BARAKA DERGİ 2. SAYI

Page 1


Genel Yayın Yönetmeni | Ahmet Kafa Editör | Yusuf Gül Sorumlu Yazı İşleri | Gizem Kuytul Seval Ağırbaş Yayın Kurulu | Ahmet Kafa Yusuf Gül Gizem Kuytul Seval Ağırbaş Oktay Kanbur Kapak | Student housing, Clausiusstrasse Hans Baumgartner, 1936, Zürich Mizanpaj | Yusuf Gül Yazarlar | Ahmet Kafa Bilge Akbulut Cansu Tağ Deniz Sarıbakır Elif Demirci Elif Rüzgar Hanife Ayça Doğan Hazal Gönül Meltem Zeybek Nuran Çoban Özlem Gök Tokgöz Ramazan Mert Çepni Sıdıka Çakıl İletişim | barakadergi@outlook.com issuu.com/barakadergi instagram.com/barakadergi patreon.com/barakadergi

BARAKA’da yayınlanan tüm yazılardan alıntı yapmak referans vermek şartı ile serbesttir. Yayınlanan içeriklerdeki düşünceler yazara aittir. BARAKA dergisi sorumlu değildir.

BARAKA

Ahmet Kafa


Editörlerden Merhabalar, ikinci sayımızla birlikte tekrar sizlerin karşısındayız. İlk sayımızı yayınladıktan sonra gelişen süreçte siz okuyucularımızdan gelen olumlu ve güzel tepkiler; ilk sayıda belirtmiş olduğumuz, farklı coğrafyalardan, kültürlerden ve görüşlerden mimarlık öğrencilerinin kendi düşünce ve üretimlerini paylaşacağı ve zamanla bir arşiv niteliği taşıyacak sürdürülebilir ortam üretme çabamıza anlam kattı. Gelen destekleyici ve değerli yorumlarınız bizi mutlu etti. Çok teşekkür ederiz. İlk sayıdan temel düzeyde hedefimizin karşılık bulması durumu, ikinci sayının editöryel sürecinde ve genel çalışma sürecimizde iyi bir motivasyon kaynağı oldu. İlk sayı için sizlerden gelen yorum ve katkılar aynı zamanda ikinci sayının ve tabi gelecek sayıların içeriğini belirlemede etkili ve besleyici referanslar oldu. Bu dönüş süreci ışığında bizler de edindiğimiz farklı tür, konu ve bağlamdaki içerikleri değerlendirip siz okuyucularımıza sunma sürecimize devam ettik. Böylelikle derlediğimiz 2. sayımız, farklı üniversitelerde eğitim gören yazarlarımızla son haline erişti. Bu aralıkta, 2. sayı içeriğine katkıda bulunan ve bulunmak isteyen tüm yazarlarımıza üretmek istediğimiz mimarlık ve tasarım kültürü arşivine destek sağladığı için teşekkür ederiz. Keyifli okumalar...

Ağustos - Eylül | Baraka | 3


6 12 18 24 28 4 | Baraka | Ağustos - Eylül

Atmosferler : Nesneleri Kuşatan Mimari Ortamlar Çeviri : Ahmet Kafa Yazar : Peter Zumthor

Gökyüzünde Bir İmge Oyunu : Kapı | Sıdıka Çakıl

UMÖB Sakarya Röportajı

‘Engel’siz Tasarım | Ramazan Mert Çepni

Haberler


Nuran Çoban | Mekan ve Malzeme

Soundscape Experience | Neler Duyuyoruz?

Üretilen Değil Yetişen Malzeme : Miselyum Elif Demirci

32 35 40

Elif Rüzgar | Heterotopya

44

Yansımalar

67 Ağustos - Eylül | Baraka | 5


ÇEVİRİ

Ahmet Kafa (çevirmen)

Pamukkale Üniversitesi instagram: @ahmetkfa

Atmosferler Nesneleri Kuşatan Mimari Ortamlar Peter Zumthor

Bu kitap, Peter Zumthor’un 1 Haziran 2003’te Doğu Vestfalya-Lippe’deki Wege durch das Landr edebiyat ve müzik festivali, Wendlinghausen Kalesinde, (Kunstscheune) verdiği bir konferanstan derlenmiştir.

1 6 | Baraka | Ağustos - Eylül


1 The Island of the Dead (ilk versiyon). Arnold Böcklin, 1880, Kunstmuseum, Basel 2 Broad street tren istasyonu, Richmond, VA (visual art), John Russell Pope, 1919 3 Vrin’de ekmek pişirme gününde ekmek taşıyan kadınlar, Ernst Brunner, 1942. Ernst Brunner Arşivi, Basel

Atmosfer, bu soruyu karşılayan tek kelime. Bu hepimizin bildiği bir şey. Bir kişi hakkındaki ilk fikirlerimiz. İlk izlenimlere güvenmemeyi, insanlara şans vermeyi öğrendim. Yıllar geçip yaş2 landığımdaysa ilk izlenimlere inanmaya döneceğimi kabul etmeliydim. Bu <Atmosferler> başlığı bir süredir beni biraz mimarlık için de geçerliydi. Bir ilgilendiren bir sorudan türedi ve size yapıya girip odalarından birini gördüne olduğunu söylediğimde şaşırmama ğümde saniyenin küçük bir anında ilk gibi bir ihtimaliniz yok: Mimari kaliteden izlenimlerime dayanan bir hissim vuku konuştuğumuzda ne demek istiyoruz? buluyor. Cevaplamakta biraz zorlandığım bir soru. Mimari nitelik –benim hükmüme Atmosferi algısal yetilerimiz sayesinde göre değil ya- mimari rehberleri, miinanılmaz hızlı çalışan ve hayatta kalmarlık tarihini, benim işlerimi ya da bu mamıza yardımcı olması için açıkça ihyayını içermiyor. Bana göre kaliteli mitiyaç duyduğumuz bir algı biçimi olarak marlık, bir yapı beni yerimden hareket algılıyoruz. Kafamızı çevirsek de, sevettirmeyi becerdiğinde oluşuyor. Yersek de sevmesek de her durum bize yüzünde ne beni yerimden kımıldatır? karar vermemiz için gereken zamanı Onu nasıl işlerime dahil edebilirim? Fovermez. İçimizdeki bir şeyler bize hetoğraftaki gibi bir odayı nasıl tasarlayamencecik muazzam miktarlarda şeyler bilirim? – bakmayı sevdiğim bir bina ve söyler. Bir şeyleri anında reddetmenin en sevdiğim ikonlardan biri olmasına spontane duygusal tepkisini hemen idrağmen hiç görmediğim bir bina, benrak edebiliyoruz. Bu eşit derecede sace gerçekte pek uzun süre var olamahip olduğumuz ve benim de sevdiğim, mıştır.- İnsanlar her seferinde beni halineer olarak A noktasından B noktasırekete geçiren şeyleri böylesine güzel, na doğru zihnimizde organize olarak doğal bir varoluşla nasıl tasarlıyor?

3

Ağustos - Eylül | Baraka | 7


4 Bruder Klaus Şapeli Bulunduğu yer: Mechernich Yapının peyzaj yerleşmesini gösteren maket

oluşturduğumuz şeylerin düşüncesinden çok farklı. Müzikteki duygusal tepkilerin hepsini biliyoruz. Brahms’ın viyola sonatının ilk kısmında, viyola girdiğinde sadece iki saniye içerisinde müziğin içindeyiz.1 Bunun neden böyle olduğu hakkında hiçbir fikrim yok, ama mimaride de böyle. Sanatların en büyüğü olarak o kadar güçlü olmasa da müzik yine de her şeye rağmen var. Anlatmak istediğimle alakalı fikir vermesi için size notebook’uma yazdığım bir şey okuyacağım. 2003’ün paskalya öncesi perşembesiydi. Uzun, yüksek tavanlı, güzel ve büyük bir arkadda, güneşte oturuyordum. Meydan bana bir panaroma sunuyordu. Evlerin cepheleri, kilise, anıtlar, arkamdaki kafenin duvarı, sadece olması gereken sayıda insan, bir çiçek dükkanı, öğlen 11’in gün ışığı, meydanın karşısındaki hoş mavi gölge. Civardaki sohbetler, meydanın taşlarındaki adımlar, kuşlar, kalabalığın kibar mırıldanması, arabaların ve motor seslerinin olmaması, şantiye-

8 | Baraka | Ağustos - Eylül

den ara sıra gelen gürültüler muazzam yelpazede sesler yaratıyordu. Tatillerin başında herkesin daha yavaş yürüdüğünü hayal ediyorum – Şimdi gerçekliğe dönüyoruz, hep beraber hayal edeceğiz – iki rahibe ellerini havada sallıyor, Meydan boyunca kaygısızca geziniyorlar, boneleri hafifçe sallanıyor ve plastik bir çanta taşıyorlardı. Hoş, serin ve ılık bir hava vardı. Arkadda soluk yeşil döşemeli bir kanepede oturmuşken önümdeki meydanda yüksek kaidesinin üstündeki bronz heykel, arkasını dönmüş, benim gibi ikiz kuleli kiliseye bakıyordu. Tepeleri miğfer biçimli iki kulenin alt kısımları eşit değildi. Kendilerine özgü biçimleriyle yavaş yavaş yükseliyorlardı. Sivri tepesini çevreleyen altın bir taçla biri diğerinden daha uzundu. Bir ya da iki dakika içinde meydandan karşıya geçip kulelere doğru gidiyordum. Peki beni yerimden ne kaldırmıştı? Her şey. Kendiliğindeki şeyler, insanlar, hava, gürültüler, sesler, renkler, mal-

4


5 5 Palazzo Trissino Baston, Vincenzo Scamozzi, 1592, Vicenza İç Avlu 6 Öğrenci Yurdu, Clausiusstrasse Hans Baumgartner, 1936, Zürich

zemenin varoluşu, dokular ve de takdir edebildiğim, kavramaya çalıştığım, güzel bulduğum biçimler. Başka neler beni etkilemişti. Orada otururkenki hâletiruhiyem, hislerim, beklenti duygum içimi doldurmuştu. Bu durum ünlü platonik cümleyi aklıma getiriyor. “Güzellik gözün ardında kalandır.” Anlamıysa hepsinin bende içkin olduğunu söylüyor ama sonra bir deney yapıyorum. Meydanı ele alıyorum ve hislerim aynı olmuyor. Kesinlikle temel düzeyde bir deney. –lütfen düşüncelerimin basitliğini bağışlayın - Meydanı kaldırdığımdaysa hissiyatım kayboluyor. Meydanın atmosferi olmadan asla bu düşüncelerim de var olamıyor. İnsanlar nesnelerle etkileşime geçiyor, bir mimar olaraksa tüm zaman boyunca bu durumla ilgileniyorum. Aslında tutkum diyebilirim. Gerçeğin kendi büyüsü var. Elbette bu büyü düşüncelerde yatıyor. Latif bir düşüncenin tutkusu ama burada bahsettiğim şey genellikle

6 daha inanılmaz bulduğum bir şey hakkında. Şeylerin büyüsü, gerçek dünyanın büyüsü... Bir soru. Mimar olarak kendime sorduğum bir soru. Merak ediyorum da bu <Gerçeğin Büyüsü> nedir? – 30’larda Baumgartner’in çektiği bir öğrenci yurdunun kafesinde erkekler de oturup kendi kendilerince eğleniyorlardı ve kendime sordum. Bir mimar olarak bunun gibi bir atmosferi, yoğunluğu, hâletiruhiyeyi oluşturmayı başarabilir miyim? Yapsam bile nasıl olurdu? Sonra düşündüm, evet yapabilirsin. Ve düşündüm ki hayır, yapamazsın. Yapabileceğimi düşünmemin sebebi ise dünyada iyi şeyler ve o kadarda iyi olmayan şeyler olmasıydı. Bir müzik ansiklopedisindeki müzikologdan gördüğüm bir cümle vardı. Büyütüp ofisimizin duvarına astım. Dedim ki işte böyle çalışmalıyız! Müzikolog adını tahmin etmeniz gereken bir besteci Ağustos - Eylül | Baraka | 9


7 De Meelfabrik, proje, Leiden Hollanda, sohbet ve genişleme projesi maketi

hakkında yazıyordu. “Radikal diatonizm2, güçlü ve ayırt edici ritmik telaffuz, melodik duruluk, yalın ve şiddetli armoniler, ton renginin delici parlaklığı ve son olarak biçimsel yapılarının dengesindeki müzik dokusunun sadeliği ve şeffaflığı”3 Şimdiyse ofisimizin duvarında herkesin okuması için asılı. Bu alıntı bana atmosfer hakkında bir şeyler anlatıyor. Bestecinin müziğini dinledikten sonra saniyeler içinde bize dokunabilme yeteneğine sahip ama bana anlattığı şey, çok büyük bir iş yapıldığı ve mimari atmosfer yaratma görevinin de zanaat ve aktarıma indiği fikrini teselli edici buluyorum. Süreçler ve ilgi alanları, enstrümanlar ve araçlar işlerimin ayrılmaz bir parçası. Kendime bir göz atıyorum

10 | Baraka | Ağustos - Eylül

ve size yapılarımda belirli bir atmosferi üretmeye çalışırken, gidişatla ve beni en çok alakadar eden şeyle alakalı dokuz kısa bölümden oluşan bir anlatım yapacağım. Elbette sorulara verilen cevaplar son derece kişisel. Oldukça hassas ve bireysel cevaplardan başka verebileceğim bir cevabım da yok. Aslında işlerim münhasır hassasiyetlerin ürünüdür muhtemelen. Bana işleri belli bir şekilde yaptıransa bu kişisel hassasiyetlerim oluyor.

İlk cevabımın başlığı <mimarlığın gövdesi> bir mimari parçadaki şeylerin maddi varlığı.

7


8 Documentation centre, terörün topoğrafyası, Berlin, Çubuk çerçeve cephe görüntüsü, maket

Samanlıkta4 oturuyorduk ve kirişler sıralanmış etrafımızı çevirmişti vs vs. Bu tür şeylerin üzerimde duygusal bir etkisi var ve bu durumu mimarlığın ilk ve en büyük sırrı olarak adlandırıyorum. Mimarlık, dünyadaki farklı şeyleri, farklı malzemeleri topluyor ve bunun gibi mekanları yaratmak için bir araya getiriyor. Bana göre bu bahsettiğimiz şey bir tür anatomi. Kelimenin tam anlamıyla <gövde> kelimesini kastediyorum. Kendi bedenlerimiz de yapıların anatomisi gibi ve göremediğimiz şeyler de bizi kaplayan derimiz gibi. Mimarlığın benim için anlamı bu ve ben de böyle düşünmeye çalışıyorum. Beden yığınları olarak, çeper, kumaş, bir kabuk olarak, örtü, kadife, ipek, beni saran olarak. Gövdeyi! Gövde fikrini değil. Bana dokunabilen gövde olarak gövdenin kendisini.

8

Dipnotlar 1- Viola Sonata No:1 in F minör, Op.120 No.1 2- Bir müzik terimi olan diyatoni; çalınacak bir bestenin, bazı bölümlerinde belirlenen tonun dışında çalınmaması, yani kromatik değişimler olmadan çalınması. (aktaran: Gizem Kuytul) Çevirmenin notu: Mimarlık bağlamında Zumthor, radikal diyatonizmi vurgulayarak, yakalamak istediği atmosferi, diğerlerinden ayrışarak kendi ahengi içinde kalmasını sağlayan, sade ama kuvvetli imgeleri barındırması olarak anlamış olabilir. 3-André Boucourechliev – “Igor Strawinsky’nin müzikal gramerindeki gerçek rus ruhu” 4- Barn, ing. Yerleşmiş bir imge olarak avrupa kültüründe ahır veya samanlık olarak kullanılan kırma çatılı yapı türü.

Ağustos - Eylül | Baraka | 11


GÖRÜŞ

Sıdıka Çakıl Kocaeli Üniversitesi instagram: @s.cakiil

Gökyüzünde Bir İmge Oyunu: Kapı Binlerce, milyonlarca nokta… Karanlığın içinde bizden bağımsız ışıldıyorlar. Gündüz göz bebeklerime gelen güneşin ışığından kaçırdığım gözlerimi gece yukarı kaldırır izlerim. Binlerce noktayı birleştirir, türlü düşüncelerle yıldızların arasında dolaşırım. Her bir kombinasyon farklı bir nesneye, farklı bir düşünceye ve imgeye dönüşür. Aslında her bir yıldız her kombinasyonda farklılaşan bir harftir, kimi zaman da bir notadır benim için. Bu gece de gözlerimi gökyüzüne çevirdim ve harflerle bir oyun oynadım. İşte oyunun bir parçası, işte bu geceki imgem…

yanlış olmaz belki de. Fiziksel koşullar nedeniyle geçirdiği aşınma ve yıpranmalarla birlikte sembolik bir imge haline dönüşüyor. Böylece sanat için de kullanılabilen bir nesne haline gelebiliyor.

