haberlerini izledikçe ruhsal dengemin bozulduğunu fark ettim. Dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın, bu tür insanlık dışı olayları kaldıramıyor, taşıyamıyordum. Her öykü bir karabasan gibi yüreğime oturuyor, uykularımı kaçırıyordu. Beynimi boşaltmam, belleğime kazınan görüntülerden kurtulmam gerekiyordu. Ne seramik, ne resim çalışmak yetmiyordu. Baskı altına aldığım duygularımı dışa vurabileceğim, içimi dökebileceğim farklı bir uğraş bulmak zorundaydım. Bez bebekler yapmaya böyle başladım. Sevinç Subaşı evinin yanı sıra, doğduğu ve arazisinde organik tarım yaptığı köydeki çiftliğinin bir köşesini de atölyeye çevirmiş. -İki tarafta birden durmaksızın üretiyordum. Her ne kadar okulda bize dikiş dikmek öğretildiyse de hayli acemiydim. Denemeyanılma süreci kendimi iyice geliştirmemi sağladı. On ay sonra bir de baktım ki tam yüz on bebek yapmışım! Çocuklar, “İyi, güzel de ne olacak bunlar?”

14

diye sormaya başladılar. Ece’nin Sepeti sık uğradığım bir atölyeydi. Sahibesi Ece Sükan sayesinde sanatçılardan desteğini hiç esirgemeyen turizmci-mimar Serap Tuncay’la tanıştım. Serap Hanım bebeklerimi çok beğendi. Hemen o yıl, yani 2014’te tarihi Macaron Konağı’nda ilk sergimi açtım. ‘Çaput BebekBez Bebek’ adını verdiğim sergi umduğumuzun çok üzerinde ses getirdi. Açıldığı gün iki yüz elli kişi sergiyi gezdi. Subaşı’nın her biri farklı bir karaktere, öyküye sahip olan bebekleri, düşünen ve düşündüren yönleriyle çocuklardan çok yetişkinlerin ilgisini çekiyor.

“1953 yılında Gönen’in Köteyli köyünde dünyaya geldim. Yani ben de bu toprakların çocuğuyum. İki yaşına geldiğimde ailece İstanbul’a yerleştik. Cağaloğlu Anadolu Kız Meslek Lisesi Resim Bölümü mezunuyum. İdealim Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmekti. Ancak erken yaşta evlendim. Eşimin işi gereği birlikte Almanya’ya gittik ve orada on altı yıl kaldık. Çocuklarımın eğitimi için Türkiye’ye döndükten sonra iş hayatına atıldım. İki yıl bir tekstil firmasında desinatörlük, sekiz yıl emlak ve yatırım danışmanlığı, beş yıl da alaylı olarak iç mimarlık yaptım. Bu sürede yedi-sekiz ev dekore ettim. Emekli olup Ayvalık’a yerleşince resim ve seramik çalışmalarımı sürdürdüm. 2014’ten bu yana bez bebekler yapıyorum.”

-Özellikle 68-70 kuşağı onları çok sevdi. Örneğin bir gazeteci eşi ve kızıyla bir gün içinde tam üç kez gezdi sergiyi... Sohbet sırasında bir ara yanımızdan ayrıldı. Bebeklerin birine yaklaşıp kulağını uzattı. Ne yaptığını sorduğumda, “O kadar çok şey anlatıyorlar ki seslerini duymak istedim!” dedi. Bu sözler beni çok mutlu etti. Demek ki onları etekemiğe büründürmeyi başarmış, onlarca kadının suskunluğunu bozmuştum. NE BEBEKLERİMİN DİLİ, DİNİ, IRKI VAR NE DE ONLARI TASARLARKEN BEĞENİLMEK YA DA SATIŞ KAYGISI TAŞIYORUM Dünyanın her yerindeki kan ve gözyaşının kendisi gibi duyarlı insanları fazlasıyla etkilediğini belirten sanatçı bu nedenle bebeklerinin hep hüzünlü bir yanı olduğunu dile getiriyor. -Onlar mutlu bebekler değiller, evet! Bir şekilde elimden öyle çıkıyorlar. Önünü alamıyorum. Örneğin yılbaşı öncesi neşe saçan bir palyaço yapmaya kalkıştım. Ama bakın, o bile ağlıyor! Kımızı saçlı kızın dudakları nasıl


büzülmüş, görüyor musunuz? Yaşadıkları; sevgisizlikse sevgisizlik, acıysa acı, korkuysa korku, haksızlıksa haksızlık, çaresizlikse çaresizlik... gelip yüz ifadesine oturmuş. Neden böyle bir bebek yapmak isteyeyim ki? Artık maalesef mi diyeyim, nerede vicdanımı sızlatan bir şey yaşanmışsa onu kendime dert edinen bir yapıya sahibim ve o gün beni yaralayan olay neyse, bebeklerin yüzüne de o yansıyor. Kısacası içimden geldiği gibi üretiyorum. Bu nedenle ne bebeklerimin dili, dini, ırkı var ne de onları tasarlarken beğenilmek ya da satış kaygısı taşıyorum. Ben sadece içimde biriken ve bana acı veren şeyleri dışa vurarak dengemi ve iç huzurumu korumaya çabalıyorum. Şiddetin her türlüsüne karşı olduğunu vurgulayan Subaşı, ülkemizde özellikle çocuk ve kadınlara yönelik şiddetin yaygınlaştığına dikkat çekiyor. -2015’te açtığım ve ‘Frida’dan Feride’ye’ adındaki ikinci sergimin teması tamamen kadındı. Bu serginin

esin kaynağı; tutkulu bir aşk, ihanet, acı, kaza sonrası fiziksel kayıp, aile tarafından incitilmek gibi bir kadının yaşayabileceği her şeyi yaşayan Meksikalı ressam Frida Kahlo’ydu. Ancak dünyanın ve Türkiye’nin gündeminden etkilenerek yarattığım farklı karakterler de ‘kadına şiddeti’ işlediğim bu sergide yer aldı. Bazılarını pano olarak çalıştım. Üç bebekten oluşan birinci panomu size göstermek isterim. Bakın, ilk genç kız öylesine üzgün ki, susmuş. Gözleri kapalı… Çünkü artık hiçbir şey görmek istemiyor. Yanında fiziki şiddet görmüş, hayata küsmüş bir başka kız var. Mosmor olan gözünü alnına döktüğü saçlarıyla gizlemeye çalışıyor… Onun sağındaysa sürgündeki İranlı film, video ve fotoğraf sanatçısı Şirin Neşat duruyor… Farklı öykülerin bebekleriyle birlikte yine bu sergide sıra dışı kadınların sıra dışı hayatlarına ve dünya klasiklerinin kadın kahramanlarına da yer verdim. Rıza Şah Pehlevi’nin üç eşi; Fevziye, Süreyya ve Farah Diba, Amerikalı ünlü şarkıcı Cher, aktrist Rita Hayworth çalıştığım ilginç karakterlerdi. ŞİDDETE BAŞVURAN ERKEKLER DE ASLINDA BİRER ŞİDDET MAĞDURU Kadın olmanın zorluklarını yaşamış, duyarlı bir sanatçı Sevinç Subaşı… -İki çocuk annesiyim. Bir kadın olarak ben de üzüntülü günler geçirdim. Evliliğimde fiziki şiddet görmedim ama psikolojik baskı vardı. Çok sosyal, yetenekli, becerikli bir kadındım. Fakat bütün günümü evde ev işleriyle, çocuklarımla, onların eğitimleriyle ilgilenerek geçirirdim. Zira sokağa çıkacak param olmazdı. Paranın bile bir baskı aracına dönüştüğü evliliğimi sorguladığımda çocuklarımın babasıyla hiçbir şeyi paylaşamadığımızı anladım. Ortak noktamız yok denecek kadar azdı ya da kalmamıştı. Yirmi beş yılın ardından yollarımızı ayırdık.

15


Bana iki harika çocuk armağan etti ve hayatımdan çıkıp gitti. Bunun için ona ne kızdım, ne de kırıldım. Aksine çocuklarıma hem annelik hem babalık yapacak gücü kendimde bulmamı sağladığı için kendisine teşekkür dahi borçluyum. Evet... Yıllarca ölesiye çalıştım. Ama kızımı da oğlumu da en iyi şekilde yetiştirdim. Hem çocuklarımı hem kendimi kurtardım. Bu süreçte kendisi kadar şanslı olmayan birkaç kadına da elinden geldiğince destek vermiş, yol göstermiş Subaşı. -Örneğin haftada üç gün gelip evimin işini yapan Bulgaristan göçmeni bir çalışanım vardı. Yanlış bir evlilik yapmıştı. Kocası elindeki bütün parayı alıyor, yetmezmiş gibi sudan bahanelerle bir de kadıncağızı dövüyordu. Olacak gibi değildi. Üç yıl boyunca kazancının yarısını bir bankaya yatırdık. Maddi açıdan ayakta durabildiği an ona bir ev tuttuk. Dayadı, döşedi, çocuklarıyla birlikte o evde yaşamaya başladı. Adam rahat vermedi tabii. Yol ortasında yakaladığı kadını öldüresiye dövdü. Hemen hastaneye götürdük. Darp raporu aldık. Neyse, altı ay içinde boşandı. Şu an gayet iyi. Evlerinde çalıştığı diğer kadınlarla birlikte onun sigortasını yaptırmıştık. Emekli de oldu, çocuklarını da okuttu. Kendi adıma elde ettiğim en büyük başarı odur. Ama ne var biliyor musunuz? O kurtulmayı gerçekten istedi ve bunun için mücadele etti. Sanatçı şiddetin kaynağının, başlangıç noktasının aile olduğunun altını özellikle çiziyor. -Şiddetin şiddet doğurduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Şiddet görenlerin şiddet uyguladıklarını hepimiz biliyoruz. Bu durumda şiddete başvuran erkeklerin de aslında birer şiddet mağduru oldukları fazlasıyla ‘ironik’ bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Ve kendimizi kadınıyla erkeğiyle top yekûn bir şiddet sarmalı, bir kısır döngü içinde buluyoruz.

16

Sevinç Subaşı bu karmaşık sorunun çözümünün aileden başladığına inanıyor. -Tek ihtiyaçları sevgi olan çocuklarımızı öncelikle insan olarak görmemiz gerekiyor. Peki, biz ne yapıyoruz? Bizim için çok özel ve değerli olduklarını hissettirmek yerine onları daha bebekken cinsiyet ayrımına tabi tutuyoruz. Üzerlerinden döküleceğini bile bile onlara kadın ve erkek rollerini giydiriyor, bizlerin birer kötü kopyası haline getiriyoruz. Bunları elbette ki cehaletimizden yapıyoruz. Öte yandan ebeveynler olarak ne zaman hayat karşısında başarısızlığa uğrasak hırçınlaşıyor, şiddete sığınıyoruz. Kısacası şiddet her kesim tarafından kendini kanıtlama ve kabul ettirme yöntemi olarak kullanılıyor. Bence bu karmaşık sorunun tek çözümü eğitim. Geçmişte Köy Enstitüleri bu alandaki açığı kapatmada önemli bir rol oynuyordu. Özellikle kırsal kesimde yaşayanların önüne pek çok alanda ufuk açıyordu... Yıllarca Almanya’da yaşadım. İnanın oradaki köylerle bizimkiler arasında fazla bir fark yok. Sadece onların kadınları kentliler gibi giyinirler. Erkekleri parfüm kokar o kadar! Kendi köyümdeki bir gözlemimden bahsedeyim size. Filanca amca diyelim ki karısına iyi davranmak, ona güzel sözler söylemek, onu yüceltmek istiyor ama diğerlerinin alay edeceğinden korkuyor ve içinden gelenin aksine despotik bir tavır sergiliyor… Yani “Eğitim, eğitim, eğitim!” diyorum. SAĞLAM BİR KARAKTERİNİZ, KENDİNİZE SAYGINIZ, GÜVENİNİZ VARSA NE İŞ YAPARSANIZ YAPIN EKSİLMEZ, EZİLMEZSİNİZ Sanatçı, izin verilmediği takdirde kimsenin istismar ve şiddete maruz kalmayacağına inanıyor. -Kötü muamele ve şiddete “Dur!” diyebilmek için öncelikle ayaklarımız yere sağlam basmalı. Ama biz bir mesleğimiz olsun ya da olmasın hiçbir şey üretmeden oturuyorsak, evliliği baba evinden sonra sığınılacak


ikinci bir kapı gibi algılıyor ve sırtımızı bir erkeğe yaslayıp kaderimizi onun ellerine bırakıyorsak yer ayaklarımızın altından her an kayabilir! Kaldı ki bu ülkenin kalkınması, çocuklarımızın en iyi şekilde yetişmesi için biz kadınların kendi ayakları üzerinde durmamız şart. Aileden zengin, kariyer sahibi biri olmayabiliriz. Etrafımız bizi zorlayan koşullarla, engellerle çevrili olabilir. Fakat “Hiçbir şey bilmiyorum! Elimden ne gelir ki?” çaresizliğine düşmeden önümüze bir hedef koyar ve ona ulaşmak için çabalarsak mutlaka bir çıkış noktası yakalarız. Yani istedikten sonra her şey öğrenilebilir. Çocuklarıma hep şunu söylerim: “Bugün Allah korusun bir büyük felaket yaşasak ve her şeyimizi kaybetsek alırım önüme bir sandık, limon satarım. Üstelik şahane satarım. Zira içine ruhumu katarım. Hiç de utanmam. Duvarcı ustalığı mı? Onu da öğrenir yaparım. Yine utanmam.” Sağlam bir karakteriniz, kendinize saygınız, güveniniz varsa ne iş yaparsanız yapın eksilmez, ezilmezsiniz. Yeter ki iyi, vicdanlı bir insan olun! Vicdan da aileden öğrenilen bir şey! Eğer onlar bu duygudan yoksunlarsa siz nereden öğreneceksiniz? Tamamen doğal malzemelerden ürettiği bebeklerini facebook sayfasından, instagramdan takipçileriyle paylaşan ve üçüncü sergisine hazırlanan Sevinç Subaşı’yla söyleşimizi noktalamadan önce, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne ilişkin olarak kadınlara ne söylemek istediğini merak ediyoruz. -Bir kadının mutlu, huzurlu yaşayabilmesi kendi kendine yetebilmesiyle doğru orantılı! Ancak ben son cümlemi sadece kadınlarla sınırlamak istemiyorum. Çünkü bence kendisiyle ve dünyayla barışık, hayata saygılı, vicdanlı, kendi ayakları üzerinde durabilen her birey mutlu olur ve çevresindeki insanları da mutlu eder.

BEBEKLERİMİN ÖYKÜLERİNİ ANLATAN YÜZ İFADELERİ KADAR GİYSİLERİ DE FARKLI

“D

aha çok sergime gelen insanlar benim tanıtımımı yapıyor, adımı duyuruyor. Onlar sayesinde sanata değer veren pek çok insan tanıdım. Kumaş üzerinde çalışmak, kumaşı ‘ifadelendirmek’ gerçekten çok zor. Kara kalem resim yapmaya benzemiyor. Dikkat edilirse, bebeklerimin öykülerini anlatan yüz ifadeleri kadar giysileri de farklı. Birinde kullandığım bir kumaşı asla bir diğerinde kullanmıyorum. Bir kumaş odam var. Aldığım, topladığım kumaşlar orada duruyor. Tamamen doğal malzemelerle çalışıyorsam da, ürünlerimin pek çocuklara göre olduğunu sanmıyorum. Onları oyuncaktan ziyade ‘dekoratif objeler’ olarak tanımlayabilirim. Zaten ben de oyuncakçı değilim ve asıl ilgiyi yetişkinlerden görüyorum. Sanat çevresinden çok sayıda müşterim var. Örneğin en son ‘Milyonda Bir’ filminin yönetmeni Kalde Ernart kızıyla aynı adı taşıyan kırmızı saçlı bebek Lena’yı satın aldı. Çok uğraşıyorum, çok emek veriyorum ama değiyor. Çünkü bebeklerim hak ettikleri ilgiyi, sevgiyi, takdiri görüyorlar. Hiç unutmam, ilk sergimin açılışı öncesi alışılmadık ancak hoş bir olay yaşadık Serap Tuncay’la... Sergi salonu düzenlenirken şimdi ismini hatırlayamadığım TV yönetmeni bir hanım küçük bebeklerden birini çok beğendiğini ve hemen alıp gideceğini söylemiş. Serap Hanım serginin henüz açılmadığını, açılmış bile olsa seçtiği ürünü sergi bitince alabileceğini anlatmaya çalışmış. Ne var ki yönetmen hanım aceleyle cüzdanını çıkarmış, ‘Ben onu şimdi almazsam bu gece uyuyamam!’ demiş. Bebeği çantasına koyarken de, ‘Fiyatı üç yüz elli liraymış ama benim iki yüz doksan liram çıktı! Sevinç Hanım’a söylersiniz!’ diye eklemiş. O kadar çok istemiş ki o bebeği… Yüz lira da bırakıp gitse aldırmazdım. Ama biri çıkar da ‘Şu fiyata bırakırsanız alacağım!’ derse kesinlikle vermem o bebeği... Çünkü sanata saygı duyan insanların benimle pazarlık etmelerine gerek yok. Ben zaten bunu görüyor ve gereğini yapıyorum.”

17


8

MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Ankara’da yaşayan Ayvalıklı yazar Aysun Kara uzun süredir ‘memleketinden’ uzaklardaysa da doğduğu kenti hiçbir zaman unutmamış. Ayvalık’ta dünyaya gelmiş ve yaşamış olmayı ‘şans’ diye nitelendiriyor. Bizi kırmadı ve 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü özel bölümümüz için Ayda Bir Ayvalık okurlarına kendisini anlattı.

İMGE ŞEHİR AYVALIK YAZDIĞIM HER CÜMLEYE SIZIYOR

1

AYSUN KARA

50 Evler, Cunda motoru, Gülcemal vapuru, sakızlı dondurma, Girit leblebisi, İğdeli Kahve, dereboyu, Kır Kahvesi, İhsan Eşsiz pavyonu, Tımarhane Adası, kelle peyniri, karadiken, kabak köftesi, mercanköşk, Sefa Caddesi, Hamam Sokağı, lor tatlısı, bakalaros, Şeytanın Kahvesi, Şehir Kulübü, Canlı Balık, simit ekmeği, despot, ada köftesi, havlican, kırma zeytin, cam güzeli, zakkum, tost, Çamlık, 15 Eylül, İlkkurşun Tepesi, Yanya, İstiklal İlkokulu’nun bahçesi, Kapri, Saatli Cami, Çamlık Gazinosu, Badavut, zeytinin selesi, Deliktaş, balık çorbası, sülüna, Bay Nihat, ‘Savaşın Çocukları’, Ahmet Yorulmaz, çiçek dolması, peksimet, sırıkçılar, iskorpit, rüzgârlar ülkesi, gümrük, Çıplak Ada, istifno, Kanelo, buzlu badem, Paraşla, Ayvalık gazozu, Naneci Ferat, döndürek, adabeyi, meydanlık, çam fıstığı, Duba Plajı, poyraz, Kara Ada, çullama, Murat Reis, papalina, Aşıklar Köprüsü, sakızlı kurabiye, Tariş, imbat, Girit, lokma, yelken, Pateriça, değirmen, somata, İğdeli Plaj, saha, At Arabacılar Meydanı, hindiba, mübadele, akkız, sürgün, Çiçek Adası, Ağra, zeytinin karasuyu, gavur evi, İllias Venezis… Bu yazıyı yazmaya başlarken Ayvalık’ı birkaç sözcükle anlatmak istesem nelerden söz ederim dedim kendi kendime. Benimki şimdilik bu kadar ama biliyorum ki düşündükçe yenileri eklenir bu sözlüğe. Sanıyorum Ayvalık’ta yaşayan pek çok kişi buna benzer bir ‘Ayvalık sözlüğü’ oluşturabilir kendisi için. ‘Çocukluk insanın anayurdu’ demiş bir şair. Çocukluk başlı başına bir evren, üstelik benim gibi çocukluğunuzu her yönden zengin bir coğrafyada yaşamışsanız. Sevgili Ahmet Yorulmaz, “İlçe-kent karışımı bir yer” der Ayvalık için. Ne zaman Ayvalık’tan söz edecek olsam ben de bu duyguya kapılırım. Diliyle, mimarisiyle, insan malzemesiyle çok kültürlü bir coğrafya. İnsanın, algı kapılarının alabildiğine açık olduğu yaşlarda bu kültürün içinde yaşaması büyük şans. İyi ki çocukluğum ve ilk gençliğim büyük şehirde geçmemiş. İki kültürlülüğün olduğu bir yerde, o mekânlarda, o dünya görüşü ile büyümenin zenginleştirici olduğunu düşünüyorum.

