1995_48_7254

Page 1


a

pe cy


İÇİNDEKİLER E d i t ö r d e n ( 5 ) • Dikmen Gürün Uçarer

T i y a t r o Dünyasından H a b e r l e r (6-8) İ N C E L E M E : Tiyatromuz, Melih Cevdet Anday'ın Oyunlarını Değerlendirmelidir (10-11) • Ayşegül Yüksel D O S Y A : Çocuk Tiyatrosu Ç o c u k T İ y a t r o s u mu Dediniz? (12) • Esen Çamurdan Ç o c u k T i y a t r o s u n d a "Ruh Ü ş ü m e s i " (14-16) • Ümit Denizer E ğ i t i m d e T i y a t r o (I8-20) • Zehra İpşiroğlu E ğ i t i m d e T i y a t r o Ü z e r i n e Bir Proje (22-24) • Fakiye Özsoysal Çavuş 60 Yıllık Sevgi (26-27) • Neşe Erçetin K ü l t ü r Bakanlığı ve Ç o c u k T i y a t r o s u (28-30) • Yaşar Zongur ELEŞTİRİ:

Çıtırköy

(31-32) • Hülya Nutku

E L E Ş T İ R İ : Birlikte O y n a y a l ı m (33-34) • Semra Özden Ekşioğlu D E R L E M E : Düş ve Gerçek/Kadın T i y a t r o s u (35-38) • Emre Koyuncuoğlu

a

E L E Ş T İ R İ : Ölümsüz ( m ü ? ) (40-41) • Erkan Ergin

cy

S Ö Y L E Ş İ : T i y a t r a l M e k â n ve Çağdaş T i y a t r o (40-48) • Emre Koyuncuoğlu E L E Ş T İ R İ : N a f i l e D ü n y a (50-51) • Semra Özden Ekşioğlu S Ö Y L E Ş İ : L a l e O r a l o ğ l u (52-53) • Ayşe Nalan Özübek

İ Z L E N İ M L E R : W e i m a r Ulusal T i y a t r o s u ( I I ) (54-55) • Hasibe Kalkan

pe

Nisan'da P e r d e Diyenler: (56-64) • Sevil Kuvan

Tiyatro... s

a

y

Tiyatro... ı

*

Dergisi

k ı r k

s

a y d a e

k

i

z

S a h i b i : T i y a t r o Yapım Yayıncılık L t d . Şti. adına E n i s B a k ı ş k a n İşleri Müdürü:

Mustafa

Demirkanlı

Yayın

Koordinatörü:

b

Emre

i

r K

ı

y

a

y

ı

m

r

k

b

i

n

l

a

n

ı

r

l

i

r

a

G e n e l Yayın Y ö n e t m e n i : D i k m e n G ü r ü n U ç a r e r • S o r u m l u Yazı Koyuncuoğlu

Yayın

Sekreteri:

Sevil

Kuvan

Katkıda

B u l u n a n l a r : Esen Ç a m u r d a n , Fakiye Özsoysal Çavuş, Ü m i t D e n i z e r , N e ş ' e E r ç e t i n , Erkan Ergin, Z e h r a İ p ş i r o ğ l u , H a s i b e Kalkan, H ü l y a N u t k u , Semra E k ş i o ğ l u Ö z d e n , A y ş e N a l â n

Özübek,

Ş a n l ı e r • Hukuk Danışmanı: F i k r e t İ l k i z

*

Hazırlık: T i y a t r o Y a p ı m

A y ş e g ü l Yüksel, Yaşar Z o n g u r • Kapak: Y e ş i m D e m i r • T e k n i k Y ö n e t m e n : S i n a n

Dizgi: E r k u t A r ı b u r n u

Abone: N u r a y A v ş a r • Dağıtım: A h m e t E r g i n

• Ofset

• Baskı: M Ü - K A M a t b a a s ı • T i y a t r o Yapım Yayıncılık Tıc. v e San. L t d . Şti.: H a y r i y e C a d . Ç o r l u A p . 3/10

8 0 0 6 0 G a l a t a s a r a y - İ s t a n b u l T e l : ( 2 12) 243 3 5 3 3 - 2 9 3 7 2 , 7 7 Fax: ( 2 1 2 ) 2 5 2 9 4 A b o n e B e d e l i : 50 DM P o s t a Ç e k i H e s a p N o :

T i y a t r o Yapım 655 248

14

Y ı l l ı k A b o n e B e d e l i : 4 0 0 . 0 0 0 . - TL.

B a n k a H e s a p N o : T.lş B a n k a s ı - C i h a n g ı r Şb.

Yurtdışı

197 245

Tiyatro Tiyatro


cy a

pe


EDİTÖRDEN Dikmen Gürün Uçarer

pe

cy a

T i y a t r o sezonu yavaş yavaş kapanmak üzere. Nisan'la b i r l i k t e yeni oyun ç ı k a r t m a hazırlıkları y e r l e r i n i t u r n e p r o g r a m l a r ı n a bırakmakta. Eskiden Ekim geldi mi t ü m t i y a t r o l a r p e r d e l e r i n i a ç a r l a r d ı , ş i m d i l e r d e ise maddi s o r u n l a r özel t i y a t r o l a r ı n bu coşkusunu engelleyen başlıca e t k e n l e r d e n . A r a l ı k ve O c a k aylarında h a r e k e t l e n e n t i y a t r o yaşamı ( ö d e n e k l i t i y a t r o l a r ı saymıyorum) Nisan'da z o r u n l u olarak yavaşlıyor. A m a , N i san'ın bir özelliği, ç o c u k l a r ı n t i y a t r o alanında da daha sık anılır olması, o n l a r için özel t i y a t r o ş e n l i k l e r i d ü z e n l e n m e s i . Aslında, " Ç o c u k T i y a t r o s u " dosyası g ü n d e m i m i z i n başında yer alan, ü z e r i n d e t i t i z l i k l e d u r d u ğ u m u z bir k o n u y d u , ama galiba bizler de Nisan ayı ile ç o c u k l a r ı ö z d e ş l e ş t i r d i k ki k e n ­ dimizi bu ö n e m l i dosyamızın içinde bu ay b u l u v e r d i k . A m a c ı ­ mız ç o c u k t i y a t r o s u üstüne uzun süreli eğilmek. Bu dosyayı s ü r d ü r e b i l d i ğ i m i z c e s ü r d ü r m e k , ö n e r i l e r l e , e l e ş t i r i l e r l e bes­ lemek, kısacası; tartışmaya açmak. T ü r k i y e ' d e ç o c u k t i y a t r o ­ sunun k o n u m u nedir? Ç o c u k t i y a t r o s u n e r e d e n nereye gel­ miştir? H e r alanda yaşanan yozlaşmanın ç o c u k t i y a t r o s u ü s t ü n d e k i e t k i l e r i nelerdir? Ç o c u k t i y a t r o s u üstüne yapılan araştırmalar ( ö r n e ğ i n İ.Ü. Edebiyat Fakültesi T i y a t r o B ö l ü m ü D r a m a t u r g i ve T i y a t r o Eleştirmenliği asistanlarının başlattık­ ları çalışmalardan bir b ö l ü m ü bu sayıda okuyacaksınız), ç o ­ cuk p s i k o l o j i s i ve t i y a t r o arasında k u r u l a n k ö p r ü l e r , y ö n e ­ t i m l e r i n ç o c u k t i y a t r o s u n a bakışını sorgulayan yazılar ve o k u l l a r için yapılan t i y a t r o l a r a y ö n e l i k i n c e l e m e l e r "dosya"mızın b o y u t l a r ı n ı genişletecektir... Yazılarınızı b e k l i y o r u z . Bu k o n u n u n üzerine hep b i r l i k t e eğilmek yarının genç seyir­ c i l e r i n i o l u ş t u r m a k açısından da o r t a k bir s o r u m l u l u k sayıl­ maz mı?

Tiyatro Tiyatro 5


London Mozart Players

Sadri Alışık'ı Yitirdik Türk Sineması'nın unutulmazları arasın­ da yerini alan Sadri Alışık'ı 18 Mart cu­ martesi günü yitirdik. Tiyatroyla gerçek anlamda İstanbul Lisesi'nde okurken, Cağaloğlu'ndaki Halkevi'nde tanıştı. Devlet Konservatuarını ka­ zanıp Ankara'ya gitmesine rağmen miyop olduğu gerekçesi ile geri gönderildi. 1942 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi. İlk profesyonelliği 1943 yılın­ da Raşıt Rıza Tiyatrosu ile gerçekleşen Sadrı Alışık daha sonra birçok oyunda da rol almıştır.

İngiliz Union Dans Topluluğu

cy

Sadri Alışık'ın, 1961 yılında Lale Oraloğlu Tiyatrosu'nda rol aldığı "Uyuyan Prens" oyunundaki bir fotoğrafını iç say­ falarımızda bulacaksınız. 1945 yılında, yönetmenliğini Fa­ ruk Kenç'in yaptığı "Günahsızlar" ile sinemayla tanışan aktörün, son aldığı ödül "Yengeç Sepeti" filmindeki rolüyle Altın Portakal "En İyi Erkek Oyuncu" ödülüdür.

British Council, London mMozart Pla­ yers Topluluğu'nu Howard Griffiths yö­ netiminde konserler vermek üzere Nisan ayında Türkiye'ye getiriyor. London M o ­ zart Players'ın hamisi olan Prens Edward da orkestrayla beraber İstanbul'u ziyaret edecek. Toluluğun turne programı şöyle: 31 Mart 19.00 Bursa Büyükşehir Beledi­ yesi Tayyare Merkezi 2 Nisan 19.30 İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu 3 Nisan 20.30 İzmir Devlet Tiyatrosu, Konak Sahnesi 5 Nisan 20.30 Anakara Müzik Festivali, MEB Şura Salonu 7 Nisan 20.30 Mersin Kültür Merkezi 9 Nisan 21.00 Antalya Sheraton Voyager Balo Salonu.

a

HABERLER

pe

British Council, İngiliz Union Dans Topluluğu'nu Nisan ayı or­ talarında Türkiye'ye getirecek. 12 ve 13 Nisan tarihlerinde Ankara Müzik Festivali çerçevesinde. 1 ve 17 Nisan tarihlerinde de İs­ tanbul Devlet Tiyatroları Taksim Sahnesi'nde yer alacak olan bu çağdaş dans topluluğu "İngiliz Orman Dansları", "Feshedilmiş Bir Düğüm", "Kırmızı, Mavi ve Toprak Rengi" adlı oyunlarıyla iki hafta boyunca Türkiye'nin di­ ğer şehirlerinde de temsiller vere­ cekler. Topluluk 1984 yılında, çok kültürlü çağdaş İngiliz toplu­ muna meydan okuyan, kolay an­ laşılabilen bir dans şeklini tanıt­ mak ve yaymak amacıyla kurul­ muş. Topluluk global kültürel ge­ lenek ve felsefelerin güçlü etkisi altında­ dır ve Avrupa ana çizgi dans gelenekleri­ nin dışında kaynaklardan yenilikçi çalışmalar sunmaya çalışıyor. Dünyalı sanatseverlere Türkiye'de yeni bir tadı daha sunuyor British Council.

6 Tiyatro Tiyatro

Oyuncuları Derneği, Film Yönetmenleri Derneği, Fotoğraf Sanatı Derneği, Görsel Sanatlar Vakfı, Güzel Sanatlar Birliği Re­ sim Derneği, Karikatürcüler Derneği, Re­ sim ve Heykel Müzeleri Derneği, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı, Pen yazarlar Derneği, Türkiye Ya­ zarlar Sendikası ve Uluslararası Plastik Sanatlar Demeği'nden oluşan yürütme kurulu Tüm sanatçı örgütlerine çağrıda bulunarak sanatçılar kurultayına katılım sağlamaya çalışıyor. Yaklaşık 40 sanatçı örgütüne yapılan çağrılardan olumlu ya­ nıt alan yürütme kurulu çalışmalarını ta­ mamlamak üzere. "Sanatta Özerk Yapılanma ve Yaratma Öz­ gürlüğü" başlığını taşıyan sanatçılar ku­ rultayında bildiriler 3 alt başlıkta tartış­ maya açılacak. 1- Devlet - Yerel yönetim­ lerde sanatta özerk yapı­ lanma, 2- Sanatta sivil yapılanma , 3- Yaratma özgürlüğü. Yürütme Kurulu adına organizasyonunun so­ rumluluğunu üstlenen UPSD, kurultayın amacı­ nı şöyle açıklıyor: "Sa­ nat ortamının iyileştiril­ mesi yönünde başlatılan sanatçı hakları, devlet ve yerel yönetimlerde santta özerk yapılanma ve özellikle sanata, sanatçı­ ya, sanat ortamına yöne­ lik girişimler konusunda bütün sanatçı örgütleri ile görüş, dayanışma alışverişine, güç birliği­ ne girmektedir." 27 Mart'ta yapılacak sa­ natçılar kurultayı, yerel yönetimlerin birinci yılı­ na ve Dünya Tiyatro Güü'ne rastlıyor.

İp Canbazı Denklemi Sanatçılar Kurultayı'nda Son Hazırlıklar "Sanatta Özerk Yapılanma ve Özgürlüğü" başlıklı Sanatçılar 27-28 Mart 1995 tarihlerinde AKM'de yapılacak. Çağdaş

Yaratma Kurultayı İstanbul Sinema

Tiyatro çalışmalarını Fransa'da sürdüren Mehmet Ulusoy, Aimee Cesire'in "Equateur Funambule" (ip Canbazı Denklemi) adlı oyunu Paris'te Theatre Liberte'de sahneliyor. Cesaire'in "Sömürgecilik Üzerine Söyleşiler" ve "Doğduğum Ülkeye Bir Dönüşün Notları"


pe cy a

adlı kitaplarından yola çıkarak Mehmet taşıyacak olan bu kitap projesinin de bir anlamda çekirdeğini oluşturdu. Sergile­ Ulusoy ve Romain Piana'nın sahneye nenlerin yanı sıra, orada yer almamış çok uyarladığı oyunda; Sylviane Eneleda, sayıda fotoğrafı bir araya getirmeyi Magalie Montoya, Fatoş Sezer Ulusoy, amaçlayan ve yaklaşık iki yüz sayfa olLaurent Gauthier ve Micheael Moreau rol ması öngörülen bu kitap, fotoğraf sana­ alıyor. tıyla caz müziğinin "halet-i ruhiye"sinin Aimee Cesaire 80. yaşını kutlama etkin­ buluşacağı bir sanat kitabı. Öte yandan, likleri kapsamında yazarın yapıtlarından hemen hemen bütün fotoğrafların İstan­ uyarlanan filmler gösterilecek, oyunlar bul'da ve canlı performans sırasında ger­ sahnelenecek. Özgürlük Tiyatrosu, Gü­ çekleştirilmeleri açısından, bu çalışma ney Afrika'da Nelson Mandela ve Aimee bir kentin özel caz serüveninin de tanığı Cesaire'ın katılımıyla başlayacak geniş olacak. çaplı etkinliklerde "Equateur Funambule" adlı oyunu sahneleyecek daha sonra Vi­ Boş Koltuk etnam ve Amerika'yı da içeren dünya tur­ Mask-Kara Sanat Atölyesi'nin her salı nesini sürdürecek. 19.30'da Muammer Karaca Tiyatrosu'nda Mehmet Ulusoy bu projede, "Sömürgeci­ sergiledikleri "Bir Anarşistin Kaza Sonu­ lik Üzerine Söyleşiler" adlı metni eksen cu Ölümü" içerik olarak burjuvaalarak Cesaire'in diğer yapıtlarıyla birlik­ te lirizm, politika ve şiiri gündeme getiri­ kapitalist düzenin toplum üzerindeki bas­ kısını, skandalların gerçek yüzünü, siya­ yor ve bu sorunun üzerine gidiyor. Oyun­ sal terör ve resmi işkenceyi grotesk halk da Cesaire'ın sözleri, humoru, gücü ve fantezisi, kırılganlık ve sadelikle birleşti­ güldürüsü biçiminde seyirciye yansıtı­ yor. riliyor. "Equateur Funambuie"un müziği de bu amaca hizmet ediyor. Afrika ritim- Oyunun içeriğiyle de ilgili olarak Maskleriyle evrensel ritimlerin karıştığı müzik, Kara Sanat Atölyesi'nin, düşünce suçun­ bir yayılmayı, birleşmeyi çağrıştırmayı dan dolayı hapishanede bulunan aydınla­ amaçlıyor. ra yönelik olarak başlattığı Boş Koltuk Eylemi, 29 Ocak 1995 günü tahliye olan Münir Ceylan'ın ileriki günler için boş Caz Fotoğrafları bırakılan koltuğuna oturarak "Bir Anar­ Fotoğraf sanatçısı Levent Öget'in "Caz şistin Kaza Sonucu Ölümü"nü 21 ŞuFotoğrafları" adlı kitabı Mart ayı içinde bat'ta Karaca Tiyatrosu'nda seyretmesiyle yayımlanıyor. 1. Uluslararası İstanbul işlerlik kazandı. Caz Festivali bünyesinde, 10-25 Tem­ Mask-Kara Sanat Atölyesi, 8 Mart'ta muz 1994 tarihleri arasında, The Marma­ Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Bakır­ ra Oteli Sergi Salonu'nda, Levent Öget'in köy Yeni Mahalle Doğum Hastanesi'nde açtığı "Caz Fotoğrafları" sergisi, aynı adı "Şiirlerde Kadınlar" çalışması; Ramazan Bayramı'nın üçüncü günü "Her Çocuk Bir Bayram" sloganı altında Eyüp Çocuk Esirgeme Kurumu'nda yaptığı gösteriler ile sürekli kılmaya çalıştığı eylemliğini Türkiye'nin her köşesine taşımaya kararlı görünüyor. 9 Mart'ta Edirneli tiyatroseverlerle buluşan Mask-Kara Sanat Atöl­ yesi, Edirne Halk Eğitim Merkezi'nde "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü" ve Edir­ ne Huzur Evi'nde Çehov'un "Bir Evlenme Teklifi" adlı oyunlarını sahneledi.

'Halk Tiyatrosu' Dergisi Çıktı

Ünver Oral yönetiminde yayınlanan, ilk sayısı geçtiğimiz ay çıkan "Halk Tiyatro­ su" dergisi konusunun ilk ve tek dergisi olma özelliğini taşıyor. Derginin ilk sayısında Prof. Dr. Metin

And, Melih Cevdet Anday, Prof. Dr. İsmayil Hakkı Baltacıoğlu, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Refiî Cevat Ulunay, Prof. Dr. Şükrü Elçin, Ahmet Kabaklı, Aziz Nesin, Hulusi Kentmen, Ünver Oral, Tuncay Tanboğa'nın yazı, şiir ve anılarına yer ve­ ren dergi, geleneksel Türk Tiyatrosu'nun korunmasını, bilgilerin derli toplu hale getirilmesini hedefliyor. Dergiyle ilgili bilgi için: PK 4 Üsküdar İstanbul. Tel.: (0 216) 323 15 49

İzmir Devlet Tiyatrosu'nda Müzik ve Çocuk Oyunları Şenliği İzmir Devlet Tiyatrosu, 27 Mart Dünya Ti­ yatro Günü nedeniyle düzenlediği "Müzik ve Çocuk Oyunları Şenliği" çerçevesinde bu sezon oynadıkları çocuk oyunları "Musluk", "Şarkıcı" ve "Çıtırköy"ü bir kez daha İzmirli çocukların beğenisine sun­ du. Nisan ayında başlayacak olan "Mavi Masal" ile bir sezonda 4 çocuk oyunu sahneleyerek çocuk tiyatrosuna karşı olan duyarlılığını gösteren İzmir Devlet Tiyatrosu bu şenliği Çocuk Korosu ile de destekledi, İzmir Devlet Tiyatrosu Müdü­ rü Cengiz Yılmaz büyüklere yazdığı mek­ tupta şunları söylüyor: "Gelecekte bir sa­ natçı olmasa da hiç kuşkunuz olmasın ki çocuğunuz en önemli sanat olan 'Yaşama Sanatı'nı insan olmanın onuruyla ve sa­ natın taçlandırılmasıyla başaracaktır. İşte o gün çocuğunuz için sanat, bir 'boş za­ man' geçirme aracı değil, yaşamsal bir gereksinim olacaktır. Değerli büyük, kuşkusuz çocuğunuzu çok seviyorsunuz. Beslenmesi, barınması, gi­ yinmesi için büyük özverilerde bulunu­ yor, çabalıyorsunuz. Peki ya kültürlenmesi, düşüncelerinin zenginleşmesi, duyar­ lıklarının sağlanması için neler yapıyor­ sunuz? Biz size tiyatroyu, çocuk tiyatrosunu öne­ riyoruz. Çünkü oyun kavramının çocuk için taşıdığı önemi biliyoruz. Tiyatronun düşünselliğinden elde edecekleri ipuçları ile yaşamın içinde daha mutlu daha gü­ venli, daha bilinçli olmayı daha kolay ba­ şaracaklarına inanıyoruz... İzmir Devlet Tiyatrosu olarak, çocuk oyunlarına verdiğimiz önemin, gösterdi­ ğimiz özenin altında işte bu düşünceler ve bilimsel veriler yatmaktadır... İzmir Devlet Tiyatrosu, bu düşüncelerini, gide­ rek artacak ve yaygınlaşacak çocuk oyunTiyatroTiyatro 7


larında somutlamaya çalışmaktadır. Siz­ leri bizi paylaşmaya çağırıyoruz. "

İsmail Dümbüllü Ödülü Geleneksel "İsmail Dümbüllü Ödülü" De­ met Akbağ'a verildi. İsmail Dümbüllü Ödülü'nün 15.'sini kazanan Demet Akbağ, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde Altunizade/Capitol'deki Müjdat Gezen Gençlik ve Çocuk Tiyatrosu'nda düzenle­ nen bir törenle ödülünü aldı.

Sokak Kedileri

30 Nisan: Terör Şiddet ve Toplum (Canan Arın, Toktamış Ateş, Oral Çalışlar, Pakize Ceylan) Özellikle genç kuşakla buluşmaya yönelik bu sohbetler ücretsiz olarak izlenebilir.

Radyomega'da "Her Şeye Rağmen Perde..."

27 Mart Dünya Tiyatro Günü kutlamaları nedeniyle Radyomega "Her Şeye Rağ­ men Perde..." sloganıyla dinleyicilerini ücretsiz olarak tiyatroya gönderdi. Kampanya çerçeve­ sinde 24-25-26-2728 Mart tarihlerinde Tiyatro Ti, Çağdaş Repertuar Tiyatrosu, Tiyatrofil ve MaskKara Sanat Atölyesi'nin oyunlarına Radyomega dinleyici­ lerini ücretsiz olarak görderdi.

pe cy

Samsun Belediyesi Oda Tiyatrosu 15. Yılını Kutluyor

sahneye çıkacaklar. 8 kişilik ekip, 13-20 yaşlan arasındaki gençlerden oluşuyor.

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun Birim Tiyatro'da düzenlemeyi sürdürdüğü "Pazar Sohbetleri" dizisi ilginç konularla devam ediyor. Pazar günleri 15,30'da gerçeklesen etkinliğin Nisan iyi programı şöyle 2 Nisan: İstanbul Müzikleri (Ermeni, Osmanlı, İslam, Rum, Seferad müzikleri. Açıklamalı dinleti.) 9 Nisan; İstanbul ve Kent Bilinci (İstanbul'da yaşamak İstanbullu olmak mıdır?) Cengiz Bektaş, Pınar Kür, Giovanni Scoghahillo, Gülriz Sururi 16 Nisan: Birey Olmanın Vazgeçilmez Gerekliliği (Çağdaş Yaşamda Birey Olmak)

a

Bakırköy Belediye Tiyatrosu oyuncula­ rından Cihan Bıkmaz, evsiz sokak çocuk­ larına tiyatroyu sevdirme ve tiyatro aracı­ lığıyla onları topluma kazandırma çabası içinde. Yollarda her gün gördüğümüz, belki de görmediğimiz, televizyonlardan tanıdığımız sokak çocukları ilk kez, "Ke­ loğlan" ve Cihan Bıkmaz'ın yazdığı "So­ kak Kedisi" adlı oyunlarla Nisan ayında

Pazar Sohbetleri

1980 yılında kurulan Samsun Belediyesi Oda Tiyatrosu 24. oyunları olan "72. Ko­ ğuş" ile 15. yaş gününü kutluyor. Tiyatro Bölüm Şefi Kemalettin Akgün,

"Biz dün kadar inançlıyız ve genciz. Sa­ dece ömrümüzden 15 yıl bitti. Gönlümü­ ze çok şeyler eklendi, "diyor ve hedefleri­ nin Samsun Belediyesi Şehir Tiyatrosu olduğunu belirtiyor.

Devlet Tiyatroları'nda İstifalar 11 ay önce yapılan seçimle göreve gelen İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Murat Karasu, Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürü Mehmet Ege ve Antalya Devlet Tiyatrosu Müdürü Mustafa Avkıran, Devlet fiyatromarı Genel Müdürü Bozkurt Kuruç'la ara­ larında yönetim anlayışı farklılıkları ge­ rekçesi ile istifa etmişlerdir. Tiyatro Yasası'nın çıkması ya da merkezi yönetim anlayışının terk edilmesi ve ye­ rinden yönetim anlayışının tekrar işlerlik kazanabilmesini amaçladıklarını belirten müdürler, Devlet Tiyatrosu'nun daha faz­ la yara almaması için bu kararı almak zo­ runda kaldıklarını belirtmişlerdir. Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğüne İs­ temi Betil atanmıştır.

Düzeltme ve Özür: • Dergimizin Mart'95 sayısında "Tiyatromuzda Yeni Oluşumlar ve Akla Gelen Sorular" başlıklı dosya yazısında yer alan Studio Oyuncuları adına Şahika Tekand'ın yazdığı yazıda (sayfa 42,3. paragraf) bir dizgi hatası yapılmıştır. Paragrafın doğrusu aşağıdaki şekildedir: "İşitsel ve görsel olan. düşünsel olanın hizmetine verilmeli; uygulamada dramatik olay değil dramatik olan esas alınmalı; sahnede edebiyattan tümüyle arınılmak Sözcüklerin anlamları kadar işitsel sonuçları, olup biten hareketlerin de görsel sonuçları önemsenerek, performatif olan edebi olanın önüne geçirilmeli." • Ocak'95 sayımızda yer alan "Ankara Sanat Tiyatrosu 30 Yılı Geride Bıraktı" başlıklı yazının sonundaki Gülayşe Erkoca olarak geçen imzanın doğrusu Gülayşe Erkoç'tıır. • Mart'95 sayımızda "Mart'ta Perde Diyenler" köşesinde Diyarbakır Devlet Tiyatrosunun "Sevgili Yalan" adlı oyununun adı dizgi hatasından dolayı yanlış yazılmıştır yukarıdaki şekilde düzeltir özür dileriz.


a

cy

pe


İNCELEME

Ayşegül Yüksel

Tiyatromuz,

Melih Cevdet Anday'ın

pe cy a

Oyunlarını Değerlendirmelidir 1995, kültür, yazın ve tiyatro dünyasında Melih Cevdet Anday yılıdır. Ülkemizde 1923'te Cumhuriyet'le ulaşan Aydınlanma Dönemi'nin hem öncüleri arasında yer alan hem de 60 yıl boyunca aralıksız olarak verdiği ürünlerle Aydınlanma'dan aldığı ışığı toplumuyla sürekli olarak paylaşmış olan Anday'ın 80. doğum gününü kutluyoruz. Bu kutlamanın temelinde Anday'ı onurlandırma ya da mutlu etme değil, Anday'ı doğru olarak değerlendirme çabası yatıyor. Çünkü Melih Cevdet Anday gibi bir yirminci yüzyıl aydınının bizim t o p l u m u m u z d a n çıkmış olması onu değil bizi onurlandırıyor. Anday, keskinliğini hiç mi hiç yitirmemiş çelik mavisi bakışlarında yansıyan eleştirel duyarlığıyla t o p l u m u n u n onu nasıl değerlendirdiğini gözlemliyor yalnızca. Ne yazık ki Türk Tiyatrosuna biri uyarlama on oyun armağan etmiş olan Anday'ı sahnede değerlendirmede tiyatromuzun yavaş davrandığını görüyoruz. Anday'ın en şanslı oyunları "İçerdekiler" ve " Mikado 'nun Çöpleri." 1960'lardaki ilk yapımları olağanüstü başarı kazanan bu oyunlar, daha sonraki yapımlarda iç devinimden epeyce yoksun bir yaklaşımla sergilendi. Son oyun "Ölümsüzler"de ise yeterince titiz bir sahne çalışması yapılmadığı gözleniyordu. Yine de şanslı bir oyundu "Ölümsüzler"; çünkü Anday'ın öteki oyunları profesyonel sahneye hiç çıkmadı. Hiç durmadan ülkemizde yazar yetişmediğinden yakınan tiyatrocularımızın çelişkisi... Eğer yazmış ve yayımlamış olduğu oyunların tümü sahnelenmiş olsaydı, Anday'ın tiyatro bağlamındaki üretkenliği artacaktı kuşkusuz. Oyunlar sahnelenmek için yazılır.

Anday gibi, kullandığı yazın türlerinde bir türün belirleyici özelliklerini hiçbir zaman başka bir türe kaydırmayan, yaratıcılığını yazdığı türün anlatım teknikleri üstünde yoğunlaştırmayı bilen bir yazı ustası için "oynanmayan oyunlar" üretmek akılcılıkla bağdaşmamıştır. Tiyatromuz treni kaçırmıştır kaçırmasına da, Anday'dan en az bir oyun daha kazanmak için gecikmiş değildir. Böyle bir kazanım olasılığı, 1995 yılı içinde ve ikibinli yıllar gelmeden önce Anday'ın sahnelenmemiş yapıtlarının duyarlı yapımlarla gün ışığına çıkarılmasına bağlıdır.

