AZİZM SANAT ÖRGÜTÜ E-Dergi Ocak 2019, 133. Sayı Tasarım Selçuk Korkmaz Ön Kapak Pembe Şeftali Ağacı Vincent Van Gogh 1888 Arka Kapak Buz Dansçısı Felix Del Marle 1913
Twitter @AzizmSanat Facebook /azizmsanat Instagram /azizm.sanat E-Mail azizm.sanat@gmail.com
www.azizmsanat.org
İÇİNDEKİLER
4 Doğudan Yükselen Ses İsmet Şengül
8 21
Ya Huri, Ben Nuri Ziza Rumas
Kavuşum Mehmet Rayman
23 28
İmamın Şalgamı Zeki Gümüş
Editörden
Gülüş Ahmet Ayberk Aykul
30 33
Unuttum Kemâl Hatipoğlu
4 EDİTÖRDEN Görünür olmamanın yok olmakla, yok sayılmakla eş olduğu bir dönemde yıl sonu listeleri yapmadan ve diğer taraftan “az çoktur”u havalı bir gövde gösterisine dönüştürmekten kaçınarak 2018’i kapatıp 12. sanat yılına adım atan Azizm Sanat Örgütü için geride kalan yılın uçlarda bir seyir izlediğini gördük. Şeffaf bir özeleştiri gerektiren bu durum yıl sonu değerlendirmesi, raporu olarak değerlendirilmemeli. Uzunca bir süredir sadık okuyuculara sahip bir yapılanma olarak Azizm’in nereye doğru evrilmesi gerektiğini etkileşimli bir şekilde kararlaştırmak istiyoruz. Zira yüksek sesle ve toplu halde dile getirilen her şeyin hakikat yanılsamasına dönüştüğü bir süreçte “her şey yolunda” imiş gibi davranamayız. Gerçi Roma’nın yılın en iyi filmi olduğunu, hatta sinema tarihinde Bergmanlar, Tarkovskiler, Angelopouloslar hiç olmamışçasına Alfonsa Cuaron’un belleği ve hafızayı filme aldığını söyleyebilirdik. Dahası, sanki öncesinde hiç interaktif iş yapılmamışçasına, her bir görsel manevrada olduğu gibi burada da porno sektörünü izlemeyi itinayla sürdüren Batı anaakımının, bu kez Bandersnatch ile Jenna Jameson kuşağını bile epey geriden takip ettiği bilgisini utancımızla kendimize saklayıp ve Netflix feat. Black Mirror düetinin devrimciliğini yazsak “her şey yolunda” illüzyonunun bizi bile ele geçirmesi içten bile değildi. Fakat tüm bunların birer gerçeklik yanılsaması ve özkandırmacadan ibaret olduğunun bilinci bize engel oluyor. 2007 yılında sinema ağırlığıyla ve daha çok proje odaklı bir yapılanma olarak kurulduktan sonra, yayın çalışmalarına başlayan ve son birkaç yıla kadar sinema ağırlığını yazılı çalışmalarında da sürdürmeyi başaran Azizm’in son yıllarda daha az kısa film üretip daha çok yayın yaptığı ve bu yayınlardaki sinema ağırlığının edebiyata kaydığı biliniyor. Ancak 2018 farklı bir yıl olup kısa filmlerimizin yayınların önüne geçtiği bir evreye ev sahipliği
yaptı. Tamamı 2018 yapımı olan filmlerimiz, Orçun Üzüm’ün yönettiği Korkuyu Beklerken, Volkan Bağırgan’ın yönettiği İnsanı Eskiten Zaman ve Onur Keşaplı’nın yönettiği Prelüd/ Başlangıç, Nisan ayında başlayan ilk gösterim süreçlerinin ardından, çoğu yurt dışı olmak üzere toplam on beş gösterim ve bir ödül başarısı göstererek örgütümüzün kısa film sahasında yeniden var olduğunu göstermiş oldu. Üç yönetmenimizin de ilgi gören yapıtlara imza atmaları 2007’deki kuruluş evremizin canlılığını çağrıştırarak bu başlıkta geleceğe daha zinde ve beraberinde üretken bakmamızı sağladı. Yıl boyunca filmlerimizin gölgesinde kalan yazınsal çalışmalarımızda ise Beat Kuşağı, Troya, 68 ve Sanat ile Gezi: Beş Yıl Önce Beş Yıl Sonra dosyalarımız başta olmak üzere düzenli yayın politikamızı, kimi zaman gündeme dokunan çoğu zamansa kendi gündemini oluşturma amacı taşıyacak şekilde sürdürdük. Hem dergimizde hem de web sitemizde yükselen bir okur grafiğiyle kapattığımız ilk altı ayın ardından, özellikle sonbahar ile beraber, dergimizde değil ancak sitemizde ciddi bir okur kaybı yaşadığımız görüldü. Bu düşüşü, diğer başlıklardaki başarımız ile hasıraltı edemeyiz zira olağanüstü durumlar haricinde, 12 yıldır ilk defa okur kaybı yaşamış durumdayız. Kimi başka yayın organlarının da aynı dönem okur yitirdikleri bilgisi ve genel olarak okuma alışkanlıklarının hiçlik ile popülizm arasında dalgalandığı bir zaman/mekânda bu konuyu pekâlâ önemsemeyebilir ya da bizle ilintili olmadığı yanılgısına kapılabiliriz ancak manifestoyla yola çıkmış bir yapılanma için bu söz konusu olamaz. Ciddi bir tanıtım sorunumuz olduğu gibi büyümemekte ısrarcı gibi gözüken bir ekibimiz var. Böylesine az içerik üreticisi ve düzenli yazar eksikliği sonucu dilediğimiz kadar istikrarlı ve disiplinli olalım “az çoktur” söylemiyle kendimizi bile ikna edemezken okurları, sanatseverleri ikna etmemiz mümkün görünmüyor.