18

AYVALIK’A GELDİKLERİNDE İKİ YETİMİN YANİ DEDEMLE KARDEŞİNİN HAYATTA KALMA MÜCADELESİ, KEMALETTİN TUĞCU ROMANLARINA TAŞ ÇIKARTACAK TÜRDEYDİ

Hem anne hem de baba tarafından ‘adalı’yım. Bilenler bilir, Ayvalık’ta Midilli adasından gelenler ‘adalı’ olarak anılır. Ailemin tamamı 1923 yılındaki zorunlu nüfus mübadelesiyle Midilli’nin köylerinden gelmişler. Durum böyle olunca çocukluğum bu zorunlu göçün hikâyeleriyle geçti. Kendimi bilebildiğim ilk yıllarda babamın babaannesinden adadaki portakal ağaçlarını, çiçeklerin olağanüstü güzelliğini, Rum komşularını, adanın havasını, suyunun güzelliğini bir masal havasında dinledim. Dedemin anlattığı hikâyelerdeyse Ayvalık’a geldiklerinde biri on diğeri on iki yaşındaki iki yetimin yani dedemle kardeşinin hayatta kalma mücadelesi, Kemalettin Tuğcu romanlarına taş çıkartacak türdeydi. Midilli’de Yunan çetelerinin gemi azıya aldıkları zamanlarmış. Dedemin babası Abdi Efendi çiçek hastalığına yakalanmış. Çiçek o zamanlar öldürücü. Hastalık bulaşıcı olduğundan ev karantinaya alınmış. Dört küçük çocuk, anneleri ve hasta babalarıyla evden çıkamıyorlarmış. Adada mübadele öncesinin gerginliği hüküm sürmekteymiş. Can güvenliği kalmayan Müslümanlar Anadolu’ya gidiyorlarmış. İşte kimsenin kapılarını çalmadığı, herkesin kendi derdinde olduğu bugünlerde Rum komşuları Maria onlara yiyecek ve dışarıdan haber getiriyormuş. Maria, “Bu gece Türkleri kesecekler, Rumlar evlerinin kapısına fener asacak siz de asın!” diye haber vermiş bir gece ve olası bir katliamdan böyle kurtulmuşlar. Sonraki günlerde babaları Abdi Efendi ölmüş, yetkili iki kişi bir imam eşliğinde cenazeyi evden alıp kireç dökülmüş bir mezara defnetmiş. Dört çocuk ve yirmili yaşlardaki anneleri hiç zaman yitirmeden Midilli’den kalkacak vapura yetişmek için yola çıkmışlar. Bu hikâyeden esinlenerek yazdığım ‘Karanlığın Gölgesinde’ adlı öykü 2009 yılında Lozan Mübadilleri


Vakfı tarafından yayımlanan ‘Mübadele Öyküleri’ kitabında yer aldı. 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması, mübadeleye tabi tutulanların ziyaret için bile doğdukları topraklara ayak basmalarını yasaklıyordu. Mübadiller bunu bildikleri halde geri dönme umudunu hiç yitirmediler. Onların umudunun birinci elden tanığıyım. Şimdi düşününce bunun yeni yaşamlarına alışabilme, Ayvalık’a kök salmak için kendi kendilerine geliştirdikleri bir tür savunma mekanizması olduğunu anlayabiliyorum. Doğdukları toprakları bir daha dünya gözüyle görememeleri ne kadar büyük bir acıdır! Üstelik de o karşı kıyının bir saatlik deniz yolculuğuyla ulaşılabilecek bir yer olduğu düşünüldüğünde. Daha üzücü tarafı ise olup bitenin asla bitmiyor oluşu; “Geçip gitti bütün bunlar” diyemiyoruz. Şimdi çok daha fazla insan evlerinden, yurtlarından ayrılmak zorunda kalıyor. Ege denizinde can veriyor. Ne yazık ki seyirci olmak dışında bir şey yapamıyoruz. Can Yücel’in şiiri geliyor aklıma: “Ege denizi bu efendi deniz…” Ne acılar ne kıyımlar gördü ve görmeye devam ediyor. Yalnızca bizim coğrafyamızla da sınırlı değil; bütün dünya halklarının, insanlığın ortak acısı sürgün. Kahramanları tarafından anlatılan bu hikâyeler bana hikâye etmenin gücünü gösterdi galiba. Ben de bu kadar etkili anlatabilir miyim diye kendime sorup denemeye cüret ettim. Hikâye anlatmanın büyüsü yüzünden yazmaya heves ettim sanıyorum. ÇOCUKLUĞUM AYVALIK’IN İÇİNDE BUGÜN BELKİ ESKİ ŞEHİR DİYEBİLECEĞİMİZ SEFA CADDESİ VE O CADDEYE ÇIKAN SOKAKLARDA GEÇTİ On iki yaşımdaydım. Zeytin zamanı, bir hafta sonu babaannemlerle zeytin toplamaya gittim. İlk defa at arabasına binip zeytin tarlasına girdim. Donmuş toprağın bağrından zeytin tanelerini söküp almanın pek de kolay bir iş olmadığını anladım. Öğlen yakılan ateşin etrafında yiyeceklerimizi bölüştük. Toplayıcıları, sırıkçıları, kâhyayı gördüm. O günlerde Milliyet Çocuk Dergisi’nin düzenlediği öykü yarışmasına ‘Zeytin Çocuğunun Öyküsü’nü yazıp gönderdim. Birincilik ödülü kazandım. Öyküm Milliyet Çocuk Dergisi’nde yayımlandı.

Yazıyla ilişkimin başlangıcı olarak görüyorum bu ödülü. Sonraki yıllarda da zaman zaman yazma motivasyonumu yarışmalarla sağladığım oldu. Çocukluğum Ayvalık’ın içinde bugün belki eski şehir diyebileceğimiz Sefa Caddesi ve o caddeye çıkan sokaklarda geçti. Şimdi birer turistik mekâna dönüşmüş Rum evleri o zamanlar, içinde yaşadığımız sahici mekânlardı. Market olmayan bakkal dükkânlarından alışveriş yapardık. Sefa Caddesi üzerindeki bir Rum evinde babaannem otururdu, evin giriş katındaki hayat altı dedemin yoğurtçu dükkânıydı. Şimdi mandıra diyebiliriz ama o zamanki adlandırmalar daha mütevazıydı. Anneannemin evi de meydanlığa çıkan sokağın köşesindeki bir başka Rum eviydi. Meydanlık, şimdiki pazar yeri; yakar top oynadığımız uçsuz bucaksız bir alan olarak belleğimde saklıdır. Pazar yerinden denize çıkan, Ayvalıklıların ‘fabrika sokakları’ dediği sokaklardan zeytin zamanı karasular akardı, kanalizasyon sistemi yoktu o zamanlar. Zeytin zamanı bütün şehir zeytin, pirina ve yağ kokardı. ‘Dağar kokusu’ derlerdi galiba bu kokuya. Çok daha eski yıllarda ancak hayal-meyal anımsayabildiğim bir manzara da, bu daracık sokaklardan zeytin yüklü çuvalları sırtına vurulmuş ağır aksak geçen develer. Bakkalda satılan Ayvalık gazozunu anımsıyorum. Kısa küçük şişesinde. Sonradan öğrendim her şehrin hemen her kasabanın kendi gazozu varmış meğer. Kınık gazozu, Niğde gazozu gibi. Bir takım şeyleri yalnızca Ayvalık’a özgü sanıyordum o yıllarda. Yine bir takım şeyler de her yerde var sanıyordum. Tost mesela... O zamanlar adı Ayvalık tostu değildi ve yalnızca Ayvalık’ta yenirdi. Bazı yerel söyleyişleri, sözcükleri, yakıştırmaları da yine herkes tarafından bilinir sanıyordum. AYVALIK, KENDİNE ÖZGÜ SÖZCÜKLERİ VE SÖYLEYİŞİYLE YAZDIĞIM HER CÜMLEYE SIZIYOR Üniversiteyi okumak için Ayvalık dışına çıktığımda kendine özgü bir ‘dilimiz’ olduğunu da fark ettim. ‘Ayvalık dili’ dedim buna kendimce. Bir şive değildi bu. Kıbrıslılar gibi soru eklerini atarak vurguyu sözcüğün sonuna getirip uzatarak soru haline getiriyorduk. Bir de Türkçe’de

19


küçültme eki herhalde en çok Ayvalıklılar tarafından kullanılır, ‘oğlancık’, ‘kapıcık’ gibi. Bunun dışında Rumca’dan dilimize geçtiğini sandığım kimi sözcükler var. Bunlar da zaman içinde halk arasında söylene söylene değişikliğe uğramışlar. Örneğin ‘maksım’, ‘bastarko’ gibi. Dil üzerine düşünmek, okumak ve hikâye etmenin gücü karşısında büyülenmek; bütün bunlar hayatın rutin kargaşası sırasında ara verdiğim yazma uğraşıma dönmemi sağladı bir biçimde. 2005 yılında Uğur Mumcu Vakfı bünyesinde düzenlenen yazma seminerlerine katıldım. Yazıp yazamayacağım konusunda derin kuşkularım vardı ve bu konuda kendime hiç güvenmiyordum. Korktuğum gibi olmadı, yeniden yazmaya başladım. Bundan sonra edebiyatı hayatımın baş köşesine oturttum. Öykülerim ve yazılarım çeşitli dergilerde yayımlandı. Bir dosya bütünlüğüne ulaşınca yine bir yarışmaya gönderdim. Öykü dosyam 2010 Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü kazandı. Aynı yıl ilk kitabım ‘Panovaroş’ yayımlandı. Ocak 2014’de ‘Kıymık’, 2017 yılında da ‘Sessizce Şarkı Söylüyorduk’ adlı öykü kitaplarım yayımlandı. ‘Gülcemal Vapuru’, ‘Kilise Tepesi Çıkmazı’, ‘Sessizce Şarkı Söylüyorduk’, ‘Taş Baskı’, ‘Çocuklar, Kediler ve Taraça Kapısı’, ‘Deniz Çakısı Değil Sülüna’ adlı öykülerim, içinden Ayvalık geçen öyküler. Ayvalık benim için köklerim, çocukluğum; nereye gidersem gideyim ne yaşarsam yaşayayım dönüp geldiğim bir imge şehir ama daha da fazlası nesneler, kokular ve dil benim için. Kendine özgü sözcükleri ve söyleyişiyle yazarken de omuz başımda Ayvalık, bu yüzden yazdığım her cümleye sızıyor.

20

Ahmet Abi’nin kitapçı dükkânı...

“O

yıllarda barış, dostluk kavramları dile düşmemişti daha. Ulus, dil, din ayrımı olmadan sadece insan olduğumuz için birbirimizi sevmemiz gerektiğinden söz eden yoktu. Belki vardı da biz sesini duyamıyorduk. O yıllarda Ayvalık’ta Türk ve Yunan toplumlarının ortak acılarını dile getiren, çevirileri, romanları ile birbirimize ne de çok benzediğimizi bize hissettiren bir yazar vardı. Geylan Kitabevi’nin sahibi Ahmet Yorulmaz. Ayvalık’ın tek pasajındaki yeri, bizler için ‘Ahmet Abi’nin kitapçı dükkânı’ydı. Yabancılar ve turistlerse Geylan Kitabevi diye bilirdi. Uzun yıllar başımı kaldırıp bakmadığım için adını çok sonra fark ettim. Kırtasiye malzemesi de satmasına karşın gerçek bir kitabeviydi. Hani şu kapısından girer girmez kitap kokusu duyduklarımızdan. İstediğin kitaba dokun, sayfalarını çevir, oku. Ahmet Abi’ye konusunu, yazarını, aklına geleni sor. Siyah çerçeveli gözlükleri, yüzünde ciddi ifadesi ile sana uygun olanı önerecektir. Eminsin bundan. Bir çocuğa, gence bundan büyük iyilik olur mu? İlkokul beşinci sınıfta olmalıyım, Ahmet Abi’ye babamla birlikte gittik. Beni tanıtırken, ‘Kitap okumayı çok sever’ dedi babam, ‘Bundan sonra gel, istediğini seç buradan, Ahmet Abi sana önerir’ diye ekledi. Kişisel tarihimde kitaplarla dostluğumun ilk günü kaydını düşecektim sonradan. Ahmet Abi bir gün elime Taras Bulba’yı, bir başka gün Cahit Sıtkı’nın Otuz Beş Yaş’ını, John Steinbeck’in Bitmeyen Kavga romanını tutuşturdu. Ahmet Yorulmaz Ayvalık’ın, tarihinin, mimarisinin, poyrazının tanığı; mübadelenin, göç acısının çevirmeni, edebiyatçısıdır. Bir edebiyatçı için ömrünü yazıya adamak şaşırtıcı değildir elbette. Ama yazdıklarında

bir kente başrolü vermek, geçmişini araştırmak, yanlış bilgileri düzeltmek, ortaya çıkarmak, gelecek kuşağa sunabilmek pek de alışık olmadığımız bir durumdur. Bildik deniz, kum, güneş tatillerinin arkasını doldurabilmek, yaşadığımız, seyahat ettiğimiz kenti tarihi dokusu, mimarisi, insanları ile de tanımanın yolunu açmak kolay değildir. Gerçek bir yazın emekçisi, Ayvalık sevdalısı, gönül insanı Ahmet Yorulmaz, Ayvalık doğumludur. İzmir, İstanbul ve Ayvalık’ta gazetecilik yapmıştır. 1963 yılında Geylan Kitabevi’ni kurmuş, otuz üç yıl kitapçılık yapmıştır. Romanları, çevirileri ile edebiyat çevrelerinde tanınan bir yazardır. Ayvalık’a gelen şairlere, yazarlara, ressamlara, gazetecilere, araştırmacılara, yardım isteyen herkese ev sahipliği yapar. Ayvalık’ta yaşayanlar farkında mı bilmiyorum ama bir edebiyatçının ev sahipliğini yaptığı bir kentte yaşamak ayrıcalıktır. Ahmet Yorulmaz’ın adı, bir parka verilmiş. Duyarlı, yerinde bir girişim, ama Ayvalık’taki taş Rum evlerinden birine kurulacak bir ‘Ahmet Yorulmaz Kütüphanesi’ de gönlümden geçer. Son kitabı, ‘Bizim Zeytinyağlı Yemeklerimiz’ adıyla Tarlakuşu Yayınları tarafından yayımlandı. Renkli, ahenkli, insana yaşama sevinci veren, Egeli olmayı, olabilmeyi, kalabilmeyi anımsatan bir kitap. Yanında bir DVD ile satışa sunulmuş. Güzel bir müzik, Cunda pazarında otlar, sebzeler… Mutfakta ruhunu yemeklere katan güzel insanlar. Bir edebiyatçı, anımsama, tarih, dokunuş, tını, ses, lezzet, koku; hepsi edebiyata ve insana ilişkindir.”


8

MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Ayvalık Belediyesi Kadın Danışma Evi hukuksal, ekonomik, psikolojik sorunlar yaşayan ama çözüm için nereye ve nasıl başvuracaklarını bil(e)meyen kadınlara yol göstermek amacıyla bir yıl önce kapılarını açtı. Merkezde ihtiyacı ve talebi olan kadınlara, karşılaştıkları sorunlar doğrultusunda destek ve danışmanlık hizmeti veriliyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü özel bölümümüzde, Ayvalık Belediyesi Sosyal Hizmet Merkezi bünyesinde hizmet veren ve Ayvalık’ta bir ilk olan Kadın Danışma Evi’ni tanıtmanın yerinde olacağını düşündük. Hem merkezin yöneticisi Sosyal Hizmet Uzmanı Emre Batur hem de sosyolog Zeynep Cantürk’le konuştuk.

AYVALIK BELEDİYESİ KADIN DANIŞMA EVİ’NE ÇOĞUNLUKLA PSİKOLOJİK ŞİDDET GÖRENLER BAŞVURUYOR GÜLBENİZ ŞENTAY

K

adın Danışma Evi ne zaman ve hangi amaçla açıldı?

Emre Batur: -Belediye Başkanımız Rahmi Gençer’le birlikte Yaşlı Bakım Evi ile Engelli Destek Birimi’nin bulundukları yerden taşınmaları kararlaştırıldığında, Sosyal İşler Müdürlüğü olarak kadın derneklerinin talep ettikleri Kadın Danışma Evi’nin oluşturulması için de bir çalışma başlattık. Merkezin tasarım aşamasında Başkanımızın önerisi doğrultusunda Kadın Danışma Evi’ni bu komplekse dahil ettik. İçinde Kabul Salonu, Görüşme Odası, Eğitim Salonu bulunan Evimiz 8 Mart 2017 günü hizmete girdi. Amacımız, Ayvalık’taki kadın sorunlarının çözümü için bir dayanışma ve güç birliği merkezi oluşturmaktı. Kadınlarımızın isteği de buydu zaten... Hep birlikte çalışacakları, tartışabilecekleri bir mekânları yoktu çünkü... Açılışın ardından kadın dernekleriyle toplantılar yaptık. Onların görüşleri ve aktardıkları bilgiler ışığında Ayvalık’taki kadınların sorunlarını genel olarak mercek altına aldık. Yönlendirmeler sayesinde yavaş yavaş daha geniş bir kitle tarafından bilinir hale geldik.

Kadınlar size, siz onlara başka hangi kanallardan ulaşıyorsunuz? Zeynep Cantürk: -‘Destekçi’ kadınlarımızın ihbarları çok sayıda kadına ulaşmamızda önemli bir etken... Yanı sıra mağdurların komşuları bizi arıyor ve “Şöyle şöyle

bir durum var. Siz bir şey yapabilir misiniz?” diyorlar. Saha çalışmalarımız, dağıttığımız broşürler yine kadınlara sesimizi duyurmakta etkili oluyor.

Sorunların çözümü için hangi kurum ve kuruluşlarla iş birliği içindesiniz? E.B: - Kaymakamlık, Emniyet, Jandarma, Sosyal Yardımlaşma ve Danışma Vakfı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile sürekli irtibat halindeyiz. Ayrıca diğer kadın danışma evleriyle diyaloğumuz var. Gerektiğinde karşılıklı fikir alışverişinde bulunuyoruz. Genel anlamda biz inceleme görevlileri olduğumuz için mahalle muhtarları gibi güven duyduğumuz kişilerle de bağlantı kurabiliyoruz. Yani saydığımız bütün kurumlardan destek alıyor, aldığımız bilgiler doğrultusunda kişiyi ilgili kurumlara yönlendiriyoruz.

Kadın Danışma Evi hangi gün ve saatlerde hizmet veriyor? E.B: -Elbette normal mesai saatleri bizim için de geçerli. Ancak yaptığımız işin özelliği gereği cumartesi günleri de çoğunlukla burada oluyoruz. Ayrıca 7/24 telefon sistemi üzerinden günün her saati ulaşılabilir durumdayız. Hatta bazen polis arkadaşlar bizi gece vakti arıyor, “Şöyle bir olay mevcut. Nasıl bir yol izleyelim?” diye soruyorlar. Biz prosedürü söylüyoruz, onlar da sığınma talebinde

21


“Gündelik hayatın yarattığı stresle mücadele edemeyenlerden şiddet mağdurlarına kadar pek çok kadın merkezimizden faydalanabiliyor. Ancak bize en çok boşanma sürecinde hukuki desteğe ihtiyacı olan kadınlar başvuruyor. ‘Nasıl boşanırım? Boşandıktan sonra hayatımı nasıl sürdürebilirim? Çocuklar üzerindeki etkisini nasıl azaltabilirim? Mahkeme giderlerini, avukat ücretini nasıl karşılarım?’ gibi sorulara cevap arıyorlar. Şiddet vakaları içindeyse en çok psikolojik şiddetle karşılaşıyoruz.”