Anday'ın tiyatro yapıtları hiç mi hiç eskimemiştir. Ne içerik ne de biçim açısından... Anday'ın yapıtlarında yansıyan insan, bir yanıyla, bireyi mantık dışı bir yaşama yazgılayan, geleneksel değer yargılarının ve politikadaki çarpık uygulamaların kol gezdiği hoşgörüsü olmayan bir t o p l u m u n çarpık düzeni içinde kıstırılmış, bir yanıyla da gizini çözemediği ölümün engellenemezliği karşısında şaşakalmıştır. Toplumsal ve evrensel açmazların iç içe örüldüğü bir tiyatro ortamında birey için "kriz" noktası oluşturan "ara zaman" ve "ara uzam"larda yaşanan süreçler yaman bir toplumsal taşlamaya ve insanlık güldürüsüne dönüşür. Anday'ın toplumsal taşlamasının hedefi olan sorunların hiçbiri aşılmamıştır toplumumuzda. H e r biri kendi bireyselliğinin "aldanış"ı içinde olduğu için karşılıklı iletişim kuramayan toplum üyelerinin oluşturduğu kargaşada yavaşça ve sessizce batan toplum gemisini anlatan "Ölüler Konuşmak İster "in güncelliğinin geçtiği söylenebilir mi? Ya da 1940'larda yazılmış olmasına karşın -kendisini Jül Sezar'a benzetecek


kadar önemseyen- halktan k o p u k meydan politikacılarının eline kalmış demokrasimizin taşlandığı "Yılanlar", "Yarın Başka Koruda" oyununda olduğu gibi bugün de çok bilmiş ("işbilmez") O r m a n Bekçileri, 'toplumu bu hallere düşüren' ama kim ve nerede olduğu bilinmeyen Katil'i aramıyorlar mı? Sevgi ile yaşamın buluşmasını yasaklayan sahte değer yargılarının simgelendiği "Dikkat Köpek Var" levhasının artık kaldırılıp atılması gerek miyor mu? Öyleyse n e d e n izleyemiyoruz bu oyunları sahnede?

pe

cy a

Ö t e yandan Anday öncelikle "birey"i sorguluyor. Mantık dışı başkılara boyun eğdiği için; kendisini mantık dışı değer yargılarıyla tanımladığı, "aldanış "kırından kurtulup gerçekle buluşmadığı, "iletişim" kuramadığı, yalnızlaştığı için; yaşamın her cephesini cendere içine alan "Müfettişler"in sorgulamalarına karşı çıkamadığı için; kendini özgür kılamadığı için...

Biçimsel açıdan ise sahneye son derece elverişli yapıtlar, Anday'ın oyunları. "İroni"yi koyulaştırma adına alışılmışın dışında gülmece öğeleriyle bezenmiş canlı bir söyleşim düzeni içinde oluşan son derece renkli oyun kişilerinin her biri gerçekçi bir anlatımla sahneye getirilsin diye çizilmiş, içinde bulundukları durum "absürd" olabilir (başka nasıl olsun ki). Ancak, bu kişiler "saçma"yı en doğal biçimde -hepimiz gibiyaşarlar. Bu nedenle de tiyatromuzdaki "absürd" olanı "grotesk" bir anlatımla dile getirme alışkanlığı Anday tiyatrosuyla hiç bağdaşmaz. Anday'ın kişilerinin içinde bulundukları durum "grotesk" olabilir ama kendileri doğaldır. Bu nedenle de sahnede bale adımlarıyla yürüyen, şiir okur gibi konuşan, garip jestler ve mimiklerle sözüm ona "sahne dinamiği" oluşturan stilize bir oyunculuk biçemi Anday tiyatrosunun düşmanıdır. Çünkü, Anday tiyatrosunun, olaylar dizisine değil söyleşim düzenine dayalı olan iç devinimi iki boyutta yansır sahnede. "İçerdekiler" ve

"Mikado'nun Çöpleri "nde olduğu gibi söyleşim temposunun çeşidi aşamlarının matematiksel bir düzen içinde oyuncluğa yansımasıyla; "Yarın Başka Koruda", "Dikkat Köpek Var", "Ölüler Konuşmak İster", "Müfettişler" oyunlarında ise mantık dişiliğin, son derece doğal, sıcak ve renkli, son derece Türk bir oyunculuk söylemi içinde dile gelmesiyle. Bu nedenle de bu oyunlar büyük yönetmenleri, büyük oyuncuları bekliyor. İşte o zaman tadına doyum olmaz tiyatro şölenleri oluşabilir. İlk oyun, kendini Jül Sezar düzeyinde gören politikacı Rıza Yolbaşı ve uşağı Haydar'ı anlatan "Yılanlar"la, son oyun, ölümünden ikibin yıl sonra karısıyla Paris'te yaşayan gerçek Jül Sezar'ı anlatan "Ölümsüzler" ise içerdiği "fantazi" boyut ve hareketlilik nedeniyle zengin bir yapım anlayışı,

incelikli sahne/giysi/ışık/ tasarımları ve usta işi bir hareket düzeni gerektiriyor. Ve yine parlak oyuncular... Anday'ın oyunlarıyla tanışmamı sağlayan iki olağanüstü yapımın tüm ayrıntıları aradan otuz yıl geçmiş olmasına karşın belleğime kazınmış. Yıldız ve Müşfik Kenter'in yorumladığı "Mikado'nun Çöpleri" ve "İçerdekiler"in İstanbul Şehir Tiyatroları yapımı: Komiserde rahmetli Rıza Tüzün, Tutuklu'da Kamran Usluer, Kız'da Filiz Toprak... Anday tiyatrosunun duyarlığıyla ve temposuyla aynı düzeyde bütünleşebilecek sanatçılarımız çok; "Müfettişler"in ve "Dikkat Köpek Var"ın Kadın'ına Macide Tanır'ı yakıştırıyorum söz gelimi. Ayla Algan ve Erol Keskin'e bir dolu rol var Anday tiyatrosunda! Ahmet Levendoğlu'nun yönettiği bir "Mikado'nun Çöpleri" yapımında Zuhal Olcay'la Haluk Bilginer'in müthiş bir ikili oluşturacaklarını sanıyorum. Mehmet Atay'a, Meral Üner'e yeşil ışık yakan birçok rol... Ve birçoklarına... Yıldız Kenter'e, Müşfik Kenter'e... Tiyatro yazarı Anday'a 80. doğum günü armağanlarının en güzellerini tiyatrocularımızın vereceğine inanıyorum.

Tiyatro Tiyatro.


DOSYA

Esen Çamurdan

Çocuk Tiyatrosu mu

Dediniz? işlemeye başlar" ile "konuşma konusu toptan edebiyata ve sanata yükselir" tümcelerine takılıyorum. Kafaların yeniden işlemesi... Durmuş bir saat mi ki kafa, çalıştırıldığında durduğu yerden işlemeye başlasın?... Keşke öyle olsaydı. Ardından Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin açmış olduğu kış okulları kapsamında, bir gecekondu mahallesinde, "Tiyatro" ya da "Yaratıcı Drama" adı altında vermeye çalıştığım dersler geliyor aklıma. Anne-babaların %90'dan fazlasının okuma yazma bilmediği bir ortamda tiyatro kültürünü aşılamak bir yana, baktığını görebilme, gözlemleme, eleştiri gibi bireye özgü birtakım yetileri geliştirme, daha doğrusu "uyandırma" çabaları... Dinleme ve konuşmanın ne demek olduğunu bilmeyen çocuklar. Hayatlarında görüp görecekleri sinema da, tiyatro da, sanat da (?) televizyon. (Aralarından biri, dikkatimi çekmek için, sinemaya gittiğini söyledi.)

pe cy a

Eskiden Çocuk Tiyatrosunun gerekliliğinden söz ettiğinizde insanlar yapmacık, zorlama da olsa "Evet, çok doğru..." benzeri sözcüklerle sizi onaylarmış gibi görünmeye çalışırlardı. Şimdiyse, artık onaylama zahmetine bile katlanmıyorlar; alaycı bir gülümsemeyle birlikte, biraz da küçümser bir ifade beliriyor yüzlerde, "Ayy, bu da hâlâ orada kaldı!" der gibi. Ne yazık ki, başka konularda olduğu gibi, Çocuk Tiyatrosu konusunda da ben hâlâ "orada" kaldım. Ve her türlü değerin allak bullak edildiği günümüzde Çocuk Tiyatrosuyla ilgili bir yazı yazmak akla önce şu soruyu getiriyor: "Yazılacak ne kaldı ki?..." En azından ne yazmayacağımı biliyorum: Bir kere Çocuk Tiyatrosunun yararlarına kesinlikle değinmeyeceğim. Hele çocuk psikolojisi ve eğitimdeki yerinin sözünü bile etmeyeceğim! Her şey bir yana, Çocuk Tiyatrosunun yeni bir seyirci kitlesinin yetiştirilmesi demek olduğunu anımsatmak içimden gelmiyor. Bu konuları o kadar çok yazdım, tartıştım ki aynı şeyleri yinelemek bana yararsız ve gerçekdışı geliyor. Ne ki, Çocuk Tiyatrosu denilince Muhsin Ertuğrul'u düşünmemek elimde değil. Ve içim burkularak O'nun 1935 yılının bir cumartesi günü (3 Ekim) Çocuk Tiyatrosunu başlattığı geliyor aklıma. Yazdıklarını düşünüyorum ister istemez, çocuklar için hazırlanan Tiyatro Gazetesi'ne (İkinci Teşrin 1936) bakıyorum yeniden, 1945-1946 tiyatro mevsiminde sahnelenen, Neşet Berküren'in yazdığı, Yavuz Eneren'in bestelediği "Memiş'in Rüyası" operetinin dergisini karıştırıyorum. Ve düşünüyorum. Türkiye'deki yozlaşmayı düşünüyorum, Tiyatroyu düşünüyorum, sonra yeniden Çocuk Tiyatrosunu... Ve Hoca'nın sözlerini: "Anlayışlı bir Belediye Reisi çıkar da İstanbul çocuklarının kolayca gelip gideceği bir semtte bir Çocuk Tiyatrosu kurarsa ve orada ilkokul öğrencilerine her gün temsiller verilirse ancak o zaman bu memleket gençliğine sanat zevki aşılanır, kafalar yine işlemeye başlar. Konuşma konusu toptan edebiyata ve sanata yükselir..." Burada "Anlayışlı bir Belediye Reisi"ne hayıflanmaktan çok, "kafalar yine 12 Tiyatro Tiyatro

Ardından seyrettiğim "profesyonel" çocuk tiyatroları... Amatörlerce yazılmış, amatörlerce sahnelenen, amatörlerce oynanan oyunlar; sahipsiz, denetimsiz, baştan savma; "yaptım oldu" türünden. Ödenekli tiyatroların repertuar toplantılarında adı bile geçmeyen, son anda apar topar sahneye atılan çocuk oyunları...

Genel coğrafya böyle olunca, kanımca asıl konu "Çocuk Tiyatrosu nasıl olmalı?" değil, "Çocuk Tiyatrosunu nasıl düzeltebiliriz?", "İşe nereden başlamalıyız?" sorularına yanıtlar aramak ve bunun yollarını araştırmak olmalıdır artık. Tabii ki, Çocuk Tiyatrosu kavramını Tiyatro kavramından, Tiyatro kavramını, Sanat kavramından ayrı düşünmek olanaksız. Bu bağlamda sorunu doğal olarak, içinde yaşadığımız toplum düzeninden, sanata ve sanatçıya verilen maddi ve manevi değerden soyutlayamayız. Peki ama durum böyle diye, Çocuk Tiyatrosunu yok mu sayacağız? "Hedefimiz gençlik" diyen tiyatro ve öteki sanat kuruluşları bu gençlerin bir de çocuklukları


bilemiyorum. Uzun lafın kısası: Çocuk Tiyatrosunun nerede olduğunu söyle, sana tiyatronun nerede olduğunu söyleyeyim. Sahi,

biz

Tiyatronun

pe

cy

a

olduğunu ve kişinin ancak o dönemde eğitilirse iyi bir sanatsever olabileceğini nasıl gözardı ederler? Çocuklara sanat için hiçbir çaba göstermeden, doğrudan yetişkinlere yönelik gerçekleştirilen etkinliklerde, ısrarla gençlerin amaçlandığını vurgulamak ne derece sağlıklı bir davranıştır, doğrusu

neresindeyiz?


DOSYA

Ümit

Denizer

Çocuk Tiyatromuzda

"Ruh Üşümesi" bulabilirler... Ya da çok elverişsiz okul salonlarına sığınırlar. Sonuçta, "İtalyan Sahne"nin köşeli uzayı içinde sıkışan, klasik denemeler yapılır...

a

Yazımızın başlığında "Ruh Üşümesi" yazdık ama "Ölü Canlar" mı demeliydik yoksa? Çünkü, ilk perde açışından 60 yıl sonra, Türk Çocuk Tiyatrosunun vardığı sahneye baktığımızda pek iç açıcı bir manzara göremiyoruz...

pe

cy

Bakın, önce şöyle bir tahlil yapalım: Burjuvazinin "tiyatrocu" yetiştirdiği görülmemiştir. Onlar, tiyatroyu satın bile almazlar. Biraz operayla ilgilenirler, biraz da baleyle. Ama en çok (yatırım olduğu için) resme düşkündürler... Proletaryanın da tiyatroyla uğraşacak zamanı ve gücü yoktur. Ama arada bir gelir tiyatro salonlarına seyirci olur... Ve yoğun biçimde oynayıp seyretmek, biz küçük burjuvalara kalır! Bütün dünyada tiyatrocular ve de seyirciler hep küçük burjuvalardır... İşte şimdi, Türk Çocuk Tiyatrosunda da kolayına ve ucuzuna kaçıveren, biz küçük burjuvalar! Kolayına, çünkü tembellik var, ufuk dar... Ucuzuna, çünkü para yok, seyirci yok...

Çocuk oyun yazarlarının yetişmemesi, Türk Çocuk Tiyatrosunun ikinci büyük sorununu oluşturuyor. Yazar yetişmemesinin birinci nedeni de ekonomiktir. Çocuk oyunu metinlerinin telif ücretleri, ancak ödenekli tiyatrolarda ciddi biçimde ödenmektedir. Fakat, bu ciddi telif ücretleri bile bir yazarı geçindirip özendirecek düzeyde değildir hiçbir zaman...

(Aslında, İstanbul'da çocukların karşısına çıkan tiyatrolar, her bakımdan daha iyi olanaklar buluyorlar. Biz bu yazımızda İstanbullu çocuk tiyatrolarını değerlendirmekle; Ankara, İzmir, Adana, Samsun, Antalya gibi büyük illerimizdeki çocuk tiyatrolarına da ulaşmış olacağımıza inanıyoruz.) T e m e l Sorunlar: Genel anlamda "salonsuz" bir tiyatro olan Türk Tiyatrosu içinde, çocuk tiyatrosu da salonsuzluktan payını alır. Türkiye'nin hiçbir yanında özel olarak çocuklar için yapılmış, hiçbir tiyatro salonu yoktur! Ödenekli ya da özel, profesyonel ya da amatör; çocuk tiyatrolarının tümü ya tiyatro ve sinema salonlarındaki "ölü" sabah saatlerinde yer 14 Tiyatro Tiyatro

Türk Çocuk Tiyatrosunda, yazar gibi, eksikliği duyulan en önemli ikinci uzman da yönetmendir. Genellikle, oyunculuktan gelme yönetmenlerin çocuk oyunu sahnelediklerini görürüz. Bu yönetmenler, ne yazık k i , yeni denemelere girmeden, yetişkin tiyatrosundaki klasik sahne trafiklerini tekrar eden örneklerle çalışırlar...

Ve nihayet, Türk Çocuk Tiyatrosunun en belirgin eksikliğine varıyoruz. Seyirciyle yüzyüze kalan oyunculara... Çocuk oyunlarının geçinmeye yetmeyişi, bu alanı da deneyimsiz amatörlere bırakmaktadır. Çocuk oyunlarında görev alan oyuncuların tek hedefi vardır: Parlayıp, ünlenip, yetişkin oyunlarında çalışmak... Devlet ve Şehir Tiyatroları'nda ise, geceleri yetişkinlere oynayan usta oyuncuların bir de hafta sonu sabahları çocuk oyunlarında görev almaktan kaçtıkları saptanmıştır. Bu tiyatrolarımızda, çocuk oyunlarında oynama angaryası, konservatuardan yeni mezun olmuş, deneyimsiz, genç oyunculara kalır... Oyuncusuz, yönetmensiz, yazarsız ve salonsuz Türk Çocuk Tiyatrosu; ne yazık ki, çağdaş örnekler veremiyor. Çocuk tiyatrosu alanında düzeyli


çalışmalar, Türkiye'de hâlâ Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi gönüllü tiyatrocuları beklemektedir. Bu konuda, yıllardır Türk Çocuk Tiyatrosunun yüzünü ağartan bir tek örnek vardır, o da AÇOK'tur. Bu topluluğun, özgün, görsel, evrensel çalışmaları; sürekli olarak Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden davetler alır... (Bu satırların yazarı, A Ç O K içinde bir neferdir. Ve "fazla tevazu gösterme, sahi sanırlar" atasözüne yürekten inandığı için; kendi ekibiyle yaptığı iyi örnekleri, böyle bir yazıda anmadan geçememiştir...) Ne yapmalı peki? Böyle eleştirip bırakmalı mı? Tabii ki hayır! Gönüllülere yol göstermek de bir erdemdir...

Süre için de yazarımızı uyarıyoruz. Çocukları 70 dakikadan fazla bir süre, koltukta tutmaktan kaçınmalıdır. Daha baştan, oyununun uzunluğunu doğru saptamalıdır. (Burada, Nurettin Sevin hocamızı saygıyla anıyoruz. Şöyle söylüyordu: "Bir perde ile anlatılabilecek bir oyun, iki perde yazılmaz. Bir sahneyle derdini anlatabiliyorsan, iki sahne yazma. Karşılıklı bir diyalog yetiyorsa eğer, kocaman bir sahne açma. Yoksa, katlanılmaz bir oyun yazarı olursun..." 2-Yönetmenin Tavrı: Sahneyi bir plâstik hamur gibi yoğurmalıdır yönetmen. Sahne dediğimiz, hoplayıp zıplamalı, çocukların kucağına düşmelidir. Çocuk, kavramları, bir obje gibi elle tutabildiği zaman kavrayabiliyor. Ve kavradığı 01/03

Mittwoch, 7. Oktober 1981 WAZ

pe cy a

Türkiye'de gazeteciliğin adı medya olmadan önce, çok önemli köşe yazarları vardı. Onların ele aldıkları konular, bazen sokak gösterilerine bile yol açardı. Ve onlar, arada bir, daha önce yazdıkları bir yazıyı, sırası gelince yeniden yayınlarlar; toplumun, bu konuda ilerleyemediğini vurgulamak isterlerdi... Ülkemize özgü bu oluşumdan cesaretle, biz de buraya eski bir yazımızı alıyoruz. 70'li yılların başında, AÇOK'un kuruluş bildirisi niteliğiyle ve "Çocuk Tiyatrosunda Tavır" başlığıyla yayınlanan bu görüşler hâlâ geçerliliğini koruyor.

Şimdiki zaman, geriye dönüşler ve düşler; iç içe kullanıldığında, ne yazık ki gereksiz yere kafa yormaktan başka bir işe yaramıyor.

I - Çocuk Yazarının Tavrı Konular yaşananlardan seçilmeli ve ayağını yere basmalıdır. Çocuklar da büyükler gibi: Geçim sıkıntısını, hayat pahalılığını, yaşam kavgasını, ta içlerinde duyuyorlar. Ama elbette, bizim yazarımız onlara güneşli günlerden söz edecektir. Göstereceği bütün çelişkileri, çocuklar, yarının umuduyla izlemelidirler. Yazar, yarını kurabilecek güveni, onuru, heyecanı; yarını kurmanın tadını taşımalıdır onlara.

Dil, bizim yazarımızın en çok titizlenmesi gereken öğedir. Sinema, televizyon, dergi ve gazetelerdeki kaba argolar; yıllarca taze ve diri kalıyor çocuk dilinde. Sahne dilinin de küçük zihinlerdeki etkinliği tartışılamaz. Bu sahne dili dediğimiz: Günlük konuşma dilinden, yaşayan Türkçe'den süzülüp alınmalıdır. Sahne dilinin yazın diliyle ilgisi yoktur ve asla çocukça bir dil de değildir... Çocuğun, kendisini, aile büyüklerinin, öğretmenin ya da ustasının karşısında; olgun bir dille savunduğu unutulmamalıdır...

Kurgu için yazarımızın dikkatini çekeceğimiz temel ayrıntı şudur: Çocuk oyunu, diyalektik bir yapıda bütünleşmelidir.

AÇOK'un ünlü çocuk oyunlarından biri olan "Aksak Timur ile Hoca Nasreddin"de, oyuncuların keyfi ile seyircinin dikkati, bir Avrupa turnesinde Alman, gazetelerine böyle yansımıştı. Tiyatro

Tiyatro 15


4-Giysi ve Donatım: Kullanışlılık ve yalınlık ilk dert olmalı. Gereksiz biçimsel ayrıntılar, oyunun özünü olumsuz yönde etkiler. Sahneye diklemesine konulan beş sopa, ormanı anlatmaya yetebilir. Başka sopalarla da ormanda at koşturulabilir.

pe

cy a

Özel durumlar dışında, pastel donuk ve mat renklerden kaçınmalıdır bizim tasarımcımız. Köylü yorganlarında, kilimlerinde, AÇOK, çocuklara tiyatro ulaştırmak amacıyla kurulduğu halde, ülke koşullarının ihtiyaç duyurması nedeniyle; genç çoraplarında, seyirciye ve yetişkinlere de oyunlar hazırlamıştır. Bunların en ünlülerinden biri, büyük tiyatro adamımız Muhsin Ertuğrul'un hayalına adanan "Perdeci" idi. "Perdeci", Türkiye'de ilk kez: Seyir halindeki bir Boğaziçi vapurunun içinde, kazaklarında; kuşak, 10 değişik Boğaz iskelesinde ve Anadoluhisarı surlarının çevresinde sergileniyordu. şalvar ve eteklerinde; hiç düşünülmeyen biçimler üzerinde düşünmeye başlıyor ancak... Bizim renklerin yanyana geldiğini unutmamalıdır. Çünkü yönetmenimiz, laf kalabalığından arınmış biçimlerden bunu çocuklar da unutmazlar. Ve oyundaki yana olmalıdır. Özün: En doğru, yalın ve tez yoldan karakterlerin sadece renklerle anlatılabileceğini çocuğa ulaşmasını sağlayacak biçimlerden yana bilirler. Renklerdeki çelişkiler, karşıtlıklar, dramatik olmalıdır! aksiyonu yükseltirler... Renk! Ama karmaşa yok! Burada ortak yaratmanın sınırlarına varıyoruz işte. 5- Müzik Yazar, yönetmen ve oyuncular, kollektif bir Oyun boyunca en durgun davranan Çocuk bile, çıkış çalışmanın içindedirler artık. Yazar, edebi olanı kapısında yağmuru ya da güneşi görünce sevinip kısacak. Yönetmen, biçimsel coşkunluğa coşar! Çocuklar, çok güzel şeyler seyretmek için dahi kapılmayacak. Oyuncular, seslerini ve bedenlerini; olsa; en az 70 dakika kapalı tutuldukları yerden, hangi mimari biçim içinde, nasıl ve ne için gürültüyle ve hızla akarlar dışarıya... Salon bir anda yönettiklerini bilecekler... boşalıverir. Susayan, acıkan, sıkışan vardır. İtişerek 3- Oyuncunun Tavrı koşarlar... İşte, bizim müzikçimizin kendini sınayacağı Bizim tiyatromuzda da oyuncu, seyirciyle yüzyüze an bu andır! Eğer çocuklar, oyundaki şarkılardan birini gelen tek kişi oluyor. İşte o, "doğru özü" seyirciye en (hiç değilse birisini) mırıldanıyorsa, müzik "güzel biçimde" iletmek için tavır alacaktır. Sesini, başarmıştır... yüzünü, bedenini araç edecektir. Koşacak, şarkı 6-lşık söyleyecek, gülecek, ağlayacaktır. Oyunla, Bizim oyun alanımız pırıl pırıl aydınlık olmalı! Büyü ile arkadaşlarıyla, çocuklarla yüzleşecek, terleyecektir... tılsımla karanlıkta yapılacak işlerle, ilgimiz yok bizim. Her bir olanı görüp anlamalı çocuklar. Ama tabii ki, Bizim oyuncumuz, kedi-köpek sever gibi sunulan serüvenle ilgili özel durumlar bu yakışmayacaktır çocuklara. "Aman da aman, hanimiş söylediklerimizin dışında kalır. Oyunla birlikte bir de benim güzelim" diye sevimli olmayı oynamayacaktır. film göstermek gerekebilir örneğin... Dost olacaktır onlara. Sıcacık bir güvenle dinletecektir söylediklerini... Evet, "güvenle, umutla ve Hadi bakalım... yaşama sevinciyle" besleyecektir çocuk ruhunu oyuncumuz... 16 Tiyatro Tiyatro


a

cy

pe


D O S Y A

Zehra İpşiroğlu

Eğitimde

a

Tiyatro proje demokrasi eğitimi ve eleştirel düşünmenin geliştirilmesi temalarını içeren üç farklı grup çalışmasından oluşuyor.

pe

cy

Yürürlükteki otoriter, baskıcı ve ezberci eğitim sistemine karşı sanat, tiyatro, resim, müzik, şiir vb. yapıcı bir alternatif sunabilir mi, sunabilirse nasıl? Bu soruyu bundan birkaç ay önce yayınladığımız "Çağdaş Eğitimde Sanat" adlı kitabımızda (1) yanıtlamaya çalıştık. Çeşitli sanat dallarında uzmanlaşmış olan yazarlarımızın katkısıyla hazırladığımız bu kitapta, tiyatroya tüm sanatları içeren bütüncül bir sanat olduğu için özellikle ağırlık verilmişti. Bu konuya ilgi duyan eğitimcilere yol gösterebilmek için çeşitli öneriler sunuluyordu. Çocukların yaratıcılıklarından yararlanılarak geliştirilebilecek olan serbest doğaçlama çalışmalarından masal, öykü vb. türlerden yapılabilecek uyarlamalara, oyun metnine dayanan çalışmalardan yazılı anlatım, edebiyat vb. derslerde uygulanabilecek dramaturgi çalışmalarına değin geliştirilen bu önerilerin amacı tiyatronun görsel ve eleştirel düşünme ve sosyalleşme yoluyla kişilik eğitimine nasıl bir katkısı olabileceğini somut olarak göstermekti. Eğitimde tiyatro çalışmalarını kişilik eğitimi olarak gören bu yaklaşım okullardaki alışılagelen tiyatro gösterilerinden, ulusal bayramlarımız nedeniyle düzenlenen müsamere, şiir okuma vb. türü etkinliklerden belirgin bir biçimde ayrılıyor. Bu bağlamda İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tiyatro Bölümü (Dramturgi ve Tiyatro Eleştirmenliği) asistanlarından ve öğrencilerinden oluşan on yedi kişilik bir ekibin ilköğretim okulunda 9-14 yaşlarında yaklaşık seksen öğrenciyle gerçekleştirmekte oldukları bir projeden söz etmek istiyorum (2) "Çağdaş Eğitimde Sanat" kitabında savunulan yaklaşımdan yola çıkılarak geliştirilen bu 18 Tiyatro Tiyatro

11-14 yaşındakilerle çalışan birinci grup Avusturyalı yazar Christine Nöstlinger'in en iyi çocuk kitabı ödülünü almış olan "Kim Takar Salatalık Kralı"nı (Düzlem Yayınları) oyunlaştırıyor ve serbest doğaçlama çalışmalarıyla üzerinde çalışmaya başlıyor. "Salatalık Kral"nda bizlere hiç de yabancı gelmeyecek sıradan bir aile gösterilir: Öyle bir aile ki, babanın astığı astık kestiği kestiktir, her şeyin buyurduğu gibi olmasını, herkesin kendisine kayıtsız şartsız boyun eğmesini ister. Yani tam anlamıyla ailenin "reis"dir. Ama günün birinde babanın bu mutlak otoritesini yerle bir edecek tuhaf bir yaratık çıkagelir: Salatalık Kralı. Islak, kaygan, çirkin, garip bir yaratık ama babadan da daha baskıcı, babadan da daha otoriter. İşte sorun da burada düğümlenir. Kimdir şimdi ailenin reisi, baba mı yoksa Salatalık Kralı mı? Nöstlinger'in düşsel bir gerçekçilik yaratarak ataerkil aile düzenine getirdiği eleştiri özellikle, bizim toplumumuz için son derece güncel. Oyundaki gülmece öğelerinin hem otoriteyi ve baskıyı alaya alan uyarıcı ve eleştirel hem de rahatlatıcı bir işlevi var. Oyunun sonunda çözümü yine çocuklar buluyorlar, çünkü onların direnmeleri ve dayanışmaları sonucu Salatalık Kralı evden kovuluyor ve en önemlisi önceleri Salatalık Kralı'na kul köle olan baba da (burada bir otoritenin diğer otoriteye boyun eğmesi gösteriliyor) onun nasıl kendisini kullandığını görüp bilinçleniyor. Böylece demokratik aile düzeni kurulmuş oluyor.


Salatalık Kralı üzerine küçük gruplara bölünerek yapılan doğaçlama çalışmaları ve tartışmalarda; ailede baskı, okulda baskı, toplumda baskı, kadın erkek eşitliği, geleneklerin olumsuz etkisi, hakkını savunma, kendini ezdirmeme vb. konular üzerinde durulmakta. Amaç çocuklarda eleştirel bakışı uyandırmak, onları bilinçlendirmek. Buna benzer bir çalışmayı Aziz Nesin'in "Şimdiki Çocuklar Harika" kitabından yola çıkarak geliştiren ikinci grup daha küçük çocuklardan oluşuyor (9-10 yaş). Bu grupta da yine doğaçlama çalışmalarından yola çıkılarak baskı, özellikle de ceza, cezalandırma, korku, şiddet vb. konular üzerinde duruluyor. Yine küçüklerle çalışan üçüncü grup ise Berlin'deki ünlü çocuk tiyatrosu Gripstheater'in kurucusu ve yöneticisi Volker Ludwig'in çevre sorununu ele alan bir oyunundan "İsli Sisli Pis Puslu"dan yola çıkarak tüm çocukların katılabileceği gösterime yönelik bir uyarlama hazırlıyor. Bu oyunda da çocuklar etkin konumda, çünkü sağlıklı bir dünyada yaşamak için verdikleri savaşım sonucu çevre bilincini uyandırıyorlar.