Kapı… Gökyüzündeki harfler bir araya gelmiş ve bir kapıyı oluşturmuşlar ya da sanırım onu harflerden ben oluşturdum. Kapıları düşündüm bir süre. Kapı neydi? Sadece bir geçiş mi sağlıyordu? Bitiş miydi yoksa bir başlangıç mı? Bütün bu sorularla gökyüzündeki diğer harflere doğru dolaştım ve oyun başladı. Anlam kapsamı çok geniş olan kapılar, anlam ve biçimi bir araya getiren bir gösterge aslında. Böylece sıradan bir nesneden çok daha fazlası olduğunu bize gösteriyor. 1 The Door (Admissions Office), 1969, David Hammons

İlk çağdan günümüze kadar geçen dönem içinde hem biçimsel hem de kavramsal nitelikte değiştiği, başkalaştığı ve dijital imgeler çağına ayak uydurduğunu söylemek

12 | Baraka | Ağustos - Eylül

1


Kapıları kullanarak oluşturulan birçok eser mevcut. Örneğin, Afroamerikalı Hammons’un “The Door Admission Office” isimli eseri, 1960’lı yıllarda insanlara ten renklerinden dolayı yapılan baskı ve şiddete yönelik bir eleştiridir. Sanatçı, elleri, yüzü ve gövdesini boyayarak kendi izini bıraktığı bir kapı, siyahilere yapılan şiddete karşı bir iz artık. Tabi bu sadece sanata yansımasından bir örnek olarak verilebilir. Kapı imgesi; mimari, heykelcilik, düşünsel ürünler ve benzeri birçok alanda kendini gösterebilen çok anlamlı bir kelime. Mimari… Duvarlardan oluşan mekanlar… Hangi malzeme olduğunun bir önemi olmaksızın hepsi bir girişe sahip. Duvarlar değişmiyor. Onlar sabit iken kapılar sürekli bir devinim içerisinde. Zihinsel ve fiziksel bir geçiş mekanı. Kapıyı kapatırsan bir kutuya dönüşüyor, açıldığında ise mekanlar birbirinin içine

akabiliyor. Çok eski çağlarda çatılardan açılan girişler zamanla mekanın yüzeyine konumlanmış. Günlük hayatımızda karşılaştığımız ama genelde dikkat etmediğimiz kapılar gibi onu oluşturan parçalar da en az kapının kendisi kadar değer görmeyi hak etse de, algılar bütünü görmeye alışıktır. Oysa parçalar bütünü değerli kılar. Parçalar olmadan bütünden de bahsedilemez. Neden genelde bütünü görürüz? Belki de beynimizin bize algısal olarak yaptığı bir oyundur. İlk temas… Bir kapı kapalıysa ardındaki her zaman merak uyandırıyor. Ama kapı kendi yapısıyla ve üzerindeki sembollerle ardındaki yaşantıyı anlatabiliyor. Bu şekilde göreceklerimizi en baştan hazırlayan bir etken olduğunu söyleyebiliriz. Bir kapının malzemesine bakarak o ailenin ekonomik durumunu, üzerindeki sembollerle kültürünü tanıyabiliyoruz. Günü-

Ağustos - Eylül | Baraka | 13


müzdeki fabrikasyon, birbirinin aynı üretilen kapılarla bütün bunlar nasıl anlaşılıyor diyebilirsiniz. Ama eski kapının tokmaklarına bakarsanız çokça şey anlayabilirsiniz. Her bölgede farklılaşan bu tokmaklar inançlara, kültürlere göre değişiyor. Kimi zaman bir el, kimi zaman bir aslan başı çok şey anlatıyor insanlara. Bazı bölgelerde ise kapının rengi bile farklı ifadeler anlatıyor. Eskiden Anadolu’da bazı yerlerde evden kısa süre olamayacağını göstermek için kapıya kısa ip, uzun süre olmayacağını göstermek için uzun bir ip bağlanırmış. Bu şekilde kapıya gelenler bu iple bir karşılaşma yaşayarak insanların evde olmayışını anlayabilirlermiş. Bir başka gösterge ise kapıyı kadın mı yoksa erkeğin mi çaldığını anlamak için tokmağa vurma sayısının cinsiyete göre değişmesi. Aslında tüm bu örnekler kültürün kapıların üzerinde bir etkisi diyebiliriz. Tarih akışı için-

de insanın kendi varlığıyla kültürün somut varlığı kavrayışının ve biçimlendirişinin iç içe girdiğinin göstergesi. Eşik… İçerisi ya da dışarısı, bunu kim belirliyor? Her mekan sınırlarıyla var oluyor ve şekilleniyor. Kendi var olduğumuz, yaşadığımız yeri güvenli sayıyor ve aidiyet duygusu besliyoruz. Peki bu duyguyu hissettiren şeyin ardında ne var? Kapının kapalı ya da açık olmasıyla neler değişir? Kapıya ait fayda bilgisi açık mı yoksa kapalı mı olduğunu bilmekle ilintilidir. Kapalı olduğunda mekanı kendimize ait hissederiz ve bu noktada konuya mahremiyet kavramı da girer. Mahremiyet, sığınma, güvenlik… İnsanın varoluşundan bu yana süre gelen dürtüler. Bir kapının kapalı olması nasıl bize o mekanın aidiyetini vermez mi? Kendimizi daha güvende hissederiz. Tabi eğer o kapıyı biz isteğimizle kapattıysak. Diğer türlü belki de bir tutsaklığa dönüşür. Büyük bir pandemi sürecinden geçen bizler de kapıların ardına girmedik mi bir süre. Kimimiz büyük apartmanların küçük odalarındaki kapıların ardına sığındık, dünyadaki fiziksellikten kaçmak için. Bu sefer de teknolojik aletler dışarıya açılan bir kapıya dönüşüverdi. Evlerin kapılarına değil de pencerelere yöneldik; biraz daha nefes almak, gökyüzündeki yıldızları izlemek, orada gezinmek için ve ben de şu an imge oyunumu burada oynuyorum. Peki bir tek yaşadığımız evlerin mi kapıları var? Tabi ki de hayır. Kentlerin de ülkelerin de girişinde kapıları vardır aslında. Kimi zaman uçakla yurtdışından gelen biri için havaalanı bir kapıya dönüşür. Kimi zamansa eski çağlarda yapılan görkemli kapılar kentte karşılar bizi. Eski çağlardan bu yana önem verilen kapılar kimi zaman büyüklükleriyle ve işçiliğiyle bir güç gösterisine dönüşmüştür. Kapılar ilk karşılaşma anıdır ve ardındaki yaşantıyı sembolize eder. Hatırlayın insanlarla bile karşılaşırken ilk izlenim her zaman önemli-

14 | Baraka | Ağustos - Eylül


dir. Kendini fizikselliğiyle ifade eden bir nesne için bu durumun ne kadar önemli olduğunu bu şekilde kavrayabilirsiniz.Konum… Kapının varlığından söz ediyoruz. Peki nereye konumlandığı da önemli mi? Her kapıyı görmek istiyor muyuz? O kent girişlerinde göstermek isteğimiz görkemli kapılar ile bir oda kapısı aynı faydayı mı sağlıyor? Konumlanma ve fayda konusunun insan psikolojisi üzerinde çok etkili olduğunun farkında olmalıyız. Bir hastane tasarlayan mimar ve yoğun ba kımdaki yakınını günlerce bekleyen bir hasta yakını düşünün. O mimar, hasta yakınının günlerce beklediği hastanın artık yaşamadığını ve önünden geçirilerek götürüldüğünün nasıl bir duygu olduğunu bilse yoğun bakıma o yakının göremeyeceği şekilde bir kapı daha koyardı. Bazen bir kapı daha eksik koyarak istemeden insanların psikolojilerini bile tasarlıyoruz ve bunun farkında bile olmuyoruz. … Gece ilerliyor ve gökteki yıldızlar da ay da yerini değiştirmeye başlıyordu. Yıldızlarla imge oyunuma devam ediyordum. Kapıyı düşünürken aklıma gündüz gördüğüm eski kapılar geldi ama onları bir mekanın parçası olarak görmedim. Eskimiş parçaları artık bir fayda sağlamıyordu. Yan yatırılmış bir şekilde yerde duruyorlardı. Fiziksel koşullarla zamanla üzerlerindeki aşınmalar oluşmuştu. Kim bilir ne zaman, kim tarafından ve nerede yapılmıştı? Kimi güvende hissettirmişti varlığıyla. Kaç kişi geçmişti onların oluşturduğu eşikten. Bu gece göğe baktığımda benzettiğim imgenin sebebi de onlar mıydı? Bu soruların cevabını bilmiyorum. Ama onların sıradan bir nesne olmadıklarından ve gökyüzüne her baktığımda benim için farklı bir imgeye dönüşeceklerinden eminim.

Ağustos - Eylül | Baraka | 15


RÖPORTAJ

UMÖB Sakarya Sakarya Üniversitesi instagram: @umobsakarya

UMÖB Sakarya 27 yıldır Türkiye’nin farklı kentlerindeki mimarlık öğrencilerini buluşturan Ulusal Mimarlık Öğrencileri Buluşması (UMÖB), gerçekleştiği süreç içerisinde öğrencilerin mimarlık ve tasarıma dair birlikte tartışabildiği, üretebildiği ve eğlenebildiği sürdürülebilir bir ortam yaratmasıyla bizler için çok değerli bir etkinlik konumunda. Farklı üst başlıklar altında toplanan yürütücülerin, konuşmacıların ve öğrencilerin birlikte ürettiği bu değerli etkinliğin gelecek dönemki ev sahibi Sakarya Üniversitesi ve kenti. Biz ise mevcut pandemi süreci bağlamında gelecek UMÖB organizasyonunun ev sahiplerinden Sakarya ekibiyle ‘’Kaos’’ teması altında üstlendikleri UMÖB organizasyonundan ve pandemi sürecinin organizasyon içeriğine etkisinden bahsedeceğiz. UMÖB Sakarya Ekibi: BA: Bilge Akbulut CT: Cansu Tağ DS: Deniz Sarıbakır MZ: Meltem Zeybek HG: Hazal Gönül

16 | Baraka | Ağustos - Eylül

BD: Merhaba arkadaşlar, öncelikle sizi tebrik ediyoruz. UMÖB 20’yi Sakarya kentine ve okulunuza taşıdınız. Bu süreçle birlikte kısaca kendinizi tanıtır mısınız? BA: Merhabalar ben Bilge Akbulut. Sakarya Üniversitesi’nde 4. sınıf mimarlık öğrencisiyim. Bundan önceki UMÖB’lere ve UMÖB dışında da diğer okulların düzenlediği etkinliklere aktif olarak katılan biriyim. Bu organizasyonlarla okul-öğrenci bağının daha zengin bir hal alması ve bu bağın okul sınırlarından da taşan bir arayüzünün olması, şu anda kurgulamaya çalıştığımız umöb için bizi motive eden en önemli etkenlerden biri. UMÖB’ü Sakarya’ ya taşımak ayrı bir heyecandı bizim için, bölüm öğrencileri olarak da bizi bir araya getiren bir araca dönüştü.  CT: Merhaba ben Cansu Tağ. Sakarya Üniversitesi 4. sınıf mimarlık öğrencisiyim. Sakarya Üniversitesi mimarlık öğrencileri bağlamında düşünüldüğünde, dönem içlerinde ve sonlarında organizasyon düzenlemeleri ile öğrencilerin etkin ve moti-


vasyonlarının yüksek oluşu UMÖB 20’nin Sakarya’da gerçekleşmesini istememizde bizi heyecanlandıran ve güven veren bir etkendi. UMÖB ve atölye deneyimlerimin olmasına rağmen ulusal bir etkinliği organize eden ekip içinde olup organize etmenin yanında bilgi alışverişinin ve tartışma ortamının oluşu tatmin edici ve heyecan verici bir deneyime dönüştü. DS: Merhaba ben Deniz Sarıbakır. Sakarya Üniversitesi 4.sınıf öğrencisiyim. Mimarlığı ve eğitimi Türkiye’nin her şehrinden gelen öğrenciler ile yeniden tartışmak ve yeni bakış açıları kazanmak benim için çok kıymetli. UMÖB’ü Sakarya ekibi olarak üstlendiğimizde aslında ilk UMÖB deneyimim olan UMÖB Kocaeli’nde çok verimli bir süreç geçirdiğimden bu etkinliği kendi okulumuz adına üstlenmek ve Sakarya bağlamında yeniden kurgulamak çok heyecan verici bir düşünceydi. Süreç aslında pandemi ile şekil değiştirse de biz yine aynı motivasyonumuz ile bu süreci planlamaya devam ediyoruz. MZ: Merhaba, ben Meltem Zeybek. Sakarya Üniversitesi 4. sınıf mimarlık öğrencisiyim. Atölyelerin meslek disiplinine katkı ve etkisinin çok kıymetli olduğunu düşünmekteyim. Bunu daha önce katıldığım birçok atölyenin geri dönüşü olarak söyleyebiliyorum. Kente, değerlere, doğaya, insanlara, sanata, mesleğe, hayata ve birçok şeye yaklaşımımızı etkilediğini gözlemleyebiliyorum ve bunun için çok mutluyum. UMÖB ise mimarlık, mimarlık öğrencileri, mimarlar (ve belki de dışarıdan dahil olan biri) için çok önemli bir değer. UMÖB’ü sahiplenmek bizim için; heyecan verici, stresli, sorularla dolu, duygu karmaşası içeren bir andı.

Heyecan duygusu hepimizde ağır basmış olmalı ki diğer soruların üstünü örtüp bu sürece dahil olmak istemişiz. İyi ki de istemişiz diye düşünüyorum. 2020 yaz dönemi için Sakarya ev sahipliğinde gerçekleştireceğimiz UMÖB, bu yılın getirdiği ve hala getirmeye devam ettiği olağanüstü durumlar sebebiyle farklı bir kurgu ile ele aldığımız bir buluşma olacak. Böylelikle belki de yıllardır sürdürülen bu buluşmanın akıllarda beliren o kalıplaşmış kurgusunu kıran ve farklı kurgular ile gerçekleşmesini sağlayacak bir sürecin de önünü açmış olabiliriz.  HG: Merhabalar, öncelikle tebrikleriniz için çok teşekkürler, ayrıca bu röportaj teklifi ve kendimizi ifade edebildiğimiz bu platform için biz size teşekkür ederiz. Ben Hazal Gönül, Sakarya Üniversitesi mimarlık bölümünden bu yıl mezun oldum. Mimarlığı severek öğrenmeye ve yapmaya çalışan bir mimarlık öğrencisiydim ve şimdi aynı heyecanları yaşayan yeni mezun Ağustos - Eylül | Baraka | 17


bir mimarım. Mimarlığın eğitim hayatının yanı sıra sunduğu sorgulama, tartışma, düşünme, düşündürme, buluş-tur-ma, karşılaş-tır-ma potansiyelleri beni bu meslek adına şevk eden ve bana enerji veren önemli şeylerden biri. Bu sebeple bu şekilde mimarlığın kurduğu etkinlik ve ortamlarda bulunmak, hem teknik hem de kuramsal açıdan bana iyi gelen ve hep içinde olmak istediğim bir durum ve bu konuda aktif biriyim ve umarım bu hep böyle kalır. 2019 yaz UMÖB’ü olan UMÖB Kocaeli’de heyecanla ve arzuyla 2020 yaz dönemi buluşması için ev sahipliği yapmaya aday olduk  ve bunun için hak kazandığımızda gerçekten çok mutlu olduğumuzu söyleyebilirim. Planlama sürecinde okulumuzda oluşturduğumuz kalabalık ekibimizle toplantı, tartışmalar, okumalarla birlikte bu süreci yürütmeye başlamış ve işler tıkırında giderken pandemi gerçeğiyle karşı karşıya kaldık. Biraz durup bekleme sürecinden sonra normalimizin değiştiği şu zamanda, UMÖB’ü de dönüştürmenin ve hepimizin yaşadığı gerçeklik durumuyla çalışabilecek bir süreç belirlemenin en azından hasret kaldığımız ortamları bir nebze de kurabileceğine inanarak yeni bir atölye serisi başlattık ve çalışmalarımıza devam ediyoruz.