“Kadın Danışma Evi’ne sadece merak ettiği için gelen de var, ihtiyaç duyduğu için gelen de. Biz ‘merak edenler’ kategorisini gerçekten önemsiyoruz. Zira bu bir güç birliği. Nitekim salt nasıl hizmet verdiğimizi görmek amacıyla ziyaretimize gelenler, sonrasında destekçimiz oluyor. Böylece kurduğumuz ağ genişliyor ve daha çok kadını kucaklayabiliyoruz. Her ne kadar aralarında az sayıda şiddet mağduru bulunsa da genelde bizimle çalışanlar, ‘Çorbada benim de tuzum bulunsun!’ diyen destekçi kesimden oluşuyor.” bulunmayan fakat psikolojik destek alması gerekenleri bize gönderiyorlar. Jandarmanın da zaman zaman bu tür talepleri oluyor. Bu şekilde paslaşarak birbirimize yardımcı oluyoruz. Kısacası şartlar gerektiriyorsa, pazar günleri bile telefonumuz çaldığında işimizin başına koşuyor, yardım bekleyenleri yalnız bırakmamaya özem gösteriyoruz. SOSYAL İŞLER MÜDÜRLÜĞÜMÜZÜN FONUNDAN BOŞANMA DURUMUNDA İHTİYACI OLANLARA MADDİ KATKI SAĞLANIYOR

Sorunların çözümü için nasıl bir yol izliyorsunuz? Z.C: -Şayet sorun eşlerin kendi aralarındaki iletişim kopukluğundan kaynaklanıyorsa ve kadın yaşadığı sıkıntılara eşinden ayrılmadan çare arıyorsa ona göre bir yol izliyoruz. Öncelikle kendisinin beyanları üzerinden durum saptaması yapıyor; onun göremediği, atladığı, kaçırdığı noktaları buluyoruz. Sonrasında çeşitli terapi teknikleriyle eşi ya da varsa çocuklarıyla ilgili problemlerin giderilmesi sürecini başlatıyoruz. Boşanma durumundaysa, danışanın öyküsüne bakıyor, nasıl bir çizgide ilerleyeceğini soruyoruz. Bu aşamada özellikle maddi sıkıntı yaşayanlar Adli Yardım büroları hakkında bilgi talep ediyorlar. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin

Önlenmesine Dair Kanun kapsamındaki hakları çerçevesinde bilgilendirdiğimiz danışanlarımızı Adli bürolara yönlendiriyoruz. Orada hem bütün işlemleri ücretsiz olarak yürütülüyor hem daha kapsamlı bilgi ediniyorlar. Diledikleri takdirde kendilerine psikolojik destek de veriyoruz. Ayrıca Sosyal İşler Müdürlüğümüzün fonundan boşanma durumunda ihtiyacı olanlara maddi katkı sağlanıyor. Ev eşyası, giyim gibi gereksinimleriyse Sosyal Market’imizce karşılanıyor. E.B: -Tabii gelen ekonomik talepler hassasiyetle inceleniyor. Başvuruda bulunan kişinin samimiyeti takibe alınıyor zira bu konuda suiistimallerle karşılaşabiliyoruz. Boşanma noktasındaysa tamamen kişinin verdiği karar doğrultusunda yol gösteriyoruz. Zira bize başvuran kişinin ne yapmak istediği konusunda her zaman net bir fikri olmuyor. Kafası karmakarışıksa onu hiçbir şeye yönlendirmiyoruz. Çünkü bu takdirde kişinin hayatını biz kurgulamış oluyoruz; bu hiç arzu ettiğimiz bir şey değil. O nedenle önce sorununu anlamlandırıyor, daha sonra nasıl çözeceğimize bakıyoruz.

Şiddet vakalarına bir sosyolog olarak nasıl yaklaşıyorsunuz?

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü için 25 Kasım haftasında Ayvalık Talatpaşa Caddesi ve Cumhuriyet Alanı’nda ‘Kadına Yönelik Şiddet’ ve Ayvalık Belediyesi Kadın Danışma Evi hakkında bilgilendirme stantları kuruldu. 22

Z.C: -Öncelikle kişinin hangi noktada olduğunu düşünüp değerlendirmesini sağlıyoruz. Bireysel görüşme odamızda bazen saatlerce konuşuyoruz. Bir yandan içine attığı her şeyi dışa vurmasını bir yandan da onu bekleyen süreçte nelerle karşılaşabileceğini ve bu süreci nasıl atlatabileceğini anlatıyor, gücünü fark etmesine çalışıyoruz. Aldığı karar doğrultusunda bizim neler yapabileceğimize bakıyoruz. Devletin sunduğu imkânlar çerçevesinde bir yol haritası çiziyoruz. Hangi kurumlardan destek alabileceğini söylüyoruz.


Şiddet gören kadın sığınma talebinde bulunuyorsa nasıl bir yol izliyorsunuz? E.B: -Biz sığınma evine doğrudan yerleştirme yapamıyoruz. Bu aşamada polisle işbirliği halinde çalışmamız gerekiyor. Danışan bize geldiğinde yönlendirmeyi anlamlandırıp kendisi bir sığınma evine başvurabiliyorsa ona müdahale etmiyoruz. Çünkü kendisi için bizden bağımsız bir şekilde harekete geçmesi çok önemli. Yani yönlendirip bırakıyoruz. Ama takibini yapıyor, arkasını arıyor, dediğini yapıpyapmadığını kontrol ediyoruz. Ancak hemen belirteyim ki merkezimize çoğunlukla psikolojik şiddet görenler başvuruyor.

Bu durumda, Ayvalık’ta kadına yönelik fiziki şiddet olaylarının azlığından söz edebilir miyiz? E.B: -Hayır!.. Çünkü maalesef, “Kol kırılır yen içinde kalır!” anlayışı hâlâ sürüyor ve kimse yaşadıkları bilinsin istemiyor. Yanı sıra; “Çocuğum elimden alınır, sığınma evi sonrası neyle geçinirim?” ve benzeri kaygılar yüzünden kadınlar sığınma evlerine sıcak bakmıyor. Hele hele ekonomik açıdan kocalarına bağımlıysalar, aileleri de arkalarında değilse seslerini çıkarmakta iyice zorlanıyorlar. “Önümdeki yol da, arkamdaki yol da kapalı! Ne yapabilirim?” diye soruyorlar. Koşulları; göze alabildikleri/alamadıkları çerçevesinde danışana problemlerinin üstesinden nasıl gelebileceğini anlatıyoruz. Bununla birlikte sığınma evlerinin nihai çözüm olmadığını ve zaman kaybetmeden kendilerine yeni bir hayat kurmak istediğini söyleyen danışanlarımız da oluyor. O zaman kadın destekçilerimiz, iş verenlerimiz sayesinde onlara iş imkânı sağlanıyor ve sığınma evlerine gitmeden düzenlerini kurabiliyorlar. Ancak asıl sorunlu kısmın ilgisi umduğumuzdan az... Bugüne kadar ciddi şiddet baskısı hisseden kadınlardan sadece ikisi sığınma evine gitmeye karar verdi. Biz de önayak olduk; polis desteği ve ekip otosuyla başka bir ile gönderildiler.

‘ÇOCUĞUN CİNSEL İSTİSMARI’ DURUMUNDA DA KURUM OLARAK YÖNLENDİRME HİZMETİ VERİYORUZ Peki, kadının şiddet gördüğü yerde bir an dahi durmaması gerekiyorsa ya da bürokratik işlemlerin tamamlanmasını bekleyecek hali yoksa, o zaman ne oluyor? E.B: -Bu tip acil vakalara bir şekilde müdahale edip bize başvuran kişiyi sadece kolluk kuvvetlerine bildirdiğimiz

bir yerde misafir ediyoruz. Bu uygulamayı; ancak çok ciddi durumlarda geçici barınma hizmeti verdiğimiz bir sistem diye adlandırabilirim.

Her türlü şiddetin önüne geçmek, farkındalık yaratmak amacıyla başka ne gibi faaliyetler yürütüyorsunuz? E.B: -Yaşlılar, engelliler, şiddet mağdurları gibi farkındalık yaratmamız gereken konularda zaman zaman kurumumuzda okullarımızı ağırlıyoruz. Anaokulları, ilk/ orta/lise öğrencileri misafirimiz oluyor. Binamızdaki üç birimi birlikte geziyoruz. Kadın Danışma Evimizin çalışmalarından söz ediyoruz. Lise altı gruplarla yaşlarını göz önünde bulundurarak şiddet konusuna giriyoruz. Onlara aile içi durumlarını gözlemlemelerini söylüyor, hangi davranışlara neden ve nasıl müdahale edeceklerini anlatıyoruz. Liselilerle kendi düzenleri oluştuğunda nelere dikkat etmeleri gerektiği; erkek arkadaşları dahil kendilerine yaklaşan insanların davranışları karşısında nasıl bir tutum takınacaklarını, ne tür tepkiler verebileceklerini konuşuyoruz. Okullar bizi davet ettiklerinde seve seve gidiyoruz. Hazır söz açılmışken izninizle üzerinde önemle durduğumuz bir noktadan daha söz etmek istiyorum... Biz ‘çocuğun cinsel istismarı’ durumunda da kurum olarak yönlendirme hizmeti veriyoruz. Bu tip vakalarda mağdurun ebeveynleri çocuklarının psikolojik süreciyle ilgili nasıl bir yol izleyeceklerini, kendi ruh sağlıklarını nasıl dengede tutabileceklerini birimimize danışıyorlar. Hatta bazı vakalarla bire bir muhatap da oluyoruz.

Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla son olarak kadınlarımıza ne söylemek istersiniz? Z.C: -Gerek şiddet gerek istismar vakalarının çoğunlukla aile içinde yaşandığı gözlemleniyor. Bu nedenle özellikle kadınlar ve çocuklar çevrelerindeki herkese çok dikkat etmeli ve kendilerine yapılmasını istemedikleri şeylere “Dur!” deme bilincine sahip olmalı. E.B: -Bizim ‘Susmuyoruz! Korkmuyoruz! İtaat etmiyoruz!’ diye her şeyi özetleyen bir sloganımız var. Kadınlarımız toplumsal cinsiyetin omuzlarına yüklediği yüklerden kurtulmalı, kendi ayakları üzerinde durmalı... Yani sadece ev temizleyip çocuk bakarak yaşamamalı. Ben onların hiçbir şeyden yılmadan, korkmadan sosyal hayata ağırlıklarını koymaları gerektiğine inanıyorum. Çünkü ancak bu şekilde var olabilir ve erkeklerle eşitlenebilirler.

Emre Batur Maltepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Hizmet Kulüp Başkanlığı’nda bulundu. Daha sonra Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde bir yıl staj yaptı. Uygulamalı olarak alanında eğitim aldı. Pek çok dernekle çalıştı. Ailesi gibi o da Ayvalık’ta yaşamaya karar verdi. Ayvalık Belediyesi Sosyal Hizmet Merkezi’nin yönetimine getirilen Batur, Sosyal Hizmet Uzmanı.

Zeynep Cantürk Adnan Menderes Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. Ayrıca Terapi ve Psikoloji eğitimlerinin ardından Ayvalık Belediyesi Kadın Danışma Evi’nde çalışmaya başladı. Ayvalık Belediyesi Kadın Danışma Evi Sakarya Mahallesi, Cumhuriyet Caddesi No: 276 (Hamidiye Camisi Yanı) Tel: 0266 331 16 04 - 0535 981 91 22

23


8

MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Ayvalık’ın yakın geçmişinde iz bırakan kadınlardan biri de Meliha Aytur’du. Eşiyle birlikte Cumhuriyet’e büyük bir kararlılıkla sahip çıktı. Halkevi’nde tiyatro etkinliklerine katıldı. Belediye Encümeni’nde görev aldı. Yardım Sevenler Derneği’nde başkanlık, Sakarya İlkokulu’nda müdürlük yaptı. Kısacası, 96 yıllık ömründe hep iyiyi, güzeli ve doğruyu aradı.

AYVALIKLILARIN HER ZAMAN HATIRLAYACAĞI MELİHA ALATUR CUMHURİYET KADINLARININ İNANÇLI BİR TEMSİLCİSİYDİ

1

897 yılında Menemen’de doğan ve İstanbul Diş Hekimliği Fakültesi’ni bitiren Kenan Alatur, muayenehanesini İzmir’de açmayı planlıyordu. Bu amaçla İstanbul’dan İzmir’e giderken kardeşlerini görmek için Ayvalık’a uğradı. Orada genç ve zarif bir hanımefendi olan Meliha (Tevfik) Hanım’la tanıştı. Bu karşılaşma sonrası İzmir’den vazgeçti, Ayvalık’a yerleşmeye karar verdi. Meliha Hanım’la 1926 yılında nişanlandı. Bir yıl sonra da evlendiler.

Meliha Alatur, kendisinin belirttiğine göre 1900 yılında, ailesinin ikinci kız çocuğu olarak Trabzon’da dünyaya gelmişti. Babası Mehmet Tevfik Bey, annesi Fatma Hanım’dı. İlk öğrenimini Maarif Müdürü olan babasının tayin edildiği Trabzon, Yanya ve İstanbul’da tamamladı. Liseyi İstanbul’da, kız çocuklarını üniversiyeye hazırlayan ve İstanbul’da açılan ilk Osmanlı kız sultanisi olan Bezm-i Alem Sultanisi’nde okudu. Daha sonra İstanbul Kız Lisesi adını alacak bu okulda ‘lisan-ı Osmani, lisan-ı ecnebi, ulum-ı diniye, tarih, coğrafya, kozmografya, hesap, cebir, hendese, malumat-ı tabiiye ve sıhhiye, fizik, malumat-ı ahlakiye ve medeniye, hıfzıssıhha, kimya, terbiye-i etfal, malumat-ı hikemiye ve kimyeviye, resim, dikiş, biçki, iktisad-ı beyti, beden terbiyesi, piyano ve ilahi’ dersleri veriliyordu. Meliha Hanım, lisede okurken ayrıca düzenlenen toplantılara katılıyor, yeni insanlarla tanışıyordu. Bunlardan biri de Halide Edip (Adıvar)’dı ve ondan çok etkilenmişti. Bezm-i Alem Sultanisi’ni 1918 yılında bitiren Meliha Hanım, ABD’den aldığı bir bursla bu ülkeye gitti. Dönüşte tıp okumak istedi. Ancak tıp eğitimi henüz kız öğrencilere açılmamıştı. İngilizce öğrenmek için bir süre Amerikan Kız Koleji’ne devam etti. Ardından İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’ne girdi. İzmir’in düşman askerlerince işgal haberi İstanbul’a ulaşınca, bütün yurtsever gençler gibi Meliha Hanım da fazlasıyla üzüntüye kapıldı. O duygularla, İstanbul Fatih’te yapılan protesto mitingine katıldı, orada bir konuşma yaptı. Millî Mücadele yolundaki önemli dönüm noktalarından olan ve 200 bin kişilik bir kalabalıkla gerçekleştirilen Sultanahmet Mitingi’nde de konuşmacılardan biri yine genç ve idealist Meliha Hanım’dı. Çoşkulu geçen miting sonrası, Türklerin yaşadığı yerlerin parçalan(a)maz bir bütün olduğu kararı alındı. HALKEVİ, BELEDİYE ENCÜMENİ, YARDIM SEVENLER DERNEĞİ, SAKARYA İLKOKULU… HEPSİNDE ‘AKTİF’ OLARAK GÖREV YAPTI Meliha Hanım’ın babası 1922 yılında ve 59 yaşında vefat

24

Meliha Alatur edince eşi Fatma Hanım çocuklarını alarak Midilli’ye döndü. 1923 yılında başlayan mübadeleyle yeniden ailece Türkiye’ye döndüler ve Ayvalık’a yerleştiler. Meliha Hanım, yukarıda belirttiğimiz gibi, o günlerden birinde genç diş hekimi Kenan Alatur’la tanıştı ve onunla hayatını birleştirdi. Kış aylarında eski jandarma karakolunun yanındaki evde, yaz aylarında ise Çamlık’ta mübadele sonrası kendilerine verilen konutta yaşamaya başladılar. 1928 yılında Tengiz, iki yıl sonra da Çelik adını verdikleri çocukları dünyaya geldi. Meliha Hanım daha o tarihlerden başlayarak Ayvalık’ta ‘dışa dönük’ kişiliğiyle öne çıktı. Halkevi’nde tiyatro etkinliklerine katıldı. Belediye Encümeni’nde görev aldı. Bu sıfatla her yıl Balıkesir’de yapılan toplantılara katıldı. Yardım Sevenler Derneği’nin başkanlığını üstlendi. 1940


yılına kadar Sakarya İlkokulu’nda müdürlük yaptı. Eşi Kenan Alatur da tıpkı Meliha Hanım gibi genç Cumhuriyet’e inançla sahip çıkan ve yerleşmesi için her türlü çabayı gösteren gerçek bir yurtseverdi. Sefa Caddesi’ndeki muayenehanesinde diş hekimliğini sürdürürken, kuruluşuna katkı vermenin yanı sıra ilk yönetim kurulunda da yer aldığı Halkevi’nin çalışmalarında etkin bir rol oynuyordu. Ayrıca ortaokulda biyolji derslerine giriyordu. SON YILLARINA KADAR KENDİ İŞİNİ KENDİ GÖRDÜ, HER YERE YÜRÜYEREK GİTTİ VE BRİÇİNİ OYNAMAKTAN GERİ KALMADI Yardım Sevenler Derneği’ndeki faaliyetlerini sürdüren Meliha Hanım, 1965 yılında Atatürk’ün manevi kızı ve Cumhuriyet’in ilk tarih profesörlerinden Afet İnan tarafından, konferans vermesi içi Ankara’ya davet edildi. Konferans, Cumhuriyet döneminde Türk kadınlarının toplumsal yaşamdaki rolleri, katkıları ve çalışmaları üzerineydi. Meliha Hanım 1971 yılında eşi Kenan Alatur’u kaybetti. Acısını kalbine gömdükten sonra Yardım Sevenler Derneği onursal başkanı olarak Ayvalık’taki sosyal faaliyetlerini sürdürdü. Son yıllarında kış aylarını daha çok İstanbul’da oğlu Çelik ve gelini Jacqueline ile geçirdi. Günümüzde 90 yaşında olan oğlu Çelik Alatur’un tanımıyla, “Her zaman dinamik, hareketli, yardımsever, 96 yıllık hayatının son gününe kadar kendi işini kendi gören, her yere yürüyerek giden ve briçini oynayan” Meliha Alatur 17 Nisan 1996’da İzmir’de hayata gözlerini yumdu. Cenazesi Ayvalık’a getirilerek Aile Kabristanı’nda toprağa verildi. (Bu bölümü hazırlarken Meliha Alatur’un oğlu, mimar Sayın Çelik Alatur’un anlattıklarından yararlandık.)

Alatur Ailesi

Ayvalık Halkevi üyeleri (Dr. Fazıl Doğan, Muharrem Onursal, Kıvanç Onursal, Yahya Akıncı, Bahri Gündemir, Kenan Alatur, Meliha Alatur...) İstanbul Valisi Lütfi Kırdar ile...

25


Acar Kurul, Ayvalıklıların yakından tanıdığı bir isim... Kentin sosyal ve ekonomik yaşamında her zaman adından söz ettirmiş ve çalışkanlığıyla öne çıkmış bir insan. Türkiye’nin ilk profesyonel tercüman rehberlerinden... 1968 yılında Ayvalık Turizm ve Tanıtma Bürosu’nu kurdu ve dokuz yıl yönetti. Sonra turizm sektörüne geçerek Aytur, Aytaş ve Çam Motel gibi tesislerin işletmeciliğini üstlendi. Uzun yıllar Anadolu Ajansı ve Milliyet Gazetesi’nin Ayvalık muhabirliğini yaptı. Şimdilerde emekli olsa da yaşadığı kente uzmanlık alanında hizmet vermeye devam ediyor. Sorularımıza büyük bir açık yüreklilikle cevap vererek Ayvalık’ın yakın geçmişine ilişkin ilginç bilgiler aktardı.

BENİM ÇOCUKLUĞUMDA ÇAMLIK BAHÇELERİ DİLLERE DESTANDI GÜLBENİZ ŞENTAY

-T

apucu Hakkı Bey adıyla anılan dedem, Ayvalık’a Midilli’nin en büyük yerleşim alanlarından biri olan Yere’den 1923 yılında gelmişti. Lakabından da anlaşılacağı gibi, kendisi tapu görevlisiydi ve görevi Rumlardan kalan evleri, arazileri, zeytinlikleri, fabrikaları mübadillere doğdukları topraklardaki mal varlıklarına göre taksim etmek ve dağıtmaktı. Bu nedenle herkesi çok iyi tanır; kimin nesi var, nesi yok bilirdi. Örneğin Sezai Ömer Madra, Midilli’nin zenginlerindendi. Zeytinyağı fabrikası olan varlıklı bir kimseydi. Ona belgelediği taşınmazları karşılığında Çamlık’ta bir de köşk verilmişti. Kimsenin hakkının kimseye geçmemesine özen gösteren dedemse kendisine Fethiye Mahallesi’nden Midilli’deki evi ayarında bir konut seçmişti. Ben, 1939 yılında Beliz Pansiyon’un yanındaki o evde dünyaya geldim. Kurul ailesinin tek çocuğuyum.

