18 minute read
JOSH MACPHEE
from Bahar Dergi 11
ANARŞİZM VE SANAT
JOSH MACPHEE
Advertisement
Çeviri: Abdulhalim Karaosmanoğlu
Sacco Vanzetti
Emma Goldman
The Beehive 1993–1996 Anarşizm Hala Ayıp Bir Sözcük mü?
On beş yaşımdayken yurttaşlık bilgisi dersinde anarşizm üzerine bir makale yazdım. Herkes toplumu organize etmek için bir sistem seçmek zorundaydı ve ben en aşırı, en radikal görünen sistemi istedim. Ne lisemde ne de küçük kasaba kütüphanemde anarşizm üzerine herhangi bir kitap yoktu, bu yüzden büyük şehre bir saatlik bir yolculuk yapmam ve Boston Halk Kütüphanesi’ne bakmam gerekiyordu. Konuyla ilgili kitapların bulunduğu küçük rafı buldum ve Johann Most, tapu propagandası, Emma Goldman, Alexander Berkman, Sacco ve Vanzetti hakkındaki kitapları gözden geçirdim. Kütüphanede 1970’lerin Reinventing Anarchy koleksiyonunun bir kopyası vardı.
Ama bu kitaba kulak verirseniz, anarşizmin 20. yüzyılın başında parlak biçimde başladığını ama gelip geçtiğini düşünürdünüz. Anarşizm, o kadar da ayıp bir kelime olamazdı, hele ki zar zor var olan bir kelimeyken. Zamanda bir kaç yıl ileri gidelim ve müzik zevkindeki değişime bakalım: Punk Rock’ın keşfiyle yeni bir dünya keşfettim. Fanzinler ve “infoshops”lar [Infoshops, insanların anarşist veya otonomist fikirlere erişebildiği yerlerdir. Genellikle bağımsız projelerdir veya daha büyük bir radikal kitapçı, arşiv, özerk sosyal merkez veya toplum merkezinin bir parçasını oluşturabilirler] ile aktif bir anarşizm dünyasının kapıları aralandı. Ve tabi durumculuk ile altmışlı yılların öğrencilik hareketleri…
Kendimi bu dünyaya gömdüm. Bir fanzini kurdum [adı hala şaşırtıcı bir rezonansa sahip olan Fenceclimber’dı - 17 yaşındaki biri için hiç de fena değil!], yeni bir şehre taşındım ve bir infoshop başlatmaya yardım ettim [Washington DC’deki The Beehive, 1993–96 arası] Haymarket, Kronstadt ve İspanya İç Savaşı üzerine fotokopili siyasi broşür ve kitaplardan oluşan bir okuma listesi oluşturdum. Bir parçası olduğum bu anarşist altkültür [dürüst olalım, siyasi bir hareketten çok bir altkültürdü] 1999’da Dünya Ticaret Örgütü’nün Seattle’daki toplantısını bozan kitlesel protestolarla anaakıma girdi. Bu arada, benden neredeyse on yaş küçük olan kız kardeşim, okulunun yurttaşlık bilimleri dersi için Sacco ve Vanzetti hakkında yazmaya karar verdi. İki İtalyan anarşist bir soygun için planlar ve 1927’de Massachusetts Eyaleti tarafından asılır. Kız kardeşim Boston Halk Kütüphanesi’ne gitmek zorunda kalmamalıydı çünkü artık okulda bilgisayarlar, internet ve her türlü araştırmayı yapmamıza yardımcı olabilecek her şey vardı. Ancak, neredeyse yüz yıl önce öldürülen bu anarşistleri aramak için kütüphaneye gittiğinde hiçbir şey bulamadı - okul, öğrencilerin kanlı resimlere bakmasını veya bomba yapmasını engellemek için internet arama filtreleri
REINVENTING ANARCHY
REINVENTING ANARCHY
New York Times
Vanzetti Kropotkin
Quakerizm
Fetiş Haller satın almıştı. Anarşizm engellendi. Belki de anarşizm ayıp bir kelimedir?
Şimdiye geri dönersek - artık herkes Nazilere yumruk atmaktan heyecan duyduğuna göre, anarşizm bir kez daha manşetlerde. Şimdi, insanları Trump’ın çeteriyle savaşmak için harekete geçiren en büyük fikirlerden biri olan antifaşistlerin en aşırısını süren motor olarak yeniden ortaya çıktı. New York Times ve diğer anaakım gazeteleri bundan o kadar emin değiller: Şiddet kötüdür, ama bu durumda belki o kadar da kötü değildir? Belki bazı karanlık unsurların arada bir kanlı bir burna ihtiyacı vardır?