BD: Peki önceki UMÖB’lerle ve organizasyonun kendisiyle ilk tanışıklığınız nasıl gerçekleşti? CT: UMÖB ile ilk tanışmam, Kocaeli UMÖB etkinliğine katılmam ile oldu. Daha önce sadece isim olarak etkinlikten haberdar olmam dışında sosyal medya ile de bir ön-

18 | Baraka | Ağustos - Eylül

ceki UMÖB sayfalarının ve depo grubunun çalışmalarını inceleme fırsatı yakalamıştım. Kocaeli UMÖB’e katılmam ise sadece mimarlığa dair değil hayat dair yeni bir bakış algısı oluşturdu. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen insanlarla aynı çatı altında aynı sorunları dert etmek, fikir alışverişi yapmak çok keyif verici ve heyecanlı bir süreçti. Bu tarz bir etkinliğin mimarlık öğrencilerini ve buna bağlı disiplinlerini bir araya getirme geleneği olması aslında yeni arayışlarımızın hep olması ve bu arayışlarımızın bizi hep beslemesi mimarlık disiplinin en güzel özelliklerinden ve en iyi fırsatı olarak nitelendirdiğim bir etkinlik süreci olmuştu.  BA: UMÖB Mardin’de söyleşi veren bir hocamızın paylaşımları ve bunun üzerine Aura İstanbul’da mimarlık eğitimine alternatif


yaklaşımlarla ilgili bir foruma katılmam beni UMÖB süreciyle tanıştırdı. Kocaeli ekibinin düzenlediği bu buluşma, UMÖB varlığı ve alt yapısıyla ilgili bilgi sahibi olmamı sağladı ve sonrasında Kocaeli ve İstanbul UMÖB’lere de katılım sağladım. DS: UMÖB ile ilk karşılaşmam UMÖB Adana başvurularını sosyal medyada görmem ile oldu. Adana’ya katılamasam da sonrasında Kocaeli ve İstanbul’da düzenlenen UMÖB’lere katılma fırsatım oldu ve ilk katıldığım UMÖB Kocaeli’nde, Sakarya ekibi olarak bir sonraki yaz UMÖB’ünü üstlendik. Zaten bir hafta boyunca etkinliği birebir deneyimlediğimiz için ekip ile Sakarya bağlamında UMÖB’ü yeniden kurgulamak için tema tartışmaları ile başladık. Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü ve Sakarya’yı da kapsayan ve mimarlık ile de ilişkili tartışma konuları açacak Kaos(Chaos) kavramını seçtik. MZ: UMÖB’ü Kocaeli Üniversitesi’nin  yaptığı bir atölye çalışmasında tesadüfen duydum ve çok etkilendim. O yaz dönemi için UMÖB, Mardin’de “sınır” teması ile olacaktı. Başvuruları sırasında İzmir’de bir mimarlık atölyesindeydim ve heyecanla  orada hazırladığım bir video ile başvuru yapmıştım fakat ilk UMÖB deneyimim bir sonraki yaz dönemi UMÖB Kocaeli ile oldu. Zaten o dönem atölyede bulunan arkadaşlarımla sonraki yaz dönemi yapılacak olan UMÖB’ü sahiplendik. Yani 2020 yaz dönemi; covid19, pandemi, karantina, yeni normal? Nasıl dile getirirsek … HG: Mardin UMÖB’ündeki paylaşımlarla ilk defa karşılaştığım UMÖB’le, somut olarak

ilk karşılaşmam 2019 yazında Kocaeli’de gerçekleşen UMÖB 18,5’da katılımcı olduğumda oldu. İlk defa katılmış olsam da çok eğlendiğim ve öğrendiğim bir ortamdı ve gerçekten ilgimi çekti. Bu UMÖB’ün sonunda da aynı okuldan katıldığımız arkadaşlarımızla, yani şimdiki ekip diyebiliriz, 2020 yaz dönemi için adaylık koymaya karar verdik ve seçildik. Birçok farklı hayalle yola çıksak da şuan olduğumuz durumda da en azından bu güzel ortamın sürekliliğini sağlayabildiğimiz için mutluyuz. Tedbir unsurlarıyla, mesafelerle kısıtlanmak durumunda kaldığımız bu dönemde, süreci en iyi şekline dönüştürmek için çabaladık hep ve çabalamaya devam ediyoruz. Umarım en az diğer UMÖB’ler kadar iyi bir atölye serisi olur.

Ağustos - Eylül | Baraka | 19


BD: Henüz tanışık olmamış arkadaşlar için UMÖB nedir? Mimarlık ortamı ve üretimi için ne ifade ediyor? UMÖB 1993 yılından bu yana yılda iki kez olmak üzere, mimarlık öğrencileri tarafından, farklı ev sahibi ekiplerle, farklı şehirlerde, Türkiye’nin tüm mimarlık fakültelerinden ve kardeş disiplinlerden öğrencileri bir araya getirme amaçlı düzenlenen bir etkinliktir. Buluşmaların yapısı itibari ile her buluşma, alternatif birer karşılaşma-tartışma, deneme ortamına dönüşür.  Bizce UMÖB’ün en güzel yanı, herkesin kendi istediği altlıkta kendisini beslediği bir yönünün olması. Bunu da güzelleştirip tetikleyen şey, farklı karşılaşmalar ,şehirler, eğlenceler, atölyeler ve ekip olabilme ruhunu bir hafta içinde sahiplenme hissi. Mimarlık eğitimi ve üretimi de genel olarak etkileşimler, grup dinamizmi ve aktif üretim içeren bir süreç. Mimarlık ortamı için UMÖB, en önemli arzu olan etkileşimi ulaşılabilir kılan ve biz mimarlık öğrencilerine de bu ortamda her defasında farklı atölyeler deneyimleme şansı yakalayıp tartışarak, karşılaşarak mimarlığı yeniden düşünme fırsatı sunan bir etkinliktir. Açıkçası mimarlık öğrencileri olarak bir arada olma eyleminin somut olarak en iyi karşılıklarından biridir diyebiliriz. BD: Açıkçası UMÖB’ü üstlenme motivasyonunuzu merak ediyoruz. Hangi düşünce ve isteklerle 39. UMÖB organizasyonunu üstlendiğinizden bahseder misiniz?  Birkaç dönemdir etkinliğin sahiplenilmesi ve devamıyla ilgili başlıklardaki tıkanıklık tedirgin edici bir yöne doğru gidiyor gibi du-

20 | Baraka | Ağustos - Eylül

ruyordu, bunu hisseden ekiplerden biri de Kocaeli ekibi olabilir. Normalde belli olması gereken kış UMÖB’ü sahipleri bile belli değilken üzerine yaz UMÖB’ü için aday olacak ekipler de yoktu. Bizi tetikleyen bu durumun kendisi olabilir. Belkileri, acabaları bir kenara koyarak bu sürece dahil olmaya karar verdik. Bu sorumluluk ve süreç, Sakarya öğrencileri için oldukça heyecanlı ve birleştirici bir güçtü. Aynı zamanda da bu birleştirici güç yeni yüzlerle ve yeni ortamlarla karşılaşacak hatta ev sahipliği yapacaktı.  BD: Bu dönemki UMÖB temasını ‘’Kaos’’ olarak belirlediniz. Mevcut pandemi durumunu ele aldığımızda, pandeminin genel bir kaos etkisi yarattığını da söyleyebiliriz. Bu tesadüfi bir durum mu yoksa pandemi bağlamında belirlenmiş bir tema mı? Rica etsek ‘’Kaos’’ başlığı altındaki gündeminizi ve başlığı seçme nedeninizi biraz açar mısınız? Kaos sizler için ne ifade ediyor? Ayrıca “Kaos” temasını belirlerken ve genel yol rotanızı ortaya çıkarırken süreç nasıl ilerledi? Chaos nedir? Biz de bunun üzerine çok düşündük. Eğer bahsettiğiniz anlamda ise evet temamızın pandemi sürecine denk gelmesi tamamen tesadüf.  UMÖB’ü ilk sahiplendiğimiz andan itibaren okulumuz Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencileri ile birlikte ortak ve katılımcı bir süreç yönetme kararı aldık.


Bununla birlikte birçok toplanma gerçekleştirerek tema üzerine saatlerce konuştuk diyebiliriz. Bu konuşmalarla ortaya birçok konu atıldı fakat hepimizin ortak noktası bölüm olarak yaşadığımız ‘yersizlik, aidiyet, göçebelik, dönüşüm, kimlik-kimliksizlik’ gibi ortak düşünceler oldu ve biz de hep birlikte bu konular üzerine konuşmaya tartışmaya başladık. ‘Chaos’ bizi birleştiren noktada ortaya çıktı. Bu şeyler olumsuzluk mu, karmaşıklık mı, bizi bir araya getiren ve bağlı tutan durum mu? vb. birçok soruya yanıtı ‘Chaos’ kavramının sonsuz düşünme gücünde bulduk ya da hala ve her an arıyoruz diyebiliriz ve

bu atölye sürecinde her fikre açık bir şekilde aramaya devam edeceğiz. Yani aslında Chaos’un kendisi bir altlıktır. Tartışmalara, gözlemlere, ‘fark etmeye’ zemin hazırlar. Kavramın ne olduğu ne ifade ettiği ve nelere dönüşebileceği de Chaos’un içinde gizlidir.  Tartışmanın ve düşüncenin kendisi bir zeminde var olur. Üretimi tetikler. Aynı zamanda çeşitlilik ve aktiflik sağlar. Zeminin metaforik rengi (bir tuval gibi) ne ise, üzerinde anlatılmak istenen şey için zeminden referans alınır. Zeminler; farklı şehirler, farklı ortamlar, düşünceler, yöntemler ve yorumcu-üretici olan katılımcılardır.

Ağustos - Eylül | Baraka | 21


BD: UMÖB etkinlikleri genellikle bulunduğu kentle içsel bir bağ kuruyor. Oluşturulan atölyeler, tartışılan konular genellikle mevcut kent üzerinden kuruluyor. Böylelikle kentleri anlama fırsatı yakalayıp ona dair fikirler, sözler üretebiliyoruz. Belki de sadece UMÖB vesilesiyle Sakarya’ya gelebilecek mimarlık öğrencileri için Sakarya kentini bu bağlamında nasıl ele alabiliriz? UMÖB 20 Ekibi olarak bu süreci her UMÖB’de olduğu gibi kendi şehrimiz Sakarya’da gerçekleştirme hedefiyle yola çıktık. Hatta sürece herkesi dahil edebileceğimiz ve tartışma ortamı kurabileceğimiz bir kamp kurgusuyla açmak gibi bir hayalimiz de vardı. Ancak mevcut durumlar yüzünden kendimizi ve kurgumuzu revize etmemiz gerekti. Yaşadığımız bu olağanüstü süreç her açıdan değişim ve dönüşümü de beraberinde getirdi. Birçok günlük pratiğimiz de bu sürece adapte olduğu gibi, eğitim ve sosyal hayatımız da online buluşma ve toplanma ortamlarına entegre olmaya başladı.  Biz de Ulusal Mimarlık Öğrencileri Buluşması’nı bu yaşanan yeni durumun getirdiği aksaklıklara rağmen ertelemek yerine alternatif bir buluşma ortamı ile gerçekleştirmek istedik. Bu süreci yönetebilmek adına yeni fikirler ortaya koymak için uğraştık ve yeni bir atölye serisi oluşturduk. Şehirler arası ulaşımın bu dönemde riskli ve tehlikeli bir durum olması ve online atölyelerin istediğimiz karşılaşma ortamının karşılığını veremeyeceği düşünceleri ile birlikte, Ulusal Mimarlık Öğrencileri Buluşması’nın

22 | Baraka | Ağustos - Eylül

bir şehirden ziyade seçtiğimiz birkaç şehirde, kentin açık-yeşil alanlarında bir araya gelebileceğimiz, sosyal mesafe kurallarına uyarak ama aynı zamanda buluşma, karşılaşma ve tartışma ortamının potansiyelini de yaşayabileceğimiz yeni alternatif ortamlar kurma fikriyle yola çıktık ve bunun için çalışmalarımıza devam ediyoruz. BD: Pandemi süreci aylardır küresel çapta çoğu organizasyonu ve etkinliği etkilemiş durumda. Peki bu süreç 39. UMÖB organizasyonunun içeriğini ve kurgusunu nasıl etkiledi/ değiştirdi? Bu konu bağlamında katılımcıları ve yürütücüleri bekleyen süreçten bahseder misiniz? Dediğiniz gibi bu süreç bizi de oldukça fazla etkiledi. Ön hazırlık sürecini tamamlamış ve epey yol almışken ülkedeki ilk korona vakası ve hepimizin bildiği o zorlu süreç ile karşı karşıya kaldık. Bir süre sessizlikten sonra… Ne yapacağız, nasıl olacak, her şey normale dönecek mi, ertelemeli miyiz? gibi sorularla dolu bir gündemimiz oldu. Yine bir sessizlik… Bu sessizliğin ardından süreci tekrar ele aldık. Atölye başvurularını her şehirden gelebilecek atölye fikirleri ile açmayı, buluşmayı ise katılımın sağlanacağı şehirlerde eş zamanlı atölyeler ile yürütmeyi planladık. Böylelikle yaşadığımız ve konakladığımız kentlerde bir araya gelme fırsatı bulmayı ve aynı zamanda özlediğimiz buluşma ortamlarında mimarlığı tartışma, üretme ve yeniden düşünebilme olanağını daha küçük ölçekte kurmayı hedefliyoruz.


BD: Bu konuşmaya vakit ayırıp sorularımızı yanıtladığınız için sizlere çok teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz şeyler var mı?

için de sizi ayrıca tebrik eder, çalışmalarınızın devamını dileriz.

