1994_36_10252

Page 1


M E R H A B A

a

Hiçbir şey yazmak is-te-mi-yo-rum

cy

Mustafa Demirkanlı

İ Ç İ N D E K İ L E R

4- 9

Haberler

Abdülcanbaz Bu Kez Tiyatro İçin Savaşıyor • Enis Bakışkan [12-21 Çocuk

10 10

pe

Tiyatroları Dosyası • Meral Kaşıkçıoğlu / Gökhan Akçura / Nesrin Kazankaya / Yılmaz Onay Sonrası Erozyonuna Sınırlı Bir İrdeleme • Musa Aydoğan Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi • Yıldız Kenter • Vâclav Havel

28-33

Sahtesi • Nalân Özübek

Geldi • Mustafa Demirkanlı 50

27

Tiyatroda Devrim Tartışmaları (III)

36-37 Keramet Kimde? • Hüseyin Erdoğan

Nalân Özübek

24-25

42-43

38

1980

İz Bıraksın Diye • İ.Hakkı Yükselen

Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi 34-35

Vicdani'nin Vicdanı • Burç Tan

Çukurova'da Yeşeren Filiz • Burç Tan 40-41 Hangisi

Paris Mektubu • Coşkun Tunçtan

46-47

22

Londra Mektubu • Halide Eşber

44-45 48

Şimdi N'olacak Demenin Sırası Tiyatro Kitapları Yayımcılığı •

Ödüllü Bulmaca Kapak: Savaş Çekiç

»: Sahibi : Tiyatro Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. adına Enis Bakışkan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Mustafa Demirkanlı Yayın Koordinatörü: Nalân Özübek Danışma Kurulu Başkanı: T.Yılmaz Öğüt Danışma Kurulu: Gökhan Akçura, Orhan Alkaya, Rutkay Aziz, Yılmaz Onay, Dikmen Gürün Ürer Görsel Danışman: Savaş Çekiç Teknik Yönetmen: Sinan Şanlıer Hukuk Danışmanı: Av. Fikret İlkiz Düzelti: Hakkı YÜKSELEN Katkıda Bulunanlar: H. Şevket Atasaverş, Musa Aydoğan, Heseyin Erdoğan, Halide Eşber, Gülşen Karakadıoğlu, Meral Kaşıkçıoğlu, Nesrin kazankaya, Zihni Küçümen, Burç Tan, Coşkun Tunçtan, Aytaç Yürükaslan Dizgi: Erkut Arıburnu Abone ve Satış: Nuray Avşar Dağıtım: Emin Şenol •Ankara T e m . : Yalçın Günaydın Tel: (312) 360 57 27 İzmir Tem.: Ali Rıza Özbilgiç Tel: (232) 484 52 20 İzmit T e m . Kocaeli Bölge Tiy. Tel: 262) 3 2 4 1 0 9 0 A l m a n y a T e m . : Levent Beceren,

Berlin Tel: 49.30.6152020

Ofset H a z ı r l ı k : Tiyatro Yapım Tel: (212) 243 35 33

Baskı: MÜ-KA Matbaası Tiyatro Y a p ı m Yayıncılık Ltd. Şti.

No:3

V i y a n a Tem.: Uğur Özkan, Wien Tel:

432225051220

Hayriye Cad. Çorlu Ap.

D.10 80060 Galatasaray/İstanbul Tel: (212) 243 35 33-293 72 77 Fax : (212) 252 94 14 Posta Çeki N o : Tiyatro Yapım-655248

Banka Hesap N o : Tiyatro Yapım - T.İş Bankası-Cihangir Şb. 197245 Katkılarından dolayı TİYAP'a ve TOBAV'a teşekkür ederiz.


oyunun üzerinde yerli oyun sahneye koyan yönetmenler re şükran plaketi verecek. 4 Nisan 1994 tarihinde AKM Oda Tiyatrosu'nda yapılacak olan törende onur plaket) alacak yönetmenler: Raik Alnıaçık, Ziya Demirel, Engin Orbey, Engin Uludağ, Kenan Işık, Tekin Akmansoy, Se mih Sergen, Dinçer Sümer, Ferdi Merter, Çetin Köroğlu Ekmel Hürol, Haldun Marlalı, Engin Gürmen , Fikret Tar tan, Başar Sabuncu, Hamit Akınlı, Çetin İpekkaya, Zihni Küçümen ve Kemal Bekir. Onur plaketi alacak olan tiyat rolar ise; Üsküp Halklar tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu, Kenter Tiyatrosu, Ordu Belediye Şehir Tiyatrosu. • tiyap 3. yönetim kurulu 16 Mart 1994 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul Toplantısı sonucu belirlendi. Tiyap Yönetim Kurulu Başkanlığı'na Ali Poyrazoğlu seçil­ di. Yönetim Kurulu'nda yer alan diğer sanatçılar ise, Di­ lek Türker, Nedim Saban, Oya Başar ve Kerem Kurdoğlu.

pe cy

a

• 17. avni d i l l i g i l tiyatro ödülleri Seçici Kurulu Nüzhet Birsel başkanlığında toplanıp 1993-94 sezonu adaylarının değerlendirmesini aşağıdaki şekilde belirle­ di: 1) Jüri Onur Ödülü: Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan 2) Jüri Özel Ödülü: Haldun Dormen 3) Jüri Özendirme: A- Oyuncular (Hayat Çok Güzel) 4) Jüri Özendirme: B- Dormen Tiyatrosu (Şarkılar Susarsa) 5) Olağanüstü Yorum: Genco Erkal (Bir Delinin Hatıra Defteri) 6) En İyi Müzik: Esin Engin (istanbul'un Gözleri Mahmur) 7) Özgün Yapım: Şu Gogol Delisi 8) En İyi Kostüm: Canan Göknil (Şu Gogol Delisi) 9) En İyi Dekor: Duygu Sağıroğlu (Bir Delinin Hatıra Defteri) 10) En İyi Çeviri: Serra Yılmaz - Hür Yümer (Kassandra) 11) En İyi Yerli Oyun Yazarı: Melissa Gürpınar (İstanbul'un Gözleri Mahmur) 12) En İyi Yönetmen: Hakan Altıner (İstanbul'un Gözleri Mah­ mur) 13) En İyi Yapım: İstanbul'un Gözleri Mahmur 14) Yardımcı Rolde En İyi Erkek: Toron Karacoğlu (istanbul'un Gözleri Mahmur) 15) Yardımcı Rolde En İyi Kadın: Sumru Yavrucuk (Abdülcanbaz) 16) En İyi Erkek Oyuncu: Ahmet Uz (Kadınlar da Savaşı Yitirdi) 17) En İyi Kadın Oyuncu: Derya Baykal (Şu Gogol Delisi)

• çan tiyatrosu 11 yaşında Ankara'nın en eski Ço­ cuk ve Gençlik Tiyatrosu olan Çan Tiyatrosu, 14 Nisan 1984'te kuruldu. Bugüne kadar yirmi çocuk oyunu, iki gençlik oyunu, drama grubu ile yirmi beş çocuk oyunu, iki yüz seksen ayrı nitelikteki çocuklara yönelik oyunları TRT 1 ekranlarından izleyicisine ulaştıran, seksen kez doğaçlama gösteri ve Ankara'nın yirmi parkında çocuk­ lara yönelik gösteriler yapan topluluk, 1993-94 sezon da altı çocuk oyununu dönüşümlü olarak sergilemeyi devam ediyor. Mayıs ayının ilk haftasında da Eftal Kayış

• ataköy folklor e ğ i t i m merkezi Tiyatro Bölümü öğrencileri 28 Mart 1994 Pazartesi akşamı Dünya Tiyat­ ro Günü dolayısıyla Metin Zakoğlu'nun derlediğime yö­ nettiği Klasik Esintiler isimli oyunu sergilediler. Keşanlı Ali Destanı, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Bir Delinin Ha­ tıra Defteri, Ağzı Çiçekli Adam, Romeo ve Juliet, Kurban gibi eserlerin içinde bulunduğu bu oyun Şehir Tiyatrola­ rımın gençlik günlerinde tekrarlanacak. • tiyatro ve tv yazarları derneği bugüne değin yerli oyunlar oynamaya önem vermiş tiyatrolara ve on

Sahnesi ve Kavaklıdere Sineması'nda Otobüs Tiyâtro sunda Çöp Sağlığı adlı yeni bir oyun sergileyecek olan Çan Tiyatrosu, amaçlarını Çocuk Tiyatrosu"nu, bu alanın uzman kişileri ile tartışarak bir sentez oluşturmak, b sentezden de Ulusal Çocuk Tiyatrosu'nun adımlarını at­ mak olarak ifade ediyorlar.

Topluluk ayrıca bu yıl 1-9 Nisan tarihleri arasında Al­ manya'nın Lingen kentinde yapılacak olan 3. Dünya Ço­ cuklarının Tiyatroları Festivali'ne gözlemci olarak çağrıl­ dı. 11 nci yıla ulaşmasındaki en büyük faktörün seyircisin­ den gelen destek olduğunu vurgulayan Çan Tiyatro su'na daha nice 11 yıllar diliyoruz. • adana şehir tiyatrosu her cumartesi müzikli danslı bir çocuk oyunu sergiliyor: Lokomopüf. Yasakla­ malara baş kaldıran bir grup çocuğun, eski bir tren makinistiyle birlikte, her biri bir parçaya bölünen lokomopüf isimli lokomotifin parçalarını bir araya getirirken, olum-


pe cy a


cy a

pe


suz birkaç tipi de yeniden kazanmaya çalışmalarını işleyen oyun, Wolker Ludwig-Rainer Hachfeld'den Nesrin Kazankaya'nın çevirisi. Müzikleri Meral Sayın'a ait olan Lokomopüf'ü Mahmut Hazım Kısakürek yönetti. . evrensel kültür merkezi, kurulduğundan bu yana çeşitli alanlarda etkinliklerini sürdürüyor. Bu etkinlik­ ken arasında tiyatroya da önemli bir yer ayıran Kültür merkezi programında;2 Nisan Cumartesi 18.00'de İstanîbul Amatör Tiyatro Günleri Açılış Etkinliği olarak Kartal Sanat Tiyatrosu'nun sergileyeceği, Rıfat Ilgaz'ın yazdığı, Mehmet Esatoğlu'nun yönettiği Abbas Yola Giden bu­ lunuyor, İstanbul Amatör Tiyatro Günleri '94 kapsamın­ da Evrensel Kültür Merkezi'nde; 5 - 16 ve 22 Nisan 20.00'de İstanbul Sahnesi'nin sergileyeceği Maw Frisch'in yazıp Mehmet Esatoğlu'nun yönettiği Yine . Başladılar Şarkılarına ,23 Nisan 20.00'de Tiyatro Eleile'nin sergileyeceği Apaçık Mektuplar, 27 Nisan 20.30'da ORFOY'un sergileyeceği Bilgesu Erenus'un yazdığı Arka Bahçe, 28 Nisan 19.30'da Mehmet Beyazıt Lisesi Tiyatro Kolu'nun sergileyeceği Ambiyoz ve 30 Ni­ san 17.30'da Lüleburgaz Genç Oyuncular'ın sergileyece­ ği Athol Fugar'ın yazdığı Ada adlı oyunlar yer alıyor.

büyüktür; kötü kadın, kötü insan, yuva bozucu kadın de­ dikoduları yapılır. Bu kadın yaşlı kocasına sevgisini belli edemiyorsa, yaşlı koca da belli edemiyorsa, kadın onu kıskandırmak için sevecenliğini kullanıyorsa ve çok da güzel bir tazeyse düşünmek gerek ötesini.

pe cy

a

k.k.t.c. devlet tiyatrosu Ocak ayında seyircisine sunmaya başladığı Necati Cumalı'nın Masalar oyununu sürdürüyor. 1993-94 sezonunun ilk oyunu olarak programa alınan Masalar oyunu, K.K.T.C. Kültür Protokolü'nün oyuncu takviyesi maddesinin bir türlü hayata geçirilememesinden doğan belirsizlik nedeniyle gecikmiş, çalışmalar ak­ samıştı. Ancak hızlı bir çalışmayla arayı kapatan tiyatro, Deniz Çakır'ın yönettiği oyunu Ocak ayında sergilemeye başladı. Masalar, bir devlet dairesinde yozlaşmış sis­ tem nedeniyle gelişen trajikomik durumları yansıtan, bu yönüyle her çağda ve toplumda geçerli seyircisini yakaÇn bir oyun. K.K.T.C. Devlet Tiyatrosu ayrıca Turan

• samsun büyükşehir belediyesi Oda Tiyatrosu, 1993-94 sezonunun ikinci oyunu olarak Lorca'nın Eski­ cinin Tazesi ni sergiliyor. Oyunun yönetmeni şöyle anla­ tıyor Eskicinin Tazesini: "Sevecen, dost canlısı, insanla­ rı seven ve sevdiğini saklamayan, bunu konuşmasıyla, hareketleriyle ortaya koyan insanlar vardır. Bu insanları toplum yanlış değerlendirir. Hele bu bir kadınsa yargı

Özdemir'in yazdığı, Alpaslan Uzun'un sahnelediği Sevgili Barış adlı çocuk oyunuyla da diğer yerleşim birimle­ rinde seyircisiyle buluşmakta. Sevgili Barış çocuklarainsanca yaşamanın, gökyüzünü, doğayı paylaşmanın ve barışın keyfini yaşatan müzikli bir çocuk oyunu. Oyunun müzikleri ise Deniz Çakır'a ait.

İşte Lorca, böyle bir kadını bulup yazmış. Oyununu, lirik anlatımı, ironik yapısıyla kısacık sürede akıp giden, 'dü­ şünün' diyen, 'sevgi ölmez' diyen, 'ikiyüzlüler, dedikodu­ cular, yalancılar olsa da sevmesini öğreneceğiz' diyen bir oyun Eskicinin Tazesi.

• oyun yazarları tiyatrosu kuruluyor. Tiyatro ve

TV Yazarları Derneği laboratuvar tiyatrosu niteliğinde bir Oyun Yazarları Tiyatrosu kurmayı kararlaştırmış ve ha­ zırlıklara başlamıştır. Oyun Yazarları Tiyatrosu sadece yerli oyunları sergileyecek ve genç yazarların yetişmesi­ ne yardımcı olacaktır. Bu tiyatroda, öteden beri özellikle ödenekli tiyatrolarda yerli eserlere gereken ilgi ve özenin gösterilmemesi göz önüne alınarak, sahnelenecek oyun­ lar için gereken her şey yapılacaktır.

• gerçek sanat yayınları yönetmenliğini Tuncer Cücenoğlu'nun yaptığı oyun dizisine beş yeni kitap daha kattı. Bu kitaplar Ümit Denizer'in, sahnelendiği yıl, "yılın oyunu" seçilen Ferhat ile Şirini, Ferdi Merter'in savaş karşıtı oyunu Silahlar ve Çiçekleri ile Kültür Bakanlı­ ğının 1993 Oyun Yazım Yarışması'nda ödül alan üç oyun: Dinçer Sümer'in Memuroğlumemur, Cuma Boynukara'nın Çok Geç Olmadan'ı ve Ülkü Ayvaz'ın Niha­ vent Longa'sı. Oyun dizisi yönetmeni Tuncer Cücenoğlu'nun açıklaması şöyle: "... Attığımız bu ön adımın amacı, Türkiyeli oyun yazarlarını birer kitaplarıyla bu dizi içinde buluşturmak.


Önümüzdeki günlerde Murat Karasu'nun Hüzün Mahallesi Otobüsü, Turgay Nar'ın Tepegöz ü ve Yaşar Güner'in Batan Gün adlı kitapları okuyucuyla buluşacak.

• içimizden gelen oyunlar tiyatrosu16 Ni-

• 13. istanbul film festivali başlıyor Bu yıl, 217 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek olan 13. Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne beş kıtadan katılacak yaklaşık 150 film, dünya sinemasının geniş bir panoramasını bir kez daha gözler önüne serecek. Çoğu ödüllü yepyeni filmlerin yanı sıra sinema tarihinin değerli örneklerinin de yer alacağı Festival bu yıl da her yıl olduğu gibi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlendi. Festivale katılan filmlerin gösterimleri, Beyoğlu'nda Emek, Atlas, Beyoğlu, Alkazar, Alkazar-Avrupa ve Kadıköy'de Reks sinemalarında gerçekleştiriliyor. 13. Uluslararası istanbul Film Festivali'nin programına katılan filmler on yedi bölüm başlığı altında toplanıyor: Uluslararası Yarışma, Sanatlar ve Sinema, Edebiyattan Beyazperdeye, Aytmatov'un Dünyası, Politika Üzerine, VVajda Tarihe Bakıyor, Özel Gösteriler, Anılarına: Norman McLaren/ François T ruffaut/ Luchino Visconti, Us­ talara Saygı, Bir Aktöre Saygı: Ben Kingsley, Dünya Sine­ masının Genç Yıldızları, Dünya Festi­ vallerinden, Kadınlarımız, Felsefenin İzinde, Genç ve Aşık, Ço­ cuk Şenliği, Uzakdoğu

cy

a

san'da Karaca Tiyatro'da Genç Kız ve Deniz adlı oyuna başlıyor. Bülent Saka ve İlhan Arkan'ın birlikte yazdıkları oyun; Türkiye benzeri düşsel bir ülkede yaşayan bir genç kızın, çağdaş yaşama ters olan ve onu engelleyen çeşitli olumsuzlukları protesto ederek, deniz kenarında yaşamayı denemesi; tüm ilişkilerini, kent yaşamını, alışkanlıklarını bırakıp, deniz dünyasının doğallığına yakınlaşmaya çalışmasını konu ediyor. İlhan Arkan'ın yönettiği bu tek kişilik oyunda rol alan Melek Abaszade Moskova Konservatvarı Oyunculuk Bölümü ve Baku Bale Okulu mezunu olan genç bir Azeri sanatçı. Oyuna ilişkin yönetmen Arkan, "Oyunumuz, sahnelemede dans, dekor, müzik ışık ve çağdaş tiyatronun tüm öğelerinden yararlanarak etkileyici ve görkemli olma konusunda iddialıdır" diyor.

• beasado theater Oğuz Atay'ın "Beyaz Mantolu Adam" adlı uzun öyküsünü The Man in White adıyla dans tiyatrosu olarak sahneledi. Nejla Yatkın'ın koreografisi ve Etage Tanzschuele öğrencilerinin katkılarıyla, Yalçın Baykul'un yönetmenliğinde sergilenen oyun ocak ayından bu yana gösterimine devam ediyor. • uygulamalı tiyatro eğitimi Yılmaz Arıkan tarafından altı yıllık bir çalışma sonucunda hazırlanan Uygulamalı Tiyatro Eğitimi I, Arıtaş Yayınları tarafından yayımlandı. Mimik, Diksiyon, Vücut Eğitimi, Tiyatro Kuramları ve Tarihi alt başlıklarını taşıyan kitapta dramatik, epik, absürd ve deneysel tiyatroların yanı sıra tüm oyunculuk tarzları da karşılaştırmalı olarak anlatılıyor. Amatör tiyatro topluluklarına, lise tiyatrolarına ve konservatuarlara hazırlananlara yardımcı olmak gayesiyle hazırlanan kitapta dört yüz adet ses alıştırması (temrinler), seksen adet oyunculuk alıştırması ve altmış adet rol alıştırması bulunuyor.

•uluslararası tiyatro topluluğu kuruldu.

pe

1994'te İzmir'de kurulan topluluk, ilk oyunları Vincent Van Gogh'u 15 Nisan'dan itibaren Karaca Tiyatro'da sergilemeye başlıyor. Topluluk amaçlarını; tiyatro izleyicisine ve özellikle de genç kuşaklara nitelikli sahne ve gösteri sanatları deneyimini yaşatmak; yorum ve tasarım açısından yenilikçi sahne projeleri geliştirmek; yabancı dil ve Türkçe konuşan sanatçıları ortak yapımlarda bir araya getirmek; yabancı dilde eğitim yapan kurmuşlara yönelik çalışmalar yapmak; Türkiye'de üretilen yapımları uluslararası arenaya taşımak; bütün bu etkinlikleri gerçekleştirirken, sahne ve gösteri sanatları alanında, kültürel ve tiyatral kimliğine uygun, yenilikçi, denemeci ve araştırmacı bir tiyatro dili kullanmak şeklinde özetliyor. Uluslararası Tiyatro Topluluğu (ITC)'nun ilk oyunları olan Vincent Van Gogh'un rejisi Özdemir Nutku'ya, sahne tasarımı Can Özcan'a, özgün müzikleri ise Peter Kennard'a ait. Malcolm Keith Kay'in oynayacağı bu tek kişilik oyun, ingilizce olarak sunulacak.

• t.c. ziraat bankası çocuk tiyatrosu Balmumcu'da, Darphane karşısındaki Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü'nün tiyatro salonunda, cumartesi ve pazar günleri saat 11.00'de Define Aranıyor adlı müzikli çocuk oyununu sergiliyor. Yapımcılığını Barış Oyuncuları'nın üstlendiği oyunu yazan ve yöneten Birol Engeler. Mayıs sonuna kadar seyirci karşısına çıkacak olan oyunun davetiyeleri T.C. Ziraat Bankası şubelerinden ücretsiz olarak alınabilir.


Rüzgârları, Türk Sineması 93-94: Ulusal Yarışma. 13. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin Altın Lale jürisi başkanlığını bu yıl, Artur Penn yapıyor. • tiyatro magma kuruldu Genel Sanat Yönetmenliği'ni Yılmaz Arıkan'ın üstlendiği Tiyatro Mağma'nın ilk oyunu, yine Yılmaz Arıkan'ın yazıp yönettiği Son, 16 ve 30 Nisan 20.30'da Caddebostan Kültür Sanat Merkezi'nde sergileniyor. Mayıs ayı içinde de devam edecek olan bu deneysel oyun, savaşlarla, politikalarla, kirlen-

Bricolo (İsviçre), Ankara Büyük Kolej, Ankara Karmaşık Tiyatro, Bakırköy Oyuncuları, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları, Bursa Ekim Tiyatrosu, Edirne Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu, Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu, İstanbul Sahnesi, İ.Ü. İktisat Sahnesi, İ.Ü. Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu, Kartal Sanat Tiyatrosu, Keçiören Genç Oyuncular Sahnesi, Lüleburgaz Genç Oyuncular, Mehmet Beyazıt Lisesi Tiyatro Kolu, Orman Fakültesi Oyuncuları, Sarıyer Halk Eğitim Merkezi Tiyatro Kolu, Tespis (Romanya), Tiyatro Elele, Tiyatro Merdiven, Tiyatro Telekom, Tiyatrosfer, Zonguldak Sanat Sahnesi. • boyutmitos tiyatro yayınları bütün hızıyla tiyatro yayımlarına devam ediyor. Son üç ayda yayımladığı kitaplar şöyle: Samuel Beckett - Bütün Oyunları *1 - 2, Behiç Ak - Bina, Harold Pinter - Ay ışığı, İsmet Küntay Bütün Oyunları, Kafka Oyunları .- Baba ve Oğul Kafka'nın Kadınları-Kafka'nın Şeyi, Burak M. Uçar - Toplu Oyunları • 1, Kanada Oyunları , Tuncer Cücenoğlu Toplu Oyunları • 2, Davit Mamet - Oleanna - Glengarry Glenn Ross - Şal - Tiyatroda Bir Yaşam, Yılmaz Onay Toplu Oyunları • 2, Mehmet Baydur - Tensing.

cy

a

Ayrıca, Tiyatro/Kültür Dizisi'nden ise şu kitaplar yayımlanmıştır; Tiyatro Adamları Sözlüğü - Aziz Çalışlar, Tiyatro İçin Küçük Organon - Bertolt Brecht, 20. Yüzyılda Tiyatro - Hazırlayan: Aziz Çalışlar, Tiyatro Oyunları Sözlüğü -Aziz Çalışlar.

pe

• att yayınlan ilk kitabı Zorunlu Çoğulluk'u yayımladı. Aykut Köksal'ın, 1973 ile 1993 arasında yayımlanmış yazılarını bir melerle, sevgisizlik ve ilgisizlikle son noktasına gelen inaraya getiren sanların yaşama karşı çıkış mücadelesini anlatmakta.| Zorunlu ÇoğulSon oyunundaki insanlar, çevreyi düzeltmek, savaşları luk adlı kitabı, dindirmek isterler ama her defasında yolları sanki aşıl"Mimarlık ve Samaz duvarlarla kesilir ve insanlar sonlarını beklerler... natta Dilin SüOyunda bu bekleyişle insan denen varlığın özü, topluma reksizliği" alt ve kendine yabancılaşması, yalnızlığı ve sonuçsuz kalan başlığıyla yaanlam ve gerçek arayışı irdeleniyor. yımlandı.