Bence anarşizmi bu kadar kaygan yapan şeyin bir kısmı, onun ne eski ne de yeni olmasıdır. Görünüşte bu bir çelişki gibi görünse de doğru. Mutabakatla yürütülen toplantılar, daha güvenli alan politikaları, radikal örgü geceleri, yüksek lisans öğrencileri tarafından yazılan isyancı cümbüşler, çöpleri ateşe veren siyah giyimli küçük protestocu grupları — bunlardan hiçbiri eski Sacco veya Vanzetti, Peter Kropotkin veya Emma Goldman tarafından tanınmazdı. Bugünlerde anarşizm için geçerli olanların çoğunun özü, aslında anarşist teori veya tarihten türetilmiyor. Fakat aynı zamanda, bu fikirler ve eylemler, ister feminizm, Quakerizm [Quakers, mevcut Hristiyan mezheplerinden ve tarîkatlarından memnun olmayanlar tarafından 17. yüzyıl ortalarında İngiltere’nin kuzeybatısında ortaya çıkmış bir mezheptir. Üyeleri Arkadaşlar olarak adlandırılır] Alman parlamentarizm veya Fransız aşırı solculuğu olsun, bir yerlerden geldi. Öyleyse anarşizm nedir? Tarih önemlidir - her zaman ondan kaçmaya çalışabiliriz ama bize yetişiyor gibi görünüyor. [“Koş yoldaş, eski dünya arkanızda.”] Anarşizmin artık modern işçi sendikasının şekillenmesine yardım eden işçi sınıfı hareketi ya da yüz binleri İspanya İç Savaşı’nın devrimci çılgınlığına sürükleyen güç olmadığı açıktır. Topluluk alanları inşa etmeye ve sokak kavgalarına yönelik girişimlerimiz ilginç olsa da, toplum üzerinde o kadar fazla etki yaratmadıklarını kabul etmenin zamanı geldi. Ancak bu, anarşizmin var olmadığı anlamına gelmez. Protestolarda siyasi posterler yapıp sokaklara çöp tenekeleri çekerken, anarşizmin farklı bir yorumu altkültürden ekonomik hokkabazlığa doğru ilerledi. İsyan toplumun tüm yönlerinde fetişleştirildi ve liberteryenizm [ve onun devlet fobisi], zamanımızın baskın ekonomik teorisi haline geldi. Brexit ve Trump seçimi, popülist ayaklanmalar, istatistik karşıtı isyanlar, isyankar seçimler olarak damgalandı. Bu günlerde kim asi olmak istemiyor ki?
Gençliğimin ve yirmili yaşlarımın kanepe sörfü, hepimizi mikro gecekondu efendilerine dönüştürmek için cömertlik ekonomisini yamyam eden AirBnB’yi bir dev haline getirdi. 1960’ların Hollandalı anarşist grubu Provo’nun [Amsterdam’daki herkes için ücretsiz beyaz bisikletler öneren] Beyaz Bisiklet Planı, artık olmak isteyen herhangi bir şehir için ön koşul olan, ücretli, banka destekli bisiklet programlarına dönüştürüldü. Havalı ve kozmopolit olarak görülüyor. Arkadaşlarının sanatlarını yapmalarına, bir albüm yapmalarına veya bir kitap yayınlamalarına yardımcı olmak için girişimcilik yapmak, artık Kickstarter gibi şirketlerin bir koltan madenine dönüştürdüğü, her değişimden ve bağlantıdan kar elde ettiği kesintisiz, sosyal medya destekli bir faaliyet haline geldi. Gençliğimin ütopyacılığı, gösteri ekonomisinin görünmez bel kemiğidir.
Bir yandan anarşizm, artan kurumsal totalitarizm karşısında kendini ifade etme ve sosyal adalet vaadini koruyan bir ideoloji olan devlete estetik bir antagonizma olarak anarşistler tarafından korunmuştur. Öte yandan, bu vaadi yerine getirme çabalarımız, kendi zulmümüzün hammaddesi haline geldi. Kendini ifade etmenin bir isyan ve isyan eylemi olarak görüldüğü bir toplumda yaşıyoruz, ancak bu aynı zamanda gerçekten izin verilen tek ifade biçimidir. İfademiz hayatımızın devasa Amazon.com’unda sadece bir meta olduğunda, kendini ifade etme hakkı ne anlama geliyor? Kolektif veya sosyal bir sese sahip olmak için çok az kanalın olduğu bir bağlamda bireysel yaratıcılığın kutlanmasının ne anlama geldiğini eleştirel bir şekilde düşünmeden anarşizm ve sanat hakkında konuşabileceğimizi sanmıyorum.