Bu proje çerçevesinde seçilen ve hazırlanan oyun metinleri ve uyarlamalar büyük bir önem taşıyor. Nitekim haftalarca süren masabaşı çalışmalarında yapılan önhazırlıklarda, metinlerin genel çerçevesi çizildi. çalışma yöntemleri ve aşamaları saptandı vb. Ancak metinler ilköğretim öğrencileriyle yapılan çalışmaların sadece çıkış noktasını oluşturuyor. Önemli olan bu metinlerden yola çıkarak öğrencilerin kendi sorunlarını korkusuzca dile getirip tartışabilecekleri olabildiğince yaratıcı bir çalışma ortamı hazırlama. Bunu yapabilmek için de öğrencilerin kültür düzeylerini, yetişme koşullarını, aile yapılarını vb. iyi tanımak gerekiyor. Çalışmaların başlangıcında yapılan anketlerde ve çocuklarla söyleşilerde öğrencilerin dörtte üçünün kültür düzeyi iyice düşük ailelerden geldiği saptandı ki, bizim de amacımız özellikle bu kesimin çocuklarına bir şeyler sunabilmekti. Anneleri çoğunlukla çalışmayan çocukların baba meslekleri işçi, bekçi, polis, terzi, marangoz, kapıcı, piyango bileti satıcısı, benzinci, fırıncı, şoför, satıcı, matbaacı, elektirikçi, gemici vb. meslekleri kapsıyordu. Tiyatroya gösterdikleri ilgi ve merakın gene de inanılmayacak derecede büyük olması şaşırtıcıydı. İlgileri televizyondan, özellikle de Nejat Uygur'un programlarından kaynaklanıyordu, bu bakımdan da tiyatronun sadece komiklik yapma ve taklit olduğunu düşünüyorlardı. Projede çalışacak olan öğrencilerin sayılarını sınırlı tutmaya kararlıydık, ancak ilgi ve katılım düşündüğümüzden çok büyüktü, seçilmeyen öğrencilerin büyük bir düş kırıklığına uğrayarak ağlamaya başlamaları bizleri çok etkilemişti. Böylece

pe cy

a

Bu proje kapsamında yararlanılan oyunların ya da uyarlama çalışmalarının ortak bazı özellikleri var: I-Doğrudan çocukların dünyasından yola çıkılıyor, onların sorunları, korkuları, kaygıları dile getiriliyor. Başka deyişle alışılageldiği gibi gerçeklerden kopuk bir masal dünyası yaratılarak çocukların dünyasından uzak bir dünya sunulmuyor. Oyunlardaki fantastik öğeler ise "Kim Takar Salatalık Kralı"nda ortalığı kasıp kavuran Salatalık Kralı ya da "İsli Sisli Pis Puslu"nun uyarlamasında insanların çevre konusundaki vurdumduymazlıkları sonucu

daha bilinçli olarak algılamaları öğretiliyor.

giderek çoğalan çöp

canavarları yaşadığımız

dünyaya simgesel düzlemde gönderme yapıyorlar.

2- Oyunlarda, şematik bir iyiler-kötüler ya da

doğru-yanlış tablosu

çizilmiyor, büyüklerin de çocuklar gibi hem doğru hem de yanlış davranışları olabileceği, bunların bilincine varıp değiştirilebileceğini gösteriyor. 3- Oyunlar didaktik değil, yani mutlak doğrular savunulmuyor. Amaç farklı davranış biçimlerini göstererek çocuklarda eleştirel bakışı uyandırma ve onları ç o k yönlü bir düşünme sürecinin içine sokma. 4. Çocuklara çevrelerini ve kendilerini Zehra İpşiroğlu, asistanları ve öğrencileriyle birlikte bir eğitim çalışmasında... Tiyatro Tiyatro 19


Çocukların oluşturduğu bir duvar resim çalışması...

a

çalışmalar düşündüğümüzden çok daha geniş bir çerçeve içinde başlatıldı.

çıkıyordu. Sözgelimi Aziz Nesin'in "Şimdiki Çocuklar Harika" kitabından esinlenerek yapılan soruşturmada "anne ve babanız çocuk olsaydı ve yaramazlık yapsaydı onlara ne ceza verirdiniz?" sorusuna verilen, genellikle kabagüce dayanan cezaları içeren yanıtlar ailede egemen olan baskı ve şiddeti somut olarak dile getiriyordu. Ya da anne ile babanın kavga ettikleri bir doğaçlama sahnesinde annenin ne denli ezildiği hemen ortaya çıkıyordu. Anne yerleri siler, kapı çalınır, baba yorgun argın işten dönmüştür, paltosunu asması için anneye verir, terliklerini ister, koltuğa annenin dalgınlıkla orada bırakmış olduğu ıslak bezin üzerine oturur, aynı anda yerinden fırlar ve "Bu ne?" diye bağırır. Kavga çıkar... Çocukların oyununda bu sahne genellikle babanın anneye bağırması ve hakaret etmesiyle son buluyor, anne babanın bağırmasını doğal karşılıyor ve kendini bir türlü savunamıyordu. Nitekim bu sahneyi ilk izlediğimde gerilimin anne ve baba arasında değil de baba ile kızı arasında geçtiğini sanmıştım.

pe cy

Çalışmalarda belli bir disiplin gerektiğinden zaman içinde öğrenci sayısında azalma olacağını düşünmüştük, oysa tersi oldu, gruplara katılanların sayısı giderek arttı, öyle ki katılımı durdurmak için kesin bir sınır koymak zorunda kaldık. Bunda çalışmaların çok neşeli ve eğlenceli geçmesinin yanı sıra alışılageldiğinden farklı olan yeni öğretmen imgesinin de belirleyici olduğunu sanıyorum. Öğrenciler çalışmaları sürdüren asistanları ve üniversite öğrencilerini davranış biçimlerinden giyim kuşamlarına değin kendilerine yakın buluyorlar ama yine de belli bir birikimi olan otorite olarak kabul ediyorlardı. Çalışmaların temeli doğaçlamaya, doğaçlamalardan yola çıkarak belli bir sorunun çeşitlemelerinin oynanmasına dayanıyor. Öğrencilerden özellikle yaşlan küçük olanların doğaçlama çalışmalarına hemen ayak uydurabilmeleri dikkat çekiciydi. Daha ilk tanışma aşamasında altmış kişilik bir sınıfta yaptığımız bir denemede öğretmen/sınıf ilişkisini oynamalarını istemiştik. Öğretmen olan öğrenci otoriter bir tavırla sınıftan içeri girdiği anda tüm öğrencilerin aynı anda ayağa kalkmaları hep bir ağızdan "sağol" diye bağırmaları, öğretmenin işareti üzerine sessizce yerlerine oturup defterlerini açmaları alışık oldukları, kanıksadıkları bir durumu nasıl büyük bir doğallıkla oyunlaştırabileceklerini gösteriyordu. işte bu noktadan yola çıkarak başlatılan doğaçlama çalışmalarının ve söyleşilerin daha ilk aşamasında öğrencilerin aile yapıları, yetişme koşulları vb. ortaya 20 Tiyatro Tiyatro

Küçük gruplarla yapılan doğaçlama çalışmalarında çeşitli davranış biçimleri irdeleniyor. Amaç öğrencileri içlerinde bulundukları koşullara ve ailelerine karşı kışkırtmadan bilinçlendirmek, kavga, ceza, şiddet vb. baskıların olmadığı bir ortamın da var olabileceğini göstermek. Doğaçlama çalışmalarına paralel olarak beden eğitimi, dans vb. çalışmalar yaptırılıyor.

"İsli Sisli Pis Puslu"nun gösterime hazırlanmasına yönelik çalışmalarda ise tüm grupların katılımıyla işbölümü yapılarak sahne tasarımı, kostüm, afiş hazırlama, müzik çalışmaları vb. etkinliklere yönelinecek. Haftada bir öğleden sonraları sürdürülen çalışmalar üç aylık bir süreyi kapsıyor. Projenin bitiminde uygulanacak olan söyleşiler ve soruşturmalarla hem çocukların bu çalışmalardan ne kazandıkları saptanacak hem de anne ve babalarla da diyaloğa geçilmeye çalışılacak. Daha kısa bir sürede daha yoğun bir çalışmanın uygulanacağı yaz kurslarında ise (üç hafta, haftada üç gün) eğitimde tiyatro projesi sürdürülecek.

(1) Çağdaş Eğitimde Sanat; Yayına Hazırlayanlar: Jale Baysal, Nazan İpşiroğlu, Şeyda Ozil, Zehra İpşiroğlu; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Yayınları, 1994 (2) Eğitimde Tiyatro Projesi, Ç.Y.D.D. Beyoğlu Şubesi desteğiyle gerçekleştirilmektedir.


pe cy a


D O S Y A

Fakiye Özsoysal Çavuş

Eğitimde Tiyatro Üzerine Bir Proje ormanlarda o yönde büyüyor. Kavalsız bir yaşamsa ancak yaratıcı, özgür ve eleştirel düşünebilen bireylerin yetişmesine bağlı. Yaratıcılık ve eleştiri de kaynağını sanatta buluyor. Bu anlamda tiyatro; resim, müzik, el becerileri benzeri birçok yaratıcı edimi bünyesinde barındıran, söze, harekete ve görselliğe dayalı bir sanat dalı olarak, çocukların enerji, hareket dolu çağlarında onları çok yönden tatmin edebilecek dinamik bir yapıya sahip. Tiyatronun eğitim sisteminde yer alması çocukların yaratıcı ve eleştirel olmayı hem düşünsel hem bedensel anlamda yaşayarak öğrenmelerine yardımcı olacaktır. Ancak bu sözü edilenleri uygulama işin en önemli ve titiz davranılması gereken yanı. İşte aile ve eğitimdeki otoriter tutuma eleştirel yaklaşan "Şimdiki Çocuklar Harika" adlı kitap Eğitimde Tiyatro çalışmalarımızda bizlere çıkış noktası oluşturan kitaplardan birisi. Amacımız tiyatro aracılığıyla çocukların hem eğlenerek hem düşünerek çevrelerindeki otorite konusunda bilinçlenmeleri ve olaylara başka açılardan da bakabilmelerini sağlayabilmek. Bu doğrultuda geliştirilen proje çalışmasının ilk aşamasında öncelikle çocukların aile yapıları ve üzerlerindeki baskının derecesini ortaya çıkarabilmek gerekiyordu ki eldeki malzeme buna göre değerlendirilip, doğaçlama çalışmalarında kitaptan seçilecek öykülerde ve çalışmanın öteki aşamalarında bize yön gösterebilsin. Bu amaçla bir anket hazırlandı ve çocuklarla bazı oyunlar oynandı: Çin Ruleti adlı oyunda; anneniz/ babanız bir renk/meyve/hayvan olsa nasıl bir renk/meyve/hayvan olurdu? neden? sorularına Aziz Nesin'in kitabından alınan; siz anne baba olsanız, anneniz /babanız da çocuğunuz olsa suç işlediğinde ona ne ceza verirdiniz? Ne suç işlemiş de bu cezayı veriyorsunuz? soruları eklendi ve bunların yanıtları çocuklar tarafından bir kağıda yazıldı. Çin Ruleti oyununda anneler, babalara göre daha açık ve pastel renkler, evcil hayvanlar, kiraz,

pe

cy

a

Aziz Nesin'in "Şimdiki Çocuklar Harika" adlı kitabının ilk sayfaları okuyucu üzerinde bir bomba etkisi yapıyor dense yeridir. İlkokul öğrencileri arasında yapılan bir araştırmanın insanı hayrete düşürecek ve aynı zamanda da ürkütecek kadar etkileyici sonuçlarını gösteren bu sayfalar, çocukların o sıcacık(!), güven dolu (!) aile ortamı içinde yaşadıkları baskının ve boyun eğdirildikleri otoritenin sanıldığından çok daha ezici olduğunun kanıtı. Araştırmanın en çarpıcı yanıtları; "Siz baba olsanız, babanız da çocuğunuz; suç işlediğinde ona ne ceza verirdiniz?" sorusuna verilmiş. Babalarını falakaya yatıranlardan, yiyenlere, kaynar suyla haşlayanlara, ağaca bağlayıp kırbaçlayanlara kadar ağır cezalar verenler var. Yanıtlarında şiddetin ağırlıkta olduğu çocuklar çoğunlukla gecekondu bölgelerinden çıkarken, yaşantıları -daha normal görünen ötekiler babalarını birtakım şeylerden mahrum etme cezalarına yönelmişler. Aile yaşantısı sağlıklı bir toplumun oluşmasında önemli bir etkendir. Zaten toplumlar aile yaşantısına önem verdiklerini söylerken, her yönden sağlıklı bireyler yetişmesinin bir ülkenin geleceği için taşıdığı hayati önemi de düşünüyor olmalılar. Ancak bu araştırmanın sonuçlan kendi toplumumuzun ne kadar sağlıklı bireyler yetiştirdiği konusunun tartışılır olduğunu da ortaya koyuyor. Çocukların aile içinde yüzyüze geldikleri otoriter tutum ve ailelerin şartlı sevgi anlayışları küçücük beyinleri baskıyı olağan karşılamaya programlarken, mevcut sistemimizin ezbere dayalı, öğretmen odaklı bir başka baskı mekanizması olarak ortaya çıkması, insana özgü bir özellik olduğu söylenilen ve insanı hayvandan ayırdeden "yaratıcı düşünebilme" ediminden yoksun kitlelerin yetişmesinde tamamlayıcı bir öğe haline gelmekte. Durum böyle olunca bir sonraki adımda kuşkusuz hemen bir kaval edinmek olacaktır. Gerisi kolay! Ağaç yaşken ne yöne eğilirse 20 Tiyatro

Tiyatro...


incir, çilek gibi küçük, yumuşak meyveler olurken, babalar, daha koyu renklerle, aslan, kaplan gibi yırtıcı hayvanlarla ve karpuz, armut gibi daha büyük meyvelerle ifade edildi. Verilen cezalarsa anneleri bir şeyden mahrum etme yönündeydi: "Odasına kilitler, yemek vermem", "Bir saat odasına kilitlerim", "Dersini yaptırmam", "Top oynamasını yasaklarım", "Hiç bir yere göndermem, döverim." Anneler bu cezaları hak edecek ne suç işlemişlerdi acaba? "Sokakta düşüp üstünü kirletti", "Mutfakta tabak kırdı", "Haber vermeden dışarı çıktı", "Küfür etti." Babalar içinse cezalar, şiddete yönelik olarak biçimlendi: "Falakaya yatırırım", "Kulaklarından duvara asardım", "Kırk satır mı, kırk katır mı derdim", "Eşek sudan gelinceye kadar döverdim." Peki babalar bu korkunç cezaları hak edecek neler yapmışlardı: "Bana cevap verdi", "Top oynarken cam kırdı", "Aç gözlülük yaptı", "Paramı çaldı", "Arkadaşını dövdü."

Başlangıçta bu ilk çalışmadan sonra Aziz Nesin'in kitabında iki arkadaşın birbirine yazdığı mektuplardan seçmeler yapıp bunları, öğrencilerle okuyup tartışarak ardından, kitabın içindeki başlıklardan doğaçlamalara yönelmeyi planlamıştık. Ancak anket ve oyunlardan alınan sonuçlardan sonra projeyi esnek tutmayı ve birlikte çalıştığımız çocukların doğaçlamalarında kendi deneyimlerini ortaya koyarak serbest bir biçimde ana konuyu yönlendirmelerinin daha yararlı olacağı' kanısına vardık. Böylece çocuklarla yapılan doğaçlamaların ana konusunu suç-ceza üzerine odaklaştırdık. Önce çocukların verilen konuyu serbest bir biçimde yorumlamaları istendi. Doğaçlamanın ayrıntılarını çocuklar oluşturdu. Çıkardıkları küçük oyunda; çocuğun canı çikolata yemek ister. Ama, anne babasına göre bu gereksiz bir harcamadır. Çocuk derdini anlatamayınca bir gün gizlice babasının cebinden bir miktar para alır. Durum anlaşılınca da odasına kapatılır ve dayak yer. Oyunda babanın ilk sözleri "Paramı sen mi çaldın? Gel bakayım buraya" oldu. Çocuk korkup inkar edince de cezalandırıldı. Anneyse ya sesini çıkarmıyor ya da babayı destekleyip: "Çek cezanı da anla bakalım" diyordu. Seyredenlere ve oynayanlara göre oyundaki çocuk tamamıyla haksız kabul ediliyor, anne baba ne yaparsa doğrudur deniliyordu. Yine onlara göre babanın olduğu yerde anneye pek söz hakkı düşmezdi. Yani canlandırmada kimsenin tuhafına giden bir şey olmamıştı. Peki tek çözüm bu muydu? İşte bunun üzerine çocuklarla tartıştık. Konuyu canlandırmadaki tavırların nedenleri, niçinleri ortaya konuldu. Seyredenler, oynayanlara sorular sordular. Bizlerse,

pe

sorusuna yanıtlar şöyle: "Etmez. Çünkü annem evin kadını", "Etmez. Çünkü babam çalışıyor", "Hayır. Hoşlanmıyor", "Etmez. Benim babam kadın mı?"

cy

a

İşte bütün bunlar değerlendirildiğinde babaların çocuklarının gözünde çok güçlü bir otorite olarak görüldüğü, annelerin daha pasif olduğu, ancak çocukların en ufak hatalarının (!) bile fena halde cezalandırıldığı ortaya çıkıyordu. Yapılan anketten anlaşıldığına göre çalışma yaptığımız 20 çocuğun hemen hepsinin annesi ev hanımı, babalarsa çoğunlukla serbest meslek sahipleri. Yine anket cevaplarına göre annelerin hobisi yemek yapmak, örgü örmek, dikiş dikmek, çiçek yetiştirmek, gezmeye gitmek benzeri işler, babaların hobisi ya yok, ya da televizyon seyretmek olarak yazılmış. Ailenin birlikte yapmaktan zevk aldığı işlerse çoğunlukla televizyon seyretmek, yemek yemekle sınırlı. Babaların annelerine ev işlerinde yardım edip etmediği

kadar da iyi bir çözüm sayılmaz.

"Şimdiki Çocuklar Harika" adlı kitaptaki aynı tür araştırma 1960'lı yılların sonlarında yapılmış. Kitaptaki sonuçlardan bazı örnekleri yazının başında vermiştim. Aradan geçen onca yıla rağmen bizim 90'larda aynı soruları ilkokul 3. sınıf çocuklarına sorduğumuzda yanıtlarda değişen ne? Yanıtlar birbirinden pek de farklı görünmüyor. Belki de işleri salt zamana bırakmak ilerleme kaydetmede o

İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Tiyatro Bölümü öğrencilerinin atölye çalışmalarından bir sahne.


a

Programa katılan çocuklar bir çalışma öncesinde...

vardır. Çocuklar çitleri sevmediklerini ve canları istediğinde dans etmek istediklerini söylerler. Şef sinirlenir ve böyle bir şey yaparlarsa onlara vereceği cezalardan söz ederek, onları korkutmaya çalışır. Çocuklara bu durumda ne yapabilecekleri sorulduğunda ilk gelen yanıtlar göze göz, dişe diş mantığında yürüyordu. Önce "Şefi asalım", "şefi öldürelim", "şefe tuzak, kuralım", "bağlayalım", "biz de ona yasaklar koyalım" benzeri çözümler bulundu. Çünkü Kızgın Boğa'nın karşısında onlar 20 kişiydiler. Ama tek çözüm şefi ortadan kaldırmak mıydı? Yine soru cevap biçiminde gelişen tartışmalardan sonra şefle konuşmayı denediler ama sonuç olumsuzdu. Bu sefer dertlerini anlatacak yazılarla şefin çadırına gideceklerdi. Bu yazılar nasıl olmalıydı? Kuşkusuz şefe karşı saldırgan değil; duygularını ve anlatmak istediklerini Kızgın Boğa'nın anlamasını sağlayabilecek şeyler yazılmalıydı. Ama şef bu durum karşısında da yumuşamayınca çocuklar kabilede kendilerine düşen görevleri yapmamaya karar verdiler. Kızgın Boğa'ya yemek götürülmedi, odun toplanmadı, ava çıkılmadı vs. Derken bu durumun da iyi bir çözüm olmadığı anlaşıldı. Çünkü 8u işler yapılmayınca yalnızca şef değil herkes madur kalıyordu. Gerçi Kızgın Boğa bu sefer durumun ciddiyetini anlamaya başlamıştı. Çocuklar ondan nefret etmiyordu ama yönetiminde aksayan bir şeyler vardı. Yalnız kalmıştı. Peki ne yapmalıydı? Uzun tartışmalardan sonra çocuklardan birisi "ben şef olsaydım..." diye söze başladı. Hemen buradan yola çıkılarak birkaç aday belirlendi ve seçime gidildi. Artık Kızgın Boğa'nın adaylığını koymaktan başka yolu kalmamıştı. Oylar sayıldığında şef bir başkası oldu ama* bu arada Kızgın Boğa yine de epey oy almıştı! Bu oyunda da çözüme şiddete, saldırganlığa başvurmadan, nefret gütmeden birarada çalışarak varılmıştı. Çitler kaldırıldı ve yeni şef artık kabiledeki tek otorite olmadığının farkındaydı.

pe

cy

çocukları düşündürücü ve farklı çözümleri çıkarmalarına yardımcı olacak sorular sormaya yöneltiyorduk. Tartışmalar esnasında yan temalar olarak, çocuğu yalan söylemeye zorlayan nedenler, anne- babanın ev işlerini paylaşımı, evde herkesin söz sahibi olabilmesi üzerinde de duruldu. Sadece çocuğun değil büyüklerin de hataları olabileceği, sorunların çözümünde konuşarak anlaşmanın oyundaki çocuğun korkusunu, yalan söylemesini, gizli işler yapmasını engelleyebileceği anlaşıldı. Daha sonra aynı olay tartışmanın vardığı noktadan yeni bir biçimde canlandırıldı. Oyunda çocuk gerçekten de bir hata yapmıştı ama bu sefer hatasını anlama biçimi değişti. Öncelikle büyükler kendilerine "Biz nerede yanıldık? Çocuğumuz böyle bir hareketi neden yaptı acaba?" diye sordular. Çocukla konuşurken de "Senin çikolatayı bu kadar çok istediğini anlayamamışım. Demek hiç paran da kalmamıştı." diyerek kendilerinin de hatalı yanlarını ortaya koydular. Çözüm olarak, çikolatayı sürekli yemenin hem maddi hem de sağlık açısından ne tür zararları olabileceği çocuğa söylendi ama çikolata yememe yasağı kalktı. İstediği zaman yiyebilmesi için de çocuğun harçlığı arttırıldı. Ama çocuk yaptığı hatanın sonucuna da katlanmalıydı. Çocuk babasından aldığı parayı harçlığından belli süre bir miktar kesilerek babasına ödeyecekti. Bu aile hemen şiddete başvurmak yerine soruna önce konuşarak çözüm aramaya yönelmişti ve ailede herkes söz sahibiydi. Çalışmanın bir başka bölümünde bir kızılderili kabilesinde şef Kızgın Boğa çocukların ancak o istediği zaman dans etmelerini ve çitlerin ardına geçmemeleri emrini verir. Oysa çitlerin ardında renk renk çiçekler 24 Tiyatro Tiyatro

Böylece konular ve olaylar başlangıçta düşündüğümüzden daha geniş bir alana doğru kaymaya başlamıştı. Çalışmaların sonuna doğru ortaya çıkan doğaçlamalarda çocuklar olaylar karşısında, otorite karşısında kendi haklarının bilincine vararak, bunları koruyabilmek için farklı farklı ve daha demokratik çözümler aramaya yöneldiler.


a

cy

pe


D O S Y A

Neş ' e E r çe t in

60

Yıllık Sevgi

"Türkiye'de her şehire çocuk tiyatrosu kurmalıyız. Bu sanatı çocuk yaştan aşılamalı, sevdirmeliyiz ki nitelikli seyirci yetiştirebilelim. Yoksa geç kalıyoruz, yazık oluyor"

a

Muhsin Ertuğrul, Türk Tiyatrosu Dergisi, 1963

görevlendiriliyor. Kendisi çocuk oyunlarında çeşitli roller­ de oynadığı gibi, çocuk oyunu yönetiyor ve yazıyor. Ço­ cuksu fiziği, yaratıcı kişiliği ile kısa zamanda gecikmiş bir boşluğu dolduruyor, inanılmaz çocuk sevgisi ile... I950'li yıllarda çocuk oyunları ile Şehir Tiyatroları en par­ lak dönemini yaşıyor. Yine bu dönemde çocuk korosunu kuruyor, dans eğitimi veriyor. Kısacası aldığı eğitimle, ça­ lışmalarla daha sonraki sezonlarda oynanan oyunlara, mü­ zikallere oyuncu yetiştiriyor.

cy

Bu yıl sekseninci yaşını kutladığımız İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda 22-29 Nisan tarihlerinde yer alacak "Çocuk Şenliği" ile T ü r k Çocuk Tiyatrosu altmışıncı yılını dolduruyor.

pe

Çocuk tiyatrosu ve çocuk tiyatro eğitiminin geçmişi Os­ manlı İmparatorluğu'na, III. Selim'e kadar uzanıyor. Batılı­ laşma hareketinin içinde çocuk oyunlarının çevrildiği, ya­ zıldığı ve oynandığını biliyoruz. İkinci Meşrutiyet döneminde okullarda tiyatro yönetmeliklerine rastlıyo­ ruz. 1915 yılında, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları kurulu­ yor, aynı yıl okullarda tiyatro dersi uygulaması başlatılı­ yor. Ancak Kurtuluş Savaşı'ndan başlayarak, Cumhuriyet'in kuruluşuna dek sanatsal uğraşlar uzun bir belirsizlik dönemi geçiriyor. 1930-1933 yılları sanat politikasının daha ön plana çıkarıl­ dığı, özellikle tiyatro sanatının yeniden irdelendiği şanslı bir dönem. Muhsin Ertuğrul çocuk oyunları ve çocukların eğitimden geçirilmesi gerekliliği üzerinde duruyor. İlk bü­ yük adımı 1934 yılında atarak Şehir Tiyatroları'nda "Ço­ cuk Tiyatrosu"nu kuruyor... 1 Ekim 1935'te Kemal Küçük tarafından yazılan "Çocuk­ lara ilk Tiyatro Dersi" ile perdelerini açıyor. Bu dönem­ de, günümüzde bile lüks görülen ve uygulaması olmayan ilk çocuk tiyatro dergisi çıkartılıyor. Bu dergi beş sayı sonra isim değişikliği ile büyük okuyuculara yöneliyor ve yaşamını sürdürüyor. 1932 yılından beri Şehir Tiyatroları'nda oyuncu olarak ça­ lışan Ferih Egemen (1917-1978), çocuk tiyatrosunun ku­ rulması üzerine çok çalışıyor. Muhsin Ertuğrul tarafından çocuk eğitimini üstlenmesi isteniyor ve yönetmen olarak 26 Tiyatro Tiyatro

Günümüzde pek çok değerli sanatçının o çocuk korosun­ dan yetiştiğini biliyoruz. Ancak başlatılan bu güzel uygula­ malar Ferih Egemen'den sonra ne yazık ki uygulamadan kalkıyor... Sonuçta çocuk tiyatrosu eğitiminden geçme­ yen, yetenekli olduğuna inanılan çocuklarla ve de daha büyük oyuncuların üstlendiği rollerle sürdürülüyor. Bu dönem çocuk oyunları danslar, folklorik öğeler, canlı müzik katılımları ile zenginleşiyor. Şehir Tiyatroları'nın bir ödenekli tiyatro olarak öncülük ettiği çocuk oyunları gü­ nümüze dek sürdürülüyor. 1950-1970 yılları arasında, özel tiyatrolar da çocuk oyun­ larına yer veriyor. Ancak ekonomik koşullar her sanat dalını etkilediği gibi özel tiyatroları da olumsuz etkiliyor; bunlardan en başta terkedilen ne yazık ki çocuk oyunları oluyor. 1985-1986 döneminde Şehir Tiyatroları'nda yeniden "Ço­ cuk Tiyatro Eğitim Birimi" kuruluyor. Bu kez bir kişi de­ ğil, bir ekip görevlendiriliyor. Eğitimi Şehir Tiyatrosu sa­ natçılarının üstlendiği bu birim günümüze dek sürdürülüyor. Bu eğitimin ileri yıllarda da kesintisiz sür­ dürüleceğine inanmak istiyoruz. Yeniden başlatılan bu uy­ gulama çocuk oyunlarında büyükler yerine çocukların


kendisini oynaması, müzikli oyunlara müzik, tiyatro ve dans bilgisi almış çocuk oyuncu yetiştirme ihtiyacından doğuyor. Ç o c u k Tiyatro Eğitim Birimi, sanatçı Ferih Egemen'in başlattığı çalışmaları onun bıraktığı yerden daha ileri gö­ türmeyi amaçlıyor. Eğitim programında, sahne egitimi, şan, solfej, ritmik jimnastik, konuşma terapisi dersleri yer alıyor, klasik ve modern tiyatronun temel kuralları öğre­ tiliyor. Şehir Tiyatrosu bünyesindeki oyunlarda çocuk oyuncu ihtiyacını karşılamak görevi dışında, asıl amacı ile­ risi için gençlik tiyatrosunun temelini atmak oluyor. Bu yıl "Genç Tiyatro Eğitim Birimi" adı altında bu çalışmalar başlatıldı. Eğitim sezon sonuna dek sürdürülecek. Eğitim birimi beş yıllık eğitim süresini kapsıyor. İki aşama­ lı sınavda başarılı olan 7-12 yaş grubundaki öğrenciler t i ­ yatro eğitiminin tümünü ücretsiz olarak alıyor. Beşinci yı­ lın sonunda başarı belgesi veriliyor. Verilen bu eğitim ile diğer okullar arasındaki en önemli fark yaş faktörüdür. Konservatuar belli bir eğitim sonrasına, özel tiyatroların verdiği eğitimler ise daha çok ücrete tabidir. Tiyatro eği­ t i m biriminin çalışmaları ise ödenekli tiyatroların sağladığı tüm olanaklardan yararlanır. Başarı belgesi almış öğrenci­ ler sezon içinde sahnelenen çocuk veya büyük oyunların­ da pratik kazanıyorlar.