26

Zeytincilik yapan babam Osman Nazım, tam olarak bilemiyorum ama ilkokul mezunuydu. Zorunlu göç nedeniyle eğitim hayatı kesintiye uğramış, okuyamamıştı. Ancak zeki, çalışkan bir adamdı. Yeni araziler satın alarak ‘mübadil hakkı’ zeytinliğini genişletmeyi bilmişti. Ben üç-dört yaşlarındayken kimi seçkin aileler yaz aylarını Çamlık’ta geçirirlerdi. Örneğin pirina fabrikasının sahibi Doktor Fazıl Doğan onlardan biriydi. Evi Ayiu Nikolau Manastırı’nın tam karşısındaydı. İçinde ‘bazilikamsı’ bir ibadethanenin de yer aldığı ve şimdilerde en küçük bir izi bile kalmayan bu manastırın ön kapısı demirdendi. Bahçesinde ‘aslan ağızlı’ çok güzel bir çeşmeyle görkemli bir çınar ağacı vardı. Etrafında avluya bakan dört ev bulunuyordu. Kısa bir süre de olsa Ayvalık belediye başkanlığı yapmış olan Fadıl Yanyalı, çocuk doktoru Bozkurt Alatur, diş hekimi

Kenan Alatur, eczacı Rebi Aral gibi isimlerle birlikte biz de bu evlerden birinde yazı geçirirdik. Evler özel mülk değildi. Sanırım bir vakfa aitti. CELAL BAYAR AYVALIK’A GELDİĞİNDE ALİ CÖMERT’İN EVİNDE, ÖN TARAFTAKİ DENİZ MANZARALI ODADA KALMIŞTI 1944 depreminde hem manastır hem evler ağır hasar gördü ve yıkıldı. Hiç unutmam, koni şeklindeki Kızılay çadırları manastırın avlusuna kurulmuştu. Akşamları çadırların tepesinde yanan fenerler, bütün gün kovalamaca oynayan ve depremin ne olduğunu bilmeyen biz küçüklere pek eğlenceli gelirdi. (Ne yazık ki deprem sonrası kaderine terk edilen manastır 1970’li yıllarda müteahhit Kâzım Ülgen tarafından tamamen yıkıldı ve yerine Yanyalı Evleri yapıldı. Oysa turizm açısından önemli bir kazanç, bir değerdi manastır. Kıymetinin bilinmemesi çok acı...)


Tenis Lokali çevrede örneği bulunmayan bir sosyal alandı

“A

yvalık Ticaret Odası, tüccar Enver Alay ve diğer sakinlerin öncülüğünde açılan ve şimdilerde Ayvalık Tenis Kulübü adıyla anılan Çamlık Tenis Lokali özellikle Çamlık’ta yaşayanların sosyal hayatını bir hayli renklendirmişti. Gençlerin tenisle tanıştığı lokalde yetişkinler öğle sonraları toplanır, briç ve benzeri kâğıt oyunlarıyla zaman geçirirlerdi. Asıl amaç tenisi teşvikti ama farklı sosyal etkinlikler de düzenlenirdi. Yemekler verilir, bu yemeklere sanatçılar davet edilirdi. Tenis Lokali kadınlarla erkeklerin aynı mekânı paylaştıkları ve çevredeki yerleşimlerde örneği bulunmayan bir sosyal alandı.”

Deprem ertesinde, ilk zamanlar ne yer ne içerdik, ihtiyaçlarımızı devlet mi karşılardı; hatırlayamıyorum ama galiba gıda maddeleri biz depremzedelere henüz yol yapılmadığı için Cunda motorlarıyla ulaştırılıyordu. O günlerde, dedem Çamlık’tan bir arazi aldı. 1948’de şu an oturduğum apartmanın arka tarafına yazları gelebileceğimiz bir ev inşa etti. Yol hâlâ yoktu. Bu yüzden kum, çakıl, çimento gibi inşaat malzemeleri Çamlık’a Karadeniz’in o ünlü takalarıyla taşınırdı. Ayvalık’a ineceğimizde akşam saat beşe, altıya kadar çalışan Cunda motorlarına binerdik. Biz öğrenciler de elimizde annelerimizin hazırladığı sefer tasları, okula bu motorlarla gidergelirdik. Evin erzak ihtiyacına gelince, onu da dedem Ayvalık’tan atla getirirdi. Atı hep bahçede bağlı dururdu. O atla ara sıra gezmekse annemin en büyük zevkiydi. Çamlık-Ayvalık yolu 1950’lerin başında yapıldı. Seçimlerin hemen ertesinde devrin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar Ayvalık’a gelmişti. Ali Cömert’in evinde kalıyordu. Biz çocuklar onu görmek için evin çevresinde toplanmıştık. Kapıdaki arabada dalgalanan Cumhurbaşkanlığı forsunu meraklı gözlerle izlerken içeri kim giriyor, kim çıkıyor görmeye çalışıyorduk. Büyüklerimizden duyduğumuz kadarıyla Celal Bayar ön taraftaki deniz manzaralı odada kalıyordu. Ertesi gün, şerefine Belediye

Gazinosu’nda verilecek yemeğe katılmak üzere yürüyerek Çamlık’a gelmişti. Bütün gazino Çamlıklılarla doluydu. Biz de gitmiştik. Yemek sırasında Cumhurbaşkanı yolun yapılması emrini verdi. Birkaç gün sonra iş makineleri çalışmaya başladı ve Çamlık Koyu’ndan Ayvalık’a uzanan toprak bir yol açıldı. (Sarımsaklı yolu daha sonra yapıldığı için henüz Sarımsaklı’yı bilmeyen Çamlıklılar, denize Paşalimanı’ndan girerlerdi. Deniz tertemizdi. Restoranını Ali İhsan Tatlıcı eşiyle birlikte işletirdi. Ada köftesi pek meşhurdu.) Yol yapılmıştı ama içme suyu ve elektrik henüz tam olarak çözümlenemeyen sorunlar arasındaki yerini koruyordu. Su Altınova’dan geliyor, sakalar bu suyu tenekelerle evlere ulaştırıyorlardı. Elektriklerse akşam saat dokuzon civarında kesilirdi. Kesilmeden önce herkes kandilini/lambasını ayarlayabilsin diye üç kez söndürüp yakarak işaret verirlerdi.

dönerdim. Çünkü koca koca köpekler, kurtlar ortalıkta dolaşırdı. Geceleri de çakalların ulumasından uyuyamazdık. Böyleydi yani… Hepsini yaşadım. Ama yine de özlemle andığım güzel günlerdi. O günlerde en büyük eğlencem bisiklete binmekti. On-on beş kişilik arkadaş grubumla Altınova’ya kadar pedal çevirirdik. Tımarhane adasına yüzmekse ayrı bir keyifti. Kıyıya çıkar, adadaki kilisede soluklanırdık. O zamanlar kilisenin içinde birkaç tane büyük heykelle

Acar Kurul'un annesi

TIMARHANE ADASINDAKİ KİLİSENİN İÇİNDE BİRKAÇ TANE BÜYÜK HEYKELLE RUMLARDAN KALMA FRESKLER VARDI Benim çocukluğumda Çamlık bahçeleri dillere destandı. Laka tarafındakiler ‘Kamberlerin’, diğerleri ‘Giritlilerin Bahçeleri’ diye anılırdı. Ortaokul öğrencisiyken annem elime bir sepet verir, beni o bahçelere sebze almaya gönderirdi. Yüreğim ağzımda bir koşu gider-

27


Metin Yanyalı

Acar Kurul

Çetin Yanyalı

Rumlardan kalma freskler vardı. Muhteşem şeylerdi. Muhakkak ki çok değerliydiler. Ancak bir süre sonra hepsi yok oldu. Başlarına ne geldi? Kimler aldı? Bilmiyorum. Ne bu tarihi yapıya, ne de içindeki sanat eserlerine sahip çıkabildik. Üzülerek söylüyorum ki duvarlarını ziyarete gelip gidenlerin kendi isimlerini yaza yaza tahrip ettiği kilisenin gün be gün harabeye dönüşmesini hep birlikte izledik. Liseyi ben de pek çok Ayvalıklı genç gibi Balıkesir’de okudum. O ara anne ve babam beraberliklerini noktalamış; annem avukat Samim Kazım Akses’le evlenmişti. Kendisi CHP’li siyasetçi ve Dışişleri Bakanlığı da yapan Turan Güneş’in ortağı, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Necil Kazım Akses’in kardeşiydi. Bu evlilik sonrası

“T

annemle birlikte Ankara’da yaşamaya başladık. Mebus Evleri Önder Caddesi’nde biz, Ayten Sokak’ta İsmet İnönü, onun yanındaki evde de Adnan Menderes hükümetinin Maliye Bakanı Hasan Polatkan oturuyordu. Derken 1960 ihtilali oldu, Hasan Polatkan gözaltına alındı. Panjurları kapalı, hiçbir hayatiyet belirtisinin olmadığı evinin önündeyse heyecanlı bir grup nümayiş yapıyordu. CHP Gençlik Kolları üyesi gençler olarak biz de oradaydık. Rahmetli İnönü balkona çıktı ve kalabalığa, “Lütfen aleyhte slogan atmayın!” diyerek öfkeli kitleyi yatıştırdı. Onun bu tavrı o gün hoş olmayan olayların yaşanmasını engelledi. Rahmetli, çok sağduyulu bir devlet adamıydı. Liseden sonra Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne girdim. Fakat

AMERİKALI ‘BARIŞ GÖNÜLLÜSÜ’ ROBERT GELİNCE TURİZM SEKTÖRÜNDE ÇALIŞANLAR İÇİN DİL KURSU AÇTIRDIM Emniyet ve Adliye’nin yeminli tercümanıydım aynı zamanda... Tatilleri sırasında kaza geçiren veya adli bir olaya karışan turistlerle yetkililer arasındaki iletişimi ben sağlıyordum. Gelen yabancı yatları kontrole giden gümrük memurları ve

Sert görünümlü adamlar önce oda istedi sonra da beni kendi mekânımda rehin aldı!

urizm Bürosu’nda çalışırken gazeteciliğe merak sardım. Hobi olarak başladığım bu mesleği, büroyu bırakıp işletmecilik yaptığım yıllarda da sürdürdüm. Anadolu Ajansı ve Milliyet gazetesi Ayvalık muhabiriydim. Özellikle ‘işletmecilik artı gazetecilik’ günlerimde Uğur Mumcu, Oktay Akbal gibi pek çok değerli insanla tanıştım. Güzel anılar edindim, ilginç olaylar yaşadım. Bunların içinde en sıra dışı olanı, kendi işlettiğim otelde ‘yasal olarak’ rehin tutulmamdı. 1986 yılının Ekim ayıydı. Aytaş’ta sezonu kapatmaya hazırlanıyorduk. Bir gün tam karşımızda bir gemi peydahlandı. Biz gemiyi izlerken birkaç sert görünümlü adam motele gelip oda istedi. Verdik. O akşam bizim restoranda yediler. Odalarına çekilmeden önce biraz lafladık. Sohbet sırasında benim aynı zamanda gazeteci olduğumu öğrendiler.

28

turizme daha çok ilgi duyuyordum. Bu nedenle okulu yarım bırakarak Almanya’ya gittim. Dokuz ay Goethe Üniversitesi’nde dil eğitimi aldım. Yurda döndüğümde Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın Profesyonel Tercüman Rehber kurslarına katıldım. Ardından Bakanlık tarafından Ayvalık Turizm ve Tanıtma Bürosu Şefliği’ni kurmakla görevlendirildim.

Ertesi sabah kahvaltı sırasında yanlarına uğradım. Ayvalık’a ineceğimi, bir şey isteyip istemediklerini sordum. İçlerinden biri kimliğini bana uzatarak, “Üzgünüz ama bugün sizi dışarı bırakmayacağız!” dedi. Durumu anlamaya çalışırken kimliğe bir göz attım, ‘Kaçakçılık Şubesi’ yazıyordu. Adam aynı sakin, tek düze ses tonuyla konuşmaya devam etti: “Karşıdaki gemiyi görüyor musunuz? Hayali ihracat yapıyorlar. Birazdan onu gümrüğe çektireceğiz. Bu aşamada en istemediğimz şey, elbette ki haberin sızması... Bu nedenle operasyon tamamlanıncaya kadar misafirimizsiniz!” Kendi mekânımda rehin alınmıştım ama aynı zamanda şanslıydım. Tam bir ‘atlatma’ haber yakalamıştım. Bu önemli olayı öteki muhabir arkadaşlarımdan önce, bütün ayrıntılarıyla Milliyet’e geçtim.”


polisler de dil bilmedikleri için yanlarına her defasında beni alırlardı. İşimiz bittiğinde yat sahipleri bize viski, sigara ikram ederlerdi. İthalatı yasak olan bu ürünler memurları sevindirirdi. İlerleyen yıllarda turizm bürolarına Amerikalı ‘Barış Gönüllüleri’ni göndermeye başladılar. Ayvalık’a da Robert adlı bir gönüllü geldi. Ticaret Odası’nda bir dil kursu açılmasının iyi olacağını düşündüm. Öyle de oldu. Robert orada turizm sektöründe çalışan elemanlara yönelik dil eğitimi verdi. Gerçi, gelen yabancı turist sayısı fazla değildi ve zaten turistik anlamda Ayvalık’ta Berk ve Komili’den başka otel yoktu. Yine de geleceğe yatırım yapmak zorundaydık. Nitekim verdiğimiz enformasyon hizmetlerinin Ayvalık’a çok faydası dokundu. Bu konuyla bağlantılı bir anı anlatayım: Berk Otel yeni açıldığında otelin hesap işlerine Ziya Bey bakardı. Ama hem gelen turistlerin ve hem de ödedikleri paranın kaydını kendine has bir yöntemle tutardı. Örneğin deftere şöyle yazardı: “2’nci kat 3 numaradaki şişman adamla karısı 3 gün kaldılar, şu kadar para ödediler!” “Fötr şapkalı bey 5 gün kaldı!” “Chevrolet’liler 2 gün konakladı!” Patronu Bekir Berk’e kazancın hesabını bu açıklamalar eşliğinde verirdi. Anlayacağınız, o yıllarda turizm el yordamıyla, hasbelkader yapılırdı. Ne patronlar ne de elemanlar yeterli eğitime sahipti.”

İsmet İnönü’nün armağan ettiği tabakanın içinde Atatürk için yapılmış tek bir sigara vardı

DOZER GİRDİ, KEPÇEYİ VURDU, OLAY BİTTİ! Dokuz yılın ardından Turizm Bürosu’ndan ayrıldım. İki ortak bir şirket kurduk ve sırasıyla Aytur, Aytaş, Çam Motel gibi tesisleri işlettik. Bu arada inşaat mühendisi ortağımla Sural Hanı’nı yani o çirkin binayı da denizin dibine maalesef biz ‘diktik’. Oysaki eskiden orada Nezahat Sural’a ait harika bir sabunhane vardı. Atıl durumdaki sabunhaneden neler çıktı neler? İçerisi sabun yapımında kullanılan alet-edevatla doluydu. Ama hepsi gitti!.. Dozer girdi, kepçeyi vurdu, olay bitti! Çok yazık oldu... Başından beri turizmle uğraşan biri olarak bu iş hiç içime sinmemişti zaten. Ama oldu bir kere! Daha da acısı, bu cehaletin tek bir örnekle sınırlı kalmayışıdır… Ne manastırların, ne kiliselerin, ne şapellerin ne de Ayvalık evlerinin kıymetini bilebildik. Yetmedi, “Define bulacağız!” diye her yeri kazdık. Zamana direnmeye çalışan altın değerindeki eserleri cehaletimizle yok ettik. Bilenler bilir, restorasyonu tamamlanan Panagia Phaneromeni Ayazması, mübadele sonrası dayım Ahmet Yereli’ye verilmişti. O da bu güzelim binayı zeytinyağı fabrikasına çevirmiş, on yıl da işletmişti. Neden sonra yetkililer olaya el koydular ve Ayazma SİT alanı kapsamına alındı. Bir akrabamın bozduğunu, diğer akrabalarım Ömer Özyiğit ve eşi Suzan Hanım’ın yenilemesi bir teselli midir bilemiyorum ama beni çok sevindirdiğini söylemeliyim.

“1

965 Nüfus Sayımı’nda Ankara’da görevliydim. Sayım için gideceğimiz yerlerin arasında Pembe Köşk de vardı. İki arkadaş bir heyecan köşke gittik, içeri girdik… Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bizi torunlarıyla birlikte karşıladı. Cevapları nüfus kayıt defterine geçirmekle görevli arkadaşım Turgut Bey’in rahat çalışabilmesi için bir masanın etrafında toplandık. Ben birer birer soruları sormaya başladım. Sıra “Mesleğiniz nedir?” sorusuna geldiğinde rahmetli, “Malatya Mebusu!” yanıtını verdi. İşimiz bittiğinde izin isteyip kalktık. Ancak Paşa bizi bırakmadı, salona aldı. Çay ikram etti. Çaylarımızı yudumlarken Turgut Bey’e ve bana pirinçten yapılmış, son derece zarif birer sigara tabakası armağan etti. Tabakanın içinde Atatürk için yapılmış tek bir sigara vardı. O gün bugündür saklarım bu değerli hediyeyi.”

Özetlersem, en az yirmi yıl işletmecilik yaptım. Çam Motel’deyken çalışma hayatıma noktayı koydum. Lakin faal, sosyal bir insanım. Boş boş oturmak bana yakışmıyordu. Bekir Berk ve Ali Cömert’le birlikte önce Ayvalık Rotary Derneği’ni kurduk. Cunda Yetiştirme Yurdu’ndaki çocuklara destek olduk; on beş yıl boyunca üniversiteli gençlerimize burs verdik. 2005’te bir ara birlikte de çalıştığımız rahmetli gazeteci Ceynur Karagözoğlu’yla Ayvalık Kent Konseyi’ni kurduk. Rahmi Gençer Belediye Başkanı seçildikten sonra Feyza Hepçilingirler Kütüphanesi’nin açılışına ön-ayak oldum. Bilgi ve birikimlerim doğrultusunda elimden geldiğince kentimin güzel geleceği için çabalamaya devam ediyorum.

29


Ayvalık Yazıları HÜSEYİN GÜVEN yaverbey15@gmail.com

A

Özlem...

rtık tepeden tırnağa bir beton kent halini almış olan İstanbul’daki evimin penceresinden, kucağıma kıvrılmış uyuklayan küçük köpeğimle gri, cansız sokaklara bakarken sabahın ilk çayını yudumluyorum. İnsanlar, adeta asit yağmurundan sakınmak ister gibi, çiseleyen damlaların altında işlerine koşuşturuyorlar. Yüzler asık, bedenler gergin. Yansıttıkları mutsuzluğun elektriği dördüncü kattaki penceremin camlarına vuruyor adeta. Bunca karanlık fazla geliyor. Işık arıyorum, güneş arıyorum. Aklım ve gönlüm bunları bulabileceğim tek yere doğru akıyor. Çocukluğuma... Çocukluğumun Ayvalık’ına... Dört bir yanım özlemle sarılıyor. Küçücük mutlulukların belleğimdeki anıları, aradan geçen neredeyse 50-60 yıla rağmen korundukları kafeslerden çıkıp hücrelerimi dolduruyor. Birden bire ışıldamaya başladığımı hissediyorum. Gözlerimin dolmasına neden olan duygu; saf özlem.

amca bezik oynarlarken masanın kenarına koala gibi yapışıp sessiz sedasız izlemeyi... Yine bütün mahalle çocuklarıyla hayal bahçelerinde at koşturup kovboyculuk (ben hep Robert Taylor olurdum!) oynamayı... Isınması beş dakikadan fazla süren ‘lambalı’ Siemens radyomuzda ‘Arkası Yarın’ ya da ‘Radyo Tiyatrosu’ dinlemeyi... Boyum kadar sepeti sürüye sürüye elimdeki listeyle çarşıya inip dükkân dükkân gezerek alışveriş yapıp eve dönmeyi... Babamdan saklayarak Tom Miks, Teksas, Kinova okumayı... Çam ağaçlarına tırmanmayı... Yaz aylarında neredeyse günün sekiz saatini balık gibi denizde geçirmeyi... Denizden gelince bahçede hortumla küçük çığlıklar atarak duş almayı... Şimdilerde moda olan ve normal fiyatlarının iki-üç katına satılan ‘organik’ meyvelere inat, kendi bahçemizden kendi ellerimle kopardığım, babamın dikip özenle büyüttüğü, mevsimine göre şeftali, armut, ekmek ayvası, nar, üzüm, can erik, kayısı, mandalin, portakalları çocuk iştahı ile yemeği...