Anarşizm yeniden ayıp bir kelime olacaksa, onu köklerine geri getirmeliyiz. Yeni sosyal yapılar ve ilişkiler düzenlemeye ve inşa etmeye öncelik vermek ve sınıf meselelerini ırk, cinsiyet, cinsellik, ablizm [Engelli ayrımcılığı, anapirofobi veya bazı kaynaklarda ableizm, engelli bireylere yönelik ayrımcılık ve toplumsal önyargıdır. Engelli ayrımcılığı, karakteristik olarak engellileri engelli olmayanlardan daha aşağıda konumlandırır. ve daha fazlasıyla yeniden bütünleştirmek için
bir ekonomik adalet ve eşitlik programını yeniden merkeze almalıyız. Bu, ABD’dekiler için, modern devlet idaresinin tamamen reddedilmesi, yerleşimci sömürgeciliğinin reddedilmesini gerektirecektir. Üzerinde durduğumuz bölgeyi Avrupalılardan önce yüzlerce kuşak boyunca yaşayan ve üzerinde çalışanların torunlarına iade etmenin ne anlama geleceği ve potansiyel olarak neye benzeyeceği konusunda ciddi, geniş kapsamlı bir tartışmayı kışkırtma sorumluluğumuz olduğu anlamına geliyor bu.
Oldukça basit bazı sorular sormamız gerekiyor: Kendiniz için, serbest olarak veya sözleşmeli veya koşullu işçi olarak çalışıyorsanız, grev neye benzer? Telefonlarımızdaki teknoloji sadece bizi takip etmek, 24 saat çalışmaya teşvik etmek ve beynimizi giderek anlamsız bilgi ve alışveriş akışına bağımlı hale getirmek için değil, aynı zamanda kendi özgürlüğümüzün bir aracı olarak da kullanılabilir mi? Bu gerçekten neye benzerdi [lütfen “Twitter” deme]? Elbette cevaplarım yok, herhangi bir bireyin bildiğinden de ciddi olarak şüpheliyim. Sanat ve anarşizmin geri geldiği yer burasıdır: Sorunlarımızı [ve kendimizi] gösteriye ve haberlere taşımak için görsel gözlükler yaratmak yerine, bu zamanı, enerjiyi ve beceriyi yeni, somutlaşmış topluluklar oluşturmaya yatırırsak ne olur? —Bu [ve daha pek çok] soruyu birlikte sorabilen, onları daha geniş kitlelere sunabilen, anlaşma ve anlaşmazlık platformları oluşturabilen ve isyanı yeniden anlamlı kılan kişilerden oluşan bir topluluk…
Radikal Duruş
Oldukça basit bazı sorular sormamız gerekiyor: Kendiniz için, serbest olarak veya sözleşmeli veya koşullu işçi olarak çalışıyorsanız, grev neye benzer?
ABD’li anarşist gazete Profane Existence, “Punk Yapmak Yeniden Tehdit Sayılıyor” manşetini taşıyordu. Dikenli ceketler ve kimsenin dinlemediği serseriler hakkında neyin bu kadar tehdit edici olduğundan emin olmasam da, bu tamamen meşru bir soruyu gündeme getiriyor: Anarşist kültürü tehdit edici hale getirmek nasıl bir şey olurdu?
Açık konuşayım, gençlik alt kültürüne karşı hiçbir kötü niyetim yok - beni doğuran şey de oydu - ama bu onun, anarşizmin vaat ettiği şekilde dünyayı gerçekten dönüştürmek için gerekenlere sahip olduğu anlamına gel-
André Breton Courbet Henri
Pablo Picasso Georges Seurat
WD-40
Quaker
mez. Sadece birkaç önemli noktayı belirtmek gerekirse onlar: sömürüye son vermek; adalet sorunlarıyla anlamlı etkileşim; herkese eşit erişim ve fırsat eşitliğidir.
Anarşizm ile sanat arasındaki ilişki nedir? Bu soruya tarihsel olarak bakabilir ve [en azından hayatlarının bir kısmında] kara bayrak etrafında toplanan başarılı sanatçıların uzun bir listesini çıkarabiliriz: André Breton, Gustave Courbet, Robert Henri, Donald Judd, Rockwell Kent, Pablo Picasso , Camille Pissarro, Jackson Pollock, Mark Rothko, Georges Seurat ve Paul Signac. Bunun büyük bir mangal partisi olmasının ötesinde, bu sanatçıların çoğunu birbirine bağlayan ve onları anarşizme çeken şeyin, bireysel özgürlük vaadi olduğunu söylemek doğrudur. Sanatçılar özgürlük fikrini, saf bir kendini ifade etme arayışlarında dizginlenebilecekleri ve dizginlenmeleri gerektiği düşüncesine bayılıyorlar.