UMÖB 20 sürecine elimizden geldiği kadarıyla yeni bir bakış açısıyla yaklaşmaya çalışıyoruz. Bu yeni karşılaşma yorumunun kendi öz eleştirisini de önümüzdeki zamanlarda yapabilmeyi umuyoruz. Chaos’un kendisi, bizi sadece temamızda değil, fiziksel ve içsel sürecimizde de yalnız bırakmadı. Ekipçe Baraka Dergi ailesine teşekkür ederiz böyle bir platformda bizlere de yer verdiğiniz için. Bu güzel dergi girişiminiz

De-monte (İstanbul): UMÖB Sakarya Ekibi

UMÖB Sakarya Atölye ve Yürütücüleri:

Entropikent (İzmir): Büşra Ayşegül Telef, Mert Ergin Belirsizlik Hissi (İzmir): Alper Aksu, Oktay Kanbur His (Denizli): Furkan Çetin, Aybüke Oktay, A. Hatun Üstünçelik, M. Esad Atasoy, Mısra Kütük, Bertan Karaca

Ağustos - Eylül | Baraka | 23


GÖRÜŞ

Ramazan Mert Çepni MSGSÜ instagram: @ramazanmertcepni

‘Engel’siz Tasarım Kent dediğimiz heterojen kalabalıkta ne tür bir homojenlikten bahsedilebilir? Toplumsal birleşim ne kadar ayrımcılık oluşturur? Örneğin; ihtişamlı bir merdiven ile ulaşılan yapıya değersiz bir köşesinde yapılan rampa teorik olarak engelli kullanımına açık bir yapı haline getirir ama gerçekten getirir mi? Burada tasarımın oluşum amacına inilmeli belki de. Bir tasarım gerçekten herkes için ise kullanıcı gruplarını ayrıştırmamak gerekir. Tasarım gerçekten herkes için ise proje çizimleri bittikten sonra engelli kullanımına uygunluğu tartışılmamalıdır. Ayrıca herkes tarafından ‘evrensel tasarım, herkes için tasarım, engelsiz tasarım’ kavramları betimlenmiş olarak, tekerlekli sandalye olarak gündeme gelir. Engeller fiziksel olabileceği gibi sosyal, maddi, ruhsal gibi durumlarda da karşımıza çıkabilir. O binaya girebilmek için ya da maddi olarak birilerinin bir yere girememesi durumu da birçok yapıya girerken içerisinden geçtiğimiz x-ray cihazı da bir engel değil midir? Dünyada fiziksel engellilerin oranı %15 iken

24 | Baraka | Ağustos - Eylül

bahsettiğim nedenlerden dolayı her insan her gün birçok engele maruz kalıyor. Bu pencereden bakıldığında engelli olmak konusunda evrensel olduğumuzu söyleyebiliriz. (Görsel 1) Evrensel tasarımın tarihine bakmak gerekirse mimari anlamda literatüre girişi 1980’li yıllarda Amerikalı mimar, ürün tasarımcısı ‘Ronald Mace’ tarafındandır. Mace, küçük yaşlarda felç geçirerek hayatını engelli bir şekilde bir şekilde devam ettirmek durumunda kalmıştır. Çalışmaları genelde bu doğrultuda ilerleyen Mace’in, ‘North Carolina State University’ altında oluşturduğu ‘Center for Universal Design’ ekibi evrensel tasarım için 7 temel ilke belirlemiştir: • Eşit kullanım prensibi (equitable use) • Kullanımda esneklik prensibi (flexibility in use) • Basit ve sezgisel kullanım prensibi (simple and intuitive) • Algılanabilir bilgilendirme prensibi (perceptible information)


1 Center of Design for All / Slovak University of Technology in Bratislava

• Tasarımda hata payı prensibi (tolerance for error) • Düşük fiziksel güç harcanması prensibi (low physical effort) • Yaklaşım ve kullanım için boyut ve mekân sağlanması prensibi (size and space for approach and use) Ütopik olarak engellerinden arınmış bir şehir ya da dünya hayal edersek bu mutlak bir çözüm ya da mutluluk sunar mı? ‘Herkes için tasarım’ sadece var olan her şey için midir yoksa var olabilecekler için de geçerli midir? Bu konularda mimarlığın rolü çok büyüktür. ‘Kamusal alan’ diye tanımladığımız mekanlar başlıca sorunudur konunun. Bununla birlikte mimarlığın sunduğu avantajları kullanmak tamamen topluma ve bireylere bağlıdır. Engellerinden arınmış bir şehir tek başına bir anlam ifade etmez çünkü bu prensiplerin ortaya çıkması bireylere bağlıdır. Mimarinin çözemeyeceği bir konu olarak insan hisleri ve davranışları vardır. (Bundan etkilendiğini de göz önünde bulundurmak lazım.) Evrensel tasarımın anahtar unsurları; ‘dönüştürülebilirlik, bileşenlerin uyumu, modüler olabilme, basitlik ve kısıtlı bireyin performansının sınırlarını geliştirebilen düzenlemeler’ olarak tanımlanmıştır. Bu kav-

ramlar yalnızca mimarlığın değil kentsel tasarımdan ürün tasarımına kadar uzanan geniş yelpazedeki tüm tasarım sınıflarının sorumluluğudur. Buradan yola çıkılarak Cavington ve Hannah (1997) evrensel tasarım için 6 temel kural belirlemiştir ve bu kurallar ile engelli-engelsiz insanlar diye sınıflaştırmayı yok etmeyi amaçlamışlardır. • Olabilecek en fazla sayıda kullanıcıya saygınlık ve bağımsızlık sağlayan, • Ürünün bütünlüğünü tehlikeye düşürmeden kullanıcı özel gereksinmelerine uyum sağlayan, • Estetik olarak başarılı, • Optimum gereksinme düzeyinde başarı (performans) gösteren, • Tüketiciye bilgi veren, • Sürdürülebilir olan bir tasarımdır. Evrensel tasarım; erişilebilirlik-ulaşılabilirlik, sürdürülebilirlik gibi kavramlar üzerinden de incelenmesi gereken bir konu. Bir mimari proje tasarımın tüm özellikleri layığıyla yerine getirse de çevreyle kurduğu ilişki göz ardı edilemez. ‘Bu alana nasıl ulaşıyorum Ağustos - Eylül | Baraka | 25


2 7 Principles(from the center for Universal Design)

ya da ulaşırken hangi zorluklarla karşılaşıyorum’ gibi alana erişim sorunları da kendi içerisinde değerlendirilmeli. Sürdürülebilirlik kavramı ise içinde bulunduğumuz dönem ve gelecek çağlar için bir adım niteliğinde. Aslında fikir olarak çok önemli görülse de şu anki sektörde daha çok reklam amacıyla kullanılıyor. Çoğunluğu yüksek bir maliyet gerektiren sertifikalar, projeleri sürdürülebilirlik konusu dışında filtrelemek gibi bazı nedenlerle

adil olmayan değerlendirmeler ile bazı reklamlar veriliyor tabi bu da yanıltıcı sonuçlar oluşturuyor. Küçücük bir kasabadan, devasa bir kente varana kadar ulaşılması gereken hedef olan ‘kapsayıcı tasarım’ bir toplumun ya da ülkenin gelişmişlik seviyesinin de göstergesidir. İlkel çağlarda engelli olan bireylerin öldürülmesi cehaletin kanıtıdır. Var olan dönemde herkesin bir engeli olduğunu varsayarsak toplumca birlikte hareket etmenin ne kadar önemli olduğu aşikar. Kamusal alanlarda ve özel alanlarda kişilerin özgürlük alanlarını baltalamak toplum bazında büyük sorunlara yol açacaktır. Özellikle kamusal alan tanımı ve önemi gereği birlikte olabilmeyi zorunlu kılar. Konu ile ilgili yaptığım bir araştırma çalışmasında engelli çocuklar ve aileleri ile görü-

şebilme fırsatım oldu. Yaşadığı problemleri ve hayallerini konuşmuştum. Her biri sosyal anlamda yaşadığı inanılmaz zorluklar olduğunu anlattı. Hayallerinden bahsederken her biri betimliyordu gözlerinin önünde. Hayal ettiği şeyler sıradan bir çocuk gibi ütopik şeyler değildi, hatta birçoğu fiziksel olarak engeli bulunmayan çocukların günlük hayatta yaptıklarıydı.

26 | Baraka | Ağustos - Eylül


Bu durum bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşündürttü bana. Eğitim mekanları, eğlence mekanları, kültür yapıları vb… Ayırt etmeden bir şekilde birilerini ayrıştırıyoruz. Bu belki de yalnızca tasarım yapanların suçu değil ama bunu çözebilmenin başlangıcı tasarım yapanlar.

3 Goldsmith, 1997

O çalışma sırasında şöyle bir şey not etmiştim kenara: Hayata gözlerini açan her canlının, ama her canlının; bu dünyada yaşamaya ve yeryüzünün tüm olanaklarından eşit oranda yararlanmaya hakkı vardır. Tıpkı sizin ve benim gibi…

Ağustos - Eylül | Baraka | 27


HABERLER

“Kadıköy Mendireğinin Üzerinde Bir Çay Evi” Öğrenci Yarışması Projede Kadıköy Rıhtımı’nda bulunan mendirek üzerine çay evi olarak hizmet verecek bir mimari proje tasarlanması beklenmektedir. Yarışma, serbest, ulusal ve tek aşamalı olarak tüm mimarlık öğrencileri için İstinye Üniversitesi Mimarlık Bölümü tarafından düzenlenmektedir. Katılımcılardan beklenen düşüncelerini kendilerine özgü sunum teknikleri ile açık bir şekilde ifade etmeleridir. Bireysel veya ekip halinde katılımın serbest olduğu yarışmada ekip üyelerinin her biri mimarlık lisans öğrencisi olmalıdır.

Teslim için ise Projeler 2 dikey A3 formatında (min. 150 dpi çözünürlükte) pafta halinde teslim beklenmektedir. Yarışma için ekipler 5 rakamdan oluşan bir rumuz

belirlemeli ve belirlenen rumuz her paftanın sağ üst köşesinde oluşturulacak olan 1 x 5 cm’lik alana yerleştirilmelidir. Ayrıca “Katılım Belgesi” ve “Öğrenci Belgesi” dışında hiçbir belgede yarışmacıların kimliğini belirten herhangi bir isim ya da işaret yer almamalıdır. Öğrenci belgesi ve katılım formu ile beraber son teslim tarihine kadar (5 Ekim 2020 – 17:00) mimarlik@istinye.edu.tr adresine PDF formatında dijital teslim yapılabilir. Detaylı bilgi için https://gstm.istinye.edu.tr/tr/haberler/ogrenci-yarismasi adresine bakabilirsiniz.

Karma Fotoğraf Sergisi: Dünya Pelin Özgen Piker, 2 Eylül’de ‘‘ Dünya’’ isimli ilk sergisiyle sanatseverlerle buluştu. Piker’in “Dünya” isimli sergisindeki çalışmaları, mimari yapılar ve doğa formlarından oluşuyor. Goba Art & Design’da kapılarını ziyaretçilere açacak olan karma fotoğraf sergisi, 19 Eylül’e kadar ziyaret edilebilecek.

28 | Baraka | Ağustos - Eylül


Online Masterclass: Geleceğin Mimarı Profilinin Tanımlanması

IE Mimarlık ve Tasarım Okulu ve ArchDaily, sizi Mimar ve Danışman, Caterina De La Portilla’nın bu seçkin çevrimiçi ustalık sınıfına katılmaya davet ediyor . Katılım için internet sitesi: https://www.eventbrite.es/e/defining-the-profile-of-the-architect-of-the-future-tickets-112922454100?aff=ArchDaily&utm_medium=website&utm_source=archdaily.com Etkinliğe dair: ‘‘Dünyanın pek çok bölgesinde, mevcut mimarların sayısı, topluma sundukları mevcut uygulama modeline katılırsak ihtiyaç duyulan mimarların sayısından çok daha fazla. Sonuç olarak, birçok mimar oldukça rekabetçi bir pazarda geçinmek için mücadele ediyor. Mimari projelerin geliştirilmesiyle çok sınırlı bir eylem yelpazesine sahip çok genel bir mimarın bu geleneksel profili, büyük çoğunluk için modası geçmiş hale geldi. Sürekli ve hızlanan dönüşümün akışkan bir dünyasında, kuşakların, müşterilerimiz tarafından kullanılan basit araçlardan başlayarak, işimizin gerçekten değerli olduğu yeni eylem hatları açarak toplumdaki rolümüzü yeniden keşfetme fırsatına sahip olduklarını biliyorduk. Bu iş ilişkilerini yönetin. Halihazırda sürdürmek ve dönüştürmek için inşa edilmiş bir dünya varsa, inşa edilecek yeni binalara güvenmiyoruz; ve günlük deneyimlerimiz somut olmaktan ziyade parçalarla kaplıysa, harika dijital çalışmanın bir parçası olabiliriz. Bu yeni mimar profili nelerden oluşuyor? Daha başarılı bir şekilde egzersiz yapmak için bu taze ve gerekli tanımın bir parçası nasıl olabilirsiniz?’’

Ağustos - Eylül | Baraka | 29


HABERLER

MSDx Kış Sergisi

MSDx ilk kez, Melbourne Tasarım Okulu’nun öğrencilerinin yüzlerce stüdyo çalışmasını sergileyen etkileşimli bir multimedya platformunda sanal bir sergi olarak düzenlenecek. MSDx, son derece spekülatif önermelerden daha uygulamaya yönelik çabalara, küçük tasarım müdahalelerinden büyük kentsel tekliflere ve ötesine uzanan Melbourne Tasarım Okulu’ndaki çıktıların kalitesini ve çeşitliliğini gösteriyor. Sanal deneyim, izleyicinin etkileşimli dijital ortamlar, videolar, görüntüler, dijital modeller, planlar, sanal geçişler, renderlar ve sanat eserleri aracılığıyla her stüdyonun özenle seçilmiş dijital sergi alanlarını keşfetmesine olanak tanıyor. Bu sanal sergiye erişmek için: https://msd.unimelb.edu.au/msdx

AURA İstanbul 2020 Güz Dönemi Başvuruları Başladı İstanbul Mimarlık ve Şehircilik Araştırmaları Akademisi’nin 26 Ekim tarihinde başlayacak ve 16 hafta boyunca devam edecek olan sertifika programı için başvurular başladı. Stüdyo yürütücülüğünü Büşra Al ve Sinan Logie’nin üstlendiği programa son başvuru tarihi 10 Ekim 2020. Başvuru hakkında detaylı bilgiye ulaşamak için: aura-istanbul.com

30 | Baraka | Ağustos - Eylül


“Kemeraltı’ndan Kadifekale’ye – İzmir Tarihi Kent Merkezi” Ulusal Fotoğraf Yarışması Son teslim tarihi 15 Kasım 2020 olan yarışma kapsamında; Tarihi Kemeraltı Çarşısı’ndan Kadifekale’ye uzanan ve kentin tarihi merkezi olarak nitelendirilen alan içindeki kültürel zenginliklerin fotoğraflanması istenmektedir. Kadifekale, Antik Tiyatro, Agora ve Roma Yolu gibi arkeolojik alanların yanı sıra; Kemeraltı Çarşısı, Basmane, İkiçeşmelik, Damlacık gibi tarihi dokunun yoğun

olduğu bölgeleri gösteren fotoğraflar değerlendirilecektir. Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda bulunan hanlar, hamamlar, şadırvanlar, oteller, camiler, havralar, kiliseler ve meydanlar da fotoğraflanabilir. Ayrıca tarihi dokuyu içine alan insan, sokak yaşamı, meslekler ve zanaatkarlar da yarışma kapsamındadır. Bilgi için: https://www.tfsfonayliyarismalar.org/

İMİB Doğal Taş Söyleşileri’nin Yeni Konuğu Gökhan Avcıoğlu İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) organizasyonu ile düzenlenen online söyleşi serisinin dördüncüsünde söyleşi konuğu ile ele alınacak yapılar Global Architectural Development (GAD) tarafından tasarlanan Swissotel Resort Bodrum Beach ve Eskişehir SPA & Termal Otel. Yasemin Şener moderatörlüğünde düzenlenen, farklı mimarların konuk olduğu İMİB Doğal Taş Söyleşileri Arkitera’nın YouTube ve Facebook hesaplarında sizler için canlı olarak yayınlanıyor. Söyleşi serisinin yeni konuğu 10 Eylül Perşembe saat 17:00’de Gökhan Avcıoğlu olacak. Söyleşide ele alınacak yapılar Swissotel Resort Bodrum Beach ve Eskişehir SPA & Termal Otel olacak.

Ağustos - Eylül | Baraka | 31


GÖRÜŞ

Nuran Çoban Pamukkale Üniversitesi instagram: @nnurancoban

Mekan Ve Malzeme Bir yemeğin tarifini anlatırken, yemeğin şeklinden çok malzemelerinden ve yapım aşamalarından bahsederiz. Öncelikle hangi malzemelere ihtiyaç olduğunu söyler, daha sonra hangi malzemeden ne kadar kullanmamız gerektiğini ve ne şekilde

1 Eagle Studio, Wiel Arets Architects (WAA), Hangzhou, Çin, 2020

32 | Baraka | Ağustos - Eylül

ilave etmemiz gerektiğinden bahsederiz. Kulağa tuhaf gelse de aslında yemek yapmakla mekan yaratmak arasında çok ciddi benzerlikler mevcut. Bir takım malzemeleri belirli ölçülerde ve aşamalarda bir araya getirmek, her iki iş için de ortak bir mesele.

1


Nasıl ki bir yemekte malzemeler ve kullanış biçimleri önemliyse, mimarlıkta da kullanılan malzemeler ve bir araya geliş şekilleri oldukça önemli. Buraya kadar olan kısmı zaten birçoğumuz biliyoruz, farkındayız fakat malzemelerin hep teknik kısmına tıkılıp kalıyoruz. Mimari malzemelerle olan ilişkimiz oldukça yüzeysel ve didaktik olmakla beraber, yıllardır aynı tariflerin içinde dönüp dolaşıyoruz. Doğal taş seramik desem hepimiz ebatlarını ve cinslerini ezbere biliriz ama çoğunluk, belli bir açıdan bakıldığında muğlak bir ayna etkisi yaratıp yansıma yaptıklarını bilmeyebilir. Her ne kadar betonun bileşenleri, cinsleri ve agrega boyutları çok iyi bilinse de, brüt betondan oluşan bir mekanın siyah beyaz bir monochrome etkisi yarattığı pek farkedilmez. Kullandığımız her bir malzeme, elle tutulan somut maddeler olsa bile aslında bizim üzerimizde farkında bile olmadığımız etkiler bırakır. Malzemeler teknik özellikleri dışında düşünüldüğünde, mekana duyusal ve atmosferik izler katarak algılarımızla oynayabilecek özellikler barındırır. Hatta çoğu zaman bir mekanı, orada yaptığımız eylemlerle değil, bizde bıraktığı soyut izlerle, algıyla hatırlarız. Bu soyut izlerin de büyük çoğunluğu malzemeler aracılığıyla oluşan izler diyebiliriz.