• İstanbul amatör tiyatro günleri '94 Amatör Tiyatro Çevresi (ATÇ) tarafından düzenlenen İstanbul Amatör Tiyatro Günleri '94, 2 Nisan-8 Mayıs tarihleri arasında altı ayrı sahnede gerçekleşecek. Daha önceki yıllarda bağımsız olarak düzenlenen şenlikleri de bir çatı altında toplayan İATG '94 kapsamında yirmi üç tiyatro grubu otuz dört gösteri sergileyecek. Günümüz tiyatro ortamına alternatif geliştirmeyi amaçlayan ATÇ, bu şenlikle amatörler arasındaki ilişkileri ilerletmeyi, bilgi ve deneyim alışverişini arttırmayı hedefliyor. Boğaziçi Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Evrensel Kültür Merkezi, Kartal Sanat Tiyatrosu, Sarıyer Halk Eğitim Merkezi, Orman Fakültesi tiyatro salonlarında sunulacak oyunların yanı sıra şenlikte seminer ve söyleşiler de yer alacak. İATG '94'e katılan gruplar şunlar: Amede

Mimarlıktan grafik tasarıma, tiyatrodan çağdaş sanata, müzikten edebiyata ve kentsel koruI maya uzanan geniş bir bağlam oluşturan Zorunlu Çoğulluk Kurmaca Diller Çağı, Geleceğe Uzananlar, Mekân Yazısı ve Dünü Kavramak başlıklarını taşıyan dört bölümden oluşuyor. Çağdaş tiyatro üzerine kuram ve değerlendirme yazıları­ nın ağırlık taşıdığı Mekân Yazısı başlıklı bölümde, sine­ ma, müzik ve edebiyatla mekânsal yapı ilişkisini değer­ lendiren yazılar bulunuyor.


abdülcanbaz bu kez tiyatro için savaşıyor Enis BAKIŞKAN

pe cy

23 Nisan 1994 Cumartesi günü 21.30 da AKM Büyük Salonda Abdülcanbaz'ın özel bir gösterimi var. Abdülcanbaz yine doğrudan, güzelden, çağdaşlıktan yana olacak ve bu kez Tiyatro... Tiyatro... Dergisi için kolları sıvayacak. Dergimiz, Şubat ayında dördüncü yılına büyük umutlarla girmişti. Bu sene sizlere daha doyurucu, daha kaliteli bir dergi sunabilmenin heyecanıyla planladığımız bir dizi hazırlığımız vardı. Ancak herkesi çok yakından ilgilendiren ekonomik kriz nedeniyle kâğıt fiyatları dolara bağlı olarak olağanüstü bir artış gösterdi. Üstelik, birde reklam gelirlerimizin büyük oranda düşmesi bizi kötü etkiledi. Bugün, bıra-

a

I. MECLİSİN 7 4 . KURULUŞ YILINDA ABDÜLCANBAZ

kın yenilikler yapmayı,dergiyi şimdiki haliyle nasıl koruyabiliriz kaygısını duymaya başladik. Bu nedenle 28 Mart günü tiyatrocu arkadaşlarımızla, krizin daha da derinleşeceğini düşünerek;

Derginin devamlılığı-

bu aşk hikâyesinin

nı nasıl sağlayabileceğimize ilişkin bir toplantı yaptık. Şunu hemen belirtmeliyiz ki, tiyatrocu arkadaşlarımızın ve tiyatro dünyamızın dergiye sahip çıktıklarını sevinçle gördük. Bu bizleri çok mutlu etti. Dergi için yapılabilecekler konusunda ilk adımı da İstanbul Devlet Tiyatrosu attı ve Sayın Sema Çeyrekbaşı, AKM Büyük Salon'u Abdülcanbaz oyununa tahsis ederek, teberrulu bilet satışıyla, gecenin hasılatının dergimize verilmesini üstlendi. Kısaca alacağınız her davetiye bizler için bir nefes olacak, işte bu nedenle yazımızın başında Abdülcanbaz, Tiyatro... Tiyatro Dergisi için kolları sıvayacak dedik. Şubat sayımızda Sevgili Yazı İşleri Müdürümüz Mustafa Demirkanlı yazısının başlığını "Bu bir aşk hikâyesidir" koymuştu. Tiyatrolarımızın, tiyatrocularımızın ve sizlerin bizlerle birlikte olduğunu bildiğimiz sürece biz eğine inanıyoruz.

Yazan: Turhan Selçuk Oyunlaştıran ve Yöneten: Kenan IŞIK Müzik: Timur SELÇUK Sahne-Giysi Tasarımı: Serpil TEZCAIM Işık: Yakup ÇARTIK Koreografi: Nil BERAN . • Tarih: 23 Nisan 1994 Cumartesi • Yer: AKM Büyük Salon • • Düzenleyen: Devlet Tiyatroları Vakfı İstanbul Şubesi • • Davetiye: 200.000.-TL. • Davetiyeler İstanbul Devlet Tiyatroları Gişeleri, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi ve Pandora Kitabevi'nden temin edilebilir.

?


pe cy a


yaşama açılan pencere Meral KAŞIKÇIOĞLU

ÇOCUK TİYATROLARI • TİYATRODA ÇOCUK çimlerini kendine mal eder. Çocuğun, oyundaki kişiliklerle kurduğu özdeşleşme, bu kişiliklerle kendisi arasında bulduğu benzerlikler oranında güçlü olur. Çocuk, doğası gereği birtakım zayıflıkları, güçsüzlükleri, güvensizlikleri olan bireydir. Bu yüzden, çocuklara yanılmaz insan, mükemmel insan, her şeyi bilen insan örnekleri sunulmamalıdır. Bunlar çocuğun aşağılık duygusunu pekiştirmekten başka bir işe yaramaz. Asla erişemeyeceği kişilikleri izleyen çocukta değersizlik duygusu gelişir. Oysa çocuk oyunlarda, olumlu ve olumsuz yönleriyle, çelişkileriyle değişen duygu ve düşünceleriyle kendine benzeyen insanı görmelidir. Böylelikle çocuğa kendi varlığını kabul etmesi, benlik imajı ve benlik saygısının gelişmesi için gerekli destek verilmiş olur. Bu da dünyayla köklü ilişkiler kurabilmenin birincil koşuludur. Tiyatroda yaşanan özdeşleşmenin yol açtığı öğrenmenin, çocuk üzerinde etkili olduğu çeşitli araştırma bulgularınca da desteklenmektedir. Saldırganlık ve şiddet içeren oyunların izlenmesiyle, bu tür davranışların oluşumu arasında saptanan yakın ilişki bu bulgular arasındadır. Yine, örnek alma yoluyla, fobi türündeki tepkilerde bir azalma, buna karşılık korkulan objeyle ilişki kurma davranışlarında da bir artma olduğu, saptanan diğer bulgular arasında yer alır. Bu verilere dayanarak, çocukların izledikleri oyunlardaki kişiliklerle kurdukları özdeşleşmenin; doktor, karanlık, hayalet, gök gürültüsü, köpek korkusu gibi, korkularının azalmasında etkili olabildiği söylenebilir. Çocuğun tiyatroda yaşadığı öğrenme etkinliğinde, örnek aldığı oyun kahramanlarının yanı sıra, izleyici olarak ortak duygu, düşünüş ve tepkileri paylaştığı diğer çocukların oluşturduğu izleyici grubunun da etkisi olabilmektedir. Başka bir deyişle çocuk bir grubun üyesi olmayı, paylaşmayı, birlikte duyup, düşünüp hareket edebilmeyi, diğerlerinin varlığına saygı duymayı öğrenir. Çocuk Oyunlarının Hazırlanmasında Göz Önüne Alınacak Kriterler Çocuğun Yaşı; Çocuk içine doğduğu dünyayı anlama ve tanıma çabasını sürekli bir biçimde sürdürür ve basitten karmaşığa, somuttan soyuta doğru ilerleyen bir zihinsel düzen geliştirerek çevresine uyum sağlama becerisini kazanır. Değişik yaş grubundaki çocukların olgunlaşma hızına ve özel ya-

pe

cy a

Yaşam bir davranışlar ortamıdır, tiyatro ise yaşamımızın aynası. Geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanda, varoluşun tüm yönleri ile, insanı insana anlatır tiyatro. Varlığını insandan alır; onun acılarından, çelişkilerinden, biricikliği ile evrenselliğinden, bireyselliği ile toplumsallığından, yaşanmış ve yaşanmamışlıklarından, kısaca insanın insan oluşundan... Tiyatro izleyicisi, tiyatroda kendini bulur. Her oyunda bir yeninin dile getirilişi vardır. Her oyunda kendisi, diğerleri, dünya ve yaşam ile ilgili yeni keşiflerde bulunur. Peki Çocuk? Çocuk Tiyatroda Ne Bulur? Her şeyden önce etkili bir öğrenme ortamı. Çocuk tiyatroda eğlenir, eğlenirken de öğrenir. Çocuk Tiyatrosu'nun belirleyici niteliklerinin başında eğitsel oluşu gelir. Çocuğa verilen diğer eğitim olanakları ile karşılaştırıldığında, kendine özgü dili, sesi, görüntüsü ve vurgusuyla tiyatronun çocuk üzerinde ayrıcalıklı bir etki yarattığı söylenebilir. Kimdir Çocuk? Çocukluk; insanın, kendi varoluş sorumluluğunu üstlenebilecek olgunluğa erişinceye dek, bilişsel, sosyal ve duygusal açılardan gelişimin yaşandığı bir süreçtir. Çocuk ilkeldir, doğal, kendiliğinden ve dolaysızdır; içten, açık, basit ve saftır... Henüz kendini tek başına yönetebilme beceresine sahip değildir. Neyi yapabileceği ya da yapamayacağı konusunda eğitime gereksinim duyar. Bu eğitim, çocuğa, içinde bulunduğu gelişim evresine uygun bazı haklar tanımak ve çocuk kendine konulan sınırı aştığında bu haklardan yoksun bırakmak yoluyla gerçekleştirilir. Çocuk, anaokulundan başlayarak, yaşamının onlu yaşlarını gelenekselliği öğreten eğitim kurumlarında geçirir; geriye kalan zaman ise yaşamındır. Eğitimin tek başına hiçbir önemi yoktur. Bir yaşam sentezi öğretmediği sürece eğitim kuru ve değersiz olarak kalır. Eğitim sürecinde edinilen ilk deneyimlerin, ilk yaşantıların, çocuğun yaşama karşı alacağı tavırda belirleyici bir etkisi vardır. Bu yüzden, gerek ailede, gerek eğitim kurumları ve tiyatroda çocuğa sunulacak eğitim olanaklarının "gelişigüzelden" uzak, çocuğun varoluşuna yakışır bir saygıyla ele alınması gerekiyor. Çocuk Tiyatroda Nasıl Öğrenir? Çocuğun tiyatro ile kurduğu ilişki başlangıçta bir özdeşleşme ilişkisidir. Burada söz konusu olan öğrenme "örnek alma*" yoluyla gerçekleşen öğrenmedir. Bu tür öğrenmede, birey bir başkasını örnek alarak (gözleyerek) onun belli bazı duygu, tutum ve davranış bi-


pe cy a


şantılarına paralel olarak, bilişsel yeteneklerinde gelişme ve yenilik görülür. Çocuğun neyi yapabileceği ya da yapamayacağı her bir yaş evresine göre değişir. Bunun yanı sıra, gelişimlerinin her evre­ sinde, o evrenin sağladığı yetenekler çerçevesinde, ahlâki açıdan da gelişir ve bir dünya görüşüne sahip olabilirler. Piaget'e göre, çocukların belli gelişim evreleri içindeki bilişsel yetenekleri ve dün­ ya görüşleri o evre içinde sınırlanmıştır. Biliş, dünyamızı anlamamızı sağlayan zihinsel faaliyetler anlamına

gelir. Çocukların yaşları ilerledikçe, bilişlerinde büyük çapta deği şiklikler olur. Örneğin; üç yaşında bir çocuk, on yaşındaki bir çocuktan çok faril tepki ve davranışlar gösterir. Çünkü bilişsel gelişim açısından daha geridedir ve yaşam deneyimi daha azdır. Bir otomobilin içinde gi derken, daha hızlı gitmelerini ister. Yoksa arkadan gelen tramvayın onları ezeceğini sanır. Ama on yaşındaki çocuk, böyle bir sıkıntıya düşmez, deneyimlerinden ve gözlemlerinden tramvayın onları

çocuk tiyatrosu ve muhsin ertuğrul Gökhan AKÇURA yer alıyordu. Çocuk Tiyatrosu, yan kadroların ve boş za­ manların ayrıldığı, mecburen yapılan bir çalışma değil, önemsenen ve bütün güçlerin seferber edildiği bir olaydı Önceleri seyirci azdı. Bu ilk oyunlarda rol alan Ferih Egemen anlatıyor: "Çocukların yıllardan beri beklediğini zannettiğimiz çocuk ti­ yatrosu, ilk zamanlar hakikaten bizi sukutuhayale uğrattı. Çünkü tiyatroda her istirahatı temin edilen bu küçük seyirci­ lerin yabancılığı bizi korkuttu. Fakat daha sonra gerek öğret­ menleri ve gerek velileri tarafından getirilmek suretiyle yar­ dım gören sevimli misafirlerimiz, tiyatroyu doldurmaya, eserleri anlamaya ve sevmeye başladılar" Çocuk Tiyatrosu, ilk şaşkınlığını attıktan sonra dolup taşma­ ya başladı. Oyunlara yer bulabilmek oldukça güç bir olay haline geldi. Büyükler ancak yanlarında çocukları varsa içeri girebilirlerdi. İlk yılların oyunlarında yer alan Şehir Tiyatrosu oyuncuları­ nın listesine göz attığımızda Çocuk Tiyatrosuna gösterilen özeni açıkça görebiliyoruz. Şehir Tiyatrosu nun önemli oyuncuları, örneğin Neyyire Neyir, Beliğ Belli, Cahide SON ku, Necdet Mahfi Ayral, Sami Ayanoğlu, Zihni Rona, Kani Kıpçak, Reşit Baran, Reşit Gürzap, Müfid Kiper, Şaziye Mo­ rali, Talat Artamel. Sait Köknar, Refik Kemal Arduman. Ca­ hit Irgat; çocuk oyunlarının rol dağıtım listelerinde hemen gözümüze çarpıyorlar. Çocuk Tiyatrosu'nda Yetişen Sanatçılar Çocuk Tiyatrosu'nda görev alan ünlü sanatçılar dışında bir de, bu ilk Çocuk Tiyatrosu ile sahne yaşamına adım atıp, daha sonra Türk Tiyatrosu nun önemli isimleri haline gele­ cek olan sanatçılardan söz etmek gerekli. Bunların başında, yaşamını Çocuk Tiyatrosu'na adamış ve uzun yıllar bu ko­ nuda yöneticilik yapmış olan Ferih Egemen'i anmak gerekir. Ardından on yıllık bir dönem içinde Çocuk Tiyatrosu'ndan yetişen sanatçılar olarak Samiye Hün, Fatma Andaç, Nevin Akkaya, Nevzat Okçugil, Jeyan Mahfi Ayral, Orhan Boran Muzaffer Arslan, Nejat Saydam, Sedat Demir, Feridun Kara kaya, Gazanfer Özcan, Gönül Ülkü, Hümaşah Cihan, Perihan Tedü, Gülistan Güzey, Nezihe Becerikli, Birsen Kaplangı

pe

cy

a

Tiyatro seyircisi yetiştirmenin çocukluk yıllarından başlaya­ cağını iyi bilen Muhsin Ertuğrul, önce 1924-25 sezonunda, Şehzadebaşı'ndaki Ferah Tiyatrosu'nda arkadaşlarıyla birlik­ te "öğrenci seansları" düzenledi. Ama "çocuk tiyatrosu" elbette, öğrenci ve gençlik matinele­ rinden farklıydı. Özel olarak belirli bir yaşın altındaki seyirci­ ye seslenmeyi amaçlayan bu tiyatro türü, kendi tiyatro oyunlarını üretmek zorundaydı. Bu nedenle de ayrı bir ör­ gütlenme gerekliydi. Çocuk Tiyatrosu'nun Kuruluşu Muhsin Ertuğrul, çocuklara tiyatro yapabilmek için, istanbul Şehir Tiyatrosu'nun güçlenip, belirli bir kadrosunu bu işe ayırabilmesini beklemişti. Ayrıca yurtdışındaki, özellikle Sovyetler Birliği'ndeki çocuk tiyatrosu çalışmalarını da ince­ lemişti. 1935 yılında ilk Çocuk Tiyatrosu kurulduğunda, ya­ zarlar artık özel çocuk oyunları üretebilecek, oyuncular yeni bir seyirci kitlesiyle tanışabilecek duruma gelmişlerdi. Yıllar sonra Çocuk Tiyatrosu'nun yöneticisi olacak Ferih Egemen, bu kuruluş dönemini şöyle anlatıyor: "1935 senesi Eylülünün ilk haftalarıydı. Moskova'dan dö­ nen kıymetli sanatkâr Muhsin Ertuğrul, yeni sezona başla­ mak üzere sahneye koyduğu piyesin provalarıyla meşguldü. Fakat o, bütün bu meşguliyet anlarında yeniden meydana getirmeye çalıştığı Çocuk Tiyatrosu'nun planlarını hazırlıyor ve onu sağlam temeller üzerine kurmayı düşünüyordu. Mu­ hakkak ki bu kolay bir iş değildi. Evvela çocuklara tiyatroyu sevdirmek, onlara tiyatroda durmasını, susmasını öğretmek icap ediyordu. Büyük seyircilerimizin bazılarına şimdi bile öğretilmesi lazım olan bu dersleri çocuğa öğretmek çok zordu. Fakat bu işe de diğer işlerine gösterdiği alaka ve ça­ lışmayı esirgemeyen Muhsin Ertuğrul, rahmetli Küçük Ke­ mal'e, çocuklara tiyatroyu, sahneyi, aktörü ve sahnenin na­ sıl kurulduğunu öğreten, gösteren bir eser yazmasını teklif etti."

Gösterilerine Tepebaşı Dram Sahnesi'nde başlayan Çocuk Tiyatrosu'nun ilk oyunları, Kemal Küçük'ün sözü geçen, Ço­ cuklara İlk Tiyatro Dersi ve Gülmeyen Çocuk adlı eserleri oldu. Bu oyunlarda, Şehir Tiyatrosu'nun kadrosu bütünüyle


çemeyeceğini bilir. Bunun yanında o, bir motorun bir otomobili na­ dakine oranla bilişsel, sosyal ve duygusal açılardan daha gelişmiş­

çocuklardan oluştuğu kabul edilirse, bu yaş aralığının bilişsel geli­ şim açısından iki farklı evreyi içerdiği görülür. (Piaget'in sınıflamasındaki 2. ve 3. evreler)

tir. Piaget'in sınıflamasına göre, bebeklikten yetişkinliğe giden yolda başlıca dört bilişsel gelişim evresi görülür. Duyusal-motor evresi denilen ilk evre yaşamın ilk iki yılını içerir. Duyuların kullanılması ile başlar, sonra hareketi sağlayan motor yetenekler ve daha sonra da bunların koordinasyonu kazanılır, bocuk Tiyatrosu'nun izleyicilerinin dört ile on iki yaşları arasındaki

Okul çağına dek süren 2. evrede, çocuğun dünya şeması benmerkezlidir, egosantrik kaynaklıdır. Çocuk, canlı ile cansızı birbirinden ayıramaz. Örneğin, bir masaya tekme atıp canı yandığında tıpkı bir insana kızar gibi, "Aptal masa, bacağımı acıttın" diye bağırır. Ne­ denleri araştırır, sebep-sonuç ilişkisi kurmaya başlar. Mantıksal düşünmenin henüz gelişmediği bu evrede çocuklar içtemsil aracılı­ ğıyla, sembollerle düşünür. Örneğin, çocuk, oyununda bir süpürge

sıl yürüttüğünü merak eder. Çünkü on yaşındaki çocuk, üç yaşın-

a

Öyle zannediyorum ki, bu dolgun rakamlar, çocukların tiyat­ roya olan sevgilerinin bariz delilidir." (Türk Tiyatrosu, 15 Ekim 1943) Muhsin Ertuğrul, daha sonraki yıllarda, Shakespeare gibi klasik yazarların oyunlarının gitgide daha çok dolu salonlara oynanması ve uzun süre afişte kalmasını, bu ilk Çocuk Ti­ yatrosu ile yetiştirilen çocukların büyüyerek yeni seyircileri oluşturmasına bağlamıştı. Bir dönemin çocuk seyircileri, ar­ tık genç kuşaklar olmuşlardı. Çocuk Tiyatrosu'nun önemine yaşamı boyunca inanan, genç insanlara her zaman güvenen Muhsin Ertuğrul, 1979'da ilan edilen "Çocuk Yılı" dolayısıyla bir "Yeni Kuşak Bakanlığı" kurulmasını da önermişti: "Hayal bu ya, ben Çankaya'daki Köşk'ün bir odasında parti­ siz, ödeneksiz bir Yeni Kuşak Bakanlığı düşünürüm. Çocuk­ ların oyun öncesinden başlayarak bütün eğitim süresince

mı?

pe cy

-

Saltuk Kaplangı gibi isimleri sayabiliriz. Çocuklar Tiyatroya Nasıl Giderdi? Çocuk Tiyatrosu'na girmek için iki yol vardı: Ya gişeden bi­ let alınırdı, ya da Çocuk Tiyatrosu adlı dergi 7,5 kuruşa alı­ nır, en arka sayfadaki kupon kesilerek kapıya verilir, içeri böyle girilirdi. Yazı İşleri Müdürlüğü'nü, Muhsin Ertuğrul'un eşi Neyyire Neyir'in yaptığı bu dergi, hem oyunlar hakkında bilgi verir, hem çocuklara tiyatro kültürü aşılamaya çalışır, hem de onların düşüncelerini öğrenmek için çaba gösterir­ di. Ayrıca dergi, çocuklar arasında bir anket de düzenlemişti. Seyirci çocuklara şu sorular yöneltilip cevaplamaları isteni­ yordu: 1. Tiyatroya isteyerek mi geliyorsunuz, tiyatroya gelmek ho­ şunuza gidiyor mu? 2. Tiyatroda oynanan piyesten hoşlanıyor musunuz? 3. Çocuk Tiyatrosu'nu siz idare etseydiniz, daha başka neler yapardınız? 4. En çok sözlü tiyatrolar mı, yoksa müzikli, danslı tiyatrolar mı hoşunuza gider? Çocuk Tiyatrosu'ndan daha başka istediğiniz şeyler var

İlk Dokuz Yılın Bilançosu "Çocuk Tiyatrosu'nun ilk dokuz yılının bilançosunu, 1943 yılın­ da Ferih Egemen şöyle aktarıyordu: "Çocuk Tiyatromuz bu sene dokuz yaşına bastı. Bu dokuz senelik tiyatro mevsiminde on İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları Çocuk Tiyatrosu'nun Eski Komedi Sahnesi'nde (Anli) oynadığı bir oyundan. altı eser takdim etmiş bulunuSoldan Necdet Malili Ayral, Refik Kemal Arduman, Gülriz Sururi, Reha Kral, Ferih Egemen, Anna Papatyan, yor. Küçük seyircilerimiz tarafın Muazzez Arçay, Fatma Andaç, Kadri Ögelman. dan gördüğü rağbet ve alakayı karşılaşacakları güçlükleri yenecek ücretsiz, aylıksız, koltukispat maksadıyla şu istatistiği göz önüne koymayı lüzumlu suz, otosuz bir makam!.. Burada Cumhurbaşkanıyla aracı­ buldum: sız düşün alışverişi yaparak, bir aile babası şefkat ve ağırlı­ Çizmeli Kedi, 21 temsil, 12.016 kişiyle 1.154 lira. ğıyla çocukları koruyacak yetkili bir başvuru kapısı!" Bir Varmış Bir Yokmuş, 22 temsil, 16.964 kişiyle 1.716 lira. Bu, yıllar öncesinden kalma, ama yepyeni öneri, hayal etme Parmak Çocuk, 22 temsil, 19.327 kişiyle 1.590 lira. yeteneklerini hâlâ kaybetmemiş yöneticilere hatırlatılır! Mavi Gözlük, 23 temsil, 9.944 kişiyle 1.534 lira hasılat yaptı.


çocuk tiyatrosunda arayışlar ve "grips-theater" örneği Nesrin KAZANKAYA sorulan yattığına göre; aynı so ruları küçük insan "çocuk"a yöneltmemiz gerekir. (Tabii öncelikle biz tiyatroculara!) Hep söylenen, "Çocuğun dünyasını kavramak gerekir" sözü, insanın dışında bir arayış gibi geliyor ba­ na. Bence çocuklar da tıpkı bizler gibi, eşitlik, insan hakları gibi de­ mokratik düzlemde bir abc kav­ gası veriyor. Aileden kreşlere ve üniversiteye dek uzanan bu sü­ reçte, öncelikle kitle değil, birde olarak kabul edilme savaşı, bilinçi i ya da bilinçsiz davranış bi­ çimi olarak ortaya çıkıyor. Örne­ ğin çocukların 3-10 yaş arası, olumsuzlama dönemi olarak gö­ rülebilir. İşte buradaki başkaldırı, çocuk tiyatrosuna yaklaşımın te­ mel taşlarından biri olmalı. Ber­ lin'de, çocuk ve gençlik tiyatrosu konusunda Avrupa'nın en önem­ li kurumlarından biri olan "GripsTheater"ın, Tiyatro Festivali çer­ çevesinde sergilediği bir oyunda, çevre kirlenmesi yüzünden yok olmakta olan bir nehir, çocuklara soruyordu: "Ölüyorum; öleyim mi?.." Çocuklar giderek artan bir bü

pe cy

a

Çocuk tiyatrosu tartışma­ larının genelde biçim üzerine yapıldığını düşü­ nüyorum. Ne denli çocuk gibi konuşulmalı, bol ha­ reket olmalı, renkli çarpı­ cı bir görüntü yaratılmalı vb. Öz açısından duyulan kaygılar da, "eğitici ve eğlendirici" olmalı ikile­ minde sıkışıyor. Kuşku­ suz iyice yüzeysel bir noktaya indirgediğim bu görüşlerin dışında Türki­ ye'de, biraz sonra deği­ neceğim doğru kanallar­ dan çocuk tiyatrosuna yaklaşan, bir gelenek ha­ line gelmesi için çaba gösteren ve tiyatro tari­ hinde yerini alacak olan gruplar (özellikle AÇOK) ve kişisel girişimler var. Her şeyden önce çocuk tiyatrosunu, genelde dö­ nüşüm ve değişim sancılarını çektiğimiz Türk Tiyatrosu olgusunun dışında düşünemeyiz. Bu sancıların özünde, "Şimdi neden, kime, ne söylemek için tiyatro yapmak"

ya da bir ağaç dalını at olarak kullanır. Çocuk bu evrede hayalcidir, hayali arkadaşları vardır. Doğal olaylara ilgi göstermez. Doğaüstü güçlere inanma eğilimindedir. Küçük çocuklar, geçmişte yaşanmış ve gelecekte yaşanacak olma gerçeğine uzaktırlar. Okul çağına doğru, hareket kriterinin başla­ masıyla çocuğun oyunları değişir. Örneğin evcilik oynarken, masal kahramanları yerine gerçek yaşamdan, gerçek insandan roller veri­ lir. Okul çağıyla birlikte çocuk yeni bir bilişsel gelişim evresine girer. Mantıksal düşünmeye başlar. Çocuk nesnelerin ve olayların kitle, hacim gibi iç özelliklerini kavrayacak hale gelir. Bu değişiklikler ço­ cuğun sayı kavramının gelişmesinde, mekân ilişkilerini kavrama­ sında kendini gösterir. Çocuk, cinsiyet rollerinin değişmezliğini de bu evrede anlamaya başlar. Üç-dört yaşındaki çocuk kadın-erkek kavramını anlar, ayırabilir, ama anlamadığı, cinsiyetin sürekli olu­ şudur. Ancak beş yaşla birlikte çocuk cinsiyetin değişmezliğini an­ lar, elbise değiştirmek ya da saç uzatmakla cinsiyetin değişmeye­ ceğini kavrar.

Okul çağındaki çocuk bir olayı diğer insanların gözüyle görmeye başlar. Egosantriklikten kurtulup, diğer kişilerin gözüyle dünyayı görebilmek, çocuğun sosyal ilişkilerinde yeni bir aşamaya yol açar. Çocuk dış dünyadaki nesnelerin yerine, kafasında geliştirdiği semboller ve zihinsel operasyonlar aracılığıyla işlemler yapmaya başlar. Yine bu evrede çocuk, gerçek dünya ile hayal dünyası arasındaki farkı da kavramaya başlar. Önceki evrede masalları gerçekmiş gibi dinleyen çocuk, bu evrede masalların gerçek olmadığını anlar. Görüldüğü gibi, dört yaşındaki bir çocuk ile on bir yaşındaki bir çocuğun içinde bulundukları bilişsel gelişim düzeyi ve dünya göröşleri arasında fark vardır. Bu gelişme farklılığına bağlı olarak, aynı oyunu izleyen bu iki çocuğun, Oyunu algılama, kavrama, tepki ver me ile oyun kişilikleriyle kurdukları duygusal bağın niteliğinin ol birbirinden farklı olması beklenir. Tüm bunlar gösteriyor ki, içinde bulunduğu bilişsel gelişim evresi açısından, tiyatroya gelen çocuğun yaşı, oyunlar hazırlanırken üs­ tünde öncelikle durulması gereken bir kriterdir. Buna rağmen çocuk oyunlarının çoğunun, belli bir yaş sınırı göz


nıyorum. Tekst yazımı olmasa bile, tüm grubu kapsayan bir yaratım süreci, kaçınılmaz bir şekilde başarıyı getire­ cektir. "Grips Theater'jdan çevirdiğim iki çocuk oyunu da, konuyu işleyişindeki dik başlı, hafif anarşist tavrıyla etki­ lemişti beni. Orta halli ailelerin, orta halli yanlışlar yapan anne-babalarıyla, bunun karşısında, yalın insani gerekçe­ lerle, espri ve fantaziyle başkaldıran, hesap soran ve ken­ dini savunan çocukları. Öyle ki, çocuklar, belki bizim artık üzerinde bile düşünmediğimiz yasak ve kuralları sorgular­ ken biz büyükler de, antidemokratik davranış biçiminin temellerinin nerelerde atılmaya başladığını görüyoruz. "Grips" örneği, çocuk tiyatrosunda tekstin ne denli önem­ li olduğunu kanıtlıyor. "Grips"in bir oyununu sahnelerken, oyuncular insiyaki olarak çocuk taklidi yapmaya çabalasalar da, tekstin buna izin vermediğine, büyük bir zevkle ta­ nık olmuştum. Tipik "Grips" şarkılarından birkaç örnek: "Senin ya da benim, fark etmez!"; "Kızların aptal olduğunu kim söylemiş?"; "Aman aman, el ele kız oğlan!"; "insan kendini savunmalı!"; "Çöpe karşı savaş açtık! Şimdi gelin de böyle bir söylemle, sevimli-şirin çocuğu oynayın! 1985 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu'nda "Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu" kuruluşunda yer alıp, bir yıl boyunca sanatsal işleyişini yürütürken, en önemli sorunsalın ço­ cuklarla ilişkide otosansür ve metne yönelik politik san­ sür olduğunu gözlemlemiştim. Çocukların neyi anlayıp anlamadığına, belli kalıplara hapsolarak karar vermek; ai­ leleri ve büyüklerimizi (!) düşünerek, metni "aşırı devrim­ ci, çok terbiyesiz, çok bilmiş" gibi sözlerle yargılamak. Bu sınırlar aşılamadıkça özgün, kendi belkemiği olan bir ti­ yatro yapmanın olanağı var mı? Çocuklara tiyatroda "bol bol balon" verip, rengârenk pal­ yaçolarla, menevişli sabun köpükleri sunabilirsiniz. Bir sakıncası yok. Yeter ki içinde "küçük insan'a söylediğiniz bir çift söz de olsun,

önüne alınmaksızın hazırlandığına tanık oluyoruz. konu seçimi; Çocuğun yaşı, içinde bulunduğu bilişsel ve sosyal gelişim evresi açısından, konuların seçiminde de rol oynar. Örneğin; dört ile yedi yaşları arasındaki çocuklar, mantıksal düşünmeye, olayları başka­ larının gözünden görmeye başladıklarından toplumsal niteliği olan, dünyayı ve yaşamı gerçekçi yönleriyle ele alan konulara ilgi göster­ me eğilimindedirler. Çocuğu anlama ve onunla bütünleşme kaygısı taşımayan bazı ti­ yatroların, konu seçiminde de aynı kaygısızlık içinde hareket ettiği görülüyor. Salt bilgilendirmeye, kalıp öğretmeye yönelik geleneksel eğitimin izlerini taşıyan, ezbere değerlerin ve ezbere bir yaşa­ lın sunulduğu oyunlar, tiyatroyu amacından uzaklaştırıyor. Oysa her şeyden önce çocuğu anlamak ve tanımak gerekir. Bunun yanı sıra, dünyada süregelen teknolojik ve ekonomik değişikliklere ko­ şut olarak, içinde soluk aldığı sosyokültürel çevre ile birlikte çocu­ ğun da değiştiği; yeni haklar, sorumluluklar, sorunlar yüklendiği göz ardı edilmemelidir.

Tiyatro, değişimin peşinde olup, kendini uyarlayabildiği oranda ço­ cukla ilişkisi güçlü bir biçimde sürecektir. Çünkü çocuğu anlama ve tanıma çabası, tıpkı yaşamı anlamada olduğu gibi devinimler içeren, sürekli gelişen bir etkinliktir. Tiyatronun amacı, dünyanın üstünde ya da dışında yepyeni bir dünya kurmak, bu dünyayı, çocuğa yaşamı tanıtmada ve açıklama­ da kullanmaktır. Çocukları önemseyen, onları sorunlarıyla, kaygı ve özlemleriyle içeren konulara öncelik tanımalıyız. Kendi gerçekliğinden izler taşı­ dığı oranda çocuk tiyatroya ilgi gösterecek, kendini yakın hissede­ cek ve kişilik gelişimi açısından yol katedecektir. Büyüklerin çocuklar için tasarladığı, çocuğun ve yaşamın gerçekle­ rinden uzak, kalıplaşmış yaşam örnekleri sunmanın çocuklarımızın zaman yitirmesine yol açmaktan başka hiçbir anlamı yoktur. Kullanılan dil; Tiyatroda kullanılan dil, çocuğun anlayabileceği bir biçimde açık, yalın ve sade olmalı; çocuğun dili olmalı. Dilimizde yabancı terim ve kavramlara yer vermemelidir. Çocuğun kelime dağarcığının zen-

pe cy

a

Hinleşmeyle, sonunda çığlık çığlığa "öl" diye bağırdılar. Benim için olağanüstü bir gözlemdi. Genelde pek çok ti­ yatrocu bu noktada "Hay Allah, anlatamadık, çocuklar ko­ nuyu kavramadı" diye düşünebilir. Oysa gerek metin, ge­ rekse oyuncular bu noktayı bir zıplama tahtası olarak avantaj haline çevirip; çocukların istediği gibi nehirler ölürse, bunun sonuçlarının onları da nasıl etkileyeceğini daha vurgulu bir şekilde sergilediler. Doğal ki burada ya­ zarın ve grubun yetkinliği söz konusudur ve bu da yalnız­ ca istemekle gerçekleşmez; çaba, emek ve birlikte yaşan­ mış bir sürecin sonucudur. Biraz "Grips-Theater" oluşumundan ve yönteminden söz etmek istiyorum. Tiyatronun kurucusu Volker Ludwig, Berlin'de kabare tiyatrosu geleneğinden yetişmiş bir sa­ natçı. Çalıştığı "Reichskabarett" Tiyatrosu'nda ilk kez 1966'da çocuk tiyatrosu bölümünü kurmuş ve kabare tar­ zı masal-müzikaller sergilemiş. 1969da tiyatro ikiye ayrıl­ mış ve Ludwig, çocuk tiyatrosu bölümünü sürdürmüş. Bu yıldan itibaren artık doğrudan günlük sorunları içeren, Gerçekçi ve eşitlik kavgası veren müzikli çocuk oyunları sahnelemeye başlamış. Oyunların hemen hepsinin yazarı/ ortak yazarı V. Ludvvig'dir. 1971'de "Reichskabarett" da­ ğılmış ve 1972'de "Grips-Theater" kurulmuş. 1971 yılın­ dan bu yana, Berlin Senatosu'ndan sübvansiyon alan bir özel tiyatro olarak yaşamını sürdürüyor. Volker Ludvvig oyun çalışmalarını şöyle özetliyor: "Önce­ likle, tüm grup karara varıncaya dek tema üzerine tartışı­ lır. Ardından yazarların yazım süreci başlar. Belli aralarla, yazılanlar yeniden tartışılır; yavaş yavaş rol dağılımı ken­ dini gösterir ve provalar başlar. Oyunun ancak yarısının yazımı bitmiştir. Provalar sürerken yazar oyunu değiştirir; bazı küçük değişiklikler de oyuncular tarafından yapılır. Neredeyse prömiyer gününe dek oyun yazımı sürer. Reji­ sör de ikinci bir yazardır." ^söylenenlerin, tüm tiyatrocuların özlemi olduğuna ina-


ginleşmesine, anadilinde yetkinleşmesine, kendini ve yaşamı ifade etme becerisini geliştirmesine katkıda bulunacak örnekler içermeli­ dir. Konunun işlenişi ve sunuluşu; Çocukların dikkatlerini belli bir noktaya yoğunlaştırma sürelerinin kısa oluşu göz önünde tutularak konular ilgi çekici biçimde sunul­ malı. Düşündürmenin yanı sıra çocukların eğlenme gereksinimine de yanıt vermelidir. Konuların işlenişi, çağdaş bilimin verilerine ve insanlık değerlerine uygun olmalıdır. Çocuklar katı ahlâk kuralları içinde sıkışıp kalmamalı, hoşgörü ve esneklik kazanmalıdırlar. Alınyazısı, yazgı gibi insanın boynunu büktüren, çevresel kalıpların basıncında kendisini eriten, savaşım gücünü köstekleyen inanışla­ ra yer verilmemelidir. Amaç (Anafikir); Tiyatro, çocuğun bilişsel gelişimi yanında ahlâk gelişimine de kat­ kıda bulunur. Çocukların (ve yetişkinlerin) sosyal davranışları büyük oranda ne­ yin doğru neyin yanlış okluğuna ilişkin ahlâki değerler tarafından belirlenir. Çocuk, insan ilişkilerini de algılar ve bu alandaki bilişsel gelişme, onun ahlaksal düşüncesinin temelini oluşturur. Kohlberg, çocukların ahlâki ikilemleri nasıl yargıladığını incelemiş

ve ahlâk gelişimine ilişkin olarak üç düzey önermiştir. İlk düzeyde gerçek anlamda bir ahlâk anlayışı yoktur, Çocuk, egosantrik eğilim içindedir, bencil güdülerine doyum sağlayacak davranışlarda bu­ lunmak ister. Otoriteye saygı gösterir, insanları nesne olarak gö rür. ikinci düzey olan "yasa ve düzen" düzeyinde ise ahlâki ikilemi ler, toplumsal beklentiler ve geleneksel kurallar çerçevesinde çözümlenir. Bu evrede "iyi çocuk" olmanın altı çizilir. Ahlâk gelişi­ minin üçüncü düzeyinde ise birey, yargılarını salt özgül ahlâk rallarına değil, soyut ve evrensel ahlâk ilkelerine dayandırma eğili mi gösterir. Kohlberg'e göre bu gelişim aşamaları evrenseldir ve çocuk, "diğer kişinin görüşünün",'olaya bakışının farkına varıp, onu kendi düşün­ cesiyle ilişki haline getirebildiği oranda ahlaksal gelişme devam eder. Her oyunun bir dizi ahlaksal yargıyla sonuçlandırılması gerekmese de, oyunların içerikleri ve anafikirleriyle çocukların ahlâk gelişimle­ rine destek vermesi, çocuğun her yönüyle bütünleşmiş bir insan olabilmesine yardım eder. Her çocuk, kendi kendisiyle ve çevresiyle uyum ve barış içinde ola­ bilmeli, başkalarıyla gerçek sevgiye dayanan bir ilişki kurabilmeli, yaratıcı ve yapıcı eğilimlerini kendisinin, diğerlerinin ve yaşamın yararına gerçekleştirebilme şansına sahip olmalıdır. Ancak dengeli ve bütünleşmiş bir insan yaşamın önüne getirdiği

pe cy

a

çocuk tiyatrosu, gençlik tiyatrosu, yetişkinler "Gençlik Tiyatrosu" tartışmaya çok açık bir kavram. Örne­ ğin, seyircisi daha çok gençlerden oluşan bir tiyatro mu­ dur, Gençlik Tiyatrosu? Oyunlarını gençlerin yazıp oyna­ dıkları bir tiyatro mu? Gençliğin sorunlarını işleyen bir tiyatro mu? Ya da tüm bu boyutlar, Gençlik Tiyatrosu kavramında iç içe geçmiş mi olmalı? Dahası böyle, bir kavramın gerçekte bir anlam taşıyıp taşımadığı da sorula­ bilir. Kısacası, tartışmada hep böyle sorularla karşılaşaca­ ğımız besbelli. Üstelik, Gençlik Tiyatrosunu bir de Çocuk Tiyatrosu kavramı ile yan yana, hatta onun içinde görme eğilimi var ki, kanımca bu, diğer sorularla yaklaşmaktan farklı ve tartışmaya hiç yarar getirmeyen bir eğilim. Çün­ kü "Çocuk Tiyatrosu" dediğimizde, en azından bir nokta az çok bellidir: Çocuk Tiyatrosu, çocuklar için yapılan, yani seyircinin ağırlığını çocukların oluşturduğu tiyatrodur di­ ye düşünmek çok aykırı olmuyor. Kuşkusuz, örneğin 4 yaşına kadar olan çocuklar, 4-7 yaş arası çocuklar, öğre­ nim çağındaki çocuklar vb. arasında önemli ayrımlar var­ dır; işte öğrenci çocukların biraz ileri yaş kuşağını gençlik olarak niteleyip, olayı "Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu" diye bütünleştirme eğilimi de buradan geliyor belki. Giderek Gençlik Tiyatrosu, Yetişkin Tiyatrosu ile Çocuk Tiyatrosu arasında bir geçiş bölgesi olarak görülebiliyor. Ama ben­ ce bu bakış hiç gerçekçi değil. Çünkü, Gençlik Tiyatro-

Yılmaz ONAY

su'nu mutlaka ayrı bir kategori olarak ele alacak bile ol­ sak, onu bir ara aşama ya da Çocuk Tiyatrosu ile bir ya­ kınlık içinde değil, olsa olsa Yetişkin Tiyatrosunun özgül bir dalı olarak irdelemek zorundayız. Tartışmanın temeli­ ne bunu koymakta yarar var sanıyorum. Öte yanda, Çocuk Tiyatrosu'nun seyircileri içinde de ye­ tişkinler, gençler bulunabiliyor ki (çocuklarını getiren ve birlikte izleyen anne-babalar, abla-ağabeyler vb.) bu, bambaşka türden bir sorun olarak ele alınmalı. Soruyu şöyle koyalım: Çocuklar için yapılan tiyatroda, aynı salon­ da bulunan yetişkinler için, seyir olgusu nasıl yürüyor acaba? Düpedüz yok sayabilir miyiz o yetişkinleri? Nite­ kim çoğunlukla kuramsal olarak hiç düşünülmediği gibi pratikte de salonda yetişkinlerin bulunduğu hiç gözetil­ memektedir. Oysa onlar oradalar ve bir şekilde oyunu izli­ yorlar değil mi? Öyleyse, bunu hesaba katmak ve bir for­ mül bulmak öncelikle tiyatroya düşer. Elbette ki her noktasıyla hem çocuklar, hem de yetişkinler üzerinde aynı, etkiyi yaratmak üzere bir tiyatro düşünmek gerçekçi de­ ğildir. Böyle bir şey olanaksızdır çünkü. Gerçi hiçbir seyir­ ci kesiti için bu kadar homojen bir hedef konamaz ama çocuklar ile yetişkinler yan yana geldiğinde durum iyice değişik oluyor. Bir oyunun bir noktası çocuklarda en yüksek etkiyi ve ka-


ruz? Hatta, belki ölümden de söz etmeliyiz çocuklara. Onları uzunca bir süre koruyup, ölümü öğretmek için yetişkin olmalarını bekliyor, bu süre içinde ölümsüz olduğumuza inanmalarına izin verip, sonra da, ölüm korkusuyla -gerçekte yaşamak korkusuyla- yaşamalarına yol açmıyor muyuz? Oysa ölüm, sonsuza dek yaşamayacağımızı ve yaşama zamanının şimdi olduğunu söyler bize. Yüreğiyle yaşama katılmayı öğretir in­ sana. Neden insanlığı, insan olmak yoluyla öğretmiyoruz çocuklara? Otoriter ve kalıpçı kimlikli geleneksel eğitim ve televizyon tarafın­ dan çepeçevre kuşatılan günümüz çocuğu için tiyatro bir pencere­ dir, yaşama açılır. Sorumludur çocuğa karşı tiyatro ve bu yüzden en iyisini vermek zorundadır. Çünkü daha iyiyi, ancak iyiyi yaşa­ mış, yaşamının bileşeni yapmış insan düşleyebilir. Referanslar: 1. Ana-Baba ve Çocuk, Haluk YAVUZER, Remzi Kitabevi, 1986. 2. İnsan ve Davranışı, Doğan CÜCELOĞLU, Remzi Kitabevi, 1991. 3. İnsan Yaşamında Psikolojik Gelişim, Der. Füsun ATAÇ, Beta Basım Yayım Ltd., 1991. 4. Gerçekçi Düşünce, Gerçekçi Sanat, Afşar TİMUÇİN, İnsancıl Yayınları, 1992. 5. Yaşama Felsefesi, Nermi UYGUR, Ara Yayıncılık, 1989.

a

her soruya gerekli yanıtı verir. Durumlarla yetkin bir eşzamanlılık içinde evrimleşerek sürekli ilerler. Neden Bunları Çocuklarımıza Anlatmıyoruz? - Başkalarının sahnelediği yaşayışın oyuncusu olmaları gerekmedi­ ğini, - Bakmak ve görmek için başkalarının gözlerini ödünç almalarının •ersizliğini, ler insanın kendi olma hakkına sahip olduğunu, isterlerse seven insanlar olabileceklerini, seçme hakları olduğu­ nu. | Her birinin dünyadaki biricikliğini, kendilerinin en iyi biçiminin yi­ ne kendileri olacağını, -Yaşamaktan sevinç duyabilmeyi, -Yaşamın bir insanın başından geçecek en eşsiz serüven olduğu­ nu. - Bizim dışımızda başka insanların da var olduğunu, saygı göster­ meyi, - Kendilerinden başlayıp, her şeye önyargısız bakabilmeyi, anlama­ ya ve tanımaya çalışmayı, l-.Tenkit etmeyi değil, eleştirmeyi, yaratıcı ve özgür düşünmeyi, - Araştırıp bilgilenmeden karar vermemeyi, -Her kişinin, herkesin tek sorumlusu olduğunu neden anlatmıyo-

ve öteki insan kesimlerinden kopmuş, aptal bir "dizi"ye çekmeyi hedeflemiyoruz herhalde; salonda yalnızca ço­ cuklar bile bulunsa! Şimdi, böyle baktığımızda, yukarıdaki küçük ara sorumu­ zu da hatırlarsak, Gençlik Tiyatrosu'nun Çocuk Tiyatrosu ile hiçbir akrabalığının bulunmadığı açığa çıkıyor galiba. Çünkü, seyirci faktörü olarak genç insanı, yetişkinlerle böylesine farklı görmemiz, onu çocuk yerine koymak olur ki, bu çok ilkel bir tutumdur ve zaten genç seyirci böyle tiyatroyu hemen reddediyor. Genç insan, tüm özgün ka­ rakteristiklerine karşın yetişkinlerin bir parçasıdır artık, ti­ yatronun bunu herkesten açık bir biçimde görmesi gere­ kir. Dolayısıyla, Gençlik Tiyatrosu, gençler için oyun hazırlamanın çok ötesinde, dramaturgisiyle, problematiğiyle, hatta üslup arayışları, estetik açılımlar ve içerik öz­ gürlüğüyle, kadro ve seyirci organizasyonlarıyla, yani her yanıyla tiyatro olgusunun bütününde gençlerin inisiyatif­ lerinin ağırlık taşıdığı bir tiyatro alanı olmalıdır. Gerçi Çocuk Tiyatrosu'nda da, çocukların kendi yaratıp kendi oynadıkları tiyatro yaşantısının başlıbaşına önemi vardır ama, bu profesyonel tiyatrodan çok, "eğitimde dra­ ma" alanının veya benzeri alanların bir olgusu olarak ince­ lenmeli. Belki başta belirtmeyi unuttum; ben bu kavramla­ rın yalnızca profesyonel tiyatro çerçevesi içinde boyutlarını ele almak istedim. Tabii bunu söylerken, ama­ tör tiyatroyu profesyonel tiyatrodan ayırmadığımı da be­ lirtmeliyim. Yeter ki, ister para karşılığı, ister değil, her ikisi de tiyatro sanatını "iş edinmiş" olsun. Bu hiç şaşırtıcı gelmemeli, çünkü dünyamız bugün ne yazık ki, para kaza­ nılan "iş" ile, gerçekten "iş edinilen" iş arasında sürekli ar­ tan bir ıraksaklığın genel insansal dramını yaşıyor.

pe cy

tılımı yaratırken yetişkinlere çok ilkel gelebilir. Buna karşı­ lık, yetişkinler için çok ustaca başarılan bir başka nokta da çocuklara hiçbir şey söylemeyebilir ve çocuk düpedüz oyundan kopup, sahneye sırtını döner. (Küçük bir ara so­ ru: Bu kadar net bir ayrımı gençlerle yetişkinler arasında yapabilir miyiz?) Peki çözüm nedir, yol yok mu? Hadi ye­ tişkinler için tiyatro yapılırken çocuk getirmeyin denebili­ yor, ama çocuk oyununa yetişkinler giremez diyor mu­ yuz? Hayır. Öyleyse onların da seyrettiğini hesaba katmak zorundayız. Ama nasıl? Oyun, salonun dokusundaki bu farklılığı özellikle ve bilinçlice harekete geçirecek tarzda kurulabilir. Yani, oyu­ nun her noktasının seyircinin her iki kesiminde de aynı et­ kiyi yapması değil, belki tam tersi gözetilebilir: Değişimli olarak her noktada, seyircideki taraflardan birine, ya doğ­ rudan çocuklara, ya doğrudan yetişkinlere yönelinir; ama, görsel anlatımda öyle bir düzey tutturulur ki, öteki taraf bunu açıkça görürken hem sahneyi, hem de yönelinen ta­ rafın izleyişini zevkle seyredebilir. Böylece, örneğin oyu­ nun bir yerinde çocuklar, karşılıklı diyalog, gülüş, tepki vb. ile oyuna tümden kendilerini kaptırdıklarında, yetiş­ kinler bunu bir bütün olarak -yani, hem sahne, hem salon olarak- belli bir mesafeden izleyebilirler. Yeter ki bu ilgi çekilmiş olsun. Bu ise, arada bir sahnenin doğrudan ye­ t i ş k i n l e r e yönelivermesiyle sağlanır; o zaman da çocukla­ rın yetişkinleri ve sahneyi bir arada nasıl bir ilgi ve zevkle izleyeceklerini tasarlayın. Sonuçta, gerek çocuklar için ge­ rekse yetişkinler için, çok daha gelişkin bir tiyatro yaşan­ tısı bütünlüğüne erişilmiş olur. Zaten, Çocuk Tiyatrosu yapıyoruz diye, yani ağırlıkla çocuklara oynuyoruz diye, onları tümden hayatın dışında, uzağında, yetişkinlerden


teneke şövalyeler Oyunun yönetmeni Savaş Aykılıç ile sizler için güzel bir söyleşi yaptık çocuklar. Beğeneceğinizi umarız.

cy a

Neden çocuk oyunu? Neden Teneke Şövalyeler? Özellikle çocuk oyunu. Çünkü, Muhsin Ertuğrul'un da dediği gibi, yarının tiyatrosunu düşünüyorsak ve yarının seyircisini yetiştireceksek, çocuk oyunlarını, tiyatro politikasında gündemin ilk sırasına koymamız gerekiyor. Son yıllarda çocuk oyunlarının adeta ikinci sı-

pe

nıf oyunlar olarak değerlendiril-

diğini, adeta küçümsendiğini; ol-

sa da olur olmasa da olur anlayışının iyiden iyiye benimsendiğini gözlemliyorum. Bu durum sadece Devlet Tiyatroları

için geçerli değildir. Özel tiyatrolarda da sanat kaygısı, yerini gişe kaygısına bırakmıştır. Bu çevrelerde "Çocuk, estetik ve sanatsal değeri anlayacak kapasitede değildir" anlayışı hakim olmuştur. Tüm bu nedenlerden ötürü kendimi bir sanatçı olarak sorumlu hissediyorum. Çocuk Tiyatrosu'nun çok kaliteli ve saygılı bir biçimde yapılabileceğini ve bu potansiyelin Devlet Tiyatroları'nda fazlasıyla var olduğunu göstermek istedim. Ülkü Ayvaz'ın yazdığı "Teneke Şövalyeler'i seçmemin nedeni, (ki daha önce bana önerilen, yaşam gerçeğinden uzak, perili çocuk oyunlarını reddetmiştim)


bu metnin kafamdaki bir Çocuk Tiyatrosu'nda yapılması gereken şeyleri yoğun biçimde barındırıyor olmasıdır. Benim düşündüğüm Çocuk Tiyatrosu'nda oyun, sadece çocukları değil, onlarla birlikte gelen velileri de etkilemeli. Çünkü, çocuk oyunundan sıkılan anne-baba daha oyun bitmeden çocuğunu salondan çıkartabilmekte ya da kendisi fuayeye çıkma ihtiyacı hissetmekte; oyunu yalnız izlemek zorunda kalan çocuk, annebabayı yanında göremediğinden rahatsız olmakta ve böylece oyuna olan konsantrasyonunu, kaybetmektedir. İşte o andan itibaren o çocuk oyunu, bana göre işlevini yitirmiştir. Türkiye'de Çocuk Tiyatrosu üzerine neler söylemek istersiniz? Türk Tiyatrosu'nun gelişmesini istiyorsak, her şeyden önce çocuk oyunu yazan yazarların kesinlikle teşvik edilmesini sağlamalıyız. 7.500 TL. olan bilet fiyatı

a

üzerinden sadece %30 telif alan çocuk oyunu yazarının, çocuk oyunu yazması­ nın nedeni kalmıyor demektir. Bu şartlarda, bana göre çocuk oyunu yazarının

pe cy

telif hakkı bilet fiyatının tümü olmalıdır. Eleştirmenlere de iki çift lafım

var: "Ey Eleştirmenler! Ey Saygıdeğer Eleştirmenler neredesiniz?

Size göre çocuk oyunu yazan yazarlar, yazar değil midir? Çocuk

oyunları, eleştiri yazısı yazılmayacak kadar değersiz mi? Çocuk

oyunları, sanatsal bir değer taşımıyor mu? Bu oyunda oynayan oyuncular sanatçı değil mi? Bu oyunu yöneten, yönetmen değil mi? Çocuk oyunlarının dekorunu, kostümünü, ışığını, koreografisini, afişini, müziğini yapanlar sanatçı değil mi? Ey Eleştirmenler! Yarının seyircilerini yetiştirmeye eleştirilerinizle katkıda bulunmak istemez misiniz?" Bu vesileyle bütün eleştirmenleri, İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı olan Teneke Şövalyeleri izlemeye, Taksim Sahnesi'ne davet ediyor ve bu oyunu da tüm dallarda tiyatro ödüllerine aday gösteriyorum.


a

cy

pe


iz bıraksın diye Hakkı YÜKSELEN

CADILAR ZAMANI T İ Y A T R O K A R E Yazan: Franca RAME/Dario FO Çeviren: Füsun DEMİREL Yöneten: Ceysu KOÇAK

pe cy

a

Oynayan:DenizTÜRKALİ

Franca Rame ve Dario Fo'nun birlikte masal. Alice harikaları olmayan bi yazdıkları, Füsun Demirel'in dilimize çe­ diyarda. "Büyülü Orman", " namus virdiği tek kişilik oyun Cadılar Zamanı bekçileri" vb... Bırak kadınlar anlaşın Tiyatrokare'de sahneleniyor. Ceysu Ko-bunların kim olduğunu. Bana meta çak'ın yönettiği üç bölümlük oyun üzeri­for açıklaması yaptırma! ne Deniz Türkali'yle kısa bir söyleşi yap­ • Cinslerarası eşitsizlik, sistemi tık. üzerinde durduğu ayaklardan biri • Cadılar Zamanı'ndan söz eder Ancak Ulrike, "Bir erkek gibi cezai misiniz. Neden Cadılar Zamanı? landırılıyor"; yani, bir tur eşitlik? Ulrike, oyunun bir yerinde "Cadılar Tabii bana sorarsan, yasalar karşı zamanı sürüyor" diye haykırıyor. İk­ sında eşit olmak kadınlar için her za tidarlara baş kaldıranlar, "kutsal ya­ man bir kazanım değil. Erkekler için salar"a boyun eğmeyenler, "selofon de bir matah olmayan yasaları red kâğıdına sarılmış seri üretim" kadın­ detmek varken neden yasalaşmak is lardan olmayı reddedenler; onların teyelim ki. serüvenleri var bu • Üç kadının da özgürlük için öde oyunda. dikleri bedel düşünüldüğünde, ya • Cadı Ana'da ol­ salarda yer alan özgürlükler ne an duğu gibi, bir kadı­ lama geliyor? nın "Gökyüzünün Bir önceki soruya verdiğim cevap gi maviliğini keşfet­ bi: Yasalar önünde eşit olmak için mesi" nedir? gayret etmek yerine, o yasalara bal "Kendine ait tek bir kaldırmak gerek diye düşünüyorum.] dakikası olmayan" • Tek kişilik oyunla, birden fadi bir kadın, gökyüzü­ oyuncunun rol aldığı bir oyunun nün mavi olduğunu farkı nedir sence; yani bir oyuncu nereden bilebilir ki? olarak direkt seyirciyle karşı karşıt "Ben varım, burada­ ya olmanın farkı? yım, yaşıyorum" de­ Müthiş bir egosantrik fark var arada meye başlayınca ki bunu ben seçiyorum. Bunu çok da fark eder gökyüzü­ seviyorum; seyirciyle teke tek ilişi nün maviliğini ve kuruyorsun, ayağımın altında kimsi daha birçok şeyi. olmuyor! Buna avantaj demek çok • Ya "Alice"teki zor; çünkü tek kişilik oyun zor bir "Büyülü Orman"a ama, zor olduğu kadar da keyifli. Sel kaçış, onun "yardı­ yirciyle o elektriği yakaladıktan sonra' mına" koşanlar ve­ artık alıp götürüyorsun; çok keyif ya "namus bekçisi" bir iş. Artık ne oynarsan oyna; ister köpekler; kim bun­ . komedya, ister dram. Onu çok sevi lar? yorum ve çok seçiyorum. "Alice" yarı fantastik • Oyundaki rollere, kişiliklere ne bir oyun, bir tür kadar yakınsın?

Fotoğraflar: Yıldırım Arıcı


Tabii, aslında tuhaf ilişkiler oluyor. Ben o kimliğe bürünmek veya o kimliği kendimde aramaktan çok ak­ siyonları, içaksiyonları, paylaşımları göz önünde tutuyorum. Ne tür içaksiyonlarla, ne tür duygusal patlama­ larla bu rolü yakalarım; çünkü, özdeşleşmek pek doğru bir şey değil

gibi geliyor. Eğer çok özel bir soru soruyorsan, tabii, ruhen en yakın ol­ duğum Ulrike. Bir benzerliğimiz yok ama, Ulrike'yi çok seviyorum, ve bu nedenle "İz bıraksın", unutulmasın diyorum. Ama, Alice'i sevmemek mümkün mü? "Alice" tüm kadınların cinsel serüveni. Öyle bir kimlik yok.

"Ali" harikaları olan bir diyara, Alice ise harikaları olmayan bir diyara gi­ diyor; o daha soyutlanmış bir oyun. Cadı Anne sevdiğim, eğlendiğim, şe­ ker bir rol. Ama dediğim gibi bir öz­ deşleşme yok. Yalnız, içaksiyonlar oynadıkça buluşuyorsun,

cadıların bir diğeri: ceysu koçak

pe cy

a

11984te başlayan tiyatro serüveni içinde Beş Kafadarlar Tiyatrosu'nda üç oyuna, Bilsak Tiyatro Atölyesinde, iki yıl su­ aren proje-eğitim doğrultusunda gerçekleştirilen tiyatro laboratuvar çalışmasına katıldı. Kendisi bu çalışmayı şöyle ta­ pınılıyor: "Bu eğitim sistemi, herkesin tek tek kendi oyunculuk formasyonunu oluşturmaya yönelik bir zemin hazırlama­ ­ı amaçlıyordu. Oyuncunun yaratıcı olarak ele alındığı bu yapıda amaçlanan, oyuncunun kuram ile yaratı düzlemleri arasındaki ilişkiyi yeniden kurması, oyuncunun düşünsel ve kültürel donanımı ile, sürekli olarak dünyayla ve kendisiyle hesaplaşmalarını öngören, hem de bunu bitmeyecek bir iç eğitim çalışması içinde sürdürmesi idi." Ceysu Koçak, 1987 yılından sonra, bu eğitimi alan beş kişi bir araya gelerek kurdukları Bilsak Tiyatro Atölyesi'ndeki ça­ ­ışmalarını bugüne kadar aralıksız sürdürdü. Bu arada, tiyatro sezonu dışında kalan zamanlarda da bazı TV filmlerinde çevre düzeni ve sanat yönetmenliği yaptı. Geçen dönem kaldığı Londra'dan döndükten kısa bir süre sonra Deniz Türkali'den gelen birlikte çalışma teklifi üzerine Dario Fo-Franca Rame ikilisinin yazdığı üç metni içeren Cadılar Zamanı nı sahneye koydu. Kendisiyle yaptığımız söyle­ şiyi aktarıyoruz. Nasıl bir çalışma oldu bu ilk "reji" denemen? Deniz Türkali bana birlikte çalışmayı teklif ettiğinde önce çok korktum. İlk kez, benim dışımda seçilmiş metinler ve ben­ den çok tecrübeli bir oyuncu ve "dışarıya" bambaşka koşullar içinde çıkacağım bir proje yolculuğu gibi görünüyordu bana. Bu zorluklar ve Deniz Türkali'yle çalışacak olmanın cazibesiyle kendimi bir anda şu zamana kadar hiçbir ya­ kınlık duymadığım Dario Fo dünyasına soktum. Deniz Türkali, bunca yıllık sahne üstü tecrübesi içinde, her an kullanabileceği garantili tekniklerini bir kenara bıraktı ve karşılıklı alınan bu risklerin verdiği heyecan ve güçle (çalışma koşullarının yetersizliğine rağmen) yeni bir yol­ culuğa çıkıldı. Ne tür bir çalışma izlendi? Prova sürecinin uzun bir bölümü metinlerin deşifresine ve anafikirlerde anlaşmaya ayrıldı. Bir süre, altmetin üzerinde doğaçlamalar yaparak bir yandan da birbirimizin sahne di­ lini kokladık. Ve nihayet oyun gününe çok yaklaşmışken bulduğumuz pek çok şeyi bilerek ve isteyerek bir anda eli­ mizden bırakıp yepyeni bir çizgi çizdik ve üzerinde kuşku­ lu, değişebilir noktalar bıraktık. Bazı bölümlerin içini bo­ şaltıp, oyunlar esnasında yeniden arama niyetiyle problem olarak bıraktık ve şimdi Deniz Türkali, seyirci karşısında yeni bir gezintiye çıktı. Bu çalışmada, bu üç metnin verdiği olanaklar doğrultusunda kullanılan araçlarda ekonomik ol­ mayı gözettik. Sonuçta ortaya samimi ve biraz da şakacı bir üçleme çıktığını düşünüyoruz. Bu deneyim sonrasında Deniz Türkali'yle tekrar başka bir projede birlikte yer al­ mak isterim. Bu sefer "birlikte oynamak üzere" diyorum. Nalân ÖZÜBEK


27 mart; dünya tiyatro günü, türkiye'de.... mart TÜRKİYE BU YIL SEÇİM NEDENİYLE DÜNYA TİYATRO GÜNÜNÜ KUTLAYAMADI

ulusal bildiri Yıldız KENTER

pe cy

a

Sizler, evet, sizler. Orada, uzakta duranlar... Bakar mısınız lütfen?.. Gelsenize, gelir misiniz lütfen? Bizim işimiz sizlerle., insanla.. Bizim işimiz insan. Kim olursa olsun, dünyanın neresinde olursa, dini, dili, ırkı ne olursa olsun insan. Biz sizlerle başladık, sizlerle var olduk.. Eksiklerimiz, yokluklarımız oldu çok.. Tökezledik zaman zaman.. Ama ne olursa olsun yürüdük.. Kim ne derse desin büyüdük. Siz vardınız çünkü.. Bize bakıyor, bizi görüyor, bizde yansıyan sizi tanıyordunuz.. Bize el veriyordunuz.. Birlikte zor bir işi yürütüyorduk. Yazarı, çizeri, oyuncusuyla tiyatrocular ve sizler, seyirciler el ele.. Ne oldu? Ne oldu gene? Nüfus kontrolünün bir türlü gerçekleştirilmediği bu yüzden de artık her şeyin yetersiz hale geldiği dünyamızda, durmadan değişen, ağırlaşan, ekonomik-politik koşulların baskısı altında, birinci amacın, en kestirme, en kolay, en ucuz yoldan bir yerlere çıkmak, çok para, çok güç kazanmak olduğu dünyamızda, insana insan olduğunu hatırlatan, insana insanlığını kazandıran sanattan, tiyatrodan vaz mı geçiyoruz?.. Olmaz, inanmıyorum.

işte önemli olan bu iki zıt insan hasletini görebilmek, gerçekten iyi görüp tanıyabilmek, cüceliği ile dahi ölçülü bir barış kurabilmek.. Kişi ancak o zaman başkalarını da tüm yücelikleri, cücelikleriyle görüp, kabullenip, benimseyebilir.. Bu ortak insan özelliklerinin, bu benzerliğin kavranması, bu özdeşleşmedir hoşgörüyü mümkün kılan; kişiye düşün gücü, düş gücü kazandıran, onca geniş bir bakış açısı sağlayan, onu "iyi oyuncu" kılan.. Demokrasi dediğimiz ne bir yerde? Karşı olduğun her şeye, hoşgörüyle, anlayışla, sevgiyle bakabilmek.. Bu bağlamda ben, demokrasi "iyi oyunculuktur" bile diyebilirim rahatlıkla. Ama öylesine nefes nefese, kıran kırana bir yarış ortamı oluştu ki... Çocuklarımıza, kendilerine bakmayı, kendilerini qörmeyi, tanımayı, düşünmeyi, düşlemeyi, başkalarının pabuçlarına girip, dünyaya bir de onların penceresinden bakmayı sağlayamıyoruz. Onlara meraklı, araştıran, yaratıcı, iyi oyuncular olmayı öğretemiyoruz bu canhıraş koşu içerisinde.. Bu yüzden kötü oyuncuların sayısı arttıkça artıyor. Dar bakış açıları, dogmatik saplantılarıyla, sevgisiz, hoşgörüsüz, insan kıymeti bilmeyen, yakan yıkan, işkence eden, ayrımcı, kötü oyuncular.. Amacım, kötümser bir tablo oluşturmak değil. Her insanda "iyi oyuncu" olma potansiyelinin var olduğuna yürekten inanıyorum. Bunu kanıtlayabiliriz, birlikte.. El ele.. Hadi gelin.. Sanat'ın umut olduğuna inanıyorum. O kadar ki, Dünya Tiyatro Gününde, o tek günde, seçimler yüzünden tiyatroların kapatıldığı bir dünyada yaşadığım halde ümidimi kaybetmiyorum. Dünyada bunca güzellik oluşmuşsa, bunda sanatın büyük payı olduğuna inanıyorum. Dünyayı yaşanır kılan ilk faktörün gene İNSAN olduğuna inanıyorum. Hadi, hadi gelin, insana insan olduğunu, insana yalnız olmadığını gösterebiliriz birlikte.. Şiirle, müzikle, renkle, ışıkla, dansla, düşünceyle, düşle.. Yani tiyatroyla. Ancak, sizlerle.. Sizin yaratıcı gücünüzün katkısıyla.. Birlikte, el ele, dünyaya göstereceğimiz çok şey var daha.. Hadi gelin. Gelin tiyatroya.

Kendi kendimizle, kendi gerçeklerimizle yüz yüze gelmekte korkar mı olduk? "Bütün dünya bir sahne, kadın erkek herkes de bir oyuncu" diyor Shakespeare... Ben buna inanıyorum. Herkes oyuncu, iki yüzlü değil, bin yüzlü.. Önemli olan bu yüzleri oluşturan içeriği, özü görmek, tanımak., insan bedenini, duygu ve düşüncelerini, direkt kontrolü altına alıp önyargısız, çırılçıplak görebildiği zaman, ki oyunculuğun ilk koşullarından biridir bu. Hamlet'in dediği gibi, ne muhteşem ve ne berbat bir yaratıkla karşı karşıya olmanın dehşetini yaşar.. Sevmez kendini. Nefret eder kendinden, insandan, onun aptal suratından. Öte yandan hayran kalır kendine., inceliğine, becerisine, kıvraklığına, sevgi düşer içine.. Yunus'un dediği gibi, "içinde bir damla sevgi olan, Tanrı'yı görür orda.."


a

cy

pe


a

pe cy


cy a

pe


c e p

a y


p

c e

a y


cy a

pe


cy a

pe


e p

a y c


dünya t i y a t r o günü uluslararası bildirisi Vâclav HAVEL kristalize edildiği noktadır. Özgürlüğün uygulanarak, denenerek anlaşılır noktaya gelindiği alandır. Global olarak teknik uygarlığın yarattığı çok sayıda kendine has özellikler taşıyan, kültürlerin ve aralarındaki çelişkilerin yarattığı tehditleri gösteren ve -kesinlikle inanıyorum ki- geleceğe tutulan bir teleskoptur ve umudumuzun anlamını somut olarak yansıtan bir bütündür, tiyatro. Tiyatro, sadece var olan dünyadan daha iyi bir dünyayı anlatmak amacında olduğu için değil veya daha iyi bir gelecek görüntüsü oluşturmak için değil, günümüzdeki insanlığın en birincil umudunu somutlaştırır, ki bugün, yaşayan insanlığın yeniden doğumudur. Tiyatro, özgür insanlar arasında dünyanın tüm gizlerine dair oluşturulan özgür diyaloglar, özgür sohbetler olduğundan, insanoğluna hoşgörüye, karşılıklı saygıya, varoluş mucizesine saygıya giden yolu kesinkes göstermektedir.

a

Tarihte ilk kez gezegenimiz tek uygarlıkta yaşıyor. Küçülen dünyada artık yeryüzünün her yerindeki her olay, herkesi etkiliyor. Ama bu uygarlık tarklı dinleri, farklı gelenekleri, farklı kültürleri, farklı kültür politikaları olan farklı etnik gruplardan ve çok sayıda insandan oluşuyor. Çağdaş uygarlık, bu farklı grupları ne denli bir araya getirmeye ve ortak değerlerde, ortak davranış biçimlerinde buluşmaya zorlarsa, bu grupların ulusal, kültürel bağımsızlıklarını ve kimliklerini savunma gereksinimi o denli artıyor. Bugün yeryüzündeki birçok çatışmayı şöyle açıklayabiliriz: Birbirimize ne kadar yakınlaşırsak, farklılıklarımız o kadar gözümüze çarpıyor.

cy

Bütün bunlar ve birçok yerde, birçok insanın bir arada yaşamak istememesi, modern dünyamızı dramatik bir yere dönüştürüyor. Oysa var olabilmemizin, geleceğe kalabilmemizin tek yolu işte bu: Birlikte yaşamayı öğrenmek.

pe

Teknik gelişimler, TV, video vb. nedeniyle tiyatronun önemini yitirdiğine inanmıyorum. Tam tersine, bugün tiyatro, dünyamızı geriye, aşağıya çekmek isteyen karanlık güçler karşısında, bize aydınlığı, ışığı gösteren yoldur, insanı, insanlığından uzaklaştıran teknolojik uygarlıkta, insandan insana en dolaysız iletişimi sağlayan, insan özgünlüğünü koruyan bir adadır. Günümüzde mega-makinalar ve anonim mega-bürokrasi dünyasında en çok gereksinimimiz olan şey de insanlık bilincidir. Tiyatro da diğerlerinden farklı bir tür değildir. O da, bugün ve her gün, şimdi ve daima yaşayan tüm insan katmanlarıyla direkt iletişim kurar. Bu nedenle tiyatro, masal ve öykülerden daha fazla performans taşır. Kendisinin ve tüm dünyanın, otantik insan varlığını sürdürebilmesi için her türlü var oluşun üzerinde, bir karşı çıkıştır, insanın ve toplumun sevgisinin, nefretinin, öfkesinin, şiddetinin yaşayan, özgün ve taklit edilemez bir biçimde dile getirildiği yerdir. Tiyatro toplumun entelektüel ve ruhsal anlamda

Bugün dünyadaki tüm tiyatro sanatçılarına, Saraybosna'daki meslekdaşlarınızı anımsayın diye sesleniyorum.

Onlar, sahip çıktıkları özgür kimlikleriyle, diyaloğu besleyerek, gerçek insan ilişkisi sağlanan bir ortam yaratarak, ülkelerindeki korkunç savaşa karşı duruyorlar. Etnik fanatikler dünyayı karanlığa geri götürmek isteyebilir. Onlar, Saraybosna'daki tiyatro insanları, seyircilerini yaşadıkları dramla ilgili diyaloga katıyorlar. Bugün Saraybosna'da, televizyonda gördüğümüzden başka bir savaş daha sürüyor. Silahsız bir savaş bu: Farklı oldukları için birbirlerinden nefret eden ve birbirini öldürenler ile, insanın yüzündeki benzerlikleri bir araya getirip diyaloğu sağlayan tiyatrocular arasındaki savaş... Bu savaşı tiyatro insanları kazanmalı. Çünkü dünyanın ve insanoğlunun izleri üzerine barışçı diyalogla geleceğe işaret eden onlar. Çünkü onlar barışa hizmet ediyorlar.


"tiyatroda devrim" tartışmaları ÖDEMELİ TİYATROLARDA ÖZERK MODELE GEÇİŞ TARTIŞMALARI (III)

devlet tiyatrolarımız ve özerklik

pe cy

a

Haluk Şevket A T A S EVER

Devlet Tiyatrolarımızla Kültür Bakanlığı mız, uzun süreden beri, tiyatro sanatın çağımızın gösterim dünyasına uygun düşecek bir düzeye çıkarabilmek için yoğun bir faaliyete girmiş görünüyor. Ne var ki, bu konuda hazırlanan D e v l e t Tiyatroları Y a s a Tasarısı, henüz onayla n ı p k a b u l edilmiş değil. Bildiğim k a d a rıyla y a s a d a e l e alınan temel konu, D e v let Tiyatrolarının merkezi yönetin biçiminden bir an önce kurtarılıp, yerin den yönetime, özerkliğe kavuşturulma sı.

Yasa, onaylanmayı bekleyedursun D e v l e t Tiyatroları elindeki o l a n a k l a doğrultusunda, gerçekten başarılı çalış malar yapıyor; özerkliğe özgü faaliyetle rini gitgide artırıyor. Bu çalışmaların en somut örneği, İstan­ bul'da kurulup, Hamlet gösterisiyle he­ men devreye sokulan Birim Tiyatro.. Bu olumlu girişimin bir de olumsuz ya nı var. Gazetelerden öğrendiğimize gö re, Ankara'da açılması düşünülen Birim Tiyatro için, sanatçılar arasında yapılan referandumda Birim Tiyatro 71 k a b u l o y u n a k a r ş ı 7 3 oyla reddedilmiş. B u n a k a r ş ı n Kültür Bakanlığı, n e yapıp n e edip Birim Tiyatro'yuı devreye s o k m a y a


a

cy

pe


kararlıymış.. Demek ki İstanbul'da Birim Tiyatro'nun kuruluşunu ger­ çekleştiren sanatçıların bir araya gelmesi bir rastlantı; Ankara'da da Birim Tiyatro'nun kurulabilmesi için aynı rastlantının gerçekleşmesini beklememiz gerekiyor. Yok­ sa her sanatsal yenilenmeye yönelmemiz durumunda başvuracağımız referandumdan yenik çıkmamız işten bi-

le değil... Bu gelişmeler beni insan doğası, kültür, sanat ve bunlara değin toplumsal dengeler konusunda yeniden düşün­ dürdü doğrusu... Nedir merkeziyetçilik? Bireyin kendi başına karar verme eyleminin rafa kaldırılması, içinde bulunduğu iktidarın yönlendiriminde kimlik zafiyetine uğraması ve iktidar tut-

tiyatro yasası hangi aşamada? Gülşen KARAKADIOĞLU dır. Bütün birimlerimizden seçimle oluşan komis­ yonlar kendi çalışmalarını yaptılar. Sonra onların se­ çimle belirlenmiş başkanları, Ankara'da benim orga­ nize ettiğim bir toplantıya katılarak birimlerinin bek lentilerini, önerilerini, eleştirilerini, mevcut duruma ilişkin gözlemlerini ilettiler. Bütün bunlar daha önce sözünü ettiğim MEKSAV içinde hazırlanmış olan ya­ sa taslağının üzerinde yeniden gözden geçirildi. Bü­ yük bir operasyon yapıldı o taslakta ve bu komis­ yonların başkanlarından oluşan üst komisyonda, bir hafta kadar süren bir çalışmayla son şekli verildi. Yine yetinilmedi, bu son şekil bütün birimlere geri gönderildi, birimler yeniden gözden geçirip görüşle­ rini ileterek tekrar Ankara'ya gönderdiler. Bununla da kalmadı; taslak, tiyatro eğitimi veren kurumlara, tiyatro örgütlerine, tiyatroya ilişkin olan demokratik derneklere, mesleki örgütlenmelere gönderilerek onların eleştirileri de alındı; ayrıca ben birtakım dost bildiğim, görüşlerine ihtiyaç duyduğum kişile­ re de gönderdim. Lütfedip cevap verenlerin cevapları -ki bir hayli yanıt aldık- ile yeniden değerlendirildi ve son şekli, Kanun Hükmünde Kararname halinde çıkması için Bakanlar Kuruluna gönderildi. Oradan hızla yol aldı, ancak Anayasa Mahkemesi'nin kararı­ na -ki buna saygımız var- takıldığı için Bakanlığa ge­ ri geldi. Şimdi Devlet Tiyatroları Yasası, içinde bu­ lunduğumuz günlerde yeniden yasa olarak işleme konulmuştur, başvurusu yapılmış durumdadır. Ka­ nun Hükmünde Kararnamelerle ilgili yeni bir hazırlık vardı; yasaların Meclis'ten çıkması, biliyorsunuz, uzun sürüyor. Bu nedenle yasanın daha hızlı çıkabi­ leceği umudunu taşıyorduk; bir süre onu bekledik; baktık ki öyle bir şey olmuyor, biz de başvuruyu yaptık. Bekliyoruz,

pe cy

a

Devlet Tiyatroları Yasası, Uludağ'daki çalışmalardan çok önceleri hazırlanıp, taslağa dönüştürülmüştü. Bu, o zaman milletvekili olan, Mersin Kültür Sanat Vakfı Başkanı Fikri Sağlar'ın organizasyonuyla, Dev­ let Tiyatrosu'ndan bir grup sanatçı, teknik eleman, idari personel ve hukukçuların da katıldığı bir çalış­ mayla gerçekleştirildi. Sonra vakfın Mersin'de yaptı­ ğı bir seminerde uluslararası bazı katılımcıların da katkısıyla, son rötuşları yapıldı ve içerik olarak, her an bir yasa haline gelecek şekle dönüştürüldü. Ge­ riye teknik olarak yazımı kalmıştı. Sonra Ulu­ dağ'daki toplantı, malum, orada, aslında bizim de her zaman ihtiyacını hissettiğimiz ve Bakanlığa bu­ nu önermek gerekir dediğimiz bir çerçeve yasası­ nın gerekliliği olgusuyla karşı karşıya geldik. Ama bir de devletin ilişkide bulunduğu bütün özel tiyatro­ lar, amatör tiyatrolar, çocuk tiyatroları vb. bütün sa­ natsal etkinlikleri kapsaması gereken; onların işle­ yişlerini, hem birbirleriyle hem kamuoyuyla olan ilişkilerini belirleyecek; bu ilişkinin çerçevesini çize­ cek olan bir çerçeve yasaya; tiyatro yasasına da ge­ reksinim vardı. Uludağ seminerini takiben o çalış­ malar da başladı. Devlet Tiyatroları Yasası'ndan, ki aşağı yukarı hazırdı, bir adım daha atıldı ve çerçeve yasanın da hazırlıkları yapıldı. Böyle bir taslak var; taslak üzerinde hukuk bürolarımız çalışmaları yaptı. Bu günlerde bunun yeniden gündeme alınıp ilgili ti­ yatro derneklerine, örgütlerine gönderilmesi ve on­ ların görüşlerinin de alınması için, bundan bir hafta önce ilgililere, hukuk bürolarımıza gereken şeyler söylendi. Devlet tiyatroları Yaşası'na gelince, bu bildiğiniz gi­ bi gerçekten bizim en hazır olduğumuz ve öyle zan­ nediyorum ki, en iyi mutabakat sağlayabildiğimiz konuydu. Yasa çok demokratik bir süreçte hazırlan-


ödenekli tiyatroların yerinden yönetimi Zihni KÜÇÜMEN ha iyi oynayabilecek bir oyuncu belki de başka bir ekip­ te kalmış olacak; o birimin bulunduğu yörenin seyircisi hep aynı ekibi izleyerek, çeşitlilikten yoksun kalacak. Bu iki savın da geçersizliği ortadadır. Şöyle ki: Bu sistem, başka bir ekipten konuk sanatçı alınmasını engellemez. (Kaldı ki son yıllarda uygulanan izlencelere bakılırsa, merkezden yönetimde de aynı sorun vardır. İdeal rol bölümü ancak 15-20 bin sendikalı oyuncusu bulunan ülkelerdeki "prodüksiyon" sisteminde yaşama geçirilebilir.) Üç beş yıl birlikte çalışmış oyuncuların ortaya çıkara­ cakları ekip ruhundan doğan sanatsal yaratıcılık, çeşit­ liliği aratmayacaktır. (Dostlar ve AST'ın seyircileri, bir vakitler bu ekiplerdeki "ensemble" anlayışını çeşitliliğe yeğlemişlerdir.) Kaldı ki bizim uygulamamızda, martmayıs arasında ekipler, öbür sahnelerde turneye çıka­ rak, seyirciye hem değişik yorumları, hem de yeni oyuncuları izlemek olanağı tanıyordu. Yerinden yönetimde, çalışılan bina ve salon birer kültürevi niteliğine kavuşturulmuştu. O yörenin seyircisiyle organik ilişkiler kurulmuş, onları da etkin kılmış, hafta­ nın yedi günü sergiler, paneller, konferanslar, açıkotu­ rumlar, konserler düzenlenmiş; her türlü sanatsal ve kültürel etkinlik uygulanıp sonuçlar da alınmıştı. SONUÇ: Muhsin Hoca derdi ki, "Politik olsun, bürokra­ tik olsun, hiçbir çevre size "Tiyatro yapın" demez. Tiyat­ ro yapılması gereksinimini onlara anlatacak olan sizsi­ niz." Yöre halkına tiyatrosuna sahip çıkmayı öğretecek ve onu vazgeçilmez kılacak olan, sadece ve sadece ma­ tine ve suarelerde kapılarını açan, merkezden yönetimli bina ve salonlar değil; günün her saatinde o binaların içinde ve dışında bir etkinlik sağlayacak olan yerinden yönetim elemanlarıdır.

pe

cy

a

1976-80 arasında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatro­ ­unun "yerinden yönetim" savaşımını verenlerden ve sorgulayıcılarından biri olarak kuramsal değil, yaşanmış ve somut gözlemlerimi aktarmak istiyorum: 1946-1994 arasında, iki zorunlu uzaklaşma dışında, bu tiyatronun her kademesinde oyunculuk ve oyun yönet­ menliğinin yanı sıra; dramaturg (tek seçici), on beş günde bir düzenli olarak çıkan dergisinin yönetmeni, halkla ilişkiler sorumlusu, yönetim kurulu üyesi, sanat yönetmeni olarak çalıştım. Bu tiyatronun, tüm çalışan­ larıyla birlikte, işine yabancılaşmadığı; memurlaşıp bordro güvencesine' sırtını dayama gereğini duymadığı coşkuyla, kıvançla çalıştığı, ortak yaratma heyecanı­ nı taşıdığı tek dönemin 1976-80, "yerinden yönetim" dönemi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ödenekli tiyatrolarda "yerinden yönetim'e karşı çıkanlar çoğunlukta değildir. Bunlar da kendi içlerinde ikiye ay­ rılırlar: Konuya ilgisiz olanlar ve etkinliklerini yitireceklerini sananlar. Birinciler, zaten her türlü değişiklikten, Statükomuz bozulur mu?' kaygısıyla ürkenlerdir, ikin­ ciler, genellikle birincileri gazlar ve ateşlerler. Bunlar merkezden yönetimde, şu ya da bu yöntemle subaşlarını tutmasını da iyi becerirler. Hangi oyunda, hangi dönemde, hangi süreyle oynayacaklarını, hangi oyunu sahneleyeceklerini, merkezden yönetimin başlarıyla kendilerinden ve sanatlarından inanılmaz ödünler versek suretiyle tiyatro etiğini de fena halde hırpalayarakKaynaşarak, işlerini daima garantiye almış olanlardır. Onlar için ödenekli tiyatroların işlevi, toplu yaratma, birlik, bütünlük, topluluk, takım ruhu (ensemble) gibi - kavramlar önemli değildir.

Yerinden yönetim karşıtlarının ileri sürdükleri başlıca I iki sav şudur: Oynanmak istenen oyunlarda rol bölümü ekip içinden yapılacağı için, o oyundaki önemli rolü da-

kusunun yoğunluğu altında ezilen kişiler yetiştirmek mi? Evet, hem de bunları hiyerarşik bir denetim biçiminin sultasında gerçekleştirmek.. bir anlamda merkezileşmenin modern devletlerin kurulu­ şuyla ortaya çıktığı söylenir. Modern devlet, toplumsallı­ ğın gelişimi konusunda her türlü girişimi yapar, salt toplumsalhğın ruhuna özgü bir yönetim biçimini devreye sokar, onu mutlaklaştırır. Bu işleyiş devlet yönetiminde geçerli olabilir ama, bir sa-

nat kuruluşunda asla. Çünkü, sanat bir yaratma eylemi­ dir, sanatçı ise doğada bulunmayan, bulunması olanak­ sız olanı doğaya ekleyen kişidir. Tiyatro sanatı, birçok öğenin bir araya gelerek bütüne varması, bütünü var etme uğraşısıdır; bir tümevarımdır.. Burada oluşan dengeler, toplum yaşamını gerçekleştir­ mek için düzenlenen, temelinde otoritenin yattığı denge­ ler değildir. Merkezileşme, salt insanın toplumsal boyutuna öncelik


Bu nedenle kurulmuş ve kurulacak olan birim tiyatroları­ mız, kapsamlı bir amaç maddesini içeren yönergelerini öncelikle hazırlamalı ve bunu sanatsal yaşama geçirmelidir. Yoksa şu sıralarda tiyatro sanatı için özerklik uğraşı veren Devlet Tiyatrolarımızın, daha ileri sanatsal aşamalara yönelmek için, sanatçılar arasında yapacağı her referandum, ne yazık ki hayal kırıklığı ile sonuçlanacaktır... Çünkü insan ne kadar neyse, tiyatro da o kadar odur...

devlet tiyatroları yasa tasarısı üzerine Aytaç YÜRÜKASLAN Bilindiği gibi tiyatro, TV'lere ve sinemaya sanatçı yetiştiren bir okuldur. Her gün çoğalan TV kanalları ve sinema salonlarıyla gelen yabancı kültür ürünlerinin artış hızı, fast-food'ları çoktan solladı. Türkçe bozuldu, kalite düştü; ev hanımları, gençler ve çocuklar Türkçe yaşayıp Amerikanca-ispanyolca düşünmeye başladılar bu yüzden. Eğer hemen bir kültür seferberliğine başlamazsak, belki bir gün ekonomimizi düzeltiriz ama, kaybolan Türk Kültürünü bir daha asla geri döndüremeyiz. Yukarıdaki nedenlerden ötürü; sanatçı sayısı, binaları ve teknik olanakları diğer ülkelerden en az yüz kat düşük olan ülkemiz tiyatrosunu kalkındırmak için, Kültür Bakanı Sayın Fikri Sağlar; 1992 Sonbaharı'nda Uludağ'da, tam bir "ihtisas komisyonu" niteliğinde ve partilerüstü bir

pe

cy

a

tanır, onun en önemli iki boyutu olan, evrensellik ve bireysellik boyutlarını göz ardı eder. Oysa sanatçı, yaratım anında merkeziyetçiliğin öne aldığı toplumsallık boyutunu aşar ve toplumsal boyutuna kendi doğal işlevini yükleyerek onu evrensellik ve bireysellik boyutlarıyla dengeler ve bütünler.. Bu bütünlüğü var eden öğeler arasında asla hiyerarşi yoktur. Bu görüşlerimiz doğrultusunda konuyu irdeleyecek olursak, Devlet Tiyatroları Yasası'nın çıkarılması sürecinde, aynı görüşleri paylaştıklarını sandığımız Devlet Tiyatroları'yla Kültür Bakanlığı arasında, bir başka aşamada ve ummadığımız bir anda ortaya çıkabilecek sorunların sürtüşmelere neden olacağı düşünülebilir. Nedeni, bir sanat kuruluşu olan Devlet Tiyatroları'yla, toplumsallığı merkezileştirmiş bir toplum anlayışının parçası olan Kültür Bakanlığı, sanatsal ağırlıklı konularda bir araya geldikçe, aralarındaki çelişki büyüyecektir; bu yapısal farklılığın gereğidir.. Öyleyse, sanatta özerklik kesinlikle savunulmalıdır; çünkü sanatsal yaratıcılık bireyseldir, onun kaynağı da duygu ve düşünce dünyasıdır.. Hemen burada beliren soru şudur: Tümü canlı varlıkların oluşturduğu tiyatro sanatında (bireysel) yaratıcı kimdir? İşte bu çok önemli sorunun yanıtını Birim Tiyatro gibi kuruluşların çalışmaları, araştırmaları ve deneyleri verecektir. Bu kuruluşlara düşen sorumluluk her zamankinden daha büyüktür.. Evrensellik ve bireysellik boyutları gelişmemiş, sanatsal bir öz olan biçim ve içerik anlayışı merkezileşmenin toplumsallık boyutuyla sınırlı kalmış kişilerin, sanatta özerkliğe karşı çıkacakları kuşkusuzdur.

uludağ semineri'nden sonra tiyatro yasası üzerine Atilla SAV 16-18 Ekim 1992 günleri arasında Kültür Bakanlığı'nca Uludağ'da düzenlenen Tiyatro Semineri'nde devlettiyatro ilişkileri çok boyutlu olarak tartışılmıştı. Demokratik bir anlayışla çeşitli sanat ve tiyatro kuruluşlarının temsilcilerinin katıldığı bu seminerde, Anayasa'da kültür ve sanatın, devletin hizmetleri arasında sayılması temel görüşünden yola çıkılmış, devlet-tiyatro ilişkilerinin nasıl düzenlenmesi gerektiği irdelenmişti. Sonuç olarak, Devlet Tiyatroları Yasası için bir çalışma gereği-

nin yanı sıra, tümüyle tiyatronun yeniden yapılanması için bir çerçeve yasanın gerekliliği kabul edilmişti. Bu yapılanmada bütün tiyatroların (ödenekli tiyatrolar, özel tiyatrolar, gençlik tiyatroları, eğitim kurumları tiyatroları, çocuk tiyatroları vb.) çalışmalarının eşgüdümünü sağlayacak özerk bir tiyatro sanat kurumunun oluşturulması öngörülmüştü. Doğru olanı buydu. Ödenekli tiyatro kurumlarının en önemlisi ve yaygın çalışma yürüteni, kuşkusuz Devlet Tiyatroları'dır. Tiyatro sanatını bir eğitim ve kültür uğraşı olarak kabul eden devlet, özel bir yasayla Devlet Tiyatroları'nı kurmuştur. Bu kuruma ayrılan ödenek azımsanamayacak düzeydedir. (Yaklaşık 500 milyar lira) Kurumun beş yüzü aşkın kadrolu sanatçısı; bir o kadar da teknik ve yönetsel görevlisi vardır; sekiz merkezde, (bu yıl üç merkez daha eklendi) yirmi sahnede sürekli perdelerini açmaktadır. Bu önemli ve kapsamlı hizmetin işleyişinde türlü ne-


ları'nın mali hükümlerine tabi olmasını sağlayan, 12. Madde'ye tabi, Ek Geçici 13. Madde'yi yasalaştırmıştır. Şimdi 12. madde kalkarsa, ona tabi 13. madde kendiliğinden kalkar ve Şehir Tiyatroları'nda yapılacak ödemeler için yasal dayanak kalmaz; bu durumda İta Amiri hiçbir ödeme yapamaz. Bu yüzden Kültür Bakanlığı, mutlak ama mutlak, Devlet Tiyatroları Yasasına; yürürlükten kalkacak 13. Madde'yi karşılayan; yani, Şehir Tiyatroları'nın Devlet Tiyatroları mali hükümlerine tabi olduğunu yasalaştıran bir madde eklemek veya Şehir Tiyatroları Yasası'nın da, Devlet Tiyatroları Yasası ile aynı gün, aynı tarihte Meclis'ten geçirilmesi külfetine katlanmak zorundadır. Yazının başından beri beni sevimsiz kılan, hedef tahtası yapan, menfaatlerini kendilerinden kat kat fazla düşündüğüm genç tiyatrocular tarafından yanlış anlaşılmama neden olan (mesela, dinozor gibi); doğrucu yanımı susturmaya çalıştım, başaramadım. Biz Birim Tiyatroları denedik. Olmuyor. Zamanla, kalite ve seyirci düşüyor. Oyuncu ve yönetmen kardeşlerim, inanın, herkes her rolü oynayamaz. Seçimle gelen hiçbir Sanat Yönetmeni, hele üç yıllık repertuarını saptamışsa; başarısını tehlikeye atıp, ikinci sınıf bir role atadığı yetenekli bir sanatçısını, başrol için başka bir birime göndermez! Bir büyük ödenekli tiyatroda bile, bazı önemli rolleri oynayacak sanatçı sayısı, üçü beşi geçmez. Bu sanatçılar o birimde değilse, koyunun yerine keçiye "Abdurrahman Çelebi" denir ve bu da seyircinin, kurumun ve tiyatro sanatının incinmesine sebep olur. Hem vallah, hem billah; bir büyük rol için bunca zillete katlanmaya değmez.

pe cy

a

tiyatro adamları" semineri düzenledi. Amaç, tiyatroların Jm sorunlarını konuşmak; düşünce ayrılıklarını ve kısa adeli çıkar hesaplarını bir yana itip uzlaşarak; hüküme3, hatta devlete, bu sanat dalının geleceği için sağlıklı politikalar uygulanmasını sağlayacak bir raporun hazırlanması idi ve orada bu yapıldı. Raporun en başında yer alan en önemli istek ve düşünce; tiyatroların tiyatrocular tarafından seçilen kişilerce önetilmesi zorunluluğu idi. Bu karar oybirliği ile alındı; çünkü, tersi durumda tiyatrolar, hükümetler, belediyeler ve medya tarafından, politika veya ticaret malzemesi gibi düşünülüyor ve sonuçta ya "arpalığa" ya da "seksle karı­ık eğlence show"una dönüşüyordu. İşte bu yüzden, Devlet Tiyatroları Yasa Tasarısı'ndaki, Birim Tiyatro yönetiminin seçimle sağlanması hükmü, iftihar edilecek bir devrimdir. Emeği geçen herkesin ellerini saygıyla öpelim. Tabii burada asıl amaç, Genel Müdürlük Yönetim Kurulu'nun da seçimle işbaşına getirilmesi olmalı. Ancak bu noktada Genel Müdürlüklerin kurulması ile ilgili mevzuatı ve daha da öte bürokrasi imparatorluğunu aşmak mümkün değildi. Ayrıca bu yasanın çıkmaması için, (politikacıların değil) tüm büyük bürokratların kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarına inancım tamdır. Bu tasarının, Şehir Tiyatrolarımı yaşamsal boyutta ilgiendiren bir yanı var; 657 sayılı Personel Yasası'nın Ek Seçici 12. Maddesi'ni yürürlükten kaldırması: Yasa koyucu 1970'te, tarihi bir kurum olan Şehir Tiyatoları'nı korumak amacı ile; aynı kültür hizmetini verdiği düşüncesi ve "eşit işe eşit ücret" prensibinden hareketle, Şehir Tiyatroları'na yapılacak ödemelerin, Devlet Tiyatro-

denlerle tıkanmalar ve aksamalar olmaktadır. Bu nedenle Devlet Tiyatroları Yasası'nda değişiklik gereklidir. Devlet Tiyatroları'nı aşırı merkeziyetçi bir yapıdan kurtarmak gerekir. Merkeziyetçilik, yönetimin hantallaşmasına, sanat etkinliklerinin veriminin azalmasına yol açmaktadır. "Birim tiyatro" modeli bu doğrultuda elverişli bir model diye kabul edilmektedir. Uzun süredir beklenen "bölge tiyatroları" modeli tam gelişememiştir. Henüz deneme aşamasında olan birim tiyatro modelinin başarısı, Devlet Tiyatroları yönetimine bir ufuk açacaktır. Ben, bu konuda çok iyimser olduğumu söyleyemem. Ancak, bu denemeyi daha ilk aşamada mahkûm etmek doğru olmaz. Bu nedenle uygulamayı beklemeliyiz. Bence asıl önemli olan "Tiyatro Çerçeve Yasası" ile sağlanmak istenen yeniden yapslanmadır. Bu tasarı tüm ti-

yatro çalışmalarını içerecek bir genel düzenlemeyi öngörmektedir. Yine bu tasarı toplumun genel sanat ve tiyatro etkinlikleri ile ilgili olup, genel sanat ve tiyatro politikalarını belirlemeyi ve düzenlemeyi hedeflemektedir. Bu alanda siyasal iktidarların değişken ve buyurgan tutumlarına, güdümleme heveslerine karşı özgürlük ve sürekliliği sağlayacak bir özerk kurum, etkinlikleri topluma mal edecektir. Sanat için gerekli olan özgürlüğü, değişikliği sağlayabilecektir. Kültür ve sanat yaşamı açısından gelişmiş kimi ülkelerde denenmiş ve başarılı olmuş bu modelin ülkemizde de uygulanması doğru olacaktır. Kültür Bakanlığı'nca da benimsenmiş gözüken bu anlayışın bir noktada kilitlendiği anlaşılıyor. Çünkü bu konudaki yasa çalışmasına ilişkin herhangi bir gelişme yok.


vicdani' nin vicdanı Burç TAN

G

ÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM

ADANA DEVLET TİYATROSU Yazan: Haldun TANER Yöneten: Özdemir NUTKU Müzik: Cem İDİZ Sahne Tasarımı: Haluk IŞIK

pe cy a

Giysi Tasarımı: Funda KARASAÇ

• Ö. Nutku, yıllardır Türk Tiyatrosu adına çok değerli çalışmalar yaptı­ nız. Şimdi de Devlet Tiyatrolan'nda, İzmir'den sonra ikinci rejinizi Adana Devlet Tiyatrosu'nda yapıyorsunuz. Bu iki çalışmanız ışığında reji anlayışınızı kısaca anlatır mısınız lütfen? Elbette; ilk önce şunu söylemek istiyorum: Her iki Devlet Tiyatrosu'nda da yaptığım çalışmalardan memnunum; hem çalıştığım kadroyla belli bir uyum sağlamamdan, hem de sonuçta çıkan oyundan; doyurucu olmasından dolayı memnunum. Benim çalışma yöntemimde aktör önemlidir. Tiyatronun iki temel unsurundan birinin aktör olduğu kanısındayım. Yönetmen, oyuncuların başında bir diktatör, onları güden bir çoban değildir. Oyunculara ipuçları veren, yorum bütünlüğü sağlayacak birtakım yolları gösteren kişidir; estetik bütünlüğü sağlamak için oyunculara, yalnızca onların yöneleceği hedefleri gösteren bir kimse. Ondan ötesi, yaratıcılıklarının ortaya çıkması, oyunculara aittir. Oyuncuların bence, kendi üzerlerine aldıkları rolleri düşünmeleri, işlemeleri ve bunu sahne üzerinde denemeleri gerekir. Mutlaka her bulunan, her düşünülen, her hissedilen doğru olmayabilir. Ama sahnede, provalar boyunca denene denene bunların en doğrusuna erişilir. Çünkü soru işaretleri daima yeni bir yaratıştan

Işık Tasarımı: Cemal YANIK Danslar: Tufan KAYTMAZ Oynayanlar: Yunus Emre

BOZDOĞAN, Volkan SOYULMAZ, Sibel ÖZER, i. Şener KÖKKAYA,

Tevfik TARHAL, Necmettin AMAÇ, Tansu KONURALP, A. Galip

ERDAL, Mustafa KURT, Aysel

Çakar KARA, Süreyya KİLİMCİ, Elif ERDAL, Tayfun ERARSLAN

sonra gelir ve yaratış yeni sorunlar getirir. O nedenle yönetmen, mümkün olduğu kadar, oyuncuların kendi yaratıcılıklarını kendilerine bırakmalıdır.Böyle çalışıyorum. Ben, okuma prova larını da doğrudan doğruya sahne üzerinde yapıyorum; yani, bir masabaşı çalışmasında bir hafta-on gün süre böyle bir prova tarzına da karşıyım. Bu benim fikrim tabii. Herkesin kendi ça lışma yöntemi vardır. Okuma prova sında, oyuncuları sahneye ellerinde tekstlerle çıkarmakla, onlara mekân duygusunu önceden vermiş oluyorum Bu mekân duygusu içinde, oyuncuların kendi rollerini daha iyi tanıdıkları ve aynı zamanda daha çabuk ezberlediklerini de biliyorum. Bundan sonra; aktörleri bir süre kendi başlarına bıra kıyorum. Yorumdan herhangi bir sapma olursa müdahale ediyorum, iyi bir şey getirildi mi destekliyorum. Elbette oyunun genel düzeni bana ait ama, aktörlerin yaratışları, getirdikleri renklerden, kendi yetenekleri ve çalışmalarından kaynaklanıyor. Böylece aktör de sahne üzerinde kendi yerini daha iyi kavramış oluyor. Yönetmeni, hiçbir zaman bir trafik memuru gibi görmeme liyiz. Şuradan geç, buradan gel, şuradan atla değil. Yönetmen genel rekonsepsiyonunu verir. Sonrasında, oyuncular nasıl gideceklerini, nasıl atlayacaklarını, seçeceklerdir. Böylece


a

oyundaki tabloların değişimi, şarkılar, danslar yine bir kabare tiyatrosu özel­ liği gösterir. Sanıyorum ki, Haldun Ta­ ner bu oyunu yazarken ileride özel bir kabare tiyatrosu yapmayı düşünüyordu. Daha önceki Keşanlı, Ayışığında Şamata gibi oyunlarıyla kabare tiyatrosu arasındaki büyük köprüyü bu oyunla böylece kurmuş oluyordu. • Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Türkiye'nin Meşrutiyet'ten 12 Mart'a kadarki bir kesitini sergilediğini söylediniz. Oyunda geçen olaylarla günümüz Türkiyesi arasında kurduğunuz paralellikler var mı? Gayet tabii var, yoksa güncel olmazdı bu oyun; hâlâ günceldir. Ustayı 1986'da yitirdiğimiz halde, 1994 Türkiyesi'nde söyleyecek çok şeyleri vardır Haldun Taner'in. Bu da, 1908 Meşrutiyetinden bu yana, topluma egemen olan zihniyetin çok değişmediğinin göstergesidir. Eğer bir genelleme yapacak olursak, elbette istisnalar, bunları görenler ve eleştirenler vardır. Toplumun pasifliğini Vicdani temsil etmektedir. Yani, toplumun üyeleri birer Vicdani gibidir. Hepsi, saflığı ve temizliği ile her şeye inanan bir topluluğu oluştururlar. Öbür tarafta Efruzlar, yani bu saf vatandaşları daima tongaya düşürüp kendi çıkarlarını düşünenler vardır. Bizim toplumumuz için bu, aslında önemli, insani bir sorunsaldır. Haldun Taner, çok ilginç bir biçimde, burada hedefi 12'den vurmakta; bizim insanlarımızın anatomisini çıkarmaktadır; tabii biraz abartarak yapıyor bunu. Taşlamaya yönelik olduğu için bunun tipik taraflarını, sivri uçlarını göstererek yapıyor. Ama o, sivri uçlarını gösterse de, seyircinin etki altında kalmasına neden olan bu oyunun inandırıcı olması ve doğru şeyler söylemesidir. Bugün neler var? Elbette hayali ihracat, köşeyi dönmek için türlü dolapla-

pe cy

ok daha uyumlu ve kollektif bir çalış­ la ortaya çıkmış oluyor. Şimdiye kadar yapmış olduğum altmışın belki de yetmişin üstündeki çalışmada da hep bunu uyguladım ve başarılı olduğum anaatindeyim. I Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaarım'ın Haldun Taner'in oyunları içinde özel bir yeri ve önemi var mıır sizce? Tabii var. Çünkü bu oyun Haldun Taner'in kabare tiyatrosuna geçişindeki köprüdür. Haldun Taner'in bundan sonraki oyunları kabare tiyatrosu için­ir. Gözlerimi Kaparım bunun ilk denemesidir. Tam olarak kabare oyunu gibi yazılmamıştır; kabare tiyatrosunu anımsatacak, ona birtakım yollar açarak özellikleri vardır. Oyun, uzun bir süreyi; Meşrutiyet'ten 1972, 12 Mar'na kadar olan bir dönemi kapsar, ilginç taraflarından biri; kabare tiyatrosu olma özelliğinin bir yanı da, burada olumlu kahramanın olmamasıdır, iki önemli karakter, Vicdani ile Efruz, olumsuz kahramanlardı. Efruz her ne kadar yanlışı, Vicdani doğruyu simgeler gibi görünürse de, yanlışları onu olumsuz bir kahraman durumuna getirir. Buradaki tek olumlu temsilci, Haldun Taner'in ağzından konuşan anlatıcıdır. Anlatıcı bunların üstünde, bütün bu yanlışları, sorunları gören; Haldun Taner'in sanki o hafif ve silik tebessümüyle halka anlatan; halkın yorumlamasına yardımcı olan bir kailizör gibidir. Efruz daima Vicdani'ye egemendir; yani, ezen ezilene daima egemendir. Bu iki simge kişiyle, 1908 Meşrutiyeti'nden 12 Mart'a kadarki bütün toplum olayları ve birçok sorun sergilenir. Kabare tiyatrosunda bir kahraman yoktur; antikahramanlar, olumsuz kahramanlar vardır. Bunlar yoluyla bir toplumun eleştirisine ya da siyasal eleştiriye gidilir. Aynı şekilde

rın çevrilmesi, rüşvet, çıkarlar nedeniyle birbirini tutma, vatan millet sözlerinin arkasında vatanı milleti satma, çıkarları için her şeyi yıkma, inkâr etme, sağlıklı düşünememe... Hepsi bu oyunun içinde var. Bunun için oyunun son derece güncel olduğu kanısındayım. Bütün her şeyiyle bu oyun, bugünün sorunlarına ışık tutmaktadır. • Özellikle medya konusuna... Elbette, medya konusu da var, yani hemen her türlü konu var burada. Onun için çok sevdiğim bir oyun bu. Sanıyorum ki seyirci de bu oyunu büyük bir hazla seyredecek. • Sayın Hocam, biraz da bu oyundaki dekor ve kostüm anlayışından behseder misiniz? Haldun Taner bu eleştirisini, naif bir atmosfer içinde gösteriyor. Naifliği kullanması gerekiyordu; çünkü bu naiflik yığınlara, kalabalık seyirciye, sokaktaki adama daha çok hitap edebilir, yönelebilir. Onun için ben de bu oyunu bir çocuk bahçesinde geçiriyorum; kaydıraklar, dönme dolaplar, salıncaklar, tahterevalliler. Böylece, sanki bütün çocuklar parkta oynuyorlarmış gibi bir hava vermek istedim. Aslında çocuk oyunu, çocuk parkı çok saf bir şey. Özellikle naifliği vurgulamak için kullandığım bu malzemeler, oyunun verdiği eleştiride de işlevsel oldu. Bütün bunların bazı sözleri vurgulamada, bazı sözleri işaret etmede, bazı eleştirel yaklaşımları renklendirmede büyük yararı oldu. Keşke imkân olsaydı da bir sirk atmosferi kurabilseydik; bir çadırın içinde trapezcileri, soytarıları, cambazlarıyla. Çünkü Haldun Taner de, sanıyorum, burada büyük bir sirki göstermiştir. Gerçi sirkten bahsetmemiştir ama, Gözlerimi Kaparım'daki olaylar ancak bir sirkte geçebilecek olaylardır.


keramet kimde? Hüseyin ERDOĞAN

TOPUZLU DİYARBAKIR DEVLET T İ Y A T R O S U Yazan: Hidayet SAYIN Yöneten: B. Emin YARAR Sahne Tasarımı: Haluk IŞIK Giysi Tasarımı: Birsen SALAHİ

cy a

Işık Tasarımı: İzzettin BİÇER

Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nda oynanan Topuzlu oyunu üzerine yönetmen Bülent Yararla konuştuk. • Neden köy oyunu? Hidayet Sayın, Topuzlu'yu 1960'lı yıllarda yazmış. O zamanki duruma uygun değerlendirmelerde bulunmuş. Oyunu köyde geçirmeyi tercih etmiş. Ben de oyunu değerlendirirken köyde kaldım. Oyundaki evliyalık temasının şu an şehirlerde de geçerli olduğunu görüyoruz. Teknolojinin her yönüyle köye girdiğini düşünerek, oyuna televizyon soktuk. Oyunumuz, medyumlarla, tarotlarla başlıyor. Neredeyse herkesin geleceği güven altında. Çevir numarayı geleceğini öğren. Araban, paran mı kayboldu? Dokuz yüz dokuz yüz, en hakiki dokuz yüz... Herşeyi bulan insanlar türedi. Olay köyde geçiyor ama, bu evliyalık olgusu günümüzün gerçeği; en korkutucu gerçeği. Oyunu günümüze taşıdık böylece.

pe

Oynayanlar: Hilmi MUTAF, Suna SELEN, Sibel AĞALDAY, Mithat ERDEMLİ, Murat ÇIDANLI, Yaşar ÖZVERİ, Servet PANDUR, Harun ÖZER, Sanlı BAYKENT, Burak SAYAR, Can KARADAĞ, Feride KIZIL, Mehmet Yasin KIZIL, Abdi DENİZ

• Oyunda Molla Veli'nin elinde televizyon kumandası var? Bu onun kişiliği ile çelişmiyor mu? Molla Veli'ye kumandayı vermek özel bir amacı gündeme getiriyor. O kumanda bir mektebin ürünü. Onun "Mektebe ne gerek var" dediği "mektebin" ürünü. O okula karşı ama, bilimin ürününü canı isteği zaman kullanıyor. Hayatta da böyle değil mi? • Oyunda çatışanlar Topuzlu ve Molla Veli, siz Topuzlu'dan yana mısınız? Ben taraf tutmama gibi bir mücadeleye girdim. Gerçi oyunda Topuzlumun çocuksu sevimliliği öne çıkıyor ama ben bunu da engellemek istemedim. Molla Veli metinde biraz karikatürize edilmiş; ben daha insana yakın ele aldım onu. Çünkü, Topuzlu'yu Topuzlu, Molla Veli 'yi molla yapan etrafındaki insanlardı.

• Topuzlu'yu evliya yapan olayla nelerdi? Bir fırsatçılıktı bu. Daha önce, Topuzlu ve Molla Veli ava çıkmışlar. ikisi de kuşa aynı anda ateş ettiği halde, Molla Veli, kuşu kendisini vurduğunu söylemiş köylüye. "Topuzlu'da iş kalmadı gayrı" demiş. Köylünün diline düşmüş Topuzlu; bu olay onu çok üzmüş. Daha sonra köyde kuraklık baş gösterir, bütün köylü, inandıkları Molla Velinin arkasından yağmur duasına çıkarlar. Molla Veli üç gün sonra yağmur yağacak der yağmaz. Üstünden üç kere üç gün geçer. Romatizmalı Topuzlu'nun sızıları baş lar. Kahvedekiler güneşli havada onu şemsiyeyle görünce alay eder ler. Topuzlu "Rahmet yağacak bu gün" der ve yağar. • Topuzlu'yu evliya yapan roma tizmaları desenize? Evet. Artık köyde "number one" olma sırası ona gelmiştir. Takke bir elden ötekine geçiyor. Daha doğrusu Topuzlu kuyuya bir taş attı, bir köyli onu çıkarmaya çalıştı; Topuzlu'yu evliya yaptı. Ama bu insanları olum suzlamıyoruz. Çünkü bu insanlar çaresiz. Kent insanı da öyle değil mi' Bir umutsuzluk içindeler. Artık dün yaya at gözlüğüyle bile bakılmıyor. Kapkara gözlükler takıyor insanlar göz göze gelmemek için. • Oyun güneşin doğusuyla başlar (daha doğrusu önoyun) fonda bi çocuk kaval çalıyor. Evet. Bu metinde de var zaten. İnsanların güdülme alışkanlıkların; eleştiri getirmek istedim. Zaten Molla Veli "Bu millet koyun sürüsü gibi diyor.. Molla Veli'ye bu sözleri söyleme gücünü peşindeki insanlar veriyor. • Topuzlu'nun karısı Halime'nin


a

rundadır" demişti. Ben tiyatroya hep böyle bakıyorum. Köy oyunu oyunculara pek sanatsal gelmiyor. Ben buna katılmıyorum. Bu işe gönül vermiş yazarları, tekst ne olursa olsun, yüreklendirmek, güçlendirmek; onlara gerektiği kadar eğilmek zorundayız. Türk oyun yazarına saygı duymak, yeni eserler çıkarmasına yardım etmek zorundayız. Yazar çıkmıyor demek işin kolayı. • Oyunu, Topuzlu ve Molla Veli'den sonra, tekrar bir imam olan "Yusuf Hoca'yı çağıralım"la bitiriyorsunuz? Umutsuz bir son değil mi? Değil. Köylünün devam eden bir çaresizliği var. Onlar böyle insanlara muhtaçlar. Kullanılacaklar ama ne

pe cy

a t a k l ı ğ ı n a karşın, Fadime karakteri silik ve sönük görülüyor. Fadime doğurgan değil. Kırsal kültürün kendisi bu. Toprak doğurgan değil; Fadime de değil. Kuru toprak, kısır insan; ikisi de matah değil orada. Asıl Anadolu kadını Halime; doğurgan ve anaç. Fadime böyle değil ve horlanıyor. Biz değil, o kültür zorluyor onu. I Biraz da oyunun dekoru ve oyun dilinden söz eder misiniz? Benim düşüncem, ilk provadan oyun çıkana kadar dekoratörle birlikte çalışıp, birlikte üretmek. Daha doğrusu bütün plastikçi arkadaşlarla aynı şeyi yapmak. Bence tiyatro her şeyiyle kollektif bir sanat. Ben bunu istediğim gibi yaşayamadım; dekorumuz stilize. Böyle olmasını ben iste­edim. Oyun gökdelende geçiyorsa, onlarca katlı bina dikmek gerekmez. Seyirci biliyor oranın tiyatro olduğunu; biliyor ki oyun seyrediyor, Yazar, Ege yöresi aksanı kullanıyor. Ben arkadaşlarımı serbest bıraktım. benim için yöre ya da kent önemli değil. Önemli olan insan ve insanın sorunuydu, insan her yerde insandır; köyde de kentte de. • Genel tiyatro anlayışınız içerisinde Topuzlu'yu nasıl buluyorsunuz? Okul yıllarımda bir hocam, genç bir yazarın oyununu getirdi. Oyunu hiç birimiz ciddiye almadık. O, "Arkadaşlar bir oyuncu ya da yönetmen önüne gelen her metne gereken ciddiyeti ve hassasiyeti göstermek zo-

miletos güzeli. Diyarbakır Devlet Tiyatrosunda 17 Mart'tan bu yana Miletos Güzeli adlı oyun sergilenmeye başlandı. Oyunu Terentius'tan uyarlayarak yöneten 0. Coşkun Irmak anlatıyor: Miletos Güzeli, Antik Yunan komedya yazarlarından Menandros'un Perinthos Güzeli adlı oyunu ile başlayan, Roma dönemi komedya yazarlarından Terentius'un Andros Güzeli adlı oyunu ile gelişen bir sürecin -şimdilik- son halkası. Doğaldır ki, bu bilinebilen, izlenebilen bir süreç. Tiyatro tarihinin uzun ve bilinmezlerle dolu geçmişi içinde, bu sürecin birer halkası olmuş, fakat bugün unutulmuş olan başka yazarlar ve oyunlar da olabilir elbette. Bu sürecin bir yerlerine ilişebilme isteği ve çabasının yarattığı heyecan, başlı başına bir güzellik! Miletos Güzelinin tüm Diyarbakır Devlet Tiyatrosu çalışan-

yapsınlar. Kentli de öyle. 900lü numaraları çeviriyorlar. Savaşlar oluyor, çocuklar ölüyor, kadınlara tecavüz ediliyor. Bütün bunlar yaşanırken insanlar paralarını medyumlara veriyor. "Gelecek ne olacakmış? Aslolan bugünün gerçeği, ona eğilmek lazım. Belki umutsuz ama, değişen hiçbir şey yok, 1960'la 1994 arasında. • Siz bir oyuncusunuz. Yönetmenlik mi, oyunculuk mu? Sadece şunu söyleyeyim: Rejisörlük hoş bir duygu, tabii oyun seyrederken. Ama bir oyuncunun yönetmen kadar düşünmesi, yönetmen kadar kafa yorması taraftarıyım. Oyuncu da oyunu çözmeli, anlamalı.

larının yaratısı olduğunu söylemek abartı olmaz. Sanatçı ve teknik elemanların hemen hemen tamamı bu oyunda rol alıyor. Köleler, yosmalar, pazarcılar, aşıklar insanın zaaf anlarını büyütüp, altını çizerek ortaya koyuyor, güldürüyor. Aynı anda, tiyatronun çocuksu zamanlarına ait trükler, bizi zaman içinde yolculuğa çıkarıyor. Sahnede kendi kendine konuşan, iç hesaplaşmasını yüksek sesle yapan oyun kişileri, müthiş tesadüflerle o an orada bulunan ve hiç duymaması gereken bir konuşmayı duyanlar, birden ortaya çıkan ve sorunları çözen insanlar... Gülmeyi çok istiyoruz, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu çalışanları ve tüm Diyarbakırlılar. Bu isteğimizin bu oyunda, tiyatro salonumuzda gerçekleştiğini coşkuyla görüyor, yaşıyoruz. Bu duygunun tüm Türkiye ve altmış milyon insan için bizzat yaşamda gerçekleşmesini ve kalıcı olmasını istiyoruz.


Çukurova'da yeşeren filiz Burç TAN

ADANA GÖSTERİ SANATLARI M E R K E Z İ Yazan: Orhan KEMAL Oyunlaştıran: Ersan UYSAL Yöneten: Şener KÖKKAYA Müzik: Grup Merdiven Sahne Tasarımı: Murat DİKEL

Işık Tasarımı: ilker YAŞAR Oynayanlar: Burçin Börü

cy

Giysi Tasarımı: Grup Çalışması

"Gerçekçilik, içinde yaşadığın topluma yer yer ayna tutmak değildir. Asıl gerçekçilik, asıl yurtseverlik, içinde yaşadığın toplumun bozuk düzenini görmek, bozukluğun nereden geldiğine akıl erdirmek, sonra da bu bozuklukları ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Yurtseverlik, yurdunun insanlarını sevmek, yani insan gibi yaşamalarını sağlamaya çalışmak, buna engel olanlarla savaşmaktır." • Sayın Şener Kökkaya, Orhan Kemal'in aynı adlı romanından oyunlaştırılan Bir Filiz Vardı adlı oyunu kısaca özetler misiniz? Orhan Kemal'in hayatından bir kesit diye bakabiliriz. Çalışan, üreten sınıfa mensup Filiz isimli bir kızdan etkilenmesi ve onu etkilemesidir. • Bu etkilemeye bir nevi sosyal bilinçlendirme anlamı yüklenebilir mi? Filiz'in çalıştığı yerdeki cinsel tacizlere ve ekonomik baskılara karşı içgüdüsel tepkileri, birkaç aydın insanla tanıştıktan sonra, yavaş yavaş toplumsal bilinçlenmeye doğru bir gelişim göstermektedir. • Yukarıda bahsettiğiniz cinsel taciz ve ekonomik baskılar gibi konularda günümüzle paralellik kurdunuz mu? Tabii; bu kaçınılmazdı. • Peki bu paralelliği kurarken günümüzde temel aldığınız örnekleriniz nelerdi? Büyük mağazalarda çalışan genç kızlar, ancak bir ay çalışarak bu sattığı mallara sahip olabiliyorlar. Ama her gün, müşteriden daha şık ve albenili görünmek zorunda oldukları için ya cinselliğini kullanmak ya da kazandığı parayı -kapalı ekonomi gibi- ürettiği yerde tüketmek zorunda kalıyorlar. Bunun başka bir aşaması daha var ki; eve gidildiği zaman asıl ait olunan ye-

a

BİR FİLİZ VARDI

ÖZYUMUŞAK, Cengiz ALTINDAĞ, Erdal CİNDORUK, Rabia DİNÇ,

Müge YILMAZ, Akil YILDIRIM, Ali

pe

Haydar BOZKURT, Muhittin

YEŞİLOVA, Hakan HANÇERLİ, Ali DARBAŞ, Ganime ÖZPINAR,

Koray ADIBELLİ, Fatih GÜLNAR, Salih AKBANLI, Haluk ERSERİN, Cumhur SARI, Uğur

BÜYÜKAKINCAK, Fatih GÜLNAR, Muzaffer KIRIKKALP

rin giysilerine bürünülüyor. • Romandan uyarlanmış bir oyun çalışmanın zorlukları nelerdir? Benim bir şansım rahmetli Orhan Kemal'i tanımış olmamdır. Bütün romanlarını okudum. Eskici Dükkânı v 72. Koğuş adlı oyunlarında oynadım Bunlara ilaveten, Ersan Uysal'ın kıvrak zekâsıyla çok iyi uyarlamış olduğı bir metin elime geçtiği için, bahset mek istediğiniz o klasik zorlukları ya şamadım. • Sayın Kökkaya, sözlerinizden Orhan Kemal'in eserleri hakkında geniş bir bilgiye sahip olduğunuz anlasiliyor. Orhan Kemal tiplerinin kısa bir değerlendirmesini yapar misi nız? izin verirseniz bunu oyundan, Orhan Kemal'in kendi kaleminden aldığımı; bir bölümle yapalım: "Romanlarımda şimdiye kadar yığınla işçi, köylü tipleri çizdim. Bu tipler düzensiz bir toplumun yarattığı zorunlu sonuçlardı. Yüzyıllar boyunca dünya romanı, yüzde doksan sekiz bu tipler işlemiş. Çağımız romanı da aynı yöntemi izlemeli. Bozuk düzene ve kader lerine boyun eğmeyen, eğmemesi gereken tipleri çizmemeli miyiz? Filiz gibi, içinde yaşadığı toplumun kemikleşmiş çarpıklıklarına baş kaldıran tipler... Bizim yazınımıza, bizim toplumumuzun el etek, hatta ayak öpen, korkak, bireysel çıkarları için alabildiğine alçalan, teslim olmuş tiplerinin yanında; teslim olmamış, baş kaldıran, kötülüklerle kıyasıya savaşabilmek için örgütlenme bilincine ulaşmış tiplerin de konu edilmesi gerek." Gösteri Sanatları Merkezi'nin hazırladığı Bir Filiz Vardı, Şubat'tan bu yana, Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu'nda sergilenmektedir.


cy a

pe


hangisi sahtesi Nalân ÖZÜBEK

İSTANBUL

DEVLET

OPERA

BALESİ

VE

Yazan: Ken LUDVVIG Çeviren: Sevgi SANLI Yöneten: Adrian BRINE Müzik Yönetmeni: Serdar YALÇIN Piyano: Arın DENİZAŞAN Sahne Tasarımı: Erkut UZELLİ Giysi Tasarımı: Şanda ZIPÇI Işık Tasarımı: Metin KOÇTÜRK

pe cy

Oynayanlar: Timur DOĞANAY,

İstanbul Devlet Opera ve Balesi Adrian talıklarda dolanıyor, sarhoşken kase Brine yönetmenliğinde bir oyun şergili- bada çıkardığı olaylardan dolayı poli yor. Bir Tenor Aranıyor. Türkiye'de peşinde, onlardan saklanıyor. Değişik ikinci kez oyun yöneten rejisör A drian Bri- hanımlar değişik tenorlara randevular ne'la görüştük. veriyor ve tüm bu karışıklıklar ortaya • Sayın Brine, Bir Tenor Aranıyor'u oldukça komik sahneler çıkarıyor. bize özetler misiniz? • Bu rejiyle, bir tiyatro oyunu sahOyun bir müzikal komedi; fars da dinelemek arasında ne tür bir fark yebiliriz. Bir müzikholde geçiyor. var? Hangi noktalara dikkat edilme Ufak bir kasabada yapılacak gala si gerekti? gösterimi için italya'dan gelen ünlü Opera'daki arkadaşlar için sanırım bu bir tenorun hikayesini anlatıyor. Teyeni bir deneyimdi, şarkı söylemekte nor, önce kayboluyor, daha sonra çok oynamak. Hareket halindeyken provaya geldiğinde çok sarhoş olduşarkı söylemeye de alışkın olmadıklağundan gösteriye çıkamayacağını berını sanıyorum. Onlar genellikle sahlirtiyor. Ancak, gösterinin iptal edilneye gelip şarkı söylüyorlardı. Bu mesi mümkün değil, herkes onu alışkanlığı kazanmalarına özen gösbekliyor, salon dolu. Bu arada yakın terdik. çevresindeki bütün hanımlar kendisiBen de daha önce hiç böyle bir oyun ne büyük bir ilgi gösteriyorlar. Tenoyönetmemiştim, müzikli komediler run gösteriye çıkayönettim ama, bu farklı. mayacağı anlaşılınTempo çok önemliydi. Bir futbol oyuca, prodüktörün yanu gibi sürekli hareket halinde ve ekip nında çalışan ve seanlayışıyla çalışıldı. Nasıl ki bir futbol si çok güzel olan, maçında futbolculardan biri pas ver çok iyi şarkı söylemezse, en iyi golcü bile gol atamaz yebilen ufak bir bu oyun da öyleydi. memur, onun yeri• Bu türde ilk defa uygulanan bir ne geçiyor. Giysileçalışma. Nasıl değerlendiriyorsu riyle, makyajı ve peruğuyla onu aynı nuz? tenora benzetiyorOperanın böyle değişik şeyler denelar. Hanımlar bu mesini çok olumlu buluyorum. Bu sefer onun etrafınAvrupa'da bile yerleşmiş bir şey de da dolanmaya başgil. lıyorlar. Hepsi ranBu oyun yaklaşık üç yıldır Londra'da; devu verebilmek sahneleniyor ve büyük bir başarı elde için can atıyor. Bü­ etmiş durumda. Ancak orada, opera; yük bir opera sasanatçılarıyla yapılmadığı için, daha natçısı olması ve çok, şarkı ve arya kullanılmış. Zafer yurtdışında büyük Devlet Operası da bu nedenle oyunur konserler vermesi opera sanatçılarıyla sahnelenmesin bu ilginin en önemistedi ve burada oyuna şarkıdan daha; li nedeni. Gerçek çok yer veriyoruz. Böylelikle tiyatro iztenor da sürekli orleyicisinden de ilgi görme şansın

a

I BİR TENOR ARANİYOR

Müjgan ÖZÇAY, Faruk GÖKER,

ilhami UYANIK, Ayşe İKTU, Bülent ATAK, Serap AKSOY, Nursel ÇELİK


tiyatroda bir balerin: serap aksoy

• Sayın Serap Aksoy, bildiğimiz kadarıyla Bir Tenor Aranıyor rol aldığınız ilk tiyatro oyunu. Bu çalışmayı mesleğiniz olan bale sanatı ve sinema oyunculuğu ile karşılaştırır mısınız? Sanatın bütün dallarını birbirinin ayrılmaz parçası diye düşünüyorum. Yaklaşık 16 yıllık bale sahne hayatım ve 12 yıllık sinema oyunculuğu deneyimim, tiyatro yapma zeminini oluşturdu. Özellikle bu ilk çalışmanın kendi kurumum olan Devlet Opera Balesi Sahnesi'nde olması ayrıca sevindirici. Birlikte çalıştığım İngiliz yönetmen Adrian Brine'nın katkılarıyla tiyatro sahnesiyle buluştum. Oyunculuk temelde pek değişmiyor, ama sinema ve tiyatro oyunculuğu bazı farklılıklar içeriyor. Sahneyi her zaman daha riskli ve zor buluyorum. Tiyatro uzun süren provalar gerektiriyor, sinemada daha kısa anları daha kısa provalarla gerçekleştirmek durumundasınız öte yandan tiyatroda bir hata yapılması halinde geriye dönme şansınız yok, oysa sinemada tekrarlama şansınız daha fazla. Tiyatro sahnesinde canlı insan gözleriyle karşı karşıyasınız ve bu çok heyecan verici bir şey, oysa sinemada karşınızda bir kamera var, o an konsantre oluyorsanız milyonlara ulaşıyorsunuz. Asal işim balenin bir karakter yaratma sürecinde çok büyük yararlarını gördüm; gerek beden kullanma, gerek disiplin açısından. Bugüne kadar sinemada canlandırdığım roller genelde drama ağırlıklıydı ve her zaman bir komedide oynama özlemi içindeydim. Tiyatro sahnesine bir komedi oyunla merhaba demenin ayrıca keyfini yaşıyorum. • Oynamayı çok istediğiniz bir karakter veya bir oyun var mı? Şu aşamada hayalini kurduğum bir oyun yok, ancak birlikte çalışmayı düşündüğüm yönetmen ve oyuncularla oynama şansını yakalayabilirsem çok sevinirim. Oyunculuğu yaşama biçimi olarak ele aldığım için tiyatrodan da sinemadan da gelecek teklifleri her zaman seçerek değerlendireceğim.

pe c

I O halde bu sizin Türkiye'deki ikinci rejiniz? Evet, ancak yirmi üç yıldır düzenli larak geliyorum, tatillerimi hep bu­­da geçiriyorum. Türkiye'nin hemen emen her yerini gezdim ve çok seviyorum, o nedenle çalışmak üzere tek­­­ çağırıldığım için çok mutluyum. I Yaşadığınız ülkedeki tiyatro çalışmalarınızı öğrenebilir miyiz? Belçika ve Hollanda'da yaşıyorum, iki ayrı ülkede iki ayrı yaşantım var denilebilir. Belçika, Brüksel'de Le Rideau e Bruxelles'de yirmi sekiz yıldır yun sahneliyorum. Son yönettiğim yurtların arasında Tom Stoppard'ın Arcadia adlı oyunu ve Christopher lampton'un White Chameleonu ar. Hollanda'da değişik tiyatrolarla alışıyorum. Orada da Shakespeare'den, Pinter'dan, Ayckbourn'dan oyunlar sahneledim. Son olarak İngiltere'de yönettiğim oyun, Victor Hlavkin'in yazdığı Cerceau, bir Rus yunu. I İleriye yönelik projeleriniz var

ya

yükseltmiş oluyoruz. I Biraz da sizi talyabilir miyiz? Bu oyunu yönetmemi, 1985'te Dormen Tiyatrou'nda Hangisi Karısı adlı oyunu yönettiğim için teklif ettiler. Buna enzer bir oyunu, Opera da bu oyunu düşününce Osman Şengeer'in önerisiyle, yönetmem için beni getirdiler. Dev­­t Operasının baş dekoratörü olan engezer, Hangisi Karısının sahne tasarımını yapmış-

mı?

Evet, Belçika'da David Mamet'in Olenna'sı ile Graham Greene'nin Traels With My Aunt adlı oyununu sahneleyeceğim.


paris

mektubu

G e o r g e s DANIEL

Moliere'in Don Juan'ının Comedie Française Devlet Tiyatrosu'ndaki bu mevsim sahnelenen yen temsili birçok açıdan ilginç. Genellikle Moliere'in en önemli üç oyunundan (diğer ikisi: Tartuffe v Adamcıl) biri sayılan ve yaşamının her anını çapkınlığa adamış bir adamın serüvenlerini sergile yen bu yapıttaki olayları burada ayrıntılı olarak anlatmak tabii ki gereksiz. Yine de bu oyunu ya zarken ve sahnelerken Moliere'in dindarlık, cinsel tutku, ya da toplumsal ilişkiler alanlarında o kadar sık rastladığımız ikiyüzlülük ve yalancılıkla amansız kavgasını var gücüyle sürdürdüğüm anımsatalım. Tartuffe'ün, sonunda kilisenin baskısına boyun eğen kral tarafından yasaklanması

pe

cy

a

nın hemen ardından Don Juan'ın, seyircilerce çok tutulmasına karşın, ancak on beş kez art arda başarıyla oynadıktan sonra birdenbire afişten kaldırılması ve yazarının ölümüne dek bir daha sahnelen memesi, yobazların o devirde Fransa'da siyasi açıdan ne denli etkili olduklarını açıkça kanıtlıyor Bugün bile, kimi ülkelerde, sözümona dindarların şimdilik kimsenin engelleyemediği hunharca girişimlerine bakıldığında, Moliere'in, üç yüzyıl sonrada, güncelliğinden zerre kadar yitirmediği kanıtlanmıyor mu? Jacques Lassalle'in ustaca yönetiminin bu temsilin başarısındaki payı çok büyük. Tüm yapıtın ve her rolün yorumundaki inceliği, oyuncularca derinden benimsenmiş. Dekorları ve ışıl değişmeleri de gözalıcı ve etkileyici. Hem sevimli hem iğrenç bir Don Juan'ı canlandıran Polonya asıllı Andrzej Sewery'nin yetenekleri ise ne kadar övülse az! Ionesco, geçenlerde 84 yaşında öldü. Son zamanlarında yaşlılığından ve özellikle hasta lığından kaynaklanan kaçınılmaz yorgunluk, bünyesinin eski canlılığını oldukça küllendirdiyse de yazmayı ve resim yapmayı sürdürüyordu. Onunla sohbet etmek tatlı, çünkü, belleği hâlâ zinde ve konuşmaları espri doluydu. Ionesco, Fransa'da hayatta olan yazarların pek ender eriştikleri mutluluğu

Maurice Garre!

da güzeldi: Tüm tiyatro yapıtları, bu ülkenin dünyaca ünlü ve en görkemli kitap dizilerinden birinde yayımlandı. Bu oyunların hemen hepsi dünyanın çeşitli ülkelerinde sürekli sahneleniyor üstelik. Bu mevsim, Ionesco'nun Les Chaises (İskemleler) adlı "dramatik-güldürü'sü tekrar Paris'te sahnede ve Marais Tiyatrosu bu nedenle her akşam tıklım tıklım. Temsilin çok başarılı oluşunur başlıca nedeni, Jacques Mauclair tarafından sahneye konulmuş olması, yaşlı adamı kendisinin canlandırması ve karısı rolü için de yine Tsilla Chelton'u seçmiş olması. Mauclair ve Chelton İskemleler'de ilk kez 1956'da (yaklaşık kırk yıl önce!) Paris'te alkışlanmışlardı. O zamandan beri Paris'te ve başka kentlerde defalarca birlikte oynadılar bu yapıtı. Canlandırdıkları kişiler genç değil. Bir za-


manlar görünüş açısından inandırıcı olabilmek için bol makyaja ihtiyaçları vardı ikisinin de; şimdi gerek kalmadı buna. Bu mevsimki temsil, hem oyunun kesinlikle eskimediğini, genç kuşaklarca bile çok sevildiğini, hem de Mauclair ve Chelton'un kırk yıllık sanatsal olgunlaşmalarının etkisiyle, bu kişileri daha da çekici, eğlendirici ve düşündürücü bir biçimde oynadıklarını gösteriyor. Çağdaş ruhsal bakımın yaratıcısı Freud, dünya çapındaki ününün doruğuna eriştiği sıralarda, Avusturya'nın Nazilerce işgali yüzünden, yaşlı ve hasta (gırtlak kanserine tutulmuştu) bir halde,

cy

a

doğduğu topraklardan uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Bütün bu felâketlerin karşısında, dindarlığın desteğinden de yoksundu; çünkü, bir Tanrı'nm varlığına inancı yok denecek denli zayıftı. Eric Emmanuel •chmitt'in, Pelit Theatre De Paris'de sahnelenen ve bu mevsimin en ilginç oyunlarından, en başarılı temsillerinden sayılan Le Visiteur (Ziyaretçi)'deki olaylar, yaşamının bu sıkıntılı devresinde, Freud'un evinde geçiyor. Gestapo'nun bir adamı aniden geliyor ve Freud'un birlikte yaşadığı tek kişiyi, kızını alıp götürüyor. Ünlü doktor, bu olayın şoku altına, koltuğuna yığılmış otururken, kim olduğu belirsiz, esrarlı, ancak bir o kadar da sevimli, genç bir dam odanın ortasında beliriveriyor. Aralarındaki konuşmalar çok ilginç, çünkü Freud'un iç dünyasını şimdiye dek pek üzerinde durulmamış kimi önlerini aydınlatıyor. Sonra, ziyaretçi geldiği gibi, garip bir şekilde kayboluyor. Kızı, Gestapo'daki sorgudan sonra (neyse ki) sağ salim eve döndüğünde, Freud'u uyuklar durumda buluyor. O esrarlı ki-

Don Juan oyunundan bir sahne

pe

şi gerçekten doktorun evine gelip gitti mi, yoksa yorgunluktan gözleri kapanan Freud bir düşte kendi kendisiyle mi hesaplattı? İşin bu yönünü belirtmekten kaçınmış yazar. Amacı, yalnızca Freud'un kişiliğinin kimi özelliklerini ortaya dökmeye çabalamaktı, bunu da başarmış. Oyun sahneye çok iyi konmuş. Freud'u canlandıran Maurice Garrel unutulamayacak kadar etkileyici. Franz 'tangle, Nazi ölüm kamplarından Treblinka'nm kumandanıydı. Savaşın bitiminden çeyrek yüzyıl sonra yakalandı ve tutuklandı. Ölümünden az önce Gitta Sereny adlı bir gazeteciyle uzun uzun görüşmeyi kabul etti. Kadın bu konuşmaları, daha sonra "Karanlıkların Dibinden" adlı kitabında an­­ttı. Robert Kuperberg, bu yapıttan esinlenerek, Un Couple Ordinaire (Sıradan Bir Çift) oyununu azdı ve bu mevsim Chaillot Devlet Tiyatrosu'nda sahneye koydu. Temsil, cezaevinin bir hücresine, kampta her gün beş bin Yahudi'yi öldürmüş olan eski canavarla, onun kişiliğini aydınlatmaya çabalayan gazeteci arasındaki "sohbet'leri yansıtıyor. Neden "Sıradan Bir Çift"? Çünkü Stangle ile karısı Theresa, gerek savaş boyunca, gerek sonraki yıllarda, ancak en masum insanlara yakışan sakin ve zevkli bir yaşam sürmüşler. Otuz beş yıl süreyle, Theresa eşini korkunç bir katil olarak değil, tatlı bir hayat arkadaşı olarak görmüş. Cinayetlerini bile bile onu sevmiş, adamın kara geçmişi onu hiç tedirgin etmemiş! Bu körleşme, bu hoşgörü inanılır gibi değil, ama tarihi bir gerçek. Gazeteci işin bu yönünü de anlayabilmek için Theresa'yı evinde ziyaret ediyor: Kadının içtenlikle dolu kayıtsızlığı, en az kocasının iğrenç geçmişi kadar mide bulandırıcı. Stangle'ı Guy Trejean, karısını Maia Simon, gazeteciyi Aurore Clement çok inandırıcı ve heyecanlandırıcı bir içtenlikle canlandırıyorlar.