Sıcak bir yaz öğleden sonrası gündüz uykusuna yatarken Ağustos böceklerinin ninnisini özlüyorum... Arkadaşlarımla birlikte Her ayın üçüncü cumartesisinden bir gün önce Bekir Berk’in iskelesinde yüzerken annemin komşuları birer birer gezip, “Annem yarın balkona çıkıp taaa oralardan “Hüseyin gününe bekliyor” davetini yerine getirmeyi... yemek hazır, haydi gel!” diye seslenişini Kışın yerlerde biriken su gölcüklerinin özlüyorum... Ebedi dostum, bebeklik üzerinde oluşan ince buz tabakalarını arkadaşım Bülent’le (Şentay) yarı belimize ayaklarımla çıtır çıtır kırmayı... Özellikle kadar suyun içine girip elimizdeki kargılarla 'Dondurmacı' Şubat ayının dinginliğinde ince bir tül perde saatler soyu isparoz, sarpa, kaya balığı Ahmet gibi sessiz sessiz yağan yağmuru izlemeyi... yakalayışımızı ve sonra bunları yolumuzu Belediye otobüsünde büyüklerin gündeme gözleyen mahalle kedilerine dağıtışımızı... dair konuşmalarını, atışmalarını, pek bir şey anlamasam da, Kimse bizi zorlamadığı, hatta öğretmediği halde, evlerden dinlemeyi... Cumartesi öğleden sonra saat ikide ya da Pazar birine kışlık odun alındığında adı konulmamış bir imece sabahı saat onda Şehir ya da Kulüp sinemalarından birine ortaklığıyla bütün çocukların toplanıp o odunları taşımasını... gitmeyi, kapıda çekirdekçi Şerif’ten aldığım bir külah beyaz Öğleden sonraları ‘Dondurmacı Ahmet’in yolunu leblebiyi, bir şişe gazozun içine doldurup film bitene kadar gözleyişimizi... Üst mahallede kızlı erkekli bütün çocukların onlarla idare etmeyi... Param kaldıysa Ali İhsan ağabeyden bir araya gelip dokuz taş, esir almaca gibi, hiçbir aksesuvar turşu suyu içmeyi... ya da oyuncak gerektirmeyen sadece paylaşımın keyfini Geceden körfeze ağ atan balıkçıların sabaha kadar, yaşadığımız oyunlar oynamayı... Anılarımı bahçesinin sadece kayıklarının önünde yanan fenerle, tekneye vurarak balıkları benim bildiğim yerlerine gömüp geride bıraktığım, artık baba torbaya sürüklemelerinin biteviye sesini... Babamın kuyuya ocağım olmayan evimizin balkonunda kahvaltı etmeyi... sarkıttığı karpuzları çıkarışını aşağıya bakamamanın ‘Büfeci’ Ali’den sabah ekmeği ve gazetesini almaya gelen ürpertisiyle izlemeyi ve buz gibi soğumuş karpuzun adeta Nihat (Ezer) amca, Fazıl (Baskın) ağabey Osman (Serezli) çenelerini açıp esner gibi bir çatırtıyla ikiye ayrılmasını... Bazı amca ve diğer mahalle büyüklerime günaydın diye seslenmeyi pazar günleri annemin ve anneannemin erkenden kalkıp ve karşılığında ‘Günaydın Çavuş’ cevabını almayı... öğlen için bir tür mantı olduğunu sonradan öğrendiğim ama Çamlardaki fıstıkları topladıktan ve bin bir zahmetle ayıklayıp bizim için adı her zaman hınkal olan hamur işi yemeğini kırdıktan sonra annemin büyük bir sabırla ellerime bulaşan hazırlamalarını... Babam Kuran okurken evde sağlanan çam sakızlarını gazlı bezlerle silmesini... Sabah uyanıp saygılı sessizliği... kapıda, sabah bisküvisini ve sütünü bekleyen mahallenin Aaahh daha binlerce anı ve anıyı özlüyorum. Çocukluğumu köpeği Bob’un heyecanla kuyruğunu sallayışını izlemeyi... özlüyorum. Babamı, annemi özlüyorum. Mahallemi özlüyorum. Anneler gününde komşuların bahçelerine ‘dalıp’ insaflı bir Ama en temelinde şu garip İstanbul’da penceremden dışarıya şekilde her birinden iki-üç adet gül toplayarak yaptığım koca bakarken hepsini kucaklayan Ayvalık’ımı çök özlüyorum. buketi getirip anneme vermeyi... Babam ve Şuuri (Özsu)

30


“BEN İSTİKLAL MARŞI’NIN SÖZLERİNİ MİLLETİME VE KAHRAMAN ORDUMUZA HEDİYE ETTİM. ZATEN O MİLLETİN ESERİDİR, MİLLETİN MALIDIR. BEN YALNIZ GÖRDÜĞÜMÜ YAZDIM.”

M

Millî marşlar ulusların ortak geçmişlerini, geçirdikleri zor zamanları, bu zamanlarda sahip oldukları ve hiç yitirmedikleri umutları ve arkasından elde ettikleri zaferleri yansıtır. Dahası, ait oldukları ulusların bağımsızlık göstergelerindendir. Bizim millî marşımız da ulusumuzun Kurtuluş Savaşı yıllarındaki birliğini-beraberliğini, içinde bulunulan durumu, bağımsızlık ümitlerini ve inançlarını en güzel şekilde yansıtır. İstiklal Marşı’mızın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ayakta alkışlanarak kabul edilişinin 97’nci yılındayız. 97 yıl önce yaşananları, aynı zamanda Mehmet Akif Ersoy’u anma günü olarak kutlanan 12 Mart vesilesiyle bir kez daha hatırlamak/ hatırlatmak istedik.

MEHMET AKİF ‘İSTİKLAL MARŞI YARIŞMASI’ İÇİN KONAN ÖDÜLÜ CEPHEYE ELBİSE DİKEN DARÜ’L-MESAİ’YE BAĞIŞLAMIŞTI

illetçe zorlu bir mücadeleye giriştiğimiz Kurtuluş Savaşı sırasında, toplumda millî bilinci güçlendirmek, direniş azmini pekiştirmek ve bağımsız bir devlet olmanın vazgeçilmezliğine dikkat çekmek için bir millî marşın gerekliliği ortaya çıktı. Böyle bir marş hem cephedeki askerin moralini yükseltecek hem de yeni kurulacak Türk devletini temsil edecekti. Bu konuda ilk öneriyi Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) yaptı. Maarif Vekâleti’ni ziyaret eden İsmet Paşa, millî heyecanı koruyacak, millî kararlılığı ve inancı besleyerek diri tutacak bir marşın yazılmasını ordu adına teklif etti. Bakanlık öneriyi uygun bulunca yarışma bir genelgeyle okullara, basın yoluyla da yazarlara duyuruldu. 1921 yılında düzenlenen 500 lira ödüllü ‘İstiklal Marşı’ yarışmasına 724 şair eser gönderdi. Ne var ki bu şiirlerden hiçbiri amaca uygun bulunmadı. Çünkü Millî Mücadele’nin ruhunu ve milletin duygularıyla beklentilerini yeterince yansıtmaktan uzak kalmışlardı. İstiklal Marşı yarışmasının açıldığı günlerde Mehmet Akif görevli olarak Kastamonu’da bulunuyordu. İstiklal Marşı için bir yarışma yapılması ve ödül konulması düşüncesinden hoşlanmamıştı. Bu nedenle katılmak istemedi. Mehmet Akif’in yarışmadan neden ‘uzak durduğunu’ Balıkesir Milletvekili Hasan Basri (Çantay) şöyle anlatmıştı:

“İstiklal Marşı’nın Mehmet Akif tarafından yazılmasını kendisine söylediğimizde ‘Ben ne yarışmaya girerim ne de ödül alırım!’ demişti. Ricalarımı yineledikçe o da aynı sözü söylemiş ve ‘Bırak yazsınlar. Ben bu yaştan sonra yarışa mı gireceğim, ayıp değil mi?’ demişti. Bir gün Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey beni Meclis’te gördü ve ‘Şimdiye kadar 500’den fazla marş geldi. Ben hiçbirini beğenmedim. Üstadı ikna edemez misin?’ diye sordu. ‘Akif Bey müsabaka şeklini ve ikramiyeyi kabul etmiyor. Eğer buna bir çare ve bir şekil bulursanız yazdırmaya çalışırım’ dedim. Düşündü ve ‘Kendisine resmi bir yazı yazayım. Arzusuna tabi olacağımızı bildireyim. Fakat yazıyı kendisine siz veriniz’ dedi. Ben de uygun gördüm. Yarım saat sonra getirip yazıyı bana verdi.” Hasan Basri Bey davet mektubunu 5 Şubat 1921’de Mehmet Akif’e iletti. Ona, yarışma koşullarının kendisinin istediği gibi düzenleneceğini, ödülü de bir hayır kurumuna vereceklerini söyledi. Uzun süren bu görüşmeden sonra Mehmet Akif İstiklal Marşı’nı yazmayı kabul etti. Şiiri on gün gibi kısa bir zamanda tamamlayarak 17 Şubat 1921 tarihli Sebilürreşad dergisinin ilk sayfasında ‘Kahraman Ordumuza’ başlığıyla yayınladı. AYAĞA KALKARAK ALKIŞLAYANLARIN ARASINDA MUSTAFA KEMAL DE VARDI TBMM 1 Mart 1921 günü Mustafa Kemal Paşa başkanlığında toplandı. Mustafa Kemal açış konuşmasında alkışlar eşliğinde bağımsızlık mücadelesinde gelinen noktayı değerlendirdi. Daha sonra, ilk kez ‘Paşa’ rütbesiyle Meclis’e seslenen İsmet İnönü, İstiklal Savaşı’na değindiği bir konuşma yaptı. Ardından Karesi Milletvekili Hasan Basri

31


Daha ortaokul döneminde şiire ilgi duyan ve bazı manzumeler kaleme alan Mehmet Akif millî marşın sözlerini Ankara’daki Taceddin Dergâhı’nda yazmıştı. Bu sürece tanık olan oğlunun anılarında anlattığına göre şiiri yazarken büyük acılar çekmiş hatta bazı geceler uyumamıştı.

(Çantay) bir önerge vererek İstiklal Marşı’nın güftesinin Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından Meclis kürsüsünden okunmasını talep etti.

Osmanlı İmparatorluğu ve erken Cumhuriyet döneminin şair, yazar ve devlet adamı Süleyman Nazif, İstiklâl Marşı şairi Mehmed Akif’in en yakın dostlarındandı. Yüz yıl önce büyük felaketlerin yaşandığı ülkemizde aynı üzüntüleri duymuş, aynı acıları paylaşmış, aynı hüznü yaşamışlardı.

Hamdullah Suphi Bey kürsüye geldi ve Meclis’i şu sözlerle bilgilendirdi:

“Arkadaşlar, hatırlarsınız vekillik olarak son mücadelemizin ruhunu dile getirecek bir marş için şairlerimize başvurmuştuk. Birçok şiir geldi. Bunlardan yedi tanesi uygun görüldü ve ayrıldı. Ne var ki yaptığımız incelemede fevkalade kuvvetli bir şiir aramak gereğini duyduğumuz için ben şahsen Mehmet Akif beyefendiyle görüştüm ve bir şiir yazmalarını rica ettim. Kendileri çok asil bir kaygıyla kararsızlık gösterdiler. Biliyorsunuz, bu şiirler için bir ödül vaat edilmişti. Mehmet Akif Bey ödül konusundan çekindiğini belirtti. Ben de gereken önlemi alacağımızı ve bunu duyuracağımızı belirttim. Bu koşulla büyük millî şairimiz bize çok güzel bir şiir gönderdi. Daha önce seçilen diğer altı şiirle birlikte görüşlerinize sunacağız. Seçme hakkı size aittir. Beğenmek, takdir etmek konusunda özgürsünüz. Ben seçimimi yapmışım. Sizin görüşünüz benim görüşümün aksi olabilir. Şimdi şiiri okuyorum efendim..”

Yakın dostu, Konya milletvekili Hafız Bekir Efendi o günlere olan tanıklığını şu sözlerle aktarmıştı: “Üstat bir gece birden uyanır. Kağıt arar; bulamayınca kalemiyle yattığı yer yatağının yanındaki duvara marşın ‘Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım...’ dizesiyle başlayan dörtlüğünü yazar. Ben sabah namazına kalktığımda üstadı çakısıyla duvardaki yazısını kazırken gördüm!”

Hamdullah Suphi Bey bunları söyledikten sonra Mehmet Akif’in ‘Kahraman Ordumuza’ adlı on kıtalık şiirini

Süleyman Nazif’in, 1924 yılında yayınlanan ‘Mehmet Akif’ isimli eseri de milli şair için yazılmış ilk kitaptı. Süleyman Nazif ve Mehmet Akif bugün Edirnekapı Şehitliği’nde yan yana yatıyor. okumaya başladı. Şiir daha ilk dizelerinden itibaren büyük beğeni topladı, sık sık alkışlarla kesildi. Ayağa kalkarak alkışlayanların arasında Mustafa Kemal de vardı. Sürekli alkış ve gözyaşları arasında marşın okunması bittiğinde Bayındırlık Bakanı İsmail Fazıl Paşa bir kez daha okunmasını istedi. O gün şiir milletvekilleri tarafından tam dört kez ayakta dinlendi. MEHMET AKİF EN BAŞTA KOYDUĞU KOŞULA SADIK KALDI VE YARIŞMA ÖDÜLÜ OLAN 500 LİRAYI ALMADI İstiklal Marşı’nın sözlerini oluşturacak olan ‘Kahraman Ordumuza’ adlı şiir Meclis’te okunmasından on bir gün sonra 12 Mart 1921’de Meclis tarafından büyük bir heyecan, sevinç ve coşkuyla resmen Türkiye Cumhuriyeti’nin millî marşının sözleri olarak kabul edildi. Çok geçmeden İngilizce, Almanca, Fransızca, Macarca ve

Mehmet Akif hastalanmasaydı Burhaniye Pelitköy’e yerleşecekti

ehmet Akif, 1. Dönem Balıkesir M Milletvekili, öğretmen, gazeteci, düşünce ve din adamı Hasan Basri

Çantay’ın yakın dostu, üstadı ve dava arkadaşıydı. Onu görmek için 1920 yılı Ocak ayında Balıkesir’e geldi, Hasan Basri’nin evinde kaldı. Bu arada Zağanos Paşa Camisi’nde Cuma namazından sonra bir vaaz verdi. O gün söylediği şu sözler cemaat üzerinde son derece etkili olmuştu: “Ey Balıkesir’in muhterem mücahitleri! Anadolu’yu savunma konusunda diğer illere ön ayak olma onuruna eriştiniz. Çabalarınız övgüye değerdir. İnşallah vatanımızın saygınlığı, bağımsızlığı, mutluluğu, refahı, gelişimi dünyalar

32

durdukça devam eder, korunur ve gözetilir.” Mehmet Akif’in Balıkesir’de verdiği vaaz ve hutbe aynı zamanda onun milli kurtuluş yolunda Anadolu’daki ilk adımıydı. Akif böylece Çanakkale Savaşı sonrasında başlayan bağımsızlık mücadelesine gerçek anlamda katılmış oluyordu. Hasan Basri’nin 1964 yılındaki vefatından iki yıl sonra oğlu Mürşit Çantay onun ‘Akifname’ adlı kitabını yayınladı. Bu kitaptan öğrendiğimize göre, Mehmet Akif, Balıkesir’i çok sevmiş, özellikle Burhaniye Pelitköy’e yerleşmek istediğini söylemişti. Ancak, siroz hastalığına yakalanınca bu mümkün olmadı.


Farsça’ya çevrilerek yurt içinde ve yurt dışında dağıtıldı. Mitinglerde, törenlerde halkın manevi ve millî duygularını güçlendirmek amacıyla okunmaya başladı. Bütün bunlar olurken, Mehmet Akif en başta koyduğu koşula sadık kaldı. Babasının vefatı ve ardından ailenin tek mal varlığı olan evlerinin yanması nedeniyle fazlasıyla sıkıntılı günler yaşıyor olmasına karşın; bu görevi ordu ve millet adına yerine getirdiğini söyleyerek yarışma ödülü olan 500 lirayı almadı. Ancak ödül olarak konulan para konusunda resmi koşulların yerine getirilmesi gerekiyordu. Bu nedenle Mehmet Akif’e parayı aldığına dair bir belge imzalatıldı. O da parayı fakir kadınlara ve çocuklara iş öğreterek yoksullukları önlemek amacıyla kurulan ve cepheye elbise diken Darü’l-Mesai’ye bağışladı. Aynı yıl İstiklal Marşı için bir beste yarışması düzenlendi. Yapılan değerlendirme sonucu Ali Rıfat (Çağatay)’ın bestesi uygun bulundu. Ancak, beste kesin değil, tavsiye niteliğindeydi. İstiklal Marşı 1930’a kadar bu besteyle söylendi. 1930 yılında Maarif Vekâleti’nin resmi kurumlara gönderdiği bir genelgeyle uygulamada değişiklik yapıldı. O güne kadar Ali Rıfat Bey’in bestesiyle seslendirilen marş, Osman Zeki (Üngör)’ün batı tarzı bestesiyle söylenmeye başlandı. Marşın orkestrasyonunu Osmanlı Devleti’nin ilk resmi müzik okulu olan Darü’I-Elhan’ın armoni, kontrpuan ve piyano hocası Edgar Manas, bando düzenlemesini Türkiye’de Cumhuriyet dönemi müzik kurumlarının oluşturulmasında etkin bir rol oynayacak olan asker kökenli müzik adamı İhsan Servet (Künçer) yapmıştı.

KAYNAKÇA -Zeki Sarıhan, ‘Vatan Türküsü İstiklal Marşı, Tarihi ve Anlamı’, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002 -Hsan Basri Çantay, ‘Akifname’, Erguvan Yayınevi, 2009 -Muhiddin Nalbandoğlu, ‘İstiklal Marşımızın Tarihi’, Cem Yayınları, 1964 -Hikmet Sami Türk, ‘İstiklal Marşı ve Mehmed Akif Ersoy’, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2004 -Nihan Altınbaş, ‘İstiklal Marşı’nın Kabulünün 94. Yılı ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü’, TBMM Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı, 2015 -Neriman Malkoç Öztürkmen, ‘Mehmet Akif ve Dünyası’, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990 -Zeliha Kapukaya, “Hasan Basri Çantay-Mehmet Akif Ersoy Dostluğu ve Akifnâme’, Kırıkkale İslami İlimler Fakültesi Dergisi, Sayı 1, 2016

İstiklal Marşı şairinin mezarını üniversiteli gençler yaptırdı

M

ehmet Akif, 1935 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında rahatsızlığı ilerleyince hava değişikliği iyi gelir düşüncesiyle önce Lübnan’a, sonra Antakya’ya gitti. Antakya o günlerde henüz Türkiye’ye bağlanmamıştı. Eşinin rahatsızlandığını öğrenince yeniden Mısır’a geçti. Ancak bu kez kendi hastalığı arttı. 17 Haziran 1936’da tedavi için yurda döndüğünde hasta şairle maddi ve manevi olarak Abbas Halim Paşa’nın kızı ilgilendi. Emine Abbas şairi önce Maçka’daki evinde ağırladı, ardından Şişli Sıhhat Yurdu’na yerleştirdi. Şair son günlerini, yine Emine Hanım’ın desteğiyle Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda emrindeki bir hastabakıcıyla geçirdi. Mehmet Akif’e 1 Haziran 1936 tarihi itibarı ile 478 lira 20 kuruş emekli maaşı bağlandı. Bu maaş 1936 yılı Ekim ayından itibaren ödenmeye başlandı. Ne var ki sağlığı giderek kötüleşiyordu. 27 Aralık 1936 günü, 63 yaşında hayata gözlerini yumdu. Yapılan büyük bir törenle Edirnekapı Mezarlığı’na gömüldü. Mezarı iki yıl sonra, üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı. 1960’ta yol inşaatı nedeniyle Edirnekapı Şehitliği’ne nakledildi.

