00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 1
21.05.2015 13:12
Facebook’ta beğenin
Twitter’da takip edin
Pinterest’te “pin”leyin
Goodreads’te kitaplarınıza ekleyin
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 2
21.05.2015 13:12
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 3
21.05.2015 13:12
Ahmet Arslan İslâm, Demokrasi ve Türkiye
BigBang Yayınları: 18 3. Baskı: Mayıs 2015; 2. Baskı: 1999 (Vadi Yayınları); 1. Baskı: 1995 (LDT Yayınları); ISBN 13: 978-605-4665-18-1
Copyright © 2015, BigBang Yayınları® Tüm hakları saklıdır. Hiçbir şekilde tamamı veya herhangi bir parçası fotokopiyle veya başka yöntemlerle çoğaltılamaz ve dağıtılamaz. Bunu yapanlar veya buna teşebbüs edenler hakkında yayınevimiz kanunî takibat yaptırma hakkına sahiptir.
Kapak Tasarımı: Furkan Şener (www.furkansener.com) Sayfa Tasarımı: BigBang Yayınları Baskı: Tarcan Matbaası Adres: Zübeyde Hanım Mah.Samyeli Sok. No: 15, İskitler, Ankara Telefon: (312) 384 34 35-36 • Faks: (312) 384 34 37 • Sertifika No: 25744
Adres: Dr. Mediha Eldem Sok. No: 68/9, Kızılay, Ankara • Telefon/Faks: (312) 434 44 64 E-Mail: info@bigbangyayinlari.com • Web: www.bigbangyayinlari.com • Sertifika No: 25787
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 4
21.05.2015 13:12
A H M E T AR SL A N 1944 yılında Urfa’da doğmuş, lisans ve lisansüstü öğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde tamamlamıştır. 1978 yılında aynı kurumda doçent, 1988 yılında Ege Üniversitesi’nde profesör olmuş ve 2011 yılında emekliye ayrılmıştır. Ahmet Arslan Arapça, Fransızca, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Bu dillerden ve felsefenin çeşitli alanlarına ait çok sayıda çevirisi bulunmaktadır. Uzmanlık sahası Antikçağ Yunan Felsefesi, Ortaçağ İslam Felsefesi,Osmanlı Kelam Düşüncesi olup bu alanlarda yazmış olduğu bazı telif eserleri şunlardır: • İlkçağ Felsefe Tarihi (5 cilt) • İbni Haldun • İslam Felsefesi Üzerine • Kemal-Paşazade’nin Tehafüt Haşiyesi (2 cilt). Bugünlerde İlkçağ Felsefe Tarihi’nin bir devamı olarak yayınlamayı planladığı Ortaçağ İslam düşüncesi üzerinde çalışmaktadır.
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 5
21.05.2015 13:12
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 6
21.05.2015 13:12
İÇINDEKILER
TAKDIM
11
ÜÇÜNCÜ BASKIYA ÖNSÖZ
17
BIRINCI KISIM BIREY, HOŞGÖRÜ, DEMOKRASI
1. BARIŞ, REFAH, BIREY VE KOLEKTIVITELER ÜZERINE
23
2. DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ
27
3. DÜŞÜNCE VE EYLEM ÖZGÜRLÜĞÜ
32
4. CEMAATE ÖZGÜRLÜK, BIREYE ESARET
35
5. HOŞGÖRÜ
38
6. HOŞGÖRÜ VE İNANÇ ZAYIFLIĞI
50
7. HOŞGÖRÜ VE SINIRLARI
53
8. POPPER VE AÇIK TOPLUM
56
9. SIYASAL HAKLAR MI, SOSYAL HAKLAR MI?
71
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 7
21.05.2015 13:12
İKINCI KISIM İSLÂM VE DEMOKRASI
10. PLATON, PROTAGORAS, İSLÂM VE DEMOKRASI ÜZERINE
75
11. DEMOKRASIDE DINE DAYALI PARTI OLABILIR MI?
81
12. DEMOKRASIYI İSLÂMDAN ÇIKARTMANIN YARARI YOKTUR
84
13. İSLÂM, BIR AHLÂK VE ÖTE DÜNYA ÖĞRETISIDIR
89
14. İSLÂM VE ÇOĞULCULUK
92
15. İSLÂM, DEMOKRASI VE TÜRKIYE
99
16. BIR İSLÂM DÜŞÜNCESI SEMPOZYUMUNUN ARDINDAN
111
17. ÜÇÜNCÜ BIN YILIN EŞIĞINDE İSLÂM, BATI VE TÜRKIYE
114
18. İSLÂM, LAIKLIK VE ÇAĞDAŞLAŞMA (I)
125
19. İSLÂM, LAIKLIK VE ÇAĞDAŞLAŞMA (II)
133
20. İSLÂM VE FELSEFE
157
21. İNSAN HAKLARI VE İSLÂM
162
ÜÇÜNCÜ KISIM TÜRKIYE’DE SIYASET: DÜŞÜNCE VE PRATIK
22. ÇAĞIMIZ DÜŞÜNCESINDE DÜŞÜNSEL BOYUTLARIYLA TÜRKIYE
191
23. TÜRK DEMOKRASISININ KÜLTÜREL VE FELSEFÎ TEMELLERI
199
24. ATATÜRK VE CUMHURIYET
212
25. DEMOKRASI VE CUMHURIYET ÜZERINE DÜŞÜNCELER
229
26. SOSYAL DEMOKRASI VE ATATÜRKÇÜLÜK
234
27. TÜRKIYE, AYDINLAR, AHLÂK VE DÖNEKLIK ÜZERINE
246
28. REFAH KORKUSU
252
29. HALK, SIYASETÇILER VE BÜROKRASI
255
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 8
21.05.2015 13:12
30. CUMHURIYETÇI MISINIZ, DEMOKRAT MI?
260
31. TÜRKIYE, DEMOKRASI VE POLITIK YOZLAŞMA ÜZERINE
279
32. AVRUPA BIRLIĞI’NE DOĞRU
287
DÖRDÜNCÜ KISIM ÇEŞITLEME
33. İNSANA SAYGI
297
34. FELSEFE MI DIN MI?
303
35. AYDINLANMA
306
36. İNANÇ, BILGI VE MAKÛLIYET
315
37. AKIL, AHLÂK VE DIN (I)
323
38. AKIL, AHLÂK VE DIN (II)
326
39. İNSAN HAKLARI VE KÜLTÜREL GÖRELICILIK
341
40. DOĞU VE BATI DÜŞÜNCELERININ ETKILEŞIMINDE TÜRKIYE’NIN YERI
350
41. GELENEKSEL OSMANLI DEVLET VE SIYASET FELSEFESI VE TANZIMAT
362
42. CUMHURIYET DÖNEMI TÜRK FELSEFE HAYATI ILE İLGILI BAZI GÖZLEM VE DEĞERLENDIRMELER
377
43. KÜRTLERIN DE TÜRKLERIN DE ÇIKARI DEMOKRASIDE
391
DIZIN
397
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 9
21.05.2015 13:12
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 10
21.05.2015 13:12
TAKDIM
B
u kitap, bir Türk felsefecisinin, ülkemizin güncel toplum ve siyaset sorunlarına ve bunların tarihsel kökenlerine ilişkin olarak son yıllarda kaleme aldığı, düşünce yüklü görüş ve açıklamalarını içermektedir. Sayın Profesör Ahmet Arslan’ın, ilk yayımlandıkları zaman da geniş yankılar uyandırmış olan makale ve denemelerinin bir araya toplanmasının, genel olarak Türk düşüncesine, özel olarak da toplumsal ve siyasal teori literatürüne önemli bir katkı teşkil edeceğine şüphe yoktur. Bu katkıdaki mütevazı payından dolayı bu satırların yazarı da son derece sevinç duymaktadır. Kitap üç ana bölümden oluşmaktadır. “Birey, Hoşgörü, Demokrasi” başlıklı Birinci Bölümde, yazarın demokratik siyasete bakışının başlıca fikri dayanaklarına ilişkin bazı veriler yer almaktadır. Burada, demokrasi, bir yandan birey-toplum ilişkilerinin makûl bir şekilde dengelen mesine, diğer yandan toplumsal ve siyasal bir erdem olarak hoşgörü anlayışına dayandırılmakta ve çağdaş bir demokrasi kavramlaştırması örneği olarak Popper’ın “Açık Toplum” teorisi ele alınmaktadır. Bu arada, Türk düşünce hayatının bugün arz ettiği manzara karşısında, yazarın cemaatçiliğin bireysel özgürlük ve hakları tehdit edici yönünü vurgulamasının özel bir önemi vardır. Hemen eklemek gerekir ki; Prof. Arslan’ın bireysellik üstündeki vurgusu, toplumsal var oluşun empirik ve etik gerçekliğini göz ardı eden bir yaklaşımı değil, aksine ahlâkî ve rasyonel varlıklar olarak bireylerin kurucu unsurlarını oluşturduğu gönüllü ve barışçı bir beraberlik olarak toplum gerçekliğini temel hareket noktası olarak almaktadır. Bunun gibi, yazarın hoşgörünün önemine dikkat çeken yazılarının amacı da, düşünce temeli olmayan bir oportünizmi veya mutlak bir rölativizmi tavsiye etmek olmayıp; hoşgörünün, Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 11
11
21.05.2015 13:12
12
Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
toplumsal barışa ve demokrasinin kökleşmesine hizmet eden bir sivil erdem olarak vazgeçilmezliğine işaret etmektir. İkinci Bölümde “İslâm ve Demokrasi” ile ilgili bazı teorik ve pratik sorunlar incelenmektedir. Bu bölümün temel problemi, laik ve demokratik bir siyaset içinde İslâmın yerini araştırmaktır. Yazar bu çerçevede, İslâmî öğretinin özellikleri açısından çoğulculuk, din-devlet (dünyevî-uhrevî) ayrımı ve laiklik sorunlarını büyük ölçüde orijinal bir biçimde ve tam bir yetkinlikle ele almakta ve bu konulara ilişkin birçok yerleşik –resmî veya sivil– görüşü temelinden sarsıcı tezler ileri sürmektedir. Mesleği ve özel entelektüel ilgisi gereği benzer sorunlar üstünde düşünen bir kimse olarak, yazarın gerek Türk siyasî düşüncesi gerekse politika geleneği açısından çok önemli gördüğüm bazı iddialarına burada işaret etmek isterim. Prof. Arslan, “Demokraside Dine Dayalı Parti Olabilir mi?” başlıklı kısa yazısında, çağdaş demokrasi teorisinin temel verilerine uygun bir biçimde, bu soruya iki şartla olumlu cevap verilebileceğini belirtmektedir. Birincisi, dinci bir siyasî partinin “demokrasi oyunu”nun yarışma kurallarını peşinen kabûl etmesi gereğidir. Yani, o da diğer partiler gibi, iktidara gelmesi hâlinde kendi icraatının geçici olacağını kabûl etmek ve halkın desteğini yitirmesi hâlinde iktidarı devredeceğini taahhüt etmek zorundadır. İkinci olarak, “dinci” bir siyasal parti, “demokrasi oyunu”nun kurallarını niçin kabûl ettiğine ilişkin olarak, kendi dünya görüşünün ikna edici bir yorumuna dayanan, ideolojik bir argümantasyon da geliştirmelidir. Başka bir anlatımla, dinci partinin kendi tanrısal meşruluk anlayışını demokratik-laik meşrulukla nasıl bağdaştırdığını açıklaması gerekmektedir. Yazar, izleyen yazısında, İslâmın esas itibariyle bir “öte-dünya öğretisi” olarak yorumlanabileceğinden hareketle, bu problemin aşılabilmesi için başka bir çıkış yolu daha önermektedir. Şöyle ki: Ona göre, gerek İslâm düşünce geleneğinde gerekse İslâmî toplumların siyaset geleneğinde, İslâmın bir siyaset ve devlet teorisi olarak anlaşılmasını zorunlu kılan veriler çok azdır. Bu görüş, “İslâm, Laiklik ve Çağdaşlaşma (I)” başlıklı makalenin de ana temalarından biridir. Prof. Arslan’ın bu tezlerinin Türk demokrasi düşüncesi literatürüne önemli bir katkı teşkil ettiği çok açıktır. Öte yandan, yazar İslâm-laiklik-demokrasi ilişkilerini, Türkiye’de “ilerici” aydın çevrelerin öteden beri yaptıklarından farklı olarak, din-karşıtı bir perspektifle açıklamaya çalışmamakta; aksine Türkiye’nin toplumsal gerçekliğinin dinle ilgili yönünü önyargısız ve komplekssiz bir biçimde anlamayı tercih ederek, deyim yerindeyse dinle devleti “barıştırma”yı amaçlayan iyi niyetli bir girişim içinde görünmektedir. Bu nedenle Arslan, meseleye, İslâmın hem öğretisinde hem de pratiğinde, evrensel
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 12
21.05.2015 13:12
Takdim
13
ve demokratik gereklere uygun düşebilecek yönleri araştıran bir gözle yaklaşmaktadır. Onun, İslâmın sözü edilen iki yönünde de çoğulculuğun hem tarihsel hem de aktüel bir olgu olarak varlığına dikkat çeken “İslâm ve Çoğulculuk” başlıklı makalesi bu yaklaşımın başka bir örneğini teşkil etmektedir. Profesör Arslan, dinci bir partinin demokrasideki varlığının meşruluk şartlarından biri olarak gördüğü, siyasette tanrısal meşruluk ve laik meşruluk anlayışlarının bağdaştırılması yönündeki bir çabaya “İslâm, Laiklik ve Çağdaşlaşma (I)” başlıklı makalesinde kendisi girişmektedir. Ona göre; bir Müslüman, dinî inançlarından tâviz vermeksizin, Tanrı’nın evrensel egemenliği ile bu egemenliğin kullanılmasının siyasal alanda müminlere bırakıldığı anlayışı arasında pekâlâ bir ayrım (bir bakıma, Hıristiyan siyasî düşüncesindekine benzer bir “providansiyel ilâhî hukuk” yorumu) yapabilir ve bu din yorumu laik meşruluk anlayışına bağlı olanlarla aynı noktada buluşmayı sağlayabilir. Başka bir ifadeyle, demokratik kurumlar, böylelikle, dindar Müslümanlarla laik-hümanistler arasında, farklı biçimlerde temellendirilmiş de olsalar, bir konsensüs konusu hâline gelebilirler. Bu durum, özellikle Türkiye için, aynı zamanda barışçı birlikte var oluşunun da temeli ve güvencesi olabilir. Bu bölümde yazarın ele alıp sorguladığı, İslâm-laiklik ilişkisi hakkındaki popüler varsayımlardan biri de, İslâmiyetin Hıristiyanlıktan farklı olarak, din ile, dünya ayrımı yapmamasının onun laiklikle bağdaştırılmasına imkân vermediği iddiasıdır. Oysa, “İslâm, Laiklik ve Çağdaşlaşma (II)” başlıklı yazıda, gayet ikna edici biçimde, bu varsayımın Hıristiyanlıkla ilgili yönünün hem teorik hem de tarihsel olarak yanlış olduğu gösterilmektedir. Aslında, gerek Hıristiyanlığın gerekse İslâmiyetin teosantrik (dinmerkezci) birer öğreti olmak bakımından aynı ortak özelliği taşıdıkları ve dolayısıyla ikisinin de teorik olarak dinî alanla dünyevî alan arasında bir ayrım yapmayan totalci öğretiler oldukları görülmektedir. Fakat burada İslâmın Hıristiyanlıktan önemli bir farkı, onda örgütlü bir din adamları grubunun (ruhban sınıfının) bulunmamasıdır. Tarihsel olarak İslâm toplumunun ayrı bir siyasal gerçeklik şeklinde doğup gelişmiş olması da, onun teorik olarak olması beklenen teokratik yönünü zayıflatan bir özelliktir. Kitabın “Türkiye’de Siyaset: Düşünce ve Pratik” başlıklı Üçüncü Bölümünde üzerinde durulan belli başlı konular ise Türkiye’de siyaset düşüncesinin tarihsel gelişimi içinde İslâm öğreti ve siyasal uygulamasından etkilenme derecesi, Tanzimat ve Cumhuriyet reformlarının bu gelenek içindeki yeri, Atatürkçü ideolojinin bugünkü değer ve ihtiyaç-
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 13
21.05.2015 13:12
14
Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
larımız karşısında ifade ettiği anlam, Türkiye’de aydın geleneğinin bazı özellikleri ile bugünün toplumsal-siyasal gündem maddelerinden biri olan Kürt Sorunu’dur. Yazarın filozofça bakışı bu konuların tartışılmasında da kendini bâriz bir biçimde hissettirmektedir. Bu bakışın bazı yansımalarına işaret etmek gerekirse: İlk makalede, Türkiye’de ulus ve ulusal egemenlik düşüncesine geçişin nasıl gerçekleştiği ve bunun Türk siyaset geleneği açısından devrimci bir değişme olduğu hususu, tarihsel bir perspektif altında gösterilmektedir. Ayrıca, çok önemli bir nokta olarak; Türkiye’de demokratikleşmeyle birlikte toplumsal çoğulculuğun ve siyasal yarışma anlayışının yerleşmeye başlaması sonucunda dinî dünya görüşü temsilcilerinin de kendi argümanlarını böyle yarışmacı bir ortamda ve başkalarını ikna etmesi beklenebilir bir formülasyon içinde açıklamak zorunda kalmalarının olumlu bir gelişme olduğuna dikkat çekilmektedir. “Geleneksel Osmanlı Devlet ve Siyaset Felsefesi ve Tanzimat” başlıklı ikinci makalede, Tanzimat belgelerinde ifadesini bulan siyasal felsefenin geleneksel Osmanlı siyasal düşünce ve pratiği içindeki yeri tartışılmaktadır. Yazara göre, İslâm devletlerinin siyasal geleneğinin ve klâsik İslâm düşünürlerinin esaslarını kurduğu siyaset teorisinin bir devamı olan Osmanlı siyasal felsefesinin belli başlı unsurları adâlet döngüsü, güçlü hükümdarlığın önemi, dinî liderliğin dünyevî liderlikten ayrılması, devletin hanedanla özdeşleştirilmesi gibi hususlardır. Bu çerçevede, ilk Tanzimat belgesi olan 1839 tarihli Gülhane Hatt-ı Hümayunu da esas itibariyle bu geleneğin bir devamıdır. Bu devamlılık, özellikle iki bakımdan belirgin biçimde kendini göstermektedir: Birinci olarak, devlet düzenini ıslah etmek üzere, bu belgenin kendisinin pâdişah iradesinin bir ifadesi olan bir ferman biçiminde ortaya çıkmış olması, geleneksel anlayışın devam ettiğini göstermektedir. Bu nokta, pâdişah tarafından sağlanması gerektiği düşünülen “adâlet”in, yine ancak onun iradesinin ürünü olan “kanun” veya “ferman”larla sağlanabileceği anlayışının yeni bir örneğidir. İkinci olarak, belgenin hareket noktasının devletin “kurtarılması” ve ıslahı olması ise, toplum-üstü anlamında üstün devlet anlayışının Tanzimat hareketinde de devam ettiğini göstermektedir. Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun yeni olan yönü ise, esas itibariyle, –“doğal haklar” ve “sözleşmeye dayanan devlet” gibi– Batılı felsefî temellerinden kopuk olsa da, bir tür temel haklar görüşünden etkilenmiş olmasıdır. Bu belgenin yansıttığı başka bir yeni düşünce de, kanun önünde eşitlik yoluyla, geleneksel “teb’a” fikrinden modern “vatandaş” anlayışına geçme arayışıdır. Bu düşünce, sâdece Müslim-gayrı Müslim ayrımının değil, aynı zamanda geleneksel İslâm-Osmanlı siyasal öğreti-
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 14
21.05.2015 13:12
Takdim
15
sindeki toplumsal hiyerarşi fikrinin de terk edilmesi anlamına gelmektedir. Nihâyet pâdişahın bu fermanla kendi kendisini sınırlaması (veya sınırlamayı vaat etmesi) da mutlakıyetçi Osmanlı siyasal geleneğinden önemli bir kopuş olarak görülebilir. Prof. Arslan bir sonraki makalesinde “Türk Demokrasisinin Kültürel ve Felsefî Temelleri”ni araştırmaktadır. Burada ulaştığı ana sonucu tahmin etmek zor olmasa gerek: “(B)izim demokrasimizin doğrusu henüz ne kültürel, ne de felsefî temelleri olmayan bir demokrasi olduğunu kabûl etmemiz gerekir.” Çünkü, ne kültürümüz felsefeyle yoğrulmuş bir kültürdür (esas itibariyle bir din kültürüdür), ne de demokrasimizin arkasında Batı demokrasilerinde olduğu gibi ahlâk, hukuk ve siyaset felsefesiyle ilgili derin tartışma ve teoriler vardır. Bunun içindir ki, şimdiki hâliyle demokrasimiz “pratik, pragmatik, empirik, ârızî bir olgu” manzarası göstermektedir. “Sosyal Demokrasi ve Atatürkçülük”, kitabın belki de en kışkırtıcı yazısı. Özellikle, kendi düşüncelerinin filozofik bir tarzda teşrih masasına yatırılmasını veya bunlara felsefî bir meydan okumayı bir karabasan gibi görmeyecek sosyal demokratlar ve/veya Atatürkçüler varsa, bu makale onlar için heyecan verici bir fantezi olabilir. Ayrıca, bu yazının ilginç bulduğum bir iddiası var. Yazar, politik icracı olarak sosyal bilimcilere hiç güvenmiyor; hatta kendi deyimiyle “bir hükûmetin başarı şansının, içinde bulundurduğu sosyal bilimcinin sayısı ile ters orantılı olduğu”nu iddia ediyor! Bir “sosyal bilimci” olarak buna belki üzülmem gerekir; ama yazarın asıl maksadını anladığımı sandığım için, doğrusu, tam tersine seviniyorum. Şu nedenle: Vulgarize edildiği ölçüde –Türkiye’de genellikle olduğu gibi– sosyal bilim bu disiplinle uğraşanları, toplumun soyut-rasyonel ilkeler doğrultusunda yeniden kurulabileceği zehabına kaptırıyor ve biraz ekonomi, sosyoloji ve hukuk öğrenen herkes hemen toplum mühendisliğine soyunuyor. Bu bakımdan, Prof. Arslan’ın çekincesi, sosyal bilimcileri ihtiyata ve tevazuya dâvet etmekle, doğrusu çok “hayırlı” bir iş yapmış oluyor. Kitabın en ufuk açıcı yazılarından biri de “Türkiye, Aydınlar, Ahlâk ve Döneklik üzerine” başlıklı olanı. Bu yazıda Profesör Arslan, Türk aydınlarına âdeta felsefe dersi veriyor ve aydınların kendi entelektüel mâceralarını ahlâk felsefesi bakışıyla kritik ediyor. Ona göre, ne –kelimenin gerçek anlamında– “döneklik” ne de hayatın sürekli olarak yalanladığı düşünceleri körü körüne, bağnazca savunmaya devam etmek bir erdemdir. Yazarın yine çarpıcı bir tespiti, fikir değiştirmenin demokrasinin de temeli olduğu hususudur. “Öyle ya, eğer seçmenler tuttukları partileri
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 15
21.05.2015 13:12
16
Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
hiçbir koşul altında değiştirmeseler, yani onlar hakkında fikirlerini değiştirmeseler demokrasinin işlemesi söz konusu olamaz.” “Halk, Siyasetçiler ve Bürokrasi”de, bir demokraside siyaset adamlarının yeri ve işlevi ile yine modern bir yönetimin vazgeçilmez unsurlarından, olan bürokrasinin işlevsel konumu ve bu iki grup arasındaki ilişkiler, demokrasi teorisinin temel verilerine uygun bir perspektif altında, analiz edilmektedir. Bu bölümün son yazısında ise yazar “Kürt Sorunu”na hem gerçekçi hem de demokratik ve özgürlükçü bir bakışın ışığını tutmaktadır. Dördüncü Bölümde ise yazarın çeşitli konulara ilişkin üç ayrı yazısı yer almaktadır. Bu yazılarda ifade edilen görüşler de aslında daha önceki bölümlerdeki tezleri ve argümantasyonu destekleyip güçlendiren dikkate değer bakış açıları ve ufuk açıcı, aydınlatıcı bilgiler içermektedir. Son olarak şunu söylemek isterim: Bir kitaba yazarından başka birisinin sunuş yazması genellikle yazan onurlandırmak için veya onun entelektüel câmiaya konunun otoritesince takdimini sağlamak için başvurulan bir yol iken; burada bundan tamamen farklı olarak, Prof. Arslan’ın kitabına sunuş yazmakla aslında ben onurlanmayı umuyorum. Esasen, Profesör Arslan’ı okuyucuya sunmak benim haddim olmadığı gibi, onun böyle bir takdime ihtiyacı da yoktur. Kitabın bana âit olan bölümlenmesi ve tertibinden doğacak sorumluluğu da işte ancak bu onurdan aldığım cesaretle üstlenebiliyorum.
Mustafa Erdoğan Mayıs 1995
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 16
21.05.2015 13:12
ÜÇÜNCÜ BASKIYA ÖNSÖZ
B
u kitabın ilk iki baskısı 1995 ve 1999 yıllarında yapıldı ve tükendi. İkinci baskısından bu yana on altı yıl geçti ve bu süre zarfında Türkiye’de –ve dünyada– birçok değişiklikler oldu. Tabiî bende de bazı değişiklikler oldu. Bendeki değişikliklerin en büyük bölümü güncel siyasî-sosyal olaylardan ilgimi epeyi çekerek çalışmalarımı daha çok dar anlamda meslekî alanıma yoğunlaştırmam yönünde oldu. Bu yöndeki çalışmalarım çerçevesinde Batı dillerinden önemli gördüğüm çok sayıda eseri Türkçeye çevirdim ve içlerinde en önemlisi beş ciltlik İlkçağ Felsefe Tarihi olmak üzere bazı telif eserler kaleme aldım. Bu zaman zarfında çeşitli tarihlerde ve yerlerde bu kitabın başlığını teşkil eden İslâm, demokrasi ve Türkiye kavram üçgeni içine giren çok sayıda konuşmalar yaptım, konferanslar verdim, yazılar yayınladım. Bu konuşmalar ve yazıların bir kısmını İslâm, Demokrasi ve Türkiye’nin bu yeni baskısı içine dâhil etmeyi uygun gördüm. Kitabın yeni baskısı üzerinde çalışırken doğal olarak daha önceki baskılarda yer alan yazıları elimden geldiğince dürüst bir şekilde yeniden okuma ve değerlendirme ihtiyacını hissettim. Bu yazılar Türkiye’nin –ve genel olarak diğer Müslüman ülkelerin– 1990-2000 yılları arasında yaşadıkları siyasal-sosyal olaylar üzerine güncel görüşler, değerlendirmeler, öneriler, hatta biraz da ister istemez bu ülkelerin ve toplumların geleceği üzerine tahminler, kehanetler olma niteliğine sâhiptiler. Aradan geçen bu kadar yıl sonra bu yazılarda herhangi bir anlamda üzülecek, utanılacak, gözlerden uzak tutulacak şeyler görmedim. Ne Türkiye’nin, ne İslâmın ne de demokrasimizin o günlerden bu güne bu yazılarda belirttiğim düşüncelerimi geçersiz kılacak, yaptığım öngörüleri boşlukta Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 17
17
21.05.2015 13:12
18
Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
bırakacak önemli herhangi bir değişikliği, değişiklikleri gerçekleştirmediğini üzüntüyle tespit ettim. Hatta ülkenin genel ekonomik durumu, modernleşmesi, fizikî yapısındaki iyileşmeler, sağlık, konut, alt yapı alanında bazı önemli ilerlemeler gerçekleştirmemize karşılık demokrasimizle ilgili konularda bazı bakımlardan daha geriye gittiğimizi düşündüğümü belirtmek zorundayım. Buna bu kitabın ve demokrasinin temel bir konusu olan hoşgörü alanında yine ülkemizdeki bazı olumsuz gelişmeleri de ekleyebilirim. Nihâyet bu tespitlere bu ilk baskılarda hiç üzerinde durmadığım, demek ki durmak ihtiyacını duymadığım, çünkü fark etmediğim, ülkemizde hukukun, adâletin işleyişi, yargıçların, en azından dikkate alınması gereken bir kısmının sahip olmaları gereken meslek ahlâkının içinde bulunduğu acıklı durumu da katmak zorunda olduğumu hissettiğimi belirtmek isterim. Öte yandan bu, bu kitabın ilk iki baskısında söylediğim her şeyin bugün aynı ölçüde arkasında durduğum, onları aynı hararetle savunduğum anlamına gelmemektedir. Özel olarak bugün hangi görüşlerimi daha az doğru bulduğum veya daha az heyecanlı bir şekilde savunmaya devam ettiğim meselesine girmeyeceğim. Sonraki dönemde yazdığım yazıları okuyan dikkatli bir okuyucunun bunları fark edeceğine inanıyorum. Bununla birlikte bugün içinde bulunduğum zihinsel durumumla ilgili olarak şunu söylemeyi gerekli görmekteyim: Belki yaşlanmanın (71 yaşındayım) veya olaya iyi tarafından bakarsak daha büyük bir birikim ve tecrübe sâhibi olmanın sonucu olarak bugün insan hakkında daha az iyimser bir görüşe sâhibim. İnsanın bir zamanlar düşündüğüm kadar sağduyu ve akıl sâhibi olmaktan çok arzu ve tutku sâhibi, kültürel-tarihsel alışkanlıklarının ve geleneklerinin ürünü, hatta esiri olan bir varlık olduğunu fark ediyorum (Demek ki Aristoteles, “Alışkanlık ikinci bir doğadır” derken tam bunu kastediyormuş diyorum kendi kendime). Bunun ve daha birçok faktörün sonucu olarak on bin yıllık Orta Doğu’nun, bin beş yüz yıllık İslâm tarihi ve geleneğinin ürünü olan Müslüman dünyasının eskiden düşündüğüm kadar rahatça modernleşebileceğini düşünmediğim gibi bizim en fazla yüzyıllık tecrübemize dayanarak kısa bir süre içinde ve ciddî birtakım problemlerle karşılaşmaksızın Batı toplumları tarzında bir demokrasiyi yine kolayca gerçekleştirebileceğimiz ümidinde de değilim. Ama bu öte yandan gelecekle, kısa değilse de hiç olmazsa orta vâdeli bir gelecekle ilgili olarak dünyanın bir yöne, bizim ise bambaşka bir yöne gideceğimizi, gitme tehlikesi veya lüksü içinde olduğumuzu düşündüğüm anlamına da gelmiyor. Sâdece bu sürecin gerek Tanzimat, gerekse Cumhuriyet aydınlarının –ve geçmişte benim– düşündüğümüzden, ümit ettiğimizden daha zahmet-
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 18
21.05.2015 13:12
Üçüncü Baskıya Önsöz
19
li, daha dolambaçlı yollardan ve daha ağır bir biçimde seyrederek gerçekleşebileceğini düşündüğüm anlamına geliyor. Şüphesiz bu sözlerim benim hâlâ akıllanmadığım, saf ve iyimser bir şekilde duygulara, tutkulara değil akla, topluluklara; cemaatlere değil bireylere; güç ve şiddet devletine değil hukuk devletine; temel toplumsal ödevlere değil insan haklarına; bireye, hoşgörüye ve demokrasiye, bütün bunlardan daha önemli olarak özgürlüğe, özgürlüğün en yüksek değer olduğuna inandığım anlamında da alınabilir. Bir düşüncemi daha belirtmek istiyorum. Kitabın ilk iki baskısındaki yazılar 1990-2000 yılları arasında kaleme alınmışlardı. Doğal olarak kitap bu dönemde ele alınan ve tartışılan konular bakımından günün havasını yansıtmaktaydı. Bu yazıları yeniden gözden geçirdiğimde bir de şunu, sözünü ettiğim dönemde ne kadar ciddî ve önemli konuları tartıştığımızı fark ettim. Bu sıralarda Müslüman aydınların büyük bir bölümü İslâmın demokrasi, insan hakları, hoşgörü vb. konularında ne kadar büyük bir geleneğe veya en azından imkânlara, potansiyellere sâhip olduğunu haykırıyorlar, Batı’yı, post-modernizmi, çok-kültürcülükle ilgili tartışmaları ellerinden geldiğince tâkip ediyorlar ve bu konularda son derece modern kavramlar ve ince ayrımlar kullanarak muhataplarını ikna etmeye çalışıyorlar; Cumhuriyetçi-laik aydınlar ise uzun zamandan beri iktidarda olmanın rahatlığı, tembelliği, hatta biraz da mahcupluğu içinde, derme çatma argümanlar, klişe görüşlerle kendilerini savunmaya çalışıyorlardı. Sonra bugün içinde bulunduğumuz duruma ve gazetelerde, dergilerde, televizyonlardaki tartışma programlarında konuştuğumuz konuların değersizliğine, önemsizliğine, yoksulluğuna ve yavanlığına baktım. Hüzünlendim. Ünlü bir liberal “İktidar bozar; mutlak iktidar mutlaka bozar” demişti; içimden ekledim: “Mutlak iktidar, sâdece iktidarı değil, demek ki mahkemeleri, yargıçları, aydınları, akademisyenleri, gazetecileri, kısaca herkesi bozuyormuş”. Karen Armstrong Muhammed hakkında yazdığı güzel biyografisinde bir yerde İslâm ile Hıristiyanlık arasında bir karşılaştırma yaparak “Hıristiyanlığın acıda, İslâmiyetin zaferde” iyi olduğunu söyler. Yine kendime “Demek ki o da yanılıyormuş; zafer de Müslümana iyi gelmiyormuş” dedim. Bu baskıda ilk iki baskıda olmayan on dört yeni yazı var. Bunların bazısı oldukça uzun ve genel olarak İslâm ve demokrasiden çok Türkiye, Türkiye’nin yakın tarihi, Cumhuriyet dönemi, Avrupa Birliği, Avrupa veya Batı uygarlığı ile Doğu dünyasının çeşitli bakımdan, farklı kurumları açısından karşılaştırılmasıyla ilgili. Bunların gerek yapı, gerekse hacim itibariyle daha önceki yazılardan belli ölçüde ayrıdıklarını bilmekle birlikte kitabın eski şekline ve bütünlüğüne fazla bir zarar vermediğini
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 19
21.05.2015 13:12
20
Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
düşünüyorum. Bundan ötürü kitabın eski şeklini korudum ve bu yazıları uygun olduğunu, daha doğrusu en uygun olduğunu düşündüğüm bir şekilde diğer bölümlerin, yazıların arasına dercettim. Yazıların bir kısmının altında nerede ve ne zaman hangi vesileyle kaleme alındığına dâir bilgiler bulunmaktadır. Ama bazılarında bunu gerçekleştiremedim. Hatta bazı yazıların şimdiye kadar herhangi bir yerde yayımlanmadığını düşünüyorum. Eski yazılarımla ilgili dosyamı gözden geçirdiğimde onlarla karşılaşmak benim için de bir sürpriz oldu. Bununla birlikte bazı yerlerde onların ne tür bir topluluğa ve hangi vesileyle hitap ettiğine veya kaleme alındığına dâir ipuçları bulunmaktadır. Dikkatli okuyucu bu ipuçlarından yararlanabilir. Eski yazıların içeriği, yani onlarda ifade edilen görüşler, düşüncelerle ilgili olarak tabiî ki değişiklik yapmadım. Orwell’in 1984’ünde sözünü ettiği şekilde geçmişi bugünün ihtiyaçlarına uygun bir yönde yeniden yazma konusunda ne bir kabiliyetim, ne de arzum var. Ancak dille, imlâ ile ilgili olarak bazı ufak tefek değişiklikler yaptım. Daha doğrusu kitabın bütünüyle ilgili olarak dil, imlâ konusunda bir birlik sağlamaya çalıştım. Ama bunu da çok iyi başarabildiğimi sanmıyorum, Düşüncem, eğitimim gibi dilimin de melez olması doğrusu beni pek rahatsız etmemektedir. Kitabın ilk baskısını sevgili dostum Prof. Dr. Mustafa Erdoğan sunmuştu. Mustafa’nın önsözünü ikinci baskıda olduğu gibi burada da koruyorum. Kitabın bu yeni baskısına ve bu baskıdaki yazılara yeni bir değerlendirme ve sunuş yapmak ister miydi, bilmiyorum. Aradan geçen yirmi yıl içinde muhtemelen benim gibi o da değişmiştir. Dostluğumuzu sınama hakkımın olmadığını düşündüm.
r slan Ahmet A
Mart 2015, Bornova
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 20
21.05.2015 13:12
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 21
21.05.2015 13:12
BIRINCI KISIM
BIREY, HOŞGÖRÜ, DEMOKRASI
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 22
21.05.2015 13:12
BARIŞ, REFAH, BIREY VE KOLEKTIVITELER ÜZERINE
Ç
ağdaş toplumların esas olarak iki amaç peşinde koşan bireylerden meydana geldiği, genel bir doğru olarak kabûl edilebilir: maddî planda rahatlık, konfor ve refah; manevî planda emniyet, huzur ve barış. Bunları daha basit olarak refah ve barış diye iki temel ihtiyaç veya arzu olarak belirleyebiliriz. Yine çağdaş toplumlarda bu iki temel arzunun gerçekleştirilme mekanizmaları olarak da sanayileşme ile demokratikleşmeyi verebiliriz: Kaba taslak olarak refah sanayi ile barış ise demokrasi ile sağlanmaktadır. Öte yandan gerek bu iki amaç, gerekse araç arasında mutlu bir ilişkinin varlığından da söz edebiliriz: Barış veya demokrasi çoğu kez refah getirebilmektedir. Buna paralel olarak sanayileşme ve refah da yine ve hatta daha güçlü bir iç bağlantıyla demokrasi ve barış getirmektedir. Her iki postülamızın lehinde olmak üzere, gerek empirik-tarihsel, gerekse psikolojik-felsefî kanıtlar getirmek zor değildir: Bugün dünyada mevcut gelişmiş ülkelerin büyük bir kısmı demokratik bir rejime sâhiptir. Başka deyişle, zamanımızın demokratik ülkeleri aynı zamanda refah ülkeleridir. Bunun en basit açıklaması ise, herhâlde, demokrasinin insanlara kendine güven duygusu, topluma barış getirmesi, böylece bir güven duygusu ve barış rejimi içinde yaşayan bireylerin de ekonomik bakımdan daha girişken, daha yaratıcı, daha verimli, sonuç olarak daha üretici olmalarıdır. Öte yandan refahın da demokrasi ve barış için çok olumlu sonuçları olduğu görülmektedir. Bunun da en önemli nedeni, toplumda refah düzeyi arttıkça bireyler, gruplar, sınıflar arasında keskin görüş ayrılıkAhmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 23
23
21.05.2015 13:12
DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ
D
üşünce özgürlüğü sorunu, irade veya seçme özgürlüğü sorununun bir parçası olarak hem bilimsel hem metafizik bir sorundur. başka deyişle acaba özgürlük diye bir şey var midir? Yoksa evrende olup biten bütün olaylar arasında birtakım nedensel ilişkiler mevcut olduğuna göre, bu olaylar arasında hiç de ayrıcalıklı bir alan gibi görünmeyen psikolojik-ruhsal olaylar alanında da bir determinizm mi söz konusudur? Kısaca düşünce özgür olabilir mi? Ancak bizi burada bu sorun ilgilendirmiyor. Düşünce özgürlüğü, öte yandan, moral bir sorundur. Moral, yani ahlâkî bakımdan sorumlu tutulması için insanın özgür olduğu, özgürce seçim yaptığı ve kararlar verdiği bir aksiyom olarak kabûl edilmelidir. Özgürlük olmayınca sorumluluk olmaz; kınama veya övme, suç veya ceza olmaz. Özgürlüğün çeşitli tanımları yapılmıştır ve yapılabilir. Benim bunlar arasında seçtiğim açıkça icbara, yani bir başkasının beni herhangi bir eyleme zorlamasına karşıt olarak nasıl hareket edeceğimi, neyi seçeceğimi benim kendimin tâyin etmem olarak özgürlüktür. Burada kastettiğim özgürlük, Spinozacı anlamda kendini-belirleme, self-determinasyondur. Burada söz konusu olan birey olduğu zaman bu bireysel özgürlük, bağımsızlık (otonomi) adını alır. Burada gerek “kendi” gerekse “belirleme” kavramları önemlidir. Çünkü belirlemenin, belirlenmenin tersi, belirsizlik, tesadüftür. Belirsizlik veya tesadüf, bilimsel anlamda varlıkları kabûl edilebilir şeyler olmamaları bir yana, öte yandan eylemlerimizin, seçimlerimizin ahlâkî değerlendirilmelerini imkânsız, daha doğrusu anlamsız kılarlar. Çünkü hiç kimse birini tesadüfen, bilinçsiz olarak yaptığı, ahlâkî olarak kendisini övmemize veya kınamamıza imkân veya anlam verebilecek bir nedeni olmaksızın gerçekleştirdiği bir eyleminden ötürü övemez veya kınayamaz. Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 27
27
21.05.2015 13:12
DÜŞÜNCE VE EYLEM ÖZGÜRLÜĞÜ
İ
nsanlık tecrübelerimizden hareketle insanların iki temel ihtiyacından söz etmemiz yanlış olmaz: İnsan maddî-fiziksel bir varlık olarak hayatını rahat ve emniyetli bir biçimde sürdürmek, manevî-ruhsal bir varlık olarak da başka insanlar tarafından saygı ve itibar görmek, kabûl edilmek istemektedir. Özgürlük, bu ikinci alana âit ihtiyaçların en başta geleni, hatta onların varlığının temel mantıksal-psikolojik şartı gibi görünmektedir. Öte yandan düşüncü özgürlüğü ve onun uzantısı gibi ele alınması mümkün olan ifade, propaganda, örgütlenme özgürlükleri de genel olarak özgürlüğün en önemli bir parçası, hatta onun fiili hareket noktası gibi görünmektedir. Kimsenin genel olarak düşünce özgürlüğüne bir itirazı yoktur. İtiraz, düşüncenin ifade edilmesi ile başlayan süreçte ortaya çıkması muhtemel olan “zararlı” pratik, eylemle ilgili sonuçlar üzerinedir. Gerek düşünce özgürlüğünü talep eden, gerekse ona karşı çıkan insanların büyük bir bölümü ilgilerini bu sonuçlar üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Birinci grup sâdece düşünceyi serbestçe ifade etmek, onun özgürce propagandasını yapmak istemekle yetinmemekte, aynı zamanda onu eylemde gerçekleştirme hakkını talep etmektedir. İkinci grup ise çoğunlukla düşüncenin eylemle ilgili sonuçlarına işaret etmekte, şu veya bu nedenle, şu veya bu gerekçeden hareketle, şu veya bu üstün veya daha üstün bir değer adına bu eylemi “zararlı”, “tehlikeli”, “kabûl edilemez” olarak bulmakta, böylece de düşünce-eylem sürecini kaynağında engellemeye çalışmaktadır. Problem gerçekten de ciddî görünmektedir: Bir yandan insan, insan olarak özgürce düşünmek, düşüncelerini özgürce ifade etmek, düşüncelerinin özgürce yayılmasını ve başkaları tarafından paylaşılmasını 32
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 32
21.05.2015 13:12
CEMAATE ÖZGÜRLÜK, BIREYE ESARET
R
efah Partisi’nin mevcut anayasaya ve onun uygulamasına karşı tutumu, şöyle özetlenebilir:
Mevcut anayasada dinî gruplar bakımından “serbest”, “yarı serbest” ve “kapalı” alanlar bulunmaktadır. Serbest alan, herkesin inandığı görüşlere inanma özgürlüğü alanıdır. Ancak bu alan, insanlara bahşedilen bir lütuf değildir; çünkü inanma veya vicdan, zaten yapısı gereği kontrol edilemez, serbest bir alandır. Yarı serbest alan, ibadet alanıdır. Kimsenin namazını kılmasında, orucunu tutmasında bir kısıtlama yoktur. Ancak örneğin toplu âyin alanı, tarikatlara mahsus özel uygulamalar alanı serbest değildir. Kapalı alan ise, inananların inançlarına uygun ve onların uzantısı olarak gerçekleştirilmesi gereken hukukî düzenlemeler veya daha kısa bir deyişle kamusal uygulamalar alanıdır. Oysa, insanlar yalnızca birtakım şeylere inanmakla kalmak istemezler; onları hayata geçirmek yaşamak isterler. İnandıkları şeyler içinde, sosyal, hukuksal, kamusal alana ilişkin düzenlemeler varsa –ki vardır– bunlara uygun olarak da yaşamak isterler. Aksi takdirde dindar olmanın bir anlamı yoktur. Herkesin kendi inanç sistemine uygun olarak yaşanması da insanın temel haklarından biridir. Bu mevcut anayasa eleştirisine bir de proje eklenmektedir. Bu proje, son zamanlarda sık sık adı duyulan, “çok hukuklu toplum” projesidir. Buna göre, farklı inanç grupları kendi inançlarına uygun sosyal gruplar, hukuk grupları olarak da bir arada barış içinde yaşayabilirler. İNANÇ VE İDEOLOJI
Bu proje insan psikolojisi açısından haklı gibi görünmektedir. Çünkü, Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 35
35
21.05.2015 13:12
HOŞGÖRÜ
Iring Fetscher*
“KÜÇÜK” BIR ERDEMI ZORUNLU HATIRLAMA
K
ısa süre önce yakın doğu’daki savaşın acı verici bir etkililikle hatırlattığı gibi bağnazlık, hoşgörüsüzlük ve dinsel ve kültürel farklılıkları hiçe saymak, kesinlikle geçmişin bir kalıntısı değildir. Özellikle bir sürü dinsel, dünya görüşsel ve siyasal inançların çatışma hâlinde bulunduğu Avrupa toplumlarında “küçük” hoşgörü erdemine hakkını vermek gerekir. Saddam Hüseyin Kuveyt şeyhliğine saldırıp işgâl etmeden kısa süre önce Kuveyt tiyatrosunun programında ilk kez Arap dilinde oynanan bir piyes bulunmaktaydı. Bu, dinsel hoşgörünün neşidesini terennüm eden Lessing’in Bilge Nathan adlı piyesi idi. Saddam Hüseyin, başlığında dindar ve hoşgörülü bir Yahudi’nin adının geçtiği bu piyesi çok uygunsuz ve lânetlenmesi gereken bir şey olarak hissetmiş olmalıdır. Yalnız göze çarpan bir biçimde buna ters düşen bir gerçek de, Saddam Hüseyin’in kendisini sâdece Nabukadnazar’ın değil, aynı zamanda büyük Salahaddin’in (Salâhaddin Eyyubî’nin) vârisi ve halefi olarak görmesidir. Ancak diktatörün herhâlde bilmediği şey, içlerinde yalnız Hıristiyan * Bu makale Iring Fetscher’ın 16 Kasım 1922 tarihinde Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde vermiş olduğu Almanca konferansın tarafımdan yapılan çevirisidir. Bu çeviri daha önce Tarih ve Toplum dergisinin 110. Sayısında (Şubat 1993) yayınlanmıştır. 38
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 38
21.05.2015 13:12
HOŞGÖRÜ VE İNANÇ ZAYIFLIĞI
G
enellikle, hoşgörüsüzlüğün güçlü bir inançla birlikte bulunduğu veya güçlü bir inançtan kaynaklandığı düşünülür. Şüphesiz bu düşüncede doğruluk payı olmakla birlikte, hoşgörüsüzlüğün nedenini insanın kendi inancına karşı güvensizliğinin oluşturduğu durumlar da vardır ve bunlar belki birinciden daha fazladır. Bir insanın kendi düşüncelerine kendi değerlerine ne kadar çok inanıyor ve değer veriyorsa onları o kadar tartışılamaz göreceği ve kendi düşünce ve değerlerinden farklı düşünce ve değerlere ve bunlara sâhip olan insanlara da o ölçüde hoşgörüsüz olacağını düşünmek makûldür. Ancak öte yandan, bir insanın kendi düşünce ve değerlerine ne kadar az inanıyorsa, onlardan ne kadar az eminse, onları o kadar çok tartışma-dışı kılmak isteyeceği ve bu düşünce ve değerler için bir tehdit oluşturacağını hissettiği her türlü farklı düşünce ve değerlere o kadar az hoşgörü göstereceğini düşünmek de makûldür. Hoşgörü, farklı olanın, yabancı olanın farklılığını, başkalığını kabûl ve onun böyle olma hakkını tanımadır. Farklı olan, yabancı olan, başka olan niçin reddedilir ve ortadan kaldırılmak istenir? Herhâlde bunun en önemli nedeni, onun insanın “kendi varlığı”nı, “kendi tarzı”nı tehlikeye sokan bir şey olarak görünmesidir. O hâlde, başkasına bizim varlığımızı tehlikeye soktuğu zaman hoşgörüsüz oluruz. Yabancı bir ülkeye giden bir turist, bu ülkenin insanlarının kendisininkilerden farklı inanç, değer ve geleneklere, zevklere sâhip olduğunu bilir ve bu farklılıklardan rahatsız olmaz; tersine onları ilginç ve egzotik bile bulabilir. Ancak bu aynı farklılıkları kendi ülkesine gelen misafir işçiler sergilemeye başladığın-
50
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 50
21.05.2015 13:12
HOŞGÖRÜ VE SINIRLARI
B
ilindiği gibi 1995 yılı Birleşmiş Milletler tarafından, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkelerin öneri ve girişimi ile hoşgörü yılı ilân edilmiştir. Ancak ne garip bir gelişmedir ki aynı Türkiye 1995 yılına, dünyanın hoşgörüsüzlük eleştirilerinin kendisine en fazla yöneltildiği ülkelerinden biri olarak girmektedir. Önce hoşgörünün ne olduğu hakkında birkaç söz söyleyelim: Hoşgörü aslında bizim için önemli olan ve bizim ahlâkî olarak onaylamadığımız, öte yandan kendisini bastırmaya veya engellemeye gücümüz yeten, bununla birlikte, aşağıda temas edeceğimiz nedenlerden ötürü, bu gücü kullanmayı reddettiğimiz ve varlığına izin verdiğimiz bir sapma ile ilgili barışçı tutumumuzdur. Hoşgörünün bileşenleri olarak sıraladığımız bu unsurların hepsi önemlidir. Çünkü, örneğin bizden farklı giyim veya yemek tercihleri olan bir insanın bu tercihlerini önemsiz görüyorsak, ona ve bu tercihlerine hoşgörü gösterdiğimiz söylenemez. Bu tercihler bizim için, kendisine kayıtsız kalabileceğimiz ölçüde önemsiz şeylerdir. Sonra ahlâkî bakımdan kınamaya değer bulmadığımız bir şeye de hoşgörü göstermemiz veya göstermememiz söz konusu olamaz. Kınamamızı doğurmayan bir şey, ya bizim de benimsediğimiz veya hiç olmazsa kayıtsız kaldığımız bir şeydir. Hoş gördüğümüz bir şeyi engellemeye gücümüzün olması da çok önemlidir. Hoşgörülü insan veya topluluk, aslında hoşlanmadığı, hatta kınadığı bir düşünce veya fiilî, onu engellemeye gücü olduğu hâlde engellemeyen kişi veya topluluktur. Ona gücü olmayan, hoş görmez; tahammül eder, katlanır. O hâlde, hoşgörünün ilke veya pratik olarak azınlıklardan çoğunluklara, bireylerden devlete doğru gitmesi söz konusu olamaz. Hoşgörülü olmaları gereken, çoğunAhmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 53
53
21.05.2015 13:12
POPPER VE AÇIK TOPLUM
P
opper’ın çeşitli eserleri arasında, ilk defa 1974 yılında yayımlanmış olan “hayat hikâyesi”* var. Bu eserin 1986 yılında yapılmış olan son baskısına Popper bir “postscript” yazmiş. Burada, kendisine şu sorunun sorulduğunu söylüyor: “Hayat Hikâyesi”nin ilk baskısında söylemiş olduğunuz gibi, 1950 yılında Buckinghamshire’a taşındığınızdan bu yana kendinizi hayatınızda rastlamış olduğunuz en mutlu filozof olarak görmeye devam ediyor musunuz?” “Evet” diyor Popper, “O zamandan bu yana benim iyimserliğim daha da güçlendi. Çok şeyin Batı toplumunda yanlış olduğunu biliyorum. Ama gene de onun şimdiye kadar mevcut olmuş olan en iyi toplum olduğuna inanıyorum. Yanlış olan şeylerin çoğunun da nedeni hâkim olan din, yani dinî kanaât. O, içinde yaşadığımız toplumsal dünyanın bir cehennem olduğunu söylüyor. Bu dinî yayanlar, aydınlar, özellikle de öğretim alanında ve haber medyasında görev alan aydınlar. Ortada bir tür karamsarlık, felâket tellallığı yarışması var gibi. Batı toplumunu kim daha kökten bir biçimde mahkûm ederse, onun başkaları tarafından dinlenilme ve hatta toplum içinde görev alma şansı o kadar yüksek”. Popper daha sonra sözlerine şöyle devam ediyor: “Liberal Batı demokrasilerinin çöktüğü şeklindeki bu propagandaya paralel olarak birçok aydının paylaştığı bir görüş var. Bu şudur: Marksizm bir bilimdir. Bilimin öngörme gücü sayesinde bilebiliriz. Neticede de Marksist inanç muzaffer olacaktır. Komünizmin kaçınılmaz zaferi Batı’nın, askerî güçle komünizmin önünde durulamaz yayılmasına, şüphesiz boşuna, engel * Karl Popper, Unended Quest: An Intellectual Autobiography (Bitmeyen Arayış ismiyle Mustafa Acar tarafından Türkçeye çevrilmiştir) (ed.n.) 56
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 56
21.05.2015 13:12
SIYASAL HAKLAR MI, SOSYAL HAKLAR MI?
M
odern Çağ’ın demokrasilerinin yapısında belli bir gerilim mevcuttur. Bunun nedeni onun iki farklı geleneğin uzlaşmasının sonucu olarak ortaya çıkmasıdır. Bunlar bir siyasal topluluğun öznesi olarak bireylerin temel ve dokunulmaz birtakım hakları olduğunu ileri süren gelenekle, siyasal iktidarın kaynağı olarak çoğunluğun iradesinin esas olduğunu ileri süren gelenektir. Birinci gelenek bireyin temel ve dokunulmaz haklarına dayanarak siyasal iktidara ve onun dayandığı çoğunluk iradesine birtakım sınırlamalar getirmek isterken, ikinci gelenek çoğunluk iradesine atıfta bulunarak tasarruflarını meşrulaştırmak ve yine bu iradeye dayanarak çoğunluk yararına bireyin temel ve dokunulmaz haklarının alanını daraltmak eğilimindedir. Birinci geleneği basit olarak siyasal haklar geleneği olarak adlandırmak yanlış olmaz. Çünkü bu gelenekte bireyin temel ve dokunulmaz hakları olarak zikredilen haklar, esas olarak, onun yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, düşünme, inanma, düşünme ve inançlarını özgürce ifade etme, kanun önünde eşit muamele görme hakları gibi siyasal haklardır. Bu gelenek içinde yer alan düşünürler bilindiği gibi özgürlüğü daha çok negatif özgürlük; adâleti ise usûl adâleti olarak tanımlama eğilimindedirler. İkinci geleneği ise yine tam olarak doğru olmasa da basit olarak sosyal haklar geleneği olarak adlandırmak mümkündür. Çünkü bu gelenek içinde ağırlık siyasal haklardan çok sosyal haklar üzerindedir. Bu haklar içinde siyasal topluluk tarafından sağlanması talep edilen çalışma veya iş güvenliği hakkı, sosyal sigorta hakkı, emeklilik hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı gibi haklar bulunur. Bu geleneğe âit düşünürler siyasal hakların yeterli olmadığı, onların sosyal haklarla tamamlanması gerektiği, bu ikinciler olmazsa birincilerin boş haklar olarak kalacağı, Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 71
71
21.05.2015 13:12
İKINCI KISIM
İSLÂM VE DEMOKRASI
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 74
21.05.2015 13:12
PLATON, PROTAGORAS, İSLÂM VE DEMOKRASI ÜZERINE
B
ütün siyaset felsefesi tarihi Platon’la Sofistler, daha özel olarak Protagoras arasındaki ünlü tartışmanın devamı olarak ele alınabilir.
Hocası Sokrates’ten ahlâkın bir bilgi olduğu ve dolayısıyla doğru eylemde bulunma ve mutlu olmanın doğru bilgiye dayandığı görüşünü alan Platon ahlâkla politika arasındaki yakın ilişkiden dolayı –Ahlâk küçük, yani bireyin mutluluğuyla ilgili politikadır; politika ise büyük, yani toplumla ilgili ahlâktır– politikanın da bir bilim olduğu, dolayısıyla iyi bir politik rejimin doğru bilgiye dayanması gerektiği görüşünü ileri sürer. Doğru bilgi ise bir özel yeti ve uzmanlık meselesi olduğu için bilgi sâhibi özel ve yetenekli insanların yani filozofların yönetmesi gerektiği sonucuna varır. Sofistler ve özel olarak Protagoras ise buna karşı çıkarlar. Aslına bakılırsa, bu tam olarak bir karşı çıkış değildir. Çünkü Protagoras gerçekte bu doğru bilgi ile doğru eylem arasındaki ilişkiye karşı çıkmaz. Daha ziyâde böyle bir doğru bilginin varlığının imkânına karşı çıkar. Protagoras’a göre bırakın ahlâk ve siyaset gibi karmaşık bir alanı, normal gündelik hayatta duyusal tecrübe alanında bile herkesin üzerinde uzlaşacağı kesin doğru bir hakikat mevcut değildir. Tek tek her insan, hakikâtin ölçüsüdür ve bir aynı konu üzerinde birbirine tamamen zıt olan iki iddianın aynı ölçüde doğru veya yanlış olduğunu ileri sürmek mümkündür. Dolayısıyla ahlâk ve siyaset alanında da doğru bilgi, hakikat iddiasından vazgeçmek; insanlar arasında herkesin üzerinde en çok uzlaştığı görüşleri, bu görüşlerin doğru olduğu yönünde herhangi bir iddiada bulunmaksızın, toplumun üzerine inşa edileceği esaslar ve ilkeler olarak almak gerekir. Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 75
75
21.05.2015 13:12
DEMOKRASIDE DINE DAYALI PARTI OLABILIR MI?
S
on zamanlarda İslâm ülkelerinde, özellikle Cezayir’de meydana gelen olaylar, bu arada ülkemizde de kendini gösteren benzeri gelişmeler, dinsel bir temele dayanan siyasî partiler, demokrasi, insan hakları, devletin görevleri hakkında bazı belirlemeleri gerektiriyor. Ben, şu tespitleri yapıyorum. Dine dayanan bir siyasî partinin demokratik rejim içinde yeri olabilir mi? Evet, eğer böyle bir parti demokrasinin “oyun kurallarına uyacağını açıkça ilân ve taahhüt ederse. Yani iktidara geldiğinde gerek iktidarının, gerekse yapacağı yasa ve düzenlemelerin ancak geçici bir değere sâhip olduğunu; iktidarı kaybetmesi durumunda iktidarı devretmesini de, yapmış olduğu yasa ve düzenlemelerin yeni iktidar tarafından değiştirilebilmesini de meşru ve haklı bulduğunu önceden kabûl ve ilân ederse. Öte yandan bana göre, demokrasi oyununu oynamayı kabûl eden bu siyasî partinin, bu oyunu oynamayı niçin kabûl ettiğini, daha doğrusu nasıl olup da kabûl ettiğini açıklaması da gerekir. Başka deyişle o, demokrasi oyununun kurallarını kabûl etmesini, kendi varlık nedenini teşkil eden ideolojisi ile nasıl bağdaştırabildiğini de açıklamak zorundadır. Örneğin, egemenliğin yalnızca Tanrı’ya âit olduğunu ve yasaların ancak Tanrı tarafından konulabileceğini veya konulmuş olduğunu temel alan bu siyasî parti, kanun koyma yetkisine sâhip insanlardan meydana geleceği varsayılan bir meclisin varlığını nasıl kabûl edebilmektedir? Bu meclisin içinden çıkacak bir hükûmetin bu kanunları uygulama yetkisine sâhip olduğunu nasıl kabûl edebilmektedir? Söz konusu parti bütün bu ve benzeri soruları, yeter derecede akıllı insanların kabûl edebileceği teorik bir tutarlılıkla cevaplamak zorundadır. Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 81
81
21.05.2015 13:12
DEMOKRASIYI İSLÂMDAN ÇIKARTMANIN YARARI YOKTUR
İ
slâm, bir dindir; demokrasi ise siyasal bir yönetim biçimi. İslâmın bir din olarak gerek öğretisel gerekse tarihsel ana unsurları veya bileşenleri bellidir. O her şeyden önce imandır, inanmadır; İslâm amentüsünde ifade edildiği üzere Tanrı’ya, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kaza ve kadere, kıyamet gününe vb. inanmaktır. Bu tür bir imandan çıkan davranış biçimi veya ibadet olarak ise İslâm, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, imkân olduğu takdirde hacca gitmek, kısaca imanı ikrar ve itiraf eden fiillerde bulunmaktır. Böylece gerek iman gerekse ibadet olarak İslâmın içinde siyasete atıfta bulunan veya siyasetle ilgisi olan bir unsurun olmadığı açıktır. Dolayısıyla İslâmın siyasetle ilgili bir kurum veya kavram olan demokrasi ile de bir ilgisi olmadığı söylenebilir. Ancak öte yandan İslâmın aynı zamanda bir siyaset olduğu da savunulabilir. Muhammed yalnızca iman ve ibadetle ilgili bazı esasları vâzeden bir peygamber olmakla kalmamış, ayın zamanda bilinen tarihî olaylar sonucunda Medine’de bir siyasî örgütlenmeyi gerçekleştirmiş ve İslâm devleti diye adlandırılan bir oluşumun kurucusu olmuştur, İslâmî gelenek ve bilinç genel olarak bu siyasal oluşum veya yapının Muhammed’i tâkip eden ilk dört halife zamanında da devam ettirildiği görüşündedir. İSLÂM VE DEVLET
İslâmın daha sonraki tarihinde İslâmî devletin varlığının devam edip etmediği konusunda tartışmalar vardır. Ünlü İslâm tarihçisi İbni Hâldun’un Muhammed ve ilk dört halife döneminden sonraki devrede ortaya çıkan ‘Müslüman’ devletlerin gerçekte bir İslâm devleti olmayıp 84
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 84
21.05.2015 13:12
İSLÂM, BIR AHLÂK VE ÖTE DÜNYA ÖĞRETISIDIR
Z
amanımızda İslâm dünyasının en hayatî problemlerinden biri, din ile siyaset arasındaki ilişkiler problemidir. Son yıllarda canlanan bazı “İslâmcı” akımlar, İslâmın insan hayatının her alanında kendisini gösteren sorunlara cevap verme imkânına sâhip “bütüncül” bir öğreti olduğunu düşündükleri için, doğal olarak onun “ideal bir toplum düzeni”ni oluşturabilecek bir siyaset öğretisi de olduğunu savunuyorlar. Bunlardan bir kısmı daha da ileri giderek hatta İslâmın özü itibariyle bir siyaset olduğunu ileri sürüyor. Acaba İslâm gerçekten ve özü itibariyle bir siyaset midir? İslâm kültürü geçmişle esas olarak bir siyaset kültürü mü olmuştur? Acaba İslâmı bir siyaset olarak okumak, doğru ve zorunlu mudur? Bu konudaki bazı düşüncelerimi kısaca belirtmek istiyorum. İslâmın temel öğretisel kaynağı Kur’an’dır. Bununla birlikte, Kur’an’da bir siyasal öğretiye temel teşkil edebilecek herhangi bir ciddî malzeme mevcut değildir. Birçokları tarafından haklı olarak işaret edilmiş olduğu üzere Kur’an’da siyasal kurum, yapı ve süreçlerin nasıl oluşturulacağı ve işletileceği üzerinde herhangi bir hüküm mevcut olmadığı gibi, bir siyaset kuramı alanına âit olduğu düşünülebilecek hükümlerin de “Aranızda otorite sâhibi olanlara itaat ediniz” veya “Danışınız” tarzında birtakım çok genel önerilerden ileri gitmediği görülmektedir. İslâmın ikinci kaynağı Peygamber’in söz ve fiilleridir. Birçokları özellikle Peygamber’in Medine’deki faaliyetleri ve bu sırada teşekkül etmiş olan İslâm cemaati veya cemiyetinin işleyiş tarzını göz önüne alarak, ondan bir devlet öğretisi çıkarmaya çalışmaktadırlar. Ancak Peygamber’in bu dönemdeki uygulamalarının pratik ve konjonktürel karakteri şuradan bellidir ki, Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 89
89
21.05.2015 13:12
İSLÂM VE ÇOĞULCULUK
“İ
slâm ve Demokrasi” genel başlığını taşıyan bu panelde benim konuşma konum olarak teklif edilen “İslâm ve Çoğulculuk” adı doğrusu çok kışkırtıcı. Bir nevi meydan okuma gibi. Çünkü, günümüzde İslâmî kökten dincilik hareketlerinin ağırlık kazanmasıyla, İslâmla kökten dincilik birbirlerini çağrıştıran kavramlar hâline gelmek üzere. Öte yandan, kökten dincilik de doğrusu hiç de çoğulculuğa imkân veya izin veren bir eğilim veya akım manzarası göstermiyor. Böylece İslâmın kökten dinciliği çağrıştırması veya onunla özdeşleştirilmesi, kökten dinciliğin de çoğulculuğu reddeden bir bütüncülük veya totalitercilik olarak algılanması veya kendini öyle ortaya koyması şu basit, fakat bugün hayli insan tarafından kabûl edilme eğilimi gösteren formülü ortaya koyuyor; İslâm özü itibariyle kökten dincidir ve İslâmla çoğulculuk bir arada bulunmaları mümkün olmayan iki kavramdır. Bu görüş geçen yüzyılda sömürgeciliğin kendini meşrulaştırmasında dayandığı benzeri kolaycı ve rahatlatıcı görüşe benziyor: İslâm dünyası koyu bir câhilliğin, bağnazlığın, yoksulluğun içinde yüzmektedir. Bunun nedeni de esasta ilkel, tutucu, gelişmeye elverişli olmayan İslâm dinidir. O hâlde Batı akıl adına, bilim adına, gelişme adına, insanlık adına, evrensel insan hakları adına İslâm ülkelerinin insanlarını kendilerine rağmen kurtarmak ve uygarlaştırmak görevi ve hakkına sâhiptir. Bunun için, bu ülkelerin Batı’nın sömürgeleri hâline getirilmeleri doğrudur ve haklıdır. Ülkemizde son yıllarda meydana gelen güncel ve daha somut bir gelişmede de benzeri bir bakış açısının varlığını görmek mümkündür: Refah Partisi’nin yükselişinin bazı çevrelerde doğurduğu kaygılar, İslâm ile Refah Partisi’ni özdeşleştirmek yönünde yine çok basit birtakım formülle92
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 92
21.05.2015 13:12
İSLÂM, DEMOKRASI VE TÜRKIYE
İ
slâmla demokrasi arasındaki ilişkiler uzunca bir süreden beri Müslüman toplumlarının yöneticileri ve aydınlarının gündeminin ilk maddeleri arasında bulunmaktadır. Öte yandan bu problem daha genel olarak Müslüman ülkelerin ve toplumlarının çağdaşlaşma projeleri ve programlarının ana bir maddesi olarak göz önüne alınabilir. Konuyla ilgili olarak Müslüman toplumların yönetici ve aydınlarının tutumu iki uç tutumla bunlar arasındaki birtakım ara tutumlardan oluşmaktadır. Batı dünyası ile ilk ciddî entelektüel-kültürel temasların başladığı geçen yüzyıldan (19. Yüzyıl) bu yana bazı Müslüman yönetici ve aydınlar çağdaş dünyanın diğer benzeri kavramları olan anayasal yönetim, laiklik, insan hakları gibi demokrasinin de İslâm uygarlığının temel değer ve kavramlarına aykırı olmadığı, tersine onunla tam bir uyum içinde olduğu görüşünü ileri sürmüşler; buna karşılık özellikle son elli yılda ortaya çıkan bazı grup ve kişiler yukarıda sözünü ettiğimiz, kaynağını Batı’da bulan değer, kavram ve kurumlar yanında demokrasinin de İslâm dinî, İslâm kültürü, İslâm gelenekleri içinde yeri olmayan, ona aykırı düşen bir olgu olduğu görüşünü önceleri belli bir çekingenlik, son zamanlarda ise daha büyük bir özgüvenle savunmaya başlamışlardır. Bu ikinci görüşü savunanlar içinde başta Müslüman Kardeşler’in ünlü kuramcısı Seyyid Kutub’u, Pakistanlı Cemaatü’l İslâmî grubunun ünlü ideologu Ebu’l Ala el-Mevdudî’yi, yine bir diğer ünlü İslâmcı İranlı aydın Ali Şeriati’yi, son zamanlarda Cezayir’de sahneye çıkan İslâmî Selâmet Cephesi’ni, bu arada Türkiye’de de benzeri görüşleri seslendiren bir örnek olarak Ali Bulaç’ı zikretmek mümkündür. İslâmla demokrasi arasındaki ilişkilerde birinci görüşü temsil edenAhmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 99
99
21.05.2015 13:12
BIR İSLÂM DÜŞÜNCESI SEMPOZYUMUNUN ARDINDAN
“İ
kinci İslâm Düşüncesi Sempozyumu”, 60’tan fazla konuşmacı ve müzakerecinin katılımıyla ve sayıları hiçbir zaman yaklaşık 300’den aşağı düşmeyen geniş bir dinleyici kitlesinin dikkatli ilgisi altında 19-22 Ekim 1995 tarihleri arasında Trabzon’da yapıldı. Başta ilâhiyat fakülteleri olmak üzere ülkenin çeşitli akademik kurumlarından ve aydın çevrelerinden gelen insanların katıldıkları oturumlarda ortaya çıkan belli başlı eğilimleri veya ana tezleri üç ana grupta toplamam mümkün görünmektedir. Birinci gruba giren ve en az sayıdaki konuşmacılar tarafından savunulduğunu düşündüğüm görüş, eski bir söylemin yeni bir versiyonunu temsil etmekteydi. Bu söylemi kısaca “Velilerin kerametleri, namazın fazileti, Kur’an’ın mucizevî niteliği veya sırları...” söylemi olarak adlandırmam mümkündür. Hz. Ali’nin Kan Kalesi cengi popüler literatürünün dinsel paraleli olarak nitelendirebileceğim bu söylemin esas itibariyle modern bir eğitimden geçmiş dinsel veya din-dışı çevrelere mensup aydınlar tarafından fazla ilgi görmemesi şaşırtıcı olmamıştır. İkinci, daha “modernci”, hatta belki post-modernci diye adlandırabileceğim gruba giren İslâmcı entelektüellerin temsil ettikleri söylemin ana tezlerini ise şu şekilde özetlemem mümkün görünmektedir: İslâm, bir “tevhid” dinidir. Tüm hayatı kutsal veya ilâhî olanın açısından kucaklar ve anlamlandırır. İslâm, topyekûn bir ideoloji, yani aynı zamanda bir siyaset, bir hukuk, bir ahlâk, bir ekonomi, bir bilim, bir hayat nizamıdır. İslâmda dinden bağımsız bir siyaset, Tanrı’nın pozitif emirlerinden ayrı Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 111
111
21.05.2015 13:12
ÜÇÜNCÜ BIN YILIN EŞIĞINDE İSLÂM, BATI VE TÜRKIYE
İ
slâmın İslâmî olmayan, yabancı eski ve ileri bir uygarlıkla ilk ciddî ve bilinçli fikrî teması ve çatışmasının bir anlamda İslâm uygarlığının daha doğuşu sıralarında gerçekleştiği söylenebilir. Başta İbni Hâldun olmak üzere Müslüman tarihçilerinin naklettikleri ünlü bir hikâyeye göre Hz. Ömer’in halifeliği sırasında İran’ı fetheden kumandan Sa’d İbni Ebi Vakkas burada eski Pers bilgeliğinden kalan eserlerle karşılaşınca onları ne yapması gerektiğini Halife’ye bir mektupla sorar. Aldığı cevap aşağı yukarı şudur: Eğer bu kitaplarda bulunan şeyler Peygamber’imizin bize getirdiği Kitap’ta bulunan şeylere aykırı ise onları suya at, çünkü kabûl edilemezler. Eğer ona aykırı değil, uygun iseler, yine onları suya at, çünkü onlara ihtiyacımız yoktur, dinimiz ve kitabımız bize kafidir.1 Bu hikâyenin gerçeğe uygun olup olmadığı, yani gerçekten böyle bir mektuplaşmanın cereyan edip etmediği veya Müslümanlar tarafından İran fethedildiğinde orada bulunan eski Pers bilgeliğine âit eserlerin Halife’nin emri üzerine ortadan kaldırılıp kaldırılmadığının konumuz bakımından fazla bir önemi yoktur. Hikâyenin önemli yanı, İslâm tarihinin ilk zamanlarında var olan İslâmın kendi kendine yeterliliğine ilişkin kesin kanaâtın ve İslâm-dışı uygarlıkların ürünlerine karşı duyulan kayıtsızlık, çekingenlik, hoşlanmamazlık veya giderek nefret duygularının bir ilk habercisi olmasıdır. Öte yandan o zamanki İslâmın İslâm-dışı uygarlıkların ürünlerine karşı gösterdiği bu kategorik olarak reddedici olumsuz tutumun bütünüyle devam etmediğini, hiç olmazsa İslâm intelligentia’sının bir bölümü ile 114
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 114
21.05.2015 13:12
İSLÂM, LAIKLIK VE ÇAĞDAŞLAŞMA (I)
S
eçim sonrası ülkemizin ufkunda yine kutuplaşma eğilimleri var. Daha doğrusu, modern Türkiye’nin gündemini uzun süreden beri işgâl eden din-siyaset veya inanç-akıl ilişkileri problemi çözülmeksizin varlığını sürdürüyor ve özellikle Müslümanlık-laiklik zıtlığı ile önümüzdeki günlerde zihin ufkumuzu karartmaya devanı edecek gibi görünüyor. İslâm-laiklik problemini gerek pratik, gerek teorik açıdan bir kere daha iyi niyetle düşünmeye çalışalım: Müslüman olduğunu düşünen insanlar arasında laikliğe karşı olanlar ve Müslümanlıkla laikliğin bağdaşamaz olduğuna inananlar var. Öte yandan kendini laik olarak tanımlayanlar arasında, laikliğin İslâmın her türlü biçimini kesin olarak dışlaması gerektiğini düşünenler var. Ancak, bu her iki kesimi de şaşırtan ve dürüst bir açıklama verme gereği karşısında bırakan önemli bir olgu da var: Ülkemizde kendisini hem Müslüman, hem de laik olarak düşünen veya laik olarak tanımlamaktan hoşlanmasa da hiç olmazsa laik bir düzen altında yaşamaktan hiç de şikâyetçi olmayan, olmadığı anlaşılan geniş bir kesim var ve bu kesim toplumumuzun çoğunluğunu oluşturuyorlar. Şimdi “pürist” olarak nitelendirebileceğimiz gerek laikler veya laisistler, gerekse Müslümanlar veya kökten İslâmcılar hiç şüphesiz bu durumu bir “yanlış anlama” olarak adlandırma eğilimindedirler. Onlara göre, sözü edilen kişiler gerek İslâm gerekse laiklik hakkında doğru bir anlayışa veya bilince sâhip oldukları takdirde böyle bir şeyin mümkün olamayacağını fark edeceklerdir. Ancak ilginç olan şudur ki bu “yanlış anlama” toplumumuzun hayatında epeyi uzun bir süredir varlığını sürdürmekte ve teorik olarak çözülemez gibi görünen bu sorun pratikte oldukça uzun bir zamandan beri fiilen çözülmüş görünmektedir. Son Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 125
125
21.05.2015 13:12
İSLÂM, LAIKLIK VE ÇAĞDAŞLAŞMA (II)
İ
slâm, laiklik ve çağdaşlaşma üzerine, oldukça uzun bir zamandan beri ve geniş aydın gruplar tarafından tartışılmaksızın apaçık doğrular olarak kabûl edilen bazı varsayımlarımız var. Belki onların en önemlilerini biraz daha eleştirisel olarak yeniden ele almamızın zamanı gelmiştir. Konu ile ilgilenen farklı gruplar tarafından her türlü konuşmanın âdeta hareket noktasını oluşturan apaçık doğrulardan biri olarak kabûl edilen varsayımlardan biri Hıristiyanlığın ta başlangıcından beri ilke olarak dinsel ve dünyevî alanlar arasında bir ayırım yaptığı ve böylece zamanımızda bütün çağdaş yönetimler tarafından izlenen ve kabaca din ile devlet işlerinin birbirlerinden ayrılması olarak tanımlanan laiklik düşüncesini ta başlangıcından bu yana kabûl ettiği; buna karşılık İslâmın insan hayatının bütün alanlarını düzenleme iddiasına sâhip bütüncül bir öğreti veya ideoloji olarak böyle bir ayrıma kesinlikle için vermediğidir. Bu ana varsayımın destekleyici yan veya alt unsurları olarak ise şu noktalara dikkat çekilmektedir: Hıristiyanlık siyasal bakımdan örgütlenmiş merkezî bir devlet, Roma dünyası içinde ortaya çıkmış ve bu dünya içinde kendisini sadece dinsel bir cemaat olarak konumlamak zorunda kalmıştır. Buna karşılık İslâm, siyasal bakımdan örgütlenmemiş bir toplum içinde ortaya çıkmış ve kendisini hem dinsel bir cemaat, hem de siyasal bakımdan devlet olarak tanımlama imkânını bulmuştur. İsa’nın yalnızca bir peygamber ve bir din kurucusu olmasına karşılık, Muhammed bunun yanında bir devletin, İslâm devletinin kurucusu olmuştur. Hıristiyanlığın bu başlangıç özelliğinin sonucu olarak Mata İncil’inde “Sezar’ın yani dünyevî yöneticinin hakkının Sezar’a, buna Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 133
133
21.05.2015 13:12
İSLÂM VE FELSEFE
A
hmet Hamdi Tanpınar’ın şimdi ismi aklıma gelmeyen bir kitabının girişinde ilginç bir görüşünü okuduğumu hatırlıyorum. Tanpınar burada İslâm dünyasında veya düşüncesinde felsefenin Batı Hıristiyan kültüründe olduğu kadar dinle yakın ve yapıcı ilişkiler içinde olmadığını belirtip İslâmın Batı dünyasında Hıristiyanlık kadar derin bir biçimde felsefî olarak işlenmediğinden şikâyet etmekteydi. Tanpınar’ın bu gözleminde bir bakıma haksız olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü konuyla ilgilenenlerin bildiği üzere Ortaçağ İslâm dünyasında gerek Yunan tarzında felsefe geleneğini devam ettiren Farabî, İbni Sina, İbni Rüşt gibi filozofların eserlerinde, gerekse asıl anlamında İslâm teolojisini temsil eden Nazzam, Cahiz, Bakıllani, Gazalî, Fahrettin Razi gibi kelâmcıların çalışmalarında, gerekse nihâyet İbni Arabî, Sühreverdi, Mevlana gibi büyük İslâm tasavvufçularının sistemlerinde felsefî olarak nitelendirilmesi gereken yüksek düzeyde düşüncelerin ortaya atıldığı ve yine yüksek felsefî değeri olan bazı öğretilerin geliştirilmiş olduğunu bilmekteyiz. Ancak bu parlak örneklere rağmen sıradan bir Müslümanın zihin dünyasında felsefenin pek iyi gözle görülmediğini, dine zararlı veya faydasız, en azından şüpheli bir etkinlik olarak kabûl edildiğini söylememiz yanlış olmaz. Tanpınar’ın görüşüne benim ekleyeceğim şey, bunun hem bizzat İslâmın, hem de felsefenin kendisi için iyi sonuçlar doğurmamış olduğudur. Bu olayın nedenlerine girmeyeceğim. İslâmın felsefe ile ilişkileri konusuna bir başka açıdan yaklaşacağım. Okuyucular içinde bir kısmının konuya Mısır’ı fetheden Amr bin el-As’ın veya İran’ı fetheden Sa’d ibni Ebi Vakkas’ın -çünkü bu aynı hikâyenin farklı iki versiyonu vardır- HaAhmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 157
157
21.05.2015 13:12
İNSAN HAKLARI VE İSLÂM
GIRIŞ
İ
nsan hakları diye adlandırılan birtakım haklar üzerinde yapılan tartışmaların, günümüz dünyasında en ciddî tartışmalar olduğuna ve bu hakların varlığı veya yokluğunun politik rejimleri yargılama ve değerlendirme konusunda en ciddî ahlâkî-siyasal ölçütleri teşkil ettiğine şüphe yoktur. İnsan hakları meselesinin günümüz dünyasının ahlâkî-siyasal gündeminin ilk sırasına geçmesini açıklayabilecek çeşitli nedenler vardır. Bunların başında İkinci Dünya Savaşı’nda tarihte o zamana kadar görülmemiş bir ölçüde veya boyutta büyük bir insan topluluğunun, toplam 50 küsur milyon insanın hayatını kaybetmesi olayını zikretmek mümkündür. Bunun yanında yine bu savaş süresince 6 milyon küsur Yahudi’nin sistemli bir soykırıma uğratıldığını öğrenmiş olmanın insanlığın bilinci üzerinde yarattığı dehşet duygusu vardır. Nihâyet Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları insanlığın tümünü ortadan kaldırma tehlikesini gösteren bir silâhın bütün insanlar üzerinde bir Demokles’in kılıcını salladığının en çarpıcı bir habercisi olmuştur. Nispeten kısa bir zaman süreci içinde bütün bu katliam, savaş, insanlık dışı uygulamalar, sıradan insanın mâruz kaldığı bütün bu acılar sonucunda, onun, yani sıradan insanın devletlerin, sistemlerin, ideolojilerin karşısındaki bu çaresizliğini gören başta hür dünyanın temsilcileri olmak üzere savaş sonrası ulusların yarattıkları Birleşmiş Milletler teşkilâtı, evrensel düzeyde bu tehlikeye karşı bir tedbir olmak üzere, sarılabileceği en işe yarar kavram olarak insan hakları kavramını geliştirmiştir. Bilindiği gibi bu ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkan en önemli belge, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi olmuştur. 162
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 162
21.05.2015 13:12
ÜÇÜNCÜ KISIM
TÜRKIYE’DE SIYASET: DÜŞÜNCE VE PRATIK
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 190
21.05.2015 13:12
ÇAĞIMIZ DÜŞÜNCESINDE DÜŞÜNSEL BOYUTLARIYLA TÜRKIYE
Ç
ağımız dünyasında düşünsel boyutlarıyla Türkiye ne demek? Türkiye’nin aktüel düşünsel durumu ne? Başka deyişle, Türkiye dünyanın, uygar dünyanın içinde bulunduğu noktada düşünsel bakımdan nerede? Dünya hangi türküyü söylüyor, biz hangi türküyü söylüyoruz? Bizim söylediğimiz türkü, uygar dünyanın türküsüne benziyor mu? Uygar dünyanın diyorum, yoksa Somali’nin, Habeşistan’ın, Irak’ın, İran’ın demiyorum. Somali kabile savaşlarının türküsünü söylüyor. Irak eski Arap İmparatorluğunun, tek-parti devletinin, totalitarizmin, şahıs kültünün, Saddam kültünün türküsünü söylüyor. İran şeriat devletinin, mollalar sultasının, kadınların örtünmesinin vs. türküsünü söylüyor. Allah’tan bizim kültürümüz bu değil; gerçi içimizde hâlâ aşiretçilik, etnik çatışmalar, totaliterci ve tedhişçi akımlar, şeriatçılık eğilimleri yok değil. Ama bunlar hâkim, belirleyici eğilim, akım veya öğretiler değil. Türkiye aşağı yukarı iki yüzyıldan beri çağdaş dünyanın içine girmeye, çağdaş dünyanın dili ile konuşmaya, düşünmeye ve davranmaya çalışıyor. Bu doğrultusunda zaman zaman sapmalar olsa bile, bu çağdaş dünyayı anlama, benimseme ve onun içinde yaşama, onunla kaynaşma ve bütünleşme çabalarının ivmesinde veya hızında zaman zaman yavaşlamalar olsa da, büyük zaman kesitleri içinde ele alırsak, düzenli ve istikrarlı bir çağdaşlaşma hareketinden söz etmek mümkün. Bunun belli başlı adımları olarak da kabaca Tanzimat, Cumhuriyet ve 1950’lerden bu yana devam eden demokratikleşme adımlarını görüyoruz. Tabiî burada bu dönemleri, bu dönemlerin gerisinde bulunan zihinsel değiAhmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 191
191
21.05.2015 13:12
TÜRK DEMOKRASISININ KÜLTÜREL VE FELSEFÎ TEMELLERI
İ
ncelediğim konu, Türk demokrasisinin kültürel ve felsefî temelleri konusudur. Bunun için önce kültür ve felsefenin ne olduğu konusunda bazı açıklamalarda bulunacağım. Bu açıklamalarım ışığında, demokrasimizin kültürel veya felsefî asgarî bir temel zemine veya niteliğe sâhip olup olmadığını veya hangi ölçüde sâhip olduğunu göstermeye çalışacak, bu arada özel olarak demokrasinin evrensel gelişmesinde en önemli bir mesele olarak gördüğüm siyaset ve/ veya ahlâk felsefesinin ta merkezinde bulunduğunu düşündüğüm bir meseleye ilişkin genel görüşümü sergilemeye çalışacağım. Kültürün en önemli bir özelliği, bir topluluğun tüm hayatını, hayatının hemen hemen bütün alan veya görüntülerini kuşatan bir şey olmasıdır. Kültür bir topluluğa o topluluk olarak özelliklerini, kişiliğini, kimliğini veren ve onu başka topluluklardan ayıran maddî ve manevî-ideolojik olgular ve değerlerin bütünüdür. Daha geniş olarak söylersek kültürün içine bilgiler, inançlar, duygular, zevkler, alışkanlıklar, gelenekler, yasalar, kurumlar, kısaca bir topluluğun topluluk olarak hayatını belirleyen her şey girer. Öte yandan, buna bağlı olarak kültürel alanın en önemli özelliğini; bu bilgi, inanç veya duyguların toplumsal olarak yaygınlığı, genişliği, derinliği teşkil eder. Yani bireysel, zamansal olan kültürel değildir. Ancak tekrarlanan, tarihsel bir genişlik ve derinlik kazanan, yaygınlaşmış olan, kültüreldir. Felsefeye gelelim; Felsefeden biraz daha geniş olarak söz etmek ihtiyacını duyuyorum. Kant felsefeyi kendisini akla dayanan nedenlerle haklı çıkarmak iddiasına sâhip olan bir zihin tutumu veya etkinlik olarak tanımlıyor. Demek ki felsefede iki şey var: Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 199
199
21.05.2015 13:12
ATATÜRK VE CUMHURIYET
1
770’lerde Türkiye’ye gelen François de Tott diye Macar asıllı bir Fransız vardır. Bu, Osmanlılarda ilk defa Batı tarzında bir okulu, Kara Mühendislik Okulu’nu kurar. De Tott, Türkiye’ye ilişkin hâtıralarını Türkler ve Tatarlar Arasında başlığıyla Türkçeye de çevrilen bir eserde anlatmıştır. Bu kitaptan söz konusu okulun kurulması ile ilgili küçük bir bölümü okuyarak konuşmama başlamak istiyorum: “Geçici tedbirlerle yönetimdeki aksaklıkları düzeltmenin yetmediğini gören Pâdişah (Sultan III. Mustafa) benim yönetimimde kurulacak bir mühendislik okulundan gerekli bilgilerin verilmesini istiyordu... Mühendisler topluluğu bu yeniliğe karşı çıktı. Hünkâr, mühendis olarak geçinenlerin bundan böyle iki hükûmet yetkilisinin nezâretinde tarafımdan sınava tâbi tutulacağını açıkladı. Sınav günü toplanıldığında sınanacak olan bilginler kadar ben de endişeliydim. Zira hem onlara üstün gelmek, hem de onları incitmemek istiyordum. Teşkil eden kurul önünde işi fazla zorlaştırmadan soru sormaya karar verdim... Açış konuşmasından sonra söz bana bırakıldı. Mühendislere bir üçgenin üç açısının toplamının değerini sordum. Soruyu tekrar etmemi istediler. Bir müddet düşündükten sonra içlerinde en cüretli olanı üç açının toplam değerinin her üçgen için ayrı olacağını söyledi. Böylesine saçma bir cevap alacağımı bilseydim bu soruyu hiç sormazdım” (Francois de Tott, Türkler ve Tatarlar Arasında, İstanbul 1966, Milliyet Yayınları, ss.211212). Baron de Tott, bu dönemin Osmanlı üst düzey görevlilerinin coğrafya konusundaki bilgisizliklerine dâir de bazı örnekler verir. Bunların arasında biri özellikle enteresandır. Bir Venedik elçisi İstanbul’a gelirken yolda rastladığı bir Türk amirali ile sohbet ederken onun ‘Venedik ile 212
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 212
21.05.2015 13:12
DEMOKRASI VE CUMHURIYET ÜZERINE DÜŞÜNCELER
H
er siyasal sistemin zayıf ve güçlü yanları vardır. Her siyasal modelin kendi büyüklüğü ve kusuru vardır. Krallık yönetiminin zayıf ve güçlü yanları vardır. Demokrasinin erdemleri ve kusurları vardır. Aynı şekilde cumhuriyetin de bazı yanları daha güçlü bazı yanları daha zayıftır. Aristoteles rejimleri sınıflandırırken ayrıca monarşi, aristokrasi ve demokrasiyi iyi ve kötü örneklerinde ele alır. Ona göre monarşinin kötüsü tiranlık, aristokrasinin kötüsü oligarşidir. Demokrasi ise Aristoteles’e göre aslında mümkün en iyi yönetim olan anayasal yönetimin (politeia) kötüsüdür. İnsanlar siyasî sistemleri tabiî ki pazardan mal veya mağazadan elbise alır gibi seçmezler. Toplumların rejimleri tarih içerisinde çok sayıda faktöre bağlı olarak şekillenir. Her ülkenin rejimi kendi özel tarihsel-siyasal-sosyal şartlarının sonucudur. Batı demokrasileri de birbirlerine tam olarak benzemezler. İngiltere’de yazılı anayasa yoktur. Fransa’da vardır. İngiltere’de monarşi vardır. Fransa’da yarı başkanlık, İngiltere’de çift meclis, Almanya’da tek-meclis sistemi vardır. Fransız Anayasası’nda laiklik özel bir madde ile zikredilir. Amerikan Anayasası’nda benzeri bir ifadeyle kaleme alınmış bir madde yoktur vs. Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk toplumunun tarihsel gelişimine uygun olmadığını düşünenler ve söyleyenler vardır. Onun İstiklâl Savaşı’nı gerçekleştiren bir avuç azınlığın, askerî ve sivil seçkinin eseri olduğunu ve Türk toplumuna zorla kabûl ettirildiğini söyleyenler vardır. Ancak ilginç olan bunların bazılarının o zamanki Türk toplumunun tarihine ve ruhuna daha uygun rejim diye teklif ettikleri şeyin liberal Anglo-Sakson demokrasisi olmasıdır. Bunun doğru bir değerlendirme olduğuna inanmıyorum. Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 229
229
21.05.2015 13:12
SOSYAL DEMOKRASI VE ATATÜRKÇÜLÜK
S
özlerime başlamadan önce bir iki noktayı açıklığa kavuşturmak istiyorum. Beni buraya kadar dinlemek için gelmiş olan sizlere bir dürüstlük borcu olarak şunu söylemek mecburiyetindeyim ki fikirsel gelişmemin içinde bulunduğu şu safhada ben sosyal demokrat olarak nitelendirebilecek bir insan değilim. Belki bu toplantının sonuna doğru olabilirim; ama hiç olmazsa şimdilik gerek felsefî, gerek ahlâkî nedenlerden ötürü, gerek genel olarak dünya, gerekse daha özel olarak Türkiye için sosyal demokratlığın çok iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ama bu, benim radikal veya militan bir biçimde sosyal demokrasiye karşı olduğum anlamına da gelmemektedir. Ben kendimi daha temel bir planda demokrat bir insan olarak konumlamak istediğim ve sosyal demokrasiyi de demokrasinin bir biçimi olarak gördüğüm için sosyal demokrasi benim için değerli, vazgeçilmez bir demokratik öğreti özelliğini taşımaktadır. Ancak öte yandan demokrasiyi de mutlak bir iyi, bir kutsal şey olarak görmediğimi de itiraf etmeliyim. Çünkü benim mutlak anlamda kutsal olarak gördüğüm hiçbir şey mevcut değil. Demokrasi de bana Churchill’in ifade ettiği gibi “alternatifi göz önüne alınmazsa düşünülebilecek en kötü bir idare biçimi” olarak. görünüyor. Ama alternatifinin, yani totaliter, baskıcı, despot bir rejimin zararlarının neler olduğunu tarih ve tecrübe bize en açık bir biçimde öğrettiği için demokrasi şimdilik insan aklının ve tecrübesinin ortaya koyduğu ve üzerinde titrenmesi, korunması gereken en iyi siyasal, sosyal ve ahlâksal bir sistem, bir rejim olarak görünüyor. Öte yandan size karşı bir başka ahlâkî görevimi yerine getirmek için söylemek zorundayım ki ben dar, radikal veya militan anlamında, tutucu anlamında Atatürkçü de değilim. Radikal Müslümanların Muhammed 234
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 234
21.05.2015 13:12
TÜRKIYE, AYDINLAR, AHLÂK VE DÖNEKLIK ÜZERINE
G
eçen akşam TRT 1 televizyonunda aydınların, özellikle solcu aydınların geçmişte savundukları görüşlerden bugün artık “döndükleri”, dolayısıyla “dönek” olarak adlandırılmalarının uygun olup olmadığı, daha da derinden “döneklik”in ahlâksal bakımdan kınanması gereken bir davranış biçimi olup olmadığına ilişkin ilginç bir program seyrettim. Beklenebileceği gibi, programda bu tür bir ‘döneklik’ aleyhine ve lehine ileri sürülen birtakım düşünceler veya kanıtlar vardı. Şimdi bu yazıda bu düşünce ve kanıtlardan önemli gördüklerimi alıp değerlendirmek ve onları benim ürettiğim başka bazı akıl yürütmelerle geliştirmek istiyorum. Döneklik aleyhtarı kişilerin genellikle aydınların fikir değiştirmelerini normal karşıladıkları, ancak bu fikir değiştirmelerin belli bir çıkar karşılığı ortaya çıkmasını veya aydınların daha önceki fikirlerine belli bir çıkar karşılığında ‘ihanet’ etmelerini ahlâk-dışı buldukları anlaşılmaktaydı. Bu ilk bakışta sağduyuya çok uygun görünmesine rağmen bana oldukça problemli ve herhangi ciddî bir analiz karşısında ayakta duramaz bir argüman gibi görünmektedir. Çünkü; bir aydının, örneğin bir gazetecinin daha önce savunduğu birtakım görüşleri terk etmesi veya ona tamamen zıt görüşleri savunmaya başlamasının bir çıkar karşılığı ortaya çıktığı nasıl anlaşılacaktır? Bir gazetede örneğin 30 milyon lira aylıkla çalışan bir fıkra yazarının bir başka gazeteye 80 milyon lira aylıkla geçtiğini farz edelim. Bu durumda yazdığı yazılarında bir değişiklik meydana gelmesi olayında maaşının yükselmesi karşılığında düşüncelerini değiştirdiğini söylememiz için 246
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 246
21.05.2015 13:12
REFAH KORKUSU
R
efah Partisi’nn DYP ile birlikte iktidar ve bu partinin genel başkanının otuz yıllık düşünü gerçekleştirerek başbakan olmasının yarattığı yeni durum üzerinde soğukkanlı ve sâkin bir biçimde düşünmekte yarar var. Bu partinin oyları aşağı yukarı 25 yıl yüzde sekizle on dört arasında dolaşırken son beş yıl içinde düzenli bir artış kaydederek yüzde yirmi beşlere varmıştır. Birinci olarak bu gelişmeyi bu partinin söyleminde veya programında son beş yılda ortaya çıkan ve seçmene birdenbire çok cazip görünen olağanüstü bir değişiklikten çok diğer partilerde bilinen nedenlerle meydana gelen parçalanmışlık, dağılma, yorgunluk, aşınma, yolsuzluk ve halkta doğal olarak bu partilere karşı oluşan bıkkınlık ve yeni bir partiyi deneme yönündeki arzuya bağlamak daha makûldür. Eğer böyleyse diğer partilerle ilgili olarak zaman içinde ortaya çıkan ciddî oy dalgalanmalarının Refah Partisi için de söz konusu olacağını düşünmek doğru olacaktır. Başka deyişle bu partiye gelen oylar partinin başarı veya başarısızlığına göre artabilir veya azalabilir. Partide kalabilir veya geldikleri gibi gidebilir. O hâlde gelecekle ilgili olarak kalıcı karamsar, kader senaryoları yazmaya gerek yoktur. Öte yandan bu partiye verilen nispeten daha kalıcı gibi görünen oyları da ne Türkiye’nin iki yüzyıllık genel çağdaşlaşma projesine kökten karşı çıkan tepki oyları, ne de genellikle ileri sürüldüğü gibi çevrenin merkeze, yoksulun zengine, zayıfın, ezilmişin güçlüye karşı hınç veya intikam oyları olarak almak için de ortada ciddî bir veri yoktur. Şüphesiz onun içinde bu tür oylar da vardır. Ancak genel olarak Refah’ın sağlam oyları içinde geçmişe nispetle daha iyi eğitim görmüş olan, dünyayı daha iyi tanıyan, eskiye oranla ekonomik durumu daha iyi olan ve 252
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 252
21.05.2015 13:12
HALK, SIYASETÇILER VE BÜROKRASI
Ü
lkemizde siyasetçi ile asker-sivil bürokrasi veya siyaset ile uzmanlık arası ilişkiler hâlen sağlıklı bir zemine oturmamış görünmektedir. Son zamanlarda gazetelere yansıyan bazı tartışmalar, televizyonlarda yapılan bazı açık oturumlar kafamızın teori planında henüz yeterli bir berraklığa kavuşmadığını göstermektedir. Bu tartışmalardan en aktüeli, genelkurmay başkanının protokoldeki yeri, Millî Savunma Bakanı ile Genelkurmay Başkanı arasındaki ilişkiler konusu üzerinde cereyan etmektedir. Bu tartışmalara birazcık berraklık getirmek amacıyla, bazı düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Bence doğru bir siyaset rejimi üç ayağa, üç kavrama dayanmak zorundadır, Bunlar halk, siyasetçi ve bürokrasi ayakları veya kavramlarıdır. Halk derken, sâhip olduğu belli bir değerler, duygular ve düşünceler sisteminden hareketle nasıl bir toplum düzeni içinde yaşamak istediğine karar veren ve bu kararını veya iradesini uygun yollarla ortaya koyan insanlar topluluğunu kastediyorum. Siyasetçiler derken, halkın bu iradesini algılayan ve bu iradeyi gerçekleştirme konusunda taahhütte bulunarak bunun için gerekli olan yetkiyi yine uygun yollarla halktan alan, daha sınırlı bir insan grubunu anlıyorum. Bürokrasi derken de siyasetçinin halkın bu iradesini ve halka karşı taahhüt etmiş olduğu bu görevi yerine getirmek için kullandığı veya hizmetinden yararlandığı muayyen bir uzmanlık bilgisine sâhip insanlardan meydana gelen bir aygıtı anlıyorum. O hâlde kabataslak bir biçimde söylersek, siyasetçi halka, bürokrasi de siyasetçiye karşı sorumlu olan bir gruptur. Başka deyişle, siyasetçi yetkisini halktan, bürokrasi de siyasetçiden almaktadır. O hâlde, eğer bu akıl yürütmem doğruysa, siyasetçi halkın arzu ve iradesinden ayrı ve ondan bağımsız olarak kendi kendisine birtakım hedefler Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 255
255
21.05.2015 13:12
CUMHURIYETÇI MISINIZ, DEMOKRAT MI?
Regis Debray*
S
orun hiç ortaya konmayacak mı? Günümüzdeki bütün tartışmaların temelindeki sorün. Avrupa ve bütün dünyada bir istisna teşkil eden cumhuriyetimizin kimliği sorunu. dün bir milliyetçilik kuralı, bugün başörtüsü, yarın herhangi bir başka şey. Televizyon tartışmaları, sebepsiz kavgalar. Ana nedeni ortaya konulmadıkça bu hastalık tedavi edilemez. Fransız İhtilâli’nden çıkmış olan Cumhuriyet kavramıyla Anglo-Sakson tarihinin oluşturmuş olduğu biçiminde demokrasi kavramını birbirine karıştırmanın bedelini, hepimiz bugün inkâr edilmez bir zihin karışıklığıyla ödüyoruz. Bu kavramları eşanlamlı zannediyor ve birini diğeri yerine kullanıyoruz. Onları niçin birbirinden ayıralım? Liberal ve tüketim toplumu, demokrasinin çeşitli biçimleri arasında özel bir biçimden başka bir şey değil. Ancak onun o kadar hâkim ve bulaşıcı bir biçimi ki, demokrasinin başka biçimler aldığı ülkelerde bile onun zorunlu olduğu zannediliyor. Meselâ başındaki örtüyü girişteki vestiyere bırakmadığı sürece genç bir Müslüman kıza ders salonuna girmeyi yasaklamayı ele alalım. Cum* Ünlü Fransız politik dergisi Le Nouvel Observateur’ün 30 Kasım-6 Aralık 1989 tarihli sayısında “Etes-vous démocrate ou republicain” adıyla Fransızca yayınlanmış makalenin çevirisidir. Bu yazı daha önce muhtelif tarihlerde Yeni Forum, Türkiye Günlüğü dergilerinde ve Zaman gazetesinde yayınlanmıştır. 260
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 260
21.05.2015 13:12
TÜRKIYE, DEMOKRASI VE POLITIK YOZLAŞMA ÜZERINE
S
on zamanlarda Türkiye’de işlerin hiç de yolunda gitmediği yönünde bir duygunun gitgide toplumumuzda daha yaygın bir hâle geldiğini söylemek sanırım abartı olmaz. Ülkemizde yolunda gitmediği düşünülen şeylerin başında siyasetin geldiği ve bu olumsuz gidişten esas olarak siyasetçilerin sorumlu olduğu yönünde yaygın bir kanının bulunduğunu söylemek de yine sanırım yanlış olmaz: Siyaseti yapanlar siyasetçi olduğuna göre güvensizlik duygusunun esas olarak siyasetçilere yönelmesinin tabiî olduğu da açıktır. Belki kamuoyunu aksettirme iddiasında bulunan medyanın bu güvensizlik duygusunu veya olgusunu abarttığını, gazetelerden, televizyonlardan yansıyan sözünü ettiğimiz siyasetçiye güvensizlik duygusunun bir olguyu yansıtmaktan çok basın yayın araçlarının belli ölçüde kasıtlı ve bilinçli bir tercihine veya kamuoyunu şekillendirme arzusuna işaret ettiğini kabûl etsek bile son zamanlarda çeşitli araştırma kurumlarınca yapılan soruşturmalar, kamuoyu araştırmalarının açıkça bu yönde bir eğilime işaret eder gibi göründüğü de inkâr edilemez. Öte yandan siyasete ve siyasetçilere karşı görülen bu güvensizlik duygusunun sâdece bizim ülkemize özgü olmadığını bilmemizde de yarar vardır. Batı ülkelerinde zaman zaman yapılan kamuoyu soruşturmalarının bizimki kadar karamsar görüşler ortaya koymasa da genel olarak siyasete ve siyasetçilere karşı bir güvensizliği yansıtan sonuçlarda birleştiğini söylemek hakkaniyete uygun olacaktır. Örneğin daha iki ay önce yeniden seçilen Clinton hakkında Amerikan kamuoyunun hem de seçimler sırasında çok olumlu şeyler düşünmediğini, onu olsa olsa diğer adaydan ehven-i şer bulduğunu, yoksa Clinton’ın ne kişisel yetenekleAhmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 279
279
21.05.2015 13:12
AVRUPA BIRLIĞI’NE DOĞRU
P
anelimizin Avrupa Birliği’ne doğru şeklindeki başlığı bir özlemi mi ifade ediyor, bir olguyu mu? gâliba her ikisini de. bir yandan Avrupa Birliği yolunda olduğumuza inanmak istiyoruz, en azından ben inanmak istiyorum; öbür yandan olayların gelişmesi de her şeye rağmen bu süreçte bir hayli yol aldığımızı da gösteriyor. Aslında Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin tarihinin incelenmesi, bu yolda ne kadar az yol aldığımızın bilinmesi ve birliğe tam üye olarak katılmak için yapmamız gereken ödevlerin çokluğuyla ilgili olarak doğrusu insanın gözünü korkutuyor. Ama öte yandan Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin tarihinde her şeye rağmen son on yılda başardığımız olumlu şeylerin hiç de küçümsenmeyecek miktarda oluşu da insana, en azından kişisel olarak bana umut vermektedir. Önce neyin üzerinde konuştuğumuzu anlamamız için Türkiye-Avrupa Birliği’nin son on yıllık tarihi ile ilgili biraz bilgi vermeyi yararlı görüyorum. Yapacağımız konuşma ve tartışmaların bu bilgiler ışığında biraz daha hakkaniyetli ve yararlı yönde seyredebileceğini umuyorum. Avrupa Birliği’nin kuruluşu, kuruluşuna kaynaklık eden olaylar, Türkiye’nin bu birliğe katılmak için ilk müracaatı, Ankara Antlaşması, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin 1990’lara gelinceye kadarki otuz yıllık seyrini bir tarafa bırakıyorum ve doğrudan Maastricht Antlaşması ile başlıyorum. Maastricht Antlaşması AB’ye üye ülkelerin ekonomik ve parasal birliğe katılmaları için gerekli şartları düzenliyor. 9-10 Aralık’ta imzalanıyor ve 1 Ocak 1993’te yürürlüğe giriyor. Kopenhag Kriterleri: asıl bizi ilgilendiren önemli olay bu. 22 Haziran Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 287
287
21.05.2015 13:12
DÖRDÜNCÜ KISIM
ÇEŞITLEME
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 296
21.05.2015 13:12
İNSANA SAYGI
İ
nsana saygı göstermek için insanin saygın olması gerekir. İnsanın kendisine saygı gösterilebilmesini gerektiren, bu saygıyı hak eden veya bu saygıya lâyık olan bir özellikte olması gerekir. Acaba insan saygın bir varlık mıdır? İnsan saygınlığının felsefî temelleri nelerdir? İnsan bir bakıma kendisine uzak, bir bakıma yakın bir varlıktır. Düşüncenin insan üzerinde toplanması için ilk koşul, insanla temas etmek, insanı bulmuş olmaktır. İlk bakışta insan, bulunmaya ihtiyaç göstermeyecek kadar açık, belli bir varlık olarak görünebilir. Ama tarihsel olarak bunun böyle olmadığı, insanın ancak oldukça uzun bir kültürel-düşünsel gelişme sonucunda kendisini ciddî anlamda bir araştırma konusu yaptığı anlaşılmaktadır.1 Foucault’nun dediği gibi “insan, insanlığın bilgisi önüne konulan ne eski, ne de en sâbit bir sorun olmuştur”.2 İnsanla ilgili ilk tasavvurlar, insanın özü, nereden gelip nereye gittiği, evrendeki yeri ve işlevi üzerine ilk düşünceler şüphesiz kaynaklarını mitoslarda, ilkel dinlerde bulurlar. İnsan üzerinde sistemli, felsefî düşünceler de ilk olarak en olgun biçimlerini İlkçağ’da Yunan felsefesinde bulurlar. Bu alanda özellikle Sokrates sonrası Yunan düşüncesi, Sofistler, Platon, Aristoteles, Stoacılar her türlü insan felsefesinin sürekli olarak kendisiyle teması arayarak beslenip yenileneceği ana kaynağı oluşturur.3 Yunan düşüncesi, genel olarak, insanı beden ve ruhtan meydana gelen bir bütün olarak ele alır ve onu bu iki özelliğinde geliştirmeyi amaçlar. Ancak öte yandan, onu özü itibariyle akıl sâhibi bir varlık olarak tanımlar ve saygınlığının temelini akıl sâhibi bir varlık olmasında bulur. İnsan hakkındaki diğer büyük ve yaygın bir anlayışı tek tanrıcı dinler Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 297
297
21.05.2015 13:12
FELSEFE MI DIN MI?
B
ugün ülkemizin gündeminde sürekli olarak bir “din” meselesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Yine herkesin bildiği gibi, bizim geleneksel-tarihsel kültürümüz esas itibariyle bir din kültürüdür. Sanatımız, dilimiz, ahlâkımız, duygu ve düşüncelerimizde, gündelik ilişki ve davranışlarımızda bunun sonuçlarını ve etkilerini yaşamaktayız. Bugün ülkemizde din eğitimi öğretimi veren yüzlerce, binlerce okul; din eğitimi alan yüz binlerce çocuk, genç; dinsel pratik ve uygulamalarda bulunan on milyonlarca insan var. Dinle siyaset ilişkileri ise her gün çoğu rahatsız edici somut örnek ve problemleriyle sürekli olarak gündemimizde ilk sırayı işgâl ediyor. Ama öte yandan genel olarak, din, özel olarak İslâm olayına ne bilimsel bir yaklaşımı (tarihsel, sosyolojik, psikolojik vs.) ifade eden ciddî inceleme, araştırma çalışmalarımız mevcut, ne de ona felsefî bir yönden yaklaşma, onu felsefî olarak anlama, açıklığa kavuşturma, değerlendirme çabalarını temsil ettiğini söyleyebileceğimiz eser veya çalışmalarımız var. Dinle ilgili olarak yapılan yoğun neşriyat; yayınlanan dergi, gazeteler, yazılan yazıların çok büyük bir ekseriyeti, İslâm dininin başka dinlerden, özellikle Hıristiyanlıktan ne kadar üstün olduğu, ne kadar akla uygun ve tabiî olduğu, Kur’an’ın çağdaş pozitif bilimlerin sonuçlarıyla ne kadar çok uyuştuğu, hatta onların hemen hepsini nasıl önceden haber verdiği, öyle ki atom bombasının sırlarından görelilik teorisine, Atlas Okyanusu’nun derinliklerindeki sıcak-soğuk su cereyanlarının birbirleriyle buluşma, ama karışmama yasalarına kadar bütün bilimsel buluş, keşif veya yasaları nasıl içinde bulundurduğu, geçmişte ve çağımızda ne kadar çok bilim adamı ve düşünürün -tabiî özellikle Hıristiyan düşünürün- bundan dolayı onun karşısında hayranlıklarını gizleyemeAhmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 303
303
21.05.2015 13:12
AYDINLANMA
A
ydınlanma, Rönesans veya Hümanizm gibi bir anlama sâhiptir: o, hem tarihte gerçekleşmiş belli ve özel bir harekete, bir tarihsel olaya işaret eden bir terim, hem de bu harekette mevcut olan bazı özellikleri şu veya bu ölçüde, şu veya bu anlamda taşıdığı düşünülen her türlü benzeri harekete verilen genel bir isim, bir cins ismidir. Özel, tarihsel olarak bu kelime 18. Yüzyıl Batı Avrupa dünyası için kullanılır. Daha genel olarak ise örneğin İÖ. 5. Yüzyıl’da Atina’da, özellikle Sofistler tarafından yaratılmış olan kültürel-felsefî harekete, tabiî bu arada benzeri her türlü harekete bu ad verilir. Bu anlamda olmak üzere yine örneğin içinde bulunduğumuz yüzyılda bir Türk Aydınlanması’ndan bahsetmek mümkündür; birçokları gibi bence de Tanzimat’la başlayan. Cumhuriyet’le birlikte yoğunluk kazanan ve zamanımızda da devam eden bir Türk Aydınlanması’ndan. Yine bu anlamda olmak üzere örneğin bir Arap Rönesansı’ndan da bahsetmek mümkündür ve nitekim de böyle bir deyim mevcuttur. Aydınlanma deyimi her iki anlamında (özel tarihsel-genel zihinsel) kendisinden türemiş olan sıfatlarının da temelindedir: Aydınlanmacı zihniyet veya Aydınlanma zihniyeti gibi. Öte yandan tarihsel olarak da tek bir Aydınlanma’dan bahsetmek mümkün değildir; çünkü İngiltere’deki Aydınlanma, Fransa’dakinden farklıdır, Fransa’daki de Almanya’dakinden. Ulusların özel kültürel-siyasal şartları, özel tarihleri aynı bir hareketi veya kurumu her zaman farklılaştırma sonucunu doğurur. Örneğin İngiliz Aydınlanması’nın daha çok deneyci bir özellik göstermesine karşılık Fransız Aydınlanması özü itibariyle akılcıdır. Gökberk’in güzel bir biçimde ifade ettiği gibi “İngiliz Aydınlanması’nın” daha çok sâkin bir bilimsel araştırma ha306
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 306
21.05.2015 13:12
İNANÇ, BILGI VE MAKÛLIYET
İ
nanma, inanç kelimeleri gündelik dilde çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır. Bunların belli başlılarını şöylece sıralamak mümkündür:
İnanma veya inanç, hakkında kesin veya doyurucu bir bilgiye sâhip olmadığımız bir kişi veya olay hakkındaki bu eksik bilgi durumumuzu ifade eden bir zihin durumu veya ruh hâli anlamına gelebilir. Örneğin birkaç günden beri havanın güzel gitmesinden hareketle yarın da havanın güzel olacağını veya belli bir süreden beri tanıdığım ve iyi anlaştığım bir arkadaşımla ilişkilerimin gelecekte de benzeri bir şekilde seyredeceğine inanırım. Ancak bir meteoroloji uzmanı olmadığım için bu inancımın yalanlanması,yani yarın havanın bozması mümkün olduğu gibi kendisiyle bu güne kadar iyi anlaştığım arkadaşımın yine yarın belli bir olayla ilgili olarak beni hayâl kırıklığına uğratması mümkündür. Bu anlamdaki inançlarımızı daha doğru bir biçimde, sanı, zan veya kanaat olarak adlandırmamız gerektiğini söyleyebiliriz. Eksik bilgiye veya yetersiz bilgiye dayanan sanı anlamındaki inancın yanında ortada eksik bilgi olmamasına veya bizi konuyla ilgili sanı durumundan çıkaracak ölçüde güvenli, tatmin edici bilgi olmasına rağmen psikolojik, sosyal, kültürel vb. alışkanlıklarımız, koşullanmalarımızdan ötürü bu bilgilere aykırı bir görüşü devam ettirmek anlamındaki bir ruh durumunu ifade eden başka tür bir inançtan da söz etmek mümkündür. Örneğin hastalıklar ve nedenleri ile ilgili olarak elimizde kâfi derece bol, güvenli ve tatmin edici bilimsel bilgi ve tecrübeler olmasına rağmen psikolojik, sosyal, dinsel, kültürel alışkanlık veya koşullanmalarımızdan ötürü onları bazı tabiat-üstü güçlere, cinlere, şeytanlara, kem gözlere vb. atfetmekte ısrar etmemiz durumunda herhâlde bu ikinci anlamda Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 315
315
21.05.2015 13:12
AKIL, AHLÂK VE DIN (I)
G
eçmişte bütün değerleri, bu arada moral ve siyasal değerleri, din tarafından belirlenen bir toplumda, bu değerleri din-dışı bir zeminde yeniden üretmek ve savunmak iddiası ile ortaya çıkan görüşlerin bazı itirazlarla karşılaşması doğal ve normaldir. Geçmişte bütün değerleri, bu arada moral ve siyasal değerleri, din tarafından belirlenen bir toplumda bu değerlerin eksik ve yetersiz oldukları, hatta onların din-dışı, akılsal, doğal bir zeminden hareketle oluşturulan yeni değerler ve normlarla çelişki içinde bulundukları iddiasının daha da büyük tepkiyle karşılanması da doğal ve normaldir. Ancak bu çatışmanın doğal ve normal olması, onu ortadan kaldırmak, hiç olmazsa yumuşatmak için çaba sarf etmek gerekliliğini ortadan kaldırmaz; nasıl ki doğanın normal seyri içinde ortaya çıkan hastalıkları, savaşları ve doğal âfetleri ortadan kaldırmak için de çaba sarf etmek gerekiyorsa. Genel olarak din, özel olarak İslâm dinî tarafından belirlendiği düşünülen değerler, acaba din-dışı, akılsal bir zeminden hareketle yeni bir ahlâk ve yeni bir siyaset yaratmak isteyenlerin kendisi ile her türlü anlamlı bir konuşmayı yapmaktan ümit kesecekleri kadar akıl-dışı bir özellikte midir? Eğer böyleyseler geçmişte yaşamış ve içlerinde çok sayıda akıllı kişinin de bulunduğu muhakkak olan milyonlarca insana onlar nasıl olup da anlamlı, değerli ve epeyi akıllıca şeyler olarak görünmüşlerdir? Bu değerler, normlar, onların kaynağı, ileticisi ve savunucuları tarafından kendileriyle her türlü anlamlı, makûl bir konuşmayı yapmanın imkânsız olacağı bir sertlik ve kategoriklikte mi ileri sürülmüşlerdir? Eğer böyleyseler nasıl olmuş da onları farklı şekilde yorumlama, yaşama Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 323
323
21.05.2015 13:12
AKIL, AHLÂK VE DIN (II)
D
üşünce tarihinde ahlâk denilen davranışlar vs. değerler alanını anlamak, açıklamak ve tesis etmek bakımından başlıca iki tutumun varlığından söz edebiliriz. Bunlardan birine kabaca bireyci-akılcı-bilimci-eleştirici tutum, diğerine yine kabaca gelenekçi-dinci-otoriteci tutum diyebiliriz. Birincide vurgu bireysellik, araştırma, karşılaştırma, dogmacılığın yokluğu ve kesin sonuçlar ileri sürmeme üzerinedir. İkinci ahlâkta ise ağır basan gelenek, muhafazakârlık, düzene uyma ve yasadır. Aslında bu ahlâklar veya ahlâksal tutumlar arasındaki farklılık mutlak bir farklılık değildir. En ufak bir biçimde akla dayanmayan, salt keyfî ve tamamen statik bir geleneksel ahlâk (grup, toplum ahlâkı, dinsel ahlâk) diye bir şey olmadığı gibi, en katı geleneksel toplumsal bir kuralın bile temelinde mutlaka eleştirisel veya düşünsel bir unsur vardır. En dogmacı bir dinsel ahlâk bile, başlangıcında, mevcut geleneksel ahlâka bir başkaldırı, bir devrim, bireysel bir yaratım değil midir?. Öte yandan salt eleştirici nitelikte bir ahlâk da toplumsal alışkanlıklar, etkiler veya kurumlardan tamamen bağımsız entelektüel bir boşlukta ortaya çıkabilir mi?. Dengeli olmaya, aklı başındalığa önem veren hiç kimse, geleneksel ahlâkı tümüyle dışarı atamaz. Bununla birlikte ahlâkın bu iki farklı anlamında içerilmiş bulunan ahlâksal yöntem ve tavırların da birbirleriyle karıştırılmaması gerekir. Bilindiği gibi Sokrates ahlâkı “bilimselleştirmek” veya bir “bilim yapmak” isteyen filozofların başında gelir. Sokrates’in ana amacı ahlâkın bir bilim, bilgi (episteme) olduğunu tesis etmektir. Bunu ona atfedilen iki cümlede açıkça görürüz: “Erdem bir bilgidir ve hiç kimse bilerek kö326
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 326
21.05.2015 13:12
İNSAN HAKLARI VE KÜLTÜREL GÖRELICILIK
İ
çinde bulunduğumuz yüzyılın ikinci yarısına kadar bütün kültürler tarafından paylaşılan evrensel bir düşünme tarzı olduğu görüşü hâkimdi. Bu varsayım, kültürler arasında olduğu gibi insanlar arasında da diyaloğun zorunlu temeli olarak görülmekteydi. Buna paralel olan diğer bir görüş de bu evrensel düşünme tarzını Batı’nın temsil ettiğiydi. Batı’nın evrensel düşünce tarzı çağdaş, bu düşünce tarzına uzak olan kültürler de geri veya çağdaşlık-öncesi kültürler olarak kabûl edilmekteydi. Batı düşünce tarzı ve bu düşünce tarzına dayanan Batı kültürü, Batı uygarlığı ile Batılı olmayan düşünce tarzı, Batı-dışı kültür ve uygarlıklar, özellikle İslâm, Hint, Çin uygarlığı arasındaki yapısal bir farklılığın var olduğu tezi çeşitli Batılı düşünürlerince paylaşılan veya savunulan bir tezdi. Kipling, Renan, Weber, hatta Marx ve Engels her biri kendi ilgi alanından hareketle ve kendi tarzında olmak üzere bu Batı-Doğu kültür farklılığını vurgulamaktaydı. Kipling’in “Batı Batı’dır, Doğu Doğu ve bunlar hiçbir zaman birbirlerine kavuşamayacaklardır” ünlü sözü bilinmektedir. E. Renan’ın Sorbonne’daki ünlü konferansında dile getirdiği İslâm uygarlığının temelinde bulunan Sami düşüncesinin Batı uygarlığının temelinde bulunan Greko-Romen, Hıristiyan düşüncesinden temelden farklılığına verdiği önem de bilinmektedir. Weber’in kapitalizmle modernleşme, kapitalizmle Protestanlık, kapitalizmle akılsallık arasındaki ilişkiler üzerine ünlü tezi ve bu tezin Batılı olmayan uygarlıkların kapitalistleşmesi, rasyonelleşmesi ve modernleşmesi konusundaki sonuçları yine herkes tarafından bilinmektedir. Nihâyet Marx ve Engels’in Doğu’nun yapı bakımından Batı’dan farklı olduğu, Doğu dünyasında, özellikle Müslüman dünyasında döngüsel bir durağanlık buAhmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 341
341
21.05.2015 13:12
DOĞU VE BATI DÜŞÜNCELERININ ETKILEŞIMINDE TÜRKIYE’NIN YERI
D
oğu-Batı sorunsalı, ülkemizin gündeminde hiç olmazsa iki yüzyıllık bir geçmişe sâhiptir; tabiî yalnız bizim ülkemizin değil, bizim gibi ülkelerin, isterseniz genel olarak Doğu ülkelerinin veya Asya ülkelerinin veya nispeten daha geç bir tarihte ortaya çıkmakla birlikte Afrika ülkelerinin de gündeminde en baştaki sırayı işgâl etmeye devam etmektedir. Aslında bu konuda, Türkiye’nin herhâlde Doğu’nun Batı’ya coğrafî olarak en yakın bir bölgede bulunmasından ötürü özel bir konumu ve sorunsalı tartışma yönünden özel bir birikimi olduğundan da söz edilebilir. Bize bu konuda benzer bir ülke olarak yine bir Asya ülkesi olması ve bazı bakımlardan Asya geleneğine âit olmasına rağmen, aynı zamanda Avrupa’da da toprakları olan ve içinde bazı Avrupalı unsurlar taşıyan Rusya’dan da söz edebiliriz. Türkiye’nin ve onun bir devamı olduğu eski Osmanlı İmparatorluğu’nun bir özelliğini teşkil eden önemli bir diğer unsur ise, onun aynı zamanda İslâm medeniyeti denilen farklı bir medeniyet halkasına veya çevresine âit olmasıdır. Ben bu yazımda, Doğu derken özel olarak Doğu-İslâm medeniyetini kastedeceğim. Ancak İslâm medeniyeti derken, bu kavramın temelini dinî bir kavram olan İslâmda bulmayacağım. İslâm kavramını, çeşitli özellikleri olan bir medeniyetin toparlayıcı bir kavramı olarak ele alacağım. Daha basit bir deyişle İslâm kavramı, Doğu kavramını içermemekte; ama Doğu kavramı diğer birçok İslâm kavramını da içermektedir. Dolayısıyla Doğu-İslâm medeniyeti hakkında söyleyeceğim şeyler, İslâm olmayan Doğu -örneğin bir Hindistan, bir Çin- hakkında da geçer350
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 350
21.05.2015 13:12
GELENEKSEL OSMANLI DEVLET VE SIYASET FELSEFESI VE TANZIMAT
T
ebliğ konumuz geleneksel Osmanlı devlet ve siyaset felsefesi ve bu gelenek içinde Tanzimat Fermanı’nın taşıdığı yeniliklerdir. Burada Tanzimat terimini biraz açıklığa kavuşturmamız gerekmektedir. Tanzimat’ın ne zaman başladığını, ne zaman bittiğini tâyin etmek zordur. Belki başlangıcını tarihsel olarak belirlemek kolaydır: Tanzimat Hatt-ı Hümayunu’nun ilânı. Ama bitişini tâyin etmek zordur. Geniş anlamda Tanzimat’ın Cumhuriyet’e kadar devam ettiğini söylemek mümkündür. Hatta Batılılaşma ve çağdaşlaşma yönünde bir hareketin başlangıcı olarak alırsak, onun Cumhuriyet devrimleri veya reformlarıyla zamanımıza kadar devam ettiğini bile söylemek mümkündür. Benzeri mülâhazalarla veya ölçütlerle, onun bitiş tarihi olarak İkinci Meşrutiyet’i, Birinci Meşrutiyet’i, Genç Osmanlılar’ın ortaya çıkışını, nihâyet Islahat Fermanı’nın ilân edilmesini vermek de mümkündür. Ben onu burada dar kapsamlı olarak alıyorum ve sâdece Tanzimat Fermanının içinde dile getirilen düşüncelere ve düzenlemelere dayanarak bu düşünce ve düzenlemelerin geleneksel Osmanlı devlet siyasal anlayışı karşısındakini durumunu tahlil edip değerlendirmek istiyorum. Osmanlı geleneksel siyaset ve devlet felsefesini anlamak için de bir sınırlama ve belirleme yapmak istiyorum. Osmanlı devletinin klâsik kurumlarının ortaya çıktığı, klâsik şeklini aldığı ve bunların düşünce ve teorilerde ifade edildiği 16-17. Yüzyıllar’ı temel olarak alıyorum. Çünkü, bu yüzyıllar, bilindiği gibi, Osmanlı devlet ve siyaset felsefesinin en bilinçli, en işlenmiş şekli ile ve en önemli temsilcileriyle ortaya çıktığı yüzyıllardır. Böylece daha önceki yüzyıllarda yaşamış örneğin bir Tursun Bey’in görüşlerini ancak hazırlık safhasına âit bir örnek olarak aldı362
İslâm, Demokrasi ve Türkiye | Ahmet Arslan
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 362
21.05.2015 13:12
KÜRTLERIN DE TÜRKLERIN DE ÇIKARI DEMOKRASIDE
Y
azıma Kürtlerle ilgili bazı verilerle başlayacağım. dünyada yaklaşık 25 milyon Kürt var. Kürtler esas olarak Türkiye’nin güneydoğu ve doğusunda Irak’ın kuzeyinde ve İran’ın batısında yaşıyorlar. Ancak Kürtlerin yaşadıkları bölgelerin ve toplam Kürt nüfusunun yarısı Türkiye sınırları içinde bulunuyor. Ama Türkiye’de Kürtler, İran ve Irak’ta olduğu gibi belli bir bölgede yerleşik değil. Belki yarısından fazlası ülkenin Batı kesimlerinde yaşıyor. Batı Avrupa’da özellikle Fransa, Almanya, Belçika gibi ülkelerde oldukça etkili ve etkin bir Kürt topluluğu var. Kürtler büyük çoğunluğuyla Sünnî mezhebine mensup. Dünyada kendilerine âit bir devletleri ve yurtları olmayan en büyük etnik gruplardan biri. Bu yüzyılın ikinci yarısına kadar ekonomik olarak hayvancılıkla geçinmişlerdir. Son elli yılda, özellikle Türkiye’de yerleşik hayata geçmeye başladılar. Kürtlerin yaşadıkları bölge, üç mağrur ulusal topluluk ve devletin sınırları içinde yer alıyor. Kürtlerin bağımsız bir ulus ve devlet oluşturmaları, bu üç ateşli milliyetçi ve güçlü topluluğa karşı verecekleri mücadeleye bağlı. Bunların kendi aralarında anlaşmaları, Kürt ulusal hareketini engellemede her zaman başarılı olacaktır. Geçmişte İran ve Irak, Kürt kartını birbirlerine karşı oynamışlardır. Buna devam edebilirler. Bu oyuna geçmişte olduğu gibi Batılı güçler de karışabilir. Buna gerekli olduğunu düşündüğünde Türkiye’nin de katılması beklenebilir. Bölgedeki Kürt gruplarını birbirlerine bağlayan bağlar olduğu gibi, birbirinden ayıran özellikler de vardır. Kürtler arasındaki farklılıklar daha uzun bir süre varlığını korumaya devam edecek. Ahmet Arslan | İslâm, Demokrasi ve Türkiye
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 391
391
21.05.2015 13:12
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 396
21.05.2015 13:12
İslâm, Demokrasi ve
DIZIN
# 31 Mart Ayaklanması 213
A
285–286 Amerikan Anayasası 148, 229, 286 Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi / Bildirgesi (1776) 24, 78
Abbasîler 184, 363–364, 371
Amerikan Devrimi / İhtilâli (1774) 165–166
Açık Toplum ve Düşmanları (Popper) 57–59, 64, 66–67
Amerikan Haklar Bildirisi (1791) 163
Adâlet Kuramı (Rawls) 47 Adâlet Partisi (AP) 254 Adenauer, Konrad 237 Afganistan 129 Ahlâk-ı Alai (Kınalızâde Ali Efendi) 117
Amr bin el-As 157–158 Analitik Felsefe 382 Anavatan Partisi (ANAP) 254, 292 Anglo-Sakson 86, 127, 146, 222, 229, 260, 280, 311–312, 355, 381
Akarsu, Bedia 384
Antik Roma 42, 133, 136, 139, 165, 278, 312, 353–355, 357, 359, 381–382
Akçura, Yusuf 216
Antik Yunan 115, 226, 353, 355, 358, 381
akıl-dışı 65, 67–70, 154, 300, 320–321, 323
Arap Rönesansı 306
Akif Efendi 215–216
Aristoteles 18, 28, 65, 72, 115–116, 217, 229, 297, 327, 358, 363, 368, 373, 381–382
Alevîlik / Alevîler 152, 195 Ali Rıza Paşa 213 Alman Milletine Nutuk (Fichte) 217 Almanya 54, 85, 147, 217, 229, 242, 261, 266, 281, 300, 306–307, 383, 391 Nazi Almanyası 25 Altuğ, Taylan 384 Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 45, 54, 104, 149, 153, 223–224, 281,
Arat, Necla 384
Atatürkçülük 234, 236, 245, 386 Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu 377 Atatürk, Mustafa Kemal 122, 212, 218–219, 222, 228, 235, 237, 242–245, 286, 293, 308, 327, 361, 377, 385–386 Atina 43, 221–222, 226, 267, 306
AHMET ARSLAN | İSLÂM, DEMOKRASI VE TÜRKIYE
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 397
397
21.05.2015 13:12
398
ARSLAN | İSLÂM, DEMOKRASI VE TÜRKIYE
Augustinus, St. 159, 383
Bumin, Tülin 384
Avam Kamarası 46
Buzurcimihr 369
Avrupa Birliği (AB) 19, 123, 287–295, 338
Büchner, Ludwig 381
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 292, 294
Büyük Britanya 41, 262
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 289, 291
C-Ç
Avrupa Konseyi 288, 294 Avrupa Topluluğu (AT) 262 Avrupa’yı Düşünmek (Morin) 354 Aydemir, Şevket Süreyya 213 Aydınlanma 24, 150, 154, 196, 205, 306–308, 310, 312–313, 331, 345–346, 352, 360–361 Aydınlanmacılar 146, 148, 308–309
Cahiz 157 Calvin, Jean 352 cemaatler 19, 36–37, 43, 117, 147, 183, 230, 349 Cemaleddin Afganî 119, 150, 342 Ceylan, Hasan 281 Cezayir 81, 99, 352 Chevènement, Jean-Pierre 272 Churchill, Winston 62, 234, 237, 284
B
Cicero, Marcus Tullius 381
Babanzâde, Ahmet Naim 383
Clinton, Bill 279
Bacon, Francis 381 Bakıllani 157 Balkanlar 392 Baltacıoğlu, İsmail Hakkı 383 Barre, Raymond 274 Başarı ve Erdem Üzerine (Diderot) 309
Comte, Auguste 327, 330, 334 Condillac, Etienne Bonnot de 381 Condorcet, Marquis de 276, 278 Corbin, Henri 121, 382 Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 192, 196, 235, 244, 386
Batuhan, H. 384
Çakır, Ruşen 106–107
Baykal, Deniz 237
Çakmur, Yüksel 236
Bayle, Pierre 40, 309–310, 313
Çarhoğlu, Ali 122
Belçika 261, 391
Çernobil 276
Bentham, Jeremy 207
Çetin, Hikmet 238
Bergson, Henri 352, 381
Çiller, Tansu 253–254
Bilge Nathan (Lessing) 38
Çin 115, 242, 261, 341, 350, 361
Bilimsel Keşif Mantığı (Popper) 58
çok-kültürcülük 19
Birleşmiş Milletler (BM) 24, 53, 120, 162–163, 166–167, 177, 290, 294, 347
çok-tanrıcılık 42, 136 Çotuksöken, Betül 384
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi. Bkz. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi
D
Bismarck, Otto von 217
daimon 43
Brandenburg Prensliği 40
d’Alembert, Jean le Rond 307
Britanya 262. Ayrıca bkz. İngiltere
Danimarka 220
Bruno, Giordano 299, 353
Davut (Peygamber) 135
Brüksel 277
de Boer, T. J. 382
Buharî 186
Debray, Regis 148, 222, 230, 232, 260, 355
Bulaç, Ali 99, 120
de Gaulle, Charles 237
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 398
21.05.2015 13:12
Dizin
Demirel, Süleyman 215, 242
Eski Ahit 135–136, 138
Demokratik Sol Parti (DSP) 292
Eş’ari 80, 93, 95, 171–172, 179, 181, 359
Demokrat Parti (DP) 244
Euklides 51
399
Denkel, Arda 384 Descartes, René 308, 327, 345, 381
F
Desir, Harlem 274
Fahrettin Razi 157
Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) 289–292
Farabî 115–117, 122, 157, 305, 319, 363, 366–367, 371–372, 382
Devlet Öğretisinde Leviathan (Hobbes) 41
Fasl ül-Makal (İbni Rüşt) 382
Devlet (Platon) 220 Devvanî, Celaleddin 145, 363, 370 Dewey, John 381 d’Holbach, Paul Henri Thiry 146, 307, 309 Diderot, Denis 307, 309–310, 381 din-dışı 111–112, 126–127, 137–138, 148, 152, 156, 196, 323–324 Doğru Yol Partisi (DYP) 238, 252 Doğu Bloku 240, 312, 345 dört halife 84, 90, 100, 129, 141, 143– 144, 194, 235, 245, 305, 364, 366 Dreyfus Olayı 352 Duralı, Teoman 384 dünyevîleşme 205. Ayrıca bkz. sekülerleşme / sekülarizasyon, 112, 139–140
Fatih Kanunnamesi 145 Fenomenoloji 382 Ferry, Jules 278 Fetscher, Iring 38 Fichte, Johann Gottlieb 217, 352 Flaubert, Gustave 271 Fontenelle 309 Fransa 40, 49, 54, 85, 104, 142, 147–149, 153, 214, 217, 226, 229, 238, 240, 262, 264, 266, 274–277, 295, 306–307, 310–312, 355–356, 360, 383, 391 Fransız Aydınlanması 306–307, 309 Fransız Devrimi / İhtilâli (1789) 24, 127, 146, 148, 165–166, 193, 225, 232, 244, 260, 275, 307–308, 311–312 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi (1789) 24, 104, 163–164, 347 Freud, Sigmund 203, 276, 299
E
Friedrich, II. (Büyük) 40, 307
Ebu Hanife 95, 359
Fromm, Erich 28
Ebu Hureyre 186
Fukuyama, Francis 28, 104, 109, 275, 343–344
Ebu’l Ala el-Mevdudî 99, 120 Ecevit, Bülent 237 Ehl-i Kitap 143, 183–184, 187 Emevîler 43, 90, 129, 141, 143–145, 184, 364
G Galileo, Galilei 308 Gandhi, Mohandas 237
Engels, Friedrich 341
Garibaldi, Giuseppe 217
Enneadlar (Plotinos) 382
Gazalî 51–52, 90, 116, 157, 181, 305, 318–321, 328, 382
Epiktetos 381 Epikuros 301, 329, 334 Eralp, Halil Vehbi 380, 384 Erbakan, Necmettin 102, 253 Erdoğan, Recep Tayyip 102 Erişirgil, Mehmet Emin 383 Erkan, Hüsnü 59
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 399
Gelibolulu Mustafa Ali Efendi 90, 363–364, 373 Gellner, Ernest 100, 117, 217–219, 345 Genç Osmanlılar 362 Globe (dergi) 270 Gobineau, Arthur de 352
21.05.2015 13:12
400
ARSLAN | İSLÂM, DEMOKRASI VE TÜRKIYE
Goethe, Johann Wolfgang von 39 Goude 274
Huntington, Samuel 91, 101–104, 119–123, 344–345
Gökberk, Macit 306, 383–384
hümanitarizm 232, 312
Göle, Nilüfer 107
hümanizm 205, 232, 298, 306, 312, 352, 361
Grünberg, Teo 384 Gülen, Fethullah 108 Gülhane Hatt-ı Hümayunu. Bkz. Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) (1839)
I-İ Irak 115, 129, 191, 391
Güney Afrika 167
İbni Arabî 95, 157
Güreş, Doğan 253, 257
İbni Hâldun 84, 90, 96–97, 114, 116–117, 141, 144–145, 194–195, 239, 305, 363–364, 368–371, 373, 382
H Halepçe Katliamı (1986-88) 392 Hanbelîlik / Hanbelîler 93
İbni Hanbel 359 İbni Mukaffa 184
Hanefîlik / Hanefîler 93, 143
İbni Rüşt 115–116, 122, 157, 305, 363, 382–383
Hâricîlik / Hâricîler 93, 365
İbni Sina 115, 157, 305, 319, 363, 383
Harun Reşit 118
İbni Tufeyl 115, 309, 382
Harvey, Laurence 308
İbrahim Ethem 381
Hasan Kâfi 363, 370, 373, 376
İbrahim (Peygamber) 39
Hayek, F. A. 251, 334
İkinci Dünya Savaşı (1939-45) 54, 162, 192, 300, 392
Hayy İbni Yekzan (İbni Tufeyl) 309, 382 Hegel, G. W. F. 28, 61, 66–67, 109, 330, 332, 358, 382
İnalcık, Halil 372–373
Helsinki Zirvesi (1999) 288
İncil 133–136
Henri, IV. 40–41, 147
İngiliz Aydınlanması 306–307
Hıristiyanlar 39, 44, 48–49, 95, 115, 119, 136, 183, 187, 293
İngiliz Devrimleri / İhtilâlleri (1648 ve 1688) 165–166, 244, 308
Hızır, Nusret 384
İngiltere 41, 45, 54, 104, 147–148, 217, 220, 229, 233, 243, 266–267, 295, 306–307, 310–311, 356, 394
hikmet-i devlet 282 hikmet-i hükûmet 144, 282, 375 Hindistan 85, 184, 216, 270, 350 Hiroşima 162, 276 Hitler, Adolf 63, 352 Hobbes, Thomas 41–42, 137, 146–147, 193, 205, 308, 311, 328, 334, 352, 371 Hollanda 54, 220, 262 Horasani, Said Recavi 347 Hugo, Victor 271 Huguenotlar 40 Hulâgu 363 Hume, David 154, 307, 313, 325, 328, 337, 352, 381
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 400
İnam, Ahmet 384
İnönü, Erdal 238 İnönü, İsmet 192, 237, 245 insan hakları 19, 24, 37, 49, 77–81, 83, 86, 88, 92, 99, 101–102, 104, 119– 120, 122, 148, 162–172, 176–177, 181–183, 185, 187, 189, 201, 243, 261, 270–271, 274, 288–292, 294, 304, 341, 344–349, 352, 373 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi (1948) 120, 162–163, 166–167, 344 İran 25, 37, 90, 105, 114–116, 121, 136, 143, 157–158, 166, 184, 191, 197, 220, 227, 230, 347, 351, 359, 363, 365, 369, 391 İsa (Peygamber) 96, 133, 136, 146–147,
21.05.2015 13:12
Dizin
164, 188, 262, 334
klerikalizm 262
İslâm hukuku 98, 123, 143, 182, 356
Koestler, Arthur 250
İslâmî Selâmet Cephesi 99
Kojeve, Alexandre 275
İsmailîler 119
Konfüçyüsçülük 104–105, 344
İspanya 43, 104, 153, 245, 262, 295
Konstantin 136
İsrail 164, 253, 393
Kopenhag Kriterleri 287, 291–292
İstiklâl Mahkemeleri 228
Kopenhag Zirvesi (1993) 288–289
İsveç 220, 236
Kopernik, Nikolas 299
İşkencenin Önlenmesi Komitesi 289
Körfez Savaşı (1991) 392
İşkencenin ve İnsanlıkdışı veya Onur Kırıcı Muamele Ve Cezanın Önlenmesi için Avrupa Sözleşmesi 289
Kranz, Walter 382
İtalya 104, 153, 217, 242, 266 İttihat ve Terakkî 214, 282
J Jakobenler 45 James, William 320–321, 381 Johannes, XXIII., Papa 43, 380 Joseph, II. 40 Joxe 272
K Kaegi, Werner 46
Kuçuradi, İonna 384 Kur’an-ı Kerim 39, 43, 80, 89, 94–95, 98, 100–101, 123, 128–129, 134, 142–144, 160, 168–178, 180–185, 187–189, 195, 249, 303, 319, 364–365 Kutub, Seyyid 99, 120, 346 Kuveyt 38 Kuvvet ve Madde (Büchner) 381 Kuzey İrlanda 44, 394 Kürtler 391–394 Kürt Sorunu 14, 16, 392–394
L
Kant, Immanuel 28, 61, 65, 154, 179, 199, 307, 310, 327, 332, 334, 337, 345, 382–383
laiklik 12–13, 99, 104, 123, 125, 127, 133–137, 139–140, 146, 148–150, 152–153, 155–156, 224, 229–230, 232, 235, 261–263, 271, 293, 304, 346, 348, 352, 355, 386
Karadavî, Yusuf 120
laisizm 125
Katerina (Çariçe) 307
Leibniz, Gottfried 308, 313, 381
Katılım Ortaklığı Belgesi 289–290
Le Monde (gazete) 272
Kâtip Çelebi 145, 363–364, 370–371, 373–374
Lewis, Bernard 213–214, 216
Katolik Kilisesi 41, 94–95, 104, 138, 146–148, 164, 347
Libération (gazete) 272
Katoliklik / Katolikler 41, 104, 153, 163, 264
Lindholm, Tore 104, 347
Kafkaslar 392
Keldanîler 115 Kıbrıs Sorunu 290 Kınalızâde Ali Efendi 117, 145, 363, 370, 372–373 Kierkegard, Soren 318, 355 Kipling, Rudyard 119, 122, 341, 351 Kitab-ı Mukaddes 127, 135, 164, 169, 265, 355
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 401
401
liberalizm 62, 148, 241, 270, 344 Lincoln, Abaraham 224, 238, 261 Locke, John 28, 86, 137, 146, 148, 165, 171, 174, 193, 307, 311, 334, 381, 386 Lord Acton 280 Louis, XIV. 40, 147 Louis, XV. 278 Louis, XVI. 375
21.05.2015 13:12
402
ARSLAN | İSLÂM, DEMOKRASI VE TÜRKIYE
M Maastricht Antlaşması (1992) 287, 294 Machiavelli (Makyavel), Niccolo 137, 142, 146, 205, 310, 371
Montrö (Montreaux) Antlaşması (1936) 192 Morin, Edgar 354
Mannheim, Karl 66
Muhammed (Peygamber) 19, 80, 84, 89, 96–98, 100, 114–115, 117, 128–129, 131–133, 141–144, 168, 174–175, 182, 185–188, 216, 234, 249, 342, 364–368
Mansur 118
Mukaddime (İbni Hâldun) 382
Marcellus Ficinus 146
Musa (Peygamber) 136, 334
Marksizm 24, 56–57, 66, 150, 248, 250, 262, 345–346
Mustafa, III. 212
Marx, Karl 28, 42, 60–61, 66, 276, 299, 330, 334, 341, 346, 352, 382
Mutluluğun Elde Edilmesi (Farabî) 115
Maturidîlik 93
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) 106
Macit Fahri 379, 382 Mâlikîlik 93
Maverdî 363
Mu’tezile 80, 93, 179, 359 Müslüman Kardeşler 99
Medeniyetler Çatışması (Huntington) 103 Mehmet İzzet 383
N
Mekasıd (Gazalî) 382
Nabukadnazar 38
Memlûklular 364
Namık Kemal 119, 150, 214–215
Me’mun (Halife) 119
Nantes (Hoşgörü) Fermanı (1598) 40, 147
Menahic-i Edille (İbni Rüşt) 382
Napoleon 217
Mendelson, M. 307 Mengüşoğlu, Takiyeddin 384
NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) 293–294
Merimée, Prospére 271
Nazizm 192, 202, 352
Meşrutiyet 105, 213, 230, 362, 381
Nazzam 157
Metafizik (Aristoteles) 382
Necat (İbni Sina) 383
Mettrie, Julien Offray de la 146, 307, 309
New Deal 148
Metz, J. B. 43, 48
Newton, Isaac 203, 307–309
Mevdudî 99, 120, 346
Nietzsche, Friedrich 276, 300, 382
Mevlana Celaleddin Rumî 95, 157
Nişancı Mustafa 145, 363, 370
Meyer, Ann Elizabeth 103, 347
Nizamülmülk 90
Mısır 115, 136, 157, 230
Norveç 220
Milano Fermanı (313) 136
Nostradamus 65
Millî Güvenlik Kurulu (MGK) 290–291 Millî Nizam Partisi 193
O-Ö
Mill, John Stuart 28, 33, 251, 334, 352, 381
Okhamlı William 146
Milton, John 41
Organon (Aristoteles) 382
Mitterand, François 272
Orhan Sadeddin 383
Modern Türkiye’nin Doğuşu (Lewis) 213
Orta Doğu 18, 121–122, 342, 383, 393
Moğollar 363–364, 371
Ortak Pazar 262
Montaigne, Michel de 264
Ortodoks 163–164, 344
Montesquieu, Charles-Louis de Secondat 264, 307, 313, 381
Orwell, George 20, 250
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 402
On Emir 135, 138, 319
21.05.2015 13:12
Dizin
Osmanlı 14–15, 117–118, 122, 142, 145, 149–151, 154, 184, 193–195, 212–216, 218–219, 226, 230, 238–239, 350, 362–364, 369– 375, 377–378, 381, 384
R
Otuz Yıl Savaşları (1618-48) 147
Reformasyon 40, 104, 147, 164–165, 307
Ömer (Halife I.) 114, 118, 158
Renan, Ernest 118–120, 122, 150, 341, 352, 381
Özal, Turgut 105, 108 Özbekler 364 Özbudun, Ergun 101, 103 Özdalga, Elizabeth 108 Özgürlük Üzerine (J.S. Mill) 381 Özlem, Doğan 384
P Pacem in Terris (Dünyada Barış) Fermanı (1963) 164 Pakistan 103, 121, 348 Pan-İslâmcılık 216 Parmenides (Platon) 382 Pascal, Blaise 299, 320–321 Paul, XXIII., Papa 164 Peloponez Savaşı (Thukdides) 220 Perikles 220–222 Pius, VI., Papa 104, 164, 347 Platon 61, 63, 75–76, 117, 206–209, 220–222, 226, 297, 334, 363, 366–367, 371, 373, 381–382, 386
Rawls, John 47–48, 55 Refah Partisi (RP) 35, 92–93, 102, 106–107, 126, 152, 252–254
Retorik (Aristoteles) 382 Rocard, Michel 272 Rodinson, Maxime 250 Roosevelt, Theodore 148 Rousseau, Jean-Jacques 28, 61, 86, 146, 165, 196, 220, 308–309, 311–312, 334, 352, 381 Rönesans 146, 205, 298, 300, 306–307 Russell, Bertrand 250, 336, 381 Rusya 213, 238, 240, 262, 300, 350–351 Rüşdi, Selman 262
S-Ş Sâbiîlik / Sâbiîler 39, 119, 183, 187 Saddam Hüseyin 38, 191, 392 Sa’d İbni Ebi Vakkas 114 Safeviler 364 Sainte-Beuve 271 Salâhaddin Eyyubî 38–39 Salih Zeki 381
Plotinos 382
Sanayi Devrimi / İhtilâli 360
Poetik 382
Sarıolghalam, Mahmud 121–122
Poincaré, Henri 381
Sarp, Hatemi Senih 378
Politika (Aristoteles) 381
Sartre, Jean-Paul 250, 383
Popper, Karl R. 11, 56–60, 62–68, 70, 237, 320–321
Scheler, Max Ferdinand 66
Portekiz 104, 245
Schumpeter, Joseph 250
post-modernizm 19, 345, 360
sekülerleşme / sekülarizasyon 361. Ayrıca bkz. dünyevîleşme, 112, 137–138
Potsdam Hoşgörü Fermanı 40
403
Schmitt, Carl 41
pozitivizm 108, 127, 150, 154, 205, 312, 345, 355
Selim, III. 122
Protagoras 75–76, 207, 209
Seneca 381
Protestanlık / Protestanlar 41, 43–44, 104, 127, 147, 163–164, 232, 264, 268, 341
Serbest Fırka 244
Selim, (Yavuz Sultan) 145, 194–195, 369
Seyyid Nasr Hüseyin 121 Sezar 100, 133–134, 136, 139–140 Singapur 344 Smith, Adam 203, 352
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 403
21.05.2015 13:12
404
ARSLAN | İSLÂM, DEMOKRASI VE TÜRKIYE
Sofistler 75–76, 203, 206, 208–209, 297, 306, 327
372–375 “Tarihin Sonu” (Fukuyama) 275
Sokrates 43, 75, 158, 202, 206–209, 297, 326–327, 334, 382
Tarihsiciliğin Sefaleti (Popper) 58, 60
Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) 126, 236, 238
Tehafüt ül-Tehafüt (İbni Rüşt) 382
Tehafüt (Gazalî) 382
Sovyetler Birliği 25, 54, 57, 192, 345, 348, 392
tek-tanrıcılık 39, 42–43, 76, 135, 139, 187, 298, 355
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB). Bkz. Sovyetler Birliği
Teolojik-Politik İnceleme (Spinoza) 42 Terakkîperver Fırka 244
Soysal, Mümtaz 238
Tertulianus 318–319, 355
Sölles, Dorothee 45
Tevfik, Baha 381
Sözer, Önay 384
Tevrat 135, 177, 202
Sparta 117 Spencer, Herbert 380–381
Thomas, Aquinolu (Aquinas) (Aziz/St.) 28, 319, 380, 383
Spinoza, Baruch 28, 41–42, 146–147, 180, 202, 308, 313, 334, 352–353
Thomasius 307 Thukydides 220, 358
Stalin, Josef 300
Tillich, Paul 44
St. Barthelemy Katliamı 147, 352
Tocqueville, Alexis de 274–275
Stendhal, Henri 271
Toprak, Binnaz 122
Straus, Levi 276
Tott, Baron de 212–213
St. Simon 330
Tunalı, İsmail 384
Sudan 103, 129, 166
Tunç, Mustafa Şekip 383
Suudî Arabistan 129, 166–167, 182, 230
Türk Aydınlanması 306, 308
Sühreverdi, Şihabeddin 157
Türk Ceza Kanunu 291
Süleyman, (Kanunî Sultan) 117, 372
Türk Dil Kurumu 379–380
Süleyman (Peygamber) 135
Türker, Mubahat 384
Sümerbank 245
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) 235, 394
Sünnîlik / Sünnîler 93, 98, 143, 151–152, 168, 172, 359, 391 Süryânî 115 Şafiîlik / Şafiîler 93 Şeriati, Ali 99, 120, 346
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) 122 Tüsi, Nasireddin 363, 370
Şifa (İbni Sina) 383
U-Ü
Şifa üs-Sa’il’i (İbni Hâldun) 382
Ulusal Program 289
Şiîlik / Şiîler 93, 167–168, 359
Uluslararası Adâlet Divanı (UAD) 288
Şinasi 214
Umumi Filozofi (Sarp) 378 Unat, Faik Reşit 213
T
Ural, Şafak 384
Tabandi 120
Uygur, Nermi 384
Taine, Hippolyte 273 Tanpınar, Ahmet Hamdi 157 Tanrı-devleti 135–136, 368 Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) (1839) 13–14, 362,
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 404
“Üç Tarz-ı Siyaset” (Akçura) 216 Üçüncü Dalga (Huntington) 104 Ülken, Hilmi Ziya 383–384
21.05.2015 13:12
Dizin
V-W
Y-Z
Vahdettin 219, 232
Yahudilik / Yahudiler 38–39, 43, 54, 94– 95, 119, 135–136, 139, 162, 164, 176, 181, 183, 186–187, 262–263, 347, 352–356
Varlık ve Hiçlik (Sartre) 383 varoluşçuluk 382–383 Vatan Yahut Silistre (Namık Kemal) 214 II. Vatikan Gaudium et Spes Fermanı (1995) 164 Vatikan 94, 135 Venedik 212 Verdi, Guiseppe 278 Viyana çevresi 67, 382 Voltaire, François Marie Arouet 146, 165, 298, 300, 307–310, 313, 352, 381 Weber, Max 104, 341 Wolf, Christian 307
405
Yalçın, Hüseyin Cahit 381 Yargı Gücünün Eleştirisi (Kant) 383 Yasalar (Platon) 382 Yew, Lee Kuan 344 Yıldırım, Cemal 384 Yöntem Üzerine Konuşma (Descartes) 381 Yücel, Hasan Âli 381 Yükseköğretim Kurulu (YÖK) 247 Ziya Gökalp 214–215, 342, 364 Ziya Paşa 214
00 - INDB -İslam, Demokrasi ve Türkiye.indb 405
21.05.2015 13:12