Bireyci özgürlük fikri 20. yüzyılda, Dünya Savaşları ve totaliter hükümetlerin yükselişiyle muhtemelen oldukça çekici hale gelse de, henüz iyi anılmıyor. Kendimize karşı dürüst olacaksak, “bireysel özgürlüğün” neoliberalizm için WD-40’a [Amerikan malı bir pas sökücü] benzediğini kabul etmeliyiz. 21. yüzyıl ve geç kapitalizm bize sendikalardan ve bir sosyal güvenlik ağından özgürlüğü, tüketici ürünleri arasında seçim yapma özgürlüğünü getirdi. Kutuplardaki buzullar büyük şirketler ve devletler nedeniyle erirken bize bireysel olarak geri dönüşüm özgürlüğü getirildi.
Ve kendini ifade etmenin nesi bu kadar harika? Kolektif ifadenin neredeyse her biçimi ciddi şekilde kısıtlanır ve bastırılırken biz her sabah kahvaltıda yediğimizi dünyaya Facebook ve Instagram’da yayınlayabiliriz. Toplu pazarlık, sendikacılığın ortaya çıkışından bu yana Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sendikalarda örgütlü çalışanların en küçük yüzdesine sahip olduğumuz noktaya kadar kırk yıldır acımasız saldırı altında.
Barışçıl gösterilerin bile suyu ısınmakta ve polisler ile biber gazları tarafından saldırıya uğramaktadır. Sol protesto gruplarının her bir formu yoğun bir şekilde gözetim altındadır - Quaker barış ve adalet örgütlerine bile polis muhbirleri rutin olarak sızmaktadır. Neredeyse tamamen toplumsal baskı karşısında, bize izin verilen tek ifade biçimi olmasına rağmen, düzenli olarak kendini ifade etmeyi isyankâr ve hatta devrimci olarak kutlamak, propaganda ve kapitalist yoganın inanılmaz bir başarısıdır. 1960’lardan beri muazzam sosyal ve ekonomik değişiklikler gördük. Küresel Kuzey ekonomileri, üç aşamalı bir süreçle köklü bir dönüşüme tanık oldu: imalat işlerinin Küresel Güney’e taşınması ve hizmete dayalı bir ekonominin yükselişi; robotik, algoritma ekonomisi ve lojistik endüstrisinin gelişimi; ve finans kapital üzerine inşa edilmiş küresel bir ekonomiye geçiş. Bu, ücretlerin sürekli olarak bastırılmasına [yaşam maliyetine endeksli olarak] ve sağlık hizmetlerine, iş güvenliğine, emekli maaşlarına ve uygun fiyatlı konutlara erişim saldırılarının körüklediği güvencesizlikte bir artışa yol açtı.
Sanat ve kültür bu süreçte marjinal görünse de, birkaç önemli rol oynadılar. Aşırı bürokratik yönetim toplumunun kısıtlamalarına karşı 60’ların anti-otoriter isyanı garip bir iki-ürüne yol açtı: Kapitalistler, mutsuz ve yerine getirilmemiş işçileri bir montaj hattına bağlı tutmanın artan maliyetlerini gördüler, bu yüzden bazı sektörlerin işgücü daha iyi ayarlandı ve böylece daha az soruna neden oldu. Sanatçıların, kültür işçilerinin ve serbest çalışanların sistemden daha organize işyerlerindeki emekten çok daha az talepte bulundukları ve emekli maaşları ve ticarette iş güvenliği gibi şeylerden, kısıtlamalardan duygusal bir özgürlük duygusu için vazgeçmekten mutlu göründükleri ortaya çıktı. Bu içgörü, görece hızlı bir şekilde, çok daha güvencesiz bir talep üzerine çalışma ekonomisine dönüşümde yardımcı oldu. Şimdilerde düzenli olarak, mutlu Siyah ve Kahverengi “mekanik Türkler”i gösteren ve onların girişimci olduklarını ve sağlık hizmetleri planları, emeklilik maaşları ve hatta normal maaş çekleri gibi şeylere ihtiyaç duymadıklarını ilan eden metro reklamları görüyorum. Karşı-kültür, topluluklar inşa etmek için kolektivite ve paylaşım yoluyla başarılabileceklerin sınırlarını zorlamanın yeni ve heyecan verici yollarını keşfedecek projeler inşa ederken, gigeconomy bu fikirlerin ontolojisini, görünmeyen ilişkileri sömürü yoluyla boşaltıyor. Üstelik bunu özgürleştirici faaliyetin veya özgürlüğün cildini korurken kâr elde etmek için yapıyor.