5
6
“Sanat Aydınlanma İçindir” önermesiyle davranan bir örgüt iletişim ve etkileşim kanallarını daha çok açarak, kirlenmekten korkmadan, daha görünür olmasa da daha çok temas eder hale gelmelidir. Bünyesinde bir “ünlü” bulunmayan, ekipte yer alan “ünsüz”lerin, kaba tabirle, “ünlü yancılığı” söz konusu olduğunda ülkenin belki de en başarısızları olduğu, irili ufaklı ancak kemikleşmişlikleriyle güçlü kalan hiçbir yapılanmanın uzvu olmaya tenezzül etmeyen yapısıyla Azizm’in işi kolay görünmüyor. Fakat bizlerin, Van Gogh gibi bir dehanın maruz saldığı saldırgan ilgisizliğe rağmen üretmeyi sürdürdüğü bir dünyada bugün, hele de Van Gogh’un dehasının yanından geçmiyorken, ilgisizlikten şikâyet ederek durma kararı almamız ancak şımarıklık olabilir. Bir yandan böyle bir lükse sahip olmadığımızın diğer yandansa hırsla hızlanmanın gereksizliğinin farkında olarak işe yeni içerik üreticileri arayışıyla başlayıp hali hazırdaki yayınlarımızı kuvvetlendirmek, üretici yetersizliğinden başlatmadığımız yeni yayınlarımızı sizlerle buluşturmak için harekete geçmeliyiz. Halka açık toplantı tadında başlayan yeni yılın ilk sayısı tamamı edebiyattan oluşan, ilk defa Azizm sayfalarında ağırlayacağımız kalemlerin de yer aldığı bir içeriğe sahip. Yeni yazarlarımıza hoş geldin derken bu başlangıcı bir katalizör olarak yıl boyunca değerlendirmek adına dergimiz ve sitemizde Azizm bünyesine katılacak yeni adlara yönelik çağrımızın altını bir kez daha çizmiş olalım. Ek olarak kısa metraj çalışmalarımızda rehavete kapılmadan yeni projelere hazırlanırken önceki yıl gösterimleri başlayan filmlerimiz eğer sizlerin kentlerine uğramadıysa bize ulaşabileceğinizi ve filmlerimizi size iletebileceğimizi belirtmeyi ihmal etmeyelim.
Daha üretken ve çarpıcı bir yıl dileğiyle,
Sanatla kalın dostlar,
Sanat Aydınlanma İçindir!
Azizm’in Notu: Azizm Sanat E-Dergi’nin Şubat 2019 tarihli 134. sayısı için dilediğiniz konuda makale, öykü, şiir, deneme, eleştiri, karikatür, video, resim ve fotoğrafı 5 Şubat tarihine kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza iletebilirsiniz.
7
8 Doğudan Yükselen Ses İsmet Şengül
Ötekinin ötekiyi anladığı bir ülke düşleyin, Yarına umutla bakan çocuklar için.
9 Güneş her gün kan izleri bırakarak yükselir doğuda doğduğu yerde. Bizler doğuda güneşin doğduğu yerden çıkıpta buralara geldik. Onlara aydınlığı, güneşi getirdik. Onlarsa güneşimizi çalıp, Dünyayı bize dar ettiler. Aydınlığımızı alıp Dünyayı bize zindan ettiler. BÖLÜM.1. 1.“Kimsesiz ölenlerin sahibi toprak, kefensiz ölenlerin kefeni gökteki bulutlardır” 2.“Yeryüzündeki çürümüşlükle, yer altındaki çürümüşlük aynıdır, Yani aynı evreden geçer, toprak sadece ve sadece soğuk görüntüyü ve dayanılmaz kokuyu keser.” 3.“Mezar mezara karışır, mezar tene yaraşır. Can bedenden gidince, ten mezarda ayrışır” Sela, musalla, kefen, ve de tabut, son görevdir insana. Devasa saydığın kainata sığmaz sandığın boyutun sadece 2x1=2 metrekareye sığacak kadar aciz, çaresiz, naçar ve savunmasız, sessiz, sus pus olmuş, merhametten yoksun, merhamete muhtaç, almamış insanlıktan yana nasibini, hiç geçmemiş insanlığın kıyısından. Zulmeden yanıyla korku salmış insanlığın dağına, ölüm olmuş insanlığın sunağına.