"Gerçek dünya ile iç içe bir düş dünyası dokusunu, ger­ çek ve gerçek-üstü canlılarla ören, Shakespeare'in büyük­ lere yazmış olduğu bu masalımsı komedyayı neden bir ço­ cuk oyunu olarak düşünmeyelim?" sorusundan yola çıkarak çalışmalarımıza başladık. Ünlü Shakespeare araştırmacısı Prof. Tillard'ın: "Shakespeare'i olduğu gibi almak, yirminci yüzyıldaki seyirciye o şekilde göstermek Shakespeare'e dostluk olmaz" savına sığınarak bu günün seyircisinin, üstelik genç tiyatro seyir­ cisinin kendi yaratıcılığından da bir şeyler katabileceği bir çalışma yaptık. Masalın gücünü anlatıcı ile pekiştirdik. Bili­ yoruz ki aynı masalı farklı kişilerin anlatması zaman zaman masalın fizik ve estetik yapısını değiştirebilir (masalın do­ ğasında da bu değişiklik yok mudur?). Yıllar öncesine, 16. yüzyıla gidip bizlerden uzaklarda yaşa­ mış insanların inançlarını, kendilerine özgü geleneklerini, yaşam biçimlerini alarak o dönemden bir kesit getiriyo­ ruz. Yazarın komedyalarındaki tüm neşeli öğeleri kullanı­ yoruz: Neşeli çıkışlar, eğlendirici kavgalar, inanılmaz aşk­ lar, komik nefretler... Birbirinden güzel danslar ve şarkılarla... Bu yıl altmışıncı yaşını kutlayacağımız Türk Çocuk Tiyat­ rosu temeline ilk harcı koyan değerli sanatçılar Muhsin Ertuğrul'u, öğrencisi Ferit Egemen'i, emeği geçen tüm sa­ natçılarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz. Söz veriyo­ ruz. Aynı inançla çalışmalarımızı kesintisiz sürdüreceğiz, sizlerin öğrencisi bugünün sanata, eğitime destek veren sanatçı büyüklerimizle... ileride daha yeni ve güzel çalışmalara başlangıç olması is­ teğiyle...

pe

cy a

"23 Nisan 1991 Çocuk Şenliğinde tümü çocuklardan oluşan kadrosu ile Tiyatro Eğitimi ilk kez seyircinin önün­ de ilk sınavını veriyor. "Hensel/Gretel" ve "Peter Pan" müzikli oyunlarına gösterilen ilgi beklenilenin çok üzerin­ de oluyor. Çocuk oyuncuların büyükleri kıskandıracak düzeydeki oyunculukları ve kendi yaşları seyircilerle kur­ dukları sıcak ilişki kuşkusuz bu ilginin bu denli yoğun ol­ masını sağlıyor. Çocuk Şenliği'ndeki başarısından sonra Hensel ve Gretel repertuara alınıyor ve d ö r t yıl süreyle Şehir Tiyatrolarının beş ayrı sahnesinde sergileniyor. Turnelere gidiyor. Bu yıl William Shakespeare'in "Bir Yaz Dönümü Gecesi

Rüyası"ndan uyarlanan "Bir Gece Masalı"nda yine tüm eği­ tim birimi öğrencileri yirmi sekiz kişilik kadrosu ile rol alı­ yor. Perdelerini ilk kez 23 Nisan 1994 çocuk şenliklerin­ de açan bu oyun 1994-1995 sezonunda da repertuar oyunu olarak halen Şehir Tiyatroları'nda başarıyla sergi-

İstanbul Şehir

Tiyatrosu"nda

bu sezon başlayan

Neş'e

Erçetin'in

yönettiği "Bir Gece Masalı", Shekeaspeareden uyarlanmış. Tiyatro .Tiyatro 27


D O S Y A

Yaşar Zongur

Kültür Bakanlığı ve

Çocuk Tiyatrosu karşılaşıyoruz. Oyunların genelinde en fazla göze çarpan sorunların başında, oyunda olup bitenlerin çocuğun yaşamından uzak oluşu ve daha çok kral, kraliçe, vezir gibi yetişkin karakterlerin yaşamlarını merkez alması gelmektedir. Masal biçimi oluşturma amacıyla körü körüne oyuna katılan bu öğelerin daha bilinçli bir biçimde yoğrulup çocuğun dünyasını ön plana çıkarması gerekir. Böylece masal da düş gücüne seslenen eğlendirici niteliğiyle oyunda bir işlevsellik kazanabilir. Yayınlanan oyunların olay örgülerine baktığımızda, birkaç oyun dışında çocuğun yaşamından çok, saray ilişkilerinin, iktidar çekişmelerinin, perilerin ya da büyücülerin konu edildiğini görmekteyiz. "Robinson Ölmemelidir" adlı oyunda çocuklar kral ve Daniel Defoe arasında arabulucu görevi görürler. İçki içip evden zorla para alan oğlu yüzünden parasal açıdan çok zor günler geçiren bir yazarın, iyiliksever bir kralın yüce lütfuna kavuşması bir çocuğun yaşamını ne derece ilgilendirir ya da "Dede-Torun" oyunundaki iktidar mücadelesi çocuğun yaşamına nasıl bir derinlik kazandırır diye düşünmemek neredeyse olanaksız. Kendi sorunları bir yana, oyun içindeki yetişkin karakterlerin sorunlarını çözerler çocuk karakterler. Bu oyunlarda çocuklar sorunsuz varlıklardır.

a

Kültür Bakanlığı 1993-1994 yıllarında önemli bir girişim başlatarak, dönemin Kültür Bakanı olan Fikri Sağlar'ın önsözüyle 10'un üzerinde çocuk oyunu bastı. Ticari kaygılar taşıyan yayınevlerinin pek basmaya yanaşmadıkları çocuk oyunlarının bu yolla kültür yaşamına girmesi özlenen bir gelişmedir.

pe cy

Önemli saydığımız bu gelişmeyi kitapların niteliği açısından ele aldığımızda sorunlu bir tablo ile karşılaşmaktayız.

Bu alandaki sorunların temelinde Kültür Bakanlığı'nın çocuk tiyatrosu konusunda temel seçici ölçütlerden yoksun oluşu yatıyor. Bu durumu oyunların dili ve içeriğinde açıkça gözlemek olası.

Oyunlara dil açısından yaklaştığımızda karşımıza üç farklı eğilim çıkmakta: Bu bağlamda "Leylek Sultan" ve "Robinson Ölmemelidir " (1) adlı oyunlar birbirlerine zıt bir ikili oluşturuyor. "Leylek Sultan"da imleşmek, çerçi, otabaşı, gömüt, ece, erinç, umar, pusatlanmak, usuna gelmek gibi sözcükler kullanılırken, "Robinson Ölmemelidir" adlı oyunda mücrim, sual, kâfi, muktedir olmak, saadet, mukabilinde, telakki etmek gibi sözcüklerle karşılaşmaktayız. Diğer oyunlarda ise günümüz Türçesi kullanılıyor. Bu üç değişik dilsel olasılık arasında Kültür Bakanlığı işlevsiz bir kurum olarak karşımıza çıkıyor. Yetişkinlerin bile anlamada zorlanacakları bu tür sözcüklerin kullanıldığı oyunların basılması, çocuğa ulaşma kaygısının olmadığını da göstermektedir. Oyunları içerik açısından incelediğimizde de yine ölçütsüzlükten kaynaklanan önemli sorunlarla 28 Tiyatro

Tiyatro

Bir de "Gülen Torba " (2) ve "Leylek Sultan" oyunlarında karşılaştığımız türde doğaüstü güçler de işin içine girince çocuğun yaşamına yönelmek neredeyse olanaksızlaşıyor. Söz dinlemez kızına sonunda bir ceza vermek zorunda kalan kralın bu ceza sonucunda prensesin küsüp suratını asacağını kestirememesi, tüm ülkeyi sarsar ve umutlar iyilik


perisinin elindeki Gülen Torba'ya bağlanır. Oyundaki

sunulduğunu da söyleyemeyiz. Bu oyunda da

çocuklara yine ayak işleri düşmektedir. Yüce bir

izleyiciye yapay ve zorlama bir dünya sunulduğunu

sorumluluk duygusuyla Hopçik ve Dopçik adında iki

görüyoruz. Oyunda Mustafa Kemal Atatürk'ün

çocuk sihirli torbayı getirme görevini üstlenmişlerdir.

çocukluk yılları anlatılmaktadır. Ancak, ders

Ahmet adlı örnek çocuk karakterin öncülüğünde

kitaplarında anlatılanlara koşut olarak sunulan

krala sadakatin en iyi örneğini verirler. "Prensesimiz

Atatürk, çocuk olmaktan çok yaşamın

için canımız feda olsun... Bütün bir ülkeyi güldürmek

deneyimlerinden süzülmüş bilge bir yetişkini

için üç cana değer arkadaşlar" diye ifade edilir bu

andırmaktadır. Ders kitaplarında sıkça karşımıza

sadakat. Ama ne sihire yüklenen umut, ne krala

çıkan ulusal kahramanlar yaratan tarihsellik anlayışının

sadakat, ne de yetişkinlerin sorunlarını çözmekten

bu oyunda da sürdüğünü görmekteyiz.

oluşur çocuğun gerçek yaşamı. "Leylek Sultan" adlı oyunda Tılsımbay adlı bir büyücünün gezginci bir tüccar (Çerçi) kılığına girip Sultanı ve Başveziri hayvan kılığına sokması da çocuğun yaşamını pek ilgilendirmez sanırım. Tılsımbay ve oğlunun ülkeyi yönetmeye başlaması ve bunun üzerine kuş olarak

Kaderci öğelerin de bu oyunlardaki olumsuzlukların önemli bir bölümünü oluşturduğunu görmekteyiz. Bu kaderci yaklaşımların doğmasında "Deus ex machina"yı andıran çözüm yolları büyük rol oynar. Örneğin, "Robinson Ölmemelidir" adlı oyunda

dolaşan Vezir ve Sultan'ın çeşitli maceralardan sonra

Kral'dır her şeyi çözen, oyundaki çocuklar sadece

krallığı tekrar ele geçirmesi de çocuğun yaşamını

durumu Kral'a iletmekle sınırlandırılmıştır. "Prenses

daha anlamlı ya da değiştirilebilir kılmaz. Oysa ailede,

ile Çoban"da(3) oyunun sonunda bir anda bir çoban

eğitim sisteminde, toplumda ve doğal çevreyle olan

belirir ve prensesi mutlu eder. "Dede-Torun "

ilişkilerinde birçok sorunla karşı karşıyadır çocuk.

oyunda, Köpek ve At sorunu çözemeyip kaderlerini

Çocuğun dünyası yitip gitmektedir bu oyunlarda. Her

beklerlerken ormandaki bitkiler ve ağaçlar oyunu

(4)

adlı

mutlu bir sona dönüştürürler. "Leylek Sultan" adlı

çocuğa yönelmesi gerekir. Çocuk tiyatrosu ancak bu

oyunda yaşam düpedüz büyünün etkisi altındadır. "Gülen Torba"da ise kozlar Peri Ana'dadır ve sihirli

Ayrıca, bu oyunlarda çocuklara bakış açılarının da sunulduğunu görmekteyiz. Öncelikle birçok oyunda bir monarşik yapı sunulmuş monarşik sistem

bol da nasihat kullanılmaktadır. Oyunun başında,

pe

ve hiçbirisinde bu

gülen Torba sorunu çözecektir, üstelik oyunda bol

cy

yolla işlevsellik kazanır.

a

şeyden önce bir çocuk oyununun birincil olarak

yıkılmamış, aksine ideal

bir sistem olarak kalmış. Bu tür monarşik olay örgüleri içinde

karakterlerin ilişkileri hiyerarşik bir nitelik

kazanmaktadır. Eylemler nedensellik ve bireysellikten uzaklaşarak yapay bir dünyanın bir parçası durumuna indirgenir. Bu oyunlar içinde, temelde monarşik düzenin karşı kutbunda yer alan "Mustafa"

(5)

adlı

oyunda, bu duruma iyi bir alternatif

Kültür Bakanlığı 'nın yayımladığı "Islık Sever Mux"ı, İzmir Devlet Tiyatrosu'ndan sonra, İstanbul Devlet Tiyatrosu da sahneliyor

Tiyatro Tiyatro 29


dişinden oluşan boşluk yardımıyla çok keskin bir ıslık çalabilmektedir ve böylece kendini dinletip istediğini yapabilir Max.

a

Kültür Bakanlığı'nın yayımladığı "Gülen Torbanyı, Beştaş Çocuk Tiyatrosu sahneliyor.

gerçekliği açısından ele alarak monarşik ya da feodal yapıdan yalıtmıştır. Böylece, bireysel ve demokratik bir bakış açısı sunulmaktadır. Masal kahramanları, içinde yaşadıkları mutsuz dünyaya katlanmak yerine eyleme geçip kendilerine yeni bir gezegen yaratırlar. Bu süreci "edilgenlikten etkenliğe geçiş" olarak tanımlayabiliriz.

cy

"Aferin çocuklar. Masal dinlerken böyle sessiz olmalı insan. Değil mi yavrum. 'Söz gümüş ise sükut altındır' demiş büyüklerimiz. Yo yo yo... konuşmak yok." diye seslenir Masalcı Nine. Bu tür telkinlerle yazar kalın çizgili bir otoriter eğilime girerek izleyiciye edilgen bir konum vermiştir.

"Masal Gezegenine Yolculuk" (7) adlı oyun da bazı açılardan olumlu bir örnek olarak ortaya çıkar. Oyun Alaaddin, Bremen Mızıkacıları, Çizmeli Kedi, Küçük Kara Balık, Keloğlan, Alis, Küçük Prens gibi masal kahramanları üzerine kurulmasına karşın, yazar masalları günümüz

pe

"Prenses ile Çoban" oyununda ilginç bir olumsuz bakış açısıyla daha karşılaşmaktayız. Oyunun sonunda Kral ve Kraliçe hep hormonlu yiyeceklerle yemek zorunda kaldıkları için cinsiyet sapmalarına uğrarlar. Kraliçe erkek gibi, Kral ise kadın gibi davranmaya başlar. Fiziksel özellikler bu yönde değişir. Bilimsel açıdan hiçbir geçerliliği olmayan bu durum üzerine cinsel temelli bir komedi kurulmaya çalışılırken cinsel seçimler konusunda bazı olumsuz önyargıların da oluşturulduğunu görmekteyiz. Diğer taraftan, Kültür Bakanlığı'nca yayınlanan bu oyunlar arasında birkaç olumlu örneğe rastlamak olası, "Islık Sever Max " (6) bunlardan biri. Bu oyun daha önce sıralanan çocuğun yaşamına yönelmeme, kaderci ve anti-demokratik bakış açısı sunma, otoriter eğilim gibi olumsuzluklar taşımıyor. "Islık Sever Max"da Max'ın anne-babasına ve Bay Bühler kişiliğinde yetişkin topluma kendisini bir birey olarak kabul ettirdiğini görmekteyiz. Bu konuda çocukluk döneminin bir özelliği olan boşluğu çocukluğunu korumasında Max'a yardımcı olur. Çünkü, yeni çıkan 30 Tiyatro Tiyatro

Dil ve içerik açısından Kültür Bakanlığı'nın bir dönem içinde birbirine zıt ikiliklere düştüğünü görmekteyiz. Bir tarafta, önemli olumsuzluklar sunan oyunlar, diğer tarafta birkaç olumlu örnek. Bu sonucu yaratan en temel nedenin ölçütsüzlük sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum çocuk tiyatrosunun geleceğini olumsuz yönde etkileyebilir. Bu konuda olumlu örnekler sunması ve gelecek çalışmalara zemin hazırlaması açısından Kültür Bakanlığı'na çok iş düşüyor kaçınılmaz olarak.

Dipnotlar: 1- Marlalı Haldun, "Leylek Sultan", Kültür Bakanlığı Yay. 1993 Forster, Frederich, "Robinson Ölmemelidir", Kültür Bakanlığı Yay. 1993 2- Demirel Ziya, "Gülen Torba, Hopçik ile Dopçik", Kültür Bakanlığı Yay. 1993 3- Oral Ünver, "Prenses ile Çoban", Kültür Bakanlığı Yay. 1993 4-Asena Orhan, "Dede-Torun", Kültür Bakanlığı Yay. 1993 5- Asena Orhan, "Mustafa", Kültür Bakanlığı Yay. 1993 6- Ludwig Volker-Krüger, Carsten, "Islık Sever Max", Kültür Bakanlığı Yay. 1993 7- Polat Zerrin, "Masal Gezegenine Yolculuk", Kültür Bakanlığı Yay. 1993


E L E Ş T İ R İ Hülya Nutku

İzmir Devlet Tiyatrosu'nda hareketli bir çocuk oyunu:

Çıtırköy

oyunu da aynı naifliği taşıyor. Yönetmen Levent Ulukut da bu çocuksu naifliği koruyabilmiş, üstelik görsel, estetik açıdan da tempolu bol hareketli rejisiyle çocukların ilgisini ayakta tutmayı başarabilmiş. "Çıtırköy "le bir masal dünyası yaratmaya çalışan Ali Meriç program broşüründe çocuklara böyle bir köyün dünya haritasında yer almadığını b u n u kendisinin uydurduğunu söylerken yaratıcılığa yönelik fantezinin hem zarar vermekten uzak hem de eğlenmeyi ve özellikle gülmeyi sağlıyorsa yararlı olduğunu vurguluyor. Çıtırköy köylülerin ayçiçeği yetiştirdiği, canlı ve neşeli insanların bulunduğu bir köy, köyün en yaşlısı Tozlu Dayı, bir yanda onun dükkanı ve dükkanda köyün güzel kızı Nazlı çalışmakta, köyün öbür yanında köyün ayakkabı tamircisi yakışıklı İ b o , köyün ortasında ise köy kahvesi ve burada çalışan köyün sevimli delikanlısı İ m d a t ve oyun boyunca onun sandığa sakladığı horozu arayan Nine, köyde uyum içinde anlaşıp, güle oynaya günlerini geçiriyorlar. Köydeki tek sorun Hınzır Kardeşler. Akıllı geçinen Büyük Hınzır'la onun planlarını altüst edecek kadar safdil olan Küçük Hınzır köylülerin huzurunu bozuyor. Ö n c e " E n Büyük Ayçiçeği" yarışmasına katılacak olan Tozlu Dayı'nın kocaman ayçiçeğini kaçırıyorlar. Sonra da kocaman bir tepsiyi ayçiçeği diye yutturmaya çalışıyorlar, yine aynı kardeşler çeşitli oyunlarla köylünün elinden kurtulduktan sonra bu kez

pe cy a

İzmir Devlet Tiyatrosu bu sezona çocuk tiyatrosu konusunda ciddi girişimlerde bulunarak girdi. Öncelikle bugüne değin çocuk tiyatrosu gerçeği üzerinde yeterince tartışılıp, konuşulup ne olup olmayacağı konusundaki çıkış noktalarını arayarak işe başladı. Çocuk oyunları üzerine yapılabilecek atılımlar konusunda sanatçı Zeki Yorulmaz ve Haluk Işık bu k o n u n u n ciddiyetine dayanan Çocuk Tiyatrosu Bildirisi'ni bu konuda düşünen insanlarla tartışmaya açtı. Saptanan ilkeler doğrultusunda öncelikle Zeki Yorulmaz'ın sahnelediği ve Ö z e n R o d o p ' u n yazdığı "Musluk" adlı oyun Devlet Tiyatrosu'nda oynanmaya başladı. H e m e n ardından sanatçı Levent Ulukut'un sahnelediği Ali Meriç'in yazdığı "Çıtırköy" Karşıyaka Sahnesi'nde oynanmaya başladı. Bu yazımda İzmir Devlet Tiyatrosu'nun Karşıyaka Sahnesi'nde oynanmakta olan "Çıtırköy" üzerinde durmak istiyorurn. Son on yıldır yazdığı çocuk oyunları ile Devlet Tiyatroları sahnelerinde adını duyuran genç yazar Ali Meriç'in bu oyununun ilk kez 1985-86 sezonunda oynandığını görüyoruz. Daha sonraları yazarın "Bir Varmış İki de Varmış" adlı oyunu ardından da bir Karagöz oyunu olan "Şifreli K ö p e k " i n Devlet Tiyatrolarında oynandığını saptıyoruz. Ali Meriç'i ilk kez Grips Theatre'dan uyarladığı " A y ı B o b o " adlı oyunu ile tanımıştım. Çocuk duyarlığını, naivitesini yakalayabilen, inceliği olan genç bir isim... O n u n bu

Tozlu Dayı'nın çuvallarını çalıp kaçacakken yakalandıkları sırada güneş tutulması sonucu havanın kararmasını bahane ederek güneşi çaldıklarını ileri sürüyorlar. Oysa köyün bilgili insanları güneş ve ay tutulmasının ne olduğunu bildikleri için b u n u birbirlerine örnekleme yoluyla hem çocuklara hem de çevrelerindeki insanlara anlatıyorlar. Artık Hınzır Kardeşler bu insanları kandırıp onları alt edemeyeceklerini anlıyorlar. Böylece yazar aklın, bilginin, bilinçli üretim ve zekanın, küçük kurnazlıkları yenebileceği sonucunu getiriyor. Yönetmen Levent Ulukut oyunun hemen başına çocukların tiyatroya duydukları sempatiden hareketle onları tiyatroyla bir kez daha tanıştırmak, katılmalarını sağlamak adına şirin bir ön oyun koymuş, köyün delikanlısı İmdat'ın önce ışık odasından bir takip ışığı istemesi ve onun aydınlattığı bölgenin dışında kalması, ardından kendisinin konuşma yapacağı, şiir okuyacağı yerlerde efektlerin karıştırılmasından doğan aksaklıkla ortaya çıkan komik durumlarla çocukları yakalamayı başarmış. İmdat'ın sevimli harekederi, çocuklarla diyalog k u r m a d a ve onlara ayçiçeği k o n u s u n d a sorduğu sorularla oyuna çekebilmeyi başaran İ m d a t rolünde N e c m i Yapıcı başarılı bir oyunculuk sergiliyor. O y u n u n müziklerini besteleyen Ali H o c a ' n ı n akılda kalıcı motifler seçtiğini görüyoruz. Özellikle oyunun ilk şarkısı çarpıcı... O y u n u n dansları eğlenme ve dans etme zevkini aşılıyor Tiyatro... Tiyatro... 31


cy a

çocuklara... sokakta, evinde oyun oynarken belki de bilmeden çocukların dans ettiğini söyleyen Meltem Yorulmaz dans düzenini oluştururken bu gerçeği gözardı etmeden, dansları oyunun organik yapısı içinde eritebilmiş. Bu nedenle oyunu seyrederken şimdi sıra dansta

pe

demiyorsunu z, dans bu dokuya uygun bir biçimde kendiliğinde n (spontane olarak) oyuna katılıyor. Oyunun başında Tozlu Dayı'nın üstündeki tozları silkelediğinde çocuklara" hapşırmaları önerilince oyun boyunca çocukların bunu hiç eksiksiz yinelemeleri, oyunun gelişimi boyunca olup bitene sürekli tepki göstermeleri oyunun tempolu akışından kaynaklanıyor. Yönetilen Levent Ulukut oyunun yinelemelere dayanan bazı yerlerini budamış, böylece sürekliliği daha iyi sağlamış bir de ayçiçeğinin çalınması eyleminin gizli kapaklı değil de köylünün tepkisini vermek üzere sahnede ele alınması daha anlamlı olmuş. Oyunda Tozlu Dayı'yı oynayan İbrahim Raci Öksüz'ün deneyimli bir oyuncu oluşu hemen göze çarpıyor. Onun yanı sıra Nazlı'da İdil Fırat, Nine'de Mine Soydan, İbo'da Erkan Sever ve Hınzır Kardeşler'de Demet Şenol ve Murat Ergür başarılı... Oyunun aynı zamanda yönetmen yardımcılığını da üstlenmiş olan Ceyhan Gölçek ve dönüşümlü olarak Tozlu Dayı'yı oynayan Abdullah indir oyunun akıcılığını temposunu düşürmeyen bir grup dinamizmi içinde oynuyorlar. Oyphun hafta içinde de sık sık oynanması çocuk tiyatrosunun yaygınlaşması açısından çok önemli... Aynı kadroda yer alan Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Nazlı rolünde Gülay Ozkaya ve Nine'de Tansel Başar'ı izleyemedim. Oyunun çarşamba ve pazar temsilleri dışında okullara sergilenmesi nedeniyle sürekli gündemde kaldığını biliyorum. Oyunun 32 Tiyatro... Tiyatro...

eleştirilebilecek bir noktası varsa o da şu: Köylüleri oynayan iki kişinin salt danslardaki katılımı, onun dışında sahnede yer almamaları, metinden kaynaklanan bazı boş noktalar örneğin Hınzırlar'ın hınzırlık mantığı ile bilgili köylülerin saflık ve akıllılıkları üzerine kimi çelişkiler... Oyunun kostümleri son derece renkli. İşlevsel dekor ise, iyi çözümlenmiş olmakla birlikte, çocuğun yaratıcı imgelemini zorlamayacak pratik çözümlerle kotarılmış... Talay Toktamış'ın giysi tasarımı ve dekor tasarımı çok renkliliği ile dikkat çekici... Metin üzerinde belki bazı düzenlemelere ilerde gidilebilir. Genel olarak başarılı bulduğum bu oyunu dinamik kadrosu ve genç yönetmeni Levent Ulukut 'un tempolu yaklaşımı nedeniyle çocukların zevkle izleyebilecekleri bir oyun olarak görüyorum. Devlet Tiyatrosu'nun başarılı bir yapımı olan "Çıtırköy" tam bir ekip çalışması... Özellikle yönetmeni ve Devlet Tiyatrosu ilgililerini bu oyun için çıkartmış oldukları o çok sevimli ve her çocuğun kitaplığında özenle saklamak isteyebileceği renkli, neşeli broşürleri nedeniyle kutluyorum. Çocuğa oyundan sonra kalabilecek güzel bir anı kadar bu broşür de ona hitap edebilecek masalsı bir kitapçık olarak belleğinde ve belgeliğinde yer alacaktır... Çocuk seyircinin geleceğin bilinçli büyük seyircisi olarak şimdiden yetişmesi ve çocuk seyircinin özenle dikkate alınıyor olması, sanatın geleceği açısından da önemli... Özellikle seyircisiyle var olan tiyatro sanatı bugünün çocuk seyircisini dikkate aldığı sürece yarının tiyatrosunu daha iyi inşa etmek zorunda kalacaktır. Bu bilincin uyanık tutulması konusundaki tüm girişimleri desteklemek sanat çevresinin de görevidir. Levent Ulukut'un dediği gibi ders çalışmaya ara verildiğinde ya da boş zamanlarda televizyon karşısına geçildiğinde kapatın televizyonun düğmesini ve alın çocuğunuzu koşun tiyatroya... Onlar daha anlamlı bir dünyayı, sanatsal bir düzeyde yaşamayı hak ederler çünkü onlar bu sanatın önyargısız ve en iyi katılımcılarıdır.©


ELEŞTİRİ

Semra Ekşioğlu Özden

Şehir Tiyatroları Haldun T a n e r Sahnesi'nde Heinrich Böll'den Deniz Uyguner'in uyarladığı bir çocuk oyunu;

Birlikte Oynayalım "Daha dün annemizin kollarında yaşarken Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken Şimdi seyirci olduk doldurduk

cy

Sevinçliyiz hepimiz Yaşasın Tiyatromuz"

Deniz Uyguner'in, Heinrich Böll'ün temel olarak "Genç Bir Kralın Anıları" adlı öyküsünden esinlenerek oyunlaştırdığı "Birlikte Oynayalım"ını izlerken de bu soruları sormadan edemiyoruz.

a

Tiyatromuzu

tiyatrosuna düşen görevler nedir? Bu tür soruların cevaplarını sağlıklı bir denge içinde kapsayacak bir çocuk oyununda ne tür bir ön çalışma yapılmalıdır?

Epik tiyatro anlayışı ile sahnelenen oyun iki bölümden oluşuyor. Çocukların dikkatlerini oyun üzerine çekme, oyuna katılmalarını sağlama amaçlı birinci bölüm daha çok eğlendirici unsurları içeriyor. Bir öykünün anlatıldığı ikinci bölüm ise oyunun tartışma konularını içeriyor. Birbirinden bağımsız olmayan bu iki bölüm oyun içinde oyun olarak sahneleniyor.

Ancak seyredilen oyun bir çocuk oyunu olunca kimi soruları sormak kaçınılmaz oluyor. Bir oyunda neler amaçlanır? Çocuk-sanat ilişkisi nedir? Çocuk oyunlarında seyredilenlerin çocuklar üzerinde ne türlü etkiler yaratacağı her zaman hesaplanır mı? Çocuk psikolojisine yönelik olarak uzmanların görüşlerine başvurulmalı mıdır? Eğlendirme ve öğretme arasında nasıl bir denge kurulmalıdır? Çocuklarda eleştirel düşünme becerisini pekiştirmeye yönelik olarak çocuk

Oyun bir soytarı ve arkadaşı Fırıldak (hokkabaz) ile başlıyor. Sirkte çalışan bu iki arkadaş o günkü gösterinin iptal edildiğini öğrenirler ve yerine çocuklara bir masal anlatmaya karar verirler. Masal soytarının kendi yaşam öyküsüdür. Bir zamanlar Pandispanya Krallığı'nda Prens olan soytarı, içinde yaşadığı tüm zenginliğe ve olanaklarına rağmen mutsuz, doyumsuz bir çocuktur. Yaşamında her şeyi hiçbir emek harcamadan elde etmesi, güvenlik nedeniyle saray dışında çocuklarla

pe

Bu şarkı sözleri Kadıköy Haldun Taner Sahnesi'nde cumartesi-pazar günleri oynanmakta olan "Birlikte Oynayalım" adlı çocuk oyununda salonu dolduran çocuklar tarafından büyük bir coşkuyla söyleniyor. Tiyatronun yaşayan, o anda üretilen, paylaşılan bir sanat olmasının en yoğun hissedildiği yerlerden biri çocuk tiyatrosudur sanırım.

oynamasına izin verilmediği için başbakan kızından (Farfara) başka arkadaşı olmaması vb. nedenlerle dostluk, paylaşmak, sevmek ve sevilmek gibi kavramların anlamını bilmez. Tekdüze yaşamını renklendirmek için uşağıyla gizli gizli kumar oynar, özel öğretmeniyle alay eder, derslerini yapmaz. Babasının ani ölümü üzerine kral olunca ilk işi özel öğretmenlerinden ve derslerinden kurtulmak olur, ama hiç de sevmediği başbakanın kızı Farfara ile halkın gözünde saygın bir örnek oluşturmak üzere evlenmek zorunda kalır. Günlerini oyunlar oynayarak, filmler seyrederek geçiren bu iki çocuk ülkede artan demokrasi taleplerinin ayaklanmaya dönüşmesi sonucu yükte hafif pahada ağır ne varsa yanlarına alıp ülkelerini terk ederler. Paralarının giderek tükenmesi üzerine iş aramaya başlayan Prens, eski uşağı ile karşılaşınca yaşamı değişir. Bir sirkte çalışan eski uşak, Prens ile Farfara'nın da orada çalışmasını sağlar. Önceleri sirkte gazoz, limonata satan Prens zaman içinde özel öğretmenine yaptığı haksızlıkları daha iyi anlar ve okula gitmeye karar verir. Sonunda konservatuarı bitirip, bizlere masal anlatan soytarı olur. Artık mutlu biridir o... Tiyatro... Tiyatro 33


tepkilerini dile getirme biçimlerini de buna örnek olarak verebiliriz (makinist gözün kör olsun senin, allah cezanı versin).

a

Tüm bunlara karşın, renkli soytarı kıyafeti içinde sahnede taklalar atan, dans eden, şarkılar söyleyip oynayan, çocukları şarkılara ve oyunlara katılmaya davet eden ve bütün çocukların kalbinde taht kuran Eftal sırasında inandırıcı gelmiyor. Büyüklerin dünyasında bile tartışılan "900'lü hat", "karşılıksız çek", "bandıra bandıra ye beni" şarkısı "çalkala yavrum çalkala" filmi gibi popüler kültür yansımalarının bu çocuk oyununda yer bulması da ayrıca düşündürücü...

Oyunda bir başka dikkat çekici nokta olarak egemen kültürün kız-erkek çocuk rollerinin zaman zaman "ben kız mıyım ki, örgü öreyim" ya da "ben madam değilim, erkeğim erkek" gibi örneklerle altının çizilmesi bir tür yönlendirici tehlike barındırıyor. Aynı şekilde kız ve erkek çocuk oyunlarının birbirinden ayrı değerlendirilmesi de (kızların ip atlaması, erkeklerin uzun eşek oynaması gibi) bu tür ayrımın çizgilerini keskinleştiriyor.

Ancak kimi sahnelerde eğlence unsurları, verilmek istenen mesajın önüne geçiyor ve bu mesajın etkisinin zayıflamasına neden oluyor. Örneğin çok abartılı bir biçimde çizilen özel öğretmen tiplemesi daha sonra soytarının öğretmenini sevgiyle anması

Yine egemen kültürün kimi toplumsal kabullenmelerinin aktarıldığı bölümlere rastlıyoruz. Örneğin, Prens, Farfara ile evlenmek istemeyince kızın babası "Farfara'nın eline sizden başka erkek eli değmedi" der. Prens ve Farfara'nın film seyrederken

pe cy

Ard arda gelişen birçok olaydan meydana gelen oyunda her olay, belli bir amaca hizmet ediyor ve olumsuzdan olumluya doğru bir dönüşüme yol açıyor. Bir zamanlar kral olduğu ülkesinde mutsuz bir yaşam sürerken; sıradan, halktan biri haline geldiğinde çok daha mutlu bir insan olan; önceleri saygısız, tembel, yaramaz bir öğrenci iken zaman içinde bir şeyler öğrenmenin, okula gitmenin önemini kavrayan Prens/soytarı aracılığıyla seyirci dostluğun, özgürlüğün önemini, evliliğin karşılıklı sevgi ve saygıya dayanması gerektiğini, insanların kendi yöneticilerini seçebildiği demokrasinin en güzel yönetim biçimi olduğunu görüyor. Ayrıca oyunun sonuna eklenen "köpek" sahnesi ile de hayvan sevgisi aşılanmaya çalışılıyor.

34 Tiyatro.. Tiyatro

-Gülbudakoyunun başından sonuna kadar koruduğu dinamizmi ile hem çocukların dikkatlerinin dağılmamasına hem de onların oyuna dahil edilmelerine önemli ölçüde katkı da bulunuyor. Çeşitli kelime oyunları, sahnede yapılan sakarlıklar ve şakalar, çocuklara oyunda rol verilmesi de bu amaca hizmet eden diğer unsurlar olarak gözlemleniyor. Rengarenk, sahnede her türlü harekete olanak sağlayacak şekilde tasarlanmış dekor da oyunun amaçlanan atmosferini oluşturmaya olumlu katkılar sağlıyor. Çocuk tiyatrosunun artık, yazının başında belirtilen soruları derinlemesine tartıp, yeni kavram ve başlangıçları ele alıp, bunları dokuyarak özellikle çocuklara yönelik sanatın eğlendiricilik yanında eğiticilik/öğreticilik hedeflerine sağlıklı bir yolla ulaşmasına zemin yaratacak, geniş kapsamlı bir tartışmayı başlatması gerektiğine inanıyor, bu inancımızı anne-babalardan, uzmanlara, oyun yazarlarından oyunculara, ilgili her türlü birime bir çağrı olarak duyurmak istiyoruz.


pe cy a


a

pe cy


pe cy a


cy a

pe


a

pe cy


a

pe cy


cy a

pe


pe cy a


cy

pe a


cy

pe a


pe cy a


pe cy a


DERLEME

Emre Koyuncuğlu

Uluslararası Kadın Tiyatro Sanatçıları Konferansından İzlenimler

Düş ve Gerçek/ Kadın Tiyatrosu

a

Fotoğraf çekmek yasaktı. Bunu yerli bir kadın şöyle açıklıyordu; "Ruhlarını çalarsınız, hasta olurlar." Bu tip gösterilerin çoğu kadınlara özel ve yerlilerin bu konuda ricaları var; "Gördüklerinizi erkeklere anlatmayın." "Ngarnna Taikurra..." Türkçesi "Yaratım için

kadın tiyatrosunun yazılması ve oynanması değil,

beraber çalışan kızkardeşler..." Avusturalya'da

tüm dünya kültürlerinde baskıya uğrayan, "azınlık" olarak adlandırılanlara, kendi tarihlerini yazma,

Konferansı için Adelaine'e gelen 100'lerce kadına

yapılan sansüre karşı onlara serbest bir alan

kürsüden böyle seslenildi.

yaratma, bireysel, sosyal politik ve kültürel olarak

cy

düzenlenen 3. Uluslararası Kadın Tiyatro Sanatçıları

Konferansa katılan kadın sanatçılar, 19. yüzyıl

korumaya alma. Üç yıllık bir geçmişi olan bu konferans da bir

protestan, heteroseksüel, beyaz ve erkek

anlamda bu düşünceye destek veriyor ve üzerinde

sıfatlarının- günümüzde halen oldukça geçerli "güç"

tartışma platformu sağlıyor.

unsurları olduğuna değindiler. Böylece ortaya çıkan,

Uluslararası Kadın Yazarlar Konferansı'nın ilki

kadınların haklarını arama eylemlerinin toplumsal bir

Amerika'da Buffalo'da yapılmış. Konferansa 250 kişi

çıkış haline gelip, "feminizm" adını almasından bu

katılmış. İkincisi, ise, Toronto'da, yapılmış orada

pe

toplumunu belirleyen kültürün, -anglo-sakson,

yana, değişen pek de bir şeyin olmadığıydı.

katılım, 350'yi bulmuş. I994'de Güney

Dolayısıyla katılımcılar, feminizmin temel

Avusturalya'nın başkenti Adelaine'de yapılan

düşüncesinin, bu güç unsuru kabul edilen sıfatlardan

toplantıya ise, 40 ülkeden 500 kişi geldi.

farklı olan yaşam biçimlerinin, inançların ve kültürlerin haklarını savunması gerektiğini söylediler.

Konferans'ın ağırlık noktası, günümüz kadın tiyatrocuların en büyük esin kaynağı olarak benimsedikleri geleneksel ritüellerle modern kadın

Burada bir açıklama yapmak istiyorum, bu düşünce

tiyatrosu arasındaki ilişkiydi. Batı ülkesi

biçimi, son 10 yıldır "çıkmaza girmiş" diye söz

sınıflandırmasına girmeyen, çoğunlukça

edilen feminist düşüncenin, aslında dayandığı çok

sömürgeleşme sonrası batı kültürüyle tanışmış

önemli bir noktadır. Ve günümüzde feminizm bu

ülkelerde bu özellikle çok belirgin ortaya çıkıyor. Bu

noktadan yola çıkarak kendini yenilemekte ve

ülkelerdeki erkek tiyatrocuların, kadın tiyatroculara

yeniden güçlenmektedir.

göre ritüelleri, mitleri ya da ayinleri sahnelemede

Amerika'da bu nedenle I988'de Kadın Tiyatrocular Dünya Organizasyonu kurulmuş. Amaçları; yalnızca

kullanımları ise oldukça az. Bu konuyla bağlantılı olarak, kongrede farklı başlıklar Tiyatro... Tiyatro.. 35


altında bir çok tartışma açıldı. Bunlardan bazıları;

şeklinin çeşitli anlamları var) kum ve toprağa

"Ritüel ve Beden", "Hikaye Anlatımı", "Kimlik" ve

gömülen çıplak ayaklarıyla, zamana direnir bir

"Yansıtma ve Planlama". Bu tartışmalarda bildiri

yavaşlıkta hareket ediyorlardı. Yine bir kadın korosu

sunan sanatçılar, aynı zamanda oyunlarından bazı

tarafından seslendirilen şarkılarda ve kadınların

bölümleri da izlettirdiler. Bunun yanı sıra daha

yüzleri yere dönük duruşlarında, hissedilen ve daha

detaylı çalışmak isteyenler için küçük gruplar

sonra bir çevirmenin de anlattığı, "Varolmanın Kanunu"nu dile getiriyordu. Çok direkt, çok açık ve

oluşturularak workshoplar düzenlendi.

aslında seyirci ile çok az ilişkiye giren bir gösteriydi. Ancak, o gösteri ya da o an Aborijinlerin (yerlilerin Y e r l i l e r i n Mistisizmi/ Gerçeği ve Düşü

adı) "düş kurma zamanıydı". Durdukları yerden

Kongrenin ana temalarından biri olan bu konu ile

geçmişi, bulunduğumuz anı ve geleceği yakalarken

bağlantılı çok ilginç bir gösteri sunuldu.

aynı zamanda, doğmuş olan, ölmüş olan, orada olan

"Ngaanyatjarra, Pitjantjatjra" adlı gösteriydi. Orta

herkesi bu ayine çağırıyorlardı. Fotoğraf çekmek

Avusturalya'da, İtalya'nın üç katı büyüklüğünde bir

yasaktı. Bunu yerli bir kadın şöyle açıklıyordu.

bölge ile aynı ismi taşıyan bu gösteriyi, 1980'lerde

"Ruhlarından çalarsınız, hasta olurlar."

kurulan ve amaçları bölgelerindeki insanların haklarını savunmak olan bir kadın kuruluşu düzenledi. Doğal boyalarla ve yağlarla üst bedenlerini boyamış kadınlar, (her boyanın, boyama

Bu tip gösterilerin çoğu kadınlara özel gösteriliyor. Ve yerlilerin bu konuda özel ricaları var; "gördüklerinizi erkeklere anlatmayın."

a

K a r i z m a t i k Ş a m a n i z m i n Kadın K a h r a m a n ı

Bir başka ilginç gösteri, Koreli kadın sanatçı Kim Kum-Hwa'nınkiydi.

Kum-Hwa, kökeni şaman

pe cy

ritüellerine dayanan geleneksel Kore Tiyatrosu'dan bir kadın kahramanı oynadı. Daha bu yüzyılın

ortalarında tiyatrolarda ya da açık mekanlarda sahneye koyulması serbest bırakılan bu tiyatro, tüm

teatral ve ruhani öğeleri malzemesi olarak kullanıyor. Müzik, masklar, dans, ayinler, trans hali,

akrobasi, gibi. Bu arada, şunu da not etmek lâzım,

günümüzde Koreli şamanların (büyü yapan, iyileştiren, dua eden) %90'ı kadın. Kum-Hwa ve grubunun gösterisi, tıpkı batı

Avusturalya'lı Aborojinler gibi batı gözünün alışık olmadığı türdeydi. Bıçak üstünde yürür gibi trans halinde su maşrapalarının üstünde dans edişleri, hiç bir hokus pokusu olmayan bu gösterinin yarattığı

teatral gizemlilik, tek özelliğiydi. Avrupa kültüründe yetişmiş her tiyatro eleştirmenini hayrete düşürücek bir gösteriydi. Bu oyundan sonra tartışmaya açılan konu ise şuydu; Bu oyunda oyun yazarı var mı? Burada oyun yazarı, zaten oyunu sahnede yazmıyor mu? Ya da oyuncu yalnızca bir şaman mıdır?

"Bir Kız D o ğ d u " Geleneksel- M o d e r n T i y a t r o İlişkisi Malezyalı Kanla Lumbur'un tek kişilik, oyunundan bir sahne 36 Tiyatro... Tiyatro...

Konferansın önemli konularından biri de masalların,


öykülerin ve eposların bir tiyatro teksti haline nasıl

konuya ilginç bir örnek, Fas'dan geldi. Fatima

dönüştürüleceği tartışmasıydı. Bu bağlamda

Chebchoub "Sır Sahibesi" isimli oyununda, konu

Malezya'dan Puay Tin bir epik hikayeyi ingilizce

olarak ülkesinde 1930 ve 40'larda özellikle çok

olarak tek kişilik bir oyun halinde sahneledi. Tin,

yoğun olan zoraki fahişeliği ele almış. Oyunda, kadın

anlatım için kullandığı Çin Operası'nı, Asya'nın

ve erkeklerin çok farklı şeylere güldüklerini

popüler kültürüne ait şarkılarla, nasıl birbiri içinde

anlatmaya çalışmış. Kadınlar, Chebchoub'a göre çok

zenginleştiriyorsa, sahnedeki hızı, günümüz insanını

daha derin ve acı gülüyorlar. Oyun espiri dolu

kolaylıkla yakalarken, aynı zamanda düşünce

anlatımı, danslarıyla, oyuncunun rolden role

boşalımına izin veren oyunculuğu da tüm bunları

soyunmasıyla ve yöresel anlatımıyla masalsı bir hava

bütünleştiriyordu. Hindistan'ın Maharashtra

yakalamış. Fatima Chebchoub oyunun hem yazarı,

kentinden gelen bir kadın organizasyonunun, yarı

hem yönetmeni, hem de oyuncusu. Kendisi aynı

profesyonel Mukti Sanghatana Tiyatro Topluluğu

zamanda Meknes Üniversitesinde Tiyatro

ise, "Bir Kız Doğdu" oyununu oynadılar. Oyun, bir

Sosyolojisi ve Semiolojisi dersleri öğretim görevlisi.

ailenin kız çocuklarının olmasından dolayı yaşanan

Bu sıralarda da 1912-1956 arası Fas Tiyatrosu Tarihi

mutsuzlukla başlıyor ve bu kız çocuğunun büyürken

üzerine bir kitap yazmakla meşgul.

ve hayatının farklı dönemlerinde yaşadığı ayrımcılığı anlatıyor. Kişiliğinin sürekli baskı altında tutulması, aileden başlayarak, toplum tarafından diretilen ve

Joan Littlevvood/ Feminizm'siz Feminist Adelaide'daki konferansın onur konuğu seksen

hiçbir sahne ve ışık tekniği kullanmadan, oldukça bol

yaşında olan Joan Littlewood'du. Daha sonraları

Hint Halk Müziği'yle dolu müzikal bölümleriyle,

Ariane Mnouchkine'in Fransa'da yaptığı eleştiri dolu,

espirili, kara mizah bezeli dialoglarla , hızlı sahne

grotesk tiyatroyu O, Londra'da Doğu Stratfort'daki

değişimleriyle ve epik dili ile

Kraliyet Tiyatrosu'nda yapmış. Konuşmasında, İngiliz

a

belirlenen kültürle kızın, kadına dönüşümü... Abartılı

bulunduğumuz yüzyıl

politikasını ve şu anda İngiltere'de tiyatro yapmakta

pe cy

içinde çok sorulan bir soruya cevap

oluşturuyorlardı. "Tiyatroda geleneksel anlatım

olan arkadaşlarını oldukça sert bir dille eleştirdi.

biçimleri, günümüz gerçeklerini ne kadar

Britanya'da Ben Johnson'un Shakespeare'den daha

yansıtabilir?" Bahsettiğim örnek, geleneksel

ilginç olduğunun tartışıldığını söyledi. Feminizmle

anlatımla, modern anlatım arasında köprü kurmayı

ilgili fikirlerini ise şöyle açıkladı: "Ben ne işimde ne

başarıyordu. Bu arada, Hindistan'da oyun 1000'in üzerinde oynamış.

Kadınlar Daha D e r i n ve Acr G ü l e r Farklı toplumlar nelere gülerler? Kimlik nedir? Nasıl ve nelerle belirlenir? Bu da konferansta çok konuşulan konulardan biriydi. Bu

WPT'nin

desteklediği, yönetmen ve oyuncu Sean T. John'un "Parlayan Naylonlar" oyunundan bir görüntü. Tiyatro... Tiyatro...

37


de onun dışında kadın olduğumu hissetmedim.

Konferans, bu yıl başka bir ülkede yapılacak. 1995

Ancak, 'önemli' bir erkek olsaydım, o kadın benim

yılı için şimdiden Yunanistan, Bulgaristan ve İrlanda

için sorun teşkil ederdi, herhalde." Littlewood'un

adaylıklarını koymuşlar.son olarak da, Türkiye'den

eleştirilerini konferansa katılan genç İngiliz yazar ve

konuyla ilgilenenler ve başvurmak isteyen kadın

yönetmen Deborah Levi de destekledi. "Bir hikâye

tiyatrocular için bir not:

ya da bir oyun yazmaya kalktığımda, konunun erkek ya da kadın çıkışlı olması gerekmiyor. Ben

The International Center for Women Playwrights

yasaklanmış olanın çekiciliğiyle heyecanlanıyorum.

819 Forest Avenue

Bunun erkeklerle ya da kadınlarla ilgili olması gerekmiyor." Görüldüğü gibi batılı kadın sanatçıların bakış açıları daha farklı, ancak onlarda kendilerini kadın yazar ve kadın yönetmen olarak adlandırıyor ve Uluslararası

Buffalo, New York 14209 716-87387758 Yukarıdaki yazı Theater Heute'nin Eylül 1994 sayısından derlenmiştir.

Kadın Tiyatro Sanatçıları Konferansı'nda en önde, konuşulanları ve yapılan gösterileri izliyorlar.

İngiliz Sahnelerine Anne Desteği gelmesini engelleyememiş. Kurumlardan istifa etmiş. Bundan sonra başka bir hikaye başlıyor...80'li yılların başında "Özerk Kadın Prodüksiyonları Birliği" (WPT/Women's Playhouse Trust) kurma düşüncesiyle yola çıkıyor. Kadınların yazdığı yönettiği, bestelediği, sahnelediği oyunlara finans bulmak amaç. Bunun için de sponsorlardan yararlanıyorlar.. Ve oldukça başardı oluyorlar. 1984'de WPT'ye devletten (orjinal tekste az bir miktar diye bahsediyor) 64.000 Pound (4.200.000.000 TL civarı) yardım almış. O yıldan itibaren de her yıl buna yakın bir yardım alıyorlar. Jules Wright proje bazında gelen önerilere bakıyor. Seçimde, prodüksiyonların sanatsal öncelikleri önem taşımıyor. Geçerli olan tek kıstas, kalıplara karşı durmak ve kışkırtıcı olmak. Alpha Behn, Sarah Daniels, Louise Page, Claire Mclntyres ve Sheila Burnett gibi İngiltere'nin şu anda önde gelen tiyatrocuların ilk prodüksiyonları ve tabi bir çokları WPT tarafından desteklenmiş. 1994'de, 10. yılını kutlayan WPT'nin kurucusu Wright ise halen dertli." Keşke başka bir ülkede olsaydım. Ülkemiz muhafazakarlar tarafından yönetildiği sürece, pek bir şey değiştirebileceğimize inanmıyorum. Sonuçta biz sürekli çözülmesi gereken problemleri arıyoruz ve çıkartıyoruz, çözecekleri problem kalmayınca, bizim de işimiz sona erecek."

pe

cy

a

" Kadın sanatçılar, bu ülkede hiçbir şey yapamazlar, çünkü paraları yok. Korumacı devlet desteği kadınlara dağıtılmıyor. Böylece ataerkil bir tiyatronun sürekliliği sağlanıyor. Erkekler arasından bazen bir kadın sivriliyor ve ona ancak belli bir zaman için kendini gösterme şansı veriliyor. Benim için bu zaman 1983-1984 arası geçerli oldu." Bir elinde kitapları, bir elinde bir bardak çay, bakışları bir orada bir burada dolaşırken sigarasının küllerini ne yapacağını düşünen bir kadın, Jules Wright. 17 yaşındayken Avusturalya'dan İngiltere'ye gelen Wright'ın tek isteği tiyatro yapmakmış. İnsanın hayatta yalnızca yapmak istediği şeyi yapması gerektiğini düşünen, Amerikalı feminist Kate Millet hayranı bir psikolog. Politik bir içeriği olmayan bir tiyatronun hiç bir anlamı olmadığına inanıyor. Wright, İngiltere'de politik tiyatro yapan pek fazla tiyatro yok. Bristol'de "Terapi olarak Tiyatro" dersleri verdikten sonra, Joan Littlewood'un İngiliz toplumunu ve politikasını yerden yere vurduğu Doğu Straford Kraliyet Tiyatrosu'nda 1978'den itibaren başrejisör olarak çalıştı. 1980'de Royal Court Tiyatrosu'nun ilk kadın Genel Sanat Yönetmeni oldu. Çalıştığı tiyatrolarda yönettiği her oyunu koyu feminist gözlükleriyle yorumlaması, İngiliz Sahnelerine Anne Desteği Shakespeare'i ya da Edward Bond'u kadın gözüyle sahneye koyabilmesi bile, Wright'ı bir zaman sonra "Başımda onaylayan şefler istemiyorum" noktasına 38 Tiyatro... Tiyatro


a

cy

pe


ELEŞTİRİ Erkan Ergin

Jorge Luis Borges'den Coşkun Irmak'ın uyarladığı "Ölümsüz"

Ölümsüz (mü?) Yazınsal yapıtların, sinema için etkili uyarlamaları yapılmış olmakla birlikte, tiyatroda bunun sık sık görülmediği söylenebilir. Bir öykünün ya da romanın yazara tanıdığı sınırsız özgürlük, oyunlaştırma aşamasında tiyatronun iç kurallarına çarpmakta, ya bütünüyle engellenmekte ya da bu yasalardan ancak, yapıtı etkili kılan özelliklerin çoğunu bırakarak geçebilmektedir. Hele bu yazınsal yapıt gücünü, Borges öykülerinde olduğu gibi, okuyucusunun düşgücünden alıyorsa...

cy

Tiyatronun malzemesi insandır, yaşamdır, ölümdür. Tiyatroda insanın bireysel ya da toplumsal kimliği sorgulanır, çeşitli ilişkiler düzeni içinde konumu incelenir. Oyun yazarı, ister bir olaydan, bir durumdan, ya da bir karakterden yola çıksın, hep insanın "var oluş/yok oluş "unu ve bunu doğuran ilişkileri ele alır. Bu noktada gözetilmesi gereken ilk özellik, seçilen malzemenin tiyatroya uygun olması, yani dramatik olanı incelemesidir. Diğer bir deyişle, çatışma içeren, yoğun, devingen ve oynanabilir olması, bir malzemenin oyun yazarı tarafından seçilmesinde asal gerekleri oluşturur. Bu açıdan bakıldığında "Ölümsüz" tiyatrosal bir malzeme midir?

düşgücüyle birleşince mayalanır, tadlanır.

a

Ankara Devlet Tiyatrosu, İrfan Şahinbaş Atelye Sahnesi'nde Jorge Luis Borges'in bir öyküsünden Coşkun Irmak'ın uyarladığı ve yönettiği " Ölümsüz "ü sergiliyor. "Ölümsüz" bir yazınsal yapıtın seyirciye aktarılma sürecinde geçirdiği evreleri, oyunlaştırma, reji ve oyunculuk aşamalarını incelemek için önemli bir fırsat.

pe

"ölümsüz", Tomris Uyar'ın dilimize çevirdiği, giriş bölümü dışında beş bölümden oluşan bir öykü. Giriş bölümünde İzmirli antikacı Joseph Cartaphilus'un, 1929'da Londra'da Lusanya Prensesi'ne sunduğu Pope'un altı ciltlik Iliad'ının son bölümünde bulunan bir el yazmasından söz edilir. Ardından antikacının dönüş yolculuğunda denizde öldüğü belirtilir. Sonraki beş bölüm bu el yazmasıdır.

Borges öyküleri çok renkli , çok anlamlı, parçaları ustaca birleştirilerek oluşturulmuş mozaiklere benzer. Çağımız yazınında azımsanmayacak bir yeri ve etkisi vardır Borges'in. İmgesel zenginlik, zamanın artdizimsel değil sarmal olduğu düşüncesiyle buluşunca, ölüm, labirent motifleri ve belirsizlik çoğu öyküsünde altyapıyı oluşturur. Ancak bu yapı okuyucuya yöneliktir, onun 40 Tiiyatro... Tiyatro.

Öykü Romalı Hak Yargıcı Marcus Flaminus Rufus'un yaralı bir askerden varlığını öğrendiği ölümsüzlük ırmağını ve ardındaki ölümsüzler kentini aramasıyla başlar. Rufus ölümsüzlük arayışında, farkında bile olmadan suyunu içtiği karanlık ırmağın ölümsüzlük ırmağı ve ilkel insanlar dediği garip topluluğun ölümsüzler olduğunu sonra öğrenecek, zorlu bir yoldan, bir yeraltı labirentinden geçerek, "Dışbükey pervazları, üçgen alınlıklı

mahzenleri, granit ile mermerin karmaşık şatafatı" ile biçimlenmiş "... inanılmaz yapıtın, diğer niteliklerinden çok yapım yılının sonsuz ... insan soyundan da... apaçık eskiliği" ile büyülenecek ve ardına takılan, tavırlarını köpeksi bulduğu için adını Argos koyduğu ilkel görünüşlü adamın Homeres'in ta kendisi olduğunu anlayacaktır. Rufus'un farkına vardığı bir başka şey de ölümsüzlüğün anlamsızlığıdır, "... tanrısal, korkunç, anlaşılmaz olan, kendi ölümsüzlüğünü bilmektir" der. Öykünün son bölümünde, Rufus'un Erite kıyılarında suyunu içtiği bir pınardan, bu kez asırlardır aradığı ölümlülüğü elde ettiğini ve bu el yazmasını kaleme aldığını öğreniriz. Öykünün kurgusunu asırlarca süren, hem fiziksel hem de düşünsel bir yolculuk oluşturur. Önce ölümsüzlüğe, sonra da ölüme doğru büyük bir susuzlukla alınan bu yol, öykü yapısı içinde etkileyicidir şüphesiz. Ancak tiyatrosal açıdan bakıldığında "dramatik olan "a ilişkin sorular taşır. İndirgendiğinde bir yol öyküsüdür, yol boyunca çekilen sıkıntıları, ulaşıldığında ölümsüzler kentinin ve labirentin etkisini anlatır. Ancak bu anlatım somut görsel formlarla yakalanamayacak denli düşseldir. Görsel etkisi, ölümsüzler kentinin anlatıldığı bölümlerde olduğu gibi ancak, okuyucunun kafasında biçimlenebilir. Sahne teknikleri açısından "Yapım yılı sonsuz eski" olan bu "...inanılmaz" kenti ya da kente giden ürkütücü yeraltı labirentini gerçekleştirmek -söz


konusu iki mekân öyküsünün kurgusunda vazgeçilmez önemdedir ve hem Rufus'u hem de bizi etkilemesi beklenir- tiyatroyu can damarından , insana ilişkin olandan kopartip koşamayacağı bir kulvara sürmektir.

pe

cy a

" Ölümsüz "ü sahneye uyarlayan ve yöneten Coşkun Irmak, öykünün kurgusuna hemen hiç müdahale etmemiş, ancak ölümsüzler kentini ararken, Rufus'un karşısına , Borges'in bir başka öyküsünden çıkagelen düşsel bir varlığı çıkarmış, böylece hem Rufus'un düşsel serüveninde bir ilk basamak oluşturmuş, hem de öykünün bir oyun için tek başına yeterli olmayan hacmini genişletmiş. Oyunlaştırma aşamasında yönetmenin yaptığı diğer düzenlemeler sahne tekniğine ilişkin; ölümsüzlük ve ölüm ırmaklarını birer testi suya, ölümsüzler kentini renkli ışıklarla çizilmiş soyut formlara dönüştürmek gibi. Yönetmenin, tüm ağırlığı oyuncusunun, Rufus'un sözlerine yüklediğini görünce akla Borges'in bir sözü geliyor; "Öykü okunmasa da kalır, çünkü anlatılır." Oysa tiyatronun asal özelliği oynanması, anlatıya değil eyleme dayalı olmasıdır. Bu açıdan "Ölümsüz" için, sahne uyarlaması yerine bir öykü dinletisi demek yanlış olmayacaktır.

Son aşamada kısaca oyunculuğa değinmek gerekiyor. Oyunculuk açısından "Ölümsüz"e bakıldığında bir başka açıklanmayan /bilinmeyenle karşılaşılmakta. Yönetmen Coşkun Irmak, Roma Halk Yargıcı Marcus Flaminus Rufus'u bir kadın oyuncuya, Gülizar Irmak'a oynatıyor. Tiyatroda erkek kahramanları, örneğin Hamlet'i kadın oyuncuların oynadığı olmuş, böylesi dönüşümler yönetmenin oyun metninde yaptığı düzenlemeler ya da daha genel anlamda reji yorumuyla denenmiştir. Ancak " ö l ü m s ü z " de paralı askerlerinin başında ölümsüzlüğü arayan Roma Halk Yargıcı Rufus'un kadın olmasını gerektirecek ya da bunu açıklayacak bir yorum görülmemektedir. Üstelik Rufus'u

Ankara Devlet Tiyatrosu 'nun sahnelediği "Ölümsüz' den bır sahne. oynayan kadın oyuncunun tüm kadınsal niteliklerini yadsıyarak, sesinden jestlerine değin erkeksi bir tavır içinde olması, açıklama bekleyen temel bir oyunculuk /reji sorunu oluşturuyor. İrfan Şahinbaş Sahnesi, Ankara'da deneysel tiyatro çalışmalarının yapılacağı bir atelye sahnesi olarak tasırlanmış bir mekândır ve bu özelliğine uygun, deneysel çalışmalar yapılması Ankara izleyicisi için bir şanstır. İzleyiciler

için "Ölümsüz" tiyatroya ilişkin olanı sorgulamak için ikinci bir şans yaratıyor. "Ölümsüz", kuramsal platformda tartışılan tiyatrosal/dramatik olanı artı ve eksileriyle sahneye yansıtan bir deneme. Ancak böylesi arayışlarda, dramatik olanın hem anlamlılığı hem de bu anlamı üretecek biçimlemeyi gerektirdiğini unutmamak gerekiyor. Görünen o ki, ölümsüzlük yolunda kat edilecek çok yol var.

Tiyatro... Tiyatro..41


SÖYLEŞİ

Emre Koyuncuoğlu

Aykut Köksal; "Türk Tiyatrosu 20 yıl önce bugün bulunduğu noktadan çok daha ileri bir yerdeydi."

Tiyatral Mekân ve Çağdaş Tiyatro Mimar ve mekân tasarımcısının çağdaş tiyatroya karşı

sorumluluğu, Türk Tiyatrosu'nda mekân ve çağdaş tiyatro bağlantısı üzerine Aykut Köksalla söyleştik.

pe

cy a

Söyleşimize başlamadan önce kullanacağımız terminolojiye açıklık getirelim. Mekân ve Uzam; bunların içini doldurabilir misiniz?

Grotowski, 1962'de yayınladığı bir broşürde oyuncu-seyirci ilişkisini irdeliyor. 42 Tiyatro Tiyatro

Gerçekten de konuya terminoloji ile başlamanın son derece doğru olduğunu düşünüyorum. Gerek kitap fuarında gerçekleşen panelin başlığında, gerekse de Tiyatro Dergisi'nin Aralık 94 sayısında yayınlanan Esen Çamurdan'm yazısında önemli bir terminoloji yanlışı vardı. Panelin başlığında "mekân" ve "uzam" sözcükleri farklı anlamlı iki sözcük gibi kullanılmıştı. Önemli ve doğru saptamalar içermesine karşın, Çamurdan da yazısında "mekân" ve "uzam" sözcüklerine farklı anlamlar yüklüyor ve "mekân"ın "yer" anlamına geldiğini söylüyor. Aslında "mekân" ve "uzam" sözcükleri eşanlamlı sözcükler, yani her iki sözcük de aynı kavramı karşılıyor. Bu kavram Batı dillerinde, örneğin Fransızca'da "espace", İngilizce'de "space" sözcükleriyle karşılanır. Türkçe'de ise bu kavramın yaygın karşılığı olan sözcük "mekân"dır. Türkçe üretilmiş felsefe ya da mimarlık metinlerine bakılırsa, bu kavramı karşılayan sözcüğün, "mekân" olduğu görülecektir. "Uzam" ise "mekân" sözcüğünün öz Türkçe karşılığıdır ve "mekân" sözcüğü "yer"le eşanlamlı değildir.

Kullanımda ya da güncel dilde bu iki kelimenin anlamsal değişimleri söz konusu olamaz mı? Hayır, eğer konumuz tiyatro konusundaki üst metin üretimiyse, güncel dildeki kullanımlar bizi


bize tiyatronun kendi söz alanını nereden yola çıkarak var edebileceğini gösterir. Az önceki örnekten bir adım ileriye gidelim ve oyuncu olarak tanımladığımız kişi ile seyirci olarak tanımladığımız kişinin mekansal ilişkilerinde farklılıklar yaratmaya başlayalım. Bunları birbirinden uzaklaştırabiliriz, aralarında seviye ya da mesafe farkı gibi ayrı konumlar oluşturabiliriz, giderek aralarına çeşitli engeller koyabiliriz ya da oyuncuyu seyircinin çevresinde dolaştırabiliriz, devinim katabiliriz. Her birinde farklı anlamsal yükler yarattığımızı görürüz. Demek ki, tiyatro en minimal varoluş noktasına gittiğinde, sıfır noktasından başlayarak adım adım yeni anlamlar oluşturmaya başlar. İşte çağdaş tiyatronun kullanmak durumunda olduğu zenginlik bu minimal noktada başlıyor. Ne var ki biz tiyatro dediğimiz zaman, geleneksel anlamıyla, bu olanağa sahip olmayan bir şey anlıyoruz. Yani, bir yanda seyircilerin, diğer yanda seyirciden soyutlanmış, özel alanı belirlenmiş giderek "çerçeve sahne", "İtalyan sahnesi" ya da "kutu sahne" diye adlandırdığımız oyun alanına yerleştirilmiş oyuncuların oluşturduğu, parçalanmış bir ilişkiyle tanımlanmış bir tiyatrodan söz ediyoruz. Başlangıçta tiyatro daha önce verdiğim örnekteki gibi, mekânsal bütünlüğe sahipti. Ben buna Dionizyak bütünlük diyorum. Giderek, tiyatronun toplumsal rolünün değişimine paralel olarak, Dionizyak bütünlük, yerini sahnenin

cy

a

ilgilendirmez. Bu bağlamda yalnızca felsefe, yazın, mimarlık gibi alanlardaki üst metin üretimlerinde kullanılan terminoloji belirleyicidir. "Uzam" sözcüğü "mekân"ın karşılığı olarak ilk kez 1970'lerde kullanılmaya başlandı; Nitekim ben de 1970'lerdeki yazılarımda "uzam" sözcüğünü kullanıyordum. Ama daha sonra bu sözcüğün anlaşılmaz kaldığını düşünerek, yazılarımı kitaplaştırırken, "mekân" sözcüğü ile değiştirdim. "Mekân" sözcüğü de, "uzam" sözcüğü de kullanılabilir, ama kullanırken bu sözcüklerin eşanlamlı olduklarını bilmemiz gerekir. Oyuncunun kendisine yarattığı mekân daha doğrusu soyut mekânla somut olarak kullandığı mekân, aynı sözcükle karşılanıyor, öyleyse... Evet, ikisi de mekândır ya da uzamdır. İster tiyatronun bütünsel mekânından, isterse de oyuncunun yarattığı mekânlardan sözedelim, ikisi de espace'tır, yani aynı kavramdır, aynı sözcüktür. Çağdaş tiyatronun mekânla olan ilişkisi çok belirleyici. Günümüz tiyatrosunda mekân kullanımının önemini açıklar mısınız? Evet, çağdaş tiyatronun mekânla bire bir, doğrudan ilişkisi olduğunu düşünüyorum. İsterseniz tiyatrodaki mekân kavramını tanımlayarak yola çıkalım. Bir örnek vermek istiyorum. Belirli bir mekân parçası içinde iki kişi varsayalım. Ve bunların devinimsiz, bir boş mekân içinde durduklarını düşünelim. Eğer bunlardan birini oyuncu, diğerini

pe

de seyirci olarak tanımlarsak, bir tiyatro olayı ile karşı karşıyayız demektir. Yani tiyatrodan tüm zorunsuz öğeleri ayıklıyoruz ve tek bir zorunlu durumla karşı karşıya geliyoruz. Bu zorunlu durum, oyuncu ile seyircinin bir mekânda birlikte varoluşudur. İşte, tiyatronun tüm zorunsuz öğelerden yalıtıldıktan sonra geldiği zorunlu Rorchert'in "Kapıların Dışında" adlı oyunu için Aykut Köksal'ın gerçekleştirdiği mekân düzeni. Seyircilerin ortasında varoluş noktası, konumlanan oyun alanında, metnin artzamanlı yapısı eşzamanlı yapıya aktarılmıştır. (İDGFSATK, 1979) Tiyatro Tiyatro. 43


gerek Gropius'un gerekse de Grotowski'nin farklı anlamlar yüklediği bir adlandırmaydı. Bugünse yalnızca "çağdaş tiyatro" demeyi yeğliyorum. Burada yeri gelmişken, bir başka adlandırmayı, "öteki tiyatro" adlandırmasını da son derece yanlış bulduğumu söylemeliyim. "Öteki tiyatro", yanılmıyorsam önce Tiyatro Festivali'nde çıktı karşımıza. Eğer tüm çağdaş çalışmaları "öteki" olarak adlandırırsak, geçmiş kalıplara bağlı tiyatroyu "esas" olan tiyatro olarak kabul etmiş oluruz. "Deneysel tiyatro" adlandırması da yine çağdaş olanı kavramaktan uzak bir adlandırma. Başka bir disipline, plastik sanatlara bakalım. Geleneksel resim-heykel ayrımının ortadan kalktığı bu disiplinde tek bir adlandırma var: Çağdaş sanat. "L'art contemporain" ya da "contemporary art". İstanbul Bienali'nde geleneksel resim-heykel çalışmalarının bir yanda, çağdaş sanat çalışmalarının ise "öteki sanat" adı altında bir başka yanda yer alması herhalde son derece gülünç bir durum olurdu... Konuşmalarımızdan sanki mekânın İtalyan kutu sahne olması, oyunun çağdaş olmasını engeller gibi bir şey çıkıyor. Evet, ama bu, çağdaş tiyatroda kutu sahne kullanımı yasaktır Sokak Tiyatrosu: Bread and Puppet Theater'ın, 26 Mart 1966'da New York 5 th Avenue'de anlamına gelmez. Siz gerçekleştirdiği gösteri. yine bütünsel bir mekân

pe cy

a

Apolloniyen içe kapanmasına bırakıyor. Yani oyun alanı kendi içine kapanıyor ve tiyatro bütünlüğünü yitiriyor. Tabii burada ayrıntısıyla tiyatro tarihinden söz etmeye gerek yok. Ama bu parçalanmanın katharsis olgusuyla bağlantılı olduğunu, yani Aristoteles'in tanımladığı arınma olgusuyla, parçalanmayı kaçınılmaz kılan tiyatral yanılsamanın zorunlu bir ilişki içinde olduğunu biliyoruz. O yüzden de kutu sahneye başka bir ad daha veriyoruz: Yanılsama sahnesi. İşte bugünün tiyatrosu ne yazık ki, yanılsamacı gerçekliği, kullanılan mekândaki parçalanmanın dayattığı bir zorunluluk olarak getiriyor. Çağdaş tiyatroda ise böyle bir zorunluluğun, böyle bir dayatmanın var olmaması gerekir. İşte bu noktada çağdaş tiyatronun olmazsa

olmaz temel bir koşulu karşımıza çıkıyor: Çağdaş tiyatro önce mekânsal bütünlüğünü kazanmalıdır. Ve çağdaş tiyatrocu, bu mekânsal bütünlükten yola çıkarak, gerek oyun alanının örgütlenmesini, gerekse de oyuncuyla seyirci arasındaki mekânsal ilişkiler düzenini ve bu düzenin tanımladığı tiyatral yapıyı, oyunun yorumunun bir sonucu olarak kendisi var etmelidir. Ben 1970'lerdeki yazılarımda mekânsal bütünlüğünü kazanmış tiyatroya "tümel tiyatro" adını veriyordum, çünkü "çevresel tiyatro" adlandırılmasının bu tiyatroyu anlatımda yetersiz kaldığını düşünüyordum. Ne var ki "tümel tiyatro",

44 Tiyatro

Tiyatro

verirsiniz, tiyatrocu eğer o oyunun yorumu öyle gerektiriyorsa kutu sahne kurar. Ama kutu sahne ona dışardan dayatılmış değildir. O oyunun yorumu kutu sahneyi gerektiriyorsa, tiyatrocu kutu sahneyi kendisi kurar ve kullanır. Mekânsal seçimler söz konusu olduğunda Türk çağdaş tiyatrosunu ne kadar geriye çekebiliyorsunuz ? Türk tiyatrosu 20 yıl önce bugün bulunduğu noktadan çok daha ileri bir yerdeydi. Bugün tiyatroda bir ilerlemeden çok, ne yazık ki bir gerileme var. Mekânın bütünsel kullanımının ilk


a

pe cy


pe

cy

a

sayabilirim. Geçen yıl bunlara bir olay daha eklendi. örneklerini, 1970'lerin başında Tepebaşı Deneme O da üzerinde durulması gereken bir örnek. Sahnesi'nde görüyoruz. Deneme Sahnesi, Tepebaşı Görünüşte 1970'lerdeki Deneme Sahnesi'nin yolunu Tiyatrosu'ndaki yangından sonra ortaya çıkan boş izleyerek, Devlet Tiyatroları bir depoyu mekânın olanaklarını kullandı. Bu çalışmaları değerlendirdi ve Birim Tiyatro adı altında bir başlatan Beklan Algan, son derece çağdaş bir çalışma başlattı. Ne var ki Birim Tiyatro, o boş yaklaşımla, tüm oyunlarda farklı mekânsal ilişkiler mekânı sıfır noktasında bir mimara teslim etti ve düzeni kuruyordu. Daha ilk oyunda, "Adsız mimar da geleneksel tiyatronun parçalanmış ilişkiler Oyun "da, eski yapıdan arta kalan kutu sahne de düzenini bu boş depoya taşıdı. Yani, bir yana dahil yapının tüm mekânsal olanakları değişmez konumuyla seyircileri koydu, tam karşısına kullanılıyordu. Ardından Brecht'in "Cesaret da son derece derin bir sahneyi, mekânı Ana"sında, Peter Weiss'ın "Marat-Sade"ında aynı parçalayarak, mekânda farklı mekânın tiyatral yapılar getirdiği kuruldu. En olanakları son olarak da ortadan Başar kaldırarak Sabuncu'nun yerleştirdi. yönettiği, Nitekim, Shakespeare'in orada sahneye "Bir Yaz konan Gecesi Rüyası" "Hamlet"in yine o mekânın yorumuyla da getirdiği ne denli olanaklardan çağdaşlıktan yararlanılarak uzak olduğu gerçekleştirildi. görülünce, Tabii ki bu mekân çalışmalar kendi içlerinde kullanımında eleştirilebilir. neden Nitekim her böylesine oyunda farklı önemli bir mekânsal fırsatın düzenler kaçırıldığı da kurulurken, anlaşılıyordu. mekânsal Çağdaş yapıyla oyunun tiyatro yorumunun deyince temel ilişkisinde noktalardan Andreas Weininger'in 1924 'te gerçekleştirdiği küresel tiyatro tasarısı. Oyun alanı küresel başarılı ve mekânın bütününe yayılırken seyirciler kürenin çeperinde konumlanıyorlar. başlarsak, başarısız oyuncu seyirci yanlar vardı. Ama ne olursa olsun, tiyatroya çağdaş ve bunları bütünleştiren bir mekân olmalı. Demek yaklaşım, "deneme" adı altında da olsa ödenekli bir ki, çağdaş tiyatro anlayışı, çağdaş bir mekân tiyatroda gündeme gelmişti. Çok önemliydi. 1980'le anlayışını da getiriyor. Mekânı kullanan ya da birlikte Deneme Sahnesi'nin ortadan kalkmasıyla oluşturan oyuncular, yönetmen, oyun yazarı, tiyatro bu şansını yitirdi. Bundan sonra önemli teknisyenler., vs bütün bunların çağdaş tiyatro bulduğum çalışmalar amatör gruplardan geldi. anlayışı içinde konumları farklılaşmıyor mu? Burada ilk elde, Bilsak Tiyatro Atölyesi'ni, daha Son derece doğru bir gözlem, evet farklılaşıyor. sonra da belirli bir arayış içine giren ve özellikle son Çağdaş mekân anlayışı, çağdaş tiyatro anlayışıyla çalışmalarında mekân sorunsalını doğru bir doğrudan bağlantılı. Oyunun yazarından başlayalım. bağlamda sorgulayan Kumpanya'nın çalışmalarını Geleneksel kutu sahne için oyun yazan yazar, o 46 Tiyatro

Tiyatro


a

cy

pe


Mimarın sorumluluğu hizmeti talep eden kurum ya da kişinin "çağdaş bir tiyatro istiyorum" dediği noktada başlıyor. İşte bu durumda mimarın yaklaşımı önem kazanıyor. 20. yüzyıl örneklerine baktığımızda, mimarın çağdaş tiyatro yapısını tasarlamada üç farklı yaklaşım geliştirdiğini görüyoruz: Bunlardan ilki statik çözümler. Yani mimar Elizabeth sahnesi ya da arena sahne gibi, kutu sahneyi dışarıda bırakan ama oyun alanı seyirci ilişkisini durallaştıran çözümler getiriyor. Bir zamanlar Türkiye'de LCC'de arena sahneli tiyatronun bir örneği vardı. Ortada sahne, çevresinde izleyiciler. İster Elizabeth sahnesi olsun ister arena sahne, bu çözümler de tiyatral mekânın kullanımında kısıtlamalar getiriyor. İkinci yaklaşım ise, farklı sahne-seyirci ilişkisi seçeneklerini içeren değişken çözümler. Burada mimar önceden çeşitli ilişki biçimleri saptıyor. Örneğin dört ayrı tip ilişki ya da sahne biçimi öngörüyor: Arena sahne, kutu sahne, yüzük sahne ve Elizabeth sahnesi. Tiyatrocu her oyun için önceden belirli bir ilişki biçimini seçiyor ve oyununu o sahnede oynuyor. Gropius'un tiyatro projesi bu yaklaşımın bir örneğiydi. Bu çözüm de çağdaş tiyatronun gereksinimlerine yanıt vermekten uzak. Üçüncü yaklaşım ise çağdaş tiyatroya olanak veren en doğru yaklaşım: Burada mimar oyun alanı-seyirci ilişkisini tümüyle özgür bırakıyor. Mimar yalnızca ilişkileri belirleme olanağını getiriyor, ama kendisi o ilişkiyi belirlemiyor, geri çekiliyor. Yani hiçbir ilişki biçimini tiyatrocuya dayatmıyor. Doğru çözüm bu. Peki bu kolay mı? Hiç değil. Belki de bu yüzden gerçek çözüm, çağdaş tiyatrocunun mimarı bir kenara bırakmasında yatıyor. Aslında ona gereken yalnızca altyapısal donanımı tamamlanmış boş bir mekân.

pe cy

a

sahnenin verileri çerçevesinde, artzamanlı bir yapı kurar. Bu yapının yansıması, oyunda belirtilmiş sahne sıralandırılmasında da görülür. Yani birinci sahne, ikinci sahne gibi. Tiyatral örgüyü oluşturan olay da bu artzamanlı sıralanma içinde gelişir. Mekânsal bütünlüğü kazanmış tiyatroda ise eşzamanlılık vardır ve eşzamanlılığın getirdiği olanaklar vardır. Başka bir deyişle, artzamanlı olarak sıralanan sahneler değil, eşzamanlı gerçekliğin yansıması olan yeni bir tiyatral durum vardır. Burada tiyatro yazısı da artık bir metin yazımından ibaret değildir. Yeni yapının içerdiği tüm ilişkiler düzeni de tiyatro yazısının bir parçasıdır. Oyuncuların birbirleri arasında ve seyircilerle kurdukları ilişkiler düzeni, oyuncunun mekânı anlamlandırması, giderek tüm tiyatral durumun mekânı eşzamanlı olarak anlamlandırması tiyatro yazısının bir parçasıdır. Bu yüzden çağdaş tiyatroda oyun yazarlığı bir edebi yazarlık değildir. Yeni ilişkiler düzenini okumak ve bunu tiyatral gerçekliğe aktaracak yazıyı kurmak zorundadır yazar. Bu yazarın cephesi, bir de oyuncunun cephesi var. Oyuncu da mekân-zamansal konum ve devinimiyle, seyirciyi de içeren yeni tiyatral bütünle kurduğu ilişkilerle ve kendi yarattığı mekânıyla sözünü söyleyeceğini bilecektir. Bu da yeni bir oyunculuk anlayışı getirir. Tabii bu tiyatroda yönetmenin de durumu farklıdır. Geleneksel tiyatroda yönetmen kutu sahneyle sınırlı bir edim alanına sahiptir. Tümel mekânda ise, oyunun yorumu mekânsal strüktürün oluşmasına bağlı olduğu için, yönetmen seyirciyle birlikte tüm tiyatral mekânın örgütlenmesiyle ilgilidir. Doğal olarak bu tiyatroda, işlevi yanılsama sahnesiyle anlam kazanan dekorcu da yoktur, mekân düzenleyicisi vardır. Ayrıca mekân düzenleyicisi ile yönetmenin konumlan birbirine yapışık ve koşuttur. Çünkü birlikte yaptıkları çalışmayla oyun ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda Kumpanya, "Canlanan Mekân "da mekân düzenleyiciyi yönetmenin önüne geçirerek ve giderek tüm oyunu mekânın örgütlenmesinden yola çıkıp oluşturarak tiyatral mekânın çağdaş tiyatrodaki anlamı üzerine önemli bir mesaj iletiyordu. Peki, bu konuyla ilgili olarak mimarın sorumluluğundan bahsetsek biraz da... Evet tiyatro binasını tasarlayan mimarın bu çerçevede önemli bir sorumluluğu var, ama sorumluluk tek başına onun sorumluluğu değil. İlk aşamadaki sorumluluk, yapıyı mimardan talep eden müşteride, yani siparişi verende. Siparişi veren daha baştan ben kutu sahne istiyorum diyorsa, doğrusu bu noktada mimarın yapabileceği pek fazla bir şey yok. 48 Tiyatro Tiyatro

Seyirci ve oyuncu ya da oyun arasındaki ilişkiyi yeniden kurma adına acaba sokak tiyatrosu, çağdaş tiyatro için bir başlangıç olabilir mi? Evet, kesinlikle çok yararlı bir başlangıç olabilir, bu bütünlüğü kurmada sokak tiyatrosunun çok temel bir işlevi olabilir. Tiyatro tarihine baktığımızda da, kilise tiyatrosu dışında gelişen ortaçağ halk tiyatrosunun sokağı kullandığını, Shakespeare tiyatrosuna öncülük eden lonca tiyatrolarını ve bizim yanılsamacı olmayan geleneksel tiyatromuzun da parçalanmış ilişkiler içermeyen açık mekânı kullandığını görüyoruz. Bugün de yine tiyatral bütünlüğü yeniden kazanmak için sokak tiyatrosu iyi bir başlangıç olabilir.


cy a

pe


ELEŞTİRİ

Semra Ekşioğlu Özden

Enis Fosforoğlu Tiyatrosu'nda O k t a y Arayıcı'nın "Seferi Ramazan Bey'in Nafile Dünya"sı ya da

Nafile Dünya

cy a

"İnsanın dünyayı tanıması, bilmesi için gereklidir sanat. İnsanın kendini değiştirmesi için gereklidir sanat ve bu gereklerin hepsiyle yükümlü ve ereklidir sanat. Biz sanatı böyle anlıyoruz. Amaçladığımız insandır. Etli, kanlı-canlı insan. Bu, önce bastığımız toprağın insanıdır elbette. Ve iyi yakalayabildiğimiz, gerçeğini iyi aktarabildiğimiz takdirde, yolumuzun, onun neslinin aslına gideceğine inanmışlardır. Yani kendi insanımızdan somut evrensel insana. Yani yerli özden çağdaş evrensele..." Oktay Arayıcı Karşılaştığı yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma vb. gibi bütün yasadışı olaylarla ödünsüz mücadele eder. Onun bir türlü anlayamadığı birtakım ilke ve değerlerin, yaşamı değil, yaşamın onları belirlediğidir. Bu yüzden çağdaş bir Don Kişot gibi sürdürdüğü mücadelesinde sürekli olarak yenilgiye uğrar, oradan oraya sürülür ve sonunda Seferi Ramazan Bey olarak anılmaya başlar. Komiser Ramazan kimliği Oktay Arayıcı'nın da belirttiği gibi birtakım kural ve ilkeler, eşliğinde toplumu kolayca değiştirip düzene sokabileceğini sanan küçük burjuva ideolojisinin özlü bir eleştirisidir aslında.

pe

Oktay Arayacı'ııın 1974 yılında "Seferi Ramazanı Bey'in Nafile Dünyası" ya da kısa adıyla "Nafile Dünya" adlı oyunu için Şehir Tiyatroları dergisinde yazdığı bu satırlar gerçeğin sade bir anlatımının ötesinde, kendi tiyatro yaşamını da yansıtmaktadır. 1970'lerin en önemli oyunlarından biri olan "Nafile Dünya" bir taraftan seyirlik tiyatro geleneğimize diğer taraftan da Brecht'e uzanan yapısıyla bu anlayışın tipik bir örneği olarak kabul edilebilir.

Öne çıkan kapitalizmin az gelişmiş Türkiye toplumunda yarattığı yeni değerler sistemiyle bir türlü uyum sağlayamayan Komiser Ramazan'in traji-komik maceraları oyunun ana çerçevesini oluşturur. Ramazan oyunda bütün geleneksel değerlere dürüstlük, onur, doğruluk... vb. sahip olmasının yanı sıra Cumhuriyet rejiminin ilke ve yasalarına da sonuna dek bağlı kalan ideal bir yurttaş tiplemesini canlandırır. 50 Tiyatro... Tiyatro

Oyun aynı zamanda Komiser Ramazan'm bir türlü uzlaşamadığı toplumun resmini de içerir. Toplumdaki yozlaşmanın, değerlerin çöküşünün bilincinde olan, bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanan alt ya da üst düzey memurlar, bürokratlar... Bilimsel bir yöntemle çalışıldığında daha üretken, yararlı mühendislik hizmetleri

verebileceğini savunan, bunun sonucunda kimi çevrelerin çıkarlarına zarar verdiği için engellenen ve istifa etmek durumunda kalan genç mühendis... Askeri çözümlere, darbelere sonuna dek inanan, adeta paranoyak bir halde sokakta bulduğu herkesi karakola sürükleyen Fahri Emniyet müfettişi... Geçimlerini sağlamak için kaçakçılık yapmaktan başka seçeneği olmayan, buna bir şekilde göz yumulan sınır bölgelerinde yaşayan insanların çaresizliği, devlete küskünlüğü... Toplumda var olabilmek için bir koca bulmaktan başka seçeneği olmayan, bir "birey" olarak tanınmayan kadın gerçeği, sorunu... Gazetelerde bu amaçla oluşturulan rumuz köşeleri... Basın... Oktay Arayıcı'nın paranın giderek en önemli değer haline geldiği, kendi dinamiklerini kaybeden bir toplumu zengin tiplemelerle gözler önüne serdiği "Nafile Dünya "nın hâlâ "gelişmekte" olan bir ülke olduğumuz düşünüldüğünde


yaşamdan birçok beklentisi olan Gülsün'ün, evlenememiş olmasından daha önemlisi bir koca bulamadığı takdirde bu beklentilerinin hiçbirini gerçekleştiremeyeceğine olan inancıdır. Dolayısıyla Gülsün karakteri evlenememiş saf bir kızın histerisi yanında, baskılanmış insani özlemleri de yansıtmalıdır. Yine polis memuru Ali-Cemali- Abdülcemali karakterinde de benzer bir durum söz konusudur. Toplumdaki güç ilişkilerinin ve kendi güçsüzlüğünün farkında olan ve bu ilişkiler ağında geçinebilmek için kendi çapında yolsuzluklar yapan, rüşvet alan Ali-Cemali-Abdülcemali'nin içinde olduğu durum bilinçli bir seçim değildir. Bu yön oyunculuk ile verilemiyor. Bütün bu karakterler aracılığıyla Oktay Arayıcı'nın tartışmak istediği bireylerin tek tek ne yaşadığının ötesinde, toplumsal düzenin onları zorladığı davranış biçimleridir. Benzer bir yanlış, oyunun ana karakteri olan

pe cy

Daha önce AST ve İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenen oyun, bu kez Enis Fosforoğlu Tiyatrosu tarafından Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde sahnelenmekte.

a

bugün de güncelliğinden pek bir şey kaybettiği söylenemez. 1970'lerden günümüze geldiğimizde değişenin yalnızca, sözü edilen sorunların artık çok daha karmaşık ve çığırından çıkmış bir boyutta yaşandığını görmek oluyor.

Ancak," Enis Fosforoğlu'nun metnin yazıldığı günden bu yana geçen 25 yılı ve artık habisleşen sorunları oyuna eklemleme ve oyunu böylelikle güncelleştirme çabası, oyunun çeşitli bölümlerine serpiştirilen, -ay, inanmıyorum, terminatör, Halilgate, kıvır kıvır da...- gibi çok sıradan esprilerle sınırlı kalmış. Bu yorum metnin gönderisinin yüzeyselleşmesine, oyunun kaba güldürüye dönüşmesine neden oluyor. "Güldürürken düşündüren" bir nitelik taşıyan oyunda daha çok güldürü öğelerinin öne çıkartılmasının yarattığı bir diğer sorunsa oyundaki tiplemelerin inandırıcılığını kaybetmesi şeklinde gözlemleniyor. Bu inandırıcılığın kaybedilmesinde bir diğer önemli etken ise oyuncuların canlandırdıkları karakterlerin iç çatışmalarını izleyicilere aktaramamalarından kaynaklanmakta... Örneğin,

Komiser Ramazan'ın canlandırılmasında da ortaya çıkıyor. Oktay Arayıcı'nın "traji-komik" bir karakter olarak nitelediği ve tüm olumlu özelliklerine rağmen yanlış bir karakter olan Komiser Ramazan, Enis Fosforoğlu'nun yorumunda seyircinin kendisini özdeşleştirebileceği bir karaktere dönüşüyor. Özgün metinde yanlış algılamaların önüne geçmek için kullanılan şarkıların oyundan çıkarılması yukarıdaki sorunları daha da büyütürken, oyunun epik yapısını da önemli oranda değiştiriyor. Zaman zaman seyircilerin alkışlarıyla kesilen oyun, basit bir olaylar zincirine dönüşerek gerçek amacından çok uzaklara savruluyor. Sonuç olarak, Oktay Arayıcı ve "Seferi Ramazan Bey'in Nafile Dünyası"nı tanımayıp oyuna gidenler için oldukça yanlış bir izlenim oluşturan, bilenler içinse "yazık olmuş Oktay Arayıcı ve güzelim metnine" dedirten bir oyun ortaya çıkmış.