Ne derseniz deyin, bunlar karanlık günler dostlarım. Ne yapacağımı bildiğimi söyleyemem ama rahatlıkla rahatlıkla söyleyebilirim ki kendi sanatsal ifadem de cevabın önemli bir parçası değil. Kendimizi sanatçılar, anarşistler, kültürel işçiler, anti-otoriterler, tasarımcılar, otonomistler olarak gören bizler, şu anda karşılaştığımız devi inşa etmede
uygulamalarımızın ve geçmişlerimizin oynadığı roller hakkında çok sert sorular sormak zorundayız. Kolektif ifadenin neye benzeyebileceğini ve nasıl görünmesi gerektiğini ve paçavra bir grup isyancı yerine nasıl bir sosyal güç gibi konuşulacağını ve hareket edileceğini ciddiye almalıyız.
Anarşist Sanat için Yeni Sorular
Neredeyse on yıl önce Perspectives on Anarchist Theory’de yayınlanan “Anarşist Sanat İçin Dört Soru” başlıklı bir makale yazdım. Buradaki niyetim, bazı temel güncellemeler yapmak ve bu makaleyi büyük ölçüde olduğu gibi yeniden yayınlamaktı. Ama on yıl uzun bir süre ve hem dünyada hem de nasıl düşündüğümde ve ne düşündüğümde çok şey değişti. Başlığın orijinal dört sorusu, insanları kasıtlı olarak farklı şekillerde düşünmeye teşvik eden politik sanat nasıl işliyor ve yorumlanıyor konusuna eğilen şu sorulardı: Sanat içerik olarak anarşist mi? Bilgi mi veriyor? Yoksa sadece bir üretim mi? Ve son olarak, devlete mi yoksa şirket gücüne mi karşı çıkıyor - kapitalist sosyal ilişkilere meydan okumaya mı çalışıyor?
Bugünkü bakış açımdan, son soru sorulmaya değer olacak kadar tek dinamik gibi görünüyor. 1960’ların kültürel aşırılıklarının algılanması ve 1980’lerde ve 90’larda sanatın bir hiper meta olarak ortaya çıkmasıyla ilgili hayal kırıklığına uğramış Amerikan Solunun çoğu, kültürü birincil bir mücadele alanı olarak reddetti. Anti-otoriterler, bu neo - dar kafalılığı büyük ölçüde reddedenlerdir ve bunun yerine son on beş yılda ABD’de ve başka yerlerde; gerek Seattle’da hem kuklalar hem de kırık camlar ile protesto hareketlerine yeniden enerji katılırken gerek Occupy hareketi sırasında, herkesin görmesi [ve katılması] için sokakta doğrudan demokratik siyaset icra etmek için sanat ve gösteriyi kullanarak, yüzyılın başında protesto hareketini yeniden canlandırmakta son derece başarılı olmuşlardır.
Yine de bu faaliyetin çoğu geçmişten kopuk gibi görünüyor. Pek çok katılımcı, farkında olmadan taktikleri onlardan ödünç alsalar bile, daha önceki hareketlerle çok az bağlantı hissederler. Tarihsel olarak sanat devrimci toplumsal hareketlerde önemli bir rol oynadığı için bu üzücü bir durumdur. Özellikle grafik sanatlarında uzun bir kültürel direniş geleneğini miras alıyoruz. Bu tarih ABD bağlamında zayıf hissediliyor ve çoğu zaman gizli kalıyor olsa da, biraz daha uzağa bakarsak örnekler bol. Ateliers Populaire’in grafik kolektifleri, Mayıs 1968’de Paris’teki öğrenci-işçi ayaklanmasında önemli bir rol oynadı. Amilcar Cabral, kültürün 60’lar ve 70’lerde Afrika kurtuluş hareketlerindeki merkezi rolü üzerine kapsamlı bir şekilde yazılar yazdı. Posterler, sokak sanatı, politik tişörtler ve şarkılar, 1980’lerde ve 90’larda Apartheid’i Güney Afrika’da birleştirip deviren hareketlerin ayrılmaz bir parçasıydı. Bunlar açık bir şekilde anarşist örnekler olmasa da - otoriterlik karşıtı hem Paris’te hem de birçok Afrika mücadelesinde etkili olmasına rağmen - anarşizmin beni her zaman cezbeden bölümlerinden biri, çok çeşitli an ve bağlamlardan öğrenme yeteneğidir. Direniş kültürü hareketlerinin ayrılmaz bir parçası olsa da, tarihinin çoğu - bizim tarihimiz - çağdaş hareketler tarafından kaybolmuş gibi görünüyor. Bu tarihi kendimiz incelemek ve anlamaktansa, bir şirketin kendi görsel arşivimizi araştırarak reklam yaratması olasılığı çok daha yüksektir. Siyasi pratiğimizin merkezinde olmasına rağmen, sanat, kültür, medya ve tasarım anarşistler ve otorite karşıtları için nadiren tartışmanın odak noktasıdır. Aslında kendimizi biraz paradoksun içinde buluyoruz, sanat hayatımızın büyük bölümlerini etkiliyorken, eşzamanlı olarak marjinde kalıyor. Sanat toplumumuzda gittikçe seyrekleştikçe ve müzelere, pahalı galerilere ve ekonomik seçkinlerin özel koleksiyonlarına indirgendikçe, geri kalanımız onu düşünerek daha az zaman harcama eğilimi gösteriyor. Aynı zamanda şirketler ve devlet, sahip olduğumuz yoksulluktan daha fazlası için savaşmaktansa hepimizi daha iyi durumda olduğumuza ikna etmek için tasarıma, kültüre ve diğer yumuşak güç biçimlerine büyük ölçüde güveniyorlar.
