a
Krasnodar 2004 Konut
ENKA inşaat ve Sanayi A.Ş., Enka Holding'e bağlı
pe cy
35'ten fazla şirket arasında Grubun ana şirketidir. ENKA İnşaat ve Sanayi A.Ş.; otoyollar, köprüler,
tüneller, boru hatları, termik santraller, rafineriler, petrokimya tesisleri, su tasfiye ve arıtma tesisleri, çimento fabrikaları, tank çiftlikleri, liman inşaatları, barajlar, alışveriş merkezleri, büro binaları, hastane inşaatları konularında Türkiye, Almanya, Libya ve Bağımsız Devletler Topluluğu'nda 1000'den fazlası
teknik personel olmak üzere 15.000 kişilik işgücü, zengin makine parkındaki üstün ekipman gücü ve en modern inşaat metodları ile yüksek standartlarda hizmet vermektedir.
İNŞAAT VE SANAYİ A.Ş. M
E
ENKA 80780
R
K
E
Z
İNŞAAT
O ve
F
SANAYİ
Balmumcu/Beşiktaş
-
İ
S
:
A.Ş.
İSTANBUL
Tel: (0212) 274 25 40 Fax: (0212) 272 88 69 T e I e x: 2 6 4 9 0 enas tr - 2 6 9 9 3 e i s a tr
EDİTÖRDEN D i k m e n
G ü r ü n
U ç a
r e r
Şubat 1991, Tiyatro Tiyatro'nun ilk sayısının yayınlanışı. T ü m ekonomik engellere karşın dergi o günden bu yana ayakta kalabilmiş. Bir çeşit direniş diyebiliriz buna, ve bu direni şi, hepimizin bildiği gibi büyük bir özveriyle gerçekleştirenler başta T. Yılmaz Öğüt, Enis Bakışkan, Mustafa Demirkanlı, Nalân Özübek olmak üzere tüm çalışanlar... Sanata çok da sıcak bakmayan bir düzende bir tiyatro dergisi çıkartmak kolay değil. Bu gerçeği bu gün hâlâ özlemle anımsadığımız "Oyun", "Tiyatro 70" gibi örneklerde yaşadık. Tiyatro Tiyatro, bugüne dek bir haber-tanıtım dergisiydi. Son aylarda yaptığımız Danışma
pe cy a
Kurulu toplantılarında artık bir değişimin gerekli olduğu üzerinde duruluyordu... Araya yaz girdi, herkes bir tarafa dağıldı ve bir gün Mustafa Demirkanlı'dan bir telefon geldi: "sizinle görüşmek istiyoruz." Dergiye giderken Yayın Yönetmenliği önerisiyle karşılaşaca ğımı doğrusu hiç tahmin etmemiştim, ama genç bir ekiple çalışmanın, genç kalemlere, genç beyinlere olanak tanımanın önemine inandığım için, getireceği sorumluluklar nede niyle beni biraz korkutsa da bu öneriyi benimsedim. Genç arkadaşım Emre Koyuncuoğlu da benim önerimi kabul ederek ekibimize Yayın Koordinatörü olarak katıldı. Bu görevi daha önce yürütmekte olan Nalân Özübek'in derginin kuruluşundan bugüne kadar yaptı ğı çalışmalardaki özveri yadsınamaz.
Tiyatro Tiyatro Dergisi bu sayıyla birlikte daha farklı bir içeriğe yöneliyor. Amacımız; eleştiri dalında akademik çalışma yapan genç elemanlara olanak tanımak, onlardan yarar lanmak ve giderek bir kısır döngü içine girmiş olan eleştiri kurumunun bu çemberi kıra rak kendini yenilemesini, gelişmesini sağlamak. Bunu yaparken tabi ki deneyimli kalem lerden de yararlanmak ve eleştirinin ötesinde çeşitli inceleme-araştırma yazılarıyla dünya tiyatrosu ile Türk tiyatrosu arasında bir çeşit köprü kurmak. Ülkemizin son yıllarda her alanda yaşamakta olduğu kargaşa ortamında bir sanat dergisi nin soluk alması hayli zor, ama desteklerinizle ayakta kalacağımıza inanıyoruz.
Tiyatro
Tiyatro.
3
A Y L I K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
S e z o n a M e r h a b a (8) Ayşe Nalân
İÇİNDEKİLER
E
R
G
İ
S
İ
• "Ve Perde" Di
ÖZÜBEK
y e n l e r (14) • C ü n e y t G ö k ç e r S a h n e d e 5 0 . Y ı l ı n ı Y a ş ı y o r (18) Dikmen GÜ • T i y a t r o Y a s a s ı B i r an Ö n c e Ç ı k m a l ı d ı r (22) Esen
cy a
RÜN UÇARER
Ö d e n e k l i T i y a t r o l a r N e r e y e G i d i y o r ! (32) Ayşegül l e n i m l e r i (35) Dikmen •
ÖZDEN
-Bir Halk Düşmanı
AKÇURA
(48) Emre
"Çalıkuşu"nu Sevmek, Anlamak
L a n e t i v e H ü s e y i n K a t ı r c ı o ğ l u (51) Sinan Okan
pe
H a m f e n d i s i n i n İç D ü n y a s ı (54) Naz K ü l t ü r M e r k e z i Y a p m ı ş l a r (56) (58) Yonca
Kapandı (60) Zeynep 64)
•
Sahibi:
Tiyatro
Sorumlu
Yazı
Akçura,
E.
Sekreteri:
k
Yapım
İşleri
Kitapları;
Sevil
ı
r
k
Yayıncılık
Müdürü:
Çamurdan,
5.
i
k
Ltd.
Şti.
Mustafa
Okan
Kuvan • Görsel
• Ofset Hazırlık: T i y a t r o Y a p ı m
400.000.-
TL.
4 Tiyatro Tiyatro
80060 Posta
•
Geyik
KOYUNCUOĞLU
•
ÇAVUŞ
Eski B i r O s m a n l ı
• İ s t a n b u l ' u n O r t a s ı n d a Bir • Ve Bir Perde Daha
KOYUNCUOĞLU
Karanlıktaki
• adına
•
Çavuş,
Z.
Danışman:
Savaş •
b i r
•
Bakışkan
• Yayın
Günsür,
Y.
Genel
İnal,
Y.
Onay,
5.
•
K
Yayın
Emre Ekşioğlu
Fotoğraflar:
Erkut Arıburnu
Ayşe Nalân
(66)
y a y ı m
•
Koordinatörü:
Çekiç • Aktüel
Dizgi:
Işık
e d e r i
Enis
Demirkanlı
ı
r
k
Yönetmeni: Koyuncuoğlu Özden,
Gamze
N.
b
Hesap
No:
•
Yapım
655
248
Banka
l a n ı r n
l i r a
Gürün
Katkıda
Özübek,
ÖZÜBEK
A,
Uçarer
Bulunanlar: Yüksel
•
• G.
Yayın
Kutluk • Teknik Yönetmen: Sinan
Abone: N u r a y Avşar • Dağıtım: A h m e t E r g i n '
T e l . : ( 2 1 2 ) 243 3 5 3 3 - 2 9 3 7 2 7 7 Fax: ( 2 12) 2 5 2 9 4 Tiyatro
i
Dikmen
• Baskı: M Ü - K A M a t b a a s ı • T i y a t r o Y a p ı m Yayıncılık T i c . v e San.
Galatasaray-İstanbuI Çeki
a y d a
i
Ş a n l ı e r • Hukuk Danışmanı: F i k r e t İ l k i z
Ç o r l u A p . 3/10
Emre
EKŞIOĞLU
• 2 0 . Y ü z y ı l ı n Son Ç e y r e ğ i v e B a t ı T i y a t r o s u
İNAL
Tiyatro Dergisi
s a y ı
ERAYDA
(44) Semra
• B e r t o l t B r e c h t ' i n R e j i s i (62) çev. Yılmaz ONAY • H a b e r l e r
GÜNSÜR
Tiyatro
Tiyatro
• Edinburgh İz
YÜKSEL
• T i y a t r o Tanrısı'na Sunulmuş Bir Ya
GÜRÜN UÇARER
ş a m : M e n g ü E r t e l (38) Gökhan
•
ÇAMURDAN
Hesap
No:
T.İş
14
Ltd. Şti.:
Hayriye Cad.
Yıllık Abone Bedeli:
Bankası-Cihangir
Şb.
197
245
4
cy a
pe
pe cy a
20. YÜZYIL FRANSIZ RESMÎ SERGİSİ EXPOSITION DE PEINTURE FRANCAISE EME DU 20 SİECLE
pe cy a
1994-1995 S E Z O N U
Ayşe
Nalân
Özübek
Yeni sezona girerken mektuplarından yola çıkarak anlatan bir uyarlama "Aslolan Hayattır". Arif Erkin'in müziklerini hazırladığı oyunu uyarlayan ve yöneten Macit Koper.
a
"Bir Atın Öyküsü/Strider" Mark Rosovsky'nin Tolstoy'un bir öyküsünden uyarladığı bir
pe cy
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ŞehirTiyatroları 1 Ekim'de perdelerini açtı. Öncelikle geçen yılın oyunlarının sergileneceği 5 sahnede sezonun yeni oyunu, 17 Ekim'den itibaren izleyeceğimiz Neil Simon'ın "Askerliğim"i. Semra Karamürsel'in çevirdiği
İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda Nail Sitnon'un Askerliğim adlı oyununun provaları sürüyor.
oyunu Engin Uludağ yönetiyor. Goethe'nin "Faust"ndan yola çıkarak "Faust 95 "i hazırlayan Beklan Algan, "Ben kimim, Biz kimiz?" sorunsalını gündeme getiriyor. "Faust 95"in çevre düzenini ve giysilerini ünlü Polonyalı yönetmen ve senograf Jozef Szajna gerçekleştiriyor. Memet Baydur'un "Tensing"ini Çetin İpekkaya sahneliyor. Nâzım Hikmet'in Bursa Cezaevi'ndeki yaşamını, ölüm orucuna yattığı noktaya kadar, onun şiirlerinden ve 8 Tiyatro Tiyatro
çalışma. Oyunu Taner Barlas yönetiyor. Modern edebiyatımızın en önemli yazarlarından Sevim Burak'ın kendi öyküsü "Ah Ya Rab Yehova"dan uyarladığı "Sahibinin Sesi"ni sahneye Orhan Alkaya koyacak. "Bir Ata... Krallığım". Shakespearenin 16 oyunu, soneleri ve oyun şarkılarından Başar Sabuncu'nun kurguladığı ve sahneleyeceği yapıt. Güngör Dilmen'in, bir Anadolu söylencesinden yola çıkan
"Kördüğüm" adlı oyunu, Frigya'nın kurucusu Gordius'un ünlü kördüğümünün çözülmesi üzerine kurulu. Gogol'un "Palto"su, bu mevsimin bir başka yeni oyunu. Başar Sabuncu sahneleyecek. Şehir Tiyatroları bu yıl, bütün bir yıla yayılan çeşitli etkinliklerle 80. kuruluş yıldönümünü de kutlayacak. Şehir Tiyatrolarınca 80 yıl önce sahnelenen ilk oyun "Çürük Temel", özel bir gösteri olarak, 80. yıl onuruna Erol Keskin tarafından yeniden yorumlanacak. Beklan Algan'ın tasarımıyla, "Tiyatronun Belleği" adlı çalışma, Selim Atakan'm hazırladığı, Şehir Tiyatrolarında oynanmış oyunların şarkılarından oluşan bir müzikli gösteri. Çeşitli konserler, sergiler ve söyleşiler de kutlama programının parçaları. Şehir Tiyatrosu repertuarında bu yıl yer alan diğer başlıklar ise şöyle: Yasaklanmış Oyunlar: Şehir Tiyatroları, değişik dönemlerde, çeşitli siyasal ya da toplumsal baskılar nedeniyle provadan ya da sahneden kaldırılmış oyunları bu yıl "Yasaklanmış Oyunlar" başlığı ile repertuarına katıyor. Robles'in "Özgürlüğün Bedeli/Montserrat" oyunu bu başlık altında sergilenecek ve
Ustalara Saygı: Bu yılki repertuarda yer alan bir başka başlık. İlk "usta" ise Haldun Taner. Yazarın "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" adlı oyunu, Selim Atakan'ın müziği ve Savaş Dinçel'in yönetmenliğinde gerçekleştiriliyor. İstanbul D e v l e t Tiyatrosu
1994-95 sezonunu 1 Ekim'de "Moskova Geceleri"nin prömiyeri ile açıyor. Repertuarın diğer oyunları Iakovas Kampenelis'in "Savaş Baba"sı, Arnold Wesker'in tek kişilik oyunu "Anne Wobbler", Jorge Luis Borges'in "Ölümsüz", "ikinci Nöbetçinin Sıkıntıları", Savaş Dinçel'in yönettiği "Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye", Aldo Nikolai'nin " "Kadın ile Memur", Haldun Taner'in "Lütfen Dokunmayın", Vasıf Öngören'in "Asiye Nasıl Kurtulur?", Y.C. Taylor'un "İyi", Özer Arabul'un "Gecenin Tadı", Christian Ciudicelli'nin "İlk Gençlik", Tuncer Cücenoğlu"nun "Helikopter", Orhan Güner'in yazıp-yönettiği "Sezar" ve Tayfun Orhon'un yazıp-yönettiği "Tılsım". Antalya Devlet Tiyatrosu Yeni sezonda ilk oyun Ferhan Şensoy'un yazıp-yönettiği "Haneler". Yücel Erten'in sahneye koyacağı "Barış"ın
Seberich'in "Ağıt"ı ile Engin Cezzar'ın yöneteceği "Fosforlu Çevriye" bu yılın oyunları. Adana D e v l e t T i y a t r o s u ' n u n repertuarında 6 yeni oyun var; Yaşar Kemal'in "Ağrı Dağı Efsanesi", Ferdi Merter'in "Bir Kadın Bir Erkek Vardı", Dario Fo'nun "Yüzsüz", Ephraim Kishon'un "Nikah Kağıdı", Turgut Özakman'ın " Fehim Paşa Konağı" ile Lale Oraloğlu'nun "Keloğlanın Eşşeği". Antalya D e v l e t Tiyatrosu Turgut Nar'ın yazdığı, Yılmaz Onay'ın sahnelediği "Tepegöz" ile sezonu açıyor. Sezonun diğer oyunları: Turgut Özakman'ın "Resimli Osmanlı Tarihi", Athol Fugart'ın "Ada"sı, Arthur Miller'in "Cadı Kazanı" ile çocuk oyunu olarak Faik Ertener'in yazıp-yönettiği "Siz Ne Dersiniz?" Diyarbakır D e v l e t Tiyatrosu Shekespeare'in "12. Gece"si,
pe
cy
1994-1995 sezonunu 18 Ekim'de Memet Baydur'un "Yeşil Papağan Ltd." adlı yeni oyunu ile açıyor. İlk kez sahnelenecek oyunun yönetmeni Can Gürzap. Sezonun ikinci yeni oyunu ise Arthur Miller'in ünlü oyunu "Cadı Kazanı". Oyunun yönetmeni Cüneyt Gökçer. Woody Allen'ın "Final"ini Cüneyt Çalışkur sahneliyor. "Olmayan Kadın", Kültür Bakanlığı'nın oyun yazma yarışmasında ilk on oyun arasına girmişti. Oyunu, yazarı Kenan Işık yönetiyor. "Hadi Öldürsene Canikonr", Aziz Nesin, yöneten Metin Belgin. "Bina", Behiç Ak'ın ilk oyunu, Kültür Bakanlığı oyun yazma yarışmasında ilk on oyun arasında bulunuyor. Repertuarda bulunan diğer oyunlar "Örümcek Kadının Öpücüğü" M. Puig, "Yağmur Sıkıntısı" O. Rıfat, "Öfke" J. Osborne, "Dört Mevsim" A. Wesker, "Nâzım Üçlemesi" O. Asena, "Memuroğlu Memur" D. Sümer, "Othello" W. Shakespeare, "Balkon" J. Genet. Bu sezon İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenecek çocuk oyunları ise Ülkü Ayvaz'ın "Teneke Şövalyeler"iyle, Atilla Engin'in "Robotlar Gezegeni" adlı oyunu.
Ankara Devlet Tiyatrosu
a
Erol Keskin tarafından sahneye konulacak.
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sezonun ilk oyunlarından Cadı Kazanı'nın yönetmeni bu yıl sanal yaşamının 50. yılını kutlayan Cüneyt Gökçer.
yazarı Aristofanes. Mahmut Büyükağaoğlu'nun yöneteceği "Öykülerden Oyunlar", Sigrid
Orhan Asena'nın "Korku"su, Semih Fırıncıoğlu'nun uyarladığı "Danton'un Ölümü", Memet Tiyatro Tiyatro. 9
Bakırköy Belediye Tiyatroları Sezonu, bünyesindeki çalkantılar nedeni ile geçen sezon oyunlarıyla açıyor. Sabahattin Kudret Aksal'ın yazdığı, Turgay Kantürk'ün yönettiği "Kahvede Şenlik Var"
Özel
Tiyatrolar
Her yıl olduğu gibi bu yıl da özel tiyatrolarımız yaşamsal sorunlarla içice ve bu nedenle perdelerini Ekim ayında yeni projelerle açamıyorlar.
Studio Tiyatrosu, Şahika Tekand, geçeri yıl olduğu gibi, bu yıl da Beckett'le perdelerini açıyor. Yönetmenliğini Tekand'ın üstleneceği sezonun ilk oyunu "Oyun Sonu". İkinci proje ise Jean Genet'nin "Hizmetçiler"i üzerine bir çalışma. Tiyatro Grup da sezona, Terence Feely'nin "Yaz Gelmesin" adlı oyunuyla başlayacak. Oyunun çevirmeni Nefrin Tokyay. Müjdat G e z e n Gençlik Tiyatrosu Müjdat Gezen'in yönettiği Dario Fo'nun "Yalnız Kadın" oyunu ile perdelerini açıyor. Caner Güler'in yazıp yönettiği "Aşk Oyunları", Savaş
pe cy
DormenTiyatrosu'nda sezonun ilk oyunu 3 Kasım'da başlaması hedeflenen Neil Simon'ın "Muhteşem İkili"si. Osman Wöber'in uyarlayıp yönettiği oyunun çevirmeni Yücel Erten. Bunu James Sheraman'ın yazdığı, Haldun Dormen'in yöneteceği "Kiralık Nişanlı" ya da "Alo Arkadaş" izleyecek. Sezonun 3. oyunu "Sevgilime Göz Kulak Ol". Oyunu Çetin Akcan yönetecek. Kenter Tiyatrosu'nun sezonun yeni oyunu Muzaffer İzgü'nün "Kızımı Evlendirmek İstiyorum"u. Kenter Tiyatrosu'nun sezon sonunda sergilemeyi planladığı "Nutuk" ise repertuarlarında kesinlik kazanan ikinci oyun. Tiyatro Kare, perdelerini Kasım sonunda açıyor. "Salaklar Sofrası". Francis Veber'in oyununu dilimize kazandıran Coşkun Tunçtan. Yönetmeni ise Müşfik Kenter. Tiyatro Ayna, Tekin Teksoy'un
uyarladığı "Rosa Luxemburg", Dilek Türker'in, bu yıl gerçekleştirmeyi umduğu proje. Bizim Tiyatro'nun yeni dönem oyunu Kafka'nın kimi yapıtlarından da yararlanılarak asıl kurgu "Milena'ya Mektuplar"dan alıntılama biçiminde oluşturulan "K."ya da "Kafka'dan Milena'ya Mektuplar". Oyunun yönetmeni Zafer Diper.
a
Baydur'un "Aşk" ile Vasıf Öngören'in "Zengin Mutfağı yeni sezonun oyunları.
10 Tiyatro Tiyatro
Müjdat Gezen'in yazıp yönettiği "Komikler Ağlamaz" diğer oyunlar. Kumpanya 1994-1995 sezonunda Naz Erayda'nın "Sokak", Kerem Kurdoğlu'nun "Harita" adlı iki projesini gerçekleştirecek. Bu yıl yeni kurulan Tiyatro Fil, geçen sezon Oyuncular Tiyatro Grubu ile sahneye konan, Kama Ginkas'ın yönettiği "Hayat Çok Güzel" adlı uyarlama ile sezona başlayacak. Ayrıca Marco Antonio de la Farra'nın "Günlük Müstehcen Sorular" adlı oyunu, Davit Mamet'in "Sincaplar"ı, Michael Ende'nin "Kabus Yiyen" adlı çocuk oyunu da sahnelemeyi planladıkları oyunlar. Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları bu sezon Tuncer Cücenoğlu'nun "Matruşka" adlı oyununu ve yıllar önce oynadıkları "Kelebekler Ozgürdür"ü sahneleyecekler. "Düşenin Dostu" ve "Pislik" repertuardaki diğer oyunlar. Bilsak Tiyatro Atölyesi, yeni sezonda Sevim Burak'ın "İşte Baş İşte Gövde" oyununu
Kumpanya, yeni sezonda yine yeni arayışlarına devam ediyor, tik proje olan Sokak. Naz Erayda'nın
Dinçel'in yönettiği Güner Sümer'in "Bozuk Düzen",
Aksanat'ta sergileyecek. Edward Bond'un "Savaş Oyunları" ve
a
pe cy
a
radyofonik oyunundan Brecht'in çocuk oyunu ile sezona başlıyor. yazdığı "Ruen Davası 1931" adlı Tiyatro Özgün Deneme'nin bir çocuk oyunu da sezonun bir repertuarında Erendüz başka çalışması. Atasü'nün "Dullara Yas Ankara Ekin Tiyatrosu, Yakışır"ı ve Yeşim Eyüboğlu'nun Orianne Orhan Asena'nın "Sağırlar Fallaci'nin romanından Söğüşmesi" adlı oyunu oyunlaştırdığı "Doğmamış sahneliyor. Çocuğa Mektup" ile "Sıfır Haldun Taner'in "Günün Noktasındaki Kadın" var. Adamı "ın ise Mehmet Ulay yönetiyor. Yılmaz Güney'in yaşamını anlatan tek kişilik oyun "Çirkin Kral" ile "Mektep" adlı yeni proje ise tiyatronun diğer oyunları. Çan Tiyatrosu Sezonu " Bilgiç ve Üşengeç" adlı çocuk oyunu ile açıyor. Sezonun diğer oyunları "İbiş ile Memiş", "Oyun Bahçesi", "Dostluk Ormanı" ve Nâzım Hikmet'in İnek adlı oyunu Bulunmaz Tiyatro'nun yeni sezon "Otobüs oyunlarından. Tiyatrosunda Çöp İzmir Tiyatroları Sazlığı". Uluslararası Tiyatro Başkent Oyuncuları Topluluğu Özdemir Orhan Asena'nın " Ö ç " adlı Nutku'nun yönettiği "Van oyunu ve Ahmet Yuvaç'ın çocuk Gogh" ile sezona giriyor. Diğer oyunu "Tembel Temel" ile projeleri ise Semih Çelenk'in sezona başlıyor. yönettiği Dario Fo'nun "Kadın Özgür Tiyatro Oyunları" adlı kolaj çalışması. Nâzım'ın şiirlerinden oluşan Tiyatro Oluşum "Acıların Gözbebekleri" adlı Mrozek'in "Sığıntılar"ını Hülya oyunla sezona giriyor. Nutku'nun yönetmenliği ile bu Yeni Tiyatro yıl da oynuyor. John Herbert'in Dario Fo'nun "Açık Aile"si ile "Düşenin Dostu" ve Edward sezonu açıyor. Stephan King'in Albee'nin "Hayvanat Bahçesi" "Misery"i Şakir Gürzumar'ın programdaki diğer oyunlar. yönetiminde sezonun yeni oyunu. Nüans Tiyatro Mehmet Yılmazsoy'un yazdığı "Keloğlan" adlı müzikli-danslı
pe
cy
"Tutku" adlı oyunu ile Fernando Arrabal'ın "Mimar ve Asur İmparatoru" sergilenecek diğer oyunlar arasında. AÇOK yeni sezonda çocuk ve yetişkinler için bir "Mustafa Kemal" yorumu hazırlıyor. Ayrıca Ümit Denizer'in yazdığı Turgut Denizer'in yöneterek müziklerini yaptığı "Fırtına Kuşu "da Açok'un Üsküdar Zeynep Kamil'deki salonunda sergilenecek. Enis Fosforoğlu Tiyatrosu Oktay Arayıcı'nın "Seferi Ramazan Beyin Nafile Dünyası"nı yeni sezona hazırlıyor. Bulunmaz Tiyatro, Hüseyin Hilmi Bulunmaz'ın yazıp yönettiği "Düş" ve "Yürümek" adlı oyun ile Nâzım Hikmet'in "İnek" adlı oyununu yeni sezonda seyirciye sunuyor. Yeşil üzümler Dans Tiyatrosu, bu yıl ilk kez sezonluk bir oyun sergiliyor. Emre Koyuncuoğlu ve Zeynep Günsür'ün yazıp yönettiği oyun 22 Ekim Cumartesi günü Foksfun Kültür Merkezi'nde başlıyor. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Ortaoyuncuları, Dostlar Tiyatrosu, Tevfik Gelenbe Tiyatrosu, Nejat Uygur Tiyatrosu sezona geçen yılın oyunları ile başlıyorlar. Yeni sezon oyunlarını daha sonra belirleyecekler.
Ankara Tiyatroları Ankara Sanat Tiyatrosu, Henrik İbsen'in "Bir Halk Düşmanı"nın yanısıra, Georges Michele'in "Bir Pazar Gezintisi" adlı dört kişilik oyunundan Rutkay Aziz'in uyarladığı "Pazar Keyfi"ni yeni sezona hazırlıyor. Ayrıca Anna Seghers'in 12 Tiyatro Tiyatro
a
cy
pe
BU AY SAHNEDEKİLER
1994-95
t i y a t r o
sezonu
yeni
oyunlarla
açılıyor
"Ve P e r d e " diyenler 1994-95 Sezonu Repertuarlarını açıklayan Şehir ve Devlet Tiyatroları'nda Ekim ayında sahneye çıkacak oyunlar:
Cadı
Kazanı
pe cy
a
İstanbul Devlet Tiyatrosu, Arthur Miller'ın "Cadı Kazanı" adlı oyunuyla 11 Ekim'de
zenci köle Tituba, Proctorların evinde yeni çalışmaya başlayan Marry Warren ve Papaz Parris'in kızı Betty ormanda (çocuksu oyunları arasında) cadıcılık oyunu oynarlarken Papaz Parris'e yakalanırlar. Bunun üzerine yayılan cadılık söylentileri üzerine köyde bir
perdelerini açıyor. Oyunu, 50. sanat yılını kutlayan Cüneyt Gökçer yönetiyor. 1692'de Massachusset'in Salem kentinde geçen ve gerçek olaylara dayanan "Cadı Kazanı" 23 yıl önce yine Cüneyt Gökçer tarafından sahnelenmişti. Özgür düşünceli bir çiftçi olan John Proctor'un bağnaz Papaz Parris'in yeğeni olan ve evlerinde çalışan Abigail'le ilişkisi vardır. Proctor'un karısı durumu öğrenince Abigail'i evden kovar. Birgün, Abigail 14 Tiyatro Tiyatro
cadı avı başlar. Bu arada toplumun iyigözle bakmadığı kişilerin adları gündeme gelir ve baskılara dayanamayan Abigail, Proctor'un karısı Elisabeth'in adını verir. Proctor, karısını kurtarmak için Abigail'le ilişkisini itiraf eder ama başka bir yerde sorguya çekilen Elisabeth, kocasını kurtarmak için, ilişkisinden haberi olmadığını söyleyince mahkeme Elisabeth'i serbest bırakarak Proctor'u büyücülükle suçlar. Huzursuzlaşan halkı yatıştırmak
için bir kurban verilmesi gerekmektedir ve bu kişi Proctor'dur. Başka büyücülerin adını vermesi koşuluyla serbest bırakılacağını öğrenen Proctor, suçsuz kişileri mahkum ettirmenin adaletsiz toplum düzenini onaylamak anlamına geleceği için buna karşı çıkar ve öbür masum insanlarla beraber idam edilir... "Cadı Kazam"nda Salem cadı avını" ve "cadı duruşmaları"nı McCarthy'ci "komünist avı"na ve "Amerikancı Olmayan Etkinlikler" duruşmalarına taşıyan Miller, bu iki kara tarihsel olay arasında koşutluklar kurarak, Proctor örneğiyle bireysel tragedyayı verirken, bunu (McCarthy'ci toplumsal bağnazlığa karşı yöneltilmiş) toplumsal tezli bir oyun içinde temellendirir. Yazan: Arthur Miller Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu-Vedat Günyol Yöneten: Cüneyt Gökçer Dekor: Refik Eren Işık: Nuri Özakyol Oynayanlar: Numan Pakner, Aybanu Aykut, Yıldız Kültür, Meral Bilginer, Işıl Dayıoğlu, Suna Akbel, Metin Beyen, Eray Gözler, Funda Eskioğlu, Zafer
Ergin, Serpil Tamur, Nur Subaşı, Haluk Kurtoğlu, Deniz Gökçer, Kemal Bekir, Selçuk Kıpçak, Alptekin Serdengeçti, Erdoğan Ersever, Alp Öyken Melek Gökçer.
A s k e r l i ğ i m Şehir
Tiyatrolarında
yine
bir
Neil Simon oyunu sergilenecek; "Askerliğim". II. Dünya Savaşı sürerken, Ame rika'nın çeşitli bölgelerinden ge len beş asker adayı, eğitim birliğinde
aynı
koğuşu
paylaşmak
zorundadır.
Yirmili
yaşlarının
başında olan bu insanlar; dene
tanımaya
başlarlar.
Oyun
ibir
spor, popüler sanat ortamlarında
sorarken, öte yandan genç insan
son on yıldır izlenen parasal
ların askerlik dönemindeki de-
patlamanın gerisindeki yalın
neyimlerini akıcı bir dille anlatı-"
'Orman Yasası" gülmece ve
yor.
hüzün yüklü bir anlatımla
Yazan: Neil Simon Çeviren: Semra Karamürsel Yöneten: Engin Uludağ Oynayanlar: Yıldıray Şahinler, Hüseyin Köroğlu, Cem Davran, Engin Alkan, Can Başak, Maz lum Kiper, Ertuğrul Postoğlu, Sevgi Sakarya, Bennu Yıldırım lar, Aziz Muallaaziz, Dara Tan, Tan Hacıkadiroğlu, Eftal GülBudak.
sergilenir. Baydur'un kara gülmece'ye en çok yaklaştığı bu çalışmada 'cinayet' sahnede sık sık yer alan bir eylem. Ucu ünlü ve/ya da yetkili kişilerde düğümlenen bir dolu yasadışı girişim ise, sıradan görünümlü, sıradan alışkanlıkları ve duyarlıkları olan sıradan adamlar ya da "yaşlı teyze' kılıklı, ama birinci sınıf katil kadınlar tarafından
yimleri, deneyimsizlikleri, aşkla rı, cinsel uyanışları ile yeni bir
oyunda , politika işadamlığı,
yandan "Niçin Savaş?" sorusunu
gerçekleştiriliyor.
Yeşil Papağan L i m i t e d
hazırlamakla görevli katı görü
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun
nümlü çavuşla farklı bir dünyayı
sergileyeceği "Yeşil Papağan
a
yaşama başlarken, onları savaşa
cy
Limited "i Memet Baydur, 1992
Ağustos'unda tamamlamış.
Prof.Dr. Ayşegül
Bir de kendine yabancılaşmış hüzünlü kişisi var 'baba'lar dünyasının... Trafikte bekleyen arabaların camlarını silmeye çalışarak ekmek kavgasına başlayan ve edindiği tabancayı ilk kez kullandığında 'doğru' adamı öldürmeyi becerebildiği
Baydur'un dört
geçen Talat
pe
Yüksel, Memet
için önlenemez bir yükselişe Güç yaşam
oyununu
koşullarının biçimlendirdiği
kapsayan kitaba
insanlar karşısında Baydur'ca bir
yazdığı "Memet
sevecenlik.. Ya da 'baba'nın
Baydur:
gerisindeki 'insan'a 'fantazi'
Eleştirmen
boyutunda yaklaşma.."
Eskiten Yazar" başlıklı giriş yazısında, oyunu şöyle anlatıyor: 'Baha'lar dünyasında tüm kişilerin girip çıktığı -bankerlik bürolarını anımsatangösterişli bir yazıhanede biçimlenen bu
Yazan: Memet Baydur Yöneten: Can Gürzap Dekor: Ethem Özbora Kostüm: Gülhan Kırçova Işık: Ayhan Güldağları Oynayanlar: Civan Canova, Mümtaz Sevinç, Cengiz Daner, Hidayet Erdinç, Cengiz Baykal, Özlem Güveli, Sevinç Yıldız, Deniz Akel, Dündar Müftüoğlu, Tunç Günbay, Elvan Mirasoğlu. Tiyatro Tiyatro.
F i n a l
gereken bir yapı taşıdır. Yazarın
İstanbul Devlet Tiyatrosu, sine
başaramadığı son, -yani Final-
manın ünlü adı Woody Allen'ın
(Tanrı'nın gökyüzünden indirdi
sanat danışmanlığını Macit
"Final" adlı oyununu Birim Ti
ği vinç) tanrının seyircilere sun
Koper yapıyor.
yatro'da seyirci karşısına çıkarı
duğu yargıyla çözüme bağlanır.
Topluluğun ilk eseri Athol
yor.
W. Ailen, bu kesinlikli yargıları
Fugard'ın "Ada"sı.
Bunca ünlü olduğu sinema alanı
çözümsüzlüklerin, vinç-tanrı me
Bülent Yarar yorumluyor. Hakan
nın ötesine çıkmaya çabalayan,
kanizmasıyla
Pişkin ve Devrim Nas başlıca
"yüz yüze"
alaycı-ironik bir dille irdeliyor
rolleri paylaşıyorlar: Politik
öneminden yola çıkarak "oyun
"Final" oyununda.
baskıları irdeleyen "Ada"da
yazmaya" girişerek yeni anlatım
Yönetmen Çalışkur, "Woody Al
Irkçı Güney Afrika Hükümetine
biçimleri kurmaya çabalayan W.
len'ın bakışını bir öte-ironiyle
karşı düzenlenen protesto
Ailen, "The Gog" (Final) oyu
seyirci karşısına getirmek istiyo
yürüyüşlerine katılan John ve
nunda, gerçek ile kurmaca ara
ruz" diyor. Yönetmen, seyirci
Winston tutuklanarak bir adada
sında seyircinin kendini sorgula
nin, bu yüzden, "kendini sezgi
hapsedilirler. John on yıl,
lerine teslim etmesi gerekiyor"
Winston ise ömür boyu hüküm
açıklamasını zorunlu gördüğünü
giymiştir. Adadaki zor yaşam
belirtiyor.
koşullarının, ağır çalışmanın ve
gelmenin kendince
masını işliyor.. Fakat bu sadece bir varsayım.. Oyunun yönetmeni Cüneyt Ça
çözümlenmelerini
Ada Bu yıl kurulan Tiyatro Ti'nin
işkence dolu günlerin yok edici
lışkur, W. Allen'in hem 1977 yı lına kadar geliştirdiği üslubdan
cy a
hem de 1977'den sonraki yakla şımından yararlandığını; bu üs
lup birlikteliğinin yeni anlatını olanakları
doğurduğunu
yor.
söylü
Çalışkur, oyunda tiyatro-insantanrı ilişkisine mizahi bir yakla
şım olduğunu belirterek, "Wo-
pe
ody Ailen nasıl dünyay-a mizahi
duyguyla bakıyorsa, biz de Woody Allen'e ironik bir bakışla yaklaşıyoruz" diyor.
"Bu oyunda, belli bir mantık
dizgesi, klasik dramatik yapı ara mak yanlış. Önemli olan sonun da kalacak tad.." W. Ailen, "Final" oyununda An tik Yunan Tiyatrosu'nun önemli bir öğesini hareket noktası ola rak alır;
"Deus Ex Machina".
Deus Ex Machina, Antik Tiyatro'da,
"vinçle indirilen tanrı"
anlamını
taşır.
Olaylar gelişir,
çatışmalar yaşanır, ancak traged yadan beklenen son "denk" düşürülemez; oysa tragedya "kesin bir trajik son" ile tamamlanması Tiyatro Tiyatro
Yazan: Woody Ailen Çeviren: Turgut Berges-Ö. Özer Yöneten: Cüneyt Çalışkur Dekor: Nurettin Özkönü Kostüm: Serpil Tezcan Işık: Önder Arık Oynayanlar: Engin Şenkan, Ta ner Birsel, Merih Atalay, Rüçhan Çalışkur, Yeşim Kızılçeç, Cevdet Arıcılar, Bengisu Müftüoğlu, Zafer Algöz, Tijen Par, Is dar Gökseven, Müge Arıcılar, Erkan Taşdöğen, Nişan Şirinyan, Özgür Erkekli.
baskısına karşı kendilerine yaşam alanı olarak tiyatroyu seçerler. Oyunda devlet birey çatışmasının ötesinde kişilerin kendi iç çelişkileri de işlenir. Yazan: Athol Fugard Çeviren: Yücel Erten Yöneten: Bülent Yarar Oynayanlar: H. Pişkin, D. Nas
pe cy a
SÖYLEŞİ
Dikmen Gürün Uçarer
Cüneyt Gökçer sahnede 50. yılını yaşıyor Sahnede 50 yıl ve de başarılarla dolu bir 50 yıl... Bizim kuşak unutabilir mi acaba Bir Haml e t ' i , Oedipus'u, Cyrano'yu, Vanya, Becket, Lear, Peer Gynt, Molvolio, IV. Murat ya da IV. Henry'i? (IV. Henry'i sayın Gökçer de unutamıyor) Daha o kadar çok rol var ki sözü edilecek. O kadar çok oyun, müzikal, opera var ki... Şu günlerde İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda A r t h u r Miller'in "Cadı Kazanı"nı sahneye koyuyor Cüneyt Gökçer. Provalar sırasında kısa bir ara bularak konuşuyoruz: Ebert'in hareketi de kısıtlandı ve giderek ülke mizde daha uzun kalmaya başladı. On yıl yaşadı bizlerle. Bu bulunmaz bir şanstı. Çok iyi bir tiyat ro eğitimi görüldü. Bunun devamı olarak da tiyat romuzun çok parlak dönemleri oldu. Tabii, tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan misali se yirci de aynı düzeydeydi. Tiyatro neredeyse seyir ci de oradadır. Tiyatro ile seyirci buluşur. Tiyatro zayıflarsa seyircinin zevki de aşağı çekilir. Tiyatro eğer daha yukarı nüvoda ise seyircinin zevki de buna paralel olarak yükselir. Bir de şu var; top lum hayatımızda, sosyal yaşamımızda hiç bir şey sürekli değil, inişler, çıkışlar, dalgalanmalar olu yor. Bizim kurumlarımız bunu yaşadı. Bu sadece sanatta olmuyor, bir çok alanda böyle. Eğer bir ülkede bir konu çok yüksekteyse diğeri çok aşağı da olmuyor, ya da bunun tam tersi. Paralel bir gi diş gözlemleniyor. Yani, genel dalgalanmaya para lel olarak tiyatromuzda aynı iniş çıkışları takip ediyor.
pe cy
a
Sayın Gökçer, tiyatroyla, sanatla yoğrulmuş bir 50 yılı geride bırakıyorsunuz. Bu 50 yıla Devlet Tiyatroları yöneticiliğini, eğitimciliği, yönetmen liği, oyunculuğu sığdırdınız. Türk Tiyatrosu'nda bir köşe taşısınız... Söze, nasıl geçti bu 50 yıl so rusuyla başlasak çok mu sıradan olur? Düşününce kolay değil, ama bakıyorum geçivermiş 50 yıl. Bizim meslekte galiba zaman daha da çabuk geçiyor. Hoca olarak, idareci olarak, oyun cu ve rejisör olarak dolu dolu bir 50 yılı bırakıverdim geride. Güzel roller oynadım. Hepsini de çok severek oynadım. Bunların içinde bugünkü tabirle "süper" denebilecek roller vardı. Mesela; Oedipus, Lear, IV. Henry rollerini çok severim. Bu 50 yılda Türkiye'de çok şeyler değişti. Sizce sanata nasıl yansıdı bu değişimler? Gerilere dön düğümüzde seyircinin tiyatroya yaklaşımı daha farklıydı. Belki beklentiler daha değişikti. Dün ile bugünü kısaca kıyaslayabilir misiniz? Bu sorunuz aklıma öncelikle konservatuarın kuru luşunu getiriyor. 1936'da kuruldu, ben de 1937'de öğrencisi oldum. Konservatuar çok sağ lam temeller üzerine kurulmuştu. İkinci Cihan Harbi sırasında Hitler'den kaçan pek çok değerli insan ülkemize geldi. Bunlardan iki tanesi konser vatuarımızın kuruluşuna katkıda bulundular. Paul Hindemint ve Karl Ebert. Büyük Atatürk'ün yap tığı çok güzel işlerden biridir bu. Savaş uzun sür dü, yayıldı. Başlangıçta Karl Ebert gelir üç ay ka lır giderdi. Beraberinde getirdiği uzmanlar çalışmaları sürdürürdü. Savaş ateşi yayıldıkça 18 Tiyatro Tiyatro
Belki de bu dalgalanmalara bağlı olarak uluslara rası platformlarda sesimizi duyuramıyoruz. Yıllar önce Devlet Tiyatroları'nın Paris Festivali gibi, Atina Festivali gibi, Venedik Festivali gibi önem li uluslararası festivallere katıldığını ve olumlu eleştiriler aldığını anımsıyorum. Şimdilerde eksik olan nedir? Kendine güvenmek veya güvenmemek. Eğer tiyatronun o alana çıkacak cesareti varsa çıkabilir. Bu gün ülkeler arasındaki ilişkileri kurmak daha ko lay. Dünya bir anlamda daha küçüldü. Ama
nedense şimdi olmuyor da 60'lı yıl larda oldu. Dediğiniz gibi Atina, Paris, Venedik'te uluslararası plat formlarda yarıştık. Sofya Festivali'nde de çağrılı 42 ülkeden biriy dik. Buralara "giderken "Oedipus" gibi, "IV. Henry" gibi, "12. Gece" gibi uluslararası repertuarlardan oyunlar seçerken yanlarında "Hürrem Sultan", "Midas'ın Kulakları" gibi yerli oyunlar götürdük. Tiyat romuz son zamanlarda bu hareketli liğini yitirdi. Yine gidiliyor yabancı ülkelere ama daha ziyade oralarda yaşayan Türklere yönelik oluyor bu turneler.
cy
a
Tiyatro eğitimi üzerine görüşlerini zi alabilir miyim? Yönetmen soru nu yaşadığımızı söyleyebilir miyiz? Evet, yönetmen sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde az yeti şiyor. Orkestra şefi gibi. Orkestra elemanı daha çok yetişiyor da or kestra şefi daha az çıkıyor. Bunda eğitimin etkisi olabilir. Eskiden bir tek Ankara Devlet Konservatuarı vardı. Şimdi ise yanılmıyorsam 7 ta ne okul var. Bunları besleyecek ka dar öğretim elemanı yok. Öncelikle hoca yetişme si lazım. Yani, yetiştiricinin yetişmesi lazım.
pe
Sayın Gökçer siz uzun bir süre Devlet Tiyatrola rını yönettiniz. Kimi zaman eleştirildiniz, kimi zaman övüldünüz. Zor bir iş yöneticilik... Devlet Tiyatrolarında bugün yaşanmakta olan olaylara ilişkin görüşleriniz nelerdir? Seçim sistemine na sıl bakıyorsunuz? Demokrasi çok güzel bir rejim kuşkusuz, ama ti yatronun neresinde demokrasi olur, neresinde ol maz. O ayrı bir olay. Sanat söz konusu olduğu za man, sanatta demokrasi olmaz diye düşünüyorum. Demokrasi tabii ki rejimlerin en iyisi ama yine de bir politika var içinde. Sanata politika girdiği za man zorlaşıyor. Ne oluyor? Oy alabilmek için "ta viz" diye bir şey var. Siyasilerimiz çıkıyor nutuk lar atıyor, vaadlerde bulunuyorlar. Hepsi oy almak için. Sanatta bu olmaz. Tiyatroda bu görevi listelenebilecek insan kimse, yetkililerin onu seç mesi lazım. Sanat konusunda otorite önemlidir. Bu hususta orkestra şefi örneğini getirmek iste rim. Şef, elinde sopası öyle müdahale eder ki, or
kestra elemanlarının nefes almalarına bile karışır. Bir tiyatronun idaresi kolay iş değil. Bir yarış mü essesesi. Doğasında var bu tiyatronun. Sahneye çı kan insanın bir iddiası vardır, söyleyeceği sözü vardır. Burada bir rekabet söz konusudur. Bunun sportmence yapılması gerekir. Bir yarışın birincisi de olur sonuncusu da. Kaçınılmaz bir şey, ama ya rışta çelme takmamak gerekir. Bu denge bozuldu ğu taktirde bir çöküş başlar.
Yasa üstüne söyleyecekleriniz? Yeni bir yasaya ihtiyaç var. İlk Devlet Tiyatrosu Kanunu çıktığı zaman Ankara'da Büyük ve Küçük Tiyatrolar vardı. O kanun iyi bir kanundu, ama iki tiyatro söz konusuydu. Ardından yeni sahneler açılmaya başladı. Ankara dışına taşıldı. Bu sefer o kanun yetersiz kalmaya başladı. Bir merkezden fi lan yeri idare etmek gibi bir düşünce yoktu. Dün yanın hiç bir yerinde bir ülkenin tiyatroları bir merkezden idare edilemez. Yeni bir yasaya ihtiyaç var, ama o yasa nasıl olmalı; çok önemli bir konu bu. Titiz bir çalışma gerektirir. O
Tiyatro Tiyatro.
a
cy
pe
cy
pe a
DOSYA
Esen Çamurdan
T i y a t r o Yasası bir an önce çıkmalıdır P o l i t i k a c ı l a r ı n üstlenmeye y a n a ş m a d ı k l a
rı sorunlarını t i y a t r o c u l a r üstlenmeye h a z ı r l a n ı y o r . Tiyatro ö r g ü t l e r i b i r l i k v e dayanışma i ç i n d e olmayı b a ş a r ı r l a r s a T i y a t r o Yasası y o l u n d a önemli b i r adım a t ı l m ı ş o l a c a k t ı r .
a
bir bunalıma neden olmuş, birçok tiyatro örgütü sert tepki göstermişti. Derken ortalık daha da karıştı: Belediye Başkanı, bir yandan Kültür ve Eğitim m ü d ü r ü n e yeni yönetmelik ısmarlarken, öte yandan üç tiyatro örgütüne de aynı öneriyi götürdü. Ve -doğal olarak- kendi m ü d ü r ü n ü n "bir gece içinde" hazırladığı yönetmeliği kabul
pe cy
Basının ilgisini pek çekmemekle birlikte şu günlerde -başta ödenekli tiyatrolar olmak üzereülkemizde bir tiyatro karmaşası, bir tiyatro depremi yaşanmakta. Özel tiyatroların bir türlü rayına oturtulamayan destek sorunu, Devlet T i y a t r o l a r ı n d a yaşanan genel m ü d ü r l ü k krizi, İstanbul'da Belediye'ye bağlı tiyatrolardaki yönetmelik tartışmaları... Öyle ki, artık tiyatro sanatının niteliği irdelenip yapılan ya da yapılacak olan çalışmalar üzerine konuşmaktan çok, insanlar, işi gücü bırakmış, siyasilerin tiyatroya müdahalesini tartışır oldular. 2000 yılının eşiğinde Türkiye'de tiyatrocular da hâlâ çağdaş bir dünyada var olabilme savaşımını vermekteler. Geçtiğimiz Ağustos ayında BBT'de (Bakırköy Belediye Tiyatroları) yaşanan olaylar sorunlar zincirinin son halkasını oluşturdu: Bilindiği gibi, Bakırköy Belediye Başkanı'nın beklenmedik bir zamanda, anti demokratik bir yönetmeliği meclisten geçirmesi, sözkonusu tiyatroda
22 Tiyatro Tiyatro
etti, taslak son toplantıda biraz daha yumuşatıldı ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın onayına sunuldu. Sorun artık bir yönetmelik sorunu olmaktan çıkmış siyasi bir boyut kazanmıştı, daha doğrusu, sorunun bir yönetmelik sorunu olmadığı açıklığa kavuşmuştu. Sözkonusu olayın -geçmişte
Zeliha Berksoy Diyor ki..
BBT üçüncü ödenekli tiyatromuz, ama ne yazık ki sürekli olarak politik sorunlarla mücadele etmek zorunda kaldı. Aslında, yerel yönetimlerin sanata daha köktenci bakmaları ve ona profesyonel bir biçimde yatırım yapmaları için geç kalınmıştır. BBT bu açıdan önemli bir girişimdir. Şimdi, bunca üzücü olay arasında sevindirici bir durum var: İzmit ve Kadıköy belediyeleri bana telefon ediyor ve aynı bizim modelimiz ödenekli tiyatrolar kurmak için benden yardım istiyorlar. BBT emsal oluşturdu. Demek ki biz 4.5 yıldır güzel işler yapmışız, verimli bir çalışma sergilemişiz. Ancak, sizin de değindiğiniz gibi, seçimlerle değişen yönetimlerin siyasi olarak sanat kurumlarına el atmaları, el atmasalar bile, Güngören'de olduğu gibi salonumuzu kapmaları tatsız. Güngören'de Aziz Nesin Sahnesi, Sivas olaylarından bir gün sonra tiyatro kilitleri değiştirilmek suretiyle elimizden alındı. Bir çok dekorumuz, kostümlerimiz, ve bazı malzemeler içerde kaldı. Üzücü olaylar bunlar. Ülke adına üzücü. Gelişmiş bir ülkede bir sanat kurumuna böyle bir muamelenin yapılmasının duyulması bile
memleketimizi küçük düşürücü. ANAP'la ne oluyor diye bakıldığında da olayın sorgulanması gerekiyor. Bu tiyatronun yönetmeliği o zamanın Belediye Başkanlığı tarafından yaptırılırken tek öneri "öyle bir yönetmelik hazırlayınız ki siyasi iktidarlar değişse de bu kurum kalsın, değişmesin, özerk olsun" yolundaydı. Ama, politik nedenler bir yerde su yüzüne çıkıyor. Ne kadar da istemeseniz, ne kadar bağımsızlığınız önemli olsa da, bu konuda tiyatro sanatı adına bir dokunulmazlığınız da olsa politika kendini bir yerde hissettiriyor. Gönül isterdi ki ettirmesin. ANAP'ın kültür politikası konusunuda elbetteki tartışmak isterim.
a
Bakırköy Belediye Başkanı sizin Bakırköylü sanatçılarla uzlaşamadığınızı söyledi ve salonları dolduramadığınızdan söz e t t i . Sizce Belediye Başkanı orada nasıl bir t i y a t r o istiyordu? Salonların dolu olmaması diye bir şey söz konusu değil çünkü istatistikler var elimizde. Ancak, ödenekli bir kurum olduğumuz için kültür ağırlıklı, eğitim ağırlıklı bir repertuar götürmek durumundayız. Burada da ölçüt salonun dolu olup olmaması değildir. Bu gerçeği tiyatro çevreleri çok iyi bilir. Elbette salon boş olacak diye bir şey de yok, ama siz kültür hizmeti yaparken gişe meselesine ağırlık verirseniz o zaman o kültür hizmeti olmaz, o ticari bir hizmet olur. Ticari tiyatro yapan tiyatrolar da var. Bu demek değil ki ticari tiyatro
cy
yaşanılanları da göz önüne alarak- siyasal yanının irdelenmesi gerektiğine inanan TEB (Tiyatro Eleştirmenleri Birliği)-8 Eylül 1994 günü bir toplantı düzenledi ve gündemi "Tiyatromuzun geleceğini doğrudan etkilemekte olan 'Tiyatro Yasası'nın bir an önce yaşama geçirilmesinin önemi" olarak belirledi. TOBAV (İstanbul Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı), T O D E R (Tiyatro Oyuncuları Derneği), BBT, İSTİŞAN (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği), TİYAP (Özel Tiyatro Yapımcıları Derneği) ile TEB'in konuşmacı olarak katıldıkları toplantıda önce sanat kurumlarının özerk ve bağımsız bir biçimde yaşamalarının vazgeçilmezliği üzerinde duruldu, ancak böyle bir anlayışın sanatçıya özgür yaratma koşullarını getirebileceği bir kez daha (kaçıncı kez?...) vurgulandı. "Seçilmiş politikacıların asıl görevleri demokrasiyi yerleştirmeye çalışmak ve bu bağlamda sanat kurumlarına karışmamak olmalıdır" görüşünü savunan TEB, bir yönetmeliğin hazırlanmasının ciddi kaygılara yol açtığını belirtti. Ayrıca, Bakırköy Belediye Başkanı'nın bağlı olduğu ANAP başta olmak üzere, gerek Merkez Sağ gerekse Merkez Sol partilerin BBT olayına tepkisiz kalmalarının da beraberinde ciddi bir demokrasi sorununu getirdiğini ekledi. "Bugün BBT'de oynanan siyasal oyunların, güç gösterisinin yarın öteki ödenekli tiyatrolarda yaşanmayacağını
pe
Ödenekli bir kurum olduğumuz için k ü l t ü r ağırlıklı, eğitim ağırlıklı bir repertuar g ö t ü r m e k durumundayız. Burada da ölçüt salonun dolu olup olmaması değildir. Bu gerçeği t i y a t r o çevreleri çok iyi bilir.
yapanlar şöyle, ötekiler böyle. Ama bizim ödenekli bir kurum olarak sorumluluğumuz kültür ağırlıklı hizmet yapmaktır. Belediye Başkanı ile aranızda "Ödenekli T i y a t r o " k a v r a m ı kargaşası var. Ortaya getirdiği sav bu konuda bilgisinin eksik kaldığını gösteriyor. Biz bu eksikliği aramızda bir diyalogla giderebilirdik. Başka yönden etkilenmeler oldu. Tiyatro kendi içinde uyumlu bir çalışma götürürken dışardan çok fazla spekülasyon yapıldı. Amaç, tiyatronun dağılmasına yönelikti. Dışarıdan spekülasyon üretmek böylesi bir sanat kurumu için o spekülasyonları üretenler adına son derece onur kırıcı bence.
Peki, ya Bakırköylü sanatçılar konusu? O konuya gelince; bizim tiyatromuzda Bakırköylü olan hem oyuncular hem de teknik personel var. isim isim saymaya gerek yok, gerektiğinde sayılır. Ama BBT resmi ödenekli bir tiyatrodur. Kendi kadrolaşmasında ya da sanatsal faaliyetlerinde yerel değil merkezidir. Tiyatro Tiyatro.
Böyle olunca da tiyatronun yasal statüsü böyle bir tartışmaya zaten uygun değildir. Bakırköylü sanatçılar içinde elbette çok değerli sanatçılar var, bu işin başka bir yönü. Ama bu sanatçılar hiç bir zaman bize yazılı veya sözlü bir başvuruda bulunmadılar. Bakırköylü sanatçıların başvuracakları merci bizdik, başka yer değildi. Olay böyle bir talihsiz duruma getirildi maalesef. BBT ile bu sanatçılar arasında böyle bir soğukluğun olması üzücü.
a
On beş gün gibi kısa bir süre içinde BBT'de bir y ö n e t m e l i k enflasyonu yaşandı. Bundan sonra ne olacak? Olayın başlangıç noktası Ali Talip Özdemir'in yanlış yönlendirilmesi ve yanlış bilgilendirilmesi. Ben burada danışmanlar konusunda bir takım sıkıntılar görüyorum. 18 Ağustos'da çıkan yönetmelik gibi bir yönetmeliği herhalde Özdemir de istemezdi, Öyle bir yönetmelik Türk Tiyatrosu için acıdır. O yönetmelik basına ve tiyatro örgütlerine ilk ağızda küçücük iki maddesi değiştirildi şeklinde tanıtıldı. Ama, ortaya bizim yönetmelikle taban tabana zıt, gerçekten çağ dışı ve belediye başkanına tiyatro adına inanılmaz yaptırımlar getiren bir yönetmelik çıktı. Bu meclisten geçmiş bir belgedir. Tiyatro insanlarının bu kadar büyük tepki göstermeleri, sahip çıkmaları ve takibe almaları bundandır. Tanıtılan yönetmelikle gerçek taban tabana zıttır. Görülüyor ki gerçeklerin kendi ölçütlerinde kişiler Ortaya bizim yönetmelikle birdenbire yerlerine taban tabana zıt, gerçekten oturuveriyorlar. O çağ dışı ve belediye başkanına yönetmelik olmadı, bu t i y a t r o adına inanılmaz sefer de bir gece içinde yaptırımlar getiren bir hazırlanan bir yönetmelik çıktı. yönetmelikle karşı karşıya kaldı tiyatro çevreleri. Böyle saygısız bir şey olmaz. Bir tiyatronun yönetmeliği bir gece içinde hazırlanamaz. BBT'de bir gecede yönetmelik hazırlamak cehaleti gibi bir vaka çıktı ortaya. Bu bir vakadır. O da olmadı, bu sefer bir toplantıda çağırılı tiyatro derneklerine "söyleyin ekleyelim" tavrı sergilendi ve BBT yönetmeliği masa üzerine yatırıldı. Bu çirkin bir resimdir. Bu bir yaşantı, bir tiyatro sahnesi... Yaşandı bütün bunlar ve BBT'nin üçüncü yönetmeliği böyle çıktı ortaya. Meclisten de hiç tartışılmadan geçti. Meclis üyeleri 18 Ağustos yönetmeliğini (SHP üyesi dışında) hiç tartışmadan hop diye geçirdiler. Sonra, onunla taban tabana zıt olan yönetmeliği de yine tartışmadan geçirdiler. Buyrun! Akademik bir sanat kurumunun kendi iç yasalarını hırpalamaya, darbelemeye, ordan oraya fırlatmaya, elden ele geçirmeye kimsenin hakkı yoktur.
pe cy
kimse söyleyemez!" T O D E R , "Bu tiyatroların bütçesini karşılayan herhangi bir siyasal partinin belediye başkanı ya da yönetimi değil, kültür hizmetini paylaşan, o beldenin halkıdır. Ekonomik bunalımı bahane ederek hiçbir kamu yöneticisi bu kamu görevini yerli yersiz tartışma hakkına sahip olamaz" diyerek k o n u n u n önemini bir kez daha vurgulamış oldu. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir türlü hukuk devleti olamamasından yakınan TİYAP, b u n u n nedenini parlamenterlerimizin, hukuk kavramını da içeren, bir genel kültüre sahip olmayışlarına bağladı. "Tiyatro Sanat Dalı'nda etkinliklerde bulunan farklı statülerde birçok kurum yıllardır aynı ilkesizliğin, bir türlü hukuk devleti olamamanın, bir türlü oyunu kurallarına göre oynayamamanın, daha doğrusu bir türlü kural koyamamanın acısını çekiyor" diyerek sürdürülen bildiride, artık sanatçıların politikacılardan bekleyebilecekleri hiçbir yarar olmadığı gibi, politikacıya doğruyu göstermenin de sanatçıya düştüğü belirtildi. Sanat'a Hayır diyen, sanattan korkan ve siyasal oyunlara dayanan anlayışı şiddetle kınadıklarını açıklayan TOBAV'ın ardından İŞTİSAN Türkiye'deki tiyatronun "dramatik" durumunu sergiledi ve yaşadığımız dönemi "kültürel yatırıma gönüllü olmamış yönetici kadroların ülkemiz kültür hayatı üzerinde at koşturmaya yeltendiği bir dönem" olarak niteledi. TEB'in 8 Eylül toplantısı 24 Tiyatro Tiyatro
Bu olaylar sizin, yani Genel Sanat Y ö n e t m e n i ' n i n dışında gelişti... Neden? Evet, çok komik bir durum. Bu kurumun halen hukuken başında olan kişi (burada benim şahsım söz konusu değil) bunların içinde yok. Bu
Bunca çaba sizi görevden a l m a k için mi harcandı? Yeni Yönetmeliğe konan ek maddeyle bütün idari birimler fesholdu. Masa başında tiyatoruyu yürüten imzalar bunlar. Hepsi düşürüldü. Benim durumuma gelince; Genel Sanat Yönetmeni Yeni Yönetmeliği konan ek atamayla geliyor. Böyle maddeyle bütün idari b i r i m l e r bir genel fesihle görevden fesholdu. Masa başında t i y a t r o y u alınan genel sanat y ü r ü t e n imzalar bunlar. yönetmeni Türk Tiyatrosu'nda hiç
cy
Yasası'ndan yola çıkmayı önerdi; özeleştiri yapıldı, önce sanatçıların kendi aralarında birlik olmaları, üstlenmiş oldukları toplumsal sorumluluğun bilinciyle davranmaları gerektiği dile getirildi. Konuşmalar dönüp dolaşıp tiyatro yasasının bir an önce çıkartılmasına geliyordu. Gerçekten de, ödenekli ödeneksiz, tiyatroda yaşanılan tatsız olaylar Tiyatro Yasası'nın yaşama geçirilmesiyle engellenebilinirdi ancak. Bunun başka yolu yoktu. Tiyatroyu gündelik keyfilikten kurtaracak bir çerçeve yasa, tiyatrocularımızla bilimadamları ve hukukçuların inisiyatifiyle, titizlikle hazırlanıp tartışmaya açılmalıydı. Yeni yasama yılına girerken, TEB'in düzenleyeceği ve demokrasiye inanmış tüm tiyatro örgütlerinin temsilcilerinden oluşacak bir kurulun, T ü r k Tiyatro Yasası üzerine ciddi alarak eğilinmesini sağlamak amacıyla, Kültür Bakanlığı'yla görüşmesine karar verildi.
kurumun kuruluşundan beri başında olan kişinin gıyabında hazırlanıyor yönetmelikler. 4.5 senedir başarıyla yönettiği kurumun başındaki X kişiye hiç bir şey söylenmiyor, danışılmıyor, yok farzediliyor ve 4.5 senedir süregelen bu yönetmelik sorumsuzca yerden yere atılıyor, Ayrıca, dışardan bakıldığında Bakırköy Belediyesi'nin bir takım m ü d ü r l ü k l e r i vardır. Bu müdürlüklerin yürütme olarak bağlı oldukları merciler vardır. Personel Müdürlüğü, Hesap İşleri Müdürlüğü, Gelirler Müdürlüğü gibi. Bunların da başında belediye başkanı vardır. Bakıyoruz ki bu belediyede bir müdürlük başka bir müdürlüğe sürekli taarruz etmekte. Bir müdürlük başka bir müdürlük hakkında sürekli konuşup onun yönetmeliğiyle uğraşmakta, korkunç bir çırpınmayla bir şeyleri sürüklemektedir. O müdürlüğün diğer müdürlük üzerinde ne bir imza yetkisi vardır ne de müdahale yetkisi. İdari olarak bunlar bağımsız, kendilerine ait müdürlükler. BBT bir müdürlüktür. Kültür Müdürlüğü de aynı şekilde bir müdürlüktür. Kültür Müdürü'nün BBT ile kavgası nedir? Bu nasıl bir olaydır? Bunlar idarecilik olarak yanlış durumlardır.
a
oldukça coşkulu, heyecanlı geçti. Katılanlar bir an önce harekete geçmekten söz ettiler, kimileri var olan ama ne olduğu belirsiz Tiyatro
pe
görülmedi. Niçin beni açıkça görevden almıyorlar? Bir tiyatroyu yönetmeliğiyle yerle bir etmek, bir kurumu bu kadar büyük bir çöküntüye sürüklemek yerine sadece ben görevden alınacaksam niçin yapılmıyor? Engel olan ne? Eğer bütün bir kurum bu kadar hırpalanabiliyorsa o zaman idareci olarak karşı tarafta bir beceriksizlik söz konusu. Maharet, tereyağdan kıl çeker gibi yapılabilecekse yapmaktı bu işi. Olamıyorsa demek ortada tartışılması gereken bir gerçek var. Nedir o gerçek? Onlar düşünsünler... Ben bu görevi kamu hizmeti olarak yapıyorum. Akademik tiyatronun, çağdaş tiyatronun gelişmesi için yapıyorum. Yeni kuşak oyuncuların bir takım kurumlarda çalışarak Türk Tiyatrosu'nun olanaklarını daha ileriye götürmelerini sağlamak için yapıyorum. Bizim ülkemiz sanatçıyı çok zor yetiştiriyor. Bu tiyatronun kuruluş amacı 3. ödenekli tiyatro olarak bir çizgi taşımaktır. BBT'nin diğer iki ödenekli tiyatromuzdan farklı bir çizgisi vardır; o da yeni kuşak tiyatro sanatçılarını yetiştirecek bir tiyatro olmasıdır. Eğer burada yeni bir şey yapılıyorsa ve eğer ülkede 6 konservatuar her sene genç elemanlar mezun 'ediyorsa bu çocuklar ne olacak? Biz kendi çocuklarımıza sahip olmak durumundayız. Ben bu olanağı bu yolda fırsat bildim. Yaptığım iş bu. Kişisel olarak sorarsanız ben bunun bedelini zaten 4.5 yıl sahneye çıkmayarak ödedim. Şu anda kurumun yerle bir edilmek istenmesine, itilip kakılmasına, ilkel dedikodularla cadı kazanları kaynatılmasına gönlüm razı olmuyor. Sonuna kadar bu yapılanlara karşı çıkacağım. Ama görevde kalırım, ama kalmam; bu idari bir mesele: Bir sanatçı
Politikacıların üstlenmeye yanaşmadıkları sorunlarını tiyatrocular üstlenmeye hazırlanıyor. Uzun ve çetin bir sürecin başlangıcı olan bu dönemde, söz konusu örgütler kendi içlerinde ve birbirleriyle, birlik ve dayanışma içinde olmayı başarırlarsa Tiyatro Yasası yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. O
Tiyatro Tiyatro.
olarak BBT'ye her zaman sahip çıkacağım bunu herkesin bilmesinde yarar var. Aklın yolu bir. Kapalı kapılar ardındaki bezirganlıklarla bir yere varılmaz ve varılmaması için de biz bu tiyatroları kuruyoruz. Çağlar boyunca da bunun için var olmuştur tiyatro. 20. yüzyılda BBT olayında tartışılmakta olan ne? Kişisel ihtiraslar, kişisel çıkarlar, siyasi yatırımlar... Bu kadar toz dumanın özeti bu.
Ben t i y a t r o adamıyım, biliyorsunuz. Oyun yazarıyım ve önemli ciddi bir oyun yazarıyım. Bu nedenle de t i y a t r o n u n içine pek girmek istemedim. ödenekli bir tiyatrodur, ilk sanat yönetmeni de Taner Barlas arkadaşımızdır. Yıldırım Aktuna döneminde göreve Zeliha Berksoy getirildi ve tiyatro bu zamanlara kadar geldi. Bu geçmişi... Bakırköy Belediye Başkanlığı bir yönetmelik hazırlıyor, yani eski yönetmeliği ortadan kaldıran bir yönetmelik. Ama bu yönetmeliğin benimle uzaktan yakından bir ilişkisi yok. Yönetmelik meclisten geçtikten sonra medyada büyük bir yaygara kopuyor. Bunun üzerine...
a
Yeni yönetmeliği incelediniz mi? Hukukçularımıza incelettiğimizde gördük ki ilk yönetmelikle neredeyse aynı ruhu taşıyor gibi gözükse de önemli farklılıklar var. Çok önemli iki noktaya müdahale edilmiş. Birincisi; finans açısından bizim 1990 yönetmeliğinde I. madde "BBT, Bakırköy Belediyesi'ne bağlı katma bütçe ile yönetilen bir sanat kurumudur" der. Bunun kaldırıldığını görüyoruz. BBT bu durumda sanatsal özelliğini yitirmiş ve statüsü değişmiştir. Diğer bir madde; BBT'nin zimmet defteri Genel Sanat Yönetmeni'nde bulunur ve Yönetim Kurulu gündemini de sanatsal iç işleyiş olarak Sahne D i r e k t ö r ü hazırlar ve Yönetim Kurulu'nun raportörlüğünü yapar. Yeni yönetmelikte bu görevin değiştirilip zimmet defterinin müdürlük uhdesinde bulunması başkanlığın gereksiz bir denetim mekanizmasını işlerliğe geçirecektir. Ayrıca, 1990 yönetmeliğinin 8. maddesi gereği Genel Sanat Yönetmeni BBT'nin bütün sanat üretim ve çalışmalarını düzenlemek, sanat disiplinini sağlamak ve sanatçıların hizmet sicillerini tutmakla yükümlüdür. Bu maddenin de müdürün görevleri içine sokulması bir sanat kurumunun sanatsal özelliğini yitirip ihtisas dışında müdür olan kişinin değerlendirmesine bırakılması sonucunu doğuruyor.
Tiyatrolarının Genel Sanat Yönetmeni Zeliha Berksoy'dur. Sanatçı ve iyi bir oyuncu olan bu arkadaşımız görevi yürütmektedir. Görevinden alınmadı mı? Hayır, Bakırköy Belediye Tiyatrosu (BBT),
pe
cy
N e d e n y ö n e t m e l i k hazırlanması düşünüldü? Onu ben bilemem, onu Bakırköy Belediye Başkanı'na sorun. Biliyorsunuz, yönetmelikler ve yasalar zaman içerisinde ihtiyaçları karşılayamazlar ve değiştirilirler.
Tuncer Cücenoğlu Diyor ki...
Ben halen Bakırköy Belediyesi Kültür Müdürü olarak çalışıyorum. Yani yaklaşık olarak üç buçuk yılı aşkın süredir bu göreve devam ediyorum. Halen Bakırköy Belediye 26 Tiyatro Tiyatro
Yangından mal kaçırır gibi Bakırköy Belediyesi yeni bir t i y a t r o yönetmeliğini meclisinden geçiriyor. T a b i i ki, bu hız insanın kafasında bir çok soru uyandırıyor. izahını yapmaya çalışayım. BBT'de işler pek iyi gitmiyordu, halktan bir takım talepler geliyordu. Onları ben biliyorum. Ama ben kesinlikle karışmıyorum, çünkü Kültür Müdürlüğü apayrı bir bünye ve tiyatroyla hiç bir bağlantısı yok. Daha önceleri tiyatro müdürlüğü, müdür atama olayı olmadığı için, doğrudan doğruya Eğitim Kültür Müdürlüğü'ne bağlı olarak yürütülürdü. Yani BBT bana bağlıydı. Ancak ben kendi isteğimle, müdürlüğümüze bağlı olarak yürütülmesinin sakıncalı olacağını düşünerek, tiyatronun bağımsız olması açışından müdürlükten ayrılmasını sağladım. Tabi burada özel bir takım nedenlerde vardı, onlara girmek istemiyorum.
Neden? O zaman çok düzeysiz bir dedikodunun başlangıcını yapmış olabilirim. Ama kişisel
nedenler de vardı. Ben tiyatro adamıyım, biliyorsunuz. Oyun yazarıyım ve önemli ciddi bir oyun yazarıyım. Bu nedenle de tiyatronun içine pek girmek istemedim. Benim müdürlüğümde uzman olarak çalışan bir arkadaşımızın oraya tiyatro müdürü olarak atanmasını sağladım. Ne zaman? Zannediyorum bir yıl önceydi. Yani tiyatroyu mümkün mertebe belediyenin dışına çıkartmak için uğraştım. Çünkü ben tiyatrocuyum, tiyatro adamıyım.
Türkiye'de en çok ödüller alan yazar benim, biliyorsunuz..Her oyunum olay olmuştur, seyirci g e t i r m i ş t i r ve sanatsal olarak da kimse karşı çıkamamıştır.
Bu söylediğiniz yalnızca Bakırköy'e ait bir t a r t ı ş m a değil. Seviyeyi k o r u y a r a k halkın beğenisini kazanmanın yolu nedir sorusu sanatın her alanında tartışılıyor. S a n ı r ı m , Z e l i h a Berksoy dönemi için t i y a t r o n u n sanatsal tarafı yetersizdi diyemeyiz? Doğrudur, bunu inkar etmemek lazım. Seçimleri sanatsal seviyesi yüksek oyunlardı. O zaman Z e l i h a Berksoy'la ilgili şikayet, galiba "halka i n e m e m e s i " k o n u m u n d a kalıyor. Peki bundan sonra " h a l k a i n m e " anlayışı adına neler yapılacak? Bundan sonra yapılacak olan seçimlerle başa gelecek olan Genel Sanat Yönetmeni'ni ilgilendiren bir durum.
a
Ne t ü r şikayetler geliyordu? Şikayetler şöyle yoğunlaşıyormuş. BBT'de Bakırköylü sanatçıların yer almaması bir eleştiri konusuydu.
"Buradaki baskıya ve yönetim adaletsizliğine tahammül edemiyoruz" dediler. Tabii, bu olaylar dedikodu mevzusu oldu. Yasemin Yalçın, bu tiyatronun kadrolu oyuncusuydu. Yalçın, konservatuar mezunudur. Sınava girmiş ve kazanmıştı. Bunlar da dedikodu mevzusu yarattı. Başkanı huzursuz eden bir çok olay oldu. Derneklerdeki insanlar gelip bize; "Burada oynanan oyunların biz izleyicisi olamıyoruz. Dokuzuncu katta oturuyoruz, ama inip aşağıya oyunu izleyemiyoruz. Bizi tatmin edecek oyunlar seçilmiyor." diyorlar.
cy
Kimbunlar? Bir çok sanatçı var. Örneğin, Üstün Asutay, Yasemin Yalçın, Ergun Köknar, Cihat Tamer, Arzu Atalay,..
pe
Bu sanatçılar alınmamış mı? Şöyle bir durum söz konusu. BBT'de bir yükümlülük vardır. Belli bir yere gelmiş sanatçılar sınava tabi tutulmadan tiyatroya alınabilir. Yasemin Yalçın, geçen yıl Beşiktaş'ta bir tiyatroda oyun sahneledi.. Yasemin Yalçın bu tiyatroda oyuncuydu, biliyorsunuz. Genel Sanat Yönetmeni ile sonradan bir anlaşmazlık oldu. Peki, bazı anlaşmazlıklar doğal değil mi? Tabi ki doğal. Ama bu tür anlaşmazlıklar çok sık olmaya başladı gibime geliyor. Ve, 7 tane sanatçı birden istifa etti. Gülümser Gülhan, Nilgün Kasapbaşıoğlu, Mübeccel Vardar, Nefrin Tokyay, bunlar çok önemli oyuncular.
İstifalarına neden olarak neyi öne sürdüler? Neden olarak "Genel Sanat Yönetmeni ile ilişkimiz bozuktur" dendi. Üstelik istifa edenlerden ikisi yönetim kurulu üyesiydi. "Biz bu yönetimle beraber çalışmak istemiyoruz " gibi bir dilekçeyle, basında ufak bir haber olarak, sessizce gittiler.
Şu anda, Z e l i h a Berksoy ama... Şu anda o, ama belki o görevinden alınacak ve başkası getirilecek. O benim bilgim dışında olacak. Yani, görevinden alınacak... Bilemiyorum, galiba o, başkanla ilgili oldukça ağır suçlamalarda bulunmuştu. Onları okudunuz basında. "O kültür düşmanıdır.." demiş. Bir kurumun yıpratılmasına yönelik bir tartışma olunca, Belediye Başkanı'nında kendisini yıpratmak isteyecek bir insanla çalışacağını pek sanmıyorum. Bu kesin olarak böyledir. Ama bana sorarsanız...
Tiyatro Tiyatro.
cy
pe a
a
cy
pe
Adaylar kim olacak? Adayları ben bilemiyorum, çünkü benim karar verme yetkim yok. Ama herhalde bir tiyatro adamı getirilecektir. K i m olabilir? Bilemiyorum. İsim olarak? İsim de vermek istemiyorum. Gerçekten burada ağabeylik yapabilecek biri, ama... Ağabeylik dediğinize göre bir e r k e k olacak, herhalde. Ya da ablalık yapacak, onu öyle yorumlamasak herhalde daha iyi olur. Ve halka inmek derken, gerçekten düzeyi bozmadan bunu başarabilecek bir insan olacak. Bozulan bu sistemi, kaosu ortadan kaldırabilecek bir kimse getirilecektir.
pe
cy
a
Peki siz olsaydınız, g e r ç e k t e n o seviyeyi k o r u y a r a k halka i n m e k için neler yapardınız? Bu herkesin y a p m a k istediği a m a başarması da oldukça güç bir şey.. Evet, benim oyunlarımın sayısı 13-14'ü aştı; iftiharla, gururla da söylüyorum. Bir "Kadıncıkların yazarıyım, bir "Çıkmaz Sokak"ın yazarıyım, "Helikopter"in yazarıyım, "Dosya"nın, "Kördöğüşü"nün, "Yeşil Gece"nin... Göreceksiniz, bu sene her yerde oynanacak. Son yazdığım bir oyun var, "Ziyaretçiler" diye özellikle -inşallahizlemenizi istiyorum. Oynanacak bu oyunlar. Yazar olarak ben, kendi yazdıklarımla bir şey kanıtlamış bir insanım, Türkiye'de en çok ödüller alan yazar benim, biliyorsunuz.. Her oyunum olay olmuştur,
onu da bana İstanbul Devlet Tiyatroları Müdürü Murat Karasu müjdeledi. Bunlar ciddi şeyler değil mi? Hiç bir yazara nasip olmayan bir yere gelmişim. Ben bunları kendi övgüm için söylemiyorum, ancak burada bir gerçek var, hem seyirciyi yakalayan, hem de düzeyi düşürmeyen evrensel oyunlar var. Mesela: "Kadıncıklar", şu anda Pakistan'da televizyon dizisi oluyor. İnanıyorum ki benim oyunlarım giderek tüm dünyada oynanmaya başlanacak, 2000 yılını ben öyle belirlemeye çalıştım. Öyle ki, dünyanın kabul ettiği, aynı zamanda seyirci getiren oyunları BBT'de oynama şansımız olabilir. Zaten, BBT'de yılda topu topu d ö r t oyun oynanıyor. Bu dört oyundan üçünü yerli seçersiniz, zaten üç tane oyun Türkiye'deki yazarlar çıkartamıyorsa, yazarlığı hemen bıraksınlar bu işten vazgeçsinler. Ben, Devlet Tiyatrosu Edebi Kurul üyesiyim, 80 oyun buluyorum, bunun 20 tanesi yerli olabiliyor. Bizim tiyatro repertuarımızda iyi oyunlar var. Sabahattin Kudret'inden , Memet Baydur'una , Turgut Özakman'ından -özellikle T. Özakman'ı söylüyorum, seyircisiyle çok iyi bütünleşen bir oyun yazarı- Orhan Asena'sına 50'ye yakın oyun var ve ben iddia ediyorum ki, çevirileri yapılırsa diğer Türk oyunları da dünyanın d ö r t köşesinde oynanacaktır. Tabi ki yabancı oyunlarda oynanacak. Buna hayır demek çok saçma bir şey, evrensellik çok önemlidir. Kültüre inanıyorsak, evrensellik çok önemli. Biz Türk Tiyatrosu var diye bir mücadele veriyorsak, Türk oyun yazarı var olduğu müddetçe var. Ordan burdan al, çok iyi de oynayabilirsin, ama bu sonuç getirmez, ulusal tiyatromuz olmaz o zaman. BBT'nin yönetmeliğinde "Yüzde yetmişbeş oranda yerli yazarların oyunları oynanacak" diye bir şeyde kalmamıştır, zaten ona yazarlarımız karşı çıkmıştır. "Bizim böyle bir şeye ihtiyacımız yok koruma altına alınmayı kabul etmiyoruz" demişlerdir. Evet bir önceki antidemokratik bir yönetmelik idi. Bir grup tarafından hazırlanıyor. Hazırlanırken benim haberim yoktu. Olsaydı zaten böyle bir şey çıkmazdı. Başar Sabuncu, Burçin Oraloğlu, Halil Doğan'ın ve İŞTİSAN yöneticilerinin olduğu yerde
Bu y ö n e t m e l i k Türkiye'de ödenekli t i y a t r o l a r için yapılmış y ö n e t m e l i k l e r i n en başarılısı oldu.
seyirci getirmiştir ve sanatsal olarak da kimse karşı çıkamamıştır. Yurtdışında da oynanıyor, oyunlarım. Almanya'da oynanıyor, Azarbeycan'da oynanıyor, Rusya'da da başlamak üzere. Yugoslavya'da beş yıldır oynuyor, Avusturya'da Devlet Tiyatrosu bir oyunumu repertuarına alıyor. Bu dönem başlayacaklar. Avusturya D e v l e t T i y a t r o s u mu? Evet, Avusturya'da bir Devlet Tiyatrosu varmış, 30 Tiyatro Tiyatro
başkan bana soru yöneltti: "Siz Tuncer Bey, bu yönetmelik
le ilgili neler düşünüyorsunuz? katılıyorum." dedim.
"Arkadaşlarıma
Önceki yönetmeliği kim hazırladı? Ben o konuda pek birşey söyleyemem, tabii belediyede hazırlanmış, ben bilemem. Başkan: "Ben, senin bu işin içinde olduğunu düşünüyordum" deyince, artık o bir görevdir, çünkü burada bir kaos var, "İzin verirseniz, ben bir tane hazırlayayım" dedim. "Ama bundan önce, tiyatro ile ilgili kuruluşlara soralım, onların getireceği eleştiriler doğrultusunda da ben hazırlıyorum, kimseyi karıştırmıyorum " dedim. Tabii bir avukat arkadaşla...
Yeni Sanat Y ö n e t m e n i , belediyeden biri mi olacak?
Zeliha Berksoy, maalesef bu olayda çok kişisel davranarak bizi çok üzdü. ama bu sanatçı yönünü inkar etmemize bir gerekçe değildir. Belediye değil, belediyeyle alakası yok. Ülkemizde tanınmış bir tiyatro adamı olacak. Ben şöyle söyleyeyim: Zeliha Berksoy, Türkiye'nin yetiştirdiği çok önemli bir tiyatro oyuncusudur. İnşallah dilerim ki benim de bir oyunumda oynar, bunu hep hayal etmişimdir. Çünkü ben onun çok eskiden , Zeliha Berksoy olarak çıkışını hatırlıyorum. Çıkışını bir Türk yazarına borçludur. Vasıf Öngören'in "Asiye"sini oynarken ,ben üniversitede genç bir delikanlıydım. Oyunlar yazmaya çalışıyordum. Zeliha Berksoy, maalesef bu olayda çok kişisel davranarak bizi çok üzdü. Ama bu sanatçı yönünü inkar etmemize bir gerekçe değildir.
cy
a
Son şeklini diğer t i y a t r o kuruluşları kabul e t t i l e r mi? Yönetmeliği çıkardım, ve taslak yönetmelik olarak başkana sundum. Başkan, "Ben kesinlikle senin de bu işin içinde olduğunu düşündüm" dedi. Bende, "keşke olsaydım, iş bu noktalara gelmezdi" dedim, çünkü biz tiyatro adamıyız, her ne kadar yazarları tiyatro adamı saymasalar da...
"Geri alıyorum, çünkü yanlış bilgilendirildik, Yönetmelik ileri bir yönetmeliktir." dedi. Yani, yönetmelik kavgasını bitirdim. Evet, bunu da gururla söylüyorum. Genel Sanat Yönetmeni'nin padişahlığı sona erdi. Genel Sanat Yönetmeni kurulun başkanıdır, ama 7 üyeden de biridir, aynı zamanda. Bir yenilik daha yaptım. Eskiden Sanat Teknik Direktörü, yönetim Kurulu'nda yoktu. Doğal üye olarak Kurul'a girmesini sağladım. 7 üyeden biri olacak.
pe
Y ö n e t m e l i k sorununa dönelim mi? Şimdi onu da açığa kavuşturmak istiyorum. Büyük tepki alan bu yönetmeliği ben de reddettim, başkan da reddetti. Fakat ondan sonra benim tarafımdan bir yönetmelik hazırlandı. Yönetmeliğe karşı çıkan SHP li meclis üyesi Ahmet Sonay bile beni daha sonra tebrik etti. Bu yönetmelik Türkiye'de ödenekli tiyatrolar için yapılmış, yönetmeliklerin en başarılısı oldu. Repertuar Kurulu, yani Yönetim Kurulu 7 kişi oldu. Bunlardan 6'sı sanatçı. Bu benim hazırladığım yönetmelik meclisten geçtikten sonra Ahmet Sonay'ı aradım: "Siz bir talihsizlik olarak, oyun yazarlarının genel sanat yönetmeni olmaması yönünde görüş bildirmiştiniz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? " dedim.
Tiyatro Tiyatro 31
Ayşegül
BİR GÖRÜŞ
Yüksel
Ödenekli tiyatrolar nereye gidiyor?
Sanatın,
özellikle
de
tiyatronun
açık
seçik
belir-
lenmiş yasal ar çerçevesinde, ama bürokratik ya da p o l i t i k düğümlenmelerden bağımsız b i r biçimde yeşermesi Türk halkına yıllardır çok görülmüştür.
pe cy
İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'na parlak bir on yıl yaşat mış olan genel sanat yönetmeni Gencay Gürün, hakkında açıl mış olan soruşturmanın "sağlık lı biçimde yürütülebilmesi" için görevden alınmış, kısa bir süre sonra da Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatroları'nı kurumlaş tırma yolunda son beş altı yıldır olağanüstü bir çaba harcamış olan Zeliha Berksoy'un yetkileri -yeni çıkarılan bir yönetmelikleortadan kaldırılmıştır.
kı'ndaki yeni lokalinden -yine yasal görünüşlü gerekçelerle- çı karılmıştı. Başkentte çeşitli be lediyelerin koruması altında sürdürülmüş olan kültür/sanat etkinliklerinin geleceğine de kuşkuyla bakılmaktadır. Rast lantı mı bütün bunlar? Bu olay larda rol oynayan yerel yönetici lerden ilkinin bale sanatını "belden aşağı" bulması, ikinci sinin "tiyatrodan anlamam" de mesi, üçüncüsünün de parkları süsleyen heykelleri, "tüküreyim böyle sanatın içine" sözleriyle "değerlendirmesi" rastlantı ola sılığını ortadan kaldırıyor... Ye rel yöneticiler bu düzeyde mi yaklaşıyorlar sanata? Devlet çar kı ise başka türlü dönüyor. Tür kiye'nin en büyük ödenekli ti yatro kurumu olan Devlet Tiyatroları yaz boyunca "genel
a
Yazının başlığı çoğu okurda, "olumsuz izlenim" yaratılmak istendiği duygusunu uyandıra bilir. Gerçekten de ödenekli ti yatrolar bağlamında bir kaç ay dır yaşananlar pek çok bakım dan "olumsuz izlenim" yarata cak niteliktedir.
"Sanatın özerkliği" ülkemizi yönetenlerce bir türlü "vazgeçilmez bir gereksinme" olarak benimsenememiştir. Gerekçeleri ne olursa olsun, 27 Mart yerel seçimlerinden sonra yerel yönetimlerce ortaya konan bu "tiyatro eylemleri" hoş bir görüntü vermemektedir. Tiyat roya hizmette girişimci ve atı lımcı bir tutum sergileyen iki "çağdaş kadın" saf dışı ediliverilmiştir... Ankara'da ise Sanat Kurumu bir önceki yerel yöne timce sağlanan Gençlik Par32 Tiyatro Tiyatro
müdür" bunalımı yaşadı, şimdi de yaşıyor. T.C. Kültür Bakanlığı'nın bir genel müdürlüğü ol ma statüsüne gireliberi, değişen iktidar partilerinin politik yak laşımları doğrultusunda öngörü len değişken tiyatro anlayışları nın etkisinden bağımsız kalama yan, bu nedenle de 70'lerin son larından bu yana, bir kaç yılda bir "genel müdür bunalımı" ya
şayan bu ödenekli tiyatromuzun şu anda "köşe kapmaca" oyna yan iki genel müdürü var. Eski Kültür Bakanı Sağlar tarafından görevden alınan, ancak yürüt meyi durdurma kararı aldırtmış bulunan Bozkurt Kuruç ve Dev let Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün sanatçı/sanatçı olmayan, tüm personeli tarafından seçile rek göreve getirilen Tamer Le vent, yasalar ve bürokrasi gere ği, son iki aydır ipte oynayan iki cambaza dönüştürüldü. Le vent yönetiminin başlattığı "Sa nata Evet" kampanyası Kuruç tarafından durdurulmakta, Le vent ise kampanyayı sürdürmek için göreve "vekaleten" getirile ceği günü beklemekte... Türki ye'nin sekiz ayrı ilinde etkinlik lere başlaması beklenen Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü "mensupları" aylardır kendi bünyelerindeki bu olayın izleyi cisi durumundalar. Bakanlık ise ne yapacağını bilemiyor. Dövünsek yeridir, tiyatro döne mi içinde pek az gazetenin ilgi gösterdiği, TV kanallarının da bütünüyle görmezden geldiği ti yatromuz, ödenekli tiyatrolarda yaşanan "sanat dışı" bunalımlar nedeniyle yaz boyunca gündem de kalmıştır... Çünkü nasıl özel tiyatrolara "tecimsel girişim" gözüyle bakılıyorsa, ödenekli ti yatrolara da devletin ya da yerel yönetimlerin bürokratik kural larla bağlanmış "birimleri" gö-
züyle bakılmaktadır. Çünkü "sanatın özerkliği" ülkemizi yönetenlerce bir türlü "vazgeçil mez bir gereksinme" olarak be nimsenememiştir. Eski Kültür
Bakanı Sağlar'ın, görevde olduğu dönem boyunca Büyük Mil let Meclisi'ne sunmaya çalıştığı "Tiyatro Çerçeve Yasası" ve "Devlet Tiyatroları Yasası" çelmelenmiştir. Sanatın, özellikle de tiyatronun açık seçik belir lenmiş yasalar çerçevesinde ama bürokratik ya da politik düğüm-
ten değil- özgürce düşünme, dü şünceleri tartışabilme ve yarat ma özgürlüğünden kaynaklanan sanat ve yüksek öğretim kurum larında, hiç bir yöneticiye "anti demokratik" ve/ya da "kötü niyetli" olma şansı tanınmamalı dır. Devlet, toplum içinde ya şamsal önem taşıyan kurumlarına doğal olarak öde nek sağlayacak, bu ödeneklerin verimli bir yönde ve yasalara uygun biçimde değerlendirilip değerlendirilmediğini doğal ola-
İster yerel yönetimlere ister devlete bağlı olsun, ödenekli tiyatrolarımızda bu anlamda sürekli bir "demokratik yapı" kurulmamıştır.
a
rak denetleyecektir. Ancak, kül tür ve sanat kurumlarını, sağlık lı bir savaşım ortamı içinde gelişime açacak demokratik ya pıya da kavuşturmalıdır. Bürok rasi kültür ve sanat kurumları nın, kültür ve sanat üretimi bağlamında değil, yönetsel işle yişi için gereklidir. "İdari per sonel" atanır; ama "genel sanat yönetmeni" sanatçı arkadaşları nın seçimi-yle göreve getirilme li, görevini arkadaşlarını "temsil ettiği"nin bilincinde olarak sür dürmeli, onu göreve getiren ar kadaşlarının bir sonraki seçim lerde onu görevden alabilece ğini bilmelidir. Sonuç olarak; tüm sanatçılar ortaya koydukla rı sanat eyleminin sorumluluğu nu genel sanat yönetmenleriyle birlikte taşımalıdırlar. Bu koşul lar sağlanmadığı sürece dillerde yalnızca gelmiş-geçmiş-gelecek genel sanat yönetmenlerinin "yaptıkları" ve "yapmadıkları" dolaşacak, bu nedenle ödenekli kurumlarımızın Cumhuriyet ta rihi içindeki uzun serüveni üs tünde "nesnel-bilimsel" bir de ğerlendirme yapılamayacaktır. Yine bu nedenle Devlet Tiyatro-
pe
cy
lenmelerden bağımsız bir bi çimde yeşermesi Türk halkına yıllardır çok görülmüştür. Dü şünce ve söz özgürlüğü -gene linde sanıldığı gibi- yazılı ya da görsel basına "demeç" vermekle sınırlı değildir; bireyin, sorum luluğunu taşıdığı görev bağla mındaki düşüncelerini bürokra tik engellere takılmaksızın tar tışma gündemine getirebileceği bir ortamda çalışmasının sağlanmasıyla anlam ve işlev kaza nır. İster yerel yönetimlere ister devlete bağlı olsun, ödenekli ti yatrolarımızda bu anlamda sü rekli bir "demokratik yapı" ku rulmamıştır. Üniversitelerimizde de kurul madığı gibi. Sonuç olarak da yönetici olarak "atanan" kişiler, bireysel özelliklerinden kaynak lanan tutumları sonucu "de mokratik" ya da "anti-demokra tik" olarak nitelenirler. (Daha çok da "iyi niyetli" ya da "kötü niyetli" olarak...) Bu öznel sap tamaların, "demokrasi"nin yasal ilkelerle belirlenmediği ortam larda hiç bir değeri yoktur. Ya şama ve gelişme gücü "büyüklerin sözünü dinlemek"
ları'nda Genel Sanat Yönetmeni görevini yapan kişinin "genel müdür" unvanı taşıması benim senemez; ve bu nedenle "genel sanat yönetmeni" niteliğindeki kişiyi "seçim"le belirleme ilke sinin ilk uygulamasının yapıldı ğı Devlet Tiyatroları'nda "idari personel"in de oy kullanmasını yadırgamadan edemeyiz; seyirci olarak, düzeyi düşük, başarısız bir yapımın hesabını, "olay"ın sorumluluğunu taşıyan sanatçı lardan sorabiliriz ancak, "idari personel"den değil... "Ödenekli tiyatrolar nereye gi diyor?" sorusunun "olumsuz" yanıtını verdik sanıyorum: Öde nekli tiyatrolar, uzun yıllardır bildiğimizden başka bir yerlere gitmiyor. Çünkü devletin ve ye rel yönetimlerin bu kurumlara olan yaklaşımını "olumlu yön de" değiştirecek yasal düzenle meler yapılmış değil. Sekseninci yılını devirmek üzere olan İBŞT, birkaç genel sanat yönet meninin oluşturduğu parlak dö nemlerle anılagelecek. Bakırköy Şehir Tiyatroları'nın geleceği belli değil, elli yaşına yaklaşan Devlet Tiyatroları'nın durumu da İBŞT'ninki gibi değerlendirilegelecek. Ancak, 1994 içindeki -çalkantılı da olsa- gelişmeler Devlet Tiyatroları'nın ve İBŞT'nin sanatsal işlevini "de mokratik koşullar" da sürdür meye, bu koşulları oluşturmaya kararlı olduğunu gösteriyor. Gerek Devlet Tiyatroları'nda gerçekleşen "seçim uygulaması" gerekse İBŞT'de görevi devra lan Erol Keskin'in kurum için de demokratik işlerliğe kapı açan açıklamaları olumlu aşa malara yönelişler gibi görünü yor. Umutlanıyoruz. Savaşımın kültür ve sanat kurumlarına "özerklik" tanınacağı günlere ulaşacağı inancıyla. Tiyatro Tiyatro.
pe cy a
pe cy a
a
cy
pe
cy
pe a
a
cy
pe
pe cy a
pe cy a
pe cy a
pe cy a
İ Z L E N İ M L E R
DikmenGürünUçarer
notları
pe
cy
a
Edinburgh
Gert Voss ve Eva Mattcs Peter Zadck'in yorumladığı "Antony ve Kleopatra''da Doğu ile Batı arasındaki çelişkiyi vurgulayan bir yaklaşımı sergiliyorlar.
9229 sanatçı ve 466 tiyatro topluluğu... Edinburgh Festivali'nin "Fringe" bölümü böylesine geniş kapsamlı bir etkinlik. Bilindiği gibi, 14 Ağustos - 3 Eylül tarihleri arasında ana festivalin dışındaki tüm etkinlikler "Fringe" kapsamına almıyor, ve hepsi de o küçücük Edinburgh kentinde yapıtlarını sergileyecek salonlar bulabiliyorlar. "Fringe" oyunları tabii ki ana festival tiyatrolarıyla kıyaslandığında genelde bazı olanaklardan yoksun mekanlarda sergileniyor, ama yine de o kadar topluluğu barındırabilmek inanılır gibi değil. Sanki salon fışkırıyor Edinburgh'un her köşesinden... İstanbul'u düşünüyorum... 10-12 milyonluk koca bir kentte kaç tiyatro salonu var? Mevcutlardan kaçı gerekli olanaklara sahip? Bu yıl yeniden onarılarak festivalin hizmetine verilen Edinburgh Festival Tiyatrosu'nun görkemi "Ah, İstanbul'a da böyle bir tiyatro" dedirtiyor... Sadece İstanbul'a mı?... Edinburgh her yıl dünyanın dört bir yanından onca sanatseveri buluşturuyor. Traverse, E d i n b u r g h ' u n büyük Tiyatro Tiyatro 35
"lago"da South Bridge havuzu, Akdeniz'in mavi suları yerine konmuştu. Podol, "Othello"dan yola çıkarak yaptığı bu uyarlamada zayıf karakterli bir insanın güçlü ve zeki bir insan tarafından yok ediliş temasını işliyordu. Bu açıdan bakıldığında politik kayguların irdelendiği bir yapım olarak dikkat çekiyor "lago", ama yine de İngilizlerin neden bu denli etkilendiklerini anlamak biraz güç... Belki de keramet havuzdadır... Ana festivalde ise, 1994 büyük yönetmenlerin yılıydı... Peter Stein, Peter Zadek, Stephen Braunschweig, Robert LePage, William Gaskill, Luc Bondy... Kanada'nın tiyatro alanında övünç kaynağı Robert LePage minimalist bir yönetmen olarak tanımlanıyor. Yorumlarındaki ilginç buluşlar yaratıcılığının uzantıları olarak değerlendiriliyor. "Playing with Paradox"da belirtildiği gibi; kimi eleştirmenler onun
pe
cy
tiyatrolarından biri olmasına rağmen, festival süresince salonlarını "Fringe"e açmış. Her yıl "Fringe"in kreması Traverse'de yeniyor. Assembly Halis, Gilded Baloon, Pleasance da Traverse gibi, salonlarında oynayacak toplulukları kendileri seçiyorlar. Kısacası; buralarda oynamanın bir ayrıcalığı var... Bu yıl Traverse'de sezon içinde de sergilenen "Moskova İstasyonları", Tom Courtenay'dan bir oyunculuk ziyafeti. Venedikt Yerofeev'in kitabından Stephen Mulrine'nin sahneye uyarladığı "Moskova İ s t a s y o n l a r ı n d a Courtenay, Yerofeev'i canlandırıyor; "kültürlü bir sarhoş ve akıllı bir alkolik". Bu tek kişilik oyunda Rus toplumunun farklı kesitlerinden kişilerle tanışıyor izleyici ve pek çok şeyi onlarla paylaşıyor. Hüzün ve güldürünün içiçe olduğu bir yapıt. Yine Traverse'de
a
Peter Stein
Belçika'nın De Parade Tiyatrosu tarafından sahnelenen "Modern Doğa "da tek kişilik bir gösteri. Belçikalı, aktör Kris Cuppens ünlü İngiliz Yönetmen Derek Jarman'ın yaşamından bölümleri ve onun saldırgan ve uzlaşmaz kişiliği altında yatan doğa tutkusunu, sessizliğe özlemini yansıtıyor... Polonyalı Wierszalin Tiyatrosu, geçen yıl Fringe ödülünü almış bir topluluk. Bir halk masalından yola çıkarak sergiledikleri "Roll A Pea"de oyuncular ve kuklaların birlikte kullanımı gerçekten etkileyiciydi... Wierszalin bu yıl da Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri'ne yönelmiş. Oyunun adı "Merlin"... Kuklaların kullanımı yine ilginç... Aşklar, savaşlar, ormanlar, göller, canavarlar herşey kuklalarla insanların içiçe sergilendiği bir bütün içinde izleniyor. Dinsel öğeler taşıyan müzik oyuna bir ritüel havası katıyor. Ama yine de Polonya'nın kendi
36 Tiyatro Tiyatro
toprakların dan, kendi kültüründen filizlenen "Roll a Pea" ile kıyaslan dığında "Merlin" aynı dinamizmi taşımıyor. "Fringe "in adından söz
Oresleia" üçlemesinin Erkekler Korosu baskı rejiminde
ettiren bir başka topluluğu da Ukrayna'dan gelen Podol Tiyatrosu. Podol iki oyunla katıldı festivale: "Bir Yaz Gecesi Rüyası" ve "lago".
suskun bir Meclisin yorgun üyeleri.
"Romeo ve Juliet"de Kapulet'leri İngilizce, Montagü'leri Fransızca konuşturmasını, "Coriolanus"da sahneyi camla
zengin iç dünyanın dışa vuruntuyla daha da göz alıcı bir hale dönüşüyor... "Ota Nehrinin Yedi Kolu", Yahudi asıllı Çek fotoğrafçı Tana Capek ile birlikte yüzyılımızda bir gezinti. Hitler döneminden başlayarak Hiroşima'ya uzanan bu gezintide Le Page'ın düşsel zenginliği Bunraku kuklalarıyla gerçekleştirdiği aşk-tutku-savaş temasını işleyen ön oyundan başlayarak gözlemleniyor. Peter Stein geçen yıl "Jül Sezar" ile Edinburgh Festivali'nin en çarpıcı olaylarından birini gerçekleştirmişti. Bu yıl da Moskova Akademi Tiyatrosu ile
Braunschweig sakin bir göl. İkisinin de insana verdiği tadlar farklı... "Bir Kış Masalı", trajedi ve komedinin içiçe girdiği duyarlı bir anlatım... Mekan kullanımı ise görsel bir ziyafet. Berliner Ensemble "Antony ve Cleopatra" ile Edinburgh'un ünlü konuklarından. Gert
a
yine görkemli bir yapıt sergiliyor. Aeschylus'un "Oresteia" üçlemesi... Zengin bir yaratıcı güç, evrensel bir bakış açısı ve maddi olanaklar... Peter Stein'ın tüm çalışmalarında olduğu gibi "Oresteia"da da göze çarpan gerçekler bunlar... İzleyici Üçlemenin Eumenides
pe cy
. kaplamasını ve ışık yansımalarıyla kahramanın başının çoğu zaman görüş seviyesinin dışında bırakılmasını, ya da bir başka oyunda kişilerin adeta akrobasi numaraları yapmalarını yapaylık olarak değerlendiriyor. Ama çoğunluk için LePage Batı'nın altın çocuğu... Adı Robert Wilson, Peter Brook, Peter Stein ve Patrice Chereau gibi günümüz tiyatrosuna imzasını atmış yönetmenlerle birlikte anılıyor... LePage küçük alanları fiziksel ve düşünsel aksiyonla dolduran bir yönetmen olarak dikkat çekiyor. Dünya prömiyerini Edinburgh Festivali'nde yapan "Ota Nehrinin Yedi Kolu"nda da sanatçının bu özelliğini yakalamak mümkün... Uç bölümden oluşan oyunun (Eşik, Ayna, Tiyatro) özellikle "Ayna" bölümündeki yoğunluk dikkat çekici. Camlar ve aynalarla daraltılan ve zaten küçük olan mekandaki çarpıcı trafik psikolojik sorgulamalarla,
Clytemenesba; açık bir anne, ihtiraslı bir kadın, hırslı bir yönetici.
bölümünde yönetmeni kalın çizgilerle belirlenen ve güldürü sınırlarını zorlayan yaklaşımından dolayı sorgulasa da, çalışmanın büyüsüne kapılmaktan alamıyor kendini. Yoksa soğuk sayılabilecek bir spor salonunda, dimdik iskemleler üzerinde 7,5 saat oturmak pek kolay değil... Peter Stein'ın böylesi bir çarpıcılığı, çekiciliği var... Fransa'nın genç yönetmeni Stephen Braunschweig için de 'çekici' deyimini kullanmak yalnış olmaz. Stein, köpürerek akan bir nehir ise,
Voss'u peşpeşe iki yıl aynı rolde, farklı yorumlarda izlemek hoş, ilginç. "Jül Sezar"ın dinamik, hırslı Mark Antony'si, burada yerini belki biraz Doğu'nun havasına kapılmış, içinde esen fırtınalar yatışmış bir düşünüre bırakıyor. 48 yıl süresince dünyanın sayılı festivallerinden biri olma niteliğini koruyan Edinburgh Festivali, bir yılı daha geride bırakırken gelecek yıl için daha şimdiden izleyicilerinde yeni heyecanlar uyandırıyor.
Tiyatro Tiyatro. 37
PORTRE Gökhan Akçura
MENGÜ
ERTEL
TİYATRO T A N R I S I ' N A SUNULMUŞ BİR YAŞAM
pe cy
a
1968 yılında kendi seçtiği oyunların afiş eskizlerini yapıp Muhsin Bey'e gösterir. "Bana niye bunları daha büyük, gerçek boyutlarında yapmıyorsun" dedi. Bu bana şevk verdi ve çizdiğim afişleri ilk kez 1969'da sergiledim.
oluyorum. Tiyatro Tanrısı mı diyorum rehberime, gülüyor, tapınağın bakıcısı bu diyor bana. Tanrı bakışlı adam, parmağını sallıyor, kızgın "Sessiz olun lütfen!" diye bağırıyor. Uyanıyorum. Bu düşte imgelemimin yarattığı hiç bir şey yok. Düşü oluşturan tüm görüntüler gerçek objeler. Birer afiş, tablo, grafik çalışma olarak daha önce üretilmiş. Kendi deyimiyle yaşamını "tiyatroya angaje etmiş" bir sanatçının, Mengü Ertel'in eserleri. Bunları yanyana getirdiğimizde, bir tiyatro tapınağından içeri girmiş gibi olu yoruz. Tiyatroyu seven, kendi sanatı içinde onu yeniden yaratan bir sanatçı Mengü Ertel. Bir tiyatro insanı... Altmış küsur yıl öncesine dönelim. Mengü Ertel 1931 yılında Üsküdar'da, Atik Valide Camii'nin yakınlarında iki katlı bir evde doğdu. Babası Mehmet Muhlis, Evkaf Dairesi'nde kıdemli me murdu. Setre pantalonlu, tozluklu, yelekli, köstekli, kelebek gözlüklü... Tam "Kâtibim" şarkısındaki tip. Okumaya, müziğe, şiire meraklı. Neyzen Tevfık'in, Abdülbâki Gölpınarlı'nın arkadaşı. Büyük olasılıkla bektaşi. Miskinler Tekkesi'ne gider, çıkışta da meyhaneye uğramayı unutmazdı. Muhlis bey, Evkaftan emekli olduğunda ailenin maddi durumu hiç de kötü sayılmazdı. Üsküdar'daki ev dışında, Mimar Sinan çarşısında babadan kalma 8-9 dükkân vardı. Yıllarca memurluk yapmış, ehli keyif bir adamın beceremiyeceği bir işe sıvandı Meh met Muhlis. Ticaret yapmaya kalkıştı. Zeytinyağı tüccarlığı elbette
afişler, tablolar kaplı dev bir yapının karşısındayım. Tiyatro
çabuk biten bir serüven oldu. Aile hızla yoksullaştı. Babanın
a
Bu duş görüyorum. Duvarları Mengü Ertel imzasını taşıyan
ölümünden sonra tüm yük annenin sırtına kaldı. Resme yeteneği
yüzlerce mum yanıyor. Düş rehberim, kulağıma her mumun, ti
olan, çok okuyan bir kadındı anne.
yatroya adanmış bir ruhun anısına yakıldığını fısıldıyor. Büyük sa
Mengü Ertel, çocukluk yıllarında, annesinin kendisine bir Nas-
cy
Tanrısı'nın kutsadığı bir tapınak burası. Kapının iki yanında
reddin Hoca kitabından öyküler okuduğunu hatırlıyor. Kitapta
ruyor. Bunlar afişler diyor rehberim. Bir yanda dünyanın en ünlü
klişelerden basılmış resimler vardır. Bu resimlerin üzerlerinde ise
yazarları. Sophokles, Shakespeare, Moliere, ibsen, Jarry, Brecht,
ilginç birtakım siyah noktalar... "Çok merak ederdim, neden re
Shaw, Beckett, Lorca, Genet, Miller. Oyunlar resimlere dönüşüp,
simlerin üzerine o aykırı siyah noktalar konmuş , bir türlü
duvarın dokusuyla bütünleşmişler. Hemen karşıda, aryaların
çözemezdim. Resmin esrarı yani. Yıllar sonra bu kitap elime
yükseldiği bir bölüm var Opera afişleri . Salonun öteki ucunda
geçince, tekrar o resimlere baktım ve anladım. Bunlar klişe
pe
lona giriyorum: Yüzlerce oyun, cisimleşmiş olarak karşımda du
ise Türk yazarlarının oyunları birbiri peşisıra karşımıza çıkıyor. Bir
çivilerinin yaptığı izlerdi. O çocuk gözlerimde, resmin bütününe
duvarı boydan boya Haldun Taner'in "Keşanlı Ali"si kaplamış. Sa
yabancı bu izler derin etkiler bırakmış. Resimle ilgili ilk anım bu
lonun tam ortasına uzanıyorum. Tiyatro Tanrısı'nın beni ku
galiba."
cakladığını hissediyorum.
Küçük Mengü, tiyatroyla Bağlarbaşı açık hava sinemalarında
Rehberim omzuma dokunup, tapınağı gezeceğimizi söylüyor.
Girdiğimiz ilk oda, "oyuncular"a ayrılmış. Mengü'nün tablolarında yüzler, maskeler, eller, ruhlar içiçe geçmiş. Bir replik ışığa, bir bakış fırça darbesine, bir hareket renge dönüşmüş. Kendimi oyuncuların ellerine bırakarak gezime devam ediyorum. "Aktörlük Hakkında Aykırı Çizgiler" yazılı bir kapı çıkıyor karşıma. Muhsin Ertuğrul'a adanmış bir oda burası. Büyük tiyatro adamının sahne yaşamı vesikalık fotoğraflar gibi sarıyor çevremi. Diderot'nun sözleri karşı duvara yansımış: "Bu muhtelif çehrelerin onda nasıl birer birer şekillendiğini de hayretle görmüşsünüzdür. Elbette bu, tabii değildi, çünkü tabiat ona, yalnız kendi çehresini lütfetmişti. Öbürlerini ise o; sanattan alıyordu." Birden sert bakışlı, iri yapılı, Zeus sakallı birini görür gibi
Tiyatro Tiyatro. 39
Benim ise hiç bir şeyden haberim yok aslında. Okulda birtakım guruplar var, aralarında şiirler okuyorlar. Özellikle Nâzım oku nuyor. Ben de o gurupların peşine takıldım doğal olarak. Ama hakikaten bilincinde değiliz olayın. O çocuklarla sonradan ar kadaş olduğum için biliyorum; gayet ılımlı, şiir seven heyecanlı gençlerdi sadece. Ama adam (Zeki Faik) takmıştı. Onun için afiş bölümüne girmekten vazgeçtim, dekorasyon bölümünü seçtim." Akademiye başladığı yıllarda Kâmran Yüce'yle arkadaş olur. Onun vasıtasıyla tiyatro ve sanat çevreleriyle tanışır. Daha 17-18 yaşlarındadır. Lambo'nun meyhanesine gitmeye başlar. Mücap Ofluoğlu, Cahit Irgat, Ercüment Behzat Lâv, Hayri Esen, Sadettin Erbil gibi isimlerle tanışır. Ardından Sait Faik, Ferdi Tayfur, Dino kardeşler... Aynı dönemde, Akademi'de hocası olan Ahmet Hamdi Tanpınar, Mengü'yü ve okul arkadaşı Kuzgun Acar'ı Ada let Gimcoz'la tanıştırır. Adalet hanım çok etkili bir isimdir. Maya Galerisi'nin sahibi. Aynı zamanda dublaj sanatçısı. Adalet Cimcoz onlara iş bulmak, geçimlerini sağlayacak kadar para kazandırmak gayretindedir. Kuzgun'a vitrinlere manken yaptırmak gibi işler bulur. Mengü'ye de dublaj işi yaratır "İpek Film'e, Adalet hanımın ağabeyi Ferdi Tayfur'a gidiyorum. Aslında dublajcı olmuyorsun da seni koruyorlar, idare ediyorlar... "New York'a iki bilet verin" gibi bir iki replik söylüyorsun. Sana da kaşe yazıyorlar. Bu arada
a
Ferdi Tayfur görüyor ayağında doğru dürüst ayakkabın
olmadığını, iki üç gün, belki beş gün bu kaşeleri ödetmiyor. Sonra hepsini birden sana verip, "Git ayağına bir ayakkabı al,"
Karagözcüler gösteriler yaparlar. Akraba ziyaretlerinde çocuklar
diyor."
pe cy
tanışır. Buraya İsmail Dümbüllü, Naşit gibi halk sanatçıları gelir, bunlara öykünüp, oyunlar oynarlar. Ama ailecek tiyatroya gi
O yıllarda iyi bir sinema seyircisidir Mengü Ertel (şimdi de öyle
dilmez. "Olağanüstü zor maddi koşullar içindeydik. Tiyatroya
ya!) Günde birkaç film seyrettiği bile olur. O dönemin en büyük
falan gidecek halimiz yoktu. Tek ayakkabım, atletim, pantolonum
prodüksiyonu Fatih Sultan Mehmet filminin dekorları Akademi
vardı. Ben ortaokulun üçüncü sınıfındayken ölmüştü babam,
yardımıyla yapılmaktadır. "Hepimiz bu filmde çalışmaya gittik. Staj
iyiden iyiye yaşam savaşına girmiştim. Para kazanmaya, bir şeyler
gibi bir şey, biraz para da veriyorlar işte. Filmin yönetmeni İlhan
yapmaya çabalıyordum."
Arakon bizi gayet sıcak karşıladı. Başladık dekor yapmaya, bir
Ortaokulda kötü bir öğrencidir. Bir resimden, bir de edebiyattan
yandan da gırgırımızı geçiyoruz. Birgün,"Hadi seni de oynatalım
on aldığını hatırlıyor. Gerisi felâket! Resim hocası Balıkçı Saim
filmde," dediler. Olurdu olmazdı, biz cellat rolüne soyunduk.
"Oğlum," demiştir, "Sen okumaya falan kalkma, yeteneğin var,
Sonra o stüdyonun müdavimlerinden olduk. Sık sık gidip ge-
aklını kullan, Aka
liyoruz. Haldun
demiye git". Onun
Taner'in Tuş diye bir
sözünü dinler. Aka
hikâyesi filme uyar
deminin lise bölümüne
lanacak Münir Özkul
başvurur. Hazırlık
oynuyor başrolünü.
yıllarından sonra sıra
O filmde de kötü jön
bölüm seçmeye gelir.
olarak rol aldım.
Afiş bölümüne girmek
Ardından Vatan İçin
ister. Fakat bu
'de de mülazım
bölümün başında Zeki
rolünde oynadım."
Faik İzer vardır. Res
Aynı yıllarda Küçük
sam ve akademi
Sahne açılmıştır.
müdürüdür. "Fanatik
Başında da Muhsin
bir faşistti, herkese
Ertuğrul. Arkadaşları
komünist diye bakardı.
Kâmran Yüce, Şükran
40 Tiyatro Tiyatro
Güngör, Mücap
eline. Hem Aka
Ofluoğlu bu tiyatroda
demide öğrenci ola
çalışmaya başlarlar. Bir
caksın, hem de ma rangoz çıraklığı
tiyatro hevesi sarar
yapacaksın... Ama
Mengü'yü de. Gizli gizli provaları izlemekte, bu
Muhsin Bey'e karşı
coşkulu çalışmanın
çıkılmaz! Başlar
içinde olmaya
çalışmaya. "Yakup ne
özenmektedir. "So
derse yapıyorum. Gi
nunda ben de girmek
derek daha ciddi işler
istedim tiyatroya.
istemeye başladı
Küçük Sahne'nin ikinci
Muhsin hoca. Bazan
veya üçüncü yılı, tam
bana cebinden para
olarak
çıkarıp verdi O za mana kadar ne para
hatırlayamıyorum. Git Muhsin Bey'le konuş dediler. Muhsin beyle tanışmıyorum ama ti
veren vardı, ne de isteyen. Tiyatrocu dediğin bedava çalışır diye
yatroya giderken görüyorum. Arka sıralarda oturup provasını iz
düşünürdük herhalde..."
liyorum. Sonunda karar verdim. Provadan çıkmasını bekliyorum.
Muhsin Ertuğrul Halıcı Kız filmini yönettiği dönemde, tiyatroda
Neyse, çıktı; Beyoğlu'na yürümeye başladı. Ben de üç dört adım
da On ikinci Gece'yi sahnelemektedir. İkisinde de, Almanya'dan gelen dekoratör Kurt Halleger çalışır. Muhsin Bey bu sefer onun yanına verir Mengü'yü. Marangoz çıraklığından asistanlığa terfi
edemiyorum. Posta kutusunu açtı, içinden bir sürü mektup, dergi
etmiştir. "Yıllar sonra Münih'te tiyatro müzesinde bir sergi
çıkarttı ( Yıllar sonra o posta kutusunu açma görevini bana ve
açtığımda, masanın üstünde Kurt Halleger'in katalogunu gördüm.
a
arkasında, sessizce izliyorum. Galatasaray postanesinin önüne geldi. İçeriye girdi; bende peşinden. Ama yanına gitmeye cesaret
Ben bu adamı tanıyorum, deyince, "Çok ünlü bir dekoratördür,
baktı elindekilere. Koltuğunun altına yerleştirerek yürümeye
geçen yıl öldü, anısına sergi açtık," dediler. Halleger'e asistanlık
başladı. Bende peşinden elbette. Tünel'e yürüdük, sonra Yüksek
ettiğimi söylediğimde adamların çok ilgisini çekmişti."
Kaldırım'dan aşağıya... Ben bir türlü gidip konuşamıyorum. Va pura bindik. Yanına oturdum. Yine konuşamıyorum. Dergilen açtı okudu. Vapur Hay
pe
darpaşa'ya yanaşmaya başladı.
cy
recek, birçok kez mektupları kendisine götürecektim.) Şöyle bir
Küçük Sahne yıllarından sonra askere gider. Döndüğünde Muhsin Ertuğrul Ankara'da Devlet Tiyatrosu genel müdürüdür. Ama bir süre sonra görevden alınır ve
Muhsin bey ayağa kalktı, gi
İstanbul'a döner. "İlişkimiz tek
decek! Bütün gücümü toplayıp
rar tazelendi, devamlı beraber
ben de ayağa kalktım. "Hocam,"
dedim. Şöyle bir gözünün ucuyla bakıp "Efendim," dedi. "Ben,"
dedim "tiyatroda çalışmak is
tiyorum." "Oyuncu mu olmak is tiyorsun," diye sordu. "Hayır," dedim, "ben Akademide de korasyon bölümünde öğrenciyim". "Peki yarın sabah gel," dedi.
oluyorduk. Aynı dönemde Kenter kardeşler de (Yıldız ve Müşfik) Devlet Tiyatrosu'ndan istifa ettiler. Onlarda kalktılar İstanbul'a geldiler. Muhsin Bey Muammer Karaca'yı ayarladı. Kenter kardeşler için Salıncakta İki Kişi'yi sahneliyor. Haber gönderdi "Afişi sen yapacaksın," diye. Benim de afişle hiç bir
Ertesi sabah Küçük Sahne'ye
ilgim yok o sıra. Reklamcılık
gider Mengü. Muhsin bey
yapıyorum. Telaşlandım, afişi
"Yakup'u çağırın," der. Yakup
yapmak için oyun hakkında bilgi
dediği tiyatronun marangozu.
edinmem gerekli dedim. Muh
"Bu delikanlı sana yardım ede
sin Bey de "Git Yıldızla
cek," diye Mengü'yü teslim eder.
Müşfikle konuş," dedi.
Tiyatro Tiyatro. 41
Müşfik'ten oyunun metnini istedim. O da "Elimizde zaten iki tekst var biri Yıldız'da biri de bende ancak bize yetiyor ve remeyiz sana," dedi. Ama, dedim, ben oyunu bilmek istiyorum; ona göre afiş ya pacağım. Yarın sabah prova var, gel sey ret dediler. Sabah provaya geldim. Oyunu baştan sona senin için oynayalım, en sağlamı bu dediler. Ve tek seyircisi ben olan bir gösteri başladı. Baştan sona kesintisiz oynadılar oyunu. Çok heyecan vericiydi. Sonra bir şeyler çizmeye başladım. Muhsin bey de beğenince, afişçilik kanımıza girmiş oldu!" Mengü Ertel, Aydın Gün'ün başına geçtiği İstanbul Şehir Operası'nın afişlerini de yapmaya başlar. 1968'e kadar bir çok özel ve ödenekli tiyatronun afişine imza atar. Ama içinde başka bir özlem vardır. Daha başka afişler çizmek istemektedir. Kendi kafasındaki afişleri. 1968 yılında kendi seçtiği oyunların afiş eskizlerini
pe cy a
yapıp Muhsin Beye gösterir. "Bana niye bunları daha büyük, gerçek boyutlarında yapmıyorsun" dedi. Bu bana şevk verdi ve çizdiğim afişleri ilk kez 1969'da ser giledim." Mengü Ertel'in bir tiyatro adamı oluşunun öyküsü böyle. Bundan sonra afiş sanatının uluslararası bir ustası olarak ün yapacak, başarılarına yeni başarılar ekleyecektir.Bu süreci özetlemeye çalışalım. 1969 yılında İstanbul'da açtığı ilk kişisel afiş sergisini Berlin, Varşova ve Brük sel'de yineler. I974'de Cannes Sinema Afişleri Yarışması'nda "jüri özel ödülü"nü, I975'de Paris Sinema Afişleri Yarışması'nda "büyük ödül'ü kazanır. Aynı yıllarda Çekoslovakya'da sah nelenen "Keşanlı Ali Destanı" ile, İstanbul'da sahnelenen "Deli Dumrul"un dekorlarını yapar. 1980 Moskova Olim piyat Oyunları Afiş Yarışması'nda bronz madalya alır. 1969'dan bu yana 9'u yurtdışında olmak üzere 25'i aşkın kişisel afiş ve grafik sergisi açar. Mengü Ertel'in öyküsü aynı hızla sürmektedir. Yaşamını Tiyatro Tanrısı'na adayan adam, tapınağın duvarlarını süslemeye devam etmektedir.
42 Tiyatro Tiyatro
pe cy a
E L E Ş T İ R İ
Semra
Ekşioğlu
Özden
Bir Halk Düşmanı
"Bir Halk Düş-
m a n ı " y a k l a ş ı k bir yüzyıl önce y a z ı l m ı ş o l m a s ı n a rağmen k a p i t a lizmin temel ç e l i ş k i l e r i n i n ü z e r i n e o t u r t u l a n i ç e r i ğ i y l e gün celliğini sürdürüyor.
a
azalacağı endişesiyle gerçekleri örtbas etmeye çalışan egemen güçler ile çatışmaya başlayan Dr. Stockmann önceleri değişik kesimlerden destek görürse de, bir süre sonra politik manevralarla yalnız bırakılır ve haklılığına karşın sonunda bir "halk düşmanı" olarak tanımlanmaktan kurtulamaz. Doktorun önünde iki seçenek vardır, ya yanıldığını söyleyecek; böylece eski konumuna, "saygınlığına" tekrar kavuşacak, ya da mücadele edecektir. O mücadele yolunu seçer. "Bir Halk Düşmanı" yaklaşık bir
pe
cy
Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) sekiz yıl aradan sonra Henrik İbsen'in "Bir Halk Düşmanı" adlı oyununu bir hafta süreyle Rumeli Hisarı'nda yeniden sergiledi. Yılmaz Onay çevirisi ile sahnelenen "Bir Halk Düşmanı" kaplıcaları ile ünlü bir Norveç kasabasında geçer. Bölgenin en önemli gelir kaynağı olan bu kaplıcalarda çalışan Dr. Stockmann, suların sağlıklı olmadığını, çeşitli hastalıklara yol açtığını bilimsel çalışmaları sonucu saptar. Sorunun çözümü için altyapıyla ilgili harcamalara gereksinim vardır. Kârlarının
yüzyıl önce yazılmış olmasına rağmen kapitalizmin temel çelişkilerinin üzerine oturtulan içeriğiyle güncelliğini sürdürüyor. Basın (medya) - iktidar ilişkileri, burjuvazinin kâr tutkusunun boyutları ve bağımsız aydın kimliğinin yok edilmesi gibi çarpıcı sorunları bir çevre (su) sorunu çerçevesinde aktaran oyun, ülkemizde yaşanan olaylara zamanlamasıyla da güncellik boyutunu arttırıyor. Özgün metinde Dr. Stockmann saptadığı bilimsel bir gerçekten hareketle karşısına aldığı iktidarla adeta tek başına mücadele eden tarihsel bir özneyi canlandırır. Yılmaz Onay ve AST'ın ortak çalışmaları sonucunda basın işçileri dramaturjisi oyuna eklenerek, metinde eksikliğini duyduğumuz bu nokta çözümlenmiş. Basın işçilerinin son sahnede Dr. Stockmann'ın evinin kırılan camlarını takmaları ve onunla aynı mücadele içinde yeralmaları aydın misyonunu doğru çerçevesine
44 Tiyatro Tiyatro
sorunlara yol açtığı da gözden kaçmıyor. İnsan sesinin mikrofon aracılığıyla iletilmesinde tiyatrosal özelliğini ister istemez yitirmesi rahatsız edici. Ancak Rumeli Hisarı gibi geniş bir alanda bunun kaçınılmazlığı da bir gerçek. "Bir Halk Düşmanı" günümüzde de aslında çok iyi bildiğimiz, yaşadığımız ama birtakım cilaların ardında artık görmediğimiz ya da görmezden geldiğimiz gerçekleri işlemesi bakımından izlenmesi gerekli bir oyun. O
pe cy
Oyundaki işlevsel dekor anlayışı ile içiçe olan mekan kullanımı bir yandan sanatçılara kolaylık sağlarken, öte yandan oyunun anlatımına da derinlik katıyor: Kimi zaman iktidarı, kimi zaman da toplumdaki çeşitli dengeleri
simgeleyen tahteravalli, paylaşılan ya da ters düşülen konuları belirleyecek biçimde kullanılan ve dört parçadan oluşan ortası boş platform (insanlar bazen bu boşluk içinde toplanacak veya da aralarında çelişki başgösterdiğinde dağılacaklardır.), iktidarda olanların ayrıcalıklarını yansıtan kürsü bu işlevselliğin uzantılarından örnekler. Sahnelemede ve dekorun işlevsel kullanımında yakalanan başarı düzeyinin oyunculukta da yakalandığını söylemek oldukça zor Oyunun başında oyuncuların kendilerini tanıtma süreci ya da dağınık olan dekorun seyirci önünde toplanması gibi sahnelerle oluşturulan açık yapı oyunculuktaki sorunlar nedeniyle zorlanıyor. Mikrofon kullanımının bazı
a
oturtuyor. Oyun başlarken, sanatçıların sahneye kişiliklerini yansıtan davranış biçimleri ile çıkmaları ve çeşitli aksesuarlarını bu amaçla değerlendirmeleri olaya görsel açıdan bir dinamizm kazandırıyor. Bir kaç örnek sıralamak gerekirse; küçük mülk sahiplerinin tipik özelliklerini kimliğinde barındıran Aslaksen'in şemsiyesi ile tahteravalliye binmesi, büyük burjuvazinin sözcülüğünü yapan Belediye Başkanı'nın başında şapka elinde baston, bir dedektif titizliğiyle her köşeyi araması, idealist bir öğretmen olan Petra'nın kitaplarıyla bir köşeye çekilmesi...
R u t k a y A z i z ile söyleşi
AST: Muhalefetin Tiyatrosu ve "Bir Halk Düşmanı 1973'den beri AST'ın sanat yönetmenliğini yapıyorsunuz. AST'ın kuruluşundan beri tutarlı bir çizgisi var. Bize biraz AST'ın kuruluşundan ve bu çizgisinden bahsedebilir misiniz? 61 Anayasası'nın her alana getirdiği birtakım özgürlükler oldu. Yani bir yenilenme. Bu anlamda her alanda görülen yenilenme ister istemez sanat ve kültür ortamına da yansıdı ve bunun so nuçlan olarak da özel tiyatrolarda bir zenginlik, bir hareketlilik, büyük bir patlama gerçekleşti. AST Asaf bey (Çiyiltepe) tara fından önce İstanbul'da Arena Tiyatrosu olarak, ardından 6 Aralık 1963'te Beckett'in "Godot'yu Beklerken" oyunuyla An kara Tiyatrosu adıyla başlatıldı ve uzun yıllar ülke tiyatrosu nerdeyse ödenekli kurumların, yani belediyelerin, yani hükümederin tiyatrosu biçiminde gelişirken, ilk kez bir özel tiyatro "ben halkın tiyatrosunu yapacağım" diyerek bir tepki tiyatrosu ola rak ve varolan düzene karşı bir tiyatro olarak ortaya çıktı. Bu anlamda çok önemli. 72. Koğuş, Ayak Bacak Fabrikası gibi oyunlarla bir anda AST ilerici, yurtsever, devrimci kesimlerin ve halkın tiyatrosu olma özelliğini bir bayrak gibi üstlendi. Asaf Bey'in çok erken ölümünün ardından, yine çok değerli ti yatro adamı Güner Sümer'le giden bir AST döneminden sonra Türkiye'de ve AST'ın kendi içinde yaşanan o sıcak günlerde, iş
veren konumunda olan çevrelere karşı 82 gün süren bir grev olayı vardır. Bu bir tiyatrodaki ilk grevdir ve para politikasının ötesinde politik bir içerik de taşır, bunun sonucunda ise AST çalışanlarına kalır. Daha sonra Ergin Bey'le gelişen bir dönemin arkasından bir grubun yönetimi başlar ki, ben de o grupla yö netimin içine katıldım. Sonradan giderek tiyatroda son sözün önemli olduğunu ve belki de demokrasinin en az işlediği yerin tiyatro olduğunu inada savundum ve sanat yönetmenliği kuru munu tekrar oluşturdum. AST bugün de muhalefetin tiyatrosudur, varolan kurulu düze ne karşı olan bir tiyatrodur. Bu anlamda tiyatroda neyi, neden amaçladığımı söyleyeyim. Ben sahnede bir değişimin ve yeni lenmenin hep peşinde oldum, bu da özgür ve çağdaş olmaktan geçiyor. Benim için tiyatro sanatı, sahnede yaşanan gerçekle, ya şanması gereken gerçekler adına bir hesaplaşma sanatıdır. Bu hesaplaşma sanatı içinde ben ilkelerimi koruyarak düşüncemdeki yenilenmeye ve değişmeye sürekli açık olma ve sanatımda ataklar yapıp bu anlamda da seyircinin değişimine, onun top lumsal geleceğine katkı sağlama taraflılığına inanıyorum.
8 yılın ardından "Bir Halk Düşmanı"nı tekrar oynamanızın nedenleri? Tiyatro Tiyatro. 45
leri var. Biz bu sorunu basın işçilerinin dramaturjisini ekleyerek çözüyoruz. Böylece oyuna, 'tek başına yapabileceğin hiçbir şey yoktur, bu ülkenin dinamik yaratıcı güçlerini yanına almak ve onlarla omuzdaşlıkla yürümek zorundasın anlamında bir yo rum getirdik ve bunun doğru olduğuna inanıyorum.
pe cy a
"Bir Halk Düşmanı"nda zehirli su olayının ötesinde -biz oyu nun provalarını yaptığımızda daha kolera başlamamıştı- özellik le halk düşmanı yaratılması açısı benim için çok önemliydi. Ya ni bir takım çıkar çevrelerinin, çıkar gruplarının veya her türlü yolsuzluğun büyük destek gördüğü şu koşullarda gerçek an lamda bir yurtseverin onur savaşını kendimize yakın gördük. Bu erdemlerin en azından insan olma adına kaçınılmaz olan bu erdemlerin bir kez daha altını çizmek istedim. Bütün insani de ğerlerin altüst olduğu, bütün herşeyin nerdeyse çürütüldüğü, halk düşmanlarının yaratıldığı, birçok değerlerimizin peşi sıra yitip gittiği şu koşullarda "Bir Halk Düşmanı" bana sorarsanız anlamını buluyor. Bir diğer neden, açık olarak söylüyorum, ma li nedenler. Bu yaz aylarını AST'ın atlatması gerekiyordu. Yeni oyunumuzda çalışacağız, bakanlıktan ödeneğin çıkması geç ka labilir, ama AST perdelerini açmakla yükümlü. AST bir ku rum, bir kadro taşıyor. 29 kişi yani gişesiyle, muhasebecisiyle, teknik kadrosuyla, oyunculanyla, bu 29 arkadaşımın sorumlu olduğu insanları da eklerseniz belki de 70 kişilik bir fabrika. En azından bunun sorumluluğu belli bir süre için benim oynama mı gerektiriyordu. Ayrıca "Bir Halk Düşmanı" zaten bizim kendi repertuarımız, oyunumuz.
Oyunun zengin içeriğine rağmen doğalcı anlatım içinde ifade edilmesinin sahnelemede yarattığı sorunlar nelerdir ve bunları nasıl aşmaya çalıştınız? Oyunun kendi matematiğinde, kendi kuralları içinde 5 perde lik bir oyun olduğunu biliyorsunuz. O günün doğalcı anlatım anlayışı içinde natüralizmin en ince ayrıntılarına kadar bekle nen ve istenilen bir yapısı vardı. Ama ben bunun dışına taşmak istedim, bu nedenle anlatımda bütün mekanları içiçe getirip bir açık resim üzerine dünyayı kurmak istedim, yani dekor büyü sünün peşinde koşmak istemedim. Bir şeyin üstesinden gele medim, onu herhalde çözümleyeceğiz. Bütün bu hastalıklı ortamda üstüne cila çekilmiş bir mezar diyalogu, yapay bir şey var. Dekorun bütününde onu bulamadım. Yılmaz Onay'dan çok hoş bir teklif geldi. Dekorun bir yerine sahtekar bir şey as mak -uzay mimarisi gibi- şatafatlı ama içi boş bir şey. Bir ara ba lonlar düşündük, kaplıcanın balonları, Hisar'da üstesinden ge lemedim, Ankara'da da provalarda denedim ama olmadı. Ben yaratıcı hırsa inanırım. İzmir'de bazı şeyleri yeniden prova yap mayı düşünüyorum ve İstanbul'a tekrar geldiğimde daha başka bir şey ortaya çıkacak.
Oyunda burjuvazinin kâr tutkusunun genel toplumsal çıkarla ra -halk sağlığı, demokrasi, özgürlükler gibi- ne kadar aykırı olabileceğinin dışında, aydınların bu duruma aldıkları tavır da tartışılıyor. Kaptan, yazı işleri müdürü ve yardımcısı ile Dr. Stockmann bu konuda değişik çizgileriyle dikkat çekiyor. Oyunun sonunda Dr. Stockmann'ın keşfettiği nokta sizce ne dir? Ve bu çerçevede düşünüldüğünde orijinal metin ile sah nelemede farklılaştığınız bazı noktalar mevcut mu? Yılmaz Onay arkadaşımızın yaptığı çeviri ve dramaturjiyi göz önüne alırsak yorumlamamızdaki eleştirel yanımızı doktor için de kullandığımız görülebilir. Doktorda da zaman zaman şaşkın ve saf anlar var. Orijinal metne baktığımızda doktorun tek başı na bir adamın, bireyin herşeye yetebileceği inancını taşıyan yön 46 Tiyatro Tiyatro
AST'da dramaturji ve sahneleme süreçleri ne şekilde gerçekle şiyor? Grupla masa çalışmaları oluyor ve grupla masa çalışmasına gir meden önce ben kendi içimde, kendi kişisel çalışmalarımı do ğal olarak sürdürüyorum, ama dramaturglarıyla tam bir ku rumsallaşma yanımızın eksik olduğunu söyleyebilirim. Yine de genç arkadaşlarımla özellikle tiyatrodan mezun, bu alanda oku yan genç arkadaşlarımızla bu tarz çalışmaları sürdürüyorum. Hatta bunu daha da ileri boyutlara götürmekte yarar var. Tabii ki biz daha çok ensemble bir tiyatroyuz. Az öncede söylediğim gibi, tabii ki son söz yöneticide, yönetmende. Ama insanların görüşlerini alarak, onlarla ortak birşey yaratmanın hazzını da yaşıyoruz. Başka türlüsü de olamaz. Bana sorarsanız. AST'ı ya şatmada çok önemli bir yön vardır: 73'den beri hep tiyatro kursları açtık. Birkaç yıl ara verdik. Tiyatro kurslarımız tabii ki konservatuarlar gibi kendi içinde düzenli olmadı. Oyunlar oy nuyoruz, provalar var, turnelere çıkıyoruz, ama elden geldiğin ce bu kurslardan Türk Tiyatrosuna ve A.S.T'na oldukça de ğerli insanlar kazandırdığımıza inanıyorum. Bu oyunda da 4 stajyer genç arkadaşım oynuyor. Sizin sinema çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Bir karşılaştır ma yaptığınızda tiyatro ile sinema arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz ? Sinema ve tiyatronun birbirinden öğrenecekleri, alıp verecekle ri lezzetlerin olduğuna banıyorum. Muhsin Hoca'nın hoş bir
var. Berlin'de örneklerini gördüm, çok duygulandım. Bu konu da çok değer verdiğim yetenekli arkadaşlar var. Dans tiyatrosu ile ilgili "ne yapacaksınız" diye sorarsanız onlara bir oyun öner dim, ama karan yine onlar kendileri verecekler. Pablo Neruda 'nın, Murieta'nın İhtişamı veÖlümü" Ölümü adlı adlı bir birdestan destanoyunu oyunu vardır. Çok hoş bir gençlik sahnesi oyunu olacak diye bir duy gu taşıyorum. AST'a "Bir Pazar Gezintisi" diye 4 kişilik bir oyundan yola çıkarak "Pazar Keyfi" diye bir uyarlama yaptım. Bu da aymaz, vurdumduymaz ve kendilerini sessizliğe mahkum eden insanla rımızı aymaya yönelik bir özellik taşıyor. İzmir'de halka açık provaları başlattık, şimdi bunu İstanbul'da, Ankara'da başlata cağım. Oyun öncesi halka açık bir prova yapıyorsunuz ve sonra insanlarımızla oyunun bir değerlendirmesini yapıyorsunuz. Bu benim keşfettiğim birşey değil, tabii ki dış dünyada olan bir şey ama bütün bunlar AST'a bir dinamizm katıyor sanıyorum. Bir de arkadaşlarımın bir çocuk oyunu çalışması var. Bakanlığa vermiş olduğumuz Anna Seghers'in radyofonik oyunundan Brecht'in yapüğı "Ruen Davası 1931" adlı bir oyunu var. Jan Darc'ı konu alan bu oyunu yeni yılda Aya İrini'de sahnelemeyi is tiyoruz. Jan Darc'ı orada yani kili senin içinde yargılamak, orada yakmak istiyorum.
pe
cy a
lafı var: "Tiyatro kendine vefakar bir evlat yarattı" ikiside ayrı lezzette, ikisi de çok bütün, ikisinin de birbirinden öğreneceği çok şey olduğuna inanıyorum. Ve dikkat ederseniz, dış dünya daki amerikancı bakış diyelim, ya da tekniğin göz boyamacılığının star olduğu tiyatro anlayışları içinde sahneler artık sinemanın ekranına dönüşür hale geldi. Birtakım müzikallerde helikopterler inebiliyor, yağmurlar yağabiliyor. Artık insanı yok edip, bütün o tekniği tiyatro sahnesinin egemenliği altına alıyorlar. Örneğin bir "Phantom of the Opera", "Sefiller"... Bun lar somut birer örnek. Şimdi bütün bu güç insanı nasıl çalıştırır onu bulmak lazım. Bana sorarsanız: Bu anlamda Piscator, sine mayı, ekranı bir yabancılaştırma olarak kullanıp, antik Yunan'daki koro fonksiyonunu filme vermiştir. Artık bugün anla tımın kendi özellikleri sahnede buluşur hale geliyor ve ben 28 yıldır bunun tartışmasını yapıyorum. Bazı oyuncu anlayışlarına bizdeki tiyatro oyunculuğunun öldüğünü anlatmak lazım. Ar tık hepsi kameranın önündeki bir sinema oyuncusu gibi sahne-
de çok fazla indirgeyerek oynuyorlar. Yani bütün o duygu üre timindeki tutumluluk esas olmaya başlıyor ve o anlamda jestlerin, tavırların ya da gözün artık sinemadaki önemsenme boyutu çok yakın çalışmalar halinde oluyor. Tiyatro sahnesin de de her an sanki yakınınızdaki bir kameraya oynuyormuş gi bi bir oyunculuk gelişmeye başlıyor. Çok daha yalın, çok daha duru, çok daha aldın duygulara hükmettiği bir oyunculuk anla yışı. Bunları ben keşfetmiyorum, sadece düşünüyorum ve bun ları keşfetmiş insanları daha da iyi anlamaya çabalıyorum. Bir de seyrediyorum, takip ediyorum, arkadaşlarımla bunları çok konuşuyorum. AST'ın gelecek dönemde yapmayı planladığı çalışmalar, projeler nelerdir? Şu anda Ankara'da politik bir dans tiyatrosu gibi bir hayalim
Verdiğiniz bilgiler için çok teşek kür ederim. Son söz olarak sizin eklemek ya da söylemek istediği niz bir şey var mı?
Bana bu olanağı verdiğiniz için te şekkür ederim. Bütün bu çalışma larımızın ötesinde beni en çok il gilendiren, arkadaşlarıma da bunu söylüyorum hep, AST'ı al dık, arkadaşlarla bir yere getirme ye çalıştık, benim için önemli olan ben olmadan da AST'ın bir 30 yıl daha gidebilmesi. Bana dü şen görev de AST'ı o günlere hazırlamak, AST'ı o günlere örgütlemek, o kadroların oluşmasını sağlamak. Türkiye bu konu da çok şanslı değil, varolan düzen de bu konuda çok fazla destek vermiyor. Salonun kirasından, kadronun maaşları, SSK'sı ve anlatmak istemediğim bir yığın neden. Oysa dış dün yada AST gibi bir kurumu özellikle korumaya alıyorlar. Onun daha uygarca, daha insanca tiyatro yapmasının olanaklarını ha zırlarlar. AST elden geldiğince kültürel kirlenmeden kendisini arındırmaya çabalayan ve kültürel kirlenmeye açık bir sahne konumunda, ama katkı sağlayan bir tiyatro değil, olmamalıdır. Tiyatro Tiyatro Dergisi'ne özellikle yazmanızı isterim, gelecek sene ilanları "AST 1 Ekim Hâlâ Tiyatro" olarak vermeye karar verdim. Semra Ekşioğlu Özden
Tiyatro Tiyatro. 47
ELEŞTİRİ
Emre
Koyuncuoğlu
II
Çalıkuşu anlamak
nu sevmek;
F e r i d e ' n i n ç i z i m i n d e olması
en önemli
özellik gününün ürkütücü gerçekleri
gereken
v e b u n u n bir
kadın karaktere yansıyış b i ç i m i . Oyun başlıyor.
a
Feride, hoplaya zıplaya sahnede yerini alıyor. Feride'nin iki yandan örülmüş saçı, dizaltına varan eteği, beyaz çorapları, parıldayan gözleri var. Feride, oyundaki diğer karakterlerden kendini hemen soyutluyor. O, diğerlerinden hep farklı davranıyor. Sahnenin solunda Kamran ile Müjgan var. İkisi, "Çalıkuşu" romanının masalsı havasını
pe cy
Şehir Tiyatrosu sanatçıları tek tek sahnede yerlerini alıyorlar ve bir çeşit boy gösterisi başlıyor. Sahneye çıkan tüm sanatçılar belleğimizin bir yerine, farklı kodlamalarla yerleşmiş. Seslerini hangi oyunlardan, ya da hangi reklamlardan hatırlıyoruz diye bir kez olsun aklımızdan geçiriyoruz. Hoş, nostaljik bir hava esiyor. Dinleyerek b ü y ü d ü ğ ü m ü z o sesler, küçüklükten beri izlediğim bin bir çeşit yüzler neredeyse hepsi karşımda. Sıcak bir duygu.
vermek istercesine, ellerindeki hatıra defterinden, bize " F e r i d e ' n i n gözlerinden a k t a r d a n " hikayeyi anlatmaya başlıyorlar. Sahnenin arkasını kaplayan içi boş tablo da, anlatımla birlikte içinde oluşturulacak resimleri bekliyor. Kamran ya da Müjgan tarafından okunan bölümler, sahnede geçmişe ait bir resmin hazırlanmasına hizmet ediyor. Feride'nin hikayesi, bir "Geriye D ö n ü ş (flashback)" ile çocukluktan başlıyor, kronolojik bir sıra ile hatıra defterinin ele geçtiği ana, daha doğrusu sahnedeki şimdiki zamana dek sürüyor. Feride, olabildiğince
haylaz bir çocuk. Söz 48 Tiyatro Tiyatro
dinlemiyor, büyüklerine laf yetiştiriyor. Problemli. Yaşıtlarına göre oldukça zeki. Kavrama ve görme yeteneği diğer çocuklara göre daha gelişmiş. Kısacık çocukluk hayatında bir çok şey yaşamış. Ancak, sevgiye, ilgiye aç. Anne sevgisini, baba sevgisini diğer çocuklara göre, pek tadamamış. Küçüklüğünde kadınlık rolünü taklit edebileceği, kendisine yakın bir kadın olmadığı için (Küçüklüğü babasıyla, emirerleriyle geçiyor ve oldukça etkileniyor.) erkeksi davranış biçimini benimsemiş. Kendine güvensiz. Bir yere ait olamama hissinden kaynaklanan huzursuzluk, onu diğer yaşıtlarına göre hiperaktifliğe yöneltmiş. Reşat Nuri G ü n t e k i n ' i n yazdığı romanın ilk b ö l ü m ü n d e k i Feride için bunları düşünüyorum. Müzikal'deki için değil. Tabi tüm b u n l a r ı 1994 yılında 20'lerini yaşayan biri olarak söylüyorum. Yani, psiko-analizi okulda okuyan ve üzerine üretilen teorileri de ders aralarında tartışan birileri gibi... Şimdi; dönemi, 1910-1920'lerin insanlarını düşünelim. Savaşa girmiş bir ülkedesiniz,(televizyon yok!) fakirlik, perişanlık yaşam şekli olmuş. Yasaklarla dolu bir zamandasınız. Bir imparatorluğun çöküşünü yaşıyorsunuz. Evlerde, kapalı mekanlarda geçen yaşamlar var. " E r m e n i terziler, Paris'ten
a
Feride'den başladık. Baş kahraman Feride, müzikalde de romanda olduğu gibi çocuksudur. Ancak, sahnedeki Feride, yaramazlıklar yaptığında büyük bir hoşgörüyle karşılanıp, affediliyor. H a t t a "bir alkışlanmadığı kalıyor." Feride, hoplaya zıplaya bir oraya bir buraya koşuyor, ama neden koşuyor. Cevabı bulmak için beklemeye başlıyoruz, birinci sahnenin sonuna kadar cevabı alamıyoruz. Müzikalde, Feride için "şımarık bir kız tiplemesi" diyebilirim. Zenginlikleri olan, küçük yaşında oldukça yüklü bir geçmişin ağırlığını taşıyan bir karakter asla değil. Tilbe Saran, "şımarık kızı" oldukça iyi oynadığından, b u n u n oyunculukla ilgili bir problem olmadığını düşünüyorum. Reşat N u r i ' d e , "çocuksuluk" Feride'nin davranış farklılıklarına toplum tarafından konmuş bir sıfattır. Feride'nin tüm toplum dışı davranışlarının aile içinde kabul görme şekli "Çalıkuşu" olmaktır. Feride'ye bu ismi takarlar, Feride kendi bulmaz. Bir yandan ilgisizliğin, bir yandan da Feride'yi kabulleniş biçiminin göstergesidir. Ancak, müzikal'de de, romanda olduğu gibi olaylar "Feride'nin g ö z ü n d e n " anlatılır. O r a d a bir genç kızın ilk önce
cy
gelen moda mecmuaları, Fransız O k u l u ' n d a o k u m a k " büyük bir ayrıcalık. Bir yandan da dönemin diğer gerçeklerinden büyük bir kopukluk. Yalnızca İstanbul'a ait Tanzimat Devri sonrasının yüzeysel değişiklikleri ve derinlerdeki gelenekçi aile yapılarının arasına sıkışmış bir yeni kültür. Tüm bunların içinde bir Feride var, biraz önce anlattığım özellikleriyle. Zamanının gerçeklerini üzerinde taşıyan bir kadın karakteri.
pe
Romanın kahramanı Feride'nin çiziminde göze çarpan, en önemli özellik ürkütücü bir "gerçekçilik". Bu gerçekçilik romanın diğer bölümlerinde, ya da diğer karakterlerde de göze çarpıyor. Feride'nin Anodolu'yu betimlemelerinde, özellikle Zeyniler Köyü'nde mezarlığa bakan odasını, Hatice H a n ı m ' ı n dayanılmaz bağnazlığını anlatırken oldukça çarpıcı bir şekilde ortaya çıkıyor. Reşat N u r i ' n i n özelliği, tüm bu acıyı, tatlıya bulayıp okuyana yedirmesi. Reşat Nuri, bize öyle bir masal anlatıyor ki... Peki, Açıkhava Tiyatrosu'nda izlediğimiz "Çalıkuşu" müzikali bize nasıl bir masal anlatıyor?
şartlı tepkileri, daha sonra kendini farketmesi ve de olgunluğunu sırayla yaşarsınız. Böyle olunca, t o p l u m u n ona yakıştırdığı bir sıfattan değil de, Feride'nin gözlerinden görmek isterdim o tablolardaki resimleri. Ben göremedim. Klasik bir yaramaz kız t i p i n d e n başka bir şey yoktu. İlk sahnede kültür farklılıklarındaki algılama farkına da hiç değinilmemiş. Romanda, farklı kültürlerde, Feride farklı algılanır. Sörlerin, F e r i d e ' n i n okulda yaptığı taşkınlıkları, olgunlukla karşılamaları Feride'yi bile şaşırtır. Bu k ü l t ü r ü n insanları gördüklerini sessiz kalarak kabullenirler, bu da başka bir t ü r sorumluluktan, toplumsal gerçekçilikten kaçıştır. Müzikal'de sörlerin neredeyse hiç yeri yok. Yalnızca sahne giriş çıkışlarını düzenliyorlar, sanki. Sörler, Tanzimat Devri insanının aldığı kültürü yansıtır. Bir yandan da, Anadolu ile İ s t a n b u l arasındaki u ç u r u m u belirlemek için, çok önemli bir veridir. Bu veriler, bir anlamda Tanzimat Devri o k u m u ş u n u n - aydının eleştirisi için büyük malzemedir. (Kamran 4 yıl Avrupa'da çalışır ve oraları gezer durur. Ancak, kendi ülkesinde eğer F e r i d e ' n i n hatıra Tiyatro Tiyatro. 49
defteri olmasaydı İstanbul gerçeği dışında, başka bir gerçekle hiç karşılaşmayacaktı.) Feride'nin evi terk edişinde çok önemli bir detay vardır. Romanda, yabancı kadının yanından bir ölü gibi uzaklaşıp, odasına giderken teyzesi ile karşılaşır, teyzesi yine yaramazlık yaptığı için ona çıkışır.
ediyorum" der. Feride yeni dünyasını oluşturmak için yola çıkmıştır. Bir anlamda bir içsel yolculuğa...Kocasından dayak yiyen manastırlı hanım, ardından Huriye Hanım, Hacı Kalfa Feride'nin yolculuğunda karışılaştığı kadın tiplemeleridir. Feride, kendi yolunda devam eder. Zeyniler Köyü'nde Zeyni
Reşat Nuri'de çocuksuluk Feride'nin davranış farklılıklarına toplum tarafından konmuş bir sıfattır. Feride'nin aile içinde kabul görme şekli "Çalıkuşu" olmaktır. Baba'nın çilesini çektiği yerde duraklar ve bilinçli olarak çile çekmeye oturur. Orası karanlık, ölüm kokan, zamanın olmadığı bir yerdir. Çocuklar, zebanilerden, teneşirden, kabirden bahseder.
a
Müzikal'de ise, Maarif M ü d ü r ü ' n ü , ve Huriye hanım'ı görürüz, dönemin eğitim anlayışı sahneye yansır. Ancak, Zeyniler Köyü'nde çile çeken bir Feride yoktur, neredeyse tam tersi Feride, muhtar tarafından bir davulla zurnayla karşılanmadığı kalmıştır. Feride bu sefer kendi başına buyruk maceraperest Feride olmuştur. Köyün kültürüyle, Feride'nin yaşadığı şoku bırakın, çocuklara başka bir düşünce biçimini tanıtan eğitmen oluşu, köye kendini yavaş yavaş kabul ettirişi de bir yana, sahnede yalnızca Munise-Feride ilişkisini görürüz. Aslında bu ilişki romanda çok önemli bir yer tutar. Çünkü "Fena Kadın"ın kızı Munise, Feride'ye aradığı sevgiyi verecektir. Feride'de vermek istediği ancak, bir türlü anlaşılamayan sevgisini Munise'ye kanalize eder. Hatıra defterine "hayatla barıştım" yazar. Açıkhava Tiyatrosu'ndaki "Çalıkuşu"nda bu inişi ve yeniden yükselişi ne yazık ki bulamadım.
pe cy
Aslında Feride, bir sıcaklık aramaktadır. Ancak, Feride'nin ne halde olduğunu her zamanki gibi farkedemez. Ya da Feride beklediği sıcaklığı yine bulamaz, "bir yere ait olma" hissini yakalayamaz. O zaman gitmek çok kolaydır. Müzikalde ise, F e r i d e ' n i n "yabancılık ve bir yere ait olamama hissi" yavaş yavaş biriken ve büyük bir hayal kırıklığı ile doruklarda yaşanan bir şey değil. H e r zamanki yaramaz kızın, bir yerlerde saklanıyor olması ve yine sorulara cevap vermiyor olması, ve b u n u n ardından bavulunu toplamış Feride'yi görmemiz, "Sevgilisi aldatınca, bozuldu gitti." gibi izleyiciyi yüzeysel bir sonuca getiriyor. Bu bakış açısı da yine romana, kahramana yabancı olmak, anlatılana dışardan bakmaktan başka bir şey değil. Müzikalin ikinci perdesi....
Romanda Feride, isteyip de kavuşamadığı, çabalayıp, huzur bulamadığı her şeyden nefret eder. K a m r a n ' d a n ve Kamran'ın temsil ettiği her şeyden nefret etmektedir. Bursa'ya gidecek gemiye bindiğinde, katibin hediyesinin, Kamran'ın ona getirdiği fondanlardan olduğunu görünce, kamaranın penceresinden fırlatıp atar ve " K a m r a n ben sade senden değil, senin olduğun yerlerden de nefret 50 Tiyatro Tiyatro
Feride'nin gizlice orgla "Cantique"yi çalarken, Feride'nin Şeyh Yusuf Efendi ile yakaladığı o
hassas ve çok ikisine ait ilişkileri, bir tür müzik bağlantılı platonik aşkları yine tam olarak sahnede vurgulanamadığından, F e r i d e ' n i n Yusuf Efendi ölürken b i r d e n orga sarılmasının nedeni pek anlaşılamıyor. Ya da, Yüzbaşı İhsan beyin birden bire seyircilerin arasından, kurtarıcı olarak çıkması ve kaybolması, arada bir karşısına farklı durumlarda çıkan ve kaybolan biri halini alması, Yüzbaşı İhsan'ı karikatür haline sokuyor. Yüzbaşı İhsan, Kuvayı Milliye'yi sembolize eden bir karakterdir. Feride onu, gördüğü andan itibaren, aslında o n d a n , var oluş biçiminden korkar. Sahnede Yüzbaşı İhsan, yüzü b o z u l d u diye, kaçıp giden biri olmuş... "Çalıkuşu" Müzikali'nde neyin, hangi k o n u n u n altının çizileceğinin belirlenmemiş olduğunu düşünüyorum. O zamanın kültür karmaşası mı? 1920 Türkiyesi'nin gerçekleri mi? Ya da 1920 Türkiyesi göz ö n ü n d e bulundurularak, günümüz Türkiye'sinin gerçekleri mi? Yoksa, Atatürk'ü de derinden etkileyen Feride karakteri mi? Eğitim seferberliği mi? Yoksa romantizmin tüm şablonlarına uyan bir aşk hikayesi mi? T ü m bunlar oyunun uzamasına, sonra da uzadı diye d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n d e n belli sahnelerin kırpılmasına, bu da bütünlüğün bozulmasına, bütünlüğün bozulması da ortada yalnızca "anlatılan bir masalın" olmasını sağlamış. Masal n e d e n anlatılıyor... Şehir Tiyatroları bu müzikalle 80. yılını kutladı. Tüm Şehir Tiyatrosu oradaydı. Sahneye hepsi birden çıkınca, içimiz hopladı. Tanıdıklardı. Sevdiklerimizdi. Şehir Tiyatrosu 80. yılını görkemli bir şekilde kutladı. " Ç a l l k u ş u " d a yeterli sevgiyi, ilgiyi bulamadığı için, bir yerlere doğru yolculuğa çıkmıştır, herhalde...
S Ö Y L E Ş İ
Sinan
Okan
Çavuş
D ü n y a k ü l t ü r l e r i n i bir a r a y a g e t i r m e k için t i y a t r o
Geyik Laneti ve Hüseyin Katırcıoğlu İ l a h i l e r , A f r i k a r i t i m l e r i , Japon Kendosu'ndan,
Tai-Chi'den esinlenen danslar,
sanskritçe mant
r a l a r , Noh t i y a t r o s u n u n ses t e k n i ğ i . . . A s l o l a n r i t ü e l d i . . . Yaptığı ilginç çalışmalarıyla tanınan tiyatro yönetmeni Hüseyin Katırcıoğlu ile tiyatronun geleceği, kendi tiyatro anlayışı ve La Mamma Umbria ile Eylül ayı içinde Spoletto'da gerçekleştirdiği son çalışması "Geyik Laneti"
a
oyunu üzerine söyleştik. La Mamma ve "Geyik
pe cy
Laneti"nin öyküsü nasıl başladı?
La Mamma'nın temel
amaçlarından biri, dünya kültürlerini bir araya
getirmek ve ortak bir dil bulmak. Örneğin
Grotowsky'yi İtalya'ya ilk La Mamma getirmiştir,
Pinter'ı Amerika'da ilk sergileyen La Mamma'dır, Sam Shepard La Mamma'dan çıkmadır. Otuz yıldır Amerika'da
deneysel tiyatro denince akla La Mamma gelir ve La Mamma Ellen
Stewart'tır. Türkiye'de de Ayla-Beklan Algan, Erol Keskin ve benle ilişkileri var. 1989 ITI kongresinde Türkiye'ye davet edildiğinde Yunus'u birlikte çıkarmıştık. Sonra İtalya'da iki oyunda daha oynadım, Workshoplâr düzenledik. Ellen
Ste\vart, sanatçıların kendilerini bulmalarını ve
kendilerine bir yol çizmelerini sağlayan bir insan. Spoletto'da, bir kaç yıl önce kazandığı Mac
Arthur ödülünün parasıyla satınaldığı ve özel olarak düzenlediği manastırda,her yıl farklı sanatçıları bir araya getiren ufak çapta prodüksiyonlar yapıyor. Bunları genelde kendisi yönetirdi ama son zamanlarda biraz rahatsız olduğundan bu yıl ki projeyi benim yönetmemi istedi. Geyik Laneti nasıl ortaya çıktı? Önceleri "Kanlı Düğün"ü düşünüyordum ama çok zorlandım. Sorun şuydu: Değişik ülkelerden sanatçılarla, hangi ülkeden olursa olsun bir seyirciye belli bir öykü anlatmak durumundasınız
ve "Kanlı Düğün"de bunu yapmak çok zordu, Tiyatro Tiyatro. 51
çünkü belli bir öykü yoktu Sonra "Kasım ile
Şöyle yoktu: Mesela ilahiler söylendi, hemen
Nasır"ı okudum. "Geyikler Lanetler"i
arkasından da Sanskritçe mantralara, oradan
görmemiştim daha.
Afrika ritimlerine geçildi. Bence öykü çok
Öyküyü çok beğendim.
evrensel bir öykü, yöresel bir öykü değil. Oyunun
Evrensel temaları olan
temel öğelerinden biri ihanet, her yerde ihanet
güzel bir öyküydü.
var. İlk ihanet, doğaya ihanet. Onu da
Hemen Murathan
evrenselleştirebilirsiniz. Oradaki ihanet,
Mungan'a telefon ettim.
insanların yerleşik düzene geçmesi, ve onun
Farklı birşeyler yapmak
sonucu olarak şehirleşme, doğanın kirletilmesi
istediğimi söyledim.
gibi sorunlar. Bu da olaya evrensel bir boyut
Ardından fikirler peş peşe
kazandırıyor. Bence Murathan büyük bir yazar.
oluşmaya başladı. Sonra İtalya'ya gittik. Çinli, Japon, Koreli, Yeni Zellandalı, Amerikalı, kürk, Avusturyalı toplam on dört sanatçıyla aynı evde yaşadık bir ay kadar. Beraber çalışacağınız oyuncuları kendiniz mi seçtiniz? Hayır, oyuncuları daha önce görmemiştim. Ben isteklerimi Ellen'a ilettim, genel temayı ve
Oyunda zaman ve mekan iç içe geçmiş durumda; kimi yerde geriye dönüşler, kimi yerde zaman içinde ileri atlamalar var. Tiyatronun olanakları göz önüne alındığında bunları sahnede vermek, hele açık bir mekanda, çok zor olsa gerek. Siz bu sorunu nasıl çözümlediniz? Ben kronolojik bir sıra takip ettim. Buna
pe cy a
yaklaşımımı belirttim. O da bildiği sanatçıları
Evrensel bir yazar.
davet etti. Ama müzisyen Genji İto ile daha önce birlikte çalışmıştım. Bir de şöyle bir şey var;
bütün sanatçılar şarkıcı, dansçı, oyuncu ve bu tür çalışmayı bilen insanlar. Dünyada bu tür sanatçılar fazla yok.
Oyun öncesinde nasıl bir çalışma yaptınız?
Pek fazla bir ön çalışma yapmadık. Oyuna temel yaklaşımı belirledim. Selçuk Gürışık kostüm ve dekorları yaptı. Açıkhavada, bir parkın içinde
oynadık. Oyunun başında oyuncular, seyirciyi, başka bir yerden, kuş sesleri, davullar ve
çıngıraklarla alıp oyun mekanına getiriyorlardı.
Şarkılar ve sözler hangi dildeydi? Sözü daha çok nerelerde kullandınız? Şarkılar İtalyancaydı. Yalnız şöyle bir şey var: Oyunu biz Fransa'da oynamış olsaydık sözleri 48 saatte Fransızca'ya çevirebilirdik. Yani o kadar az kullandık dili. Öykü, birkaç yer dışında, sözle anlatılmıyordu. Murathan Mungan'ın oyunu yerel renklerle bezeli bir oyun. Onlara ne oldu? Bizim yorumumuzda hiç bir yerel özellik yoktu.
Tiyatro Tiyatro 52
mecburdum, çünkü zamanda atlama yaparsanız öyküyü anlatmak imkansız olmaya baslıyor. Sonra
yönetmensiniz. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Zannediyorum Amerika'nın bu yeni değişirsek bir avantajı var, çünkü Amerika'da kurumsallaşmış tiyatro yok, kurumsallaşmış sanat pek yok. Almanya ve İngiltere gibi tiyatronun kurumsallaşmış olduğu ülkelerde bu daha zor. Türkiye'de ise çok daha zor, çünkü burada kurumsallaşmışın dışında tiyatro yok gibi. 11 milyonluk İstanbul'da yılda şöyle bir şey var; ben o öyküyü alıyorum, öyküdeki bazı öğeler bende bazı resimlerin
çıkması, kurumsallaşmanın kırıldığını göstermez; çok hafif bir kıpırtıdır olsa olsa. Tiyatro o kurumsallaşmanın dışına çıkmaya mecbur artık.
cy a
oluşmasına yol açıyor, bir şeyler görüyorum.
beş-altı tane topluluk
Öyküyü okuyorum, hazmediyorum ve onun
içinden bazı temalar, bazı resimler oluşmaya başlıyor. O resim belki oyunda yalnızca bir sahnedir, belki oyunun en önemli sahnesi
değildir, fakat oyunda bana görsel olarak bir odak noktası verebildiği için ona ağırlık
veriyorum. Ben bir tiyatrocuyum ve teatralliği
çıkmaya mecbur. O binalardan çıkması için de
kurumlardan kopmaya mecbur. Aksi halde işlevini yitirir, biter. Geçen asır için geçerli olan bir tiyatro anlayışını illa ayakta tutma mecburiyeti yok.
pe
arıyorum.
Müzelik olmaktan çıkacaksa, o binalardan da
Salt Tekst'e dayalı oyunlara pek rağbet etmiyorsunuz.
Evet, öyle. Bu tür o kadar ilgimi çekmiyor. Benim ilgimi çeken tiyatroda dile pek yer yok, ama ses
var. Benim için ses çok önemli. Bütün insanların anlayabileceği bir tiyatro arıyorum; yalnızca dil kısıtlaması değil, sosyal sınıf kısıtlaması da olmadan, kültür kısıtlaması da olmadan, algılanabilecek bir tiyatro. 1960 sonrası tiyatro, özellikle Amerika'da,
dansa, koreografiye, dışavurumculuğa doğru bir açılım yaptı. Şimdi de ritüele bir kayış var. Avrupa'da ise bir kısırlık sözkonusu. Yazılan yazılar genellikle bununla ilgili, Herkes geleceğin tiyatrosu ile ilgili. Siz de hem Türkiye'de, hem de dışarıda çalışan bir Tiyatro Tiyatro. 53
O Y U N Y A R A T I M SÜRECİ
Kumpanya'nın
1994-95
Naz
Erayda
sezonunda
gerçekleştireceği
ilk
proje
Eski bir O s m a n l ı h a n ı m e f e n d i s i n i n iç dünyası Odamızın toplam beş penceresinden dördü bu sokağa b a k ı y o r . Tam ortadaki iki pencereden sağ tarata düşeninden baktığımda Taki ve Andrea'nin garajı g ö r ü n ü y o r . balık v a r d ı .
KUMPANYA'nın
1994-95 sezonunda g e r ç e k l e ş t i r e c e ğ i ilk p r o j e yine
Naz Erayda imzasını t a ş ı y o r : K U M P A N Y A SAHNESİ'nin içinde b u l u n duğu Tarlabaşı, Eski Ç e ş m e s o k a k t a yaşayan sıradışı mahalle sakinle riyle yapılacak b i r dizi v i d e o r ö p o r t a j ı n d a n yola ç ı k ı y o r . Söz k o n u s u mahalle s a k i n l e r i n i n belgesel g ö r ü n t ü l e r i , çeşitli yaşantı k e s i t l e r i n i n g ö r s e l stilizasyonu ve zamana karşı aklın farklı bir b o y u t u n d a yaşayarak d i r e n e n ( k ö k l e r i G ü r c ü l e r e , B e r b e r i l e r e v e T u n u s t o p r a klarına dayanan) eski bir O s m a n l ı hanımefendisinin iç dünyası
Oyun odamıza kontrolümüz dışında
yaşanan çeşitli kıyımlar nedeniyle aynı düzeye ancak 1980'lerde ulaşabilmiştir. Günümüzde ülke nüfusunun yaklaşık üçte ikisini oluşturan Gürcülerin dışındaki başlıca topluluklar Ermeniler (%10), Ruslar (%3,8) ve Azerilerdır (%3,5). Ayrıca küçük topluluklar olarak Oset, Rum ve Abhaz azınlıkları vardır .(1)
pe cy
ışık g i r m e s i n i önlemek için sıkı
a
aracığıyla, değişen dünya karşısında çaresizlik teması ele alınıyor.
sıkıya k a p a t t ı ğ ı m ı z p e r d e l e r i açınca kırık dökük, küf k o k u l u , salkım
saçak Eski Çeşme Sokağı'nın bir
kısmı görünüyor. Odamızın toplam
beş p e n c e r e s i n d e n dördü bu sokağa bakıyor. Tam o r t a d a k i iki p e n c e r e
Berberiler, Kuzey Afrika'nın bilinen en eski halkı. Fas, Cezayir, Tunus, Libya ve Mısır'a kabileler halinde yayılmışlardır. Birbirlerine kesin bir dil birliğiyle bağlı olmakla birlikte, fiziksel ve kültürel özellikleri büyük çeşitlilik gösterir. Paleolitik ve Neolitik Çağ ırklarının karışımından doğdukları sanılan Berberiler, sırasıyla egemenliği altında yaşadıkları Fenike, Kartaca, Roma, Hıristiyan ve İslam uy garlıklarından büyük ölçüde etkilendi ler.'2 ' En sağ d i p t e k i p e n c e r e d e n b a k ı l ı n c a , g a r a j ı n yanında, her gün giriş kapısının üç-beş basamağında kadınlı e r k e k l i k a l a b a l ı k bir toplu luğun oturduğu e s k i , dar ve uzun bina görünüyor.
s o r a c a k olursanız ben de iyiyim. Es
senden iyi k u l l a n ı y o r u m , n ' a b e r "
kisi gibi k a d e m e d e y i m yani (Garaj
demişti... Babalarının cenazesi kal
Tunus, resmi adı Tunus Cumhuriyeti, Arapça El-Cumhuriyetü't-Tunisiye, Kuzey Afrika'da kıyı ülkesi... Nüfus: Tarih boyunca nüfusu büyük ölçüde Arap ve Berberi öğelerin karışımına dayanır.(1)
da). Orda a r a b a tamir ediyor, kul
k a c a ğ ı gün g a r a j ı n önünde kadınlı
- Ondan çocuk ç ı k a r t t ı be!
lanıyor ve y ı k a y a r a k g ü n l e r i m i
e r k e k l i , siyahlar giymiş bir kala
- Sana ne?
den sağ t a r a f a düşeninden
b a k t ı ğ ı m d a T a k i ve Andrea'nin
Taki bana bir gün "şu e h l i y e t i bir
g a r a j ı görünüyor. Taki şimdi asker
türlü alamıyorum, çünkü kitaba kon
de! Geçen gün mektup g e l d i : "Beni
santre olamıyorum, ama a r a b a y ı
g e ç i r m e y e çalışıyorum..." diyor! Andrea, Taki a s k e r e gidince yalnız k a l d ı . Daha çok ç a l ı ş m a s ı g e r e k i y o r . B a b a l a r ı da ölmeden önce o g a r a j ı işletiyordu...
Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuri yeti, Gürcüce Sakartvelos Sabcota Sotsialisturi Respublıka, Rusça Gruzinskaya Sovyetskaya Sotsialistiçeskaya Respublika... Nüfus: Kendilerine Kartveli diyen Gürcülerin Sakartvelo ola rak adlandırdıkları topraklarda eskiden beri yaşadıkları sanılmaktadır. Daha 13. yüzyılda sayıca 5 milyona ulaşan Gürcistan nüfusu sonraki tarihlerde Tiyatro Tiyatro
- Ayıptır lan...
a pe cy
- Yattığı kalktığı adamı şikayet etti senin orospu ablan!
distan'ın kuzeyindeki modern Hint-
- Ağzını topla lan...
Çingenece (Romani) konuşurlar.
Hep dizlerini kıvırıp küçük bir koyun postunun üstünde hırıltılar çıkartarak oturuyordu. Geçmişiyle ilgili hiçbir şey söylemiyordu ama odası geçmişiyle doluydu. Asla öldürülmeyen kafarlar (hamamböcekleri), terasta birikmiş ka kaları temizlenmeyen güvercinler en yakın dostlarıydı. Bir de eski gazeteler. Canı çıkmış birkaç eski mobilya, iki oğlu tarafından banyoda gemi olarak yüzdürülmüş eski ud! Bir keresinde uçakla günübirliğine Tunus'a gidip birkaç akrabayı ziyaret etmiş, bir sine
Avrupa dilleriyle ilişkili olan
Doğduğunda adını Abdülhamit koydu:
Amine Meliha Naciye! Öldüğünde Karacaahmet mezarlığına gömüldü. Rum, Urum olarak da bilinir.
Müslümanların Anadolu'da ve Roma ile Bizans İmparatorluklarının
yayılma alanında yaşayan Ortodoks Hıristiyanlara verdiği ad. Romanio (Roma Devleti) ya da Romania
(Roma Ülkesi) sözcüğünden geldiği sayılır. Hayatta hiçbir erkek onu mutlu ede memişti küçük oğlunun söylediğine
maya gitmiş akşam uçağıyla İstanbul'a dönmüştü...
göre...
Çingeneler, Çingenece ROM ("erkek" ya da "koca"), ilk yurtları Hindistan'ın kuzey kesimi olan, bugün başta Avrupa olmak üzere bütün dünyaya yayılmış, Kafkas ırkından siyah tenli topluluk. Çoğunlukla yaşadıkları ülkenin anadilini ve Hin-
lu'nun çeşitli yörelerinde ve
Ermeniler, tarihsel olarak Anado bugünkü Ermenistan Sovyet Sosya list Cumhuriyeti'nin kapsadığı
oyun odamıza doluyor... bazen farkına varıyoruz, bazen hiç algılamıyoruz. Algıladığımızda kaç tane renk çıkar acaba diye yola çıkıyoruz... Önce Eski Çeşme Sokağı'nın "Yeni Sahipleri" ile bir dizi video röportaj yapılıyor: - En sevdiğin şarkı nedir? - Mahmur Bakışlı Dilberim. ... Yıllardan beri aaahh seni severim. Fani dünyada her şey boş. Röportaj kayıtları, sokağın güncel ses leri, KUMPANYA'nın oyun odası, pen cereden giren ışık hüzmeli, Amine Na ciye'nin tarihiyle ilgili bilgiler ve oyuncuların kendi kişisel tarihleri, doğaçlamalara başlamak için ilk malze meler olacak.
Yeni bir maceranın başlangıcındayız.
bölgelerde yaşamış, eski bir kültüre sahip halk. Bütün bu yaşantıların kalıntıları birer ışık huzmesi olarak, dış sesler olarak
1 ANA BRITANNICA, Cilt 10, Sayfa 205 2 ANA BRITANNICA, Cilt 3, Sayfa 624 3 ANA BRITANNICA. Cilt 21, Sayfa 217 4 ANA BRITANNICA, Cilt 6, Sayfa 475 5 ANA BRITANNICA, Cilt 18. Sayfa 532 6 ANA BRITANNICA, Cilt 8, Sayfa 267 Tiyatro Tiyatro. 55
SÖYLEŞİ
Emre
Koyuncuoğlu
D e ğ i ş i k , y e n i , ç a r p ı c ı işler y a p m a k isteyen a l t e r n a t i f s a n a t ç ı l a r için
İstanbul'un ortasında bir k ü l t ü r m e r k e z i y a p m ı ş l a r . . . B u r a s ı 220 k i ş i l i k , çok t e m i z , çok g ü z e l , bahçesi o l a n , resim galerisi o l a n , barı o l a n , yeni y a p ı l m ı ş gıcır gıcır bir t i y a t r o . A l i Poyrazoğlu yeni bir k ü l t ü r m e r k e z i n d e n bahsediyor. N e r e d e d i y o r u z : "Şişli"de diyor. "Gelin de bi g ö r ü n " diye ekliyor. Folksfun Stüdyoları'na
söyleşmeye
g i d i y o r u m . Tarif üzerine B o m o n t i ' d e k i adresi b u l u y o r u m . Yemyeşil, meyve ağaçlarıyla ö n ü m d e k o r i d o r şeklinde uzanan Kızıl renkli tuğla duvarları, ahşap masa ve sıralarıyla , inanılmaz s e m p a t i k bir o r t a m l a karşı
pe cy
karşıyayım. A l i Poyrazoğlu 'nun
a
y o l u izleyerek T i y a t r o ' y a v a r ı y o r u m
e k i b i n d e n sanatçılar birlikte pasta yiyip, çay içiyorlar. T ı y a t r o ' n u n fuayesi bahçeye bakan büyük
p e n c e r e l e r i nedeniyle oldukça aydınlık.
Alı Poyrazoğlu gülümseyerek içen giriyor.
H e r k e s i n gözlerinin içine t e k t e k bakıp
" B e k l e t m e d i m ya?" diye soruyor. Karşılıklı
gülümseşiyoruz. Ahşap banklara sıkışıp sohbete dalıyoruz.
Burası Folksfun Kültür Merkezi. Burası 220 kişilik, çok temiz, çok güzel, bahçesi olan, resim galerisi olan, barı olan, yeni yapılmış gıcır gıcır bir tiyatro salonu. Oldukça da merkezi bir yerde sayılır: Şişli, Bomonti. Gelmesi gitmesi çok kolay,
vatandaşın hiç bir problemi olmayacak, park yeri var. Biz buraya ilk geldiğimizde neler yapılabilir diye düşündük. Burayı Sıdıka Atalay yaptırmış, bize devretti. Sizden önce nasıl kullanılıyordu? Burada daha önce bir ara bir çocuk tiyatrosu vardı, o kadar sanıyorum. Bir de 10 Kasım'da Atatürk günü yapılmış. Tam olarak faaliyete 56 Tiyatro Tiyatro
sokulmamış. Şimdi burada gelecek sezondan itibaren neler olacak... İstanbul'da tiyatro salonu sorunu var. Burası da bir tiyatro salonu. Bir kere burası Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu olmayacak. Burası bağımsız kendi başına bir kültür merkezi. Biz burada oynamayacağız. Oynarsak, diğer tiyatrolar gibi yılda 10-15 gün oynarız. Burada sezon içinde, bir dans tiyatrosu olacak. "Yeşil Üzümler Dans Tiyatrosu", onun dışında iki tane çocuk tiyatrosu olacak. Dönüşümlü olarak ayda bir kere de değişen bir tiyatro olacak. Onlar burada oyunlarını sergileyecekler. Ticari bir amaç gütmüyoruz. Kiraya verdiğimiz insanlardan kâr etmek gibi bir amacımız yok, dolayısıyla bir kültür merkezi olarak İstanbul halkının hizmetine sunuyoruz.
Buraya gelen tiyatro gruplarını seçerken neleri gözetiyorsunuz? Gelenler arasından, belirli bir düzeyi koruyacak, değişik, yeni çarpıcı işler yapmak isteyen genç grupları tercih ediyoruz. Ancak, tiyatro salonu yalnızca tiyatro için değil, konferanslar, paneller ve açık oturumlar için de kullanılacak.
Bu paneller tiyatro ağırlıklı mı olacak? Hayır, paneller her konuda olabilir. Yani, tiyatro ağırlıklı diye bir şey yok. Bunların dışında, insanlar gelir, oturur, konuşurlar. Kafe'si var, gençler gelip burada buluşabilirler. Konserler verilebilir. Konser vermek isteyen, modern, caz, rock, klasik fark etmez, genç müzik gruplarına olanak sağlayacağım. Unutmadan, şu çağrıyı da sizin aracılığınızla yapayım. "Sergi açmak isteyen, konser ve panel düzenlemek isteyen, oyunlarını sergilemek isteyen tüm gençlere olanak
sağlıyoruz, h e p s i n i n b a ş v u r u s u n a açığız." Yani, bir rock grubu gelip biz burada çalmak istiyoruz dese, yeterli mi? Tabi ki yeterli. Burada bürokrasi yok. O l d u k ç a açık, d e m o k r a t , katılımcı bir dünya görüşü ile y ö n e t i l e n ö z g ü r bir sanat odağı olacak. Bir kuralımız var, o ela binayı ve çevreyi temiz t u t m a k . Başka hiç b i r kuralımız yok. Peki sahne arkası, soyunma odaları? H e r yer t e r t e m i z çiçek gibi. Sıcak d u ş l u s o y u n m a odalarımız var. İstanbul'a alternatif sanatçıları barındıracak olan yeni ve oldukça yapmış. Biz zaten hep söylüyorduk, yalnızca devlet yardımıyla sanat desteklenmez. Zaten devlet bu iş için çok az para ayırıyor. Kültür Bakanlığı'nın bütçesi gülünç. Genel bütçenin binde beşi kadar bir parayı Kültür Bakanlığı'na ayırıyorlar. Özel sektörden, iş adamlarımızdankadınlarımızdan belli mesafeleri kat etmiş, belli sermaye birikimi olanların kültüre destek vermeleri gerekiyor. Sıdıka Hanım, sanat destekçilerinden biri. Birisi böyle bir desteği ortaya koyduğu zaman, ona yardım etmek, işbirliği yapmak bizim görevimizdir.
pe cy a
Kapsamlı bir yer açıyorsunuz. Bu daha ö n c e aklınızda olan bir şey miydi? H a y ı r , Sıdıka Atalay b e n i aradı. "Bir k ü l t ü r m e r k e z i y a p t ı r d ı m " dedi. " U z u n z a m a n d ı r elimde d u r u y o r , birileri bir şeyler yapsın istedim ama b e n iş kadınıyım, b e n i m k o n u m değil, b a n a y a r d ı m c ı o l u r m u s u n u z ? " diye s o r d u . " S e v i n e r e k " dedim. Sıdıka Atalay, çok iyi niyetli ba banım. Oldukça yüklü bir harcama
Tiyatro Tiyatro. 57
SÖYLEŞİ
Yonca İnal
G a z a n f e r Ö z c a n - G ö n ü l Ü l k ü 3 2 yıl sonra t i y a t r o y a v e d a m ı ediyor?
Ve bir perde daha kapandı... T i y a t r o için çalışan y a l n ı z c a t i y a t r o y l a t a t m i n olan in s a n l a r ı n s a y ı s ı a z a l d ı . D ü ş ü n ü n k i ; b e n z i n y o k v e siz ara baya y ü k l e n i p gaza b a s m a y a ç a l ı ş ı y o r s u n u z .
pe cy a
Seyirciyle içiçe geçen 32 yıl. Ama artık Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü Tiyatrosu perdelerini belki de hiç açmayacak. Yıllardır kapatma-kapatmama kararı arasında geçen süreç, bu yıl noktalandı, Türk Tiyatrosu'nun en sevilen sanatçılarından biri olan Gazanfer Özcan ile aldıkları bu üzücü kararın gerekçeleri üzerine konuştuk.
32 yıl boyunca büyük emekler verdiğiniz tiyatronuzu kapatma kararı aldınız; 32 yıl önce de kendi tiyatronuzu kurmak için Şehir Tiyatroları'ndan ayrılma kararı almıştınız, bu gün kapatmak durumunda kaldığınız tiyatronuzu kurmayı hangi sebeplerle istemiştiniz, neyi amaçlıyordunuz? Öyle zannediyorum ki her genç tiyatrocunun kafasında ileriye dönük bir atılım muhakkak vardır. O dönem bizim bir atılım yapmamız için en uygun dönemdi. Kabuğumuzu kırıp çıkmamız için en uygun dönemin o yıllar olduğuna inanıyorduk. Nitekim yanılmamış olduğumuzu gördük; çünkü, kabuğumuzdan çıktık ve 32 yıl bu kabuğun içinden çıkmadan yaşadık. Sanıyorum ki tiyatronun içinde olan her insan yenilik peşindedir, kendi kendine yeni işler yapma arzusu taşır. Şehir Tiyatroları'ndaki 12 yıllık çalışmanın bizim için artık yeterli olduğunu düşündük. Söylediğim gibi kendi başımıza yeni işler yapmak istiyorduk. Bize bu kararı alışınızın sebeplerini açıklar mısınız lütfen? Basının yanlış aksettirdiği ve benimde altını çizerek düzeltmek istediğim bir nokta var. Biz tiyatromuzu sadece parasal sebeplerle kapatmış değiliz. Bir ürün vermek için hammadde eksikliğini yaşamaya başlamıştık. Dilediğimiz 58 Tiyatro Tiyatro
vasıfları taşıyan oyuncuları bulmakta zorlanıyorduk. Yanlış anlaşılmasın, bunun sebepleri Türkiye içindeki sanatçıların tükenmesinden değil, çalışma alanlarının çoğalmasından kaynaklanıyor. Bizlerin bundan 20-25 yıl evvel hayalini bile kuramadığı değişik kollar çıktı ortaya. Bunun birincisi televizyon; TV kanallarının sayısı arttıkça insana olan talepte giderek arttı. O zaman ne oldu, deneyimli, deneyimsiz, az deneyimli, çok deneyimli, herkese çok geniş bir alan açıldı. Açılınca da ancak ve ancak tiyatro için çalışan insanlar ki; bunun oranı çok düşük, kayıtsız-şartsız yalnızca tiyatroyla tatmin olan insanların sayısı azaldı. Tabii ki bir oyuncu yaşamını sürdürmek kaygısıyla, dışarda 3-5 günde kazanacağı parayla eş değerde bir tiyatro gelirini tercih etmez. Bu bakımdan son bir kaç yıldır oyuncu sıkıntısı çeker olduk. Bu işe gönül vermek isteyen genç insanlarda olmadı değil, bizde onlarla birlikte olmayı istedik ama bizim tarzımız o kadar profesyonel olmayı gerektiren bir tarz ki, yetersiz kaldılar. Onlar yetersiz kalınca bu sefer bizim omuzlarımızdaki yük çoğaldı. Yıllar geçtikçe her insan gibi bizimde gücümüz azalmaya başladı. Düşünün ki; benzin yok ve siz arabaya yüklenip gaza basmaya çalışıyorsunuz. Bütün bu fedakarlıklara rağmen,
ticaret yapmak ve geçinmek zorundasınız. Geçiminizi sağlayacak kadar iyi bir gelir getirseydi bu iş, ne yapalım herşeye rağmen bunu böyle yürütürüz derdik. İşte artı sebep bu oldu. Parasal açıdan bir takım şeyler sıkıntı vermeye başladı. Lazım gelen araç gereç fiyatları yükselmeye başladı. Biz en zor günlerde; anarşinin dev boyutlara ulaştığı zamanlarda, karın, yağmurun sokağa çıkılmayacak kadar çok yağdığı günlerde bile her zaman dolu yada doluya yakın oynadık. Ben bunun altını tekrar çizerek söylüyorum; seyirci azlığından kaynaklanan bir karar değil bu. Ancak gelen seyirci ne kadar yoğun olursa olsun, sağladığı gelirin yetişmemesi yüzünden alınmış bir karar. Asıl sebepse az önce bahsettiğim gibi, oyuncu sıkıntısı çekmemiz.
Eğer bu sezon perdelerinizi açıyor olsaydınız, şu günlerde provalarda olacaktınız... Oysa şimdi farklı bir tempo içindesiniz, yeni hayatınıza alışabildiniz mi? Aslında şu an biz durumun farkında değiliz. Kendimizde inanamıyoruz. Hele bir tiyatrolar perdelerini açsın, o zaman göreceğiz. Her insanın bir takım özlemleri olur; mesela bizde pijamalarımızı giyip, ayaklarımızı uzatıp TV seyretmeyi istiyoruz ama yapınca hoşumuza gidecek mi bilmiyoruz. Perdelerin açılma saati geldiğinde ne hissederiz bilmiyoruz. Şimdi çok yoğun bir çalışma temposu içindeyiz. Sabah başlıyoruz akşama kadar koşturuyoruz, zannediyoruz ki tiyatrodayız prova yapıyoruz. Bu çok kurtarıcı bir unsur tabii. Ancak tahmin ediyoruz ki herşeyi zaman gösterecek. Tiyatro Tiyatro Dergisi aracılığıyla seyircilerinize söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Tek teselli kaynağımız çektiğimiz TV dizisi. Biz bu diziyle bir çeşit tiyatro yaptığımıza inanıyoruz. Böylece seyircilerimizden kopmadığımızı düşünüyoruz. Bu yüzden onlardan uzak hissetmiyoruz kendimizi. Hatta onları karda kışta tiyatroya gelmek zahmetinden kurtarıp, biz evlerine kadar gidiyoruz. Biz kendi üslubumuzla tiyatroseverlerin evine konuk olacakmışız gibi, kendi çizgimizde sürdürüyoruz çalışmalarımızı. Bizi seven izleyicilerimiz şimdilik TV'de bizi izleyebilir diyoruz.
pe cy a
Görülüyor ki bu aniden verilmiş bir karar değil, zaman içinde koşulların oluşturduğu bir karar... Zaten hep bunu söylüyoruz, son bir kaç yıldır tiyatromuzu kapatmayı düşünüyorduk ama her sezon bir deneme daha yapalım diye yeniden başlıyorduk. Mesela ben geçen yıl çok kararlıydım fakat eşimi ikna edemedim. Neticede ortak bir karar almak durumundaydık. Ben ona uymak zorunda kaldım. Fakat sonrasında gözümüzün önüne çok makul bir tablo serilince onun da itirazı kalmadı.
gitmeyeceğini düşünüyoruz.
Devlet 32 yıllık köklü bir tiyatronun kapanma kararını nasıl karşıladı, Kültür Bakanlığı sizinle ilişkiye geçti mi öğrenebilir miyiz? Tiyatronun kapanma kararının çıktığının ertesi sabahı, Kültür Bakanı Müsteşarı Emre Kongar Bey büyük incelik gösterip bizi evimizden aradı. Yapılabilecek bir şey olup olmadığını sordu. (Ellerinden gelen her şeyi yapabileceklerini ifade etti. Ama tabii bu gecikmiş bir girişimdi. Bunu kendisinede söyledik. Emre Bey de; madem gecikmiş diyorsunuz bir dönüşü yok bunun. Peki o halde gelecek sezon için yani 95-96 sezonu için bir söz sayabilir miyim? diye sordu. Bende hayhay inşallah diye yanıt verdim. Hele bir yaşayalım bu sezonu, bakalım ne olacak. 32 yılın sonunda oluşmuş önemli bir seyirci kitleniz var. Seyirciniz tiyatronuzu kapatma kararınıza reaksiyon göstermedi mi? Göstermez olur mu? Anadolu'dan hatta Almanya'dan bile telefonlar geldi. Almanya'dan arayan izleyicimiz 26 yıldır orada çalışıyormuş ve ne TV dizilerimizi ne de oyunlarımızı kaçırmıyormuş. Acaba parasal bir sıkıntımı diye düşünmüş. Ben size yardım etsem diye sordu. Ben de sizi çok iyi anlıyorum ama öyle bir dert yok dedim. Hatta bizim yardım etmek isteyen başka yakınlarımızda var ama böyle bir şeyi biz kabul etmiyoruz. Yardımla tiyatronun hiç bir yere
Tiyatro Tiyatro. 59
İ N C E L E M E
Zeynep
GÜNSÜR
2 0 . y ü z y ı l ı n son ç e y r e ğ i v e B a t ı T i y a t r o s u Y ü z y ı l ı m ı z ı n son ç e y r e ğ i n d e k i çağdaş batı tiyatrosu çok farklı kültürlerin oyunculuk m e t o d l a r ı n ı , drama biçimlerini, teatral stillerini bilinçli bir şekilde iç içe sokarak beraber kullanma yoluna gitmiştir. "Kusursuzluk ne bu dünyada ne de bir başkasında tam anlamıyla mümkün (hayal gücünde bile) de ğil. Ama insanoğlu, içinde yaşadığı dünyaları tek rar ve beraberce yaratmaya çok yatkın görünü yor. Başka bir deyişle, denemeye devam edece-
"ifade biçimleri" yarattıklarını söylüyor. Bunu söylerken tiyatroya " d r a m a " ve "perfor mans" olarak iki farklı açıdan bakmak gerekti ğini vurguluyor. "Drama" daha çok text'e dayalı; "performans" ise "rasyonel k o n t r o l " ü n olabildiğince azaldığı,
pe cy a
Bu yazıda "Batı Tiyatrosu" olarak sözü geçen tiyatroyu, Avrupa'nın orta, kuzey ve kuzeybatı
belirsizliği ve kaos'u içeren oyun, emprovizas-
sı ile A.B.D'yi kapsayan tiyatro çalışmaları ola
yon gibi öğelerin daha ağırlıklı olarak kullanıl
rak sınırlamak gerekir.
dığı alanlar.
Batı ülkelerindeki tiyatroyu genel bir başlık al
Bu ikisi arasındaki değişken dinamik ise çağdaş
tında toplayarak genellemeye gitmekten kaçı
batı tiyatrosu'nun -yukarıda sınırlarını çizdiği
nırken, ne ironiktir ki; yüzyılımızın son çeyre
miz kadarıyla- ve ilginç deneysel çalışmaların
ğindeki çağdaş batı tiyatrosu çok farklı kül
çıkış
türlerin oyunculuk metodlarını, drama biçimle
olan temel iki eğilimi derinden etkileyen bir di
rini, teatral stillerini bilinçli bir şekilde iç içe
namik olarak da adlandırabiliriz.
sokarak beraber kullanma yoluna gitmiştir. Ya
Birinci eğilim; burjuva ("mainstream"/ popü
ni farklı bir "global tiyatro" anlayışından söz
ler) tiyatrosu ile deneysel tiyatronun, bugüne
edebiliriz ki, bu da yazıda altını çizmeye çalışa
dek birbirine hiç yakınlaşmadığı kadar, diyalog
cağım batı tiyatrosundaki iki önemli eğilimden
içinde olması. Bir başka deyişle; bugün burjuva
birine doğrudan bağlanabilir.
tiyatrosu
olarak
Bu iki eğilime geçmeden önce, onları daha iyi
amaçları
daha
anlayabilmemiz için, Vanden Heuvel'in
son
avant-garde diyebileceğimiz, deneysel nitelikte
değerlendirir
ki çalışmalara özgü dil kullanımı, sahne tasarı
ken yaptığı çok önemli bir ayırıma değinmek is
mı ya da söz diline alternatif başka kullanım
tiyorum.
biçimlerini görebiliyoruz. Tabii b u n u n tam ter
Heuvel, hepimizin çok duyduğu ve bir parça
si de mümkün oluyor.
bunaldığı, güneşin altında bundan başka yeni
Eskiden "performans-art", "anti-drama" olarak
hiçbirşey yok mu dediğimiz " p o s t m o d e r n " dö
popüler tiyatro alanının çok dışında, elit bir se
nem boyunca yapılan bütün radikal denemeler
yirci topluluğuna yönelen ve kendi avant-garde
sonucunda, sanatçıların nihayet modernist ge
sanatçı çevreleri içinde gerçekleştirilen deney
leneğin üstüne çıkabilen ve geleceği olan yeni
sel
yılların
Amerikan Tiyatrosu'nu
60 Tiyatro Tiyatro
noktasında.
çalışmalar
Bunu
şimdi
sözü
edilecek
adlandırabileceğimiz, ağır
şimdi
basan
tiyatronun
konvansiyonel
ticari içinde
dramatik
öğelerle birlikte, popüler tiyatro alanı içinde kullanılıyor. Daha önce deneysel tiyatro çalışmalarına çok yoğun şekilde katılmış tiyatro yazarları aracılı ğıyla; (ki aralarında Amerikadan Sam Shepard, Jane Wagner, ve David Mamet'i, İngiltereden Carly Churchill ve Tom Stoppard'ı sayabiliriz) gerçekleşen bu değişimin öbür yüzü de avantgarde tiyatronun içine giren geleneksel drama tik
öğelerdir.
Bu
bağlamda
tiyatro
grupları
içinde "Wooster G r o u p " ve "Squat"'i, gösteri sanatçıları arasında Spalding Gray ve Laurie Anderson'u, yönetmenlerde de Robert Wilson, Richard Foreman ve JoAnne Akalaitis ile Ariane Mnouchkine'i örnek gösterebiliriz. Çağdaş
Batı Tiyatrosu'nu
anlamak
için
çok
önemli bir araç olabilecek bu ayrım, drama ve performans arasındaki bu zengin ve karmaşık ilişki dinamiği, yeni olanı tanımlayabilmek için
pe cy a
farklı metaforlara ihtiyaç duyuyor. Bu da ikinci eğilim diyebileceğimiz, tiyatronun sosyal bilim ler ve gelişmekte olan teorilere açılımı, dolayı
sıyla "kültürlerarası" bir platforma yakınlaşmasıdır.
1960'ların sonlarında, ortodoks ve tekste dayalı
dilbilim
tiyatronun yanında gelişen "performance-art"
mümkün olabildi.
(gösteri sanatı) yeni bir dramatik dilin sancılı
doğumuna sebep oldu. Düz olmayan bir anla tım yapısı, daha çok harekete dayalı oyunculuk
biçimleri, teatral zamanın ve alanın kullanımın daki yenilikçi denemeler, bunların analizlerini
yapabilmek için ihtiyaç duyulan yeni teorik açı
lımları getirdi.Tiyatro sanatı böylece kendini antropoloji, cılık,
davranış psikolojisi, post-yapısal-
dilbilimi, feminist edebiyat teorisi gibi
disiplinlere ve teorinin getirdiği zenginliğe de açmış oldu. Yazının başında da belirttiğim gibi "globalle şen" bir batı tiyatrosu derken, son dönem sa
gibi
disiplinlerden
yararlanmakla
Çağdaş tiyatro, yarattığı bu alanların çoğalması
ile Einstein'ın dört boyutlu evrenine benzeyen "kapalı ama sınırlı olmayan " ( 3 )
,
yeni algılara ve
yorumlara açık belki de onların ortaya çıkması nı sağlayan bir görev üstlenmiştir. Pratikte ya pılan denemeler sonucunda ne geleneksel teks tili
ne
de
" deconstructive"
performansın
günümüzü bütünüyle kavradığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla çoğu tiyatro sanatçısı bu ikisi ara sındaki doğurgan alanı keşfetmeye ve ikisinin birbirini nasıl bütünleyebileceğini araştırmaya yönelmiştir.
natçıların, aslında batı dünyasının içine girdiği kısır ve kapalı, dünyayı sadece kendi "medeni yet" gözlüklerinden bakarak değerlendiren dü şünce yapısını kırmaya yönelik çalışmalarında değişik kültürel kodlardan yararlanmaları üze rinde duruyorum. Bu da, özellikle, antropoloji,
Kaynakça: (1) Schechner, Richard "Letter Response" ICIS Forum 18/ "Interculturalısm Performance"(ed. by B. Marranca§ G. Dasgupta, PAJ pub., 1991) (2) Vanden Heuvel, Michael "Performing Drama-Dramatızing Performance" The University of Michigan Press, 1991 (3) Aynı eser. Tiyatro Tiyatro. 61
ÇEVİRİ
Yılmaz
Onay
B e r t o l t B r e c h t in r e j i s i ortak bir ürünü s a h n e y e g e t i r m e k tüm o y u n c u l a r ı i l g i l e n d i r i r , ama tek bir o y u n c u y u da i l g i l e n d i r i r . Senin olan bu tekil i l g i , öbür t o p l u ilgi ile çelişki i ç i n d e d i r . Her ş e y i , y a ş a t a n da bu ç e l i ş k i d i r . Ama en çok da hakikatin özel bir türünü, yani bulgu so nucu ortaya çıkanını sever. Oyun sırasında birden par layan gözlerle elini uzatıp, o anda insan doğasının veya toplum yaşantısının çok önemli ya da belirgin özellikli bir öğesini göstermekte olan herhangi bir oyuncuyu işa ret ettiği çok olmuştur. İnsanın toplumsal yaşayışı, ince, doğru ve tam olarak çalışılır. Cesaret'in 8. sahnesinin başında örneğin, genç bir köylüyle annesi ordugâha yorgan satmaya gelirler. Burada gösterilecek olan yalnızca köylülerin kendi yor ganlarını satmakta oldukları değildir. Bunu savaşın on dördüncü yılında yaptıkları da gösterilmeli. Alışılmamış bir şey yapmıyorlar. Ama alışılmış şeyi yapmakta çok zorlanıyorlar, çünkü satabilecekleri son nesnedir sun dukları, üstelik de onsuz edemeyecekleri bir nesnedir. O gece üstlerine ne örtecekler? Anne, tüm aile için öy lesine önem taşıyan yorganların sarıldığı denge nasıl ba kar? İçinde o önemli şeyi taşıyan dengi, oğul sırtından nasıl indirir? Sonra da, barışın geldiğini duyup, yorgan ları satmaya artık gerek kalmadığını anladığında, dengi nasıl yeniden sırtlar?
pe
cy
a
Provalarda Bertolt Brecht salonda oturur. Oyunu yö nettiği pek fark edilmez. Müdahaleleri belisizce ve hep "akış yönü"ndedir; düzeltme önerileri için bile çalışma yı kesmez. "Kendi tasarladığını" oyuncularla gerçekleş tirmek istiyor izlenimi yoktur; oyuncular onun araçları değillerdir. Brecht'in asıl çabası, oyunun anlattığı olayı oyuncularla birlikte yakalamaktır ve her oyuncunun kendi gücünü en fazlasıyla ortaya koymasına yardımcı olur. Bu çalışma tarzı, bir çocuğun kıyıdaki birikintide duran dal parçasını bir değnekle ırmağın akışına yön lendirerek yüzmesini sağlama çabasına benzetilebilir. Brecht, her şeyi oyunculardan daha iyi bilen rejisörler den değildir. Oyun karşısında kalkış noktası olarak "he nüz bilmiyor olma" tutumunu benimser; adım adım so nuca yaklaşmayı kollar. Sanki Brecht kendi oyununu hiç tanımıyormuş, tek cümlesini bile bilmiyormuş izle nimi uyanır nerdeyse. Kendisi de zaten, neyin yazıldığı nı değil, yazılanı oyuncuların sahnede nasıl göstermeleri gerektiğini bilmek ister. Örneğin, bir oyuncu, "burada ayağa mı kalkacağım?" diye soracak olsa, büyük olası lıkla Brecht'ten şu tipik yanıtı alacaktır: "Bilmem". Ama gerçekten bilmiyordur Brecht; çünkü bu ancak provayla çıkacaktır. Brecht'de her şey —duruşlar, yürüyüşler, tavırlar— oyunun öyküsünün gösterilmesine hizmet eder. "Cesaret Ana ve Çocukları"nm öyküsü: Cesaret Ana la kabıyla anılan seyyar satıcı Anna Fierling, üç çocuğuyla birlikte savaşın ortasına dalmıştır, satış yapsın diye. Bir biri ardına çocuklarının üçünü de yitirir, yoksulluğa dü şer. Hiç ders almamış olarak arabasını bir başına çek meyi sürdürür. Bu öykü, oyunun oniki tablosunda gösterilmektedir. Ama her tablo, kendi içinde de birbi rini izleyen olaylara bölünmüştür. İşte Brecht, bu kü çük olayların her biri oyundan ayrı olarak kendi başına da oynanabilirmişçesine bir reji çalışması yürütmekte dir. Bölümlerin çevre düzeni ve eşya donanımı, en kü çük ayrıntısına dek bilinçle ve titizlikle işlenir. Bir kezinde şöyle yazmıştı Brecht: Yazarın sözü, onun gerçek oluşundan daha kutsal değildir. Tiyatro, yazara değil, topluma hizmet eder. Brecht'in sahnesinde her şey "hakiki" olmak zorunda. 62 Tiyatro Tiyatro
Tiyatronun ibret verişi, eğlendirici de olmalı. Brecht'in sahnesinde her şeyin güzel olması esas. Pelagea Vlasova'nm yoksul kulübesi, en az fabrika avlusundaki işçile rin sahne düzeni kadar veya bakır bağış yerinde kuyruk taki küçük burjuva kadınların giysi renkleri kadar güzel olmak zorunda. Kuşkusuz bunların hepsi ilk bakışta görülmez. Ama Brecht'in oyun sahnelemesi öyledir ki, 10. oyunda bile yeni bir şeyler ortaya çıkabilir. Seyirci her izleyişinde oyunu daha zenginleşmiş bulur. Uzun süredir oynandı ğı bilinen bir oyun da olsa, sahne düzeni, tavırlar, renk ler, vb. hep yeni bir zevk getirmektedir. Brecht'in kendisinin de oynayarak gösterdiği çok olur, ama kısacık parçalardır bunlar ve bitmiş bir kalıp ver memek için hemen keser. Hiç bir şeyi dikte etmez, oyuncunun kendi fantazisini ve yaratıcı gücünü harekete geçirir. Oyun gösterdiği oyuncuyu hep taklit eder ama kendini onun yerine koymaya kalkmaz. Tutumu şu anlamdadır: O tür kişiler bunu çoklukla şöyle yaparlar. Kaldı ki tüm oyuncular bir an için seyircinin kulağı ve
gılanmaz. Reji sırasında çevresi öğrencilerle doludur. İsabetli önerileri hemen duyurur ve hep öneri sahibini de belirterek yapar bunu: "X diyor ki; Y'nin bir fikri var". Böylece yapılan iş herkesin ortak çalışması olur. Reji öğrencilerine söylediği şudur: "Eğer bir şey oyunun ya da sahnenin kendi içinde yoksa, yani onu oyunun ya da sahnenin kendi içinden çıkaramıyorsak, oyuna onu dıştan sokuşturmaya, yamamaya kalkmamalıyız. Oyun lara ya da sahnelere, taşıyabileceklerinden fazlasını yük lemek doğru değil. Bir şeyin önemi az ise, onun az önemli oluşu başlıbaşına önem taşır. Fazlasını zorlarsa nız, azlık (ama gerçek olan) yıkılır. Zayıf sahneler her oyunda vardır (hatta bütünüyle zayıflıklar vardır). Pek iyi olmayan oyunlarda çoğu kez zor yakalanan ve kolay ca yıkılıveren bir denge bulunur. Örneğin oyun yazarı, bir sahnenin özel bir güç kazanmasını çoğu kez bir ön cekinin zayıflığı üstüne kurar. Kimi zaman bir sahnenin zayıflığı, söylenmemiş bir başka şeyin görünmesini de sağlayabilir. Kendi vatanı olan kentin üstüne yürüyerek savaş açmış Coriolanus'a annesinin karşı çıkıp yaptığı konuşmayı Shakespeare, ola ki özellikle zayıf tutmuştur. Coriolanus'u gerçek nedenlerin veya derinden bir etki lenmenin değil de eski bir alışkanlığa kendini koyverebileceği belli bir hantallığın saldırı planından geri dön dürmesini istemiş olabilir. Öyleyse, Volumnia'nın konuşmasını daha güçlü gerçeklerle beslemek ve böyle ce onu daha etkileyici kılmak, yanlış olurdu. Ö t e yan dan, bizim oyuncularımız çoğu kez, oyuna olsun, tari hin ilginç bir boyutunun anlatılışına olsun, güçlü bir söz ifadesine olsun, pek güven duymuyorlar; bu yüzden de o 'zaten' ilginç olan şeyin kendi başına tüm etkisinin ortaya çıkmasına yönelmiyorlar. Ayrıca bir oyunda daha az etkili yerlerin de bulunması bir gerekliliktir. Hiçbir seyirci bir oyunu başından sonuna aynı dikkat gerilimiyle izleyemez; bunu da göz önünde tutmak gerek." Burada bir şeyi yeniden hatırlatmak gerekiyor: Oyuncu ların görevi, bilim çağı çocuklarını eğlendirmektir, hem de etiyle, canıyla, tadıyla neşeli bir eğlendirme. Bunu biz Almanlar kendi kendimize ne kadar yinelesek azdır; çünkü bizde her şey kolayca, elle tutulmaz gözle görülmez'e kayıverir ve ardından da biz, dünyanın kendisi böylece yok olup gitmişken bir dünya görüşünden söz etmeye başlarız. Maddecilik bile bizde çoğu kez bir dü şünce olmanın pek ötesine geçmez. Cinsel zevk bizde aile görevi olup çıkar; sanat zevki, eğitime hizmettir; öğ renmek deyince de, zevkle bir şeyleri bilip tanımayı de ğil, bir şeylerin vura vura kafamıza sokulmasını anlarız. Yaptığımızın keyif dolu araştırma yapmakla ilgisi yok tur; kendimizi göstermek için, bazı şeylerden ne kadar çok hoşlandığımızı değil, onlar için ne zahmetler çekti ğimizi belirtiriz.
pe cy a
seyircinin gözü olmaya da çalışmalıdırlar. Hiçbir insan gözlerden uzak yaşayıp gitmezken, bir oyuncunun gözlenmeksizin sahnede davranması, olacak iş mi? Böyle açıklıyor Brecht. "Bu an senin işte", diye sesleniyor, oyuncuya, "elinden kaçırma onu. Oyun senin şimdi, an laşana !" Elbette ki gerektirdiği ya da izin verdi ği bir an olmalı bu. Brecht ekliyor: "Ortak bir ürünü sahneye getirmek tüm oyuncuları ilgilendirir, ama tek bir oyuncuyu da ilgilendirir. Senin olan bu tekil ilgi, öbür toplu ilgi ile çelişki içindedir. H e r şeyi, yaşatan da bu çelişkidir". Bir oyuncunun, yani oyundaki bir insa nın, oyunun bütünü, temposu ya da gerilimi "uğruna" feda edilmesine asla izin vermez Brecht. Brecht, oyuncularına en fazla teşekkür eden bir seyirci dir. Oyuncu, iyi yaptığı bir şeyin hakkının verilmesini isteme hakkına sahiptir. Bir espri, yirminci kez yapılıyor da olsa espridir gene. Oyuncunun, yirminci kez de yine gülünmesini istemeye hakkı vardır. Aksi halde o espriyi bu kez iyi beceremediğini düşünmek zorundadır. Oyuncularına, tanı gereken anda verilecek yardımcı bir şeyleri her zaman bulur Brecht. Bir eksiklik var diye şaşkınlığa düşülmez, bazı şeyler düşünülecek diye boş luk yaratılmaz. Çözüm henüz kesinleşmiş olmasa da oyuncu hep üretme halindedir. Prova, tıkanıklık olmak sızın sürer. Brecht, oyuncuyu çok iyi anlar. Oyuncular onun havası na uymak için uğraşmazlar, tersine o her oyuncunun havasına yakınlaşır. Oyuncu "iyi gününde" ise Brecht peşini bırakmaz, onu yapabileceğinin en üstüne vardır maya çalışır, ama bellisizce ve yormaksızın. Eğer oyun cu o an keyifsizse, rahat bırakır Brecht onu. Kolay elde edilmeyecek hiçbir şeyde diretmez. Brecht çok kendini vererek çalışır, ama gergin değildir. Provalardaki keyfini oyuncularla paylaşır. Bu işten ken-
disinin de hoşlanmak istediği bellidir. Güzel tavırlardan ve hakiki tutumlardan Brecht'in duy duğu zevk, oyuncuları isteklendirir; onun daha da keyif lendiğini görmek için daha da çok şey çıkarırlar ortaya. Provalar sırasında uzun uzun tartışmaktan, hele psiko loji üstüne uzun irelemelerden nefret eder Brecht. "Özel Öğretmen" (Jakob Michael Reinhold Lenz'in, Berliner Ensemble'de yeniden işlenerek sahnelenen tra jikomik yapıtı. ÇN) oyununun 200 saati aşan provaları boyunca salonla sahne arasındaki tartışma süresi topu topu 15 dakikayı geçmemiştir herhalde. Çünkü Brecht, her öneriyi zaten sonuna dek provaya sokarak değerlen dirir. "Nedenlerini boşverin, önerinizi yaparak göste rin", ya da "üstünde konuşmayı bırakın, yapın, oyna yın". Budur işte. Öneri iyiyse hemen kabul görür. Uygulamanın iyi sonuç vermemesiyse, oyuncuları uzun uzun gerekçeler sıralamaktan çok daha çabuk vazgeçirir o öneriden. Brecht hep yüksek sesle konuşur ve önerilerini çoğu kez salondan herkesin duyacağı biçimde oyunculara yüksek sesle iletir. Bu onun provaya müdahelesi gibi al
Bu yazı önümüzdeki günlerde BoyutMitos Yayınları tarafından yayımlanacak olan "Brecht'in Tiyatro Çalışması" adlı kitabından alınmıştır. Tiyatro Tiyatro. 63
H A B E R L E R
Ankara Devlet Tiyatrosu'nda Yenilikler
Devlet Tiyatroları Dünya Barış Günü'nde "Savaşa Hayır, Sanata Evet" kampanyasını başlattı. Değişik kentlerde yapılan Sanata Evet Toplantıları'nın yanı sıra bir de gazete toplama kampanyası gündeme geldi. Bu kampanyadan amaç; "insanlarımızın sanata yaklaşımı hakkında fikir edinmektir" şeklinde belirleniyor ve "bu kampanyanın sonucunda toplanan gazetenin tonajı ile orantılı olarak, Türkiye SANATA EVET mi diyor, HAYIR mı... Bu öğrenilecektir" deniyor. Evet, pek çok açıdan bir karmaşanın yaşandığı bu bunalımlı dönemde yanıtı öğrenmek ilginç olacaktır: Evet mi? Hayır mı?.. "Niçin Sanata Evet?" sorusunun yanıtını Devlet Tiyatroları Genel Müdürü V. Tamer Levent şöyle veriyor, "İnsanın çok yönlü gelişmesi, kendisini tanıması, başkaları ile kendi arasındaki benzerlikleri keşfetmesi ve kendisinin dışındakilerin düşman olmadıklarını anlaması, sanatın birleştirici kültürü ile sağlanabilir. Bu kültürü almış olan insanlar, başka insanlardan korkmazlar, güvensizlik duymazlar, yaptıkları işe yabancılaşmazlar. İnsan, yaşadığı topluma, birlikte geliştirdiği kültüre, insan olmanın ortak değerlerine inanç duyar. İnançlarını bilinciyle,
pe cy a
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü bu yılın repertuarının belirlenmesi için önce bir tema saptanması gereğini gündeme getirdi ve "Toplumdan alınan esinle, toplumda oluşması istenilen duyarlılığı büyütme" diye tanımlanan tema yaklaşımını tartışmaya açtı. Sonuçta bu yıl için "İnsanın Bireysel ve Toplumsal Kimlik Arayışı" tema olarak saptandı. Böyle bir repertuar oluşturma çalışması, sonucunun alınmış olması açısından, ilk kez uygulanıyor. Bir başka "ilk", oyunların, geçen yıllarda olduğu gibi sahneler arasında dolaştırılmayacak olması. Herhangi bir zorunluluk olmadığı sürece oyunlar başladığı sahnelerde, izleyiciden ilgi gördükleri sürece devam edecekler. Ayrıca bu sezon izleyiciyle daha yakın ilişki içinde olmak istiyen Devlet Tiyatroları, her oyun için, bir cumartesi günü matine suare arasında, oyunun hayatta ise ve Ankara'daysa, yönetmeni, oyuncuları, dekor, giysi ve ışık tasarımcılarının da katıldığı halka açık toplantılar düzenleyecek. Bu toplantılara katılanlar sorular sorabilecek, kendi görüşlerini yansıtabilecek. Her oyunun son genel provası, engel çıkmadığı sürece halka açık yapılacak.
Sanata Evet Kampanyası
bilincini bilgisi ve sezgileriyle besleyemeyen ve bunları bilerek
yapamayan insan, içinde yaşadığı dünyanın farkına varamaz, gelişmeye karşı duyarlı olamaz. Sanat ise, insanı kendisi ile yüzleştirirken,
eksiklerini farketmesini, duyarlılığını zenginleştirmesini sağlar. Bu kampanyayı başlatırken insanın sanatla daha çok insan olacağı ve sanatın bulunduğumuz yüzyılın umudu olduğu ilkesinden hareket edildiğini
vurgulayan Tamer Levent: "Sanata EVET derken, sanatın doğru ve diklemesine gelişme içersinde olması için alınması gereken tüm önlemleri; altyapı, eğitim ve plan-projesi yapılmış, organize gelişme programları ile sanatın gerekliliğinin, sanata yapılan yatırımların tartışma konusu yapılıp yapılmayacağını gündeme getirmek istiyoruz" diyor.
31 Ekim'de Tiyatro Kostümleriyle Beyoğlu'nda Yürüyüş
Başlayan Tiyatro sezonunda kamuoyunun ve potansiyel tiyatro izleyicisinin dikkatini çekmek amacıyla 31 Ekim Pazartesi günü TİYAP, TODER, TOBAV ve İŞTİSAN üyeleri tarafından "Kostümlü Beyoğlu Yürüyüşü" düzenlenecek. Her sanatçının, kendi seçeceği bir tiyatro kostümüyle katılacağı yürüyüş sırasında "Duyduk duymadık demeyin..." seslenişiyle başlayan metin okunacak. Bu metinde çocukluğumuzun gezici gösterilerine gönderme yapan bir üslupla sezon boyunca oynanacak oyunların "erdemleri" anlatılacak... 64 Tiyatro Tiyatro
Devlet Tiyatroları, "Sanatsız yaşayarak neler kaybediyoruz? " sorusunu
yine soruyla yanıtlarken şu noktalara dikkat çekiyor: Sanatı sahip olduğu değerlerle algılamayıp, ciddiye alıp organize olmasını projelendirmememe neler kaybediyoruz? Sanata EVET sanatın eksikliğini farketmektir. Kültürel gelişmenin programlanmamış olduğunu farketmektir. Demokrasinin eksiğinin SANAT olduğunu farketmektir. 20. yüzyılda "Sanata Evet" kampanyasının başlatılması üzücü. Hangi
çağdaş ülkede böyle bir kampanyaya gerek duyulabilir? Sanata her zaman, hep EVET'dir... Ama sanatın öneminin yıllardır bir türlü kavranamadığı, sanata karşı "olsa da olur, olmasa da olur" yaklaşımının sergilendiği ve giderek "Sanata Hayır"ın da rahatlıkla sergilenebildiği bir ortamda başka bir seçenek var mı? TİYATRO TİYATRO Dergisi olarak da "Sanata Evet"...
Alaçatı 5. Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali Festivale bu yıl yurtdışından; Macaristan, İngiltere'den "Hope Street" ve Gürcistan'dan "Berikebi Topluluğu Tiyatro Stüdyosu" ile yurtiçinden İstanbul'dan "Gülen Ağaç", Ankara'dan ise "Tiyatro
İdil Biret, Esbank Kutlamaları için İstanbul'da
Progress" (Hovardanın Sonu ) operası,
Esbank'ın 67. Kuruluş Yıldönümü
Shakespeare'in "Mercant of Venice"
Kutlamaları dolayısıyla İstanbul'a gelen
(Venedik Taciri) ve Anthony Burgess'ın "A
Peter Sellars tarafından yönetilen
Biret, 15-16 Eylül tarihlerinde CRR Konser
Clorkwork Orange" (Otomatik Portakal)
Salonu'nda iki ayrı konser verdi. Konserde
yer alıyor. Oyunlar dünyanın çeşitli
İstanbul izleyicisi, 1973'den beri Devlet
ülkelerinden gelen eleştirmenler tarafından
Sanatçısı unvanına sahip olan, özellikle
sırasıyla Chicago Lyric Opera, Goodman
Brams,
Theatre, Steppenwolf Theatre'da izlenecek.
Rahmaninov
Genç eleştirmenler oyunlarlarla ilgili
yorumlarıyla
düşüncelerini hem kendi dillerinde, hem
çağımızın en
de İngilizce olarak yazacak ve üzerinde
önde gelen
tartışacaklar. Seminere İstanbul
pianisti sayılan
Ünicersitesi dramaturji ve Eleştiri
Biret'i ayakta
Kürsüsü'nden Fakiye Özsoysal çavuş
alkışladı.
katılıyor.
Konserlere ünlü şefi Jean
Bulunmaz Tiyatro'da yeni dönemde Değişiklikler
Perisson
Ekim ayında yeni bir tiyatro dergisi
yönetimindeki
doğuyor.
Fransız Orkestra
"Oluşum Tiyatrosu" ile Alaçatı'dan "Alaçatı Gençlik" tiyatroları katıldılar. Workshoplara (Atelyelere) ise İngiltere
etti. Orkestra şefi Perisson, 16 yıldır San
İngiltere'den Ruth Burgess başkanlık
ettiler. Russ Lane'in atelye çalışmalarında mim, akrobasi, beden dili, dans
pandomim ve yaratıcı dram çalışmaları
yapıldı. Ruth Burgess de aynı yöntemlerle yaptığı çalışmalarla Oscar Willde'ın "Yaralı
Kuş" öyküsünü dramatize ederek gösteriye dönüştürdü. Festivalin en önemli gösterisi Hope Street-Tobav ortak yapımı "Umut Yolu" adlı çocuk oyunuydu.
"TEB"in "Yasa Tasarısı" Toplantısı Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) 8 Eylül tarihinde Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda
"MUM Düşsel Sanat Dergisi" adlı bu dergi kendisini şöyle tanıtıyor.
Fransisco ve Los Angeles
"
Orkestralar'nında kavuştuğu ünü hak
yeğliyor. Varolan tiyatrosal düzlemden
pe cy
"Hope Streef'ten Russ Lane yine
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşlik
a
Tempo", "Tobav Gençlik Klübü" ve
'seçenek' olma yerine 'karşıt' olmayı
ettiğini İstanbul'daki konserlerde bir kez
hoşnut olmayan bir anlayıştan ortaya
daha kanıtladı.
çıkan MUM Dergisi, her geçen gün
Çağdaş Sahne bir çocuk oyununu gün ışığına çıkarıyor...
Çağdaş Sahne Yönetmeni, 'Kartal Halk Kütüphanesi'nde Taner Barlas'ın yazdığı Kültür Bakanlığı ödüllü ve bugüne değin,
hiç bir topluluk tarafından sahnelenmemiş
yozlaşan tiyatrosal oluşuma hesap sorma adına çıkıyor. Tiyatro'nun yanı sıra başta felsefe olmak üzere öykü, sinema, deneme, şiir, dilbilim, insanbilim, toplumbilim, resim, yontu, karikatür, müzik, dans gibi bilim ve sanat konularına sayfalarını açacak olan derginin tek bir ölçütü var: Nitelik..."
olan bir çocuk oyunu buldu: "Ceviz ile
Biz de bu girişime yalnızca, "kolay gelsin!"
Karınca Dost Olunca". Oyun, 2 Ekim Pazar
diyoruz...
gününden itibaren düzenli olarak her pazar saat 13.00'de perde açacak.
yaşanan yönetmelik bunalımını kınamak
Genç Eleştirmenler Chicago'da buluşuyor
ve Tiyatro Yasası'nın ivedilikle gündeme
Dünyanın değişik ülkelerinden genç
gelmesini sağlamak amacıyla bir basın
eleştirmenler 16 Ekim-23 Ekim tarihleri
toplantısı yaptı. TOBAV, TODER, TİYAP ve
arasında Amerikan Tiyatro Eleştirmenleri
İŞTİSAN temsilcilerinin de çağrılı olduğu
Birliği (ATCA) tarafından Chicago'da
toplantıda dernekler bildirilerini okudular
düzenlenen uluslararası bir seminere
ve bir Tiyatro Yasası Komisyonu
katılıyor. Seminerde tartışılacak olan
oluşturmak üzere karar alındı.
oyunlar arasında Stravinsky'nin "Rake's
Tiyatro Tiyatro. 65
TİYATRO
KİTAPLARI
Ayşe
Karanlıktaki
Nalân
Özübek
Işık
Zeynep O r a l , Altın K i t a p l a r , 1 9 9 4 . ötekine, bir oyun alanından ötekine, kentlerin haritalarını yeniden çizdim." İşte bu haritalarda geziyor okur da Zeynep Oral'la birlikte. Dünyaca ünlü tiyatrocuları tanıyor bu kitabın sayfalarında; Kantor, Lubimow, Peter Brook, Strehler, Szajna gibi. "Yabancı diyarlarda, tanıdığım ilk insanlar tiyatrocular oldu. Dillerini bildiğim ya da bilmediğim bu insanlarla aynı dili konuştuğumu, benzer coşkuları, benzer sorunları paylaştığımı gördüm. Onlarla zenginleştim." Okur da yazarın bu anılarıyla, geniş tiyatro bilgi ve kültürüyle zenginleşiyor. Sanatçının yıllardır tiyatrodan tiyatroya koşarak yakaladığı ışığı ' paylaşıyor. Tiyatroyla, arada bir oyun izlemekten öte bir ilişkisi olmayanların dahi büyük bir zevk alarak okuyacakları kitaptan yaptığımız alıntı bize hak vermenizi sağlayacaktır. "Avignon'da 'Kuşlar Konferansı'nı izliyorum. (...) Peter Brook bu öyküyü sonsuz bir yalınlıkla ele almış, yalınlık oyunun şiire dönüşmesini sağlıyor. Elindeki on oyuncu, hem insan, hem kuş. Zaman zaman da masal kahramanları... Kuş ve insan arasında en doğal biçimde gidip geliyorlar... Sanki her zaman öyleydiler: Hem insan hem kuş... (...) Her şey sonsuz uyum içinde. Her öge ekonomiyle kullanılmış. Oyuncular ister kuşu, ister insanı canlandırsınlar, her an işlevleri, kendileri ve birbirleriyle bütünleşmiş durumda... Doğrusu oyunun hangi anında karşımdaki oyuncuları insan değil kuş olarak görmeye başladım, bilemiyorum. Ama inanın bana, otuz kuşun Kaf Dağı'na doğru havalandığını gördüm..."
pe cy
a
"Her şey düşünmekle başlıyor, Her şey düşünmekle başladı." Zeynep Oral böyle diyor Karanlıktaki Işık adlı kitabında. Düşle tiyatro arasında kurduğu bağlantı ise çok etkileyici: "Yüzyıllar öncesinden ya da günümüzden birileri önce düşledi bu oyunu. Düşünü sözcüklere döktü, kâğıda döktü. Birileri, bu yazıları kendi düşünün bir parçası saydı; yeniden ama bu kez sahne üzerinde yarattı. Birilerinin bu düşleri, başkalarının düşleriyle örtüştü; müziğe, dekora, aksesuara, maska, ışığa, koreografiye dönüştü. Ve birileri oyunculuk güçleriyle, bu düşleri yeniden yorumladı. Tümü bir araya gelip düşleri gerçek kıldı." Altın Kitaplar'dan çıkan Karanlıktaki Işık, yazarın yaklaşık otuz yıldır yurt dışında izlediği oyunlara, oyunculara ve yönetmenlere ilişkin izlenimlerini aktarıyor. Bir başka deyişle yazar, yurt dışında izlediği yüzlerce oyunu, onlardan aldığı tadı okurlarıyla paylaşıyor. Temiz ve akıcı bir dil kullanılan kitapta sanatçının sadece düşüncelerine değil duygularına da yer verdiğini görüyoruz. Oyunların kimi sahnelerinden dolayı kapıldığı coşku seline bir yandan şaşırırken bir yandan da ona katılmamak elde değil. O denli içten, yoğun ve çarpıcı bir anlatımı var yazarın. Onun soluğunu kesen sahneleri aktaran cümlelerde okurun da soluğu kesiliyor adeta. Kendisini etkileyen bir mimik, içinde hissettiği bir ses, gözlerini alamadığı bir dekor parçasını dahi atlamadan, bazı yönetmenlerin, oyuncuların, tasarımcıların sanat geçmişlerine varana kadar bilgi veren Zeynep Oral, okuru ülkeden ülkeye, kentten kente götürüyor. Edinbrough, Avignon, Amsterdam, Venedik, Budapeşte, New York bunlardan bazıları. "Gittiğim ülkelerde, kentlerde, doğu, batı, kuzey, güney demeyip, yönlerden önce, yollardan önce tiyatro yapılarını öğrendim. Bir tiyatrodan 66 Tiyatro Tiyatro
a
cy
pe
Hürriyet'i her gün yüz binlerce sanatsever okuyor. Tiyatro, sinema, müzik, görsel sanatlar, edebiyat... Hürriyet'te sanat haberleri güncel, kapsamlı ve tarafsız olduğu için, her gün yüz binlerce sanatsever Hürriyet okuyor.
a
Bu haberlere, her gün dolu dolu bir sayfa ayırdığımız için,
pe cy
sanatseverler Hürriyet'i tercih ediyor. En zevkle hazırladığımız sayfalardan biri olan sanat sayfamıza gösterdikleri ilgiden ötürü, tüm sanatseverlere teşekkür ediyor ve Tiyatro Tiyatro dergisinin dördüncü yaşını kutluyoruz...
!