Gece Bekcisi Senfonisi

Page 1

BigBang yay覺nlar覺


Erhan Ege Gece Bekçisi Senfonisi BigBang Yayınları: 5 1. Baskı: Ağustos 2013 ISBN 13: 978-605-466507-5

© 2013, BigBang Yayınları

Tüm hakları saklıdır. Hiçbir şekilde tamamı veya herhangi bir parçası fotokopiyle veya başka yöntemlerle çoğaltılamaz ve dağıtılamaz. Bunu yapanlar veya buna teşebbüs edenler hakkında yayınevimiz kanunî takibat yaptırma hakkına sahiptir.

Kapak Tasarımı: Atacan Güçlüol Sayfa Tasarımı: BigBang Yayınları Baskı: Tarcan Matbaası

Adres: Zübeyde Hanım Mah. Samyeli Sok. No: 15, İskitler, Ankara Telefon: (312) 384 34 35-36 | Faks: (312) 384 34 37 Sertifika No: 25744

BigBang Yayınları Adres: Ziya Gökalp Cad. Metro İş Hanı No:24/82, Kızılay, Ankara Telefon/Faks: (312) 434 44 64 Web: www.bigbangyayinlari.com E-Mail: info@bigbangyayinlari.com Sertifika No: 25787


Erhan Ege

Hayat savaşçılarının oğlu olarak, 1980’de Mersin’de dünyaya geldi. “Erhan” ismini babasından, “Ege” ismini annesinden almıştır. Baba tarafı Girit, anne tarafı Bulgaristan göçmenidir. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli şehirlerde yaşadı. “Demir atmak istediğim bir şehir yok” dese de, saçları zeytin kokan şehirleri kovaladığı bilinir. Yazar, yirmili yaşlarını şiire boyadı. Gece Bekçisi Senfonisi romanı, o yılların laciverdidir.


“Aşk, en derin kuyumuza düşen keman” Akgün Akova


Kişiler:

Gece: Esas oğlan. Delilik çizgisini göğüsleyip göğüslemediğini bilmiyor. Bulmaca hazırlayarak hayatını kazanıyor. Ölüm tarihini bildiren bir zarf aldığı gün hayatı bir bulmaca oluyor. Dize: Esas kız. Hayattayken Gece’nin aklının sigortasıydı. Ölü. Çınar: Çınar ruhlu, çınar gövdeli adam. Dolunay: Gökten iner gibi Gece’nin hayatına giren kız. Özüm: Dolunay’ın kız kardeşi. Durul: Gece’nin en yakın arkadaşı. Çise: Durul’un karısı. Selçuk Yolaç: Psikoloji profesörü. Dilege: Pansiyoncu kadın.



1

Göz kapaklarımla sabahı itiştirdim. Işıklar ve eşyalar arasında varlığıma yer açtım. Her sabah kendiliğinden oluyor gibi görünen şey, beni harekete geçmek zorunda bırakıyordu. Saatlerdir içinde dönüp durduğum karanlığın, rengine, kokusuna ve tenine alışmıştım. Şimdi de aydınlığa alışabilmem için kahve yapmam gerekiyordu. Suyun kaynamasını beklerken, gazetenin gelip gelmediğini kontrol etmek istedim. Koridora bıraktığım her yalın adımın sesi, sessizlikle çarpışıyordu. Gelmemiştir, diye mırıldandım. Dış kapıyı açıp zilin yanı başındaki ahşap evciğin içinde yattığını görünce yanıldığımı anladım. Gazeteliğin içinde bir de mavi zarf vardı. Zarfı mutfak tezgâhına bıraktım. Gazeteyi masaya rahatça okuyabileceğim şekilde yaydım. Yiyecek bir şeyler hazırlamak için buzdolabını açtım. Yumurtadan başka kahvaltılığımın kalmadığını fark edince, homur11


danarak sahanda yumurta yaptım ve sandalyeme kuruldum. Gazete sanki dünün ve ondan önceki günün ve ondan önceki günün tekrarıydı. Köşelerinden bu dünyaya ait olmayan kelimeler yuvarlanıyordu. Sandalyemi gıcırdatırken, sabahları gazete okuma alışkanlığımdan vazgeçmeyi düşündüm. Gazetenin son sayfasını kaplayan “reklamiçe”ye, ispirtolu kalemle posbıyık yaptım. Manşetteki iri kıyım kelimeleri de, kendi kelimelerimle değiştirdim: ÇOCUKLARIN ÜSTÜNÜ ÖRTMEYEN KELİMELER ŞAKAĞIMA GÜNLÜK BASKIDA

Gazeteyi katladım ve tezgâha fırlattım. Mavi zarfa uzandım. Üstünde ne isim ne de adres yazılıydı. Zarfı açtığımda içindeki kâğıttan, kendi kelimelerinden başka ne varsa yutmuş olan bir cümle çıktı:

12


20 Şubat 2014’te Öleceksin.

13


Bir cümleydi. Bilgisayarda yazılmış bir tek cümle. Üst üste birkaç defa okudum, kâğıdın arka yüzüne baktım, zarfı evire çevire inceledim ama bu cehennemî cümleden başka bir şey bulamadım. Times New Roman’la eğik ve koyu olarak yazıldığını hemen fark etmiştim. Hafızamı bir süre iş arkadaşlarımın parmaklarında dolaştırdım. Ayağa düşmüş olan bu yazı karakteri herkes tarafından ara sıra kullanılabilirdi ve bana hiçbir ismi çağrıştırmıyordu. Gönderen kişi bunu düşüneceğimi düşünmüş olabilirdi, olmayabilirdi de. Eğer düşündüyse büyük olasılıkla yakın çevremden biriydi. Bu kişi de olsa olsa… Fren yaptım! Soluklandım. “Bi siktir git televizyon çocuğu!” diye çıkıştım kendime. Duramadım: Peki ama sayılar ve kelimeler neden alt alta yazılmışlardı? Yazan kişi, sayıların ve kelimelerin yan yana dizilişinde, tarihin ve ölümün vurgusunu sönük mü bulmuştu? Koca sayfaya bir tek cümle yazmış, sonuna da nokta koymuştu. Şu tarihte öleceksin, nokta. Bu nokta, onun kararlılığını mı pekiştirmişti? Kesin olarak belirttiği tarihte ölecek olmam, onun mutlak doğrusu mu olmuştu? Yirmi şubat bana niçin hiçbir şey ifade etmiyordu? Dedektifçilik oynamanın beni bir çıkmaza doğru sürüklediğini çok geçmeden anladım. Aşağıyı yoklamaya karar verdim. Merdivenlerden inip apartman kapısını açtığımda, bir siyasi partinin seçim arabası üzerinde esneme hareketleri yapan iki sokak kedisi, benden gelebilecek herhangi bir hamleye kilitlendi14


ler. Sokakta kayda değer bir şey yoktu. Yukarı çıktım. Kendimi sıcak suya bıraktım. Banyodan sonra kendimi daha iyi hissediyordum. Maymunun biri işte, diye söylendim. Bu olayın üzerinde durmanın, zaman kaybı olacağı belliydi. Yürümeliydim. Yürümek eylemi, zıddıma basan dünyayla arama denge zerreleri serperek tavrımı yumuşatır, beni “bütün”le kaynaştırarak, geçici bir “uyumlu” yapardı. Dışarı çıkıp bir iki sokak geçince, pençelerimin iyice uzadığını fark ettim. Yavaş adımlarla manikür zamanı gelmişti. “Sabah sabah deşmeyelim milleti…” Tunalı Hilmi Caddesi’ne vardığımda, Durul’a uğramak istedim. Aynı mahallede büyüdüğüm ve aynı üniversiteyi bitirdiğim canım arkadaşım, beni görünce sevinecekti. Eczanesinin kapısını yavaşça açtım. Masasına yaydığı gündelik kelimelerin içinde kaybolmuştu. İlaçlara yeni fiyat etiketleri yapıştıran kalfasının soluk teni, onun esmerliğini pekiştiriyordu. Kalfası yine pek bir nanemollaydı. Düşük omuzlarıyla ve yılgın hareketleriyle, kendisine yönelen bir bakışı anında pişman ediyordu. Durul, onun yanında, gazete okuyan bir başpehlivan gibi duruyordu. –  Günaydın, dedim. Kafasını kaldırdı ve gülümseyerek doğruldu. –  Ne iyi ettin de geldin. Gazete sabah sabah içimi kararttı, dedi. 15