Bu koşullar altında, sanatçıların ve tasarımcıların, toplumun işleyişinde giderek daha merkezi hale geldiklerine inanmaları kolaydır. Dahası, hayatın diğer yönlerinde, New York Times, Art Forum gibi birçok yayınlarda, kültürün gücünü ve onun katılımcıları olarak gücümüzü abartmaktan dolayı hayal kırıklığına uğratılıyoruz. Sanatçılar ve “sosyal” tasarımcılar, devlet, medya ve kurumsal dünya içindeki unsurlar tarafından her derde deva olarak sunuluyor. Yaratıcılığımız; evsizlikten AIDS’e ve doğal afet yardımına kadar sosyal hastalıkları çözme mekanizması olarak altyapının, yatırımın ve kişinin yaşamı üzerindeki kontrolünün yerini alıyor. Tasarım ve tasarımcılar [baskı, web programlama ve
Ateliers Populaire
Amilcar Cabral
Kültür ve Pratik
Art Forum
mekansal tasarımda], dünyamızın çoğunun neye benzediğinin hakemleri olarak, özellikle kapitalizmin mekanizmalarındaki ana dişliler olarak şişirilmişlerdir. Sermayeye meydan okumaya çalışanların, bu varsayımların kontrolsüz kalmasına izin vermemesi önemlidir.
Nitelikten yararlanma, duygu alemlerine ve karmaşık insan ilişkilerine ulaşma yeteneği nedeniyle, genellikle sanatın hemen hemen her şeyi yapabilmesini bekleriz - ama tek başına hiçbir şey yapamaz. Çeşitli demografi ve becerilere sahip on binlerce kişiden oluşan büyük ölçekli toplumsal hareketlerin, aslında devlet ve şirket gücünün statükosunu tehdit eden şey olduğuna inanıyorum. Kendi yarattığımız gözlüklerle karıştırılmamalıyız, bu hareketlerin temsillerine ve bu hareketlere yönelik bir güce sahipken, şeylerin kendilerinin yerini tutmasını bekleyemeyiz. Sanat bu hareketlerin bir parçası olabilir ve olmalıdır. Şarkı yoluyla motive edebilir, anlatım yoluyla ilham verebilir, grafik illüstrasyon yoluyla eğitebilir, ancak kendi başına bir hareket değildir. Kültürel üretim, diğer tüm toplumsal mücadele alanlarıyla uyum içinde çalışmalıdır, asla tek başına bir statüko heykelini yıkamayacaktı. Yaptığımız sanatın giderek daha marjinal hissetmesine ve aynı zamanda dünyamızın gittikçe daha fazla sayıda sanatçılar ve kültürel üreticiler tarafından tasarlanmasına ve üretilmesine sahip olma paradoksu veya çelişkisi, anti otoriterler arasında incelikli ve dinamik düşünmeyi gerektiriyor. Yine de bizim “Anarşist Sanat” tanımımız genellikle varsayılan olarak basitçe bir anarşist tarafından yaratılan sanattır; ister küçük resim grafiği, ister heavy metal şarkısı, ister agit-prop sokak tiyatrosu veya soyut bir resim olsun. Kimlik, siyasi ideallerin hakimi haline gelir ve bu bağlamda anarşizm, kapitalist alışveriş merkezinde siyasi moda olan düzinelerce ideolojik kıyafetten biraz daha fazlası haline gelir. Sanata sığ, dikkate alınmamış veya sadece eksik bakış açılarıyla yetinmek yerine, anarşistlerin toplumda sanat ve kültürün nasıl işlediğine, duyguları ve fikirleri nasıl etkilediğine ve toplumsal değişim hareketlerinin bir parçası olduklarına dair fikirlerimizi geliştirmelerinin son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Neredeyse yirmi yıldır hareket projeleri ve yayınları için aktif olarak sanat ve grafik üretiyorum, pratiğimde otoriter karşıtı kavramlar ve etik geliştirmeye çalışıyorum ve geleneksel olmayan sanat alanları için ve içinde yaratılan sanat yoluyla fikirler ortaya koyuyorum. Diğer herhangi bir anarşist ajitatör gibi, eylemlerimin etkililiğini tartışmak istiyorum, ancak bir hareket olarak kültürel çalışmayı değerlendirmek için uygun araçlara sahip değiliz. [Genel