10
Soruyorum sizlere ömrünü hiçlik için tüketenler, doymak bilmez o fil gibi egonuz ve bütün telaşınız, dizginlenemez hırsınız iki metrekarelik bir çukur için miydi? Değil midir ki bin yılların laneti, kursağında kalan sevinçlerin katline ferman olan, siz insanlığın hükümranlığına soyunanalar, değil misiniz ki insanlığın otağını zulmün ateşiyle kana bulayanlar. Ey insanoğlu, ey insan. Yeri göğü cümle yaşamı var eden, sevgiye sarıl, sevgiyle harmanla insanlığın onurunu, sevgiyle mayala insanlığın hamurunu. Hem hal ol insanlıkla, insanla, değer ver kardeşliğe, gölgesinde soluklanılacak bir çınar, sırtını yaslayacağı koca bir dağ ol. En çaresiz anında tutunacağı bir dal, güvenle yürüyeceği yolda gerçek bir yoldaş ol. Unutma ki dünün bitti, bugünün ise yarına, yarınınsa mutlak bir sona gebe. İnsanlık için ve insanlığın onuru için emek sarf eyle Ölümün akşamdan önce imişcesine. 1. “Eğer kirinden pasından ayrıştırmazsan bugün kendini, yarın insanlığın sunağında mundar olmuş bir leş olursun” 2. “Cehaletin esiri olup kendini bilge gösteren aşağılık insanlardan uzak ol, onlar ki yapmacık sevgilerinin ardında sevgiyi kirleten kötülüklerini saklarlar” 3. “Cehaletin kapısında şarlatan bir sultan olacağına, ilmin kapısında ilmin ve bilgeliğin kölesi ol” 4. ”Cehaletin ırmağında kendini besleyenler, ilme hizmet edenleri hep ihanetle suçlarlar”
TARİHİN BİZE GETİRDİKLERİ. BÖLÜM.2. Şu iyi bilinmeli ki asırlardır süregelen her uygarlık bir önceki uygarlığın temellerinin üzerine inşa ederek yükseltmiştir binasını. Hep bir önceki medeniyetten aldığı ilham ve ilmin ışığıyla yükseltmiştir insanlığın yapısını. Ve hep bir adım daha ileri taşıyarak yaşam döngüsünü getirip dayatmıştır ilerlemişliğin yer tuttuğu yeni adıyla teknoloji çağına. Ve bir zincirin halkaları gibi kopmazcasına bağlı olsalardı birbirlerine, bir tarağın dişleri gibi eşit olsalardı, bir tesbihin sıralanışı gibi uyum içinde olup da hakkaniyetlice yaşasaydı tüm insanlar ve de insanlık, etle tırnak gibi yapışık, ay gibi nezih, güneş kadar cömert, eşit ve adil olabilselerdi birbirlerine karşın, yenilen ekmeği, içilen suyu pay edebilselerdi dürüstçe, girmeselerdi birbirlerinin kanına, kıymasalardı birbirlerinin canına, el atmasalardı bugünleri ve yarınlarına, göz koymasalardı birbirlerinin varına, hücum etmeselerdi birbirlerinin malına, ikilik sokmasalardı birbirlerinin aralarına, riyakârlık düşürmeselerdi inançlarına, dili başka, renkleri başka, inanç ve kültürleri başka olsalardı da insanlar, aynı amaç, aynı gaye doğrultusunda, aynı davanın, aynı muradın peşinde ter dökselerdi, mücadele verselerdi olmaz mıydı? “Yaşam haktır, yaşatılmak mutlaktır!” denseydi, silahların ne kadar gereksiz ve aciz olduğunu bilselerdi menfaat ve çıkar için mal, mevki ve makam için, birbirlerini yok etmek yerine el birliği, gönül dirliği, ilmin yüceliğiyle bütün çağları mamur ve abad edemezler miydi? Döngüye yüklenen yük o kadar ağırlaştı ki, yıkıldı ha yıkılacak, dağıldı ha dağılacak.
11
12 1. ”Gün yoktur ki birbirinden beter geçmesin, ay yoktur ki bir öncekini aratmasın, yıl yoktur ki umutları kurutup tüketmesin” BÖLÜM.3. YARATILMIŞLIK BİR DÖNGÜDÜR. “Tanrının egemenliğini bilip öğrenmek mi istiyorsun, ol vakit ikinci bir hayata zuhur edip, yeni baştan doğman gerekir. Var olmuşluk büyük bir beyin fırtınasıdır. İçinde çıkamamak ram etmeye mecbur kılmıştır insanları.” Gözlerimiz gün ışığı, yüzümüze düşen hüzün geceye doğan ay misalidir. Ellerimiz kızıl renkli ateş toprağını kazıyor. Yangın büyük hem de öylesine büyük ki gözleri kör edip ruhları tutuşturacak kadar. Bütün imkân ve de olanakları ellerinde bulunduranların ve de bütün zenginliklere sahip olanların çok acayip ve çok enteresan bir yanları ve yapıları vardır. Ellerinde tuttukları bütün zenginlik ve varlıklarının kendilerine yaratılmışlıkla birlikte bir hak olarak verildiğine inanmalarıdır. Bu inanma olgusu kendilerini daha üstün, daha yüce görmelerine ve kendi tanımlarıyla alt tabaka sınıfı olarak gördükleri her bir bireye her bir sınıfa hükmedip kendi egemenlikleri altına alarak istedikleri gibi ezip sömürüp kullanabileceklerinin gafletine düşmelerine sebep olur.
13 Kölelik düzeninin ve de edilgenliğinin ana kaynağı budur. Sömürü, üretenin ürettiğine el konulup yağmalanmasıdır. Sömürü kar demektir, kapitalizmin dinamiğidir.
kazanç
demektir.
Sömürü
Sermaye güçlerinin ana kaynağı işte buradan doğar. Ve bu nedenledir ki İslam zenginliği mülkiyeti kabul eder. Ve derinlemesine bakıldığında mülkiyetin bir haklılık olmadığını aksine büyük bir haksızlık ve hırsızlık olduğunu görürüz. Güneşin her gün doğuşu kendi varlığına delildir. Ezilip sömürülen kesimin ve işçi sınıfının elde ederek ya da edemeyerek sahip olacağı ya da olamayacağı yaşam döngülerini etkileyecek yaşamsal olanaklarının miktarı ve ölçütüyle alakalı değildir. En önemli nokta burjuvaziyle nesnel karşıtlığıdır. Bu karşıtlık sömürge altında olan her kesimin kaba tabiriyle her sınıfın, her ne ise onu o yapan bağlamdır. Sömürüye ve sömürü düzeninin ana destekçilerine karşı olmak o bağlamı yıkmayı yani sınıfsal açıdan sınıf olarak kendisi de buna dâhil olmak üzere hepsini ortadan kaldırmayı ve gerçek bir toplumsallaşmayı gerektirir. Değil midir ki bütün zengin sınıflar kesimi elde ettikleri bütün zenginlikleri ve de zenginliğin sağladığı sınırsız güçleri “alt tabaka sınıfı” diye nitelendirdikleri halkı ezmek için kullandıkları. Ya bu devran bir gün herkesten yana eşit dönecek, ya da bu çarkın dişlileri bir bir kırılacak.
14
BÖLÜM.4. YOKSULLUĞUN BİZLERE GETİRDİKLERİ. Az gelişmiş ülkelerdeki sınıfsal işleyişler hiçbir vakit rayına oturtulup tam netliğiyle bir dengede yürütülememiştir. Çünkü ülke ile üzerindeki hüküm süren zengin ve müreffeh yaşayan kesimlerin arasındaki fark yerden göğe kadar devasa boyuttadır. Bu bağlamda hâkim sınıflar ülke için yaralı değil tam aksine zararlıdırlar. Ne yazık ki anayasamız ve ona uygun olarak ülkemizin medeni ve ceza yasaları her zaman kapitalist rejimin kayıtsız şartsız savunucusu olmuştur. Toplumumuzun bugünkü yoksulluğunun ve bitmişliğinin asıl nedeni sömürü ve kapitalist sistemin hüküm sürmesindedir. Kapitalist, sömürü sistemi hiçbir ülke için uygun bir yönetim biçimi olamaz ve var olmamalıdır da. Elbet günü gelecek ki ilkel komünal, köleci ve feodal toplumlar gibi kapitalist toplumda kendini kendi enkazında yok edecektir. Kapitalist ve sömürü sistemleri gelişim treninin yükünü ağırlaştıran fazlalık yüküdürler. Bir toplumsal sistemin ve fikrin, tarihi yönden çok eski olması ebediliği için bir gerekçe olamaz. Ve eğer toplumların ekonomik yapısı sürekli değişiyorsa üretenlerin ürettikleri üretim sürecinde birbiriyle, ayrıca sınıfların birbirleriyle ve yönetimi altında oldukları devletle olan ilişkileri sürekli değişiyorsa işte o zaman düşünülen şey sistemi tıkama noktasına getiren olgular, devamlılığını sürdüren rejimin geçerli sarsılmaz ebedi olduğu ve olacağı asla düşünülemez ve
düşünülmemelidir de. Dünyada yaşamın var olduğu ve var olacağı mutlak bir olgu olduğuna göre, her şeyin göreli şartlı ve değişken olduğuna göre elektrondan güneş sistemine kadar her şeyin sürekli hareket, değişme ve gelişme halinde olduğuna göre hiçbir mutlak rejim ve hiçbir değişmez yasa olamaz. Yasalar olması gerektiği gibi konulup olması gerektiği gibi uygulanıp işlevini sürdürmelidir. Kadın, erkek alt sınıf üst sınıf, zengin fakir ayrıştırmalarına girmeden en olumlu şekilde olması gerektiği gibi uygulanmalıdır. İstisnalar asla kural olmamalıdır. Ulusal Egemenlik Ulusal egemenlik, halkın halka egemenlik etmesinden ibaret demokrasidir. Halkı ayrıştırmadan halkın gerçek temsilcileri parlamento kürsülerine oturdukları zaman gerçek anlamda var olabilirler. Halkı temsil edemeyecek ve halkın kendisi, özü olamayacak adamlarla ulusal şura ve şuracılık meclisi asla kurulamaz. Kurulmuş gibi gözükmesi de zaten ulusal egemenliğin var olduğunu göstermez. Zaten böylesi bir durumda da demokrasi, meşrutiyet denemez. Meşrutiyet bir ana temeldir. Bu ana temelde meşrutiyet ilkeleri uygulanmadığı gibi ulusal egemenlik hakkına da tecavüz edilmektedir. Asıl yapılacak şeyler çağdaş tekniği yıkmak değil derinlemesine genişletip zenginleştirmek eksik gedik her ne varsa onları gidermektir. Nasıl ki bireyler kendini toplumdan soyutlayarak değil de topluma katarak sıkı bağla güce kavuşuyorsa, sisteminde toplumla bütünleşip halkın öznesi, iradesi ve tam kendisi olmalıdır. Ve ancak bu şekilde kendini var edip mevcut varlığının devamlılığını sağlayabilir.