2 Yayoi Kusama, All The Eternal Love I Have For The Pumpkins, 2016

Örneğin ayna veya cam kenarlarına iliştirilen LED ışıkların, garip bir derinlik oluşturarak farklı bir evrene açılan ve içine çeken bir enerjisi var gibi. Sadece mekanı büyük göstermesiyle meşhur olan aynalar, doğru kullanıldığında insanın aklını yitirtecek sonsuz görüntüler ve yansımalar yaratabilir. Bunların yanında 4. boyutun da dahil ol-

2

Ağustos - Eylül | Baraka | 33


masıyla dinamik ve değişen etkilere de sahip olabiliyor malzemeler. Belki de mekan kurarken 3 boyutlu bir kurgunun yanında zamanın malzemeyi eskitmesi, değiştirmesi veya farklı nitelikler katması da tasarıma dahil edilebilir. Boyası kalkmış duvarlar, paslanmış çelik kirişler, simsiyah derzli seramikler, bastıkça gıcırdayan parkeler, damarları oyuklaşmış mermerler ve daha niceleri... Zaman geçtikçe daha farklı etkiler yaratabilen bu malzemeleri, teknik hap bilgilerin dışında da inceleyip gözlemlemek gerekiyor. Malzemelerin bu yanlarını deneyimlemek ve farketmek için ise maalesef mimari kitaplar ve güncel eğitimimiz yeterli

34 | Baraka | Ağustos - Eylül

bir kaynak değil. Aslında malzemelerle olan ilişkimizi derinleştirebilmenin birçok yolu var. Unutulmuş, atıl mekanları gezip keşfetmek, bir atölye ortamında malzemelere dokunmak ve bizzat deneyimlemek, en kolayı da iyi mekanlarda çekilmiş filmleri izlemek ve izlerken de detaylı analizler yapmak çok verimli birer öğrenme metodları diyebiliriz. Bazen mimarlığı, mimarlık dışında bir yerlerde aramamızın hiçbir mahsuru yoktur çünkü ilişki kurabildiğimiz sürece her şey mimarlığı besler ve geliştirir.


GÖRÜŞ

Hanife Ayça Doğan Özlem Gök Tokgöz instagram: @gk.ozlm @aaycaadoğan

Neler Duyuyoruz? Herhangi bir mekânda, bir kentte ya da ülkede, içeride ya da dışarıda, bir şenlikte, okyanusun derinliklerinde, ıssız bir ormanda ses her zaman mevcuttur. Ses; bir bebeğin ağlamasında, rüzgârda, ağaçların yapraklarında, bir köpek havladığında, siren seslerinde, okullarda, bir istasyonda ya da havaalanında, parklarda eğlenen insanların gülüşmelerinde farklı yerlerden ve kaynaklardan duyulabilmektedir. Ses mekânlar ile ilişki kurmanın yollarından biridir ve insanları sarmalar. Uykuda bile kulaklar, ses uyaranlarına kapatılamaz ve hep sese maruz kalma durumundadır. Bu maruz kalma durumu, -maruz kalmak olumsuz bir anlamda gibi dursa da- her zaman için olumsuz bir durum değildir. Geçmişten günümüze mektuplar, yazışmalar, resimler, kitaplar, kartpostallar, filmler, belgeseller, gravürler, mozaikler vb. kaynaklarda insanlar gördüklerinin yanında işittikleri sesleri de betimlemiştir. Sesin bu kadar kaynakta kendine yer bulması, sesin insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Sesin Beşeri Tarihi kitabında belirtildiği gibi; “Sesi anlama ve kontrol

etme –sessizliği dayatma, dinlemeyi teşvik etme, şarkı söyleme ve bağırma- arzusu sadece yüzlerce değil on binlerce yıllık bir arzudur” (Hendy, 2016). Buradan hareketle her türlü sesin hayatlarımızda ne derece büyük bir yer kapladığını görebilmekteyiz. Sesler hayatlarımızdaki varlıklarının yanında mekânları anlamamızın, onları tanımamızın yollarından biridir. “Spaces Speak, Are You Listening?” kitabının adından anlaşılabileceği gibi, “Mekanlar konuşuyor, Dinliyor musunuz?” (Blesser ve Salter, 2006). Fiziksel mekânların işitilebilir özellikleri görselliklerine ve toplumların kültürlerine katkıda bulunmaktadır. Peki, bu işitilebilir özellikleri bilinçli ya da bilinçsiz olarak nasıl deneyimliyoruz? Bu soru ile beraber bu yazıyı yazma sebebimiz olan “işitsel peyzaj” kavramına geliyoruz. İşitsel peyzaj (soundscape) kavramı, çevresel etkileşim ve ses kaynakları ile oluşan akustik ortamın “olumlu ya da olumsuz yargılardan bağımsız olarak” tanımlanması için 1960’larda Kanadalı besteci R. M. Schafer tarafından önerilmiştir (Schafer, 1977). İşitsel peyzaj yaklaşımı, seslerin sınıflandırma-

Ağustos - Eylül | Baraka | 35


1 Orijinal gravürThe Enraged Musician. Öfkeli Müzisyen, penceresinin dışındaki kakofoninin dikkatini dağıtan bir kemancının komik bir sahnesini tasvir eden İngiliz sanatçı William Hogarth tarafından 1741 yılında yapılmış gravürdür. Orijinal gravür üzerinden yeni tasarım: Özlem GÖK TOKGÖZ. 14.08.2020

sına, tespitine, farklı disiplinler tarafından yorumlanmasına, kullanıcı tarafından değerlendirilmesine kadar birçok alana değinen multidisipliner bir yaklaşımdır (Gök Tokgöz, 2019). İşitsel peyzaj Schafer’a göre “görülen değil duyulan olaylardan oluşur. Resim nasıl görsel etkileşimlerin toplamı ise işitsel peyzaj ise duyulan ses olaylarının toplamıdır” (Schafer, 1977). İçerisinde bulunduğumuz ve bir parçası olduğumuz doğa, ses aracılığı ile insanlara seyir sistemi, takvim ve saat gibi işlevlerle kılavuzluk etmektedir.

kelimelerini, müziklerini belirlemiştir. Çünkü insanların doğa ile kurdukları ilişkinin en önemli göstergesi insanların doğayı taklit etme durumunda olmasıdır (Hendy, 2016). Sanayi devrimi ile taşımacılığın gelişmesi, makineleşme, hızlı kentleşme, nüfus artışı gibi sebeplerden dolayı gürültü kaynaklarının artması, gürültü ile savaşım konusunu beraberinde getirmiştir. Gürültü, artan etkisi ve yaşam kalitesine etkisi ile kentsel akustik konforu bozan, mücadele edilmesi gereken bir çevre kirliliği haline gelmiştir (Özçevik, 2012).

Uzak atalarımız geçmişte kendilerini işitsel peyzaja göre ayarlamıştır. Çünkü işitsel peyzajdaki her şey dikkat çekmektedir. İşitsel peyzaj en karanlık ormanlarda insanların avlarını yakalamasına yardım eder ve tohumların ne zaman ekilmeleri gerektiğini gösterir. Ve yine bu ilkel sesler insanların ilk

Buna karşın Schafer, işitsel peyzaj yaklaşımı ile olumlu ya da olumsuz değerlendirmede yargıların oluşumunu şu şekilde aktarmıştır. “İnsan dikkatli dinlemediği zaman gürültü kirliliği oluşur. Gürültüler, bizim göz ardı etmeyi öğrendiğimiz seslerdir. Günümüzde gürültü kirliliğine karşı, gürültü ile sa-

36 | Baraka | Ağustos - Eylül


vaşım yolu ile direnilmektedir. Bu olumsuz bir yaklaşımdır.Çevresel akustiği olumlu bir çalışma programı çerçevesinde ele almanın yolunu bulmamız gerekmektedir.Hangi sesleri korumak, özendirmek, çoğaltmak istiyoruz? Bunu bilirsek, sıkıcı ya da zararlı sesler yeterince dikkat çekecek ve biz bu sesleri ortadan kaldırmak zorunda olmamızın nedenini öğreneceğiz…” İşitsel peyzajı nelerin oluşturduğuna baktığımızda ise Schafer’ın önerdiği görsel algı ve işitsel algı denkliğinin yapılması ile karşılaşmaktayız. Schafer, Gestalt psikolojisini temel alarak bir yaklaşım önermiştir. Schafer’a göre “keynotesounds” (arka plan sesleri), “signals” (ön plan sesleri), “soundmarks” (sembol sesler) olmak üzere algılama üç bölümde gerçekleşmektedir. Schafer bu bölümleri “Our Sonic Environment and The Soundscape–The Tuning of the World” adlı kitabında işitsel peyzaj bileşenleri olarak açıklamaktadır. “Keynotesounds /zemin-arka plan sesleri”, alanda iklimsel ve coğrafik kaynaklı oluşan temel ses, “signals / ön plan sesleri”, alanda geçici bir süreyle etki uyandıran ani sesler, “soundmarks / sembol sesler” ise spesifik alana özgü, akustik hayatı temsil eden sesler olarak tanımlanmaktadır (Schafer, 1977). Yerelleşmiş sesler ve/veya alana özgü sesler olarak nitelendirilebilecek sembol sesler; bulunduğu mekânlara özgü olması nedeniyle kimlik kavramını çağrıştırmaktadır (Doğan, 2019). Her mekânda ya da her kentte bulunabilecek trafik, kuş, rüzgâr, insan sesi gibi sesler mekânlardaki ya da kentlerdeki çeşitli özelliklerden etkilenerek farklı şekillerde algılanabilmektedir ve bu durum mekân

ve kent kimliği açısından önemli hale gelmektedir (Doğan, 2019). Bu sebeple “Bir kent kendine özgü seslerle tanımlanabilir mi?”, “Kilise çanlarının çıkardığı sesin hala o topluluktaki insanlar tarafından özel olarak görülmesini veya fark edilmesini sağlayan benzersiz niteliklere sahip bir topluluk sesi var mıdır?”, “İnsanlar duydukları seslerle ilgili yerleri tanıyabilir mi?”, “Bazı tarihi alanlar geçmiş izleri koruduğu gibi işitsel hisleri de koruyor mu?” gibi sorular gibi pek çok soru işitsel peyzaj araştırmalarına konu olmuştur (Maffei, 2008). Sesler duyuldukları mekâna ait toplumsal ve kültürel bilgileri alıcılara aktarmaktadır ve alıcılar bu sayede mekânın nasıl bir yer olduğunu zihinlerinde canlandırabilmektedir. Yani işitsel peyzaj bir mekânın sahip olduğu bilgi ve özellikleri öğrenebileceğimiz bir kaynak haline gelmektedir (Doğan, 2019). Bilgi alınabilecek bir kaynak olan işitsel peyzaj kavramı pek çok disiplinin araştırma konusu olmuştur. Bu çalışmalarda insan algısı ekseninde araştırmaları etkileyen birçok parametre vardır. Kırsal alanlardan şehir merkezlerine, iç mekanlardan dış mekanlara kadar farklı ölçeklerde işitsel peyzaj araştırmaları yapılmaktadır. İşitsel peyzajın psikoloji, sosyoloji gibi disiplinlerle olan ilişkisi düşünüldüğünde değerlendirme ölçütleri çeşitlenmektedir (Aydın, 2017). Bu sebeple araştırmalarda çeşitli zorluklar, farklılıklar ya da benzerlikler ortaya çıkmaktadır. İnsanın bir öge olarak varlığı ve algısı işitsel peyzaj tasarımını da öncelikli etkilemektedir.

Ağustos - Eylül | Baraka | 37


“İşitsel peyzaj tasarımı ile anlatılmak istenen, devasa bir müzikal kompozisyon olarak etrafımızda durmadan gelişen ve değişen dünyanın işitsel peyzajıdır. Bizler eş zamanlı dinleyici, yorumcu ve besteciyiz. Hangi sesleri korumak, özendirmek ve arttırmak istiyoruz önce bunu belirlemeliyiz. Bunu öğrendiğimizde sıkıcı ya da zararlı sesler yeterince dikkat çekici olacak ve bu sesleri neden ortadan kaldırmak zorunda olduğumuzu öğreneceğiz. Sadece ses ortamının toplam değer artışı bile, bize işitsel peyzajın orkestral düzenlenmesi için kaynak ve olanaklar sunabilir. İşitsel peyzaj tasarımı, sadece akustik mühendisinin değil, tüm profesyonel ve amatörler ile iyi kulağı olan herkes gibi pek çok insanın uzmanlığı ve bilgisine gereksinim duyar.” (Schafer, 1977). İşitsel peyzaj kavramının doğasından gelen alana özgü sonuçlar verme, algısal girdilerin önemi, insan faktörü, değişim ve dönüşüm gibi pek çok sebep, kavramın araştırılmasında bizce araştırmacılarda bir heyecan ve merak uyandırmaktadır. Halen çeşitli çevrelerce tartışılan bu kavram hakkında bir şey anlatabiliyor olmak mutluluk verici. Bu sebeple yazdığımız tezler dışında bizi çevreleyen işitsel peyzaj hakkında çeşitli konularda yazmaya devam etmek istedik. Literatürden edindiğimiz bilgiler ve sonuçlar dışında bu süreçte çalışılan ortamların nasıl olduğunu, nasıl zorluklar yaşanabileceğini, çözümlerin nasıl bulunduğunu ya da bazen bulunamadığını; kısacası kendi yaptığımız bilimsel çalışmaların mutfak kısmını anlatabilmek için bir “soundscapeexperience”

38 | Baraka | Ağustos - Eylül

isimli bir blog kurduk. Çünkü her makale okuduğumuzda sorun olarak gördüğümüz şeylere nasıl çözümler bulduklarını hep çok merak ettik. Türkiye’de daha, çok yeni denebilecek bir zamandır “işitsel peyzaj-soundscape” kavramı çalışılıyor. Bu konuda çalışmaları takip etmek, kavramın geniş kapsamından korkmadan bir şeyler üretebilmek, gönül verdiğimiz bir şeye katkıda bulunabilmek için kendi çalışma süreçlerimizi ve kimi zaman site üzerinden yaptığımız çalışmaları paylaşıyoruz. Elbette ki bu konuda birbirinden kıymetli çalışmalar yapan ya da yapmış olan bizden daha kıdemli hocalarımız ve arkadaşlarımız var. Onların da deneyimlerini dinleyebilmek, aktarabilmek için kurduğumuz kendi alanımızda işitsel peyzaja dair herkesin okuyup sevebileceği, dikkatini çekebileceği gönderiler paylaşıyoruz ve paylaşmaya devam edeceğiz. Sesin tasarım süreçlerine dahil edilmesi heyecan verici ve oldukça gerekli. Bunun yanında sessizlik ise bambaşka bir konu…


Hendy, D. Sesin Beşeri Tarihi. İstanbul: Kolektif Kitap. (2016). Blesser, B., & Salter, L.-R. Spaces Speak, Are You Listening? The MIT Press. (2006). Schafer, R. M. Our sonic environment and the soundscape: the tuning of the world. Vermont: Destiny Books. (1977). Gök Tokgöz, Ö. Eskişehir Sanayi Mirasının Kentin İşitsel Peyzajındaki Yeri, Dönüşümü Ve Etkileri. Yüksek Lisans Tezi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi. (2019).

Özçevik, A. ‘İşitsel Peyzaj-Soundscape’ Kavramı İle Kentsel Akustik Konforun İrdelenmesinde Yeni Bir Yaklaşım. Doktora Tezi. İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi. (2012). Doğan, H.A. Kentlerin Ses Kimliğinin İşitsel Peyzaj Yaklaşımı İle Belgelenmesinde Alan Seçim Modeli Önerisi: Eskişehir Örneği Yüksek Lisans Tezi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi. (2019). Maffei, L. Urban and quiet areas soundscape preservation. Proceeding of VI Congreso Iberoamericano de Acustica. Buenos Aires. (2008). Aydın, D. Ç. İşitsel Peyzajda Ses Çevresi Memnuniyet Düzeyinin Bulanık Mantık İle Tahmin Edilmesi: Diyarbakır Suriçi Uygulaması. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi. (2017).

Ağustos - Eylül | Baraka | 39


GÖRÜŞ

Elif Demirci Kocaeli Üniversitesi

Üretilen Değil Yetişen Malzeme: Milesyum Kullanılması yaygınlaşan biyo bazlı malzemelerde göz önünde olan bir malzeme mevcut. Miselyum. Miselyuma mantarın kökleri diyebiliriz. Aslında mantarlar, yer altına yayılmış miselyumların meyve veren gövdeleridir. Toprak altında bulunan mantarların gövdelerini birbirine bağlamak, yer altında bulunan ağ ile besin emmek ve organik madde üretmekle görevli kısmıdır. Bir nevi doğanın interneti diyebiliriz. Miselyum,

40 | Baraka | Ağustos - Eylül

malzeme teknolojisinde yükselen ve gelecek vadetme potansiyeline sahip bir konu. Bunun sebebi yüksek dayanımlı (ateş, su ve küfe karşı), yüksek işlevli (hafif), düşük maliyetli ve de sürdürülebilir olması. Bu özellikleri ona sınırsız bir kullanım alanı sağlıyor. Mantarlar kendi kendini söndürebilme becerisine sahip. Suda yüzebiliyor ve de diğer malzemelere oranla daha faz-


la basınca dayanabiliyor. Bu sayede piller, uçaklar, arabalar, trenler, yalıtımlar, ambalajlar, robotlar, roketler, çocuk oyuncakları, ayakkabılar gibi daha pek çok alanda kullanılabiliyor. Miselyumun bunları başarabilmesinin birinci sebebi doğal bir yapıştırıcı olması. Yapıştırıcılık, onunla birleşecek ikinci malzemeyi kendine bağlamasını sağlıyor. İkinci sebebi ise mantarların hızlı büyümesi. Çağımızın önemli gereksinimi olan hız, mantarlarla iş birliğimizi ihtiyaç haline getiriyor. Miselyum kompozit üretim süreci şu şekilde işliyor: Çiftçilerden alınan düşük değer-

li mahsul atıkları veya ahşap atıkları (eski saman, pirinç, mısır kabuğu) miselyum ile birleştiriliyor, miselyumlar atığı kapsülleyip temel malzemeyi yiyor ve kendisine bağla-

nan parçalarla büyüyor. Ayrık parçalar kompozit oluyor, muhafaza ediliyor ve istenilen geometri korunuyor. Dört günün sonunda katılaşıp preslenmeye hazır oluyor (preslemenin sebebi ürünü sağlamlaştırmaktır ). Elde edilen kompozit miselyumdan; plastiğin tahtını yerinden oynatacak petrol bazsız ürünler, yüksek performanslı yalıtım için izolasyon ürünleri ve ağaçsız bir şekilde imal edilen ahşap ürünler ortaya çıkıyor. Bu konuyla ilgilenen birçok sanatçı, ekip ve şirket tarafından ortaya çıkarılmış ürünler mevcut. Ecovative isimli şirket, doğada bozulması zor malzemeleri ve ekosistemi

yok eden plastiği mantarla yenmek istiyor. Doğal yöntemlerle miselyumdan ambalajlar üretiyor (görsel 1). Ürettikleri ambalajlar hafif, güçlü, yanmaz, su itici ve sıfır karbon

Ağustos - Eylül | Baraka | 41


emisyonlu oluyor. Bu ambalajı doğaya attığınızda tekrar karışabiliyor. Geleceğin plastiği olma yolunda ilerliyor. İtalyan tasarım şirketi MOGU miselyumun düşük ısı iletkenliği, yüksek akustik absorbsiyonu ve yangın güvenliğinin verdiği faydalarla akustik paneller ve yer karoları üretiyor. Suya ve havaya karşı sızdırmazlık; akustik ve sıcaklığa karşı izolasyon sağlıyor. Bir başka örnek: konut krizi için eski evleri geri dönüştürebilmek adına inşaat atıkları ve miselyumların bir araya getirilmesiyle ilgili geri dönüşüm projeleri üzerine çalışılıyor. İnşaat alanlarındaki karbon emisyonu düşünüldüğünde işe yarar bir çözüm yolu olduğu gözüküyor. Eric Klarenbeek isimli tasarımcı üç boyutlu yazıcıyla miselyumdan sandalye tasarlıyor (görsel 2). Malzeme tasarım sürecine dahil edilince ortaya biyolojik bir materyal çıkıyor. Dinamik bir sürece sahip oluyor.

42 | Baraka | Ağustos - Eylül

Daha karmaşık işler yapılabilir mi diye bakıldığında enstalasyon çalışmaları ile karşılaşıyoruz. The Living ekibi Hy-Fi adında organik bir kule inşa etti (görsel 3). Organik yapı malzemesi mantarı tuğlalar haline getirip kullanmışlar. Tuğlalar biyolojik olarak parçalanabilir olduğundan yapı kaldırıldığında doğaya geri dönüştürülebilecek. Philip Ross isimli sanatçı ‘Miselyumlu tuğlalardan inşaat yapılabilir mi?‘ sorusuna bir kemer çalışmasıyla cevap vermiş (görsel 4). Yapı malzemesini taş ocağından çıkarmak, kesmek, taşımak, işlemek gibi uzun ve meşakkatli bir süreç yerine malzemeyi yetiştirmek ile değiştirilebileceğini gösteriyor. Beton gibi malzemeler tasarımda kısıtlayıcı olabiliyor. Dutch Design Week, parametrik binalar inşa etmekte miselyumun nasıl kullanılabileceğine örnek oluyor. Ahşap strüktür üzerine mantar miselyum paneller giydirilmiş bir pavyon tasarlamışlar.


Andrew Adamatzky , Phil Ayres , Gianluca Belotti , Han Wösten ,Fungal Architecture,31 Aralık 2019 Aysel Gülay Elbasdı, Miselyum Esaslı Bir Materyalin Esnek Kalıp Üzerindeki Büyüme Davranışı Üzerine Bir Araştırma, Mayıs 2016

Mantarlar detoksifiye edici özelliğe sahiptir. Bakterilere karşı antibiyotiktir. Sağlık ve hijyen konularının hat safhada olduğu bugünlerde mantarın bu özelliği belki de pandemi sonrası mekanın yeni malzemesi olabilme kapasitesini taşıyor. Bitkilerin enerji üretmek için güneş ışığını kullanması gibi mantarlar da enerji üretmek için radyasyonu kullanabiliyor. Bu özellikleriyle başka gezegenler için inşaat malzemesi olarak kullanılması gözüyle bakılıyor. Bunlar mantarla yapılabilecek işlerin daha başlangıcı gibi gözüküyor. Organik devrim yaratacak bu malzemeyi gelecekte daha çok göreceğiz gibi.

Ağustos - Eylül | Baraka | 43


PROJE

Elif Rüzgar AURA İstanbul instagram: @elifruzgar_

Şimdinin Heterotopyası’ndan Yeni Ütopya’ya: İstanbul Heterotopyaları Anahtar Kelimeler; heterotopya, öteki mekan, metropol, illüzyon, almaşık

Özet “İçinde bulunduğumuz dönem, belki de, daha ziyade, mekan dönemidir. Eşzamanlılığın dönemindeyiz. Yan yana koyma dönemindeyiz. Yakın ve uzak döneminde, yan yananın, kopuk kopuğun dönemindeyiz”. Foucault, 2011 İstanbul metropolü geçirdiği tüm süreçleri fiziksel yapılanmasına taşıyarak dönüşürken içinde katmanlaşan hikayeler oluşturan

44 | Baraka | Ağustos - Eylül

bir kenttir. Farklılığın mekanını, ötekileşen, karşıtlaşan… Dönüşen mekanlar üzerinden okuturken, Foucault’nun heterotopya kavramının mekansallaştığı kesitler sunar. Heterotopya kelimesi “diğer yer”, “öteki yer” ya da “farklı yer” olarak Türkçe’ye çevrilmektedir. Heterotopyalar, normal düzen sistematiğini reddeden ve kendi düzen sistematiğini yeniden oluşturan bir oluşum olarak tanımlanabilmektedir. Gündelik yaşamda bedenin “bezgin tutum” içinde yüzeysel olarak karşılaştığı kentsel odaklar, heterotopyanın kendi içinde dönüşümünü oluşturan mekanları oluşturur. Bu çalışmada kentsel olarak heterotopyanın yansıdığı


zemin, İstanbul üzerinden heterotopyayı kavramak, irdelemek, söküme uğratarak gelecek kentlerinde heterotopyanın görünürlüğünün bize ne söyleyebileceğini tartışmak amaçlanmıştır.

terotopyanın gelecek ütopyasına yansımasına eleştirel bir bakış getirilmiştir.

Giriş

İstanbul her zaman merkezi ve bölgesinde hakim bir şehir olmuştur. İstanbul’un aldığı yoğun göçlerle oluşan banliyölerin öncesin-

Metropolün aynılaştırma potansiyeline rağ-

men farklı kalmayı sürdürebilen bir organizma İstanbul. İlk bölümde bu farklılığın İstanbul’daki mekansal yansımaları yapılmıştır. Heterotopya tanımını güncel ve kentsel olarak irdeleyerek İstanbul özelinde izler görünür kılınmıştır. İkinci bölümde İstanbul’da irdelenen heterotopya kesitleri güncel ve kentsel olarak imgeleme yöntemi ile sembolize edilmiştir. Bu araştırmanın gündelik yaşam izinde sökümünü kolaylaştıracak modülü elde edilmesini sağlamıştır. Üçüncü bölümde heterotopyanın mekansal ve bağlamsal çözümlemesi yapılarak bir metropol insanının bir günde deneyimleyebileceği çizgide odaklar belirlenmiştir. Eşzamansal olarak deneyimlenen bu çizgide heterotopya tartışılarak fiziksel çevre yansımaları saptanmıştır. Fiziksel olarak oluşan heterotopyalar insan unsurunun hareketleri ve etkisi ile olduğu için merkezinde “beden” ve “görünürlük” ilkesini barındırır. Dördüncü bölümde bu çıkarımlar ışığında bir gelecek yaşam tahayyülü yapılarak he-

I. Bölüm Metropol-İstanbul-Heterojenlik

de, 1950’lere kadar, İstanbul’un çevresinde çok sınırlı bir banliyö gelişimi bulunmaktaydı. Otomobil kullanımının sıklaşması, boğaz köprülerinin inşası ve nüfusun göçlerle gelen hızlı büyümesiyle gecekondu gelişimleri olarak ortaya çıkan yasadışı yerleşmeler şehrin çok hızlı bir şekilde mekansal büyümesine sebep olmuş, banliyö olarak tanımlanan yerleşmeler şehir içerisinde kalmışlardır. (Dökmeci, Berköz, 2000). Gelişme sürecinde özel otomobil kullanımının artması, ulaşımın yaya ve toplu taşımayla yönlendirilmiş İstanbul şehir merkezininin ekonomik, kültürel ve fiziksel yapısına ters düşmüş, artan hava ve gürültü kirliliği eski MİA’nın çekiciliğini daha da azaltmıştır. Bunun sonucunda geleneksel MİA’nın dönüşmesi ve yeni taleplere cevap verecek merkezlerin gelişmesi kaçınılmaz olmuştur. Çok merkezlilik İstanbul’un yeni ütopya’sını oluşturmuş ve dönüşürken aynı kalan, farklılığını içinde barındırmaya devam eden eski merkezleri iş alanı olan pasajlarında, çarşılarında ilüzyon mekanlarının oluşumu-

Ağustos - Eylül | Baraka | 45


na neden olmuştur. İllüzyon mekanları, mekaın toplumsal meselelere göre değişmesi veya toplumun mekanların değişimine göre dönüşmesi ya da uyum sağlaması sonucu ortaya çıkmaktadır. İlüzyon ve almaşık mekanların sıkça görüldüğü İstanbul’un eski merkezleri kültür endüstrileşmesi gibi durumlarla da karşılaştıkça nitelik olarak farklılığını koruyarak metropol aynılaşmasına direnmiştir. Metropol kentinde farkılaşma artarken İstanbul bir metropol olmasına rağmen homojenliği, bu eski merkezlerde turizm veya haftasonu kültürü etkisiyle de olsa da az görülmektedir.

Heterotopya Tanımı Farklılığın Mekanı Kent içerisinde, giderek artan bir biçimde, kentlinin özgür kullanımının dışına itilen mekanlarla karşılaşmaktayız. Özgür kentsel kullanımın terkedilmeye zorlanması anla-

46 | Baraka | Ağustos - Eylül

mını taşıyan bu itiliş, aynı zamanda iktidar aygıtlarının kontrolü altındaki mekanlar ya da mekansal donatılar tarafından işgal edilen gündelik hayattır. Bu durum erkin,

kent içinde bir tür türdeş ve sıkıcı mekanlar oluşturma girişimi olarak değerlendirilebilir. Erk; çeşitlilikten arındırılmış, sayısal kontrol mekanizmaları ile fiziksel takibin olası kılındığı ve her türlü sosyal etkileşim derinliğinin azaltıldığı, doğrudan fiziksel erişimin engellendiği bir mekanlar dizisi ya da kent düzlemi oluşturma eğilimindedir. Erk tarafından kurgulanan bu türdeş mekanlar, farklılıkların indirgenmesi ve kamusallık düzeyinin azaltılması sonucunu doğurmaktadır. Farklılığın mekanı olarak da bilinen “Heterotopik” mekanların, erk tarafından sönümlendirilmesi girişimiyle karşı karşıya kalındığı aşikardır. Foucault ve Lefebvre’in aralarında derin ayrılıklar içerecek biçimde kullandıkları “Heterotopya”-Fransızca’da “hétérotopie”-


kavramı farklılığın mekanını tarifler ve erkin düzen koyucu, sterilize eden ve türdeşleştiren yaklaşımlarına karşı duran mekanlar olarak belirirler.

Foucault’a Göre Heterotopya “Mekanın, bize mevkilendirme ilişkileri biçiminde sunulduğu bir dönemde yaşıyoruz.” (Foucault, 2011) Foucault’ya göre (2011), mekanın teorik olarak kutsallıktan arındırılması süreci yaşanmış olmasına rağmen, pratik olarak mekan kutsallıktan tamamen arınmamıştır. Foucault, fenomenologların özellikle de Bachelard’ın bahsettiği mekanların boş, homojen mekanlar olmadığını, algısal ve düşsel bazı içkin niteliklere de sahip olan mekanlar olduğunu savunmakta, fakat bu mekanların iç mekanlar (inner space) olduğunu eklemektedir. Kendi dış mekan (outer space)

tarifi ise şöyledir: “İçinde yaşadığımız, bizi kendi dışımıza çeken, özellikle yaşamımı-

Ağustos - Eylül | Baraka | 47


zın, zamanımızın ve tarihimizin erozyona uğradığı mekan, bizi kemiren ve aşındıran bu mekan, heterojen bir mekandır.” Bu heterojen mekanlar ile iki tür kavrama referans vermektedir: Ütopyalar ve heterotopyalar. Ütopyalar, gerçek yeri olmayan mevkilerdir. Bunlar toplumun gerçek mekanıyla doğrudan ya da tersine dönmüş, genel bir analoji ilişkisi sürdüren mevkilerdir. (…) Yine ve muhtemelen bütün kültürlerde, bütün uygarlıklarda gerçek yerler, fiili yerler vardır, bizzat toplumun kurumlaşmasında yer alan ve karşı-mevki türleri olan, fiilen gerçekleşmiş ütopya türleri olan yerler vardır. (…) Bu yerler, yansıttıkları ve sözünü ettikleri tüm mevkilerden kesinlikle farklı olduklarından, bunları, ütopyalara karşıt olarak heterotopya diye adlandırıyorum; ve sanıyorum ki, ütopyalarla kesinlikle başka olan bu mevkiler, bu heterotopyalar arasında kuşkusuz bir tür karma, ortak deneyim vardır ki bu aynadır. (Foucault, 2011) Kişi aynada kendini olmadığı yerde gördüğünden ayna bir ütopyadır; fakat ayna nedeniyle kişi kendini aynanın içinde gördüğünden, bulunduğu yerde olmadığını keşfeder. Ama bakışlarını tekrar kendi üzerine getirdiğinde gerçekte bulunduğu yerdeki varlığını yeniden oluşturur. Hem kişinin içindeki gerçek dışı yansıması, aynanın bir heterotopya gibi işlemesine neden olur. Heterotopyalar aynı zamanda, kültürün içinde yer alan tüm diğer gerçek mevkilerin tartışılma, temsil edilme ve tersine çevrilme alanıdır. (Foucault, 2011)

48 | Baraka | Ağustos - Eylül

Foucault’ya Göre Heterotopya’nın 6 ilkesi Heterotopya kavramına; felsefi, sosyolojik, morfolojik vs. yaklaşmak mümkündür. Ancak bu çalışma, heterotopyaların kent ölçeğinde ve gündelik yaşam dizgesinde irdelenmesini ve eşzamanlı süreç oluşumunda heterotopyaların geçirdiği süreçleri, değişimi ele almayı amaçlamaktadır. Bu yüzden güncel ve kentsel olarak yeniden düşünülen heterotopya kavramı bu çağın gerekliliklerine ve çizdiği çerçeveye göre aktarılmıştır. Post-endüstriyel dönemden günümüze kadar, daha önceki dönemlere ait morfolojik ve sosyolojik düzenin dışında kalan mekanlar oluşmaktadır. Bu mekanlar, kentsel teorilerin dönüşümünden, farklı morfolojilerin hakimiyetinden veya post-endüstriyel çağın ve enformasyon çağının getirdiği yeni yaklaşımlardan dolayı ortaya çıkmıştır ve tanımlanmalarında zorluklar oluşmaktadır. Kentsel ve mimari ölçekte şu ana kadar derlenen heterotopik mekanlar için şöyle bir seçkiden bahsedilebilir. • Çeşitli yaşam tarzı ve ekonomik durumların egemen olduğu bir dönemde, farklı ihtiyaçlara karşılık verebilen çok yönlü tüketim mekanları • Toplumdan itelenmiş, farklılaşmış grupların mesken tuttuğu öteki mekanlar • Belirli bir sosyal gruba ait prestij mekanları...


