1995_47_7579

Page 1


a

pe cy


İÇİNDEKİLER

E d i t ö r d e n (5) • Dikmen Gürün Uçarer Tiyatro Dünyasından Haberler (8-11) Y O R U M : 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nün Düşündürdükleri (14) • Sevda Şener Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi (16-17) • Özdemir Nutku SÖYLEŞİ: Üç Kurşunluk O p e r a ve Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri (18-20) • Dikmen Gürün Uçarer H A B E R : Tiyatro... Tiyatro... 5 Yaşında (21-23) ELEŞTİRİ: "E, Doğal Olarak Sinirimiz Bozuldu" (24-26) • Yavuz Pekman SÖYLEŞİ: Orada Bir Şehir Var U z a k t a (28-30) • Emre Koyuncuoğlu SÖYLEŞİ: Haço, İsrafil ve Aymelek'in Öyküsü (32-33) • Ayşe Nalan Özübek ELEŞTİRİ: Bir Yalnızlık Öyküsü (34) • Sibel Arslan D O S Y A : T i y a t r o m u z d a Yeni Oluşumlar ve Akla Gelen Sorular (35-49)

a

İstanbul Şehir Tiyatroları Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarı (TAL) • Bilsak Tiyatro Atölyesi • Kumpanya Sahnesi • Studio Oyuncuları • Tiyatro Grup • Tiyatrofil • Oyuncular Tiyatro Grubu • Yeşil Üzümler Dans

cy

Tiyatrosu • İçimizden Gelen Oyunlar Tiyatrosu (İGOT) • Tiyatro Ti • Güzellikler Evi Oyuncuları • Çisenti Sanat Topluluğu • Theatrama • Çağdaş Repertuvar Tiyatrosu • Grup Kafka SÖYLEŞİ: Akdeniz Kültürlerinin Ortak Sesi (50-51) • Ayşe Nalan Özübek O Y U N Y A R A T I M S Ü R E C İ : Müfettiş'e Yeni Bir Bakış (52-53) • Özdemir Nutku ELEŞTİRİ: "Ağıt ve Barış" Üzerine (54-56) •H. Ali Neyzi

pe

İNCELEME: Weimar Ulusal Tiyatrosu (57-59) • Hasibe Kalkan Mart'ta Perde Diyenler: (60-66) • Sevil Kuvan

Tiyatro... s

a

y

S o r u m l u Yazı

Sevil

Kuvan

Yavuz

Pekman, •

İlkiz Yapım 80060 TL.

k

ı

Tiyatro

Sahibi: •

Tiyatro...

Yapım işleri

y

e

adına

Enis

r

Yayıncılık

Ltd.

Müdürü:

Erkut

Baskı:

MÜ-KA

Şti.

d

a

d

b •

i

Bakışkan

i

r

y

K Genel

ı Yayın

• Yayın

Koordinatörü:

Emre

Hasibe

Kalkan,

Neyzi,

Yeşim

Demir

Kapak:

Tel.:

(212)

Abone: Tiyatro 243

35

T i y a t r o Yapım

Teknik

Nuray Yapım

33-293

655

248

Yönetmen: •

Avşar Yayıncılık

72 77 Banka

Ali

Dağıtım:

Tic.

Fax:

Sinan

ve

(212)

Hesap

Ltd.

252 94

N o : T.İş

14

ı

k

Hukuk •

Ofset

Hayriye

Yıllık Abone

n

Gürün

• A.

ı

r

Yayın

Uçarer

Sekreteri:

Naiân

Özübek,

Danışmanı: Hazırlık:

Cad.

Bankası - C i h a n g i r Şb.

a

n l i r a

i

Nutku,

Ergin

l

Dikmen

Özdemir

Şti.:

m

b

Koyuncuogiu

Şanlıer

Ahmet

San.

y

Yönetmeni:

Arslan,

H.

a

r

Sibel

Matbaası

No:

y

Mustafa Demirkanlı

Arıburnu

Galatasaray-istanbul Hesap

k

Bulunanlar:

Şener

Dizgi:

Posta Çeki

a

ı

Katkıda Sevda

Dergisi

Çorlu

Bedeli: 197

245

Fikret Tiyatro

Ap.

3/10

400.000.-


"Sanata, sanat癟覺lara ve

a

sanatseverlere

pe

cy

sayg覺yla..."


EDİTÖRDEN Dikmen Gürün Uçarer

Bu ayın ayrı bir anlamı var dünya tiyatroları için. Tiyatroyu sevenler için, tiyatroyu sayanlar için, tiyatronun ülkelerin gelişimindeki rolünü kavrayanlar için, çağdaş t o p ­ lumlar için... anlamlı ve önemli bir ay: 27 Mart Dünya Tiyatro Günü. Biz de bu bağ­ lamda iki önemli tiyatro insanının yazılarına yer verdik. Yıllarını tiyatro adamı yetiş­ tirmeye adamış iki eğitimcinin görüşlerine: Prof. Dr. Özdemir Nutku bu yılın bildirisini sunarken, Prof. Dr. Sevda Şener'de görüşlerini yansıttı. Mart ayı çalışmalarımıza başladık ve daha ilk toplantımızda sanki kendiliğinden önemli bir dosya oluşuverdi. "Tiyatromuzda Yeni Oluşumlar." Bir yandan, "Dosya"mızın başında da değindiğim gibi, ülke sorunlarına koşut olarak tiyatronun sorun­ ları da büyürken, öte yandan yeni perdeler açılmakta. Dikkatleri üzerine çeken bir

a

arayış yaşanmakta... Biz bu arayış içine girmiş olan topluluklara, çalışmalarına yönelik genel sorular yönelttik. Onlardan yanıtlar aldık. Bu yanıtlara dosyamızın ilk bölümü

pe cy

gözüyle bakıyoruz. İnanıyoruz ki, "Tiyatromuzda Yeni Oluşumlar" a yönelik farklı gö­ rüşler gelecek, konu daha detaylı irdelenecek ve böylelikle de tiyatromuz adına ve­ rimli bir tartışma ortamı doğacaktır.

Ferhan Şensoy'la, Işıl Kasapoğlu ile başlayan söyleşilerimiz bir yanda Akdeniz Tiyat­ ro Enstitüsü Başkanı Jose Monleon, öte yanda Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nun genç yönetmeni Hakan Çimenser'e dek uzandı. Sevgili Ferhan'la konuşurken birden 20 yıl gerilere gitmek hoş oldu. "Üç Kurşunluk Opera"nın öyküsünü Taşlık'daki te­ ras katında az mı dinlemiştik. Biz yaşlanıyoruz, ama Türkiye'nin sorunları adeta ye­ şeriyor, tazeliklerini koruyor...

Sevgili Işıl Kasapoğlu hepimizi biraz üzdü, ama bunu bir şaka olarak alıyor ve diyoruz ki ilk ve son şakası olsun. Diyarbakır'dan gelen Hakan Çimenser ise, oradaki çalışma koşullarını ve izleyicinin sanata duyduğu açlığı anlattı Emre ile konuşurken. Jose Monleon İspanya'dan uluslararası bir ses olarak Türkiye'yi Akdeniz Tiyatro Ens­ titüsü üyesi yapmaya gelmişti. Türkiye'de IITM'e üye oldu ve biz de Monleon'dan bu kuruluşun amaçlarını öğrendik. Eleştirilerimiz ise bu sayıda Antalya'ya da sıçrayıverdi.


cy

pe a


a

pe cy


HABERLER

İzmit Büyükşehir Belediye T i y a t r o s u ' n u n Açılışının H a z i n Öyküsü: Tiyatro Tarihine Bir Küçük N o t 3 Aralık 1994 Perşembe günü İzmit Büyükşehir Belediye Meclisi sekizinci bileşiminin birinci oturumunu yapıyordu. Gündemde İzmit Büyükşehir Belediye Tiyatrosu'nun kurulmasıyla ilgili teklif vardı. Refahlı Belediye Meclis üyeleri başından beri bu konuya sıcak bakmıyorlardı. Gerçi İzmit Büyükşehir Belediye Meclisi'inde Refahlılar'ın kararlara etki edecek sayısal çoğunlukları yoktu. Ama yine de kendi tabanlarına mesaj vermek "Gereğini yapmak" istiyorlardı. Büyükşehir Belediye Başkanı Sefa Sirmen; "İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bütçesi hakkındaki bütçe kesin hesap finansman, hukuk ve tarifeler komisyonunun 18-11-1994 tarihli raporunu okutuyorum" diyerek gündemi açtı.. Başkan Meclis katibine raporu okuttu ve Meclise konu hakkında bilgi verdi.

pe

cy a

İngiliz .Communicado Tiyatro Topluluğu Türkiye'de British Council, Devlet Tiyatroları ve Kenter Tiyatrosu'nun işbirliği ile in­ giliz Communicado Tiyatro Toplulu­ ğunu, "Babayiğit" (Playboy Ot The Western World) oyununu sunmak üzere Mart ayında Türkiye'ye getire­ cek. irlandalı yazar J. M. Synge'in daha önce Devlet Tiyatroları tarafından da sahnelenmiş olan bu oyunun yönet­ meni Gerald Mulgrevv. Conlet Hill, Owen Kavanagh, Michael Derrington, Lesley McGuire, Franchine Mulrooney, James Ryland, Molly Innes ve Donna Bainbridge'in rol aldığı "Babayiğit", her anlatılışında gittikçe daha büyük ve kahramanca bir hal alan, bir masala dönüşen bir hikâye­ yi konu alır. Oyunun yazarı J. M. Synge ise oyun hakkında şunları söylüyor: "İrlandalı köylüler ile her­ hangi bir yakınlığı olanlar, bu oyun­ daki en çılgın fikir ve sözlerin, Geesala, Carraoe veya Dingle Körfezi'nde herhangi bir dağ kulübesinde duyulabilecek hayallerin yanında son derece munis olduğunu görür." Ya­ zar tiyatro için: "Sahnede insanın gerçeğe ve mutluluğa sahip olması gerekir; bu yüzdendir ki modern ti­ yatro başarısızlığa uğramıştır ve in­ sanlar gerçek dünyada var olan muhteşem ve çılgın şeylerde bulabi­ lecek zengin mutluluğun yerine, mü­ zikal komedide kendilerine sunulan sahte mutluluktan bıkmıştır. İyi bir oyunda her konuşmanın bir veciz veya bir elma gibi tam bir lezzete sa­ hip olması gerekir ve böyle konuş­ malar, kendilerini şiirden koparmış insanlar arasında çalışan biri tarafın­ dan yazılamaz." diyor. Mart ayı içinde Türkiye'ye gelecek Communicado topluluğunun turne programı şöyle: 7 Mart 20.30 Antalya Devlet Tiyatrosu 9 Mart 20.30 Ankara Devlet Tiyatrosu, Küçük Tiyatro 12 Mart 20.30 İzmir Devlet Tiyatrosu, Konak Sahnesi 14-15 Mart 20.30 İstanbul Kenter Ti­ yatrosu.

İşte bu sırada Dünya Tiyatro Tarihi'ne geçecek ilginç bir olay yaşandı. Başkan Sirmen açıklamalarını yaparken kurulacak Büyükşehir Belediye Tiyatrosu için yirmi bir buçuk milyar liralık bütçe ayrıldığını da belirtti. Refah Partili Bekirpaşa Belediye Başkanı bu açıklamaya oturduğu yerden laf attı: "Ne gerek var yirmi bir milyara Başkan." Sirmen son derece dikkatli, ılımlı ve kararlı bir başkandı. Çakmak'ın sözünü duymamış olmakta yarar gördü. Ama SHP'li Meclis üyesi Veysi Yavuz, Çakmak'ı oturduğu yerden yanıtladı: "Siz İstanbul'da tiyatroları kapatıyorsunuz.


Biz İzmit'te açıyoruz." Ç a k m a k ; Veysi Yavuz'a o t u r d u ğ u y e r d e n tiyatro t a r i h i n e geçecek şu yanıtı verdi: "Genelev de açınız o zaman" Bu b e k l e n m e y e n yanıt salonda buz gibi bir h a v a n ı n esmesine n e d e n oldu ve Sirmen bu ağır havanın d a h a da e l e k t r i k l e n m e m e s i için k o n u y u oylamaya s u n d u . İzmit Büyükşehir Belediyesi'nin yeni k u r u l a c a k T i y a t r o s u ' n u n b ü t ç e s i k a b u l edilerek onaylandı. Meclis s o n r a s ı n d a Başkan'ın o d a s ı n d a k o n u s ü r d ü . S H P ' l i Meclis üyesi Veysi Yavuz'la Refahlı A b d u l l a h Ç a k m a k a r a s ı n d a şu k o n u ş m a geçiyordu: Veysi

Yavuz;

"Seni

medeni bir insan

Abdullah Çakmak; Veysi Yavuz;

"Size yakışır,

olarak tanırdım."

yakışır"

"Fuhuşu önlemek için gerekiyorsa genelev de

açarız." Tiyatro'nun Başına Raik Alnıaçık Getirildi Sefa Sirmen b ü t ç e s i n i M e c l i s ' t e n geçirdiği İzmit Büyükşehir Belediye T i y a t r o s u ' n u n k u r u l m a s ı için eski Devlet Tiyatroları

a

G e n e l M ü d ü r ü , y ö n e t m e n Prof. D r . Raik Alnıaçık'ın kapısını çalıyordu.

pe cy

Sefa Sirmen, Alnıaçık'la İzmit Belediyesi'ndeki çalışma

o d a s ı n d a yaptığı ilk t o p l a n t ı d a şunları söylüyordu: "... Bugün Türkiye'de

yerel yönetimlerin

görsel sanata karşı SHP'lıyız.

birçoğu

Sosyal Demokratız.

taşıyoruz.

Bu

misyon

savunma,

yaşama

nedenle

tiyatromuzu

yeni

Merkezi hizmet

bağlıyız.

bize sanatı,

özellikle

de görsel sanatı

geçirme

zorunluluğu

kuruyoruz.

yanındaki

binamızda

salonumuzu

açıyoruz.

Ayrıca

Büyükşehir

hudutları

kültür evleri

çalışmalarımızda sayımızı İzmit

Belediye

Tiyatrosu'nun

çok sağlıklı,

köklü, 'zaman türlü

sahne

arttıracağız.

bu yüzden

içinde her

karşıtlığa

dayanıklı

kurulmasını

düşünüyor

sizden

rica

bunu

de

Biz

misyona

tiyatro

içindeki

özellikle

Bir

Bir iki aya kadar Sabancı Kültür

sanata,

önyargılı bir tutum sergiliyorlar.

ve

ediyoruz.

getiriyor.

Bu

Yüklüyor.

misyonu Bu

Gencay Gürün "Tiyatro İstanbul"u Kurdu Eski İstanbul Belediyesi Şehir Tiyat­ roları Genel Sanat Yönetmeni Gencay Gürün, "Tiyatro İstanbul" adıyla özel bir tiyatro kurdu. Tiyatro İstanbul mart ayı içinde; Murseli İdiz ve Can Gürzap'ın rol al­ dığı "Seneye Bugün" ve C.P. Tay­ lor'un "Nereye Kadar?" adlı oyunla­ rıyla, İSTEK Vakfı'nın Balmumcu Atanur Oğuz Lisesi salonunda seyir­ ci karşısına çıkacak. Tiyatro İstanbul, İngiliz yazar C. P. Taylor'un "İyi" adlı oyununu, "Nereye Kadar?" adıyla sahneleyecek. Hakan Altıner'in sahnelediği oyunda; Cü­ neyt Türel, Haluk Kurdoğlu, Tomris Oğuzalp, Zerrin Sümer, Aslı Öyken, Hazım Körmükçü ve Alp Öyken rol alıyor. Tiyatro İstanbul'un repertuarındaki ikinci oyun ise Amerikalı yazar Bernard Slade'in "Seneye Bugün". Gen­ cay Gürün'ün yönettiği oyunda Can Gürzap ve Nurseli İdiz rol alıyor. Kral Ubu Saraybosna'da Saraybosna'da bir yanda savaş bir yanda yoksunluklar bir yanda da ti­ yatro var. Şehrin en tanınmış oyun­ cularından Nermin Tuliç'in başkahramanı oynadığı bu oyun "Kral Ubu'nun Zincirleri" adını tışıyor. Tuliç'i ve kentini 4-5 Şubat tarihlerinde Roger Cohen'in International Herald Tribüne gazetesindeki yazısından okuyoruz. "Tuliç'in bacakları yok. 10 Haziran 1992'de Sırpların görderdiği bir bombaya hedef olmuş. Bir Fransız tiyatro yazarı olan Jarry'nin 1896 yı­ lında yarattığı bir karakter olan Ubu. şişman, iğrenç, yıkıcı ve diktatör. Tuliç'in oynadığı diktatör çavuş, kendine itaat etmeyenleri kırbaçlı­ yor; Ubu'yu tutukladıktan sonra bo­ yun eğişine hayran kalıyor ve özgür­ lüğü öven şarkılar söylüyor. Tuliç şimdi bir tekerlekli koltuğa ba­ ğımlı olarak, bunların sahnelenmesi­ ne hiç ihtiyacı olmayan Saraybos­ na'da garabeti, alçaklığı ve iğrençliği sergiliyor." Tiyatro ve yaşam bir kez daha her şeye karşın Saraybosna'da buluştu. Tiyatro Tiyatro 9


Kent, çok

tiyatrosunu istiyor. sağlıklı

bir

Sahip

altyapı

çıkmaya hazır.

malzemesi.

Bunu

bizlere

düşüyor.

Sanatın

her dalında

bazına

oturtma

özünün

tiyatroda

kazandığını İzmit

biliyor,

Türkiye'nin

kenttir.

Bu

bunu Milli

kenti

Gelir'den

en

yüksek pay

aldığı

kültür

metropolü

haline

bir

zorlayacağız.

Engelleri aşacağız.

İzmit

amacımıza

hipodrumuyla,

temizlenmeye

bütün ve

bir getirmek,

olanakları

düşünüyoruz.

kalmamak

buz paten

şehir

alıyoruz.

Çağı

mutlaka

istiyoruz. sahasıyla,

Körfez'inin

konservatuarıyla,

kompleksleriyle,

için

Büyük

koşmak

başlayan

tiyatrosuyla,

varmak

gerisinde

önünde

ivmeyi

noktası

Bu

Türkiye' nin

dinamik

de

kardeşliği sevgi

hareket

yörenin

dünyanın

barışı,

da

çabasındayız. yakalamak,

değerlendirmek

olan

en

Sanırım bu da

hayata

spor

galerileriyle

kıyı şeridiyle ve döndürülmesiyle,

kulübüyle, önde

spor

koşmak,

yarışmak

istiyor..." S i r m e n ' i n bu k o n u ş m a s ı bir tiyatro sevdalısı olan Raik H o c a ' y ı "Davetiniz

bana

olduğunu

buraya

davetinize

böylece

önce

onur

cy a

etkiliyordu. Rait H o c a ' n ı n yanıtı da anlamlı ve duyarlıydı: taşıdı.

kadar gelerek karşılık

duyduğum,

kendisiyle

ulaştığım değerli

Başkan'ın

tiyatro

olayına

içten yürek

tiyatro

adamı

olarak,

ne

kadar,

vermek, ilk.

bildirmek

istedim.

defa

Ama

bugün

sınırlı

bu

nazik

adını

daha

karşılaşmak

şerefine

çok. duyarlı ve anlamlı konuşması,

koyması

ülkemize

nereye

sizlere

çok.

her şeyi değiştirdi.

yarar

getireceğine

kadar hizmet

Bir

inandığım

edebilirsem

pe

girişime

Olanaklarımın

varım..."

Evet kısaca bir t i y a t r o n u n k u r u l m a s ı n ı n öyküsü... Bir y e r d e , tiyatro eşittir genelev kafası taşıyan seçilmişler, bir yanda tiyatroyu barışın, kardeşliğin, sevginin h o ş g ö r ü n ü n en

Varyete Gemisi Çocukları Bekliyor Kuruçeşme kıyılarına yanaşmış iki katlı rengarenk bir gemi, çocukları tiyatroya bekliyor. Tiyatronun yanı sıra seramik ve karikatür çalışmala­ rının da yapıldığı bu gemide vantrolog Talat Dede'yi, illüzyonist Sermet Erkin'i ve jonglör Erkan'ı seyredebi­ lirsiniz.

Lloyd Webber'den Ormanda "Sunset Bulvarı" Frankfurt'ta arabayla yirmi dakikalık mesafedeki kırsal bölgede bir tiyatro inşa ediliyor. Dört bir yanı ormanlar­ la kaplı bu tiyatronun hemen yanın­ da geceyi geçirmek isteyenler için bir de otel inşa edilecek. Bu tiyatro­ da sadece Andrew Lloyd Webber'in "Sunset Boulevard" sahnelenecek. Gösteri bütünüyle Almanca olarak gerçekleştirilecek. Baş döndürücü romantik melodilerin yaratıcısı, utangaç ve sinirli besteci Andrew Lloyd Webber'in gösterisini sahnele­ mek isteyen dünyadaki bütün tiyat­ rolar, özgün West End yönetmenini, dekor ve kostümü de aynen almak zorundalar. Bu yüzden hiçbir yerde, ilginç ve yeni bir "Operadaki Hayalet" prodüksiyonu izleme şansınız yok. Farklı yorumlar, farklı nüanslar yara­ tacak farklı bir dekor, değişik perfor­ manslar ve yepyeni anlamlar, kısa­ cası pek çok oyun yazarının, besteci ve yapımcının adrenalini pompala­ yan bütün bu unsurlar, Sir Andrew tarafından yasaklan-mış adeta.

d o ğ r u ivmesi sayanlar, aynı k e n t t e , aynı kentin y ö n e t i m i n d e bir arada. Çağın ö n ü n d e koşmaya çalışanlarla çağa r ö t a r y a p t ı r m a n ı n çabasını s ü r d ü r e n l e r i n mücadelesi. Kim kime ç e l m e takıyor? Kim kimin ö n ü n ü k a p a t ı y o r ? Ya da kim k i m e ayak bağı? Bir dünya m e t r o p o l ü olan İ s t a n b u l ' u n h e m e n kıyıcığında, H e l e n i s t i k d e v i r d e n bu yana d ü n y a n ı n sayılı k ü l t ü r m e r k e z l e r i n d e n biri olan N i c o m e d i a s Krallığı'nın ü n l ü k e n t i İ z m i t ' t e ikibinli yıllara y ü r ü r k e n bir tiyatro k u r u l u ş u n u n yer yer hazin, yer yer d ü ş ü n d ü r ü c ü ama m u t l a k a bizi çok iyi yansıtan b u g ü n ü n Türkiye'sini çok iyi yansıtan bir öykü... Tanju Cılızoğlu 10 Tiyatro... Tiyatro...

Ölüme Dair İnsan! 1993 yılında kurulan Oluş Oyuncula­ rı Topluluğu Hasan Âli Yücel Kültür Merkezi'nde yeni oyunları "Ölüme Dair İnsan"ı sahneliyorlar. "Ölüme Dair İnsan"ın konusu, doğal olarak insanın ölümü. Ama, asla in­ sanın doğal ölümü değil... Doğal ölümden kastedilen, her insanın do­ ğanın bir yasası gereği, doğması, büyümesi ve ölmesidir. Ama yeryü­ zünde insanların büyük bir bölümü doğar, büyür ve öldürülür! İşte bu oyunda insan elinin karıştığı ölümler anlatılıyor.


Pazar Sohbetleri Sürüyor

İst. Alman Kültür Merkeziİstanbul Devlet Tiyatrosu Film Gösterisi ve Panel Programı Oda Tiyatrosu'nda düzenlenecek olan etkinliğin programı şöyle:

cy

"Meddah" Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nda 25 yıllık bir aradan sonra Erdoğan Akduman yeniden "Meddah" ile Di­ yarbakırlı sanatseverlerin karşısında. 1971 senesinde Erol Toy'un yazdığı "Meddah"ı sahneleyip oynayan Erdo­ ğan Akduman 1995 senesinde kendi yazıp oynadığı "Bir Düzensiz Hikâye" başlıklı "Meddah"ı Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nda sahneliyor.

işbirliği söz konusu edilecek. 18 Mart 1995: Nereye Gidiyor Bu Kadınlar N. Arat, Y. Kara, B. Madra, M. Tamer, Z. Avcı'nın yöneteceği bu söyleşiye kendi alanlarının sınırlarını zorlayan Türkiye'nin gündemini değiştirmeselerde kendi konularının gündemini yönlendiren kadınlar olarak katılacaklar. 26 Mart 1995: Tiyatro Anıları 27 Mart Dünya Tiyatro Günü nedeniyle tiyatro sanatçılarımız tiyatro anılarını tazeleyecekler, tiyatro ile ilgili anekdotlar anlatacaklar. Bu toplantının konukları İ. Ay, Z. Berksoy, Z. Ergin, M. Ofluoğlu, G. Özcan, M. Tanır.

a

Nafile Dünya Enis Fosforoğlu Tiyatrosu Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde sezonun yeni oyunu "Nafile Dünya'yı sahneli­ yor.

27 Mart Pazartesi 15.00: Grips ve Çocuk, (Gripstheatre) "Alles Plastik", Her şey Plas­ tik. Hasibe Kalkan (Konuşmacı) 17.00: Gençlik Tiyatrosu Paneli Z.İpşiroğlu, F. Ertener, Ü. Denizer, T. Barlas, E. Çamurdan, L. Ünaldı 28 Mart Salı 15.00: Mezarsız Ölüler Nesrin Kazankaya (Konuşmacı) 29 Mart Çarşamba 15.00: Cesaret Ana (Berliner Ansamble-Yön. Peter Palitzsch) Zeliha Berksoy (Konuşmacı) 30 Mart Perşembe 15.00:

pe

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun Şubat ayında başlatmış olduğu Pazar sohbetleri bu ay da devam ediyor. AKM Birim Tiyatro'da pazar günleri saat 15.30'da başlayan etkinliklerin Mart ayı programı şöyle: 12 Mart 1995: Türk Sineması Ve Öteki Sanatlar Y.Özkan, Z. Öztan, B. Sabuncu, A. Yılmaz'ın katılacağı bu toplantıyı B. Pirhasan yönetecek. Toplantıda sinema dışındaki sanatlardan (dans, tiyatro, edebiyat...) yararlanarak ya da onlardan yola çıkarak film yapan yönetmenler; bir başka deyişle sinema sanatının öteki sanatlarla

Godot'yu Beklerken (Yön. Tabori) Sibel Arslan (Konuşmacı) 31 Mart Cuma 13.00: "Memories", "Beğendiğiniz Gibi" Shakespeare (Yön. Peter Stein) Yılmaz Onay (Konuşmacı) 15.00: Almanya'da ve Dünyada Tiyatro (Panel) Zehra İpşiroğlu, Nesrin Kazankaya, Zeliha Berksoy, Yılmaz Onay, Sibel Arslan

Kumpanya'nın Yeni Oyunu: Kim O? Kumpanya'nın bu sezon oynayacağı yeni oyunun adı "Kim O?" Ve Kumpanya tüm tiyatroseverlere bir mektup yazmış bu oyunları için: "Ekim 1994 başından beri sürdürdü­ ğümüz, Naz Erayda'nın "Kim O?" ad­ lı projesi, sizlerle paylaşmak istedi­ ğimiz bir oyuna dönüşmüştür. Oyun, Kumpanya Sahnesi'nin pen­ ceresinden görünen Tarlabaşı, Eski Çeşme Sokak'taki geçmiş ve bugün­ kü yaşantılardan yola çıkılarak, azın­ lık olma hali, çaresizlik, yalnızlık, korku, paranoya, toplumsal ve bi­ reysel kimliklerimiz, zorunlu göç, ayrımcılık ve zamandan kaçış gibi olguların zihinlerimizde bıraktığı iz­ lerin görüntü, ses ve söz parçacıkla­ rından oluşmuş, bütünsel bir ifade­ sidir. Bu oyunda; Naz Erayda'nın projesi ve mekân tasarımına Bilge Arat, Nadi Güler, Kerem Kurdoğlu, Burhan Ökmen, Murat Özdoğan, Cenk Tilemen ve Neslihan Yurtsever'in oyun­ culuk araştırmaları, Naz Erayda'nın yönetimi ve kurgusu, Feyyaz Yalçın'ın ışık tasarımı eklenmiş. "Kim O?" 11 Marttan itibaren her cumartesi, pazar 18.00'de İSM'de izlenebilir.

Naz Erayda, bu kez Kumpanya Sahnesi'nin pencerelerinden görünen sokaktaki yaşantılardan yola çıktı (fotoğraf: KAYACIK) Tiyatro Tiyatro 11


a

cy

pe


pe cy a


YORUM

Sevda Şener

27 Mart

Dünya Tiyatro Günü'nün Düşündürdükleri bu seyirciyi yadırgatmayacak hem de onun düşünce

vurulması, bu sanattan alınan tadın bir kez daha

ve beğeni düzeyini yükseltecek gösterimler

onaylanması, bu sanatın topluma yararının

sergileyeceğiz. Eğer politikamız beğeni ve düşünce

belirtilmesi, en önemlisi de tiyatroyu sevenlerin bir

düzeyi gelişmiş, yenilikler bekleyen seyirciye bir

gönül birliği içinde özel bir bayram gününü

şeyler vermekse, onu yeni gerçekler, yeni yorumlar,

a

Yılda bir gün tiyatro sanatına olan sevginin dışa

yeni düzenlemelerle şaşırtmanın, sınırlarını zorlamanın yollarını arayacağız. Eğer politikamız

olsa insanların ilgisini tiyatro sanatına çekme gereğini

yenilikten çok derinlikten hoşlanan, çok yönlü

duyuyoruz? Bu sanat, kökeni ilkellerin büyü

düşünmeyi seven aydınlara yönelikse özü ile biçimi

törenlerine kadar uzanan en eski sanatkardan biri.

arasında tam bir uyum sağlamış olan, alt anlamlara

değil mi? Anlatım aracı insanın kendi bedeni, kendi

gönderme yapan oyunlar seçeceğiz. Başka seçenekler

sesi olan, bu bir çeşit taklit, bir çeşit canlandırma

de var kuşkusuz. Yeter ki belirli bir amacımız ve bu

pe cy

kutlamaları iyi bir şey. Fakat insan yine de kendi

kendine sormadan edemiyor. Neden yılda bir kez bile

olan sanat, insanların her zaman hoşuna gitmemiş

amacı gerçekleştirme gücümüz ve isteğimiz olsun.

mi? Bu canlandırma oyununun toplumsal bir içerik

Tiyatronun birincil amacı hangi türde olursa olsun,

kazanması, estetik bir düzeye yükselmesi kültürel

hangi seyirciye yönelirse yönelsin ona zevk vermektir.

gelişmenin bir göstergesi sayılmamış mı? Mimarlığı

Fakat yeni bir şey öğrenmenin de, düşünmenin de,

ile plastik sanatları ile müziği ile şiiri ile öteki

düş kurmanın da, kendini canlı ve enerjik, zeki ve

sanatlar, tiyatronun hizmetine girmemiş mi? Gelişen

güçlü, akıllı ve duygulu hissetmenin ne zevkli

teknoloji olanaklarını bu sunmamış mı? Neden hâlâ

olduğunu unutmadan. Bunları gözetirken kolay yolu

bu canlı, bu sürükleyici, bu ufuk açıcı sanatın

seçmeden, hele hele ucuz güldürme ve

önemini açıklamak, değerini kanıtlamak zorunda

duygulandırma kurnazlıklarına başvurmadan.

kalıyoruz? Demek ki aksayan bir şey olmuş. Tiyatro

Özellikle devletten tam ödenek alan tiyatro

geniş bir seyirci kitlesine ulaşamamış. İnsanlar onu

kurumlarımız bir an önce sanat politikalarını

yaşamlarının bir parçası yapamamışlar. Tiyatro halk

saptamak, sonra da uygulamak sorumluluğu ile karşı

yaşamında özel bir yer edinememiş.

karşıyadırlar. Kuşkusuz "Sanata Evet" diyoruz. Fakat

Bugün kendimize hesabını vermek zorunda

hangi sanata "Evet" dediğimizi de belirtmek

olduğumuz bir durum yaşıyoruz. Ödeneklisi ile az

zorundayız. Bu zorunluğu duyalım ki bundan böyle

ödenek alanı ve hiç almayanı ile bütün tiyatrolar

21 Mart Dünya Tiyatro Günü'nü kutlarken bu

kendilerine bir politika saptamak zorundadır. Eğer

sanatın değerini kanıtlama gereğini duymayalım.

politikamız tiyatroyu geniş kitlelere sevdirmekse hem

Yalnızca bir bayram sevincini paylaşalım.

14 Tiyatro Tiyatro


a

cy

pe


DÜNYA

TİYATRO

GÜNÜ

ULUSAL

BİLDİRİSİ

Özdemir Nutku

Yeni Bir

Tiyatro

a

Yılı

cy

T i y a t r o , b i r b i r i n d e n farklı insanların, değişik algılamalarla, sonuçta aynı doğruya y ö n e l d i k l e r i sanatsal bir değişim yeridir. Sanatın değişmesi ve değiştirilmesi gerekli olduğu an, insan yaşamı kendi başına bir sanat o l u r . Yaşam ile t i y a t r o aynı şeydir; çünkü yaşam t i y a t r o yoluyla yeni baştan yaratılır. T i y a t r o , insanların ve t o p l u m u n kendini tanıması için en anlamlı sığınaktır. İnsanlar, yaşamlarının b i r ç o k

pe

evresinde, karmaşa ve çatışmalar ortasında, t i y a t r o y u güvenlerini kazanacak, varlıklarını koruyacak bir araç olarak kabul e t m i ş l e r d i r . T i y a t r o her çağda olumsuzluklara direnen bir sanat olmuştur. A n t i k çağda tiranların zorbalıklarına, tüccarların açgözlülüklerine, O r t a Çağ'da kanlı din savaşlarına, Rönesans'ta Engizisyonun işkenceci kardinallerine, düşünceyi boğmaya çalışan krallarına, on sekizinci yüzyılda ö z g ü r l ü k l e r i n i kısıtlayan hükümdarlara, insanları k ö l e l e ş t i r e n t o p r a k ağalarına, on dokuzuncu yüzyılda işçileri ezenlere, kısır ahlak g ö r ü ş l e r i n e ve y i r m i n c i yüzyılda savaşlara, siyasal cinayetlere, yığınları sömüren t r ö s t l e r e , t e r ö r e , bilime ve sanata düşman olan fanatiklere karşı d u r m u ş t u r . Ç ü n k ü t i y a t r o yığınların sanatıdır; onların çığlığı, kahkahası, onların düşüncesi ve duygusudur. Bütün t i y a t r o t ü r l e r i n d e çoğu zaman f a r k edilmeyen, ama giderek büyüyen bir gücün varlığı hissedilir. Bu güç bazan şaşırtıcı, bazan y ü r e k l e n d i r i c i , bazan avutucu, bazan da insanı derinlemesine sarsan, inciten bir güçtür. Bakar-sınız gözyaşlarını bir gülüşle arıtır; bakarsınız açıkça söyleyemediğimiz g e r ç e k l e r i alaylı gülmelerin ardına saklıyarak yüreğe batan bir*iğne gibi acıyla iz bırakır. T i y a t r o n u n yaratıcı birlikteliğinin gizi, ufkunun, yani t i y a t r o olgusunun manevi g ö r ü n ü ş ü n ü n , seyircinin deney ve hayal ufkuyla kesiştiği anda tam anlamıyla çözülür. H e r sanat yapıtı gibi, her oyun da genişliği ve sınırı içindeki yaratıcı Tiyatro Tiyatro 16

kimliğini taşır. D r a m a t i k yönden olduğu kadar, oyunculuk ve sahne plastiği


yönünden de bu o r t a k çalışmayla elde edilen ufuklar, temsil yoluyla seyirciyi de kapsayarak b i r l i k t e l i ğ i n i büyütür. Seyirciyi, dünya görüşünde, m u t l u olmasında ya da acı çekmesinde, bir anıya, imgelerle zenginleşmiş bir hayale ya da benzer büyülü dünyalara g ö t ü r ü r . Ama bunların t ü m ü de gerçek yaşamın yansımalarıdır Bugün bizler yalnızca t e h d i t edilen yığınların içinde değil, aynı zamanda bizi b i r b i r i m i z e tıpatıp benzeten kalıplara dönüşme tehlikesiyle de karşı karşıyayız. Benliğimize derinlemesine etki eden bir t e k boyutluluğun kısır döngüsü içine girdik. Özgün yaratıcılığın y e r i n i sentetik ü r e t i c i l i k aldı. T o p l u m olarak sanat olaylarına daha az katılır olduk. Daha az kitap o k u y o r u z . İletişim k u r m a k t a güçlük çekiyoruz, çünkü televizyonun buzlu camı önünde hipnoz durumundayız. Böylece, giderek b i r b i r i m i z e yabancılaşıyoruz, yaptıklarımıza, yarattıklarımıza katılma sevincini y i t i r i y o r u z . Kısacası, yaratıcı varlık olma durumundaki üstünlüğümüzü kaybedip giderek yaşamı uzaktan seyredenler o l u y o r u z . Bu " H o ş g ö r ü Yılı"nda hoşgörünün y e r i n i dediğim dedikçilerin dar görüşlü baskıları aldı. Birbiriyle iletişim kuramayan insanların sağırlar sövüşmesi içinde şiddet, en geçerli özellik haline geldi. Düşünceden ve sevgiden nasibini alamamış

a

tahammülsüzler, nadir yetişen insanlarımızı ö l d ü r ü y o r l a r . İşte bu, insanın özvarlığını t e h d i t eden tehlikenin karşısında, t i y a t r o n u n insanları

pe cy

b i r l e ş t i r i c i , bir düşünceye ve duyguya o r t a k etme gücü vardır. Bu güç, her temsilde, oyun kişileri ve seyirci arasında geçen, işitilmeyen, fark edilmeyen bir iletişimle var olur. T i y a t r o okul kadar önemlidir. O k u l bilgiyi, beceriyi a r t t ı r ı r k e n , t i y a t r o da kafaları ve y ü r e k l e r i eğitir. Ünlü sanat tarihçisi H e r b e r t Read, "sanatın işlenmesi

duyarlığımızın

yetiştirilmediğimiz sezgiselliğin itiliriz. yıkıcılığa

ve

eğitilmesidir ve bizler sanatsal bir hava içinde

takdirde,

dolayısıyla

bomboş

bir

anlamsız ve

ruhsal yaşamın,

karmakarışık

tatsız bir dünyanın şiddetine

bir

ve suçuna

Yaratma isteği olmayan yerde ölüm güdüsü oluşur ve bu da sonsuz bir götürür

bizi,"

demektedir.

Sanatın, dolayısıyla t i y a t r o n u n amacı, insan dediğimiz idealin sağlıklı yaşamını s ü r d ü r m e k içindir. N ü k l e e r savaştan, çevre kirliliğinden ve bazı t o p l u m l a r ı n açlık sorunlarından bir gün k u r t u l a b i l i r i z ama boşlukta kalmış insanların çoğalmasıyla, başka deyişle ölüm içgüdüsünün yayılmasıyla y o k olmaktan kurtulamayız. Sanatın sınırsız t o p r a k l a r ı üzerinde, yarın, yeni bir dünya, daha mutlu bir dünya yaratılacaksa bunda t i y a t r o n u n büyük r o l ü olacaktır. Y i r m i birinci yüzyılda sanatın, yönetimsel düzeysizlikten üstünde, t ü m p o l i t i k a l a r ı aşmış, insanlığın gereksinimi olan b i r l i k t e l i ğ i n , sevgi ve dostluğun bir arenası olacağına ve bu arenada dil, din, ırk ve milliyet farkı gözetilmeyen evrensel bir dünya yaratılacağına inanıyorum. 27 Mart Dünya T i y a t r o l a r Günü, yalnızca t i y a t r o c u l a r ı n değil, insanlığın sevgi ve barış günüdür. Tiyatro Tiyatro 17


SÖYLEŞİ

Dikmen Gürün Uçarer

O r t a o y u n c u l a r d a iki yeni oyun

Üç Kurşunluk Opera ve Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri

cy a

Ortaoyuncular şu günlerde hummalı bir çalışma içindeler. Önümüzdeki günlerde peşpeşe iki oyun perdelerini açıyor. Bir yandan Anca Visdei'nin "Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizilerinin oyun içinde kullanılacak film çekimleri sürmekte, öte yandan da "Üç Kurşunluk Opera"nın son provaları tamamlanmak üzere. Bu yoğun trafik arasında Ferhan'ı yakalamak bir mucize.

Yakalar yakalamaz söze hemen Anca Visdei'nin oyunu ile başlıyoruz.

"Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri"

içinde. İzleyicinin bilmesi gereken fakat

çok a n l a m l ı bir ad a m a oyunun orijinal

söylenmeyen, parantez içinde kalmış şeyler var. " P a r a n t e z " rolünü "Anna'nın Y e d i A n a

Oyunun orijinal adı olan "Femme Sûjet"nin tam

G ü n a h ı " n d a da kullanmıştın.

pe

adıyla ne gibi bir bağlantısı var?

çevirisi "Vaka Kadın" ya da "Özne Kadın". Burada,

Evet, orada da kullanmıştım ama Brecht'e çok

vaka "hasta" anlamında geliyor. "Femme Sûjet"

saygılı bir biçimde, salt onun parantezlerini

Fransa'da son yıllarda feministlerin çok kullandığı

kullanmaya özen göstererek yapmıştım bu işi.

bir terim olarak, bir şeyin alayı anlamında moda

Parantezler çok derli topluydu. Cihat Tamer de

olmuş. Bu terimin tam karşılığını bulamadık

rolü aynı derli topluluk içinde oynadı. Buradaki

Türkçe'de. Hoş olmadı Türkçesi. Oyunda, iki

parantez gayet serseri, rol olarak. Oyun

kahramandan biri olan Catherine'nin işi, aptallara

bozuyor-sandöviç yiyiyor-çay söylüyor-antre

güzel galen televizyon dizileri yazmak. Bu cümle

kaçırıyor... Tamamen laubali bir herif olarak var.

konuşma içinde birkaç kez geçiyor. Böyle

Genelde Jaques'ın düşünüp de yapmadığı şeyleri

bahsediyor Kadın işinden. Biz de bunu oyunun

söyleyen yani onun oyununu delen adam olarak

ismi yaptık.

var. Oyun orijinalinde dramatik. Birinci dereceden

O y u n iki kişilik, a m a sen yeni r o l l e r de ilave

psiko-komedi gibi çok ince oynanması gereken bir

e t t i n değil mi?

oyun. Reel bir dengesi var. Gerçekçi. Ben onu

Bu oyun iki kişilik olduğu ve bir psikyatrist ile

tamamen epik - göstermeci bir hale getirdim.

hastası arasında karşılıklı konuşma içinde geçtiği

Ayrıca bir de sürekli sahneyi denetleyen oyun

için oldukça statik. Kadın anlatıyor, adam not

yazarının sembolü var; "Bizim Parantez." O da bir

alıyor gibi bir durum var. Bu statikliği kırmak için

estrat üstünde ve ikide birde "kitapta böyle

bende bana önemli gelen parantezleri rol olarak

değildi" diye hatırlatıyor, bizi kitaba davet ediyor.

yazmaya başladım. Önemli parantezler var oyunun

O y u n u n avukatlığını yapıyor yani...

18 Tiyatro Tiyatro


Y a n ı l m ı y o r s a m sen bu oyunda t e k n i k b i r t a k ı m olanakları da zorluyorsun. Bu sistem içinde yine hem statikliği kırmak için hem de oyun televizyonla ilgili olduğu için ilginç

çocukların oynamasına da yazar karar verdi. Adam ve Kadın'ın çocuklukla­ rını oynayacak­ lar... Böyle sahneler dışarda film olarak çekilecek. Bütün bu

Evet, 1975'te başladım. "Üç Kurşunluk Opera"ya. Fransa'dan döndüğümde Haldun Taner'e Magic Circus gibi bir çadır tiyatrosu yapmak istediğimi anlattığımda çok gülmüştü ve beni "değişik tiyatrolarda çalış sonra yine konuşuruz" diye başka bir yola soktu. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'ndan Şahin Tek-Sühandan Tek Tiyatrosuna, oradan oraya dolaştım. Haldun Bey ona söylediklerimi zart diye yapamayacağımı anlatmak istiyordu bana. Ben de bu tiyatrolara girince istediklerimi hemen yapamayacağımı anladım. Üstelik düşündüklerimi yapmam için bir ekip gerekiyordu. 25 tane deli lazımdı. 25 tane tiyatro delisi yoktu. Ben de onlardan yetiştirmek gerekli diye düşünerek Nöbetçi Tiyatro'yu filan kurdum ve bugünlere gelindi. Bu arada bazı

pe cy a

bir çalışmaya girdik. Oyunun bütününde Adam ve Kadın arasında 13 seansta oluşan bir aşk hikâyesi de var, yani bir televizyon oyunu kurgusu. Bütün bunları göz önüne alarak "televizyon kameraları olsa, yakın planlar olsa, büyük ekran olsa, seyirci de bunları görse" gibi şeyler düşünürken birden açık devre televizyon sistemi aklıma geldi ve bu fikirden vazgeçemez hale geldim. Oyunun içinde zaman zaman Shakespeare'e göndermeler var. Örneğin "Hırçın Kız"daki Catharina ve Petrucchio kılığına girecek Jaques ve Catherine... O oyundan belki bir sahne oynanacak... Kadının evinde çocuklarıyla konuşmaları var kulise seslenme biçiminde. Biz o sahneleri ve evi de göreceğiz. Bu arada bizim

anlatırdın.

düşünceler, çalışmalar sonucunda olay bir televizyon stüdyosuna dönüşmek gibi bir hale geldi. İşi mali olarak çok yükseltti. Bir sürü aletler ısmarladık, bekliyoruz gümrükten geçmelerini. Bunların kurulmaları da epey zaman alacağı için "Üç Kurşunluk Opera"yı biraz öne çektik. 4 Mart gibi bir prömiyer tarihi ilan ettik. Hızla çalışıyoruz. " Ü ç Kurşunluk O p e r a " senin ü z e r i n d e çok eskiden b e r i çalıştığın bir projeydi. H a t t a z a m a n z a m a n yazdığın b ö l ü m l e r i bize

dosyalar hep ilk yapmak istediğim şeyler olarak "ben bunları ileride yaparım" diye kaldı. En soluk dosyalar bunlar. Mesela "Köhne Bizans Operası", "Güle Güle Godot"... çok sonra yapılabilmiş şeylerdir. "Üç Kurşunluk Opera" da bunlardan biri. Bunun gecikmesinin nedeni de yine böyle bir takım istemesi. 22 kişilik bir oyun. Aslında daha da kalabalık, ama ben 22 kişiye indirdim. T ü r k i y e ' d e şu g ü n l e r d e yaşananları çağrıştırıyor m u " Ü ç Kurşunluk O p e r a " ? Brecht'in "Üç Kuruşluk Opera"sından bir esinti.


bunları tartışıyor... Böyle bir gangster. Kendine has değerlendirmeleri var. Sonunda da üç kurşunla işi bitiyor. Aldattığı bir sürü karılardan biri olan Dilenciler Kralı Gaddar Tayyar'ın kızı İffet Namus boşaltıyor kurşunları üstüne. İffet N a m u s bir g ö n d e r m e mi? Hayır. Bu "İffet" çok önce düşünülmüştü. Dosya'daki adı 1975'de de İffet'ti, soyadı da Namus, "İffet'in İffeti" diye şarkısı bile

pe cy

a

vardı. Peki ya başka b i r t a k ı m g ö n d e r m e l e r , ilişkiler? Direkt atıflar hiç yok. Ama şu var mesela; Bin Bela Mahmud cep telefonuyla birdenbire kerhaneden Ahmet Özal'ın televizyonunu arayarak "Sayın Mertcan" diye haberlere giriyor ve bir yorumda bulunuyor. "Yurtdışından arıyorum" diyor. Olay benzerlikleri var da karakterler farklı. Bin Bela, Çakıcı gibi bir tip değil. Veya, Gaddar Tayyar, Dündar Kılıç'a tekabül etmiyor. Üçgen benziyor sadece. Bu oyunda bir de müthiş bir dilenciler takımı var. Oyun başlamadan bir saat önce Beyoğlu'ndan bu pasaja kadar dilenme durumunda olacaklar. Değişik dilenme yöntemleri geliştirecek oyuncu arkadaşlarım. Samimi olarak para toplama durumu yaşanacak. Hatta ilan etmeyi bile düşünüyoruz "tiyatroya gelirken yanınızda bozuk para bulundurun" diye. "İçinden T r a m v a y G e ç e n Ş a r k ı " d a d a herkese k i m l i k k o n t r o l u y a p t ı r m ı ş t ı n . Çarpıcı buluşlarının sonu yok, a m a ben sana son bir soru y ö n e l t m e k i s t i y o r u m : O y u n u n müzikleri?

"Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri"nin provalarından...

Çok benziyor. Bercht'in oyunu da John Gay'in 1728'deki "Dilenciler" operasının aşağı yukarı

aynısı. Kendi dünya görüşünde yeniden yazmış. Benimki de 67 yıl sonra Brecht'inkinin, 267 yıl

sonra John Gay'inkinin bir uygulaması. Brecht'in Sustalı Mack'i burjuva bir gangster, bir hırsız. John Gay'inki ise biraz daha Çakırcalı Mehmet Efe, Hekimoğlu gibi bir kahraman. Zenginlerden alıp fakirlere dağıtan bir tarafı var. Bu, bizim Beyoğlu'nda geçen hikâyemize daha yatkın olduğu için ben de o yöne gittim. Benim, Bin Bela Mahmut Kemalist bir gangster. Atatürk'e laf ettirmiyor. Edeni çekiyor üç kurşun da vuruyor. Şovenist. Üstelik bilgisi de var. 1923 yılında 20 Temmuz'da Atatürk, Ali Fuat Cebesoy'a saat kaçta ne dedi biliyor. Atatürk-komünizm ilişkilerine kafayı takmış. Atatürk komünist miydi değil miydi, 20 Tiyatro Tiyatro

Müziklerini Alpar Maral ağırlıklı olmak üzere birlikte yapıyoruz. Kurt Weill müziklerini kullanmıyoruz. Şarkı sözlerini de yeniden yazdım. Brecht'in anlattıklarına benzer şeyler anlatıyorum. Kimi zaman Brecht'in leit-motiv'lerini kullanıyorum. Sonunda da "Mutlu Bitti Oyunumuz" şarkısını "Mutsuz Bitti Oyunumuz" şeklinde tornistan yapıyoruz. Bizim oyunumuz mutsuz bitiyor...


pe

cy

a

Tiyatro... Tiyatro ... 5 Yaşında

Ülke olarak sorunlarla içiçeyiz. Her alanda, özellikle de kültür ve sanat alanında yaşanan yozlaşma korkutucu boyutlara yaklaşmakta. Kültürsüzlüğün yüceltildiği, sanatın horlandığı günümüzde Tiyatro... Tiyatro... Dergisi 5. yılını kutladı. Özellikle böylesi bir ortamda bir sanat dergisinin beşinci yılını yaşaması önemli. Her şeyden önce tiyatromuz adına önemli. Bu gecemizi tüm tiyatrocularla, tiyatro severlerle kutlamak istedik. Hoş, güzel, anlamlı bir birliktelik yaşayalım dedik. Son iki yıldır dünyanın pek çok kentinden davetler alan İspanyol Yllana Korneri Grubunu da cazip bir renk olarak aramıza çağırdık. Onların geçen yıl Festival izleyicisine sundukları sıcaklığı bu kez de dergimiz okurlarına sunmalarını istedik.. Sanırız hep birlikte gülerken, hep birlikte tiyatro dergileri emekçileri sevgili Agop Ayvaz'ı, Seçkin Selvi'yi ve Günay Akarsu-Nurten Tuç'u alkışlarken sadece dergimizin beşinci yılını değil, tüm tiyatro dergilerinin çalışmalarını kutluyorduk. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi bugüne kadar attığı ve bundan sonra atacağı belki küçük ama sağlam adımlarla tiyatromuzun yanında yoluna devam ediyor. 5. Yıl kutlamalarımıza yapmış oldukları katkılardan dolayı; Sayın Berna Yılmaz'a, Efes Pilsen'e, Başak Sigorta'ya, İspanya Konsolosluğu'na, İberia Havayolları'na, T h e Marmara'ya, Stil Matbaası'na, İstanbul Devlet Tiyatrosu'na, Savaş Çekiç'e ve gecenin sunuculuğunu üstlenen M e l t e m Cumbul'a ve gecemize katılan, çiçek, telgraf ve faksla bizleri kutlayan tüm tiyatro dostlarına teşekkür ederiz. Tiyatro'suz Kalmayın. Tiyatro Tiyatro 21


TİYATRO...

TİYATRO...

5

YAŞINDA

a

Genel Yayın Yönetmenimiz D i k m e n G ü r ü n Uçarer, gecede yapmış olduğu konuşmasında; "Dergi'de genç eleştirmenlere, yeni soluklara yer vermek asal amaçlarımızdan biri" dedi.

pe

cy

Tiyatro... Tiyatro...'nun fikir babalarından biri olan Rutkay Aziz, yapmış olduğu konuşmada yaşanmakta olan kirlenmenin 5 yıl önce daha az olmadığını vurguladıktan sonra, bundan sonraki süreçte, Tiyatro... Tiyatro...'nun çok daha dikkatli ve duyarlı olması gerektiğinin altını özellikle çizip, tüm tiyatrocuları ve tiyatro severleri dergiye katılmaya, katkılarını her zamankinden daha çok iletmeye ve sahip çıkmaya davet etti.

Yazı İşleri Müdürümüz Mustafa D e m i r k a n l ı , yaptığı konuşmada; "5 yıl önce her şey bir şaka gibiydi, bugün ise bir gerçek, bugünlerin yaşanacağı o günlerde söylenseydi, sadece gülerdim" dedikten sonra, Dergi'nin varoluşundaki katkısı hiçbir zaman unutulmayacak olan Y ı l m a z Öğüt'ü sahneye davet ederek, Dergi'nin Özel Teşekkür Plaketini sundu. Yılmaz Öğüt ise; "B/z, küçük bir kıvılcım olduk, Tiyatro... Tiyatro... 'yu emanet ettiğimiz arkadaşlar, onu en iyi şekilde geleceğe doğru götürüyorlar, onlara teşekkür ederim." dedi. TİYATRO... 22 Tiyatro... Tiyatro...

T İ Y A T R O ...

5

YAŞINDA


T İ Y A T R O . . .

T İ Y A T R O . . .

TEŞEKKÜR

P L A K E T L E R İ

pe cy

a

T i y a t r o 70/81'i 11 yıl aralıksız sürdürerek, tiyatro belleğine önemli bir katkıyı gerçekleştiren T i y a t r o 70/81 adına Seçkin Selvi, plaketini Berna Yılmaz'dan aldı.

Aralıksız olarak 48 yıldır yayın yaşamına devam eden ve T ü r k Tiyatrosu'nu Ermenice olarak dünyaya tanıtan Kulis Dergisi'nin sahibi A g o p Ayvaz, plaketini A N A P Milletvekili Yüksel Yalova'dan aldı.

O y u n Dergisi ile uzun yıllar Türk Tiyatrosu'na hizmet vermiş olan ve şu anda aramızda bulunmayan S. Günay A k a r s u adına plaketini eski eşi N u r t e n Tuç, Enis Bakışkan'dan aldı. T İ Y A T R O . . .

T İ Y A T R O . . .

TEŞEKKÜR

P L A K E T L E R İ


ELEŞTİRİ

Yavuz Pekman

Grup Kafka'dan "Kafka'nın Kadınları'

Bir Yalnızlık Öyküsü Yalnızlık.

Belirsizliklerle

sonun karşısında, bir köye ilk

yabancılaşma serüvenini ve bu

kez ayak basan garip bir yolcu

serüven içinde insanlarla

ortasına itelediği

gibi yabancılık çektiğini

kurduğu ya da kuramadığı

kaçınılmazlardan biri, belki de

anlatmaya çalışır.

ilişkiler çıkmazını, belli

en önemlisi. Binlerce, hatta

"Konuşmaktan hiç ama hiç

dönemlerde hayatına giren üç

onbinlerce çakıl taşının

hoşlanmıyorum. Sözlerimin bir

kadının gözünden aktarır.

anlamda yanlış yorumlandığını

Farklı çevrelerden, yaşam

düşünüyorum" sözleriyle

biçimlerinden, kültürlerden

cy

arasında bir yerde nizami

a

dopdolu yaşamımızın bizi tam

yerini almış, dalgalarla oradan

başlayan bir mektubuna "...

gelen bu üç kadı; Felice,

konuştuğum zamanlar sözlerim

Milena ve Dora, ortak noktaları ona duydukları sevgi

pe

oraya sürüklenen bir deniz

minaresinin h ü z n ü n ü hangimiz duymuyoruz zaman zaman.

tüm ciddiyetini ve önemini

Bütün çakıl taşlarının kaderi

yitiriyor. Bu nedenle susmayı

olmasına rağmen, ünlü ozanı

gelişigüzel düştükleri yerde

tercih ediyorum" diye devam

farklı gözlüklerden görürler.

etrafındaki diğer taşlara

ederken anlaşmadan

Aile baskısı ve toplumsal

dayanmak, d o k u n m a k

konuştuğumuz belirsiz

kuşatmanın merkezinde yer

kuşkusuz ama hepsi kendi

dünyamıza ne denli

alan Felice'nin gönlü onunla

sonlarını bekler dururlar, ta ki

yabancılaştığını ifade eder. Bir

evlenip kocasının dizinin

biri gelip onları denizin

başka m e k t u b u n d a ise büyük

dibinden ayrılmamaktır.

derinliklerine fırlatıncaya dek.

ozan yalnızlık öyküsünün

Yazarın kimi öykülerini

Beklenen son, belki de yokluğa

girişini yapar: "Yazı yazmak

Çekçe'ye çeviren gazeteci

varmakta C a m u s ' n ü n dediği

için yalnızlığa ihtiyacım var.

Milena ise belki onun sanatçı

gibi. Böylesine belli belirsiz bir

Ama bir göçmen gibi değil,

kişiliğine 'vurulmuş', ona daha

dünyada yaşamakta olduğumuz

daha çok bir ölü gibi. Bir ölü

'entelektüel' bir 'aşk'la

ve bu dünyada sonsuz bir

nasıl rahatsız edilemezse, beni

bağlanmıştı. G e n ç ve saf D o r a

yalnızlık yaşadığımız

de gece masamın başında

da diğerlerine göre daha koşulsuz ve tertemiz bir sevgi

düşüncesiyle kafasını

kimse rahatsız edemez."

yoranların başında yüzyılın en

Michael Almaz, "Kafka'nın

beslemektedir Kafka'ya.

büyük ozanlarından Kafka

Kadınları" adlı oyununda, ünlü

Almaz'ın oyununun Kafka'nın

gelir. Kafka, kapkaranlık

ozanın yalnızlaşma ve

kadınları üzerine kurulmuş bu


genel görünüşüne karşın, yazarın aşklarını anlatmaktan çok, onun seçtiği tek kişilik dünyanın kapısını çalmak olduğu görülmekte. Nitekim Kafka üç kadınla kurduğu ilişkide de onlarla mümkün olduğu kadar az görüşerek, çoğunlukla mektuplaşarak zaman zaman onlara yabancılaşarak aşklarını da yalnızlığı üzerine kurar. Öyle ki kadınlar kimi zaman kendileri birer yazı masası ya da bir kağıt gibi görmeye başlarlar. O n u n l a yaşadıkları küçücük anlar, ondan gelen küçük notlar ya da mektuplar yepyeni bir aşk yaratmaları Kafka'nın kadınlarının üçü de ona hayranlıkla bağlı

pe cy

olmalarına karşın yazar

a

için yeterli olmaktadır.

kapkaranlık ve belirsiz

dünyasında bir hiç olduğunu, eserlerinde olduğu gibi ilişkilerinde de

yabancılaşmanın ipuçlarını

altını kaba çizgilerle çizerek anlatmaya çalışmaktadır. Bu

açıdan bakıldığında Almaz'ın

oyununu bir kadın ya da erkek

oyunu olarak algılamaktan çok, yapayalnız bir yabancının

yaşam oyunu olarak görmek yerinde olur. E d i r n e doğumlu ingiliz yazar Ersin Umulu, "Kafka'nın Kadınları"nda, Kafka'yı oynuyor.

Michael Almaz'ın, ülkesinde küçücük bir Cafe-Theatre'da sahnelediği "Kafka'nın Kadınları" yazarın ölümünün yetmişinci yılının ertesinde, yani bir yıllık bir gecikmeyle Şehir Tiyatrosu sanatçılarından beş gönüllünün bir araya gelmesiyle Aksanat'ta sahnelendi. Yaşları ve

alıştıkları sanat anlayışları ne olursa olsun, maaşlarını alıp sekiz-on bir vardiyasında sanat yapmak yerine böylesine u m u t dolu bir projeye tüm gençlikleri, heyecanlarını, kısacası gönüllerini koymuş beş sanatçı. Ve Kafka'nın yaşadığı "hiçliği, boşluğu,

yaşadığı dünyaya ait olmamayı" kavrarcasına, sanatçının sanata, sanatın sanatçıya yabancılaştığı bir dünyaya kafa tutarcasına G r u p Kafka koymuşlar isimlerini. G r u p Kafka'nın yönetmeni Hülya Karakaş, Almaz'ın metnine yaklaşımında sanatsal kaprisleri bir kenara Tiyatro Tiyatro 25


bırakarak oldukça sade bir

vurmaya çalışmak için hiç de

beyaz kostümüne karşın

anlatım yakalamayı amaçlamış.

hafife alınmayacak bir çabayı

kadınların siyah giysileriyle

Metnin bir bölümüne

gösteriyor.

aralarında bir karşıtlık kurmuş

G r u p Kafka'nın Şehir

izlenimi veriyor. Ancak yazarın

Tiyatroları tandanslı dört

dünyasının beyaz bir dünya

yetinmeyerek ozanın dünyasını

oyuncusunun böylesine yeni ve

olduğunu düşünmek oldukça

daha iyi anlatabilmek adına

farklı bir çalışmada ve

zor. Buna rağmen Karakaş'ın

Kafka'yı bir karakter olarak

Kafka'nın dünyasının içine

iddiasız anlatımını destekleyen

sahne üstüne getirmiş. Ancak

girmekte oldukça zorlandıkları

sade kostüm tasarımı,

Almaz'ın oyununda yer

gözleniyor. Örneğin; Hale

Tcherina'nın ileride yüreği ve

almayan Kafka'nın, yalnızca

Akınlı Milena'nın Kafka ile

çizgisiyle başarılı çalışmalar

Felice'nin bulunduğu ilk

kurduğu platonik mektup

yapacağı müjdesini veriyor.

bölümde görünüp daha sonra

aşkını yeterince çözememiş.

G r u p Kafka'nın ince elenip sık

kaybolması, yazarın dünyasının

Böylece Akınlı'nın Milena'sı

dokunmuş çalışmasında ışık

Karakaş'ın yorumuna

dramatik tiyatro geleneğine

düzeninin gözardı edildiğini

yayılamamasını birlikte

yaklaşan düz bir karakter

üzülerek gözlemlemekteyiz.

getiriyor. Halbuki

olarak alımlanıyor. Akınlı belki

Oyuncuların bulunduğu

yazdıklarıyla, yaşadıklarıyla ve

kendisi Kafka'ya

iç- dünyasıyla adeta mezar

yakınlaşamadığı için sahneyle

yerlerin aydınlatılmasına

ötesinden izleyiciye seslenen

kurduğu ilişki çoğunlukla

Kafka, oyunun diğer

sahnenin dışında kalıyor. Bu

bölümlerine de yayılsaydı,

açıdan bakıldığında Kafka ile

anlatım daha zenginleşebilirdi.

kurduğu ilişki bakımından

Karakaş'ın bu ilk yönetmenlik

yazarın dünyasına en çok

deneyiminde, belki Kafka'ya

yaklaşan, oyunun Dora'sı Esin

verdiği önemden, belki

Umulu. Gerek yazarın yalnız ve

yabancı dünyasına yaklaşımı

gerekse onunla kurduğu

pe

zorlandığı ilişkiden, bir

cy

oyuncular ile kurmakta

a

Kafka'nın bazı mektuplarını eklemiş, bununla da

otoriterlik gözleniyor. Oyunun

duygusal ve insani ilişkinin

duygusu açısından koyduğu

aktarımında Umulu, abartısız

tavrı, oyuncuların sözleri ve

ve içten bir anlatım tutturmuş.

hareketleri için de koyunca,

Ancak U m u l u ' n u n yönetmen

kimi sahnelerin yer yer

Karakaş ile kurduğu ilişki için

mizansen kokmasını

aynı şeyi söylemek zor

engelleyememiş. Bunun yanı

görünüyor. Zira Umulu oyunun

sıra kolaylıkla bir kadın

duygusunu içine sindirmekle

oyununa dönüşebilecek

beraber üzerindeki mizansen

"Kafka'nın Kadınları"nı

giysisinin darlığından şikayet

yazarın dünyasına sırtını

eder gibi.

çevirmeden, oyunun insani

Bu umut dolu çalışmaya

yanını ön plana alan bir

yüreğini, heyecanını ortak eden

yaklaşımı var Karakaş'ın. Bu

gönüllerden biri de genç

yaklaşımı da tek boyutlu

modacı Tcherina. Asıl işini bir

düşünmeye alışmış sanat

yana bırakarak tiyatro yapmaya

izleyicimizle inatlaşarak onlara

niyetlenen ve oyunun kostüm

yepyeni kapılar açmaya, bir

tasarımını gerçekleştiren

anlamda bir taşla iki kuş

Tcherina ilk bakışta Kafka'nın

26 Tiyatro Tiyatro

yönelik ışık düzeninde, oyunun genel duygusunu destekleyen bir ışık rejisinin olmadığı gözleniyor. Halbuki eldeki teknik imkânlardan mümkün olduğu kadar yararlanmasını bilen bir ışık rejisiyle oyunun dünyası genişletilebilirdi. Salah Birsel, Kafka ile ilgili yazdığı bir denemesine "Işık... biraz daha ışık..." başlığını atmış, G o e t h e ' n i n ölmeden önceki son sözlerini hatırlatarak. Kapkaranlık, yapayalnız ve belirsiz dünyamızda hangimizin "biraz daha ışık"a ihtiyacımız yok ki. Böylesi bir dünyanın içinde var olmaya çalışan, fersiz ışığını canlandırmaya çabalayan tiyatromuzun böylesi bir umuda ve heyecana gereksinimi var kuşkusuz. G r u p Kafka da sonu belirsiz dünyamızda yepyeni bir ışık. Biraz olsun önümüzü görmemizi sağlayan. O zaman "Işık... biraz daha ışık..."


a

cy

pe


SÖYLEŞİ

Emre Koyuncuoğlu

Diyarbakır D e v l e t Tiyatrosu M ü d ü r ü Hakan Çimenser'le Diyarbakır'da tiyatrocu o l m a k ve t i y a t r o y a p m a k ü r e r i n e konuştuk.

Orada Bir Şehir Var Uzakta sokakta ellerinde silahla rahat rahat dolaşan insanlar var. Bu orası için gayet doğal. Şimdi bana da doğal geliyor, sanırım alıştık. Diyarbakır izleyicisi ile karşılaşmamız da o zamanlarda oldu. Hangi oyunları oynuyordunuz o zamanlar? "Kurban" ve "Yunus Emre" oyunlarıydı ilk oyunlarım. Seyirci "Yunus Emre"yi çok sevmişti. Zaten o dönem tiyatroya Diyarbakırlılar yeni yeni gelmeye başlıyorlardı. Aşırı tepkiler vererek seyrediyorlardı. Örneğin? Sen sahnede kötüyü oynuyorsun diyelim, sana kızıyorlar, yuhalıyorlar. Veya sahnede birine iyilik yapıyorsun diyelim, seni tiyatro dışında gördüklerinde bile alkışlıyorlar. Yunus Emre'yi oynayanın elini öpenler oluyordu, "Sen Yunus Emre'yi oynadın" diye. Şimdi, Devlet Tiyatrosu'nun Diyarbakır'da 7 yıllık bir geçmişi var. Bu süreçte insanlar birçok şey öğrendi. Böyle tepkiler artık yok mu? Artık yok, çok nadir. İnsanlar artık tiyatroyu biliyorlar. Benim bir özelliğim var, gördüğüm, konuştuğum insanlara, taksiciye, bakkala hep soruyorum "tiyatroya gidiyor musun?" diye. Gitmediklerini söyleyenleri o akşam mutlaka tiyatroya götürmüşümdür. Hatta taksiyi Kültür Sarayı'nın önüne park edip, taksiciyle tiyatroya gittiğimiz çok oldu. Gelip beğenmeyen olmuyor mu? Bu bana göre bir şey değil diyen? ilk önceleri biz de tecrübesizdik. Hiç tiyatro izlememiş bir adamı alıp, ağır bir drama getirdiğimizde nezaket icabı beğenmediğini söyleyemese de senin söylediğine benzer bir tepki veriyorlardı. Ama şimdi insanları daha çok komedi oyunları ile başlatıyoruz tiyatroya. Daha önceki repertuarlarımıza bakarsanız eğer hem halkın

pe

cy

a

Ne zamandır Diyarbakır'dasın? Ben 5 yıldır oradayım. 4 yıl, yani 4 sezon tiyatro sanatçılığı yaptım. Bu yıl da sanatçılıkla birlikte müdürlük yapıyorum. O r a y a gitmen nasıl oldu? 1990'da biliyorsunuz Körfez Savaşı vardı. O dönem Türkiye'de de birtakım zorluklar yaşandı; Devlet Tiyatroları sınavı açılmadı, kadrolar donduruldu. Bir ara, olağanüstü bölge olduğu için Diyarbakır'da 10 kişilik bir kadro açıldı. Ben Ankara Devlet Konservatuarı mezunuyum. Bunu duyduğumuzda Ankara'daydık. Açılan sınava 30-35 kişi girdi, 5 kız 5 erkek kazandık. Kalktık Diyarbakır'a gittik. Amacımız tiyatro yapmaktı. Diyarbakır'a gidişimiz çok maceralı oldu. Televizyondan, gazetelerden duyup okuduklarımızla insanın kafasında bir imaj oluşuyor. Tabii Diyarbakır'a ilk gittiğimizde bunu pek fark etmememize rağmen, daha sonra oranın gerçeklerini görmeye başladık. Yavaş yavaş insanlarla iletişim kurmaya başladık; esnafıyla, bakkalıyla, tiyatroda çalışan hizmetlisiyle. Gittiğinizde zorluklarla karşılaştığını söyledin. N e t ü r zorluklar? Tiyatro kurulalı 2 yıl olmuştu. Tiyatronun alt yapısına dair birtakım şeyler eksikti. Ağırlık sistemi yoktu; tiyatro üçüncü katta olduğu için dekorları yukarı çıkarmak çeşitli sorunlar yaratıyordu. Tiyatronun içinde bulunduğu Kültür Sarayı'nın giriş kapısının standartları belli, kapıyı yıkamıyorsunuz, yani dekorları taşımak bütünüyle bir problemdi örneğin. Bunun yanı sıra kulislerin düzenli olmayışı da apayrı bir sorundu. Aynamız bile yoktu. Diğer bir sorun da oradaki yaşam şartlarıydı. Yani, 28 Tiyatro Tiyatro


seyredebileceği oyunlar hem de onları bir yere itebilecek oyunların seçildiğini görürsünüz. Tiyatro alışkanlığı yaratmak amacıyla "Yunus Emre" tam 140 oyun oynadı, çok sevildi. "Sarıpınar 1914" oynadı, yine çok beğenildi. Diğerlerine göre daha ağır bir eser olan "Fareler ve İnsanlar" da oynadı. O örneğin 30 oyun oynadı. Şimdi "Korku"nun 40. oyununu oynuyoruz ve halen seyircisi var. Salon kaç kişilik?

378 kişilik.

pe

cy a

Diyarbakır'ın "kaymak" kitlesi mi geliyor izlemeye? Yoksa her kitleden izleyiciniz var mı? Her kitleden izleyicimiz var. Baktığımız zaman, başörtülüsü, polisi, askeri, memur takımı da var Diyarbakır Devlet tiyatrosu oyuncuları, kapıda silahların patladığı bir ortamda izleyiciler arasında. Bunun nedeni "Korku"yu sahnelerken, acaba korkuyu içlerinde nasıl yok. ediyorlar? sanırım oyunlarımızın geniş bir yelpazede oluşu. Bir tarafta Shakespeare'den bir tiyatronun büyüsünü yakalayabiliyorsanız -bundan komedi oynanırken diğer tarafta "Zengin Mutfağı" ya kastım estetik ve sanatsal kaygıların sahne üstünde da diğer bir tarafta da bir bulvar komedisi oynanıyor. yerini bulması - bunu gerçekleştirebiliyorsanız, Zaten Devlet Tiyatrosu'nun misyonlarından biri de; başarılısınız demektir. İzleyici, ne oynarsanız oynayın, hem yerli hem de yabancı tiyatro yazarlarını ülkeye sizi seyretmeye gelecektir, Hakkari'de de olsan fark tanıtmak. Çok hassas bir bölgede tiyatro yapıyoruz. etmez. Örneğin biz Diyarbakır'da "12. Gece"yi Biz kimse için tiyatro yapmıyoruz, tiyatroyu tiyatro oynuyoruz, "Macbeth"i de geçen yıl oynamıştık. için yapıyoruz. Gerçekten sevdiğimiz tiyatroyu Diyarbakır'da birçok özel radyo halen soruyor: yaptığımızda, o insanları oyun izlemeye getireceğimize "Macbeth" bir daha oynanacak mı? inanıyoruz. Tiyatroya gelen 378 kişinin hepsi de ayrı Herhalde çok sorulmuştur a m a , neden şeyler düşünüyorlardır. Birisi evden kızgın gelmiştir, Shakespeare? birisi havagazını açık mı unuttum telaşını yaşıyordur. Biz bu insanlara oyun başladığı andan itibaren aynı şeyi Shakespeare insanlara çok yakın geliyor. İnsanları düşündürtmeyi başarabiliyorsak o zaman tiyatro temel noktalardan yakalayabilen bir yazar. yapıyoruz demektir. Shakespeare'i Güneydoğu'da % 100 bir doluluk oranıyla seyrediyor insanlar. Hem biz oyuncular Akşam oyunları kaçta başlıyor? olarak Shakespeare oynamanın zevkini alıyoruz hem Saat 20.00'de. de metni kullanarak insanlara anlatmak istediklerimizi Peki problem olmuyor mu? Sanıyorum, anlatıyoruz. insanlar geceleri pek dışarı çıkmak istemiyor. Diyarbakır'da kaç tane sinema var? Bu, kentteki gerginliğe bağlı oluyor. Olayların çoğu 2 tane var.Olanlarda da kaliteli filmler oynamıyor. Biri kentte olmuyor. Ben çoğunlukla o gün olan olayları açık söylemek gerekirse seks filmleri getiren bir televizyondan izliyorum. Şehirde nadiren oluyor. sinema, diğeri de çok eski filmleri getiriyor. Geçen yıl terör günlük yaşamı daha çok etkiliyordu. O Diyarbakır'da başka sanatsal etkinlik var mı? zaman halk tiyatroya gelmeye çekiniyordu. Bizim de Bizden başka bir tiyatro grubu daha var. Orhan Asena hatamız vardı, 3 saatlik oyunlar oynuyorduk. 20.00'de Belediye Şehir Tiyatrosu. Şimdi Sur Belediyesi'ne başlayan bir oyun 23.00'de biterse, insanlara zor bağlandılar. Refah Partili bir belediye başkanları var. geliyordu elbet. Şimdi 1 . 5 - 2 saatlik oyunlarımız var. Bu Her zamanki gibi, Refah Partililer sanata biraz tepkiyle yıl kentte yaşam da rahatladı. baktıkları için, biraz bizim sıkıştırmalarımız, biraz da Tiyatroyu tiyatro için yapıyoruz demiştiniz. Bu Valiliğin baskısıyla, çocuklar bu yıl "Bekçi Murtaza"yı konu her zaman bir t a r t ı ş m a platformu oynamayı başardılar. Amatör, Diyarbakırlı bir grup. oluşturmuştur; hem sanatsal düzeyi korumak Biz onların desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. h e m de izleyicinin talebine cevap vermek. Bu Belediye Tiyatrosu kaç yıldır var? dengeyi nasıl sağladınız? 5 yıldır var. Devlet Tiyatrosu'ndan iki yıl sonra Türkiye'nin neresinde tiyatro yaparsanız yapın, eğer kuruldu. Bizim başlattığımız bir şey gibi gözüküyor T iy a t r o . . . T iy a t r o . . . 2 9


yok orada. Orada sadece tiyatro yapıyorlar. Yani onlara yönetmen saat 11.00'den 20.00'ye kadar prova yapacağım dediği zaman, herkes 11.00'de gelip, 20.00'ye kadar prova yapıyor. 27-28 Mart'ta "12. Gece" ile İstanbul'a geleceğiz. O zaman göreceksiniz, bu grup sahnede takla atıyor, parende atıyor, neredeyse düz duvara tırmanıyor, şarkı söylüyor, dans ediyor, bir de oyun oynuyorlar. Hep konuşuruz, Avrupa'da oyuncular sahnede her şeye hakim olabiliyorlar diye, şu anda bizde de öyle olduğunu düşünüyorum. Biz günlerce oyunda kullanmak için klarnet ve saksafon aradık ama bulamadık. Şimdi o bölümde oyuncular müziksiz şarkı söylüyorlar.

cy a

Zorluklar insanları yaratıcılığa itiyor galiba! Yoksunluklar insanı tiyatronun kendisine yüklenmeye itiyor. Son zamanlarda insanlar, Anadolu tiyatroları İstanbul'a, yaşadıkları büyük şehirlere gelsin istiyorlar. Yani bu görmezlikten gelinemez. Eskiden İstanbul'a, Ankara'ya 2,3 günlüğüne giderdik. Şimdi 1 haftalığına gidiyoruz. Gerçekten çok büyük bir talep var. "12. Gece"yi Ankara'da oynadık; tıklım tıklımdı. ODTÜ'den bir grup tekrar oynamamızı istedi. Diyarbakır'da gençler size, biz de oynamak istiyoruz diye geliyorlar mı? Elbette orada da tiyatro meraklıları var. Ama, Diyarbakır İstanbul gibi bir yer değil. Burada yaratılabilecek imkânları orada yaratmak ne yazık ki mümkün değil. Yani, orada "Yapalım" deyince bir tiyatro kursu açamayız. Böyle bir şey için valilikten izin almamız lâzım, emniyetten izin almamız lâzım, topluca nerede, nasıl ve ne yaptığımızı anlatmamız lâzım. Sonra, "gel bizimle tiyatro yap" diyeceğimiz insanı seçmek de ayrı bir sorun. Örneğin, 27 Mart'ta bir sokak şenliği yapmayı düşünüyoruz. Tiyatroyu sokağa taşıyalım diyoruz, ama bunun için emniyet kuruluşlarına haber vermemiz lâzım. Çünkü onların da güvenlik tedbirleri almaları gerekiyor.

pe

Diyarbakır'da Shakespeare: "On ikinci Gece" ancak, daha çok Orhan Asena, Ziya Demirel hocalarımızın Diyarbakır'da yaptığı çalışmaların sonuçlarıdır. Başlangıçta büyük zorluklar çektiler, diksiyon problemi örneğin. Diyarbakırlı oldukları için şive problemi yaşadılar. Ancak hepsi pırlanta gibi çocuklar. Halen şive problemleri var mı? Var. Diyarbakır'ın nüfusu ne kadar? Bilinmiyor. 400 bin diye geçiyor ama 1 milyon var. Çünkü, diğer illerden çok fazla göç var. Diyarbakır'da olmaktan memnun musun? Yaptığın iş seni tatmin ediyor mu? Yaptığımız iş yani tiyatro beni tatmin ediyor. Çünkü yaptığımızı gerçekten iyi yapıyoruz. "Çok iyi yapıyoruz" iddiasında da bulunabilirim. Geçen yıl bir ödül aldık. Bu ödül, gerçekten hak ettiğimiz bir ödüldü. Bu yıl da almamız gerekir diye düşünüyorum. Burada 24 saatini tiyatroya ayıran bir topluluk var. Ekip kaç kişi? 25 kişi, üç oyunla sezona başladı. Bu oyunlara, 24 saati 3'e bölerek çalıştılar. Elbette ki bu grubun eksikleri var. Fakat Işıl Kasapoğlu gibi yönetmenler de oraya geldikçe, biz onlarla çalışabildiğimiz süre hep daha iyiye gideceğizdir. Işıl Kasapoğlu Diyarbakır'da, burada çalışacağı herhangi bir topluluktan alacağı verimden çok daha fazlasını alıyor. 2 yıldır üst üste o yüzden geliyor. Çünkü insanların dublaj gibi yan işleri, ek işleri 30 Tiyatro Tiyatro

Diyarbakır'da kurumsallaşmış tek sanatsal faaliyet yapan bir yerin başındasın. Bunun sorumluluğu oldukça büyük? Ne düşünüyorsun? Gerçekten önemli. 16 ilin nüfusunu kapsayan bir bölgeden bahsediyoruz. Çok sorumluluk isteyen bir iş. Yaptığım işi çok seviyorum. Ancak çok hassas hesaplamak gerekiyor. Yapacağımız bir yanlış birçok dengeyi etkileyebilir. Ama böyle bir güçle atıldık, bakalım ne olacak? Anadolu'dan bir tiyatro akımının başladığına inanıyor musun? Sanat bir duyarlılık işidir ve Anadolu insanı duyarlılığını yitirmemiş halen. O insanlar çok dolu, söylemek istedikleri çok şey var. Belki bunun biçimini bulmaları yetebilir...


pe cy a


SÖYLEŞİ

Ayşe Nalan Özübek

Tiyatro Stüdyosu'nda ilk yerli prodüksiyon: Çöplük

Haço, İsrafil ve Aymelek'in Öyküsü

cy a

"Eller ruhun ağaçlarıdır derdi de anam, aklım almazdı... Nasıl kök salıp dallandığını an­ layamaz insan, bir de bakarsın ki neredeyse güneşe değecek... O sıcaklığı yavaş yavaş canında duyarsın... Ruhunu şeytana teslim eden ilk canlı yılandır. O yüzden yılanların ne eli, ne de ayağı vardır." Turgay Nar

pe

Sayın Işıl Kasapoğlu, "Çöplük"ün reji öyküsünü sizden dinleyebilir miyiz? Her tiyatro metni yönetmene ulaşıncaya değin birçok aşamadan geçiyor. Ya defalarca sahneye konmuş, oynandığı yerlerde ve çağlarda çok sevilmiş ya da tam tersine batmış, hiç iş yapmamış, bir süre için tiyatro ortamından çekilmiş, bir kenara bırakılmış. Yılların, diğer oyuncuların, diğer yönetmenlerin izlerini taşıyor. Böyle bir tiyatro metniyle ilk defa sahneye çıkacak bir tiyatro metni arasındaki fark çok büyük. Eski "mise en scene'lere dönüp bakmak olanaksız. Oyun üstünde daha önce çalışanların görüşlerini almak da olanaksız. Turgay Nar'ın "Çöplük" oyunu da bunlardan biri. Bekareti henüz bozulmamış bir tekst. Bunun diğer anlamı da tiyatroca'da "dünya prömiyeri." Oyun sizin öneriniz miydi? Hayır, "Çöplük" oyununu ilk keşfeden Ahmet Levendoğlu. Tiyatro Stüdyosu'nda bu oyunu sahnelememi isterken yeni bir Türk yazarıyla

tanışmanın kendisine verdiği taddan söz ediyordu. İçinde bulunduğumuz şu tiyatro sezonu içinde Bursa Devlet Tiyatrosu'nda "Tepegöz" adlı oyunu Yılmaz Onay tarafından sahnelenen Turgay Nar'ın oyunu beni de ilk okuyuşta çok etkiledi. Bazı tekstlerle karşılaşmalar böyle olur. İlk okuyuşta her şey belirlenir. Sevdiyseniz bir daha okumaya bile vakit tanımazsınız kendinize, kabul edersiniz, yapmak, sahnelemek istersiniz. "Çöplük" ile de böyle oldu. Paris'teydim, hemen telefonda cevap vermem gerekiyordu; hemen, telefonda cevap verdim: Evet, "Çöplük"ü Tiyatro Stüdyosu için sahneleyecektim. Teksti bu kadar sevmenizin nedeni ne olabilir? Doğrusunu isterseniz, benim de oyuncu arkadaşlarımla ilk karşılaştığımda sorduğum "bu teksti niye sevdiniz" sorusu aynı zamanda kendimeydi. Tekst hepimizi büyülemişti. Fantastik öğeler, imajlar yüklüydü. Yapılacak çok şey vardı. Provanın ilk günü sahneye çıktık. Elimizde tekst bütün oyunu baştan sona

"Ahmet Levendoğlu - Genel Sanat Yönetmeni Tiyatro Stüdyosu epey zamandır bir Türk oyunu gerçekleştirmek dileğindeydi. Turgay Nar'ın Çöplük oyu­ nunun sahnelenmesiyle de yalnızca bu isteği gerçekleştirmekle kalmayıp aynı zamanda bir oyun yazarı ola­ rak çok işler yapacağına inandığını Turgay Nar'ı da Türk Tiyatrosu'na armağan etmiş olacak. Devlet deste­ ğinden pay alarak gerçekleştirdiğimiz bir oyun Çöplük ama bu desteğin yeterli olması olanaklı değil elbette. En büyük paydan da alıyor olsanız, ayrıntıcı anlayışla çalışan bir tiyatronun bir projeyi gerçekleştirebilmesi için verilen miktarlar hiçbir zaman yeterli değil, ama bunu biliyoruz zaten, yine de büyük bir açığı kapattı. Geri kalan parasal gereklilikleri yerine getirmemizde de Efes Pilsen destek sağladı. 32 Tiyatro Tiyatro


Duygu Sağıroğlu - S a h n e T a s a r ı m ı Beraber çalışmaktan son derece mutluluk duyduğum bir ekiple çalışıyorum, hem Tiyatro Stüdyosu olarak hem oyuncular, yönetmen ve teknik ekip olarak, bu beni çok mutlu ediyor bir, bir de Turgay Nar'ın oyunu gerçekten çok ilginç, şaşırtacak insanları diye düşünüyorum.

birtakım "şey"lere bağlayamıyor sahne üstünde zorlanıp duruyorduk. Uzun uzun yazarın kendisiyle de konuştuktan sonra da çok büyük ilerlemeler kaydettiğimizi düşünmüyorum. Ama aradan bu kadar zaman geçtikten sonra (dört hafta) hem yazara hem kendimize sorduğumuz sorularda, yüklenmelerde haksızlık ettiğimizi düşünüyorum. Bazen sadece ekste güvenmek yet|iyor. Madem başta bu teksti hepimiz sevdik ve bizi kendisine bağladı, bizim de görevimiz bu aşamada teksti seyirciye ulaştırmaktı. Aynen bize ulaştığı gibi anlaması ve bağlanması gene seyirciye aitti. Son dönem provalarımızı biraz böyle yönlendirdik. Sahne üstü çalışmalarıyla tekstin

pe

cy a

oynadık. Ve birdenbire tekstin sahneye çıktığı zaman ne kadar değiştiği, değişebileceği gerçeği çıktı karşımıza. Okuduklarımızla, oynadıklarımız arasında çok büyük fark vardı. Okurken anladığımızı zannettiğimiz birçok şey de sahne üstünde oynarken bize anlaşılmaz gelmeye başladı. Tiyatronun büyüsü de başlıyor olmalı. Yirmi yıldır bu mesleğin içinde yüzlerce tecrübe yaşamış olsam da hâlâ her gün beni şaşırtan, kafamı karmakarışık yapan olaylarla karşılaşıyorum tiyatroda. İlk haftayı zorluklarla aştık. Nar'ın tekstindeki birçok şeyi kavrayamıyorduk. Mantığımızı ne kadar zorlarsak zorlayalım birtakım "şey"leri diğer

T u r g a y N a r - O y u n yazarı

Hatıra Fotoğrafı, Yüz Yapraklı Ateş adlı şiir kitapları da yayımlanan oyun yazarı-şair Turgay Nar'ın daha önce sahnelenen oyunları Terzi Makası (Diyarbakır Devlet Tiyatrosu) ile Tepegöz (Bursa Devlet Tiyatrosu). Çöplük, Nar'ın üçüncü sahnelenen oyunu olacak. Yazarın ayrıca Kemal Fahir, Kafka, Orhan Kemal ve Ahmet Hamdı Tanpınar'dan oyunlaştırdığı eserler var. Kendisinden şiirle oyun yazarlığı üzerine kısa bir karşılaştırma yapmasını istedik: Ben çok değişik boyutlarda çalışıyorum. Psikolojik ağırlıklı oyunlar, oluyor, tarihsel oyunlar oluyor. Özellikle ritüelin uzanabildiği her şeyi işleme yolundayım, şiirimde de öyle. İkisinin de çıkış noktaları aynı. Antik dönemde de şiirle tiyatro pek ayrı şevler değillerdi, bana göre şimdi de öyle.

içindeki şiiri keşfettik, mantıksal birtakım sorular ya da sorunlardan kendimizi kurtararak sadece "oynamaya" başladık. Metin'le böyle bir yakınlık kurduktan sonra o da bize içini daha fazla açtı. Şimdi mutlu bir şekilde birlikte çalışıp duruyoruz. Sonuçta sanat ille de birtakım soruları sormaktan geçmiyor her zaman. Bazen bazı tekstler yazılıyorlar ve nedenleri çok belli değil, bazen bazı resimler yapılıyorlar ve nedenleri çok belli değil, bazı bazı "mise en scene" ler gerçekleştiriliyorlar ve nedenleri çok belli değil. Bu belli olmama olgusu da çok soyut bir konu. Karşılığı belki de sanatçının her zaman yaptığını açıklayamaması. Ya da sadece yaptığı işin içinde açıklamanın varlığı. Turgay Nar haklıydı. Tekst haklıydı. Biri yazmış diğeri yazılmış ve vardılar. Bu aşamada sahneleme çalışmaları sırasında ustalar gerekiyor. Usta oyuncular, dekoratörler, ışıkçılar... Herkes kendi mesleğinin en iyisi olma durumunda.

Tiyatro Tiyatro 33


ELEŞTİRİ

E

Sibel Arslan

Sahne-i Atiye, Roxy Bar'da

, Doğal Olarak Sinirimiz Bozuldu beliriyor sahnede. Yazarın anlatımı ve Necmi'nin apolitik polisiye yaşantıları yoluyla 1970-1995 yılları Türkiyesi'nin siyasi panaroması çiziliyor, bu panaroma içinde 12 Mart, necefli maşrapayla tanışmamız, Kıbrıs barış Harekatı, 12 Eylül... bir de kahramanımız Necmi için hayati değer taşıyan Fenerbahçe'nin başarı ve başarısızlıkları yer alıyor. Sorbonne Üniversitesi felsefe b ö l ü m ü n d e n atılan Necmi ülkesine döner ve polis olur. Necmi'nin mesleğinde karşılaştığı ilk olay bir cinayettir. Bir manav öldürülmüş ve iki çuval patates çalınmıştır. Bir yıl sonra bir noel Baba öldürülür, çuvalından haşlanmış patates çıkar. 1974 yılında Enosis adlı örgütün lideri öldürülür, ağzına çiğ patates tıkılmıştır. Daha sonra öldürülen bir kişinin yanında kıymalı patates bulunur, kıymaları yiyen kediler yüzünden polis zor anlar yaşar, polisleri tırmalayan Atiye adlı kedi hapse atılır ve Kızıl Atiye olarak ünlenir. Patates cinayetlerini bir türlü çözemeyen ve bu cinayetler arasında hiçbir mantıksal ilişki kuramayan Komiser Necmi, köpeği de bir patates cinayetine kurban gidirce cinayetlere dur demenin zamanı geldiğini anlar ve araştırmalarını derinleştirir. Oyun boyunca Necmi ile birlikte bu polisiye olayı çözmeye ve failleri bulmaya çalışan izleyicinin, sonunda Necmi'nin yakaladığı faillerle tatmin olup olmadığını bilemiyoruz ama "hangi düşünceyle gelirse gelsin şiddetin ve cinayetin anlamsızlığının" anlatılmak

pe cy a

"Patates: Bilimsel adı ' solanum Tuberosum'. Yiyecek, ve hayvan yemi olarak kullanılan ve nişastaca zengin yumuruları için yetiştirilen bitki. Anayurdu; Amerika. Avrupa'ya 16. yüzyılda getirilmiş. 18. yüzyılın sonlarına doğru yaygınlaşmıştır. Yurdumuzda yüz yıldan uzun bir süredir yetiştirilmektedir." Büyük Larousse İstanbul'da sanatseverler son birkaç yıldan bu yana tiyatro sahnesi dışında diskotek, bar, sarnıç, manastır ve gece kulübü gibi farklı mekânlarda oyun izlemeye başladı. Bu tür mekânlar alışılmış sahne-seyirci ilişkisine -mekânın olanakları kullanıldığı ölçüde- farklılık getiren, değişik bir atmosfer yaratan, tiyatrocuların yaratıcılıklarını daha özgürce kullanmalarını sağlayarak, izleyicilere farklı haclar tattıran işlevler taşıyor. G e n ç bir tiyatro grubu "E, Doğal Olarak Sinirimiz Bozuldu" adlı oyunla, yeni bir mekânda, Sıraselviler'deki Roxy barda izleyicisiyle buluşuyor. İçinde yaşadığımız bu d ö n e m d e sinirlerimizin bozulması için bir solukta o kadar çok neden sıralayabiliriz ki, acaba bu nedenlerden hangisine sinirleri bozulmuş olabilir diye soluğu Roxy barda alarak, oyunun başlamasını bekliyoruz. Birden ortalık kararıyor ve tam karşımızdaki masalardan birine oturmuş ve kendini sorgularcasına güçlü ışığı yüzüne tutmuş garip kılıklı bir yazar bize yazma serüvenini anlatmaya başlıyor. Yazarın yarattığı roman kahramanı Necmi

34 Tiyatro Tiyatro

istendiği bu oyunun sonunu açık bırakmak ya da bu çözümle yalnızca Necmi'nin vicdanını rahatlattığının altını çizmek çok daha etkileyici olabilirdi. Alican Yaraş, H a k a n O n u r ve Ertan Birgül'ün birlikte oluşturdukları esprili ve gerilimli polisiye metin, Alican Yaraş ve Ertan Birgül'ün sahnelemesinde yer yer t e m p o n u n düşmesine neden olan uzun sahnelerin dışında, projeksiyon ve efektlerle desteklenerek, ufak tefek aksesuar, izleyicinin ö n ü n d e yapılan rol ve sahne değişimleriyle, gene oyunu yöneten ikilinin çizdiği karikatürize tiplemelerle izleyicinin ülkemizde yaşanan birtakım garip olayları gülerek izlemesini ve cinayetlerin nedenini araştırma sürecine katılmasam sağlamayı başarıyor. Diğer rollerin Ayşe dodanlı, Ferhat Özatar ve H a k a n O n u r tarafından canlandırıldığı oyun şubat ayından beri oynanıyor. Oyunda bir buçuk saat gibi kısa bir sürede ülkemizin son çeyrek yüzyıllık tarihi anabaşlıklar altında ironik bir dille verilirken, farklı düşünceler nedeniyle ortaya çıkan ve insanların yaşamlarına mal olan şiddetin anlamsızlığı bilgiçlik taslayarak değil, iddiasız ve alçakgönüllü bir tavırla ortaya konuyor. Anlamlı anlamsızlıklara gülmek ve bir ' cinayetler zincirinin çözüm sürecine katılmak isterseniz adres; Roxy bar.


pe cy a


pe cy a


a

cy

pe


a

cy

pe


cy a

pe


a

cy

pe


a

pe cy


a

cy

pe


a

pe cy


pe cy a


pe cy a


pe cy a


cy a

pe


D O S Y A

cy

a

Tiyatromuzda Yeni Oluşumlar ve Akla Gelen Sorular

pe

Günümüzde dünya tiyatrosu neredeyse bir duraklama ve kendini yeniden sorgulama dönemindeyken, çok ilginçtir ki bizde özellikle İ s t a n b u l da bir hareketlilik gözlemleniyor. TAT, Bilsak, Kumpanya, Studio Oyuncuları yıllar öncesinden başlayarak bir arayış çabasına giren ilk toplulukları oluştururken, kısa bir süre önce onlara yenileri eklendi. Bu yıl ise adeta bir patlama yaşanıyor. Bir yandan ülke sorunlarına koşut olarak tiyatronun sorunları da büyürken, öte yandan akla gelebilecek tüm olanaksızlıklara karşın yeni perdeler açılmakta; apartman katlarında, barlarda, gece kulüplerinde, pavyonlarda, distoteklerde... Biz de Tiyatro... Tiyatro... dergisi olarak; söz konusu topluluklar arasında bir nitelik ayrımına gitmeden, çalışmalarındaki temel hareket noktalarını, repertuarlarını hangi kaygılarla oluşturduklarını ve nasıl bir izleyici kitlesi hedeflediklerini öğrenmek istedik.

İ.B. Şehir Tiyatroları Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarı Tiyatro Araştırma Laboratuvarı (TAL), İstanbul Beledi­ yesi Şehir Tiyatroları'na bağlı bir sanat birimi olarak 1988 yılında kuruldu. Seksen yıllık bir geçmişi olan Şe­ hir Tiyatroları'nın, yirminci yüzyılın yoğun tiyatro araş­ tırmaları ve akımları içindeki yerini saptamak gerekir­ se, hiç de küçümsenmeyecek bir tarihsel gözlemleme bilinciyle karşılaşırız. Şehir Tiyatroları sanat yaşamının her döneminde, gelişen ve başkalaşan her tiyatro akı­ mını yakından izlemiş ve o doğrultuda başarılı örnekler vermiştir. Bütün bu bilgi ve deneyimler birikimi, Şehir Tiyatrola­ rı'na itici bir güç kazandırmıştır. Bu itici gücün toplayıp

getirmiş olduğu kendine özgü biçim ve içerik anlayışı, Beklan Algan'ın 1972 yılında kurduğu (Tepebaşı Dene­ me Sahnesi) ile belli bir senteze dönüşmüştür. Bu ku­ ruluşu zaman içinde tiyatro sanatına önemli katkıları olan bir "Okul" olarak düşünebiliriz. Tiyatro Araştırma Laboratuvarı (TAL) ise, yukarda kı­ saca değindiğimiz, Şehir Tiyatroları'nın aşamalı gelişim ve birikimlerinin bir uzantısı olarak sanat dünyasına ka­ tılmıştır. Görünen şu ki, Şehir Tiyatroları'nın sanatsal gerçeği araştırmaya yönelik, bütün bu dönüştürücü durakları, değişik düşüncelerin çatıştığı bir arenada karşı karşıya gelmiş, tiyatro sanatının çağdaş ve özgün boyutlarını yakalamaya çalışmıştır... Bu yaklaşımların ışığında TAL'ın çalışma yönergesinde belirtilen amacını şöyle özetleyebiliriz: "Tiyatroyu var


a

eden (Yazar, yönetmen, oyuncu, besteci, sahne tasa­ rımcısı, kostümcü, ışık uzmanı ve seyirci) gibi tiyatro sanatını bütünleyen değişik öğeler arasındaki, yaratıcı ilişki ve dengeyi, düşün, bilim ve diğer sanat dallarında­ ki çağdaş gelişmelerin ışığında araştırmak denemektir." Günümüz insanının günlük yaşamı, bütün bir gün bo­ yunca görsel olarak dünyayı kavrayıcı bir hıza ve onun getirmiş olduğu yeni bir algılama bilincine dönüşmüş­ tür. Bu nedenle günümüz insanı, içinden kolay çıkamaycağı düşünsel, bilimsel ve sanatsal bir karmaşanın içindedir. İnsan varlığının bir yansısı olan tiyatro sanatı da, çözümü güç böylesine bir karmaşanın içinden, ça­ ğın gelişimine uygun düşen yeni bir uyum ve denge du­ rumunu yaratıcı kılmaktır... TAL, tiyatro sanatı aracılığıyla kurulacağına inandığı böylesine bir uyum ve dengeyi Aktör'ün yaratıcı kişili­ ğinde görmektedir. Dolayısıyla hareket noktası aktördür. Aktörlük sanatı çağdaşlıkla özdeştir... O halde çağdaş­ lık nedir? TAL'a göre çağdaşlık ya da çağdaş olmak, "Şimdi, bura­ da" ki evrensel "oluş"a, onun bütünlüğünü kurmak amacıyla katılma bilincidir." Bu tanımlamanın bizce en önemli boyutu, şimdiye dek kazanılmış olan bütün düşünce disiplinlerini kapsaması, onların bir sentezinden doğmasıdır. Bu düşünsel oluşum, TAL'ın kuruluşundan önce, 198486 yıllarında (Bilsak TiyatroAtölyesi)nde yaptığım çalış­ malara bir hoca olarak katılan Prof. Dr. Süleyman Velioğlu (Ontopsikiyatrisi)ne dayanmaktadır. Bu durum kapsamında, yukarda ele aldığımız "Çağdaş­ lık" tanımı, karşımıza "Dinamik Düşünme" olgusunu çı­ karmaktadır. Buna göre Dinamik Düşünme; "İnsanı ve evreni etkileşimler içinde değerlendirir ve bütün etki­ leşimlerin bir bütüne hizmet ettiğini var sayar. Öğelerinin ritmetik toplamını aşan, öğeleri arasında hiyaerarşi olmayan ve öğelerinden biri olmazsa kurulması mümkün olmayan bütünlük kavramı, dinamik düşünme biçiminin temel kavramlarından biridir..." Bu düşüncenin ışığında Aktör'den yola çıktığımızda va­ racağımız nokta, kültürlerarası bir tiyatro dili oluştur­ maktır...

pe cy

TAL'ın 1992 yılındaki "Iraya" provalarında Ayla Alga ve Erol Keskin

Bilindiği gibi çağımız bir kitle iletişim çağıdır. Çağın is­ terlerine uygun düşen değişik düşünce disiplinleriyle kurulacak ilişkilerin, kendi kültür birikimlerimizle kar­ şılaşması ortaya yepyeni kültür alanları çıkaracaktır. Böylece aslına dönüp yeniden evrenselleşen insan, kül­ türler üstü bir yapılanmanın oluşmasına yol açacaktır. Bu yol, çağımızda giderek iflas eden, özgün bir deyimlemeyle "Konstrüktif Tiyatro"nun karşısına, yine özgün bir deyimlemeyle (Dinamik Tiyatro)nun çıkmasına ne­ den olmuştur. Böylece Konstrüktif Tiyatro'nun çerçevesel bağlamında gitgide durağanlaşan Aktör'ün yerini, Dinamik tiyatro'nun imgesel sınırsızlığında yaratıcı olan Aktör almıştır...

İnsanın gerçek kimliğine kavuşabilmesi için bir çözüm alanı oluşturma tiyatro sanatının da kendi evrensel kimliğini sürekli yenilemesi, yerleşik düşünme biçimle­ rinden sıyrılıp, Dinamik düşünme biçiminin geniş ola­ nakları içinde yeniden yapılanması ve özgün yaratıcı iş­ levini yerine getirmesi gerekmektedir... İnsan varlığı kendini ancak Sözlü dil ve Görsel dil aracılğıyla açıklayabilir. Bunlardan biri yetki sınırlarını aşıp diğerinin yetki alanlarına tecavüz ederse, orada sanat­ sal bir bunalım, daha doğru bir deyimle estetik bir bu­ nalım var demektir. Bu olgu bize, tiyatro sanatını, birbirlerine karşıt, ama aynı zamanda birbirlerini içeren iki boyut üzerinde dü­ şünmeye zorlamıştır. Bunlardan biri, 2500 yıldan bu yana süregelen ve varlık felsefesinin getirmiş olduğu düşünce disiplinleri doğrul­ tusunda gelişen, yirminci yüzyılın dönüştürücü ve karizmatik dinamiğinde anlam üretme kısırlığına düşen (Konstrüktif Tiyatro)dur. Genel bir yaklaşımla söylersek, (Konstrüktif Tiyatro) yani psikolojik tiyatronun ereği, öncelikle öğretmek, eğitmek ve mesaj vermektir. Bu çok değişmeyen özel­ liğini, insanın kültürel boyutlarından, yalnızca toplumsal boyutunu ön plana alarak geliştirir ve bunu her sefe­ rinde başka bir mekân ve başka bir boyutunda yineler­ ken, insanın evrensel ve bireysel boyutlarını çoğunlukla işlevsiz bırakarak silik ve renksiz bir hale getirir. Bu ne­ denle (Konstrüktif Tiyatro) salt toplumsal bir kimlik taşır. Burada Aktör'ün işlevi yazılı metni seyirciye ak-


etme biçimlerimiz kaçınılmaz olarak değişti. Türkiye'de yaşıyoruz ve hayatımız takip edilmesi çok zor bir hızla değişiyor. Biz değişiyoruz. Yenilik, güncel olanı yakala­ mak, onunla uyum içinde olmak mıdır? Yoksa hızla de­ vinen güncelin çarkları arasında sanatın ve hayatın bir­ birlerine bağlandıkları an'a, yaşamsal noktalarının (ki çoğu kez onları güncelin karmaşası içinde yitirmişizdir) yeniden ve yeniden keşfedilmesi, biçimlendirilmesi, bi­ zim, sanat üreticilerinin kendimizle, sanatımızın kendi­ ne has öğeleriyle, hayatımızla hesaplaşmayı hiç ama hiç terk etmemek midir? Bu hesaplaşma gerçektir. Sahicidir. Ve öyle olduğu için de seyircisi, alıcısı karşısında inandırıcıdır. Ancak hepi­ miz kabul ediyoruz ki, tiyatro bugün genel çizgileri ile inandırıcılığını yitirmiş bir sanattır. Demodedir. Çünkü devinen hayat ile bağları hem özü hem de biçimi açısın­ dan zayıflamıştır. Topluluğumuz tiyatronun gereksinim duyduğu bu inandırıcılığı sağlamak amacıyla, çalışan herkesin tiyatronun bütününe "düşünselliği" ile katıla­ bileceği bir yapılanma ve çalışma sistemi ile yola çıktı.

pe cy

a

tarmaktır. Oysa (Dinamik Tiyatro)nun kapsamı içinde, aktör bir aktarıcı değil, bir yaratıcıdır. O, nesneleri kopya etme, o nesneler üstünde yoğunlaştırdığı aksiyon katmanla­ rından, o nesnelere özgü anlamlar ve bu anlamlara dö­ nük çağrışımlar üretir... Bu da (Dinamik Tiyatro)nun yoğunlaşma, anlamlandırma ve çağrışımlar dizgesi için­ de, Aktörün seyircisiyle buluşması ve onunla bütünleş­ mesi demektir. Bütün bu nedenlerle, doğasında var olan özellikleriyle (Dinamik Tiyatro), insan varlığının kültürel boyutlarını meydana getiren, Evrensellik, Bireysellik ve Toplumsal­ lık toplam değerleriyle, aktörün yaratıcılığı açısından, salt insansal bir kimlik taşır. (Dinamik Tiyatro) kapsamında (Ontik Aktör)ün çalış­ ma yöntemlerine de kısaca değinmekte yarar var: 1. Aktörler yalnız çalışırlar, verilen (tema)ya yaklaşım­ larını bulurlar, sonra bunları birleştirirler... 2. Emprovizasyonları (doğaçlama) a) serbest, b) du­ rum içinde, c) fiksasyon içinde yaparlar. Burada tek koşul, psişik değil, fiziksel aksiyondur. 3. Emprovizasyonlardan gelen ve fenomenlardan olu­ şan durum kanallara ayrılır. Örneğin, mekân, kişi, ey­ lem, obje (nesne), duyu, ses, söz vb. 4. Durum fenomenleri önce ayrıştırılarak, tek tek çalı­ şırlar, sonra birleşirler ve fikse edilirler. Durum sonra­ ki her aşamada (Kondanse) edilir. Değişen durum ye­ niden (Fikse) edilir. 5. Baştan beri devam eden çalışmalarda, yönetmen (yönlendiren) kendi yaklaşımını oluşturur. Bütünlüğü oluşturan fenomenler arası montajı yapar. Yönetme­ nin oyuncularla çalışma biçimi (uzlaşma) değil (çatış­ madır... 6. Fikse edilmiş durumun montajı bitince (An)lar sap­ tanır. 7. Boş alanlar belirlenir. Bütün bu çalışmalar (Ontik Performans) içinde ve Dinamik düşünme bağlamında gerçekleştirilir. TAL'ın deneysel ve araştırmacı çalışmalarının temel hareket noktası, yukarıda kısaca tanımladığımız du­ rumların içinde değerlendirilebilir. Not: TAL'ın temel hareket noktası doğrultusunda üç yıldan bu yana yapmakta olduğu (Yaz Kampı) çalışma­ ları, bu yıl da, yabancı konukların katılımıyla kültürlerarası içerikle tekrarlanacaktır. TAL açısından Yaz Kampının temel amacı, yöre halkıy­ la yerel, sosyo-kültürel veriler oluşturmaktır. Bu veri­ lerin alış verişi sonucunda, onları tiyatro sanatının geli­ şimine sunmaktır.

Bilsak T i y a t r o Atölyesi Bilsak Tiyatro Atölyesi iki yıllık eğitim süreci dışında yaklaşık 8 yıldır tiyatro çalışmaları yapan bir topluluk. Bu sekiz yıllık tiyatral arayışta kendimizi, hayatı ifade

Kendimizi ortaya konan işe ne kadar kattığımız, ne ka­ dar katabildiğimiz ile orantılı olarak işimiz seyirci ile bütünleşebilir. Peki biz kimleriz? Oyuncu olarak, dra­ maturg, sahne tasarımcısı, yönetmen olarak kimleriz? Tiyatroyu, bizi zorlayan, dürten, hayat ve sanat üzerine soruları çoğaltan bir alışveriş alanı olarak görmek. Çı­ kış noktası burada odaklanan kişiler olmak. Bir oyunun hazırlık aşamasında bizim için önemli iki şey var:

1- Kendi aramızdaki ilişkilerin niteliği. 2- Metinden sahneye geçiş sürecinde bu ilişkilerin hem bir anlamda dışarıda kalabilmesi, hem de bir anlamda oyuna çok sızması. Biz sahne üstünde "gerçekliği" savu­ nuyoruz. Ama bu gerçeklik, gündelik hayattaki "reellik" değil. Farklı boyutta bir sahicilik. Toplumsal yaşamımızı alışılagelmiş, kurallı bir sahte davranışlar ve ilişkisiz iliş­ kiler bütünü yarattığına inanıyoruz. Sahne üstüne gelir­ ken yapmaya çalıştığımız, sanıldığı gibi bir şeyi oynama­ ya çalışmak değil, artık oynamamayı başararak bir karakter ardında kendimizi ve gerçek ilişkiyi aramak. Bunu sağlamak için önce sözleri yok ederek metin içinde saptadığımız çatışmaları ortaya çıkarabilmek için,


sahneleri sözsüz, gövdelerimiz ile anlamaya çalışıyoruz. Sözlerin ardına sığınmıyoruz. İfade olanaklarını genişle­ tip, gerçek ilişkiyi en iyi ortaya çıkaran çalışmayı seçip alıyoruz. Tiyatral olayın temelinde dönüşüm vardır. Sahne tarafsızdır. Aktörler ve seyircilerin kurduğu ilişkiye bağlı olarak, "orada" ve "o an" dönüşüme uğrar. Bu dönüşü­ mün lâyıkıyla gerçekleşmesi için, biz aktörlerin o "an" ve en az seyirciler kadar ve belki de daha fazla "sahici" olmamız gerekir. Bunun için de tiyatro ile ilgili tüm ön­ yargılardan ve "yük"lerden sıyrılıp "bomboş bir alan"dan yola çıkma cesaretini göstermek gerekiyor.

Kumpanya Sahnesi

pe

cy

a

Tiyatro Devran'ın 1987 yılındaki kuruluşundan bu yana süren 8 yıllık bir serüven var ortada. Ortalama ömrü­ müzün on üçte biri. Bu son sekiz yılın kendi içinde bir bütünlüğü, kesintisiz bir gelişme çizgisi var. Şimdilik beş oyundan oluşan bir çizgi: "Daktilolar", "Faustofeles", "Fayton Soruşturması", "Canlanan Mekân". "Kim O?" ilk ikisi Tiyatro Devran olarak, son üçü Kumpanya olarak. Kendi kısa tarihimize baktığımızda, bizce önemli deği­ şimler, önemli gelişmeler görüyoruz. Modern Dünya Tiyatrosu'nun önemli metinlerini ken­ di özgün yorumuyla sahneleyen bir topluluk olarak yo­ la çıktık. Şimdi bulunduğumuz noktada ise kendi mese­ lelerini kendi yarattığı metinlerle sahneye getiren bir tavır var. Tiyatronun tüm öğelerinin birbiriyle organik bir bü­ tünlük içinde olduğu gösteri biçimlerine ulaşmaya ça­ lıştık. Bu konuda her ürünümüzde bir öncekine göre önemli gelişmeler hissettik. "Daktilolar", tiyatronun olanaklarının çoğunu kullan­ mamış bir üründü. Yine de Murray Schisgal'in metnin­ deki dramatik güce ihanet etmediğimize inanıyoruz. Psikolojik aksiyonla fiziksel aksiyon arasındaki ilişkileri önemli ölçüde o çalışmada sorguladık. Fiziksel alt me­ tin yazmak, farklı aksiyonları inişli çıkışlı ve sürekli bir tansiyon grafiği yaratacak şekilde örmek, alışageldiği­ miz aksiyonları ilk bakışta bambaşka görünen ama te­ melde aynı yaşamsal ya da ilişkisel özellikleri taşıyan başka aksiyonlara tercüme ederek daha çözümleyici bir bakışa zorlamak ve benzeri bazı teknikleri ilk kez o çalışmada ciddi bir şekilde araştırdık ki bu teknikler ar­ tık Kumpanya'nın içgüdüsel olarak kullandığı teknikler­ dir. "Faustofeles", metnini kendi içimizden birinin, Kerem Kurdoğlu'nun yazdığı ilk oyundu. Sahnede tiyatronun birçok öğesini ayrı ayrı var edebildik. Görsel bir zen­ ginliği, güçlü bir müziği, dinamik bir hareket kurgusu­ nu, ağırlıklı bir dil kullanımını, felsefi boyutu olan tartış­ maları, oyunculukta hem retoriğe dayalı psikolojik ifadeleri, hem de beden dilinin kullanımına dayalı fizik­

sel ifadeleri birlikte kullandık. Sonradan baktığımızda gördük ki, hem bütünsel bir sahne diline yaklaşmak yo­ lunda en büyük ilerlemeyi kaydettiğimiz, hem de en bü­ yük yanlışları yaptığımız bir çalışma olmuş. Özellikle farklı öğeler arasındaki organik bütünlüğü kuramamış olduğumuzu düşündük. Tek tek öğelere bakıldığında ortaya çıkan tablo çoğu açıdan güçlü ve etkileyiciydi. Ancak öğelerin birlikte oluşturdukları anlam güçsüz ol­ du. Yine Kerem Kurdoğlu'nun yazdığı "Fayton Soruşturma­ sında ise özellikle bu bütünlüğü hedeflemiştik. Bir de büyük avantajımız vardı artık: Kumpanya Sahnesi. Aynı salonu beş tiyatronun daha paylaştığını düşünmeksizin dilediğimiz düzenlemeyi yapabileceğimiz, dilediğimiz za­ man çalışabileceğimiz, kontrolü bize bağlı oyun odamız. Gerçekten de "Fayton Soruşturması"nda öyle bir gös­ teri çıktı ki ortaya, öğeleri birbirinden ayırmak çok zordu. Olumlu veya olumsuz, eleştiriler de bunu doğ­ ruluyordu. Artık "şu iyiydi, şu kötüydü" şeklinde göste­ riyi parçalara ayırıp değerlendiren eleştirilerle neredey­ se hiç karşılaşmaz olduk. Daha çok bütünün farklı özelliklerini değerlendiren eleştiriler çıktı karşımıza. Yi­ ne de yaptığımız işin, içimize sinmeyen birçok yanı var­ dı. Her zaman diyaloglar ve sahne direktiflerinden olu­ şan yazılı bir metinden yola çıkmak yerine, ulaşmaya çalıştığımız bütünsel yapıda oyun metninden daha baş­ ka öğelere de üretim sürecinin lokomotifi veya ateşle­ yicisi olmak olanağı verilemez miydi? Belki de bu yolla daha organik bir yapı oluşturulabilirdi.

Tiyatro Tiyatro 39


Sonuçta Naz Erayda'nın "Canlanan Mekân" projesi çık­ tı ortaya. Bu proje, Kumpanya açısından önemli bir sıçrama oldu. İlk kuruluşundan beri "kendine özgü" bir sahne dilinin peşinde olan topluluk, belki de hedefine en çok bu projeyle yaklaştı. Oyun metni dışında bir öğenin, Naz Erayda'nın mekân tasarımının başlangıç noktasını, ya da "ateşleyici öğe"yi oluşturduğu bu gös­ teri, doğası gereği olarak söz dışındaki ifade araçlarını söze destek olan süslemeler olmaktan kurtardı, söz­ den bağımsız olarak anlam üreten ve ileten bir güce ulaştırdı. Yönetmenliğini de Naz Erayda'nın yaptığı ça­ lışma, Kumpanya'nın daha önceki oyunlarında görülen "doğrusal bir öykü anlatımı"na da dayalı değildi. Ger­ çekliğin bir öykünün rasyonel mantığına indirgenerek aktarılması değil, aynı gerçekliğin algımızda oluşturdu­ ğu çok katmanlı ve zamansal açıdan sırasız birikimle­ rin, çağrışımlara açık, çok anlamlı imgeler aracılığıyla teatral ortam içinde yeniden üretilmesi söz konusuy­ du.

Studio Oyuncuları Topluluğu çalışmalarını şu sorunlar ve düşünceler çerçevesinde sürdürmektedir: - Tiyatro, yapay(!)lığını saklamaya çalıştıkça inandırıcılı­ ğını yitiriyor. - Tiyatro, kendisini oluşturan en temel unsurdan, oyuncudan uzaklaştıkça, sinema, televizyon, resim veya edebiyat olmaya; bunlara yaklaşmaya çalıştıkça tiyatro olarak özelliğini kaybediyor, seyircisini kendinden uzaklaştırıyor. - Oysa tiyatro "canlı" (live) bir sanat dalıdır. "Canlı" ol­ ması zorunlu tek sanat dalıdır. Tiyatroyu tiyatro yapan tek şey canlı olmasıdır. - "Canlı olan"dan alınabilecek haz, sadece "canlı olan"dan alınır. Tiyatro bu özelliğine, performatif özel­ liğine önem verirse seyircisini geri kazanabilir. - Oyun alanı yapay bir şekilde oluşturulur. Oyun alanı, üzerinde oyun oynamak üzere, insan eliyle ayrılmış, tercih edilmiş, belirlenmiş bir alandır.

pe

cy a

"Canlanan Mekân" ile gelinen noktanın bizim için bir önemi daha var. Doğu ve Batı kültürlerinin öğelerin­ den ne oranda ve nasıl yararlanmamız gerektiği konu­ sunda bizi hep rahatsız eden bir tartışma vardı kafa­ mızda. Kökü taa çocukluklarımıza dayanan bir tartışma. Çünkü bizler, aslında bizim olmayan kültür­ lerle eğitildik. Bu durum ne kadar rahatsız ediciyse ge­ leneksel kültürümüzden yararlanma çabaları da o ka­ dar samimiyetsiz ve sahte sonuçlar veriyordu. "Canlanan Mekân" çalışması, doğası gereği, tek tek her birimize, kendi kişisel tarihimizle farklı kültürel biri­ kimler arasında içten, dürüst ve kendiliğinden köprü­ ler kurma olanağını sağladı. "Canlanan Mekân" sonrası, Kumpanya için, bu yöndeki gelişmelere gebe görünü­ yordu. Yine Naz Erayda'nın tasarladığı ve yönettiği bir çalışma olan "Kim O?", Kumpanya Sahnesi'nin bulunduğu Tarlabaşı, Eski Çeşme Sokak'ta yaşayan insanlardan ve on­ ların yaşantılarından yola çıkıyor. Penceresinden gör­ düğü sokağın geçmiş ve bugünkü tarihi aracılığıyla ulusal kimlik, zorunlu göç, çaresizlik, paranoya, azınlık olmak ve benzeri temaları gündeme getiriyor. Kum­ panya'nın "Canlanan Mekân" ile açtığı yolun devamı ni­ teliğinde. Gündelik gerçekliğin soyutlanarak teatral gerçekliğe dönüştürülmesi için "Canlanan Mekân"da geliştirilen tekniklerin daha bilinçli, daha ustaca kulla­ nıldığı bir çalışma. Sonuç daha bize özgü, daha temiz ve net bir ürün. Kumpanya için sabit bir tiyatro ve sanat anlayışından söz etmek güç. Yaşadığı beş oyunluk serüven, her açı­ dan bir değişim ve gelişme sürecini yansıtıyor. Değiş­ meyenler ise dürüst olmak, gişe kaygısıyla hiçbir şey yapmamak, tiyatro sanatına katkıda bulunmak, kendi meselelerini kendi özgün tiyatro diliyle işlemek gibi il­ keler. N a z Erayda-Kerem Kurdoğlu

Studio Oyuncuları

40 Tiyatro Tiyatro

- Oyuncu da oyun tasarımı, oyun zamanı ile sınırlı ola­ rak burada bulunmayı kabul ederek bu alanda yer alır. Böyle olunca: - Tiyatro sahnesi bir performans alanı olarak ele alın­ malı. - Oyunculuk sanatı, bağımsız ve başlı başına bir yaratı­ cılık eylemi olarak değerlendirilmeli. - Geleneksel sahnenin yaşama benzemeye, onu anlat­ maya çalışan oyunculuğu yerine, oyun süresi içinde sü-


pe cy a


haddine vardığı ve yaratıcılığın neredeyse yok olma noktasındaki bir toplumda var olma savaşı veriyoruz. Kendimize ait olmayan değerlerin üstümüze yapıştırıldığı, medyanın canavar kesildiği ve sanatın bu kadar ucuza yapıldığı bu ülkede kendimizle karşılaşmamız, ya­ ratıcılığımızı ortaya koymamız, kendimizi aşmamız ge­ rekiyor. Sanatçı olarak görevimiz; toplumu algılayıp onun üstü­ ne çıkmaya çalışmak, diğer insanları kendi yaratımızın büyüsüne sokmak, onlarda nedenini kendilerinin bile bilmediği rahatsızlıklar oluşturmak ya da duygularında minicik kıpırtılara yol açmak ve evrensel olanı ortaya koymak. Tiyatro izleyicisinin bakış açısını değiştirecek, ona yeni ufuklar açabilecek biçimler bulmaya çalışmak, vücudunu, sesini, ritmini daha fazla kullanarak evrensel boyuta ulaşmayı amaçlamak. Biz Tiyatro Grup olarak üçüncü yılımıza girdik. Ama­ tör profesyonellerin sahneye çıktığı elli kişilik mekânı­ mızda insanlardaki bu kıpırtıyı uyandırmaya çalışıyoruz fakat ne yazık ki bu çaba kısıtlı bir çevrenin fark edebil­ diği bir çırpınış halinde, insanları evlerinden çıkartabil­ mek için ille boyalı sayfaların üstünde yer almak gere­ kiyor. Medyanın sanata bu kadar egemen olduğu bir ülkede medyatik olmayana da yaşama şansı verebilmek için, biraz çaba. Bundan sonraki çabalarımızda kendi toplumumuzdan yola çıkmayı düşünüyoruz. Kendi insanımızı ortaya koymak onun sorunlarını evrensel boyutta ele almak,

pe cy

a

reci tasarlayan, yaratan ve yapan oyuncuya ulaşılmaya çalışılmalı. - Sahnede insanı var ederken, öyle oldukları varsayılan karakterler ya da insan suretleri yerine insan düşünce­ sine ulaşmanın yolları aranmalı... ''Hiç kimse, yazar da olsa, bir başka bireyin benliğini, iç dünyasını tam ve doğru olarak algılayamaz". (S. Beckett) - Sahnede ya da oyun alanında "şimdiki zaman" esas alınmalı... Örneğin bir filmle, bir yazıyla, bir resimle anlatılabilme bir öykünün perform edilmesi yerine sade­ ce perfore edildiğinde var olabilecek olma araştırmalı ve yapılmalı. - İşitsel ve görsel olan, düşünsel olanın hizmetine veril­ meli, uygulamada dramatik olay değil, dramatik olan esas alınmalı, sahnede edebiyattan tümüyle arınılmak Sözcüklerin anlamları kadar işitsel sonuçları, olup bi­ ten hareketlerin de görsel sonuçları önemsenerek performatif olan edebi olmasının önüne geçirilmez. - Performans sırasında "burada ve şimdiyi gerçekleşti­ rirken tam da şimdi ve tam da burada olunmalı. - Oyunun kurallarından doğan riskler ve zorluk dere­ celeri gerçek olmalı. - Oyuncu, hem düşünsel hem de pratik anlamda adeta bir ip cambazı olarak değerlendirilmeli. - Oyuncuda tasarlayabilirlik, yapabilirlikten öncelikli olarak geliştirilmeli, oyuncu, vituozite düşkünlüğünden arındırılmalı; ancak tasarlayabildiği her şeyi de yapabilir olmalı. - Sahne, seyirci ilişkisinde, seyircideki sonuç yerine, sahnede oluşa gelen süreç esas alınmalı. - Tasarım ve uygulamada "basitlik" ilkesine bağlı kalın­ ındı. - Bunların sonucunda, hem seyircide hem de oyuncu­ da oluşması istenen hazzın, "burada ve şimdi" ile sınırlı kalmayıp, soyutlamadan, tasarımdan, düşünsel olandan, sanatsal olandan kaynaklanan bir haz olabilmesi sağlan­ malı. Çalışmalar sırasında oluşan bütün bu düşücelere ilişkin arayışlar, sahne üzeriyle sınırlı kalmayıp, oyuncunun bedeninin, sesinin, tasarlayabilme yeteneğine koşut olarak, tasarladıklarını yapabilir hale gelebilmesi için sahne gerisinde, sahneleme öncesinde de yeni çalışma yöntemlerinin araştırılmasını gerekli kılmaktadır. Bu da oyuncunun eğitim aşamasından başlayarak, bir oyunun ele alınmasına, hatta prova yapma yöntemlerine kadar her aşamada geleneksel tutumlardan farklı yolların aranması ihtiyacını doğurmuştur. Şahika T e k a n d

Tiyatro Grup Giderek birbirimize yabancılaştığımız, içimize kapandı­ ğımız, her türlü baskının ve kötülüğün egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Eleştiri mekanizmasının son


varmak istediğimiz nokta. Evrenseli yakalayabilmek ve anlatımda biraz daha beden diline yönelmemiz gerekti­ ğini düşünüyoruz. Derya Alabora-Ülkü Duru- Ö z d e m i r Çiftçioğlu

Tiyatrofil

pe

cy

a

Tiyatroda ulaşmak istediğim an, seyircinin, o iki saat içinde kalp atışlarını, bedenindeki bioenerji akış ritmini değiştirebilmek... iç dünyasını harekete geçirebilmek... sağ beyin yarısını, insanın soyut resimler dünyasını aktifleştirmek... Seyircinin olaylar dizisini seyrederken kendi yaşamında benzeri olayları anımsayıp, yaşadıklarına bir kere daha bilinçli bakabilmesi... yada sahnede gördüklerinden ha­ fızasına yerleştirebilecek yoğunlukta etkilenebilmesi... Daha doğrusu bütün bunların olabilmesini tiyatrocula­ rın sağlayabilmesi... Sağlayabilmem için de benim temel hareket noktam, oyuncu rejisini destekleyecek bir eğitim, oyuncunun sürekli, daha kapsamlı, derin ve zengin çalışmalardan geçmesi. Sahnede gerçek anlamda yaşayan oyuncu, in­ san doğasıyla yeniden ve yeniden tanışmasını sağlayabi­ lecek alıştırmalarla, enstrümanını, bedenini her gün bilemeli. Kanımca oyuncu konservatuarda tiyatronun alfabesini öğrenir ama asıl tiyatro bilinci sahnede, pra­ tikte oyuncunun tiyatroyu bir yaşam biçimi olarak seç­ tiğinde başlar. Oyuncu kendi içine girebildiği kadar, toplumda bir insan da olabilmelidir . Oyuncunun neyi, nasıl, ne zaman ve ne kadar ifade edeceği, dışarıdan içeriye baktıktan ve olayların zaman boyutundaki deği­ şimlerini ve nedenlerini anladıktan sonra tekrar kendi içine ve toplum içine girip bir insan tipi yanı sıra o in­ sanı bilinçaltı öykülerinde canlandırabilmesi... bunlar benim için etkileyici ve heyecanlandırın olgular. Tiyatro, seyirci için bir okul ya da terapi merkezi ol­ mamalı. Tiyatro yaşamı mikroskop altında incelemek, organik yapısını hücrelerden başlayarak yapıcı bir şe­ kilde geliştirmek. İnsan kendi içinde bir bütünlüğe sa­ hip olduğu kadar daha büyük bir organizmanın bütün­ lüğünü sağlayan vazgeçilmez bir parça olduğunu her

zaman hissedebilmeii Tiyatroda yeni arayışlar içinde değilim, çünkü mucit değilim. Çalışmalarım; var olana tekrar tekrar bakmak, olgulara farklı perspektiflerden ışık tutmak, bireysel gerçeklerin insanlararası ilişkilerde iletişim kodlarını nasıl yönlendirdiğini keşfetmek. Hayalimdeki tiyatronun temelinde ekip çalışması yatı­ yor ve uzun bir süreç içinde birçok oyunları aynı ekip­ le çıkarttıktan sonra oyuncu rejisi anlamını taşıyan bir çalışma biçimiyle tanışacağız. Bugün bu hayali gerçek­ leştirebilecek şartları ve ortamı yaratmak için çalışıyo­ rum. Bunun için en önemlisi 180 m2 boş bir salon... Virgina Wolfun deyimiyle; "kendimize ait bir oda." İçi­ mizdeki çocuğun üretkenliğini onun güvenini kazana­

rak destekleyebiliriz. Onun için ilk önce onun korun­ ması gerekiyor. Diğer maddi gereksinimler listesinden hiç söz etmek istemiyorum. Çünkü bence tiyatrocu olabilmenin ilk koşulu 'her şeye rağmen' tiyatro yapmak, gereken ko­ şullar ve ortamda oyuncunun yaratması ve yaptığı işi ekip anlayışı içinde benisemesi. iki yıldır İstanbul'dayım ve edindiğim izlenim; eğer or­ taya konulan her ön düşünceden sonra bir hareket gelebilseydi İstanbul'da tiyatro bu zengin oyuncu potansi­ yeli ile çok farklı ve yoğun boyutlarda olabilirdi. Ö z k a n Schulze

Oyuncular Tiyatro Grubu Her şeyden önce amacınız tecimsel olmayan, deneysel çalışmalar yapmak ve bağımsız kalabilmekse sürünmeyi göze almalısınız. Bu a-pior gerçeği göze alarak macera­ nıza başladıktan bir süre sonra da her şeye olduğu gibi yoksulluğa da alışıp, yokluklar içinde kendinizi yaratıcı olmaya zorluyorsunuz. Önceleri dehşetli gelen bu durum, sonraları eğlence bile olmaya başlıyor. Örneğin; sis makinesi ile bir baş­ langıç düşünürken, koşullarınızı fark edip makineden vazgeçiyor, boş olan bir oyuncuya sigara içirtip duma­ nıyla hoş bir etki yaratmaya çabalıyorsunuz (sigara ko­ kusunu yok sayarak). Tüm bunlar genç bir tiyatro ola­ rak yaşadığımız ülkenin gerçekleriyle paralel elbette.


ise yaratıcı bir atölye çalışmasının sonunda gene bu ho­ caların bizlerde bıraktığı tortulardan da yararlanarak benim ve Gülsüm'ün yön vermesiyle gerçekleşti. Proje bazında, maddi koşullarımız elverdiğince, usta yönetmenlerle çalışmayı yeğleyen tiyatromuz, zaman zaman da kendi içimizden çıkardığımız arkadaşlarımızın önderlik ettiği çalışmaları yeğlemiştir. (Her iki çalışma biçimini de zaman zaman birini diğerine yeğleyerek önümüzdeki yıllarda sürdüreceğiz) Şimdiye değin yaptığımız tüm çalışmalar birbirinden çok farklı gibi görünse de, vücut dilinin retorik kullanı­ mı kadar önemsenmesiyle, deneysel biçim arayışlarına uzanışıyla ve özgünlük çabasıyla bizce ortak bir payda­ da birleşmektedir.

a

Genelde ağırlıklı olarak benimsediğimiz bir tiyatro akı­ mı olmamakla birlikte tüm akımları, eğilimleri inceleye­ rek çalışmalarımıza, bugüne kadar yaratılmış tiyatro üs­ luplarından temalarımızın gerektirdiğini düşündüğümüz ölçülerde yararlanarak (koşullarımızın da dayatmasıyla) mininalize bir yöntemle sürdürdüğümüzü söyleyebili­ riz. Bu minimalize yöntem dekor-kostüm mekân tasa­ rımlarımızdan, kendimizi sunuş biçimimize (promos­ yon), oyunculuk tercihlerimize kadar uzanmakta. Alıp başını giden kapitalizmin dişlileri altında ezilen ya­ şamlarımız, televizyon, alış-veriş merkezlerinin, rek­ lamların cafcaflığı yanında sanatımızın, estetik tercihle­ rimizin daha içsel, sade ve saf olması gerektiğini düşünüyor, geneldeki tercihlerimizi de bu yönde yapı­ yoruz.

pe

cy

Bizimse bu gerçeklik içinde amacımız yaratıcılığımızı kullanarak (apartta bekleyerek) yakalayabildiğimiz her noktada bu paralelliği dikey olarak kesebilmektir. İşte tam yakalabildiğimiz bu noktalar, birdenbire bizi de di­ key kesen sürpriz olumsuzluklar yeniden bizi ülkemi­ zin ve dünyanın paralelliğine taşıyorlar. Ve minumum olan beklentilerinizin bile altına düşebiliyorsunuz. Artık yapılacak tek şey her olumsuzluğa bir peygam­ ber huzuru içinde gülümseyebilmek, yeni dikey nokta­ lar arayışını sürdürmektir. (Yaşasın Yaratıcılık!) Yukarıda belirttiğimiz koşulları 5 Nisan kararlarının sa­ nat üzerinde olumsuz etkisi, seyircinin artık tiyatroyu tercih etmiyor olması, 200.000 TL. tam biletin Türkiye standartlarının çok üzerinde olması, Ramazan... genç tiyatroların tüm bu zorluklan katlarca daha fazla yaşa­ ması gibi çoğaltabiliriz. Ama asıl olan, bu gerçekleri tüm çıplaklığı ile görüp, bunları kabullenip kabullenme­ diğinize karar vermek, eğer kabulleniyorsanız bu ko­ şullar içinde hedeflerinizi belirleyebilmektir. Tiyatromuz için koyduğumuz hedefler şimdiye değin kısa dönemli ve proje bazındaki hedefle olmuştur. As­ lında devamlı oyunculuk eğitimine inanan bizler, bunu, sabit bir mekâna ve kadroya sahip olamamaktan (gene ekonomik nedenlerle) sürekli hale getiremedik. Ve maalesef oyunculuk çalışmalarımız ve biçim denemele­ rimiz, projelerimiz sınırlı kaldı. Açıktır ki, "Bahar İsyancıdır" gibi deneysel bir çalışmayı Müge Gürman (Matmazel Julie) ve Kama Ginkas (Ha­ yat Çok Güzel) ile çalışmadan gerçekleştiremezdik. Her iki yönetmen de bizler için çok iyi hocalar oldular ve önümüzde yeni ufuklar açtılar. "Bahar İsyancıdır"

Grup olarak ise nihai hedefimizin, kendimize ait bir ge­ leneğin oluşması olarak yavaş yavaş belirdiğini söyleye­ bilirim. Ama bu hedefe daha çok yaklaşmak için, grup­ ta devamlı eğitimin sürmesi gerektiği kesin. Grup geleceğimizi oluşturmak için başladığımız, yel değirmenleriyle olan mücadelemizde, kazanan taraf olmayı umut ediyoruz. Selma Köksal

Yeşil Üzümler Dans Tiyatrosu Yeşil Üzümler Dans Tiyatrosu, bundan 4 yıl önce bir­ likte keyifli vakit geçirmek ve bu arada da "kendi dün­ yalarını yaratmak" isteyen birkaç arkadaşın bir araya gelmesiyle kurulmuş oldu. Tarlabaşı'ndaki küçük stüdyoyu mekan edinerek, gün­ düz iş koşuşturmalarının arkasından gece çalışmaları yaparak ortak bir "yaratım süreci" yolculuğuna başlan­ dı. Öncelikle kişisel hayatların renkli karmaşasını yontarak başlayan bu yaratım serüvenin bir gösteriye dönüşmesiyle birlikte ilk gösterimiz gerçekleşti. Bu gösterinin adı olan "Biz Yeşil Üzümler Yenmez Zannetmiştik", çok farklı geçmişleri olan arkadaş grubuna da bu göste­ riden sonra bir isim kazandırdı, "Yeşil Üzümler". Yeşil Üzümler olarak, o tarihten bu yana birbirinden


pe cy a


Bu konuda Yeşil Üzümler'den her biri farklı düşünebi­ lir. Ama ortak bir iş yaparken egoyu bastırmak, kendininkilerden birazcık uzaklaşarak ötekilerle buluşabil­ mek, bazen keyifle olgunlaştıran, bazı vakit de işi çekilmez kılan taraf değil mi? Biz aslında yaşamaktan müthiş keyif alıyoruz ve bu zev­ ki başkalarıyla paylaşmak istiyoruz. Biz, aslında yaşar­ ken çok acı çekiyoruz ve bu acıyı fark edenlerle paylaş­ mak istiyoruz. Sanatın, düşünce ve yaratım gücünün, emeğin ve de sevginin ısrarla geçerliliğine inanıyoruz. Zor oluyor ama galiba zoru seviyoruz. Son olarak şunu belirtmek gerek; "Otoyolda durulmaz, geri dönülmez."

İçimizden Gelen Oyunlar Tiyatrosu (İGOT) İGOT'un kurucusu ve Genel Sanat Yönetmeni olarak, öncelikle şunu söyleyebilirim ki, bu tiyatroyu grup ola­ rak değil, şahsen odağında yer alarak kurmak duru­ munda kaldığım için, bugüne kadar beni etkileyen gö­ rüş ve yönelimlerin, uygulamaların sonucunda şu an da öznel arayışlarımla tiyatroyu yönlendirmekteyim. Ve şunu da eklemek gerekir. Türkiye'deki diğer tiyatrocu­ lardan farklı olarak, belki de dünyadakilerden de farklı olarak aldığım uluslararası ilişkiler ve tiyatro eğitimleri­ nin yanı sıra bir başka mesleğimin yardımıyla, Dünya'nın dört bir yanına ve pek de kolay gidilemeyen kö­ şelerine giderek, aldığım eğitime koşut olarak, sosyokültürel ve estetik gözlemler yapma şansına sa­ hip oldum. Bütün bunların sonucunda, şimdi uzak va­ dede, belki yakın vadede de uluslararası kültürel ilişki­ ler boyutunda tiyatro yapmaya çalışıyorum. Aslında, bir kısım tiyatro insanının hedefi de elbette bu türden çalışmalardır. Ancak benim neredeyse birincil hedefim bu diyebilirim.

pe

cy

a

farklı çalışmalar yapmaya özen göstererek hep bir şey­ ler deniyoruz. "Deneme" tanımı gereği, alışıldık biçim­ lerin dışına çıkmayı, bizim için yeni, bilinmedik, hatta zor olanı araştırmayı getiriyor. Farklı mekân kullanımları, ses ve beden çalışmaları, kurgu üzerine çeşitlemeler ve elimizdeki malzemenin (öncelikli olarak beden dili) değişik türevlerini bulmaya çalışmak bizim deneyselliğimizin içeriğini oluşturdu. Böylece, "Gal-İba","Y.Çetinkaya Anısına", "Kapıcılar İmparatorluğu", "Sokak Gösterileri" ve "Kassandra" gi­ bi gösteriler çıktı. Anlatmak istenilen ne olursa olsun, onun görsel, işitsel ve duygusal karşılıklarını algılarımızın sınırlarını zorla­ yarak yeniden yaratmaya çalışıyoruz. Kısaca yaptığımız işe kendi dünyalarımızın soyutlamaları da denebilir. Çünkü, konu ne olursa olsun, onu anlatırken en yoğun şekilde yararlandığımız şey kişisel hayatlarımız oluyor. En yakınımızda ya da uzağımızda, ancak en derin olan. Tabii 4 yıl sonunda yaratılanların toplamında oluşmuş bir "dil"den bahsetmek mümkün. Yine de bu konuda çok tedbirli ve eleştirel olmak gerekiyor. Sanırım Yeşil Üzümler'de, belki de herkesin anlaştığı tek nokta; sabit bir değere saplanıp kalmamak ve hep kendimiz için yeni olanı araştırmak, denemekten korkmamak ola­ caktır. Zaman zaman yetersizlikleri ve olumsuzlukları içinde barındırsa da bizim "oyun oynamak"tan anladığımız en önemli şey bu: Denemekten ve kendimizden korkma­ mak. Keyifle bir şeyler üretmeye devam edeceğiz çünkü bu sert ve anlamsız dünyada, başka türlü yaşamların, seslerininde olduğunu bilip bunları başkalarına duyurma­ nın ve duymak istemeyenlere de protestomuzu gös­ termenin bizim için yolu bu. Yaptığımızı, "Dans Tiyatrosu" diyerek belirlemeye çalı­ şıyoruz ancak sınıflandırılması zor bir tiyatro yapıyo­ ruz. Kullandığımız malzemelerin kombinasyonları son­ suz ve değişkendir. Düşüncelerimiz ve hayallerimiz sınırları "belirleyen tek şey. Dürüstlük, samimiyet ve "aslında neler olduğunu" fark etmeyi isteme, niteliğe ve amaca dair ipuçlarından.

Meselenin özünde yeni arayışlar bağlamında girişimleri­ mizin İGOT/İlhan Arkan'ın hareket noktası şöyle özet­ lenebilir. Öncelikle, insanlara tiyatro yoluyla bazı ipuçları vere­ rek, onları hazıra konuculuktan, kolaycılıktan kurtara­ rak zihin cimnastiği yapmaya yönlendirmek. Tiyatro­ nun temeli kabul ettiğimiz vücut kullanımında yalnızca sesi değil, dansı ve koreografik vücut anlatımını ön pla­ na çıkartmak, hatta onsuz tiyatro yapmamak. Tiyatro­ da oyuncu kadar müzik, kostüm, çevre düzeni, efekt, aksesuar ve ışığa da gereken önemi vermek ve onları da diğer oyuncular gibi, düşünüp kullanmak. Mekân kullanımında her türlü alternatif mekâna açık olmak. Kukla kullanımını da gerçek oyuncular kadar etkin kıl­ mak, tiyatro da oyuncuyu (oyuncu insanı) seyirciyle (insan oyuncuyla) iç içe sokmak, neredeyse çocuk t i ­ yatrosundaki amaca yakın bir şekilde seyirciyi katılıma teşvik etmek, ama çoğunlukla düşünsel bağlamda... Kla-


sik tiyatroya yakın bir şekilde seyirciyi oyunla heyecan­ landırıp içine almak ama onu aynı zamanda aradaki du­ var gerektiğinde kalkarak, tepki vermeye yönlendir­ mek... Ama en temel olarak bütün yaratıcılık araçlarını kombine olarak kullanıp, düşle gerçeğin birbirine karışmış olduğu, ayırdedilemiyeceği bir evrensel temalar tiyat­ rosu yapmak, bu bazen araçlardan birini kullanmadan da olabilir, örneğin sözü, konuşmayı herhangi bir ko­ nuşma lisanını kullanmadan olabilir ancak genelde ses (müzik ve efekt) mutlaka olacaktır. Hele dans; bizim t i ­ yatro arayışlarımızda mutlaka odak noktasına çok ya­ kın bir yerde olacaktır.

pe

Tiyatro Ti

cy

a

NOT: İşin yaratıcılıkla ilgili olmayan diğer bir yanından da yani işletmecilik arayışlarından da bahsetmek iste­ rim. a) Türkiye gibi sponsorluğun kurumlaşmadığı bir ülke­ de, ısrarcı çabalarla bunu anlatıp uygun kuruluş ve şa­ hıslarla sürekli ilişkide bulunmak, kurumlaştırmaya ça­ lışmak, ancak bunun yaratma özgürlüğünü kısıtlamaması gereğini gözardı etmemek. b) Tiyatronun hedeflerini uluslararası boyutta düşün­ düğümüz için, organizasyonunu da uluslararası gösteri sanatları zinciri içinde düşünerek buna uygun ilişkiler geliştirmek, popülizme düşmeden dengeli bir çizgide yaklaşım ve ciddiyette olmalı. Tanıtım ve seyirci sağla­ ma faaliyeti de tiyatroyu kendi yağıyla kavrulacak düze­ ye yakın tutma amacıyla yoğun olmalı. İlhan Arkan

olamayan aydınların, sanatçıların diri diri yakıldığı, bire­ yin korku ve güvensizlik içinde soluduğu böyle bir or­ tamda tiyatro yapmak istiyoruz. Çünkü, bütün olum­ suzluklara karşı "dur" demenin insanın öz sorumluluğu olduğuna dair inancımız bize böylesine karmaşadan tiyatronun araştırıcı ve sorgulayıcı yapılanması sayesin­ de bir adım daha ileri gidip düzlüğe çıkabileceğimizi göteriyor. 1994-1995 sezonuyla birlikte sahneye merhaba diyen Tiyatro Ti sezonun son perdesine girerken yaşamla il­ gili tezlerin ancak yaşanarak doğruluğunun ortaya çıka­ cağına olan inancıyla yoluna devam etti. kendini nesnel ve diyalektik düşünceden aldığı güçle her boş geçen seansına rağmen yeniden kamçıladı. Bu sürede her merhabada gram gram da olsa çoğaldığını hissetti. Şiir­ sel bir anlatımla kendimizi temeli yüzlerce kökle har­ manlanmış bir geniş ağaca benzetiyoruz. Yeniliğin ve gençliğin dinamik tavrıyla devinen, içinde bulunduğu koşullarla harmanlanabilen bir yol tutmayı düşünüyo­ ruz. Amatör duyguya evet ama amatörce sahne üreti­ mine hayır diyoruz. Çünkü kısa zamanda bir kürsü oluşturmak durumundayız. Bu kürsüde söz sahibi ol­ mak da türkiye kültür yapısı çok iyi incelenerek oluş­ turulmuş deneysel çalışmalarla sağlanabilir. Kültür Ba­ kanlığının "Özel Tiyatrolara Yardım" politikası, "dostlar alışverişte görsün" anlayışından öteye gidemi­ yor. Bu nedenle özel tiyatrolar kendi kaynak arayışları­ na yönelmeliler bizce. Eğer koşullar bir "isim" gerçekli­ ğini dayatıyorsa kaliteyi ve tiyatro anlayışını zedelemeden popülariteyi kullanarak özverisiz varoluş noktalarına ulaşılabilir. Böylelikle özel tiyatrolarda ya­ pılan büyük prodüksiyonlar seyirci desteğiyle kendi maddi kaynağını yaratmış olur. Yabancılaşmanın artık katliam boyutlarına ulaştığı bu çağda genç özel tiyatro­ lar ortak bir platform oluşturmaya gitmeli. Kendimizi ve bu işe soyunan bütün tiyatroları bu güçte ve bu gü­ ce ulaşacak amaçta görüyoruz.

İnsanlararası ilişkilerin ekonomik bazda kurgulanıp, borsa endeksine ve döviz kurlarına göre ayarlandığı, sözünü bulamamış kalabalıkların imaj saldırısına uğrtılıp görsel-kırılgan klip sendromunun yayıldığı, savaşın ev­ lere, şenlik bir ateşi izlermişcesine konuk edildiği, ya­ rattıklarını insanlarla paylaşmaktan başka bir "suçlan"

Güzellikler Evi Oyuncuları Biz bu oyuna başlarken temel çıkış noktalarımızdan biri mevcut İtalyan sahnedeki seyirci ile oyuncu arasında­ ki mesafeyi ortadan kaldırmak ve se­ yirciyi oyuna katabilmekti. Seyircinin oyuncu ile birlikte oyuna katılması gülüp eğlenmesi amaçlanmıştı. Yani cemevi düzeni gibi, koç katımı, bağ bozumu şölenleri gibi, harman sonu şenlikleri gibi. Seyircilerin özgürce ka­ tılmaları, oyunları elbirliğiyle, gönül birliğiyle birlikte oynamalarını sağla-

Tiyatro Tiya


maktı. Bir diğer nokta ise mesleküstü bir kit­ le tiyatrosu yaratmaktı. İçinde tiyatro sevgisi olan, her meslekten, her alan­ dan insanları bir araya getirmek. Bun­ ların içinden çıkacak plan doğal yete­ nekleri tiyatroya kazandırmak. Böylece, tiyatroyu hem oyuncu hem de seyirci anlamında daha geniş kitle­ lere ulaştırmak amaçlandı. Yer sorunun ortadan kaldırmak ve kutu sahnenin dışına çıkabilmek ama­ cıyla içine girdiğimiz arayışlarda karşı­ mıza çıkan Olimpia gece kulübü ile an­ laştık. Çünkü burası bizim kafamızda düşündüğümüz, planladığımız birtakım şeyler için ideal bir mekândı. Sahne kavramını ortadan kaldırıyor ve mekânın her yerini oyun alanı olarak kul­ lanmamıza olanak tanıyordu.

cy

a

tiyatronun içinde bulunduğu sıkıntıları aşabilmek için genel anlamda sanata yöneltilen saldırıları ortadan kal­ dırabilmek için, biz diyoruz ki doktor, avukat, garson, sekreter, ev kadını, seyyar satıcı...vb. her meslekten, her alandan insanlara tiyatromuzun kapısı açıktır. Bu insanlara açık bir çağrımız var: Eğer tiyatro yapmak istiyorsanız, içinizde gizli kalmış bir tiyatro aşkı varsa, gelin birlikte çalışalım, birlikte üretelim, birlikte üleşelim.

lemlerinin grup içi iş bölümü gereği, sahneye koyucu tarafından yazılmasıyla gerçekleşiyordu.) Bu süreç aynı temele kurulan mekân tasarımı ve canlı müziğin oluşu­ mu için de geçerliydi. Özellikle canlı müziğin ilk göste­ rilerdeki atmosfer yaratmaya yönelik katkısı hayli bü­ yük oldu. Olabildiğince şiirin imge gücünün öne çıktığı bu sahne dilinde, işlevsel ve farklı bir ışık tasarımı ile yaratma sürecini tamamlıyorduk. Geçen üç yılda, antik Yunan tragedyalarını, çağdaş bir söylemde sahneye ta­ şımak, en büyük ereğimiz oldu. Bu yaratım sürecinin sonunda, her zaman ucu açık, izleyicinin düş dünyasın­ da dönüşebilen ve yaratıcılığını da katabileceği bir yapı kurmaya çalıştık. Özetlersek; sahnede şiirin olanaklarını kullanarak, soyutlamalarla bir resim yapmaya çalışıyo­ ruz. Yirmi birinci yüzyıla giden insanın bireyselleşmek adına yalnızlaşması ise, çekici bir izlek.

Çisenti Sanat Topluluğu

pe

20. yüzyıl başından bu yana, Özellikle modernizmin eleştirisiyle birlikte, sanatlar arası kaçınılmaz bir yakın­ laşma oldu. Kuşkusuz ki, tiyatro da bu gelişmeye kayıt­ sız kalmadı. Var olan tiyatro dili bir yandan sorgulanır­ ken, bir yandan da yeni gösteri biçimleri denenmeye başlandı. Biz de böylesi bir gelişmeyi, Türkiye gerçe­ ğinde, önce sezgimizle, ardından tiyatroyu ve insanı gözleyerek saptadık. Artık klasik dramatik yapının, ça­ ğımız insanıyla arasındaki yapay ilişkinin aşılması gerek­ liliği ortadaydı. İlkin tiyatronun mutfağı -Gösteren- ile, seyirci -Gören- arasındaki ast-üst ilişkisinin değişmesi düşüncesinden aldık çıkışımızı. Her ne kadar bugüne değin gösterilerimizi İtalyan sahnelerde gerçekleştirdiysek de, bunun nedeni, halen İtalyan sahnelerin yara­ tıcılık açısından bakir olduğuna inancımızdır. Artık di­ daktik ve dayatmacı tiyatronun temelinde güçlü bir düşünce yatmadığını biliyorduk. Bir yandan gösterileri­ mizin felsefi temelini uzun soluklu tartışmalarla ortaya koymaya çalışırken, bir yandan da bu felsefenin, göste­ rinin içinde gizli olduğunun ayrımına varıyorduk. (Bu da sanatta giderek biçemin öne çıkması demekti.) Uzun süreli tematik doğaçlamalar ve ardından gelen metin oluşturma süreci, toplu bir üretimin ilk ürünle­ riydi. (Özellikle metin oluşumu, doğaçlamaların göz­ 48 Tiyatro Tiyatro

Enver Ayseven

Theatrama Geçtiğimiz senelerde çalışmalarını İstanbul Fransız kül­ tür Merkezi bünyesinde sürdürmüş olan Theatrama topluluğu, 1994 senesi içerisinde amatör bir tiyatro derneği haline almıştır. Yönetmenleri Ayşe Başkut'un Fransa'da başlayan çalışmaları Türkiye'de amatör genç oyuncuların katkılarıyla devam etmektedir. Theatrama topluluğunun hareket noktası, dünyada be­ lirli yere gelmiş ve kendi izleyicisini bulmuş "Minimalist" tiyatroyu türkiye'de yapmaktır. Minimalist Tiyatro­ da esas olan, işlevsel dekor ve kostüm kullanmak duyguları bütün abartılardan uzaklaştırıp, özüne inerek, gerçek hayattaki sadeliği ile vermektir. Bu aşamada ti­ yatroda ışık, müzik ve görsel anlatım büyük önem ka­ panır ve bunların sağlayacağı bütün olanaklardan faydalanılır. İzleyiciye bütün olayların, bütün duyguların dikte edilmesi, hantal metinlerle her şeyin sözle anlatıl­ ması yerine; sözlerin gerisinde gizli, izleyiciyi düşünme-


ye ve hissitmeye zorlayan duyguların en doğal biçimiyle oynanması esastır. Bu anlatım biçimi oyunun yorumlan­ masında, yönetme­ ne ve oyunculara daha geniş olanaklar , tanır. Çalışmalarımızda, ti­ yatro ile diğer gör­ sel ve işitsel sanat­ ları da arada kulla­ narak, bunların sağ­ layacağı olanakları da tiyatroya taşıya­ bilmek arzusundayız. (Dans, müzik,

Grup Kafka "Çocuklar bizim burada ne iş yaptığımızı, kim olduğu­ muzu bilmek istiyorlar, bir adımız olmalıymış" dediğim günü anımsadım şimdi. O gün Ersin yoktu aramızda ve kızlar (Alev, Hale, Esin) sanki ağız birliği etmişçesine "Kafka oynuyoruz ya, o halde Grup Kafka olsun" de­ mişlerdi. Sonraki prova günlerinde artık yaka kartları­ mızda adımız yazılı olarak giriyorduk Aksanat'tan içeri. Biz tiyatro yapmaya karar vermiştik ama bir adımız yoktu (ne büyük eksiklik). Artık adı sanı, yeri yurdu, kim olduğu belli insanlardık. Pardon, biz bir gruptuk. Oysa tiyatroda asıl sır grup olmakta değil, ekip olabil­ mektedir. Yüreği aynı anda atan bir ekip olabilmek üs­ telik.

cy

a

fotoğraf, resim ve özellikle sinema dillerini tiyatro dili­ ni besleyen unsurlar olarak kullanmak gibi...) Tiyatro ve sinemanın birleştiği ortak noktada sinema dilinin olnaklarını da kullanarak yapılacak tiyatronun, günümüz sinema izleyicisinin tiyatroyla ilgilenmesini ve tiyatroyu sevmesini sağlayacağını umuyoruz.

veya "bu oyun iş yapmaz" önyargılarını bir tarafa atarak belirliyoruz repertuarımızı, çünkü inanıyoruz ki yeni, doğru ve nitelikli olan her oyun seyirciden karşılığını bulur. Yeter ki o oyun, çağımız insanına seslensin ve günümüzün ritmmı, dinamizmini ve enerjisini taşısın; yani "izlenir" olsun. Biz, hiçbir zaman seyirciyi sıkıntıya boğan sözde "avant-garde" bir topluluk veya toplum­ dan kopuk bir "kaçış tiyatrosu" olmak istemiyoruz. Sa­ natsal kaygılarımızı gözeterek, sanatçı sorumluluğumu­ zu unutmadan, üretken, araştırmacı ve deneyci kimliğimizi kaybetmeden, belirli bir düzeyi daima koru­ yarak, gerektiğinde düşündürmesini, gerektiğinde gül­ dürmesini, kimi oyunlarda ise doyasıya eğlendirmesini bileceğiz. Bize göre, bugün tiyatroların bu dengeyi bul­ maya çalışması gerekiyor. Kubilay Z e r e n e r

Çağdaş Repertuvar Tiyatrosu

pe

Çağdaş Repertuvar Tiyatrosu, seyircisiyle birlikte, yeni ufuklara, çağdaş ve evrensel değerlere ulaşmak için var olan bir topluluk, sanat düşmanlığının körüklendiği ve sanatın işlevinin daha da yoğunlaştığı bugünlerde, tiyat­ ro yapmak çok daha büyük önem taşıyor. Bugüne ka­ dar bilinçli bir şekilde uygulanagelen kültürsüzleştirme politikası, sonucunu almaya başladı. Sanat etkinlikleri, artık insanların yaşamında en son sırada. Tabii bunda ekonomik şartların ve diğer olumsuz koşulların da et­ kisi büyük. Oldukça sönük geçen sezonlar ve seyirciyi heyecanlandıracak oyunların azlığı, tiyatrodan zaten kopmuş durumdaki seyirciyi iyice uzaklaştırıyor. Bir­ çok tiyatronun oldukça ticari prodüksiyonlara yönel­ mesi de ters tepiyor. Kimi genç, deneysel topluluklar ise çok iyi işler yapmakla birlikte, ne yazık ki toplumun çok önünde gidiyorlar ve geniş kitlelerle buluşamıyor­ lar. Oysa şu anki kriz döneminde, öncelikli hedef se­ yirciyle bütünleşmek, onları yeniden tiyatroyla buluş­ turmak, barıştırmak ve tiyatroyu geniş kitlelere yeniden sevdirmek olmalı. Ve bunu ancak nitelikli, zen­ gin ve çağdaş bir repertuar sunarak başarabileceğimize inanıyoruz. Tiyatromuz, derinliği olan, ama bununla birlikte keyifli dakikalar yaşatan, yeni ve yenilikçi oyun­ ları izleme arayışı içindeki seyircinin beklentisini karşı­ lamak için kuruldu. Ve Çağdaş Repertuvar Tiyatrosu olarak, temel hareket noktamızı da öncelikle bu hedef­ ler oluşturuyor. Her şeye rağmen, "seyirci anlamaz"

Bizler Şehir Tiyatroları sanatçılarıydık, ama dışarıda da tiyatro yapmak istiyorduk. Birazcık öteki tiyatro olma­ ya soyunmak anlamına geliyor bu. Fena mı? Nerede olursa olsun sahnemizi kurmak, çalışmak ve kavga et­ mek, bir başka boyut yakalamak istiyoruz. Kısacası t i ­ yatro yapmak istiyorduk. Neden mi? Çünkü söyleye­ cek çok sözümüz var da ondan. Hele söylenecek o çok sözün içinde yalnızlığın ölümsüz şairi F. Kafka var­ sa işimiz daha da zor. Ne gam... Sırtımıza yüzlerce kilo yüklemeyi göze almışız bir kez, taşımaya da kararlıyız. Bence Türk Tiyatrosu'nun bu taşıyıcılara ihtiyacı var. bir harç var ki ortada, bunu birilerinin büyük bir titiz­ likle, emekle, sevgiyle, gözyaşıyla karması gerekiyor. Sanat adına sürekli acı çekmek değil, iş yapma zamanı­ dır şimdi. Artık "çalsın sazlar, oynasın kızlar" anlayışını yok etme zamanıdır. Tiyatro harcını karmak, yaptığımız iş adına yarına umutla bakmak için çıktık ortaya. İyi ki varız, iyi ki varsınız. Bu yazıyı yazmak, Kafka ekibinin elebaşısı olarak bana düştü. Affola... Hülya Karakaş Tiyatro Tiyatro 49


SÖYLEŞİ

Ayşe Nalan Özübek

U l u s l a r a r a s ı A k d e n i z T i y a t r o E n s t i t ü s ü G e n e l D i r e k t ö r ü Jose M o n l e o n İ l e S ö y l e ş i

Akdeniz Kültürlerinin Ortak Sesi ancak kamu yararına bir kurumdur. Temel hedefi,

Türkiye Temsilciliği kuruldu. Prof. Cevat Çapan'ın

ilgilenen tüm ülkelerde merkezler açmak ve tiyatro

a

Uluslararası Akdeniz Tiyatro Enstitüsü (IITM)

aracılığıyla insanların mutluluğunu sağlamak. Yönetmelikte yer alan amaçlar ise şunlar:

cy

başkanlığında kurulan temsilciliğin Genel

Sekreterliği'ni Erol Keskin üstlendi. Beklan Algan,

* Akdeniz sahne sanatları ve kültürlerinin ifade

edilebilmesi ve geliştirilmesi.

Zeynep Oral ve Dikmen Gürün Uçarer'in de üye

* Akdeniz halkları arasındaki dayanışmanın ve

oldukları IITM Türkiye temsilciliğinin sekreterya

tiyatro-kültür alış-verişinin yüreklendirilmesi.

hizmetlerini İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları

* Araştırma, bilgilendirme, basın-yayın, ortak yapım,

yürütecek. Şehir Tiyatroları, ayrıca, IITM Türkiye

eğitim, dayanışma ve enstitünün kültürel amaçlarını

temsilciliğinin ilk üyesi olarak kabul edildi.

destekleyecek eylemlerin gerçekleştirilmesi."

pe

Memet Baydur, Genco Erkal, Murat Karasu, Işıl Kasapoğlu, Ahmet Levendoğlu, Başar Sabuncu,

1990 yılında kurulan ve üye ülkeler arasında deneysel araştırmalar, ortak yapımlar,

Prof. Monleon'a birkaç soru daha yöneltiyoruz:

dokümantasyon merkezleri, eğitim birimleri,

I I T M ' n i n çok farklı kültürlerin ve dinlerin bir

festivaller gibi değişik kültürel alışveriş olanakları

araya geldiği bir enstitü olduğunu biliyoruz.

yaratmayı, var olanları desteklemeyi, iletişim ve

Bu bir sorun çıkarıyor mu?

dayanışmayı güçlendirmeyi hedefleyen Akdeniz

Bu özelliği enstitünün en güçlü yanı. Bunu bir

Tiyatro Enstitüsü, bugün 20 ülkeyi bünyesinde

problem olarak görmüyoruz. Ekonomik ve politik

barındırıyor. Bu ülkeler: Arnavutluk, Cezayir,

birtakım istekler insanları savaşa doğru sürükler

Avusturya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan,

ama kültürel istekler tam tersine insanları

Kıbrıs Rum Kesimi, Mısır, İspanya, Fransa,

yaratıcılığa doğru götürür. Bir kültür kendi içine

Yunanistan, İsrail, İtalya, Lübnan, Fas, Filistin,

kapanırsa sadece kendini tekrarlayan bir şey haline

Portekiz, Romanya, Tunus ve Türkiye.

gelir. Bütün dünya tarihi bir insanın bir insanla

Türkiye Temsilciliği'nin kuruluşu için Şehir

karşılaşması ve onunla savaşmak yerine sarıldığı

Tiyatrolarının konuğu olarak İstanbul'da bulunan

andan itibaren başlar, dünyanın en önemli, tarihi

IITM Genel D i r e k t ö r ü Prof. Jose Monleon,

anları, karşılaşmanın kavga yerine sarılmayla

IITM'nin amaçlarını şöyle açıkladı.

bitişinde başlar.

"IITM, uluslararası bir yönetim konseyi ile çalışan, özel,

IITM Cezayir'deki köktendinci a k ı m a karşı


s o m u t bir tavır aldı mı? Hayır. Hiç kimseye karşı herhangi bir tavır almadık.

Merida Çağrısı

Ama belli ki, biz diyalog için çalışıyorsak, genelde diyaloga karşı olan bize de karşıdır. Biz ise kimseye karşı değiliz. Biz beraber olmak isteyen milletlerle, devletlerle birlikteyiz. Cezayir'de IITM'e üye olan pek çok sanatçı var, bireysel üyeler. Ama ne acıdır ki rejim nedeniyle bir yazar öldürüldü, birçoğu Fransa'da sürgünde. Yine de umut ediyoruz ki Cezayir demokratik bir ortama ulaşacak. Enstitü içinde dinlerin birbirleriyle karşılaşması, birbirleriyle ortak yaşama konuları üstünde birçok toplantı yaptık, bu toplantılara Cezayir'den diyalog taraftarı köktendincileri de davet ettik. Kültürlerarası etkileşim ve değişim konusundaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Bunu çok net görüyorum. Kültürü bir düşünme biçimi, dünyaya bakma biçimi olarak alırsak iki

Ancak politik ve ekonomik tarih Akdeniz'in değerlerini küçültmekle kalmayıp, Akdeniz ülkeleri arasındaki iletişimi de zedelemiş, farklılıkları ile buluştukları noktalan devredışı bırakmıştır. Günümüzün tarihsel dinamiği çerçevesinde, Akdeniz ülkelerinin ilişkisini rayına oturtma konusunda aktif bir rol üstlenmemiz gerekiyor. Bireysel çabaları buluşturmak ya da bu buluşmalara katkıda bulunmak, Akdeniz'in farklı kıyılarının farklı kültürlerini bir arada harmanlamak gerektiği düşüncesindeyiz.

cy a

kültür görüyoruz, bir barış kültürü, bir savaş

Eleştirel ve eylemci kültürün, demokrasi ve dayanışma içinde bir Avrupa yaratmakta etkin rolü olduğunu kabul ettiğimizde, Akdeniz geleneği birincil değer olarak karşımıza çıkar. Özellikle sahnesel ifade bağlamında... Çünkü Antik Yunan dramından günümüze, bütün felsefi ve politik tartışmalar, imajlar, kavgalar, kişiler ve gösteri formları Akdeniz'den fışkırmıştır.

kültürü. Bazen Filistinliler ve Musevilerle

karşılaşıyoruz; ki tutucu Filistinli veya tutucu Musevi ama, bunlar kendilerine soruyorlar bu tutuculuğu yenmek için ne yapılabilir diye. Bu barış kültürü.

Bazıları da benim gibi olmayanı öldürmek gerekir

diyor, o da savaş kültürü. Ne mutlu ki tiyatro sanat olarak barış kültürü içinde yer alıyor, çünkü

pe

başkasını öldürmek için ne tiyatroya ne de sanata ihtiyacımız var. Bizim, tiyatro yapılmasın diyen insanlarla tartışacak bir şeyimiz olamaz. Biz

tiyatroyu seven, tiyatro yapan insanlarla birlikteyiz.

Barış kültürüne ne kadar şans tanıyorsunuz? Eski Yugoslavya'da Hırvatistan'da bir barış kültürü varken Boşnaklar ve Sırplar hepsi birlikte yaşıyorlardı, bu barış kültürünü öldürdükten sonra birtakım milliyetçi manipülasyonlar sonucu barış kültürü savaş kültürü haline gelince yarısı öldü insanların ve bunlar, savaş kültürünün yarattığı tüfeklerle öldürüldü. Bence görülmesi gereken gerçek bu. Ya sanat dünyası içindeyiz ya da değiliz. Bizim çalışmamızın doğası bu. İleriye yönelik projeleriniz nelerdir?

24 Şubat'ta, Madrid'te bütün ülkelerin temsilcilerinin katılacağı bir toplantı yapacağız. Her temsilci 4-5 ayrı programla katılacak bu toplantıya. Oluşacak

IITM'nin anlamı ve amacı budur. Çeşitli ülkelerde aynı amaca hizmet veren kuruluşları, yaratıcıları, Akdeniz Tiyatrosunu dert edinmiş organizasyonları birleştirmek istiyoruz. Merida'nın başlattığı diyaloğu sürdürmek kararındayız. Akdeniz kültürünün erdemleri arasında dinamizm, çeşitlilik, çokseslilik, çok merkezlilik, politik dikbaşlılık, coğrafi ve kavramsal ödünvermezlik sayılabilir. IITM çok boyutlu bir kuruluş ve saydığımız tüm bu erdemlere sadık. Ve bu kuruluş, Akdeniz ülkeleri arasında, güncel politik gerçeklerin ve yaptırımların elverdiği ölçüde, dayanışmayı, araştırmalar ve yayınlar aracılığıyla sanatsal alışverişi sağlamayı, diyalog kurma işlevini üstlenecektir. Ortak bir ses yükselteceğiz, açık ve kollektif bir ses... Bu ses gelenekleri savunacak. Akdeniz sahne sanatlarının deney ve araştırmalarının, çağımızın kültür yaşamına dahil edilmesini sağlayacak. HTM, Akdeniz tiyatro dünyasının çağdaş gerçeklere verdiği aktif ve sorumlu yanıtın bir uzantısıdır. En azından bunu istemektedir.

olan 60-70 programla yıllık programı belirleyeceğiz. Tiyatro Tiyatro 51


OYUN YARATIM

SURECİ

Özdemir Nutku

"Müfettiş"e Yeni Bir Bakış

a

tarafından 1946/1947, 1973/1974 ve 1990/1991 dönemlerinde gerçekçi bir atmosfer içinde oynanmış olan bu kara komedyanın yeni bir bakışla sahnelenmesi gerektiğini ne zamandan beri düşünüyordum. Özgün metni üç, üç buçuk saatlik bir temsili gerektiren yapıtın süresi indirilmeli, çağdaş teknolojinin yarattığı insanların sabrına yönelmeli, hızına eriştirilmeliydi. Onun için yazarın diyalog biçimini bozmadan, karakterini değiştirmeden, ünlü Fransız tragedya oyuncusu Mounet-Sully'nin "Chaque texte n'est qu'un pretexte" (yazar metni yalnızca bir ön metindir), Meyerhold'un , "Yönetmenin sanatı icracının değil, yazarın sanatıdır"* sözlerini de düşünerek yepyeni bir sahne metni hazırladım. Nitekim, ünlü tiyatro bilimcisi ve yönetmen Martin Esslin'in de belirttiği gibi, "Dramatik metin, bu mimetik aksiyon içinde, yalnızca bir ön taslaktır; bu biçimiyle tamamlanmış bir drama değildir. Oynanmamış bir dramatik metin edebiyattır"* Metnin hazırlanmasında Gogol'ün diğer yapıtlarından da yararlandım. Örneğin, fırsatları kullanmasını iyi bilen, baba parasıyla keyif süren, kâğıt oyunlarından hoşlanan, uçarı Hlestakov karakterine, yazarın

pe

cy

Ünlü Rus yazarı Nikolay Vasilyeviç Gogol'ün 1834 yılında yazdığı "Müfettiş", ilk kez 1836'da Petersburg'da oynandığında büyük gürültü kopartmıştı. 1908 ve 1921'de, Konstantin Stanislavskı tarafından Moskova Sanat Tiyatrosu'nda, 1926 ve 1938 yıllarında da yeni bir yorumla Vsevolod Meyerhold tarafından kendi tiyatrosunda sahnelenen bu komedya, dünya tiyatro klasikleri içindeki yerini hemen aldı. Her şeyin para ile ölçüldüğü, her ne pahasına olursa olsun, köşeyi dönmenin erdem sayıldığı yozlaşmış bir toplumda, rüşvetle, düzenbazlıkla cılkı çıkmış bir bürokrasinin anatomik açımlamasını yapan bu yapıt başarılı bir komedya olduğu kadar, seyredeni acı acı düşündüren bir oyundur. Oyun, her ne kadar Çarlık Rusyası dönemini ele alıyorsa da toplumsal bozukluk, insan zaafı, kişilik yetersizliği görülen her toplum için evrensel bir uyarı niteliğindedir. Kanımca, bu oyun, klasik anlamdaki komedyanın ötesine giden grotesk öğelerle bir kara komedya kimliği taşır ve kara mizahın en başarılı örneklerinden biridir. Daha önce, İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından 1934/1935 döneminde Molierevari bir komedya anlayışıyla sahnelenen, Devlet Tiyatroları

Oyunu 25 tabloya bölerek, i k i n c i perde 1. ve 2. s a h n e l e r i , b i r i n e ve i k i n c i t a b l o olarak en başa aldım. Her tabloya o episodla i l g i l i b i r b a ş l ı k koydum. Böylece bizim sahne metnimiz Kaymakam ve çevresindekilerle d e ğ i l , Kömürcü Kadın, Osip H l e s t a k o v ' l a başlamaktadır. Kumarbazlar oyunundaki Ikharyev karakterini aşıladım. Yioe aynı oyunda kumarbaz Uteştelniy'in sözünü ettiği kömürcü kadını bir 'leit-motiv' olarak oyuna kattım. Oyunu 25 tabloya bölerek, ikinci perde 1. ve 2. sahneleri, birinci ve ikinci tablo olarak en başa aldım. Her tabloya o episodla ilgili bir başlık koydum. Böylece bizim sahne metnimiz Kaymakam ve çevresindekilerle değil, Kömürcü Kadın, Osip Hlestakov'la başlamaktadır. Yazarın metninde Osip'in uzun bir tiradı vardır. Kendi kendine konuşur. Bu metinde ise düşüncelerini Kömürcü Kadın'la paylaşır. Oyun, her gün çevremizde gördüğümüz karikatür bireyler yoluyla toplum eleştirisine yönelir. Ancak burada yanıltıcı olan, karakterleri birer vodvil komiği olarak görmektir. Her karakterin kendi içinde özel boyutu vardır. Bu karikatürler, yüzeyde, taklide dayanan figürler değil, kendilerine özgü iç yaşamları olan, renkli, ayrıntı ve çelişkilerle dolu oyun kişileridir. Hlestakov, amaçsız, gününü gün etmeye çalışan, uçarı, safahatı seven, önüne çıkan fırsatları kaçırmayan bir adam olduğu kadar, baba parasını kumarda kaybedip başkalarının sırtından geçinmeyi iyi bilen, sevimli


beyinli... Kızı ise saf, anne baskısı altında yeni yeni başkaldıran, harcanmış bir genç. Özgün metinde Osip, ayyaş bir uşaktır, bizim metnimizde o sağduyulu bir köy delikanlısıdır. Konuşmalarından da çıkarılacağı üzere, o her şeyi gerçekçi bir gözle gören, efendisine karşı görevini yerine getirmeye çalışan olumlu kişilerden biridir (ötekisi Kömürcü Kadın).

a

Bobçinski ile Dobçinski irat sahibi, boş gezenin boş kalfası, dedikoducu, nerde ne olduğunu öğrenmek için her yere girip çıkan, ordan oraya laf taşıyan, korkak, cimri kişilerdir. Oyunda adeta ikiz kardeş gibidirler. Posta Müdürü, İvan Kuzmiş Şpekin orta zekâlı, kendini işbilir ve kurnaz sanan bir zavallıdır. Milli Eğitim Müdürü Luka Lukiç Hlopov kendi gölgesinden korkan, çaçaron karısının sultası altında yaşayan başka bir zavallıdır. Kimsesizler Yurdu Müdürü Ertemi Filipoviç Zemliyanika, şarlatan, arkadan vurmayı seven, iki yüzlü ve dışta Kaymakam'a bağlı görünen bir taşra bürokratıdır. Yargıç Ammos Fyodoroviç Liyapkin-Tiyapkin ise bir iki kitap

pe cy

görünmeye çalışan bir hergeledir; o, aynı zamanda bir Arlekino'dur, bir Don juan'dır ve bir sentezdir; bozuk düzenin içindeki herkestir. O, çevremizdeki asalakların hepsidir. Bazı fırsatlar karşısında, özçıkarları çın anında Hlestakov'a dönüşecek kimseler o kadar çok ki... Yanımızda, yöremizde, yaşamımızda hep Hlestakov'larla birlikteyiz. Ve bunlar, daha sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmada da uzmanlaşmışlardır. Milyarlarca doları kaçırıp onu bujau, hatta devleti dolandırıp sonra da her şeyden habersizmiş gibi televizyona gülücükler yağdıran bu Hlestakov'lara her alanda rastlarız; politikada, dinde, resmi dairelerde, ticaret yaşamında... O maske gülümsemelerin ardında milyonlarca insanın acısı yatar. Sahne metnimizde, zamanı bugüne getirdik. Küçük bir kentin kaymakamı olan Anton Antonovıç ile çevresindekileri, halkı sömüren bir mafya çetesi olarak gördük. Anton Antonovıç kendine özgü bir mafya babası, karısı Anna Andreyevna da sosyete özentili, herkesin hemen gözlerine aşık olacağını sanan bir kuş

yalamış, onun için de ukalalığı elden bırakmayan, av meraklısı, rüşvet almada diğerlerinden altta kalmayan ve yargıçlığın yanından geçmedıği bir başka çete üyesidir. Dekor, giysi ve makyajlar da bu karikatürleşme anlayışını bütünlemek üzere gerçekleştirildi. Yalın bir görünüm, parlak renklerle "Pop-art" eşyalar, maddi olanaklar elverdiğince buna uygun giysiler ve abartılı makyajlar... Evrenselliği vurgulamak için böyle bir yorumda gerçekçi bir dekoru hiç düşünmedik. Tiyatronun sağladığı fantastik boyutların bu oyuna uygun olanını, tiyatronun imgesel gerçekliği içinde vermeğe çalıştık. Gogol, bu oyunun başında şöyle der: "Yüzünüz çarpıksa, aynaya kızmayın!" Biz de bu oyuna öyle, sevecenlikle ve içimiz burkularak yaklaştık. İnanıyorum siz seyirciler de öyle yaklaşacaksınız. * Bkz. Erward Rraun, Meyerhold on Theatre, Methuen: London 1969, s. 209. ** Martin Esslin, The Field of Drama, Methuen: London and New York 1987.

Tiyatro Tiyatro 53


ELEŞTİRİ

H. Ali Neyzi

A n t a l y a D e v l e t Tiyatrosu'ndan İki Oyun, İki Eleştiri

"Ağıt"

Üzerine bu saçı traş etme. O zaman görülen fotoğraflar hiç bu etkiyi uyandırmamıştı bende. "Ağıt"ı izlerken şaşırdım kaldım. Gözlerini çevreleyen kara rastıklar sanki diz boyu saçtan daha çekici yapmış Berrin Arısoy'u. "Ağıt"ın garipliğinin bir yönü de hakkında yazmak isteyenin aklını karıştırması. Dönüp dolanıyorum. Bir türlü sahnede izlediklerimizin doğayla ne mene iç içe olduğunu dile getiremiyorum. Belki de başka yoldan girmeli konuya. Günümüzde pornografinin kibarcası erotizm desem, nasıl kaçar? Son yıllarda yaşamını Paris'te sürdüren sevimli ressam Ömer Uluç, çiçekler gibi açmış "vagine"larını ilk kez sergilediğinde "Aman Ömer, bunlar porno!" demiştim. Bilinen kahkahasını patlattı. "Aman sesini yükseltme daha farkına varmadılar" dediydi. Ünlü İngiliz şairi T.S. Elliot yaşamı özetlerken "Doğum, Çiftleşme ve Ölüm" (Birth, Copulation and Death) demez mi? Demek ki doğayı seks olayından soyutlamak olası değil. Yoksa seksi doğadan ayıramazsınız mı demeliydim? Tavandan aşağı inen kırmızı kumaş ne mene büyüleyici oluyordu, zaman zaman! Yaşam hep asık suratlı olmamalı. Yaşam sürekli çarpışma da olamaz. O zaman, al sopaları eline ve bir cambazhane oyunu çıkar ortaya. Sopa yere vurulunca müzik kesilsin. Sonra yine baştan. Al sopayı-ver sopayı! İzleyiciler de kıkır kıkır gülmeye başladı. "Ağıt"ı tümden ciddiye alan, dansların ve sahnede izlediği erotizmin etkisinde kalmış olan dostum, bu sopa cambazlığının "fazla uzun ve ciddiyetten uzak" olduğunu fısıldadı kulağıma, oyun bitip avuçlarımız alkışlamaktan acırken. Belki onun da hakkı var. Söz yok ki anlamını yakalayabilesin ya da yanlış algıladığını! Sonra bir de "Industrial Revolution" yani Sanayileşme Devrimi yaşanıverdi, sahnede. Kol saatlerine bakılıyor. Trak! Trak! Makinalaşmak. Bak saate, dön

pe

cy

a

İnanamıyorum. İnanamıyorum, "Olamaz" demişimdir pek çok kez, sözsüz tiyatro Olamaz!" Bu inancımı destekleyen çok şey olduğunun da bilincindeyim. "Dionysus" törenlerindeki toplu tapınmalardan çıkılmış yola. Önce bir kişi ya da bir rahip kendi başına konuşmuş (monolog), sonra birlikte tapınan kişiler (koro) ile bir kişi karşılıklı konuşur olmuş (dialog). Derken, konuşan bireyler çoğalmış: Kral, kraliçe ve oğulları. İşte Helen Tragedyası'nın başlangıcı. Demek ki önce söz, sonra oyun. Antalya Devlet Tiyatrosu'nun yönetimi de bu anlayıştan kopamamış olmalı ki, danslı oyun adı altında sundukları "Ağıt"da dramaturgiden sorumlu bir kişi görevlendirmişler. Oyunun sonunda bu kişi de sahneye geldi ve alkış aldı. Oysa sahne açıldığından perde inene dek bir tek anlaşılır söz edilmedi. Hani söz edilmedi de neler neler anlatılmadı ya da söylenmedi diye sorarsanız o büsbütün başka bir öykü. Çok etkileyici bir müziğin eşliğinde iki erkek, üç kadın oyuncu durmadan dans ettiler, konuştular, rakstan öte biçimlere girdiler, hatta bir ara sirk cambazlarına parmak ısırtacak oyunlar bile yaptılar. Neler izlemedik ki sahnede. Önce bir bakır lenger içinde su var. Sonra bir bakır leğen, onun içinde de su var. Tavandan sarkan kumaşı suya sokup birbirlerini ıslattılar. Herhalde iyi gelmiştir, hepsi ter içindeydi. Leğendeki suyu lengere boşalttılar. Boş leğen ne olacak dememize kalmadı, o saçı sıfır numara traşlı güzel hanım bir fetüs örneği leğenin içine kıvrım kıvrım yerleşmez mi? Evet, kafası traşlı. Bizim gibi Antalya Devlet Tiyatrosu tutkunlar; biliyor, bu oyuncuları; Murathan Mungan'ın oyununda, su perileri. "Ağıt"ın dansları içinde sanki daha iç gıcıklayıcı olmuş bu kesik saçlar. Bilemiyorum kısa saçlı erkeği kabul etmek kolay da, iş kadına gelince tutum değişiyor. İkinci Dünya Savaşı sonunda işbirlikçi kadınlara ceza diye uygulanmıştı,


a cy

pe

sola ya da sağa, çarpışmamak kaydı ile. Beş tane mekanik kukla, uber marionnette! Bir süre sonra saatler sıyrıldı kollardan, çoraplar sıyrıldı bacaklardan ve yine doğaya dönüldü. İki erkek, üç kadın alt alta, üst üste. Hani sarmaş dolaş değil de ağaca tırmanan sarmaşık, yatağından taşıp çevreye yayılan ırmak, önce soğan kabuğunu sonra da toprağa yatıp güneşe uzanan sivri zakkum yaprağı, koyu yeşil. Uç hanım, soyadı sırasıyla: Berrin Arısoy, Oral Avkıran, Süheyla Gazel ve iki erkek oyuncu Yetkin Dilenciler ve Reha Özcan. Belli ki, saatlerdir, aylardır büyük bir özveri ile bedenlerinden başlayarak baş ve gözlerine kadar her şeylerini bu "Ağıt" gösterisine adamışlar. Edecek sözleri olsa daha kolay. İlle de, kaşla, gözle anlatılacak, izleyiciye aktarılacak. Hele saatler saati süren provaları bir düşünün, ayağı kayan, birbirine takılan, düşen, kalkan beş kişi. Sanki lastik top ya da yaylı bebek. Hiç mi sızlamaz kemikleri ya da eklem yerleri? Uykuya hep öylesine yatarmışcasına nasıl sığıverdi balar leğenin içine, sanki rahatça! Yine başa dönmem gerek. Söz olmadan tiyatro olmaz. Peki, nedir bu "Ağıt"? Bir gösteri. Son yıllarda Amerikalılar artık tiyatro yerine gösteri sanatı (Performance Art) deyimini öne sürer oldu. Hani kilisede dua okuyan papaz ya da savaşa hazırlanan

Zulu erkeklerinin dansı gibi. Öte yandan Grotowsky ya da Kantor türü ustalar da var, günümüzün tiyatrosunda. İtiraf etmeliyim ki, dünya savaşlarında üst üste ezilmiş Doğu Avrupa aydınlarının "söz"ü tiyatrodan dışlayan, oyuncuyu da ezip büzüp gösteren oyunları, bana hiç sıcak gelmiyor. Belki buna neden Akdenizli olmam. "Ağıt"ta Akdeniz'in sıcaklığını, insan bedeninin yumuşaklığını buldum da, ondan sevdim. Yine de, son günlerde bir köşe yazarımızın Başbakana takılırken dediği gibi: "Hoş ve boş". Evet, kanımca "Ağıt" bir deneme. Oyuncunun kendi bedeni ile tanışması. "Söz" kullanılmadan izleyicinin sahnenin büyüsüne kapılmasını sağlayan bir çalışma. Sağ olsunlar, var olsunlar. Genel Sanat Yönetmeni'nden, elektrikçisine dek, bir buçuk yıl içinde "Kadı"dan Azeri "Hamlet"ine ve şimdi de "Ağıt"a dek tiyatro dünyasının her yönünden örnekler veren Antalya Devlet Tiyatrosu'na şükran borcumuz var. Ancak, hep vurguladığım üzere Antalya'nın genç izleyicilerini tiyatronun klasikleri ile de tanıştırmak gerekir. Ibsen ya da Schiller ya da Antalya'da yaşadığımıza göre Achiles ya da Sophocles'e sıra geldi sanıyorum.


"Barış" Üzerine Oyunun teması savaştan bıkan insanların çırpınmaları. Bir tür "köyün delisi" olan T ü r t ü k (köyde ve evde kalmış iki kızı var) bir böceğe binip göğe çıkıyor ve Barış Tanrıçası'nı atıldığı kuyudan çıkarıp yeryüzüne getiriyor. Sahnede yer alan olaylar arasında Birleşmiş Milletler'in etkisiz Barış G ü c ü ' n e bile taşlamalar yapılıyor. Belirli bir disiplin altında oyunculara " t u l u a t " ya da doğaçlama yapma olanağı da verilmiş. Yeri gelince, izleyicilere laf bile atıyorlar. Öncelikle Payidar Tüfekçioğlu'nu ele almamın nedeni, onun oynadığı T ü r t ü k rolünün oyunun belkemiği olmasından. Bu rolü oynayan oyuncu biraz ağırlaşır ya da canlılığını yitirirse oyun tümüyle yatar. Barış konuşuluyor ama kişisel dram yok ortada. Geçen akşam izlediğim gibi tam bir cümbüş havasına girilince izleyici de oyunculara kapılıveriyor. O gece " d ü ğ ü n " finalini yaparlarken "haftaya düğünümüze gelin" diye eski ortaoyunu bitişini bekledik adeta.

pe

cy a

"Payidar", "Payidar", "Payidar" diye haykırası geliyor insanın, Yücel Erten'in düzenleyip yönettiği "Barış" oyununu izlerken. Aristofanes oyunu 2400 yıl önce yazmış. O n u n ölümsüz Moliere'e mi, Broad\vay'i (yani bulvar) yazan Neil Simon'a mı yakın olduğunu kestirmek güç. Eski Yunan'dan kalan örnekler bunlar. Yazıldığı gibi oynanması anlamsız olurdu. Bu gösteri için Alman ozanı P. Hacks'ın yaptığı uyarlama ele alınmış ve Yücel Erten oyunu Anadolulaştırmış. Sonuçta sahnede Yunan tanrıçaları, fakir köylüler, günümüz lehçesi ile Yunanca konuşmalar (efkarristo gibi) ve tümüyle Anadolu'ya özgü Karagöz tekerlemelerine rastlıyoruz.

O gece dikkatimi çeken başka bir olay da izleyicilerin yaş ortalamasıydı. Bizler gibi birkaç yaşlı yüzünden sanırım salondaki yaş ortalaması 22'den 24'e yükseldi. Genç izleyiciler, genç oyuncular; ne güzel. Koronun hiç düşmeyen temposu, erkek kılığıyla koroya girmiş Mine Tüfekçioğlu'nun biri takılınca "lepiska" saçlarını ortaya döküşü, hele Nalân Yavuz'un pencereden kendini atışı adeta yüreğimi ağzıma getirdi. Coşku iyi de yine de dikkati elden bırakmamak gerek. Hermes rolünde Ferhan Şensoy'un nida ettiği lehçe ile konuşan Sedat Savtürk ile Savaş Tanrısı Mustafa Yavuz hep göz dolduran oyunlar çıkardılar. Aristofanes'in bu şekilde günümüze aktarılması doğrusu çok güzel olmuş. Antalya Devlet Tiyatrosu repertuarına mükemmel bir girdi. Umarım bu oyunu da yurtdışına götürürler.

56 Tiyatro Tiyatro


İNCELEME

Hasibe Kalkan

Weimar Ulusal Tiyatrosu (ı) gerektiren oyunların sahnelendiği bir mekân. Bu kadar

kentinde toplam 20 ülkeden Almanca öğretmenlerinin

fazla seyirciyi sığdırabilmek için dimdik düzenlenen

katıldığı bir tiyatro semineri düzenledi. Bu tarihlerde

oturma sıraları, üst sıralarda oturanların oyunu ancak

Weimar'da sergilenen bütün oyunların izlenmesindeki

kuşbakışıyla seyredebilmeleri, bana dünyanın en dik

a

Goethe-Enstitüsü bir süre önce Almanya'nın Weimar

amaç, gündüz yapılan çalışmaları desteklemekten çok, programa renk katmak ve Almanya'da tiyatro adına

Demek ki o günden bugüne pek bir şey değişmemiş. O

cy

neler yapıldığına ilişkin bir fikir vermekti.

antik tiyatrosu olan Bergama tiyatrosunu hatırlattı.

Weimar kentinin ve tiyatrosunun Almanya içinde

önemli bir yeri var. Bu önem, bir zamanlar Johann Wolfgang von Goethe ve Friedrich Schiller gibi

şairlerin bu kentte yaşamış ve tiyatroya katkılarda

pe

bulunmuş olmalarından kaynaklanıyor. İki Almanya'nın birleşmesinden sonra Weimar Ulusal Tiyatrosu

yeniden geçmişteki konumuna ulaşmaya çalışıyor.

Hatta Weimar, Avrupa'nın gelecekteki kültür merkezi olmaya aday... Geçmişi ve gelecekteki hedefi bu tiyatroya önemli görevler yüklemektedir.

Seyirci kitlesinin büyük bir çoğunluğunu dışarıdan

gelen ziyaretçiler oluşturuyor. Onların beklentileri ise, tabii ki Weimar'da Goethe'nin ve Schiller'in oyunlarını izlemek. Tiyatro'nun Genel Sanat Yönetmeni kesinlikle bu beklentileri karşılayacak, müze işlevi gören bir tiyatro olmayacaklarının, aksine yenilikçi, özgür ve olabildiğince çok sesli olmaya çalıştıklarının altını çiziyor. Bu nedenle tiyatronun repertuarında yer alan oyunları tek bir başlık altında toplamak mümkün değil. Weimar Ulusal Tiyatrosu, kentin nüfusuna göre fazla büyük. İki salonu var tiyatronun. Bunlardan biri büyük salon. 800 seyirci kapasitesiyle, oldukça geniş ve teknik donanımı bir hayli gelişmiş olan İtalyan sahnesiyle, daha çok geleneksel ve kalabalık kadro Tiyatro Tiyatro 57


dönemlerde ön sıralarda kentin ileri gelenleri, üst sıralarda ise köle ve kadınlar otururmuş. Bugün de pahalı bilet satın alma gücüne sahip olan bir şey görebiliyor, parası olmayan ise oyunu uzaktan seyrediyor. Diğer salon ise en fazla 60 seyirci alabilen, siyaha boyanmış, oldukça kısıtlı teknik olanaklara sahip küçük bir mekândır. Daha çok deneysel oyunların yer aldığı bu salonun biraz yaratıcılıkla ne kadar değişebildiğini görmek, büyük salonun

pe cy a

yaşattığı hayal kırıklığını

tamamen giderdi. Burada sergilenen oyunların çoğu hazır oyun

metinlerinden değil,

çeşitli uyarlamalardan oluşuyor.

"Eckermann und sein

Goethe (Eckermann ve Goethe'si) adlı oyun, buna örnek olarak

gösterilebilir. Bu ikisi

arasında geçen sohbetler ve Goethe'nin

şiirlerinden oluşuyor

oyun. Eckermann uzun süre Goethe'nin yanında sekreter olarak çalışmış, ona öylesine büyük bir hayranlık duymuş ki, ne Goethe'den bir ücret talep etmiş ne de yanından ayrılmaya cesaret edebilmiş.

Weimar'daki seminerde gösterilen oyunlardan M. Karge'nın yönetimindeki "Hıstorıa Von D. johann Fausten'dan bir görüntü.

Neredeyse bir efendi-köle ilişkisine dönüşen bu beraberlikte, kendisi

edilmiş. İşte ilişkinin bu boyutu üzerinde yoğunlaşan

de şair olan Eckermann'ın yeteneklerinin Goethe için

oyun, gerçekleri ortaya çıkarmayı ve Alman

bir ilham kaynağı oluşturduğu çoğu zaman göz ardı

toplumunda neredeyse tanrılaştırılmış olan Goethe'nin

58 Tiyatro Tiyatro

kişiliğine biraz daha eleştirel bakmayı amaçlıyor.


Sahnede, o dönemlerde kullanılan yüksek bir yazı

yarattı. Dekor yok, yalnızca değişik giysiler ve her

masası ve birkaç sandalyeden başka dekor yok. İki

ikisinin de çaldıkları enstrümanlar dolduruyor sahneyi.

oyuncudan biri Eckermann'ı, diğeri Goethe'yi

Oyuncular, müzik dışında seslerinin kullanımıyla

canlandırıyor, ancak oyun süresince sürekli rollerini

şiirlere ritm kazandırıyor, canlandırıyor ve

değiştiriyorlar. Görsel olarak bu rol değişimi

görselleştiriyorlar. Yaratıcılığın sonu yok. "Von Den

Goethe'nin sahnede giydiği paltonun aralarında

Augen Das Riesenrad" bunun en güzel kanıtı.

değiştirilmesiyle ifade ediliyor. Böylece hem oyun

Peter Handke, yukarıda sözünü ettiğim edebi akımın

kişileri rollerine yabancılaştırılmış oluyor hemde müzik

etkisi altında tiyatro ve roman türünde ürünler vermiş

ve şarkılarla da desteklenen bir hareket sağlanıyor.

bir yazardır. "Kasper", onun yarattığı Konuşma

"Was Bringt Zu Ehren Sich Wehren?!" (Karşı

Tiyatrosu'na bir örnek. Oyunlarında hemen hemen hiç

Koymanın Ne Anlamı Var?!), adlı oyun da hazır bir

diyalog olmadığı gibi geleneksel anlamda bir olay

oyun metninden değil, Goethe ve Schiller'in

örgüsü de yok. "Kasper", yazarın yaşanmış bir olaydan

eserlerinden bir uyarlamadır. İkisinin oyunlarından ve

esinlenerek kaleme aldığı bir oyun. Kasper Hauser,

şiirlerinden oluşturulan kolajın ana teması Goethe ve

yıllarca bir bodruma kapatılmış, insanlardan uzak,

Schiller'in kişilikleri ve aralarındaki ilişki. Schiller,

onlara özgü davranış biçimlerini ve konuşmayı

Goethe'nin çağrısı üzerine Weimar'a gelmiş ve bir

öğrenememiş. Handke'ye göre, Kasper bu haliyle

süre onunla birlikte çalışmış. Ancak aralarında geçen

özgürdür, insanların arasına girdiği, onlar tarafından

sürtüşmeler ve Goethe'nin bencil kişiliği Schiller'in kısa bir süre sonra oradan ayrılmasına neden olmuş. Her oyun metnini oluşturuyor. Sahnede yer alan biri kadın dört oyuncu zaman zaman şairlerin kendileri oluyor,

zaman zaman yapıtlarındaki kahramanlardan biri... Son derece yüksek tempolu, bazen karşılıklı atışmalara

dönüşen diyaloğu takip etmek seyirciden yoğun bir

dikkat ve eserlere ilişkin temel bilgi istiyor. Müzik ve

şarkılar ise seyircileri arada bir de olsa dinlendirmeye

pe

yarıyor.

oyun, ezberlenmesi çok güç olan uzun repliklerden

cy a

iki şairin kendi sözleri ve yapıtlarından seçilen kesitler

eğitilmeye başladığı andan itibaren ise bu özgürlüğünü yitirir. Son derece durağan bir yapıya sahip olan bu

Küçük salonda sergilenen oyunlar arasındaki en çarpıcı örnek Ernst Jandl'in şiirlerinden oluşan "Von Den

Augen Das Riesenrad" (Gözlerin Önündeki Dönme Dolap) adlı oyundu. Şiirler bir anlam içerdikleri

takdirde onları görselleştirmek pek de güç değildir.

Ancak Ernst Jandl'in şiirleri söz konusu olduğunda iş değişmekte. Ernst Jandl, Avusturya'da 60'lı ve 70'li yıllarda ortaya çıkan, Wittgenstein'ın felsefesine dayanan yeni bir edebi akımın öncülerinden. Aralarında Peter Handke'nin de yer aldığı bu yazarların amacı, eserleriyle bir toplum tarafından

oluşuyor. Kolayca sıkıcı olabilen bir yapısı var. Metne

yeni bir yorum getirmek ya da kısaltmak da, metinde tek bir sözcüğün bile değiştirilmesine karşı çıkan, her bir sözcüğün önemini vurgulayan Handke'ye göre olanaksız. Weimar Ulusal Tiyatrosu da yazarın bu isteğine uyarak, metne herhangi bir müdahalede

bulunmamış. Ortada tek başına olan Kasper, sahnenin dört yanına yerleştirilmiş olan seyirciler ve bunların

arasında duran konuşmacılar tarafından eğitiliyor, yönlendiriliyor. Özgün metinde sahnede hiç gözükmeyen, yalnızca sesleri duyulan konuşmacılar, burada da belirgin kişiler olarak değil maskeli anonim varlıklar olarak karşımıza çıkıyor. Zaman zaman seyircilerin arasına giriyorlar. Onlarla özdeşleşiyor onlardan biri gibi görüyoruz kendimizi. Ancak konuşmacılar ses tonlarını yükselttikleri, sesleri ve söyledikleriyle Kasper'e acı verdikleri anda Kasper'le özdeşleşiyoruz, onun kadar yoğun bir acı duyuyoruz. Sahnede yer alan dekor metne bağlı olarak, birkaç mobilya parçasından oluşuyor. Başlangıçta dağınık

kullanılan dilin bireyleri nasıl sardığını ve özgürlüklerini

duran eşyalar Kasper'in öğrenme sürecine koşut

yok ettiğini kanıtlamak olduğu için kullandıkları

olarak düzenleniyor ancak oyunun sonunda

sözcükler, anlamlarından uzaklaşıyor, tümceler

karmakarışık bir hale geliyor. Bir sürü Kasper ortaya

bütünlüklerini yitiriyor, sözcük oyunlarıyla yeni anlamlar üretiliyor. Açıkçası böylesine bir malzemeyle başedebilecekleri, yazarın iletisini yansıtabilecekleri konusunda hiç de iyimser değildim. Ancak bir oyuncu ve bir müzisyenden oluşan kadro, sahnede harikalar

çıkıyor, kim eğitici, kim öğrenci, kim hangi düzenin temsilcisi artık belli değil, bir kaosla oyun son buluyor. (Devam edecek) Tiyatro Tiyatro 59


BU AY SAHNEDEKİLER

Sevil Kuvan

Mart'ta

Perde

Şehir Uykuda

Oyun, erk, güç ve zulmün birlikte ayrılmaz bir bütün oluşturdukları bir dünyada, bireysel ve toplumsal acıların, son kertede ise ölümün en dehşetlisinin bile kanıksanmaya başlanmasına karşı bir uyarıdır. Çağlar boyunca devam eden bu döngü, uygarlıkla en ufak azalmaya uğramadan sürmekte, kitlelerin suskunluğu ise devam etmektedir. Zeynep Erkekli'nin ve

İstanbul

Devlet Tiyatrosu

pe

cy a

U y a r l a y a n Y ö n e t e n : Özgür Erkekli Sahne-Giysi T a s a r ı m ı : Hüseyin İngin I ş ı k T a s a r ı m ı : Ö n d e r Arık O y n a y a n l a r : Zeynep Erkekli, Özgür Erkekli

Diyenler

Şehir Uykuda • İstanbul Devlet Tiyatrosu

15 Şubat'ta İstanbul Devlet Tiyatrosu, inisiyatif çalışmaların ilki ile seyirci karşısına çıkıyor. Özgür Erkekli'nin uyarladığı ve yönettiği bu kolaj çalışma "Şehir Uykuda" adını taşıyor. "Şehir Uykuda", eski bir Mısır şiirinden Shakespeare'e, Nâzım Hikmet'ten Peter Weiss'a kadar ölüm üzerine çeşitlemelerin oluşturduğu bir oda müziği olarak nitelendirilebilir. 60 Tiyatro Tiyatro

Özgür Erkekli'nin rol aldığı "Şehir Uykuda", uykudan uyanmanın zamanı geldiğine inananları derinden sarsacak. Oyun Taksim sahnesi Üst Fuaye'de izlenebilir.

Zengin Mutfağı Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Y a z a n : Vasıf Öngören

Y ö n e t e n : İskender Altın Sahne T a s a r ı m ı : Hakan Dündar Giysi T a s a r ı m ı : Sevinç Gürlük O y n a y a n l a r : Mithat Erdemli, Tülay Günal Çimenser, Erdal Beşikçioğlu, Sanlı Baykent, Çetin Azer Aras 2 Mart tarihinde prömiyer yapacak olan oyun, 1970 dönemi Türkiyesini eleştiren toplumsal gerçekçi bir oyun. "Biz bu filmi görmüştük" düşüncesi oyunun çıkış noktasını oluşturuyor. Yirmibirinci yüzyıla girerken günümüz Türkiyesine bir hatırlatma yapacak olan oyun, zengin bir köşkün mutfağında geçer, oyun mutfakta çalışanların sistem karşısındaki zaaflarını, varolma çabalarını, istemlerini, değer yargılarını ve değişimlerini irdeliyor. Oyunda mekân mutfaktan ibarettir. Zaman ise 1970 Haziran ve 1971 Mart Sıkıyönetim dönemlerine denk düşer. 1970 Haziran aylarında politik bir gerginlik yaşanmaktadır. Gerek öğrenci hareketleri gerek işçi eylemleri ve hükümetin tavrı politik gerginliği giderek tırmandırmış, ülke iç savaşa doğru sürüklenmiştir. Oyunda bu politik ve tarihsel dönem, mutfakta çalışanların ve yakınlarının olaylara bakışı, davranışları değişim ve gelişim süreçleri içinde irdelenir. Her şey bir oyun ve provadan ibarettir, oyunun öyküsü


Samanyolu Antalya

Devlet Tiyatrosu

pe cy

Y a z a n : Mustafa Yalçın Y ö n e t e n : İskender Altın Sahne -Giysi T a s a r ı m ı : Haluk Işık Işık T a s a r ı m ı : Namık Gürsoy D r a m a t u r g : M. Taner Çelik O y n a y a n l a r Hilmi Mutaf, Mustafa Yalçın

kuşatmada öldürdükleri lejyoner askerlerden J. Schvarz'ın kimliğini sahiplenmekten başka çaresi kalmamıştır. Köyüne döndüğünde kendisine ait ne varsa hepsinin başkasına ait olduğunu görür. Babası toprağa karışmış, nişanlısı Kate başkasıyla evlendirilmiş, koruluğu satılmış, tarlasının üstüne muhtar oturmuştur. Köyünden uzaklaştırılan S. Kiefer, J. Schvartz'ın eskiden çalıştığı işyerine onun kimliğiyle iş istemeye gittiğinde Schvartz'ın işlediği bir suçtan dolayı mahkemeye çıkartılır. Mahkemeden altı ay sonra meyhaneci Salvatore'nin yolladığı lunaparkta ölüm kulesinde motor sürücüsü olarak çalışırken toplumun gözünde suçlu konumundan kurtulmak için kendi kimliğini yeniden kazanmaktan başka çaresi olmadığını anlar, Samuel. Ne var ki, bu kimliğini yeniden kazanma çabasında başarılı olmayınca ölmeyi dener. Motorsikletli intihar girişimi başarısızlıkla

a

aşçının bakışaçısı ve yönlendirmesi ile anlatılır. Oyun, aşçının 20 yıldır çalıştığı ve alışkın olduğu düzenden, zengin köşkten " ayrılmaya karar verdiği an başlar. Bu kararı vermesine yol açan geçmişteki süreci ve zamanı yansılamasıyla asıl öykü devam eder. Oyun tekrar karar verme anma dönerek biter. Aşçının önoyun anlatımları, geçmiş süreci tanımlayan, durumlara açıklık kazandıran ve nihayetinde düzeni ve kişilerini sorgulayan söylemlerdir. Aşçının oyundaki 'gestus'u (toplumsal tavrı) yaptığı provalar ve kurduğu ilişkiler düzleminde ortaya çıkar.

Karl Wittlinger'in yazdığı "Samanyolu" adlı oyun, bugün aramızda olmayan, Türk Tiyatrosu'na emeği geçmiş, tiyatro çalışmalarıyla tiyatro dünyamızda iz bırakmış insanlarımızı anmak adına Antalya Devlet Tiyatrosu'nun "Öykülerden Oyunlar"dan sonra sahneye koyduğu ikinci oyundur. 1955 yılında yazılan, ilk kez 26 Kasım 1956'da Köln "Stüdyo Sahnesi"nde perde açan bu oyun, ertesi yıl, 1957-58 döneminde Saim Alpago'nun rejisiyle Ankara'da Oda Tiyatrosu'nda oynanmıştır. Yatalaklıktan 16 yaşında kurtulan Samuel Kiefer, tam yaşamın içine girecekken kendini savaşın ortasında bulur. Esir düşer. Yaralandığı sırada kimliğini çaldırır. Esirlikten kurtulmak için

ileri gelir. Doktor rolünü oynayan sırısıyla Muhtar, Direktör, Meyhaneci Salvatore, Kule Motorcusu Bert olur. Samuel'i oynayanın payına da Baştabip'i canlandırmak düşer. Oyun, Saim Alpago'nun anısına, onunla 1971-72 sezonunda karşılıklı oynayan Mustafa Yalçın tarafından sahneleniyor.

Yaz Gelmesin

Tiyatro Grup Y a z a n : Terence Feely Çeviren-Yöneten: Nefrin Tokyay Sahne T a s a r ı m ı : Ayhan Doğan Giysi T a s a r ı m ı : Nahide Büyükkaymakçı Işık T a s a r ı m ı : Yüksel Aymaz O y n a y a n l a r : Derya Alabora, Özdemir Çiftçioğlu, Ülkü D u r u Şubat ayında Tiyatro Grup'un Eski Yeşil'de sahnelemeye

sonuçlanır. Ruhsal bunalımının geçirilmesi için ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatırılır. Hastanenin her odasına rahatlıkla girip çıkan Samuel Kiefer, bu hayat öyküsünü oyunlaştırır. Kendisine çok yakın bulduğu doktoru da bu oyunda karşılıklı oynamak için ikna eder. Oyunun oynanmasmdaki amacı, Samuel Kiefer kimliğine kavuşmak için yetkilileri harekete geçirmek, kendi kimliğiyle hastanedeki saman taşıma işine sahip olmaktır.

Kari Wittlinger'in bu oyundaki asıl başarısı, iki rol kişisi aracılığıyla birden fazla insanın farklı kişiliklerini gözler önüne serdirmesinden Yaz Gelmesin • Tiyatro Grup Tiyatro Tiyatro 61


de tam bu noktada yarattığımız dünyayı bir kez daha gözden geçirmek gerekebilir. Çünkü yarattığımız ne varsa aslında biziz. Yarattıklarımız bizim düşüncelerimizin, yaratıcılığımızın ürünleridir ve doğaldır ki içlerinde bizi taşır. Ve onları yeniden anlamaya çalışmak gerçekte kendimizi anlamaktır. Ve belki de ancak bu yolla yabancılaşmayı aşabilir, bu yolu izleyerek hiç olmaktan kurtulabiliriz."

Git-Gel Dolap İstanbul

Devlet Tiyatrosu

a

Y a z a n : Harold Pinter Ç e v i r e n : Ergun Sav Y ö n e t e n : Metin Beyen Sahne T a s a r ı m ı : Ethem Özbora Giysi T a s a r ı m ı : Gülhan Kırçova Işık T a s a r ı m ı : Önder A r ı k Oynayanlar Cengiz Baykal, Halil Doğan, Osman Wöber

cy

başladığı "Yaz Gelmesin "i, yönetmeni Nefrin Tokyay şöyle anlatıyor: "İnsanın kendi yarattığı dünyaya yabancılaşma mitosu, oyunun yazıldığı 60'lı yıllarda olduğu kadar güncel sayılmayabilir. Belki de; artık demode bulduğumuz bu sözcüğün bizim için ne anlama geldiğini yeniden düşünmemiz gerekmekte. Zamanın, yetişemediğimiz baş döndürücü hızı karşısında yaşam, sayfaları hızla çevrilen canlı resimler gibi akıp gitmekte ve biz onu bir bütünlüğe ulaştıramadan kopuk kopuk algılamaktayız. Sanki "yaşamı yaşamaktan" çok onu yalnızca izleyen seyircileriz. Teknolojik uygarlığımız bizi anlayamadığımız denli karmaşık ve özerk nesnelerle yaşamak zorunda bıraktığı için kendimizi tehdit altında hissediyoruz. Artık kolay kolay teknolojik iktidar, sanayi iktidarı tanımlarıyla açıklayamayacağımız bambaşka baskıların tutsaklarıyız. Dışarısı ile içerisi çoktan birleştiğinden öyle içine girip sığınabileceğimiz güvenceli bir iç mekânımız da yok. Eğer bütün bunlar -oyundaki George gibi- içinde yaşadığımız dünyayı reddedip, geçmişin anılarına, düşlere, içimize dönmeye itiyorsa bizi, o dünyaya yabancı kaldığımız, artık onu anlayamadığımız içindir. İşte belki

pe

Uyumsuz (absürd) tiyatronun önemli kilometre taşlarından biri olan "Git-Gel Dolap" AKM Oda Tiyatrosu'nda sahneleniyor. Ünlü İngiliz oyun yazarı Harold Pinter'in yazdığı oyun Ergun Sav

Git - Gel Dolap • İstanbul Devlet Tiyatrosu 62 Tiyatro Tiyatro

çevirisiyle 21 Şubat Salı günü prömiyer yapacak. Konusu, iki kiralık katilin, susuşlar, kırık dökük cümlelerle, sevgi ve kırgınlıklarla verilen bunaltısı olarak özetlenebilecek oyunun yazılış amacını Pinter şöyle tanımlamış: "Oyunu siyasal bir eğretileme olarak yazdım... Dış dünya ile ilintisi yokmuş gibi görünse de aslında gerçeklik duygusuna eğlenerek yaklaşan bir oyun." Yönetmen Metin Beyen, oyunu perdelerken Engin Civan olayından Kenedy'ye kadar uzanan bir zincir üzerinde sallandığını belirtiyor ve "Erkin koyduğu kurallar sorgulandığında, başkaldırının acımasızca ezilişinin ve varoluşun özünü sorgulayan bir karagüldüm..." olarak yorumluyor oyunu.

Sevgi Yalan Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Y a z a n : Jürgen Gross Ç e v i r e n : Nesrin Kazankaya Y ö n e t e n : Hakan Çimenser Sahne-Giysi T a s a r ı m ı : Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Işık T a s a r ı m ı : İzzettin Biçer O y n a y a n l a r : Suna Selen, Sibel Ağalday Mart ayında Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenecek olan "Sevgi Yalan" adlı oyun, iki insan arasındaki tüm zaaf ve varoluş çabalarına rağmen sıcacık dostluğu konu ediniyor. Biri 54 yaşında, diğeri 20 yaşında olan, aynı evi paylaşmak zorunda kalan ilci kadının arasında gelişen dostluktur asal olan. İkisinin de idealleri, umutları, geçmişte yaşadıkları acılar ve nihayetinde yaşları farklıdır. Ancak bu farklılıklara rağmen her ikisi de kader ortaklığı açısından aynı yazgıyı paylaşırlar. Marlene ve Magda işledikleri hırsızlık suçlarından hüküm giymiş ve


iyihalden tahliye edilmiş, devletin uygun gördüğü evi paylaşmak zorunda kalan iki insandır. Bu yeni yaşamları, özgürlük beklentisi ile umut dolu sıcacık bir yaşamdır. Yaşama dört elle sarılan bu iki insan, paylaştıkları ev ortamında birbirlerini ve geçmiş yaşamlarını sürekli sorgularlar. Bu sorgulanan süreç ise yaşamı anlamlandıran sevgiyi, hoşgörüyü ve en önemlisi de insanı anlamlandıran bir süreçtir.

Karagöz, Turgut Arseven, Bilge Zobu, Devrim Parscan, Emin And, Melike Altınbaran

İstanbul Şehir Tiyatroları 15 Şubat tarihinden itibaren A. Turan Oflazoğlu'nun yazdığı çağdaş bir tragedyayı, "Cem Sultan"ı sahnelemeye başladı. A. Turan Oflazoğlu oyunda, Osmanlı İmparatorluğu tarihinin sayfalan arasında sıkışıp kalan

pe cy

a

özgün bir kişiliği, "saltanat benim hakkımdır" diyerek ağabeyi Sultan II. Bayazıt'a karşı gelen Cem Sultan'ı ortaya çıkarıyor. Yazar, Cem Sultan'ı bir iktidar öyküsünün merkezine oturtmanın ötesinde, tarih kitaplarının bize sunmadığı ölçüde çok boyutlu, yaşayan bir karaktere dönüştürüyor. Cem Sultan'da tutku ve düşmanlık, ihanet ve bağlılık, nefret ve özlem gibi birbiriyle çelişen pek çok duygu bir arada yaşıyor. "Cem Sultan" oyunu baştan sona, Cem'in Avrupa'ya kaçışından sonraki hayatıdır. İki kardeşin savaşı, II. Bayazıt'ın zaferiyle sonuçlandıktan sonra Cem, Rodos

Cem Sultan • İstanbul Şehir tiyatroları

Cem Sultan

İstanbul Şehir T i y a t r o l a r Y a z a n : A.Turan Oflazoğlu Y ö n e t e n : Engin Uludağ Sahne T a s a r ı m ı : Ersin Satgan Giysi T a s a r ı m ı : Nilgün Gürkan M ü z i k D ü z e n l e m e Selim Atakan O y n a y a n l a r Kamran Usluer, Kerem Yılmazer, Can Başak, Rozet Hubeş, Aslan Altın, Ali

şövalyelerine sığınmış ve zehirlenerek öldürülene dek yurdundan uzakta bir sürgün hayatı yaşamıştır. Tutkuların kurbanı olan genç ve deneyimsiz şehzade Cem'in trajedisi, ihtirasla bağlı olduğu iktidarın kendisini çevrelemesi ve kıskıvrak esir alarak ölümüne ulaştırmasıdır.

"E, Doğal Olarak Sinirimiz Bozuldu" Sahne-i A t i y e Y a z a n : Alican Yaraş, Ertan Birgül, Hakan O n u r Y ö n e t e n : E. Birgül, Ali Can Yaraş O y n a y a n l a r Ali Can Yaraş, Ertan Birgül, Ayşe Dodanlı, Ferhat Özatar, Hakan O n u r 1 Şubat'tan itibaren Roxy'de sergilenmeye başlayan bu oyun 1993 yılında kurulan Sahne-i Atiye'nin ilk oyunu. Pazartesi, çarşamba ve cumartesi günleri Roxy'de izleyecebileceğiniz bu oyunun konusunu Sahne-i Atiye şöyle anlatıyor: "Necmi'nin öyküsü 1968'de Sorbonne Üniversitesi'nde başlar ve 1970 ile ülkesinin emniyet teşkilatında devam eder. Ülkesinin son otuz yılına, suçlara, suçlulara, kargaşalara, darbelere ve anlamsızlıklara tanıklık eder. Suçluların peşinde tam 21 yıl geçip gider. Bu 27 yılın 25'inde ise Necmi'ye garip ve anlamsız cinayetleriyle gizli bir örgüt eşlik eder. Necmi bu örgütü çökertmek için elinden geleni yapar ama hiçbir sonuç alamaz. Seneler sonra örgüt ikinci kez Necmi ile bağlantıya geçer ve cinayetler tekrar başlar. Necmi bu kez daha şanslıdır. Adım adım örgüte yaklaşır. Acaba bu garip örgütün gizini çözebilecek midir? Necmi bu anlamsız cinayetlerin arkasında bir anlam ya da bir neden yakalayabilecek midir? Şiddetin ve cinayetin nasıl olursa olsun ve ne çeşit olursa olsun anlamlı bir gerekçesi olabilir mi? Hangi cinayet tutarlı ya da gerekli olabilir? Şiddette kazanan yoktur, şiddette gerekçe ve anlam yoktur. Bütün cinayetler komiktir, çünkü anlamsız ve boşunadır." Tiyatro Tiyatro 63


Tiy a t r o fiI

Y a z a n : İnce Van Dulleman Çev.-Yön.: Özkan Schulze Asistan: Müge Ochedowski Işık T a s a r ı m ı : Yaşar Saraçoğlu O y n a y a n l a r : Yasemin Alkaya, Yurdan Edgü, Cengiz Sezici, Özkan Schulze, Ulushan Ulusman,

pe

cy

Mart ayı boyunca her çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi günleri İSM'nde izleyebileceğiniz bu oyunu, yönetmeni Özkan Schulze anlatıyor: "Tecavüz, işkence, cinayet vs. türünden haberlere gösterilen ilk tepkiler artık sadece 'kendi vicdanını rahatlatıcı' reaksiyonlar olmanın ötesine geçemiyorlar. Olaylar sadece 'olay haber' olmanın dışına çıkamıyor. Medya şok haber peşinde. Her gün en azından bir tecavüz haberi okunuyor, izleniyor ve kurban suçlu çarkı sürekli döndürülüyor. Sayısal olarak sadece bir dağın zirvesi görülüyor, ama onun altında dağ gibi susulan ve bilinmedik bir sayı var. Her üç kadından biri, her yedi çocuktan biri...

temelinde yatmalı. Küçük bir çocuğun sevgi ve korunma ihtiyacından doğan sarılmaları ve kucaklamaları cinsellikle karıştırmamak. Bence, kadın ve erkekler anne, baba olabilmeleri için çok ciddi ve derin bir psikolojik eğitimden ve sınavdan geçmeliler, 'ebeveyn ehliyeti' olmadan çocuk doğurmamalılar. Kız çocukları kadar erkek çocukların da tecavüz yaşadıklarının bilincindeyiz. Ve sadece kadın-erkek el ele kafa kafaya vererek, çözümler getirebileceğimize inanıyorum. 'Tecavüz'ü başka bir hastalığın semptomu olarak görüyorum ve bu hastalığı her insan içinde taşıyor. Her insan potansiyel bir zorbadır. Ama bu negatif enerji birikiminin bilincine hepimiz varabiliriz ve onu pozitif bir etkinliğe dönüştürmek yine hepimizin elinde. Onun için susmayalım ve içimizdeki çocuğun sesini dinleyelim. 'Ben de şiddete karşıyım, ama tek başına hiçbir şey yapamam' diye çaresizliklerini dile getiren yüzbinlerce insan var. Bu insanları birbirleriyle buluşmaya davet ediyorum. 'Beni Kuma Yaz' oyunu atılması gereken birçok adımdan sadece bir tanesi ve insan olmanın yolu daha çok çok uzun."

a

Beni K u m a Yaz

Ensest'i tiyatroda ele almamın nedeni, tecavüzü yaşayan ve bu konuda konuşamayan insanlara seslenebilmek; 'Tecavüzü bir tek sen yaşamadın ve...' Suskunluğun ve umursamazlığın yeni tecavüzlere ortam yaratmasının yanı sıra, tecavüzü yaşayanların yaşadıkları ile yalnız kalmaları ve tek başına aşamadıkları bunalımlar sonucu intihara yönelmeleri, beni, her gün toplumsal yapımızı, etik değerlerimizi sorgulamaya itiyor. İnsanlığın en hassas ve en önemli zinciri olan çocuk aile içinde bile korunamıyorsa, bu konu duyarlı bir şekilde konuşulmalı, irdelenmeli ve şiddetin nedenleri bulunmalı. Bir insanın en doğal hakkı; 'ben istemeden bana dokunamazsın', eğitimimizin

Kaybolma Yazan-Yöneten-Oynayanlar: Nesrin Kazankaya, Mahir Günşiray, Özden Ç i f t ç i , Ayşe Lebriz Günşiray Devlet Tiyatrosu sanatçılarının bir inisiyatif proje olarak hazırladıkları kaybolma uzun bir doğaçlama sürecinde oluşturulmuş. Oyun bir kaybolma olayını eksen alarak; insanın en temel haklarından biri olan, varolma, birey ve vatandaş olarak toplum içinde yer alma hakkının elinden alındığı baskı yöntemleriyle çiğnendiği bir duruma; çeşitli açılardan bakmaya çalışmakta. Bireyin varolma hakkının ülke yönetimleri ve siyasal erk tarafından korunacağı güvencesi ya da varsayımının kuşkulu bir görünüme dönüştüğü ülkelerde; bir kayıp vakası, kaybolan kişinin aranması sürecinde pek çok başka "kaybolma"lar yaratabilmektedir. Kimliklerin, düşüncelerin, yaşamların parçalanıp, kaybolması gibi. Bireyin neredeyse sistemli bir biçimde parçalanmaya itilmesi gibi. Oyunda kullanılan, "kaybolma/kaybettirilme" olgusunun ardından, arama sürecinde kişinin tekrar tekrar

Kaybolma" • İstanbul D.T. sanatçılarının grup inisiyatifi olarak sahneledikleri oyun


Devlet

Kanlı Nigar • Trabzon Devlet Tiyatrosu

Tiyatrosu

Y a z a n : Sadık Şendil Y ö n e t e n : Doğan Yağcı O y n a y a n l a r : A. Gündüz, H. Ayan, M. Turan, A. Erkut, M. Eronat, İ. Türkay, S. Şenöz, C. Uçucu Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun Şubat ayında sahnelemeye başladığı yeni oyun "Kanlı Nigar" ile ilgili olarak yönetmen yardımcısı Meriç Eronat şunları söylüyor: 'Kanlı Nigar' Geleneksel Türk Tiyatrosu'nun ve bu tiyatronun metin, biçim, üslup gibi öğelerinin en iyi şekil aldığı örneklerden biridir. Oyun bütün bir tiyatro geleneğini, meddahını, ortaoyununu, Karagöz'ü ve hatta kukla geleneğini de içinde barındırır. 'Kanlı Nigar' ilk olarak 18. ve 19. yüzyıl Karagöz metinlerinde karşımıza çıkar. Ancak günümüzdeki şeklini yazar Sadık Şendil'in usta kaleminde kazanmıştır. Sadık Şendil göstermeci üslupta yazdığı bu oyunla adeta bildiğimiz, sevdiğimiz en önemlisi bizim kültürümüzün içinden gelen tüm

pe

'Kaybolma" oyunu, bir inisiyatif proje ve gösteridir. 5 Mart 1995 tarihinden itibaren, İstanbul Sanat Merkezi'nde, Pazar günleri 15.00 ve 18.30 olmak üzere, sezon sonuna dek haftada iki temsil verecektir.

Kanlı Nigar

Trabzon

türlerin şenlikli bir geçidini yapmış ve bir kültür mirasının günümüze kadar taşınmasındaki önemli bir misyonu üstlenmiştir. oyun ilk perde 8, ikinci perde 18 olmak üzere toplam 28 meclisten bir başka deyişle 'episod'dan oluşmaktadır. Gerçekle fantazinin zaman zaman yer değiştirdiği bir anlatım aracılığı ve çok iyi çizilmiş karikatürize tiplerin yardımı ile değişmeyen toplum yapısına geçmişten günümüze ironik bir bakış açısıyla yaklaşılmış ve sonuçta ortaya bizim olan şenlikli şadumanlı, eğlenceli bir oyun çıkmış. 'Kanlı Nigar'ın konusu kısaca şöyle: Geçimini para karşılığı fuhuşla sağlayan bir patroniçenin, yani Kanlı Nigar'ın eksenindeki komik ama yer yer hüzünlü olaylar dizisi. Tüm bu olaylara yer yer boğazımıza takılan kahkahalar ile bakarken, öte yandan insan ve toplum hayatındaki değişmezliğin burukluğu ile düşünürüz. Sonuç geleneğimizde hep yeri olan beklenen sonuçtur. Yani mutlu son. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine."

cy a

kaybolması, giderek hastalık sınırlarında dolaşan kimlik parçalanmasını yaşaması; insanlık uçlarının toplumdaki ansımasının ne denli tehlikeli boyutlara ulaşabileceğine dikkat ekmektedir. Günümüzde ülke sınırlarını ortadan kaldıran insanlık suçları öylesine yoğun bir şekilde sürüp gitmektedir ki; kanıksama, alışma gibi bir tehlike öz konusudur. Faili meçhul, kimliği meçhul cesetlerin, gazetelerin üçüncü, beşinci sayfalarında yer aldığı, gündem maddesi bile oluşturamadığı gerçekliği oyunun çıkış noktasıdır. "Kaybolma" oyunu, bu ve benzeri oyunların yaşandığı dünya ilkelerinden birinde geçmektedir. Oyun metni ve oynanış biçimi, gerçekçi tiyatro sınırları dışında arayışları içermektedir. Özellikle 'Kafkaesk" bir anlatım biçimi hedeflenmiş ve yaratılmaya çalışılmıştır.

İkinci Nöbetçinin

Sıkıntıları İstanbul

Şehir

Tiyatroları

Y a z a n : Orhan Güner Y ö n e t e n : A r i f Akkaya O y n a y a n l a r Naşit Özcan, Hümay Güldağ, Yavuz Şeker "İkinci Nöbetçinin Sıkıntıları", mart ayından itibaren Harbiye Cep Tiyatrosu'nda salı günleri "Peynirli Yumurta ve "Açık Evlilik" ile dönüşümlü olarak sahnelenecek. Oyun, canı sıkılan, bir şey yapmayan, hiçbir şeye başlayamayan birini anlatıyor. Hızıyla başımızı döndüren bir çağda, kocaman bir metropolde yaşayan 'yalnızlar ordusu'ndan birini, belki de hepimizi... Sıkıntıyı


Akide Şekeri Bursa

Devlet

a

tanımlamadan yola çıkılırsa çıkılsın halk tiyatrosu canlı, diri ve seyircisiyle bütünleşen bir tiyatrodur. Aslında bu özellikler tiyatronun kendi varoluş nedenlerinden farklı değildir. Bu yüzden de halk tiyatrosunu seçkinci tiyatronun dışında, özellikle de aşağısında görmemek gerekir. Seçkinci tiyatronun da Dünya Tiyatro Tarihi boyunca hep halk tiyatrosundan fışkırdığı ve güç aldığı bilinmektedir... Alışageldiğimiz kalıpların dışında, seyirciyle iletişim kurma esasına dayak bir estetik yakalamak mümkün değil midir? Bu sorunun cevabı araştırılmaya başlandığında sanat kendi kaygılarıyla birlikte yaşamın içine dolma zorunluluğuyla karşı karşıya kalacaktır. İşte bilinmez olan, riskli ve tehlikeli olan da budur. Burada gündelik yaşamın şiiri, halk zekasının ayları ve fantastik yanı keşfedilecektir... İşte tiyatro yaşamın içine dalarsa kendini ilgilendiren pek çok konunun orada resmedildiğini, dile getirildiğini görecektir. Üstelik bu dil sahne ile seyircinin iletişimini yeni ve farklı bir sanatsal temele oturtmasını sağlayacak bir dildir. İşte "Akide Şekeri" bu konuda ilk deneme denebilecek türden bir girişimdir. Öncekide halk tiyatrosu geleneğinde hep olageldiği gibi çok kısa bir süre içinde kotarılmıştır. İkinci olarak provalar süresince tüm ekibin oyunun her alanına katılımıyla gerçekleşmiştir. Ayrıca oyunda görev alan ekibe bu işin zorluklarını tattırırken, (çünkü pek çok alışkanlıklarımızdan vazgeçmek zorundayız bu çabada) ekip çalışmasının keyfini de fark ettirmiştir. Özellikle de oyunculukta, seyircinin farkında olmanın ötesinde rolün her kıvrımına onu da ortak etme çabası en riskli ve en tehlikeli olan noktadır... Brecht 'tiyatro için bugüne kadar bulabildiğimiz en soylu işlev eğlendirmektir' diyor ve ekliyor 'tiyatronun verebileceği karmaşık ve yalın hazlar vardır. Ancak tiyatro haz verme alanında özgür bırakılmak ister. İster yalın, ister karmaşık olsun

cy

anlatan, ama asla sıkıcı olmayan, zeldce esprilerle bezenmiş, absürd ve 'genç' bir oyun "İkinci Nöbetçinin Sıkıntıları." Nöbetçinin sıkıntıları, bir tiyatro sahnesinde tam da "Hamlet" sahnelenirken alevlenir. Oyunda, Danimarka Krallığı'nın şatosunda sur nöbeti tutmakta olan 2. nöbetçi rolündedir. Ama bu eziyet dolu oyundan bıkmıştır artık. Rolünü terk eder ve sahneden çıkar... Bir oyun yazmayı düşlemektedir. "Birini anlatmak istiyorum" der. "Canı sıkılan, bir şey yapmayan... hiçbir şeye başlayamayan birini... Biri var... Etrafı kalabalık... Hem de çok kalabalık... Her gün yüzlerce insanla beraber ama geceleri yatağa girdiğinde bir yığın pişmanlık, iç sıkınası... yarın yine aynı hataları tekrar etmeyeyim diye sözler verir kendine. Ama çevresinde görünmez bir nükleer bulut kümesi gibi dolaşan can sıkıntısı..."

Tiyatrosu

pe

Y a z a n : Ali Meriç Y ö n e t e n : Metin Balay Sahne-Giysi T a s a r ı m ı : Mücahit Özel Dans D ü z e n i : Tufan Kayamaz Işık T a s a r ı m ı : Namık Demiryakanoğlu O y n a y a n l a r : S. Gürata, A. Meriç, M. Güler, C. Bıyıklı, S. Seçkin, C. Büyükışık, E.Gülver, N. Uğur, P. Saner, G. Tolga, E. Sarman, M. Savaş, K. Polat, A. Özmol

Bursa Devlet Tiyatrosu AVP Sahnesi'nde sahnelenmeye başlayan "Akide Şekeri" ile ilgili olarak oyunun yönetmeni Metin Balay'ın yaptığı yorum şöyle: "Halk tiyatrosu , ülkemizde en çok tartışılmış konulardan biridir. Kimine göre halk tiyatrosu halkın sorunlarını dile getiren tiyatrodur, kimine göre seyircisi, kimine göre de oyuncusu halk olan tiyatrodur. Hangi

seyircisine haz verebildiği sürece tiyatronun başka bir tanımlamaya ihtiyacı yoktur.' Bu ilk çalışmada bizler olabildiğince yalın hazlar tattırmayı amaçladık size. Bu haz 'Akide Şekeri'nin eski, basit ama her zaman hoşumuza giden tadı olsun istedik..."

Nereye Kadar Tiyatro İstanbul Y a z a n : C. P. Taylor Y ö n e t e n : Hakan Altıner Sahne T a s a r ı m ı : Atıf Yalkut Giysi T a s a r ı m ı : Aydan Yay M ü z i k D i r e k t ö r ü : Serdar Yalçın O y n a y a n l a r : Cüneyt Türel, Haluk Kurdoğlu, Tomris Oğuzalp, Zerrin Sümer, Aslı Öyken, Hazım Körmükçü, Alp Öyken Nazizmin tırmanış döneminde geçen oyunun başkişisi, edebiyat profesörü Johann Halder, kafasıyla ve gönlüyle toplumsal ve ahlâki bakımdan 'doğru' ve 'iyi' olana sıkı sıkıya bağlı bir bilim adamıdır. Oyunda Halder'in; gündelik bireysel çıkarlarının peşinde, başlangıçta kendisine zararsız görünen bir işbirlikçinin çarkına kapılması ve o çarkın dişlileri arasında adım adım tüm değerlerini yitirmesi anlatılıyor. Oyunda esas olarak çok temel bir ahlak sorunu irdeleniyor: "İyi nedir?" ve soyut olarak 'iyi' bir amaç adına yola çıkan bir 'iyi' niyetli, işbirlikçilik süreci içinde ne kadar yıpranabilir ve alçalabilir? Yüce amaçlar, kör bir benliğin güdümüne girdiğinde, nasıl bir uçuruma sürüklenebilir? Profesör Halder, yaşlı ve düşkün annesinden, pasaklı ve sünepe eşinden kurtularak, genç ve güzel sevgilisiyle birlikte kendine yeni bir hayat kurarken, en yakın arkadaşını, bütün erdemlerini ve sonunda kişiliğini feda eder. Bir edebiyat profesöründen, bir aydından, bir SS subayı yaratan bu trajik çatışmalar silsilesi, insanlık değerlerinin tehdit edildiği tarihsel dönemlere gönderme yapan evrensel karakteriyle bir ibret tablosu oluşturuyor.


cy a

pe


pe cy a


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.