15
16
Bozuk düzende bozuk çark kalsın uğraşı ve güdülen amacı bilimsel ve felsefi toplum teorisiyle hiçbir zaman uyum içerisinde olamaz. Böylesi bir uyum düzeni asla kurulamaz. Lakin tarihsel, hukuksal, yaşamsal zorunluluk sistemin ağır baskısı ve gücü doğrultusunda olmasını istedikleri sistemin ve yönetim biçiminin zorla dayatılmasında bu bozuk düzen ister istemez eninde sonunda ram eden toplum tarafından benimsenmese de kabul görecektir. Ve tarih litaratüründeki yerini alarak bir kara leke olarak kalacaktır. “Bozuk düzende sağlam çark olmaz” -Pir Sultan Abdal İnsanları bütünleştirip alakadar eden şeyleri önemli konu ve edilgenlikleri anlamak ve tanımlamak istiyorsak, onları kendi gelişim süreçlerinde ve kendi öznesinde incelemek ve araştırmak durumundayız. Fen bilimi deneyler zincirinde yaşamsal kaynağını oluşturup gizemli ve ilginç bir şekilde devamlılığını oluşturur. İnsanlık tarihide çok derin içli ve önemli araştırmalarla, deneylerle somut bir şekilde incelenip bütün çıplaklık ve gerçekliğiyle gözler önüne serilmelidir. İnsanlığın tarihi basite indirgenecek bir başlangıç, bir gelişme ve sonuç değildir. Dünyanın ne duygusallık, ne de duygusallığın getirdiği bir yükümlülüğü yoktur. Ancak uğranılacak yenilgi ve olumsuz sonuçlara bakıp bu ahval üzere mücadele etmeden el ense çekip her şeye yenilgiyi kabullenmek gerektiği sonucu da çıkarılmamalıdır.
BÖLÜM.5. BEBEĞE ÇAĞRI Hoş geldin bebek, hoş geldin sen de. niye geldin ki bebek, Çünkü, seni geldiğine pişman edecekler. Ağlama, gül bebek, kana kana gül. Niye gülmeyesin ki, çünkü seni çok ağlatacaklar. Tutunarak hayata, namerde, namussuza inat, Vurguncuya, talancıya inat, yaşa bebek. Yaşamın kıyısında sığınacağın bir liman seç kendine. Doğru belle yerini, sıkıca tut safını, iyice al gardını.
17
18
Neden almayasın ki, çünkü seni, yerinden yurdundan edecekler. Sürgünlere, zindanlara yol edecekler. Bir çınar gibi yaşa bebek, neden yaşamayasın ki. Ya bir maganda kurşunu, ya da şarapnel parçaları, Yargısız infazlar falan seni çabuk öldürecekler. Doğrul bebek ayakların seninle, sıkıca kök salarak toprağa Başını dik tut omuzlarının üstünde. Yürü çocuk, yürü emin adımlarla yürü, seni bekleyen umut yüklü yarınlara… Çalış çocuk hiç durmadan çalış sömürünün kıskacında, Talan ikliminde kara kışını bekleyen yaz güneşini yaşatmak için çalış. Çünkü bir gün seni işinden, aşından edecekler.
Alıp elinden umutlarını seni belirsizliğe gömecekler. Belki de seni yanlışlara itecekler, her olan haksızlığın hesabını belki de sana ödetecekler. Yargısız infaza giderken boynun, işte bir hainin daha ipini çektik diyecekler. Koş hiç durmadan koş. Barikatların arkası bomboş. Seni bekler emeğe direnci katanların yolu. Koş bebek koş, hiç durmadan koş. niye koşmayasın ki. Yüreği avucunda her bir anaya umut olmak için koş. Oku bebek bıkmadan oku, ne kaybederek özünü, Ne de budakta sakınarak gözünü, ne de şarlatana sakınarak sözünü. Oku bebek oku büyük adam ol.