Tiyatro Tiyatro 51


SÖYLEŞİ

Ayşe Nalan Özübek

Yıllara sığmayan bir tiyatro sevdası ve 8 yıl aradan sonra tekrar sahnelere Oraloğlu Tiyatrosu ile dönen

Lale Oraloğlu kaybettik. O da ciddi bir bunalım yarattı tabii bende çünkü hayatımı paylaşıyordum fakat ondan sonra baktım evde oturmak bana çok ağır geldi ve kararımı verdim. Evvela benim yazmış olduğum bir çocuk oyunuyla başladım, sonra da bu oyun işte. Bu arada belirtmeliyim ki Müjdat'a (Gezen) çok müteşekkirim, bana tiyatrosunda yer verdi. Bu oyuna karar verince, telif hakkını aldım ve tercümesine oturdum, sonra da Murat Genç'le beraber çalışmaya başladık. Çok da kısa bir sürede, hemen hemen bir ayda çıktı oyun ve iki kişilik, tiradları çok uzun malum, sonuç olarak doğrusunu isterseniz biraz zorlandım. Oyunu bize kısaca özetler misiniz? Tabii. Sarah Bernhardt'ın son senesi, 77 yaşında. Kafası zaman zaman gidiyor, daha doğrusu hatıralarıyla karışıyor, tekrar güne dönüyor. Piyes boyunca Sarah Bernhardt hakkında pek çok şey öğreniyoruz. Kanada'lı bir yazarın, John Murrell'ın yazdığı bir oyun bu ve çok güzel yazmış, ben çok sevdim. Herkes, bilhassa yaşlı insanlar biraz kendilerini bulacaklar, kendi ölüm korkuları, zaman zaman da yaşam gücünü çok kuvvetli hissetmeleri ki bu pek çok kişiyi ilgilendirecek. Gençler de kendileri için değilse bile yakın çevrelerindeki yaşlı insanların, annelerinin, babalarının zaman zaman bu şekilde düşünmüş olduğunu görecekler, bu bakımdan gençler için de faydalı bir oyun olarak düşünüyorum. Çok duygulu bir oyun, ben çok severek çalıştım, inşallah seyirciler de severler.

pe

cy

a

Sekiz yıllık bir aradan sonra Sarah Bernhardt ile t e k r a r tiyatroya başladınız. Neden bu oyun? Bu oyunu I986'da Kanada'da seyretmiştim ve çok beğendim hatta telif hakkını almayı bile düşündüm ama, I987'de tiyatromu kapatınca oyun da kaldı. Kapattım, çünkü salon bulmak çok zordu, bulduğum salonlar hiç isim yapmamış, halkın ayağının alışmadığı salonlardı ve turne yapmak zorundaydım. Bu da çok zordu benim için, çünkü 1 ay organizasyonuyla uğraşıyordum, en az 1 ay da oynuyordum öte yandan annem artık 90 yaşına gelmişti, onu o kadar uzun süre yalnız bırakmak istemiyordum, bir buçuk sene önce de

Lale Oraloğlu, 1960 yılında "Misafir" oyununda, Erol Keskin, Pekcan Koşar ve Erdinç Üstün'le birlikte... 52 Tiyatro Tiyatro

Tiyatro yaşamınızın 195l'de Muhsin Ertuğrul'un Küçük Sahne'deki tiyatrosunda başladığını biliyoruz. Peki, Oraloğlu Tiyatrosu ne zaman kuruldu? İlki değil yalnız o. I960'da Muhsin Bey'in ısrarlarıyla Altı Tiyatrosu'nu açtım ancak bir sezon sonra salon kapandı. Zaten salon benim için her zaman sorun olmuştur. 1961 'de Oraloğlu Tiyatrosu'nu kurdum ve Tünel'deki Baro Han'ın altında bir gece kulübünü kiralayıp, tiyatro salonuna dönüştürdüm, şimdi bile hâlâ benim koltuklarım durur. O salonda çok ilgi gören, çok tutulan piyesler oynadık ancak trafik değişti, Beyoğlu değişti derken orası kör bir nokta haline geldi biz de o salondan çıktık, şimdi keşke çıkmasaymışız diyorum zaman zaman. Ondan sonra


Lale Oraloğlu, 1961 yılında "Uyuyan Prens" oyununda, geçenlerde yitirdiğimiz Sadri Alışıkla birlikte,

On altı günün sonunda baktılar ki artık ölüyorum, izin çıktı gişe açıldı ve bütün sezon, Türkiye'nin her yerinde oynadık. İki sene sonra Devlet Tiyatroları'nda oynanmasında da elbette çok açık bir çelişki var ama Cüneyt Gökçer biz öyle müstehcen oynamayacağız dedi ve pantolonlarla oynadılar. Lale Hanım, bir dönem de kısa bir mahkûmiyet yaşamıştınız. Bir fincan kaçakçılığı idi sanıyorum? O tam bir komplo ve ben altı ay yirmi gün hapis yattım o nedenle. 1974 Harekatı dönemindeyiz, herkes gergin, harp çıktı çıkacak, 75 günlük bir turneye çıktık, Doğu Beyazıt'a, günde iki kez oynuyoruz ve her oyunda bir fincan kırılması gerekiyor, fincanlarımız bitti tabii sonunda. Bu arada da tüm bu siyasi gerginlikten dolayı oyunların zaman zaman iptal edilmesi filan gerekiyor veya az kişi geliyor. Anlaşmalı olduğumuz Ağrı Spor Kulübü de yine bir oyun iptali için, ki ben de pek yanaşmıyorum tabii, otelin müdürüne tembih etmişler, Lale Hanım'a bir şeyler aldır, biz de ihbar ettik, yakalatacağız, oyunu da bu gerekçeyle iptal ederiz demişler, hapise gireceğimi filan tahmin etmemişlerdir tabii. Çıktık pazara ben fincanları görünce aldım bol miktarda, ucuz da üstelik. Kaçak olabileceği hiç aklıma bile gelmedi, İstanbul'da Salı Pazarı'nda bile vardı. Bir arkadaşım da almıştı, ikimizi de sorguya çektiler. O evime aldım dedi ve hiç ceza yemedi, ben tiyatrom için aldım, oyunda kullanıyoruz dedim diye ticari maksatla aldığım düşüncesiyle ceza verdiler. Ancak bir anlamda işime yaradı bile denebilir, Kadınlar Koğuşu oyununu Sağmalcılar Cezaevi'nde yazdım. Seneca'nın meşhur sözü vardır, tüm mektuplarımda da yazdım, "Bir olay ki beni öldüremez, daha kuvvetli yapar." Hayatım boyunca da bunu yaşadım zaten.

pe cy

a

kiraladığım her salonda bir problem oldu ve çıkmak zorunda kaldım, her sene bir başka salonda halkın ayağını alıştırmak için uğraşmaya başladım. Reklamlar çok pahalandı, televizyon yaygınlaştı, bunun gibi pekçok şey bir araya gelince 1987 senesinde tiyatromu kapattım. Daha sonra Ali Poyrazoğlu ve Nejat Uygur tiyatrolarında misafir oyuncu olarak oynadım. Lady Chatterly'nin Aşkları adlı oyununuzla bir d ö n e m dikkatleri üzerinize çekmiştiniz. Biraz o oyundan bahsedebilir miyiz? Lady Chatterly'i ben Londra'da izlemiş ve çok beğenmiştim. Türkçe'ye tercüme edilmiş versiyonu çok özetlenmiş ve sadece seksle ilgili bölümleri kullanılmış, dolayısıyla bir porno olarak kabul ediliyordu. Piyesi görünce farklı olduğunu anladım. 1920'lerde İngiltere'de sosyalizmin nasıl başladığını anlatıyor, asillerin yaşam biçimlerini veriyor, hatta piyes sadece bundan ibaretmiş de renklensin diye yazardan ufak bir yatak sahnesi ilave etmesini istemişler. İngiltere'de kıyametleri kopartan bu yatak sahnesinin müstehcenliği değil, İngiltere'de bir kanun vardı, bilmiyorum hâlâ devam ediyor mu, bütün gösterilerde, filmlerde dahi iki insanın aynı yatakta yatması yasaktı. Bu sahne yüzünden ingiltere ayağa kalkmış. Türkiye'de ise daha önce çevrilmiş bölümler adeta porno olduğu için ikinci kere dahi oynatmazlar diye düşünüldü ama bütün sezon dolu salona oynadı, çok da başarılı bulundu. Sizin basına geniş bir biçimde yansıyan bir oyununuz daha var; "Kadınlar ııh Derse!" O dönemde müstehcen bulunarak kaldırılan bu oyun iki sene sonra Devlet Tiyatrolarında sahnelendi. Burada bir çelişki yok mu? Onun serüvenini dinleyebilir miyiz? Elbette. "Kadınlar ııh Derse"yi 1967 yılında oynadık. Erol Keskin sahneye koydu. Kendisi Yunan Tiyatrosu'nu çok derinlemesine bilir, bu konuda çok bilgili ve tecrübelidir. Serüveni de çok ilginçtir, şimdi oyunun geçtiği dönemlerde Yunanlılar külot giymiyorlarmış hatta yasakmış, orada da, İskoçya'da da. Biz de sahnede giymemeliydik, o nedenle kalın, ten rengi külotlu çoraplar yaptırdık, öyle çıktık sahneye, tam o dönemin giysileri şeklindeydi ve gazetelerde bu fotoğraflar çıktı, bunun üzerine bazı arkadaşlar dönemin İstanbul valisine şikâyet etmişler, o da seyretmeden yasakladı. Bütün bunlar oyun başladıktan bir ay sonra oluyor. Bütün Avrupa ülkelerinde üstün ahlak piyesi olarak kabul edilmiş bu oyun, benim memleketimde müstehcen diye yasaklanıyor. Bunun üzerine açlık grevi yapmaya karar verdim ve on altı gün sudan başka hiçbir şey içmedim, hiçbir şey yemedim, tüm kadro da sahnede oturma eylemi yaptı.

Tiyatro... Tiyatro...53


İZLENİMLER

Hasibe Kalkan

Weimar Ulusal Tiyatrosu (ıı) "Mutters Courage" (Annemin Cesareti), küçük salonda seyrettiğim oyunlar arasında geleneksel biçimi en çok koruyan oyun. Otobiyografik özellikler taşıyan "Mutters Courage"ı, Georg Tabori annesine ithaf

Büyük Salon'da yalnızca iki oyun seyrettik. Bunlardan biri Budapeşte doğumlu olan, ancak romanlarını ve oyunlarını Almanca yazmış olan Ödon von Horvath'ın "Geschichten aus dem Wienerwald" (Viyana Ormanından Öyküler) idi. Bu yüzyılın başında yaşayan küçük burjuva ve işçilerin dar dünyalarını, aralarındaki

a

etmiş. Bütün yakınlarını Auschwitz toplama kampında

simgeleyebiliyor bu motif.

yitiren Macar yazar Tabori'nin yaşamında, geçmişle

hesaplaşma önemli bir yer tutuyor. Rastlantı sonucu

pe cy

bir toplama kampından kaçmayı başaran, ancak tüm yakınlarını orada kaybeden anne, kendisi hayatta

kalabilmiş olmanın sonsuz acısını yaşar. Bu nedenle sürekli geçmişi bastırmaya, unutmaya çalışır. Oğlu, yani Tabori ise zorla annesine sürekli sorular

yönelterek, onun geçmişiyle hesaplaşmasını sağlar,

geçmişten kimsenin kaçamayacağını anlatmaya çalışır.

Modern roman tekniklerinden yararlanan oyun, bugün ile geçmişi sürekli gel gitler halinde işliyor. Kronolojik zaman akışı kırılıyor, geriye dönüşlerle geçmiş ortaya çıkarılıyor. Anne ve oğul arasında geçen

konuşmalarda, yani bugün, gerçekçi bir oyunculuk sergilenirken, geçmişe ait hatıralarda yer alan oyuncular (asker, Gestapo ajanı gibi) rollerine

yabancılaşmış olarak çıkıyor karşımıza. Oyun boyunca, Tabori ve annenin yer aldıkları bölümlerde, anne bir pasta hazırlamak ve pişirmekle meşgul. Salon buram buram pastanın kokusuyla dolarken seyircilere ne yazık ki yutkunmak düşüyordu. Kadro, oyunun sonunda seyircilere pastadan ikramda bulunmayı düşünmüş, ancak kılı kırk yaran Alman yasaları hijyenik nedenlerle tiyatro sahnesinde pişen bir pastanın ikram

acı tatlı ilişileri ve çaresizliklerini gerçekçi olduğu kadar da şiirsel bir atmosfer içinde ele almıştır, yazar. Groteski, oyunlarının anlamını vurgulamakta kullanan Horvath, böylece onların melodramatik yapılarını kırıyor, oyundaki hüzünlü aşk öyküsünde göz yaşlarına

boğulmamızı engelliyor. Kesinlikle karekterlerin rollerine yabancılaşmaları gerekiyor, yazarın mizah anlayışıyla çizdiği kişiliklerinin zayıf yanlarının ortaya çıkabilmesi için. Ne yazık ki sahnede izlediğimiz yapıtta, bu incelikler göz ardı ediliyor, oyuncular canlandırdıkları karakterlerle özdeşleşiyor, yabancılaşma, mide bulandırıcı olmaktan öteye gidemeyen, arada bir, pencereden tüküren bir kadınla sınırlı kalıyor. Dekorlar daha başarılı, oyunun yalınlığını vurgulayan nitelikte. İki ev ve aralarında sahnenin derinlemesine uzanan bir sokak, orada yaşayan basit insanların üzerinde yürüdükleri sonsuz acılarla dolu bir yolu simgeliyor sanki. Viyana, bestecilerin ülkesi, tabii ki oyun da müzikle renklendirilmeye çalışılmış, ancak her şeye rağmen üç saat boyunca seyircinin ilgisini aynı düzeyde tutmakta zorlanıyor.

edilmesini yasaklıyor. Yemek motifi, Tabori'nin tüm oyunlarında önemli bir yer tutuyor. İlkel içgüdülerden yıkıcılığa, yaşama tutkusundan ve savaşımından, tüketim toplumunun bolluğuna değin bir çok şeyi 54 Tiyatro Tiyatro

Seyircinin ilgisini başından sonuna kadar canlı tutmakta "Le Bal" çok daha başarılıydı. Ettore Scola'nin yönettiği bir Fransız filminden sahneye


uyarlanan nadir zaman, o dönemlerin karakteristik danslarıyla, giysileriyle ve çarpıcı olaylarıyla bir şerit gibi gözler önüne seriliyor. Sahnelemede aynı dönemler, Doğu Almanya gerçeklerine uyarlanmış olarak karşımıza çıkıyor. Yine bir bar mekânı oluşturuyor. I. Dünya Savaşı sonrası dönemin filmden pek farkı yo

George Tabori'nin annesine ithaf ettiği "Annemin Cesareti" geçmişle hesaplaşmanın önemli izlerini taşıyor.

tarafından getirilen yorum son derece yetersizdi. Faust, Tanrı ve Mephisto sürekli birbirleriyle çatışan güçler, bu çatışma izlediğimiz yorumda neredeyse tamamen yok olmuş, konunun ağırlığı Gretchen-Trajedisi'ne verilmiş. Gretchen'i canlandıran genç oyuncu neyse ki bu yükün altından büyük bir başarıyla kalkıyor. Faust karakterindeki oyuncu ise bu düzeyin çok altında kalıyor. Sahne ve ışık efektleri çok daha başarılı. Özellikle ışık efektleri oyuna gerçeküstü bir boyut kazandırıyor. Sahnenin derinliği, daralan üçgen yapısıyla ve arka arkaya açılabilen kapılarla pekiştiriliyor, ancak sahnenin yüksekliği neredeyse hiç değerlendirilmiyor.

pe

cy

a

ancak iki Almanya'nın ayrılmasından sonra, Batılı izleyicilerin karşısına pek çok soru işareti çıkıyor. Örneğin seyahat özgürlüğü olmayan Doğu Almanlara, refaha kavuşan Batılıların yeni ülkelere seyahat etmeye başladıkları dönemlerde şarkı sözleri, kendi ülkelerinin ne kadar güzel olduğunu anlatıp, en iyi şeyin evde kalmak olduğunu öğütlüyor. Alaylı bir biçimde Batılı zengin akrabaların, zavallı Doğululara getirdikleri değersiz armağanlara karşı duydukları tepkileri işliyor, Batılıların günümüzde bile korudukları üstünlük duygusunu eleştiriyor. Oyun, iki Almanya'nın birleşmesiyle son buluyor. Weimar Tiyatrosu oyuncularını iki hafta süreyle hemen hemen her gün farklı rollerde izledikten sonra, yetenekleri ve oyunculuk performansları konusunda tamamen ikna olmuştum. Doğu Almanya, her zaman iyi oyuncularıyla ün yapmış bir ülke. "Le Bal"de gösterdikleri üstün başarı bu ünün tam anlamıyla hakkını veriyor. Weimar Ulusal Tiyatrosu dışında da oyunlar izlemek mümkün. Orada bulunduğumuz tarihlerde bir festival kapsamında Weimar Sarayı'nın avlusuna değişik bir sahne kuruldu. Dıştan Kabe'ye benzeyen yapı içeriden de simsiyah, dimdik sıraları olan, görmeyi zorlaştıran, ancak seyircilerin düşmelerini engelleyen korkuluklarla çok ilginç bir mekân. Kubus adını taşıyan bu yapıda bir dizi oyun sahneleniyor, bunlardan ilki Goethe'nin "Urfaust"u. Açıkçası büyük bir beklentiyle oyunu, korkuluklara rağmen, izlemeye çalıştım. Beklentilerimin karşılanmasında Manfred Karge

Çok çeşitlilik gösteren oyunların genelinde gözlediğim en büyük zaaf bazı motiflerin hemen hemen her oyunda tekrar tekrar işlenmesi. Bunlardan biri Almanya'da artan Neo-Faşist hareketlerine gönderme yapan III. Reich döneminin ünlü Alman Ulusal Marşı'dır. Oyunlarda güncelliği yakalamak önemli, ancak çok seslilik ve evrensellik boyutu kolayca zarar görebiliyor, özellikle de çok farklı kültürlerden gelen bir seyirci kitlesine hitap etmeye çalışan bir tiyatroda. Weimar Ulusal Tiyatrosu'nun en büyük gücü ise bir yönetmen tiyatrosundan çok oyuncu tiyatrosu olmasından kaynaklanıyor. Oyunculara sınırsız yaratıcılık alanı tanıyan, tüm yeteneklerini değerlendiren ve geliştiren bir tiyatro. Sanırım bu konuda bizim tiyatrolarımızın da öğrenebilecekleri çok şey var. Tiyatro Tiyatro 55


BU AY SAHNEDEKİLER

Sevil Kuvan

Nisan'da Perde Diyenler Islık Sever Max

pe

cy

a

İstanbul Devlet Tiyatrosu Ç o c u k O y u n u

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda oynanan "Islık Sever Max" adlı çocuk oyununda bir çocuğun kendini büyükler dünyasına kabul ettirmesinin öyküsü anlatılıyor. Yeni çıkan dişinden oluşan boşluk yardımıyla çok keskin bir ıslık çalabilen Max, kendini büyüklere

Islık Sever Max • İstanbul Devlet Tiyatrosıı

Y a z a n : Carsten Krüger, Volker Ludwig Ç e v i r e n : Metin Gök Y ö n e t e n : Erkan Taşdöğen Sahne T a s a r ı m ı : Ethem Özbora Giysi T a s a r ı m ı : Serpil Tezcan Işık T a s a r ı m ı : Önder Arık M ü z i k : Y. Kızılgeç, S. Cim O y n a y a n l a r Kamil Korunan, Nazan Ekinci, Suna Dizdar, Nilgün Karababa, Durul Bazan, Murat Karasu 56 Tiyatro Tiyatro

böylece dinletmeyi başarır. Bu eğlenceli oyunu, pazar günleri İstanbul Devlet Tiyatrosu sayonlarında izleyebilirsiniz.

Şarkıcı İzmir Devlet Ç o c u k Y a z a n : Haluk Işık

Tiyatrosu O y u n u

Y ö n e t e n : Evren Serter Sahne -Giysi T a s a r ı m ı : Yıldız İpeklioğlu M ü z i k Levent Günay Dans D ü z e n i : Kenan Özdemir Işık T a s a r ı m ı Sıtkı Buldu O y n a y a n l a r : Kemal Erdurak, Ahmet Dizdaroğlu, Hülya Böceklioğlu, Serpil Aktaş, Özlem Saraç, Sabiha Sonkan, Kadir Çermik, Didem Dizdaroğlu Çocuk oyunlarına verdiği önem ve yerle dikkat çeken İzmir Devlet Tiyatrosu bu sezon 4 çocuk oyunu birden sahnelemektedir. Bunlardan biri olan "Şarkıcı" şu öyküyü anlatıyor: "en güzel şarkıyı çocuklar yazacak..." "Şarkıcı adı üstünde şarkılar söyler. Ama ne şarkıları sevilir Şirinköy'de ne sevgiyle-incelikle biçimlenen düşünceleri, düşleri... Şirinköylüler'e göre, şarkı söylemek işe yaramayan boş bir uğraştır. Arkadaşı Çocuk da olmasa, Şarkıcı hepten yapayalnız kalacaktır neredeyse... Ve bir gün... köye Devgücü gelir. Kabadır, hoyrattır, bencildir, yüreğinde küçücük bir sevgi kırıntısı bile yoktur. Tek amacı gücünü göstermek, gücünü sağlayan 'madalyonu' ile övünmek, karnını ve cebini doldurmaktır. Şirinköy'ün Devgücü'nden kurtulması olanaksızdır. Ama Şarkıcı'nın şarkıları vardır..." "Şarkıcı", Haluk Işık'ın ödüllü oyunlarından biri. 1990 yılında


eskitilmişse, kanıksanmışsa, ertelenmişse, bunun nedeni insanlığın binlerce yıldır olgunlaştırmaya, geliştirmeye çalıştığı bu değerlerde aranmamalı. İnsanın, yine kendisi tarafından yok edilen bu kavramlara sahip çıkması, karşılığını bulması söylenmeli. Ya da Şarkıcı'nın, bir şarkısında dile getirdiği şu umut hep diri tutulmalı: "En güzel şarkıyı çocuklar yazacak..." İşte o zaman üstünde yaşadığımız yorgun ve yaşlı dünyamız, çok ama çok harika olacak.

a

Rüzgârla Yarışan Tay A n k a r a Sanat Ç o c u k

Tiyatrosu O y u n u

cy

Ankara-Çankaya Belediyesi Çocuk Oyunu Yazım Yarışması'nda "büyük ödül" alan oyun, genç yaşta yitirdiğimiz tiyatro sanatçısı, Nihat Yıldırım'ın anısına yazılmış ve sahnelenmekte. Kabagüç karşısında, sevgi ne yapar? Hoyratlık mı, incelik mi? Bir kahraman mı yaratmalı, yoksa dayanışmayı mı savunmalı? Baskıya boyun mu eğmeli, yoksa insan onurunu ayakta tutmak için, karar mı vermeli? Sahi, sevginin, çalışmanın, duyarlılığın, hoşgörünün egemen olduğu yerde 'madalyon' dediğin nedir ki? Şarkıcı bunları sorguluyor, düşsellikle gerçeklik arasında yakalamaya çalıştığı çizgide. Çocuk oyunlarının kendine özgü dramatik örgüsü içinde, gündelik yaşamın içinde sürekli karşılaştığımız bir dünyayı sergilemeye çalışıyor. Dramturgi çalışmalarında yazarının da yer aldığı oyun ekibi "Şarkıcı" için şunları söylüyor: "Oyunumuzu hazırlarken, biricik kaygımız çocuklara saygısızlık, haksızlık, yalancılık yapmamaktı. Ne televizyondaki teknolojiyle yarışmak 'gülünçlüğüne' düşmek istedik, ne de bir saatlik 'eğlenceliğin' peşinde olduk. Naif, duyarlı ne söylediğini bilen bir 'şiir' sunmak istedik çocuklara. Onları koşullamak, köşeli derslerle sersemletmek, zaten şaşkınlık ve kaygıyla izledikleri dünyayı daha da kötü çizmek, umutlarını söndürmek değil amacımız. İçlerinde zaten var olan 'Şarkıcı'yı güle oynaya uyandırabilirsek, işte o zaman harcadığımız emeğe, döktüğümüz tere değecek... Yaptığımız işin tiyatro olduğunu, birçok çocuğun tiyatroyla belki de bizimle tanışacağını ve izlediklerini hiç unutamayacaklarını biliyoruz. Bu büyük bir sorumluluk. Ucuzluğu, kolaycılığı reddeden bir sorumluluk. Umarız gereğini yerine getiriyoruzdur." Barış, sevgi, dayanışma, hoşgörü, sanat, insanseverlik... Kavramlar

pe

Y a z a n - Y ö n e t e n : Dersu Yavuz Altun M ü z i k Grup Nüans Danslar: Gülüm Pekcan O y n a y a n l a r : Özlem Evren, Aylin Özyatan, Hakan Güven, Canan Zengin, Mahir İpek, O r ç u n Akdoğan, Ahsen Ever, Suna Turgut

Ankara Sanat Tiyatrosu, uzun bir süre ara verdiği çocuk tiyatrosu çalışmalarına yeniden başlayarak "Rüzgarla Yarışan Tay" isimli oyun ile 11 Mart'ta çocuklarla buluşuyor. Rada Moskowa'nın "Küçük Tay Nereye" adlı yapıtı ve Rene Guillot'un "Beyaz Yele" adlı çocuk romanından, Dersu Yavuz tarafından uyarlanan oyunun öyküsü kısaca şöyle: En büyük düşü rüzgarla yarışmak olan minik Tay, büyük bir fırtınada sürüsünü kaybeder. Çok korkmuş, üşümüş, aç ve susuz kalmıştır. Bir panayırla karşılaşır. Panayır sahibi onu kandırarak, bağlar. Rüzgarla yarışma düşünün asla gerçekleşemeyecek bir düş olduğunu anlayan minik Tay, tutsaklığın anlamını da böylece öğrenir. Tay'ın mutsuzluğuna dayanamayan Palyaço ona yardım eder ve birlikte kaçarlar. Panayır sahibi peşlerine düşer, kovalamaca başlar, tam yakalanırlarken minik Tay'ın sürüsü ortaya çıkar, artık iki sevgili dost olan Palyaço ve Tay özgürlüklerine kavuşurlar. Oyun minik Tay'ın başından geçen bir serüvenle yaşamı tanıması üzerine kurulmuştur. Öğrenme, öğretme, dayanışma, paylaşma, arkadaşlık, dostluk, sevgi, özgürlük, tutsaklık gibi temel insani yaşantıların çocuğun ve tiyatronun diliyle masalsı bir

Rüzgârla Yarışan Tay * AST

Tiyatro Tiyatro 57


eğlendiricilik içinde sunulması amaçlanmış. Çocukların düş gücünü harekete geçirmeyi hedefleyen AST, aklın aydınlığıyla yarını düşleyecek ve kuracak olan çocuklarımıza yürek dolusu sevgiler diliyor bu tiyatro oyunuyla. "Rüzgarla Yarışan Tay"ı her cumartesi , pazar 12.30'da AST'da izleyebilirsiniz.

Demokrasiyi benimseyememiş olan yönetim biçimlerinin yaratmak istediği tek tip insan modelinin yarattığı çirkinlikleri çocuğun algı düzeyine indirerek, gökkuşağının renklerindeki çok renklilikten yola çıkarak göstermeye çalışan "Yaşasın Gökkuşağı "nın diğer bir teması da ülkelerarasındaki savaşların saçmalığını ortaya koymak.

Yaşasın Gökkuşağı

Mavi Masal

pe cy

Y a z a n : Ülkü Ayvaz Y ö n e t e n : Engin Özsayın Sahne ve Giysi T a s a r ı m ı : Ekip Çalışması Işık T a s a r ı m ı Yücel Kalender M ü z i k Gökşen Kuşkulu

Y a z a n : Salih Yakın Y ö n e t e n : Yaşar Ürük M ü z i k : Yaşar Ürük Sahne ve Giysi T a s a r ı m ı : Talay Toktamış Işık T a s a r ı m ı Erdal Güner D r a m a t u r g : Haluk Işık K o r e o g r a f i : Kenan Özdemir O y n a y a n l a r : Çocuk Korosu Elemanları

a

Trabzon Devlet Tiyatrosu Ç o c u k O y u n u

İ z m i r Devlet Tiyatrosu Ç o c u k O y u n u

Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda 3 Nisan 1995 tarihinden itibaren sahnelenmeye başlanacak olan "Yaşasın Gökkuşağı" adlı müzikli çocuk oyunu 1987 yılında T.B.M.M. Çocuk Oyunu Yazım Yarışması'nda birincilik ödülü kazanmış.

Mavi Masal * İzmir Devlet tiyatrosu 58 Tiyatro Tiyatro

İzmir Devlet Tiyatrosu'nda Nisan ayında sahnelenecek olan "Mavi Masal" sezonun dördüncü çocuk oyunu. Oyunun en çarpıcı özelliği, tümüyle çocuk oyuncular tarafından ve bir çocuk müzikali

yaklaşımı içinde sahnelenecek olması. Oyunun dramaturgu Haluk Işık oyun üzerine şunları söylüyor: "Biz işe, öncelikle oyuncularımızla oyun arasında düşünsel bir köprü kurmaya çalışarak başladık. Bu amaçla, sevgili oyuncularımızla yapılan dramaturgi toplantıları ve bir söyleşi havasında geçen masa başı çalışmaları bizim için ilginç, üretken ve öğretici olmuştur. Oyuncularımız düşünce üretimlerini yazılı biçimlere dönüştürdüler ve oyuna karşı takındıkları olumlu tavrı, içtenlikle anlattılar. Bu, çocuklarla çalışılan bir oyunda, çözüme yönelik en büyük adımdı. 'Mavi Masal' konu olarak belki de yazıldığı tarihlerden çok ilerde sözü olan bir çocuk oyunudur. İnsanoğlunun yine kendi eliyle katlettiği sevgili dünyamızda, 'Mavi Masal'ı deniz dünyasının çocuksu çığlığı ve uyarısı olarak değerlendiriyoruz. 'Çevre-doğa kirlenmesinin' yerlere çöp atıp atmama sorunundan çıktığı bugünlerde, biz oyundaki kirlenmeyi, öncelikle 'düşünsel kirlenme' tabanına oturtmaya çalıştık. Düşüncede başlayan kirlenme, kuşkusuz kendini yaşamın her alanında ve anında gösterecekti, gösteriyor da...


Günün birinde köye, fırsatçı bir adam çıkagelir. Adam, soyup soğana çevirir köylüleri. Ancak, kimse sesini çıkarmaz, olup bitene katlanmakla yetinir. Daha sonra sorular soran üç çocuk, bu gelişimi tersine çevirmeyi başarırlar. Teneke giysili bu üç çocuk, sorular sorarak gerçeği açığa çıkarırlar ve çıkarcı adamı altederler. Köylüler de nihayet onlara katılır. "Teneke Şövalyeler "i pazar günleri 12.00 ve 15.00'de İstanbul Devlet Tiyatrosu salonlarında seyredebilirsiniz.

Siz Ne

Dersiniz?

pe cy

Teneke Şövalyeler

İstanbul Devlet Tiyatrosu Ç o c u k O y u n u Yazan: Ülkü Ayvaz Yöneten: Orhan Kurtuldu Sahne Tasarımı: Ethem Özbora Giysi Tasarımı: Serpil Tezcan Işık Tasarımı Yüksel Aymaz Müzik Selim Doğru

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda bir süredir devam eden Ülkü Ayvaz'ın yazdığı "Teneke Şövalyeler" 3-12 yaş grubuna seslenebilen, müzikli danslı bir çocuk oyunu. Oyun, soru sormanın erdemlerini ele alıyor. İnsanların, ancak kuşku duyarak, sorular sorarak gerçekleri bulabileceği

Dans: Berrin Zoga D e k o r : Hüseyin İngin Işık: Ali Karaman O y n a y a n l a r : C. Bıyıklı, Z. Bıçakçı, R.Üçkardeş. Ç. A l ç o . E. Yeğen, M. Özer, E. Bayrakçı, H. Köse, O. Ergün, G. Özkan, A. Ö z y ü r e k i n , F. Yılmaz

teması işleniyor oyunda. Oyun, "Soru Sormaz" adlı bir köyde geçmektedir. Bu köyde, asla kuşku duymayan, asla soru

a

Oynayanı çocuk, izleyeni çocuk olunca, kuşkusuz sahne-salon iletişimi şimdiden bizi heyecanlandırmakta. 'Mavi Masal'ın tema, önerme, sahneye konuluş, müzikal yapı ve danslarıyla etkili ve anlamlı bir çalışma olduğuna inanıyoruz. Sevginin, dayanışmanın, dostluğun, insanın yarattığı kirliliğe inat ışıl ışıl yaptığı 'Mavi Masal'da 'haydi balık olalım' diyoruz çocuklara. Sonra bu olağanüstü düş dünyasından 'bitti mola, haydi yola!' diyerek gerçek yaşama döneceğiz. Birlikte, insanca yaşanır bir dünyayı yaratmak ve kucaklamak için... "Mavi Masal" bu beklentinin ipuçlarını çocuklarla paylaşan bir bir serüvendir."

Bursa D e v l e t Ç o c u k

Tiyatrosu O y u n u

Y ö n e t e n : Faik Ertener M ü z i k : Atilla Sağlam

Bursa Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenen "Siz ne dersiniz?" günümüz dünyasının sorunlarına değinen müzikli bir çocuk oyunu. Tüm değerlerin yok olduğu günümüzde bunlara sahip çıkmasını beklediğimiz çocuklarımıza nasıl bir dünya sunuyoruz, onlara nasıl örnek oluyoruz; sadece nasihatlerle mi? İşte bu soru ekseninde gelişen "Siz ne dersiniz?" adlı oyunun yönetmeni, Faik Ertener oyunun ortaya çıkışını şöyle anlatıyor: "Çocuklar önlerinde sadece kötü örnekler görürse, yarın nasıl onlardan iyi şeyler bekleyebiliriz ki? Onlara kim güven verecek güç verecek? İşte bu düşüncelerle 10 yıl önce oğluma sordum. "Büyüyünce ne olmak istersin" diye. O zaman 4 yaşındaydı. - Hi-Men veya Süperman olup dünyayı kötülüklerden

Teneke Şövalyeler • İstanbul Devlet Tiyatrosu Tiyatro...

Tiyatro...59


"Siz Ne Dersiniz?" • Bursa Devlet Tiyatrosu

a

Sahne T a s a r ı m ı : Adnan Tezel Işık T a s a r ı m ı : Rahmi Akgül, Kenan Sayar M ü z i k : Muammer Sun O y n a y a n l a r : Oktay Şenol, Ebru Çelik, Ayşegül Aksel, Başak İleri, Alper Erze

cy

kurtaracaktı. Anladım ki, çocuklar kötülükleri yok etmek istiyorlar ve bunu ancak olağandışı bir gücün başaracağına inanıyorlardı. İşte, 'Siz ne dersiniz?' oyunu böyle doğdu. İstedim ki gerçek yaşamda en güçlünün kim olduğunu bilsinler. Hayal kurmak elbette güzel şey ama büyüdükçe hayaller kayboluyor. Bugün çok küçük olan kardeşlerimiz yarın ülkeyi, belkide dünyayı yönetecekler. Belki değil kesinlikle öyle. İşte çocuklar, bu yüzden gerçek gücü başka yerlerde aramayın diyorum... Bugün herşeyi çocuklarımızın minik omuzlarına yüklemek üzereyiz. Ben kendi adıma onlardan özür diliyor ve bu oyunu içinizdeki küçük Mustafa Kemallere armağan ediyorum.

pe

Canlı müziklerini Ayhan Yavaş'ın yaptığı oyunda, artık soluk bile alamayan büyük şehirlerde yaşayan çocukların yaşamlarından alınan bir kesitle dostluk ne olmalıdır sorusu yöneltiliyor çocuklara. Kendilerine oyun alanı olarak

büyük bir inşaatın şantiyesini seçen çocuklar büyük bir dayanışma, sevgi ve hoşgörü içinde oyunlarını ve yaşamlarını sürdürürken, aralarına katılmak isteyen bir kapıcı çocuğunu aralarına almak istermezler, onu dışlarlar. Ama oyunun sonuna doğru arkadaşlığın temelinde hiçbir ayrıcalığın, sınıfsal farkın, dil, din ırk gibi ayrımların olmaması gerektiğine, arkadaşlığın paylaşıma dayandığına karar veren çocuklar, bu arkadaşlarını bağırlarına basarak, onu çevreye

Oynamak istiyorum Hadi Çaman-Yeditepe Oyuncuları Ç o c u k O y u n u Y a z a n : Tc. W e i t , W . Koldoner Y ö n e t e n : Hadi Çaman 60 Tiyatro Tiyatro

Oynamak İstiyorum • Hadi Çaman- Yeditepe Oyuncuları


karşı bir koruma çemberi içine alırlar. İşte gerçek anlamda dostluğun nasıl olması gerektiğini, şu anda belki de ülkemizin en çok çocuklara vermeye çalışan bu oyunu Hadi Çaman Yeditepe Oyuncularından, izleyebilirsiniz.

Matruşka Hadi Çaman-Yeditepe Oyuncuları Y a z a n : Tuncer Cücenoğlu Y ö n e t e n : Kenan Işık S a h n e T a s a r ı m ı : Osman Şengezer G i y s i T a s a r ı m ı : Yıldırım Mayruk O y n a y a n l a r : Nilgün Belgün, Hadi Çaman, Belma Özdemir

rehberliğinde salondaki yerlerini kurallarıyla nasıl başladığını, nasıl alırlar. Zamane aşklarından yıpranarak tükendiğini ironik bir umudunu çoktan kesmiş olan biçimde irdeleyen bir gülmece... Eros'un son bir çabayla iki Oyunun erkek kahramanı sözümona eleştirdiği sistemin bir seyirciyi (oyuncuları) sahneye prototipi. Hem senarist, hem almasıyla başlayan bu ilişki belki oynanmayan oyunların yazan, hem de seyirci oyuncuların de bir plastik pazarlamacısı. beceriksizliği yüzünden daha Sevgililerinden sakladığı bir karısı, başlamadan biter. bir de kızı var. Peki, bütün oyun boyunca sahnede gördüğünüz o kadınla Kadın hediyelik eşya satan bir erkek kimdir acaba?" dükkanın sahibi. O da entellektüel "Matruşka"yı ve Yeditepe anlamda teselliyi arada bir alıp Oyuncularını Rüştü Uzel sattığı antikalarda bulmuş. Sahnesi'nde cuma ve cumartesi Muhasebeci, galeri sahibi, banka günleri seyredebilirsiniz. müdürü gibi taliplerini kendisine yakıştıramadığı için geri çevirmiş, bu nedenle de hâlâ bekâr. Bu çift günün birinde bir tiyatro fuayesinde ilk görüşte aşık olur Ankara Devlet Tiyatrosu birbirine. Aşk perisi Eros'un da yönlendirmesiyle başlayan bu ilişki Yazan: Jean Genet Eros'un tüm çabalarına rağmen Çeviren: Salah Birsel bir türlü yürümez. Gazetelerin Yöneten: Coşkun Irmak magazin sayfalarında ve pazar Sahne Tasarımı: Gül Emre ilavelerinde hiç eksik olmıyan Giysi Tasarımı: Esra Selah 'Aşkın on altın kuralı', 'iyi bir Işık Tasarımı: Burhanettin Yazar kazanova mısınız', 'aşk küçük Oynayanlar: Nurşim Demir, Işıl yalanlarla beslenir' ve benzeri Poyraz, Lale Başar türden tavsiyeler de bu aşkı besleyince, tıpkı yaşamı belirleyen Ankara Devlet Tiyatrosu'nda bütün gelenekçi kurumlar gibi Nisan ayında prömiyer yapacak günlük yaşamın karmaşası içinde oyunlardan biri olan yok olup gider bu ilişki. "Hizmetçiler" ünlü Fransız yazar Oyunun iki kahramanı da tıpkı Jean Genet'ye ait. oyunu izlemeye gelen diğer Hizmetçilik konumlarını seyirciler gibi Eros'un hazmedemeyen iki kız kardeşin hanımlarına duydukları korkunç öfkenin birbirlerine yönelmesiyle ortaya çıkan karmaşık sonuçların sergilendiği oyun, tiyatro edebiyatının klasikleri arasında sayılıyor. "Hizmetçiler"i 11 Nisan 1995 tarihinden itibaren Ankara Devlet Tiyatrosu, Küçük Tiyatro'da seyredebilirsiniz.

Hizmetçiler

pe

cy a

Mart ayında Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları tarafından sahnelenmeye başlayan "Matruşka" adlı oyunda; uygarlaştığı iddia edilen günümüz dünyasında ilişkilerimiz acaba ne denli uygarlaştı? İnsanın doğasına özgü içgüdüleri acaba saf haliyle yaşamda var olabiliyor mu? Ya da nasıl var oluyor? soruları sahneye getiriliyor. Hadi Çaman " Matruşka "nın hikâyesini şöyle özetliyor: "Matruşka' bir aşk ilişkisinin geleneksel kurumlaşmış

Dört Mevsim B e y a z

Matruşka • Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları

S a h n e

Yazan: Arnold Wesker Çeviren: Berin Cumalı Yöneten: Ragıp Yavuz Müzik: Melih Kibar Tiyatro Tiyatro 61


cy

İstanbul sahnelerinde yeni bir tiyatro topluluğu daha boyveriyor: Beyaz Sahne. Tiyatro dünyasından tanıdığımız Ragıp Yavuz ve Meltem Cumbul'un beraberce omuz verdikleri bu topluluk Özdemir Asaf"'ın, "Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu/Birinciliği beyaza verdiler" dizelerine inat Beyaz Sahne koymuş adını. İlk oyunları, Nisan ayında sahnelemeye başlayacakları "Dört Mevsim" olacak: "Kış" Sahibi olan emekli yargıç tarafından doğası sıkıcı geldiği için terkedilmiş bir ev. Tüm eskiliği ve dağınıklığıyla kırık, dökük bir yalnızlık içinde. Soğuk ve karanlık bir kış günü, kendi yalnızlıklarının kırıklarını sarmayı düşleyen bir çift, dört mevsim

sürecek bir yolculuğa başlarlar bu evde "İlkbahar" İlkbaharla birlikte uyanır kadın. Aylar sonra aralarında bir diyalog başlar. Diyaloğu kucaklayan aşk değildir. Ama "aşkın denenmiş davranışları" diye tanımlar kadın bu durumu. Bu yeni ilişkiyi yaşarken, geride bıraktıkları kişiliklerine tümüyle dışardan bakarlar.... "Yaz" herşey değişmiştir. Duvarlar bembeyazdır, eşyalar yenilenmiştir. Doğanın canlanışıyla beraber ilişkileri de ısınmış, renklenmiştir. Öyle ki, birbirlerinin çoktandır unuttukları vücutlarını bile hissedebilmektedirler.... "Sonbahar" Geçen yazın coşkusu ve sıcaklığı yerini, hem doğaya hem de içlerinde bir ürpertiye terk etmiştir. Yaşadıkları günler onları kendilerinden ve geçmişlerinden olan her şeye tümüyle yabancılaştırmıştır. Çocuklarını bile bir bilinmezden söz ediyor gibi anımsarlar.... Kadınsa kış

a

Sahne-Giysi Tasarımı: Sandra Türksever Koreografi: Aylin Kalem Işık Tasarımı: Hakan Özipek Oynayanlar: Zeynep Günenç, Uğur Çavuşoğlu

pe

uykusuna bir kez daha yattığını düşünür ve toplamaya başlar eşyalarını. Oyunun yönetmeni Ragıp Yavuz oyunun gelişim sürecini şöyle anlatıyor bize: "Kendilerini bir anlamda hapsettikleri dağ başında bir evde onlarla çatışa, döğüşe geçirdiğim dört mevsim boyunca hem insan-insan, hem de insan-doğa ilişkisini alabildiğine soluma şansım oldu. Ne var ki, gerek onların birbirleriyle, gerekse benim onlarla ilişkimde tıkanan, açıklanamayan bir şeyler kalıyordu hep. Yıkılmış, tükenmiş bir beraberliği tekrar varedebilmek adınaydı tüm çabaları. Böylesi bir "Happy End" beni

Dört Mevsim • Beyaz Sahne 62 Tiyatro Tiyatro

de çok mutlandıracaktı ama, bir şeyler bunu engelliyordu durmadan... Wesker'm repliklerinde saklı olan insanın toplumla ilişkisi gerçeği yetişti imdadıma. İş soyut bir yorumlama çabasının dışına çıkıverdi birden. Şimdi o dağ başındaki evde dört kişi olmuştuk. Beatrice, Adam, Wesker ve ben. Gördük ki, ilişkinin tüm yıkıntısı, o zelzeleyi yaşayan ve yaşatan metropolde saklıydı. Doğada yaşanan dört mevsim yalnızca bir geçiş süreci olabilirdi. Ama nereye ve nasıl?" "Dört Mevsim"i 14 Nisan'dan itibaren Foks Fun Kültür Merkezi'nde cuma ve cumartesi günleri 20.30'da pazar günleri 18.00'da seyredebilirsiniz.

A ş k ı m ı z Aksaray'ın En Büyük Yangını Adana

Devlet

Tiyatrosu

Yazan: Güngör Dilmen Yöneten: Kartal Tibet Müzik: Cem İdiz Sahne Tasarımı: Nalân Türkoğlu Giysi Tasarımı: Fatma Görgü Işık Tasarımı: H. İbrahim Karanan Oynayanlar: Süreyya Kilimci, Tayfun Erarslan, Şener Kökkaya, R. Hikmet Çam. 21 Şubat'ta prömiyer yapan "Aşkımız Aksaray'ın En Büyük Yangını", Osmanlı döneminde haremden emekli edilerek Aksaray'da eski bir konağa yerleştirilen Mahitap'la aynı mahallede oturan kemancı Artin'in evlenmeleri ve daha sonra Mahitap'ın saraydaki ödeneğinin kesilmesiyle birlikte Artin'in ondan uzaklaşması ve Mahitap'ın bu aşkın tek yanlı olduğunu farkedip kendisiyle birlikte bütün Aksaray'ı yakmasını, hüzünlü bir aşk hikâyesini anlatılıyor.


Bu oyunu Sabancı kültür Merkezi'nde seyredebilirsiniz.

Peynirli Yumurta

Benim Matrak Ailem

pe cy a

D i y a r b a k ı r Devlet T i y a t r o s u Yazan: Ference Karenthy Çeviren: F. Çiğdem Öztep Yöneten: Erkan Taşdöğen Müzik: Pat Metheny Sahne Tasarımı: Erkar Taşdöğen Giysi Tasarımı: Hakar Dündar Işık Tasarımı: O. Selim Yıldız Oynayanlar: Yaşar Özveri, E. Nil Aydın Bir kadın ve bir erkek... beraber olmak adına aşklarını nasıl tüketirler; aşka, sahip olunabilecek, tüketilecek, teslim olunacak bir nesne gözüyle nasıl bakabilirler ya da aşkı bu hale

nasıl getirebilirler; sevgiye nasıl yabancılaşır insan ve insan elinde nasıl metalaşır sevgi? İşte bütün bu sorular bir kez daha soruluyor "Peynirli Yumurta"da. Bara giren bir adamla başlıyor sanki insanın var oluş sorunları... kendimize oynadığımız oyunlar, gerçeklerden ve kendimizden köşe bucak kaçışımız öteki dünyalara ve yine de bu dünya için söylenen yalanlar, giderek daha çok bize benzeyen yalanlarımız. Biten aşklarımız ve bir yenisi bitenlerin ve yine bir aşk öyküsü... rutin devinimi aşk sandığımız şeyin... "Peynirli Yumurta" aşk üzerine düşünmesini istiyor insanın. Belki de can sıkıcı bulacaksınız bu oyunu.

T i y a t r o C a n i k o m Yazan: Eli Ssaghı Yöneten: Oya Akkartal Oynayanlar: Can Murat Yaşar Şengel, Tuğba Güraslan, Buğra Şengül, Güçlü Kandemir, Yasemin Yosulçay, Deniz Ergun

Peynirli Yumurta • Diyarbakır Devlet Tiyatrosu

Can Murat Yaşar Şengel, Tuğba Güraslan ve Buğra Şengül tarafından kurulan, üç senedir çalışmalarını amatör olarak sürdüren ekip bu sezon adını Tiyatro Caniko olarak değiştirerek çalışmalarına devam etmektedir. 3 Nisan 1995 tarihinden itibaren

oynayacakları "Benim Matrak Ailem" Nisa Serezli anısına -oynadığı son oyun olma özelliğinden dolayıoyun yönetmenliğini yapan Tolga Aşkıner bu sezon rahatsızlığından dolayı çalışmalara katılamamıştır. Ancak yeni oyunun dekorlarını Tiyatro Caniko'ya hediye etmiştir. Oyun, bir yahudi ailesinin içinde geçen komik olayları komedi unsuru ile hicvetmektedir. Baba, oğul, anne, gelin ilişkileri Nisa Serezli'nin duru Türkçesi ile unutulmaz bir komediye dönüşüyor bu oyunda. "Benim Matrak Ailem "i Altunizade Capitol Müjdat Gezen Gençlik ve Çocuk Tiyatrosu Salonları'nda pazartesi ve salı geceleri saat 21.00'de izleyebilirsiniz. Tüm oyunlarını hayır kurumları yararına sahneleyen Tiyatro Caniko, ayrıca; çağrıldıkları tüm hayır kurumlarına, kendilerine bir salon sağlandığı takdirde ücretsiz olarak gideceklerini duyuruyor.

Jan Dark Davası Ankara

Sanat

Tiyatrosu

Uyarlayan: Bertold Brecht Yöneten: Aziz Çalışlar Müzik: Timur Selçuk Sahne Tasarımı: Osman Şengezer Giysi Tasarımı: Sadık Kızılağaç Koreografi: Gülüm Pekcan Oynayanlar: Ebru Sonar, Mehmet Ulay, Savaş Yurttaş, Metin Coşkun, Erol Demiröz, Nuri Gökaşan, Dersu Yavuz Altun, Yaşar Akın, Arif Soysalan, Tuncay Atayata, İsmail Bozkurt, Gregory Key, Hayrullah Karagöz, Mahir İpek, Murat Demirbaş, Hakan Güven, Özlem Akdoğan, Suna Turgut, Canan Zengin, Şebnem Tosun, Tiyatro Tiyatro 63


Ahsen Ever, Koray Ergun, Aylin Özyatan, Orçun Çıtır, Zelal Keskin, Murat Bayer

İlk Kadın * İstanbul Devlet Tiyatrosu

a

birliğin aracı haline getirilir. Yargılama boyunca işgalcilerin ve ruhanilerin bu "sesler" üzerinde ısrarla durmaları da bu nedenlerledir. Bu "sesler" neyin nesidir gerçekte? Çökmekte olan feodalizme karşı başkaldıran halkın sesi midir?

pe cy

Nisan ortalarından itibaren Ankara Sanat Tiyatrosu'nun sahnelemeye başlayacağı "Jan Dark Davası"nda Brecht, 1431'de işgal altında bir İngiliz kentine dönüşen Frans'nın Rouen kentinde, bu işgale karşı çıkıp İngilizler ve işbirlikçileri ile savaşan 19 yaşındaki bir genç kızın, Jan Dark'ın yargılanışını anlatıyor. Öyle bir yargılamadır ki bu, bir yanda birtakım "sesler" duyduğunu söyleyen, 19 yaşında ve okur yazar bile olmayan, ama iki savaş kazanmış ve İngilizler'in başlarına büyük dertler açmış bir genç kız ve diğer yanda, ona karşı Fransa'nın en önemli ilahiyatçıları ve hukukçularından oluşan 165 kişilik bir mahkeme heyeti... Bir iddianame bile okunmaksızın başlayan bu yargılamada Jan Dark yalnız başına bir savaşım verir. İşgalcilerin ve işbirlikçilerin yüreklerine korku salan bu saf köylü kızı, içtenlikli, açık yürekli ve sözünü esirgemez tavrı ile karşısındaki ilahiyatçı ve hukukçu ordusuna her türlü kozu veriyordu. Ama yine de Jan Dark, kurulan tüm tuzaklara karşı kendini şaşmadan savunacaktır. Öyle bir oyundur ki oynanan, Jan Dark'ın sorgulanması hastalandıktan sonra da hapishane duvarları arasında sürdürülmüştür. Onun hastalıktan, kan kaybından vb. ölmemesi için çok dikkat etmektedirler; çünkü o zaman baştan karar verdikleri gibi Jan Dark'ın yakılarak öldürülmesi gerçekleşemeyecektir. "Jan Dark Davası"nda Brecht, onun yaşam öyküsünü değil, yalnızca yargılanmasını anlatırken, duyduğu seslere çok önem verir. "Sesler", Brecht'in yorumuyla ilahi, gizemsel vb. olmaktan çıkar ve hiç de idealize edilmeyen halk ile Jan Dark arasındaki çelişkin 64 Tiyatro Tiyatro

İlk Kadın Yazan: Nedim Gürsel Yöneten: Esen Özman Oyuncular: Esen Özman, Nişan Şirinyan

"Sıcaklık" ve "İlk Kadın"... Her iki oyunda da var olan temalar... kadın, erkek ve yalnızlık... 16 Mart 1995 tarihinden bu yana İstanbul Devlet Tiyatrosu, Oda Tiyatrosu'nda Esen Özman'ın Nedim Gürsel'in öykülerinden uyarlayıp yönettiği "İlk Kadın" sahne alıyor. Pazartesi hariç haftanın her günü oynanacak oyun, yönetmenin ilk projesinde olduğu gibi yine kadın-erkek ilişkisini insanları yalnızlığa iten, boşlukta bırakan yanlarıyla irdeliyor. Esen Özman'ın bu projeye dair görüşlerini aldık: "İlk Kadın"ı biraz "Sıcaklık'ın uzantısı olarak görüyorum, zaten temel arayışım da buydu. Birincisi, tiyatroda anlatıya yönelmekti,

"Sıcaklık" gibi bir anlatıda sahne dilinde ne gibi zenginlikler, görsel çağrışımlar yakalanabileceğini duymuştum, bu önemli bir deneyimdi benim için. Ulaşmak istediğim, düzyazının imgelem zenginliğinden yararlanarak "duygu"nun "aksiyon"a dönüştüğü, duygudan kaynaklandığı oranda harekete varan bir tiyatroydu. Öte yandan, bana göre, ister düzyazı ister diyalog aracılığıyla olsun, duygunun harekete geçerek biçimlenişidir zaten, tiyatro. Tiyatronun hem saymaca hem de birebir gerçekliğinin ötesinde farklı bir gerçeklik düzlemine yaklaşıyorum, bir düzyazıyı oynarken ve dilin şiirsel estetiğinden uzanarak kolayca dokunabildiğim bir gerçeklik bu; çok daha inanarak oynadığım bir dil. Nedim Gürsel'in öykülerine yönelmeme gelince, "Sıcaklık" kadın yalnızlığı ağırlıklıydı ve daha çok yalnızlık olgusunun üzerine giden bir oyun oluşturmanın peşindeydim, bu iki istek birleşince Nedim Gürsel'in öyküleri tiyatro oluşturmamda kaçınılmaz oldu. "Sıcaklık" oyununda var olan o kadınca yalnızlık burada çoğaldı, birbirini yalnız bırakan iki cins, erkek ve kadın yalnızlığı, tek tek boşlukta ortaya çıktı sanıyorum "İlk


bu içeriğiyle de çok birleşiyor. Var ama yoklan vermek, yanı başında değilleri vermek, duygunun yoğunluğunu vermek, hatta bazen sadece gözlerle temas kurmak, bunlar oyunun rejisinin odak noktalarını oluşturdu. Elbette zorlandık ama galiba sonucuna ulaştık.

Anrıco'nun Peşinde Ankara Devlet Tiyatrosu

a

Yazan: Kubilay Tuncer Yöneten: Burak Reis Sergen Müzik: Kemal Günüç Koreografı: Anjelik Uygan Sahne-Giysi Tasarımı: S. Çetiner Işık: Z.lşık, H. Özdemir Oynayan: Meltem Keskin

pe cy

Kadın "da. Ayrıca bu öykülerde, bir anne-oğul ilişkisi çok hakim. Oyunu oluştururken bu anne-oğul ilişkisinden oğulda var olan o anne imgesinden birçok kadın çoğaltılabilmesi bana çok çekici geldi ve oyunu da bu noktada odaklaştırdım zaten. Anneden çıkan bir kadın arayışı ve boşluk ve yine anneye dönüş ve yine bir kadın arayışı ve yine boşluk. Nedim Gürsel'in öykülerinin diyalogtan uzak olması da bana cazip geldi ve oyunu yönetmenlik açısından bakacak olursak, daha çok bir monolog gibi düşündüm. Bir monolog ve bu monologu paylaşmışız, birbirimizin ağzından kapıyoruz adeta, birimizin bıraktığı yerde, bir ritim içinde öbürü yakalıyor. Bu çalışmada bir de sinema anlatımını yakalamaya çalıştım. Tıpkı bir sinema setindeymişiz gibi, o mekân içinde, özgür, seyirciye de "bize bakın" demeden oynayalım. Seyirci bizim alanımıza girmek durumunda kalsın, bunu yakalamaya çalıştım. Değinmek istediğim bir başka nokta da, oyun boyunca oyuncuların birbirine hiç dokunmaması. İtiraf etmeliyim ki dokunmamak bu oyunda pek çok açıdan işime yaradı. Birincisi dokunmadan da çok güçlü ilişkiler sağlanabileceği, ikincisi oyunda anneyle oğul arasında beyinlerde sürekli beraberlik var ama fizik olarak ayrılık söz konusu. Kadınlara ulaşamamazlık söz konusu, metinden gelen bir dokunmama üzerine çalışma, bunu özellikle çalışma olarak niteliyorum, çünkü tiyatroda dokunmadan oynamak gerçekten çok zor bir iş. İkinci noktaya gelince, dokunmamanın prova sürecinde bir başka açıdan da işime yaradığını gördüm. Bugün artık tiyatroda, dokunduğum andan itibaren sinemadaki kadar, çok inandıranı yapmak durumundasın. Dokunmamak tiyatro dilinde güzel bir illüzyon verdi, ki zaten

Anrico'nun Peşinde • Ankara Devlet Tiyatrosu

Ankara Devlet Tiyatrosu'nda Mart ayında sahnelenmeye başlayan "Anrico'nun Peşinde "geçtiğimiz sene temmuz ayında Liverpool'da düzenlenen Brouhaha Sanat Festivali'nde Türkiye'yi temsil etmişti. Tek kişilik bir cinnet olan "Anrico'fıun Peşinde" militan (ajit-prop) tiyatro söylemini reddederek yaratılmış bir özgürlük iletisi.

"Anrico Hose Mervases. Güney Amerika'da bir özgürlük savaşçısı. Tek kurşunla idam edildi 18 yaşında bile değildi. Bir ülkede her sabah, kimseden habersiz birilerini öldürüyorlarsa, artık kimse suçsuz olduğunu söyleyemez." "Anrico'nun Peşinde", genç bir kadının karanlık bir hücrede içine düşüverdiği bir insanlık öyküsünü,

kanlı bir labirenti ve tanıdık bir esmerliği anlatıyor. Oyunun yönetmeni Burak Reis Sergen Anricolar'a sahip çıkalım eliyor ve ekliyor: "İnsanların hiç görmedikleri ama tanıdıkları, öpmedikleri fakat dudaklarının tadını bildikleri, dokunmadan nasıl dokunulacağını hissedebildikleri ve en önemlisi de sessizliklerde bile nasıl duyulması gerektiğini algıladıkları "üstbenleri" vardır. Sistemler ne olursa olsun, hangi zaman diliminde yaşanırsa yaşansın statükocu düşünce değişimlerin karşısında olacaktır... Sahnede Anrico'nun peşinden giderken ona evrensel bir boyut kazandırmayı hedefledik."

Tiyatro...

Tiyatro...

65


Rosa Lüxemburg Dilek Türker-Tiyatro

Ayna

Uyarlayan: Rekin Teksoy Yöneten: Kenan Işık Dekor: Erim-Nalân-İlhan Kostüm: Günnur Çaras Işık: Yüksel Aymaz Yön. Yrd.: Ali Düşenkalkar Oyuncular: Dilek Türker, Nazân Kırılmış, Yasemin Atik, Recep Yener, Murat Şen, Arda Kavaklıoğlu, Mürsel Yaylalı

-kara mizah- yerilmesi; gibi yapmaya çalışmayan, gibi yapmayı reddeden sahici insanlarla Rosa Lüxemburg gibi sahici bir çığlığı tiyatroda tekrarlamak bütün istediğim." 6 oyuncunun 22 değişik karakteri canlandırdığı oyunda sahne soytarılarla dolu, Rosa Lüxemburg dışında. 20 Nisan'dan itibaren Küçük Sahne'de seyredebileceğiniz bu oyunda barışın, insan sevgisinin savaşını veren yürekli bir kadının, bir kadın gibi yaşayarak, bir kadın gibi duyarak; edebi alanda, kuramsal alanda ve verdiği mücadele örneğiyle tarih sahnesinde kendini bir kadın olarak varedebilmesinin öyküsünü seyredebilirsiniz.

cy a

Tiyatro Ayna'nın bu sezon sahneleyeceği yeni oyun "Rosa Lüxemburg" Nisan ayında Küçük Sahne'de sahnelenecek. Erkeklerin yazdığı bir dünya tarihinde zekalarıyla, inançlarıyla, düşünceleriyle sivrilen, kendini

kabul ettirebilen kadınlardan birinin, yüzyılımızın başında toplumsal hareketlerin son derece yoğun yaşandığı bir çağda, inançlı bir barış savaşçısı Rosa Lüxemburg'un trajik öyküsünü kara mizah ile anlatan bir oyun. Tiyatro Ayna, bu oyunu günümüze taşıyarak dünya ve yaşadığımız toplumla ilgili kaygılarını tiyatro sanatı estetiğiyle ifade etmeye çalışmış. Dilek Türker'in genç, inançlı, dinamik, yetenekli bir ekip ve Kenan Işık gibi bir usta virtüöz yönetmenle çalışmaktan duyduğu keyfi belirtmeden geçemediği bu çalışmada sahne, heykel ve masklarla düzenlenmiş. Dilek Türker çalışmayla ilgili sözlerine şunları da ekliyor: Bugün dünya ve kendi toplumumuzda savaş denilen, acımasız ve barbar olgunun çok içten bir biçimde alay edilerek

A m a t ö r Tiyatrolar Çevresi ( A T Ç ) Dünya Tiyatro Günü Bildirisi

pe

Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ), I992'den bugüne kadar, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü alternatif bildirilerini, amatör tiyatroya gönülden bağlı sanatçılarımızdan biri hazırlıyordu. Bu sene Sennur Sezer'in hazırladığı alternatif bildiri "Amatörlük Aşktır" başlığını taşıyor. Amatörlük Aşktır

Sanatın özellikle tiyatronun sevgiyle, çıkarsız ve bağımsız yapılması gereklidir. Metalaşmaması için. Çıkarsızlık, bağımsızlık ve sevgi amatörlüğün tanımıdır. Yurdumuzda ve dünyada tiyatroya taze kan getiren oyuncu ve yazarların amatör tiyatrolardan yetişmesi rastlantı değildir. Ayrıca tiyatro dışında ünlenmiş pek çok sanatçı da gençliklerinin bir döneminde amatör tiyatrolarda çalışmış, kendilerini ifade etmeyi öğrenmişlerdir. Değerler dizgesinin altüst olduğu, duyguların ve emeğin değerinin yittiği günümüzde amatörlük; zor olduğu kadar onurlu bir anlam taşıyor. Belki de tarihin hiçbir döneminde, hiçbir ülkede taşımadığı bir sorumluluğu yüklenmiş durumda. Yaşamı savunuyor çünkü. Çünkü, amatörlük aşk demektir. Türkçe'de ve bütün dillerde. Aşk da emek ve bilinç ister. Yurdumuzun ve dünyanın tüm emek ve bilinç savaşçılarına, tüm amatör tiyatrocularına selam olsun! Tüm gençlere selam olsun! Çünkü amatörlük aşktır! Ve aşk hep genç kalır.

66 Tiyatro Tiyatro


a

pe cy


pe cy a


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.