Hasan Basri Çantay

33


Biraz Ondan Biraz Bundan ZEYNEP KAZANCIGİL zkazancigil@gmail.com

A

Ressamların tuvalinde Ayvalık

yvalık’ı tuvallerine taşıyan, kitaplarına konu eden ve hayatının bir dönemini Ayvalık’ta geçiren pek çok sanatçı, yazar, ressam, şair vardır. Edebiyatçılar için de tarihiyle, doğasıyla, insanıyla, iklimiyle muhakkak ki harika bir ilham kaynağıdır. Ama özellikle ressamlar için bir başka renk, doku, ışık ve güzellikler cümbüşüdür Ayvalık. Ressam Fikret Mualla Ayvalık’ta bir süre yaşamış ve Ayvalık Ortaokulu’nda resim öğretmenliği yapmış. Ama bilindiği kadarıyla pek de sevememiştir Ayvalık’ı. Hakikaten de buradan gelip geçenlerin kimisi ilk görüşte vurulur, bazıları da hiç haz etmezler Ayvalık’tan. Ayvalık buraya gelen insanlar konusunda mutlaka kendi tavrını koyar. Ya geleni benimser ya da tamamen derdest edip koynundan atıverir. Arası yoktur. Bakarsınız tesadüfen buradan geçen bir yolcuyu gözüne kestirmiş veya buralı bir dostunu ziyarete gelen birini. İşte o zaman bu gelip geçen yolcuyu efsunlayıverir Ayvalık. Bu biçare yolcuya bütün güzel yüzünü gösterir, onunla flört eder. Gün boyu deniz ayna gibidir. Bir başladı mı paşa keyfi isterse bir ay esip kavurup insanı canından bezdiren poyraz, bu flört süresinde zerrece esmez… Sabah kumru kuşların şarkısı, çam ağaçlarının ve zakkumların suya yansıdığı yağ gibi bir deniz, kekik kokan büyülü havada masalsı bir görünüm kazanan sarımsak taşından yapılmış tarihi binalar, birbirinden lezzetli tatlar, çeşit çeşit mezeler, bin bir türlü ot, sakızlı kurabiyeler, bir de hoş sohbet insanlar falan… Artık ne marifeti varsa gösterir Ayvalık ve illaki gözüne kestirdiği, kendine yakıştırdığı kişinin aklını çeler. Ah! Bir de bakmışsınız Ayvalık’a sevdalanan gelip geçici yolcumuz birkaç yıla kalmadan gelip yerleşmiş de Ayvalıklı oluvermiş bile. Ayvalık üzerine kitaplarıyla tanıdığımız sevgili Ahmet Yorulmaz 1998’de yayınlanan ‘Ayvalık’ta İz Bırakanlar’ adlı portreler kitabında Ayvalık’tan şöyle bir geçerken gönül verip uzun yıllarını burada geçiren çoğu sanatçıyı, ressamı, akademisyeni ne güzel anlatmış. Bence Ayvalık’ın özellikle sanatçılara bir düşkünlüğü var. Zaten bu şehir kendi bünyesinden de pek çok müzisyenler, sanatçılar, ressamlar, edebiyatçılar yetiştirmiş. Türk resminin önemli ustalarından Fikret Mualla, Kültür Merkezimize adını veren Orhan Peker, Burhan Uygur, Muzaffer Akyol gibi pek çok sanatçı uzun yıllar Ayvalık’ta yaşamış, en güzel resimlerini burada yapmış. Orhan Peker’in Ayvalık sevdası 1970’lerde Bodrum’a giderken

34

Ayvalık’a uğrayıp annemle babamı ziyaret etmesiyle başlar. Orhan Peker annemin Güzel Sanatlar Akademisi’nden sınıf arkadaşıydı, dostlukları ömür boyu sürdü. Yıllar içinde babamla da yakın bir dostluk kurmuştu. Birkaç gün için ziyarete geldiği Ayvalık ve Ayvalıklılar Orhan Peker’i çok sever. Burada Ayvalık’ın en renkli simalarından birisiydi diyebileceğim Gönül Karaca ile tanışır ve evlenir. Bundan sonra pek çok yazı Ayvalık’ta geçirir. Ayçiçeklerini, kumruları, atları ve at arabalarını, kedileri konu aldığı en güzel resimlerini burada yapar. Orhan Peker yatılı olarak okuduğu Avusturya Lisesi’nden sınıf arkadaşı Alman asıllı Cornelius’a yaşamı boyunca yazdığı mektuplarda (Cornelius’a Mektuplar-Orhan Peker/Yapı Kredi Yayınları 1993) Ayvalık’ta geçen bu kültürle, sanatla dolu yazlara dair pek çok şey paylaşmıştır. Cornelius Bischoff ise Yaşar Kemal’in romanlarını, Haldun Taner’in ‘Keşanlı Ali Destanı’nı, Çetin Öner’in ‘Gülibik’ini Almancaya çevirmiş ve hatta Kemal Yalçın’ın kaleme aldığı ‘Haymatlos’ romanının başkahramanı olmuştur. Cornelius da Ayvalık sevdalılarından biridir. O da her yaz Almanya’dan kalkıp gelir ve Orhan Peker’in ölümüne kadar yazlarını Ayvalık’ta geçirir. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım ‘Ayvalık Akademisi’ni kurmak hayali ile yaz boyunca bir araya gelip projeler yapan, sergiler açan kültüre, sanata gönül vermiş aile büyüklerimin ve dostlarının bu güzel anılarıyla doludur. 1980’li yıllara gelindiğinde bu kez de ressam Burhan Uygur yine annemle babamın davetiyle eşi ve oğlu ile birlikte yazın birkaç gün geçirmeye gelir. Ayvalık ona da kendini beğendirip ressamın gönlünü çelivermenin bir yolunu bulur. Kendine özgü tuhaflıkları ve ilginç kişiliği ile Ayvalıklılar Burhan’ı benimserler. Mustafa Sabuncugil Çamlık’taki o dönem kimsenin oturmadığı Rumlardan kalma tarihi konağını, buyursun otursun yazlarını geçirsin, gönlü isterse bize de birkaç resim bıraksın diye Burhan Uygur’a tahsis eder. Sanatçı burada bir kaç yaz boyunca yaşar, güzel dostluklar kurar ve bir de sergi açar. Sanatında önemli bir yer tutan birçok resmin konusu Ayvalık’tandır. Ayvalık son zamanlarda ‘Kuzey Ege’deki turistik beldelerin en gözdesi’ halini aldı. Ancak tarihi boyunca hep sanata ve kültüre kucak açan bu şehir yine bildiğini okuyor. Yıl boyu Ayvalık’ta tiyatrolardan resim ve fotoğraf sergilerine, klasik müzik konserlerinden film festivallerine, kültür-sanat günlerinden söyleşilere pek çok etkinlik düzenleniyor. Ayvalık, sanatı ve sanatçıları kendine çekmeye devam ediyor…


Alt gelir grubundaki ailelerin çocukları istedikleri branşta spor yapma imkanına kavuşuyor

‘SPORDA YETENEK 10’LA GELECEK’ PROJESİYLE ÖĞRENCİLER SPORA YÖNLENDİRİLECEK

K

aymakamlık, Belediye, Gençlik Hizmetleri-Spor, Milli Eğitim ve Sosyal Hizmet Merkezi müdürlükleri ile Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle yürütülecek olan ‘Sporda Yetenek 10’la Gelecek’ projesinin protokolü imzalandı.

Projeyle, ‘dezavantajlı’ olarak nitelendirilen alt gelir grubundaki ailelerin çocuklarının sporla buluşmaları sağlanacak. İlk ve ortaokullardaki öğrenciler masa tenisi, dart, jimnastik, basketbol, futbol, bocce, wushu ve farklı egzersizler aracılığıyla istedikleri branşta spor yapma imkânına kavuşacak. Akçapınar Mahallesi’ndeki ilkokulda geçekleşen imza törenine Kaymakam Gökhan Görgülüarslan, Belediye Başkanı Rahmi Gençer, Büyükşehir Belediyesi Edremit Körfezi Koordinasyon Daire Başkanı Fatih Aka, Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürü Cem Hamzaoğlu, Milli Eğitim Müdürü Güner Bahadır, Sosyal Hizmetler Müdürü Aydın Birdal, Kaymakamlık SYDV Müdürü Mukaddes Gündoğan, Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü Elif Kıvanç, Kütüphane Müdürü Aygül Öncel Şahin, Vergi Dairesi Müdürü Adem Torun, Müftülük adına Vaiz İzzet Altıntaş, Akçapınar Muhtarı Yasin Ataş ile okul yöneticileri, öğretmenler ve kalabalık bir öğrenci topluluğu

katıldı. Gençer, protokolun imzalanmasından sonra yaptığı açıklamada ahlaklı, terbiyeli, disiplinli bir sporcu olmanın iyi bir sporcu olmaktan çok daha büyük önem taşıdığını vurguladı ve “Sporun, okul başarısında çok olumlu rolü var. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, sporun temel şartı olan disiplin sayesinde çocuklarımız öğrenim hayatlarında başarıya daha kolay ve daha hızlı ulaşıyor” dedi. Törende konuşan Ayvalık Kaymakamı Gökhan Görgülüarslan, kendi insan kaynağını eğitebilmek için her il ve ilçenin özel çaba harcadığına dikkat çekti. Görgülüarslan şöyle

dedi: “Bu konuda eğitsel ve öğretici faaliyetler önem taşıyor. Bunların arasında sanatsal ve sportif faaliyetler özellikle önemli. Biz de bu yönde çalışmalarımızı planlamak ve sürdürmek istiyoruz. ‘Sporda Yetenek 10’la Gelecek’ projesinin hayata geçirilmesinde ve vücut bulmasında pek çok paydaşımız var. Örneğin velilerimiz ve öğretmenlerimiz de bu projenin paydaşları. Ama şunun altını çizmek isterim ki; Büyükşehir ve Ayvalık belediyelerinin bu projenin hayata geçirilmesinde çok büyük destekleri var.” Buluşmada son olarak, protokol üyeleri çocuklarla birlikte spor yaptı.

Bu tür etkinlikler hem toplumsal farkındalık yaratıyor hem de insanlarımızı bilinçlendiriyor

Z

SOKAK HAYVANLARI İÇİN DANS ETTİLER 200 PAKET MAMA TOPLADILAR

umba eğitmenleri, Ayvalık Belediyesi Köpek Bakım Çiftliği’ndeki sokak hayvanları için mama desteği sağlamak amacıyla Ayvalıklı zumba eğitmenleri İlkay Örnek ve Evrim Deniz Türkoğlu’nun öncülüğünde Ayvalık’ta buluştu. 1990’lı yılların başında hayatımıza giren zumba son zamanlarda Amerika başta olmak üzere birçok ülkede giderek yaygınlık kazanan, dans-fitness karışımı bir dans olarak dikkat çekiyor.

il ve ilçelerinden Ayvalık’ımıza gelen misafirlerimizle beraberiz. Aralarında Ayvalıklı hemşehrilerimiz de var. Zumbathon etkinliğine öncülük ederek sokak hayvanlarına katkı sağlama konusunda sergiledikleri duyarlılık nedeniyle kendilerine teşekkür ederim” dedi.

Ayvalık Belediyesi’nin destek verdiği etkinlikte ‘Para değil, mama getir’ sloganıyla bir ‘Zumbathon’ gerçekleştirildi. İzmir, İstanbul ve Balıkesir’den gelen 30 zumba eğitmeni İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde hem dans etti, hem de bağışta bulundu. Etkinlik sayesinde Köpek Bakım Çiftliği’ndeki ve sokaklardaki hayvanlara dağıtılmak üzere 200 paketi aşkın mama toplandı. Sahneye davet edilen Belediye Başkanı Rahmi Gençer, bu tür etkinliklerin toplumsal farkındalık yaratmak ve insanlarımızı bilinçlendirmek adına önem taşıdığını söyledi ve “Bugün burada Türkiye’nin çeşitli

35


HATIRA DEFTERİ

CEZAEVİ FİRARİSİ RUBEN ASA SARI PERUĞU VE GÜNEŞ GÖZLÜKLERİYLE TATİL İÇİN AYVALIK’I TERCİH EDEN BİR TURİSTTEN FARKSIZDI

Ruben Asa

M

ilyoner iş adamı Ruben Asa döviz kaçakçılığı suçundan 1954 yılında tutuklandı. Farklı tarihlerde Finlandiya’ya balmumu, ABD’ye kuş yemi, Lübnan’a pamuk, Bulgaristan’a zeytin ihraç etmiş ve bunların dövizlerini dışarıda bırakmıştı. Hakkında, bazılarında annesi Sara Asa’nın da de sanık durumunda olduğu 100’den fazla dava açıldı. Rube Asa uzun süren bir yargılamadan sonra 35 yıl hapis cezasına çarptırıldı. ‘İçerde’ olduğu sürede dört kez af yasası çıktıysa da, döviz kaçakçıları af dışı tutulduğu için hiçbirinden yararlanamadı. Yıllardır yattığı Sultanahmet Cezaevi’nde ‘Rubi’ adıyla çağrılan Asa bu arada şeker hastalığı ve tüberkülozla mücadele ediyordu. Üstüne üstlük eşi Röne, sadece güvendiği avukatı değil dostu da olan Jak Mizrahi ile evlenmişti. Kısacası fazlasıyla moralsiz ve mutsuzdu. Zaman zaman sinir krizleri geçiriyor, ziyaretine gelen dostlarına ya intihar ya da fırsat bulursa firar edeceğini söylüyordu. Zaten daha önce dört kez kendini öldürmeye kalkışmıştı. Asa, bir yandan da cezaevinin kantinini işletiyordu.

36

Kantinin aylık gelirini iki kat arttırınca başta müdür olmak üzere yönetimin güvenini kazandı. Hastalık gerekçesiyle sık sık revirde kalıyor, cezaevinin içinde istediği her yere serbestçe girip çıkıyordu. Hatta bazı zamanlar, gardiyanların izniyle yakındaki bakkala bile gidebiliyordu. Ama bu ona yetmiyordu. Yıllardır cezaevindeydi ve cezasını fazlasıyla çektiğine inanıyordu. Ne yapıp etmeli, cezaevinden kurtulmalıydı!.. Sonunda harekete geçti. Bir kaçış planı hazırladı. Kantinde yakınlaştığı ve tahliyesine kısa bir zaman kalan Abdullah Yazıcı adlı mahkumla planına son şeklini verdi. CEZAEVİ KANTİNİNDE KURULAN PLAN HİÇBİR SORUN YAŞANMADAN ‘İŞLİYORDU’ 29 Haziran 1968... Ruben Asa iki jandarma erinin gözetiminde Sultanahmet Cezaevi’nden çıktı. Muayene


kurulan plan hiçbir sorun yaşanmadan ‘işliyordu.’ Günlerden Cumartesi’ydi... Ayvalık’ta ‘Vahşi’ adlı teknenin sahibi Ahmet Bahçeci bir gün önce aldığı ‘talimat’ gereği teknesinin başında kim olduğunu bilmediği yolcusunu bekliyordu. Onu, 400 lira karşılığında Midilli’ye götürecekti. ‘Gizemli’ yolcu tam saatinde geldi. Tek başınaydı. Önce Gümrük’e girdi. Birkaç parça çamaşırını gösterip pasaportunun kontrolünü yaptırdı. Sorun yoktu. Bahçeci’ye, “Ben hazırım, hemen hareket edelim!” dedi ve çevik bir hareketle motora bindi. En arkaya yerleşti. Halatlar çözüldü, motor çalıştı, Vahşi, sakin bir havada, masmavi denizde güçlü motorundan aldığı hızla suları yararak Midilli’ye doğru yola koyuldu.

olmak için ‘taksiyle’ Cerrahpaşa Hastanesi’ne gitti. Hedef Psikiyatri Kliniği’ydi. Ancak, elinde bir izin belgesi olmamasına rağmen, erleri kandırarak Psikiyatri Kliniği yerine İlk Yardım Hastanesi’ne yöneldi. Hastaneye girdi ve bir daha çıkmadı! Asa, yaptığı plan gereği İlk Yardım Hastanesi’nin arka kapısında kendisini bekleyen bir başka araca binmiş, doğruca Cihangir’e gitmişti. Orada Eminönü, Sirkeci, Sarayburnu, Salacak, Haydarpaşa, Kadıköy, Adalar manzaralı Ege Bahçesi’nde bir süre soluklandı. Sonra Abdullah Yazıcı’ya telefon etti, buluştular. Yazıcı gelirken, Asa için ‘Osman Çatalkaya’ adına hazırlanmış, ‘Yunanistan vizeli’ sahte pasaportu da getirmişti. Ve sonra olaylar bir polisiye öyküyü çağrıştırırcasına hızla gelişti... Ruben Asa pasaportunu aldığı günün akşamı İzmir’e doğru yola çıktı. Jandarmalar Asa’yı dört saat aradıktan sonra durumu ilgililere bildirdiği için, İstanbul’un çıkış yollarının tutulması emri verildiğinde ‘kaçak’, Bursa’yı arkada bırakmıştı bile... “ÜÇ GÜN SONRA MİDİLLİ’DEN AYVALIK’A YİNE SENİNLE DÖNERİZ!” Ruben Asa ertesi sabah İzmir’den Ayvalık’a hareket etti. Başında sarı renkli bir peruk vardı ve güneş gözlüğü takmıştı. Tatil için Ayvalık’ı tercih eden bir turistten farkı yoktu. Cezaevi kantininde üzerinde uzun uzun çalışılarak

Ruben Asa kıyıdan uzaklaştıkça üzerindeki kaygıyı atmış ve keyiflenmişti. Dümendeki Bahçeci’ye, neşeli bir ses tonuyla, “Üç gün sonra geri geleceğim. Sana telefon ederim, konuşur anlaşırız; Midilli’den Ayvalık’a yine seninle döneriz!” dedi. Bunlar olurken İstanbul’da da heyecan son haddini bulmuş, ortalık karışmıştı. Kentin her köşesi didik didik aranıyordu. Asa’yı ‘ellerinden kaçıran’ jandarmalar tutuklanmış, Asa’yı hastaneye götüren taksinin şoförü göz altına alınmıştı. Ayvalık-Midilli yolculuğu sona erdiğinde Ruben Asa, Vahşi’nin sahibi Ahmet Bahçeci’ye 100 lira bahşiş verdi ve kırk yıllık dost gibi vedalaştı. Aynı gün Midilli’den Pire’ye hareket etti. Pire’de görünümünü değiştirerek, gri takım elbisesi ve aynı renkteki fötr şapkasıyla iş adamı kimliğine büründü. Pire’den Atina’ya geçti. Sahte pasaportunu havaalanında parçalayıp yok etti, ikinci pasaportunu elbisesinin iç cebine yerleştirdi. Çok yorgun olmasına rağmen vakit kaybetmek istemiyordu. Bu nedenle, bankalarında bir miktar parasının bulunduğu İsviçre’ye giden ilk uçağa bindi. Gayet iyi Fransızca bildiği için bundan sonrası kolaydı! İsviçre’den İsrail’e geçen Ruben Asa orada kendisine yeni bir hayat kurdu. Önce iş sahibi oldu, ardından yeniden evlendi. Bir çocuğu dünyaya geldi. Kendisinden bir daha haber alınamadı. İlginç olan şu ki, günümüzde internetteki arama motorlarında, bir-iki gazetenin birkaç kupürü dışında Ruben Asa hakkında tek satır bilgiye ulaşılamıyor!

37


Akademik Bakış Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ aygokdeniz@yahoo.com

Ayvalık Kültür Mirası, Ayazma Kilisesi, Agia Triada Kilisesi (Tütün Deposu) ve Despotun Evi

A

yvalık’ta son yıllarda güzel işler de yapılıyor. Yazılarımı takip edenler bilirler; Ayazma Kilisesi ve Despot’un Evi ile ilgili aşağıdaki paylaşımları yapmıştım.