olarak konuşursak, sanat eserime diğer anarşistlerden çok az eleştirel yanıt aldım.] Kültür ve sanat niceliksel değil niteliksel olduğu için bu tür kavramsal ve değerlendirici araçları geliştirmek hayati olduğu kadar karmaşık da. Bir protestoya gelen bedenleri veya bir bağış toplayıcı tarafından toplanan para miktarını sayabilirsiniz, ancak bir kültürel ürünün veya olayın etkililiğini ölçmek için net bir ölçek yoktur. Kültür, genellikle etkili olmaktan çok daha duygulanımlıdır; politikada, hareket stratejisinde veya toplumda büyük değişikliklerden ziyade insanların bakış açılarında veya kararlarında ince değişikliklere yol açar. Öyleyse “Anarşist Sanat” üzerine yeni ve daha incelikli bir bakış açısı neye benzeyecek? Sadece anarşistler tarafından yapılan sanat değilse nedir? Bu bizi “Devlet yönetimine ve / veya kapitalist sosyal ilişkilere meydan okuyor mu?” sorusuna geri getiriyor.
Geleneksel devrimci sanata yön veren sorular, örneğin işçi sınıfının nasıl “doğru bir şekilde” temsil edileceği, düz ve giderek anlamsız görünüyor. İnsanların benim [ya da üyesi olduğum siyasi parti] gibi düşünmesini sağlayacak bir sanat yaratmak istemiyorum. Ama insanları düşünmeye teşvik eden sanat yapmak istiyorum. Derinlemesine düşünmek, karmaşıklıklarla boğuşmak ve eleştirel düşünme becerileri geliştirmek, sosyal değişim yönünde pek çok geçmiş hareketin altını oyan, kolektif bir başarısızlıktır. Zamanla, soruları yanıtlamak yerine soru soran veya muhtemelen her ikisini birden yapan sanat eserleri geliştirmeye çalıştım. 1990’ların sonlarından ve 2000’lerin başlarından beri, radikal şekillerde işleyen ancak yüzeysel anarşist propaganda olmayan grafik sanatı yaratmaya çalıştım. Chicago çevresinde çeşitli şekil ve boyutlarda şablon haline getirdiğim bir dizi yaprak resmi tasarladım. Çoğu yaprak, 60 cm x 90 cm den daha büyüktü. Yalnızca içeriğe bağlı olmaktan ziyade, bu projeye yankı uyandıran şey yeniliği ve bağlamıydı. Kimse evinin önünde devasa yaprakların boyanmasını beklemiyordu. Spreyle boyanmış olsalar da geleneksel grafiti değillerdi, bu da onları açıkça [acımasız yüzyılın başında Chicago’da] yasadışı yapıyordu. Duvar resimleri değildi ve sanat topluluğu projelerinin çoğunun yaptığı şekilde çalışıl-
Kapitalist Sosyal Ağlar
Street Art Graffiti
Chicago
madılar. Reklam değillerdi ve açık ya da basit bir mesaj iletmiyorlardı. Tüm bunlar, izleyiciyi görsel manzaradaki bu uzaylı istilasını düşünmeye zorladı. Kamuoyunda düşünmemizi talep eden çok az şey olduğundan, bu eser bir ilkti ve göründüğünden daha politikti. Başlangıçta amaçlanmasa da yapraklar aynı zamanda bir çevre beyanı haline geldi. Bitki örtüsü vaadiyle şehir manzarasına dadanıp, şehirdeki birincil yeşil alanların neden şehir sokaklarından ve işçi sınıfı Chicagoluların uğrak yerlerinden ziyade Millenium Park gibi gösterişli, tüzel koruma altındaki turistik bölgelerde olduğuna dair basit sorular ortaya atmış oldular. Sanatın izleyicinin bilincini veya bakış açısını dönüştürme potansiyeline bakılırken, biçim ve bağlamın dikkate alınması önemlidir. Özet olarak, bir yaprağın görüntüsü neredeyse hiç radikal değildir, hatta politik değildir. Önemli olan yaprağın nasıl, neden ve nerede olduğudur. Bu örnekte etkililik gereği, izleyiciyi hazırlıksız yakalayabilmek için anarşist içeriği bilinçli olarak reddetmem gerekiyordu. Ek olarak, sokakta yer aldığı için çalışma ücretsizdir ve en azından teorik olarak herkes tarafından erişilebilirdir [kentsel mekanın realpolitiği bunu karmaşık bir iddia haline getirir, ama bu başka bir makalenin konusu], ancak ironik bir şekilde bu konum sanatı da yasadışı kılar. Sanat eserinin varlığı, birisinin sosyal olarak kabul edilebilir iletişim yollarının sınırlarını aştığının kanıtıdır. İdeal olarak, bu çelişki, izleyiciye kontrol, iletişim ve kamusal alanın doğası hakkında ilginç sorular getirmelidir - ve bence bu çalışmada öyle oldu. Ama burada tarihsel an da önemli bir faktör ve ben böyle bir projenin bugün bu kadar etkili olacağından şüpheliyim. Yaprakları boyadığımdan beri sokak sanatı, kalkınma, gelişme, soylulaştırma ve mekanın ticarileştirilmesi için önemli bir değişken haline geldi. Artık bu şeyler bir tehdit olarak değil, kalite işareti olarak görülüyor. İşbirliği yapmak, inşa etmek ve organize etmek için yaratıcı yollar yaratan ve yeniden yaratan daha büyük anarşist hareket gibi, anarşist sanatçıların da tek başımıza çalıştığımızda çabalarımızın en aza indirildiğini kabul etmeleri gerekir. Ortak çalışmalarım, bireysel bir sanatçı olarak yaptığımdan çok daha önemli. Bu işbirliği birçok şekilde gerçekleşti. Bunun bir örneği, tarihte sosyal adalet mücadeleleri için gerekli olan ancak genel olarak silinmiş olan olayları veya grupları ve bireyleri kutlayan posterler yaratmak için, neredeyse yüz sanatçı ile beraber düzenlediğim “Halkın Tarihini Kutlayın” poster serisidir. Ama bu eser ana akım tarih tarafından kenara itildi. Posterler, işçinin sahip olduğu bir matbaada toplu olarak üretilir ve olabildiğince geniş bir alana dağıtılır, caddeye tutkalla yapıştırılır, sınıflara yerleştirilir, sanat ve topluluk mekanlarında ve apartmanlarda, evlerde ve yurt odalarında sergilenir. Projede derin ideolojik farklılıklara sahip tarihsel figürler yer paylaştığından posterlerin siyaseti çeşitli, hatta tutarsızdır. Ama benim için daha önemli olan husus, bu afişlerin çok sayıda insanın kendi tarihlerini tanımlayıp sahiplenmeleri için bir mekan oluşturmasıdır. Farklı sanatçılar posterler tasarladıkça bilgi alanı demokratikleşti. Sanatçılar amatör tarihçiler haline geldi ve hem geçmişin sınırlayıcıları hem de geleceğin mimarları için bir hak iddia etmiş oldu.
Sanatçıların ve tasarımcıların emeğinin toplumda nasıl harekete geçirildiği, büyük ölçüde statükoyu sürdürmek için nasıl kullanıldığına bağlıdır. Bu zorlama, ticari sanat piyasasının veya reklam endüstrisinin entrikaları gibi doğrudan yollarla gerçekleşir. Aynı zamanda daha dolaylı olarak ve irademize aykırı olarak ortaya çıkıyor: Anarşist grafitimiz gelişmeye hazır “değişen bir mahalle” için bir işaret haline geldiğinde, ya da -girişimci ustalığımız- ana akım ekonominin sınırlarında yaşama ve çalışma biçimlerimiz, diğer topluluklara neo liberal kemer sıkmayı dayatmak için model olarak kullanıldığında.
Artık Emma Goldman’ın bir fotoğrafını çekip ona Anarşist Sanat diyemeyiz. Sanatçıların, anarşistlerin ve anarşist sanatçıların kültürün bizi kontrol etmek ve ezmek için nasıl kullanıldığını netleştirmek ve özgürleşme potansiyellerini açmak için sanatta yeni modeller ifade etmeye çalışmaları zorunludur. Ancak o zaman hayatımızın baskıcı koşullarına ve kurumlarına gerçekten itiraz edilebilir.
Çeviride Yararlandığımız Kaynaklar:
Is Anarchism Still a Dirty Word? Durty Words Publishing, Victoria Brunetta & Kate O’Shea, eds. 2018
Radical Posture Dope Magazine No:5 - 2019
New Questions for Anarchist Art www.exhibits.haverford.edu