• Ait olmadığı bir kentsel imajı veya senaryoyu mekansal hileler ile yansıtmaya çalışan illüzyon mekanlar • Kentsel palimpsestler, mimari palimpsestler, • Geçici anın mekanları (pazar, panayır, olimpiyat köyü vb.) • Zaman biriktiren mekanlar (kültürel birikim mekanları, müzeler, ritüel mekanları vb.) Bu bağlamda heterotopyalar, günümüzdeki kentsel teorilerin dönüştüğü ve kent deneyimi anlayışının değiştiği bu dönemde, yeniden farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Bu tanımları, Foucault’nun heterotopyalar hakkında ortaya koyduğu altı özelliği üzerinden yeniden yorumlanması, İstanbul heterotopyalarını biçimlendirmede analiz altlığı olacaktır. İrdelenecek heterotopya tipleri altıya ayrılmaktadır: • Karşı mekanlar: Sapma heterotopyaları • Dönüşen mekanlar: İşlev değişimi ve kentsel boşluk • Almaşık mekanlar: Tutarsızlıkların birlikte bulunması • Heterokronik mekanlar: Farklı yaşanmışlıkların biraradalığı • Kolayca nüfuz edilemeyen mekanlar: Açılma-kapanma sistemi • Mükemmelleştirilmiş mekanlar: İllüzyon heterotopyaları (Toprak,İ.,2018)

Lefebvre’e Göre Heterotopi Lefebvre’deki heterotopi tanımı ile tıpta kullanılan “Heterotopi” terimi arasında bir benzerlik bulunduğu savlanabilir. Tıpta heterotopi terimi, özgün yerinde olmayan dokular için kullanılır. Düzenin dışında, atipik yerleşim anlamına gelir. Bu tanım Foucault’dan çok, Lefebvre’in tanımına yakınsar; Foucault’nun anlayışındaki “Heterotopya” bir “yerinden olmuşluk” tan (dislocation) çok “konumsuzluk” (no-location) tarifler; hatta ötekinin istenmeyen konumlanışı hakimdir. Bu biçim tabanlı değil içerik tabanlı bir durumdur. Halbuki Lefebvre’in heterotopi kavramı tamamiyle bir yerinden olmuşluk durumuna denk düşer; planlanmış olanın ötesine geçen, olaysallık barındıran mekansallaşmadır. Bu bağlamda, heterotopik mekansallaşmalara odaklanıldığında, Lefebvre’in farklılık mekanları anlayışının üretim tarzı koşullarındaki kentsel biçimlenişlerle ilgili olduğu görülür. Lefebvre’deki bu kentsel biçimlenişler, “farklılığın biçimsiz oluşları” olarak tariflenebilir. Bu çalışmada heterotopya ve heterotopi tanımlamalarından şimdinin mahal ve mekanlarının karşılığı olan ifadeler ve imgeler kullanılmıştır.

II. Bölüm

İstanbul’da “Şimdi’nin Heterotopyaları” “Ötekiliğin pratikleri ve mekanı ile örülü durumların “gündeliğin icatçı teatralliği” ile buluşması farklılığın kentsel-aralıklarını somutlaştıracaktır.” (Stavrides,S.)

Ağustos - Eylül | Baraka | 49


50 | Baraka | Ağustos - Eylül


Ağustos - Eylül | Baraka | 51


52 | Baraka | Ağustos - Eylül


Heterotopik durumlar, heterogenez ile yeniden üretim iç içe geçtiğinde ortaya çıkar. Bu bağlamda toplumsal bireyselleşme sallantılı bir zeminde gerçekleşir. Böylece heterotopyalar; süreksizlik alanları olarak, yani mekan ve zamanın kalıba dökücü sınıflandırılmalarındaki çatlaklar olarak, yeni doğan toplumsal ilişkilere alan açan süreçlerde bir araya gelen intizamsız mekan ve zaman fragmanları olarak doğarlar. Böylece heterotopyaları ötekilik alanları değil ötekiliği açılan geçitler olarak düşünebiliriz. Geçitte olma hali, ötekiliğe yaklaşma ve

karşılaşma hali İstanbul’un gündelik yaşam grafiği incelendiğinde mekansal-zamansal olarak süreksizliği barındıran bir süreci simgeler. İstanbul’da insan ve mekan süreksizdir. Gündelik yaşam ritmi ötekilikle ve süreksizlikle kesilerek kendi döngüsünü her özne için tekrar tekrar oluşturur. İstanbul’da pasajların, ana caddelerin, çarşıların ve eski merkezlerinin yoğunlaşma alanları, aynı zamanda gündelik yaşam ritminde yer değiştirmenin yoğunlaştığı alanları karşılar. Buna göre heterotopya mekanlarının Foucault’nun yorumlanan ilkeleri ve Lefebvre’nin olaysal heterotopi kavramının kapsamında irdelenmesi ile bir analiz derlemesi yapıldı. Bu analizin en sağında görünen renklendirme grafiği İstanbul’un bölgesel olarak farklı heterotopyaları barındırdığını ifade ediyor. Taksim meydanı ve çevresinde ise hemen hemen eşit bir dağılım olduğu görülüyor. Maslak’a ve 4. Levent’e doğru yükseldikçe ise açılma-kapanma sistemine, almaşıklığa, dönüşüm heterotopyasına çeşitlenen Ağustos - Eylül | Baraka | 53


heterotopyalar gündelik yaşam eşzaman-

lılığında oldukça farklılılaşan, karşılaşan, ötekileşen, yansıyan heterotopyaları içinde barındırıyor. Güncel-Kentsel Heterotopya İmgeleri Düzen’in hakimiyeti ve kentsel fantazmagorya’nın fetişleşmesini temsil eden durumlar İstanbul’un görünürlüğünü yeniden ele almayı gerektiriyor. İçinde birçok “ütopya”yı barındıran geçmişe sahip İstanbul aynı zamanda ötekiliği ve yanılsamayı oluşturan kimliklere de sahip. Modern kentsel kimliklerin, bölümlenmiş kent deneyimini bölünlenmiş kimlikler deneyimine aktaran pratiklere göre zamansal ve mekansal olarak çerçevelendiği söylenebilir. Metropol adacıklarının kentinden soyutlanarak kendi içinde devinen mekanları oluşturduğu gözlenebilir. Sosyal bir olgu olan mekan, bilgi akışının kaotik yapısı içinde kendini yeniden şekillendiren ve konumlandıran özneyle şekillenir. Özne’nin karar verdiği mekansallaşmalara tanıklık eden kent,

54 | Baraka | Ağustos - Eylül

özgün heterotopik imgelere sahiptir. Bu

çalışmada imgeleme yöntemi ile eşzamansal süreçte izi sürülen heterotopya’yı Deleuze’ün ifade ettiği diyagramın toplumsal alanda eşzamanlı olarak izinin sürülmesine olanak veren imkanlılığı kullanılıyor. Eşzamansal Süreç Oluşumu “Olaylar, genelde bir yanda nedensellik zinciriyle ve öte yanda, bir tür anlamlı çapraz bağlantı yoluyla birbirlerine bağlıdır.” İşte bu fiziksel prensibe Jung, “eşzamanlılık “ adını verdi. Bir tiyatro sahnesinin bölümlere ayrılıp eşzamanlı olarak sahnelerde oyunun dönmesi gibi bir yöntemle izlenebilecek İstanbul heterotopyaları aynı toplumsal zaman içerisinde bir döngüde geçmişin ütopyasını ve yeni ütopyasını barındırır. Eminönü’nde yıllardır olduğu gibi bir ritüelle balık ekmek yenirken aynı anda Maslak’ta bir gökdelenin 32. Katında birazdan bineceği metronun yoğunluğu düşünülüyor


Ağustos - Eylül | Baraka | 55


başka bir özne tarafından. Bankalar caddesinden yavaşça yürüyerek cephelerin ayrıntılarına boğulurken hemen yerin birkaç metre altında bir sonraki metro aktarmasına yetişmek için koşturuluyor. Tüm bunlara teatral bir bakışla bakıldığında aynı tiyatro sahnesinde apayrı durumların katmanlaşmasını izlemek gibi bir görünüm halini alıyor. Bakışı ve ilerleyişi heterotopyal bir altlıkta toparlamak için bu bölüm “perdeler” olarak anlatılacaktır. Mekan ve zamanların karşılaştırılmasından doğan eşzamansal süreç, metropol insanının deneyimlediği aşamaları tarifler. Geçmişin ütopyası, şimdinin heterotopyası, yeni ütopya ve yeni şehir olarak 4 perdede incelenmektedir. I.Perde: Geçmişin Ütopyası Toplumun bilinçaltındaki öğelerin “yeni” nosyonuyla buluşması ütopyaları doğurur. Ütopyaların izdüşümleri kalıcı yapılardan geçici modalara dek her yerde izi sürülebilir hâldedir.Başka biçimde söylersek, şimdi heterotopya olarak gördüğümüz şeyler bizden bir veya birkaç önceki nesil üyelerinin, arkaik geçmişe ilişkin bilinçaltı arzularının yeninin hükmü altında, yaşanılan çağın kılıfı içerisinde, bir ütopya projesi suretinde sunulup gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Heterotopyaları gerçekleşmiş ama belli bir yıpranma payını da içeren ütopyalar olarak düşünebiliriz: “Çünkü her çağ, bir sonrakini düşlemekle kalmaz, ama düş kurarak uyanışa da zorlar. Sonunu kendi içinde taşır ve –daha önce Hegel’in saptadığı gibi- bu sonu kurnazlıkla hazırlar”. (Benjamin,W)

56 | Baraka | Ağustos - Eylül


II.Perde: Şimdinin Heterotopyası “Geçmiş veya gelecek yoktur; hepsi ‘şimdi’de yer almaktadır.” (Benjamin,W) Pasajlar’ın göstermek istediği, XIX. yüzyılın uyanılması gereken bir düş, etkisi kırılmadığı sürece bugünün/şimdinin üzerinde baskısını hissettirecek bir karabasan olduğudur. Benjamin bu karabasanı ortadan kaldırmak için özel bir mekândan, o yüzyılın diğer mekânlarından apayrı bir yerden başlaması gerektiğini biliyordu. XIX. yüzyılı sarsmak için ihtiyaç duyduğu dayanak noktasını ise dönemin hâkim ideolojisinin kristalleşmiş biçimi olan Paris pasajlarında bulur. Foucault ile arasındaki “antagonistik” ayrım, Foucault’nun aksine Benjamin’in hâlâ bir tarihsellik ve zaman fikrine bağlı oluşudur. Ancak Foucault mekânı nasıl kavrıyorsa, Benjamin de tarihi benzer biçimde kavrıyordur. Yani Foucault’nun eş-uzamsallığına benzer biçimde bir eşzamanlılık olarak: “Tarih, yerini homojen ve boş zamanın değil, şimdiki zaman’la dolu bir zamanın oluşturduğu bir kurgunun konusudur. Örneğin Robespierre için Antik Roma, tarihin akışından koparıp aldığı, şimdiki zamanla dolu bir geçmişti. Fransız Devrimi, geri dönen bir Roma olarak anlaşılıyordu. Eski Roma’yı alıntılıyordu”. Burada şimdi, eşzamansallığın merkezi imgelemini oluşturur. Mekan-zamanda şimdi, geleceğe ve geçmişe bağlılığıyla heterotopyaların algılanan mekanını oluşturur.

III.Perde: Yeni Ütopya “Yeni, üretilmeye ihtiyaç duyulandır.” Mimarlığı içeren veya içermeyen sayısız siyasi ütopyanın yanında kuvvetli ideolojiler barındıran mimari ütopyaların üretildiği dört yüzyılı geçkin sürenin, sayısız Rönesans

ve XIX. yüzyıl ütopyası gerçekleştirme çabasının modernistler, rasyonalistler, konstrüktivistler gibi isimlerle anılacak iki savaş arasında yoğunlaşan güçlü ütopist vizyon sahibi birçok denemenin ardından, 1968 değişiminden önce mutlakçılığı ve totaliterliği reddeden hali hazırda yeni ütopyalar üretilir. Modernite ile barışık ancak bazılarınca post-modernizm olarak müjdelenen bir anti ütopya ve bir anti ütopyalar bütünü üretilir: New Babylon ve Archigram. Bu çalışmada “yeni ütopya” kavramı zamansal ve mekansal modernitenin kent yaşamına zuhur ettiği aralığa çizilen bölüm

olarak yer alır. Kavramsal ve bünyesinde barındırdığı gerçeklikle anlatılmaya çalışılan heterotopyaların geçmişten geleceğe atılan her modernite köprüsünde dönüşen kimliklerin ve mekanın içine işlemiş olduğudur.

IV. Perde: Yeni Şehir “Yeni şehir her zaman gökkuşağının sonundaki hayali mükafattı” (Ütopyayı Hayata Geçirmek, Wakeman, R.) Yeni şehir hareketi XX. yüzyıl sonrası atılan ütopyacı yazarların muğlak retoriğinin vardığı en son nokta olarak “daha iyi bir yer ve yaşam tarsi” düşüncesini salık vermiştir. ABD kaynaklı bu hareket “yeni”yi zorunlu kılan ve değişmeyen kentlerin yok olmaya mahkum olduğunu savunan Le Corbusier’in modernist düşüncesini somutlaştıran bir metafordur. Bahçeşehir fantezileri gibi kenti “şimdi”nin ütopik dünyasına çevirmeye iten tüm bu fikirler metropollerin transit, geçiş mekanAğustos - Eylül | Baraka | 57


larıyla dolu havasını solumaya itti. Çalışmada “yeni şehir” olarak adlandırılan mekansal-zamansal ayrım eskinin üzerine eklektik bir şekilde var olmadan köklerini XX. yüzyıldan alan kent adacıklarını işaret ediyor.