“Ayazma Kilisesi, Kemalpaşa Mahallesi’nde yer almaktadır. Kilise içerisindeki su kutsal kabul edildiği için Faneromeni Kilisesi diye de adlandırılmaktadır. Tarihi Panagia Phaneromeni Ayazması’nın belediye tarafından restorasyonuna, Coca Cola Yönetim Kurulu Başkanı Muhtar Kent ve üst düzey yönetici yerleştirme şirketi Korn Ferry’nin Yönetim Kurulu Başkanı Şerif Kaynar›ın desteğiyle başlanmıştır. 2 milyon liraya mal olması ve 1 yılda tamamlanması beklenen restorasyonun, başlatılacak kampanyada toplanacak bağışlarla tamamlanması öngörülmektedir. 126 yıllık geçmişe sahip, neo-klasik tarzdaki Panagia Phaneromeni Ayazması, bir dönem zeytinyağı fabrikası olarak da kullanıldıktan sonra atıl kalmış, 2005 yılında Kent Arşivi Müzesi yapılmak üzere Ayvalık Belediyesi’ne tahsis edilmiştir. Belediye tarafından bugüne kadar çeşitli sergilerin düzenlendiği, yöresel malzeme olan sarımsak taşı kullanılarak yığma sistemde inşa edilen Ayazma’nın ayağa kaldırılması için restorasyon çalışmalarına başlanmış ve ilk olarak tarihi Ayazma’nın zeytinyağı fabrikası olarak kullanıldığı dönemden kalan duvar yıkılmıştır. Bu yapının ayağa kaldırılmasıyla Perşembe günleri yöresel pazar nedeniyle Midilli’den gelen Yunanlıların sayısı artacaktır diyebiliriz. Sadece Midilli’den gelenler değil, Yunanistan ve diğer birçok ülke vatandaşı bu yapıyı görmek için ilçemize gelecektir. Tarihi hikayesine gelince... Küçük bir kız çocuğu her gece rüyasında Meryem Ana›yı görür. Meryem Ana sürekli aynı yerde durup burada kaynaktan fışkıran suyu içer ve küçük kız çocuğuna da bu suyu işaret eder. Rüya sürekli tekrarlayınca bunun bir haber olacağı düşünülerek kent meclisine anlatılır. Toplanan din adamları kızın tarif ettiği yere gelir ve kazı yaparlar. Bir süre sonra kızın rüyasında gördüğü gibi topraktan su fışkırır. Daha sonra buraya bir kilise yapılır ve su korumaya alınır.” Geçen hafta yaptığımız görüşmede Sayın Rahmi Gençer çalışmaların tamamlandığını ve Ayazma’nın ziyarete açıldığını müjdeledi. Öncelikle emeği geçenlere, başta sponsor olan firmalara, çalışanlara tabi ki Rahmi Gençer’e teşekkür ederiz. Ayvalık çekiciliği olan, bir değer ifade eden ve yenilenen bir kültürel mirasa daha kavuşmuştur. Bir diğer yapı ise Despotun Evi, diğer adıyla ‘Papazın Evi’dir. Yine bu tarihi yapı ile ilgili şunları yazmıştım. “Despot Evi Cunda’nın en önemli mimari eserlerinden biridir. Yunanistan’dan Cunda’ya gelen despot tarafından 1862 yılında inşa edilen tarihi bina, 1877’de despotun hırsızlar tarafından öldürülmesinin ardından Osmanlı Devleti’nce satın alındı. Bir süre hükümet binası olarak kullanıldı. 1921 yılında çocuk yurdu (o dönemki adıyla öksüz yurdu) olarak kullanıldı. 1980 yılında çocuk yurdunun yeni binasına taşınmasıyla kaderine

38

terk edildi ve bugüne kadar boş kaldı. Zaman içerisinde bakımsızlık nedeniyle çatısı çöken ve harabeye dönen tarihi bina bugünlerde restore edilmeyi bekliyor. Ayvalık’ın özellikle Cunda’nın marka değerlerinden biri olan bu yapı; uzak kıyılardan bile kendini gösteren ve Cunda Adasını denizden ilk girişte bütün ihtişamı ile sizi karşılayan ve bu haliyle bile adanın güçlü geçmişinin izlerini görebileceğiniz bir konumdadır. Osmanlı’nın Ayvalıklı Ortadoksu’ndan kalma bu tarihi yapı yeni sahipleri ile tekrar ayağa kalkmayı beklemektedir. Günümüze kadar bozulmuş olsa da varlığını koruyan bu bina, içinde tarihi barındırmakla beraber ziyaretlere açıktır. Hâlâ devam eden rivayetlere göre Despotun öldürüldüğü gece yerini söylemediği hazine hâlâ bulunamamıştır. Bina her yıl turistik aylarda revaçta olmakla beraber, komşu ülke Yunanistan halkının büyük ilgisini çekmektedir. Maliye Bakanlığı’nın kararıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen tarihi yapı, Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’nün ‘Turizm Yatırımcılarına Kamu Taşınmazı Tahsis Şartnamesi’ çerçevesinde 2014 yılında 49 yıllığına tahsise çıkmış ve Polat Şirketler Grubu (Konya) tarafından aslına uygun restore edilmek ve butik otele çevirmek amacıyla satın alınmıştır. Şirketin Yönetim Kurulu üyesi İsmail Polat’tan aldığımız son bilgiye göre; binanın 33 odalı bir butik otele dönüştürülmek üzere projesi Bursa Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan geçmiş ve revize plan süreci devam etmektedir. Yaklaşık 3 dönümlük bir arazi üzerinde, 850 m2 kapalı alan planlaması ile yap; butik otel, havuz, restoran, kafeterya ve odalar bölümünden oluşacaktır. Arazi üzerinde yaklaşık 2-3 ay içinde hafriyat çalışmalarına başlanacağını ifade eden Polat, bu yatırımın kendilerini de heyecanlandırdığını, bölgenin sembol yapılarından birini tekrar yaşama katacakları için mutlu olduklarını belirtmiştir.” Bu tarihi yapının da evrak bazında bütün işlemleri tamamlanmış ve geçtiğimiz haftalarda bahçesinde hafriyat işlemlerine başlanmıştır. Binanın 33 odalı bir butik otele dönüştürüleceğini ve 31 Aralık 2018 tarihinde hizmete açılacağını müjdeleyebilirim. Şimdi restorasyon sırası halk arasında ‘Tütün Deposu’ olarak da bilinen Agia Triada Kilisesi’nde... Agia Triada Kilisesi’nin 1800’lü yıllarda inşa edildiği bilinen, mahalli bir Rum Ortodoks Kilisesi’dir. Kilise, mübadeleden sonra boş kalmış, uzun süre Tütün Deposu olarak kullanılmış ve Bursa Koruma Kurulu tarafından Ayvalık Belediyesi’ne 2012 yılında devredilmiştir. Kilise Koruma Kurulu kararıyla 1989 yılında 1. Derece Arkeolojik SİT Alanı olarak tescillenmiştir. Kazımpaşa Mahallesi’nde bulunan ve yaklaşık 200 yıllık geçmişe sahip olan yapıda yıllar önce yapılan kazı çalışmalarında çan kulesinin temeli ile bahçe duvarının yanı sıra, tarihi Rum çeşmelerine su getiren olukları ortaya çıkarılmıştır. Bir an önce restorasyonuna başlanması gereken Aya Triada Kilisesi’ni diğer kiliselerden ayıran özelliğinin, alt katının yöresel Sarımsak taşından,


Agia Triada Kilisesi

üst katının ise ahşap malzeme kullanılarak örgü tekniği ve Bağdadi sıva kullanılarak yapılmış olmasıdır. Çatısı çökmüş, içi kullanılmaz hale gelmiş olan yapının şu anda yalnızca ön giriş de denilen Narteks bölümü ve merdivenleri ayakta durmaktadır. Yine, Sayın Başkan’la geçtiğimiz haftalarda yaptığımız bir değerlendirmede bu yapının da imece usulü yani sponsorlar eliyle hızlı bir şekilde tekrar hayata kazandırılacağı müjdesini almış bulunuyorun. Bu kazanımlar, Ayvalık kültürel mirasına katkıdır ve Ayvalık’ın UNESCO Kültürel Miras Asıl Listesi’ne girmesine yardımcı olacak donelerdir. Bir-iki haber ve duyuru ile noktalamak istiyorum. Bunlarda birincisi, Güney Marmara Kalkınma Ajansı’nın çıktığı hibe programıdır. GMKA, uzun bir aradan sonra bu yıl ‘Mesleki Eğitimi Geliştirme Mali Destek Programı’ adıyla girişimcilere hibe desteği vermektedir. Hibe desteği alt limiti 100 bin TL, üst limit ise 1 milyon TL’dir. Programın genel amacı; Güney Marmara Bölgesi’nde bölgenin ihtiyaç duyduğu alanlarda işgücü niteliğinin arttırılması olarak belirlenmiştir. Özel amacı ise, Güney Marmara Bölgesi’nin yenilikçi model ve yöntemler ku llanımıyla mesleki eğitim kalitesinin artırılması, iş dünyasıyla meslek eğitimi veren kurumlar arasında işbirliğinin artırılması ve bölgenin öncelikli sektörlerinin ihtiyaç duyduğu nitelikl i personel ihtiyacının karşılanması olarak tespit edilmiştir. Projenin azami süresi 15 ay olup, son başvuru tarihi 30 Mart 2018’dir. Daha detaylı bilgi için bakınız; https://www.gmka. gov.tr/acik-destek-programlari Son günlerde özellikle ulusal basında Ayvalık ve özellikle de Cunda’da artan bir otel yatırımı talebinin olduğu ile ilgili haberler var. Bu konuda bir*iki hatırlatmayı 35 yılını turizme vermiş biri olarak belirtmek isterim. Çok oda ve yatak, çok turist anlamına gelmez. Önemli olan bu yatırımların kaç yılda geriye döndürülebileceğidir. Modaya çok takılmamak gerekir. Yarın bu bölgede bir otel izdihamı olabilir. Bu yatırımları başka bir şekle (okul, hastane, yurt vb) sokmak da imkansızdır. Bu bölgede mevcut oteller yeterli doluluk oranına ulaşamıyorken yeni otellerin açılması mevcut pastayı küçültecektir. Önemli olan her zaman olduğu gibi pastayı yani gelen yerli ve yabancı turist sayısını büyütebilmektir. Son olarak bölgenin bir beton yığını haline dönüşmesi, çevreye ve yöre mimarisine uymayan

otellerin yapılması yöre turizmini olumsuz etkileyecektir. Bu noktada bölgenin taşıma kapasitesi zorlanmamalı ve koruyarak kullanma yani sürdürülebilir turizm ilkesi temel alınmalıdır. Bu olumsuzlukların yanında bu yatırımların önemli kazanımları da olacaktır. Yerel ekonomiye katkı, yöresel istihdam, marka görünürlüğünün artması ve tedarikçilere aktarılacak katma değer gibi. Bölge turizminin gelişmesi için 2009 yılında kurulan Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği (AYTUGEB) her yıl ulusal ve uluslararası turizm fuarlarına katılarak Ayvalık’a daha fazla yerli ve yabancı turistin gelmesi için çalışmaktadır. Almanya’nın başkenti Berlin’de 7-11 Mart 2018 tarihleri arasında düzenlenecek olan 52. ITB Berlin Turizm Fuarı’na da bu amaçla katılacaktır. Son 7 yıldır bu fuara katılan AYTUGEB, Ayvalık standında bölge turizmi ile ilgili tanıtımlar yapacaktır. Berlin Fuar Merkezi’nde 160 bin metrekare alan üzerinde kurulacak ITB Berlin Fuarı’nın bu yıl 60 bin ziyaretçi, 120 bin dolayında ticari ziyaretçiyi ağırlaması beklenmektedir. Fuarın bu yıl temel konu başlıkları macera seyahati, iş seyahati, e-yolculuk dünyası, LGBT seyahati, kültür turizmi, lüks turizm, sağlık turizmi, gençlik seyahati ve ekonomik konaklama seçenekleri olarak belirlenmiştir. Geçtiğimiz yıl 8-12 Mart 2017 tarihleri arasında düzenlenen fuarı, 120 bin profesyonel ziyaret etmiş, toplam ziyaretçi sayısı ise 180 bin olarak açıklanmıştır. Geçen yıl 7 milyar Euro olan fuardaki iş hacminin bu yıl 8,5 milyar Euro olacağı tahmin edilmektedir. Türkiye, bu yıl fuarda 3 bin 500 metrekarelik alanda 145 firmayla temsil edilecektir. Bir güzel haber de booking.com sitesiyle ilgilidir. Geçtiğimiz hafta yapılan bir toplantıda Kültür ve Turizm Bakanlığı ile temasa geçen şirketin gerekli düzeltme ve cezaların ödenmesini kabul ederek, Türkiye pazarına yeniden dönmek için girişimlerde bulunduğu belirtilmiştir. Özellikle küçük (butik) otellerin rezervasyon ve satış portalı olan bu sitenin hizmete girmesi yurt içi ve dışından Ayvalık’a gelecek potansiyel turistlerin sayısını arttıracaktır. Ayvalık, kültür ve turizmle ilgili bu güzel haberleri sizlerle paylaşmak istedim. Yeni yazıda ve başka bir konuda buluşmak üzere, sağlıcakla kalın…

39


UNUTULMAYANLAR Belli bir yaşın üstündeki Ayvalıklıların yakından tanıdığı ve sevdiği Remzi İksir bir trafik kazası sonucu bundan beş yıl önce aramızdan ayrıldı. Unutulmaması gerektiğine inandığımız bu güler yüzlü, iyi ruhlu ve hayırsever ‘hemşerimizi’, Türk Tarih Vakfı’nın geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirdiği ‘Tarihe 1000 Canlı Tanık’ projesi kapsamında kendisiyle yapılan söyleşiden* ve yakınlarının anlatılarından yararlanarak bir kez daha sevgi ve rahmetle anıyoruz.

REMZİ İKSİR DENEYİMLİ BİR ŞOFÖR, SAMİMİ BİR DOĞA TUTKUNU, İŞİNİN EHLİ BİR BAHÇIVAN, İYİ BİR AŞÇI VE BİR ‘MUHABBET’ İNSANIYDI

29

Mart 2013... Öğle saatleri... 87 yaşındaki Remzi İksir motosikletiyle Ayvalık’tan Cunda’ya doğru yol alıyordu. Lale adasına ulaştığında, Turizm Otelcilik Meslek Lisesi öğrencilerini taşıyan Ayvalık Belediyesi’ne ait minibüs de ikincil yoldan ana caddeye çıkmak üzereydi. Bir anda olan oldu ve servis minibüsü Remzi İksir’in motosikletine çarptı. Yere düşen İksir, başında kask olmasına rağmen olay yerinde hayatını kaybetti. Bu beklenmedik haber Ayvalık’ta pek çok insanı fazlasıyla üzdü, hatta yüreğini yaktı. Remzi İksir, Midilli mübadili anne-babadan, sekizinci ve en küçük çocuk olarak 1926 yılında Ayvalık’ta dünyaya gelmişti. Sakarya Mahallesi’ne yerleşen ailesi Midilli’de olduğu gibi Ayvalık’ta da zeytincilikle uğraşıyordu. Babası kâhyalık yapmaya başlamıştı ama Türkiye’ye göç ederken atalarından kalma malların tapularını getirmeyi akıl edemediği için ilk yıllarda epeyce fakirlik çektiler. Küçük Remzi ilk öğrenimine, mahallelerinde bulunan ve babasının ayakkabı alacak parası olmadığı için takunyayla gitmek zorunda kaldığı Cumhuriyet İlkokulu’nda başladı. Ancak eğitim hayatı son sınıfta sona erdi. Hareketli bir çocuk olarak o günlerde en sevdiği şey, sonraki yıllarda daha fazla zaman ayıracağı balık yakalamaktı. “Çocukluğumda Ayvalık’ta Rumlardan kalma tabakhaneler vardı. Deri tabak ederlermiş, dünyanın her tarafına ihraç ederlermiş, sanayi çok büyükmüş. 30 bin haneymiş o zamanlar. Rumlar çok kalabalıkmış, hiç Türk yokmuş. Çok güzel bağ, bağlıkmış. Şarap elde ediyorlarmış. Çıplak dağlar, yerler, hep bağlıkmış. Ama biz hepsini temizledik... Ayvalık’ta o zaman balık da çok boldu. Biz elimizde kargılarla gidiyor, deniz kenarında yiyeceğimiz balığı tutuyorduk. Şimdi maalesef, hiç kalmadı balık.” BABASI GİBİ O DA SABUNCUGİLLER’İN YANINDA ŞOFÖR OLARAK ÇALIŞMAYA BAŞLADI Remzi İksir, gençlik günlerini yaşarken Altınoluk’tan Ayvalık’a kamyonuyla kum taşıyan bir arkadaşının yönlendirmesiyle şoför olmaya karar verdi. Balıkesir’e gitti, sınava girdi ve ağır vasıta ehliyeti aldı. Biraz tecrübe kazanınca, babası gibi o da Sabuncugiller’in yanında şoför olarak çalışmaya başladı. Onların güvenini kazanınca bu işi yirmi yılı aşkın bir süre devam ettirdi. “Sabuncugiller Midilli’den Ayvalık’a geldiklerinde, zeytinyağı ve sabun işi yaparlardı. Rahmetli babamın anlattığına göre sabunu kahve fincanlarının içine dökerlermiş. Ama sonra elbette işleri gelişti, büyük sergiler oldu. İlkin sabunu dökerler, kurur; üstündeki

40

kaymağını tıraş ederler, düzeltirler. Ondan sonra bıçakçı denilen adam, o da büyük bir marifettir yani, aşağı yukarı on metre, on beş metre, yirmi metre geri gidiyor. Bıçağın arkasından basıyor, o çizginin üstünden bir yere kaçmadan sabunları kesiyor. Kolay bir iş değil. Ondan sonra bir de damga vuruyorlardı tokmaklarla. Sekiz-on kişi, her karenin ortasına ‘Sabuncugil’ veya ‘Cömertler’ gibi sabun işi yapanların markasını vuruyorlardı.” NASIL ZEYTİNLERİN ARASINDA ÇİFT SÜRÜYORLAR TRAKTÖRLERLE, ÖYLE SÜRDÜLER DENİZİN DİBİNİ...


Yoğun çalışma ortamı izin verdikçe yakın dostlarıyla ‘muhabbet’ sofralarında bir araya gelen ve kendisi de iyi bir aşçı olan Remzi İksir, bir yandan da mevsimine göre yine her fırsatta balığa çıkıyordu. Sonraki yıllarda dost sohbetlerinin önde gelen konusu da -kaçınılmaz olarakbalık neslinin giderek tükenmesiydi. “Ben Sabuncugil’de çalışırken, saat beşten sonra paydos edince tekneyle Pateriça’ya giderdik. Pateriça’nın önlerine... Hemen sepetimizi mercan balığıyla doldurur, yerdik. Şimdi nerede? Yok! Canlı mahluk kalmadı denizde. Dinamitler, trollar, gırgırlar, mahvettiler. Bizim Türk milletinde milliyetçilik yok. Nasıl zeytinlerin arasında çift sürüyorlar traktörlerle, öyle sürdüler denizin dibini... Kimse ilgilenmedi. Şimdi balık mı kaldı artık? Bütün balık yuvalarını mahvettiler...” Remzi İksir, Sabuncugiller’in yanında çalışırken kendisini işe kaptırdığı ve biraz da evliliğe uzak durduğu için bir hayat arkadaşı bulma konusunda yavaş davranıyordu. Bunun üzerine yakın dostları devreye girdi. Onların baskıları sonuç verdi. Evlendi ve Burhaniye’nin Şahinler köyünden olan eşiyle birlikte dedesinin Sakarya Mahallesi’nde aldığı eve yerleşti.

YAKIN DOSTLARI ONA ‘AŞICI’ DERDİ Gerçek bir doğa dostu olan Remzi İksir aynı zamanda tecrübeli bir bahçıvandı. En severek yaptığı işlerden biri ağaç aşılamaktı. Hem kalem aşısı hem de göz aşısı bilirdi. ‘Dağda-bayırda’ gördüğü ve yabani olarak yetişen her türlü ağacı ‘gönüllü’ olarak aşılar ve daha sonra meyvelerini toplayıp dostlarına ikram ederdi. Bu nedenle kendisine ‘Aşıcı’ adı verilmişti.