Coşkun TUNÇTAN


şimdi n'olacak demenin zamanı geldi Mustafa DEMİRKANLI •

PERDELER

KAPANMASIN

KARARMASIN

DA

veriyordu. Ama, böylesi bir uygulamanın yaratacağı tahribat, ekonomik krizin yaratacağı tahribattan kat kat fazladı ve etkilerinin silinmesi çok daha uzun yıllara yayılacaktır. Bu konudaki ilk duyarlı tepki Tiyatro Eleştirmenleri Birli ği'nden geldi. " Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Belediyesi Ş hir Tiyatrolarımda yerli ve milli eserler oynanacağı yolundaki d meçi, tiyatro bütününün bir öğesi olan biz Tiyatro Eleştirmenler Birliği'ni bir uyarıda bulunmaya yöneltti. Belediye, kültür ve sa desteklemek ve geliştirmek görevi çerçevesinde Şehir Tiyatro parasal kaynak sağlar. Ancak, repertuarı belirlemek veya yön mek gibi bir işlevi yoktur ve olamaz. Ödenekli tiyatroların halk türüne hizmet etmek üzere dünya tiyatro edebiyatının klasik ve daş örneklerini sunmak gibi bir sorumluğu vardır. Bu sorumlu içindeki ölçüt milli olup olmamak değil, tiyatro değeri olup olma maktır. Sanatın Belediye değerleri içinde ölçülemeyeceğini s "Erdoğan'a hatırlatır, ülkemizin en eski tiyatro kurumunu temelle den sarsacak girişimlerde bulunmamasını dileriz" derken birço gerçeği bir arada dile getiriyorlar. Yok, bunun aksi olursa; 10 yıldır kapalı gişe oynayan Lüküs Hayat, Resimli Osmanlı Tarihi, Fermanlı Deli Hazretleri, Ail Şerefi, Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye, İstanbul'un Gözleri Mahmur gibi çağdaş Türk yazarlarının oyunlarının yanı sır dünya klasikleri arasında sayılan Vanya Dayı, Tartuffe, Çıkmaz Sokak Çocukları, Moliere ya da Kara Komplo gibi evrensel boyutları olan bu repertuarı bir daha istanbul seyircisiyle buluşmak için 5 sene daha mı beklemek gerekecek? Sanmıyorum.

pe cy

a

Şok üzerine şok yaşıyoruz. Yaşayacaklarımızı saymazsak, yaşadıklarımız soluklarımızı kesecek noktaya ulaştı. Tehlikeli bir dönemece girdik. Türkiye, tarihinin en ağır ekonomik ve siyasi bunalımını yaşıyor. Dergimiz elinize ulaştığı sürece, sizlerle birlikte direndiğimzin, dayandığımızın somut ifadesidir; burada hâlâ soluk var demektir. Peki, siyasi platform ne olacak? Başta istanbul, Ankara olmak üzere birçok kentimiz Refah Partisi'nin yönetimi altında geçirecek bundan sonraki 5 yılı. Hiç bir itirazımız yok, olamaz da. Ama bir şeye itiraz hakkımız var ve bu hakkımızı sonuna kadar kullanacağız. İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı kurum ve kuruluşlardan bir tanesi bir asıra yaklaşan ömrüyle Şehir Tiyatroları. Recep Tayyip Erdoğan seçilir seçilmez ilk iş olarak bu kurumla ilgili demecini verdi. Talihsiz bir demeçti demeyeceğim. Bu, meseleyi küçümsemek olur. Bugün, erken gelen zaferin sarhoşluğu, yaşanan ekonomik darboğazın getireceği sorunlar, kitle tabanına karşı hoş görünme istek ve zorunluluğunun çok daha önemli konularda hareket alanları tıkayacağı kuşku götürmez bir gerçek. O zaman, çok dahi kolay, toplumun göreceli olarak küçük bir kesimini ilgilendiren tiyatro, konser, sinema gibi etkinliklere yönelmek,ilk bakışta bugünün sorunları içinde "yahu" dedirtecek gibi gözükebilir, işte tehlike de burada başlıyor. Sayın Erdoğan, Şehir tiyatroları repertuarına karışacağını, milli oyunlara ağırlık vereceğini belirtirken, evrenselliği bir kalemde silerek, sadece kendi tabanındaki radikallere mesaj

Tartuffe ya da Kara Komplo'dan bit sahne


a

cy

pe


londra

mektubu

H a l i d e EŞBER

1 6 yıldan beri süregelen Londra Uluslararası Mim Festivali, bu yıl 13-30 Ocak tarihleri arasında düzer lendi. Ve 18 gün boyunca, 23 farklı topluluktan 109 gösterim seyircilerine ulaştı. İngiliz toplulukların çoğunlukta olduğu festivale Fransa'dan, Belçika'dan, Rusya'dan, Avustralya'dan, Japonya'dan katılan toplulukların yanı sıra, bu yıla kadar festivalin daimi konukları arasında bulunan İtalya'dan hiçbir topluluğun olmaması, festivali yıllardır izleyen seyircilerin; özellikle buradaki tiyatro rehberim (aynı zamanda sahne tasarımı üzerine yüksek öğrenimini Londra'da yapan arkadaşım) Umut Uğur'un gözünden kaçmadı. İlk gün izlemek istediğim, festivalin açılışını yapan İngiliz topluluğu Insomniac Production tanıtım yazısında; film tekniklerini kullanarak sahneye aktarılan 1950'lerin sinema atmosferini sadece iz-

pe cy

a

lemekle kalmayıp, harekete geçirecekleri hayal gücümüzün de etkisiyle orada var olacağımızı söylüyordu. Ve ben bir saat için bile olsa, böyle bir yolculuğun merakıyla bilet almak istediğim de, topluluğun sergileyeceği üç gösterim için de yer kalmadığını öğrendim. Ama prömiyerini 13 Ocak'ta yapan bu topluluğu bahar sezonunda izleyebileceğimi umuyorum. Theatre Du Mo vement... 1977'de, artistik yönetmenler Claire Heggen ve Yve Marc'ın ortaklaşa kurdukları bir Fransız topluluğu... İnsanın çıkmazını beden diliyle, ritmle, sözcükleri sese dönüştürerek anlatıyorlar. Yönetmen Claire Heggen, izleyenlere, dünyamı neresinden olursa olsunlar (bir an durup yaşamın işleyişine baktıklarında) anlamsızlık, kargaşa ve büyük bir umursamazlıkla iletişimsizliğin en son noktasına gidişlerinin her zaman her yerde aynı olduğunu anlatıyor ve işin acı yanı, güldürüyorlar. Bunda üç erkek oyuncusunun (Claude Bokhobza, Yve Marc, Lucas Thiery) sahne hakimiyetleri, birbirleriyle ve seyirciyle olan kontakları üstüne bir de mükemmel fiziksel performansları eklenince, bu bir saatlik gösterinin İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali'yle bize de ulaşması isteği doğuyo içimde. Tekdüze sürüp giden hayatı, bir çocuk oyunu yalınlığında anlatmak bu kadar kolay mı? İnsan bedenini, dengenin en son sınırlarını kullanarak, insan yaşamını rengarenk dörtgen kutular içinde-dışmda, bin bir biçimde sergilerken güldürebilmek... Aynaya bakıp can sıkıntımızın gerçekte kendimizden geldiğini görmek. İnsanın yaratıp, büyütüp kurtulmak için çareler aradığı sorunlar; bürokrasi, insan ilişkilerindeki çarpıklıklar ve çıkmazlar. Hep bize, yalnız bize yazıldığına inandığımız kaderin yaratılış süreci, paylaşılmazlığı... Vaat edilenler ve aslında olmayanlar... Diğer kişilerin üzerine attıklarımız... Ve sahiplenmeyi bile tek başına beceremediğimi: bir "yaşam". Herhangi (belki de çok anlamlı) bir sözcüğü tekrarlamalarla sese dönüştürerek anlamsız kılmak (belki de çok anlamlı). Yalan-yanlış ilişkilerle, desteklenmeye gerek görmeden, en yukarı çıkanlave ani (iniş bile değil) yok oluşlar... Buna karşı duyulan gittikçe büyüyen tepkisizlik. Her an, her şeyden duyulan korku ve çaresizlik... Sonrası gelen umursamazlık, vurdumduymazlık... Fazla söze gerek yok bu sözsüz bir gösteri (dans, ritm, müzik, denge, kontak, tartma)... Adı; Encore Une Heure Si Courte.. Çok başka bir dilde. Belçika'dan katılan Compagnie Mossoux-Bonte'nin yönetmeni ve ışık tasarımcısı Patrick Bonte. Gösteriyi izlerken mekân ve kostüm tasarımında kullanılan kahverengi ve grinin Ortaçağ


renkleri olduğunu fark ettim. Çünkü ışığın ve müziğin yardımıyla, soğuk ve acımasız zamanları çağrıştırken insanı boğuyor, soluksuz bırakıyordu. (İnsanlık hangi çağda rahat bir nefes almış acaba?) Sahnee, bir saat boyunca hiç durmadan hareket halinde olan (dans eden, kostüm değiştiren) bir kadın oyuncu (Nicole Mossoux) ve can verdiği kuklalar var. -ve de ben sanki hocam heykeltraş Saim Bugay'ın kukla çalışmalarının atölyeden çıkıp sahnede canlanmalarına tanık oluyorum- Tüm sakinliği içinde tedirgin edici, ince alaylarının oyunun en can alıcı anlarında sergilendiği tek kişilik bu mim-kukla gösteriiçinde, oyuncu sahnedeyken tek söz etmedi ama şimdi düşündüğümde "acaba?" diyorum. Licedei 5; Festival'in tanıtım yazısında St. Petersburg'dan gelen Post-Punk, Palyaçolar olarak adlandırılmış. Evet, sahnede 5 tane palyaço var. Gülmenin ne kadar kolay olduğunu, yüzyıllardır süren palyaço geleneğinin sınırları içinde seyirciye tattırıyorlar. O kadar yumuşak, o kadar içten, sıcak ve yakınlar. Onları izlerken anladım ki; hiçbir zaman televizyonda ya da sinemada izlenemez bir palyaço. Onun kalp atışlarını, göz

pe

cy a

kırpışlarını, aranızda oluşan elektrikle çok derinden, çok insanca algıladığınızda, aslında ne kadar da basit olduğunu fark ediyorınuz pek çok şeyin. Ve onlar da gerçekten seyircilere gülüyorlar; sahneye çağırıp oyunlarına katıyorlar, alay ediyorlar -bu arada, oyun süresince yanımda oturan bir görevli devamlı Rusça notlar alıyor- Eğlendirirken eğleniyorlar ve isteseniz de, istemeseniz de dakikalarca alkışlatıyorlar kendilerini... Festival süresince tek bir gösterim sunan İngiliz topluluğu Ralf Ralf'ın yaptığı, kelimenin tam anlamıyla bir "şov"du. Diğer izlediğim gruplarrdan ayrı olarak, dile oldukça ağırlık veren, genelde İngiliz insanının sorunlarıyla uğraşan topluluk; in­anların giydikleriyle, kişiliklerinin nasıl değişime uğradığı üzerinde konusunu yoğunlaştırıyordu. İki erkek oyuncunun "tabii ki" güçlü sahne performansı, müzik ve ritmle (ve de telsiz mikrofonla) ses kullaımlarmdaki ustalıkları (tiyatroya bakış farklılığından olsa gerek) benim tarafımdan biraz "zor" izlendi, n son izlediğim ise, yine bir İngiliz topluluğu olan Theatre de Complicite'ydi. Topluluğun kurucusu, önermeni ve koreografı Annabel Arden... 1983'ten beri uluslararası tiyatro alanında isim yapmış olan opluluğun ikinci gösterisi "A Minute Too Late", 1984'te sahneye konmuş ve topluluk İngiltere'de, Avrua'da, Kuzey ve Güney Amerika'da iki yüzden fazla oyun sergilemiş. Ama oyunda ve oyuncularda (Si­­n McBurney, Marcello Magni, Jos Houben) en ufak bir "eskime", oyunun hiçbir anında "boşluk" yok. »il kullanılıyor ama yalnızca "kullanılıyor", yaşamdaki doğallığıyla aktarılıyor seyirciye... Her hareket ir sözcük. Gerçek yaşamdaki insanı (bir kahramanı ya da örnek insanı değil), herhangi, sıradan bir insaı; yani İnsan'ı, onun yalnızlığını, çaresizliğini ve saçmalığını anlatıyorlar. Geçmiş ve şimdiyi, iç içe rüalarla, seyirciyle aniden kurdukları doğrudan ilişkilerle (gözle, sözle, beden hareketiyle), insanın en ıçık" bulunduğu "an"larmı tüm doğallığıyla yansıtırken güldürüyorlar. Bir an kendinize güldüğünüzü ırk ediyorsunuz. Ölüm; öylesine yalın, yakın, yalnız bıraktırıcı... Yaşam; hep sürüp gidiyor, bazen içineyiz, bazen başkalarınınkini gözlerken içinde olmayı düşlüyoruz. Sahnelemede, ilk andan son ana değin, o kadar çok ayrıntı var ki, bence bu oyun da ancak izlenilir, anlatmakla olmaz. Festival boyunca gösterimlerini on dört gün sürdüren İngiliz topluluğu Black Mim Theatre; iki gösterim sunan İngiliz topluluğu Gandini Juggling Project; ve Japonya'dan gelip tek gösterimini seyirciye ulaştıran Shiro Dailon'un ve başka mim-dans-tiyatro topluluklarının şubat-mayıs döneminde gösterimlerini yineleyecekleni öğreniyorum. Ve bir şey daha öğreniyorum ki; Londra'da uluslararası tiyatro (mim-dans tiyatrosu) sezonu hiç sona ermeden sürüp gidiyor. Ben de elimden geldiğince izlemeye devam ediyorum.


tiyatro kitapları yayıncılığı Nalân ÖZÜBEK

• CAN SANAT YAYINLARI • CAN SANAT YAYINLARI •

pe

cy a

Tiyatro dünyasına kitap basımıyla katkıda bulunan ender Üç yıl içinde yirmi yedi kitap yayımlamışız. Kitapla yayınevlerinden biri de Can Yayınları. Bugüne kadar Çağ- 2000 adet basıyoruz ve görüyorsunuz, tükenmiyorlar daş Drama Dizisi başlığı altında otuza yakın tiyatro kitabı Tiyatro kitapları yayımlamaya başlayan başka yayınevler yayımlayan Can Yayınları'nın sahibi ve Genel Sanat Yö- de oldu. Ama az kitap çıkıyor. Satılmayan kitaplar kadar netmeni Erdal Öz'le söyleştik. bir yayıncıyı ürküten başka bir şey yoktur. Yine de sevi• Can Yayınları Çağdaş Drama Dizisi ne zaman ve na- yoruz bu diziyi. Sürdüreceğiz; yavaş da olsa sürdürecesıl başladı? Serüvenini aktarır mısınız? ğiz. Şiir kitaplarından biraz daha iyi sattığını söyleyebiliÇağdaş Drama Dizisi'ne 1990 yılında başladık. Ülkemiz- rim. de tiyatroya ilginin giderek azalmakta olduğunu görüyor- • Tiyatro yayımcılığının sorunları nelerdir? duk. Tiyatro kitaplarının pek az yayımlandığının da far- Tiyatro kitaplarını öbür kitaplarımız ölçüsünde dağıtamıkındaydık. Elimizde tiyatro oyunu çevirmek isteyen pek yoruz. İyi dağıtılsa, iyi gösterilse, okurla karşılaştırılsa

çok da iyi çevirmen vardı. Sevgili dostum Aziz Çalışlar'ın önayak olmasıyla bir anda böyle bir dizi yayımlamaya karar verdik ve başladık, ilk kitap, Albert Camus'nün, Dostoyevski'nin ünlü romanından yaptığı bir uyarlamaydı: Ecinniler. • Ne tür bir politika izliyorsunuz? İlk seçtiğimiz kitap Ecinniler, bu dizide uyguladığımız politikanın çok iyi bir örneğidir. Tiyatro izleme alışkanlığı olmayan, tiyatro izlemeyen ya da pek az izleyen kişilere yönelik bir politika. Seçtiğimiz oyunun güzelliği dışında, okurken de bir okuma tadı veren oyunları diziye koymaya çalıştık. Yayımladığımız kitaplarda okuyucunun edebiyat tadı da almasını istedik. • Tiyatro yayımcılığının genel yayın yaşamında ülkemizde ve Can Yayınlarındaki yeri nedir? Ne olmalıdır?

daha iyi satılacaklarından hiç kuşkum yok. Ama dağıtıcılar da, kitapçılar da bu kitapları bulundurmaktan sanki korkuyorlar. Bu kitapları pek bulundurmak istemiyorlar En azından tiyatro salonlarında bile yok bu kitaplar. Tiyatro seyircisi bile bu kitapları göremiyor. Devlet Tiyatroları'na, Şehir Tiyatroları'na gönderdik kitaplarımızı. Salonlarının girişlerinde bu kitapları pekâlâ sergileyebilirler satabilirler, az da olsa bir gelir de elde edebilirlerdi, ilgilenmediler bile. Bunun dışında tiyatro kitapları yayımlamanın özel sorunları yok. • Kısa vadeli projeleriniz nelerdir? Bu yıl içinde on yeni kitap daha yayımlayacağız. Daha sonra tiyatronun önemli kuramsal kitaplarına da başlamayı düşünüyoruz,


cy a

pe


SOLDAN SAĞA

BULMACA

ve soyadının baş harfleri... Bir soyluluk unvanı... Meslek 3- Geçtiğimiz sezon ve bu sezon sahnelerimizde oynanan, Ahmet Levendoğlu'nun sahneye koyduğu ünlü İngiliz yazar Ben Elton'un çevreci oyunu. 4- Pıt sanem, mabut, çok sevilen ya da şey... Bir harita veya ta. laktaki noktaların kotlarını koymak, rahatlamak. 5- En kü çük sosyolojik birim... Berilyum'un simgesi... Ali Özgentürk'ün Japonya'da ödül alan filmi... Kalın, kaba kumaş. 6- Mitolojik çalgı... Dil tutukluğu, kekemelik. 7Sınır nişanı... Türkiye Kömür İşletmeleri'nin kısa ad 8- (1902-1993) İstanbul Şehir Tiyatroları'nda genel sanat yönetmenliği yapmış, birçok çeviri ve uyarlamaya imza atmış, uzun süre Şehir Tiyatrolarında çalışmış, sesini ve mimiklerini ustaca kullanmakta büyük başarı kazanın ünlü tiyatro oyuncusu ve yönetmenimiz... Amerikyum'u simgesi. 9- Açıkça, herkesin gözü önünde... Bir nota Bir peygamber. İÜ- Belçikalı yazar Ernest Mandel'in polisiye romanlar üzerine yazdığı bir inceleme kitabı... Bu günlerde çok gündemde olan laiklik karşıtı bir partinin simgesi... Duman lekesi. 11- Hale'nin ünsüzleri... Ters bir bağlaç... İngilizce'de bay... Yelkenlere açılan deliklere geçirilen madeni halka. 12- İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı bir kuruluşun kısa yazılışı... Kimyasal bir gaz. 13- Ying Yang öğretisinin kuramcısı Çinli filozof... Hazır, amade... Yırtıcı bir kuş. 14- Amerikan Profesyonel Basketbol Ligi'ni simgeleyen harfler... Elek'in ünsüzleri... Asya'da bir başkent... Ofis'in ünlüleri. 15- Yeterki Kararmasın adlı kitabın yazarı, şair ve eleştirmenimizin önadı... Tersi bir nota... Tavla oyunu. 16- Oleaı na adlı oyunu ülkemizde oynanan ve geçtiğimiz günleri MitosBoyut Yayınları'ndan Toplu Oyunları-1 adlı kitap yayımlanan, çağdaş Amerikan Tiyatrosu'nun önde gelen yazarlarından biri... Bir sahne eserinin büyük bölümleri) den her biri.

a

ÖDÜLLÜ

pe

cy

1-24 Ocak 1994 g ü n ü yitirdiğimiz Cumhuriyet döneminin ilk Türk kadın tiyatro sanatçısı... Ateş. 2- Sonsuz... Mısır'da Güneş Tanrısı... Bu sezon Aksanat ve Tiyatrokare'de oynanan bir profesör ve öğrencisi arasındaki ilişkiyi konu alan Tunç Yalman'ın yönettiği oyun. 3- O y u n c u n u n yaptığı... Bir kürk hayvanı... Devlet Tiyatroları Opera ve Bale çalışanlarının k u r d u ğ u vakıf. 4- Hastalık, sakatlık... Bir hesap makinesi markası.. Gelecek. 5- Eski dilde oğul... Eskiden kullanılan iki kuruşluk g ü m ü ş akçe. 6- Eski dilde arı, saf... Brom'un simgesi... Bir geyik türü... Mana. 7- Taht, gelin için hazırlanan sedir ve kubbesi... Her şeyle eğlenen, her şeyi kınayan. 8- Bir taşımacılık türü... Anlayışlı, uyanık... Belirti, emare. 9- Bir an, bir anın fotoğrafı... Üretilen ürünlere kalite belgesi veren kur u l u ş u m u z . 10- Balık tutma aracı... Bir cins yünlü giyim türü. 11- Ulaşma, kavuşma... Tersi bir nota... İlgi, yakınlık. 12- Ümit etmekten emir... 'Dev' ve 'Eğlentin Bir Gömme Töreni' kitaplarının yazarı. 13- Evren pulu... Bir renk kataloğu türü. 14- Tersi eki dilde yaş ot... ilgilendiren, ilişkin... Rütbesiz asker. 15- Eski dilde dudak... Yolun bir y a n ı n d a n öbür yanına geçen hark... Bir İngiliz soyluluk unvanı. 16- Notada durak işareti... Bu sezon Antalya Devlet Tiyatrosu'nda oynanan Yasemen Büyükağaoğlu'nun yönettiği, Salih Yakın'ın yazdığı oyun... Felsefede düşünce. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1- Bertholt Brecht'in kurucusu olduğu, 'Epik Tiyatro'nun Almanya'daki en önemli okulu ve tiyatrosu. 2- Kara Mizah Antolojisini de hazırlayan ünlü şair ve denemecimizin ad

Hazırlayan: Enis BAKIŞKA Geçen sayımızı doğru çözüp Alev Alatlı'nın "Viva la Muerte" adlı kitabını kazanan okurlarımız. 1. Nazlı Elçi (İstanbul), 2. Önder Güvenç (İstanbul), 3. Evren Sönmez (Ankara), 4. Ercan Ülger (Ankara), 5. Savaş Sönmez (Ankara), 6. Çetin Polat (Bursa), 7. Erol Babakuş (İzmir), 8. Serkan Kara (Ankara), 9. Mukaddes Yaman (Bursa), 10. Süleyman Kavacık (Trabzon) Bulmacayı doğru çözen 10 okurumuza Alev Alatlı'nın "Nuke Türkiye" isimli kitabını armağan ediyoruz. Adres: Tiyatro Dergisi Hayriye Cad. 3/10 Galatasaray-İstanbul

GEÇEN SAYININ DOĞRU ÇÖZÜMÜ


pe cy a


a

cy

pe


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.