III. Bölüm Mekansal Odaklar

Bağlamsal

Çözümleme:

Geçmişin ütopyası ile başlayan ve yeni şehir bölümüyle biten eşzamansal süreç mekansal bağlamda eş zamanlı olarak bir mekan diziliminde bir çizgide deneyimletilerek açıklanacaktır. Prost İstanbul’un büyük bir kısmını planladığında, İstanbul’un metropol kente dönüşümü başlamıştı. Modernite, bir ütopya olarak kente “yeni” yi getiriyor ve büyük yıkımlara neden oluyordu. Ütopya Haliç kıyısından Beşiktaş’a kadar İstanbul’u yeni yüzüne kavuşturuyordu. Yeni ütopya’ya doğru giden eşzamansal çizgi bu modernite adımıyla Karaköy’de başlamış bulunuyor. Eşzamanlı heterotopya incelemesinde geçmişin ütopyası olarak adlandırılan bölge Galata’dır. Bellek mekanları, geçirdiği süreçlerin görünürlüğü, illüzyon mekanları “geçmiş” i okutur. Zincirlikuyu bölgesi yürüme ediminin kendini araçsallığa bıraktığı ve 4. Levent, Maslak bölgelerine ulaştıran Büyükdere Caddesi

58 | Baraka | Ağustos - Eylül

mekan karşılaşmasını devam ettiren çizgiyi oluşturur. Buna göre mekansal dizilim grafikte olduğu gibi gerçekleşmiştir. Foucault heterotopyaları “Toplum yapısının kendisine nakşedilmiş bir tür karşı yerleşme ve -içinde bir kültürde bulunabilecek gerçek yerleşmelerin, diğer tüm gerçek yerleşmelerin “eşzamanlı” olarak temsil edildiği, çekişme konusu yapıldığı ve tersine çevrildiği- bir tür fiiliyata geçirilmiş ütopyalar niteliğindeki gerçek, fiili mekanlar” olarak tanımlar. Eşzamansal Heterotopya: İstanbul “Mekan her türlü iktidar uygulamasındaki temel unsurdur.” (Foucault,2011) Mekansal


karşılaşmaların tesadüfi olarak gerçekleşmesi ve bu karşılaşma alanlarının iktidarın “düzen” olarak zorunlu kıldığı farklılaşmalar

sistemini meydana getirdiği kent içinde, sürekli olarak kendini üretir. Şimdi, geçmiş, gelecek zamansal ve mekansal olarak bir-

Ağustos - Eylül | Baraka | 59


birinin üzerine kurulurken, bir süreksizlik hafızası içinde yakınlık ve uzaklık tezahürleri olarak varlığını sürdürür. Birbirine geçen tüm bu ilişkiler yakınlığın ve uzaklığın, görünür olmanın biçimsel altlığı olarak “eşik”ler oluşturarak birbirlerini dönüştürmeden, içinde veya dışında olmadan eşiktelik halini sürdürür. İstanbul’da tüm bu ilişkileri tek bir güzergahta yürüme edimi içinde tiyatro sahnelerini izler gibi deneyimlemek mümündür. “Göz”ün farklılığı ve içinde buunduğu mekanları algılama biçimi sürekli değiştiği ve uyaranların farklılığı bir düzenden uzak olarak belirdiği için Simmel’in belirttiği “bezgin tutum” tam olarak ifadesine erişemez. Ötekilikle harmanlanan İstanbul gerçeklikleri “ötekiliği açılan geçit heterotopyaları”nı korumayı başararak kendi gibiliğini sürdürebilmiş bir heterotopyayı oluşturur. Eşza-

60 | Baraka | Ağustos - Eylül

mansal heterotopya çelişkisini yaşatabilmek için ötekilik alanlarına açılan geçitler ve geçitte-eşikte olma hali tüm bu organizasyonu kurgular. Heterotopyaları tanımlayan şey, tuhaf ve rahatsız edici bir belirsizliktir: Farklı taksonomilere ait parçaların bir aradağıyla nitelendirilir. Düzenlerin birbirine paralel gerçekleşen doğumu ve reddiyle tanımlanabilecek yer haline gelir. “Öteki” yerin imkansızlığının tartışıldığı bu noktada heterotopyalar düzenin bozulması olarak belirir. Bu mümkün düzenler çokluğunun farklılıklar üretmeye devam etmesi heterotopyaları askıya alınmış ötekilik mekanları olarak ortaya çıkarır. Fiziksel Çevre Heterotopya Analizleri I.Galata Heterotopyaların dördüncü özelliği olan “heterokroniler”, zamanı biriktiren mekanlar veya geçici etkinliklere ev sahipliği yapan


sest kavramı, kentsel literatüre bu noktada girmiştir. Kentsel palimpsest kavramı, heterokronik yaklaşımla bu anlamda ortak yönler taşımaktadır. Galata örneğinde gündelik yaşam devam ederken zamanın biriktirdiği unsurlar da aynı zaman diliminde deneyimlenmektedir. Bu yüzden heterokronik heterotopya olarak karşımıza çıkar. Aynı zamanda ilüzyon mekanlarını da içinde barındırır. II. Beşiktaş • Karma kullanım, yani birden fazla fonksiyon barındıran ve karmaşık sosyalkültürel ilişkiler içeren mekanlar • Kentsel düğüm noktaları • Birden çok kültüre, ırk, din veya dile mensup gruplara ev sahipliği yapan mahalleler almaşık heterotopyaları gördüğümüz yerlerdir. Beşiktaş, Taksim ve Maçka burada görünen mekanları bulundurmaktadır. Kolajda da ifade edildiği gibi birçok mekanın bir araya gelerek yeni bir kültürü doğurması gözlenir. Yansıma ve illüzyon mekanları kentin yeni ütopyaya yolculuğunda karşılaştığı simülatif mekanları oluşturur. Beşiktaş müze, saraylar gibi zamanın biriktiği mekanlarla heterokroni heterotopyası da barındırır.

mekanlar olarak betimlenmiştir. Pek çok zaman diliminin bir arada yaşanabildiği kentsel mekanlar da bu bağlamda bir heterokroni olarak değerlendirilebilirler. Tarihe ait farklı izleri taşıyan, yazılan, silinen ve tekrar yazılan yazı anlamına gelen palimp-

Özellikle açılma-kapanma mekanizmaları ve mekana kolayca nüfuz edememe konusunda çekişme mekanları zaman zaman bir heterotopyayı temsil edebilmektedir. İstanbul’da Taksim Gezi Parkı üzerinde oluşan baskı ile toplumun ayaklanması ve alanı sahiplenmesi, bölgeyi bir çekişme mekanı haline getirmiştir.

Ağustos - Eylül | Baraka | 61


III. Zincirlikuyu Zincirlikuyu yeni ütopya çizgisinde bir düğüm noktasıdır. Yürüme edimi yerini araç trafiğine ve geniş yollara bırakır. Zeminde görünür olmayan insan kalabalığı artık dön-

62 | Baraka | Ağustos - Eylül

güsünü yeraltında devam ettirmektedir. Ayna metaforunda olduğu gibi yer altında gerçekleşen dönüşüm yansıma ve illüzyon mekanı olarak seyreder. Sapma heterotopyası olarak Zincirlikuyu Mezarlığı ikonik bir mekansallık barındırırken Zincirlikuyu alma-


şıklık, açılma-kapanma sistemiyle bir kontrol mekanizması ve mükemmeleştirilmeye odaklı yapısıyla ilüzyon heterotopyalarını da içine alır. Kentsel düğüm noktaları kentin önemli nirengi noktalarında meydana gelen birçok işlevi, sosyal ve kültürel aktiviteyi barındırma, günün her diliminde farklı amaçlar hizmet etme özellikleri taşırlar. Bu tür kentsel mekanlar veya binalar kentte bir ya da birden çok kentsel aktörün ortaya koyduğu çok işlevli komplekslerdir. Kentte çeşitli büyüklükler ve türlerde bulunabilirler. Kentsel düğüm noktalarının birer heterotopya olduğunu ve bu tip heterotopyaların zaman içinde evrime uğradığını belirtmektedir. Bu bağlamda, parçalı metropolis yaklaşımının bir parçası olarak heterotopyalar Shane’e göre farklı zamanlarda, farklı ölçeklerde çalışan kentsel alanları birleştiren belirsiz ve kompozit binalardır. Günümüzdeki anlayış kentsel düğüm noktalarının, kentin merkezi veya nodal noktalarına hem ulaşım hattı ile direkt ilişki içerinde olan, hem de farklı amaçlara hizmet eden nirengi noktaları olduklarıdır. Bu bağlamda Zincirlikuyu yer altında bibirine bağlanan pasaj, alışveriş merkezi bu düğümü oluşturur.

lüzyon heterotopyaları, Foucault tarafından zaman ve mekanın istek üzerine oluşturulabildiği ve davranış kodları ve modanın çok hızla değişebildiği mekanlar olarak tanımlanır (Shane, 2008). Ana akımdan kopma ve çevresindeki gerçekleri yansıtmama açısından bağlamdan uzaklaşma gibi özellikleri diğer pek çok heterotopik özelliklerle örtüşmektedir; ama en çok sapma heterotopyaları ile ortak özellik taşımaktadır. İllüzyon heterotopyalarında, simule etme durumu söz konusudur. Baudrillard’ın Beaubourg etkisi olarak tanımladığı, Disneyland hiper-gerçekliğini Paris’in ortasına getiren Georges Pompidou binası ile eleştirileri de bu yöndedir. (Shane, 2008) Simulakra ve simulasyon kavramları ile bu illüzyonu tariflemeyi amaçlar (Baudrillard,2011). Gerçeklikten kopma, tarihten ve özden

IV. 4. Levent 4. Levent sınır kavramının bedene büründüğü çelişkiyi ve karşı mekanın, ötekileşmenin solunduğu bir bölgede heterotopyanın kavramsallığından fiziksel çevreye sıyrıldığı bir kesit sunuyor. .Gökdelenlerin patladığı bir çizginin hemen arkası gecekondu mahalleleriyle doluyken Büyükdere Caddesi’nin karşısı kapalı sitelerle, planlı oluşumlarla birbirini bıçak gibi kesen eşiklere sahiptir. İl-

Ağustos - Eylül | Baraka | 63


uzaklaşma gibi unsurların ötesinde, illüzyon heterotopyaları markalaşma gibi eğilimleri de beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda 4. Levent yeni ütopya oluşumuyla markalaşma eğilimini barındırıyor. Ancak gökdelen bölgesini çevreleyen ve sınır oluşumuna neden oldurtan etkenler 4. Levent’i ötekilik, liminalite kavramlarıyla açıklamamızı gerektiriyor. Aynı zamanda Levent metro durağında bulunan pasaj ve alışveriş merkezini birleştiren geçiş, bir düğüm heterotopyası özelliği katmaktadır.

64 | Baraka | Ağustos - Eylül

V. Maslak Yeni Şehrin oluşumu yüzyıllardır katmanlaşan olay örgüleri, biçimlenme, planlama, ütopya üretimlerinden kendini modernist ütopyanın kollarına bırakmıştır. Bir metropol insanının plazadaki beyaz yakalı işine bu alanda yer altı kotundan gökdelenlerinin en son katına kadar “hız” hakimdir. Hızın yarattığı geçirgenlik ağları, bağlantılar, araçsallık ve akışkanlık açılma kapanma heterotopyalarını oluşturur. Daha önce bahsedilen almaşıklık, illüzyon heterotopyası, düğüm heterotopyası, açılma kapanma sistemi, kontrol mekanizması özelliklerini Maslak’ta


da gözlemlemek mümkündür. Yeni Şehir olarak şimdinin görünürlüğünü ve zamanını anlayabilmekte fiziksel çevre parametrelerini güçlü bir şekilde sunan Maslak, dönüşümün, yeni şehrin olmuşluğunu anlatırken gelecek kentlerinin ütopyasının temel ilkelerinden birinin “görünürlük” olduğunu anlatıyor. Cam vitrinler, plazaların cam ve çelikten olan cepheleri çıplaklığı ve görünürlüğü vurguluyor. SONUÇ YERİNE

Heterotopyal Gelecek Tahayyülü: Zincirlikuyu

nür olduğu ancak zeminle ilişkinin kesilerek yaşamın form değiştirerek yer altında ve yer üstünde devam ettiği panoptikon kente dönüşür. Bu dönüşüm bedenin yayılmacı tavrını önü kesilemez ve sonsuz olarak ifade eder. Gerçek, artık simülasyonla yer değiştirmiş, anlam kaymasına uğramıştır. Yansımanın ve illüzyonun hüküm sürdüğü kontrol mekanizması olarak “göz”ün her şeye sahiplik güttüğü bir heterotopyal gelecek tahayyülü olarak Zincirlikuyu düğüm noktası, bellek mekanının yok-yer’e değişiminde başlangıç ifade etmesi nedeniyle bir “sınır” “liminalite” ifadesi de barındırmaktadır.

Foucault, panoptikon hapishane metaforunu, sürekli görünür olmanın yarattığı baskıyla zihinlerde iktidarın devamlı pekişmesi ile bağlantılı olarak kullanmıştır. Sanal mekanın, sosyal medyanın ve simülasyonun ele geçirdiği bir yaşam düzeninde görünür olmak ve görememek durumları, tersine çevrilerek her şeyin görüldüğü her şeyin görü-

Ağustos - Eylül | Baraka | 65


Akpınar, I., “İstanbul’u (Yeniden) İnşa Etmek: 1937 Henri Prost Planı,” 2000’den kesitler II: Cumhuriyet’in Mekanları/Zamanları/Insanları, Doktora Araştırmaları sempozyumu kitabı, Ankara: Dipnot yayınları ve ODTU yayınevi, 2010, s.107-124. Ay, S.(2018), Bir Kaçış Mekanı Olarak Heterotopya: Mode(Kadıköy) Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Coğrafya Ana Bilim Dalı, Bilecik Candan Bartu, A.,Özbay,C., Yeni İstanbul Çalışmaları, İstanbul: Metis Yayınları, 2014 Çavdar,R.(2018), Farklılığın Mekanı: Foucault ve Lefebvre’deki Heterotopya ve Heterotopi Ayrımı, İdeal Kent, Sayı 25, Cilt 9, s.941-959. Derleyen:Çavdar, A., Tan,P, İstanbul:Müstesna Şehrin İstisna Hali, İstanbul:Sel Yayınları, 2013 Ekice,Ş.N.(2019), Heterotopyalar İçinde Bir Birey Nasıl Yaşayabilir?IBAD(Sosyal Bilimler Dergisi), Özel Sayı, (s. 466-485) Foucault,M.,Of Other Spaces: Utopias and Heterotopias(1984), Architecture /Mouvement/ Continuité,Fransızca’dan Çev.:Jay Miskowiec Foucault, M., Kelimeler ve Şeyler, Çev.:Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara: İmge Kitabevi,1994 Foucault, M.,Özne ve İktidar, Çev.:Işık Ergüden,İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2000 İğci,S.(2015), Postmodernist Kent ve Heterotopyalar, Yüksek Lisans Tezi,YTÜ, Fen Bilimleri Enstirüsü, Şehir ve Bölge Planlama Ana Bilim Dalı, Kentsel Tasarım ve Mekan Organizasyonu Programı, İstanbul Karaman, Y.(2018), Benjamin, Foucault ve Heterotopya, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi),26,sf:267-286.

66 | Baraka | Ağustos - Eylül

Mimarlıkta Eleştirel Okumalar(2012), Modernite ve Yeni Ütopyai Mimarlar Derneği 1927 ,Ankara Stavros,S., Kentsel Heterotopya: Özgürleşme Mekanı Olarak Eşikler Kentine Doğru,Çev.:Ali Karatay, İstanbul:Sel Yayınları, 2000 Toprak,İ.(2018), Zamansallık ve Mekansallı Bağlamında Heterotopyaların Sentatik ve Semantik İrdelenmesi, Doktora Tezi, İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Anabilim Dalı, Mimari Tasarım Programı, İstanbul Wakeman, R., Ütopyayı Hayata Geçirmek: Yeni Şehrin Düşünsel Tarihi, Ç.: Ümit Hüsrev Yolsal, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2019


YANSIMALAR

Selin Aypak @selinaypak

Gizem Kuytul @gizemkyt

Ağustos - Eylül | Baraka | 67


YANSIMALAR

Selin Aypak @selinaypak

Selin Aypak @selinaypak

68 | Baraka | Ağustos - Eylül


Fatih Eyice @f.eyice

Nuran Çoban @nnurancoban

Ağustos - Eylül | Baraka | 69


YANSIMALAR

Zehra Betül Alkılınç @indefinitesss

Zehra Betül Alkılınç @indefinitesss

70 | Baraka | Ağustos - Eylül


Bilge Serra Şen @linesandfiles

İrem Yaşar @almondblossomtree

Ağustos - Eylül | Baraka | 71



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.