“Her akşam kahveye geldim mi, benim masam büyük olurdu. Eş, dost, arkadaş toplanırdı. Bir gün yanımıza bir yabancı düştü, Burhaniye’nin Şahinler köyündendi. Ayvalık’ta, Ertemler’in fabrikasında ateşçilik yapıyormuş. Geldi kahveye, tabii gelen beni soruyor: ‘Remzi geldi mi?’ Gelmedi. Bu adam da demiş, ‘Yahu, bu ne biçim adam, kim bu Remzi?’ Neyse, toplandık, başladık muhabbete. Hoşbeşten sonra, ‘Nerelisiniz?’ dedim. ‘Şahinler köyündenim ben’ dedi. Ondan sonra adam, her akşam bizim yanımıza gelmeye başladı. İşler bitti, fabrikalar kapandı, gitti köyüne. Yazın ortasında geldi ve bana, ‘Ben senin için söz verdim!’ ‘Ne sözü verdin?’ ‘E, benim akrabam var, işte şöyle böyle...’ ‘Yahu, ben kendime hanım mı istedim, neden yaptın bunu?’ dedim. Ama çok da kızdım. Sonra, ‘Bakarım, beğenmezsem gider!’ dedim. Bakmadan almam deyince köyden Ayvalık’a geldiler. Tabii köylü kıyafeti... ‘Hadi bakalım, olsun bakalım!’ dedim. Evlendik.” “EMEKLİ MAAŞIM BANA YETER!” Adı günümüzde, Sakarya Mahallesi Avcılar Kulübü’ndeki mütevazı bir kütüphanede yaşatılan Remzi İksir, ölümünden birkaç ay önce, “Emekli maaşım bana yeter!” diyerek para, bina ve arsadan oluşan önemli miktardaki varlığını eğitim projelerinde değerlendirilmek üzere Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Ayvalık Şubesi’ne bağışlamıştı. Yıllar içinde eşiyle birlikte edindikleri bu varlıklar arasında Palabahçe’de müstakil bir ev, Burhaniye’de bir arsa ve nakit para vardı. Evet.... Ayvalıklıların tanıdığı, sevdiği, güler yüzlü, iyi ruhlu ve hayırsever Remzi İksir beş yıldır bizlerle değil... Ama bıraktığı izler hâlâ yerinde... Hayatını kaybettiği kazanın meydana geldiği günde de, eminiz, ilerleyen yaşına rağmen yabanıl ağaçları budamak veya aşılamak; böylece onlara yepyeni bir gelecek hazırlamak için yollardaydı. İşini bitirince her zaman yaptığı gibi Sakarya Avcılar Kulübü’ne uğrayacak, dostlarıyla çay içip iyimser cümleler kuracaktı. Ama olmadı! *‘Yirmişer Zeytin Ağacı’, Milliyet gazetesi, 16 Ocak 2004

41


Ayvalık'a Bakarken TAYLAN KÖKEN

Ayvalık rakıları

Eviva çi kalis filas / Pu kseri to kimeti / Panda iye panda hara(*)

M

art ayında rahmetli Cihat Teker Abimizin hem doğum gününü hem de vefatını anıyoruz. Cihat Abi aramızdan zamansız ayrılınca Lütfi Zafer Demirer hocamla birlikte Cihat Teker’le Ayvalık Tarihi Facebook Grubu yöneticiliğini üstlendik. Sayfamızı eski fotoğrafların yayınlandığı bir grup olmaktan çıkarıp belge ve bilgi paylaşımına açtık. Başlangıçta biraz yadırgansa da zaman içinde bu durum benimsendi ve talep gördü. Bizlerin üzerine yüklenen bu sorumlulukla birlikte, Ayvalık’ı daha çok araştırıp daha çok konuşur olduk. Gruptaki bir paylaşımımızın altına yapılan yorumla öğrendiğimiz Rakı Ansiklopedisi’ndeki(1) Ayvalık maddelerini okuyunca hayli ilgi çekici bilgilerle karşılaştık ve bunları sizlere iki bölümde sunmayı arzuladık. Yazımızın ilk bölümünde bahsedeceğimiz konular Ayvalık rakı markaları ve meyhaneleri olacak.

(*) İçelim dostluğa / Kıymet bilen dostlara / Daima sağlık, daima neşe çorak sırtlarında yetiştirilmeye çalışılırdı.

Mübadele sonrası üretime devam… Osmanlı’da 1860 yılında Tütün İnhisarı İdaresi adıyla kurulan Tekel, 1884’den itibaren Reji Şirketi adıyla, 1925’te tütün, 1926 yılındaysa alkol ve alkollü içkilerin devlet tekeli altına alınmasıyla monopol bir yönetim şekline dönüşmüştü. Mübadele yılları yani 1923-1924 ile 1926 yılı arasındaki 2-3 yıllık sürede Ayvalık’ta dokuz çeşit rakı üretilebildiyse bu ancak bize miras kalan diğer tesisler gibi rakı imalathaneleri varlığıyla açıklanabilir. 1906 yılında yani Osmanlı’nın son yıllarında, Ayvalık limanından 117 bin litre şarap, 15 bin litre konyak, 9 bin litre rakı ihraç edildiği, bira ve anasonun ise ithal edildiği kayıt edilmiştir. Acaba Ayvalık rakıcıları Tekel’e geçiş

Kitabın ‘Sunuş’ bölümünün ilk paragrafını aktararak yazımıza giriş yapalım: “Biz rakı içeriz... Türkiye dendiğinde ilk akla gelen birkaç şeyden biri, içine su katıldığında beyazlaşan o anason kokulu sert içkidir. Dünyada üstüne özgün yemek kültürü geliştirilmiş yegâne içkidir. Batıda şarap yemeğe uygun biçimde seçilir. Ama çilingir sofrası, rakıya uygun mezelerle kurulur. Gerek rakının yüzyıllar boyunca denenerek ortaya çıkan özgün tadı, gerekse yanına koyduğumuz mezelerin zenginliği kolektif bir damak tadının sağlamasını yapar.” Cumhuriyet öncesi meyhane kültüründe gayrimüslim tebaa öncüydü. Mübadele sonrasıysa Girit, Midilli ve Selanik göçmenleri özellikle Ege sahillerinde bir ölçüde Rumlardan kalan mirasa sahip çıkmıştır. İzmir, Foça, Ayvalık gibi mübadilin bol olduğu şehirler gelmiş oldukları bölgelerin kültürlerini de taşıyarak, Anadolu mirasıyla birleştirmiş ve bu ortak kültürü devam ettirmişlerdir. 19. yüzyılın sonunda Ayvalık’a görevli olarak gelen Dr. Şerafettin Mağmumi aktarmış olduğu anılarında, sahildeki irili-ufaklı gazinolardan, meyhanelerden, ince saz takımlarının icralarından ve rakıyı su gibi tüketen Rumlardan bahseder. Dr. Mağmumi’nin misafir olduğu mekânlar Contaxis’in bir kartpostalında görülen ‘Cafés Chantants’ sokağı olmalıdır.(2) Bu sokaktaki meyhanelerden birinde, hepsi birer ‘izbandut’ gibi iriyarı olan ahaliyle birlikte rakı bardaklarını kaldırıp, “Sağlığınıza!” manasında “Ayva!” diye bağırarak bir kerede içerler ve iyice kafayı demlemeden mekândan ayrılmazlardı. İçmeyi seven bu insanlar, hem rakı hem de şarap imal ederdi Ayvalık’ta. Hatta üretime Kozak’tan, Bağyüzü’nden getirilen üzümler yeterli gelmez, Büyük Maden ve Çıplak adalarının(3)

42

Yaniki İsmail Sungur meyhanesi

Nuran İğbüken'in meyhanesi


Ayvalık meyhanecileriyse; Macaronlu Bıyıklı Saki, Şıllık Ahmet, Tangöz Ahmet ve Kavas Ahmet’tir.

yapılana kadar geçen kısa sürede, kentten ihracat yapabildiler mi? Mübadele sonrasında Ayvalık’ta üretilen rakıların imalatında öncü kişi Kozaklı Mustafa Hulusi Bey’dir. Tekel’in ardından rakı imalatı yasaklansa dahi 1944 yılına kadar lakabına yaraşır (‘Rakıcı’) şekilde imbikle rakı çekmeye devam etmiştir. Ailesinin oturduğu apartmanın adı bile Rakıcı’dır. Rakı kitabında 1925 yılı Ayvalık Rehberi’nden yararlanılarak aktarılan bilgilere göre birazdan sıralayacağımız markaların birçoğunun üretiminde onun adı geçmektedir.

Arap Muharrem’in, kocaman ayaklarıyla üzüm çiğnemesi hâlâ anlatılır Cafe Kanelo, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Taş ailesi tarafından işletilen Taş Kahve’dir. Aile günümüzdeki Halk Bankası’nın bulunduğu yerdeki binaya taşınınca, Kanelo ilk Şehir Kulübü olacaktır. Baloların, düğünlerin ve eğlencelerin tertiplendiği bu yer aynı zamanda içki içilen nezih bir Ayvalık mekânıdır. Avcılar Meyhanesi, Galagur meyhanesinin karşısındadır ve adı üzerinde avcıların bir araya gelip demlendiği bir mekândır. Bir başka içki içilen mekân ise Çamlık Belediye Gazinosu’dur. Batı müziği çalınan bu işletmeyi 60’lı yıllarda Tavil Abbas’ın kayınbiraderi Mahmut Tahtalı ve eşi işletiyordu. Mahmut Bey’in eşi Büyükdereli Madam Theoharista’dır.

Mustafa Hulusi Süer Bey’in, Tekel öncesinde ortağı Kerim Bey ile üretmiş olduğu rakı markaları; Albeni, Bağyüzü, Neş’e ve Yeni Neş’e’dir. Aksu rakısını ise Mustafa Hulusi Bey tek başına üretmiştir. Yine Tekel öncesinde Remzi Halid Bey tarafından Ayvalık rakısı, Sabri Bey tarafından Gamsız rakısı, Kütahyalı Ahmet Bey’in imalathanesinde de Sefa rakısı üretilmiştir. Genelde şarap üretimiyle öne çıkan Tavilzade Ali Bey ise Sıhhat rakısını üretmiştir.

Ayvalık içki ve meyhane kültürüne yıllarca hizmet eden Tavil-zadelerin hikâyesini ansiklopediden aynen aktararak yazımızı sonlandırmak istiyorum:

Ayvalık Meyhaneleri(4)…

“Tavil Abbas’ın meyhanesinin kapısındaki tabelada mavi cam üstüne siyah harflerle Tavil Abbas-İçki Yeri yazardı. Girit’te sigara imalatı yaparken Ayvalık’ta içkide karar kılan Tavil ailesinde tıkır tıkır işleyen bir işbölümü vardı. Abbas’ın ağabeyi Hüseyin turşucuydu. Büyük ağabey Ali ise, bugün Aziz Arslan Otel’in olduğu binada şarap imal ederdi. İki metre boyundaki siyahi yardımcısı Arap Muharrem’in, kocaman ayaklarıyla pres gibi üzüm çiğnemesi hâlâ dilden dile anlatılır.”

Rakı imal edilen bir kentte olmazsa olmaz mekânların başında meyhaneler gelir. Contaxis’in kartpostallarında görülen mekânların bir kısmı günümüzde Gazinocular sokağına kaymıştır. Ayvalık içinde meyhanecilerin toplandığı dükkânları bir ada gibi farz edersek, bu adanın tam ortasında Tenekeciler Sokağı ya da Meyhaneler Arası adlarıyla bilinen o dar sokak bulunmaktadır. İşte bu dar sokakta ve çevresinde meşhur meyhaneciler bulunmaktaydı. Müşterisinden sadece şarabın ve ekmeğin parasını alan Kara Kemal’in yeri hiç boş kalmazdı. Fıçılar üzerinde hizmet veren bu mekânda aç kalmak istemiyorsanız yiyeceğinizi kendiniz getirirdiniz. Diğer meyhanecileri anarsak; Galagur İbrahim, Rıfat Aykanat ve sonra aynı yerde Arap Ferhat, Hakkı Dayı, Sinemacı Şerif Durak, Kara Kemal’in mekânını devam ettiren Nuran İğbüken (Derdim Meyhanesi), Yaniki İsmail Sungur, İstikbal İbrahim, Bilardocu Yılmaz, Kaleli Selahattin, Mehmet Zaro, Angir Hüseyin ve ilk Canlı Balık’ı işleten Ali Kamber. 1978’den beri Reşat Şişman’ın yerinde meyhanecilik yapan Hüsnü (Baba) Anaz bu kuşağın sokaktaki son temsilcisidir. Rahmetli Ahmet Yorulmaz’ın kitaplarında anılan ilk

(Görseller, ‘Fotoğraflarla Ayvalık'ta Nostalji’ ve ‘Cihat Teker’le Ayvalık Tarihi’ adlı facebook gruplarından alınmıştır.) Notlar:

Meyhaneci Şerif Durak

(1) Rakı Ansiklopedisi 500 Yıldır Süren Muhabbetin Mirası / Overteam Yayınları / 2011 / 600 sayfa. Kitabın editör ve redaksiyon ekibinde olan, aynı zamanda Ayvalık maddelerini yazan Derya Bengi’ye teşekkür ederim. (2) Contaxis’in bu kartpostalında görülen sokak günümüzde Gümrük Meydanı olarak anılan alana inen sokaktır, yani Gümrük Caddesi. (3) Gayrimüslim vatandaşlarımızdan bir aile ABD’nin Kaliforniya eyaletine göç etmiş ve Çıplak adadan götürmüş oldukları salkım köklerini burada yetiştirmişler. Aile 100 yıla yakındır şarap üretimine devam ediyor. (4) Meyhane isimleri ve yerleri rahmetli Cihat Teker’in yazılarından, Yakup İçten, Suat Kaçak ve Hasan Özek ağabeylerimden sözlü olarak

alınmıştır.

43


ZEYTİNİ ÇİZENLER/11

Foto-realizm 1960’ların sonu, 1970’lerin başında Amerika Birleşik Devletleri’nde ‘doğan’ bir sanat akımı. Teknik olarak klasik realizme yakın. Ancak bu akımın temsilcileri fotoğraf da kullandıklarından, gerçeklik derecesi son derece yüksek eserler ortaya koyabiliyor. Foto-realizmin günümüzdeki temsilcilerinden biri de İsrailli ressam Miki Karni.

ZEYTİN AĞAÇLARINI SADECE TUVALE DEĞİL ÇAKIL TAŞLARINA DA ÇİZİYOR

ELEŞTİRMENLERE GÖRE RESİMLERİNDE İYİMSERLİK AĞIR BASIYOR

İ

srailli ressam Miki Karni 1959 Hayfa doğumlu... Adı ülkesinin ‘yenilikçi’ sanatçıları arasında anılıyor. Dünyanın farklı köşelerinde çok sayıda sergiye katılmış ve katılmakta...

Zeytin ağaçlarını çok seven sanatçı ağırlıklı olarak yağlı boya çalışıyor ve kendi tanımıyla, ‘foto-realist’ (foto-gerçekçi) bir ressam. Daha çok canlı renkleri tercih etse de resimlerinde sakin bir hava var. Eleştirmenler sakin yerine ‘iyimser’ demeyi tercih ediyor. İsrail Devleti için paralar ve madalyalar da tasarlayan Miki Karni, sadece tuvale değil çakıl taşlarına da çiziyor. En sevdiği ressam ise Rembrandt...

44


“Müziği gördüğümde renkleri duyuyorum. Müzik dinlerken formları ve renkleri hayal ediyorum. Boyadığım zaman kalbim müzikle doluyor.”

45


Ayda Bir Ayvalık 40. sayıya ulaştı

B

RAHMİ GENÇER AYDA BİR AYVALIK EKİBİYLE BULUŞTU

elediye Başkanı Rahmi Gençer, Ayda Bir Ayvalık’ın 40. sayısına ulaşması nedeniyle Paşalimanı’nda düzenlenen bir öğle yemeğinde dergi ekibiyle bir araya geldi. Yemeğe Yayın Yönetmeni Bülent

Şentay, Yayın Koordinatörü Gülbeniz Şentay, derginin grafik tasarımını üstlenen Kemal Okur, yazarlar Doç. Dr. Ayhan Gökdeniz, Zeynep Kazancıgil ve Taylan Köken’in yanı sıra, belirli zamanlarda dergiye fotoğraflarıyla destek veren Hyeseung Lee katıldı.

Yazarlardan Hüseyin Güven’in İstanbul’da olduğu için bulunamadığı ve samimi bir ortamda gerçekleşen buluşmanın sonunda Rahmi Gençer, Ayda Bir Ayvalık ekibini başarılarından ötürü kutlayarak birer teşekkür plaketi sundu.

Ayda Bir Ayvalık'ın ilk sayısından itibaren 'Ayvalık Yazıları' başlığıyla, Ayvalık'ın yakın geçmişine ilişkin sıcak anılarını paylaşan Hüseyin Güven İstanbul'da olduğu için buluşmaya katılamadı.

46


Ulusal Değer ZEYTİNYAĞI

Küresel Hedef BÜTÜN DÜNYA

Rahmi Gençer emeği geçenleri kutladı

AYKÜSAD’DAN KADINLAR GÜNÜ’NE ÖZEL SERGİ: ‘ZEYTİNDE KADIN ELİ’

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ 8 MART DÜNYAEMEKÇİ EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ “DÜNYADAHER HER ŞEY ŞEY KADININ KADININ ESERİDİR” “DÜNYADA ESERİDİR” Ayvalık Belediyesi Kadın Danışma Evi Türkel Minibaş ●● Hatice Akıncı ÖZEL Kara Sevinç Subaşı Sevinç Subaşı ●● Aysun AysunAYVALIK Kara ●● Meliha Meliha Alatur Alatur 13. ULUSLARARASI

ZEYTİN HASAT GÜNLERİ

SAYI

MART 2018 YIL: 4 SAYI: 43 Ayvalık Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi GÖKAY BACAN Yayın Yönetmeni BÜLENT ŞENTAY Yayın Koordinatörü GÜLBENİZ ŞENTAY Sorumlu Yazı İşleri Müdürü HALİL ERGÜL Grafik Tasarım KEMAL OKUR

8

Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle Orhan Peker Sanat Galerisi’nde Ayvalık Kültür Sanat Derneği (AYKÜSAD) kursiyerlerinin resim ve fotoğraf sergisi açıldı. ‘Zeytinde Kadın Eli’ adı verilen serginin açılışına Belediye Başkanı Rahmi Gençer de katıldı. Açılışta konuşan Gençer, “Böyle önemli bir günde sergiyi hazırlayan

AYKÜSAD’ı ve emeği geçen tüm sivil toplum örgütlerimizi kutluyorum. Ayvalık aydınlanmanın kenti. Bu aydınlık keşke bütün ülkemize yayılabilse… Çocuklarımızı yetiştirirken gerçekleri, sanatı, Cumhuriyetimizi ve Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün hedeflerini anlatmalıyız. Bu bakımdan kadınlarımıza çok iş düşüyor ’’dedi. Sergi 15 Mart’a kadar gezilebilecek.

Katkıda Bulunanlar Doç. Dr. AYHAN GÖKDENİZ ZEYNEP KAZANCIGİL HÜSEYİN GÜVEN TAYLAN KÖKEN SERKAN KİBAR Yayın Türü Yerel, Aylık, Süreli Adres: Fevzipaşa-Vehbibey Mah. Sahil Boyu Cad. 1. Sokak No: 1 Ayvalık Tel: 0(266) 312 10 21 aydabirayvalik@gmail.com Ultra Grafik Matbaa Yüzyıl Mah. Mas/Sit Matbaacılar Sitesi 5. Cad. No. 69 Bağcılar/İstanbul Tel: 0212 629 26 31 info@ultramatbaa.com Sertifika No: 29195

Bu dergide yer alan yazılar, yazarların kişisel görüşleridir, Ayda Bir Ayvalık sorumluluk üstlenmez. Yazı, fotoğraf ve konular izin alınarak kullanılabilir.

47


YILLARCA DEMİRE ÇEKİÇ SALLADI, KAYNAK YAPTI

H

içbir oyunculuk deneyimi bulunmayan amatör kişilerin rol aldığı ve stüdyo yerine sokakların tercih edildiği ‘Yeni Gerçekçi’ bir İtalyan filminden alınmış gibi duran özel bir fotoğraf: Ayvalıklıların daha çok ‘Rahim Usta’ adıyla bildiği ve andığı Rahim Timuçin işçileriyle birlikte… Fotoğrafın en sağında gördüğümüz Rahim Timuçin bir sanayi ve ticaret insanıydı. Bu özelliğiyle Ayvalık’ın yakın geçmişinde küçümsenemeyecek izler bıraktı. 1925 yılında İvrindi’nin Gökçeyazı köyünde doğmuştu. Sıhhiye memuru olan babası Ayvalık’a tayin edildiğinde henüz 6 yaşındaydı. Öğrenimine ortaokul 2’nci sınıfa kadar devam etti. Daha sonra işçi olarak fabrikalarda çalışmaya başladı. 18 yaşındayken doğduğu köyden Zeliha Hanım’la evlendi. 1946 yılında tamamladığı askerliğinin

ardından Ayvalık’a döndü, kendi kaynakçı dükkânını açtı. Zaman içinde işlerini geliştirdi, ‘Tunç’ markasıyla römork üretmeye başladı. Ayvalık Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyeliği de yapan ve kendisini, “Ben demirci ve kaynak ustasıyım. Yıllarca demire çekiç salladım, kaynak yaptım. Birikimim olunca turizmciliğe başladım. İşlerim yolunda gitti, kazandıklarımı Ayvalık’ın geleceğine harcamak istedim!” sözleriyle tanımlayan Rahim Timuçin 19 Ocak 2007’de vefat etti. Adı günümüzde, böbrek yetersizliği nedeniyle 22 yaşında hayatını kaybeden kızı Sevim Timuçin‘in anısına yaptırdığı Rahim Usta Anadolu Lisesi’nde yaşatılıyor. (BŞ) (Fotoğraf için Kaya Timuçin’e teşekkür ederiz.)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.