19
20
Hak dağıtan adaletli adil ol. Kanun ol, yasa ol, hakim ol, savcı ol, ama her şeyden önce insan oğlu inan OL. Adam gibi adam ol. Niye olmayasın ki, adam gibi adamlıktan insanlığa çıkar her yol. Sevgi yüklü bir nehir ol, insanlığın sofrasına dol. Hoşgörülü inançlı ol, kararlı ol, unutma ki menziline varır, erdemle yürünen her yol.
30 Ağustos 2018. İZMİR *** Görsel: Barış Özlemi (1982) – Nuri İyem
21 Kavuşum Mehmet Rayman
işte geldiğim gittiğim yollar her günüm bir yumak çile ip atlayan kızlardan biri iki ucundan yakalamış gökkuşağını çevirdikçe yükseliyor göklere
22 saman sarı harmanların fısıltısı tınaz tepe sanıyor kendini buğdayın belleğine yükledim bütün zamanları ama kolum yetişmedi yüzüne göz oluğunu sıyırdı geçti damla un çuvalları boştu bıldır tandırlığın direğine yaklaşır belki bu sene ayakta görmeyi düşünüyorum yokluğunu hiç umursamazdı babam olasılık üzerinden gelir gider bir öğretmen onun için en büyük değer gurbetten dönüşümü karşılıyor sıla sarı kırmızı tahta bavulun rengi silinmiş bastırılmış bir suskunlun altından geçiyoruz babamın beklentileri yeni bir çığır belki de oysa tabansız tarladan gidilmiyor ekine çok ivecen olduğum zaman terim yapışıyor gövdeme gün doğmadan yekinsem bile hiç görmediğim nehirler kendi izleğinde kavuşuyor denize *** Görsel: Kuzey Truro’daki Kulübeler (1938) – Edward Hopper
23 Ya Huri, Ben Nuri Ziza Rumas
Hayatının ekseriyetini köyünde yüce tanrısı Homa’nın azametinin gölgesi ve bereketinin şahitliğinde geçiredururken, seksenli yaşlarından günler aldığı bir zaman diliminin bir cuma sabahı gününde, evinin avlusunda bahçe soğanlarını toplamada kullanılan kazma sapını yontarak düzelttiği esnada, gözlerinin derin vadilerinden göz bebeğinin tepelerine doğru sisler yükselmek suretiyle başı döner, elleri iner, dizleri çözülür ve kazma sapı eşliğinde olduğu yere yığılır.
24
Hane-i mesut ahalisi atik ve panik bir karşı koyuşla azının babası, çoğunun dedesi tahtındaki evlerinin çınarını traktör römorkuna serdikleri yünden döşeğe yatırıp, üzerine de elden dokuma kilimi atarak baş başa vermiş dört koyunun nizami surette yürüyebileceği patika yoldan tangır tungur lastik-taş senfonisi ile traktör gök gürültüsü eşliğinde Diyabekir şehrine doğru yola koyulurlar. 135 seri numaralı Massey Ferguson traktörünü gerisim geri hastane acilinin kapısına postmodern ambulansları kıskandıracak bir çeviklikle yanaştıran büyük oğul, römorkun açık arka kapısına dayandırılan sedyeye babasını iki kolunun arasına alıp yatırarak müşahede ve müdahale odasına doğru götürür. Hekimin göz kapaklarını çekip gözlerinin beyazına bakmak suretiyle geçiştirilen muayene operasyonundan sonra hasta, kaderinin encamını beklemek üzere bir odaya kapatılır. Vakti zamanında öğrencilerin avlusunda koşturup, koridorlarında fingirdeşerek zamanlarını tükettikleri bir öğrenci pansiyonu sıfatındaki binadan dönüştürülen göğüs hastalıkları hastanesi, yirmi birinci yüzyılın ve tüm zamanların bütün hastanelerine taş çıkartacak bir çehreye sahiptir. Avlusunda sanki Süphan dağının karlarından bezenmiş aklıklarıyla koyun koyuna verilmiş kocaman mermer zemin; bahçe duvarı mahiyetindeki Karacadağ’ın göz bebeğinin karasından sütunlar ve etrafını çevreleyen sarmaşıkların üzerinde bahara selam durmuş efsuni kokularıyla hanımeli çiçekleri etrafı renklendirmektedir. Kışın ahire ermesinin habercisi olarak Arabia çöllerinin sıcağından kuzey yuvalarına dönmüş kırlangıçlar sezonu açmanın heyecanıyla sağa sola uçuşmakta, yeni örülecek yuvalarına kuru ince sarmaşık dallarını toplamaya çalışmaktadırlar. Etrafa saçılan çiçek tohumlarını itinayla toplamakla meşgul serçelerin şen şakrak şakırdıları baharın güneşini bile yaptıklarından memnun bir surette temaşaya sevk etmektedir.
Hasta yatağında ilk bırakıldığı haliyle uzanmaktayken, 25 huzurlu bir uykudan uyanmış sükûnet dâhilinde gözlerini açar. Gözlerini açar açmasına amma ve lakin göz bebekleri gurbete düşmüş bir yabancı misali korkudan mütevellit merceksi bir büyüyüşle hiç bilmediği varlıklarla muhatap olmaya başlamıştır. Yanıbaşında şahitlik ettikleri ile o zamana kadar hayatında gördükleri pek uyuşmamaktadır. Üzerinde durduğu yatağın ipeksi yumuşaklığı; hemen altında uzanmaya utanabileceği kar beyazımsı nevresim; akabinde üstüne örtüldüğü için kirlenmesinden ürkebileceği bembeyaz örtünün içinden bir suçlu edimiyle zıplayarak ayağa kalkar. Ayağa kalkmayla bu sefer etrafını saran yabancılığa muhatap olur. Duvarların gök mavisi rengi, duvar diplerinde göğe yükselen ağaç endamında çiçeklikler, yeşil yaprakların içinden etrafa gülümseyen rengârenk güller ve çiçekler... Yatağının tam karşısında duvar boy ve genişliğindeki cam mekânın önünde o güne kadar hiç görmediği bir cam kutuda kahvemsi tümsek ve yeşilimsi yosunların içinden süzülerek gidip gelen ve o ana kadar Dicle nehrinden avlanıldığına tanıklık etmediği rengârenk balıklar. Cam kutu diye bellediği akvaryumun iki yanında bir gelinliğin yerlere muradının sergisi mahiyetinde odanın zeminine uzanıp giden bembeyaz perdeler... Perdeyi çekerek dışarıda ne olabileceği hakkında bilgi edinmek amacıyla gözlerini dışarıya diker. Ipıssız bir avlu ile avlunun her iki yanını saran yeşilliklerin içinden şakırdayarak uçuşan kuşların kanatlarının çarpmasıyla dalgalanan çiçekler ve yapraklar... Çoğundan şaşkınlık, birazından merak, azından da huzurlu bir surette, öldüğünü ve yeni mekânının burası olduğu mülahazasıyla kendisine anlatılan cennet tasvirlerini hatırlamak ve hatırlamaya gayret ederken etrafına bakarak
26
yüreğine tasdik ettirmek amacıyla yatağına tekrar uzanır, ne olduğunu anlamak istercesine sağ-sol, aşağı-yukarı bakınıp durur. Uzun bir bekleyişten sonra odanın kapısı açılır, üzerinde dizlerine kadar uzanan bembeyaz kıyafetinin içinden serhad yaylalarından kondurulmuş ters lale misali kıpkırmızı dudaklar, tek çizimlik kaşlar, saçların üzerine oturtulmuş beyaz bir tacın sağ ve sol uçlarına çengelimsi bir dokunuşla tutturulmuş gibi duran zülüfleriyle bir kadın içeri girer. Büyük bir heyecan ve merakla onu izlemeye koyulur. Ayağının ucundaki masada bulunan ve hesap cetveli olarak tahayyül ettiği; lakin önceden anlatılan kitaba benzetmediği gibi sağından mı yoksa solundan mı verildiğini hatırlamamakla birlikte o anda elindeki kalemiyle birşeyler karalaması, ona hiçbir surette bakmaması, ilgi göstermemesi üzerine şaşkınlığı gitgide artmaktadır. Seksenler dizisininin kamera arkası çekimlerinden kalma göbeği burnunda, bıyığı ağzında, elleri alnında düşünceli düşünceli hastasının mevcudiyetinin ahvalini düşünen hastane hekimi, akşamdan kalma melankoliliğiyle avare avare dolanan hemşiresine dönerek: — “Hastamızın gözlem raporuna tahlil ve tetkik sonuçlarını iliştirdikten sonra, gerekli yatıştırıcıyı verip, yakınıyla birlikte odama getirin.” der. Hemşire hasta odasına girip, gözlem dosyasında gerekli işlemleri yaptıktan sonra, hastanın tedavisi için gerekli direktifleri yerine getirmek üzere odadan çıkmak için hareketlenir. Odanın kapısını açtığı esnada, içeriden kendisine yönelik birşeyler söylediğini duyar. Temaşa eylediği güzelliğin biteceği hüznü ve ilgi görmemiş olmanın burukluğuyla son bir şans kendisini ona tanıtmak
gayesiyle dudaklarından şu cümle dökülüverir: “Ya Huri, ben Nuri!” Hemşire duyduğu bu hitap karşısında biraz şaşkın, biraz da kızgın bir edayla karşılık verir: “Ne Hurisi! Birazdan gelip iğneni yapacağım.” *** Görsel: Bildirim (2018) – Hans Duivenvoorden
27
28 Gülüş Ahmet Ayberk Aykul
Güçlüdür Rus kadınının dil darrbelerri Ve iyidir gecelerde birine ait hissetmek Küçücük, küçücüktü ressamın elleri Ressam açık havada yağan kar oldu şimdi Ve iyidir gecelerde birine ait hissetmek Ressam neden kendini çizer ki? Pastacı neden kendine pasta yapsın? Bir tek şairler mi içselleştirir işlerini?
