3 minute read

DENİZ KAHIRAMAN

Next Article
ALEX GUTENTAG

ALEX GUTENTAG

DENİZ KAHIRAMAN

“Belki de dünya, başka bir gezegenin cehennemidir.”

Advertisement

– Aldous Huxley

SİZİ SIKIŞTIRAN HAYATIN KENDİSİDİR

Black Mirror

İlk gösterimini Cannes’da yapan, bizde de FilmEkimi ile gösterim şansı bulan Vivarium, canlıları gözlemlemek için, o canlının doğal ortamına uygun bir ortamın yaratılması anlamına geliyor.

Filmin bahtsız kahramanları Gemma ve Tom, ilk kez ev sahibi olmak için bir emlakçıyla görüşürler. Ancak daha ilk baktıkları evde mahsur kalırlar, üstüne üstlük büyütmeleri için kendilerine sevimli fakat tuhaf bir bebek teslim edilir. Aşırı normal görünen ama istemeden kabullenilen banliyö hayatına dair acımasız bir taşlama olan, Alacakaranlık Kuşağı ile Black Mirror arasında bir yerde duran film; tek düze yaşamının eleştirisi üzerinden ilerlerken, bireyin; toplumun dayattığı rolün dışına çıkamaması sonucu çekirdek aile yapısı içine sıkışmışlığına da vurgu yapıyor. Hayal kırıklığına uğramamanız için baştan söylemek gerekir ki; filmde katarsis gerçekleşmiyor, aksine kötücül ve kısır bir döngünün sürekli tekrar ediyor. Bulutların yalnızca buluta benzediği bu yerde, çiftimizin belirsiz bir süre hapsolması, içinde bulunduğumuz karantina süreci ile son derece benzediğinden, izleyicinin beyni gıdıklanıyor. Filmin üç farklı okumasını yapmak mümkün: İlkine göre uzaylılar dünyalıları kaçırıp, üstlerinde deney yapıyorlar. İkinci okumaya göre ise bir aile olmayı beceremeyen, çocuğa yeteri kadar özverili yaklaşamayan ebeveynler ve bu ebeveynlerin bulunduğu ortamdan kaçmak için bir çıkış yolu aramasını anlatıyor film. Üçüncü okumaya göre ise sembolizme boğulmuş bir film olsa da simgeleri çözümlediğinizde dümdüz bir ilişki filmi: Mutlu aşıklar ebeveyn olunca mutsuz yabancılara dönüşüyor. Görsel olarak Rene Magritte tablolarını andıran, estetik olarak da doyurucu olan film, emlak sektörünün insan hayatına ettiklerini bilim kurgu tarzında ortaya koyan bir yapım. Her şey bir ev almak için gittiğiniz emlak showroom’unda başlıyor. Evi alıyorsunuz ve bir hiç uğruna hep aynı tekdüzelikle yaşamınızı sürdürüp uğruna ömrünüzü harcadığınız evin bahçesine gömülüyorsunuz. Esasında kendi evinizi kendi mezarınız yapıyorsunuz.

Kapitalizmin faşizme özgü bir acımasızlıkla dikte ettiği “standart paket” hayatta, toplumun beklentilerini karşılamak için, gönülsüz bir çiftin, çocuk büyütmeye zorlanmasını eleştiriyor da denebilir film için. İzlerken 9,90’dan satışa sunulan bu standart paket hayatı yaşamayanların terörist ilan edecekleri günlerin çok yakında olduğu kaygısına kapılmamak mümkün değil.

“Bu Sizin Güzel Eviniz Değil”

Filmin kahramanları, ev arayan genç bir çift olan Tom ve Gemma. Gemma okul öncesi öğretmeni ve Tom da bir peyzaj mimarı. Mutlu çiftimiz Yonder adında bir banliyö yerleşimine bakıyorlar. Showroom’da mekanın temsilcisi, beyaz kısa kollu gömlek ve siyah kravat giyen, soluk tenli ve kaygan saçları olan Martin adında bir adam. Onu “The Shining”in sonlarına doğru Overlook’un konuklarından birine benzetebilirsiniz. Gemma, Yonder’in

The Prisoner Lorcan Finnegan

The Truman Show

nerede olduğunu sorduğunda temsilci, “Yeterince yakın ve yeterince uzak. Tam olarak doğru mesafede.”diyor.