Gülümsedim. –  Hadi bize birer çay söyle. Evde yaşadığım olay mimiklerime sinmiş olacaktı ki, Durul “nen var” der gibi bakıyordu yüzüme. –  Birileri bu sabah tatsız bir şaka yaptı. Konuşmaya değmez, diye geçiştirdim. Durul, yalnızlığa dayanamayan kayınpederinin onlara taşındığını ve geceleri bir balıkçı motoru gibi horlayıp onu uyutmadığını anlattı. Kalfası, onu dinlerken, acemice üflenen bir trombon gibi patladı. Durul sonunda ölüyü de güldürdüğünü söyleyince, cümleten zembereğimiz boşaldı. Kalfası yakınlardaki bir eve tansiyon ölçmek için gittiğinde, Durul çenesinin bağını iyice çözdü. Vakitlice gitmem gereken yerler olduğu için lafını böldüm, cumartesi günü Çise’yi alıp bana gelmekten başka çaresinin olmadığını söyledim ve ılınmış olan ikinci çayımı kafama dikip kalktım. Güneş şubat ayıyla dalgasını geçiyordu. Göğe asılmış bir greyfurt gibiydi. Yolun sağındaki kaldırımdan yürüyüp, güneşe vücudumun solunu yaktırıyordum. Günlerdir Balkanlar’dan oturma odalarımıza koridor oluşturan soğuk hava dalgası, bir başkent dolusu küfürü sindiremeyip, geldiği yere tıpış tıpış geri dönmüştü. Bugün öğrenciler okulu asacak, çalışanlar 16


“eeeee yetti ulan” izni alacak, şehir koca bir lunaparka dönecek diye düşündüm. Karşı kaldırıma geçerken telefonum çaldı. Durul eczaneye dönüp dönemeyeceğimi sordu. Sesinde ciddiyet vardı. Beş dakika dolmadan, tekrar eczanesinin kapısını açtım. Oturur oturmaz önüme mavi bir zarf koydu. Zarfın ağzı açıktı. İçinden yine o Azrailvari cümle çıktı:

17


20 Şubat 2009’da Öleceksin.

18


Arka arkaya gelen zarflarla, pusulayı şaşırmıştım. –  Bu senin başının altından mı çıkıyor? diye sordum Durul’a. Hayretle bakıp, başını “hayır” manasında salladı. –  Durul ciddi misin? diye üsteledim. –  Dalga geçer gibi bir hâlim mi var? Sen çıktıktan sonra kapının altından attılar bunu. –  Kimseyi görmedin mi? –  Görmedim ama adamın biri adımı tısladı. –  Bana tatsız bir şaka yaptılar demiştim ya, erken konuşmuşum. Bizimle resmen oynuyor bunlar. Beni de zarfladılar bu sabah ama haklarını yememek lazım, doyasıya yaşamam için beş kocaman yıl vermişler bana, dedim. Sersemlemiştik. Tadımız da iyice kaçmıştı. Üstelik bu boz bulanık tehdide göre arkadaşım ertesi gün ölecekti.

19



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.