Geceler iyi vakitlerdir oysa aşk arayışına Ağlamak saatlerce ağlamak yıllarca Hissetmeye çalışmak ressamı Rayihayla vakt-i gece aşk aramak İlanihayet resme dokunarak Ağlamak saatlerce yıllarca ağlamak Her dokunuşta Bir eski çiçek anımsatır Sonbahardan Hafızam zulmeder boşluğuma Gözümde kırık dökük besteler boşalır Ben eksiliyorum severken Sahil meyhanesinde içip içip ağlamak için Eksiliyor beni seven Ressam hala kendini çizer, Niçin? Rayihayla vakt-i gece aşık olmak Ağlamak saatlerce yıllarca ağlamak *** Görsel: Yıldızların Altında – Federico Beltran Masses
29
30
İmamın Şalgamı Zeki Gümüş
Hakkı abi Akdeniz’de yaşamaya başlamıştı. Teknesiyle yazları her gün denize açılır, hayatını yaşardı. Kış olduğunda tekneyi iskeleye bağlar, rakı balık demlenirdi. Böyle günlerden birinde, kasabadaki camiye yeni bir imam atanıyor. İmam deniz kenarında dolaşırken, teknesinde demlenen Hakkı abiyi görür. Kış olduğu için tek tük insanlar var. Hakkı abi imamı görünce tanımadığı için selam verip hoşbeş edip, sohbete dalarlar. İmam da Adanalıymış hemşeri çıkarlar. Tekneye masasına davet ediyor. İmam teşekkür edip masanın uzağına ilişiyor.
Hemen sesleniyor kaptana.
-Adanalı hemşerime şalgam verin.
Tabii teknede şalgam yok. Kırmızı şarabı doldurup veriyorlar. İmam bardaktan bir yudum alıyor.
-Adana’yı aratmıyor güzelmiş, deyip bardağı bitiriyor.
Hemen bir tane daha geliyor onu da içiyor.
Ertesi gün; yine sahile inen imam hemşerisini aynı yerde görünce tekneye çıkıyor. Yine aynı muhabbet şalgam içmeye devam. Sonraki günler imam şarap şişesi yanında tekneye gidiyor. Birkaç hafta böyle devam ediyor muhabbet. Cemaat; imamın alkollü camiye gelmesini dedikodu yapıp, söylenmeye başlıyor. İmamın kulağına da geliyor bu şikâyetler. Hakkı abiye anlatıyor cemaatin söylediklerini. Hakkı abi ‘bir şey olmaz’ devam diyor, akşamları masa kuruluyor. Sonunda cemaat karakola şikâyet ediyor. Şikâyetler birkaç gün sürüyor. Komiser imama haber yolluyor ‘karakola bir gelsin kendisiyle görüşelim’ diyor.
İmam hemen soluğu Hakkı abinin yanında alıyor.
-Cemaat beni şikâyet etmiş karakola çağırıyorlar.
Hakkı abi gayet rahat.
-Gitme bir şey olmaz, diyor.
İmamın kafası karışık, devam ediyor içmeye.
Üç gün daha haber yolluyor Komiser ‘karakola gelsin’ diye.
31
32
Hakkı abisinden aldığı güvenle imam gitmiyor.
Komiser bakıyor gelmiyor sinirleniyor.
-Yürüyün biz gidiyoruz camiye.
Camiye imamın yanına geliyorlar, Komiser hemen;
-Üç gündür seni çağırıyorum niye gelmiyon.
İmam hemen cep telefonuyla Hakkı abiyi arıyor.
-Abi komiser geldi beni götürecek.
-Niye götürecekmiş.
-Üç gündür çağırıyorum niye gelmiyon, diyor.
-Komisere söyle, sen beni üç gündür çağırıyorsun, ben seni her gün beş defa çağırıyorum gelmiyorsun de, diyor.
İmam aynı lafları tekrarlıyor.
-Ben her gün beş defa camiye çağırıyorum, siz hiç gelmiyorsunuz, diyor.
Komiser sinirleniyor.
-Kim lan o! telefonda konuştuğun.
-Hak... diyor.
Komiser,
-Tamam lan! Tamam, anlaşıldı, deyip sinirle çekip gidiyor. *** Görsel: İtirazım Var (2014), Yönetmen – Onur Ünlü
Unuttum Kemâl Hatipoğlu
Buradaki insanlar Geçim derdindedir. Hatırlarım, bir ara Ben de onlara Ayak uydurmuştum; Sonra ne olduysa, Hem derdi unuttum Hem de avuntuyu. *** Görsel: Patates Yiyenler (1885) – Vincent Van Gogh
33
34