Filmi hızla ileri saralım. Çiftimiz bakmaya gittikleri bu evde mahsur kaldıklarında uzun süre için filmdeki tek kişi onlar oluyor. Tam da başka bir varlığın ne zaman müdahale edeceğini merak ettiğinizde, bir bebek ortaya çıkıyor. Muhtemelen bir evliliği ya da bir sinema perdesini bozacak en acımasız, en ürpertici çocuk. Film ilerldikçe bu çocuk çiftimizin işkencecisi haline geliyor. İzleyiciye bir TV klasiği olan “The Prisoner”ı hatırlatan filmin yönetmeni Lorcan Finnegan [Soyadına aldanıp İskandinav sanmayınız, kendisi İrlandalı] görünüşte çok eskimiş bir temanın yeniden ele alınışında tutarlı bir yaratıcılık ve acımasız bir mizah sergiliyor.

“Cehennem Neredeyse Evimiz Oradadır”

Nostaljik Amerikan dizisi The Twilight Zone’un en ürkütücü bölümlerinden birinde, pastoral Peaksville sakinleri kendilerini dünyanın geri kalanından kopuk bulurlar, küçük bir çocuğun huysuz ama tanrısal zihninden dehşete kapılırlar. Jerome Bixby’nin bir hikayesinden uyarlanan bölüm [It’s a Good Life], 1961’de izleyicileri bam telinden yakalamıştı. Vivarium’da popüler kültürde hala yankılanmaya devam eden It’s a Good Life’ın izini görebilirsiniz.

Tüm Alacakaranlık Kuşağı tarzı fantezilerde olduğu gibi, hayal edilemez olanı anında gösteren şey, bildiğimiz ayrıntılardır. Yonder, The Truman Show’daki bir sete, şeytani bir versiyonundan daha çok benzemekle birlikte, merkezdeki çiftimizin kademeli olarak parçalanmasına da odaklanıyor. Arabayı kimin süreceği konusundaki ilk tartışmaları, onların ilişkilerini çok tanıdık kılıyor.

Olanaklarla dolu konforlu bir hayatı dört gözle bekleyen, mutlu genç aşıklar; bir sonraki sahnede, dehşete düşmüş, bitkin düşmüş bir halde, ikisinin de istemediği bir rüya dünyasında buluyor kendini. Bir çocuğun çığlık atan talepleri tarafından rehin tutulmuşlar, her biri içinde bulundukları kötü durum için diğerini suçluyor. Hepimizin ailesinden tanıdık olduğu bir manzara bu.

Yönetmen Finnegan The Guardian’la yaptığı röportajda Vivarium’u, “tüketiciliğin bizi tükettiği” dünyada “uğruna çabaladığımız gerçekliğin fantastik versiyonuna” hitap eden bir şey olarak tanımlıyor ve ekliyor: “İdeal yaşam vaadi birçok kişiyi tuzağa düşüren yemdir.”

Finnegan’ın filminin cazibesi, saf ve fantastik olmasında yattığı kadar çizgiyi zorlamadan radikal bir tüketicilik eleştirisi sunmasından da kaynaklanıyor.

Deneysel sanat filmlerinin ortak kaderi olduğu üzere filmin İMDB puanı yalnızca 5. Evet, yazıyla beş. Anlayamadığı şeyden nefret etmenin bir örneği olan bu durum İMDB puanlarına bakarak film seçmemek gerektiğini de gösteriyor.

FILMIN ÜÇ FARKLI OKUMASINI YAPMAK MÜMKÜN:

This article is from: